DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 160
116
ncı Birleşim
29 Mayıs 2007 Salı
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
İzmir Milletvekili Enver Öktem hakkında tanzim edilen soruşturma
dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1296)
2.-
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
Harekâtı'na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1282)
IV. - AÇIKLAMALAR
VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Sakarya Milletvekili
Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.-
Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, Erzurum Milletvekili
İbrahim Özdoğan ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmalarında,
şahsına sataşmaları nedeniyle konuşması
3.-
İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
4.-
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, İstanbul Milletvekili
Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
5.-
Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, İstanbul Milletvekili
Halide İncekara'nın, konuşmasında, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili,
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu
Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer
Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın,
çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda
meydana gelen olayların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413)
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
5.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir
Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416)
VI. - SEÇİMLER
1.-
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalacak üyeliklere seçim
VII. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, TBMM Kreşine ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili İsmail
ALPTEKİN'in cevabı (7/22944)
2.-
İzmir Milletvekili Canan ARITMAN'ın, TBMM Kreşine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili
İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/22945)
3.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil ÜNLÜTEPE'nin, TBMM Kreşine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili
İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/22946)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 11.14'te açılarak dört oturum yaptı.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 439'uncu sırasında
bulunan 1432 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin bu kısmın
8'inci, 65'inci sırasında bulunan 201 sıra sayılı
Kanun Tasarısı'nın 16'ncı, gelen kâğıtlar
listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan
1433 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun ve Anayasa'nın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri gereğince
Cumhurbaşkanınca bir kez daha görüşülmek üzere geri
gönderme tezkeresi ve 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin
kırk sekiz saat geçmeden bu kısmın sırasıyla
5'inci ve 7'nci sıralarına alınmasına ve diğer
işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine;
gelen kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılarak
dağıtılan (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun 1413 sıra sayılı
raporunun gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmının 1'inci sırasına alınmasına
ve görüşmelerinin 29 Mayıs 2007 Salı günkü birleşimde
yapılmasına ve sonrasında kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine devam edilmesine; 28 Mayıs 2007 Pazartesi
günkü birleşimde çalışma süresinin 1433 sıra sayılı
Anayasa Değişiklik Teklifi'nin 1'inci tur oylamasının
tamamlanmasına kadar, 29 Mayıs 2007 Salı günkü birleşimde
ise, Genel Kurulun saat 15.00'te toplanmasına ilişkin AK Parti
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı:
1337),
4'üncü
sırasına alınan, -Afyonkarahisar Milletvekili Halil
Aydoğan'ın, Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl
Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair (2/968) (S. Sayısı: 1416),
Kanun
Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda
hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
5'inci
sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderilen Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında 10/5/2007 Tarihli ve 5660 Sayılı
Kanun'un (1/1368) (S.Sayısı: 1433) birinci görüşmesi tamamlandı;
ikinci görüşmesine en az kırk sekiz saat geçtikten sonra
başlanabileceği açıklandı.
Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan'a, Cumhurbaşkanıyla ilgili
bazı ifadelerinden dolayı gerekli uyarıyı yapmadığı
iddiasıyla Başkanın tutumu hakkında açılan
usul görüşmesinden sonra, Oturum Başkanınca, yapılan
uygulamanın İç Tüzük hükümlerine uygun olduğu ifade
edildi.
Ankara
Milletvekili Oya Araslı, Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu'nun,
konuşmasında, şahsına sataştığı
iddiasıyla bir açıklamada bulundu.
Genel
Kurulu ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler
Meclisi Ortak Heyeti Başkanı Edward Withfield ve beraberindeki
heyete Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denildi.
29
Mayıs 2007 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
22.57'de son verildi.
İsmail
Alptekin
Başkan
Vekili
Ahmet Gökhan Sarıçam
Türkân Miçooğulları
Kırklareli
İzmir
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Ahmet Küçük
Çanakkale
Kâtip
Üye
No.: 156
II. - GELEN
KÂĞITLAR
29 Mayıs
2007 Salı
Raporlar
1.-
8.5.2007 Tarihli ve 5464 Sayılı Nükleer Güç Santrallarının
Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına
İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/1365) (S. Sayısı:
1436) (Dağıtma Tarihi: 29.5.2007) (GÜNDEME)
2.-
Sivas Milletvekili Selami Uzun ve 3 Milletvekilinin; Polis Vazife
ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/1037) (S. Sayısı:
1437) (Dağıtma Tarihi: 29.5.2007) (GÜNDEME)
29 Mayıs
2007 Salı
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.14
BAŞKAN
: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşimini
açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Başkanlığın
bir tezkeresi var; okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.- İzmir
Milletvekili Enver Öktem hakkında tanzim edilen soruşturma
dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1296)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
3167 sayılı Çekle Ödemelerin
Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'a
aykırılık suçunu işlediği iddia olunan
İzmir Milletvekili Enver Öktem hakkında Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın 83'üncü maddesi uyarınca yasama dokunulmazlığının
kaldırılıp kaldırılmaması hususunda ilgi
(a) yazımız ile Başkanlığınıza gönderilen
soruşturma dosyasının iadesi ile ilgili Adalet Bakanlığından
alınan ilgi (b) yazı sureti ve ekleri ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonda bulunan dosya Hükûmete geri
verilmiştir.
Başbakanlığın,
Anayasa'nın 92'nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır,
önce okutup işleme alacağım sonra da oylarınıza
sunacağım.
Başbakanlık tezkeresini
okutuyorum:
2.- Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin
5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı'na
iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1282)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
(2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl
için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye gerek Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) kara harekatına, gerek
UNIFIL-Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla, barışı
koruma harekatının etkin biçimde icrasında önemli
bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek
bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını
ve Dünyanın diğer bölgelerinde bundan önce katıldığı
barışı koruma operasyonlarındaki başarılı
performansıyla sahip olduğu konumunun pekişmesini
sağlamıştır. UNIFIL'in görev süresi 31 Ağustos
2007 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2007
tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM bünyesinde
hazırlıklar başlatılmıştır. Bu hazırlıklar
tamamlandıktan sonra yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararı
kabul edilerek UNIFIL'in görev süresinin uzatılması beklenmektedir.
Bu çerçevede, BM Güvenlik Konseyi'nin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı
BM Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı
ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2007 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekatına iştirak etmesi
ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından
yapılması için Anayasa'nın 92 nci maddesi uyarınca
izin verilmesini saygılarımla arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Başbakanlık
tezkeresi üzerinde, İç Tüzük'ün 72'nci maddesine göre görüşme
açacağım.
Gruplara ve Hükûmete ve şahsı
adına iki üyeye söz vereceğim.
Konuşma süreleri, gruplar ve
Hükûmet için yirmişer dakika, şahıslar içinse on dakikadır.
Şimdi, Tezkere üzerinde söz
alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Gruplar
adına; Anavatan Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili
Sayın Süleyman Sarıbaş, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen, AK Parti
Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Erol Aslan Cebeci.
Şahısları adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Onur Öymen ve yine İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa
Elekdağ söz istemişlerdir.
İlk söz, Anavatan Partisi Grubu
adına, Malatya Milletvekili Sayın Süleyman Sarıbaş'a
aittir.
Efendim, süreniz yirmi dakika.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlar, UNIFIL
münifil bilmem, Lübnan'a asker gönderme tezkeresinin devamı.
Geçen sene, dokuzuncu ayda, bu Mecliste Lübnan'a asker gönderme tezkeresini
çıkarmış ve bir yıl süreyle Hükûmete yetki vermiştik.
Hükûmet gerek gördü ki, bir yıl daha uzatılması için böyle
bir tezkere gönderdi.
Ben, sözlerime başlarken, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
O gün de söyledik, Türk askerini
gönderiyoruz çok şükür. Lübnan'a gönderiyoruz, Kosova'da var,
Afganistan'da var, ama gönderemediğimiz yer var. Gönderemediğimiz
yer, esasında, Türkiye'nin kanayan yarası, Kuzey Irak'a gönderemiyoruz.
Gönderemediğimiz gibi, daha dün, Irak'ı işgal etmiş
bir "dost" ve "müttefik" ülke saydığımız
Amerika'nın uçakları Türk hava sahasını ihlal ediyorlar
dört dakika. Ne ülkenin Başbakanından ne ülkenin Dışişleri
Bakanından bu konuda hiçbir açıklama yok, hiçbir tepki yok.
Şimdi, millet Anadolu'da
çıktı "Efendim, bunu Cumhurbaşkanı niye seçmediniz,
bu Abdullah Gül'ü?" İşte, bunun için seçmedik. Amerika
uçakları Türk hava sahasını ihlal ediyor ve ülkenin bu
Dışişleri Bakanı tek bir tepki göstermiyor üç gündür!
Bunu mu seçecektik? Bunu mu seçmeliydik? Türk halkı, ey Türk halkı:
Amerika'ya her şeyi teslim etmiş, Kuzey Irak politikalarını
teslim etmiş, Türkiye'nin güvenliğini teslim etmiş bir
Dışişleri Bakanını mı Cumhurbaşkanı
seçecektik? Türkiye'nin tamamını mı teslim ettirseydik
başkalarına? Böyle bir şey var mı? Böyle bir şey
var mı?
Lübnan'a giderken söyledim:
"Lübnan'a bu askerleri İsrail'in güvenliği için gönderiyoruz."
O gün söylemiştim, bugün de tekrar ediyorum: "Hayatları
boyunca 'Yahudi telin mitingi' düzenleyenler, kırk yaşından
sonra Yahudilerin destekçisi oldular da onun için vicdanım kanıyor."
demiştim, tekrar ediyorum.
Ne yaptı bir yıldır
Lübnan'a gönderdiğimiz askerler? Hizbullah'ın silahlandırılmasını
sağladı, yani, "Hizbullah'ın elinden silahları
almadı." diyeceksiniz, ama, Hizbullah'a dışarıdan
gelen destekleri önledi. Kimin adına? İsrail'in güvenliği
adına. Türkiye'ye de bu yakışırdı, bu Hükûmete
de bu yakışırdı. Mübarek olsun! Mübarek olsun!
Yani, değerli arkadaşlar,
denilecek ki: "Askerlerimiz, işte, dışarıda
ne yapıyor? Terör olan ülkelerde Birleşmiş Milletler
kararları dahilinde, terörün yayılmasına engel olmak
için, terörle mücadele için, Birleşmiş Milletler kapsamında
iş birliği için gönderiyoruz." Bir taraftan terörle
iş birliği için askerlerimizi dışarı gönderiyoruz,
bir tarafta teröre destek olan El Kadı'ya kefil oluyoruz.
Şimdi bunun neresi ne bunun? Bir tarafta teröre maddi kaynaklar
sağladığı açık, net olan El Kadı'ya Türkiye
Cumhuriyeti'nin Başbakanı kefil, bir taraftan Afganistan'a,
Lübnan'a terör önlensin diye, uluslararası alanda terör önlensin
diye asker gönderiyoruz, esas asker göndermemiz gereken yer,
Başbakanlık. Başbakanlığa asker gönderirsek
terörü önleriz. Terörü önleriz
Çünkü orası üretiyor bunu, El
Kadı'ya kefil olan yer orası.
Değerli arkadaşlar, ne
olacak bu Kuzey Irak'ın durumu? Bak, bugün sabah haberlerde gördüm:
"Daho'nun, Erbil'in, Süleymaniye'nin güvenliği bölgesel
güçlere teslim edildi." Bir müddet sonra herhâlde, referandumdan
sonra Kerkük'ün, Musul'un da güvenliği bölgesel güçlere teslim
edilecek. O bölgede yayın yapan televizyonlar var. Oradaki yönetimin
yayın yaptırdığı 10'a yakın televizyonlar
var. Bir dinleyin arkadaşlar, uydulardan bir açın da o televizyonları
dinleyin; Türkiye'ye hangi hakaretler yağdırılıyor,
her gün hangi ihanetler yağdırılıyor bir dinleyin.
Ondan sonra gidin, Bağdat'ta Talabani'yle sarılıyor musunuz,
öpüşüyor musunuz, barışıyor musunuz, kardeşlik
mesajları mı veriyorsunuz, onları dinledikten sonra
bir konuşun. Yani yapmak istediğiniz şey nedir dört buçuk
senelik iktidarınızda? Terörle ilgili mücadelenizde
gele gele, gele gele geldiniz, Ankara'nın göbeğinde, terörün
bombaları patlamaya başladı. Bu Mecliste söyledik,
geçen de, dün de söyledim. (19 Eylül 2005, Meclis olağanüstü toplantıya
çağırıldı.) Gelin, şu terörü bir konuşalım,
şu Mecliste bir tartışalım, önlemlerini alalım,
Hükûmete tavsiyelerde bulunalım diye. AK Parti Grubu kulisten
bu salona girmedi ve ilk defa Meclisin geleneğinde Meclisten
kaçma, AK Parti Grubunun eylemiyle ortaya çıktı. Şimdi,
meydanlarda caka satarak, "Meclise girmeden milletvekili olmaz."
denilenler, terör konusu bu Mecliste görüşülürken, o kulislerden
bu salonlara kimseyi koymadılar. Bu millet, bu aziz millet, bu
büyük millet bunları görmeyecek, bunları yaşamayacak,
ondan sonra dönüp diyecek ki: Kuzey Irak'ta kırmızı çizgilerimizi
sildiren, Avrupa Birliğinde Türkiye'ye en galiz hakaretleri
yaptıran, Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlara
peşkeş çekme adına protokollerin altına imza atmaktan
kendi korktuğu için başkalarına attıran birini,
Cumhurbaşkanı seçmediniz diye... Kimi seçmediğimizi
anlasın bu millet. Kimi seçmediğimizi bu millet anlasın
diye söylüyorum bunları. Biz, Kuzey Kıbrıs'ı protokolle
Rumlara teslim etmeye kalkan ve Rumların Kıbrıs'ın
tek temsilcisi olmasını kabul etmeye doğru adımlar
atan bir Dışişleri Bakanını seçmedik. Biz, Kuzey
Irak'ta askerinin başına çuval geçirttiren ve Kuzey Irak'taki
bütün kırmızı çizgilerimizi yok eden bir Dışişleri
Bakanını, evet, Cumhurbaşkanı seçmedik. Biz, Amerika'nın
her dediğini yapan, ama Amerika uçakları Türkiye'nin hava
sahasını ihlal ettiği için üç gündür sesini çıkartmayan
bir Dışişleri Bakanını seçmedik. Çünkü, Türkiye'nin
bunlara emanet edilemeyeceğini düşündük ve doğru düşündük.
Ne için seçilir? İyi yönetici seçmektir, bütün milletin amacı
budur, iyi yönetici seçmek. Bizi iyi yönetenler yönetsin diye seçimler
yapılır. Bir Cumhurbaşkanlığı sürecini
kötü yönetene, tekrar prim vereceğiz ve seçeceğiz; yani,
yönetememiş, süreci yönetememiş, kötü yönetmiş, bu
krizlere vesile olmuş, ama kötü yönetim bir prim alacak. Böyle
bir şey yok. Kötü yönetenler dünyanın her tarafında giderler,
iyi yönetenler gelirler ve bu millet inşallah bu seçimde kendi
geleceğini iyi yönetecek, kendi geleceğini iyi yerlere
taşıyacak, Türkiye'nin millî çıkarlarını, Türkiye'nin
değerlerini, Türkiye'nin tarihten gelen gücünü bu bölgede kaim
kılacakları iktidar edecek.
Döneminizde ne oldu arkadaşlar?
Türkiye, itaat eden, boyun büken bir ülke hâline geldi. Oysa tarihin
her döneminde bu ülke, söz söyleyen, buyruk veren bir ülkeydi.
Şimdi ne yapıyor bu ülke? Başkalarının işte
Bu, bunlardan biri, itaat etme tezkeresidir bu. Amerika Birleşik
Devletleri'nin Birleşmiş Milletlerden çıkarttığı,
orada mahallî güçler, kendi hayatlarını kurtarmak için direnen
Hizbullah güçlerinin İsrail'e karşı biraz üstünlüğünü
görünce, İsrail'in güvenliğini korumak için, Hizbullah'ın
silahlanmasını önlemek için onlar tarafından talimatlandırılmış,
benim Hükûmetim tarafından da bihakkın uygulamaya geçilmiş
bir tezkeredir. İşin özü bu. Afganistan'da askerlerimiz
var, Kosova'da var, Lübnan'da var; ama, Kuzey Irak'ta
"Kuzey Irak'a
giremezsiniz." diyor Amerika sözcüsü. Niye giremem? Orada terörü
besliyorsun da ondan giremem. Suçüstü yakalanacaksın, çünkü,
benim askerim oraya girdiği zaman, oradaki teröristlerin kimler
tarafından desteklendiğini, o bombaların, o A-4'lerin,
C-4'lerin kimler tarafından onlara emanet edildiğini, verildiğini
ve o bombaların Türkiye'nin nerelerinde patlayacağını
suçüstü yakalayacağı için "Giremezsin." diyor.
Ve bu Hükûmet, terörle ilgili, bundan
daha birkaç ay evvel bu Mecliste gizli oturum yaptı. Ne yaptık?
O gizli oturumdan hafızalarınızda kalan veya o gizli
oturum sonucunda Hükûmetin terörle ilgili aldığı bir
tedbir, burada 550 milletvekilinin hafızasında hiçbir
şey var mı? Ne konuştuk? Ne konuştuk? O konuşmadan
sonra Türkiye'de neler oldu? Türkiye'de yüzlerce güvenlik görevlimiz
şehit oldu, onlarca sivil vatandaşımız maalesef
teröre kurban gitti. Demek ki, bu Hükûmetin görevi sadece konuşmak.
Şimdi, Genelkurmay Başkanı,
terörle ilgili birimler diyorlar ki: "Kuzey ırak'a müdahale
etmemiz lazım." Hükûmet diyor ki: "Bize bir talepleri
gelmedi, bize bir talepleri gelsin, bize bir tezkere talepleri gelirse,
Hükûmet olarak arkasında dururuz, yerine getiririz." Aynı
Hükûmet, bir başka alanda diyor ki: "Genelkurmay Başkanlığı
bana bağlı, siyasi sorumluluk bana ait."
Şimdi, Genelkurmay Başkanlığı
size bağlı, doğrudur, Başbakanlığa
bağlı, siyasi sorumluluk da size ait. Niye peki, size
bağlı bir kurumun sizden bir talep etmesinden medet umuyorsunuz
da, siz, bir siyasi sorumlulukla
Yani, bu ülkenin güvenliğinden,
bu ülkenin terörle mücadelesinden sizin hiçbir sorumluluğunuz
yok mu? Yani, sahada bulunan, terörle mücadele eden Türk Silahlı
Kuvvetleri, polisimiz, güvenlik kuvvetlerimiz, onlar ancak bu konuda
bir şey geliştirirlerse siz ona destek olursunuz, ama, siz,
hiçbir şey geliştirme noktasında, terörle mücadele
noktasında adım atmazsınız, öyle mi? Siyasi sorumluluğunuz
bunu gerektiriyor! O zaman niye Hükûmetsiniz? O zaman Hükûmet olmanızın
esbabımucibesi nedir? Ülkenin güvenliğinden sorumlu olmayacaksınız!
ülkenin yokluğundan, fakirliğinden, açlığından,
sefilliğinden sorumlu olmayacaksınız. Siz din işleri
hükûmeti misiniz? Sadece, milletin din işlerinden mi sorumlusunuz?
Değerli arkadaşlar, bu
tezkere fuzuli bir tezkeredir. Benim askerimin, ne Lübnan'da ne Afganistan'da
işi yoktur. Benim askerimin bir yerde işi olması gerekiyorsa,
ülkemin ulusal güvenliğini, ülkemin millî çıkarlarını
gerektiren Kuzey Irak'ta işi vardır ve Türkiye'ye ihanet kusan
Kuzey Irak'ta görev yapmalıdır.
Getirin, öyle bir tezkere alnınızdan
öpelim sizi. Oraya gelince, nedense, kendi ülkemizin ulusal güvenliğine,
millî çıkarlarına gelince tek bir adım atmayacaksınız,
ama, başkalarının elinize sipariş olarak yazıp
verdiği tezkereleri, bir altına imza atarak Meclise göndereceksiniz,
ondan sonra da bizden destek bekleyeceksiniz.
Bu milletin, siz geldikten sonra
teröre kurban verdiği binlerce insanının kanı sizi
tutacak inşallah. Binlerce insanın kanı sizi tutacak,
çünkü siz, bu milletin vicdanını kanattınız, bu
milletin irfanını kanattınız, bu milletin ruhunu
kararttınız; terör konusunda hiçbir tedbir almayarak, her
gün kötülediğiniz, her gün çatışma yarattığınız
devletin kurumlarını, bu işlerde sanki sorumlular sadece
onlarmış gibi, hiçbir siyasi sorumluluk almayarak. Bunun
vebalini, inşallah bu millet görecek. İç Anadolu'nun, Doğu
Anadolu'nun, Karadeniz'in, Marmara'nın, Ege'nin insanları,
beni dinleyen insanları, eğer bu ülkede terörden kurtulmak
istiyorlarsa, eğer bu ülkede kardeş kavgasından kurtulmak
istiyorlarsa, eğer bu ülkede kamplaşmaktan kurtulmak istiyorlarsa,
kurtulmak istedikleri tek şey, kurtulmaları gereken tek
şey bu Hükûmettir. Çünkü, bu Hükûmet, bizatihi bunların eylemcisi,
bunların içinde bulunan, gerçekten bunlara destek olan, teşvik
eden bir Hükûmettir.
CAHİT CAN (Sinop) - Ayıp,
ayıp! Ne teşvik ediyor yahu?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) -
Ben, bu duygularla, Anavatan Partisi olarak bu tezkereye destek vermediğimizi
ilan ediyorum. Benim askerimin Lübnan'da işi yok. Eğer sizin
ihtiyacınız varsa -siz nasıl olsa 22 Temmuzdan sonra
boş kalacaksınız- hepiniz silahlanır, gidersiniz
oraya.
Saygılar sunuyorum. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Kendileri gitsinler, kendileri!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Sarıbaş.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen.
Şahsı adına da söz isteği
var, bu iki isteği birleştiriyorum.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Lübnan'da
görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL'in
bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev süresinin uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık Tezkeresi hakkında Cumhuriyet
Halk Partisi Meclis Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, bu meselenin
özüne girmeden önce bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi seçim kararı almıştır. Seçim
kararı almış meclisler ve o dönemde görev yapan hükûmetler,
uluslararası teamüle göre, ancak cari işlerle uğraşırlar.
Günlük, devletin günlük işleriyle uğraşırlar, olağanüstü
bir durum, bir savaş durumu gibi bir olağanüstü, beklenmedik
bir durum ortaya çıkmadıkça.
Şimdi, bakıyoruz,
Hükûmet, sanki seçim kararı alınmamış gibi, sanki
Anayasa'mızın 102'nci maddesine göre Cumhurbaşkanı
seçilemediği için derhal seçime gidilmesi zorunlu olan bir durum
ortaya çıkmamış gibi, tutuyor uzun süre iş başında
kalacak bir hükûmetmiş gibi, bir meclismiş gibi kararlar
alıyor ve bu Meclise bu yönde öneriler getiriliyor. Bunların
en önemlisi, bildiğiniz gibi Anayasa değişikliği
önerisidir.
Değerli arkadaşlarım,
geçen gün de başka vesileyle söyledim, burada bir kere daha tekrarlayayım.
Biz inceledik ve dünya tarihinde bunun bir örneğini bulamadık.
Seçim kararı almış bir hükûmetin bir anayasa değişikliğine
gittiğinin örneğini göremedik. Seçim kararı almış
hükûmetler, yalnız anayasa değişikliği gibi böyle
önemli, özlü konularda değil, başka konularda da karar almaktan
çekiniyorlar, önemli ihaleler yapmamak gibi, uzun vadeli kararlar
almamak gibi, bir sonraki meclisin, bir sonraki hükûmetin görev sahasına
giren konularda karar almamak gibi. Buna bütün ülkeler özen gösteriyorlar,
bizim Hükûmetimiz hariç. Şimdi, Hükûmetin Meclise bu defa sunduğu
Lübnan'la ilgili öneri de tam bu çerçeveye giriyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Birleşmiş Milletlerin Lübnan'daki askerî birliğinin
görev süresi ne zaman sona eriyor? 31 Ağustos 2007 tarihinde.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükûmete orada askerî birlik bulundurmak
için hangi tarihe kadar yetki verdi? 5 Eylül 2007. Peki, sizin
şimdi aceleniz ne? Niçin Meclise bu konuyu şu anda getiriyorsunuz
da gelecek hükûmetin, gelecek meclisin bir değerlendirme yapmasına
fırsat bırakmadan Türkiye'nin elini kolunu bağlıyorsunuz?
Buna hakkınız var mı? Buna yetkiniz var mı? Bırakınız,
sizden sonraki meclis karar versin. Bırakınız, sizden
sonraki hükûmet karar versin. Sizden sonraki hükûmet bütün konuları,
bütün gelişmeleri birlikte görsün, birlikte değerlendirsin.
Lübnan'da neler oluyor, Orta Doğu'da neler oluyor, orada askerî
birlik bulundurmak Türkiye'nin lehine midir değil midir, bölgeye
katkı sağlar mı sağlamaz mı, bırakın
sizden sonrakiler karar versin. Bu ne telaştır, bu ne aceledir,
yani bunu anlamak kabil değil. Hükûmet, başka konularda yaptığı
gibi, bu konuda da âdeta yangından mal kaçırır gibi, ne
kadar karar mümkünse o kadar karar çıkaralım, Meclisi gece
yarılarına kadar çalıştıralım...
Değerli arkadaşlar, bu,
uluslararası teamüllere hiç uygun olmayan, Parlamento
alışkanlıklarına, Parlamento çalışma
usullerine hiç uygun olmayan bir yaklaşımdır.
Değerli arkadaşlar, bu
vesileyle bir iki hususa dikkatinizi çekmek istiyorum Lübnan'la
ilgili olarak. Geçen yıl 12 Temmuzda başlayan ve İsrail'in
Lübnan'a saldırısıyla gelişen olaylarda yüzlerce
sivil hayatını kaybetti, 975 bin Lübnanlı ile 500 bin
İsrailli evsiz kaldı ve ne yazık ki, Birleşmiş
Milletler, bu büyük insanlık dramı karşısında
çok uzun süre sessiz kaldı, tepki gösteremedi. Orada İsrail
uçakları Birleşmiş Milletler gözlem postalarını
vurdular, Birleşmiş Milletler askerlerini öldürdüler,
onu bile kınamaya cesaret edemediler, hiçbir Batılı
ülke ciddi bir tepki ortaya koyamadı. Biz Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, o zaman bu saldırıları çok açık biçimde
kınadık ve İsrail bombardımanının hemen
durdurulması gerektiğini söyledik. Çatışmalar
14 Ağustos 2006 tarihinde durdu ve o tarihe kadar Lübnan'da tam
3,6 milyar dolarlık tahribatın olduğu tespit edildi.
Değerli arkadaşlarım,
biz, Sayın Genel Başkanımızla birlikte Lübnan'ı
ziyaret ettik, Güney Lübnan'a gittik, askerlerimizin durumunu yerinde
gördük, birliğimizi ziyaret ettik, oradaki askerlerimizin,
subaylarımızın, astsubaylarımızın görevlerini
büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getirdiklerini iftiharla
gördük. Bu, işin bir tarafıdır ama işin bir de başka
tarafı var. Bizim oradaki askerî mevcudiyetimizin dayandığı
kuralları dikkate almak zorundayız. Geçen defa bu konu
gündeme geldiğinde, biz, bu Mecliste bunları size açıklamıştık.
Meclise, maalesef, Hükûmetçe yeterince bilgi verilmemişti,
ama biz, Birleşmiş Milletlerin 1701 sayılı Güvenlik
Konseyi Kararı'nın içeriğini burada anlatmıştık,
UNIFIL'in birinci ve ikinci bölümünün hangi koşullar altında
görev yaptığını anlatmıştık.
Şimdi, o tarihten sonra ne oldu?
Durum Lübnan'da sükûnete kavuştu mu? Biz Lübnan'a gittiğimizde
son derece perişan bir manzarayla karşılaştık.
Sosyalist Enternasyonal Başkanı Sayın Papandreu'nun
daveti üzerine Sayın Genel Başkanımız Lübnan'a
gitti ve orada Cumhurbaşkanıyla, Başbakanla, Meclis
Başkanıyla, siyasi partilerin başkanlarıyla, önde
gelen temsilcileriyle görüşmeler yaptı ve bu temaslar
sırasında Lübnan'daki durumun ne kadar perişan olduğunu
gördük.
Başbakanın davetine girdik.
Başbakanlık binasına dikenli teller arasında,
tankların koruduğu küçücük kapılardan girebiliyorsunuz.
Güvenlik yok. Hiçbir kimse Lübnan'da güvenliğinden emin değil.
Biz Başbakanlığa gitmeye hazırlanırken otelimizde,
büyük böyle silah sesleri duyduk, çok miktarda ateş açan birliklerin
seslerini duyduk, kim kime saldırıyor belli değil.
Şimdi, böyle bir kargaşa
ortamında Türk askerleri görev yapıyor ve Türk Deniz Kuvvetleri
görev yapıyor. Bu arada ne oluyor? Bu arada Lübnan ordusu, ülkenin
kuzeyinde Fetih El İslam örgütünün üslendiği Nahr el Berid
mülteci kampını ablukaya alıyor. Orada yeni bir örgüt
çıkıyor ortaya, şiddete başvuran bir örgüt çıkıyor
ortaya ve iki gün içinde 61 kişi öldürülüyor. Fetih El İslam,
El Kaide ile bağlantılı olduğu iddia edilen bir örgüttür.
Yani, Lübnan'da böyle bir çatışma ortamı var ve Lübnan'ın
neresine bu çatışma ortamının sirayet edeceğini,
Hizbullah'ın hangi aşamada ne ölçüde devreye gireceğini
bugünden tespit etmek mümkün değil.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bunun dışında da Orta Doğu'da gene Filistin ile
İsrail arasında aynı bölgede çok ciddi çatışmalar
oluyor. İsrail daha birkaç gün önce bir Filistinli Bakanı
tevkif etti. Orada bir taraftan Hamas örgütü İsrail'e füze saldırılarında
bulunuyor, bir taraftan İsrail uçakları Filistinlileri
bombardıman ediyorlar, yani orada da güvenlik ortamı hiçbir
şekilde sağlanmış değildir ve bu ortam içinde
maalesef Türk askerleri bu sınıra çok yakın bir yerde
görev yapmaktadırlar.
Şimdi değerli arkadaşlarım,
gayet tabii ki "barış gücü" insani bir görevdir.
Türkiye de Kore Savaşı'ndan bu yana Birleşmiş Milletler
Barış Gücü çerçevesinde çeşitli ülkelerde görev yapmıştır
ve bu konudaki talepleri elinin tersiyle geri çevirmemiştir.
Ama, bütün hükümetler böyle bir taleple karşı karşıya
kaldıkları zaman incelemişlerdir. Bizi davet eden ülke
kimdir? Biz orada ne yapacağız? Kimi kime karşı koruyacağız?
Şimdi, Lübnan'daki durum hakkında
size iki tane bilgi vermek istiyorum: Şimdi, bizim koruma için,
Lübnan ordusuna destek olmak için asker gönderdiğimiz ülke ne
yapmıştır? En son yaptığı işlerden biri,
Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle bir anlaşma imzalamıştır.
Ne diyor bu anlaşma? Kıbrıs ile Lübnan arasındaki
deniz sahasının altındaki kıta sahanlığını
paylaşıyorlar, oradaki petrol rezervlerini paylaşıyorlar
uluslararası hukuka aykırı biçimde. Düşünebiliyor
musunuz, bir Çin ve bir Norveç firması araştırma yapıyor
ve orada 8 milyar varil değerinde, 450 milyar dolarlık petrol
rezervi bulunduğunu tespit ediyor ve bu petrolü paylaşmak
için, gidiyor Kıbrıslı Rumlar, bir taraftan Mısır'la
anlaşma yapıyor, bir taraftan Lübnan'la anlaşma yapıyor
ve Lübnan bu anlaşmanın altına imza atıyor; elimizde
metni var, tarihi var, ayrıntıları var. Hükûmetimiz buna
acaba yeterli tepki gösterdi mi? Bu imzayı iptal ettirdiniz
mi? Siz orada asker bulunduruyorsunuz, siz o ülkeyi koruyorsunuz
ve sizin koruduğunuz ülke, sizin için can alıcı bir konuda,
sizi hasım sayan bir devletçikle -Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle-
böyle bir anlaşma imzalıyor. Şimdi, bunu siz içinize
sindirebiliyor musunuz? Şimdi, bu soruyu bir kenara koyuyoruz.
Madde iki
Başka ne yapıyor?
Lübnan Parlamentosu bir karar alıyor ve bu kararla Ermeni soykırımı
iddiasını kabul ediyor, üstelik "1915 ile 1923 yılları
arasındaki soykırım." diyor. Yani, bizim 19 Mayıs
1919'dan sonraki dönemi de kapsayan, Cumhuriyetin ilanına kadar
olan dönemi kapsayan bir soykırım iddiasını Lübnan
Meclisi kabul ediyor.
Değerli arkadaşlarım,
şunu düşünebilirsiniz: "Efendim, işte Mecliste
kararlar çoğunlukla alınır. Ne yapalım? Orada, bizimle
bugün muhatap olan Lübnanlı devlet adamları herhâlde bunun
dışında kalmışlardır, bu kararı benimsemiyorlardır."
diye düşünenler olabilir aranızda. Böyle düşünenleri
rahatlatayım, hemen cevabını vereyim. Bu karar, değerli
arkadaşlarım, Lübnan Parlamentosunda oy birliğiyle
alınmıştır, oy birliğiyle. Bugün, sizin oturduğunuz,
el sıkıştığınız, askerî birlik gönderilmesi
vesilesiyle görüşme yaptığınız insanlar, bu
soykırım iddiasını imzalayan insanlardır.
Bunu biliyor musunuz? Ve bu ülkede asker bulunduracaksınız!
Ne niçin? Ne niçin? Türkiye'nin hangi çıkarları bunu gerektiriyor?
Efendim, Hükûmet mensupları "Biz oraya asker göndermezsek
bölgede itibarımız kalmaz." diyorlardı.
Değerli arkadaşlar,
yıllardan beri, UNIFIL Lübnan'da görev yapıyor ve bizim askerimiz
yoktu orada, itibarımız mı sarsıldı? Orta Doğu'nun
en önemli ülkelerinde Mısır'ın UNIFIL'de askeri yok.
Mısır'ın itibarı mı sarsılıyor? Bu iddialar,
gerçekten, ciddiye alınacak iddialar değildir. Şimdi,
askerinizin bulunması zorunlu olmayan bir yerde, üstelik daha
uzun süresi varken mevcut yetkinizin, siz geliyorsunuz, alelacele,
bu Meclisten karar almaya çalışıyorsunuz. Bunu bizim
anlamamız kabil değildir, tasvip etmemiz kabil değildir,
oy vermemiz kabil değildir.
Şimdi, meselenin başka
tarafına geçelim. Değerli arkadaşlarım, siz, asker
bulundurmamızın çeşitli sakıncaları olan,
ama faydası olması olmadığı aşikâr olan
bir bölgede asker bulunduracaksınız, ama asker bulundurmamızın
zorunlu olduğu yere asker göndermek için gelip Meclisten yetki
istemeyeceksiniz! İşte bunu anlamak kabil değildir.
Kuzey Irak'tan bahsediyorum anlayacağınız gibi, gayet
iyi anlayacağınız gibi.
Kuzey Irak'taki durum, değerli
arkadaşlarım, size çok açıkça söylüyorum, dünya yüzünde
hiçbir örneği olmayan bir durumdur. Dünyanın üzerinde hiçbir
yerde, bir terör örgütü olacak, ama o terör örgütünü etkisiz
kılmakla görevli bir güvenlik gücü olmayacak, böyle bir durum
dünyanın hiçbir yerinde yok. Nerede bir terör örgütü varsa, o
ülkede, o terör örgütünü bertaraf etmek için görevli bir güvenlik
gücü var. Tek istisnası Irak'tır. Böyle bir şey olamaz.
Siz bunu içinize sindiremezsiniz. Lübnan meselesini getireceğinize,
bunu getirin Meclise.
Bakınız, daha birkaç gün
önce, Ankara'nın göbeğinde, çok sayıda vatandaşımız,
masum insanımız hayatını kaybetti, birçok vatandaşımız
yaralandı. Türkiye'nin her köşesinde benzeri saldırıları
yapmak için hazırlanan canlı bombalar, patlayıcılarla
birlikte yakalanıyor. Allah korusun, yarın, başka bir
yerde benzeri olayların olmayacağını kimse temin
edemez bize.
Peki, bu olayların kaynağı
neresi? Kuzey Irak. Kuzey Irak'taki terör örgütünü etkisiz kılmak
için kim ne yapıyor? Hiç kimse, hiçbir şey yapmıyor, Türk
Hükûmeti dahil. Biz buna isyan ediyoruz. Biz, Cumhuriyet Halk Partililer
olarak buna isyan ediyoruz. Türk devleti, cumhuriyet tarihinde hiçbir
zaman bu duruma düşürülmemişti. Siz ne yapmak istiyorsunuz?
"Efendim, yabancı ülkeleri ikna edemedik. Irak'la temaslarda
bulunduk, gittik geldik; Irak Başbakanıyla konuştuk,
yetkilileriyle konuştuk, Irak Hükûmetinin o teröristleri etkisiz
kılmasını sağlayamadık." Maşallah!
