DÖNEM:
22 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT: 140
33üncü Birleşim
15
Aralık 2006 Cuma
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1252) (S.Sayısı:1269)
2.- 2005 Mali Yılı Genel
Bütçeye Dahil Dairelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2005 Mali Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270)
3.- 2005 Mali Yılı Katma
Bütçeye Dahil İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1237, 3/1140) (S.Sayısı:
1271)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00te
açılarak dört oturum yaptı.
Konya Milletvekili Remzi Çetinin,
Mevlânâ Yılı münasebetiyle onun düşüncelerine ve eserlerine;
Selçuk Üniversitesi bünyesinde bulunan bazı fakültelerin
Mevlânâ Üniversitesi ve Karatay Teknik Üniversitesi adı altında
toplanarak eğitim ve öğretime devam etmesine,
Kastamonu Milletvekili Musa
Sıvacıoğlunun, yeni Türk lirasına geçişle
paramızın değer kazanmasının olumlu etkilerine
ve ekonomik istikrara,
İlişkin gündem dışı
konuşmalarına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif Şener,
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlunun, vatandaşlarımıza yurt dışı
seyahatlerinde bazı ülkelerce uygulanan vizelere ve karşılaşılan
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşmasına
Adalet Bakanı Cemil Çiçek,
Cevap verdi.
Siirt Milletvekili Öner Ergenç ve
40 milletvekilinin, çocuklara yönelik cinsel istismarın
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/406) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmesinin,
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının
174üncü sırasında yer alan 573e 1inci ek sıra sayılı
Komisyon Raporunun, bu kısmın 5inci sırasına
alınmasına ilişkin CHP Grubu önerisinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.
İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz, Antalya Milletvekili Tuncay Ercenkin, konuşmasında,
Genel Başkanlarına,
Samsun Milletvekili Haluk Koç, Manisa
Milletvekili İsmail Bilenin, konuşmasında, Partisine,
Sataştığı iddiasıyla
açıklamada bulundular.
Çocuklarda ve gençlerde artan
şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, Genel Kurulun 22/11/2006 tarihli 22nci
Birleşiminde kurulan (10/337,343,356, 357) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu üyeliklerine, siyasî parti
gruplarınca gösterilen adaylar seçildiler.
Başkanlıkça, Komisyonun
başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak
üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda
bulunuldu.
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının:
1inci sırasında bulunan,
Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin
(2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri
alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2nci sırasında bulunan,
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3üncü sırasında bulunan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına
Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/1115) (S. Sayısı:
1147),
Kanun Tasarılarının
görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından;
Ertelendi.
4üncü sırasında bulunan,
Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması
ve Kullanımının Yasaklanması Hakkında Kanun
Tasarısının (1/1111) (S. Sayısı: 1229) görüşmeleri
tamamlanarak, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
Alınan karar gereğince
15 Aralık 2006 Cuma günü saat 14.00te toplanmak üzere, birleşime
19.54te son verildi.
Sadık Yakut
Başkan Vekili
Ahmet
Küçük Bayram
Özçelik
Çanakkale
Burdur
Kâtip Üye
Kâtip
Üye
No.: 49
II. - GELEN KÂĞITLAR
15 Aralık 2006 Cuma
Rapor
1.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeninin;
15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye
Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/901) (S. Sayısı: 1278) (Dağıtma tarihi:
15.12.2006) (GÜNDEME)
15 Aralık 2006 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 33üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündemimize göre, 2007 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
görüşmelerine başlayacağız.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S.Sayısı:1269)
(x)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270) (x)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1237,
3/1140) (S.Sayısı: 1271) (x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, komisyon
raporları 1269, 1270 ve 1271 sıra sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi, Bütçe Kanun Tasarılarının
sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükûmete söz vereceğim.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(İstanbul) Değerli Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
17 Ekim 2006 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2005 Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarıları Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle
incelenerek son şeklini almış, bugün de Genel Kurul görüşmeleri
başlamaktadır.
Bu vesileyle, yorucu çalışmalar
sonucunda yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun
Değerli Başkanı ve üyeleriyle görevlilerine ve bu sürece
katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu
idarelerinin temsilcilerine huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 bütçesi hükûmetlerimiz döneminde hazırlamış
olduğumuz beşinci bütçedir. Buraya özellikle dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa beşinci
yıl bütçesi yapılıyor. (AK Parti sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar) Bu, sağladığımız
istikrarın bir göstergesidir.
Bütçe kanunlarının hazırlanması,
görüşülmesi, kabulü ve yayımlanması bütçe hakkının
bir gereğidir. Bütçeler, devletin gelirlerinin toplanmasına
izin ve giderlerinin yapılmasına yetki veren kanunlardır.
(x)
1269, 1270, 1271 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri Tutanağa eklidir.
Bütçelerin mali yönleri yanında
ekonomik ve sosyal yönleri de vardır. Aynı zamanda, hükûmetlerin
bir yıl içinde millete sunacağı kamusal hizmetleri,
izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar.
Bütçeler, devletin nerelere ne kadar kaynak ayıracağını
ve nerelerden ne kadar kaynak toplayacağını gösterirler.
Geleceğe ilişkin öngörüleri
içeren bütçeler, ekonomide geleceğe yönelik beklentilerin
de izlerini taşırlar. Bütçeler, ekonomideki ağırlıkları
ölçüsünde ekonominin gidişatını belirler. Bir ülkedeki
ekonomik faaliyet düzeyi, bütçelerle şekillenir.
Güçlü bütçeler, güçlü ülkelerin
işidir. Bir bütçe ne kadar sağlam, öngörülebilir ve güvenilir
ise ülkenin küresel ekonomi içindeki yeri de o derece güçlü ve
sağlamdır.
Küresel rekabet yarışında
ülkemizin layık olduğu yere gelebilmesi, etkin kaynak
kullanımı ve mali disipline bağlıdır. Çünkü
rekabet gücü, insan kaynakları da dâhil olmak üzere etkin bir
kaynak kullanımı anlamına gelir.
Bu nedenle, bütçelerin iyi idare
edilmesi zorunluluğu vardır. Aksi hâlde bu durum ülke riskinin
artmasına neden olur. Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare
edilmeyen bütçeler yüzünden ülkemiz krizlere girdi ve bedelini
yüksek faiz olarak ödedi, ödemeye de devam ediyor. Yüksek bütçe
açıkları ve kamu borç yükü, milletimize sıkıntılar
yaşattı, çok çile çektirdi. Toplanan vergiler, faizlere
bile yetmedi. Vergiler, millete sunulacak hizmetlerin yerine getirilebilmesi
için en sağlam finansman kaynağıdır. Eğer vergiler
sadece faiz ödemelerine giderse kamu hizmetleri borç almak suretiyle
yapılabilir. İşte, böyle bir durumda, bütçe milletin
sırtında ağır bir yük olur. Bizim İktidarımızdan
önce bütçe milletin sırtında ağır bir yüktü. Biz,
bütçeyi, milletimizin sırtında yük olmaktan çıkarıp,
milletimize hizmet eder hale getirdik.
Göreve geldiğimizde, yüzde
14,6 düzeyinde olan bütçe açığının gayrisafi millî
hasılaya oranı bugün yüzde 1lerin altına düşmüştür.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Borç dinamiklerinde
çok süratli iyileşmeler yaşandı. Kamu net borç stokunun
gayrisafi millî hasıla içindeki payı yüzde 90,4ten 49,6ya
düştü. Hükûmetlerimizden önce, bütçe giderleri daima hedeflenenin
üstünde, bütçe gelirleri ise hedeflerinin altında gerçekleşti;
bütçe açığı hedefleri tutmadı. Meclisten geçen
bütçe ödenekleri yılın yarısında bitiyordu. Hedeflerin
çok büyük oranlarda, yüzde 49lara varan oranlarda saptığını
hepimiz gördük, şahit olduk. Bu, istikrarsızlığın
en önemli işaretidir.
Hükûmetlerimiz döneminde ise bütçe
açıkları daima öngörülerimizden daha iyi gerçekleşti.
Bu bütçe, daha önce hazırladığımız bütçeler
gibi istikrarın devamı, güvenilirliğin artması
ve Türkiyenin kalkınması için hazırlanmış bir
bütçedir. Bu bütçe, milletimizin refah düzeyinin daha da artırılması
anlayışı üzerine hazırlanmış bir bütçedir.
Fakire, fukaraya ve özürlüye sahip çıkan bir bütçedir. Ancak,
seçim bütçesi asla değildir. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk
diyor ki: Ekonomisi zayıf olan bir millet fakirlik ve yoksulluktan
kurtulamaz, sosyal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz.
Bu ifadeler bugün de geçerlidir yarın da geçerli olacaktır.
O nedenle, hedefimiz, gelişmiş ve güçlü bir Türkiyedir.
Güçlü Türkiyenin güçlü bir bütçesi olmak zorundadır.
Bu bütçe, mali disipline riayet
eden, popülizme meydan vermeyen bir bütçedir. Türkiye bugüne kadar
ne çektiyse o ne verdiyse ben daha fazlasını veririm diyen
zihniyetten çekmiştir. Bu anlayışa kesinlikle geçit
vermeyen bir bütçedir bu bütçe.
2007 bütçesi, mali disiplin anlayışı
içinde hazırlandı. Göreve geldiğimiz günden bu yana
sürdürdüğümüz istikrarlı ve kararlı bütçe yönetim anlayışımız
aynen devam etmektedir.
2007 bütçesi ile ilgili daha geniş
açıklamalara geçmeden önce, dünya ekonomisi ile ilgili bazı
hususlara değinmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; artan emtia fiyatları ile yaşanan doğal
afetlere rağmen dünya ekonomisi, 2005 yılında yüzde
4,9 büyüme hızına ulaştı. Büyüme hızı, gelişmiş
ülkelerde yüzde 2,6 olurken, küresel likidite imkânlarından yoğun
bir şekilde faydalanarak, dikkat çekici bir performans sergileyen,
yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 7,4
düzeyinde gerçekleşti.
Dünya ekonomisinde görülen büyüme
eğilimi sonucunda uluslararası likidite koşulları,
yükselen piyasalar lehine gelişti. Yatırımcıların
bu piyasalardaki yatırım araçlarına olan ilgisi arttı.
Bunun sonucunda, bu piyasalara büyük miktarda sermaye girişi
yaşandı.
Küresel piyasalardaki olumlu koşullar
2005 yılı genelinde ve 2006 yılı başlarında
da devam etti. Ancak, aynı dönemde ABD ve Çinden güçlü talebin
gelmesi, buna karşılık kapasite imkânlarının
sınırlı olması, başta petrol olmak üzere emtia
fiyatlarında artış yaşanmasına neden oldu.
Petrol fiyatları, ağustos
ayında 78 dolara kadar ulaştı. Eylül ayı ile birlikte
arzla ilgili kaygıların azalmasının etkisiyle
fiyatlar tekrar düşüş eğilimine girdi. Petrolün varil
satış fiyatı 13 Aralık itibarıyla 61,33 dolar
seviyesindeydi. Ancak, şunun altını çizmem gerekir
ki, dünya petrol fiyatları, büyük ölçüde, petrol ihraç eden ülkelerin
alacakları arz yönlü kararlara bağlıdır. Elimizde
olmayan sebeplerden dolayı petrol fiyatlarının artmasının,
ekonomimizi de menfi olarak etkilemesi kaçınılmazdır.
Dünya genelinde emtia fiyatlarındaki
yükseliş eğilimi sırasında enflasyonist baskılar
kendini göstermeye başlamıştır.
Diğer yandan, 2006 yılında
yükselen bir seyir izleyen altın fiyatları, nisan ayında
bir ons altının 650 dolar seviyesini aşması ile
birlikte rekor seviyeye ulaşmıştır. ABD Merkez Bankasının
yaptığı faiz artırımı sonrasında altın
fiyatları geriledi. 13 Aralık itibarıyla bir ons altının
fiyatı 628,40 dolar seviyesinde seyretmektedir.
Tüm bu gelişmeleri, fiyat istikrarı
açısından risk unsuru olarak değerlendiren gelişmiş
ülke merkez bankaları, faiz artırımları yoluyla
para politikalarını sıkılaştırmaktadırlar.
Dünya piyasalarına yayılan
aşırı likiditenin çekilmeye başlamasının
etkisiyle, mayıs ayının ortalarında yükselen piyasalardaki
menkul kıymet fiyatlarında ve borsa fiyat endekslerinde
ani düşüşler yaşandı.
Ancak, dünya genelinde uygulanan
kredibilitesi yüksek para politikaları neticesinde küresel
enflasyon büyük ölçüde kontrol altına alındı. Mali piyasalar
temmuz ayından itibaren yeniden istikrarlı ve normal bir
seyre kavuştu. 2006 yılında dünya ekonomisindeki olumlu
görünümün devam etmesi, büyüme hızının, gelişmiş
ekonomiler için yüzde 3,1; yükselen piyasalar ve gelişmekte olan
ekonomiler için yüzde 7,3 ve dünya ekonomisi için de yüzde 5,1 olması
beklenmektedir.
Ancak, 2007 yılı için, küresel
ekonomide, 2006 yılındaki olumlu görünümün bir miktar tersine
döneceğine dair işaretler vardır. Bundan sonraki dönemde
küresel likidite koşullarının nasıl bir seyir izleyeceği
konusu bütünüyle küresel büyüme sürecine bağlıdır.
AB, Japonya ve Çin gibi ülkelerden gelmesi muhtemel yüksek büyüme
hızları, bu süreci doğrudan etkiler niteliktedir.
Böyle bir gelişme, belli
başlı ekonomilerin enflasyonla mücadele amacıyla
sıkı para politikası uygulamasına neden olabilecektir.
Küresel piyasaların algılamaları
ve risk öngörüsü çok çabuk değişebilmektedir. Küresel ekonomideki
gelişmeleri çok yakından takip etmemiz gerekir. 2007
yılında, ekonomik büyümenin, gelişmiş ekonomiler
için yüzde 2,7; yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler
için yüzde 7,2 ve dünya ekonomisi için ise yüzde 4,9 seviyelerinde
gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi de Türkiye ekonomisine ilişkin bazı
gelişmelere değinmek istiyorum:
Dünyanın önemli bir coğrafyasında
stratejik önemi haiz bulunan ülkemizin, sürekli istikrarın
sağlandığı örnek bir ülke konumuna gelmesi son derece
elzemdir. Ekonomiden hukuka toplumsal hayatın her alanında
gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar, istikrarın
kalıcı hale getirilmesi doğrultusunda atılan
önemli adımlardır.
Değerli milletvekilleri, istikrar,
içindeyken değerinin çok fazla bilinmediği, ancak kaybedilince
değeri anlaşılan bir kavramdır. Onun için, son dört
yıldır yaşadığımız istikrarın
kıymetini bilelim ve onu gözümüz gibi koruyalım. Bu çok
önemlidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İktidara geldiğimiz günden
bugüne kadar, yüce milletimizin desteğiyle sağladığımız
istikrar ortamının sürdürülebilir olduğunu memnuniyetle
gözlemliyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da kararlılıkla
uyguladığımız politikalarımızdan asla
taviz vermeyeceğimizin altını çizmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kasım 2002 seçimleriyle birlikte temin edilen
güven ortamında, Türkiye ekonomisi 2005 yılında yüzde
7,6 oranında büyüyerek, öngörülen yüzde 5lik büyüme hedefini,
2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, aşmıştır.
Türkiye ekonomisi, 2003-2005 döneminde yılda ortalama yüzde
7,8 oranında büyümüştür.
Ekonomide yaşanan bu büyüme
trendi, 2006 yılında da, dünya ekonomisinde yaşanan
tüm olumsuzluklara rağmen devam etmiştir. 2006nın ilk
çeyreğinde yüzde 6,4; ikinci çeyreğinde yüzde 8,8; üçüncü
çeyreğinde yüzde 3 oranında büyüyen ekonomimiz, böylece,
yılın ilk dokuz ayında yüzde 5,7 oranında büyümüştür.
Türkiye ekonomisi, tarihinde ilk kez 19 çeyrek aralıksız
büyüyerek bir rekora daha imza atmıştır.
2006 yıl sonu itibarıyla
da yüzde 5lik büyüme hedefini aşacağız. 2002 yılında
184,5 milyar dolar olan gayrisafi yurt içi hasıla, 2007 yılında
410,7 milyar dolara ulaşacaktır. 2007 yılında büyümenin
temel dinamikleri özel tüketim ve yatırım harcamaları
olacaktır. Bu da gösteriyor ki, üretim, istihdam ve ihracat artışlarıyla
birlikte, ülkemiz ekonomisi sağlam temeller üzerinde yoluna
devam etmektedir.
Bu büyüme performansı kişi
başına düşen millî gelir rakamlarında da kendini
göstermektedir. 2002 yılında 2.598 dolar olan kişi başına
gelir, 2007 yılında 5.550 dolara ulaşacaktır. Bu,
bir zenginleşmedir. Satın alma gücü paritesine göre ise,
kişi başına millî gelirimiz, 2007 yılında
9.662 dolar seviyesine ulaşacaktır. Bu rakamlar, milletimizin
satın alma gücünün ve refah seviyesinin arttığını
göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hükûmetlerimizden önce ülkemizde yaşanan
yüksek ve kronik enflasyon, beklentileri olumsuz yönde etkiledi.
Ekonomide kısa vadeli yaklaşımların hâkim olmasına,
yatırım ve üretim kararlarının olumsuz yönde etkilenmesine
yol açtı.
Hükûmetimiz ekonomik ve sosyal istikrarı
sağlarken, öncelikle fiyat istikrarının sağlanması
gereğini göz önünde tutmaktadır.
2002 yılından bugüne, enflasyona
karşı mücadelede önemli bir aşama katedilmiştir.
Uygulanan basiretli politikalar ve tavizsiz sürdürülen mali disiplin
sonucunda enflasyon, 2002 yılı başında yüzde 73,2
seviyesinden tek haneli rakamlara inmiştir.
Enflasyonda, 2006 yılının
ilk yedi ayında, arz yönlü unsurlar ve dışsal koşullardan
kaynaklanan bir artış eğilimi gözlenmiştir. Bu dönemde,
enflasyonu olumsuz yönde etkileyen diğer bir unsur, ham petrol
fiyatlarında yılın ilk çeyreğinden itibaren gerçekleşen
artışlardır.
Ayrıca, mayıs ve haziran
aylarında mali piyasalarda yaşanan dalgalanma sonucu,
ithal malların fiyatlarındaki artışlar da bu dönemde
enflasyonun artmasına yol açmıştır. Ağustos
ayına gelindiğinde bu artış eğilimin tersine
döndüğü, kasım ayı itibarıyla TÜFEdeki yıllık
artışın yüzde 9,86 olarak gerçekleştiği görülmektedir.
Ancak, enflasyona karşı
yürütülen kararlı politikalar devam edecektir. Bunun uzun ve
zorlu bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Alınan
tedbirler ve son dönemde uluslararası likidite koşullarındaki
olumlu seyir nedeniyle 2007 yılında enflasyondaki düşüş
sürecinin devam etmesi beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2001 yılında yaşanan kriz sonrasında
istihdamda düşüş ve işsizlik oranında artışla
ortaya çıkan olumsuz tablo, 2004 yılından itibaren düzelmeye
başlamıştır.
Ayrıca, ülkemiz ekonomisinde
bir yapısal dönüşüm de yaşanmaktadır. Tarım
sektörü istihdamının toplam istihdam içerisindeki payı
2002 yılında 34,9 iken, 2006 yılı Ağustos
ayında 29,2ye gerilemiştir. Tarım dışındaki
sektörlerde ise istihdam artmakta ve işsizlik gerilemektedir.
Yani, tarımdan diğer sektörlere bir kayma vardır.
2006 yılı Ağustos dönemi
itibarıyla toplam istihdam, geçen yılın aynı dönemine
göre, Türkiye genelinde 441 bin kişi artış göstermiştir.
2005 yılı Ağustos döneminde
9,4 olan işsizlik, 2006 yılının aynı döneminde
9,1e düşmüştür.
Hükûmet olarak, istihdam imkânlarının
artırılabilmesi için istihdamı daha esnek hale getireceğiz
ve istihdam üzerindeki vergi yükünü düşüreceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dış ticaret hacmi, 2006 yılının
Ocak-Ekim döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 15,7 artışla 180 milyar dolara yükselmiştir. 2006
yılı sonu itibarıyla 219,5 milyar dolara ulaşmasını
bekliyoruz. 2007 hedefimiz ise 244,7 milyar dolardır.
2006 yılının Ocak-Ekim
döneminde ihracatımız, YTLnin güçlü konumuna rağmen,
verimlilik artışının da getirdiği rekabet
avantajıyla, 2005 yılının aynı dönemine göre
yüzde 12,5 artarak 67,8 milyar dolara yükselmiştir. 2006 yılı
sonunda ihracatımız 84 milyar dolar olacaktır. 2007
yılının sonunda hedefimiz 95 milyar dolardır.
2000 ve 2001 yıllarında yaşanan
krizlerin ardından yakalanan hızlı büyüme sürecinde,
özel sektörün yatırım talebi artmıştır. Yatırım
talebindeki bu artış, özel sektörün 2004 yılından
itibaren tasarruf açığı vermesine ve takip eden
yıllarda bu açığın artmasına neden olmuştur.
Özel sektör yatırım talebi ve enerji fiyatları paralelinde
artan dış ticaret açığı, cari işlemler
açığının artmasındaki temel etken olmuştur.
Cari açık, ocak-ekim döneminde 28 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.
Enerjinin toplam faturasını 2006 yılı itibarıyla
28 milyar dolar olduğunu düşünecek olursak, enerjinin fiyat
artmasının neticesinde, cari açığa ne kadar etki
ettiğini bir kere daha görmek mümkün olacaktır.
Ancak, bu noktada unutmamamız
gereken önemli bir husus, cari açığın sürdürülebilirliliğinin
rakamsal büyüklüğünden çok daha fazla önem taşıdığıdır.