Siz okumuyor musunuz, gazeteleri bilmiyor musunuz? Irak Hükûmeti
şu sırada kendini koruyacak durumda değil, Bağdat'ı
koruyacak durumda değil. Amerikan askerleri geliyor, Amerikan
askerlerinin gücü bile Bağdat'ı korumaya yetmiyor. Böyle
bir durumda Irak hangi güçle, hangi birlikle gelip sizin sınırınızda
üç yüz kilometreyi aşkın bir bölgeyi koruyacak? Mümkün değil.
İstese de yapacak durumda değil.
O zaman kim yapacak? Amerika yapacak.
Orada 150 bin civarında askeri var. Amerika'ya söylüyorsunuz,
Amerika da yapmıyor. Diyor ki: "Benim oraya tahsis edecek askerim
yok." Biz Amerikalılara dedik ki: "Askeriniz yoksa,
uçağınız da mı yok? Yani, bir hava operasyonu dahi
mi yapamazsınız sorumlu olduğunuz bir bölgedeki bir
terör örgütüne? Sizin de terörist örgüt saydığınız
bir örgüte karşı bir hava operasyonu dahi mi yapamazsınız?"
"Efendiler, uçaklarımızın başka görevi
var." Şimdi anlıyoruz ne görevi olduğunu. Demek
ki Hakkâri bölgesinin üzerinden uçmak görevi varmış! Teröristlere
tahsis edemiyorlar, ama Türkiye'nin üzerinden uçmaya tahsis ediyorlar
uçakları. Eğer oralarda uçuracak uçağınız varsa,
önce terörist hedeflere yönelik kullanacaksınız bu uçakları,
bir müttefik ülkenin topraklarını denetlemek için değil.
Efendim, kaza olmuş! Böyle, bu devirde, bu teknolojinin olduğu
devirde, değerli arkadaşlarım, böyle kazaların
olmasını biz hayretle karşılarız.
Çok dikkatli olmamız gereken
günlerden geçiyoruz ve Hükûmetten maalesef tepki göremiyoruz. Sayın
Dışişleri Bakanı demeç veriyor: "Efendim, bu
konuda bilgi alamadık askerlerden." diyor. Asker niye bildirmesin?
Böyle bir olay olduğunda, hepimiz tecrübeyle biliyoruz ki, askerler
anında Hükûmete bilgi verirler, anında Dışişlerine
bilgi verirler. "Bakalım, kaç dakika kalmış?"
diyor. Yani, üç dakika kalması ile dört dakika kalmasının
sizin açınızdan, Hükûmet açısından acaba ne gibi bir
farkı var? Bunlar olacak şeyler değil ve siz bunlara karşı
hiçbir tepki gösteremiyorsunuz, asker gönderemiyorsunuz, sizden
önceki hükûmetlerin yaptığını yapamıyorsunuz
değerli arkadaşlarım. Bu, olacak iş değil.
Siz, asker göndermek yerine, efendim,
"oturalım, bekleyelim" diyorsunuz, "özel temsilciler
çare bulsun." Bu özel temsilciler yoluyla, acaba, nerede terörle
mücadele ediliyor? Amerika, niçin Irak'taki terörist faaliyetlerle
özel temsilci vasıtasıyla mücadele etmiyor? Niçin Afganistan'a
özel temsilci göndermiyor da, Türkiye'yle özel temsilci vasıtasıyla,
PKK'yı engellemeye çalışıyor? Bunlar olacak
şeyler değil. Yani, gerçekten kendisine saygısı
olan hiçbir ülke bunu kabul edemez.
Şimdi, işin özeti şu:
Aramızda anlaşma var, 1926 Anlaşması. Bu Anlaşma
çerçevesinde, Irak, sınırı korumak durumunda, terörle
mücadele etmek zorunda. Yapamıyor, Amerika da yapmıyor.
"Biz yapalım." diyoruz, "Hayır, siz de yapmayın."
diyorlar. Bu ne demektir? Yani, bu, teröristlere nasıl bir mesajdır?
Bu, Türkiye'ye nasıl bir mesajdır?
Değerli arkadaşlarım,
ben, size şunu söyleyeyim: Ben, böyle bir şeyin örneğini
hiç görmedim. Türkiye de Amerika da NATO ülkesidir. NATO'ya, Türkiye
1952 yılından beri üyedir. Yarım yüzyıldan fazla
bir süredir biz NATO ülkesiyiz. NATO niçin kurulmuş? Devletlerin
müşterek güvenlik ihtiyaçlarını, müşterek savunma
ihtiyaçlarını korumak için kurulmuş. Şimdi, Türkiye
ile Amerika, NATO içinde müttefik ülkelerdir, yani birbirlerinin
güvenliğini korumakla mükellef ülkelerdir.
1949 tarihli Washington Anlaşmasını
açıp bakacaksınız. Bu Anlaşma, ülkelerin birbirlerinin
güvenliğini korumak için ne kadar ileri taahhütler üstlendiklerini
ortaya koyuyor. Şimdi, 11 Eylül saldırılarından
sonra, Amerika bir terörist saldırıya uğradıktan
sonra, biz bütün NATO ülkeleri olarak Amerika'ya destek verdik. Birinci
sırada hangi ülke vardı? Ben, o sırada NATO'da daimi
temsilciydim, birinci sırada Türkiye vardı ve Amerikalılar
NATO'da dediler ki: Hiçbir ülke bizi Türkiye kadar desteklemedi"
ve ben, burada, çok üzülerek, derin bir üzüntüyle söylüyorum ki, Kuzey
Irak'taki mücadelemizde hiçbir ülke bizi Amerika kadar yalnız
bırakmamıştır. Bunu üzüntüyle karşılıyoruz.
Bu nasıl bir ittifaktır? Bu nasıl bir ittifaktır
ki, birbirinin güvenliğini korumakla, birbirini desteklemekle
görevli ülkeler olacak, ama o ülkelerden biri öbürüne yönelik terörist
faaliyetleri engellemek için hiçbir şey yapmayacak ve terörist
saldırıya muhatap olan ülkenin kendini korumasına
engel olacak!
Biz Amerika'ya gittik geçenlerde,
bunu sorduk "Bunun izahı nedir? Yani, bunu, bize nasıl
izah edeceksiniz, nasıl açıklayacaksınız?" dedik.
Bulabildikleri tek izah tarzı şu: "Efendim, biz, Kuzey
Irak'ta istikrarın korunmasına önem veriyoruz. Türkiye
oraya bir askerî müdahalede bulunursa Kuzey Irak'ın istikrarını
koruyamayız." Biz dedik ki: "Kuzey Irak'ın istikrarının
bozulmasının bedeli eğer Türkiye'nin istikrarının
bozulması ise, yani Kuzey Irak'ta istikrarın korunmasının
bedeli Türkiye'de istikrarın bozulmasıysa, siz, bunu, kabul
edemezsiniz. Siz, Türkiye'nin müttefiki olarak, bir müttefik ülkenin
istikrarının bozulmasını içinize sindiremezsiniz,
böyle bir durum olamaz." Aman efendim, dokunmayın Irak'a orada
istikrar bozulmasın, ama Türkiye'de bozulsun. Böyle şey
olur mu? Bunu nasıl yaparsınız?
Değerli arkadaşlarım,
biz Amerika'nın düşmanı değiliz. Biz, Amerika'yla,
dediğim gibi, yarım yüzyılı aşkın zamandan
beri ittifak ilişkisi içindeyiz; birbirimize büyük katkılarımız
oldu, büyük desteğimiz oldu. Amerika'yla iyi ilişkiler kurmayı
biz de isteriz, ama bu ülkenin masum insanlarının kanını
akıtan, bu ülkenin askerlerinin kanını akıtan bir
terör örgütü, Amerika'nın etki alanındaki bir ülkede serbestçe
faaliyet gösteriyorsa buna sessiz kalamayız. Gerçekten, biz
Cumhuriyet Halk Partililer, Türkiye'nin, Türk Hükûmetinin bu konudaki
yetkisiz, aciz, beceriksiz ve cesaretsiz tutumunu kınıyoruz.
Bunu yapamazsınız, bu ülke hepimizin, bu insanlar hepimizin,
ölen insanlar hepimizin kardeşi, yalnız bizim değil,
sizin de kardeşiniz, bu memleketin çocukları. Kan akıyor
Türkiye'de, her gün mayın döşüyorlar, askerlerimiz mayına
çarpıp, ölüyor; bombalı saldırılar yapıyorlar,
masum insanlarımız ölüyor. Biz neredeyiz, biz ne yapıyoruz
buna karşı? Biz, Lübnan'da, iki ay sonra, üç ay sonra görevi
bitecek bir birliğimizin görevini uzatmak için burada tartışıyoruz.
Böyle şey olabilir mi?
Değerli arkadaşım
biraz önce söyledi, yani, biz "Bu konuları gelin Mecliste
görüşelim." diyoruz, genel görüşme önergesi veriyoruz,
reddediyorsunuz; yani Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuları
görüşemeyecek. Neyi görüşecek? Lübnan'daki askerî birliğimizin
süresinin uzatılmasını görüşecek. İşte,
bunları kabul etmiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bunları kabul etmiyoruz ve Hükûmetin bu konuda tavır almasını
bekliyoruz. Meclisten alınmış yetkiniz yok, almışsınız
yetkiyi, bitirmişsiniz. 20 Mart tarihinde bir tezkere getirmişsiniz
Meclise "Orada ben teröristlerle mücadele etmek için asker göndermek
zorundayım." demişsiniz ve bu Meclisten altı ay süreyle
yetki almışsınız. Sonra aynı çerçevede bir
yetki daha almışsınız. Nedir o? Türkiye'nin üzerinden
hava uçuşu, yabancı ülkelerin uçakları için, Türkiye'nin
hava sahasını kullanmak için Meclisten yetki almışsınız.
Biz itiraz ettik. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak dedik ki:
"Bu tezkereyi ikiye bölün, Kuzey Irak'a asker göndermeye biz de
oy vereceğiz. İkisini birleştirmeyin, çünkü Türkiye
üzerinden hava operasyonuna, daha doğrusu uçakların geçmesine
izin verilmesini son derece sakıncalı buluruz, Birleşmiş
Milletler Yasası'na aykırı buluruz, Türk Anayasası'nın
92'nci maddesine aykırı buluruz, Türkiye'nin bölgedeki
çıkarlarına aykırı buluruz."
Şimdi, bir değerli diplomatımız
-emekli olmuş- televizyonlarda açıklıyor: "Efendim,
yalnız Türkiye'nin hava sahasından geçmekle kalmadılar,
Türkiye'nin üzerinden geçen uçaklar, gittiler Irak'ı bombardıman
ettiler." diyor. Siz buna yetki verdiniz mi arkadaşlar? Adalet
ve Kalkınma Partisine mensup milletvekilleri, Türk hava sahasından
geçen yabancı uçakların Irak'a bombardımanda bulunması
için yetki verdiler mi acaba? Biz vermedik. Böyle bir talepte de
Hükûmetin bulunduğunu duymadık. Böyle bir bilgi de vermediler.
Ne Mecliste verdiler ne Dışişleri Komisyonunda verdiler
ve şimdi öğreniyoruz ki, böyle bir hava operasyonunda, orada,
Kuzey Irak'ı bombardıman etmiş yabancı uçaklar Türkiye
üzerinden. Yani, onlar bunu yapabiliyor ama siz kendinize yönelik
teröristlerin üslerini kendi topraklarınızdan kalkan
Türk uçaklarıyla vuramıyorsunuz. Buna yetkiniz yok. Daha
kötüsü, vurmayacağınıza dair anlaşma imzalıyorsunuz.
22 Eylül 2003 tarihli Dubai Anlaşması'nın metnini ben
istedim Sayın Devlet Bakanı Ali Babacan'dan, bize göndermek
zorundalar, göndermedi. Basına sızdı ve orada diyor
ki: "1 milyar dolarlık hibe karşılığında
Türkiye Kuzey Irak'a asker göndermemeyi kabul edecektir, etmiştir."
Biz buna o kadar kuvvetli tepki gösterdik ki Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, gelip de Meclise bunun onayını teklif bile edemedi
Hükûmet. Teklif bile edemedi ve ondan sonra anlaşma yürürlüğe
giremedi, Mecliste onaylanmamıştı ama imzalandı.
Neyi imzalıyorsunuz? Kuzey Irak'a asker göndermemeyi imzalıyorsunuz.
Şu Türkiye'nin düştüğü duruma bakın! Lübnan'a asker
göndereceksiniz, ama ülkenize yönelik saldırıların
kaynağındaki Irak'a asker göndermemeyi yazılı
olarak taahhüt edeceksiniz. Türkiye'nin geldiği durum, bu durumdur.
Bizim bunları anlamamız kabil değil, makul karşılamamız
kabil değil.
Şimdi, biz iktidara gelince
göreceksiniz nelerin değiştiğini. Biz bu ülkeyi sahipsiz
bırakmayacağız. Biz bu ülkenin çocuklarını
o terörist saldırılar karşısında korumasız
bırakmayacağız. Sayın Genel Başkanımız
açıkladı, bu ülkeyi böldürmeyeceğiz, bu devleti böldürmeyeceğiz.
Bu devletin bölünmesi için haritalar hazırlayanların heveslerini
kursaklarında bırakacağız. Biz, Cumhuriyet Halk
Partililer olarak böyle bir gelişmeyi, gerçekten, Türkiye'ye o
bölgede yapılanları son derece haksız ve insafsız
buluyoruz. Kimden gelirse gelsin. Bu kadar cesaretsiz politikalar
Türkiye'yi gerçekten kendi çıkarlarını koruyamayan
bir ülke hâline getirmiştir.
İşte, değerli arkadaşlarım,
içinde bulunduğumuz durum budur ve bu durumu derin bir üzüntüyle
karşılıyoruz.
Son olarak şunu söyleyeyim:
Yine, o değerli diplomatımızın açıkladığına
göre, meğerse, Amerikalılar, Türkiye üzerinden askerî
amaçla kullanılmak üzere, ciplerle, birtakım muharip unsurları
Irak'a geçirmişler. Hangi yetkiyle? Hükûmet bunlara izin verdiyse
kimden aldığı yetkiyle verdi? Eğer yanlış
hatırlamıyorsam, biz, bu yüce Mecliste 1 Mart tezkeresini
reddetmiştik. Peki, 1 Mart tezkeresi reddedilmişken, siz
bu topraklar üzerinden bir askerî operasyona hangi hakla, hangi yetkiyle
izin verdiniz? Arkadaşımızın yanlış bilgi
verdiğini tahmin etmiyorum? Lütfen, Hükûmet, gelsin, Meclis burada,
kürsü burada, bize izahat versin. Hangi yetkiyle bunu yaptınız?
Değerli arkadaşlarım, işte, bu durum, gerçekten,
bütün bu anlattıklarım, son derece üzüntü verici bir tabloyu
ortaya koyuyor ve ben size şunu bir kere daha büyük bir üzüntüyle
ifade etmek istiyorum ki, biz, cumhuriyet tarihimizde böyle bir duruma
hiç düşmedik. Sınırımızı korumak için
başkasından icazet bekleyen bir ülke durumuna hiç düşmedik.
Kendi sınırımızı biz kendimiz koruruz, kimseden
izin alacak hâlimiz yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan, son cümlemi söyleyeceğim.
BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı
lütfen tamamlayınız.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Kendi ülkemize
yönelik terörist saldırılarla kendimiz mücadele ederiz.
Ha, Türkiye teröristle mücadele etmesin diye bize fiziki engel
koymak isteyenler çıkarsa, o zaman, değerli arkadaşlarım,
size İsmet Paşa'nın sözünden cevap vereyim: "O zaman,
bu dünya yıkılır, yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de
o dünyada yerini bulur."
Çok teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Öymen.
AK Parti Grubu adına, Sakarya
Milletvekili Sayın Erol Aslan Cebeci.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA EROL ASLAN
CEBECİ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin
uzatılması yönünde karar alması durumunda hudut,
şümul ve miktarı Hükûmetçe belirlenecek Türk Silahlı
Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye
Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında,
5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına
iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin
Hükûmet tarafından yapılması için Anayasa'nın
92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair Başbakanlık
Tezkeresi'yle ilgili AK Parti Grubunun görüşlerini belirtmek
üzere söz aldım. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemiz, hem soğuk savaş
döneminde hem daha sonrasında, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini dış
politikamızın ana hedefi hâline getirmiş, dünyada ve
içinde yaşadığımız bölgede barış ve
güvenliğin sağlanması ve devamı için önemli katkılarda
bulunmuştur.
Değerli milletvekilleri, hepimizin
bildiği gibi, saygın ve güçlü bir üyesi bulunduğumuz
NATO ittifakı, Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde
ilerleme konusunda kararlı ve bölgesinin en güçlü, en büyük
ekonomik, siyasi ve askerî gücü olan ülkemizin özellikle bölgemizde
yaşanan gelişmelerden etkilenmemesi, bu gelişmeleri
etkilememesi ve kendisini bu gelişmelerin dışında
tutması mümkün değildir.
Coğrafi olarak sınırında
bulunduğumuz ve insanlarıyla çok güçlü tarihî ve kültürel
bağlarımız olan Orta Doğu bölgesi, üzülerek belirtmeliyim
ki, zengin yer altı kaynakları nedeniyle müreffeh bir gelecek
potansiyeline sahip olmakla birlikte, yıllarca süren karışıklıklar,
çatışma ve istikrarsızlık içindedir. Bu bölgeye
yönelik ciddi bir sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluklarımızı
yerine getirmemiz bölgedeki ve dünyadaki saygınlığımızı
artırmıştır, bundan sonra da artıracaktır.
Bu temel çerçevede, izninizle,
sizlere, son bir yıl içerisinde Lübnan'daki gelişmelerle
ilgili olarak, çok kısa, hafızalarınızı tazelemek
istiyorum.
12 Temmuz 2006 günü, Hizbullah militanlarının
roket saldırıları ve İsrail topraklarına girerek
düzenledikleri operasyonda 8 İsrail askerinin öldürülmesi
ve 2'sinin kaçırılması, biraz da Gazze'deki olaylar nedeniyle,
bölgede yaşanmakta olan krizin kapsam ve boyutu genişlemiş
ve geçmişte bu tarz saldırılarda yalnızca Hizbullah'ı
hedef alan İsrail, bu defa, saldırıdan Lübnan Hükûmetini
sorumlu tutarak, Hizbullah saldırısına orantısız
bir ağırlıkla karşılık vermiştir.
İsrail, Lübnan'ı havadan, karadan ve denizden kuşatmış,
Güney Lübnan ve Beyrut'ta özellikle Şiilerin oturduğu güney
mahalleleri bombalanmış, havaalanları ve deniz limanları
bombalanmış ve bu saldırılarda, 12 Temmuz 2006 tarihinden
ateşkesin ilan edildiği 14 Ağustos 2006 tarihine kadar,
yaklaşık 1.200 tane Lübnanlı, maalesef, hayatını
kaybetmiştir. Öte yandan, bu çatışmalar sırasında
Hizbullah, İsrail'e üç bin beş yüze yakın roket ve havan
mermisi atmış ve bu çatışmada da 154 İsrail vatandaşı
ölmüştür.
Lübnan meselesi ilk olarak 14 Temmuz
2006 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde
ele alınmışsa da, konuya ilişkin Güvenlik Konseyinin
bir karar tasarısı çıkarması çalışmaları,
maalesef, Fransa'nın hazırladığı taslak üzerine
Amerika Birleşik Devletleri'yle yürütülen müzakereler çerçevesinde,
uzun bir süre devam etmiş ve 11 Ağustos 2006 tarihinde, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi, 1701 sayılı Karar'ıyla bu
ateşkes davetini, oy birliğiyle bu kararı almıştır.
Kararda, taraflara, çatışmaları
tamamen durdurmaları, belirtilen ilkeler ve unsurlar dâhilinde
daimî ateşkesi ve uzun vadeli çözümü desteklemeleri çağrısında
bulunulmuştur. Kararda, ayrıca, çatışmalara son
verilmesini takiben, Lübnan kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler
Geçici Görev Gücü olan UNIFIL ile Güney Lübnan'a konuşlandırılmasına
paralel olarak İsrail kuvvetlerinin bölgeden çekilmesi, UNIFIL'in
görev yönergesinin ve faaliyetlerinin kapsamının genişletilerek,
personel sayısının 15 bin askere kadar çıkarılması
öngörülüyor.
Lübnan krizinin sona erdirilmesi
için, Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan,
Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora, Suriye Cumhurbaşkanı
Esad, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, o dönemde
AB Dönem Başkanlığını yapan Finlandiya
Başbakanı Vanhanen, İspanya Başbakanı Zapatero
ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, İran
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ve Alman meslektaşı
Merkel ile telefon görüşmeleri gerçekleştirilmiştir.
Bu görüşmelerde, ateşkesin ivedilikle sağlanması,
bu amaçla uluslararası çabaların artırılması
ve çatışmaların bölgeye yayılmaması için,
Lübnan'a bu ateşkeste önerilen gücün konuşlandırılmasıyla
ilgili olarak, Sayın Başbakanımız, gayet aktif,
gayet tutarlı bir dış politika izlemiştir.
Yine, Sayın Başbakan Yardımcımız
ve Dışişleri Bakanımız, Amerika Birleşik
Devletleri, Suriye, Fransa, İspanya Dışişleri Bakanları
ve İsrail Başbakan Yardımcısı ile telefon görüşmeleri
gerçekleştirmiş ve 26 Temmuz 2006'da Roma'daki toplantıya
katılmış, yine, çatışmaların sona erdirilmesini
takip eden dönemde de, hem Sayın Başbakanımız hem
de Sayın Dışişleri Bakanımız bu çabalarına
devam etmiştir.
Bu süreçte, ülkemiz, yapıcı,
ölçülü, aktif bir dış politika izlemiş ve Türkiye'nin
terörle mücadelesinde mevcut konumunu kesinlikle zaafa uğratmayacak
ve bu konudaki hukuki ve siyasi zemini zayıflatmayacak bir
tutum izlemiştir.
Ülkemizin Lübnan'da görev yapan
UNIFIL'e asker gönderilmesine dair tezkere, 5 Eylül 2006 tarihinde
bu Mecliste görüşülmüş ve 880 sayılı Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kararı da yine aynı oturumda alınmış
ve Anayasa'mızın 92'nci maddesi gereğince Hükûmete bu
konuda yetki verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugünkü konuşmama hazırlanırken
hem tezkere tartışması sırasındaki partimizin
ve muhalefet sözcülerinin o gün Mecliste yaptıkları konuşmaları
tutanaklardan hem de o günlerde gazete haberlerini ve gazetelere
konuşan arkadaşlarımızın söylediklerini
okudum.
Bildiğiniz gibi, çok yoğun
tartışmalar yaşanmıştı. Şunu söylemeden
geçemeyeceğim ki, bugün, geriye baktığımızda
ve bir yıllık uygulamayı gördükten sonra, o günlerde
muhalefet partilerinin sözcülerinin söylediklerini bir kez daha
hayret ve ibretle hatırladım.
Biz, ilke olarak güvenlik, terör
ve dış politika konularının siyasi polemik amacıyla
kullanılmasına karşıyız. Burada anlatmak istediğim
şey, biz, hem iktidar partisi olarak hem de Hükûmet olarak terör,
güvenlik ve dış politika konularında siyasi getiri
veya siyasi maliyet yapmadan ve bu konuları polemiğe sokmadan,
bu konularla ilgili hem muhalefetin görüşlerini dinlemeye
hazırız hem de kendi görüşlerimizi gayet rahatlıkla
söylüyoruz. Ve bu siyasi getiri, siyasi maliyet hesabı yapmamak
konusunda özen gösteriyoruz. Sanırım şu da hakkımız
ki, muhalefet partilerinin de buna yakın bir özeni göstermesi
bekleniyor.
Bu durumda, bizim, bugünkü görüşmeler
sırasında ben muhalefet partileri sözcülerinin konuşmalarında
ve onlardan beklediğim ve çok iyi biliyorum ki, halkımızın
da beklentisi budur: O gün bir bardak suda fırtına koparttıkları
ve iktidarı ve Hükûmetimizi haksız yere eleştirdiklerini,
buraya gelip dürüst ve samimi bir şekilde itiraf etmelilerdir:
Evet, biz o gün bunları bunları söyledik, şöyle bir karamsar
tablo çizdik
Bilmiyorum, sizin kulaklarınız da çınlıyor
mu bu "süngü süngüye" meselesi, benim kulaklarımda
hâlâ var.
Ben detaylı bir tartışmaya
girmek istemiyorum, ancak o gün ortaya konulan karamsar tablolardan
hiçbiri, Allah'a çok şükür ki, gerçekleşmemiştir. Tam
aksine, bu bir yıllık uygulama bize ve tüm dünyaya şunu
göstermiştir ki, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri
gücünün ve büyüklüğünün farkındadır ve bu güç ve büyüklüğü
gerektiğinde göstermek konusunda da hiçbir tereddüdü yoktur.
Türkiye, bölgenin en büyük gücü
ve Türk Silahlı Kuvvetleri, bölgenin en iyi eğitimli, en modern
araç ve gereçlerle teçhiz edilmiş ordusudur. Bölgemizde güvenlik
ve istikrar söz konusu olduğunda, bu konularda gelişmeler
olduğunda bunlara seyirci kalmamızı hiç kimse bekleyemez.
Son bir yıl içerisinde, Türk
bayrağı gurur ve şerefle, hem Lübnan'da hem de Doğu
Akdeniz'de dalgalanmıştır. Bugün, âdeta, bizim bir körfezimiz
sayılabilecek Doğu Akdeniz'de, donanmamızın gemileriyle
ve dalgalanan bayrağıyla, bu körfez, bu Doğu Akdeniz
şenlenmiştir. Sanırım, bu ülkede de bundan gurur
duymayacak bir tek Türk vatandaşı yoktur.
Bir noktaya özellikle değinmek
istiyorum: Lübnan'a gönderdiğimiz istihkam bölüğünün
özellikle kullandığı bir kısım ağır
araçlar -çünkü bölüğümüzün bir kısım ihtiyaçları
gemilerle götürülmüş- daha önce belki hiçbir yerde rastlanmayacak
şekilde Suriye'yi bir baştan bir başa kara yoluyla geçerek
Lübnan'a ulaşmıştır güvenli bir şekilde. Bu konuda
da ayrıca Suriye Hükûmetine teşekkür etmek istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri, daha
önce Somali'de, Afganistan'da, Bosna'da, Kosova'da başardığı
gibi
ki, bu saydığım ülkelerin insanları,
"Türk Silahlı Kuvvetleri veya Türkiye Cumhuriyeti"
dendiği zaman, bu görevleri bu ülkelerde yapmadan önce bizleri
tarihimizle ve kahramanlıklarımızla hatırlarken,
bu ülkelerde Mehmetçik görev yaptıktan sonra, bizleri bir de bu
hizmet ve görevden dolayı minnet ve şükranla hatırlamaktadırlar.
Lübnan'da Türk ordusu yerli halk tarafından sevgi ve saygıyla
bilinmekte ve halkın gönlünde ve kafasında, hafızalarında
yer etmektedir.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim
husus, bu halkın içerisinde doksan dokuz grup vardır; Sünni'sinden
Şii'sine, Ortodoks Hristiyan'ından Falanjist'ine bütün bu
halklar
Sayın Muhalefet Sözcümüz, buraya geldiği zaman,
Lübnan'ı ziyaret ettiklerini söyledi. Çok isterdim ki, o ziyaret
sırasında bu halkın kendilerine gösterdiği muameleyi
de bize burada söylemiş olsunlardı. Çünkü, ben bunu, Sayın
Dışişleri Bakanımızın ve Sayın
Başbakanımız bölgeye yaptığı gezilerden
O gezileri takip eden herkes bunu çok iyi anladı.
Yalnız, bu tabii, Lübnan'a özgü
bir şey de değil. Türk ordusu daha önce barış gücü
olarak görev yaptığı yerlerde de, birçok ülkenin barış
gücüne katkı sağlayan kuvvetleri âdeta bir "işgal
ordusu" algılaması yaşarken, bizim silahlı
kuvvetlerimiz o ülke halklarınca -Afganistan, Somali, Bosna,
Kosova, şimdi Lübnan- bir misafir muamelesi görmüş ve o ülkenin
halkına, gerçekten, hem okul hem hastane hem prefabrik konut anlamında
ciddi yardımı olmuştur. Elbette bu, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin bölgede bulunması, sadece kendisinin yapacağı
hizmetleri değil, Türk Silahlı Kuvvetleri nedeniyle bizim
Türk Kızılayımızın ve diğer insani yardım
kuruluşlarının bölgeye yapabileceği hizmetleri
artırmıştır ve bu yolla da ekstra okul, hastane ve
prefabrik ev yapılmış, gerçek insanların gerçek
problemlerinin çözümüne katkıda bulunulmuştur. Lübnan'da,
özellikle ordumuzun görev yaptığı bölgede, devletimize
ve ülkemize olan sevgi ve hayranlık artmıştır. Özetle,
bölgeye huzur ve istikrar gelmesine katkıda bulunduk, tarihî
dostluk hislerimizi canlandırdık, bölgenin ve Lübnan'ın
hem ekonomik kalkınmasına hem de demokrasisine hizmet ettik
ve katkıda bulunduk.
Yine, Sayın Başbakanımız,
3 Ocak 2007 tarihinde, Kurban Bayramı sırasında bölgedeki
birliğimizi ziyaret etti ve hem bu ziyaret sırasında
askerlerimizin yaptıklarını ve bölgedeki etkilerini
görme fırsatı buldu hem de Sayın Lübnan Başbakanı
Fuad Sinyora ve Lübnan'daki diğer önemli siyasi aktörlerle yaptığı
görüşmelerde, siyasi krizin aşılması için tarafları
iş birliğine ve uzlaşıya teşvik etti.
Muhalefet sözcülerinin, Amerikan
uçaklarının Türk hava sahasının ihlal ve Kuzey
Irak meselesiyle ilgili söyledikleri konuları dinledim. Bugün
konuştuğumuz konu, Lübnan'da görev yapan Türk birliğinin
görev süresinin uzatılması meselesi. Elbette, Kuzey
Irak'ta Türk hava sahasının ihlali de konuşulmalıdır,
konuşulacaktır da. Ancak, daha önce konuşmamda belirttiğim
gibi, güvenlik ve terör konuları, öyle başka bir konu konuşulurken
arada derede konuşulacak işler değildir. Bu konuların
ciddiyetleri vardır ve bu konuyla ilgili, özellikle bu konularla
ilgili yapılan birtakım haksız itham ve eleştiriler
var. Bunlarla ilgili, hem Hükûmetimiz hem de gerekli kurumlar ne, nerede
konuşulması gerekiyorsa konuşuyor ve ne gerekiyorsa
yapılacaktır.
Yalnız, bir soru geldi,
"Asker göndermesek ülkemizin itibarı sarsılır
mı?" diye. Elbette sarsılır. Bu bölgede yaşayacaksınız,
bu bölgede ekonomik, siyasi ve askerî güç iddianız olacak, bölgede
yaşanan hayati olaylara "Bizi ilgilendirmez." diyeceksiniz.
Ben, bu soruya biraz da şöyle cevap vermek istiyorum: Ona,
"Sarsılır mı?", o soruya cevap vermem, ama, göndermenin
itibarımızı arttırdığının kanıtı
ortada.
Sayın milletvekilleri, Değerli
Başkanım; Sayın Muhalefet Sözcüsünün, Sayın
Dışişleri Bakanımızla ve Cumhurbaşkanı
adaylığıyla ilgili söylediklerine gerçekten üzüldüm
ve kendisine bin misliyle iade ediyorum. Bir kez daha tekrar ediyorum
ki, Sayın Abdullah Gül, bu milletin 20'nci yüzyıl'da yetiştirdiği
ve nadiren yetiştirdiği devlet adamlarından biridir.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Vah Vah Vah!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Buna, hem bu millet hem de Abdullah Gül'ü tanıma fırsatına
ulaşmış her arkadaşımız bilir. Eğer benim
bu iddiamı test etmek istiyorsanız, Cumhurbaşkanını
halk seçer ve Abdullah Bey de aday olur. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Millet test etti.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Ama, başkalarıyla ilgili söz söylemeye başlamadan önce,
herkesi bir aynaya bakmaya davet ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Kendin de bak aynaya.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Sayın Muhalefet Sözcüsünün askerin nereye gönderileceğiyle
ilgili ve tekrarlamaktan, gerçekten hem şahsım hem de grubum
adına utanç duyacağım iğrenç ifadeyi şiddetle
kınıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Eğer ciddi bir baraj geçme korkunuz varsa, bunun yolu böyle seviyesiz
sataşma değildir. 22 Temmuz gelir, hepimize karnelerimiz
verilir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu konuştuğumuz çerçeve içerisinde UNIFIL'in,
Lübnan'da görev yapan askerî gücün görev yapma süresinin Birleşmiş
Milletler tarafından uzatılması hâlinde, 880 sayılı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı ile tespit edilen ilkeler
kapsamında, 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl süreyle
daha UNIFIL harekâtına iştirak etmesi ve bununla ilgili
gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılması
için, Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca, Hükûmetimize
izin verilmesini yüce Meclisten saygılarımla arz ederim.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, Sayın Hatip az önce bana laf atarak
"seviyesiz" ve "iğrenç" kelimelerini kullandı.
Madde 69'a göre söz istiyorum.
BAŞKAN - Zaptı getirteyim,
karar vereceğim.
Şimdi, Hükûmet adına Devlet
Bakanımız Sayın Mehmet Aydın. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN
(İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 1071 sayılı Kararı çerçevesinde Lübnan'da
görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü, kısacası
UNIFIL'in genişletilmesi suretiyle oluşturulan kuvvete
ülkemizce bir yıl süreyle katkıda bulunulması, Anayasa'mızın
92'nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde yüce Meclisimiz
tarafından kararlaştırılmış bulunuyordu.
Bu bir yıllık süre Ağustos 2007'nin sonunda dolacaktır.
Bir barış gücü olarak -altını
çizmek istiyorum, herhangi bir ülkeyi doğrudan savunan bir güç
olarak değil- UNIFIL'e ihtiyaç devam etmekte ve UNIFIL'in görev
süresinin 31 Ağustos 2007 tarihinden sonraki dönem içinde uzatılması
yönünde çalışmalar Birleşmiş Milletler bünyesinde
başlatılmış bulunmaktadır.
Yüce Meclisimizin çalışma
programını göz önünde tutarak, ülkemizin katkısının
süresinin UNIFIL'inkine paralel olarak uzatılabilmesi için,
Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizden
şimdiden izin istemiş bulunuyoruz.
Ben, konuşmamı tamamen
bu konuyla ilgili, yani UNIFIL konusuyla ilgili sınırlandıracağım
ve bu arada bu konu bahane edilerek birtakım yapılmış
olan göndermelere de temas etme ihtiyacı duymayacağım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, geniş ve bölgeye yayılma ve ciddi
boyutlar kazanma istidadı gösteren Lübnan krizinin başlangıcından
itibaren bu tehlikeli gidişatın önlenmesi amacıyla
yoğun çaba harcamış, bir yandan diplomatik girişimlerini
sürdürürken, bir yandan da Lübnan'a acil insani yardımlarda bulunmuştur.
1071 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
Kararı'nın lafzı ve ruhuyla hayata geçirilmesinin Akdeniz
ve Orta Doğu bölgesinde güvenlik ve istikrarın tesisi bakımından
arz ettiği önemi dikkate alan Hükûmetimiz tarafından kararı
takiben, Birleşmiş Milletler kararını takiben
dost ve müttefik ülkeler ile birlikte üst düzeyli birtakım ziyaretlerden
sonra da karar istikametinde adımlar atılmıştır.
Bu görüşme ve temaslardan Lübnan'daki tüm grupların, İsrail,
Suriye, Filistin yetkililerinin Türkiye'nin UNIFIL'e katkı
sağlamasına büyük önem verdikleri görülmüş ve anlaşılmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle birçok dost ve müttefik
ülke de benzer yönde tutum sergilemiştir. Türkiye'nin, bölgede
hüküm süren gerginlik ve ihtilafların olumsuz yansımalarını
doğrudan hisseden bir ülke olarak barış ve istikrarı
tehlikeye düşürecek gelişmelere kayıtsız kalması
mümkün değildir, kalabileceği mümkün değildir.
Bu mülahazalar ışığında
tam uluslararası meşruiyeti haiz -bunun altını
çizmek istiyorum, uluslararası meşruiyeti, yasallığı
haiz- olan ve uluslararası toplumun ortak iradesini yansıtan
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1071 sayılı
Kararı'nda öngörülen amaçlar doğrultusunda Lübnan'da görev
yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'ne katkıda
bulunulması öngörülmüştür. Bu katkının, Anayasa'nın
92'nci maddesi uyarınca 5 Eylül 2006 tarihinde yüce Meclisimizden
alınan bir yıl süreli izin kapsamında aşağıda
belirtilen konularda nelerin yapılmasına karar verildiği
hususunu bir daha hatırlatmak istiyorum.
Doğu Akdeniz'de devriye görevi
yapan deniz görev gücü için yeterli kuvvetin tahsis edilmesi, taleplerin
tek tek değerlendirilmesi kaydıyla dost ve müttefik ülkeler
için deniz ve hava ulaşım desteği sağlanması,
Lübnan ordusunun eğitime tabi tutulması, bölgede Türkiye
Cumhuriyeti devleti tarafından icra edilecek insani yardım
faaliyetlerinin gerektireceği ve başta bu unsurların
güvenliğini sağlayacak kuvvet koruma birlikleri olmak
üzere hudut ve şümul ve miktarı Hükûmetimizce belirlenecek
askerî unsurların tahsisi.
Söz konusu kuvvetin bölgede silahlı
unsurların silahtan arındırılması dâhil yukarıda
belirtilen taahhütlerin dışında hiçbir görevde kullanılmayacakları
açıkça karar altına alınmıştır. Bu çerçevede
UNIFIL'in deniz ve kara güçlerine katkıda bulunduğumuz
birlik ve gemiler, Ekim 2006'dan itibaren bölgeye konuşlandırılarak
görevlerine başlamış bulunuyorlar. UNIFIL'e katkımız
hâlihazırda aşağıdaki unsurlardan oluşmaktadır.
UNIFIL Deniz Görev Gücüne bir
fırkateyn, iki korvet, bir ikmal gemisiyle katılınmaktadır.
Sur şehrinin yakınındaki Eş Şadiye kasabasında
istihkâm inşaat birliğinin konuşlandırılması.
Hâlihazırda deniz ve kara güçlerinde toplam 993 personelimiz
görev yapıyor. Ayrıca, 1071 sayılı Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'nda öngörülen amaçlar
doğrultusunda dost ve müttefik ülkelerin istifadesi için sivil
ve askerî imkânlarıyla öncelikli olarak kullanılmak üzere
Mersin Limanı ve Adana Havaalanı, ihtiyaç olması
hâlinde kullanılmak üzere ise İskenderun Limanı ve Aksaz
Deniz Üssü ve Gaziantep Havaalanı tespit edilmiş, bölgedeki
gelişmelere göre gerekirse Sabiha Gökçen Havaalanının
da özellikle tahliye operasyonları için kullanılabileceği
belirlenmiş, söz konusu liman ve havaalanlarının kullanılmasına
ilişkin ilke ve usuller tespit edilmiştir. Bilahare Birleşmiş
Milletler tarafından UNIFIL'e katılan ülkelerin kullanımı
için Mersin Limanımız belirlenmiş liman olarak da
açıklanmıştır. UNIFIL'e katılan istihkâm inşaat
bölüğümüzün masraflarının geri ödenmesi konusunda
Türkiye'yle Birleşmiş Milletler sekreteryası arasında
mutabakat muhtırası ve yardım mektupları imzalanmıştır.
Deniz Kuvvetlerimizin masraflarının ödenmesine ilişkin
belgelerin imzasına dair sürecin de kısa süre içinde sonuçlandırılması
beklenmektedir.
Hâlen İtalya'nın komutasında
bulunan UNIFIL'de toplam 13 bin askerî personel görev yapmakta olup,
Türkiye'nin yanı sıra UNIFIL'e kuvvet katkısı
sağlayan ülkeler şunlardır: Kara birliklerine katkıda
bulunan ülkeler, Belçika, Çin, Finlandiya, Fransa, Gana, Guatemala,
Macaristan, Hindistan, Endonezya, İrlanda, İtalya, Güney
Kore, Lüksemburg, Malezya, Nepal, Polonya, Portekiz, Katar, Slovakya,
Slovenya, İspanya ve Tanzanya; deniz birliklerine katkı
sağlayan ülkeler ise, Danimarka, Almanya, Yunanistan, Hollanda,
Norveç ve İsveç.
Değerli Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; 1071 sayılı Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi Kararı'nın uygulamaya konulmasından
ve genişletilmiş UNIFIL'in göreve başlamasından
bu yana Lübnan-İsrail sınırındaki güvenlik durumu
düzelmiş ve bölgede büyük ölçüde istikrar sağlanabilmiştir.
Taraflar 1071 sayılı Karar çerçevesinde tesis edilen
ateşkese uymuşlardır. Lübnan ordusu Güney Lübnan'a konuşlanmış,
UNIFIL'in ciddi bir güvenlik tehdidine maruz bırakmaksızın
görev yönelgesiyle hareket konsepti ve angajman kurallarında
tanımlanan işlevleri çerçevesinde barış, güvenlik
ve istikrarın idamesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır
UNIFIL.
Türkiye, UNIFIL kara harekâtına
ve UNIFIL deniz görev gücüne yaptığı katkılarla
bahse konu barışı koruma harekâtının etkin biçimde
icrasında çok önemli bir işlev üstlenmiş, böylece gerek
Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel
ölçekte görünürlüğünün artmasını ve dünyanın diğer
bölgelerinde bundan önce katıldığı barışı
koruma operasyonlarındaki başarılı performansıyla
sahip olduğu konumunu pekiştirmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda, UNIFIL'de görev
yapan birliklerimizin üstün performansı diğer katılımcı
ülkeler tarafından da takdirle karşılanmış,
istihkâm inşaat bölüğümüz Birleşmiş Milletler yetkilileri
tarafından örnek birlik olarak seçilmiştir. Aynı zamanda
bölüğümüz, yerel makamlar ve bölge halkıyla da çok sıcak
ve çok yakın bir kardeşlik ilişkisi içinde bulunmuştur.
UNIFIL'e katkıda bulunma kararını alırken, Türk askerinin
karşılaşabileceği risklerin en aza indirgenmesine
azami özen gösterilmiş, bölüğümüz ve gemilerimizin bugüne
kadar görevlerinin icrası sırasında herhangi ciddi
bir tehditle karşı karşıya kalmamış olmaları
bu yöndeki çabalarımızın sonuç verdiğini apaçık
bir biçimde göstermektedir. Lübnan'da istikrar ortamının
idamesi için insani yardım çalışmalarının da
önemli olduğuna inanmaktayız. Bu çerçevede Lübnan'da okul
ve sağlık merkezleri inşa etmişiz ve etmeye de devam
edeceğiz. Lübnan'a şimdiye kadar gönderdiğimiz veya
taahhüt ettiğimiz yardımların tutarı 50 milyon
ABD dolarına erişmiş durumdadır.
Değerli milletvekilleri,
UNIFIL'in istikrarın ve barışın korunması konusunda
bugüne kadar sergilediği başarılı icraata
rağmen, 1071 sayılı Kararda atıfta bulunulan
Şeba Çiftlikleri'nin statüsü gibi uyuşmazlıklara çözüm
bulunması yönündeki çabalar henüz arzu edilen somut sonuçları
verememiş, ayrıca, Lübnan'da siyasi kriz de baş göstermiştir.
Dolayısıyla, bu sorulara zaman içinde diyalog ve uzlaşı
yoluyla kalıcı çözümler üretilebilmesi için de UNIFIL'in
katkısına ve devamına ihtiyaç vardır.
Lübnan, İsrail ve Suriye
başta olmak üzere bölge ülkeleri Türkiye'nin UNIFIL'e katkısının
devam etmesi yönünde arzu ve taleplerini çeşitli şekillerde
Hükûmetimize bildirmişlerdir. UNIFIL'in görev süresinin 31
Ağustos 2007 tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde
Birleşmiş Milletler bünyesinde başlatılan hazırlıklar
tamamlandıktan sonra çıkarılacak mutat bir Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla UNIFIL'in görev süresinin
uzatılması beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sonuç olarak yukarıda izah ettiğim hususlar
muvacehesinde UNIFIL'e sağladığımız katkının
süresinin bir yıl uzatılmasının bölgemizde barış
ve istikrarın korunması ve ülkemizin bölgedeki etkinliğinin
ve konumunun pekiştirilmesi bakımından büyük bir
önem taşıdığını tekrar etmeye gerek yoktur.
Bu çerçevede, keyfiyeti yüce Meclisimizin onayına sunuyor,
hepinizi tekrar en derin saygılarımla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür
ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, tezkere
üzerinde son konuşma, şahsı adına Samsun Milletvekili
Sayın Haluk Koç'a aittir.
Buyurun Sayın Koç. (CHP sıralarından
alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet tezkeresi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
5 Eylül 2007'ye kadar yetki verdiğimiz Lübnan'da konuşlanan
askerî gücümüzün görev süresinin uzatılmasına dönük bir
tezkere talebiyle, istemle karşı karşıyayız.
Şimdi, bunu daha önceki konuşmacılar da dile getirdi.
Ben bir teknik unsuru, teknik hususu yüksek sesle tartışmak
istiyorum.
Bu görev süresi 5 Eylül 2007'de doluyor.
Parlamento seçimlerimiz 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılacak.
Yeni seçilen üyeler 2 ya da 3 Ağustos 2007 tarihinde yemin edecekler.
Beş gün sonra da Meclis Başkanı seçimiyle yeni Parlamento
görevi alacak. Daha bir aylık bir süre var. Niye bu aceleyi gösteriyoruz
da, gelecek dönem Parlamentosunun yetkisine müdahale anlamı
taşıyacak olan bir kararı, buradan, bu tarihte çıkartmaya
çalışıyoruz? Şahsım adına konuşuyorum,
ben bunu teknik açıdan çok anlayabilmiş değilim.
Değerli arkadaşlarım,
önemli mi, önemli değil mi? Bunu takdirlerinize sunuyorum. Bence
önemli bir husus. Bir yetki aşımı yapıyoruz. Gelecek
dönemde yetki alacak olan Parlamentonun yetkisine daha şimdiden
biz müdahale ediyoruz. Demokrasi açısından, katılımcılık
açısından, millî iradenin yansıyacağı yeni Parlamentonun
bu konuda alacağı karara müdahale açısından bence
vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bunu takdirlerinize
sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
buradaki acele ne? Yine, birtakım uluslararası güç odaklarıyla,
Türkiye'nin, Orta Doğu'daki süreç içerisinde verdiği taahhütlerin,
sözlerin Türkiye tarafından yerine getirilmesi mi tasarlanmak
isteniyor? Bunu düşünmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım
Sayın Başkan, müsaade
ederlerse arkadaşlar
Siz oy kullanılacak dediniz, son konuşmacı
dediniz, o yüzden Genel Kurul salonu dolmaya başladı. Oy
kullanmayı hatırlatmasanız dolmayacaktı, biz de
rahat rahat konuşacaktık.
BAŞKAN - Efendim, siz Genel Kurula
hitap edin.
Arkadaşlar, Hatibi dinleyelim,
kendi aramızda sohbet etmeyelim.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bakın, 5 Eylül 2006 günü olağanüstü
toplanan Parlamentoda bu karar alınırken, İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Şükrü Elekdağ'ın bazı
tespitleri var. Ben, demin, iktidar partisi grubu adına konuşan
Sakarya Milletvekili, Değerli Milletvekilinin zaman zaman
çok hiddetli ifadelerle dile getirdiği konuları biraz daha
geniş pencereden değerlendirmenizi istirham edeceğim
ve Sayın Elekdağ'ı refere ederek, isim vererek, söylediklerinin
de tutanaktan bazılarını alarak, Orta Doğu sürecinde,
bu geldiğimiz noktada neler yaşanıyor ve Orta Doğu'daki
mazlum Filistin halkının, İsrail-Amerika ilişkileri
çerçevesinde nelere maruz kaldığının; İsrail'in
2 askeri kaçırıldı diye Lübnan'a, tarih olarak da 12
Temmuz 2006'da başlattığı, insanlık dışı,
kontrolsüz, Birleşmiş Milletler tarafından, uluslararası
büyük güçler tarafından, Amerika Birleşik Devletleri tarafından
önemsenmeyen, ama bu arada Filistin'in Gazze bölgesi de dahil olmak
üzere, Lübnan'ın güney bölgesinde çok sayıda can kaybına
ve mal kaybına yol açan bu arsız saldırının nedenleri
üzerinde hiç durmayacak mısınız Sayın Vekilim?
İlle, Amerika'daki gözlükle mi bakacağız bu işe?
Biz bu coğrafyada yaşıyoruz Sevgili Kardeşim. Bu
coğrafyada yaşamanın bir bedeli var, o bedel de, Amerika
Birleşik Devletleri'nin bugün Orta Doğu'da çizmek istediği
politikalara, biz, kendi ulusal çıkarlarımız bağlamında
farklı gözlüklerle de bakabilmesini bilmek zorundayız.
Şimdi, Türkiye'nin ulusal politikasına
ve çıkarlarına hizmet ettiği sürece, dünya barış
ve istikrarına katkıda bulunduğu sürece uluslararası
barış güçlerine Türkiye'nin katılması yararlıdır.
Bunu daha önce Kosova'da, Somali'de, değişik nedenlerle
dünyanın değişik bölgelerinde Türkiye kanıtlamıştır.
Buna itirazımız yok. Yani, bunun Türkiye'nin itibarını
artıracak bir kavram içerisinde ele alınması yanlıştır.
Uluslararası hukuk, Türkiye'nin itibarı ve Türkiye'nin ulusal
çıkarları doğrultusunda, üç bağlamda eğer uygunluk
varsa Türkiye katılır, katılmalıdır, katılmıştır.
Gelelim konuya. Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu belirttiğimiz koşullarda Türkiye'nin Birleşmiş
Milletler barış güçlerine katkıda bulunmasına
hiçbir itirazımız olmamıştır, daha önce de olmadı
Cumhuriyet Halk Partisinin. Ancak, bu konuda bir karar alınacağı
zaman hassasiyetle üzerinde durulması gereken hususun bu barış
gücünün amacının ne olacağı, nasıl bir projeye
hizmet edeceği ve bu projenin -bir kere daha altını çiziyorum-
sizlerin zaman zaman unuttuğu Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla
ne derece örtüşüp örtüşmediğinin irdelenmesi noktasıdır.
Bu noktaya geldi mi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözetme,
kayırma, değerlendirme, tartışma, o biraz arkada
kalsın. Peki ne? Başka güçlerin çıkarları daha
önemli. Değerli arkadaşlarım, bu çelişkiden
çıkmak zorundasınız.
Sizin konuşmanızı
ben hedef alarak söylüyorum Sayın Vekilim. Eğer bir sataşma
görürseniz söz alırsınız, Sayın Başkan da size
söz verir, o heyecanlı konuşmanızda bunu tekzip edersiniz.
Değerli arkadaşlarım,
1950 yılından beri bu bölgede savaşlar çıkıyor
ve bu çatışmaların temelinde
Hiç kimse kendini kandırmasın.
Özellikle sizin geleneksel siyasi çizginizden gelenlerin kendi
kendilerini şimdi öz eleştiriye tabi tutmaları gerekiyor.
Peki, 1950'den beri bu coğrafyada yaşanan savaşların
temelinde ne yatıyor değerli arkadaşlarım? Temelinde
Filistin sorunu yatıyor. Var mı buna bir itirazınız?
Temelinde Filistin sorunu yatıyor. Peki, bugün, daha doğrusu,
2006'nın Temmuzu ile Ağustosu arasında Lübnan'da tanık
olduğumuz savaşın temelinde de yine Arap-İsrail
ihtilafı yatıyor, yani Filistin sorunu yatıyor. 1948
ile 1973 yılları arasında dört büyük savaş yaşandı
bölgede. Fakat bu savaşlardan çok sayıda çözüm planı
çıkartılmaya çalışıldı, ama hiçbirinden
barış çıkmadı. Barış, bu beklentilerle de
çıkmayacak değerli arkadaşlarım. Yani, geçen seneden
bu zamana kadar geçen on ay içerisinde orada bir huzur gözüküyorsa,
bu sizi yanıltmasın. Temel sorun duruyor, savaşların
temel nedeni duruyor. Oradaki Filistin halkının gasbedilen
hakları, Filistin coğrafyasına dönük İsrail ve
Amerika talepleri durduğu sürece, dile getirildiği sürece
şu on aylık sükûnet seni hiç kandırmasın. Bunu bir
AKP sözcüsü olarak burada, Amerika gözüyle nasıl anlatırsın
değerli arkadaşlarım? Bunun Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla
bağdaşmayan yönlerini, sanki bir başka gücün bir parlamenteri
gibi, burada ifade etmenin sıkıntılarını
lütfen düşün.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, İsrail-Amerika ikilisi bir proje uyguluyor. Bu proje
şu: Bazen Mısır'da olduğu gibi, bir maddi rüşvetle
olayı sürecin dışına çıkartıyor bir ülkeyi
-Mısır'ı çıkarttığı gibi ekonomik yardımla-
veya etnik ya da mezhepsel temelde ülkeler o bölgede, o coğrafyada
bölünmeye çalışılıyor. Bunu Irak'ta yaşadık.
Irak'ta emperyalist temelde bir savaş var, uluslararası hukuka
uygun olmayan bir saldırı var, ama temelinde, sadece yer altı
kaynaklarına dönük değil, Irak'ın değişik temellerde,
etnik ve mezhepsel temelde bölünerek, İsrail-Filistin anlaşmazlığında
Filistin'in yıllar süren haksızlığını daha
da pekiştirecek bir proje yatıyor. Bu projenin altında
Amerika Birleşik Devletleri'nin imzası var, Condoleezza
Rice'ın açıklamaları var. Yeni bir Orta Doğu haritasından
bahsediliyor. Şimdi, Türkiye ulusal çıkarları bakımından
bu konuda karar alırken hem bunları gözetecek hem kendi
çıkarlarını gözetecek.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, baktığınız zaman, tabii, 11 Eylül milat.
Amerika, 11 Eylül'den sonra bir yeni ulusal güvenlik stratejisi
oluşturdu ve buna, Büyük Orta Doğu Projesini entegre etti.
Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi, Washington'un global
enerji kaynaklarının denetimini öngörün dünya hegemonyası
stratejisi bağlamında gerçekleştirilmiş olsa
da, temel hedeflerinden bir tanesi İsrail'in güvenliğidir.
Evet, Sayın Adalet ve Kalkınma
Partili milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin temel
stratejisi, bu bölgede yürüttüğü harekât, 11 Eylül sonrasındaki
strateji Büyük Orta Doğu Projesinin ayakları, temelde,
İsrail'in güvenliğini sağlamaya dönük önlemlerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Türkiye burada
Hani, diyoruz ya
hep, "Biz altı yüz yıldır beraber yaşadık.
O coğrafyanın egemeniydik, o coğrafyaya, biz, inanç özgürlüğü
götürdük, o coğrafyaya, biz, Osmanlı kültürüyle, yönetimiyle
farklı bir anlayış götürdük." Peki, şimdi, bu
projeleri görmeyeceğiz; bu beklentilerini, büyük devletlerin,
büyük güçlerin bu coğrafyada hiç önemsemeyeceğiz ve Türkiye'yi
sadece kahramanlık söylemleriyle "Efendim, oraya gitmek
bizim itibarımızı arttırdı." gibi söylemlerle,
"Bak, on aydır çıt çıkmıyor. Muhalefet sözcülerinin
daha önce dedikleri gerçekleşmedi." gibi, birtakım
sudan sebeplerle, olayın temelini görmeden, okumadan, kanıksayıp
geçeceğiz.
Filistin orada duruyor mu değerli
arkadaşım? Filistin halkının haklı beklentisi
duruyor mu, davası duruyor mu? Orada mazlum Müslüman halkların
Amerika ve İsrailin baskısı altında ezilmesi duruyor
mu? Duruyor mu? Duruyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, son cümlelerinizi
alayım efendim.
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, onları
görmeyeceğiz. Biz, sadece büyük devletlerin orada uyguladıkları
stratejisinin bizden bekledikleri parçası olacağız.
"Muhalefet sözcüleri geçen sene böyle demişti; bak bir tüfek
patlamadı, ne güzel oldu, itibarımız korundu." Sizin
deyiminizle, hayret ve ibretle karşılamışsın.
Neye hayret ediyorsun kardeşim sen? Neyi ibretle izliyorsun
sen? "İbret" senin buradaki sözlerindir! Aç bak tutanaklara!
Dışişleri Bakanına tapılacak adam pozisyonu
gösterip kendi sıkıntını aşmaya çalışıyorsun
belki ve bunu da, son derece önemli uluslararası bir konuda burada
Türkiye'nin çıkarları aleyhinde konuşma şansını
sana verdikleri için, ben, AKP Grup yöneticisi arkadaşlarımın
da bugün şanssız gününde olduklarını ifade ederek,
hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Koç.
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) -
Sayın Başkan
BAŞKAN - Buyurun.
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) -
Sayın sözcü, konuşması sırasında şahsımı
hedef alan ithamlarda bulunmuştur. İç Tüzük'ün 69'uncu maddesine
göre söz vermenizi talep ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
sizin de bir talebiniz vardı, Sayın Cebeci'nin de talebi
var. Size 69'a göre -ikinize de- söz vereceğim, yalnız sözünüz
üç dakika içerisinde, kısa ve bir sataşmaya meydan vermeyecek
şekilde
Buyurun.
IV. - AÇIKLAMALAR
VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Sakarya Milletvekili
Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Lübnan'a geçen yıl asker göndermiştik ve 5 Eylülde bitiyor.
Bunun bir yıl daha uzatılması üzerindeki tezkere görüşmeleri
sırasında Anavatan Partisi Grubu adına bizim Sayın
Grup Başkan Vekilimiz Süleyman Sarıbaş söz aldı ve
neden Lübnan'a asker göndermememiz gerektiği hususunda ve
Irak konusundaki handikaplarımız hususunda ve son zamanlarda
Amerika'nın uçaklarının Türk hava sahası üzerinde
uçuşlarından dolayı Sayın Dışişleri
Bakanının hiçbir söylemde bulunmadığını
ve Kıbrıs'taki birçok haklarımızın Kıbrıs
Rum kesimine verilmesi yönünde adımlar attığını
-ki bunlara tamamen katılıyoruz- buraya
Sayın Grup Başkan Vekilimizin
de burada olmadığı bir süre içerisinde Sayın AK
Parti Sakarya Milletvekili Erol Cebeci burada çıktı, haddini
aşan sözler söyledi Sayın Grup Başkan Vekilimiz için ve
Sayın Abdullah Gül'ün 21'inci Asır'da yetiştirilmiş
en büyük bir devlet adamı olduğunu söyledi. En büyük devlet
adamı olup olmadığında herhangi bir kanaatim yok
değerli arkadaşlarım. Kendileri de burada yok. Aleyhinde
veya lehinde söz söyleyecek bir durumda değilim. Fakat, Türkçemizde
bir söz vardır, "kem söz sahibinindir." Erol Cebeci burada
Sayın Grup Başkan Vekilimizi kınadığını
belirtti, ben kendisini kınamıyorum, çünkü kınamaya
değer bir vasfı bile yok kendisinin ve bana da hakikaten
çok çirkin laflar etti burada. Ben yine kendisini kınamıyorum.
Kınanacak bir tarafı yok. Yalnız bir şey söylemek
istiyorum: Benim aynaya bakmamı istedi. Ben her sabah aynaya
bakıyorum. Günde birkaç defa aynaya bakıyorum. Bir dadaş
olarak Türk milletini, Türk erkeğini temsil ettiğimi görüyorum.
Acaba kendisi kimi temsil ediyor? Onu buradan kamuoyuna sormak istiyorum.
İsterse bir jürinin karşısına çıkalım,
benim neyi temsil ettiğimi
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
-
kendisinin de neyi temsil ettiğini jüri karar versin.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
teşekkür ediyorum.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hepinize teşekkür ederim. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Cebeci, buyurun.
Yine üç dakikalık bir süre
Lütfen, bir sataşmaya meydan
vermeyelim.
2.-
Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, Erzurum Milletvekili
İbrahim Özdoğan ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, konuşmalarında,
şahsına sataşmaları nedeniyle konuşması
EROL ASLAN CEBECİ (Sakarya) -
Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Önce, en son konuşmacıyla
ilgili
Birincisi, ben, konuşmamda, cevap verdiğim
şeylerin hiçbirini kendiliğimden söylemedim, benden önce
o partinin Sayın Grup Başkan Vekilinin söylediği
şeylerle ilgili görüşlerimi belirttim.
AHMET ERSİN (İzmir) - Heyecanlanma,
heyecanlanma!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Bu, pek, belki, dışarıdan belli olmaz ama ben iyi polemik
yaparım arkadaşlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Vay be!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Beyefendi, aynaya her gün baktığını söylüyor. Çok
zor bir iş yapıyorsunuz, tebrik ederim. Ondan sonra ne hissediyorsunuz,
merak ederim! Ama işi bu seviyeye düşürmek istemem.
Yalnız, şahsıyla ilgili
değildi, bir önceki konuşmacının, Hükûmetimiz, askerin
gönderilmesiyle ilgili, benim -yine söylüyorum- tekrarlamaktan
utanç duyacağım
Çünkü kendi askerimizi yurt içinde ve
Hükûmetle ilgili bir kurumdan
Tutanaklar ortada, herkes geriye dönüp
bakar, ben neyi, niye söylediğimi gayet iyi biliyorum.
Şimdi, Sayın Haluk Koç'un
ifadelerine gelince. Bir tanesi, "Başka bir gücün parlamenteri"
lafı, Haluk Koç Bey'in kafa yapısını çok iyi işaret
ediyor. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Türkiye Büyük Millet Meclisinin
onurlu bir üyesiyim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Haluk Koç bundan hoşlansa da öyleyim, işine gelmese de öyleyim.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Arada bir gel istersen!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Ancak, evet, şurası doğrudur, yurt dışında
devlet bursuyla akademik kariyer yapmış ve uzun yıllar
da yurt dışında üniversitede ders okutmuş birisiyim.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) -
Burnundan gelsin! Bu devletin sana verdiği paralar haram olsun!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Ama eğer bu bir suçsa
Sayın Kemal Derviş'i çok iyi hatırlarlar.
Yine bu seviyeye de gelmek istemiyorum.
Yalnız, ben, iki yıl NATO
Parlamentosunda, üç yıl da Avrupa Konseyi Parlamentosunda bu
Meclisi gururla ve onurla temsil ettim.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) -
Senin temsil ettiğin belli oluyor! Başarısızlıkların
müsebbibi sensin o zaman!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
AK Partili arkadaşlarıma güvenmiyorlarsa, kendi partilerinden
olan arkadaşlara sorarlar, benimle ilgili bilgi alırlar.
Onun için, bu konuda, eğer bir karın ağrısı varsa,
bu onun problemidir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Ne demek karın ağrısı birader? Ne biçim
konuşuyorsun!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Bir şeye daha değineceğim, bu meseleyle ilgili bir
şey.
BAŞKAN - Konuşmanızı
tamamlayın efendim.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, iddia şu: Efendim,
Türk askeri, Lübnan'a, oradaki İsrail çıkarlarını
korumak için gidiyor. Şimdi, ben bunun ne anlama geldiğini
Ben böyle karşılaştırmalar yapmaktan hoşlanmam
ama pekâlâ o zaman Bosna'ya da Sırplıların çıkarlarını
mı korumak için gitmişti diye birisi sorarsa ne olacak? Ya,
böyle saçma bir mantık olur mu arkadaşlar ya! (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Senin mantığın saçma.
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Orada ezilen, zorlanan Lübnan halkıdır ve yardım edilen
Lübnan halkıdır. Filistin meselesini, hiçbir Cumhuriyet
Halk Partilinin ömrü boyunca hissetmediği ve hissedemeyeceği
kadar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Yazıklar olsun sana!
ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ)
- Yalan söylüyorsun!
BAŞKAN - Efendim, son cümlenizi
rica ediyorum Sayın Cebeci.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Ayıp ya! Ne biçim konuşuyorsun sen!
EROL ASLAN CEBECİ (Devamla) -
Herkesin söylediğini kulağı duyacak.
Teşekkür ederim Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri
(Van
Milletvekili Mehmet Kartal'ın Sakarya Milletvekili Erol Aslan
Cebeci'nin koluna dirseğiyle vurması.)
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın
Başkan, bu ne biçim laf? (CHP ve AK Parti sıralarından
ayağa kalkmalar, gürültüler)
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar,
oturun yerinize. Fazla heyecanlanmaya gerek yok, herkes fikrini
söyleyecek.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul)
- Kaç paralık adamsın sen?
ATİLA EMEK (Antalya) - Sen teslimiyetçisin.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul)
- Ne biçim konuşuyorsun sen!
BAŞKAN - Buyurun, oturun yerinize.
Sayın milletvekilleri
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Ne biçim
konuşuyorsun sen!
BAŞKAN - Sayın Ercenk
Sayın
Ercenk
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)
- Ahlaksızsın sen!
ATİLA EMEK (Antalya) - Müstemlekeci,
teslimiyetçi adamsın sen. (CHP ve AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar, yerinize
oturun. Lütfen yerinize oturun.
İdare amirleri görevini yapsın.
Yerinize oturun.
Sayın milletvekilleri, birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.59
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.14
BAŞKAN
: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri,
Başbakanlık Tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi Tezkere'yi tekrar okutup oylarınıza sunacağım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Biraz
evvel konuşan Sayın Milletvekili, konuşması
sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu rencide eden bazı
sözler söyledi. Bu konuda ortalığı germeden kısa
bir açıklama yapma fırsatını Grubumuza verir misiniz
efendim? Bir arkadaşımıza kısa bir açıklama
yapma fırsatını verirseniz, herhangi bir sataşmaya
neden olmadan bir yanlışı düzelteceğiz.
BAŞKAN - Efendim, şimdi,
aynı oturum değil; o maddeye göre veremem.
Filistin meselesi değil mi?
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Evet.
BAŞKAN - Yalnız "Bizim
Filistin meselesinde parti görüşümüz şudur." diye
iki cümle söylemeye elbette ki hakkınız var.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ali
Kemal Kumkumoğlu konuşacak.
BAŞKAN - Oturduğunuz yerden,
yerinizden.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, kürsüden konuşayım.
BAŞKAN - Yerinizden efendim.
Sayın Kumkumoğlu
"Partimizin görüşü budur
" Zabıtlara geçsin.
Buyurun.
3.-
İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, Sakarya
Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin, konuşmasında, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkanım, ne zaman
Türkiye'nin özellikle Orta Doğu'yla ilişkileri konusu Meclisimizin
gündemine gelse, Meclisimizde sert tartışmalar oluyor,
karşılıklı suçlamalar da oluyor.
Sayın Başkanım, Sayın
Başbakan, Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş başkanı
olduğunu ifade etmiştir. Şimdi, ben
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Nerede
ifade etmiştir?
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Öyle bir şey yok.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Bu, Sayın Başbakanın ifadesi. Müsaade
eder misiniz arkadaşlar.
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Yalan söylemeyeceksin, doğruyu söyleyeceksin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın,
bu konuyla ilgili bu Meclisin hiçbir bilgisi yoktur. Aslında,
bu tartışmaların tamamının kaynağında
bu yatmaktadır. Bu konuyla ilgili bu Meclisin hiçbir bilgisi
yoktur. Sayın Dışişleri Komisyonu Başkanımız
-şu anda kendisi buradadır. Ben bu kürsüden birkaç defa bunu
tekrar ettim- Büyük Orta Doğu Projesi'yle ilgili olarak "Bu
senaryoyu biz yazmadık, rollerini biz dağıtmıyoruz.
Bize prenses rolü de verebilirler, prensesin hizmetkârı rolü de
verebilirler." ifadesini bir televizyon kanalında bu konu
konuşulurken ifade etmiştir.
Şimdi, bu kadar bilinmeyen
bir konuyla ilgili olarak
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN -
o çok geniş bir
mevzu.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Tam oraya geliyorum, tam sizin dediğiniz noktaya
geliyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Siz, Filistin'le ilgili
görüşünüzü
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Tam sizin dediğiniz noktaya geliyorum Sayın
Başkanım.
Bu kadar bilinmezi olan ve Türkiye'nin,
Meclisin bilgisi dahilinde bir şekilde içerisine girdiği
anlaşılan bu konuyla ilgili olarak yapılan tartışmalarda,
Kuvayımilliye'den, Kuvayımilliye kaynağından
geldiğini hepimizin bildiği, dünyanın mazlum milletlerine
örnek oluşturabilecek ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı
örgütlemiş Cumhuriyet Halk Partisine dönük eleştirileri
yaparken ben AKP'li milletvekili arkadaşlarımın
(AK
Parti sıralarından gürültüler) AKP'li milletvekili arkadaşlarımın
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar, bir
dakika
Bir dakika
Dinleyelim efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet
Halk Partisini Kuvayımilliye hareketinin temsilcileri kurmuştur.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Ne ilgisi
var?
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
ben son cümlenizi rica ediyorum.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Değerli arkadaşlar, ben bir gerginlik yaratmaya
çalışmıyorum, sadece kendimize yapılmış
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkanım, ben bir gerginlik yaratmaya
çalışmıyorum, sadece kendimize yapılmış
bir haksızlığı engellemeye çalışıyorum.
BAŞKAN - Efendim, "Bizim
görüşümüz şudur." deyin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Arkadaşlar, siz de oradan gelmiş olabilirsiniz.
(AK Parti sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz.
Yani, biz kendimizin oradan geldiğini düşünüyoruz.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
sözünüzü keserim, görüşünüzü bildirin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Siz de kendinizin oradan geldiğinizi haklı
olarak seslendirebilirsiniz. Ama, bilinen, tarihin bildiği
bir gerçek vardır ki, Cumhuriyet Halk Partisini kuranlar Kuvayımilliye
hareketinin Halk Fırkasının devamı niteliğindedir.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
mesele anlaşılmıştır, teşekkür ederim
efendim, tamam. Mesele anlaşılmıştır efendim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya) - Sayın
Başkan, hepimiz Kuvayımilliye hareketinin temsilcileriyiz,
bu bir zümreye teşmil edilemez.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan
BAŞKAN - Mesele anlaşılmıştır
efendim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Sayın Fatsa, biz
bir konuyu müzakere ediyoruz. Bu karşılıklı değil.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Tamam efendim. Siz de,
bir şart doğar, görüşünüzü bildirirsiniz.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Şimdi, tezkereyi
tekrar okutuyorum
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, bir dakika
BAŞKAN - Tezkereyi okutuyorum
efendim tekrar
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, söylemek istediğimi
söyleyemedim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, lütfen! Bakın, burada itham edilen
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Nasıl itham ediyoruz?
EYÜP FATSA (Ordu) -
benim Genel
Başkanım, Grup Başkanımdır, itham edilen milletvekili
arkadaşlarımdır.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
- Kim, neyi itham etmiş, anlamadım ki.
EYÜP FATSA (Ordu) - Dolayısıyla,
bu ithamların doğru olmadığını, bunların
haklı ithamlar olmadığını, ben de bu Grubun
Grup Başkan Vekili olarak işin doğrusunu, olayın
doğrusunu ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN - Tamam, zabıtlar
gelsin, bakacağım efendim.
Buyurun, oturun.
EYÜP FATSA (Ordu) - Hayır, zabıtlara
bakılacak bir şey yok Sayın Başkan. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Sayın Başkan
Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın Başkan,
grup başkan vekilleri Meclisin daha verimli çalışmasını
sağlar.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
- Sayın Fatsa, sen niye alınıyorsun? Size bir şey
söylemedi ki.
EYÜP FATSA (Ordu) - Ben de kendi kaynağımı
söyleyeceğim.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
- Siz de oradan gelebilirsiniz, ne var bunda? Gelen varsa, ne güzel.
BAŞKAN - Efendim, ne dedi? Ne
diyorsunuz?
Açıyorum mikrofonunuzu, ne
dediğini aktarın.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
- Ne söyledi Sayın Başkanım? Arkadaşlar niye
alınıyorlar?
BAŞKAN - Yani, Sayın Kumkumoğlu
size ne gibi bir ifadede bulundu?
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
- Kuvayımilliyeden geliyorlarsa, buyursunlar
BAŞKAN - Buyurun.
4.-
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, İstanbul Milletvekili
Ali Kemal Kumkumoğlu'nun, konuşmasında, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
EYÜP FATSA (Ordu) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben bu tezkere münasebetiyle Meclis kürsüsünden
yapılan konuşmaların tamamını dinledim, arkadaşlarımız
da dinledi, kamuoyu da dinledi. Bir milletvekilinin veya herhangi
bir sade Türk vatandaşının kendi ülkesi dışında
başka bir ülkede eğitim almış olması, orada
doktora, master yapmış olması
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ne
demişiz efendim?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Arkadaşınıza söyleyin
EYÜP FATSA (Ordu) - Bak, bu tartışma
buradan başladı Sayın Kumkumoğlu.
veya bir başka ülkenin üniversitesinde
öğretim görevlisi olarak görev yapmış olması, o
ülkenin adına burada temsilci olmasını veya o ülke
adına çalışıyor olması anlamına gelmez.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda
da, AK Parti Grubunda da, partilerimizin yetkili kanatlarında
sorumluluk almış, organlarında çok sayıda arkadaşımız
farklı ülkelerin üniversitelerinde okumuştur, o ülkelerin
üniversitelerinde öğretim görevlisi, ilim adamı, bilim
adamı olarak görev yapmıştır, her biri de bunu
şanla, şerefle ve onurla yapmıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yeni
bir tartışma başlatma.
EYÜP FATSA (Ordu) - Müsaade edin,
ama tartışma buradan başladı.
Sayın Koç, arkadaşımız
Amerika'da okuduğu için ve Amerika üniversitelerinde de görev
yaptığı için sanki burada Türk milletinin temsilcisi
değil de
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Öyle
bir şey demedi. Öyle bir şey yok.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Olur mu canım!
EYÜP FATSA (Ordu) -
eğitim aldığı,
görev yapmış olduğu ülkenin temsilcisiymiş gibi
ithamlarda bulundu. Bunu şiddetle reddederim, arkadaşım
için de reddederim, her bir Türk vatandaşı için de bunu reddederim,
şiddetle reddederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Öyle bir şey demedim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yok
efendim öyle bir şey.
BAŞKAN - Sayın Fatsa, siz
esas konuya gelin.
EYÜP FATSA (Ordu) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
İkincisi: Kimse kimsenin bir
konuyu ne kadar sevdiğini, ne kadar sevmediğini ölçme gibi
bir hakka sahip değildir.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Onu arkadaşınıza söyleyin, az önce
dedi ki "Hiçbiriniz
"
EYÜP FATSA (Ordu) - Müsaade edin.