Makroekonomik temellerdeki sağlamlaşma, mali ve parasal
disiplin ile enflasyonla mücadeledeki kararlılığın
sürdürülmesi ve popülist politikalardan uzak durulması cari
açığın sürdürülebilirliliğini artırmıştır.
Ancak, dışsal şoklar karşısında bir emniyet
supabı görevi yerine getiren dalgalı kur rejimi, mayıs
ayında yaşanan dalgalanmaya rağmen, sermaye çıkışlarını
yeni girişler ile dengelemiştir. Bu ise, artan güvenin ve
ileriye dönük bekleyişlerin olumlu yönde geliştiğinin
önemli bir göstergesidir.
Cari açığın sürdürülebilmesinde
ve risk olarak algılanmamasında finansman kalitesi de çok
büyük öneme sahiptir. Cari açığın finansmanında
geçmiş dönemlerde önemli bir paya sahip olan kısa vadeli
portföy yatırımları giderek azalarak yerini doğrudan
yatırımlar ile büyük bir bölümü özel sektörce sağlanan
uzun vadeli kredilere bırakmıştır. Ocak-ekim döneminde
15,8 milyar dolar doğrudan yatırım girişi ile 37,3
milyar dolar uzun vadeli kredi kullanımı, ülkemizde cari
açığın sağlıklı ve kalıcı bir finansman
yapısına sahip olduğunu göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, burada
bir noktaya temas etmek istiyorum: Şurada, biraz önce açıkladığım,
ekim dönemi itibarıyla -bu ilk defa oluyor- doğrudan yabancı
sermaye girişi Türkiyeye, 15,8 milyar dolar olmuştur. Bu
ne demektir?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Banka satışları Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Daha önce, hepiniz bilirsiniz, bizim hükûmetlerimizden
önce, senede, giren doğrudan yatırım miktarı senelik
on aylıktır, senelik, yani, ekimden ekime bakarsan 20 milyar
dolardır bu.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Hangi
yeni istihdamı yarattınız?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Yani, girmiş olan 20 milyar. Eskiden baktığımızda
1 milyar dolar değildi bu. Ortalama 1 milyar civarındaydı.
Bu yabancı sermaye acaba bize niye gelmiyor? diye çarşaf
çarşaf gazetelerde yazılıyordu. Herkes konuşuyordu
Bu ülkeye acaba bu yabancı sermaye niye gelmiyor, niye kabul
göstermiyor? diyordu.
TUNCAY ERCENK (Antalya) Hangi
fabrikayı kurdunuz Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Neden? Çünkü, Türkiyenin hâli gelmeye müsait değildir.
ALİ ARSLAN (Muğla)
Kıyak çekiyorsunuz, kıyak!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Bakınız, 1 milyar dolar nerede, 20 milyar dolar
nerede. Şimdi, bizim aramızdaki fark bu. Bizim hükûmetlerimiz
zamanında gelen yabancı sermaye yıllık 20 milyar
dolara yaklaşmıştır. Bu, budur. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) Gelen
borsaya yatırılıyor, başka?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Sayın Bakan, kâğıttan okusan iyi olacak.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Değerli arkadaşlar, Türkiyenin yıllardan
beri çok önemli bir problemi var, yıllardan beri çektiği sermaye
birikiminin azlığıdır.
CANAN ARITMAN (İzmir) Sayın
Bakan, bir tane fabrika kurdunuz mu?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Sermaye birikiminin azlığına da ancak ve
ancak ülkeye yabancı sermaye çekmek suretiyle sermaye birikiminin
azlığına çare bulabilirsiniz. Bunun için, bütün ülkeler,
dünyadaki bütün ülkeler, kendi ülkelerine yabancı sermaye
çekebilmek için her türlü önleme başvuruyorlar, her türlü rekabete
başvuruyorlar, her türlü tedbiri alıyorlar; ama, her
şeyden önce bir ülkeye yabancı sermaye gelebilmesi için o
ülkenin iyileşmesi, o ülkenin ekonomisinin düzelmesi, o ülkenin
istikrara kavuşması, o ülkenin güven sağlaması
icap ediyor. Ancak o zaman o ülkeye yabancı sermaye giriyor. Aksi
takdirde, bağırırsın çağırırsın,
ama bir şey gelmez, gelmez... Lafla peynir gemisi yürümez. Ne yapacaksın?
İşte, bizim Hükûmetimizin yaptığı gibi yapacaksın:
Ekonomiyi düzelteceksin, enflasyonu düşüreceksin, güveni
sağlayacaksın, istikrarı sağlayacaksın. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ekonominin düzeldiğinin
en güzel işaretidir bu: 1 milyar dolar-20 milyar dolar. Yani, buna
özellikle dikkatinizi çekmek istedim.
Şimdi, burada cari açıkla
ilgili çok konuşulacak, bundan sonra da konuşulacak; fakat,
cari açığın en büyük ilacı bu yabancı sermaye,
doğrudan yabancı sermaye. Bunu ne kadar artırırsanız
cari açığınız o derece sürdürülebilir. Ha, eskiden
sıcak para falan
O da azalıyor şimdi. Özel sektörün
uzun vadeli aldığı uzun vadeli kredilere doğru kayıyor.
Dolayısıyla, ekonomide bir iyileşme söz konusu. Fakat,
biz Hükûmet olarak, sürekli cari açığı da düşürebilmenin
gayreti içerisinde, alınması gereken her türlü tedbiri de
tekrar alacağımızı burada açıklıkla ifade
etmek istiyorum.
Yani, bu kapsamda ne önlemler alacaksınız?
Bunlarla ilgili olarak, mikroekonomik tedbirler başta olmak
üzere, istihdamın daha esnek bir yapıya kavuşturulması
Bilhassa istihdam üzerindeki vergi yükünü indireceğiz; bunu
kesinlikle söylüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ar-ge faaliyetlerini destekleyeceğiz.
Üretim yapısının değiştirilerek, yüksek teknolojiye
dayalı katma değeri yüksek ürünlerin teşvik edilmesi,
hizmet ihracatının artırılması dâhil her türlü
tedbirleri alacağız.
Kendi üretimimizin maliyetlerini
düşürmek suretiyle, ülkemizin rekabet gücünü artırmaya
devam edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, çok enteresan bir şeye temas etmek
istiyorum, o da şu: Son zamanlarda, yıllardan beri, bu yabancı
sermaye bize niye gelmedi diye hayıflanıp duruyorduk.
Şimdi, ülkenin düzelmesi suretiyle, istikrar ve güvenin gelmesi
suretiyle yabancı sermaye gelmeye başlayınca Eyvah,
bizim bütün mallarımızı yabancı sermaye almaya
başladı. Eyvah, bizim şirketlerimizi yabancılar
alıyor, bankalarımızı yabancılar alıyor.
Efendim, emlakımız satılıyor, yabancılar
alıyor, biz ne yapacağız? Öyle bir yanlış düşünceye
sokuluyor ki
Değerli arkadaşlar,
şunu özellikle belirtmek istiyorum: Yabancı sermaye geldiği
zaman, yabancı sermaye, eğer, bir yabancı gelir burada
bir villa satın alırsa -ki, İspanyada iki milyon tane almışlar,
yabancılar iki milyon villa satın almış, gelmiş
yerleşmiş. Şimdi biz tabii çok daha azlardayız- gelip
aldığı zaman, o villayı, o evi, o toprağı
kimse sırtına yükleyip memleketine götürmüyor, her
şey burada.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Yahu,
ne kadar çarpıtıyorsun!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Fabrikayı alırsa, kimse fabrikayı sırtına
alıp götürmüyor. Aksine, onlar bizim memleketimize güveniyor,
o paralarını getirip, kalıcı olmak suretiyle buraya
yatırıyorlar. Bir insan gelip buradan ev aldığı
zaman, düşünün, her sene gelmek mecburiyetinde. Kendi gelemezse,
yakınlarını göndermek mecburiyetinde veyahut da
emekli olduysa gelip burada yaşamak mecburiyetinde. Parasını
o memlekette alacak, gelecek burada harcayacak. Buranın suyunu,
buranın elektriğini, buranın hizmetini tüketecek,
buranın meyvesini tüketecek, buranın yiyeceğini tüketecek,
buranın giyeceğini tüketecek. Sürekli olarak bir gelir
kaynağı olacak ülke için. O bakımdan, bunlara lütfen
fazla itibar vermememiz lazım.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Hayret
bir şey ya! Bu söylediklerine kendin inanıyor musun Allah
aşkına!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Bakınız şimdi, 2005 yılı verilerine
göre İstanbul Sanayi Odasında kayıtlı 500 büyük
sanayi firmasının 136sı uluslararası sermaye
iştirakidir. Bu firmaların üretimden satış büyüklüğü
49 milyar YTL ve 500 firma içerisindeki payı yüzde 33. Yani, 500
firmanın üçte 1i yabancı sermaye, uluslararası sermaye.
İhracatı ona göre, istihdamı ona göre, üretimi ona göre.
Bu memlekete faydaları oluyor. Ayrıca bir de vergi alıyoruz
adamlardan. Bundan daha iyisi ne olabilir?
ALİ TOPUZ (İstanbul) Zaten
üretim vardı, yeni bir üretim yok; hikâye anlatıyorsun!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Değerli arkadaşlar, ülkemizdeki yatırım
ortamının iyileştirilmesi konusunda bugüne kadar
uygulamaya koymuş olduğumuz politikalar bundan sonra da
devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamu borç stokunun makroekonomik istikrar
açısından kırılganlık oluşturmayacak seviyelere
çekilmesi temel önceliklerimiz arasında yer almaya devam etmektedir.
2001 yılında yaşanan
krizin ardından yüzde 90,4 olan kamu net borç stokunun gayrisafi
millî hasılaya oranının 2006 yılı sonu itibarıyla
yüzde 49,6ya düşmesini bekliyoruz.
Öte yandan, merkezî yönetim toplam
borç stoku yapısının YTL lehine yaşanan önemli değişimi
2006 yılında da devam etmektedir. 2002 yılında borç
stokunun yüzde 42si YTL cinsinden oluşurken, ekim sonu itibarıyla
bu oran yüzde 62,6 seviyesine yükselmiştir.
YTL cinsinden iskontolu devlet iç
borçlanma senetlerinin faiz oranı 2002 yılında yüzde
62,7 iken, 2006 yılının kasım ayında yüzde 17,9a
gerilemiştir. Esasen, bu oran, 2006 yılının ilk çeyreğinde
yüzde 14lere kadar düşmüştü.
Bunun yanında, kamu kesimi
borçlanma gereğinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
da önemli ölçüde azalmıştır. 2002 yılında yüzde
12,6 olan bu oranın, 2006 yılında yüzde eksi 3,7 gerçekleşmesi
beklenmektedir.
Şimdi, bu rakamları söylüyorum
size, işte, eksi şu, eksi bu
Ne demek bu? Bu şu demektir:
2006 yılında, artık, bizim borçlarımız nominal
olarak da azalmaya başlamıştır; bu, bu demektir. Yani,
eskiden, kamu kesimi borçlanma gereği sürekli olarak artı
verirdi; yani, devamlı borçlanmaya ihtiyacı vardı.
2006 yılında -Hükûmetimizin takip ettiği politikalar
neticesinde- artık, bu, eksi veriyor; yani, kamunun borçlanmaya
ihtiyacı yok, mevcut borçları nominal olarak da azaltıyor
manasında bu.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, çalışanlarımız
ile emeklilerimize, çiftçilerimize, esnafımıza ve yardıma
muhtaç vatandaşlarımız ile bazı önemli sektörlere
yönelik icraatlarımız hakkında bilgiler vermek istiyorum:
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önce şunu söylemek istiyorum: Son dört
yıllık dönemde TÜFE endeksinde kümülatif değişme
yüzde 53,1 olmuştur. Şimdi, yaptığımız her
şeyi buna endeksleyeceksiniz. Eğer bunun üzerinde bir
şey yapmışsak, reel bir artış vardır; altında
artış yapmışsak, demek ki, enflasyonun altında
bir artış iyi bir şey değil.
Şimdi, en düşük memur maaşı
2002 Aralık ayında 392 YTL imiş. Bu, 2006 yılında
765 YTL olmuş. Artış oranı 95,2.
Net asgari ücret 2002 Aralık
ayında 184 lira, 2006 Kasım ayında 380 YTLye çıkmış.
Artış yüzde 106,5.
Başında söyledim, 53,5la
bunları kıyaslayacaksınız.
En düşük SSK emekli aylığı
2002 yılında 257 YTL, 2006 Kasım ayında 477 YTL. Artış
yüzde 85,6.
En düşük Bağ-Kur 2002 Aralık
ayında 136 YTL, 2006 Kasım ayında 349 YTLye çıkmış.
Artış oranı yüzde 156,9 olmuş.
En düşük Bağ-Kur çiftçi
emekli aylığı 2002 Aralık ayında 69 YTL, 2006 Kasım
ayında 232 YTL. Artış yüzde 235.
En düşük memur emekli aylığı
2002 Aralık ayında 357 YTL iken, 2006 Kasım ayında 620
YTLye çıkmış. Artış yüzde 74.
Altmış beş yaş aylığı
Aralık 2002de 24 YTL, kasım ayında 69. Artış yüzde
183.
Muhtar aylığı Aralık
2002de 97 YTL, Kasım 2006da 267 YTL. Artış yüzde 174.
Bu oranlar ve bu rakamlar, çalışan,
emekli ve diğer dar gelirli vatandaşlarımızın
durumlarının 2002 yılına göre iyileştiğini,
gelirlerinde reel artışlar olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır. Önümüzdeki dönemlerde de bütçe imkânları ölçüsünde
dar gelirli vatandaşlarımızın durumunu daha da
iyileştirmek temel önceliklerimiz arasında yer almaya devam
edecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçeden en yüksek payı eğitime ayırmak
bizim iktidarımıza nasip olmuştur. Çünkü, eğitimi
eksik bırakan her türlü yetersizliğin ülkemizin kalkınmasına
sekte vuracağını biliyoruz. Bu nedenle, bütün çocuklarımızın
eğitim alması için kaynaklarımızı seferber
etmeliyiz. Eğitim almadan bir ülkenin aydınlanabilmesi
ve müreffeh olabilmesi asla mümkün değildir.
Hükûmete geldiğimizden beri
100 bin derslik inşa ettik ve çocuklarımızın hizmetine
sunduk. Okullarımıza 406 bin yeni bilgisayar gönderdik. Bütün
okullarımıza yakında İnternet erişim
imkânı sağlanmış olacaktır.
Hükûmetimizin başlattığı
ilköğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı dağıtımı
uygulamasına kararlılıkla devam ediyoruz. Çocuklarımız
öğretim yılına başlar başlamaz, hiçbir ücret
ödemeden kitaplarına anında kavuşmaktadırlar.
2003-2004 eğitim-öğretim yılında başlayan uygulama
kapsamında bugüne kadar toplam 411 milyon kitap dağıttık.
Ayrıca, 2006-2007 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim
öğrencileri için 35 milyon 600 bin ücretsiz kitap dağıtımını
gerçekleştirdik.
Bu rakamları eskiden bırakın
dağıtmayı, bastırmak bile bir meseleydi ve parasıyla
-biz hepimiz biliyoruz- gidip kitap satan kitapçıların
önünde kuyruk oluyorduk sabahtan akşama ve yine de kitaplarımızı
bulamıyorduk. O günleri hepimiz biliyoruz. Şimdi, bırakın
onları dağıtmayı, çocuklarımız hazır
masalarında buluyor bunları. Bu, bu Hükûmetimizin evlatlarımıza
bağışladığı en güzel bir imkândır. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Üniversite öğrencilerimize,
iktidarımız döneminde öğrenim kredisi ve burs
şeklinde yaptığımız desteklerde önemli artışlar
kaydettik. 2002 yılında 451 bin öğrenci öğrenim kredisi
alırken, 2006 yılında burs ve öğrenim kredisi alan
öğrenci sayısı 725 bine ulaşmıştır.
Kredi tutarı biz geldiğimizde 45 YTL idi, bugün bu rakam 150
YTLye ulaşmıştır. Artış 3 kattan fazladır.
Ödeme gücü yerinde olmayan öğrencilere de ayrıca burs vermekteyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetimizin temel hizmet felsefelerinden birisi
olan önce insan anlayışından hareketle, sağlık
alanındaki problemlere çözüm getirmek amacıyla, Sağlıkta
Dönüşüm Programını hayata geçirdik. Milletimizin
sağlık düzeyinin yükseltilmesi için koruyucu sağlık
hizmetlerine özel önem veriyoruz. Koruyucu sağlık hizmetinin
göstergesi olan aşı harcamaları, 2002 yılında
10 milyon YTL iken, 2006 yılı sonunda 100 milyon YTLyi aşmış
olacaktır. Sıfır yaş grubunda bulunan bebeklerin
2002 yılında ancak yüzde 78i aşılanırken, 2006
yılında bu oran yüzde 93e ulaşmıştır, 2007
yılında ise bu oran yüzde 95 olacaktır.
2003 yılında 5.840 sağlık
ocağı bulunurken, 2006 yılında 6.343e
ulaştı. İlave olarak, 7.032
sağlıkeviyle sağlık hizmeti veriyoruz.
Sağlık ocaklarında muayene edilen kişi, 2002 yılında
65 milyon iken, 2006 yılında 115 milyona çıktı. Yani,
halkın, ilaca, doktora erişimi ne kadar kolaylaştı,
bunu bir kere daha görmek mümkün.
Yine, Sağlık Bakanlığı
ve SSK hastanelerinde, 2002 yılında toplam muayene sayısı
110 milyondu, bugün bu sayı 195 milyon oldu. Neredeyse 2 misli.
Yani, halkımızın sağlık hizmetlerinden eskiye
göre ne kadar daha iyi faydalandığının açık rakamları
bunlar.
Hepinizin bildiği gibi, yeşil
kart sahipleri, ancak ayakta tedavi için paraları ödeniyordu.
Bizim zamanımızda şimdi, hem onların yatak ücretleri
hem ilaç giderleri, hepsi karşılanıyor.
Değerli arkadaşlar, bir
de hepinizin bildiği çok önemli bir husus var. Eskiden vatandaşımız
SSK hastanelerine gidiyordu. Orada kuyruk bekleniyor. Bir tarafta
hastanelerin bazılarında yatak kapasitesi boş duruyor,
bir tarafta kuyruklar. O kuyrukları bekledikten sonra ancak
doktora gidiyor, doktor buna bir reçete yazıyordu. Reçeteyi
aldıktan sonra, haydi bir ilaç kuyruğu
Nerede? Efendim, o
hastanenin dördüncü katındaki bilmem ne odası eczane odası,
ilaç dağıtıyor. Bakıyor, İlacınız
yok, onun yerine şu ilacı verelim
Yahut İlacınız
yok, bir hafta sonra gel
Hasta vatandaş, artık hastalıktan
inim inim inliyor. Bunun ilacını hemen vermek, hemen o vatandaşımızı
şifaya kavuşturmak için gereken her türlü tedbiri almak
varken, vatandaşlarımız, yıllarca, o hastanelerde,
o ilaç kuyruklarında inim inim inletilmedi mi? Bunu hepimiz bilmiyor
muyuz? Öyle mi?
Şimdi, yapılamaz denilenleri
yaptı bu Hükûmet. Ne yaptı? O hastaneleri tek çatı altında
topladı. Şimdi artık herkes, ilacını öyle kuyruklarda
değil, mahallesindeki en yakın eczaneden gidip paşa
paşa alıyor ve bir an önce de tedavisine başlıyor.
Bu aradaki farkı, vatandaşımıza getirilen bu hizmeti
ancak o vatandaşımız anlar. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla, bundan dolayı ben, huzurlarınızda
bizim Hükûmetimize teşekkür ediyorum, Sağlık Bakanımıza
teşekkür ediyorum, Başbakanımıza teşekkür
ediyorum. Bu ne kadar önemli bir husus.
İşte, bunu bu Hükûmet başardı,
sizler başardınız. Burada sabahlara kadar çalışarak
çıkardığınız kanunlarla onları başardınız.
Sizleri de tebrik etmek istiyorum.
Bakınız, şimdi size
çok önemli, çarpıcı bir rakam vermek istiyorum. Sağlık harcamaları bir ülkenin
en önemli harcamasıdır. Gidin, bugün Amerikaya gidin, orada
en önemli harcamalardır. Ama, ileri ülkelerde, insanına
değer veren ülkelerde en önemli harcama sağlık harcamalarıdır
ve bütçelerde de en önemli harcamalar olarak yer alır, bütçelerin
en önemli harcama kalemidir.
Şimdi, size çarpıcı
bir rakam vereceğim: Biz geldiğimizde, Hükûmet olarak geldiğimizde,
harcanan rakam, sağlık harcamalarının toplam rakamı
9,9 milyar YTL idi. 2007 yılında bu rakam 25,2 milyar YTLye
çıkıyor. 9,9 milyar YTL -eski rakamlarla katrilyondu bunlar-
şimdi 9,9dan 25,2 milyar YTLye çıkıyor. İnsanına
önem veren bir Hükûmetin performansıdır bu değerli arkadaşlar.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, zaman
sebebiyle, elinizde de yazılı olarak var, bazı yerlerde
atlamalar yapıyorum, onun için hoşgörünüze sığınıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; korunmaya muhtaç çocuklarımız ile özürlü
vatandaşlarımızın hayat koşullarını
iyileştirmek amacıyla önemli düzenlemeler yaptık. Yapılan
düzenlemelerde, kurumlarımız arasındaki yakın
iş birliği sayesinde, hizmet götürdüğümüz bakıma
muhtaç özürlü sayısı hızla artmış, 2007 yılında
65 bin bakıma muhtaç özürlümüzün bakımını üstleniyoruz.
Daha düne kadar böyle bir hizmetten mahrum kalan bakıma muhtaç
özürlü vatandaşlarımıza insanca yaşama
imkânı sağlıyoruz.
Ayrıca, bakım altında
bulunan özürlülerimizin yaşamlarını daha rahat bir
ortamda sürdürebilmeleri amacıyla Engelsiz Yaşam Merkezi
Projesi geliştirildi. 35 engelsiz yaşam merkezi inşaatına
başlandı. 105 adet engelsiz yaşam merkezleri yapımıyla
proje çalışmaları devam etmektedir.
Korunmaya muhtaç çocuklarımızın
kurum bakımı yerine kendi öz aileleri yanında bakımını
sağlamak amacıyla, ayni ve nakdî yardım yapıyoruz.
Bu kapsamda, ailelere yapılacak nakdî yardım miktarını
2005 yılına göre yüzde 100 arttırdık. Geçmişte
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu yurtlarında kalan
8.044 çocuğumuza, sıcak aile ortamında kalabilmeleri
için destek sağladık. Daha önce Kurum yurtlarında ailelerinden
uzakta kalan çocuklarımız, devletimizin sağladığı
ayni ve nakdî destek ile artık, ailelerin yanında kalabilmektedir.
Ayrıca, yurt ve yuvalarda kalan
çocuklarımızın, koğuş sisteminin getirdiği
olumsuzluklara maruz kalmaması ve bir aile ortamında bulunmaları
için Sevgi Evleri Projesini başlattık. İlk olarak, valiliklerimiz
ve sivil toplum örgütlerimizin desteği ile 21 sevgi evi açtık,
120 sevgi evini ise açıyoruz.
Bu hizmetleri en iyi ve etkin bir
şekilde yerine getirebilmesi için, Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne gerekli kaynaklar tahsis
edilmektir. Genel Müdürlüğün bütçesini 2007 yılında,
2002 yılına göre yaklaşık 5 kat arttırdık,
792 milyon YTLye çıkardık.
Değerli arkadaşlar,
Hükûmetimiz, vatandaşlarımıza, Sosyal Yardımlaşmayı
ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ve benzeri kuruluşlar
aracılığıyla ayni ve nakdî yardımlar yapmaya
da devam etmektedir. Bugüne kadar yapılan yardımların
tutarı 3 milyar YTLyi aşmıştır.
Hükûmetimiz, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımıza
kömür yardımları olarak, 2003 yılında 1,1 milyon aileye
663 bin ton, 2004 yılında 1,5 milyon aileye 1,1 milyon ton,
2005 ve 2006 yıllarında üst üste 1,8 milyon aileye 1,3 milyon
ton ücretsiz kömür dağıttık. Böylece, yoksul ve dar gelirli
kesimlerin rahat bir nefes almalarına imkân sağlamış
olduk.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetimiz döneminde, çiftçilerimize, doğrudan
gelir desteği, mazot desteği, gübre desteği, hububat
prim desteği gibi önemli destekler sağlanmış, ayrıca
çiftçi borçları ile sulama borçları yeniden yapılandırılmıştır.
Çiftçiler için, çok, şunu yaptınız, bunu yapmadınız,
eskiden böyleydi diyenlere bir açık rakam veriyorum şimdi:
2002 yılında yapılan toplam tarımsal destek, bütün
tarımsal desteklerin toplamı 1,868 milyar YTL, 2007 yılında
bu 5 milyar 250 milyon YTL. Yani, bizim Hükûmetimizden önce çiftçi,
çiftçi deyip çiftçinin haklarını, işte, çok fazla konuşanların
çiftçilere toplam verdikleri para 1,868; şimdi 2006da verdiğimiz
5 milyar YTL.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) Sayın Bakan, Yıllık Programda 2,2 milyar YTL.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Onun gerçekleşmesine bakarsanız bu rakamı
bulursunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) İmzanız olan kitapta farklı, 2,2 milyar YTL.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Oradaki ifade ettiği başka, bu başka Sayın
Hamzaçebi, sen bilirsin bu işleri.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) İmzanız var burada.
TUNCAY ERCENK (Antalya) Kitapta
yazan şey niye farklı olsun Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Değerli arkadaşlar, benim verdiğim rakamlara
iyi dikkat edin, bu rakamlar Maliyenin rakamları.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) Bu da Bakanlar Kurulunun rakamları Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Bu rakamları bir de okumak lazım tabii.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Trabzon) Bakanlar Kurulunun rakamları Sayın Bakan, rica
ediyorum.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Başka yerlerde başka rakamlar var. Birisi, mesela,
bir ödenek rakamıdır, birisi gerçekleşme rakamıdır.
Benim verdiğim gerçekleşme rakamlarıdır. Onun
için bu rakamlara iyi dikkat edin.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Gerçekleşmiş mi Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Birisi, verdiği, 1,868 vermiş çiftçiye, bunu
bir daha söylüyorum, biz verdik 2006 yılında 5 milyar. Al bakalım
şimdi, ikisinin arasında
(AK Parti sıralarından
alkışlar)
Kim çiftçiyi koruyor, kim çiftçiyi
düşünüyor, kim çiftçiden yana? Rakamlar ortada. Lafla değil
bunlar, rakam. Verdin mi parayı, tikoyu, ona bakarsın sen;
vermedin mi yok, verirsen var. Onun dışında
(AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından gürültüler)
Bak, bir daha söyleyeyim tek tek,
2007 yılında
ALİ TOPUZ (İstanbul)
Çiftçilerin yanına gidelim beraber.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla)
1,9 milyar doğrudan gelir desteği, 492 milyon
mazot, 363 milyon gübre, 1,7 milyar YTL ürün desteği, 710 milyon
YTL hayvancılık olmak üzere, toplam 5 milyar 250 milyon
YTLdir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) Sen
başkasına verdin galiba çiftçiye verdim diye.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Verdiniz mi Sayın Bakan bunları?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Burada şimdi benden sonra çok konuşacaklar,
çiftçi üzerinden çok istismar yapmaya çalışacaklar; ama,
ben, işte, rakam burada. Bağdat orada, arşın burada.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FERAMUS ŞAHİN (Tokat)
Pancar fiyatları ne oldu Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Şimdi, yine, tarım kredilerinde uygulanan faizler,
yüzde 59lardan yüzde 17,5lara çekmişiz. Tarımsal sulamadan
kaynaklanan elektrik borçları, faiz yükü düşürülerek yeniden
yapılandırılmıştır. Çiftçilerimizin
kredi borcu yarıya indirilirken, kalan borçları uygun koşullarda
vadelendirilmiştir. 2,7 milyar YTLlik borç faizi silinmiştir,
bunu özellikle söylemek istiyorum. Ziraat Bankası tarafından
çiftçilerimize verilen tarımsal kredi hacmi, 2006 yılı
sonunda, 2002 yılına göre 18 kat artırılmıştır.
200 milyon civarındaydı, 3,5 milyar YTLye çıkmış.
Yine, Hükûmetimiz döneminde, ekonomimizin
ve sosyal hayatın temel dinamiği, omurgası olan esnaf
ve sanatkârlarımızın desteklenmesi amacıyla,
Hükûmetimiz döneminde esnaf kredilerinin miktarı artırılırken,
faiz oranlarının düşürülmesine öncelik verilmiştir.
2002 yılından bu yana görülen artış, esnafa verdiğimiz
önemin kayda değer bir örneğidir. 2002 yılında yaklaşık
154 milyon YTL olan yıllık kredi hacmi, 2006 yılı sonu
itibarıyla yıl bazında 2,5 milyar YTLye ulaşmıştır.
Kredi miktarları artırılırken, uygulanan faiz
oranları da hızla aşağı çekilmiştir. 2002
yılında yüzde 47 olan faiz oranı, 2005 yılında
yüzde 15 ve içinde bulunduğumuz yılda ise yüzde 13e kadar
gerilemiştir.
Ayrıca, Hükûmetimiz döneminde
KOBİlere verilen destek de dikkate değerdir. 2002 yılı
itibarıyla 7,3 milyon YTL tutarında olan KOBİlere verilen
destek, 350 milyon YTLye ulaşmıştır.
Bilgi çağında bir ülke,
ürettiği bilgi, geliştirdiği teknoloji ve bulduğu
yenilikler ölçüsünde dünyada söz sahibi olacaktır.
Bu anlayış çerçevesinde,
Hükûmetimiz, bilim ve araştırmaya büyük önem atfetmiştir.
Bu nedenledir ki, bugün geldiğimiz noktada, araştırma
projelerine cumhuriyet tarihinin en büyük kaynağını
ayırma onuru, Hükûmetimizin olmuştur.
Nitekim, 2005 yılı sabit
fiyatlarıyla, 2002 yılında araştırma projelerine
yapılan toplam kamusal destek sadece 277 milyon YTL iken, 2003
yılında 543 milyon YTLye, 2004 yılında 560 milyon
YTLye, 2005 yılında 1 milyar 100 milyon YTLye, 2006 yılında
ise bu kaynak 1 milyar 281 milyon YTL düzeyine gelmiştir. Bakınız,
yani, 277 milyondan 1 milyar 281 milyon YTLye getirmişiz. Burada,
son dört yıl içerisinde yaklaşık 5 kat düzeyindeki toplam
reel artışa dikkatinizi çekmek istiyorum. 2010 yılına
kadar ar-ge harcamaları bakımından, gelişmiş
ülkeler seviyesine ulaşmak temel hedefimizdir. Bu amaçla,
2007 yılında öngörülen kaynak miktarı, 2006 yılındaki
kaynak tutarını da aşmış olacaktır.
Bilgi toplumu olma yolundaki kararlılığını
ortaya koyan Hükûmetimiz, aktarılan bu kaynaklar sayesinde yapılacak
olan araştırmalara, başta nanoteknoloji olmak üzere
hayati derecede önem vermektedir. Zira, bilim ve teknolojisini
kendisi geliştiremeyen bir ülkenin katma değerini sürekli
olarak artırması imkânı bulunmamaktadır. Bu
bağlamda, inovasyon politikalarımızı tespit edeceğiz
ve ar-ge faaliyetlerinin yeni ürünlerin ortaya çıkarılmasındaki
katkısını artıracağız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; inovasyon ise, bir ülkede rekabet gücünü, yaşam
kalitesini ve refah düzeyini artıran en önemli faktördür. Bugün,
doğru inovasyon politikaları sayesinde, işsizlik,
gelir dağılımındaki eşitsizlik ve bölgesel
dengesizlikler gibi önemli ekonomik ve toplumsal sorunların
çözümünün mümkün olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, inovasyon
politikasının ekonomik ve sosyal kalkınma politikalarımızın
merkezine oturtulmasını teşvik edeceğiz. Bunun
için de, inovasyon politikalarımızı acilen şekillendirip,
toplumsal mutabakatla uygulamaya koyacağız.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi, trafik yoğunluğundan
dolayı kapasitenin artırılması için, 2002 yılı
sonu itibarıyla, bölünmüş yol yapım çalışmalarına
başlanmıştır.
2003 yılı öncesinde ülkemizde
3.859 kilometre devlet yolu, 467 kilometre il yolu, 1.775 kilometre
otoyol olmak üzere, toplam 6.101 kilometre bölünmüş yol mevcut
idi. Karayolları Genel Müdürlüğünce, 2003 yılı başından
itibaren 8 bin kilometre yol güzergâhında çalışma yapılmıştır.
Ekim ayı itibarıyla, otoyollar dâhil olmak üzere, 12.666 kilometre
bölünmüş yol hizmete sunulmuştur.
Bölünmüş yolların dışındaki
2x1 şeritli yollara da ağırlık verilerek, 1.909 kilometre
tek yol bitirilmiştir.
Geçmiş yıllarda, devlet
ve il yollarında yılda ortalama 7 bin kilometre asfalt yenileme
çalışması yapılırken, 2003 yılında
9.390, 2004te 14.000, 2005te 15.986, 2006 yılında 15.343 kilometre
asfalt yenileme çalışması yapılmıştır.
2007 yılında ise ilave
1.500 kilometre bölünmüş yol ve 300 kilometre tek yolun sathi
kaplama seviyesinde bitirilmesi hedeflenmektedir.
Yine, Hükûmetimiz döneminde uygulamaya
konulan Bölgesel Havacılık Projesiyle özel sektörün önündeki
engeller kaldırılmış, bu suretle sivil havacılık
sektörü âdeta şaha kalkmış ve ciddi bir atılım
yapmıştır.
2002 yılında iç hat yolcu
trafiği 8 milyon 500 bin iken, 2005 yılında yüzde 139 artışla
20 milyon 500 bin yolcuya ulaşmıştır. Sivil hava ulaşımında
2015 için öngörülen yolcu trafiği hedeflerine, on yıl öncesinden,
yani 2005 yılında ulaşılmıştır.
2002 yılında 150 hava aracı
varken bugün 261 hava aracı vardır. Yine, 2006 yılında
38 havaalanına yayılmıştır bütün yolcu, kargo
trafikleri. Sonuç olarak, sivil havacılık sektörü dünyada
ortalama yüzde 5 büyürken ülkemizde bu oran yüzde 30 olmuştur.
Yıllarca hava taşımacılığında
etkin kullanılmayan, Tokat, Uşak, Adıyaman, Siirt, Kahramanmaraş
gibi birçok sayıda havaalanı sivil hava trafiğine
açılarak ülke ekonomisine kazandırılmıştır.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2003 yılından önce Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğünün devam eden proje sayısı 1.500ün üzerindeydi.
Mevcut kaynaklarla, projeler ancak yirmi altı yılda tamamlanabiliyordu.
Çeyrek asırda tamamlanan tesis dönemi kapatılarak,
açılış tarihi ve saati verilerek tesis bitirme dönemi
başladı.
2003-2006 yıllarında tamamlanarak
hizmete açılan tesis sayısı 366dır. Bu tesislerle
yaklaşık 10 milyar YTLlik dev yatırım stoku ülkemize
kazandırılmış oldu.
Baraj açılışlarında
bir rekor kırıldı: 94 adet baraj ve gölet açıldı.
Açılan tesisler 518 bin hektar araziyi sulu tarıma kavuşturdu.
Su sıkıntısı çeken on beş şehrimizde 10
milyon vatandaşımıza kaliteli içme suyu temin edildi.
Yarım asırdır hayali kurulan, ama bir türlü hayata geçirilemeyen
Ilısu ve Yusufeli Barajları ve Hidroelektrik Santralleri
ile Bağbaşı Barajı ve Mavi Tünel gibi dev projelere
başlanıldı. Göletlerin balıkçılığa
açılması ile yılda 34 bin ton üretim, millî ekonomiye 166
milyon YTL katkı ve 1.875 kişiye istihdam sağlandı.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi de size KÖYDESten bahsetmek istiyorum.
Köylerimizin altyapısının desteklenmesi amacıyla,
uzun yıllardan beri ihmal edilen köylümüzün yol, içme suyu, kanalizasyon
ve tarımsal sulama ihtiyaçlarını
karşılamak üzere büyük bir seferberlik başlatmış
bulunmaktayız. Uygulamaya koyduğumuz KÖYDES projesi kapsamında,
ilk kez 2005 yılında bu amaçla il özel idareleri ile köylere
hizmet götürme birliklerine 201 milyon kaynak aktarılmıştır.
2006 bütçemizde bu 2 milyar YTLye çıkarılmıştır.
Bu ödenek, suyu ve yolu olmayan köylerimizin hizmetlerinde kullanılmaktadır.
KÖYDES projesi kapsamında,
2006 yılının ilk on ayında 18.492 kilometre köy yolu
asfaltlandı. Yine aynı sürede 12.840 kilometre köy yolu
stabilize malzemeyle kaplandı, 1.754 kilometre yolun onarımı
yapıldı. Bunlara ilaveten 4.251 adet köprü ve sanat yapısı
yapıldı.
1923 yılından 2005 yılına
kadar yapılan toplam 93.109 kilometre olduğuna göre, 2006
yılının ilk on ayında, bütün cumhuriyet tarihinde
yapılanın yüzde 20si yapıldı. Cumhuriyet tarihinde
yapılanın yüzde 20si, 2006 yılının ilk on
ayında yapıldı.
2006 yılının Kasım
ayı itibarıyla bitirilen içme suyu projesi 5.568dir.
Yıl sonunda bunu 8.556 olarak tamamlamayı hedefliyoruz.
Yine, ilk on ayda 857 köy veya yerleşim alanının kanalizasyonu
da tamamlandı. Yıl sonuna kadar da 1.197 adet köyün kanalizasyonu
tamamlanmış olacak.
Evet, değerli arkadaşlar,
bizim Hükûmetimizin köylümüz hakkındaki görüşü ve politikası
şudur: Şehirlerimizde yaşayan vatandaşlarımız
hangi altyapı hizmetlerinden yararlanıyorsa, köylümüz
de aynısına sahip olacaktır. Bu, köylümüzün en tabii
hakkıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) Ali Dibolardan
da bahset! Köy deyince Ali Diboları söylemeden geçemezsiniz.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
lütfen müdahale etmeyelim.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Değerli arkadaşlar, 2007 yılında,
şimdi size sunumunu yaptığım bütçede de, KÖYDES
projesi için 2 milyar YTL ödenek ayrılmıştır. Bu bütçede
de 2 milyar YTL ödenek ayrılmış.
Şimdi, ayrıca, bu bütçede,
2007 yılı bütçesinde, ilk defa nüfusu 10 binin altında
olan belediyelerin su ve yol ihtiyacı için BELDES projesi kapsamında
300 milyon YTL ödenek öngördük. Bu ödenek, maddi durumu yetersiz olan
belediyelerin acil içme suyu ve yol işlerinin yapılması
için kullanılacaktır.
BAŞKAN Sayın Bakanım,
izin verirseniz bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Bütçe sunuş
konuşması bir saatlik süre tahdidine tabi değil, ancak
sayın maliye bakanlarımız bütçeyi takdim ederken bu
süreye yakın bir konuşma yapıyorlar. Sizin yazılı
metnin henüz yarısına geldik. Aynı şekilde devam
edersek bir saat daha konuşmanız gerekecek. Lütfen, kısaltabilirseniz
çok iyi olur.
Çok teşekkür ederim.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Peki Sayın Başkan.
Evet, değerli arkadaşlar,
tabii, bu vakit darlığı benim çok uzun anlatmamdan kaynaklanmıyor.
Bu, Hükûmetimizin yaptığı işlerin fazlalığından
kaynaklanıyor. (AK Parti sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar) Yani, ben ne yapayım buna? Sayın Başkan
haklı. Şimdiye kadar, hükûmetler bütçelerini anlatırken
bir saatte bitiriyorlarmış, o kadar iş yapıyorlarmış.
Bizimki bitmiyor kardeşim. Anlat, anlat, anlat
(AK Parti
sıralarından alkışlar)
Şimdi, buna rağmen, ben Sayın
Başkanın ikazını yerine getirmek üzere, kısaltarak
konuşmama devam ediyorum ve Sayın Başkana teşekkürlerimi
sunuyorum.
Bakın, şimdi, gel de anlatma!
Toplu konut diye bir şey var. Hangi hükûmet yaptı bunu? Var
mı şimdiye kadar bir hükûmet? Toplu konut var mı?
Şimdi, 2003-2006 döneminde 542
şantiyede (Türkiye şantiye hâline geldi.) 203 bin adet konut
sayısına ulaşıldı. Bu kapsamda alt gelir grubu
ve yoksullara yönelik daha hâlâ 65 bin de konut üretiliyor.
Yine, cumhuriyet tarihinde ilk
defa, 110 belediye ile gecekondu dönüşüm protokolleri imzalandı,
60 belediye ile 70 bin konutluk uygulama başlatıldı.
Yine, Tarımköy Projesi kapsamında
da 6.500 konut projelendirildi. 13 köyde 1.726 konut başlatıldı.
Neyse, diğerlerine geçmeyeyim,
peki.
Şimdi, önümüzdeki dönemi de
kapsayacak şekilde 400 bin konutluk program yapıldı.
2007 sonuna kadar 250 bin konutun inşasına başlanması
ve büyük bir kısmının da tamamlanması hedefleniyor.
Şimdi, ülkemizdeki dar gelirli
vatandaşlarımızın, orta gelirli vatandaşlarımızın
bir umut kapısı bu ve nice anahtar dağıtım merasimlerinde
hep görüyoruz; nice vatandaşlarımızın, nice dar
gelirlinin, bir konut umudu hayatı boyunca olmayan kimselerin
konuta ulaştıklarını görüyoruz, kavuştuklarını
görüyoruz.
Çok kısa olarak, şimdi,
özelleştirme
Özelleştirme o kadar önemli ki ülkelerde,
bir ülkenin içerisinde, özelleştirmesini tamamlayamamış
ülkelere, henüz daha yapısal reformlarını bitirememiş
ülke olarak bakarlar. Bizde de, yirmi seneden beri özelleştirmeden
bahsedilir, ama, yirmi seneden beri özelleştirme konuşuldu
konuşuldu -bizden önce bahsediyorum- 8 milyar dolarlık
özelleştirme yapıldı. Biz geldik, onların yirmi senede
8 milyar, biz dört senede 18 milyar özelleştirme yaptık. Bunlar,
bütün, hem Hükûmetimizin yaptığı icraatları gösteriyor
hem de diğer, kendisinden önceki dönemlerle farkını
açıkça ortaya koyuyor.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
Ofer sizinle gurur duyuyor!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Şimdi, değerli arkadaşlar, biz, aynı
zamanda, burada, 2005 yılı kesin hesap kanununu görüşüyoruz.
Kesin hesap kanununda rakamlar
Ben tek tek rakamları saymayacağım
size, fakat, bu, 2005 yılının kesin hesap kanununun bir
özelliği var. Bu özelliği de şu: Şimdi, bizden önceki
yapılan bütçelerde, bütün bütçelerde, ne dediyseler tersine
olmuş. Bu bütçe açığı şu kadar verecek denmiş,
daha fazlası verilmiş; gelirler şu kadar denmiş,
daha düşük çıkmış. Yani, hedefler devamlı
şaşmış. Nasıl şaşmış? Aleyhte
şaşmış. Şimdi, bizim dönemimizde, biz diyoruz
ki: Arkadaş, biz şöyle bir bütçe yapıyoruz diyoruz; o
bütçenin sonunda bakıyoruz, onlardan çok daha iyi bir performans
elde ediyoruz.