Sayın Koç'un konuşma tutanakları oradadır.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Hayır, "Hiçbiriniz Filistin meselesini
sahiplenemezsiniz." dedi. Onu arkadaşınıza söyleyin,
ben öyle bir şey söylemedim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Türk milletinin
bütün fertleri Filistin konusunda hassastır.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Evet
Onu arkadaşınıza söyleyin
EYÜP FATSA (Ordu) - Filistin'de bir
insanın ayağına diken batsa, her bir Türk vatandaşı
burada sancı çeker.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bizden
özür dileyin.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Sayın Fatsa, konuyu dinlememişsin.
EYÜP FATSA (Ordu) - Bir diğer
konu: Sayın Başbakanımız, büyük Orta Doğu Projesi'nin
eş başkanı değil, Medeniyetler İttifakı'nın
eş başkanıdır. Lütfen doğruyu söyleyin,
doğru şeyler ifade edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Mesele hasıl olmuştur,
teşekkür ederim.
EYÜP FATSA (Ordu) - Bir diğer
konu da Sayın Başkan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
EYÜP FATSA (Ordu) - Bitiriyorum.
Benim dedem de
(CHP sıralarından
gürültüler) Burada, hangi gruptan olursa olsun herkesin geçmişinde
-AK Partili olabilir, Cumhuriyet Halk Partili olabilir, başka
partili olabilir- Kuvayımilliye'de onurla görev yapmış
büyüklerimiz vardır, Kuvayımilliye de kimsenin tekelinde
değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
III.
- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
2.-
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL
Harekâtı'na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1282) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi, tezkereyi
tekrar okutup oylarınıza sunacağım:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701
(2006) sayılı Karar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
5/9/2006 tarihli ve 880 sayılı Kararı ile bir yıl
için verdiği izin çerçevesinde, Türkiye gerek Birleşmiş
Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) kara harekatına, gerek
UNIFIL-Deniz Görev Gücü'ne yaptığı katkılarla, barışı
koruma harekatının etkin biçimde icrasında önemli
bir işlev üstlenmiş, böylece, gerek BM sistemi içinde, gerek
bölgesel ve küresel ölçekte görünürlüğünün artmasını
ve Dünyanın diğer bölgelerinde bundan önce katıldığı
barışı koruma operasyonlarındaki başarılı
performansıyla sahip olduğu konumunun pekişmesini
sağlamıştır. UNIFIL'in görev süresi 31 Ağustos
2007 tarihinde sona erecek olup, görev süresinin 31 Ağustos 2007
tarihinden sonraki dönem için yenilenmesi yönünde BM bünyesinde
hazırlıklar başlatılmıştır. Bu hazırlıklar
tamamlandıktan sonra yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararı
kabul edilerek UNIFIL'in görev süresinin uzatılması beklenmektedir.
Bu çerçevede, BM Güvenlik Konseyi'nin
UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönünde karar alması
durumunda; hudut, şümul ve miktarı Hükümetçe belirlenecek
Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 sayılı
BM Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı TBMM Kararı
ile tespit edilen ilkeler kapsamında 5 Eylül 2007 tarihinden
itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekatına iştirak etmesi
ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından
yapılması için Anayasa'nın 92 nci maddesi uyarınca
izin verilmesini saygılarımla arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Şimdi tezkereyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1'inci sırasında
yer alan, İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili,
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu
Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer
Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın;
Çocuklarda ve Gençlerde Artan Şiddet Eğilimi ile Okullarda
Meydana Gelen Olayların Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin
Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonunun 1413
sıra sayılı Raporu üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz.
V. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili,
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu
Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer
Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın,
çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda
meydana gelen olayların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
İç Tüzük'e göre, Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmede
ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İç Tüzük'ümüzün
72'nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer
üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.
Ayrıca, istemleri halinde
Komisyon ve Hükûmete de söz verilecektir.
Bu suretle, Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış
olacaktır. Bu, İç Tüzük'ün 104 ve 103'üncü maddelerinde düzenlenmiştir.
Konuşma süreleri, Komisyon,
Hükûmet ve siyasi partiler için yirmişer dakika, önerge sahipleri
ve şahıslar içinse on dakikadır.
Komisyon Raporu 1413 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini arz ediyorum: Önerge sahibi olarak
Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı, yine önerge
sahibi olarak, Manisa Milletvekili Sayın Hakan Taşcı;
gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova
Milletvekili Sayın Muharrem İnce, AK Parti Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Ataş ve Anavatan
Partisi Grubu adına Muzaffer Kurtulmuşoğlu; şahısları
adına, Sinop Milletvekili Engin Altay ve Denizli Milletvekili
Mehmet Yüksektepe söz talebinde bulunmuşlardır.
Şimdi ilk söz, biraz önce de
ifade ettiğim gibi, önerge sahibi sıfatıyla Denizli
Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı'ya aittir.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; dünyanın
çeşitli yerlerinde ve yakınımızda Irak'ta, Orta
Doğu'da savaşların olduğu, ülkemizdeki terörün
masum can aldığı, futbol maçlarında, sokaklarda,
okullarda kimi yaralanmaların ve ölümlerin olduğu bir zamanda
şiddete ilişkin bir Meclis araştırma raporunu konuşacağız.
Çocuklarda, gençlerde artan şiddet eğilimlerini, okullardaki
olayları araştıran bir rapor. Yaklaşık 500 sayfalık,
gerçekten kaynak niteliğinde, kendi alanında çok iyi hazırlanmış
bir rapor.
Genel Kurula teşekkür etmek
istiyorum böyle bir konuda araştırma önergesi kararı
verdiği için ve başta Komisyon Başkanı olmak üzere,
bütün Komisyon üyelerine, uzmanlara, katkı sunan bütün arkadaşlarıma,
bu raporun hazırlanmasındaki katkıları için gerçekten
teşekkür ediyorum. Ama, bir talihsiz dönemde bu güzel çalışmayı
konuşuyoruz, görüşüyoruz. Seçim kararı alınmış,
insanların ilgisi başka alanlarda. Biz, çocuklarımız,
gençler şiddet eğilimlerinden nasıl kurtulur, okullarda,
sokakta bu saldırılar nasıl önlenir, bunu konuşacağız.
Bu, sağlıklı değil. Zamanlama çok iyi değil.
Bizim Komisyon, 14 Aralık
2006'da kuruldu. Önerge sahiplerinden 54 arkadaşımla -biri
de benim, başka partilerden ve bağımsız olanlardan
da var- bir aylık uzatma süresini de kullanarak dört ay dolu dolu
bir çalışma yaptı ve 132 kişiyi -uzman, kendi alanlarında-
bu konuda arkadaşı dinledi. On birden fazla ilde geziler
yaptı, oralarda sorumlularla konuştu. Çocuk cezaevlerine
gittik arkadaşlarla birlikte. İnternet kafeleri dolaştık.
Uluslararası katılımla bir panel yapıldı ve
ortaöğretimde bir
(x)
1413 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
anket uygulandı. Şimdiye
değin bu alanda yapılan en geniş bir anket. Yargı
mensupları, güvenlik yetkilileri, YİBO'lardaki yöneticiler
ve öğrenciler, uyuşturucuya bulaşmış insanlar
ve bunların nasıl tedavi edildikleri, nedenleri üzerinde
duruldu. Bunlar, bütün bu beş yüz sayfalık Komisyon raporunda
var. Bu Komisyon, ortak istek üzerine, bütün grupların önergeleri
birleştirilerek yapıldı, demin de söylediğim gibi.
Şiddetin ekonomik, toplumsal, kültürel nedenleri var, onun üzerinde
de duruluyor burada.
Değerli arkadaşlar, tabii,
bu rapor güzel hazırlandı, ama, bunun içindeki önerilerin
yaşama geçmesi gerekir. Yani, tozlu raflar arasında, burada
işte üç dört kişinin konuşup "Böyle bir rapor hazırlandı,
ileride araştırma yapacaklara kaynaklık gösterilsin."
diye değil, bu raporun gereği yapılması gerekir.
Yani, burada, yasalarda, düzenlemede bir eksiklik ortaya konmuştur,
bunlar yerine gelmelidir. İşte, kimi eş güdüm eksikliği
vardır, bunlar yerine getirilmelidir. Çünkü, şiddet olayı,
yalnız bizim değil bütün dünyanın da sorunudur.
Dünya Sağlık Örgütünün
2000 yılında yaptığı bir araştırmaya
göre 1,6 milyon insan şiddetten dolayı yaşamını
yitirmektedir. Bunların yarısı da intihardır maalesef.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de
de özellikle 2005 yılında, bu önergelerin verildiği zamanlarda,
okullarda çocuklarımız, öğretmenler şiddet olaylarından
dolayı yaşamını yitirdi. Daha geçenlerde Ankara'da
bir öğretmeni vurdular okulun önünde.
Bütün bunların nedenleri bu
raporda, uzmanların da katkılarıyla ortaya konmaya
çalışıldı. Önemli olan da, bunun şimdi yaşama
geçirilmesidir, yapılmasıdır. Çünkü, insanlar suçlu
doğmazlar, suç ortamına doğabilirler. Yani, bir insanı
sağlıklı ortamda yetiştirirseniz, iyi eğitirseniz,
iyi alışkanlıklar verirseniz, boş zamanında
iyi şeylerle uğraşırsa o adam, o insan teröre bulaşmaz
değerli arkadaşlar. O yüzden de teröre, şiddete ya da
saldırganlığa bulaşmış kişiyi tedavi
etmenin -raporda da belirtildiği gibi- her zaman bedeli
ağır, pahalı; ama, bir insanı korumak, eğitmek
daha kolay. Yani, bir okul yapmanın bedeli var hem de insanı
insan yapma yönünden çok yararlı, ama "Bir ıslahevi yapayım,
bir cezaevi yapayım." dediğimiz zaman hem bedeli çok
fazla hem de o kadar kolay olmuyor. O insanı yeniden sağlıklı
yapmak çok zor, o yüzden koruyuculuk çok önemli.
Çocuk cezaevlerini dolaştık.
Üç büyük kentin dışında, tutuklu çocuklarımız
büyüklerin bulunduğu cezaevlerinde tutuluyorlar. Bu eksiklik
Türkiye'nin eksikliği, yani orada fiziki koşullar uygun
değil, kütüphane uygun değil. İnternet kafeleri arkadaşlarla
birlikte dolaştık -arkadaşlarım da anlatacak-
ama oralar bir eğitim yuvası olmaktan çıkmış,
âdeta bu şiddeti aşılayan oyunların oynandığı,
başka amaçlarla kullanılır olmuş. Tümü için söylemiyorum
bunu, içlerinde mutlaka iyileri vardır, ama orada da bir yetki
eksikliğini gözlemledik. Yöneticinin çok önemli olduğunu
bu araştırma komisyonu sırasında gördük. Yani,
bir yere, bir alana, bir işe gerçekten o işin uzmanı ya da
işini seven bir kişi atanırsa çok güzel şeyler yaptığını
gördük, ama tersi de var bunun. Kılını kıpırdatmamış,
yetkisini kullanmamış, yakınan, yakınan, yakınan
insanlar da gördük; ya kayırmayla gelmiş ya da orada bulunuyor.
Bundan sonra, bunların gerçekten durdurulması gerekir.
Okullar, okullardaki olaylar değerli
arkadaşlar
Okulların birçoklarında spor alanı
yok, sosyal etkinlik yapacak yerler yok. YİBO'larda da böyle. Örneğin,
rehber öğretmen yeterince yok. Norm kadroya göre 400-500 öğrenciye
1 rehber öğretmen, onu da okul müdür yardımcısı yapmışlar;
okulda yeterli rehber öğretmen yok ve bütün öğretmenlerle,
öğrencilerle konuşmamızda, rehber öğretmen eksikliğinin
de giderilmesi gerektiğini bize söylediler.
Yani, sonuç olarak, bu şiddetin
panzehri sanatsa, kültürse, sporsa -ki, öyledir- boş zamanlarında
bir çocuğun, gencin değerlendirilmesi ise bunu yaratmak
gerekir değerli arkadaşlar.
Bakın, nüfus olarak Türkiye
bir çocuklar ve gençler ülkesi, yani nüfusun üçte 1'i sıfır
ile on sekiz yaş arasında, işte, gençliği de kattığınız
zaman işin içerisine yüzde 45'i, nüfusun neredeyse yarısı.
Ee bu yarı nüfus bir zenginlik sayılabilir, eğer
sağlıklı bir ortam yaratılırsa, boş zamanlarını
değendirecek bir ortam yaratılırsa.
Bir insanı insan eden, tabii,
ona verdiğin eğitimle beraber, okuldur, aynı zamanda
sokaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Evet,
çevreyle birlikte insanı düşünmek gerekir ve çocukların
kaygısı, dışarıda güvenli bir ortamın olmasıydı,
yani çocuklar, okulda bir güvenlik varsa sokakta da olsun istiyorlar;
çevreyle birlikte almak gerekir.
Bu rapor... Ortaöğretim
öğrencileriyle ilgili bir anket yaptığını
söyledim. Belki ileride ilköğretim ve üniversitede de benzeri
bir anket uygulanabilir. Eğitimdeki eksiklikler mutlaka giderilmelidir
diye düşünüyorum. Yabancı filmler, vurdulu kırdılı
diziler, ister yerli olsun... Önemli olan, çocuğun, gencin, gerçekten,
suç aletine de kolay erişmemesidir.
Ben, sonuçta, bu raporun hazırlanmasında
emeği geçenleri yine kutlamak istiyorum. Ama, ilgili kurumların
bu rapora göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunda Hükûmetin görevleri vardır, Meclisin görevleri vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki,
bitiriyorum Başkanım.
Yerel yönetimlerin, genel yönetimlerin,
ailenin, eğitimin, kültürün, birçok kurumun, kişinin bu konuda
görevi vardır.
Ben, yeniden, bu raporun ülkemizdeki
ve dünyadaki şiddetin önlenmesinde, saldırının
önlenmesinde katkı vermesini diliyorum ve hazırlayanlara
bir kez daha teşekkür ediyorum.
Saygılarımla. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gazalcı.
Yine, önerge sahibi olarak Hakan
Taşcı, Manisa Milletvekili.
Buyurun Sayın Taşcı.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda çocuklarımız
ve gençlerimiz arasında üzülerek arttığını
gözlemlediğimiz şiddet eğilimlerinin nedenlerinin
araştırılması konusunda vermiş olduğumuz
önergemiz, aynı konuda diğer parti grupları ve milletvekillerimizin
vermiş olduğu dört önergeyle birleştirilmiş ve 14
Aralık 2006 tarihinde yüce Meclisimizce, çocuklarda ve gençlerde
artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa'mızın 98'inci, İç
Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırma
komisyonu kurulmuştur.
Önergemizde, gündelik hayatta,
evde, okulda, sokakta, spor müsabakalarında, eğlence yerlerinde
bazen çocuk kavgası, bazen anne-babanın çocuğuna uyguladığı,
bazen çocukların izledikleri dizilerin etkisiyle topluma
ve diğer çocuklara uyguladıkları, bazen fiziksel, bazen
cinsel taciz olarak ortaya çıkan, nedenleri çok farklı olan
ve gelişmiş toplumlardaki kadar olmasa da artan bir ivmeyle
karşımıza çıkan şiddet olayları konusunda
duyarsız kalmamak amacıyla böyle bir araştırmaya
gerek duyduk.
Şiddet, ne yazık ki toplumun
tüm kesimlerinde sıradanlaşmıştır. Daha önceleri
ayıpladığımız davranışlar, artık
normal kabul edilmeye başlanılmıştır. Örneğin,
daha önce hakaret olarak niteleyebileceğimiz pek çok söz, küfür,
şimdi gündelik hayatın dili hâline gelmiş, gençler arasında
normal konuşma içinde kullanılmaya başlanılmıştır.
Yine, bunun yanında silaha ulaşmak çok kolaylaşmış,
kesici ve delici aletler her sokak başında satılır
hâle gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, günümüzde
hızla gelişen medya, kültür ve eğlence endüstrisi olan
televizyonlar, sanal ortam dediğimiz bilgisayar ve İnternet
ortamının, içeriği, toplumun kültürünü kemiren, yok
eden, zenginliğe ve şiddete övgü düzen programları ve
yayınlarıyla, gençler ve çocuklarımız arasında
ortaya çıkan şiddet eğilimlerinin artmasında, ivme
kazanmasında rol oynamıştır.
Tabii ki, tek başına medya
ve İnternet, yaşanan bu olayların sorumlusu olamaz. Çocuklarımızın
vakitlerinin büyük bir bölümünü geçirdikleri okullar da, ne yazık
ki şiddetin oluştuğu ve uygulandığı yerler
hâline gelmektedir. Çocukların birbirlerine uyguladıkları
şiddetin, kötü sözlerin, tacizlerin okullarda sıradanlaştığı,
ne yazık ki, öğretmenlerimizin gözleri önünde yapılan
tacizlere ve küfürlere, argo konuşmalara sessiz kalıp
kınamadıkları bir gerçektir. Maalesef, okullarımız,
gençlere barış, sevgi, hoşgörü ve merhamet gibi temel
insani değerler aşılayamamaktadır.
Değerli milletvekilleri, çocuğun
dünyaya gözlerini açtığı yer ailesidir. Daha çocuk
anne karnındayken eğitimine başlanabileceğini
uzmanlar belirtmektedirler. Çocuğun, kişiliğinin gelişimini
tamamladığı yedi yaşına kadar, iyi aile
ilişkilerinin yaşandığı bir ortamda olması
çok önemlidir. Bu noktada, çocuğun ileride şiddete meyyal
olmaması için ailenin ne yapması gerektiği, yani, aile
eğitimi çok büyük bir önem arz etmektedir. Anne-baba sevgisiyle,
ilgisiyle, huzurlu bir ortamda büyüyen çocukların, ileride
daha başarılı, şiddete yönelmeyen bireyler oldukları
gözlemlenmiştir. Özellikle üç dört yaşlarından sonra,
çocukların okul öncesi eğitimle sosyalleşmelerini
hızlandırmaları, ilerideki dönemde şiddete sapmalarını
engelleyici etkenlerdendir.
Kıymetli arkadaşlar,
içinde yaşadığımız sosyal, siyasal, ekonomik,
kültürel ortamın, çocuklar ve gençler kadar hepimizin davranışlarını
etkilediği bir gerçektir. Kavgacı bir siyasi ortam, toplumdaki
bireyleri gerdiği gibi, çocukları ve gençleri de germektedir.
Ekonomik istikrarın olmaması, kavgacı bir siyasi ortamın
devamlı topluma pompalanması, geçmişte, 12 Eylül öncesi
dönemde yaşadığımız şiddet olaylarının
kaynağı olmuştur.
Yine, ülkemizde bundan önceki dönemde
sık sık yaşadığımız ekonomik krizlerin
ve siyasi istikrarsızlıkların neticesi, onu takip
eden yıllarda suç ve suçluluğun arttığını,
toplumun hızla şiddete yöneldiğini gözlemlemekteyiz.
İnsanların, yarınlarından endişe etmeleri,
toplumsal huzuru bozmaktadır. Bütün bu gelişmeler, şu
an karşımıza çıkan, gençler ve çocuklar arasındaki
şiddet ve suçluluğun nedenleri arasındadır.
Değerli milletvekilleri, yukarıda
bazısını saymaya çalıştığım nedenlerle
ortaya çıktığına inandığım, çocuklarda
ve gençlerdeki şiddet eğilimlerinin nedenlerinin
araştırılıp, alınması gereken önlemlerin
tespiti konusunda kurulan, benim de üyesi bulunduğum araştırma
komisyonu, dört ay gibi bir sürede dört aya sığmayacak çalışmalar
yapmıştır. Konunun nedenleri konusunda ve çözüm önerilerinin
tespiti konusunda bundan sonraki araştırmalara
ışık tutacak bir başvuru kaynağı niteliğinde
raporu hazırlamıştır. Bu raporda çok kapsamlı
araştırmalar, suçlu ve suça itilmiş çocuklarla yüz yüze
görüşmeler, İnternet kafe ve okullardaki incelemeler, konusunun
uzmanlarının dinlenmesi sonucu oluşan kanaatler yer
almaktadır.
Bu raporun konunun aydınlanması
için yeterli bir rapor olduğunu ve başta yüce Meclisimiz
olmak üzere tüm kamu kuruluşlarımızın bu rapordan
kendileri için yapabilecekleri bir görev çıkartacakları
ümidiyle, bu çalışmalarda yaşadığım bir
anekdotu anlatarak sözlerime son vereceğim. Paşakapısı
Cezaevinde, suça bulaşmış bir kızımız komisyonumuza
şunu söyledi: "Buradan çıkınca kırmızı
ışıkta bile geçmeyeceğim." Toplumumuzda bazı
suçlar o kadar sıradanlaşmıştır ki, bu kızımız,
zaten suç olan kırmızı ışıkta geçme fiilini
bile hafife alıp suç değilmiş gibi görebilmektedir.
Biz büyüklerin, anaların, babaların,
öğretmenlerin suç algısı üzerinde daha hassas davranmamız
gerektiği düşüncesiyle hâl ve hareketlerimizde topluma
ve çocuklarımıza örnek olmamız, sorumluluğunu
unutmadan davranışlarımızı bu sorumlulukla
yaparak kırk ölçüp bir biçmemiz gerektiği düşüncesiyle
hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Taşcı.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; çocuklarda ve gençlerde artan
şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan Araştırma Komisyonu
adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
şiddet zaman zaman farklı çalışmalar içinde Genel
Kurulun gündemine geldi. Sporda şiddet, kadın ve çocuklara
karşı şiddet. Yine, yoksulluk ve şiddetin mağduru
olan sokak çocuklarını inceleme sırasında da değerli
komisyon çalışmaları oldu. Ama, bu gidişle, sanıyorum,
bir de Mecliste şiddet inceleme komisyonu kurulacak gibi geliyor,
çünkü, demin şiddet varken bütün arkadaşlarımız
buradaydı, şiddet bitti ve herkes gitti.
Tarih boyunca da şiddet hep, tabii
ki, var olmuş. Bu kadar barış söylemleri, insan hakları,
kadın hakları, çocuk hakları söylemleri artarak hayatımıza
girerken şiddetin de hızla artması çok ilginçtir.
Şiddet, genelde tarih boyunca
büyüklerin arasında yaşanır ve anılırdı.
Ama, üzülerek görüyoruz ki, günümüzde şiddet genç ve çocuklarda
anılır olmuş, çocuklara karşı şiddeti konuşurken,
araştırırken çocuk ve gençlerin şiddetini konuşmak
ve araştırmak ihtiyacı hasıl olmuştur.
Dünyanın ve çağımızın
en önemli problemlerinden olan genç ve çocuklarda şiddet ülkemizin
genç nüfus yoğunluğuna bakıldığında, bizim
için daha da önemli olduğu aşikârdır. İşte, bu
hassasiyetle, değerli meslektaşlarım, AK Partili Sayın
Milletvekili Muzaffer Külcü, Anavatanlı rahmetli Ömer Abuşoğlu,
Cumhuriyet Halk Partili Mustafa Gazalcı, bağımsız
Zülfü Livaneli ve arkadaşlarının verdikleri önergeler
ile konu Parlamentoya taşınmış ve Anayasa'nın
98'inci, İç Tüzük'ün 104'üncü ve 105'inci maddeleri uyarınca
sayın milletvekilleri tarafından verilen önergeler birleştirilerek,
şu anda size çalışmalarını anlatacağım
araştırma komisyonu 14/12/2006 tarihinde kurularak çalışmalara
başlamıştır.
Demin değerli arkadaşlarımın
da akışından söz ettiği komisyon çalışmaları
içinde, özellikle 14/2/2007 tarihinde aldığı karar uyarınca,
Türkiye genelinde örnekleme yöntemiyle altmış ilde ortaöğretim
kurumlarında öğrenciler ile on dokuz ildeki çocuk infaz
kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlü çocuklarla ilgili
araştırma yapılmasına karar vermiş ve uygulamıştır.
Altmış ilde eğitim verilen
yaklaşık 1.500 rehber öğretmen, 261 okulda anket çalışmalarını
26 Şubat-2 Mart tarihleri arasında tamamlamıştır.
21/2/2007 tarihli toplantıda
alınan kararla da Ankara, İstanbul, İzmir, Trabzon, Kayseri,
Adana, Konya, Antalya, Mersin, Erzurum, Ağrı, Diyarbakır,
Gaziantep ve Elâzığ illerinde, komisyon üyesi milletvekillerinden
oluşan alt komisyonlar marifetiyle inceleme ve araştırmalarda
bulunmuştur.
5-6 Nisan 2007'de, Komisyonun yaptığı
çalışmaları ve anket sonuçlarını paylaşmak
ve fikir alışverişinde bulunmak amacıyla, İstanbul
Dolmabahçe Sarayı'nda bilim, sanat ve medya camiasından değişik
kesimlerle görüş ve önerilerini almak amacıyla bir araya
gelinmiş ve canlı yayın aracılığıyla
çalışmalar kamuoyuyla paylaşılmıştır.
05-06 tarihleri arasında, Bilkent
Otel'de Dünya Sağlık Örgütü danışmanlarıyla,
ilgili kamu kurumlarının üst düzey yöneticileriyle, teknik
personeli, akademisyenler ve bazı sivil toplum kuruluş
temsilcileriyle panel ve çalışma toplantıları
düzenlenmiştir.
Bu son toplantıda, dünyada çocuklarda
şiddetin önlenmesinde kabul edilen yaklaşımlar, sektörlerin
şiddet önleme programlarının uygulaması sırasında
karşılaştıkları sorunları tanımlamaları
ve çözüm önerisi geliştirmeleri ve sektörler arası iş
birliği için ortam oluşturulması amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, panel, çalışma
toplantısı ve beyin fırtınası yöntemleri uygulanmıştır.
Bir başka çalışma da
İstanbul özelinde şiddet ve suç eğilimi araştırma
çalışmasıdır. Bu çalışma da eğitim ve
öğretim çağlarında bulunan, ama eğitim ve öğretime
devam etmeyen gençlerle çalışan ve sokakta yaşayan çocuklarımızın
arasında yapılan çalışmalardır.
Diğer yandan komisyon çalışmaları
devam ederken
Sayın Başkanım, arkadaşlar
konuşuyorlar, dikkatim dağılıyor.
BAŞKAN - Arkadaşlar, dinleyelim
lütfen.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (Devamla) - Diğer yandan komisyon çalışmaları
devam ederken kurumlarla bilgi paylaşımları yapılmış,
raporda önerilen bir kısım hususlar da bu çalışma
süresi içinde hayata geçirilmiştir.
Basın, yapılan çalışmaları
yakından izleyerek toplumsal duyarlılığın
artmasına katkıda bulunmuş, basında 500'ün üzerinde
haber yapılmış, canlı yayınlar yapılmış,
çalışmadan çıkan mesajlar öğretmenlerimiz,
öğrencilerimiz ve kamuoyuyla paylaşılmaya çalışılmıştır.
Değerli meslektaşlarım,
komisyon üyesi arkadaşlarım ve bizimle çalışan
uzman arkadaşlarım, bir araştırma komisyonu olarak
gururla söyleyebiliriz ki, çalışma teknikleri ve izlenen
program açısından bu komisyon çalışmaları bir
sürü ilki gerçekleştirme şansına sahip olmuştur.
Dolmabahçe, Bilkent çalışmaları ve anket araştırma
çalışmaları bunlardan başlıcalarıdır.
Bu çalışmalarda bize destek veren Meclis Başkanı,
değerli bakanlarımız, grup başkan vekillerimiz
ve uzman arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Bu çalışmalar sonunda size
sunulan raporumuzda alınan ve işlenen konular: Birinci
bölümünde "Kuruluş ve Amaçları", ikinci bölümünde
"Şiddet ve Saldırganlık" konusu irdelenmiş,
Türkiye'de çocuk ve gençler arasında şiddetin görülme
sıklığını irdelerken özellikle dünyada ve ülkemizde
kullanılan tanımlar, şiddetin saldırganlık
dürtüsüyle ilişkisi, nedenleri, bireysel ilişkiler ve sosyal,
toplumsal etkenler araştırılmış, üçüncü bölümde
"Ulusal ve Uluslararası Mevzuat", dördüncü bölüm de
Türkiye'nin sosyo demografik yapısı, şiddetin ülkemizdeki
boyutu ve gençlerdeki şiddet eğilimlerini artıran nedenlerin
incelendiği bölümdür. Beşinci bölüm tutanaklardan özetleri
kapsamakta, altıncı bölüm ise kurum, kuruluş raporları,
tutanaklar, yapılan araştırmalar, panel ve çalıştay
sonuçları göz önüne alınarak "Sonuç ve Öneriler"
kısmını oluşturmaktadır.
Süremizin yetersizliği dolayısıyla
ancak başlıklarını verebileceğim çalışmaların
detaylarını raporda detaylı olarak bulma şansınız
vardır.
Ülkemizde genç nüfusumuzun
beş yaş grubuna kadar 7 milyon 864 bin, yüzde 10; altı-on
sekiz yaş grubunun 17 milyon, yüzde 24; on dokuz-yirmi beş
yaş grubunun 8 milyon 988 bin, yüzde 12 olduğu düşünüldüğünde,
hiçbir Batı ülkesiyle mukayese edilemeyecek derecede
şiddet eğilimine yönelik risk taşıyan genç nüfusumuz
olduğunu kabul etmeliyiz.
Birkaç devletin toplam nüfusuna
denk olan genç nüfusun oranı, ülke politikalarımızı
"genç nüfus" odaklı belirlemek zaruretini doğurmaktadır.
Başta eğitim, sağlık, kültürel ve ekonomik politikalar
olmak üzere, tüm politikalar "merkezî gençlik politikası"
oluşturularak yapılmalıdır.
Ortaöğretim kurumlarında
yapılan araştırmaların sonucunda gençler arasındaki
şiddet olaylarının boyutları ve etkileyen faktörleri
araştırıldığında gördüğümüz üzücü
bir sonuç vardır ki, şiddet algılamasının bozulmuş
olmasıdır. Zaman zaman, üzülerek söyleyeyim ki, Meclisimizde
de yaşanan şiddet olaylarının aslında kaynağında
şu yatmaktadır: Artık sert davranılması, kendisine
bağırılması, alay edilmesi, lakap takılması,
istenmediği hâlde kendisine olumsuz bir davranışta bulunulması,
kişiler tarafından şiddet olarak tanımlanmamaktadır.
Bu da şiddet davranışlarının normal olarak kabul
edilmesine neden olmakta, normal olan bu davranışlar toplumda
daha fazla kabul görerek yaygınlaşmaktadır.
Şiddet olaylarının
farklı algılanmaya başlaması, şiddetin türünü
ve dozunu da değiştirmektedir. Örneğin, tokattan yumruğa,
kesici aletten ateşli silah kullanmaya yönlenme ya da sözel
şiddetin yerine fiziksel şiddetin uygulanması gibi.
Uygulanan şiddet olaylarının
sayıca artmasının yanı sıra şiddet davranışları
hakkında farkındalığın azalmış olması,
şiddetin giderek büyüyen bir toplumsal sorun hâline geldiğini
göstermektedir.
Değerli arkadaşlarım,
şiddet diye bahsettiğimiz olayın hem manevi hem maddi
hepimize bir maliyeti vardır. Detaylı maliyet çalışmalarını
raporun içinde göreceğiniz gibi, ben sadece birkaç rakamla size
örnek vermek istiyorum: 2006 yılında yaklaşık 280
çocuk ve ergen şiddetle ilişkili suçlardan dolayı
eğitim evlerine konulmuştur. Bu çocukların devlete
bir aylık maliyeti 960 YTL'dir. Bu rakam sadece ceza infaz kurumu
maliyeti olup, içinde yargı maliyeti yoktur.
Şunu da paylaşmak isterim
ki, bugün okul için, eğitim için toplumdan aldığımız
bağışları, yarın hapishaneler için halktan almak
mümkün olmayacak, hatta hiç kimse şehrine hapishaneleri sokmak
istemeyecektir.
Diğer yandan, çocuklarımızı
şiddete iten nedenler arasında önce bir bireysel nedenlere
bakalım:
Çocuğun annesinin doğum
öncesi bakım almaması ve sağlıksız koşullarda
doğum yapması, doğum öncesi sorunlar ve doğum travmaları
beyin hasarına neden olabilmekte, bu da yaşam boyu kişilerin
şiddete maruz kalmalarına ya da şiddet davranışı
uygulamalarına,
Çocuğun cinsiyet, sayı
ve zamanlama açısından istenmeyen çocuk olması, çocuğa
yönelik şiddet davranışlarını artırdığı
gibi, çocuğun kişiliğinin şiddet davranışları
sergileyecek şekilde gelişmesine,
Okul başarısızlığı
olan çocuk ve gençlerin şiddete maruz kalmasına ve şiddet
içeren davranışlara daha fazla sahip olmalarına,
Okula devamsızlığı
olan gençlerin şiddet içeren ortamlarda bulunmasına, neden
olmaktadır.
Gençler, şiddet olan ortamlarda
bu davranışlarla baş etmeyi bilememekte ve kendileri
de şiddet davranışları sergilemeden sorunları
çözmede zorlanabilmektedirler. Gençlerin şiddet davranışları
yerine iletişim tekniklerini kullanarak sorun çözme becerilerinin
çok da yeterli olmadığı -büyüklerinde olmadığı
gibi- tespit edilmiştir.
Şiddet davranışlarıyla
karşılaştıkları zaman verdikleri tepkiler
ise şiddetle karşılık verme, kabullenme şeklindedir.
Bu durum, çocuk ve gençlerin az gelişmiş vicdan duygusu ve
olayları değerlendirme konusunda yetersiz olduğu
kendileri tarafından tanımlanmıştır.
Ailede şiddete neden olan durumların
başında kültürel yapısı gelmektedir. Şiddetin
kanıksandığı, eğitim ve problem çözme sanatı
olarak kullanıldığı ailelerde şiddet davranışları
daha sık görülmektedir.
Benzer şekilde çocuk sayısı
fazla olan ailelerde, kentlere göç eden ailelerde, aile ortamında
alkol ve madde kullanımıyla stres etkenlerinin olması,
ailenin toplumda kendini yalnız hissetmesi ve topluma yabancılaşması,
erken yaşta anne ve baba olan bireylerin yeterli yaşam deneyimine
sahip olmaması, aile içi geçimsizlik, çocukluğunda aile
içinde şiddet gören erişkinlerin daha fazla şiddet uygulamaları,
şiddet ortamlarında yetiştirilen çocuk ve gencin sorun
çözme becerisinin gelişememesine neden olmaktadır.
Çocuk ve gençlerin arkadaşlarından
çok etkilendikleri, karşılaştıkları sorunları
arkadaşlarıyla paylaşmayı tercih ettikleri, en
çok şiddeti arkadaşlarından gördükleri ve arkadaşlarına
gösterdikleri de yaptığımız araştırmaların
bir sonucu.
Şiddet algılarının
bozulması nedeniyle şiddet içeren davranışların
sık ve sürekli olması,
İletişim ve sorun çözme
tekniklerini bilmemesi,
Yardım alabileceği yetişkinler
konusunda yeterli bilgiye sahip olamaması,
Olumsuz arkadaş çevrelerinin
etkisi,
Duygusal arkadaşlıklarda
koruma ve kıskançlık içgüdülerinin ön plana çıkması,
Özellikle gençlik döneminde
"bir gruba ait olma" duygusunun yoğun olarak yaşanması,
Liderlik duygusunun şiddet
davranışlarıyla tatmin edilme isteği,
Şiddet davranışlarına
neden olmaktadır.
Çocuk ve gençlerin en yoğun ve
önemli ilişkileri aile ve arkadaşları olup en çok
şiddet davranışlarını bu ortamlarda yaşamaktadırlar.
Çocuk ve gençlere, aile ve arkadaş ilişkilerinde iletişim
becerilerinin doğru öğretilmemesi en önemli sorunlardan
birisidir.
Diğer yandan, küreselleşmenin,
toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı üzerindeki
olumsuz etkilerinden çocuğun korunamaması,
İnternet kafelerde ve sanal
ortamlarda yetişkinlerle olumsuz etkileşim içinde bulunması,
Medyada devamlı olarak yer
alan şiddet görüntüleri nedeniyle çocukların şiddet
görüntülerini kanıksamaları ve şiddet algılarının
değişmesi,
Çocuk ve gençlerin televizyon karakterlerinden
etkilenmeleri,
İşsizlik ve yoksulluğun
etkilerinden çocuk ve gençlerin korunamaması,
Sigara kullanımı, alkollü
içki içme ve madde kullanımı,
Çocuk ve gençlerin delici-kesici
alet, ateşli silah taşımaları ve çete üyesi olmaları,
Spor ve kültürel etkinliklere katılmamaları,
Gelecek kaygısının
had safhada olması ve büyüklerini kötü örnek alması,
Şiddet eğilimlerini belirlemektedir.
Tabii ki, bütün bu problemlere çözüm
bulabilmeniz için de iyi bir veri tabanına sahip olmanız
gerekiyor. Lakin, çalışmalarımız sırasında
üzülerek gördük ki, kurumların hepsinde ayrı ayrı bulunan
veriler birbirlerini tamamlayıcı ya da paralellik arz etmemektedir.
Çocuk ve gençlerde şiddet ile ilgili kayıtların birbiriyle
ilişkisinin olmaması, birleştirilememesi, toplam
çocuk sayısı üzerinden yorum yapılamamasına neden
olmaktadır. Bu nedenle, çocuk ve gençlerde şiddetin görülme
sıklığı ve ortaya çıkardığı sorunlar
hakkında karar verilmesini sağlayacak verilerin ve kayıtların
birbiriyle ilişkili olmaması önemli bir sorundur.