Şimdi, 2005 yılı bütçesinde
bizim bütçe açığımız 1,7ye düşmüş. Demişiz
ki biz: Efendim, bu bütçe açığı, işte, şu kadar
tutacak. Onların çok daha altında bir gerçekleşme olmuş
ve sürekli olarak, dört yıldan beri, sürekli olarak, ne dediysek
daha iyisini gerçekleştirdik; ne dediysek, daha iyi hedeflere
ulaştık. Bunu bu Hükûmet başardı. Bu Hükûmet, ilk defa,
dört seneden beri, dediğinden her zaman daha iyisini gerçekleştirdi.
(AK Parti sıralarından alkışlar) 2005 yılı
bütçesinin açığını 1,7ye düşürmek ne demek biliyor
musunuz? Bu bütçe açığı bakımından, bu bütçe,
Avrupa ülkelerindeki birçok ülkelerin bütçesinden daha iyi bir
bütçe demektir; çünkü, bütçe, Maastricht Kriterleri, yüzde 3 olacak
açıklar, yüzde 3ten fazla olmayacak kriterini getiriyor; bizimki
onun çok çok altında olmuştur, çok altında olmuştur.
Yani, Fransanın bütçesinden de iyi olmuştur, Almanyanın
da bütçesinden iyi olmuştur, Belçikanın da, Yunanistanın
da, Macaristanın da hepsinin bütçesinden daha iyi, bu açık
bakımından, bu bütçeyi elde etmiştir. Bunu Türk milletine
hediye etmiştir.
Değerli arkadaşlar, 2006
yılı bütçe uygulama sonuçları var, uzun uzun onları
da anlatmak istemiyorum. Yalnız, size şu müjdeyi vermek istiyorum:
Bu ülke, hiç denk bütçe lafını duydu mu? Yıllardan beri
hiç denk bütçe gördü mü bu ülke? Görmedi. Şimdi, kasım
ayı sonuçlarını aldık biz. Kasım ayı, 2006
yılında Kasım ayı sonuçları denk bir bütçedir.
Fazlası var, eksiği olmayan denk bir bütçedir. Bunu size
müjdelemek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yani, mali disiplin ne demek, bu nasıl tutuluyor, nasıl yerine
getiriliyor, bunun neticesi, işte bu rakamlardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 yılı hedeflerinden bahsetmek istiyorum.
Sağlanan ekonomik ve siyasi
istikrarın sürdürülmesi ana hedefi çerçevesinde belirlenen
2007 yılı makroekonomik büyüklükleri şudur: Gayrisafi
millî hasıla 631,4 milyar YTL, gayrisafi millî hasıla büyüme
hızı yüzde 5, deflatör yüzde 7, TÜFE yıl sonu yüzde 4,
ihracat 95 milyar dolar, ithalat 149,7 milyar dolar. Bu, 2007 yılının
makro hedefleri.
Yine, 2007 yılı bütçesinde
bütçe giderleri 205 milyar YTL, bütçe gelirleri 188,2 milyar YTL, bütçe
açığı 16,8 milyar YTL, faiz dışı fazla 36,1
milyar YTL olarak öngörülmüştür. 2007 bütçesinde yer alan ödenekler
de elinizdeki kitapta liste hâlinde gösterilmektedir. Ben, zaman
kıtlığı sebebiyle onlara temas etmek istemiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 yılında devlet memurlarımızın
aylıklarına, düşük maaş alana daha yüksek, yüksek
maaş alana ise daha düşük oranda yansıyacak şekilde,
bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate alınmak suretiyle
artış yapılmıştır.
Yine, hepinizin bildiği gibi,
memurlarımıza 2006 yılında verilen zamlara ilave
olarak, temmuz ayından itibaren enflasyon farkı olarak yüzde
2,32 oranında zam yapılmıştır. 2006 yılının
ikinci altı aylık döneminde enflasyonun yüzde 2,5u aşması
hâlinde, 2007 yılı Ocak ayında da enflasyonu telafi edecek
şekilde bir artış oranı memurlarımızın
aylık ve ücretlerine yansıtılacaktır.
Diğer taraftan, 2007 yılı
Ocak ve Temmuz aylarında düşük maaş alan devlet memurlarına
yüzde 4+4, yüksek maaş alan devlet memurlarına yüzde 3+3
oranlarında maaş artışı sağlanacaktır.
Sonuç olarak, 2006 yılı
Temmuz ayında aile yardımı ödeneği dâhil en düşük
dereceli memurun 748 YTL olan net maaşı yüzde 13,2 oranında
artarak 2007 yılı Temmuz ayında 847 YTLye yükselecektir.
Diğer taraftan, memur emeklilerimize,
ocak ve temmuz aylarında yapmış olduğumuz zamlara
ilave olarak, ayrıca, temmuz ayından geçerli olmak üzere
yüzde 2,32 oranında enflasyon zammı verilmiştir. 2007
yılı Ocak ayında memur emeklilerimizin aylıkları
da memurlara yapılacak artış kadar artırılacaktır.
Böylece, bugüne kadar olduğu gibi, 2007 yılında da
emeklilerimizin enflasyon karşısında alım güçlerinin
korunması sağlanacaktır.
Değerli Başkan, sayın
milletvekilleri; biz bunları yaparken, bu harcamaları giderek
artırarak ülkemize daha fazla, milletimize daha fazla hizmeti
hedef alan harcamalarımızı artırırken, gelirlerimizi
de vergileri artırarak artırmadık, aksine vergilerimizi
indirme yoluna gittik. Vergilerimizi hem indirdik hem gelirlerimizi
artırdık. Bu, bizim Hükûmetimizin en önemli politikasıydı.
Bakınız, şimdi, kurumlar vergisi oranını yüzde
30dan yüzde 20ye indirdik. Böylece tüzel kişiler üzerindeki
vergi yükünü yüzde 65ler seviyesinden yüzde 35lere indirdik.
TUNCAY ERCENK (Antalya) Yatırım
indirimleri ne oldu?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) Benzer şekilde, Gelir Vergisi Kanununda yapılan
değişiklikle gelir vergisi oranları yeniden düzenlendi
ve gelir vergisi de yüzde 40tan yüzde 35e, en üst dilimi yüzde 35e
indirildi.
Gelir Vergisi Kanununda da ayrıca
bir sadeleşmeye gitme çalışmaları yapıyoruz,
sadeleşmeye gidiyoruz, kurumlar vergisinde olduğu gibi.
Kurumlar vergisini düzenledik ve gelir vergisini de yeniden düzenliyoruz.
2008 yılından itibaren ücretlilere
vergi iadesi yerine, asgari ücretin en az yarısını
vergi dışı bırakan, ücretlinin medeni ve ailevi
durumunu dikkate alan asgari geçim indirimi uygulamasını
başlatıyoruz. Bu uygulama, istihdam üzerindeki vergi yükünü
önemli ölçüde azaltılıyor. Türkiye, istihdam üzerindeki
vergi yükleri sıralamasında OECD ülkeleri arasında
7 basamak gerilemiş oluyor.
Hepinizin bildiği gibi vergi
barışı projesini getirdik, biliyorsunuz. Vergi barışı
projesiyle de bu ülkede ağır krizler neticesinde inim inim
inleyen vatandaşlarımıza devlet elini uzattı, onları
sıkıntıdan kurtardı, onları ekonomiye yeniden
kazandırmak suretiyle, hiç kimsenin tahmin etmediği derecede,
vatandaşımızın da büyük bir teveccüh göstermek suretiyle,
vergi barışı projesinden hem vatandaşlarımızın
sıkıntıları giderildi hem de 4,7 milyar YTL devletin
kasasına girdi.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bir noktaya daha temas etmek istiyorum ve huzurlarınızı
da fazla işgal etmek istemiyorum. O da şu: Şimdi, bir de
maliye olarak yaptıklarımızı anlatalım.
Şimdiye kadar, vatandaşlarımız, vergi dairelerinin
önünde kuyruklar teşkil ediyordu. Hele vergi ödeme zamanı
geldiği zaman, o son günlerde oraları kuyruklardan geçilmiyordu;
bir taraftan o beyannameleri alan memurlar sıkıntı
içerisinde bir taraftan da vatandaşlarımız sıkıntı
içerisinde kalıyor, çektikleri çile yetmiyormuş gibi,
bir sürü de zaman israfı oluyordu.
Şimdi, VEDOP projesi var. Bu
VEDOP projesi, bizden önce başlamış olan bir proje. Dolayısıyla,
o zamanda hizmeti geçenlere ben teşekkür etmek istiyorum; fakat,
bu VEDOP projesini biz devam ettirdik, tamamladık, bitirdik.
Şimdi, bütün vergi dairelerimiz bizim, otomasyona tabi. Artık,
hiç kimse vergi dairelerinin önünde sırada yok, kuyruk yok. Gidin
bakın, bilhassa vergilerin son gün ödemelerinde, gidin, adam
yok orada, insan yok. Neden? Çünkü, herkes, artık, düğmeye basıyor,
İnternet ortamında beyannamesini gönderebiliyor. Bu,
Hükûmetimiz zamanında yapılmış olan önemli bir kolaylıktır
mükelleflerimize. Milyonlarla insanımız bundan istifade
ediyor, milyonlarla. Artık, bizim bu şekilde aldığımız
beyannameler 40 milyonun üzerinde, milyonları geçti. Dolayısıyla
Haa, beyannameyi öyle ödüyor, bir
de, ayrıca, biz, yine değişiklikler yaptık, oturduğu
yerden de parasını ödüyor. Basıyor düğmeye, ne kadar
borcu var, görüyor, tık, düğmeye basıyor, bankadan hemen
ödemesini yapıyor. Bu önemli kolaylığı bizim
Hükûmetimiz sağlamıştır.
Ayrıca, kayıt dışıyla
ilgili olarak da, fevkalade önemli tedbirler aldık, fevkalade
önemli uygulamalara başladık. Bankalar kanalıyla havaleden
tut da, efendim, benzin istasyonlarındaki yazar kasaya kadar.
Değerli arkadaşlar, bunu ilk defa açıklıyorum;
170 bin kişi dört yıl içerisinde
Biz, esasında, 330 bin
kişi mükellef sayımız artmış, ama 170 bin kişiyi,
bizim Gelir İdaresi Başkanlığı
Hiç bunlar vergi
dairesine uğramayan adamlar. Vergi dairesinin yolunu da bilmeyen
adamlar. Getirip beyanname verip de, vergi ödeyenler de değil.
Hani kümestekinin dışındakiler diyorlar ya, o 170 bin
kişi, onlardan tek tek, tek
tek toplayıp getirmişiz.
Yapmış olduğumuz incelemeler neticesinde, yapmış
olduğumuz çalışmalar neticesinde. Kayıt dışına,
yani ne kadar fazla önem verdiğimizin bir göstergesi olarak sizlere
bunu arz etmek istiyorum.
Bir de burada çok konuşulacak
vasıtalı vergiler, vasıtasız vergiler yahut dolaylı
vergiler, dolaysız vergiler ve bunları yaparken de Avrupayla
devamlı olarak yahut OECD ülkeleriyle bize misaller getirilerek
söyleniyor.
Değerli arkadaşlar,
OECDde veyahut da Avrupa ülkelerinde hesaplama tarzı biraz
daha değişik. Orada sigorta primlerini de dolaysız
vergilere koydukları için oradaki rakamlar daha değişik
gözüküyor. Onları koyarak ben de bir hesap yaptım, bizdeki
dolaysız vergilerin payı yüzde 49a çıktı ve dolaylı
vergilerin payı da yüzde 51e düştü. Aynı şekilde
OECDde de zaten dolaylı vergiler de -zaten onlar maliye literatüründe
yavaş yavaş yerini de kaybediyor, ama giderek dolaylı
vergiler mesela, 31den, 33e çıkmış- 2000 yılında
31,6 imiş, 2005 yılında 33e çıkmış OECDde ve
aynı şekilde Avrupa Birliğinde de aynı rakamlar
var.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; maliye politikalarımızda temel önceliğin
mali disiplini sağlayarak borç stokunu makul seviyeye indirmek
ve makroekonomik istikrarı koruyacak faiz dışı
fazlayı vermek olduğunu buradan yaptığım bütün
bütçe konuşmalarında üzerine basa basa ifade etmiştim.
Bu anlayışımızda bir değişiklik olmadığını
bir kere daha tekrar etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, sonuç
konuşmamı yapıyorum. Türkiyede bir iktidar ilk defa
seçime giderken seçim bütçesi yapmıyor. Milletin refahını
nazarıitibara alıyor. 2007 yılı bütçesi bir seçim
bütçesi değildir. İstikrar, büyüme ve refahın artırılmasını
dikkate alan bir bütçedir. Sosyal devlet anlayışını
benimseyen bir bütçedir.
İktidarımız döneminde
uygulanan mali disiplin anlayışı ve politikalardaki
kararlılık sonucu hedeflere ulaşıldı. 2007
yılı bütçesi ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun
olarak hazırlanmış ve huzurunuza getirilmiştir.
Bu bütçe, şeffaf, samimi ve gerçekçidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki:
Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik
zaferlerle taçlandırılmazlarsa, husule gelen zaferler
devamlı olamaz, az zamanda sönerler.
Bu, Büyük Atatürkün ve Türk milletinin
bize verdiği bir görevdir. Bu hedefe kararlı ve disiplinli
adımlarla ulaşacağız.
Bu yolda bizi her zaman destekleyen
Sayın Başbakanımız başta olmak üzere Hükûmetimiz
üyelerine, kamu idareleri ile bütün vatandaşlarımıza
şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2007 yılı bütçesi ülkemiz ve milletimize
hayırlı olsun. Yapacağınız yoğun ve yorucu
çalışmalar için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere
tekrar teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Bakan, teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, bütçe
görüşmeleri 5 Aralık 2006 tarihli 27nci Birleşimde
alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan
programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta, bütçenin tümü
üzerindeki görüşmelerde, siyasi parti grupları ve Hükûmet
adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş
konuşması hariç birer saat -bu süre, birden fazla konuşmacı
tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalarda
onar dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü üzerinde,
grupları ve şahısları adına söz alan sayın
üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz
Baykal, Adalet ve Kalkınma Partisi Gruba adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Nazım Ekren, Anavatan Partisi Grubu
adına, Genel Başkan ve Isparta Milletvekili Sayın Erkan
Mumcu.
Şahısları adına,
bütçenin lehinde, Isparta Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat
Bilgiç; şahısları adına, bütçenin aleyhinde,
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elâzığ Milletvekili
Sayın Mehmet Kemal Ağar.
Şimdi, söz sırası,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykalındır.
Sayın Baykal, buyurun efendim.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL
(Antalya) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2007
yılına ilişkin bütçe tasarısının Genel
Kurulumuzdaki görüşmelerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına katılıyorum. Bu vesileyle, Sayın Başkanı
ve milletvekillerimizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.
Bu bütçenin, milletimize hayırlı olmasını, yararlı
olmasını diliyorum.
Bu bütçe vesilesiyle, Türkiyemizin
ekonomik durumunun, uluslararası ilişkilerinin, siyasetinin
bir genel değerlendirmesini yapma fırsatını da
bulabileceğimizi umut ediyorum. Bu çerçevede, bu bütçe görüşmelerine
iyi dileklerle başlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu bütçe AKP İktidarının beşinci bütçesidir. Bu
bütçe, IMFyle uzun bir süreden beri sürdürülmekte olan anlaşmaların
ve verilen niyet mektuplarının uygulanması sadedinde
hazırlanmış olan bir bütçedir. Bundan önce, bu doğrultuda,
bu Meclis seçilip göreve başlamadan önce, IMFyle kurulan
ilişki doğrultusunda bir istikrar programı uygulanmaya
çalışılıyordu. Bu istikrar programının,
şimdi AKP İktidarındaki beşinci yıl bütçesine
giriyoruz. AKP İktidarından önce de, gene istikrar programının
iki yıllık bir uygulama dönemi vardır.
Değerli arkadaşlarım,
bu istikrar programının amacı, Türk ekonomisinin enflasyon
üreten yapısını, özelliklerini değiştirmek
ve Türk ekonomisini enflasyon sorunundan çekip çıkarmak, bir
mali istikrarı ortaya koymak ve Türk ekonomisinin dış
borçlarını ödeyebilir hâle gelmesini sağlamak, borç
üretmeyen bir ekonomiyi şekillendirmek, sürdürülebilir bir
büyümeyi güvence altına alacak politikaları ve altyapıyı
hazırlamak, sürdürülebilir bu büyüme çerçevesi içinde de Türkiyede
işsizlik sorununun yenilmesine yardımcı olmak, insanlarımızın
iş bulabildiği, refahın arttığı, enflasyonun
emekleri ve tasarrufları tüketmediği, Türkiyenin
dış dünyaya sürekli ve artan borç bağımlılığının
ortadan kaldırılabildiği bir ekonomik yapıya
ulaşmak. Bu doğrultudaki çalışmanın yedinci
yılını geride bırakıyoruz. Yedi yıldır
bu böyle sürdürülüyor, beş yılı da, şimdi, bu
Hükûmet tarafından sürdürülmüş olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bu uygulamanın sonucunda geldiğimiz aşamayı, öyle
sanıyorum ki, açık bir kafayla, gerçekçi olarak, doğru
bir biçimde değerlendirmemize ihtiyaç vardır.
Ekonomimizin temel sorunu olarak
enflasyon tespit edilmişti. Enflasyonla mücadele doğrultusunda
çarpıcı sonuçların alınmış olduğu bir
gerçektir. Gerçekten de, daha 2002 seçimleriyle bu Hükûmet iş başına
gelmeden, Türkiyede yüzde 70in üzerindeki enflasyon, 2002 yılı
sonu itibarıyla yüzde 30 düzeyine indirilebilmişti. Yani,
2001 yılında alınan tedbirlerle, 2002 yılı uygulamasıyla,
bir yıl içinde enflasyon, daha biz Meclise gelmeden, bu Hükûmet
iş başına gelmeden, yüzde 70lerin işaretlediği
düzeyden yüzde 30 düzeyine indirilebilmişti. Şimdi, dört
yıldır, bu yüzde 30 düzeyindeki enflasyonu indirmeye çalışıyoruz.
Şu anda geldiğimiz nokta, kasım ayı sonuçları
itibarıyla ifade ediyorum, yüzde 10lar civarıdır. Yüzde
10 civarında bir enflasyon noktasına, dört yılda yüzde
30dan yüzde 10a indirdik, bir yılda, birbuçuk yılda, yüzde
70ten enflasyon yüzde 30a indi.
Enflasyon indikçe, daha aşağı
indirmek elbette daha güç olur, kuşku yok, başlangıçta
daha kolay iner, ama, şimdi geldiğimiz noktada, öyle sanıyorum
ki, Türkiyedeki ekonomik durumun verdiği işaretleri
doğru değerlendirmemiz lazım. Buna baktığımız
zaman ne görüyoruz? Şimdi, önce, ilk görülen şu: Enflasyon
artık kolayca düşebilir olmaktan çıkmıştır.
Geride bıraktığımız beş yıllık
dönem içinde, her yıl enflasyon bir öncekinin altında gerçekleşirken,
ilk kez, şimdi, bu yıl, enflasyon bir önceki yılın altında
değil üstünde gerçekleşmiştir. Yani, 2006 yıl sonu
enflasyonu, 2005in yıl sonu enflasyonunun üzerindedir. Kasım
ayı itibarıyla rakamları bir kez daha hatırlatayım.
Bildiğiniz gibi, üretici fiyatlarıyla enflasyon 11,67 artmıştır,
tüketici fiyatlarıyla 9,86 artmıştır kasım
ayı itibarıyla, on iki aylık süre içinde. Bu rakamlar
2005 yılında gerçekleşen rakamların üstündedir.
2005 yılında üretici fiyatlarıyla gerçekleşen
enflasyon 2,66 idi. Dikkatinizi çekerim, 2,66 idi. Bu yıl 11,67 olmuştur.
Tüketici fiyatlarıyla enflasyon bu yıl 9,86 olmuştur,
geçen yıl 7,61 idi. Yani, üretici fiyatlarıyla enflasyon 9
puanın üzerinde hızlanmıştır, tüketici fiyatlarıyla
enflasyon 2,25 puanlık bir hızlanma sergilemiştir.
Bu enflasyondaki düşme
eğiliminin durması, beş yıldan beri devam eden
düşme eğiliminin durması ve tersine bir artışın
ortaya çıkmaya başlaması nereden kaynaklanıyor,
bunu anlamamız lazım. Türkiyenin enflasyonla mücadele
iradesinde bir zafiyet yok; Hükûmetin alıp izlediği politikaların
enflasyonu indirmeye yönelik niteliğinde bir zafiyet yok.
Hükûmet her türlü gelir politikasını, Hükûmet her türlü yatırım
politikasını enflasyonu indirme amacına göre endekslemiş.
Türkiyede tarımsal ürünlerin fiyatlandırılması,
gelir politikası, işçi ücretleri, memur maaşları,
emekli maaşları, Enflasyonu indireceğiz, diye baskı
altına alınmış. Türkiye, altıncı yıl
yüzde 6,5luk bir faiz dışı fazla verme iddiasını
sürdürmüş, başarıyla da gerçekleştirmiş. Faiz
dışı fazla ortada, yüzde 6,5. Dünyada rekor. Bu kadar
sürekli gerçekleştirmiş başka bir ülke yok. Tarımsal
ürün fiyatları bastırılmış, emekli maaşları
bastırılmış, memur maaşları bastırılmış,
işçi ücretleri bastırılmış, yatırımlar
askıya alınmış, GAP unutulmuş, bu dönemde hiçbir
ciddi entegre elektrik enerjisi üretim tesisinin temeli dahi
atılmamış, yatırım bakımından bir hareketlenme
yok, Türkiyenin bütün gücü enflasyonla mücadele için seferber edilmiş;
fakat, enflasyon geçen yılın üzerinde gerçekleşmiş.
Şimdi, bunu görmezlikten gelmek, bunu ihmal etmek çok yanlış
olur diye düşünüyorum. Bu konuya, bir defa, herkesin dikkatini
çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiyede enflasyonla mücadelede ihmal yok, fakat, içine girilen
bir yeni tıkanıklık var, bu tıkanıklığı
anlamamız lazım. Bakınız, şu görüldü ki, artık,
Türkiyede enflasyonla mücadele sadece maliye ve para politikalarıyla,
sadece mali tedbirlerle indirilebilir olmanın sınırına
gelmiştir. Türkiyede enflasyonu belirleyen en temel unsur kur
olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Kur, Türkiyede
enflasyon bakımından en belirleyici olay olmuştur. Mayıs
ayında yaşanan dalgalanma, kuru biraz yukarıya çekmiştir;
o dalgalanma, doğal olarak, enflasyonun aşağıya
inmesine fırsat vermemiştir. Şimdi geldiğimiz
noktada kurun, Türk ekonomisine iki yönlü etkisi işliyor. Bu
etkilerden birisi, enflasyonun belirlenmesine yardımcı
olan etkisidir. Eğer biz, Türk lirasını değerlendirirsek,
doları düşürürsek enflasyonu da düşürüyoruz, ama, bunun
bir başka bedeli ortaya çıkıyor. O da, Türkiyenin
dış ticaret dengesini etkilemesi, cari açığını
etkilemesi. Eğer dolar düşük olursa, ithalatı teşvik
ediyorsunuz, dış ticaret açığı tehlikeli biçimde
yükseliyor, cari açık patlıyor. Yani, öyle bir noktaya geldik
ki, Türkiyede, bugün, kur,enflasyon ve cari açık arasında
tersine çalışan bir ilişkinin dayanak noktası
hâline gelmiştir. Bir tarafı olumlu etkiliyor, bir tarafı
olumsuz etkiliyor. Bu açmazın aşılması lazımdır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, geldiğimiz noktada nasıl bir tıkanıklıkla
karşı karşıyayız: Enflasyonun, geçen yılın
üzerinde bir noktada kronik hâle gelir bir manzara sergilemesi ve
Türkiyede nominal faizlerin yüzde 22 civarında kendisini
göstermesi. Ne zaman? Enflasyon hedefi daha bu bütçeyle yüzde 4 olarak
ilan edilirken. 2007 için enflasyon yüzde 4 ama, faizler yüzde 22. Bu
ne demektir? Reel faizler, en azından, yüzde 13,5un üzerinde demektir.
Yüzde 13,5luk reel faiz ve orada tıkanma gerçek bir uyarıdır.
Bu yüzde 13,5luk reel faizin, faizle, enflasyon hedefi arasındaki
bu farkın açılmış mesafenin anlamı nedir? Bunun
anlamı, Türk ekonomisinin geleceğiyle ilgili güven kaybıdır.
Bu ekonominin böyle sürdürülebilir olduğu konusundaki inancın
artık zaafa uğramaya başlamasıdır. Bunun altında
yatan temel gerçek Türkiyenin dış ticaret rakamlarında
kendisi gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım,
övünüyoruz, hepimiz dikkatle izliyoruz, gerçekten ihracat rakamlarımız
artıyor. Ama, bu kimseyi yanıltmamalıdır. İhracat
rakamlarındaki artış, ne yazık ki, ithalat rakamlarının
çok daha hızlı artmasını zorunlu kılmaya
başlamıştır ve geldiğimiz noktada Türkiyenin
dış ticaret açığı, on iki aylık esas itibarıyla,
52,5 milyar dolardır. Türkiye, ilk kez 52,5 milyar dolarlık
bir dış ticaret açığı vermiştir. Cari
açık 34 milyar doların üzerine çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
bu ne demek oluyor? Bu, kuru, rakamları yorumlayabilmek için nereden
nereye geldiğimizi hatırlatmakta yarar var. 2002 yılında
bu Hükûmet göreve geldiği zaman Türkiyenin dış ticaret
açığı 14 milyar dolar düzeyindeydi, şimdi, 52,5 milyar
dolar düzeyine çıkmıştır. Cari açık 2002
yılında, bu Hükûmet iş başına geldiği zaman
1,5 milyar dolar düzeyindeydi; şimdi, 34 milyar dolar düzeyine
çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, tam bu noktada söylemeliyim: Gerçekten çok çarpıcı
bir manzarayla karşı karşıyayız. Türkiyede,
cari açığın, ekonomik büyümenin gereği olduğunu
iddia eden çevreler vardır. Ama, öyle bir tabloyla karşı
karşıyayız ki, ekonomik büyüme uzun süredir devam
eden, sürekli her çeyrek yıllık dönemlerde ortaya çıkan
ekonomik büyüme, artık kaygı verici bir noktaya gelmiştir.
İlk kez, ekonomik büyümenin en düşük düzeyini bu yılın
üçüncü çeyreğiyle ilgili olarak almış bulunuyoruz,
yüzde 3 düzeyine ilk kez düşmüştür, ama, bu düşme cari açıkta
azalmaya neden olmamıştır. Cari açık, ekonomideki
büyüme daralmasına, küçülmesine rağmen devam etmektedir.
Bakınız, Türkiyede 1 birimlik
millî gelir büyümesi için her yıl daha fazla cari açık vermek
zorunda kalıyoruz. Öyle bir yapı gelişmiştir ki,
bu izlenen politikalarla, geldiğimiz noktada, 1 birimlik
millî gelir artışı için, eskiden olandan çok daha fazla
cari açık vermek zorunda kalıyoruz. Bu cari açık da, bildiğiniz
gibi, sıcak para girişiyle sağlanıyor, özelleştirme
gelirleriyle sağlanıyor ve dış kaynak girişiyle
bu gerçek hissedilebilir olmaktan çıkma şansını
elde ediyor, ama o tablo orada, o var olmaya devam ediyor.
Bakınız, Türkiyenin
millî geliri, 2006 yılında, ilk dokuz aylık dönemde 27,2
milyar dolar artmıştır. İlk dokuz ayda 27,2 milyar
dolar artmıştır, ama bu dönemde cari açık miktarı,
bu dokuz aylık dönemde 25,5 milyar dolar olmuştur. Yani,
millî gelirin her 100 dolarlık büyümesi için, 2006 yılı
gerçeğine dayanarak söylüyorum, yüzde 94lük bir cari açık
verme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
2000 yılında, yani krizin hemen öncesinde dahi bu oran
yıllık temelde yüzde 66 idi, şimdi yüzde 94 düzeyine
çıkmıştır. 2002de 100 birimlik ekonomik büyüme
için 4,3lük bir cari açık verilirken, 2003ten itibaren çift hanelere
geçilmiştir ve 2003te yüzde 13,8; 2004de yüzde 25,9; 2005de yüzde
37,5 cari açık verilmesi kaçınılmaz olmuştur.
2005de 100 dolarlık büyüme artışı için 37,5 dolarlık
cari açık verilirken, 2006nın ilk dokuz ayında 100 dolarlık
bir büyüme için 94 dolarlık bir cari açık verilmesi kaçınılmaz
olmuştur. Böyle bir yüksek platoya bu işin gelmesi Türkiyede
ilk kez gerçekleşmektedir. 2000 yılını krize götüren
ortamında gerçekleşen oransal ilişkinin dahi 1,5 katına
2006 yılının dokuz ayında ulaşılmış
durumda.
Değerli arkadaşlarım,
bu, dikkatle üstünde durulması gereken bir tabloya dikkati çekiyor.
Zaten, faizlerin bir yerde tıkanıp kalmasının altındaki
temel gerçek de işte buydu. Merkez Bankası Başkanının
kısa bir süre önce kamuoyuna yaptığı döviz geliri
olmayanlar dövizle yatırım yapmasınlar uyarısının
altında da işte bu tablo yatmaktadır. Yani, böyle bir
uyarının anlamı, Türkiyedeki kurun istikrarının
garanti edilemeyeceği konusunda bir uyarı niteliği
vardır. Bunun ifade edilmek ihtiyacının hissedilmiş
olması, durumun ciddiyetini açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiyede, bakınız, bu dış ticaret gelişmesi,
asıl bütün bu olayların altında yatan ana olaydır.
2002 yılında, iktidar iş başına geldikten sonra,
Türkiyede ihracatın ithalatı karşılama oranı
yüzde 69,9 iken, şimdi, geldiğimiz noktada, 2006 yılı
sonu itibarıyla söylüyorum, yüzde 60,4 olmuştur. Yani, yüzde
60ın altına inilmesi tehlikesi önümüzde durmaktadır.
Bu tablo, tabii, Türkiyedeki borç
manzarasını da ciddi şekilde etkilemekte ve yansıtmaktadır.
Türkiyede maalesef geride bıraktığımız dönemde
borçlar azalmamıştır, artmıştır. Türkiyede
kamu sektörünün iç ve dış borçlarıyla özel sektörün
dış borçları toplandığı zaman 375 milyar
dolarlık bir miktar ortaya çıkmaktadır. Bu iktidarın
devraldığı güne bakıldığı zaman, 150
milyar dolarlık bir artışı işaret etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bu tablo sürdürülebilir bir tablo değildir. Yani, bu tabloyu,
biz bu politikaları biraz daha uygularsak, iki-üç yıl sonra
değiştireceğiz diye bir umudu beslemenin hiçbir haklı
dayanağı yoktur. Maalesef, Türkiye, böyle bir açmazın
giderek daha çok dışarıya bağımlı olan,
giderek daha çok cari açık veren, cari açığını
giderek daha çok sıcak parayla ve borçla karşılayan
bir ekonomik yapıya doğru sürüklenmektedir.
Türkiyede ekonomi bir tüketim ve
borçlanma bağlantısına dayalı büyüme anlayışı
içinde bugüne kadar getirmiştir, şimdi büyüme de kendi
içinde bir sıkıntının ortaya çıkmaya başladığını
bize göstermektedir. Bu tablo, tabii, sürdürülemez. Dünyada kalkınan
bütün ülkeler dış ticaret açığı vererek değil,
tam tersine dış ticaret fazlası vererek kalkınmışlardır.
Biz sürekli olarak dış ticaret açığı veriyoruz,
daha çok dış ticaret açığı veriyoruz, ama verdiğimiz
açığı kapatabiliyoruz. Verdiğimiz açığı
borçlanarak kapatabiliyoruz. Bu bize yapay bir sanal istikrar görüntüsü
veriyor, o istikrarın altında, temelde, Türkiyenin her geçen
gün daha çok yabancı para girişine mecbur, mahkûm bir hâle dönüştüğü
gerçeğini görüyoruz. Bu tablo sürdürülebilir bir tablo değildir,
bu, Türkiyeyi kendi ayakları üzerinde kalkınmaya taşıyacak
bir tablo değildir. Bunun altında, Türkiyedeki yanlış
yatırım politikası, yanlış sanayileşme
yapılanması gerçeği vardır. İzlenen politikalar,
maalesef, Türkiyenin ekonomik yapısını ve sanayi yapısını
daha da olumsuz yönde bozmuşlardır. Ara malı ithalatı
ihtiyacı her geçen gün daha çok artmıştır ve Türk
ekonomisi dışarıya bağımlı bir ekonomi
hâline gelmiştir.
Bakınız, yine, çarpıcı
olduğunu düşündüğüm bir rakama dikkatinizi çekmek
istiyorum. Daha az yatırım yapıyoruz, daha az tasarruf
ediyoruz, daha çok tüketiyoruz. 2003 yılında, Türkiyede,
toplam gelirin yüzde 26sı tasarruf ediliyordu, bugün yüzde
14ü tasarruf ediliyor; yani, yarı yarıya azalmıştır.
Üç yıllık bir dönemde Türkiyede tasarruf oranı yüzde
26dan yüzde 14e düşmüştür.
Türkiyede tüketim 2003 yılında
yüzde 74 idi, şimdi yüzde 86ya çıkmıştır. Bu yüzde
86lık tüketim düzeyi, bilmeliyiz ki, İrlanda gibi çok
hızlı kalkınan, Japonya gibi çok hızlı kalkınan,
Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerin tüketim düzeyinin üzerindedir.
Türkiye, daha çok tüketen bir ekonomi hâline bu dönem içinde dönüştürülmüştür.
Bunun yansıması, Türkiyede kredi ve borçluluk tablosu -sadece
devlet bakımından değil, halk bakımından da,
şirketler bakımından da- kaygı verici bir noktaya
bizi getirmiştir. Türkiyedeki tüketim kredisi kullanımı
bu dönem içinde 20 kat artmıştır ve kredi kartı borçluluk
düzeyi de 5 kat artmıştır. Bu, Türkiyede, halkın
çok ciddi bir borçluluk tablosu içine girmiş olduğunu göstermektedir.
Türkiyede büyüme var. Büyüme
borç üretiyor, cari açık ihtiyacı doğuruyor, büyüme
işsizlik yaratıyor. Sayın Bakan demin burada işsizlik
rakamlarını söyledi. Değerli arkadaşlarım,
kimse kendisini aldatmasın. Bakın, geride bıraktığımız
dönem için söylüyorum: Son üç yılda, son dört yılda, Türkiyede
istihdam ortamına giren insan sayısı 3,6 milyon olmuştur.
Yani, nüfusun doğal gelişmesi sonucunda on altı
yaş üstü istihdam kesiminin içine giren nüfus sayısı
3,6 milyon olmuştur. Bu dönem içinde yaratılan ek, ilave iş
gücü 446 binden ibaret kalmıştır.
Peki, nasıl oluyor da işsizlik
rakamı düşüyor diye burada konuşmalar yapılıyor?
İş gücüne katılım oranı Türkiyede düşüyor.
Yani, işsizliği içinde arayacağımız havuz değişiyor.
O havuzu küçülttükçe, işsizlik oranı da doğal olarak
azalıyor. Bakınız, Türkiyede yüzde 52,5 düzeyindeydi
iş gücüne katılım oranı. Hiçbir şey değişmediği
hâlde, bu son dönemde iş gücüne katılım oranı yüzde
47,8 düzeyine indirildi. Bu indirilince ne oluyor? İşsizlik
oranı düşüyor. Bunların hepsi kendi kendimizi aldatma
niteliğinde düzenlemeler. Acı gerçek odur ki, Türkiyede,
çok ağır bir işsizlik yaşanmaktadır ve 3 milyon
600 bin kişinin sadece 448 bin kişisi istihdam edilebilmiştir
bu son dönemde. 1 milyon 900 bin kişi tarımdan koparılmış
ve sanayide, hizmetlerde istihdam şartı yaratılamamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
bu tablo, bizi, ciddi sosyal sorunlarla da karşı karşıya
bırakmaya başlamıştır. Ülke, giderek daha az
yatırım yapmak durumundadır, çünkü izlenen politikanın
talebi odur. Tarıma yönelik destek giderek daha azalmaktadır.
Burada, Sayın Maliye Bakanı
birtakım rakamlar verdi. Yani, o rakamlarla ilgili olarak
şunu söylememiz lazım: 2002 yılında 1 milyar 868
milyon destek yapılıyormuş, 2006 yılında 5 milyar
lira yapılmış. Nasıl fiyatlar bunlar? Nominal fiyatlar.
Reel fiyatlara baktığımız zaman ne çıkıyor?
2006 yılı fiyatlarını esas aldığınız
zaman, 2002 yılında yapılan tarım desteği 4
milyar 460 milyon. Yani, ortadaki artışın, millî gelir
artışı dikkate alındığı zaman bir artış
ifade etmediği ortada. Nitekim, millî gelirimizin yüzde 1ini
tarıma destek olarak verme konusunda bir mutabakat sağlandığı
hâlde olamamıştır ve binde 7 düzeyinde ancak bir destek
yapılabilmiştir.
Yani, bunlarla kendimizi aldatmanın
hiçbir yararı yoktur. Maalesef, acı gerçek odur ki, Türkiye
tarıma da, enerjiye de, eğitime de daha az kaynak ayırmaktadır.
GAP yatırımı unutulmuştur.
Güneydoğu Anadolunun rahatlamasına en çok yardımcı
olacak, en temel bu proje, dış telkinler doğrultusunda
maalesef bir kenara itilmiştir ve orada vatandaşların
gelirini ciddi şekilde arttırabilecek sulama yatırımları,
bilinçli bir biçimde ihmal edilmektedir. Bunu, üzüntüyle tespit ettiğimi
söylemeliyim.
Gene, herhangi bir yanlış
anlaşılmaya meydan vermeden, açık ve resmî rakamı
size söylüyorum: Mesela, millî eğitim harcamaları, gayrisafi
millî hasıla içinde 2001 yılına göre 2006 yılında
azalmıştır. 2001 yılında gayrisafi millî hasılanın
2,9u düzeyinde bir tahsis yapılırken, şimdi 2,66ya inmiştir.
Bu çerçevede, gene, Sayın Maliye
Bakanı yabancı sermaye girişinin Türk ekonomisine
yönelik bir güven ifadesi olduğunu belirtiyor ve bunun Türk
ekonomisinin kalkınmasına çok ciddi katkı yapacağı
umudunu dile getiriyor. Bunun da içyüzüne Türkiye Büyük Millet
Meclisinin ve vatandaşlarımın dikkatini çekmek isterim.
Değerli arkadaşlarım,
doğrudur, Türkiyeye giren doğrudan yabancı sermaye
rakamları, geride bıraktığımız dönemde
ciddi bir tırmanış göstermiştir ve 2006 yılında
14 milyar dolar düzeyinde bir yabancı sermaye girişi
sağlanmıştır. Ama, bunun ne olduğuna biraz daha
yakından bakınca şunu görüyoruz, size ben kalem kalem
vereyim: Ocak-ekim arasında doğrudan yabancı sermaye
girişi: Vodafone, telekomünikasyon konusundaki Vodafone
4 milyar 550 milyon dolar, Petrol Ofisinin satışı dolayısıyla
1 milyar 54 milyon, Finansbankın Yunanlılara satışı
dolayısıyla 2 milyar 774 milyon, Başak Sigortanın
satışı dolayısıyla 204 milyon, Başak Emekliliğin
satışı dolayısıyla 63 milyon, Denizbankın
satışı dolayısıyla 2 milyar 437 milyon, gayrimenkul
alımı dolayısıyla 2 milyar 700 milyon, toplam 13
milyar 782 milyon. Nerede burada doğrudan iş yaratacak, istihdam
yaratacak, Türkiyenin var olan üretim yapısını ileri
götürecek, Türkiyede bir zenginleşmeye yardımcı olacak
yabancı sermaye yatırımı? Bu, Türkiyenin pazarının
paylaşılması niteliğinde bir yabancı sermaye
girişidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu, Türkiyede var olan kuruluşları
geliştirmeye, büyütmeye değil, onların yerini almaya,
onların orta ve uzun dönemde Türkiye pazarı üzerindeki
egemenliğini paylaşmaya yönelik, bu nitelikte girişimlerdir.
Maalesef, bizim aradığımız, beklediğimiz yabancı
sermaye, doğrudan yabancı sermaye yatırımı
bu değildir. O nitelikte gelmek üzere olan bir Hyundai yatırımı,
maalesef, kaçırılmıştır, şimdi Çek Cumhuriyetine
gitmiştir. Onun gibi yatırımlar, yeni üretim-yatırım
niteliğinde olacak olan, istihdam yaratacak olan, ihracatı
artıracak olan, gayrisafi millî hasılamızın yükselmesine
yardımcı olacak yatırımları bunlardan
ayırmak lazımdır.
Aynı şekilde, 2005tekilere
baktığımız zaman da, gene, Garanti Bankası,
Turkcell, Türk Telekom, Dışbank ve Yapı Kredi Bankası
satışlarından elde edilen 6,5 milyar dolarlık bir
kaynağın, 1 milyar 800 milyon dolarlık da gayrimenkul
satışının bulunduğunu böylece görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bunlar, bizi, içinde bulunduğumuz durumu daha ciddi, daha sorumlu
şekilde incelemek, irdelemek sorumluluğuyla karşı
karşıya bırakıyor. Olaya böyle bakmamız lazımdır.
Yoksa, kendimizi aldatmak, birbirimize propaganda yapmak için gerçekleri
saptırmak arayışı içine girersek, bunun kimseye
bir yararı olmayacağını bilmemiz lazımdır.
Bakınız, gene, Sayın
Bakan uzun uzun bize millî eğitimde, okullarda kitapların dağıtılmasıyla
sağlanan kolaylığa dikkatimizi çekti. Bunu Sayın
Başbakan da, AKP sözcüleri de, her vesileyle, gittikleri her
yerde belirtiyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
evet, kitap dağıtılıyor. Bu kitap dağıtma
işinin gerçeği nedir, ona bir ciddi bakmak lazım. Buraya
baktığımız zaman gördüğümüz şu: Bir değerli
arkadaşımız Millî Eğitim Bakanına sordu ve bu
kitap dağıtma dolayısıyla öğrenci başına
yapılan harcamanın ne olduğunu öğrenmek istedi.
Bunun 15 milyon 800 bin liralık bir öğrenci başına
katkı olduğunu Sayın Bakan yazılı cevabıyla
ifade etti.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
öğrenciye 15 milyon 800 binlik bir katkı yapılmış.
Peki, ne olmuş buna karşılık? Kayıt parası,
katkı parası, silgi, tahta, kalem, ampul parası,
sıra parası, spor parası, karne, takdir, teşekkür,
fotokopi ücreti, perde, masa, örtü, temizlik parası, çalıştırma
ücreti, kaloriferci maaşı gibi çeşitli adlar altında
para toplanmıştır.