Üniversitelerin de bulundukları
şehirleri dahi inceleyip genç ve çocuklarıyla ilgili
problemleri kendilerine dert etmediği görülmüş ve maalesef
araştırmalarına rastlanamamıştır.
Diğer yandan, çocuk ve gençlere
yönelik, ülke genelinde ortak bir programın olmaması büyük
bir sorundur. Kamu ve sivil toplum kuruluşlarının yaptığı
çalışmaların hepsinin amacı, şiddetin önlenmesi
ve kontrolü şeklindedir. Ancak, ülke çapında ve tüm kurumları
içine alan, şiddetin nedenleriyle birlikte ortaya çıkmamasını
ve şiddet sonrası yapılması gerekenleri kapsayan
eş zamanlı bir program bulunmamaktadır.
Şiddet, pek çok riskli davranışlarla
beraber giden bir olgudur. Örneğin, silah taşıma, madde
kullanımı, çeteye üye olma. Bu da, ülkemizde çocuk ve gençlerle
birlikte çalışan bütün kamu kuruluşlarını
ve özel kuruluşları kapsayan, ortak bir amaç ve hedef grubu
olan bir programın eş güdüm içinde işlemediğini göstermektedir.
Şiddet programları, daha
çok şiddet olayları sonucunda çocukların tedavisi,
rehabilitasyonu ve şiddete maruz kalan ya da uygulayan çocukların
korunması şeklinde yapılandırılmış
olup, şiddet ortaya çıkmadan önce yapılanlar oldukça
yetersizdir.
Diğer yandan, yerel uygulamalarda
karşılaşılan sorunlar ve koordinasyon eksikliğine
baktığımızda:
İl ve ilçelerde çocuk ve gençlere
yönelik uygulanan programlar bakanlıklar tarafından koordine
edilmektedir. Bu da, programların yürütüldüğü alanda
sınırlı kalmasına neden olmaktadır. Örneğin,
sağlık, eğitim, emniyet ve benzeri alanlarda yapılan
çalışmalar sadece bu kuruluşun içinde il müdürlüğü
tarafından koordine edilmekte ve diğer ilgili kuruluşlarla
iletişim kurulmakta yeterli olmamaktadır. Bu koordinasyonun
il ve ilçe mülki idare amiri tarafından yapılması gerekmektedir.
Bu işleyişin yetersiz olduğu gözlenmiştir.
Ülkemizde kabul edilen uluslararası
ve ulusal mevzuat değerlendirildiğinde, mağdur, ihmal
ve istismar edilmiş, suça sürüklenen, şiddet eğiliminde
olan ve şiddete maruz kalan çocuk ve gençlerle ilgili hukuki düzenlemelerin
bu konudaki uluslararası düzenlemelerle paralellik arz eden
düzenlemeler olduğu, bu çerçeveden bakıldığında,
bu konudaki problemlerin yasal boşluk veya ihtiyaçtan değil,
mevcut ve yeterli olan yasaların yeni olması ve uygulayıcıların
uygulamayı yeterince yansıtamadığı, yani
etkin bir şekilde uygulanamamasından kaynaklanmaktadır.
Lakin, teknolojideki gelişmelerin
hızla geliştiği ve yaygınlaştığı
dünyamızda teknoloji ve bilim dalında, özellikle televizyon
ve İnternet ortamında çocuklar için zararlı olan yayınlarla
ilgili suçların düzenlenmesi ve koruyucu diğer denetim
mekanizmalarının oluşturulmasına yönelik yasal
düzenlemeler hızlı bir şekilde yapılmalı, günün
ihtiyaçlarına göre değiştirilmeli ve etkin bir
şekilde uygulanmalıdır.
Çocuk ve gençlerimizde şiddet
ortaya çıkmadan önce ve şiddet görüldükten sonra yapılması
gerekenlere ilişkin öneriler:
Komisyonun yaptığı
çalışmaların sonuçlarına göre, çocuk ve gençlerde
şiddetin ortaya çıkmadan önce önlenmesi için, bireylerin
doğum öncesinden itibaren olumlu yaşam tarzı geliştirmesi
açısından izlemeye alınması ve ilgili izlemenin
erişkinlik dönemine dek sürdürülmesi gerekmektedir.
Şiddetin kontrol altına alınabilmesi
için şiddet nedeni olabilecek etkenlerin erken döneminde belirlenebilmesi
ile şiddete karışmış çocuk ve gençlerin tedavi
ve rehabilitasyonu ulusal, ortak, sürdürülebilir ve kurumlar arası
mutlak eş güdüm dahilinde bir program olarak ele alınmalıdır.
Çocuk ve gençlerin kendini ifade
edebilme, stres ile başa çıkabilme, zor durumlarda karar verebilme
gibi yaşam becerilerinin geliştirilmesi,
Şiddet ile karşılaşan
çocuk ve gencin doğru tutum ve davranış sergileyebilmesi,
Yaşadığı fiziksel
ve sosyal çevrenin güvenli olması, şiddete maruz kalma ve
şiddet uygulama için risk altında olan çocuk ve gençlere erken
tanı konulması,
Şiddete maruz kalan ve
şiddet uygulayan çocuk ve gençler ile ailelerin tedavi ve rehabilite
edilmesi,
Gerekmektedir.
Çocukluk dönemleriyle, toplumsal
ve sosyal nedenlere ilişkin öneriler:
İstenilen bebek olmak, doğum
öncesi bakım almak ve sağlıklı koşullarda doğum
yapmak, çocuğun ileriki yaşlarda şiddet ile karşılaşmasını
azaltan etkenlerdir.
Bu durumda:
Anne ve babanın gebelik öncesinde
ebeveynliğe hazırlanma konusunda eğitim almaları,
Her gebeliğin isteyerek olmasının
sağlanması,
Her doğumun sağlıklı
koşullarda yapılması,
Önemlidir.
Okul öncesi döneme ilişkin
öneriler:
Özellikle erken bebeklik döneminden
itibaren ilk aylar içinde temel güven duygusu gelişmeye
başlamaktadır.
Bebeğin doğum sonrası
döneminde çıkan herhangi bir sağlık sorununun ivedilikle
tanı alması ve tedavisinin sağlanması ileriye
dönük sağlığı açısından çok önemlidir.
Yaşam becerilerinin gelişmesi
için kritik dönemin yakalanması:
Çocuklara bu becerilerin kazandırılabileceği
dönem esas olarak 0-8 yaş dönemidir. Bu tür eğitimler sağlık
personeli, aile danışmanlık merkezi ve medya tarafından
hazırlanacak eğitim programları ve okul öncesi
eğitim programı kapsamında Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından verilebilir. Lakin, okul öncesinin bu kadar önemli
olduğu günümüzde, bizim okul öncesi eğitim oranlarımızın
yüzde 25 olması, zaman zaman ekonomik, kültürel ve diğer değerlerimizi
kıyasladığımız Avrupa ülkelerinin ise okul
öncesi eğitimde neredeyse yüzde 80'in üzerinde bir tamamlamaya
geçmiş olduğunu hepinizin dikkatine sunmak isterim.
Okul dönemine ilişkin önerilerimiz:
Eğitim ve sosyal hizmet alanlarında
hizmet sunumu sırasında kullanılması, uygulanan
programların izlemi ve değerlendirilmesinin sağlanması
gerekmektedir.
Okullarda bu sorunlar ile uğraşacak
psikolojik danışman sayısı artırılmalıdır.
Okula başlamadan önce dikkat
eksikliği ve hiperaktivite gibi durumların tanınması
amacıyla ölçekler de eklenmelidir.
Rehberlik servisleri, çocukların
cezalandırıldıklarında öğretmenleri tarafından
gönderilecekleri yer olmaktan kurtarılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (Devamla) - Sayın Başkanım, raporumu bitireyim
lütfen.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (Devamla) - Sınıf ve branş öğretmenlerinin
bu konuda mutlaka eğitim alması gerekmektedir.
Okula devamsızlığın
önlenmesi ve takibi,
Okul başarısızlığının
izlenmesi ve desteklenmesi,
Şiddet öyküsü olan çocuk ve
gençlerin tespiti ve psikososyal yönden desteklenmesi,
Sigara, alkol ve alkol dışı
madde kullanımının azaltılması,
Madde kullanımının
engellenmesi için zaten var olan Emniyet Genel Müdürlüğünün çalışmalarının
daha etkin hâle getirilmesi,
Silah taşıma ve çete üyesi
olmanın azaltılması,
Gençlerin silaha ulaşmalarının
engellenmesi, toplumda genel olarak silaha ulaşmayla ilgili
yasal durumun güçleştirilmesiyle sağlanabilir diye düşünüyoruz.
Toplumdaki bireylerin silah sahibi
olmalarının azaltılması, gençlerin silaha
ulaşmasını sınırlandıracaktır.
Okullarda çeteleşme eğilimi
olan çocuk ve gençlerin rehberlik hizmetleri tarafından yakın
izleme alınması ve çete üyesi olan çocuk ve gençlerin ise bu
tür olaylardan uzaklaşması,
Çeteye ya da bazı olumsuz gruplara
üye olan çocuk ve gençlerin olumlu davranış gösteren çocuklardan
oluşan gruplara entegre edilmeleri,
Kumar ve şans oyunu oynama konusunda
çocukların takip edilmeleri,
Kontrolsüz İnternet kullanımının
azaltılması,
Çok önemlidir.
Aileler, çocuk ve gençlerin
İnternet kafelerde sınırlı bir süre kalmalarını
sağlamalıdır.
İnternet kafe işletmecilerinin
çocuk ve gençlerin şiddet içeren oyunlardan etkilenebilecekleri
konusunda duyarlılıkları artırılmalıdır.
Okullarda, çocuk ve halk kütüphanelerinde
ve halk eğitim merkezlerinde kontrollü İnternet odaları
ve güvenli İnternet kullanım olanaklarının artırılması
sağlanmalıdır.
Güvenli ortamın sağlanması,
çocukta şiddetin en fazla arkadaşlar arasında olduğunu
düşündüğümüzde, gençler açısından çok önem taşımaktadır.
Ailelerin çocuklarının
olumlu davranışlara sahip olan arkadaş seçiminde onlara
destek vermeleri,
Okulda eğiticilerin olumlu
arkadaş ilişkileri konusunda çocuk ve gençlere rehberlik
yapması,
"Toplum destekli polis,"
anlayışının yaygınlaştırılması,
Gerekmektedir.
Çocuk ve gençlerde sağlıklı
yaşam tarzının geliştirilmesi:
Şunu söylemek isterim ki değerli
meslektaşlarım, buradaki konuşmalarımızda
da, zaman zaman basından izlediğimizde de, çocuklarımızın
şiddete karşı eğitimlerinin sadece okul çatısı
altında olduğunu düşünmek veya konuşmak çok anlamlı
gelmemektedir. Bu ülkenin Kültür Bakanlığı, spor ve
gençlikten sorumlu Devlet Bakanlığı ve ilgili kurumları
ve buna benzer, çocuğun ve ailenin direkt hayatını ilgilendiren
bir sürü faaliyet alanları vardır.
Çocuk ve genç dediğimiz zaman,
sadece bunların millî eğitim çatısı altında
çözüleceğini düşünmek, sanıyorum çok kolaycılık
olmaktadır. Onun için, çocuk ve gençlerimizin sağlıklı
yaşam tarzının geliştirilmesi, onların hayatla
buluşturulması, özellikle spor yapmanın çocukların
şiddet eğilimlerini azaltan bir unsur olduğunu düşündüğümüzde,
gençlik ve spor il müdürlüklerine çok fazla görev düşmektedir.
Kültür Bakanlığının, kültür etkinlikleriyle çocukların
boş vakitlerini etkin olarak kullanma ve değerlendirmesi,
daha aktif bir görev alması gerekmektedir.
Yaşam becerilerinin geliştirilmesi
konusunda, evde aile başta olmak üzere, yine, dediğimiz
gibi, spor ve gençlik il müdürlükleri ile Kültür Bakanlığının,
değişik senaryolar, oyunlar ve diziler içinde çocukların
yaşam becerilerinin geliştirilmesine destek olmaları,
Öğretmenler, rehberlik servisleri,
okul yöneticilerinin, ailelerle ortak çalışma ortamlarının
oluşturulması, aile eğitimlerinin yapılması,
Gerekmektedir.
Toplumsal ve sosyal nedenlere
ilişkin önerilerimiz ise:
Toplumsal eşitsizliği
azaltmaya yönelik politika ve uygulamaların olması,
Büyük şehirlerde sosyal yardım
yapan kurumlar arasındaki iletişim eksikliği, bazı
kesimlerin mağdur olmasına, bazı kesimlerin ise bu
yardımları, suistimal ederek zengin olmasına neden
olmaktadır.
Sosyal yardım politikalarının,
göç edenleri kendi şehirlerine dönmeleri ve yaşam
şartlarının kendi şehirlerinde yükseltilmesi
için teşvik programlarının geliştirilmesi,
Göç edenler için belediyeler, kaymakamlıklar
tarafından, şehre göç eden, özellikle genç çocuklarda
şehre uyum programlarının geliştirilmesi,
Kültür Bakanlığı ve
yerel yönetimlerin, göç edenlerin şehir kimliğini benimsemelerinde
yardımcı olmaları,
Çocukların kişilik gelişimlerine
destek olacak sosyal faaliyet alanlarının oluşumunda
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, belediyeler ve Kültür Bakanlığı,
ilgili müdürlüklerin iş birliği içinde sosyal sorumluluk
projeleri uygulamalarının artırılması,
Medyanın, özellikle okul öncesi
eğitimi destekleyen kampanyaların etkin ve sürdürülebilir
hâlde kurumsallaşarak sürekliliği,
Kadının ekonomik bağımsızlık
kazanmasının teşvik edilmesi, çocuğun ruhsal ve
kişisel gelişme açısından çok büyük önem taşımaktadır.
Çocuk ve gençlerin televizyon
programlarını yoğun olarak izledikleri görülmektedir.
Televizyonun çok seyredilmesiyle bazı şiddet türleri
arasında ilişki bulunmuştur.
Çocuk ve gençlerin seyrettikleri programların
olumlu değerleri ve davranışları içeren mesajlar
içermesine dikkat edilmeli, çocuk ve gençlerin seyrettikleri program
içinde "şiddet", "riskli davranışlar",
"silah taşıma", "çeteleşme" gibi olayların
olmamasına dikkat edilmeli, bu tür davranışların
sorun çözme davranışı olarak sergilenmesi veya olumlu
biçimde algılanmasının önüne geçilmelidir.
Ergenlikle ilgili yayınların
televizyonda izlenebilir saatlerde yayınlanması,
şiddetin sonuçları ve kaybettirdikleri hakkında aileler,
çocuklar ve öğretmenler başta olmak üzere her kesimin bilinçlendirilmesi,
bu konuda medyanın sosyal sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.
Şiddet içerikli haber ve mesajların
devamlı görünür kılınması çocuk ve gençleri
şiddete karşı duyarsız kılacağı
için, bu tür mesajların, doğuracağı sonuçlar
açısından titizlikle irdelenmesi gerekmektedir.
Toplumdaki demokrasi, saygı,
sevgi, hoşgörü ve benzeri değerlerin geliştirilmesi:
Çocuk ve gençlerin okullarda spor
ve kültürel etkinlikler sırasında karşılıklı
etkileşimde bulunarak demokrasi kültürünün geliştirilmesi
sağlanmalıdır.
Millî ve manevi değerler kültür
faaliyetlerimizde, davranış biçimlerimizde kendini bulmalı,
çocuk ve gençlerimiz bu rolleri model almalıdır. Bunun
için de Kültür Bakanlığı, genç amatör tiyatro gruplarının
özellikle bu eğilimleri engelleyen ve gencin yüreğini ve
heyecanını olumlu kullanmasını sağlayan
oyun ve senaryolara destek vermelidir.
Başta illerin ticaret ve sanayi
odalarıyla, diğer sivil toplum kuruluşları yerel
olarak genç ve çocukları şiddetten uzaklaştıran
kültürel faaliyet konusunda daha aktif olmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı,
çocuk ve gençlere yönelik değerler eğitiminde Kültür Bakanlığıyla
iş birliğinde daha aktif olmalıdır.
Çocuk ve gençlerin toplumda farklı
koşullarda olan kişilerle iletişim kurması
sağlanmalı, paylaşım duyguları geliştirilmelidir.
(Çocukların yaşlılarla beraber çeşitli sosyal faaliyetlerde
bulunmaları gibi.) Bu etkinlikler, okullar, sosyal hizmetler,
sivil toplum kuruluşları tarafından ortak organize
edilebilir.
Şiddet, suç eğilimi, sadece
güvenlik önlemleri ve ceza ile önüne geçilebilecek bir sonuç değildir.
BAŞKAN - Efendim, konuşmanızı
toparlar mısınız.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (Devamla) - Her bireyin vicdan polisini oluşturacak
kültür ve eğitim seferberliğimiz olmalıdır.
Ortaöğretime devam eden çocuk
ve gençlerin yüzde 72'si millî değerlere hakaret edildiğinde
şiddet uygulayabileceğini belirtmektedir. Toplum liderleri,
biz siyaset yapanlar, toplumun ortak değerlerini, çocuk ve
gençleri şiddete yöneltecek şekilde tahrik unsuru olarak
söylevlerinde kullanmamalıdırlar.
Veri toplama sistemi ve araştırmalarında
TÜİK, bütün kurumlar arasında ortak bir sorumluluk almalı
ve devam ettirmelidir.
Bütün bunlarla konuşmayı
bitirmek zorunda olduğum için, kalan kısmı kısaca
paylaşmak isterim:
Çocuk ve gençlerde şiddet ortaya
çıkmadan önce ve şiddet ortaya çıktıktan sonra yapılan
müdahalelerde, ulusal ve yerel düzeyde koordinasyonla ilgili sorunlar
ön plana çıkmaktadır. Bu bölümde organizasyona ilişkin
önerilere yer verilmiştir. Sağlık Bakanlığı,
Millî Eğitim Bakanlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
İçişleri Bakanlığı, Aile Araştırma
Kurumu, Millî Savunma Bakanlığı, Maliye, DPT, TÜİK,
üniversiteler, medya, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, sivil toplum,
belediyeler, Kültür Bakanlığı şiddetin önlenmesi
konusunda hızlı bir şekilde eş güdüm içinde bir çalışma
yapmalıdırlar.
Ülkenin bütün çocuk ve genç nüfusuna
ulaşmayı hedefleyen ulusal çocuk ve gençlik politikasını
oluşturacak ve bu politika doğrultusunda programlar geliştirecek,
bakanlıklar ve diğer kamu kurum, kuruluşlarının
çocuk ve gençlik programlarını ve sorumluluk alanlarını
net olarak belirleyecek, özel ve sivil toplum kuruluşlarının
destek ve katılımlarını program dâhilinde koordinasyonunu
sağlayacak, uygulamaları izleyecek merkezî bir yapılanmaya
çok acil ihtiyaç vardır. Bu merkezî yapılanma modeli bir bakanlık
şeklinde ya da mevcut olan bakanlıkların eş güdüm
koordinasyonu ya da sektörler arası çocuk kurulu gibi, hâlen
yürürlükte olan sektörler arası bir kurul şeklinde yapılandırılabilir.
Çocuk ve gençlere yönelik bakanlık
programları, merkez teşkilatı tarafından yapılmaktadır.
Kararların alınması ve uygulanması sırasında
taşra teşkilatı çalışanlarının da
katılımları, program oluşturma aşamasında
sağlanmalıdır. Ancak, her zaman merkez teşkilatı
tarafından oluşturulan programlar, sahada karşılaşılan
sorunları tam olarak karşılayamamaktadır. Örneğin,
bazı şehirlerde göçle gelen sorunlar şiddetin temel
nedenleri arasında yer alırken, başka bir şehirde
aile yapısı farklı bir belirleyici olabilmektedir.
Bu nedenle, çocuk ve gençlere yönelik şiddetin önlenmesinde
izlenecek programların belirlenmesi için taşra teşkilatlarının
görüşleri alınmalıdır. Merkez teşkilatı
tarafından oluşturulan programın taşra teşkilatı
tarafından uygulanması sırasında, taşra
teşkilatı yerel önceliklere göre programda farklı öncelikleri
gündeme getirebilmelidir. İl ve ilçe düzeyinde ülke programlarının
uygulanmasında vali ve kaymakamlara çok büyük sorumluluklar
düştüğüne inanıyoruz.
Sayın Başkanım, izin
verirseniz, genç ve çocukların kendileri ile ilgili ifadelerini
tamamlamak isteriz. Çünkü bütün yöneticilere, genç ve çocukları
bu kadar nüfus yoğunluğu olan bir ülkede lütfen karar mekanizmalarında
bulundurun dedik. Biz de aynı şeyi gençlerimize sorduk ve
gençler kendileriyle ilgili hem nedenlerini hem sonuçlarını
hem de çözüm önerilerini yaptılar. İki dakikada, buna izin
verirseniz, tamamlamak istiyorum.
BAŞKAN - Efendim, süremizi
çok aştık. Lütfen
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (Devamla) - Tamamlıyorum.
Çocuk ve gençler konuşurken
ve yazarken herkese yaptığımız öneriye biz de uyduk
ve gençlerin şiddete ilişkin nedenler ve çözüm önerileri
konusundaki görüşlerini ayrı bir başlık altına
alarak sizlere sunduk.
Çocuk ve gençler:
Yaşanılan ortamın
yeterli güvenli olmadığını, ahlaki değerlerin
önemsenmemesini, toplumdaki insanlardan acımasız olanlara
daha çok saygı gösterilmesi ve dinî değerlerin ihmal edilmesini
toplumda şiddete yol açan nedenler olarak sıralamışlardır.
Aile içi eğitimin yetersiz olması,
anne ve babaların öfkeli davranışlar sergilemesi,
ailenin maddi durumunun kötü olması, ailelerin çocuklarını
sevmemesinin şiddete yol açtığını bildirmişlerdir.
Okuldaki eğitimin yetersiz
olması ve okulda örnek alınan kişilerin şiddet içeren
davranışlarının sorun yarattığını
düşünmektedirler.
Televizyon film kahramanları
gibi güçlü olma isteğinin şiddet nedeni olduğu belirtilmektedir.
Gençler, adalet duygusunun güçlendirilmesini,
şiddete maruz kalmanın engellenmesini, devlet büyüklerinin,
yöneticilerin ve önemli kişilerin iyi örnek olmasını,
vicdan ve insaf gibi duyguların güçlendirilmesini ilk üç önerme
olarak belirlemişlerdir.
Gençler toplumsal değerlerle
ilgili konular arasında acıma, şefkat ve merhamet duygularının
güçlendirilmesi, yardımseverlik ve fedakârlığın
teşvik edilmesi, dürüstlüğün ve sözünde durmanın özendirilmesi
ve topluma karşı utanma duygusunun güçlendirilmesini
önemsemektedirler.
Toplumsal anlayışın
yerleştirilmesine ilişkin olarak "başkalarının
haklarına saygı göstermek", "kısa yoldan köşe
dönme anlayışından uzaklaşma", "toplumsal
çıkarları önemsemek", "amaca ulaşmak için her
yolun denenmesi anlayışından vazgeçilmesi",
"başkasının durumundan etkilenmemeyi öneren yaklaşımlardan
vazgeçmek" önermelerine katılmışlardır.
Meclisimizde, bir daha, yüksek
sesle konuşmanın olmaması, yumruklaşmanın
olmaması dileğiyle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Katkılarınızdan dolayı,
hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın İncekara.
Komisyon Başkanımız,
bize, bu konudaki çalışmalar hakkında çok geniş
bilgi verdiler. Teşekkür ederim.
Anavatan Partisi Grubu adına,
Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
buyurun efendim. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Komisyon Başkanı gerekli
bilgiyi verdi. Bu rapor da aşağı yukarı 500 sayfalık
bir rapor. Bu 500 sayfalık raporda emeği geçen kurum ve kuruluşlara,
bakanlıklara, sevgili Komisyon üyesi arkadaşlarımın
hepsine teşekkür ediyorum.
Burada, gaye, ülkemizin gençlerini
iyi yetiştirebilmek, şiddetten alıkoyabilmek, onları
ülkeye birer vatansever insan olarak yetiştirmek için uğraş
vermek. Raporun temeli de bu, bizim isteğimiz de bu. Ama, kusura
bakmazsanız, 20-25 milyon gencimizi ilgilendiren bir konuda,
geleceğimizi ilgilendiren bir konuda, sevgili milletvekili
arkadaşlarım bu salonda olsalardı çok daha iyi olurdu
diye düşünüyorum. Çünkü, sorun, şahsımızın
sorunu değil, sorun, ülkemizin sorunu, sorun, geleceğimizin
sorunu diye düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlarım,
biliyorsunuz, her şey aileden başlar. Ailede şiddeti
de öğrenir çocuk, iyiyi ve kötüyü aileden alır. Sadece onunla
değil, sonra, komşu çocuklarından, komşudan, yaşam
ortamından alır, okuldan alır. Hele hele okulda, öğretmenlerinin
söylediği her laf, yeni yetişen çocuk için bir değişmez
kanundur. Yani, çocuklarımız, okulda öğrendiklerini
daima hatırlar. Bana ilköğretimde okutulan dersleri, hocalarımı
Kendim hoca olmama rağmen zamanında, o hocam, ilkokul hocam
karşıma geldiğinde, ben, yakamı kilitleyip, büyük
bir saygıyla onu karşılamışımdır. Yani,
ortaöğretim, ilköğretim çok mühimdir.
Evet, aileden bahsettim. Ailede
niçin şiddet olur? Ailede şiddetin en önemli nedenlerinden
birisi ekonomik sorundur. İkinci sorun veya birinci sorun
eğitimdir, ama, eğitimi almasına rağmen, eğer
o ailenin ekonomik sorunları var ise o ailede şiddet vardır,
tartışma vardır, kavga vardır. Ailelerin çocuklarının
yanında birbirlerine karşı sözle dahi olsa sert muamele
etmemeleri lazımdır diye düşünüyorum. Sonra, aileden
çıktıktan sonra, çocuk ailede anne-babasından gördüğü
tartışmayı, kavgayı okula taşır, çevreye
taşır, okulda kendini ispat etmeye çalışır.
İşte, bugünkü, okullarda olan şiddetin temelinde yatan
ailedir, ekonomik sorundur. Evet, okulda hangi tarafa giderseniz
gidin etrafımız şiddet dolu.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Burası da öyle!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Televizyonu açın, çocukların yüzde 21'i
şiddet filmi seyrediyor, yani 40'a kadar gidiyor bu. Her türlü
şiddeti televizyonda görüyor, etrafta görüyor, sonra okullarda
çeteleşmeler başlıyor, kendini üstün hissetme hissine
kapılıyor. Keşke benim gençlerim, sevgili kardeşlerim
kendini efendilikle üstün göstermeye çalışsalar, keşke
eğitimleriyle üstün görünmeye çalışsalar. Ama, yine
de bunun altında yatan birtakım sebepler var. İşte
bu sebeplerden birkaçı, aile, okul, çevre. Bunları hep birlikte
düşündüğünüzde, şiddeti hep birlikte önlemek mecburiyetindeyiz.
Kim yapacak bunu? Biz yapacağız. Televizyonlarda televoleleri
gösteriyorlar her gün. Ee, ne olur biraz da eğitim yapsalar, ne
olur bu televizyonlarda sadece bu televole kültürünü göstereceğine
ilim adamlarını da gösterseler, başarılı ilim
adamlarını da gösterseler. Başarılı ilim adamlarını,
örnek adamları gösterseler de, benim gençliğim, "Ben de
okursam böyle bir ilim adamı olacağım, ben de okursam böyle
başarılı bir insan olacağım." dese daha
iyi değil mi acaba? Şimdi, bizim gençlerimiz -hani ataların
bir sözü var ya- "Bu memlekette ya topçu olacaksın ya popçu."
diyor. Ee, tabii öyle olur. Çocuklar onu görüyor doğar doğmaz.
Televizyonlarda onu görüyor, medyada onu görüyor, ben nasıl
medyatik olacağım diye onu düşünüyor.
Siyasetçiler de böyle değil
mi? Siyasete adım atan, siyasete tabandan başlamayan, halkın
içinden gelmeyen adamlara bakınız. Hepimizin siyaset kurumlarında
aradığımız medyatik adamlar. Ben onlara, kusura
bakmayın, biraz aradığımız şeye "Televole
adamlarını arıyoruz." diyorum. Olmaz böyle
şey, olmaz böyle şey. Ama, oluyor Türkiye'de. Türkiye'de kim
gazeteye çok çıkmışsa, o birinci sınıf adam
oluyor Türkiye'de. Yanlışım varsa söyleyin. Yanlışa
yanlış diyelim, doğruya da doğru diyeceğim
ben.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Senin
konuştuğun hep doğru zaten.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Şimdi, bu suçlardan nasıl kurtulacağız?
Bir: Ekonomik sorunumuzu halletmemiz
lazım ülke olarak.
İki: Okullarda çocuklara,
ders çalışmıyor diye "Sen haylazsın, sen
işe yaramazsın." diyeceğine, öğretmen olarak,
"Oğlum, kızım, senin derdin nedir? Sen niye ders çalışmıyorsun?"
Onu bir incelerse, onu incelediğimizde, bakacaksınız
ki, kötü insan yoktur. Kötü insanı toplum yaratır. Eğer
onu devamlı iterseniz, kötü insan olur; eğer topluma çekerseniz,
eğer ona iyi yol göstermeye çalışırsanız, o iyi
insan olur. İnsanlar doğarken kötü olmaz, böyle bir şey
yoktur. İnsanlar doğarken şiddetle doğmaz, şiddet
adamı doğmaz. Ama, sen evinde şiddet görürsen, okulda
şiddet görürsen, çevrende şiddet görürsen, sen de bu şiddete
maruz kaldığın için, şiddeti şiddetle önlemeye
kalkarsın.
Hep biz söyleriz Türk milleti olarak,
Avrupa'da, Avrupa insanlarına bir şey söylediğinizde
Çok amiyane bir tabirle, hani, çok söylerler: "Avrupalının
yüzüne tükürsen, 'teşekkür ederim' der." Avrupalının,
acaba, bu şekilde, senin kaba kuvvetine böyle gülerek cevap
vermesi, onun senden korktuğunu veya onun senden kültürsüz olduğunu
mu gösteriyor? "Bu cahildir, buna uymayayım." mı
diyor?
İşte, eğitim budur;
eğitim, insanları kötü şeylerden alıkoyar, ama, dediğim
gibi, ekonomik sorunu olunca, evde her akşam kavga olunca, çocuk
orada kavgaya katılır, kavgayı dinler. Zaten, anne-baba
"Sen niye ders çalışmadın?" dediğinde,
"Sen işe yaramazsın." dediğinde o çocuk itilir.
Evden itilen çocuk, okuldan itilir; okuldan itilen çocuk, çevreden
itilir ve kendini ispat etme eğilimine kapılır, bu ispatı
da kaba kuvvete döker. "Ben zaten bir işe yaramıyorum,
ben bugüne kadar hiçbir işe yaramadım, yaramayacağım
da bellidir, ben olsam ne olur, olmasam ne olur." der sorarsanız.
Bu sokaktaki insanlara, sokakta yaşayanlara bakınız,
o haylaz çocukların bir durumuna bakınız.
Niye arkadaşlarım bunları
anlatıyorum? Niye, tutup ben de, burada raporu gereği kadar
okumak istemiyorum? Rapor belli zaten, beş yüz sayfa yazılmış.
Beş yüz sayfayı, Sevgili Komisyon Başkanı arkadaşım
da yarım saat anlattı, bunlardan bir şey aldık ama,
ben de biraz hayattan böyle getireyim de, belki birkaç tanesi toplumun
zihninde kalırsa, birkaç çocuğu okuldan kurtarırsam,
yani okulun dışına itmezsem, şiddetten alıkoyarsam,
bir insanı şiddetten alıkoyarsam, kendimi mutlu hissederim,
onun için söylüyorum.
Öğretmenlere çok şey
düşmektedir. Evet, tabii, öğretmenlere çok şey düşüyor
da, biz öğretmenlere ne yapıyoruz acaba? Öğretmenler
Günü'nde, kürsüye çıkıp, fırsat bulabilirsek, "Eli
öpülesi öğretmenimiz, hocamız." diye bağırırız,
"Her şeyi bize öğretmenler öğretti." deriz. Mühendis
oluruz, mimar oluruz, doktor oluruz, hukukçu oluruz. "Sağ olsun
öğretmenler." deriz. Yani, bu öğretmenler nasıl yaşıyor,
nasıl geçiniyor? Avrupa ülkelerindeki öğretmenlerin yaşam
standartları ile Amerika'da yaşayan öğretmenlerin yaşam
standartları ile onları acaba hiç karşılaştırdık
mı?
Sayın Bakan, bunlar sana ait,
bana değil. Size ait. Özür diliyorum "sana" dedim, size
ait. Sizin yapmanız lazım gelen şey, eğer, mademki,
her şey eğitimden geçiyorsa, Millî Eğitim Bakanı
olarak Bakanlar Kurulunda -600 bin öğretmenin- masaya elinizi,
yumruğunuzu vurup "Bu öğretmenlerin özlük haklarından
yaşam şartlarına, her türlü şartlarını
iyileştirmek benim görevim" diye, orada tartışıp
ve onların hakkını alman lazım diye düşünüyorum.
Ne? Türkiye'nin değil dünyanın
en büyük sorunu eğitim, sağlık. Sağlık Bakanı
da aynı şeyi yapacak, Millî Eğitim Bakanı da aynı
şeyi yapacak; insanı yaşatmak için Sağlık Bakanı
aynı şeyi yapacak. İnsanı cahil bırakmamak
için, Millî Eğitim Bakanının, o 23 bakanın içinde
farkı fark olması lazım. Ee, bir insanın da yaptıkları
neyle belli olur? Gösterdiği imkânlarla olur, verdiği
imkânlarla.
Şimdi Sayın Bakan, tabii,
buraya gelip bana diyecek ki: "Yani, Türkiye'nin şartları
budur, ona göre yapıyoruz." Ama, Türkiye'nin şartları
da 73 milyonun geliri, 73 milyonun eğitimi, 73 milyonun geleceği
eğitime bağlıdır.
Beni kolay kolay kavga ettiremezsiniz.
Bir gün laf attığımı gördünüz mü? Ha, burada laf
atanların hepsi eğitimsiz mi? Hayır, ama görmüş laf
atmayı, sevmiş, o da öğrenmiş etrafından. Ben
okulda da atmadım hiç; ilkokuldan beri ben laf atmasını
hiç bilmem, yüzüm kızarır benim. Bana öyle öğrettiler.
Ee, bana öğreten öğretmen, demek ki, işte eli öpülesi
öğretmenlerden bir tanesiymiş; aç ve susuz çalışmasına
rağmen, bize öyle eğitim verdi.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
İlkokulda Meclis mi vardı Muzaffer ağabey?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ee, şimdi? Şimdi geliyoruz, 600 bin öğretmen
var. Şimdi, öğretmen, evine giderken veya okula giderken çocuğunun
kitap parasını düşünüyorsa, evine götüreceği
ekmek parasını düşünüyorsa, kirasını düşünüyorsa,
Mehmet Ağa'nın oğlu niye ilgilendirsin onu, Fatma teyzenin
kızı niye ilgilendirsin onu? İşte, böyle ilgilendiriyor.
İlgilendirme bu kadar, ilgi bu kadar, eğitim böyle olur.
Okul bahçelerine gelelim: Okul
bahçelerinde polisler ne iş yapar? Böyle, arada bir geçer devriye;
ondan sonra o fırsatçılar, bally'ciler, extacy'ciler,
uyuşturucu satanın her çeşidi okul bahçelerinde çocukları
zehirlemek için oradalar. Onu ben korumayacağım ki
O
şeyi ben almayacağım ki
Millî Eğitim Bakanı,
İçişleri Bakanına soracak "Kardeşim, senin
polisin, benim çocuklarımı zehirletemez." diyecek.
"Benim çocuklarımı zehirlettirme hakkı yoktur."
Onun için, her okulun kapısında en az 2 tane polis olacak, dolaşacak.
Öyle bir şey yok. Öyle gelip kırmızı plakayı takıp,
bakan olmak kolay. Asıl mesele, bu insanlarımızın
hayat şartlarını, standartlarını, eğitimlerini,
sağlıklarını, huzurevlerini
Yani, sadece
Sağlık Bakanı ile Millî Eğitim Bakanı değil
burada, devlet bakanı da bakacak. Orada neler yaşanıyor,
görecek, gidecek
Zamanında rahmetli bir bakan vardı,
"jet bakan", Vedat Ali Özkan, nur içinde yatsın. "Ne
zaman geleceği belli değil." diyordu doktorlar. Bu bakanın
ne zaman hastaneye geleceği belli değildi. Herkes teyakkuz
halindeydi. Ama tekrar söylüyorum, nur içinde yatsın, öyle
Sağlık Bakanı istiyorum. Her tarafta diyor
"İlaçlar bedava, doktor bedava." Nerede bu Sağlık
Bakanı, onu anlamıyorum, nerede bedavaymış, onu
bir göreceğim! Sekiz aydır devlete hizmet eden hiçbir kurum
parasını almıyor, geriye dönmedi. Nerede bu Bakan,
ne iş yapar? Ama sorduğunuzda, buraya çıktığında
"Üniversite hastaneleri de bedava, gidebilirsin
" Yeni
bir kanun çıkardı, tekrar tamim yayınladı,
"Sevksiz de gidebilirsin
" Bakarlarsa gidersin! Bakarlarsa
gidersin! Oraya gittiğinde, hemen benim vatandaşıma
"Sadece senin muayene ücretin bedava, devlet tarafından
karşılanıyor, diğerlerinin parasını
alırız." diyor. Bunları görmüyor mu Bakan? Nasıl
görecek? Zaten pişman oldu herkes, özel teşebbüsün hepsi
pişman. Verdi elini özel teşebbüs, bakanlıklardan kolunu
alamıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ne Maliye Bakanı duyuyor, ne Sağlık Bakanı
duyuyor, ne Çalışma Bakanı duyuyor. Elli kere söyledik,
üniversitelerin hâline bir bakınız bakalım, özel hastanelere
bir bakınız. Ee, ben mi ilgileneceğim bu Türkiye'nin
sağlığıyla? Hayır, Sağlık Bakanı
ilgilenecek. Ben mi ilgileneceğim Türkiye'nin eğitimiyle?