Bakınız, gene -elimizde
resmî belgesi var- Erzurumda, Mecidiye Anadolu Lisesinde, 20 Eylül
2006 tarihinde -daha yeni yani- velilere gönderilen bir yazıda
2005-2006 öğretim yılından beri, eleman yetersizliğinden
dolayı, biri kaloriferci, diğeri yardımcı hizmetli
iki eleman çalıştırmaktayız. Gerek bu iki elemanın
maaşları, gerekse yıl boyunca yapacağımız
diğer harcamaların karşılanması için her velimizden
40 milyon lira bağışta bulunmasını beklemekteyiz
diye resmî yazı vardır. Bu yazıyı da Sayın Bakan
doğrulamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
eğitimin manzarası da budur. Eğer bunun ötesinde daha
bir aydınlanma istiyorsanız, size Karsta, Iğdırda,
Ardahanda çocukların kendi evlerinden getirdikleri tezeklerle
okulda ısındıklarını gösteren resimleri bilgilerinize
sunmak istiyorum. Öğrenciler okula geliyorlar. Kitap dağıtıyorsunuz,
ama, okulun sağlaması gereken ısınma ihtiyacını,
okulun sağlaması gereken günlük harcamaları velilerin
vermesini bekliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiyede izlenen ekonomi politikasının yarattığı
sonuçlara dikkatinizi çekmek istiyorum. Pek çok alanda, özellikle
tarım alanında, sosyal güvenlik alanında çok ciddi sorunlar
ve sıkıntılar kendisini göstermeye başlamıştır.
Bu çerçevede, gelişmelere
baktığımız zaman, görülen şudur: Maalesef, izlenen
politika, Türkiyede, özellikle çiftçilerimizi çok büyük sorunlarla,
sıkıntılarla karşı karşıya bırakmıştır.
Bakınız, bu iktidarın
iş başına gelirken en çok üstünde durduğu konulardan
birisi bu idi. Çok açık, somut taahhütler yapılmıştı.
İşte mazotun vergilerinin indirilmesi taahhüdü yapılmıştı,
pancar kotalarının, tütün kotalarının kaldırılacağı
taahhütleri yapılmıştı. Bunların hiç birisi
gerçekleşmemiştir ve maalesef, bu dört yıllık dönem,
Türk tarımı ve çiftçimiz açısından bir çöküntü dönemi
olarak yaşanmıştır.
Bu dönemde, gayrisafi millî hasılanın
ancak binde 7si, 8i civarında bir bütçe ayrılmıştır
ve bu da, verimli bir şekilde maalesef kullanılamamıştır.
Kotalar kaldırılmamıştır, şeker kotası
aynen devam etmektedir ve Türkiyede, bugün, çiftçi, 1 litre mazotu
2002 yılında 4 kilo buğdayla alırken, şimdi 7
kilo buğday satarak alma durumuna girmiştir. Aynı
şekilde, buna, gübre için baktığımız zaman,
traktör için baktığımız zamanda aynı tabloyu
net bir şekilde görmekteyiz. Çeltik, pamuk, ayçiçeği gibi
temel ürünlerin tümünde, çiftçi sıkıntıların içine
sürüklenmiştir. 2002 yılında çiftçi 10 kiloluk buğdayla
bir piknik tüpü alabilirken, şimdi, aynı piknik tüpünü, ancak,
17 kilo buğdayla alabilir haldedir.
Önceki yıl 250 bin lira olan
zeytinyağı primi, geçen yıl bu Hükûmet tarafından
100 bin liraya indirilmiştir. Bu yıl zeytinyağı fiyatı
6 milyon liradan 3 milyon liraya düşmüştür ve primi, gene,
110 bin lira olarak belirlenmiştir.
Bütün bunlar, tarıma, çiftçiye
yönelik yanlış, haksız ve adaletsiz uygulamaların
somut örnekleridir.
Fiskobirlikte yaşananları,
artık, herkes çok iyi biliyor, tam bir faciadır ve orada, maalesef,
Fiskobirlike, hak ettiği Destekleme Fiyat İstikrar Fonu
kredisi verilmemiştir. Don karşılığında
resmen tespit edilen ödeme yapılmamıştır. 250 trilyon,
fındık üreticisinin bu devletten resmî alacağı vardır.
Ama, bunların hiçbirisi verilmemiştir, kredi verilmemiştir
ve bugün, maalesef, 7 milyon liraya olan fındık 2 milyon lira
civarına inmiştir ve bunun sonucu olarak da, Türkiye, 1
milyar dolar civarında bir fındık ihracat gelir kaybına
sürüklenmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Refah seviyesi artıyor mu artıyor mu çiftçinin? konusunda,
hep bu hesapları yapıyoruz, bunlara dikkatinizi çekiyorum.
Ama, bir başka yeni noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Bakınız,
Türkiyenin en verimli narenciye bahçelerinin yer aldığı
bölgelerde arazi fiyatları nereden nereye gidiyor, şunu
bir inceleyin. Yani, çiftçinin malı, çiftçinin yatırımı,
yatırım malı, sermayesi, toprağı, arazisi,
nasıl bir değer kaybı içine giriyor? Erzinde, dört
yıl önce bir narenciye bahçesinin dönümü 30-35 milyar lira idi,
şimdi, 7,5 milyar liraya alan yoktur.
Değerli arkadaşlarım,
bu, çiftçinin, narenciye üreticisinin içine girdiği sıkıntının
yansımasıdır. Orada, bahçenin fiyatı yoksa niye
düşsün? Artık, kimseyi beslemiyor, kimseyi zenginleştirmiyor,
kimsenin güveneceği önemli bir kaynak hâline dönüşememiştir.
2002 yılında, 60 dönüm
greyfurdu 240 milyar liraya dalında satan adam, beş yıldır,
şimdi, üç yıldır, dalında narenciyesini satamaz
hâldedir. Cebimden para verip toplatarak dereye döktüm. diye arkadaşlarımız
açıklamalar yapmaktadırlar.
Adanada, üç yıl önce bahçenin
dönümü 25-30 milyar lirayken şu anda 10-15 milyar liraya inmiştir.
Finikede portakal bahçesinin dönümü 45-50 milyar liraydı,
şimdi 30-35 milyara düşmüştür. Finike portakalının
fiyatının yüksek oluşu nedeniyle, turistik değerinin
gayrimenkule yansıması nedeniyle oradaki kayıp daha
düşük düzeyde ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlara rağmen, Türkiyede
çiftçilerin ciddi mali kuşatma, baskı altında olması
durumu devam ediyor. Bundan önceki bir bütçede yine konuşmuştuk,
Sayın Başbakanla tartışmıştık, bu bütçede
de bir kez daha dikkatinizi buraya çekmek istiyorum. Maalesef,
çiftçilerimizin, icra takibi altında borçları katlanarak
artmaya devam etmektedir, bu konu hâlâ çözülebilmiş değildir.
Anapara miktarı 74 milyar olan çiftçi borcu 234 milyar liraya
çıkmıştır, 74 milyarlık borç 234 milyara
çıkmıştır ve icra takibatına maruz kalmış
çiftçilerimizin bütün belgeleri işte buradadır. 2 milyar
215 milyonluk bir borcun 11 milyar 682 milyona çıktığı
açıkça burada da gözükmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
tarımdaki manzara bu. Hâlbuki, Acil Eylem Planında bu konuda
çok net öneriler yapılmıştı. Hayvancılık
desteklenecek denilmişti, ette kilo başına verilen
teşvik primi önce 1 milyondan 500 bine indirildi sonra o 500 bin
de kaldırıldı. Türkiyenin dört bir yanından, hayvancılık
yapan kooperatifçiler feryat ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
girdi fiyatları olağanüstü bir şekilde yükselmeye devam
ediyor. Sadece mazottaki dört yıllık artış yüzde
84. Bunun ne yapalım, mazot fiyatları artıyor ondan
dolayı, dünyadaki petrol fiyatları artıyor ondan dolayı
bu artış ortaya çıkıyor diye değerlendirilmesi
doğru değildir. Bu artışın altında, ÖTV ve
KDV konusunda bu Hükûmetin izlediği aşırı vergilendirme
politikası yatmaktadır. Yoksa, gerçek petrol fiyatının
artışının böyle yansıması mümkün değildir.
Zaten, onun içindir ki, dünyada en pahalı mazotu Türkiyede çiftçi
kullanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bu tablo böyle devam ediyor. Ama, maalesef, başka bazı sorunlar,
sıkıntılar da hızla gelişiyor. Bunların
başında, hiç kuşku yok, Türkiyede, kayıt dışı
ekonominin, artık, kayıtlı ekonomiye eşit bir noktaya
gelmiş olması gerçeği yatıyor. Bu, dürüst çalışan
iş adamlarını, kayıtlı çalışan
işçileri, çok ciddi şekilde haksız rekabete tabi tutuyor
ve bu doğrultuda, tek başına iktidar olan bir hükûmet olarak,
hiçbir girişimin yapılmamış olmasını anlamak
mümkün değildir. Geçenlerde, Devlet Bakanı samimiyetle
itiraf etti hiçbir şey yapmadık diye. Niye yapmadınız?
Türkiyede, bu konuya el atmak için daha neyi bekliyoruz? En uygun
siyasi şartlar elinizde. Derhâl el atılması lazım.
Buna el atmadan, Türkiyede vergi sorunu çözülmez, sosyal güvenlik
sorunu çözülmez. Bütün sorunların anası bu. Buraya bir ciddi
yaklaşım geliştirmek mecburiyeti vardı. Fakat,
maalesef, bu yapılmamıştır.
Şimdi, bu kayıt dışı
ekonominin yanı sıra başka bir olay var, ona dikkatinizi
çekmek istiyorum: AKP İktidarı döneminde, Türkiyede, bir
kaçakçılık sektörü ortaya çıktı, kaçak ekonomi
sektörü ortaya çıktı; kayıt dışını
söylemiyorum, kaçak ekonomi sektörü ortaya çıktı. Gerçekten,
fevkalade vahim bir manzara oluşturuyor. Çok çarpık bir düzen
ortaya çıkmıştır. Akaryakıttaki kaçakçılığa
baktığınız zaman -Meclisteki araştırma
komisyonumuz bunun tespitini yapmıştır- 8 milyar dolarlık
bir kaçak akaryakıt sektörü bu iktidar döneminde gelişmiştir.
2,5 milyar dolarlık bir vergi kaybı demektir. Bu, bu sektörün,
bu kaçakçılık olayının, her türlü ciddi tedbirle
bertaraf edilmesi mecburiyetini açıkça ortaya koymaktadır.
Yani, akaryakıta baktığımız zaman bunu görüyoruz.
Bunun dışında, sigaraya baktığımız
zaman, aynı şekilde görüyoruz; içkiye baktığımız
zaman, aynı şekilde görüyoruz. Bu Hükûmetin izlediği
politikalar, sigarada ve içkide bir ciddi kaçak sektörün gelişmesine
neden olmuştur.
Tütün Üst Kurulunun resmî verilerine
göre, sektörün yüzde 30u kaçaktır. Çayda, aynı şekilde
kaçak bir sektör vardır, paralel sektör vardır. Türkiyede
30 milyon adet cep telefonunun kayıt dışı olduğu,
artık, herkesin bildiği bir gerçek hâline gelmiştir.
Cep telefonu kaçak, petrol kaçak, içkisi, sigarası kaçak, çay
kaçak, şeker kaçak; 10 binlerce ton kaçak şeker Güneydoğu
Anadoludan Türkiyeye geliyor ve 4,5 milyon insan kayıt dışında
çalışıyor, sosyal güvenlikleri yok. Değerli arkadaşlarım,
bu, sağlıklı bir manzara değil, bir çözülme tablosudur
bu. Bu çözülme tablosu, Türkiyeyi çok ciddi ekonomik, sosyal, ahlaki
bunalımlarla, sorunlarla karşı karşıya
bırakmıştır.
Bakınız, bu tablo, Türkiyede
kaçak sektörün yanı sıra bir de YİMPAŞ problemi
var. Bu da ekonominin bir büyük yarası konumundadır. Bu konuda
da, maalesef, hiçbir ciddi girişim yapılmamıştır.
Burada, iyi niyetli, temiz, masum vatandaşlarımızın
duyguları, inançları istismar edilerek, en yakışıksız
biçimde istismar edilerek, 10 binlerce insanımızın
bir ömür boyu gerçekleştirdikleri tasarruflar ellerinden
alınmış ve 5 milyar euroluk bir birikim açıkça talan
edilmiştir.
Bu konuda, Mecliste, bir araştırma
komisyonu kurulmasını başarabildik, ama, araştırma
komisyonunun ortaya koyduğu önerilerin, maalesef, uygulanmadığını
görüyoruz. Bu konuda gerekenler yapılamamıştır.
Yani, bakınız, Sermaye Piyasası Kurulunca, 2003
yılında, bu konuda hazırlanıp Başbakanlığa
gönderilen yasa tasarısı sümen altı edilmiştir,
niçin?
Şimdi, açıkça soruyorum
ve yanıt bekliyorum: Paraları yurt dışında
hortumlanan bu vatandaşlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
değiller miydi? Bu paraları toplayanlar arasında AKP
milletvekilleri var mıydı yok muydu? Hâlen AKP belediye
başkanlığı yapanlar, AKP il ve ilçe örgütlerinde
çalışanlardan para toplayan kaç kişi vardır? Hâlen
bakan olarak görev yapan kaç milletvekilimiz bu holdinglerde etkinliklere
katılıp bu şirketlere destek vermiştir? Bu destek,
söz konusu şirketlerle ilgili olarak dava açılan yıllarda
da devam etmiş midir? Bunların mutlaka cevaplandırılması
lazımdır. Efendim, bunların AKPyle ilişkisi yoktur.
diye konuyu geçiştirmek mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Sermaye Piyasası Kurulunun gönderdiği
yasa teklifi niçin sümen altına atıldı? Bu holdinglerle
ilgili davaların daha kısa sürede sonuçlandırılması
için niçin herhangi bir önlem alınmadı? Türkiye Büyük Millet
Meclisi araştırma komisyonu raporundaki öneriler niçin
yerine getirilmedi? Bu önlemleri alma konusunda, hangi güç frenlemiştir,
engel yaratmıştır? İmar Bankası olayında,
hukuku bile zorlayarak düzenlemeler yapıldı. Bu olayda
mağdur olmuş binlerce insan var, bu insanların haklarını
daha kolay alabilecekleri bir yasal düzenleme, maalesef, yapılmamıştır
ve bunun da çok ağır sorumluluğu vardır.
Değerli arkadaşlarım,
ekonomimizin bu sorunlarının yanı sıra, maalesef,
ekonomimizde görmezlikten gelemeyeceğimiz çok ciddi bir yolsuzluk
sektörü de gelişmektedir; Kaçak sektörünün ötesinde bir yolsuzluk
sektörünün de, Türkiyede, ortaya çıktığına tanık
oluyoruz. Bu yolsuzluk sektörü, yeni bir olay değil; bu iktidar
iş başına gelmeden önce de vardı, bu iktidardan
sonra da devam etti ve maalesef, hızlanarak devam etti.
Şimdi geldiğimiz noktada,
bu konularda hepimizin aydınlanma ihtiyacı var. Bakınız,
bu Hükûmetin iş başında bulunduğu dönemde bir Ak
Enerji problemi çıktı, yani, müteahhit-milletvekili-bürokrat
ilişkisinin Türkiyede ne gibi büyük kayıplara yol açtığı
ortaya çıktı. Resmî rakamlar, bu olayın 2,5 milyar dolarlık
bir bedeli olduğunu ortaya koyuyor. Ne yapıldı bu konuda?
Dava devam ediyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar, maalesef,
örtbas edilmişlerdir.
Oferle ilgili iddialar, TÜPRAŞın
yüzde 14,76sının şaibeli bir biçimde satılmış
olması, bu satıştan dolayı 700 milyon dolarlık
bir kaybın, hazine kaybının ortaya çıkmış
olması ve bu satışın hukuk dışı olduğunun
yasal bir kararla, mahkeme kararıyla kesinleşmiş olması,
öyle anlaşılıyor ki, bu iktidarı hiç ilgilendirmiyor.
Bunları, tabii, üzüntüyle tespit ediyoruz.
Şimdi, bunlara ek olarak yeni
bir tablo var, ona dikkatinizi çekmek istiyorum: Bu Parlamento döneminde,
bu çalışma yılı
içinde, bir Ali Dibo olayı çıktı. Bu olay, AKPnin örgüt
birimlerinin, devletin ihalelerini istedikleri biçimde yönlendirmek
üzere nasıl iş birlikleri yaptığını ortaya
koyan bir tabloyu önümüze getirdi. Olayın içinde yer alan insanlar,
bir değerli o zamanki AKP milletvekili, AKP ilçe örgütünde görev
yapan insanlar, bunlar, çıktılar, infiallerini, isyanları
ortaya koydular. Dediler ki: Kesinlikle kabul edilemez, çok yakışıksız
bir uygulama yürüyor, buna derhâl el koymalıyız ve bunun
üzerine yürümeliyiz. Bu doğrultuda, bir milletvekili harekete
geçti ve önce grubunda parti yöneticileriyle bu konuyu müzakere
etti, onların dikkatini çekti. Belge getir. Dediler, belge
getirdi, işte belgeler. dedi. Bu belgeleri biz yorumlayamayız,
hukuk bu konuda konuşsun, yargı karar alsın. dediler.
Bu konuda Türkiyenin en yetkili kurumu, İhale Kurumu, inceledi
ve bu yapılmış olan 186 ihalenin 145inin mevzuata aykırı
olduğunu Türkiye İhale Kurumu tespit etti.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu tablo karşısında, bu olayı örtbas etmek
isteyenler, böyle bir olay yokmuş gibi davranmayı tercih
edenler acaba ne düşünüyorlar, çok merak ediyorum. Yani, yolsuzluklara
karşı mücadele anlayışıyla bu tabloyu
bağdaştırmak imkânı var mı? Benim yolsuzluk yapan
örgütüm benim himayemdedir; ben, benim örgütümün dışındaki
yolsuzluklarla ilgilenirim. Bu anlayışla, yolsuzluk mücadelesi
başarıya ulaştırılabilir mi? Bu, içinde bulunduğunuz
çelişkiyi ortaya koyuyor, yolsuzluk konusunda içinde bulunduğunuz
tutarsızlığı ortaya koyuyor. Bu, bizim için
şaşırtıcı değil. Niye şaşırtıcı
değil? Çünkü, seçime girerken Sayın Başbakanla birlikte
kamuoyu önünde çıktık, söz verdik: Milletvekili dokunulmazlığını
kaldıracağız. dedik. Ama, aradan dört yıl geçti,
milletvekili dokunulmazlığını kaldırma niyetinde
olmadığınız ortaya çıktı. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu konuyu başka türlü çözmek olanağı
yoktur. Yapılması gereken iş çok açıktır:
Derhâl, milletvekili dokunulmazlığı konusunu yeniden
ele alacağız. Bu olmadan, bu konuyu çözmek mümkün değildir.
Çünkü, hepimiz biliyoruz ki, Türkiyede yolsuzluklar bir sacayağının
iş birliğiyle yapılıyor. Bu sacayağının
içinde, hiç kuşku yok, haramzade iş adamı, aç gözlü bürokrat
ve ahlaksız siyasetçi vardır. (CHP sıralarından
Bravo sesleri ve alkışlar, Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Hiç kuşku yok. Bu sacayağını
kırmadan bir yere gitmek imkânı da yoktur. Bu sacayağının
kırılacağı yer, ahlaksız siyasetçi ayağıdır.
Onun, bir an önce kırılması lazım.
MUSTAFA CUMUR (Trabzon) Elin öbür
tarafı göstermiyor, niye hep bu tarafı gösteriyor?
DENİZ BAYKAL (Devamla) Bu konuda
kararı siz isterseniz alacağız da, onun için. Ne duruyorsunuz,
söz verdiniz, hadi getirelim önergeyi, hep beraber değiştiriverelim
dokunulmazlıkların kaldırılması konusunu.
(CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu konu Türkiyenin temel konusu olmaya devam ediyor.
Maalesef, gelinen noktada hiçbir ciddi girişim yapılmamıştır.
Biz, dokunulmazlıklar, falan için kalksın, filan için kalkmasın
demiyoruz; herkes için kalksın, hepimiz için kalksın;
Başbakan için de kalksın, benim için de kalksın. Hodri meydan!
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, şimdi yeni tür yolsuzluk gelişmeleri
var. Onlara dikkatinizi çekmeye çalışıyorum. Bu Ali
Dibo işi öyle. Ali Dibo sadece Hatayın işi değil,
her tarafta, her tarafta var.
Şimdi, başka bir şeye
dikkatinizi çekmek istiyorum: İmar yolsuzlukları. Gün geçmiyor
ki, İstanbul Belediyesinde alınan imar kararlarıyla
çok büyük rant transferleri bir yerden başka yere yapılmasın.
Bunun arkasında ne var? Bu sadece İstanbul ölçeğinde
ele alınan bir konu mudur? Bunun bir Ankara ayağı var
mıdır? Bu kadar büyük rant transferini yapanlar, İstanbul
Belediyesinin Belediye Meclis üyelerinden mi ibarettir? Onlara
bu gücü, bu yetkiyi, bu desteği veren acaba kimdir? Bunların
soruşturulması lazım, ortaya çıkarılması
lazım. Bir karar alınıyor, 7 milyon dolara alınmış
olan arazi, Belediye Meclisinde alınan bir kararla 70 milyon dolara
çıkıyor, 25 milyon dolarlık bir arazi, 300 milyon dolara
çıkıyor, 25 milyon dolarlık arazi. Her geçen gün, gazetelerde
bunu görüyorsunuz. Bugün, gene var gazetelerde böyle olaylar.
Değerli arkadaşlarım,
bunlar utanç verici olaylar, üzüntü verici olaylar. Bilmeliyiz ki,
Türkiyede insanlarımız çok büyük bir ekonomik sıkıntı
içinde dürüst, namuslu ve şerefli kalmak için büyük bir mücadele
veriyorlar. Onlar bu mücadeleyi verirken, bu kadar büyük haksız
rant transferlerinin en arkasından, perde arkasından yapılması,
yapılmasına göz yumulması, yapanlarla iş birliği
içinde olunması Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışmıyor.
Kimseye yakışmıyor. Lütfen, bu konuda bir an önce harekete
geçelim. Derhâl milletvekili dokunulmazlığını
kaldıralım. (CHP sıralarından alkışlar)
Herkes hesap verebilir hâle gelsin.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bugün geldiğimiz noktada, Türkiyede ekonominin
gidişatıyla ilgili bir kaygının, bir olumsuzluğun
şekillenmekte olduğunu hep beraber görüyoruz. Ne yazık
ki, bunu yeterince değerlendiremeyen arkadaşlarımın
bulunduğunu görüyorum, ama, bir kez daha, ben, sizin dikkatinize,
bu tablodaki çarpıcı gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bakınız, Sayın
Başbakan diyor ki: Eğer vatandaşın ekonomik refahı
2002ye göre daha ileri gitmemişse bize oy vermesin. Şimdi,
bu tablo nedir? Bunu nasıl ölçeceğiz? Neyle ölçeceğiz?
Kim bunun cevabını verecek? Vatandaş kendisi verecek
tabii de, neye dayanarak ölçeceğiz? Yani, bu konuda size yardımcı
olacak bir bilgiyi dikkatinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Merkez Bankasıyla Türkiye İstatistik Kurumu, belli aralıklarla
vatandaşın ekonomik hissiyatıyla ilgili durum değerlendirmesi
yaparlar. 2003 Aralık ayında vatandaşa soruyorlar bu
resmî kurumlar: Altı ay öncesine göre satın alma gücün daha
mı iyi daha mı kötü? Aralık 2003te daha iyi diyenlerin
oranı yüzde 24, daha kötü diyenlerin oranı da yüzde 27;
2003.
Aynı soru 2006 yılında
soruluyor: Satın alma gücüm altı ay öncesine göre daha
iyi. diyenlerin oranı yüzde 24ten yüzde 12,4e düşüyor, daha
kötü diyenlerin oranı ise yüzde 27den yüzde 43,4e çıkıyor.
Bu, vatandaşın kendi durumuyla ilgili devlet resmî makamlarına
yaptığı değerlendirme.
Değerli arkadaşlarım,
gelecek altı aylık dönemde satın alma gücüyle ilgili
bekleyişini de bilginize sunayım: Aralık 2003 tarihinde,
bu soruya vatandaşların yüzde 32,8i daha iyi olacak diyor,
yüzde 19,2si daha kötü olacak diyor. Eylül 2006da, Gelecekte benim
satın alma gücüm daha iyi olacak. diyenin oranı yüzde
32,8den yüzde 14,3e düşüyor, daha kötü olacak diyenlerin oranı
yüzde 19,2den yüzde 38,3e çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu, Türkiyede vatandaşın ekonomik durumuyla ilgili hissiyatını
çok açık, çok net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu tablo,
tabii, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluklar manzarasıyla birlikte
değerlendirildiği zaman, Türkiyede yeni bir anlayışın
bir an önce ortaya konulmasına yönelik bir ihtiyaç kaçınılmaz
bir biçimde kendisini gösterir.
Değerli arkadaşlarım,
bu ekonomik tabloyu çerçeveleyen siyasi ortama da dikkat etmek durumundayız.
Yani, bu ekonomik ortamda hangi dinamikler işliyor? Nereden
nereye geliyoruz? Enflasyon nasıl tıkanmaya başladı?
Reel faizler nasıl yukarı bir düzeyde ortaya çıktı?
Nasıl, büyüme hızında bir düşme kendisini gösteriyor?
Nasıl, çari açık kaygı verici, taşınamaz bir
düzeye geldi? Nasıl, dış borçlar, iç borçlar, kamu sektörünün
ve özel sektörün borçluluk durumu kaygı verici bir noktaya yükseldi?
Bütün bunları değerlendirirken, Türkiyede siyaset nereye
gidiyor, nasıl gidiyor ona da bakmamız lazım.
Tabii, bunu söylediğimiz zaman
önümüze gelen konu, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı
seçimi ve bir seçim, erken seçim tartışması.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız
AHMET YENİ (Samsun) Zamanında
yapacağız onu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Anlıyorum,
sizi çok iyi anlıyorum.
Buradaki tablo nedir? Hepimiz
bir görev yapıyoruz. Türkiyenin durumu ve geleceğiyle ilgili
hepimiz tarihe karşı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Baykal, affedersiniz,
efendim, bir saatlik süreniz bitti. Konuşmanızı tamamlayabilmeniz
için size on dakika ek süre veriyorum.
Buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Sayın
Başkan, sizi de yormak istemiyorum. Verebileceğiniz azami
süreyi verseniz de, ben, o süre içinde kendimi tanzim etsem.
Sayın Maliye Bakanına
bir buçuk saati
BAŞKAN Çok haklısınız,
ama, genel kuraldır.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Anlıyorum.
BAŞKAN Hükûmetin bütçeyi sunuş konuşması
süreye tabi değil.
CANAN ARITMAN (İzmir) Genel
Kurul dinlemek istiyor efendim.
BAŞKAN Siz lütfen karışmayın
efendim, ben biliyorum işimi.
Danışma Kurulu gereğince,
sizin ve diğer siyasi parti liderlerimizin konuşması
bir saat. Ancak, soruyorum, konuşmanızı tamamlayabilmeniz
için ne kadar süreye ihtiyacınız var?
DENİZ BAYKAL (Devamla) Yani,
sizin bir yarım saati en azından vereceğinize güveniyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Size son defa ve tam
olarak yirmi dakika ek süre veriyorum. Lütfen konuşmanızı
tamamlayın efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiyede, her zamankinin
ötesinde bir ilgi ve heyecan konusu hâline dönüştüğünü görüyoruz.
Bu, niçin böyle oluyor, bunu anlamaya çalışmamız lazım.
Niçin Türkiyede Cumhurbaşkanlığı konusu, her defasından
daha farklı olarak, şimdi bir önemli gerilim konusu hâline
dönüşmeye başlamıştır? Bu, sadece, siyasi
tartışmanın bir parçası olarak izah edilebilir bir
olay olmaktan ötede bir anlam taşıyor, bunu doğru anlamamız
lazım.
Değerli arkadaşlarım,
buradan baktığımız zaman görülen şudur: Türkiyede
Cumhurbaşkanlığı, hiç kuşku yok ki, Anayasamızın
etkin bir şekilde işletilebilmesi, Anayasamızın
inançla sahiplenilebilmesi, savunulabilmesi açısından
en önemli sorumluluk noktasıdır. Yani, Anayasamızın
zirvesinde bir mercidir ve oradan, Anayasayı sahiplenme, Anayasaya
inanma, Anayasayı kucaklama, Anayasanın öngördüğü
şekilde devlet kurumlarını birbiriyle uyum ve iş
birliği içinde çalıştırma görevi vardır.
Şimdi, herkesin tabii, kaygısının
altında yatan ana konu, Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı
adayı olarak, bu kriter açısından, yani, Anayasaya inanma,
Anayasaya sahip çıkma, anayasal kurumları uyum ve iş
birliği içinde çalıştırma açısından çok
ciddi sorunlar yaratabilecek olduğu gözlemidir. Sorunun altında
yatan temel, ana nokta budur. Bunun haksız ve yanlış bir
gözlem olduğunu iddia etmek mümkündür, ama, toplumun tespiti
odur ki, Sayın Başbakanın, Anayasamızın temel
ilkeleriyle ilgili ciddi tereddüdü vardır. (CHP sıralarından
alkışlar)
RECEP KORAL (İstanbul) Hadi
canım sen de!
DENİZ BAYKAL (Devamla) Bu,
bizim şahsi değerlendirmemiz değildir. Bakınız,
bu, bizim şahsi değerlendirmemiz değildir.
RECEP KORAL (İstanbul) Hiç
yakışıyor mu?
DENİZ BAYKAL (Devamla)
Sükûnetle dinlemenizi rica ediyorum. Önemli olduğunu düşündüğüm
şeyler söylüyorum.
Bu, bizim şahsi değerlendirmemiz
değildir. Sayın Başbakanın yaptığı
açıklamalar, onun, Anayasamızın özü ve temeliyle ilgili
olarak ciddi bir tereddüt içinde bulunan bir noktada olduğunu
açıkça bize göstermiştir. Nedir, neye dayanarak bunları
söylüyorum? Bunun birkaç dayanağı var. Bir: Sayın
Başbakanın siyasi çizgisinin, kimliğinin şekillendiği
dönemlerden başlayarak, yani, kırklı yaşların
sonrasında başlayarak Türkiyenin anayasal niteliğine,
kimliğine yönelik yaptığı değerlendirmeler
ortadadır. Bunları görmezlikten gelmek mümkün değil.
Bunlar, gelip geçici, ayaküstü söylenen sözler değil; bir bakış
açısı, bir anlayış, bir ciddi yorum. Bunları
unutmak mümkün değil. Orada Sayın Başbakan demokrasi
konusunda değerlendirme yapıyor. Hepsi elimizde. İlgilenirseniz
tümünü bilginize sunabilirim: Bize göre, demokrasi ancak bir
araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız bu düzenlerin
seçiminde bir araçtır. Eğer, halk, totaliter bir rejim istiyorsa
buna saygı duymalıyız. Yetmiş yıllık tarihinde
Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip
olmuştur. Her konuda tekçi olmuştur ve bu tek olan şeyi
de kendisi seçmiştir. Hukuk, halka sorulmadan bir yerlerden aktarılmış
ve zorla halka dikte ettirilmiştir. Çağdaşlık anlayışı,
ahlak anlayışı vesaire. Hatta, Türkiye, din konusunda
da aynı anlayışı seçmiş, kendisine din olarak
Kemalizmi almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı
tanımayarak kitlelere zorla dikte etmiştir. Şimdi,
Sayın Başbakanın söylediği sözler bunlar. Yani,
bu sözlerle siyasi kimliği ortaya çıkmış olan bir
siyaset adamının Cumhurbaşkanı olarak kendisinden
beklenen Anayasayı sahiplenme, anayasal kurumları uyum
ve iş birliği içine sokma görevini yerine getirebileceğini
düşünebilir miyiz? Böyle bir haklı kaygı konusu yok
mu? (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
lütfen, müdahale etmeyin Hatibe, efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bu ve bunun devamı niteliğinde
çok daha kaygı verici, devletin üniter niteliğini reddeden,
eyalet sisteminin düşünülebilir olduğunu söyleyen
açıklamaları var. Böyle bir cumhurbaşkanı olabilir
mi? Bu, var. Bu, orada. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Tevhidi Tedrisat Kanununa yönelik değerlendirmeler,
vesaire bunların hepsi ortada. Şimdi, Sayın Başbakanın
bu tavrını, daha geride bıraktığımız
nisan ayı içinde grupta yaptığı konuşmada herkesi
kaygılandıracak bir biçimde laiklikle ilgili bir tartışma
ihtiyacını
AGÂH KAFKAS (Çorum) Allah, Allah!
DENİZ BAYKAL (Devamla)
ve Anayasamızın temel ilkeleri
arasında bir hiyerarşi olmayacağı, var olan hiyerarşinin
değiştirilmesi talebi niteliğindeki değerlendirmelerini
hepimiz çok iyi biliyoruz.
AGÂH KAFKAS (Çorum) Ne alakası
var? Nerede oldu?
AHMET YENİ (Samsun) Bütçeyle
ilgili bir şey konuşamadınız
(CHP sıralarından Sana ne! sesleri,
gürültüler)
BAŞKAN Sayın Yeni, müdahale
etmeyin efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Bakınız, Sayın Başbakan
diyor ki: Gelecekte Türkiyede hiç kimse kürsülere çıkıp
bu millete ne yapmaları gerektiğini dayatamayacak.
AGÂH KAFKAS (Çorum) Doğru.
DENİZ BAYKAL (Devamla)
Şimdi, dayatılıyor da, şu anda bir dayatma var, Gelecekte
olmayacak. diyor. O Türkiyede inandığı değerler
için tek bir insanımızın gönlüne keder düşmeyecek.
(AK Parti sıralarından Doğru sesleri) O Türkiyede
devlet, millet için var olacak, milletin hizmetinde olacak. (AK Parti
sıralarından Doğru sesleri) Egemenlik, kayıtsız
şartsız milletin olacak... (AK Parti sıralarından
Doğru sesleri)
duvarda değil, milletin kendisinde olacak.
(AK Parti sıralarından Doğru sesleri, alkışlar)
O günün Türkiyesinde hiç kimse konjonktürel gerekçelere dayanarak,
aslında birbirinin tamamlayıcısı olan anayasal
ilkeleri ötekilerin üstünde ve daha önemli saymayacak. (AK Parti
sıralarından Doğru sesleri, alkışlar)
Şimdi, bana söyler misiniz
Şimdi, bana söyler misiniz, hangi
anayasal ilkeler ötekilerin üstündedir? Çok açık. Anayasamızın
ilk üç maddesindeki ilkeler ötekilerin üzerindedir. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu maddelerin, bu üç maddenin değiştirilmesi
teklif dahi edilemez. Bugüne kadar Türkiyede iş başına
gelmiş olan hükûmet mensuplarının ya da önde gelen siyasetçilerin
hiçbirisi Anayasamızın bu değiştirilemez maddelerinin
bu niteliğinin ortadan kaldırılması, Anayasa maddeleri
arasındaki hiyerarşinin ortadan kaldırılması
doğrultusunda bir talep yapmamıştır. Şimdi,
ilk kez, Anayasamızın değiştirilemez maddelerinin
bu üstün konumuna yönelik bir şikâyetin dile getirildiğine
tanık oluyoruz. (AK Parti sıralarından Ne alakası
var? sesleri)
Değerli arkadaşlarım,
bunlar ayaküstü söylenen sözler değil. Sayın Başbakan
yazılı metinden okuyor. O yazılı metin dikkatle
hazırlanıyor. O metindeki düşüncenin hangi anlama
geldiğini hepimiz değerlendirebilecek bir konumdayız.
AGÂH KAFKAS (Çorum) Ama, siz değerlendiremiyorsunuz.
DENİZ BAYKAL (Devamla)
Şimdi, Türkiyede Cumhurbaşkanlığı seçimi bu
konuda kamuoyunda ciddi tereddüt yaratan, Anayasa karşısındaki
tavrı, çizgisi, Anayasanın temel ilkelerine sahip
çıkma iradesi netleşmiş olmayan bir siyasi şahsiyetin
hızla Cumhurbaşkanlığını elde etme arayışıyla
sonuçlandırılmak istenmesi, hiç kuşku yok, Türkiyede
bir tereddüt ve sıkıntı ortamını yaratıyor.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) Normal
şartlarda, normal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, bakınız, şimdi, şuna dikkatinizi
çekeyim. Kamuoyu araştırmaları yapılıyor,
bugüne kadar AKPye oy vermiş olan vatandaşların dahi
Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanlığı
adaylığı konusunda tereddüt ifade etmiş olmalarını
bir rastlantı olarak anlamak mümkün değildir. Bu konuda Türkiyede
bir ciddi sorunun bulunduğu açıkça gözükmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bu konuyu çözmenin yolu çok açıktır.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
Erken Cumhurbaşkanlığı seçimi
DENİZ BAYKAL (Devamla) Bakınız,
şimdi, Türkiye, bu Parlamentosuyla dördüncü yılını
tamamladı, beşinci yılın içine girdi...
AHMET YENİ (Samsun) Beş,
beş
DENİZ BAYKAL (Devamla)
İlk kez, Türkiye, beşinci yılını yaşayan
bir Parlamento tablosuyla karşı karşıya. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu Parlamento oluşurken
seçmenlerin oyunun yüzde 34üyle bir iktidar oluşmuştur.
Evet, şimdi, eğer, önümüzdeki
dönemde, Türkiyenin Cumhurbaşkanlığı gibi çok
önemli bir makamına yapılacak olan seçimin, halkın en
son siyasi tercihlerini yansıtan
ÜNAL KACIR (İstanbul) Nerede
yazıyor?
DENİZ BAYKAL (Devamla)
millî iradeyi en geçerli şekliyle ortaya koyan bir Parlamento
yapısı üzerinde gerçekleştirilmesini uygun görebiliyorsanız,
bu doğrultuda hep beraber harekete geçebiliriz; ama, diyorsanız
ki, yoo, bizim, yeni bir seçimle böyle bir Parlamento yapısı
elde etmek, Cumhurbaşkanını seçtirmek imkânımız
olmayabilir. Bunu görüyoruz. O nedenle, biz, beş yıl önceki
kararla yürüyeceğiz, yeni bir seçim istemiyoruz, diyorsanız
bunun seçimden kaçmak anlamına geldiği, yapacağınız
tercihin millî iradeyi yansıtmayacağı konusunda sizin
de bir kabul içinde olduğunuz görülüyor. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) Anayasa
DENİZ BAYKAL (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, Anayasa, elbette, bir çerçeve veriyor. Anayasa,
elbette, Türkiyenin, Parlamentomuzun, hepimizin temel dayanak
noktasıdır. Bu konuda hiçbir şüphe yok. Anayasa, ülkeyi
yönetenlerin aklıselimle, sorumlulukla, basiretle davranması
ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Anayasa, bir çerçeve
koyuyor. Anayasanın koyduğu çerçeveyle, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, istersek toplanır, bir komşu ülkeye savaş açma kararı
da alır. Bu karar da Anayasaya uygun olur, ama, doğru olmaz.
Yani, Anayasaya her uygun karar, doğru karardır diye düşünmek
mümkün değil. [AK Parti sıralarından alkışlar
(!)] Anayasa cevaz verir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Kime
soracağız bunu?
DENİZ BAYKAL (Devamla) Anayasa
BAŞKAN Sayın Baykal, bir
saniye izin verir misiniz efendim.
Sayın milletvekilleri, lütfen,
Hatibe müdahale etmeyiniz. Kürsü hürdür. Her hatip düşüncelerini
açıklayabilir. Kaldı ki, biraz sonra AK Parti Grubu adına
bir değerli milletvekilimiz konuşma yapacak, daha sonra
Sayın Başbakan da Hükûmet adına konuşma yapacaklardır.
Gerekli görürlerse, yanlış buldukları konuları
değerlendirir ve konuşurlar. Sizin söz atarak hatibin dikkatini
dağıtmanız çok doğru değil.
Sayın Baykal, buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Evet,
teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yani
ÜNAL KACIR (İstanbul) Sayın
Başkan, Anayasanın üstündeki merciyi de öğrenelim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Hayır,
Anayasanın üstünde bir merci yok, olamaz. Anayasa çerçeve koyuyor.
Anayasa size şunu seçin, bunu seçin diye talimat vermiyor. Kimi
seçeceğinizi kararlaştırmak sizin işinizdir, sizin
kararınızdır. O kararı doğru almak gerekir.
Ülke yararına almak gerekir. Alınan kararın doğru
olup olmadığı da yaşanarak ortaya çıkar.
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana)
Sizi seçelim
Sizi seçelim
DENİZ BAYKAL (Devamla) Bu konuda
bir tartışma demokrasinin gereğidir. Hepimiz bu konuda
düşüncelerimizi Anayasanın verdiği izin çerçevesinde
söylüyoruz. Bunu değerlendirirsiniz değerlendirmezsiniz,
takdir sizin, ama, burada yapılan işin yanlış olabileceğine
ilişkin görüşleri ifade etmeyi de sizin çok doğal karşılamanız
lazım. Yani, erken seçim denildi, Sayın Başbakanın
asabı bozuldu. Erken seçim yapalım o parlamento seçsin deyince,
birdenbire Sayın Başbakan müthiş bir gerginlik içine
girdi, Başbakanın asabı bozuldu, fiziği bozuldu,
kimyası bozuldu, geometrisi bozuldu ve ona buna saldırmaya
başladı. Yani, Başbakan, Cumhurbaşkanına
sert ifadelerle, yakışıksız ifadelerle cevap vermeye
yöneldi, toplumda ciddi bir tepki çıktı.
EYÜP FATSA (Ordu) Tepki Cumhurbaşkanına
çıktı.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Evet,
anlıyorum
Anlıyorum
Cumhurbaşkanına yönelik
olarak yaptı.
EYÜP FATSA (Ordu) Sayın
Başbakana değil, toplumun tepkisi Cumhurbaşkanına
oldu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Onu
bilemem
Onu millet bilir.
BAŞKAN Sayın Fatsa, lütfen
müdahale etmeyin efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Cumhurbaşkanı
Bir erken seçim gerekiyor deyince, Sayın Başbakan iki koyunu
güdemeyenlerden bahsetti, efendim Aç tavuk kendisini buğday
ambarında görür. dedi. Hani demokrasiye bağlıydınız?
Hani Anayasaya bağlıydınız? dedi. Yani, Cumhurbaşkanının
Erken seçim gerekiyor. demesi, onun anayasal yetki ve görevleri
içindedir. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bir muhalefet
partisinin Erken seçim gereklidir. demesi onun yetki ve sorumluluk
çerçevesi içindedir. Bunu çok doğal karşılamak lazım.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
Yani
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
lütfen efendim. Lütfen hatibe müdahale
etmeyin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Sayın
Başbakanın bu tedirginliğini doğrusu anlayamıyorum.