Eğitim Bakanı ilgilenecek.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Hangi
birisiyle ilgileneceksin?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani, hangisiyle ilgileneceksin?
Ben mi ilgileneceğim Çocuk
Esirgeme Kurumunda olan olaylarla? Niye Bakan yaptık, niye Bakan
yapıldınız, niçin Bakan oldunuz? Mademki Bakan oldunuz
"Biz, bu işleri düzelteceğiz." diye buradasınız
İktidarın da görevi budur. Ama, iktidar geliyor... Ben bugün
Sayın Başbakanı dinledim "Yani, borç niye olmasın"
dedi. Ya, şaşırdım. "Dünyanın en borçlu ülkesi
Amerika" dedi, 10 trilyon dolar borcu varmış, sonra Japonya'ymış,
sonra da Almanya. Ee, onları buraya getir de o yaşam
şartlarını buraya getir de ben de yapayım o borcu.
Siz, daha vatandaşın alacağını ödeyemiyorsunuz,
devletler arası, borçtan vazgeçtim. Mesela, Sayın Başbakan
bir de şunu dedi: "Borcu azalttık." 22 milyar IMF'ye
borcumuzu 9 milyar borca indirmişiz.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Hocam, şiddetle ilişkisine
gelelim.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani, yani
O, beni ilgilendiren bir şey.
Yani, şunu söylüyorum: Bu
şiddeti önlemenin en güzel şeylerinden birisi, kurum ve
kuruluşların
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu,
ek süreniz bitti. Açıyorum, konuşmanızı tamamlayın.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) -
koordineli bir şekilde bakanlıklar arası
ciddi bir komisyon kurulması lazım. Bu ülkenin geleceği
gençlerimize teslim edileceğine göre, Atatürk onlara teslim
ettiğine göre, biz de, Atatürk'ün vasiyeti üzerine, bu gençlerimizi
-ülkemizin geleceğini gençlerimize teslim edeceğimize
göre- sokaktan kurtaralım, şiddetten ari yapalım, onları
ülkemize yarayışlı birer insan olarak topluma kazandıralım
diyorum.
Hepinize, saygılar ve sevgiler
sunuyorum. Hoşça kalınız efendim. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kurtulmuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE
(Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen
olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla 14/12/2007 tarihinde kurulan
Meclis araştırması komisyonunun raporu hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklayacağım.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum
tabii ki: Beş yüz sayfalık bir rapor, dün saat 17.00 itibarıyla
dağıtıldı. Komisyon üyesi arkadaşlarımız
hariç, hiçbir milletvekilinin bu Komisyon raporuna bakma şansı
olmamıştır.
Bir diğeri, seçim ortamının
ve ulusal düzeydeki gelişen bazı olayların olduğu
bir dönemde bu raporun tartışılıyor olması,
kamuoyunu etkileme gücünü aşağıya çekmiştir. Yani,
araştırma komisyonu raporlarının yürütme üzerinde
belirleyici bir durumu olmadığına göre, sadece ve
sadece kamuoyu oluşturması anlamında bir önem taşıyacaktı.
Ne yazık ki, bu şanssız dönemde, seçim arifesinde bu Komisyon
raporunun ortaya çıkmasıyla, kamuoyunda yeterli ilgiyi
göremeyecek. Bunlar, bu rapor üzerinde o kadar emek harcayan bürokrat
arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin, Komisyon
üyelerinin, Meclis çalışanlarının, diğer bakanlık
çalışanlarının emeğine de bir miktar yazık
olacak diye düşünüyorum ve Meclisin tozlu raflarında bu
Komisyon dosyasının kalmasından inanın kuşku
duyuyorum.
Şimdi, tabii ki, biz bunları
tartışırken, son bir ay içinde iki tane öğretmen öldürüldü.
Eskişehir'de bir öğretmen arkadaşımız, yine,
Ankara'da bir öğretmen arkadaşımız öldürüldü.
Biz, artık, şiddeti tartışırken, dünyanın
pek çok ülkesinde olagelen, süregelen, gençlerle gençler arasındaki
şiddetten söz etmiyoruz. Artık öyle bir noktaya geldik ki,
öğretmenlere yönelik çok ciddi bir şiddet var. Gençlerden
öğretmenlere yönelen şiddeti burada yeterince tartışmadığımızı
düşünüyorum.
Bakınız, size bazı
örnekler vermek istiyorum: 2/4/2007 Darıca Süreyya Yalçın
İlköğretim Okulu, öğretmen Hüseyin Cebe, tabancayla
öldürülüyor. 18/10/2006 Doğubeyazıt, Yaygınyurt köyü
İlköğretim Okulu öğretmeni Mehmet Sıddık Karavuş
öldürülüyor. Adana Ceyhan ilçesinde yaşayan öğretmen Adnan
Özalpat, 31/10/2006'da öldürülüyor. Nusaybin Yavuz Selim İlköğretim
Okulu öğretmeni Adnan Çelik -tek tek sayıyorum- Hatboyu,
Yunus Emre İlköğretim Okulu görevli öğretmeni Servet
Altın, bunlar 16/3/2004 tarihinde yaşamını kaybediyor.
Değerli arkadaşlarım,
daha geçtiğimiz günlerde, Yalova Lisesi müdür yardımcısını
tabancayla yaralıyorlar. Batman Endüstri Meslek Lisesinde
okuyan bir öğrenci öğretmenini yaralıyor. Kayseri'de
bir öğretmen okul girişinde velilerin saldırısına
uğruyor. İzmit'in Darıca beldesinde, Darıca Lisesinde
öğretmenlik yapan Ender Yöyler, bir grup öğrencinin saldırısına
maruz kalıyor. Malatya Anadolu İmam-Hatip Lisesinde nöbetçi
öğretmen tanımadığı 3 kişi tarafından
dövülüyor. Erzurum Halitpaşa İlköğretim Okulundaki
öğretmenler okul çıkışında darp ediliyor. Bursa
merkez Yıldırım ilçesine bağlı Arabayatağı
Mahallesindeki Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulunda yedi
yıllık öğretmen Beyzade Ergün, yine okulun önünde dövülüyor.
İzmit Lisesinde felsefe öğretmeni Yusuf Yalçın dövülüyor.
Rize Tevfik İleri Endüstri Meslek Lisesinde kimya öğretmeni
Recep Karaibrahimoğlu dövülüyor. Sakarya Akyazı'da
öğretmenler dövülüyor. Diyarbakır Ergani Öğretmen
Lisesinde öğretmen Rıdvan Akbulut dövülüyor. Erzurum Atatürk
Lisesinde okul müdürü Metin Sezen'in burnu kırılıyor.
Samsun 30 Ağustos İlköğretim Okulunda öğretmen
Yılmaz Baştan'a kafa atıp, yaraladıktan sonra kaçan
öğrenciler var. Sungurlu Lisesi edebiyat öğretmeni kimliği
tespit edilmeyen kişilerce saldırıya uğruyor. Hatay'ın
İskenderun ilçesinde okulların açıldığı
ilk gün kırk iki yaşındaki öğretmen Murtaza Barut
ayağından yaralanıyor. Eskişehir Sütlüce Mahallesinde
Ümit Güngör tuğlayla yaralanıyor, yine ilköğretim okulunun
bahçesinde. Sınıf öğretmeni bunlar
Değerli arkadaşlarım,
bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar o kadar artmış
ki, yani Meclisimizin bu konuya ilgi göstermemiş olması,
biraz az ilgi göstermiş olması konunun önemsiz olduğu
anlamına gelmez. Tabii ki, kim engelleyecek okullardaki bu
şiddeti? Millî Eğitim Bakanlığının bu konudaki
en önemli birimi Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri
Genel Müdürlüğü. Yani, bu okullarda bu kadar öğretmenler
dövülüyorsa, okulda şiddet, sokakta şiddet bu kadar tartışılıyorsa
engellemesi gereken, buna çözüm üretmesi gereken birim Özel
Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
Asıl şiddet burada var arkadaşlar. Sayın milletvekilleri,
Millî Eğitim Bakanlığında, asıl şiddet burada
var. İsimlerini vererek söyleyeyim: Şiddetin önlenmesiyle
ilgili projeyi yürüten Hayrunisa Saldıroğlu, gördüğü
psikolojik şiddet sonucu emekliye ayrılıyor, Cevdet
Taş emekliye ayrılıyor, Emine İskender emekliye
ayrılıyor, 2 kişi de dilekçe veriyor -Nesrin ve Damla
Hanımlar, bu konuda görevli arkadaşlarımız- kurumlarına
dönmek istiyorlar. Yani, kendisi sorunlu bir Genel Müdürlük, kendisi
problem üreten, kendisi psikolojik şiddet üreten bir Genel Müdürlük,
kendi sorunlarını çözememiş bir Genel Müdürlük, nasıl
olacak da bu okullardaki şiddeti çözecek, doğrusu merak
ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bir araştırmadan söz etmek istiyorum sizlere: Fransa'da
1826-1830 arasında 279 cinayet sayısı var, 1876-1880 arasında
160. Şimdi, bakıyorlar, cinayetler düşmüş. O zaman
diyorlar ki sosyologlar: "Demek ki, cinayetler, uygarlıkla
birlikte azalmaktadır." Oysa, cinayetlerin azalmasına
yol açan gelişmişlik hâli, diğer suçların ise artmasına
neden olmaktadır. 1826'da 10 bin olan hırsız sayısı,
1880'e gelindiğinde 41.522'ye çıkmaktadır. "Neden
cinayetler azalmaktadır?" sorusu, sosyologlar için cevaplandırılması
gereken bir sorudur ve onu şöyle cevaplandırıyorlar:
"Uygarlık, insana dair evrensel değerler üretmiş
olduğundan, cinayetlerin azalmasına neden olmuş değildir.
İnsanlığa ve bireye, yabancı amaçlara bağlayan
etkenlerin azalmasıdır cinayetleri azaltan." diye,
görüşlerini bu şekilde açıklıyorlar.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
yine, şu konunun altını çizmemiz gerekiyor: Peki, sizin
bir öneriniz var mı, bu şiddet nasıl önlenir? Yüzde 50'sini
hemen önleme şansımız var, mevcut mevzuatı adam gibi
uygulayarak, bu konuda irade göstererek. Yani, bakınız,
Ceza Kanunu'nun aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali
sonucu olarak, 223'üncü maddede aile hukukundan doğan bakım,
eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen
kişinin şikâyet üzerine bir yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılacağı ortada. Mevzuat bu. Biz, bunu
yapmak yerine, bu Meclisten, ne yazık ki, AKP Grubunun oylarıyla
çocuklarını okula göndermeyenlerin cezalandırılması
gereken maddeleri kaldırdık, hatta, bir anlamda bunları
ödüllendirdik. Yani, yeni önlemler almaya gerek yok, mevcut mevzuatı
uygulasak sorunları büyük ölçüde zaten çözmüş olacağız.
Yine, Millî Eğitim Bakanlığının
konuya yaklaşımı doğru değildir. Bugün,
Hakkâri'de okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 50'ye yakındır,
İstanbul'da bu oran yüzde 2'dir. O zaman, Millî Eğitim Bakanlığı
olaya şöyle yaklaşmaktadır: Demek ki, okuma yazma sorunu,
Hakkâri'nin bir sorunudur. Hayır, bu mantık doğru değildir.
İstanbul'da yüzde 2'dir, ama, İstanbul'da okuma yazma bilmeyenlerin
sayısı beş Hakkâri yapmaktadır. Mantık açısından
tehlikeli bulduğumuz için, ne yazık ki, çözümler de tehlikeli
sınırlarda dolaşıyor.
Emniyet kayıtlarında on
sekiz yaş altında suça karışanlarla ilgili, 2002
yılında 20.194 şüpheli saptanırken, 2006 yılında
bu sayı 33.118'e çıkmış. Tabii, burada ülke nüfusunun
yüzde 82'si yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa,
kişi başına 6 bin dolar borç varsa, bu ülkede bu suç oranlarının
olması hiç de yanlış değildir.
Yine, raporun bir bölümünü sizlerle
paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım. Bakınız,
bu çok ilginçtir ve Anadolu coğrafyasına bir anlamda da hakaret
içermektedir. Raporun bu bölümünde diyor ki: "Ortaöğretim
kurumlarına devam eden gençler şiddetin önlenmesi ve kontrolü
konusunda adalet duygusunun güçlendirilmesi, şiddete maruz
kalmanın engellenmesi, devlet büyüklerinin, yöneticilerin
ve önemli kişilerin iyi örnek olması, Allah korkusu, vicdan
ve insaf gibi duyguların güçlendirilmesini önermektedir."
İşte, arkadaşlar, yani,
bizim bedevi çadırlarında yaşayanlar ile Anadolu
coğrafyasının farkı bu. Bizde Mevlânâ, Yunus Emre,
Hacı Bektaş Veli, Allah korkusu değil, Allah sevgisini
öne çıkartmışlardır. Yani, korkunun olduğu
yerde mutlaka şiddet de vardır, korkuyla değil, sevgiyle
yola çıkmamız lazım. Bu mantığın Allah korkusu
olarak yansıtılmasının bir de öğrencilerden
önerildiğini öğrenince iyice şaşırıyorum;
buna çok şaşırıyorum, toplumumuz tehlikeli bir
yere doğru gidiyor diye düşünüyorum. Bugün, belki de toplumca
en önemli sorunumuz, korkularımızın artmasıdır.
Böyle bir çözüm önerisini gençlerimizin dile getirmiş olmasını,
üzerinde durulması gereken bir konu olarak görmekteyim.
Yine, değerli arkadaşlarım,
bir başka konunun daha altını çizmek istiyorum: Ekonomi
elbette ki önemlidir, ama ne zaman ki "ekonomiye uygun insan"
kavramı öne çıkarılmıştır, Anayasa ve
Millî Eğitim Temel Kanunu'muzun eğitimimizin amaçlarıyla
ilgili kavramların içi boşaltılmıştır.
Bugün yakınmaya devam ettiğimiz sapkın davranışlar
yaygınlık kazanmıştır. Bu davranışların
içinde yer alan insanların eğitimsiz olduğundan bahsedilemez.
Yolsuzluklara, çetelere adı karışanlara bakarsanız,
durumu yalın hâliyle görürsünüz. Fuhuştan çetelere, yolsuzluklara,
uyuşturucu kullanımına dair bir dizi sapkın davranışa
tanık olduğumuz kişiler ali okulundan değil, ülkemizin
anlı şanlı okullarından mezun olmuştur. Avukat
yaptığımız kişi Danıştayda katliam
yapmakta, öğretmen yaptığımız kişi Adalet
Bakanlığında intihar eylemi yapabilmekte, bir lise
öğrencisi bir papazı öldürebilmekteyse, kitle iletişim
araçlarıyla bu olaylar tekrar en kısa zamanda halka aktarılmakta
ve döngü, böylece, ne yazık ki devam etmektedir. Yani, biz, bu
toplumdaki şiddeti tartışırken, bu şiddeti
yapanlar, okuma yazması olmayan, toplumun en alt kesiminden insanlar
değil. Hukuk diploması verdiğimiz, avukat diploması
verdiğimiz insan gitti Danıştayı bastı,
öğretmen diploması verdiğimiz insan gitti, bombalı
saldırılarda bulundu. Bunları değerlendirmemiz
gerekecektir arkadaşlar.
Yine, yine çok ilginç bir konu daha.
Yine raporda var, sayın milletvekillerimiz raporu incelediklerinde
göreceklerdir. Millî Eğitim Bakanlığı şiddeti
azaltmak, yok etmek için, şiddeti önlemek için bir strateji belgesi
hazırlıyor. Çok da doğru yapıyor, çok da iyi yapıyor,
çok da güzel yapılmış, kutluyorum. Ancak, Türkiye Büyük
Millet Meclisi de, çocuklarda ve gençlerde artan bu şiddet
eğilimiyle ilgili bir araştırma komisyonu kuruyor.
Bakanlık, bir taraftan, bir strateji belgesi hazırlıyor,
Meclis bir komisyon kuruyor. Ama, işin ilginci, Ankara Üniversitesinden
Profesör Selahattin Öğülmüş bir öğrencisinin, yüksek
lisans öğrencisinin Millî Eğitim Bakanlığında
şiddetle ilgili bir araştırma yapmasını istiyor,
buna Millî Eğitim Bakanlığı izin vermiyor. Yani,
böyle bir çelişki!
Yine bir başka konu daha, yani
Bakanlığın nasıl bir despotik anlayışla
yönetildiğinin kanıtıdır bu: Uzman arkadaşlarımız
var. Bu raporda çeşitli bakanlıklar görüş bildirdiler.
Bu rapora da, yazılırken arkadaşlar, uzmanların
yazdığı görüşler, önce Müsteşarın önüne
gitti, Müsteşar okey verdi, ondan sonra rapora yazıldı.
Değerli arkadaşlarım,
bu, uzmanların görüşlerine hakarettir; bu doğru değildir,
böyle olmamalıdır. Uzmanlar görüşlerini aynen oraya
aktarabilmelidirler. Bu konuda yanlışlıkların
yapıldığını hepimiz biliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu ülkede
son yıllarda, 5 binden fazla kadın canına kıymıştır.
1.500'den fazla genç kadın töre cinayetlerine kurban gitmiştir.
Çocuk pornosunda, çocuk fuhuşunda önde gelen ülkelerden olduğumuz
saptanıyor, biliniyor. Yalnız katil değil, kapkaççı,
dolandırıcı, soyguncu, vurguncu, üçkâğıtçı,
tinerci ve koyu cehalet üretiyoruz.
Trafik kazalarında zirvede
yer alıyoruz. Çok sayıda erkeğimiz, erkek çocuk doğurmadığı
için eşini suçluyor. Yine, çok sayıda baba, özellikle
kız evladına, töre adına yaşam hakkı tanımıyor.
Yalnız kadınların girebileceği parklar yaptıran
belediye başkanlarımız var. Kız arkadaşının
omzuna kolunu atan üniversite öğrencisi hakkında soruşturma
açılıyor. İlahiyat profesörü bir hocamız
"Kız ve erkek yalnız kalırlarsa, aralarına
şeytan girer." diyor. Kültür ve doğa varlıklarımız,
hiçbir zaman olmadığı kadar hızla tahrip oluyor.
Çalışanların aylık ortalama geliri 700-800 YTL civarındayken,
yoksulluk sınırı 2 bin YTL'nin üzerinde.
İşte, böyle bir ortamda,
geleceğimiz göz göre göre elimizden kayıp gidiyor. Böyle
bir ortamda seçime hazırlanan bir Parlamentonun, zamanlaması
yanlış da olsa, yeteri kadar kamuoyunu etkileyememiş
de olsa, yine de doğru bir iş yaptığını düşünüyorum.
Komisyonumuzun bütün üyelerine
teşekkür ediyorum, bürokrat arkadaşlarımıza çok
teşekkür ediyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın İnce.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan, bir açıklama
yapmak istiyorum izin verirseniz.
BAŞKAN - Komisyon Başkanı
bir açıklama yapacak.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Şimdi, arkadaşımı
ilgiyle izledim. Zevk aldığımı söyleyemeyeceğim,
çünkü, arkadaşımız Komisyon çalışması
boyunca toplam 3 kere mi, 4 kere mi ne toplantıya sürenin bir
kısmıyla katılmış; kendisi, biz komisyon çalışmalarını
uzman arkadaşlarla gece gündüz yaparken, arkadaşımızın,
Mecliste meslektaşlarına yumruk atan görüntüleri basına
yansımıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Kimindir
o?
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sizin.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben
değilim. Hakaret bu! Ben dün Mecliste yoktum Hanımefendi.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Dün değil efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Evvelsi
gün de yoktum.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Hayır efendim. Biz Komisyon çalışmalarını
yaparken bahsediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Hanımefendi,
sizi mahkemeye veririm.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Peki, verin.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Mahkemeye
veririm sizi. Yalancısınız siz!
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Peki, verin efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalancısınız!
Bir hanımefendiye "yalancı" demek istemem ama,
siz yalancısınız.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bir dakika
Bir dakika
Bir açıklasın, size de söz hakkı
doğar.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, yok böyle bir şey. Ben kimseye yumruk atmadım
bu Mecliste, hiç kimseye. Hiç böyle bir fotoğrafım çıkmadı.
Eğer böyle bir şeyim çıktıysa, ben, şu anda milletvekilliğini
bırakıyorum.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Hayır, bırakmayın, sabredin.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yok
böyle bir şey! Yok böyle bir şey! Bu bir yalandır, iftiradır.
Terbiye sınırlarını aşmayınız.
BAŞKAN - Sayın İncekara,
siz açıklamanızı yapın.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Eğer böyle bir şey varsa şu Meclisten çıkacağım
Eğer, bakın, benim yumruk atarken bir arkadaşıma
böyle bir fotoğrafım olduysa, böyle bir görüntüm olduysa
şuradan çıkacağım ve bir daha hiç girmeyeceğim.
Siz de yapabilecek misiniz aynısını?
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Milletvekilim, şu anda
yaptığınız da bir şiddet göstergesi.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalan
söylüyorsunuz siz! Yalan söylüyorsunuz! Yalanlara dayanamam.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bir oturur musunuz.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
İftira atıyorsunuz, iftira atıyorsunuz!
BAŞKAN - Oturun efendim, bir
oturun, bir dakika
MUHARREM İNCE (Yalova) - Göstersin
Sayın Başkanım, benim burada bir arkadaşıma
yumruk attığımı göstersin, size söz veriyorum, ömrümün
sonuna kadar milletvekilliğine aday olmayacağım.
BAŞKAN - Efendim, belki bir yanlış
anlama oldu.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ömrümün
sonuna kadar aday olmayacağım. Çıkarsın, göstersin.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bir oturun. Belki yanlış anlama oldu, açıklayacak.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
İftira bu!
BAŞKAN - Sayın İncekara,
buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, sizden şunu istiyorum: Mademki, Hanımefendi
komisyon çalışmalarında bulunurken ben burada birisine
yumruk atmışım, eğer bunu ispatlamazsa yalancıdır.
BAŞKAN - Yasal yollarınız
var, tamam, söylediniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan, bakın, o zaman ben buradan birine "hırsız"
diyeyim, atayım iftirayı kalsın. Böyle bir şey olamaz!
BAŞKAN - Efendim, benim de yapacağım
iş var, izin vermiyorsunuz ama.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalandır!
Böyle bir şey yok.
BAŞKAN - Efendim, izin vermiyorsunuz.
Buyurun, oturun.
Sayın İncekara, bakın
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben,
Sayın Başkan, komisyon çalışmalarına
Kendisi
sınıf başkanı değildir, ben de öğrencisi
değilim. Ben hesabımı kendi grubuma veririm.
BAŞKAN - Tabii.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
İstediğim kadar katılırım, istemediğim
kadar katılmam.
BAŞKAN - O, İç Tüzük'te belli
efendim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben
hanımefendinin orada başkanlık kompleksini yensin de
çalışma yapsın diye onun keyfine katılmak zorunda
değilim.
BAŞKAN - Ama, efendim, siz meseleyi
uzatıyorsunuz, oturun yerinize.
Efendim, buyurun, siz açıklamanızı
yapın. Yalnız, Sayın İncekara, bu devamla devamsızlıkla
ilgili değil; siz, raporla ilgili görüşüne cevap verin.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Peki efendim, düzeltiyorum efendim.
Zaten, arkadaş şu andaki davranışlarıyla da,
komisyon raporunda da belirtildiği gibi, ille insana yumruk
atmanız gerekmiyor, şu davranışlarda da şiddet
eğilimini göstermiştir. (CHP sıralarından
"Aynen devam ediyor." sesleri)
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- Hâlâ devam ediyor.
BAŞKAN - Efendim, izin verin,
bu, koro hâlinde olmaz ki. Bu alışkanlığı
bırakalım arkadaşlar. Koro hâlinde olmaz ki. İlgili
kimse
Efendim, sizi ne ilgilendiriyor? İlgilisi burada.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben
söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bir dakika efendim,
konuşmasını bitirmedi ki.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Milletvekilim, müsaade
ederseniz bir konuşayım ya! Bağırmana, çağırmana
gerek yok.
BAŞKAN - Efendim, siz konuşmanızı
yapın.
Buyurun.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Yani, sakin sakin de konuşabilerek
problemleri çözebiliriz. Eleştirdiniz, ben de izin verirseniz
cevap vermek istiyorum.
Duyarlılığınız
için çok teşekkür ediyorum. Geçmişinizde bir eğitim kimliğiniz
var. Bence, hem eğitim hem milletvekilliği kimliğine
daha yakışır bir şekilde birbirimize davranmak,
sanıyorum, daha hoş bir şeydir diye düşünüyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalan
söylememek de değil mi? Yalan söylememek de lazım.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Peki, yalan olarak düşünmeyelim.
Ama, ben şunu söyleyeyim: Biz çalışma yaptığımız
o günlerde, gerçekten, bugünkü tavırlar gibi aynı tavırları
sergileyen görüntüler vardı, ama, bunu kırılman veya
alınman için söylemiyorum. Çünkü, biz, birbirimizi sevmek, anlayışlı
olmak ve hoş görmek zorundayız. Ekranları başında
bizi izleyen çocuklarımız, demin sizin de satırları
okuduğunuz gibi, bizleri örnek alıyorlar. Muharrem Hocalarının
ve sayın milletvekillerinin ellerini kollarını kaldırarak,
hakaret ederek bir tavır içinde olduğunu da seyrediyorlar.
Benim size karşı son derece uysal bir şekilde, üstelik
de bir hanıma
"Bu hanım sayısı falan Mecliste
artar." diyorsunuz. Bu hanımlar, bu tür kaba kuvvetlere
alışık değiller, onun için buralara gelmek istemiyorlar
böyle davrananların yüzünden arkadaşlar. Biraz daha nazik
olun lütfen. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ ARSLAN (Muğla) - Yalan
söylediklerini de seyrediyorlar.
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Diğer yandan
Gerçekten ya
Sinirlenecek
bir şey yok. Bir kere sakin ol ya! Bir şey yok. Tamam. (CHP
sıralarından gürültüler)
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) -
Akıl verme sen ya!
NAİL KAMACI (Antalya) - Yahu
siz buraya bakmayın
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Diğer taraftan "Millî
Eğitim Bakanlığı Müsteşarına izin
alındı." gibi, efendim "Uzman görüşleri yansıtılmadı."
demek
Ben, demin, yanlış anlaşılmasın, tabii
ki, bir sınıf öğretmeni ve denetleyiciniz değilim.
Süre içinde bulunma şansınız olsaydı, katılımınız
daha fazla olsaydı, yapılan, arkadaşların
alın terlerini görmek gibi bir şansınız olacaktı.
Onların bir denetleme için değil, soruların, sadece
Türk Dili açısından ve çocukların psikolojileri
açısından soruların yine uzmanlarla birlikte bir gözden
geçirilmesiydi. Bu bilgileri vermek istedim.
Eğer kırdımsa, özür dilerim.
Çünkü, sizi severim, bütün meslektaşlarımı severim
ve lütfen, bu tür kaba, birbirimizi kıran davranışlarda
bulunmamayı, özellikle bu rapor görüşülürken hiç olmazsa,
özenle istirham ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan, çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın İnce,
zaten gereğini söyledi.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum,
izninizle.
BAŞKAN - Efendim
MUHARREM İNCE (Yalova) - Benim
bir milletvekiline yumruk attığımı söyledi.
BAŞKAN - Efendim, özür diledi
işte, bir yanlış anlama varsa daha ne diyecek.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, lütfen, ona izin veriyorsanız bana da vermelisiniz.
BAŞKAN - Efendim daha ne diyecek,
ne istiyorsunuz?
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Ee canım, bu karşılıklı
konuşmayla olmaz ki.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Efendim,
Sayın Halide Hanım'a veriyorsanız Sayın Başkanım
BAŞKAN - Efendim, Komisyon
Başkanı olarak söz istedi.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Efendim,
bana bir iftira atmıştır, ben de kısaca kendisine
BAŞKAN - Efendim, açıkladı,
sözünü geri aldı.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Efendim,
almadı geri. Ben de kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Özür dileme ne demek
Sayın İnce? Siz öğretmensiniz.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım, o arada bana biraz da nezaket dersi verdi. Ben de
ona bir kadının yalan söylememesi gerektiğini anlatmak
istiyorum.
BAŞKAN - Ee anlattınız
zaten, gereğini fazlasıyla yaptınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Tamam efendim. Lütfen
oturun yerinize
Böyle bir usul yok.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan
Sayın Başkan
YILMAZ KAYA (İzmir) - 69'uncu
madde açık, lütfen
BAŞKAN - Efendim, açık olana
ben karar veririm. Buyurun oturun! Gereğini siz söylediniz fazlasıyla,
o da
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan, siz Büyük Millet Meclisi Başkanısınız,
grup başkan vekili değilsiniz.
BAŞKAN - Efendim, özür diledi.
Burası
Elinizi mi öpecek yani! Rica ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkanım
Sayın Başkan, hiç yakışmıyor
tarafsız konumunuza. Hiç yakışmıyor!
BAŞKAN - Rica ederim Muharrem
Bey, yani sizin bu sözünüz hiç yakışmıyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Tutumunuzla
ilgili söz almak istiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Rica ederim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Tutumunuzla
ilgili söz almak istiyorum.
BAŞKAN - Efendim, şimdi,
AK Parti Grubu adına Mustafa Ataş, İstanbul Milletvekili.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan
Sayın Başkan
Sayın Başkan
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sayın
Başkan
Sayın Başkan, yok böyle bir şey ama ya! Tutumunuzla
ilgili söz istiyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan, burada yalan söyleniyor, yalancıya söz veriyorsunuz,
bana vermiyorsunuz!
AHMET YENİ (Samsun) -
Ayıp! Ayıp!
MUHARREM İNCE (Yalova) - Yalan
söylüyor. Ben burada değildim. Ben burada değildim.
BAŞKAN - Sayın İnce,
bakınız, çocuklarla ilgili bir raporu görüşüyoruz.
Ortalığı germeye gerek yok.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Hanımefendiler
yalan söyler mi?
AHMET YENİ (Samsun) - Söylemez.
Söylemez. Söylediğine hiç şahit olmadık.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
İftira atıyor. Ben burada yoktum.
BAŞKAN - Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA
ATAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İstanbul Milletvekili Ömer
Zülfü Livaneli ve 19 milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer
Külcü ve 19 milletvekili, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı
ve 54 milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Gaziantep Milletvekili rahmetli Ömer Abuşoğlu
ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın; çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen
olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa'nın 98'inci,
İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
ve (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu'na ilişkin Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, benden
önceki konuşmacı arkadaşlarımız ve Komisyon
Başkanı Sayın İstanbul Milletvekili Halide
İncekara'nın ve diğer arkadaşların Komisyon
çalışmalarıyla ilgili sunmuş oldukları bilgilerin
dışında, ben, Komisyonumuzun çalışma süreci
içerisinde Türkiye genelinde yapılan illere yönelik ziyaretlerle
ilgili ve bu ziyaretlerin sonucundaki izlenimlerimizle ilgili
sizlere bilgi arz etmek istiyorum.
On iki ile ziyaret yapılmıştır.
Bu gezilerle ilgili izlenimlerimizi, müsaade ederseniz, şöylece
arz etmek istiyorum:
Ziyaret edilen illerin valilik
toplantı salonlarında cumhuriyet başsavcısı,
il emniyet müdürü, il millî eğitim müdürü, il kültür ve turizm müdürü,
il müftüsü, gençlik ve spor il müdürü, sosyal hizmetler il müdürü, sivil
toplum kuruluşları ve akademisyenlerle yapılan görüşmeler,
sunulan brifinglerde ilgili kurumların mevcut yapıları
ve işleyişleri hakkında bilgiler alınmıştır.
Sunumlarla ilgili, kurum yöneticilerinin
iyi niyetli ve gayretli oldukları ve gayretli çalışmaların
artarak sürdürüldüğü fakat yapılan çalışmalarda
şehrin nüfus dağılımı ve çocuk için risk olabilecek
bölge analizlerinin yapılmadığı, il ve ilçe düzeyindeki
kurum yöneticilerinin konulara aynı derece ve duyarlılıkla
vâkıf olmadıkları gözlenmiştir.
Bahse konu çalışmalar ve
ziyaretler sonrasındaki gözlem ve değerlendirmeleri sizlere
aktarmak istiyorum:
Çoğunlukla şehirlerindeki
çocuk ve genç nüfus, onların problemleri ve şiddet eğilimleriyle
ilgili detaylı bilgilere sahip olmadıkları, il idarelerinin
ve ilçe idarelerinin bu bilgilere, detaylı bilgilere sahip
olmadıkları gözlenmiştir.
İl düzeyinde şiddete karşı
mücadelede etkin çalışma ve kurumlar arası ilişkiyi
sağlayabilecek birden fazla kurulun olmasına rağmen
aralarında etkin bir koordinasyon sağlayamadıkları,
görev yaptıkları il ve ilçelerde uygulanan proje ve programlarla
ilgili yeterli bilgiye sahip olmadıkları, bu nedenle de
sonuçlarıyla ilgili etkin kontrol yapamadıkları; emniyet,
güvenlik, eğitim, sosyal yardım gibi gençliği doğrudan
ilgilendiren sektörlerin etkin iş birliğini sağlayarak
insan, zaman ve kaynak yetersizliğini önleyemedikleri;
iş birliğini sağlayan kaymakam ve valilerin, kurullarını
etkin kullanan, çocuk ve genç nüfusu ve onların problemlerini
bilen ve bu konularda çalışmalar yapan yöneticilerin
şehir ve ilçelerinde ise suçluluk oranlarının daha az
olduğu tespit edilmiştir.
Şehirlerde ve ilçelerde
kısmi sektörel başarıların olmasına rağmen,
bazen güvenlik, bazen eğitim, bazen Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme
Kurumu çalışmalarının daha öne geçmesi gibi, bunların
tümünün aynı hâlde etkin olamadığı, bu konuda da
vali ve kaymakamların daha etkin olması gerektiği,
Bazı iller ve ilçeler, çocuk
ve genç nüfus, bunlarla ilgili şiddet analizlerini iyi incelemiş,
farklı müdürlüklerdeki farklı kaynakları bir araya getirerek
maksimum faydayı sağlayıp çalışmaları
etkin kıldıkları,
Görüşmelerde bazı yöneticilerin
sadece mazeretleri anlattıkları, çözüm üretemedikleri,
bazılarının da mazeret yerine kıt ve mevcut
imkânlarıyla maksimum faydayı nasıl sağlayacaklarını
düşündükleri ve böylece, şiddetin sonuç ve sebeplerini
çalışmalarıyla azalttıkları,
Uygulamada başarı olan
il ve ilçelerin valilik ve kaymakamlıklarınca takip ve
taklit edilemediği, İçişleri Bakanlığının
sosyal içerikli ve şiddeti önlemeye yönelik başarılı
çalışmaları olan il ve ilçelerin çalışmalarını
örnek göstererek, bunların gelişip yaygınlaşmasını
sağlamasının gerektiği,
Büyük şehirlerdeki ilçelerin
nüfuslarının Anadolu'daki birçok büyük ilin nüfusundan daha
fazla olduğu dikkate alındığında, kaymakamlarımızın,
çocukların ve gençlerin şiddet eğilimlerinin azaltılmasına
yönelik sosyal içerikli projeleri gerçekleştirmek konusunda
hassasiyetle durmaları gerektiği gözlemlenmiştir.
Toplantıların ardından
kurumların uygulamalarını yerinden görmek amacıyla
okul ziyaretleri yapılarak, öğrencilerle karşılıklı
görüşmeler gerçekleştirilip, sorunları, beklentileri
ve özellikle şiddet hakkındaki düşünceleri, kendilerini
tehlikede hissettiklerinde ilk olarak nereye müracaat edileceğini
bilip bilmedikleri gibi konularda bilgi alışverişinde
bulunulmuştur.
Ayrıca, okulların öğretmen
odalarında idareciler ve öğretmenlerle görüşmeler
yapılarak şiddet ve sebepleri konularındaki görüş
ve önerileri alınmıştır. Okul ziyaretlerinde tespit
edilen hususları sizlerle paylaşmak istiyorum:
Veli-okul ilişkisinin zayıf
olduğu ve öğrenci devamsızlığının
yoğun olduğu okullarda şiddet eğilimin daha fazla
yaşandığı,
Sınıflarda ziyaret edilen
çocuklara, aile veya sokakta şiddete maruz kaldıklarında
nereye veya kime müracaat edecekleri sorulduğunda yeterli
bilgiye sahip olmadıkları,
Okul kantinlerinde çocuğun
doğru beslenmesine uygun olmayan gıda maddelerinin satışının
yapıldığı, fiyatların normal fiyatların
çok üzerinde olduğu, bu nedenle çocukların alışverişlerini
yapmak için sokağa çıkmak zorunda kaldıkları,
İnternet'e bağlı olan
ödevlerin, çocuğun imkânları ve okulun bilgisayar yeterliliği
göz önüne alınmayarak verildiğinde, çocukların kendileri
için olumsuz şartlar içeren Internet kafelere gitmek zorunda
kaldıkları,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında, özellikle ilköğretim yaşındaki
öğrencilerin kendilerini sıcak ev ortamında hissedebilecekleri
oturma ve oyun odalarının olmadığı,
Okul etrafındaki güvenlik
tedbirlerinin yeterli olmayışı neticesinde çete
oluşumunun engellenemediği, bu yüzden de öğrenci ve
öğretmenlerin kendilerini tehdit altında hissettikleri,
Yatılı ilköğretim
bölge okulları başta olmak üzere nüfus yoğunluğu
çok olan ve yoksulluk oranı yüksek olan riskli bölgelerde tecrübeli
öğretmenlere ihtiyaç olduğu hâlde bu hassasiyetin gözden
kaçırıldığı,
Okul yöneticilerinin imkânlar bakımından
eşit olmalarına rağmen tecrübeli ve ekip ruhuna sahip
olan yöneticilerin problemleri çözmede daha başarılı
oldukları,
Çocuklara davranış biçimleri
ve öz güvenle ilgili dersler verilmesi sonucunda şiddet davranışlarının,
olaylarının azalacağı,
Rehber öğretmen eksiklikleriyle
karşılaşıldığı durumlarda bir rehber
öğretmenin iki okula baktığı,
Öğrencilerin ilgi ve yetenekleri
doğrultusunda faaliyetler yapabilmeleri, enerjilerini olumlu
alanlarda kullanabilmeleri ve okulu sahiplenmeleri gibi konularda
okul sosyal kulüplerinin önemi büyüktür, ancak ayrılan zamanın
yaklaşık iki haftada bir saat olması ve yönetimin kulüpleri
etkin kullanamadığı.
Bakanlık tarafından düzenlenen
hizmet içi eğitim, kurs ve seminerlerde, öfke yönetimi, çatışma
çözme, problem çözme, empati geliştirme, stres yönetimi, akran
ilişkileri geliştirme, etkili iletişim becerileri,
karar verme ve sorumluluk almaya yönelik eğitimler ile öz güven
ve aile danışmanlığı konularını içeren
eğitimlere ağırlık verilmelidir.
Yapılan görüşmelerde,
öğretmen ve idarecilerin bu konularda kendilerini yetersiz
hissettikleri,
Geçmişte, kamuoyunda af olarak
algılanan ve başarısız öğrencilere ikinci
bir sınav hakkının verilmesinin başarılı
öğrencilerde adalete güven duygusunu zayıflattığı,
Ziyaret kapsamındaki il istatistikleri
incelendiğinde, öğrencilerin başarı düzeyleri
ile yaşanan disiplin olayları arasında ters orantı
olduğu, yani başarı düzeyi arttıkça vaka sayılarında
azalma olduğu,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında okuyan bazı öğrencilerin şehir
ve okul yaşamına adaptasyon problemlerinin olduğu;
dil, yemek, tuvalet ve genel bakım konularında birtakım
eksikliklerin yaşandığı; bu yüzden, özellikle yaz
aylarında tatil kapsamında şehir merkezlerindeki
okullarda söz konusu öğrencilere uyum ve eğitimlerinin verilmesinin
sağlanması gerektiği,
Yatılı ilköğretim
bölge okullarında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna
bağlı kuruluşlarda olduğu gibi bakıcı
anne uygulamasına geçilmesi gerektiği gözlemlenmiştir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumlarında tespit edilen hususlar:
Sosyal hizmetler il müdürlüğüne
bağlı yurtlar ziyaret edilerek yöneticiler ve yurtlarda
barınan çocuklarla görüşmeler yapılmış, mevcut
yapıdan kaynaklanan problemler ve çözüm önerileri tartışılmıştır.
Bu kurumda kalan çocuklara on sekiz
yaşından sonra iş imkânı sağlanması, çocuklarını
kuruma verme fikrini evde bakım desteğine tercih etmelerine
sebep olduğu,
İş garantisi düşüncesinin
üniversiteye girme isteklerini ve buna bağlı olarak okullardaki
başarılarını olumsuz etkilediği,
Tedbir kararıyla gelen suça
itilmiş çocukların kurumda devamlı kalan çocukların
davranışlarını olumsuz etkiledikleri,
Şiddet eğilimlerini artıran
sebeplerden birkaçı olarak gözlemlenmiş, detayları
raporda verilmiştir.
Ceza ve İnfaz Kurumları:
Ziyaret edilen illerde var olan cezaevi
ve tutukevlerinin çocuk koğuşları ziyaret edilerek,
söz konusu yerlerde bulunan çocuk hükümlü ve tutuklular ile söz konusu
kurumların yöneticilerinden bilgiler alınmıştır.
Ceza ve infaz kurumlarında
suça itilmiş çocukların sayısının artış
hızına paralel olarak çocuk cezaevlerinin kapasitesinin
aynı hızla artmadığı,
Mevcut cezaevlerinin içinde çocuk
bölümlerinin ayrılmamış olduğu,
Yöneticilerin bu konuda yeterli
eğitime sahip olmadıkları,
Ceza ve infaz kurumlarının
yöneticileri çocukların eğitimleri, sanat kültür faaliyetleri
ve spor konusunda çocuklara imkân sundukları, ancak, cezaevlerinde
tecrübeli psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarına ihtiyaç duyulduğu,
Ceza ve infaz kurumlarından
tahliye olan çocukların, tahliye sonrası da gerekli olan
rehabilitasyon ve takip çalışmaları yapılamadığı
için, tekrar, aynı veya farklı suçları işlemeye devam
ettikleri,
Mekân darlığı olan yerlerde
koğuşlarda kalan çocuk tutukluların birbirlerini
olumsuz yönde etkiledikleri,
Çocukların cezaevinde okudukları
kitapların, çocukların sosyopsikolojik durumlarına
ve gelecekle ilgili gelişimlerine uygun olup olmadığının
incelenmediği,
Ceza ve infaz kurumlarına giren
bazı çocukların, çıktıklarında prestij kazanmış
olduklarını düşündükleri, gözlemlenmiştir.
İnternet kafelerde tespit
edilen hususlar:
Son yıllarda, genç ve çocuklarımız
için kontrolsüz kullanımdan dolayı tehlike arz etmeye
başlayan ve ciddi tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulan
İnternet kafeler, kolluk birimleri refakatinde ziyaret edilerek
birtakım tespitlerde bulunulmuştur.
Yapılan incelemelerde:
Ticari bir kazanç elde etmek amacıyla
açılan İnternet kafelerin çoğunda fiziki şartların
yetersiz ve sağlıksız olduğu,
Bahse konu yerler, iş yeri açma
ve çalıştırma ruhsatlarına ilişkin yönetmelik
ekinde düzenlenen hususlar dikkate alınarak ve sıhhi müesseseler
için sınıflarına ve özelliklerine göre aranacak niteliklerin,
iş ile iş yerinde olması gereken asgari standartlar
göz önünde bulundurularak yerel yönetimler ve kolluk birimlerince
etkin ve sürekli bir şekilde denetlenemediği,
İnternet kafelerde genel ahlaka
aykırı içeriklere sahip kumar, bahis ve pornografik içerikli
kötü alışkanlıklara özendirici ve şiddet içerikli,
şiddeti özendirici sitelere çocukların rahatlıkla
ulaşabildikleri,
İnternet kafe yöneticilerinin,
filtre programlarını sadece teftiş aşamasında
kullanıma açtıkları,
Yapılan incelemelerde, genel
güvenlik suç unsurlarının tespiti ve asayişin sağlanması
amacıyla kolluk birimlerinin yaptığı denetimler
ile İnternet kafelerin işletilmesi açısından sorumlu
olan belediye veya bölgesine göre il özel idarelerince yapılan
denetimlerde koordinasyon eksikliği olduğu,
Mevcut paylaşım eksikliğinin
İnternet kafelerdeki suça yönelik olumsuzlukları artırdığı
ve bir zafiyetin oluşmasına neden olduğu,
Bu kapsamda denetimin etkinliğinin
artırılması gerektiği,
Denetimlerin ilgili birimlerin
iş birliğinde yapılması,
Kapatılması gereken
iş yerlerinin diğer İnternet kafelere örnek teşkil
etmesi açısından hemen kapatılması,
Suç unsuru tespit edilmesi durumunda
kolluk birimleri tarafından gerekli tutanaklar hazırlanarak
ivedilikle yargıya intikalinin sağlanması ve böylelikle
devletin denetimler yoluyla caydırıcılık gücünün
artırılması gerektiği,
İnternet kafelerin şekil
ve içerik yönünden ülke genelinde ortak bir model oluşturularak
denetlenmeleri gerektiği,
Yeknesaklık sağlanması
ve söz konusu açılması izne bağlı yerlerin sürekli
kontrol altında tutulmalarının gerektiği,
Kafelerde çocuklar ile yetişkinlerin
aynı ortamlarda bulundukları gözlemlenmiştir.
Yapılan il ziyaretlerinde
ayrıca il çocuk şube müdürlükleri, il gençlik ve spor müdürlükleri,
il kültür ve turizm müdürlükleri, il müftülükleri, belediyeler,
cumhuriyet başsavcılıkları ve sivil toplum kuruluşları
da ziyaret edilmiştir.
İl çocuk şube müdürlükleri:
Çoğunlukla şube müdürlüklerinin
amaçlarına uygun bir şekilde organize olduğu,
Yeni yasal düzenlemeyle ilgili
eğitim alamayan görevlilerin sokaktaki müdahalede çekimser
kaldıkları,
SHÇEK gençlik merkezlerinin, gençlik
ve spor müdürlüğüne bağlı gençlik merkezlerinin yaygın
ve etkin olmaması nedeniyle, şube müdürlüklerinin bu merkezlerin
yapmaları gerekenleri yapmak zorunda kaldıkları,
Sokak ve okul çevresi güvenliğinde
etkin olması gereken polisin okul içine girmek zorunda kaldığı,
Sosyal faaliyetlere zaman
ayırmak zorunda kaldığı,
Polisin ulusal projelerinin diğer
kurumlara nazaran daha etkin çalıştıkları,
Çeteleşme ve uyuşturucu
satıcıları konusunda çok etkin organize olamadıkları,
Suç henüz işlenmeden suçu önlemeye
yönelik çalışmaların yapılması gerektiği,
Suç işlendikten sonra ihlal
edilen kamu düzeninin sağlanmasının çok daha zor olduğu
göz önüne alındığında, şiddeti önleme konusunda,
önleyici kolluk hizmetlerini yeterince kullanamadıkları,
çocuklar için suç işleme konusunun ve çocukları suça iten
riskli bölgelerin yeterince denetlenmediği,
Buna ilişkin bilgilerin değerlendirilerek
suçu önlemeye yönelik çalışmaların yapılmadığı,
Ancak suç işlendikten sonra
ihlal edilen kamu düzenini sağlamaya çalıştıkları;
bunun da suçla mücadele değil de suçluyla mücadeleye yönelik
çalışmalar olarak algılandığı,
Bu durumun da toplumdaki suçun önlenmesinde
yetersiz kaldığı,
Suça itilen çocukların karakola
geldikleri andan itibaren, kurumların organize olamamaları
nedeniyle, emniyetin, çocuktan sürekli sorumlu hâlde olması,
Gözlemlenmiştir.
İl gençlik ve spor müdürlükleri:
Gençlik merkezi sayıları
ve bu merkezlerde çalışan eleman sayılarının
yeterli olmadığı,
Fiziki ortamlarının
amaçları doğrultusunda kullanmaya elverişli olmadığı,
Şehirdeki genç nüfusun ihtiyacını
gidermeye yönelik ellerinde ne merkezî ne de yerel bir planlamanın
olmadığı,
Okullarla gerekli koordinasyon
sağlanarak gençlerin merkeze gelmelerini yönlendirecek bir
projelerinin olmadığı,
Kültür Bakanlığı,
SHÇEK, Millî Eğitim ve yerel yönetimler ile organize olarak çalışmaya
gereken önemi vermedikleri; eğer bu çalışmaları
yapabilseler, Kültür Bakanlığından eleman desteği
ve okullardan da spor salonu ve okul bahçelerini kullanma imkânlarını
rahatlıkla kullanabilecekleri,
Sporun şiddeti önleyen en büyük
etkenlerden birisi olduğu göz önüne alındığında,
bu birimlerin şiddeti önleme konusunda çok etkin bir sorumluluk
taşıdıkları bilinmeli ve buna göre tedbirler
alınması gerektiği,
Gözlemlenmiştir.
İl kültür ve turizm müdürlükleri:
Şehir kültürü oluşturmakla
ilgili etkin ve yeterli çalışmalarının olmadığı,
Gençliğe yönelik çalışmalarının
yetersiz olduğu,
Devlet tiyatrolarının
il müdürlükleriyle olan diyaloglarının zayıf olduğu,
Genelde etkin, yaygın, diğer
müdürlüklerle organize olmuş bir çalışmalarının
alanda hissedilmediği,
Kültür faaliyetlerinin turizm faaliyetlerinin
gölgesinde kaldığı, bu nedenlerle çocukların
boş vakitlerini uygun olmayan ortamlarda geçirmekte, şiddetle
daha kolay tanışmakta oldukları,
Gözlemlenmiştir.
İl müftülükleri:
Cuma hutbelerinde ve vaazlarda gençlik,
şiddet ve aileyle ilgili konuların işlendiği, fakat,
devamlı ve etkin olmadığı,
Mahallî televizyon ve radyolarda
müftülükler tarafından bu konuları işleyen programların
yetersiz olduğu,
Gençliği hedef alan programlı,
gençliğin iletişim dilini kullanan günlük konularla ilgili
bir çalışmanın yapılmadığı,
Gençlere ulaşmak için teknik araçların
iyi kullanılmadığı,
Gençlerin toplumsal değerlerini
ve duyarlılıklarını artıran etkinliklerinin
olmadığı,
Kendilerinin ulaşması
yerine kişilerin kendilerine ulaşmalarını bekledikleri,
Halkınsa, müftülüğün birçok
hizmetinden haberi olmadığı,
Gözlemlenmiştir.
Sivil toplum kuruluşları
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ataş,
konuşmanızı lütfen tamamlayınız. Son cümleleriniz
için açtım.
Buyurun.
MUSTAFA ATAŞ (Devamla) - Toparlıyorum
efendim.
Genel olarak yapılan görüşmelerde
birçok sivil toplum kuruluşunun etkinlik düzenleyebilmek
için sivil kaynak oluşturmak yerine, devletten yardım talep
ettikleri, bunun da çalışmaların etkinliğini
azalttığı,
Şehirlerindeki gençlerin
şiddet eğilimlerini azaltacak kültürel, sanatsal ve spor
faaliyeti alanlarında ihtisaslaşıp etkin ve yaygın
çalışma yapmadıkları,
Kaynakların verimliliği
açısından aynı konuda faaliyet yapan sivil toplum kuruluşlarının
iş birliği yapmadıkları,
Gözlemlenmiştir.
Sayın Başkanım, belediyelerle
ilgili de gözlemlerimizi aktarıp, sözlerimi toparlıyorum:
Gençlere yönelik gençlik merkezleri
ve kültür merkezleri noktasında yetersiz kaldıkları,
Kültürel faaliyetler noktasında
öğrencilere ve gençlere yönelik daha etkin faaliyetler yapmaları
gerekirken, daha çok sosyal yardım faaliyetlerine yöneldikleri,
İnternet kafelerin ruhsatlandırma
ve denetimlerinde en etkin kurumun kendileri olmasına
rağmen, denetim faaliyetleri noktasında ve ruhsat verme
hususunda gecikmelerin, gençlerin ve çocukların buralardan
olumsuz anlamda etkilenmelerine dolaylı olarak sebep oldukları,
Açma izni verilen İnternet
kafelerin denetimlerinin belediyeler tarafından düzenli
olarak yerine getirilmesinde aksamalar olduğu,
Yapılan araştırmalarda,
spor yapan çocukların ve gençlerin şiddetten daha uzak oldukları
göz önüne alındığında, gençlerin spor yapacakları
yeterli alanlara sahip olmaları konusunda yeterli çalışmalarının
olmadığı,
Gençler ve çocuklarla ilgili diğer
kurum ve kuruluşlarla iş birliğinin yetersiz olduğu,
Gözlemlenmiştir.
Takdir edersiniz ki, bu sorunlar
ve aksaklıklar bugün ortaya çıkmış sorunlar değildir.
Bu sorunlar yıllarca ihmal edilmişliğin sonucudur.
Komisyon raporunun sonuç ve önerilerinin
son bölümünde şunları sizlerle paylaşmak istiyorum:
Şiddet, dünyada gittikçe artan, sonuçları itibarıyla
da sadece şiddeti uygulayan ve şiddet mağdurlarından
öte toplumun her bireyini dolaylı ya da direkt etkileyen çağımızın
en önemli sorunlarından birisidir.
"İnsan hakları, barış,
sevgi ve dayanışma" söylemlerinin çok kullanıldığı
çağımızda yapılan komisyon çalışmaları
göstermektedir ki, ülkemizde de çocuk ve gençlerimizin şiddet
eğilimleri artış seyri göstermektedir. 25,6 milyon
sıfır-on sekiz yaş grubu, terör örgütlerinin, suç örgütlerinin,
organ ve uyuşturucu tacirlerinin en kolay ulaştığı
ve etkilediği bir yaş grubudur.
Millî ve manevi değerleri korumasını
beklediğimiz bu genç nesli tehditlerden korumak için erteleyebileceğimiz
hiçbir tedbir yoktur. Şiddetin çocuk ve gençlerde artmasının
getirdiği maliyet, sebeplerini ortadan kaldırmak için
sarf edeceğimiz kaynaklardan çok çok fazladır. Bu bağlamda,
çocuk ve gençlerimizi şiddetten uzaklaştırmak için,
tüm yöneticilere, annelere, babalara ve medyaya önemli görevler
düşmektedir. Unutmayalım, hiçbirimiz, gençliğe karşı
olan sorumluluğun dışında kalamayız.
Ülkemizde artan şiddet olaylarının
ve gençlerdeki şiddet eğilimlerinin önlenmesi için, çocuklara
ve gençlere yönelik ulusal planlamaların ivedilikle etkin ve
ölçülebilir bir şekilde yapılması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, yaptığımız
bu ziyaretlerdeki tespitlerimizi sizlerle paylaşmaya çalıştım.
Tabiidir ki, bu olumsuz şartlar içerisinde çok olağanüstü
gayretler sarf ederek, gerçekten, bu tespitlerimizin aksi istikametinde
olumlu çalışmalar yapan belediyelerimiz, kurumlarımız
vardır. İnşallah, bu olumlu çalışmalar yapan
kurumlarımızın ve belediyelerimizin idarecilerinin
diğerleri tarafından örnek alınması temennisiyle
hepimizin üzerindeki bu şiddet eğilimlerini önleme noktasındaki
sorumluluğu bir kez daha hatırlatıyor, öncelikle,
şiddetin Mecliste olmamasını dileyerek, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ataş.
Sayın milletvekilleri, Meclis
Başkanlığına yazılı olarak müracaat
eden Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce, kendi isminin
de açıkça kullanılarak gerçek dışı beyanda bulunulduğunu
-Komisyon Başkanı tarafından- ifade etmiş ve 69'uncu
maddeye göre söz talebinde bulunmuştur. Bu talebi değerlendiriyorum.
Zabıtların bir kısmı geldi. Kendilerine de vereceğim
ve elbette ki, bir açıklama imkânı da her zaman için vekillerimize
veriyoruz. Yine, onu o şekilde değerlendireceğim. Üç
beş dakika içinde diğer zabıtlar da gelsin, size de takdim
edeceğim.
Şimdi, söz sırası,
şahsı adına, Sinop Milletvekili Sayın Engin Altay'a
aittir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
ENGİN ALTAY (Sinop) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Önce Komisyon Başkanına
hemen bir ikazda bulunmak istiyorum: Ben bu Komisyonun üyesi değilim,
biraz sonra benim konuşmamdan da rahatsız olup, bana da biraz
önce Sayın İnce'ye yaptığı gibi bir iftirada
bulunmasın diye peşinen bu işin önünü kesmek istiyorum.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
- İnsanlar alışkanlıklarından kolay vazgeçmezler!
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; çocuklarda ve gençlerde artan
şiddet eğilimi ve okullarda meydana gelen olaylarla ilgili,
Meclisimiz 14/12/2006'da bir komisyon kurdu. Şimdi, biz de, aynı
yılın tam iki ay öncesinde, Parlamentomuza bir gensoruyla
geldik ve bakın, ben, bu gensoru görüşülürken demişim
ki: "Bu gensoru, okullarımızda son üç yıldır ortaya
çıkan şiddet olaylarının artık durması
için verilmiş bir gensorudur." Biz, parti olarak bu tespiti
çok daha önce yaparak ve konunun -genel ve özel şartları mutlaka
var ama- özel şartlarında Millî Eğitim Bakanlığının
birinci derece muhatap olduğunu bilerek, Millî Eğitim Bakanlığı
hakkında bir gensoru içerisinde bunu değerlendirmek istedik.
Ama, Meclisimiz, o zaman ne yazık ki, bu gensoru önergemizi iktidar
partisinin çoğunluk oylarıyla reddetti. İki buçuk ay
sonra, aynı Meclis, gençlerde ve çocuklarda artan şiddet
eğilimleri ve okullarda meydana gelen olaylar için bir Meclis
Araştırması Komisyonu kurdu.
Şimdi, Komisyon raporu burada,
sizlerde de vardır, dört yüz doksan sekiz sayfadan ibaret bir rapor.
Emeği geçen, çalışan arkadaşlarımıza
çok teşekkür ediyorum.
Rapor iyi de, şimdi, Meclis
araştırması niye açılır? Ortada bir sorun vardır,
sorunu araştırırsınız ve sonra da soruna yönelik
bir çare ortaya koyarsınız. Komisyon raporunun sonuç bölümü
"olmalı", "sağlanmalı", "desteklenmeli",
"kullanılmalı", "çalışmalı",
"verilmeli." şeklinde; meli, malı raporu diyebileceğimiz
bir rapor.
Bu rapordan sonra ne olacak? Sayın
milletvekilleri, Meclis bir konuyu araştırır
Ki Meclisin
bir konuyu araştırmak için komisyon kurmasını gerektirecek
kadar önemli bir konuysa, millet çoluk çocuğunu artık okula
gönderemez hâle gelmişse, millet on yedi yaşındaki çocuğu
akşam altıdan sonra eve gelmeyince polisi arar hâle gelmişse
ortada ciddi bir durum vardır, ciddi, sosyal, toplumsal bir problem
vardır.
Şimdi, ben isterdim ki, bu Komisyon
raporunun son sayfasında bir Meclis soruşturması
açılmasına yönelik bir ibare olsun; bu yok. Bu şimdi görüşüldü,
Sayın Başkan biraz sonra "Rapor görüşülmüştür."
diyecek, yemek arası verecek, bitecek. Sonra, ilgililere, meraklılarına,
Millî Eğitim Bakanlığı istatistikleriyle ilgili,
sosyal, kültürel istatistiklerle ilgili, sosyal hizmetlerle ilgili
güzel bir envanter, istatistiki envanter. Mesela, bu raporu açarsınız,
bir sayfasında Türkiye'de kaç tane öğrenci var, kaç tane
öğretmen var, kaç tane derslik var, bunları görürsünüz. Bunlar
zaten Millî Eğitim Bakanlığının hazırladığı
istatistiklerde, yıllıklarda var. Bunu derken Komisyonun
emeğini küçümsemiyorum, ama yani ne oldu?
MEHMET YÜKSEKTEPE (Denizli) - Küçümsüyorsun
ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi
bu rapor çıktı da ne oldu? -Meli, malı raporu bu. Durdu
mu şiddet? Bu Komisyon çalıştı, işini bitirdi
de şiddet durdu mu? Çocuklarda ve gençlerde şiddet eğilimi
son mu buldu? Böyle bir şey yok. Ne var? Ee, Meclis görev yaptı...
Bu, görev falan değil sayın milletvekilleri; bu, beytülmalı
zarara uğratmaktır. Bunun başka bir açıklaması
olamaz. Bunu peşinen söylemek istiyorum.
Şimdi değerli arkadaşlar,
eğitim, hepimizin önce birinci derece çocuklarımızı,
gelecek kuşakları, ülkemizin geleceğini, dolayısıyla
kendi kuşaklarımızın da geleceğini ilgilendiren
hakikaten ciddi bir iş. Çocuklarımız bizim geleceğimiz,
bizim çocuğumuz olsun olmasın. Ben inanıyorum ki, biriniz
benim çocuğumun sokakta başına bir iş hâl geldiğini
görseniz, kendi çocuğunuzu müdafaa eder kadar müdafaa edersiniz,
muhafaza eder kadar muhafaza
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Kesin.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Biz de
sizin için, sizin çocuklarınız
Bu böyledir, çocuk sevgisi
ayrı bir şeydir. Çocukların iyi yetiştirilmesi lazım,
çocukların doğru yetiştirilmesi lazım, bunu çok
önemsemek lazım.
Şimdi, bakın, gençlerde
ve çocuklarda şiddet eğiliminin arttığını
görüyoruz. Bilmeyenler için söyleyeyim, bu Mecliste beni hâlâ hukukçu
zannedenler var, ben eğitimciyim; tebeşiri bırakıp
Parlamentoya gelmiş bir arkadaşınızım, son
üç yılında da eğitim yöneticiliği yapıyordum.
Bu işi bir parça bilirim. Şimdi, şiddet eğilimi bir
sorundur. Biraz önce iktidar sözcüsü arkadaşımız dedi
ki: "Bu, bugün ortaya çıkmış bir sorun değil.
Bu, yılların ihmali, birikimiyle bugün önümüze gelmiş
bir sorun." Yahu, istatistikler gayet açık, yani sizin döneminizde
okullarda şiddetin arttığını, sokakta
şiddetin arttığını, çarşıda, pazarda,
stadyumlarda şiddetin arttığını, hatta hatta
milletin geçim derdi yüzünden, parasızlık yüzünden evlerde,
aile içinde şiddetin arttığını bilmeyen mi
var? Bu yeni bir şey değil ki! Türkiye'yi bu noktaya, siz sayın
milletvekilleri değil ama, sizin güvenoyu verdiğiniz
59'uncu Hükûmet getirmiştir. Bunu kabul etmemiz lazım, bunu
görmemiz lazım. Bunu Türkiye görüyor, millet bunu biliyor. Üç
sene önce sekiz yaşındaki çocuğunu okula gönderen annenin
psikolojisi ile şimdi o annenin -çocuk da büyüdü, on bir yaşında-
psikolojisi bir mi arkadaşlar? Ben size soruyorum.
OSMAN KILIÇ (Sivas) - Şimdi daha
iyi.
ENGİN ALTAY (Devamla) -
Şimdi, tablo bu. Şimdi, bir kere, bu tabloyu bilmemiz lazım.
Genel sorunlar ayrı, yani,
toplumda şiddet niye arttı? Bunun birinci sebebi, milletin
aş ve iş sorunudur. Bizde bir söz vardır, "Aç tavuk
ambar yıkar." derler. Bu milleti aç bırakırsanız,
bu milletin çocuğu tinerci olur, babası da hırsız
olur. Kimse durduk yerde tinerci olmaz, hırsız olmaz, çeteci
olmaz, kapkaççı olmaz. Türkiye bu noktaya geldiyse bu, Hükûmetinizin
uyguladığı ekonomik politikaların, sosyal politikaların
bir ürünüdür, bir eseridir. Bu bir vakıadır. Bunu ortaya koymak
lazım. Hükûmetin de bu konuda tedbir alması lazım.
İş işten geçti, Parlamentonun son günlerini yaşıyoruz.
Gönlüm isterdi ki, bu işler ya önceden başlasaydı, konuşulsaydı
ya da yeni Parlamentoya bırakılsaydı. Şimdi, seçim
kararı almış bir Parlamento, burada, âdet yerini bulsun
cinsinden, şiddetle ilgili Meclis araştırmasını
görüşüyor "muş" gibi! Türkiye'nin bir genel problemidir,
hiçbir şeyi doğru dürüst yapmayız, yapmış gibi,
olmuş gibi, bakmış gibi, çalışmış gibi...
Bu "mış gibi"den Türkiye'nin kurtulması lazım,
ama öncelikle, Parlamentonun kurtulması lazım.
Şimdi, okullar boyutuna gelmek
istiyorum. Yani, genelde şiddetin, toplumdaki şiddetin,
gençlerdeki şiddet eğilimlerinin birçok sebebi var, faktörü
var; bu on dakikaya bunu sığdırmak tabii ki mümkün değil.
Ama, şiddetin stadyumda olmasını kabul edemeyiz,
şiddetin sokakta olmasını, parkta olmasını
kabul edemeyiz, ama sayın milletvekilleri, ilim-irfan yuvasında,
okulda şiddet olmasını tasavvur edemeyiz; kabul etmeyi
bırakın, kabul edemeyiz, tasavvur edemeyiz, düşünemeyiz,
düşünmemeliyiz, olmamalı, olabilememeli, ama var. Gün
geçmiyor ki, gazetelerde, okullarla ilgili şiddet haberleri,
uygunsuz haberler okuyoruz. Bu konuda çeşitli öğretmenlerin,
çeşitli yerlere yazdığı mektuplar var. Bir tanesini
ben okudum, inanın ben ağladım, bir öğretmen olarak
ben ağladım. Mesela, o mektuptan, size, sadece çok kısa
bir bölüm okumak istiyorum, çok şey var o mektupta ama: "Muhtaç
olduğu kudretin dolaştığı asil kanı
uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum."
diye feryat eden bir öğretmen mektubu bu. Aynı öğretmen
diyor ki: "Öğrenmeye direnen, kendini kapatan öğrencilerime
İstiklal Marşı'nın anlamını bile öğretemiyorum."
Ve aynı öğretmen -daha önce, bunu Mecliste bir kere söylemiştim-
"Sınıfta çocuklara ders anlatırken, yazı tahtasının
üstünde duran Atatürk resmine bakıp Atatürk'ün gözleriyle göz
göze gelmekten korkuyorum." diyor. İşte, Türk millî
eğitim sisteminin içine düştüğü durum budur. Böyle bir
sistemde okullarda da toplumla paralel olarak şiddetin olması
da kaçınılmaz. Hâlen, en azından iki ay, iki buçuk ay görevde
kalacak Sayın Bakana, âcizane tavsiye ederim ki
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Göreve devam edecek.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Efendim,
eder etmez. Ederse, hayırlı olsun, uğurlu olsun deriz.
Şimdi, Sayın Bakan, siz de
bilirsiniz, okulların iklimi vardır, okulların
eğitim ortamı vardır. Bu iklim ve bu ortam
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın
Başkan, müsamahanıza sığınıyorum.
Sayın Bakan, okulların iklimi
ve ortamı okulların başarısıyla doğru
orantılıdır, ama, okullarda bu iklim bozulmuşsa,
okullardaki eğitim ortamının demokratik yapısı
zaten dardır Türkiye'de, tümüyle ortadan kalkmışsa
okullardan verim alamazsınız. Okullarda verim alamadıktan
sonra, okul başka şeye yönelir. Okuldan bilim çıkarsa,
okuldan aydınlık çıkarsa, aydınlanma çıkarsa,
okuldan akıl çıkarsa, okuldan bilimsel mantık, anlayış
çıkarsa, okuldan uygulamalı eğitim anlayışı,
laik eğitim anlayışı çıkarsa, okulun içine hurafe
girerse, okulun içine argo girerse, okulun içine küfür girerse, okulun
içine müstehcenlik girerse, okulun içine siyasi kayırmacılık
girerse, okulun içine hemşehricilik anlayışı girerse,
artık, hepimizin çocuklarımızı yolladığı
o okullardan yetişecek öğrencilerden
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ENGİN ALTAY (Devamla) - Sayın
Başkanım, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Efendim, son cümlelerinizi
rica ediyorum, ek süre verdim.
ENGİN ALTAY (Devamla) -
o
okullardan yetişecek çocuklarımızdan, bu ülke için,
bu millet için çok şey bekleyemez hâle gelirsiniz.
Söylenecek çok şey var, ama anlıyorum
ki Sayın Başkan iktidar partisi hatibine verdiği toleransı
bana vermeyecek gibi, mi hissettim? Belki verecektir.
Evet, ama, bazı şeyleri değiştirmemiz
lazım. Dinci kuşatma ve kadrolaşmadan vazgeçmemiz lazım.
Hukuk tanımaz yönetim anlayışını terk etmemiz
lazım. Kemalist ideolojiden rahatsız olmamak lazım.
Müstehcenliği, küfrü, argoyu, cumhuriyet tarihinde görülmemiş
şiddeti okuldan temizleyecek her türlü akılcı ve bilimsel
tekniği okula sokmak lazım. Mahkemelerden yönetmeliklerin
dönmemesi lazım. Bir buçuk yıl geçip de, bu ülkede, Millî
Eğitim Bakanlığının, bu ülkenin Parlamentosunun,
kurulan üniversitelere rektör atayamamış bir durumda,
okul ortamlarını bir kaos ortamında bırakmaması
lazım. 15 milyona bedava kitap dağıtıp, veliden
150 milyon lira bağış almamak lazım. Okulların
fiziki şartlarını derhâl, derhâl düzenlemek lazım.
Öğrencileri ÖSS stresinden, OKS kargaşasından kurtarmak
lazım. Öğretmenleri kademelere ve rütbelere, kadrolu,
sözleşmeli, ücretli, usta öğretici diye ayırarak,
okullardaki öğretim kadroları arasında bir bunalım,
bir sendrom yaratmamak lazım. Güven, nitelik, başarı
sorunu yaşayan bir millî eğitim camiasının, sisteminin
derhâl bu sorunları aşması lazım. Adı millî, kendisi
millî olmayan bir Bakanlık, ülkemizde kabul edilebilecek bir
durum değildir.
Özetle, değerli milletvekilleri,
beden eğitimi, resim, müzik derslerinin bu dönemde hemen hemen
yok sayılacak bir noktaya getirilmesi de çocukları tetiklemiştir.
Gençler enerjilerini boşaltmak zorundadır. Gençlere, beden
eğitimi, resim, müzik alanlarında, bunlar önemli ders değil
diye ya da ders saat sayısını azaltarak bu okulların
düzelmesi mümkün değildir. Bunları çözmek lazım, ama
her şeyden önce, her şeyden önce, milli eğitimin başının,
20 milyonluk bir camianın başının sokağa
çıkan insanlara "yarasa" benzetmesi yapmaması
lazım.
Sayın milletvekilleri, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Altay.
Sayın İnce, son kısmı
yeni geldi, veremiyorum. Sadece, orada şunu okuyayım, yine
size söz vereceğim.
Sayın Komisyon Başkanı
"Bu bilgileri vermek istedim. Eğer kırdımsa, özür
dilerim. Çünkü, sizi severim, bütün meslektaşlarımı
severim ve lütfen, bu tür kaba, birbirimizi kıran davranışlarda
bulunmamayı, özellikle bu rapor görüşülürken hiç olmazsa,
özenle istirham ediyorum" diyor. Özür kısmı da bu kadar,
diğer kısım orada.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Söz
vermeyecek misiniz?
BAŞKAN - Şimdi, size
İç Tüzük'ün 69'uncu maddesine göre söz veriyorum.
Kısaca, lütfen, kendi
açıklamanızı yapın.
Evet, buyurun.
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
5.-
Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, İstanbul Milletvekili Halide
İncekara'nın, konuşmasında, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Burada, tabii ki, okullardaki
şiddet görüşülürken, Araştırma Komisyonu Başkanının
sözlü şiddette bulunmasını yadırgadığımı
belirtmek istiyorum. Sayın İncekara'nın mesleğini
bilmiyorum, ama dedikodu kültürünün Meclise yansımasının
çok tehlikeli sonuçları olacağını düşünüyorum.
Bu hiç doğru değil ve özetlemem
gerekirse şunu söyleyeyim: Allah insanı kuru iftiradan
saklasın. Burada bir şiddet olayı yaşanmış
olabilir, ama yaşandığı gün ben burada yoktum, Ankara'da
değildim. Siz nasıl bana iftira atarsınız? Ben Yalova'daydım
dün. Buradaki yaşanmış olayı bana attınız.
Yani, önce insana iftira atacaksınız, sonra size çok sert
tepki gösterilince diyeceksiniz ki: "Ben bayanım, bana kibar
ol." Önce, kibar olmayı hak edeceksiniz, size kibar davranılmasını
hak edeceksiniz. Siz bana bunu nasıl söylersiniz? Ayrıca,
diyorsunuz ki: "Komisyon çalışmalarının
şu kadarına katılmadı." Hanımefendi, size
bakanlık verememiş olabilirler, komisyon başkanlığı
verememiş olabilirler, bir araştırma komisyonunun
başkanı yapmış olabilirler sizin de gönlünüzü almak
için, ama, siz benim amirim değilsiniz.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Ayıp ama, çok ayıp bu ifadeler.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Yani,
siz benim amirim değilsiniz. Katılıp katılmama
takdirini, hesabını, ben, Cumhuriyet Halk Partisi yönetimine
veririm, size vermem.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın Başkan, uyarır mısınız?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Siz
bana bir sertifika gönderdiniz Sayın Başkan, koca koca da
imzanız var. Bir de diploma gönderdiniz. Çalışmalarımdan
dolayı teşekkür etmişsiniz, bir de kocaman da bir sertifikanız
var. O sertifikayı niye gönderdiniz o zaman? Siz, çalışmalara
katılmayanlara, hak etmedikleri hâlde sertifika gönderir misiniz?
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Uzmanlara soracağım, hata
etmişler.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Sizin
imzanız var Hanımefendi. Sayın İncekara, sizin
imzanız var. Siz o zaman, bu imzayı niye koydunuz oraya? Niye
imza attınız da bana böyle bir şey gönderdiniz? Ben size
onu iade edeceğim yarın, merak etmeyin. Sizin imzanızı
taşıyan bir şeyi ben duvarıma asmam zaten. İftira
atan bir insanın yapabileceği
Düşünemiyorum yani
böyle bir şeyi. Nasıl, emin olmadan bir kişiyi suçlayabilirsiniz?
(10/337, 343, 356, 357) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Cevap hakkım doğuyor Sayın
Başkan.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından
alkışlar)
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın İnce, çok ayıp oldu, çok ayıp!
BAŞKAN - Şimdi, Sayın
İnce, tabii ki, Komisyon Başkanının bir müeyyidesi
yok zorlamaya, ancak, İç Tüzük'ün 28'inci maddesinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin üyesi eğer bir komisyona seçilmişse,
görevini yapacak. Yapmıyorsa, buna karşı da gerekli
prosedür var. Zaten, her üye görevini yapmaya çalışıyor.
Böylece, bu tartışmayı
daha fazla uzatmanın bir manasını görmüyorum.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
- Sayın Başkan, kurulmuş bütün komisyon başkanlarına
hakaret edildi burada.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
1.-
İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili,
Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu
Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer
Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın,
çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda
meydana gelen olayların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi, söz hakkı
Sayın Bakanda.
Millî Eğitim Bakanımız
Sayın Hüseyin Çelik; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; toplumda yaygınlaşmaya yüz tutmuş
şiddetle ilgili olarak, şiddetin, her ortamdaki şiddetin
azaltılması ve alınması gereken tedbirlerle ilgili
olarak, malumunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
bir komisyon kuruldu. Gerek iktidar partisinden gerekse muhalefet
partisinden araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili
önergeler verilmişti ve bu önergelerin, biz de, kabul edilmesi
gerektiğini bu kürsüde gelip ifade ettik ve böyle bir komisyonun
oluşturulması, böyle bir komisyonun çalışması
ve bir rapor hazırlamasının bizim için de yol gösterici
olacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu meseleye
el atmasının da çok faydalı olacağını,
biz, Hükûmet adına beyan ettik.
Bugün görüyorum ki, burada son derece
derli toplu bir komisyon raporu hazırlanmış. Komisyon
uzun boylu çalıştı. Birçok yurt içinde seyahatlerde bulundular,
çalışma seyahatlerinde bulundular. Bizatihi meseleleri
çeşitli ortamlarda gözlemlediler ve birçok uzman dinlediler,
birçok kurumun değerli temsilcisini dinlediler, bizi komisyona
davet ettiler ve sonunda, aslında, normal puntolarla, kitap
puntosuyla dizildiği zaman bin sayfalık bir kitap olabilecek
derli toplu bir doküman hazırlandı.
Değerli arkadaşlarım,
bu çalışmanın, bunca zaman sarf edilen bu gayretin boşa
gittiğini söylemek mümkün değil. Evet, Meclis tarafından
kurulan araştırma komisyonlarının hazırladığı
raporların bir yaptırımı söz konusu değildir.
Ancak, ben, kendi adıma, Millî Eğitim Bakanı olarak,
Millî Eğitim Bakanlığı olarak bu dokümanın son
derece yararlı olacağını, buradaki tespitlerin,
buradaki teşhislerin ve buradaki bunların çözümünde ortaya
konan problemlerin çözümünde önerilen bazı tedbirlerin, yol
gösterici tedbirlerin bizim için son derece faydalı olacağını
ifade etmek istiyorum.
Ben, bu vesileyle, Sayın Komisyon
Başkanımız, İstanbul Milletvekilimiz Sayın
Halide İncekara Hanımefendiye ve çalışma arkadaşlarına,
muhalefetten iktidardan, bu komisyonda görev alan bütün arkadaşlarıma
bu vesileyle huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
tabii ki, şiddet denince zaten burada okulda şiddetten ziyade
okul çağındaki çocuklar ve gençler arasında yayılma
istidadı gösteren bir şiddetten söz ediliyor. Aile ortamındaki
şiddetin önlenmesi, stadyumdaki şiddetin önlenmesi, sokaktaki
şiddetin önlenmesi, her ortamdaki, sadece fiilî saldırı
ve darp niteliğinde değil, ama, kaba davranışlar
sonucu ortaya çıkmış olan şiddetin, kötü sözler sonucu
ortaya çıkmış şiddet eğilimlerinin toplumumuzdan
atılması, bunların asgariye indirilmesi, mümkünse
yok edilmesi için neler yapılmalıdır yönünde bir çalışma
yapılmış.
Bu arada, hemen şunu belirtmek
istiyorum: Bu problem ortaya çıktığı ilk günlerden
itibaren, malumualiniz, bazı olaylar, bazı toplumsal olaylar
belli zamanlarda daha çok hissedilir hâle gelir. Bu olay hissedilir
hâle geldiği andan itibaren biz Millî Eğitim Bakanlığı
olarak bununla ilgili bir strateji ve eylem planı hazırladık.
2011 yılına kadar devam edecek -2006-2011 yılına kadar
devam edecek- beş yıllık bir strateji ve eylem planı
hazırladık ve meselenin üzerine gittik ve iftiharla söyleyeyim
ki, değerli arkadaşlarım, burada da bir tablo var, 2006
yılı aralık ayında en üst noktaya çıkmış
olan, özellikle okullardaki şiddet, bu alınan tedbirler sonucu,
okul yöneticileriyle, okullarımızdaki öğretmenlerle,
velilerle, öğrencilerle yüz yüze görüşmeler sonucu ve bütün
bu kesimleri işin içine dâhil eden tedbirler sonucu okullardaki
şiddet eğilimleri binde 5'ten binde 2'ye düşmüştür.
Yani, ciddi anlamda bir düşüş söz konusudur. Bunu da iftiharla
huzurunuzda belirtmek istiyorum. En fazla şiddet olayı görülen
on iki vilayetteki bir il emniyet müdür yardımcısı,
bir millî eğitim müdür yardımcısıyla birlikte kurslara
çağrılmış ve kendileri ciddi bir eğitimden geçirilmiş.
Özellikle İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim
Bakanlığı, yerine göre Sağlık Bakanlığı,
Adalet Bakanlığı ve SHÇEK'ten sorumlu olan Devlet Bakanlığının
iş birliği ve koordinasyonuyla bu meselenin çözümü yönünde
çok ciddi adımlar atılmış ve buralarda bir azalma görülmüştür.
Konuyla ilgili olarak sürekli görev
yapan 6 profesörden oluşan bir bilim heyetimiz vardır. Biraz
önce bir muhalefet sözcüsü arkadaşımızın
adını verdiği Profesör Doktor Selahattin Övülmüş
bu 6 profesörden birisidir. Bir yüksek lisans öğrencisi okullarımızda
bir araştırma yapmak istemiş. Malumunuz, "Ben okullarda
araştırma yapmak istiyorum." diyen herkese "Buyur,
okullarda araştırma yap." denmiyor, bu işin kuralları
var. Bize öyle anketler getiriliyor ki, zaman zaman "Ben bu anketleri
okullarda uygulamak istiyorum." diyen insanlar geliyor, ankette
sorulan sorulara bakıyorsunuz, kesinlikle pedagojik değil,
kesinlikle ilköğretim öğrencisinin veya lise öğrencisinin
muhatap olması gereken sorular değil. Bunlara da izin verilmiyor.
Prosedürü yerine getirdikten sonra akademik çalışmaların
hepsine izin veriliyor ve Profesör Doktor Selahattin Övülmüş'ün
yüksek lisan öğrencisi olan kişiye de özellikle Millî
Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri
Dairesi ile bizim ar-ge birimimiz "şunların, şunların
tamamlanması lazım, şu eksiklikleri giderirseniz size
araştırma izni veririz" demişler ve şu anda o
eksiklikler gideriliyor, ilgili kişiye de araştırma
izni verilecektir değerli arkadaşlarım. Yoksa, okullarda
birisi araştırma yapmak istediği zaman, hele hele böyle
bir olayla ilgili, şiddetle ilgili bir araştırma yapmak
istediği zaman bizim buna destek olmaktan öte bir tavrımız
olamaz. Bunu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bizim
okullardaki rehberlik sistemimiz reaktif bir rehberlik sistemiydi.
Yani, önce problem olacak, ortaya sıkıntı çıkacak,
ondan sonra rehber öğretmenler onu gidermek için uğraşacaklar,
öğrenciyi çağıracaklar, konuşacaklar, problemi
çözmeye çalışacaklar. Biz, bu rehberlik sistemini yeni
baştan dizayn edip proaktif olan, yani olayların önünde giden,
olay ortaya çıkmadan, hastalık ortaya çıkmadan, salgın
ortaya çıkmadan, meselenin üstüne giden, öğrencilerle
bire bir ilişki kuran, problemli öğrencilerin aileleriyle
temasta bulunulan bir sistem getirilmiştir ve bu rehberlik sistemi
de bizim ülkemizde şu anda yerleşmiş vaziyettedir ve
problemli çocuğu olan 14 bin aileyle bire bir görüşme yapılmıştır.
Bu çocukların probleminin temel sebebi nedir, aile ortamındaki
şiddetten mi kaynaklanıyor, geçim sıkıntısından
mı kaynaklanıyor, bunun başka sebepleri mi vardır
şeklinde meselenin üstüne gidilmektedir.
Değerli arkadaşlar, bir
şeyi daha özellikle belirtmek istiyorum. Biraz önce yine bir muhalefet
sözcüsü arkadaşımız dedi ki: "Özel Eğitim ve
Rehberlik Genel Müdürlüğünde bazı insanlara şiddet
uygulanmış." Bu, psikolojik bir şiddet olarak ifade
edildi. Onlar da emekli olmuşlar ve ayrılıp gitmişler
bir şekilde. Şiddeti önlemeye memur olan, şiddeti önleyecek
olan birimde eğer bunlar olursa, Türkiye'de şiddeti nasıl
önlersiniz şeklinde bir yorum yapıldı.
Bakın, bu arkadaşların
hepsinin ismi şu anda yanımda. Ben, teker teker bu insanların
isimlerini okuyarak kendilerini sıkıntıya sokacak
bir pozisyon oluşturmak istemiyorum. Bunlardan bir kısmı
kırk yıl çalıştığı için emekli olup gitmiştir.
Bir de Özürlüler Yasası çıktıktan sonra, bildiğiniz
gibi, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri bütün Türkiye
çapında özellikle ticari olarak da bir cazibe noktası hâline
gelmiştir. Özel eğitim uzmanı olan, özel eğitim konusunda
deneyimi olan insanlar, bu özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri
tarafından daha yüksek ücretlerle istihdam edilmektedir. Sözü
edilen arkadaşların hepsi, bir özel eğitim ve rehabilitasyon
merkezine giderek, Millî Eğitim Bakanlığında çalışırken
aldığı maaşın birkaç katı fazla maaş
alarak şu anda çalışmalarına devam ediyorlar. Bunlara
şiddet uygulandığı için, bunlar emekliye zorlandığı
için emekli olmamışlardır. Bunu özellikle huzurunuzda
ifade etmek isterim.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Bir
araştırsanız iyi olur Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
bakın, biraz önce yine bir başka milletvekilimiz dedi ki:
"Sayın Millî Eğitim Bakanı, Bakanlar Kurulunda yumruğunu
masaya vursun 'öğretmenlerin ücretlerini artıracaksınız,
öğretmenlerin hayat standardını yükselteceksiniz'
desin" dedi.
Ben buradan size bazı rakamlar
vermek istiyorum. Şüphesiz ki, bakın, bir kez daha altını
çizmek istiyorum, sevgili öğretmenlerimize ne kadar fazla ücret
ödersek, onların hakkını ödemiş olmayız. Bu
memlekette en fazla parayı hak eden meslek grubu, şüphesiz
ki, öğretmenlerimiz, eğitimcilerimizdir, ancak, 2002
yılından bu yana, bakın, öğretmen maaşlarında
meydana gelen artış, değerli arkadaşlarım,
yüzde 95'tir. Enflasyon payını çıkardığınız
zaman, kümülatif enflasyonu çıkardığınız zaman,
refah payı, hayat standardını yükseltme adına reel
artış olarak öğretmenlere yapılan artış
yüzde 42'dir. Birçok meslek grubunda yüzde 12 ile yüzde 20-25 arasında
değişirken, bizim dönemimizde yine en fazla ücret artışları
öğretmenlere yapılmıştır, öğretmenlik
mesleğine yapılmıştır.
Şüphesiz ki, bu ülkenin kaynakları
arttığı zaman, millî gelir daha fazla arttığı
zaman ve bizim öğretmenlerimize daha fazla para verecek
imkânımız olduğu zaman, öğretmenlerimize bizim
de daha fazla para vermemiz gerekiyor, diğer devlet memurlarına
ve kamu çalışanlarına vermemiz gerektiği gibi,
ama, tekrar altını çiziyorum, 1998'den 2006 yılına
kadar, 2005 yılına kadar öğretmenlerin ders ücretlerine
kat sayı artışlarının dışında
bir kuruş zam gelmemişken, biz, bir anda öğretmen ek ders
ücretlerine yüzde 47 zam yaptık arkadaşlar. Ha, bunları
elbette fazla bulmuyorum, yeterli de bulmuyorum, ama, bu konuda
Hükûmetimiz üzerine düşeni yapmıştır.
Bu beş yüz sayfalık raporda
önemli tespitler var. Biz bütün bu tespitleri, özellikle yol gösterici
ve bizim için gerçekten son derece faydalı bilgiler olarak
alıyoruz, uzman arkadaşlarımız bunları satır
satır okuyacaklar, notlarını alacaklar, değerlendirecekler
ve yapılması gereken neyse yapacağız.
Burada okul öncesi eğitimin
artırılması isteniyor. Değerli arkadaşlarım,
bakın, biz iktidara geldiğimizde okul öncesi eğitim
Türkiye'de yüzde 11'di, okullaşma oranı yüzde 11'di, şimdi
yüzde 25'e çıktı, yüzde 25'i geçti, yüzde 120'lik bir artış
sağlanmıştır bu alanda. Yeterli mi? Elbette yeterli
değil.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sabahçı
öğlenci yaparak 2 katına çıkardığınız
değil mi Sayın Bakan?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, bütün Türkiye çapında
800'e yakın müstakil anaokulu vardır, bunun 400 küsuru bu dönemde
yapılmıştır.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) -
İkiye bölünme..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Bakın, ben o ikiye bölünmeden,
sabahçı öğlenci eğitiminden söz etmiyorum, inşa
edilen müstakil anaokulundan söz ediyorum. Toplam 800 civarındadır,
yarısından fazlası bu dönemde yapılmıştır.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Çok
iyi biliyorsunuz siz onu!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, okul öncesi
eğitimde gerekli şeyler yapılıyor. Rehber öğretmen
artırılsın deniyor, her atama döneminde yine çok önemli
sayıda
Bir de zaten çok fazla, rehber öğretmen açısından,
kaynağımız da yok. Rehber öğretmen ve psikolojik
danışma hizmetleri yapacak kaynaktan çok fazla öğretmen
zaten yetişmiyor, ama biz yine her atama döneminde önemli miktarda
atamalar yapıyoruz.
Okul-öğrenci-veli ilişkilerinin
düzenlenmesi gerekiyor deniliyor. Burada da özellikle Okul Aile
Birlikleri Yasası'yla ve peşinden çıkardığımız
yönetmelikle bu konuda da çok önemli bir mesafe kat edilmiş.
Kantinlerle ve kantincilerle ilgili,
servis şoförleriyle ilgili, öğretmen- öğrenci-idareci
ilişkileriyle ilgili buralarda bazı tavsiyeler var ve
bunların gereği yapılıyor değerli arkadaşlarım.
Ama, dediğim gibi, bu raporda üzerinde durulan özellikle yatılı
okullardan tutun da bütün meslek okullarına, genel liselere varıncaya
kadar yapılan tespitler var. Bu tespitler bizim için değerli
tespitlerdir.
İnternet ortamında
işlenen suçlar vardı. İnternet ortamında çocukları
suça iten -malumunuz- çok, gerçekten, öne alınması gereken
yanlış şeyler vardı. Bildiğiniz gibi Resmî Gazete'de
23 Mayıs 2007 tarihinde yayımlanan İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar
Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun yine bizim Hükûmetimiz döneminde hazırlanmış,
Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmiş ve bu Yasa da çıkarılmıştır.
Bu Yasa'nın çıkmasıyla birlikte, artık, İnternet'in
bir suç ortamı haline gelmesi büyük çapta önlenecektir. Buna
bağlı şüphesiz ki çıkarılması gereken bazı
yönetmelikler var. Ulaştırma Bakanlığımız
ve Sayın Ulaştırma Bakanımız da bu konuda büyük
bir gayretle bu meselenin üstüne gitmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
ben çok fazla vaktinizi almayacağım, ama, bir şeyin
özellikle altını çizmek istiyorum: Şüphesiz ki, suç
işleme oranı, genç yaşlarda daha fazladır. Ben, suç
işlemenin
Elbette, eğitim son derece önemlidir, insanımızı
en iyi şekilde eğitmemiz lazım, ama, eğitimle, diploma
vermeyi birbirine karıştırmamamız lazım. Bugün,
birçok, bakıyorsunuz, yanlış işin altından
çıkan insanlara bakıyorsunuz, bunların çifter çifter
diplomaları var. Eğer, verdiğimiz eğitim insanları
iyiden yana değiştirmiyorsa, onlarda bir ahlak telakkisi
olarak ortaya çıkmıyorsa, eğer bir davranış modu
olarak ortaya çıkmıyorsa, orada bir problem var demektir ve
sosyal meselelerde
Bazı arkadaşlarım dediler ki, bu
raporda "meli, malı" var. Sosyal problemler, sosyal meseleler,
toplumsal meseleler, bir şeyi boyacı küpüne batırıp
çıkararak çözülmez. Sosyal problemlerle ilgili, bir anda
ağrı kesici gibi bir çözüm söz konusu değildir. Bunlar,
yıllarca üst üste gelen, kronikleşen problemlerdir. Bunların
giderilmesi için de bir çok tedbirin alınması gerekiyor,
bu da bir süreç meselesidir ve tedricen bunların çözülmesi gerekiyor.
Bununla ilgili olarak da gerek fukaralığın önlenmesi
gerekse ortaokullardaki fiziki mekânın iyileştirilmesi
gerekse öğretmenlerimizin durumlarının iyileştirilmesi,
daha fazla personel tayin edilmesi, atılması gereken,
alınması gereken ne tedbir varsa bu tedbirlere başvurulmuştur,
ama bu yeterli midir? Elbette, her alanda olduğu gibi eğitim
alanının ve okul ortamının da eksiklikleri vardır.
Bunları gidermek de Hükûmet olarak boynumuzun borcudur, yapmaya
çalıştığımız, yaptığımız
da budur.
Ben, bir kez daha, özellikle böyle
bir önerge vererek, daha doğrusu önergeler vererek bu meselenin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılmasını
sağlayan ve bir komisyon oluştuktan sonra da bu komisyona
başkanlık yapan Değerli Başkana, onun çalışma
arkadaşlarına, iktidar ve muhalefet partisi milletvekillerine,
ben de teşekkür ediyorum.
Başta, Meclis olmak üzere
şiddetin bulunmadığı ortamların oluşması,
şiddetin tamamen hayatımızdan silindiği bir dönemin
arzusuyla ve temennisiyle hepinize en derin saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür
ediyoruz.
Şimdi, şahsı adına,
Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Yüksektepe.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET YÜKSEKTEPE (Denizli) - Sayın
Başkan teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi
ile okullarda meydana gelen olayların araştırılması
ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Araştırma Komisyonunun raporu üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, yaklaşık
beş buçuk saattir, burada bu raporu görüşüyoruz. Gerçekten,
tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de şiddet olgusu,
şiddet unsuru önemli bir kavram. Ben konuşmamın hemen
başında, özellikle, bu Araştırma Komisyonunun kurulması
aşamasında önerge sahiplerine, Komisyon Başkanına,
Komisyon üyesi arkadaşlarımıza, Meclis Başkanımızın
gayretine ve özellikle hem Meclis uzmanı olarak çalışan
-Meclisimizdeki- hem de dışarıdan gelen arkadaşlarımıza
özellikle teşekkür ediyorum. Gerçekten, çok önemli bir çalışmaya
imza attılar.
Bu rapor yaklaşık 500 sayfa.
Şimdi, tabii ki, bu rapor içerisinde sihirli değnek yok. Sözcü
arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki: "Ya, meli,
malı!" Tüm Meclis araştırması komisyonlarında
olduğu gibi, sonuç olarak, elbette bir rapor ortaya çıktı
ve raporun sonunda "meli, malı." Evet, doğru; yani
cümlelerin bitmesi böyle. Ama, Sayın Milletvekilimiz,
eğer raporun iç kısmına birazcık zahmet edip bakarsa,
araştırırsa, orada her kurumla ilgili -bakın, her
kurumla ilgili- hem kamu kurumu hem her bakanlıkla ilgili neler
yapılması gerektiğini teker teker, madde madde,
"sorun 1, çözüm 1; sorun 2, çözüm 2" şeklinde, âdeta, ilgililere,
sorumlulara, hep birlikte, Komisyon olarak, bir aspirin gibi, bu
sıkıntıyı çözmesi yolunda bir yol gösterici olması
noktasında, ışık tutması noktasında net
ifadeler ortaya koyduk. Elbette ki bu sosyolojik bir süreçtir.
Şimdi, yaklaşık, nüfusumuzun
yüzde 40'ı sıfır ile 24 yaş arasında ve bu rakam
26 milyon arkadaşlar. Dolayısıyla, sürekli kullanıyoruz,
ifade ediyoruz, bu rakam, birçok Avrupa ve dünya ülkesinin nüfusundan
daha yoğun.
Tabii, burada daha çok eğitim
konusunu ele aldık, eğitim ve okulların, millî eğitimin
sorunlarını, çünkü, bu yavrularımızın büyük
bir kısmı eğitim-öğretim çağında, ama,
şiddetin önlenmesi, şiddetin engellenmesi, değerli
arkadaşlar, uzmanlarımızın bize verdiği ifadelerde,
anne rahminden başlıyor, anne karnından. Yani, uzmanlar
şunu ifade ediyor arkadaşlar: Eğer hamile annenin psikolojisi,
hamile annenin ruh sağlığı, onun beslenmesi, yaşam
standardı, yaşam şartları, aile içinde ilişkiler
mutlu ise, huzurlu ise o bebeğin sağlıklı doğması
ve sağlıklı bir birey olmasında büyük bir etkisi
olduğunu; hatta, dediler ki, annenin dinlediği müziğin
ritmine göre bebeğin anne karnındaki tekmelerinin
şekli değişiyor; eğer hareketli bir müzik dinliyorsa
anne, çocuğun, anne karnındaki çocuğun tekmeleri daha
hızlı; eğer biraz daha mistik, biraz daha ağır
bir müzik dinliyorsa, daha yavaş olduğu gözlenmiştir.
Tabii, tüm bunlar dikkate alındığında
değerli arkadaşlar, bu sorun inşallah çözülecek.
Yine, muhalefet milletvekili arkadaşlarımızdan
Sayın Altay dedi ki: "Birçok şey yapılması lazım."
Arkadaşlar, bu raporun bundan önceki -bana göre- araştırma
komisyonu raporlarından bir farkı var. Bu Komisyon bilimsel
olarak araziye çıkmıştır, yaklaşık ondan
fazla ilimizi ziyaret etmişizdir ve bu süre içerisinde de yaklaşık
30 bin ortaöğretim çağındaki çocuklarımızla
ilgili bire bir anket çalışması yapılmış,
ayrıca, ceza ve tutukevlerindeki 2 bin civarındaki gençlerimizle
de yüz yüze, uzmanlarımız aracılığıyla
bu çalışma gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, bundan önce şiddet
var mıydı yok muydu? Değerli arkadaşlar, bununla
ilgili elimizde maalesef bilimsel bir veri yoktu. Üniversitelerimize
yazılar yazdık. Dedik ki: "Çalışmalarınızı
bize lütfen gönderin, bize ışık tutun." 100 kişi,
200 kişi, 500 kişi, 1.500 kişi üzerinde yapılan çalışmalar
var. Ama, biz dedik ki: "Bu böyle olmamalı." Hatta, bu
amaçla bir hocamızı bize yardımcı olması noktasında
davet ettiğimizde "Biz, on gün içerisinde Türkiye çapında
yaklaşık 30 bin öğrencimizle anket çalışması
yapacağız." dediğimde hocam şaşırdı,
dedi ki: "Sayın Vekilim, bu mümkün değil." Niye?
"Biz, üniversitede bunu projelendireceğiz, bunu bölüm
başkanımıza sunacağız, o, dekanımızdan
onay alacak, üniversitemiz bunu destekleyecek. Bu projenin onaylanması
altı ay sürer." Dedik ki: "Biz öyle yapmayacağız."
Biz ne yapacağız? Derhâl Sayın Komisyon Başkanımız
Millî Eğitim Bakanımıza yazı yazdı, Sağlık
Bakanımıza yazı yazdı ve ramları ortaya koyduk,
TÜİK'le temasa geçtik ve bilimsel anlamda Türkiye örneklemesini
ortaya koyacak bir çalışma gerçekleştirdik. Bence bu
raporda en çok önemsenmesi gereken yer burası.
Tabii, zaman da geçiyor. Arkadaşlar,
biz toplum olarak erdemli insan olma noktasında, insani değerler
noktasında ciddi bir aşınmanın var olduğunu
tespit ettik. Elbette ki, şiddetle ilgili eğitim, göç, diğer
olaylar, medya, aile içi, hepsi önemli, ama insani değer açısından
bir değer aşınmasına sahip, mevcut.
Yine, bakın, Amerika'da yapılan
bir çalışmada, anne-baba eğer çocuğuyla daha çok
zaman harcamışsa, o ailede ve o çocuk üzerinde şiddetin
en az olduğunu, hatta, hiç olmadığını görüyoruz,
hatta, eğer, o aile çocuğuyla birlikte her hafta sonu kiliseye
gidiyorsa, o ailelerde şiddet olayının olmadığını
görüyoruz. Şimdi, bu anlamda, mesleki eğitimin, sosyal ve
sportif faaliyetin artırılması gerekiyor.
Benim elimde bir kitapçık var,
"Bu Benim Eserim" diye bir kitapçık ve ben, Millî Eğitim
Bakanıma teşekkür ediyorum. Geçen hafta, Başkent
Öğretmenevi'nde bir heyecan vardı: Türkiye'nin seksen bir
ilinden gelen yavrularımız -yüz proje oraya seçilmiş;
yaklaşık, bu projeler, seksen bir ilden 13.922 proje arasından
seçilmiş, öyle ilginçti ki- öyle heyecanlıydılar ki,
o heyecanı yaşamanız gerekiyordu
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Mehmet,
şiddeti anlat, şiddeti; başka şeyleri anlatma!
MEHMET YÜKSEKTEPE (Devamla) - Bunun
içerisinde Denizli'den de proje vardı ve tüm illerden vardı.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Millî
Eğitim Bakanı kendini övdü zaten.
MEHMET YÜKSEKTEPE (Devamla) -
Şimdi bunu niye söylüyorum? Bugüne kadar yapılmayan
Eğer Japonlar zekiyse, Amerikalı zekiyse, İngiliz zekiyse,
ben inanıyorum ki, bizim yavrularımız daha zeki, ama,
o fırsatı o yavrularımıza mutlaka vermek zorundayız.
İşte, Millî Eğitim Bakanımızın yaptığı
çalışma bunun örneği.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Bravo!
MUHARREM İNCE (Yalova) - Bravo,
helal olsun!
MEHMET YÜKSEKTEPE (Devamla) - Bakın,
orada yüz projemiz vardı, elli tanesine ödül verildi. Kaybeden
de kazanan da öyle heyecanlıydı ki, işte, o heyecanı
yaşamanız gerekiyordu. Yani, kaybeden çocuklarımızın
projeleri burada arkadaşlar, çok ilginç projeler. Lütfen, buna
bakın. Yeni mucitler, yeni icatlar, yeni projeler, yeni bilimsel
çalışmaların temeli bu işte. İşte, bunu
yapmak zorundayız, şiddeti bu şekilde önlemek zorundayız,
o bireye, o gencimize, o yavrumuza kendine olan özgüveni vermek
zorundayız ve bunu daha da yaygınlaştırmak zorundayız;
hatta -ben ümit ediyorum ki- özellikle özel firmalar bu tür çalışmalara
finansman sağlasınlar, proje desteği sağlasınlar
ve sosyal sorumluluk anlayışı içerisinde.
Bir diğer konu şu: Geçen
akşam önemli bir televizyon kanalında bir uzman çıktı,
Bilişim Derneğinden, dedi ki: "Bu Hükûmet İnternet
kafeleri ve bilişimi sansürlüyor." Değerli arkadaşlar,
biz, bu çalışmamız içerisinde İnternet kafeleri
de ziyaret ettik. Eğer, her birimiz o İnternet kafeleri ziyaretinde
gördüğümüz manzarayı aktarmış olsak, gerçekten
tüyler ürpertici. Eğer, Sayın Bakanın ifade ettiği
o çıkardığımız yasayla ilgili, yani elektronik
ortamda işlenen suçlar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET YÜKSEKTEPE (Devamla) - Bitiriyorum
arkadaşlar.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Eğer, o İnternet kafelerdeki
ortamı görmüş olsaydık, bunu yadırgamazdık.
Ben, Türkiye Bilişim Derneğinin Genel Kurulunda da aynı
konuşmayı yaptım. Dedim ki, biz, bilişime karşı
değiliz ve özellikle, bizim dönemimizde bilişim noktasında
gelinen noktayı gayet iyi biliyoruz. Özellikle, bu çağdaş
dünyada bilginin paylaşımında en önemli unsurlardan
bir tanesinin İnternet olduğunun da farkındayım.
Ama, burada biz kendi yavrularımızı, kendi gençlerimizi,
kendi çocuklarımızı, arkadaşlar, korumak zorundayız.
Japonya'da yeni çıkan bir hastalık
var. Nedir biliyor musunuz arkadaşlar? İnternet'le uzun süre
hemhâl olup kendisini odaya kapatan, günlerce, aylarca, haftalarca
kapatan insanlarla ilgili -şu anda hastalığın
adını söyleyemeyeceğim- bir hastalık ortaya
çıkmış. Dolayısıyla, ben, bu anlamda, sözümü
toparlamak istiyorum
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, son cümlelerinizi
MEHMET YÜKSEKTEPE (Devamla) - Bu
çalışmanın hayırlı olmasını diliyorum
ve inşallah, önümüzdeki süreçte daha huzurlu, daha mutlu, kendine
güvenen bir gençliğe sahip olmamız ümidiyle hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yüksektepe.
Sayın milletvekilleri, çocuklarda
ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen
olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/337, 343, 356, 357) esas numaralı Meclis Araştırma
Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Birleşime 21.30'a kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati:
20.28
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 21.37
BAŞKAN
: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
Gündemin "Seçim" kısmına
geçiyoruz.
VI. -
SEÇİMLER
1.-
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalacak üyeliklere seçim
BAŞKAN - Şimdi, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu üyelikleri için 3984 sayılı Kanun'un
6'ncı maddesi gereğince seçim yapacağız.
Siyasi parti grupları tarafından
gösterilen adayların adlarını soyadı sırasına
göre okutuyorum:
"Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda
boşalacak 3 üyelik için Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
aday listesi: A. Zahid Akman, Mahmut Beşirli, Sami Şener,
İlhan Yerlikaya."
"Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
aday listesi: Neyyir Hülya Alp, Özcan Karakuş Erdoğan."
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
RTÜK Kanunu'nun 6'ncı maddesi gereği, siyasi parti grupları
kendilerine düşen üyeliğin 2 katı aday göstermişlerdir.
Adayların adları, soyadları
sırasına göre birleşik oy pusulası şeklinde
düzenlenmek suretiyle bastırılmıştır.
Toplantı ve karar yeter sayısı
mevcut olmak şartıyla, seçimde, Adalet ve Kalkınma Partisi
aday listesinden en çok oyu alan 2 aday ile Cumhuriyet Halk Partisi
aday listesinden en çok oyu alan 1 aday seçilmiş olacaktır.
Oylamanın ne şekilde yapılacağını
arz ediyorum: Görevli arkadaşlar, mühürlü birleşik oy pusulalarıyla
zarfları, her sayın milletvekiline birer tane olmak üzere
dağıtacaklardır. Birleşik oy pusulası ve zarfı
alan sayın üye, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu aday listesinden
2 adayın, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu aday listesinden 1 adayın
isimlerinin karşısındaki kareyi çarpı işaretiyle
işaretleyerek ve birleşik oy pusulasını zarfa koyarak
adının okunmasını bekleyecektir. Herhangi bir tereddüde
mahal vermemek için, komisyon ve hükûmet sıralarında yer
alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye Adana'dan
başlayarak Denizli'ye kadar (Denizli dâhil) ve Diyarbakır'dan
başlayarak İstanbul'a kadar (İstanbul dâhil), hükûmet
sırasındaki kâtip üye ise İzmir'den başlayarak Mardin'e
kadar (Mardin dâhil) ve Mersin'den başlayarak Zonguldak'a kadar
(Zonguldak dâhil) adı okunan milletvekilinin adını defterden
işaretleyecektir. Adı işaretlenen milletvekili, daha
sonra oy pusulasını içeren zarfı Başkanlık Divanı
kürsüsünün önüne konulmuş olan oy kutusuna atacaktır.
Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu aday listesinden 2'den fazla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
aday listesinden 1'den fazla adayın işaretlendiği oy pusulaları
geçersiz sayılacaktır. Bu hususlar, birleşik oy pusulalarında
da dipnot olarak açıkça belirtilmiştir.
Sayın kâtip üyelerin yerlerini
almalarını oy pusulaları ile zarfların da görevli
personel tarafından sayın milletvekillerine dağıtılmasını
rica ediyorum.
Şimdi, oylamanın sayım
ve dökümü için ad çekmek suretiyle 5 kişilik bir tasnif komisyonu
tespit edeceğim. Seçilecek tasnif komisyonu üyeleri, oylama
işlemi bittikten sonra komisyon sıralarında yerlerini
alacaklardır.
Ad çekme işlemini başlatıyorum:
Abdullah Gül, Kayseri? Yok.
Göksal Küçükali, İstanbul?
Yok.
Faruk Koca, Ankara? Burada.
Mustafa Demir, Samsun? Burada.
Ali Aydın Dumanoğlu, Trabzon?
Burada.
Turhan Çömez, Balıkesir? Yok.
M. Akif Hamzaçebi, Trabzon? Yok.
Mehmet Aydın, İzmir? Yok.
Nurettin Aktaş, Gaziantep?
Burada.
Nevzat Doğan, Kocaeli? Yok.
Mehmet Asım Kulak, Bartın?
Yok.
Selami Yiğit, Kars? Yok.
Fahri Keskin, Eskişehir? Burada.
Şimdi, bir defa daha okuyorum:
Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir, Eskişehir Milletvekili
Sayın Fahri Keskin, Gaziantep Milletvekili Sayın Nurettin
Aktaş, Trabzon Milletvekili Sayın Ali Aydın Dumanoğlu
ve Ankara Milletvekili Sayın Faruk Koca buradan ayrılmayacaklar,
sonunda tasnif heyeti olarak görev yapacaklar. Tebliğ ediyorum
kendilerine.
Şimdi, oylamaya Adana ilinden
başlıyoruz.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır.
Kupalar kaldırılsın.
Tasnif Komisyonu üyeleri Sayın
Faruk Koca, Sayın Ali Aydın Dumanoğlu, Sayın Nurettin
Aktaş, Sayın Fahri Keskin, Sayın Mustafa Demir yerlerini
aldılar.
Tasnif işlemi başlamıştır.
(Oyların ayırımı
yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelikleri için yapılan seçime
ilişkin Tasnif Komisyonu tutanağı gelmiştir.
Şimdi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen (2) üyelik ile Cumhuriyet
Halk Partisi Grubuna düşen (1) üyelik için yapılan seçime
298 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı
aşağıda gösterilmiştir.
Saygıyla arz olunur.
Tasnif Komisyonu
Üye Üye Üye
Faruk
Koca Ali Aydın Dumanoğlu Nurettin Aktaş
Ankara Trabzon Gaziantep
Üye Üye
Fahri
Keskin Mustafa
Demir
Eskişehir Samsun
A. Zahid Akman : 274
İlhan Yerlikaya : 270
Neyyir Hülya Alp :
267
Sami Şener : 29
Özcan Karakuş Erdoğan :
16
Mahmut Beşirli : 10
Geçersiz :
2
Boş :
3
BAŞKAN - Bu duruma göre, A. Zahid
Akman, İlhan Yerlikaya ve Neyyir Hülya Alp seçilmişlerdir.
Kendilerine hayırlı olsun diyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
22.43
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 22.51
BAŞKAN
: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER : Bayram Özçelik (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 116'ncı Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince, gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Basılı gündemin
1'inci sırasında yer alan kanun teklifinin geri alınan
maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin
görüşmeleri ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Afyonkarahisar
Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi
Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
5.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir
Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S. Sayısı:
1416)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, komisyonların
bulunamadığı anlaşıldığından,
alınan karar gereğince kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için 30 Mayıs 2007 Çarşamba
günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum,
iyi geceler diliyorum.
Kapanma Saati: 22.53