Erken seçim onu çok rahatsız ediyor, çok telaşlandırıyor,
bunu anlamak mümkün değil. Yani hepimiz seçimden çıkarak
geliyoruz ve gideceğimiz yer gene seçim. Seçim denilmesinden niye bu kadar telaş
ve tedirginlik içine giriyoruz? Seçim diyenleri, Anayasaya ve demokrasiye
ters öneri yapmış gibi suçlama ihtiyacını nereden
hissediyoruz? Bunlar hiç doğru değil. Bunları Sayın
Başbakana yakıştıramadım. Yani, o benzetmeler,
o söylem, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına yakışan
söylem değildir. Bunu ben Sayın Başbakanın bu konudaki
aşırı hassasiyetine, bu konudaki telaşına
bağlamak istiyorum, ama artık, bir an önce Sayın
Başbakan bu konularda bir yeni üslubun içine girmelidir. Yoksa
bu, geçmeyi düşündüğü makam bakımından da çok ciddi
sorun ve sıkıntı doğurur. Biz, böyle bir Başbakanı
içimize sindiremiyoruz, bu üslupla konuşan bir Cumhurbaşkanını
Türkiye
(CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) Alışırsınız,
alışırsınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Layık
olmadığını herkesin bilmesini istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) Alışacaksınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Değerli
arkadaşlarım
Evet, daha önce de öyle söylenildi,
alışma söylemine dayalı olarak yola çıkanların
nereye geldiğini, ne olduğunu hep beraber yaşadık,
biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, son zamanlarda çok ciddi sıkıntılar
yaşandı. Bu, Türkiyenin önümüzdeki dönemde her türlü güçlüğün
içinden demokrasiyle, seçimle, sandıkla çıkabileceği
ilkesi etrafında durum değerlendirmesinin zorunluluğunu
bize hatırlatıyor. Türkiye sorunlarını böyle
aşabilir, böyle aşmalıdır ve biz şimdi bunu
önünüze getiriyoruz. Bunu düşünün diyoruz. Bunu düşünün,
bunu dikkate alın, buna Türkiyenin ihtiyacı var diyoruz.
Bunun takdiri tabii, Meclisindir. Meclis uygun gördüğü gibi kararı
alır, onun sorumluluğunu üstlenir. Türkiyenin geleceği
o karar doğrultusunda şekillenir. Biz bu konularda uyarı
görevimizi, demokratik muhalefet partisi olarak, size yönelik
bir görev anlayışı içinde ifade ediyoruz. Takdir sizindir.
Siz bildiğiniz gibi gereken kararı alırsınız.
Hepsini de hep beraber yaşarız, görürüz.
Değerli arkadaşlarım,
kısaca şunu söyleyeyim: Sayın Başbakan iktidara
geldiği zaman diyordu ki: Üç yılda düze çıkacak Türkiye.
Üç yıl değil, dört yıl geçti Türkiyenin düze çıktığı
yok, ama, anlaşılıyor ki, halkın düze çıkıp
çıkmaması Başbakanın kaygısı değil,
onun kaygısı halkın düze çıkması değil kendisinin
Çankayaya çıkmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu olur mu olmaz mı; bunu yaşayacağız, göreceğiz.
Olursa hayırlı olur mu olmaz mı, onu da hep beraber yaşayacağız,
göreceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türkiye çok önemli dış politika gelişmeleriyle
de karşı karşıya. Türkiyede ne yazık ki bir süreden
beri, AKP İktidarıyla birlikte, dış politikada
yetki ve sorumluluk, bu konunun yetkili kuruluşlarının
dışında ele alınmaya başlanmış ve yetkili
kurumlar devre dışına itilmişlerdir. Devlet sorumluluğu
taşımayan danışmanlar ön plana geçirilmişlerdir.
Büyükelçiler Sayın Başbakanın yaptığı
toplantılara alınmamış, danışmanlar Türkiye
adına orada bulunmuşlardır. Bu danışmanlardan
birisi
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Baykal, yirmi
dakikalık son ek süreniz bitti. Teşekkür etmeniz için tekrar
mikrofonu açıyorum.
DENİZ BAYKAL (Devamla) Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Evet, yani, en azından Sayın Maliye
Bakanı kadar konuşma fırsatı vermiş olsaydınız
müteşekkir kalırdım, ama, bu takdirinize saygı
gösteriyorum.
Dış politika yanlış
yönlendirilmiştir. Kısa devre çalışmalar yapılmıştır.
Başlangıçta yapılan hatalar bir süre sonra kendisini
göstermeye başlamıştır. 2004 yılında, 17
Aralıkta atılan imza, maalesef, şimdi, Türkiyeyi,
Kıbrıs konusunda çok ciddi bir açmazın içine sürüklemiştir.
Bütün bunları, hepimiz yaşadık,
biliyoruz, ama, Hükûmetin, ekonomide, siyasette, ahlakta, toplumsal
dokunun çözülmesinde, asayişsizliğin artmasında,
kapkaçın, hırsızlığın çoğalmasında,
izlenen ekonomik politikalarla sorumluluğu olduğu gibi,
dış politikada da maalesef, Hükûmet, çok ciddi sorunlar,
sıkıntılar yaratmıştır. Bunları hep
beraber yaşadık. Türkiyeyi mahcup duruma düşüren bu
olumsuz gelişmeleri hepimiz üzüntüyle izledik. Bunların
değerlendirmesini milletimiz elbette yapacaktır. Biz de
milletimizin bu değerlendirmeyi yapmasına elbette katkı
vereceğiz. Bu bütçe, bu tartışmaların kapsamlı
bir şekilde yapılmasına fırsat vermemiş de olsa,
Türkiyenin gidişatıyla ilgili bir sorgulama yapma
fırsatımızı böylece değerlendirmiş oluyoruz.
Sayın Başkan, size ve değerli
milletvekilleri sizlere iyi dileklerimi sunuyorum. Türkiyemiz
için her şeyin daha iyi olması gerektiğini düşünüyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
ayakta alkışlar; AK Parti ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın Baykal, teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri,
17.20de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.58
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.22
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve
Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine
devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S.Sayısı:1269)
(Devam)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S.Sayısı: 1270) (Devam)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1237,
3/1140) (S.Sayısı: 1271) (Devam)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nazım
Ekrene aittir.
Sayın Ekren buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Ekren, süreniz bir saat.
Sanıyorum, tamamını kullanacaksınız.
NAZIM EKREN (İstanbul) Evet
efendim.
BAŞKAN Buyurun efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA NAZIM EKREN
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
hakkında AK Parti Grubunun görüşlerini sizlere açıklamak,
birlikte değerlendirmek üzere huzurunuzdayım. Türkiye
Büyük Millet Meclisini ve siz değerli üyelerini sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
2007 mali bütçesinin hazırlanmasında
emeği geçen, öncelikle Maliye Bakanımıza, diğer
bakanlarımıza, bürokratlarımıza, ekonomi yönetimimize,
katkıda bulunan Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine ve personeline
tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.
Bütçe görüşmelerimizin,
özellikle yeni dönemdeki konjonktürel ve yapısal sorunlarla
birlikte içinde bulunduğumuz dönemden geçtiğimiz hatırlanırsa,
Türkiyenin ihtiyacı olan açılımlara imkân ve ortam
sağlamasını ümit ediyor, yüce Meclisimin değerli
üyelerinin bu süreçte, bu amaçta, buna yönelik katkı ve
eleştirilerini bekliyoruz. Ben de, bu nedenle, konuşmamı
büyük ölçüde ekonomi politik olarak adlandıracağım,
2003ten 2006ya kadarki bütçe müzakerelerinde veya bütçe büyüklüklerinde
bütçenin gelişim sürecine şekil veren, yön veren bazı
temel felsefi arka planlarımızı; vakit kaldığı
ölçüde, 2003-2006 makroekonomik gelişmelerin ulaştığı
sonuçları; yine vakit müsaade ettiği ölçüde, bir durum
tespiti yaparak, önümüzdeki dönemde, 2007 ve 2009 arasında bu
bütçe müzakerelerini kapsayan dönem içinde nelere değinmenin
uygun olacağını aktaracağım ve yapılması
gerekenler konusunda bazı görüşlerimizi de sizlerle paylaşacağım.
Konuşmamı, özellikle üç
tane temel konu üzerinde odaklamayı planlıyorum: Bunlardan
bir tanesi, siyasi istikrarın, demokrasinin ve yönetişimin
makroekonomik performansla ilişkisini, kendi dönemimizi dikkate
alarak değerlendireceğim. İkincisi, özellikle bizim
dönemimizde büyük bir şekilde ortaya çıkan özel sektör inisiyatifi,
2003-2006 döneminde hangi değişkenlerde, hangi alanlarda
ne tür bir atılım yaptı, bunları sizlerle değerlendireceğim.
Daha sonra, 2003-2006 bütçemize şekil veren, bundan sonraki bütçelere
de özellikle yol gösterecek olan temel bir kriterden, ulusal ekonomik
güvenlik ve ulusal ekonomik savunma kavramından bahsedip, onlarla
ilgili detaylı bilgiler aktarmaya çalışacağım.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; siyasi istikrarın ekonomik performansla
ilişkisini vurgulamadan önce, 1998 yılından itibaren
Türkiyede gerçekleşen bazı olaylarla siyasi istikrar arasındaki
ilişkiyi görüşlerinize arz etmek istiyorum. 1998 yılında,
bugün uygulanmakta olan programa benzer bir programla başlanmıştı,
ama, Uzakdoğu krizi ve Rusya krizlerinden sonra, 99 yılındaki
depremlerin de etkisiyle bu program uygulanamadan kaldırılmış
oldu. 2000 yılında ise, üç yıllık ilk programlar devreye
girdi, dolayısıyla, bu programda da beklenen sonuçlar, burada
bizim gerçekleştirmeye çalıştığımız
sonuçlardı, ama, ne yazık ki, yine 2000 yılında, Kasım
ayında, hatırlarsınız, bir likidite kriziyle bu
programın da devam edemeyeceğinin ilk sinyalleri ortaya
çıkmıştı. 2001 yılında ise, devletimizin
üst düzey yöneticilerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkların
da neden olduğu bir döviz krizinden sonra, hatırlarsınız,
bu program da artık uygulanamaz hâle geldi. İşte, siyasi
istikrarın, siyasi güvenin ve kredibilitenin, bir programın
geleceği, uygulanması ve kurgulanmasında ne kadar
önemli olduğunu gösteren bir olay olduğu için tekrar hatırlatmakta
fayda görüyorum. Bu programdan da vazgeçildi ve 2001 yılında
Ekonomiyi güçlendirme adı altında bir başka programı
devreye soktu. O program da üç yıllıktı, uygulanması
planlanıyordu; ama, maalesef, 11 Eylül olaylarından sonra
bu programın da uygulanamayacağı sonucuna ulaşıldı.
2002-2005 dönemini kapsayan yeni bir programla Türkiye ekonomisi
karşılaşmış oldu.
Burada şunu vurgulamak istiyorum:
Eğer siyasi istikrar yoksa, kredibilite yoksa ve siyasi güven
söz konusu değilse; her program iyi dizayn edilse, iyi kurgulansa
bile, en ufak bir iç ve dış konjonktürden dolayı derhâl
devreden çıkıyor ve bir başka programın uygulanma
zorunluluğu gündeme geliyordu.
2002 yılında AK Parti iktidara
geldikten sonraki tabloyu çok özet ve hızla hatırlarsak,
şunu söylememiz mümkün: Seçimlerden sonraki süreçte Irak krizi,
Kıbrıs sorunu, İstanbuldaki terör saldırıları,
bir bankanın mali sıkıntıya düşüp sorun ortaya
çıkartması, yerel seçimler, gelişen piyasalardaki
dalgalanmalar, iç siyaset ve petrol fiyatlarındaki artışlara
rağmen programın kurgusundan fazla bir fedakârlıkta bulunmadan,
biraz sonra detayını anlatacağım o ulusal ekonomik,
güvenlik, savunma konsepti çerçevesinde nasıl firmalarımızı,
hane halkımızı ve devletimizin güvenliğini de
garanti altına aldığımızı rakamlarla
size kısaca anlatacağım.
Dolayısıyla, bu yakın
tarih analizinde ortaya çıkan sonuç şu: Eğer kredibilite-yönetişim
kalitesi-demokrasi ilişkisi oluşturulmazsa, herhangi
bir programın sadece kendi içsel kurgusu, matematiksel denklemleri
nedeniyle başarıya ulaşma şansı söz konusu
olmuyor. Nedir kredibilite? Onun da tabii, tanımı çok basit,
herkes kendi açısından bakıp yorumlayabilir. Kaliteli
farklılık oluşturma, diyalog odaklı bir iletişim,
güçlü bir liderlik ve yetkin bir ekip oluşturabilirseniz hem piyasaların
hem de vatandaşların, dolayısıyla, size oy verenlerin
de, sizden beklentisi olanların da ve kısacası, iktidara
geldikten sonra herkesin sizden beklediğini yerine getirme
yetenek ve kapasitesini göstermiş olacaksınız.
Ekonomik kredibilite konusunda
Hükûmetimizin yaptığı olayları saymakla bitiremeyiz.
Ama, müsaadenizle ben üç tane önemli konuyu görüşlerinize arz
etmek istiyorum.
Birinci nokta şu: Yetkinlik,
saygınlık ve güvenilirliği tesis ettikten sonra anlaşıldı
ki, AK Parti İktidarı ekonomik kredibilite konusunda gerçekten
iyi hazırlanmış.
Bunun dışındaki bir
konu da, ulusal ve global aktörlerin, Türkiyedeki gelişmelerin
bu ekip tarafından yönetebileceği mesajını aldıktan
sonra onlar açısından da kredibilite sorununun bir ölçüde
ortadan kalktığını da söyleyebiliriz.
Nihayet sonuncusu: AK Parti
İktidarı ve Hükûmeti, uyguladığı, uygulamaya
koyduğu programlarda herhangi bir revizyon gerektiğinde
bunu derhâl yerine getirmiş ve içsel tutarlılığı
olan makul açıklamalarla detayları tekrar gündeme getirmiştir.
Dolayısıyla, dört yıllık süre içinde en önemli performans
göstergesi siyasi istikrardır ve siyasi kredibilitedir.
Bu süreç içinde tartışılması
gereken, belki gözden kaçırılmaması gereken önemli
bir başka nokta da, demokratik kredibilitedir. Özellikle gelişen
piyasalarda sorunlar çok fazla olduğu için, tarihsel bakımdan
bir sorunlar stoku devralındığı için ciddi herhangi
bir programı uygulama şansı da olmaz. Böyle bir ortamda
iktidarlar güçlüyse, toplumdan gerekli desteği almışsa
ve kredibl hâle gelmişse, çok net şekilde toplumun kendilerini
test edeceği, kendilerini kritik edeceği, hatta puanlayacağı
bir sistemi de devreye sokabilirler. AK Partimiz de bunu, iktidara
geldiği gün deklare etti. Acil Eylem Planı ile ya da o gün iktidara
geldiğindeki ekonomik göstergeleri toplumla paylaşarak
bugünkü değerlerin nereye ulaştığını
herkesin izlemesi gereken bir platform da oluşturmuş oldu.
Ben de konuşmamın ilerleyen
bölümlerinde, 2002-2006 döneminde bu gelişmelerin hangi
aşamalardan geçtiğini, gerçekten bu başarıların
nasıl sağlandığını sektör sektör sizlerle
paylaşacağım.
Bir başka önemli husus, üzerinde
durulması gereken husus politik olarak: Eğer siyasi istikrar
sağlanmışsa, ekonomik kredibilite de oluşturulmuşsa,
o toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ve diğer kaynaklarının
ekonomik performansa katkılarından çok daha fazla katkı
sağlamak da mümkün, yani aritmetik bir etkiden daha fazla geometrik
etkinin de sağlandığını görebiliriz. Çünkü,
biz iktidara gelmeden önce de Türkiyenin ekonomik, sosyal ve kültürel
kaynakları aynıydı, ama biz geldikten sonra aynı
kaynaklarla daha önce oluşturulamayan, başarılamayan
birtakım gelişmeleri de, performansı da artırmış
olduk.
Burada üzerinde durmamız gereken
önemli hususlardan bir tanesi de politik özgürlük, politik istikrar
ve politik belirsizliğin, söylemlerde olduğu kadar kolay
gerçekleştirilmediği, gerçekten büyük çabaların, büyük
fedakârlıkların söz konusu olmasına bağlı olarak
ortaya çıktığını, geliştiğini söyleyebiliriz.
Bu genel değerlendirmelerden
sonra, elbette ki siyasi partiler kendi ilkelerinde ekonomik refahı
artırmada en önemli kaynaklardır ve güçlerdir. AK Parti olarak
bizler de aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Nitekim,
şimdi size açıklamaya çalışacağım siyasi
sorumluluğumuz, siyasi bilincimiz, bazı sorumluluklarımızın
da önemli olduğunu, bunu yerine getirmek için büyük çaba sarf
ettiğimizi sizler de biliyorsunuz.
Hatırlatmak açısından
söylemek gerekirse, AK Partinin, AK Parti İktidarının,
AK Parti mensuplarının üç tane temel sorumluluğu var.
Bunlardan bir tanesi kurumsal sorumluluk. Adı üstünde, Adalet
ve Kalkınma Partisi, Türkiyede yaşanan değişim
ve dönüşümü adalet ve kalkınma ilkelerine oturtan, bu çerçevede
değişim ve dönüşümü başlatan ve devam eden bir partidir.
Eğer ekonomik programın biraz daha dikkatli, ince detaylarına
bakıldığı zaman ortaya çıkarttığı
sonuç şu olacaktı: Enflasyon, fakiri fakir yapan, fakirin
temel sorunu olan bir fenomendir. Dolayısıyla, bunu, bir
toplumun kendi elleriyle kendini tehlikeye atma süreci olarak
ifade edebiliriz. Öyleyse enflasyonu yenmek ya da enflasyonu toplumun
tahammül edilebilir seviyeye indirmek kurumsal sorumluluk bakımından
her partinin yapması gereken bir faktör, bir unsur, bir netice
olmasına rağmen, son dönemlerde, özellikle son yirmi
beş yıl içinde bunu başaran AK Parti İktidarı
olmuştur.
İkinci sorumluluğumuz,
sosyal sorumluluğumuzdur. Cumhuriyetin kuruluş felsefesine,
Anayasanın ruhuna uygun olarak bölgesel, etnik ve kültürel
farklılıklar gözetmeden, toplumun imkân ve kaynaklarını
her vatandaşımıza eşit ve adil şekilde ve
fırsat eşitliği sağlayacak şekilde dağıtmamız
da bizim sosyal sorumluluğumuzu oluşturmaktadır.
Son sorumluluk, belki de en önemli
sorumluluk da bireysel sorumluluğumuzdur. Yani, parti mensupları
olarak, milletvekilleri olarak bizlerden ne bekleniyor: AK Parti
mensupları, AK Parti milletvekilleri millî, manevi değerlere
sahip, dürüst, namuslu, çalışkan ve yetkin kişilerdir
ve kısaca söylemek gerekirse, bu özelliklerinden dolayı
toplumun kendilerinden emin olduğu insanlar olması gerekir.
Az sonra, Sayın Baykalın ekonomik olarak değindiği
bazı kavramları ben de bir başka açıdan değerlendireceğim,
görüşlerine arz edeceğim.
İkinci önemli nokta: Bizim dönemimizi
değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken
en önemli faktörlerden bir tanesi de, özel sektör inisiyatifinin
rol ve fonksiyonunun arttığıydı. Bütün ekonomik
mukayeselerde, millî gelire oranlarda ya da gayrisafi yurt içi hasılaya
oranlarda gözden kaçırılan en önemli husus, özel sektörün
bu süre içinde millî gelire katkısının artmış
olduğu, dolayısıyla kamuyla ilgili oranların
bir millî gelir bütünlüğü içinde kamu-özel sektör ayırımı
yapmadan yapılacak yanlışlıkların söz konusu
olabilmesidir.
Özel sektöre sağladığınız
inisiyatiflere gelince, elbette bunlar da çok fazladır ama birkaç
tane kritik olanını söylemek istiyorum: Yatırım
ortamının geliştirilmesi, yatırım destek
ofisleri, Türkiye yatırım portalı bunlardan dikkat çekenleri.
Belki de en önemlisi, en kritik olanı da devletin, özel sektörün
üretebileceği, yapabileceği ekonomik faaliyetlerden
kendisini çekmesidir. Bu süreç, biraz sonra kısaca ekonomi politiğini
anlatmaya çalışacağım programla birlikte, özel
sektörün, oluşan makro dengelerden sonra gerçekten cumhuriyet
tarihinin belki de en önemli dönemlerinde hem yatırımlarını
hem tasarruflarını hem de teknik kapasitelerini, önceki
dönemlere göre, oldukça fazla şekilde artırdığını
rakamlarla göstereceğim.
Borsa endeksindeki artışlar,
kredi ve menkul kıymetlerin banka sektörü içindeki payları,
Türkiye reytinginin artması, özel sektörün makroekonomik çerçevede
sağladığı önemli faktörlerden bir tanesidir. Bu
çerçevede iş dünyasının, dünyadaki fon kaynaklarına
ve dünyadaki temel girdilere eskiden daha kolay ulaşması,
hem girdi maliyetlerini azaltmış hem de kredi kolaylıklarını
daha da fazla artırmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri,
Sayın Başkanım; bu noktada sizlerle paylaşmayı
düşündüğümüz ikinci nokta da, en çok karıştırılan,
yanlışlıklara en fazla düşülen bir konuda uygulanan
programın ekonomi politiğidir. Bu program uygulamaya konulduğunda,
2002 yılında Türkiyenin temel sorunu borcunun millî gelire
oranını düşürmek şeklindeydi. Sayın Baykalın
az önce ifade ettiği enflasyon da bunlardan bir tanesiydi; ama,
enflasyon, borcun millî gelire oranını azaltmak için kullanılan
enstrümanlardan biriydi. Dolayısıyla, borcun millî gelire
oranı azaltılmak isteniyorsa, bu programlarda, programın
yan ürünü olan, alınan kararların doğal bir sonucu olan
cari açıkla da karşılaşmak mümkündü. Yine, konuşmamın
daha sonraki bölümlerinde, cari açıkla ilgili yanlış
anlaşılan, karıştırılan bazı konulara
da çok net açıklık getirmek istiyorum.
Program bu şekilde kurgulandığında
temel bileşenlerden bir tanesi kredibl bir hükûmet, güven ve istikrarı
sağlamış bir hükûmet birinci koşuldu. Hatırlarsanız,
reel kesim güven endeksleri, tüketici kesimi güven endeksleri,
Merkez Bankasının beklenti anketlerinin tümünde 2003-2006
dönemindeki gelişmeler, böyle bir tablonun, gerçekten de, borcun
millî gelire oranını azaltan süreçte önemli olduğunu
ortaya koyuyordu.
İkinci faktör para arzının
kontrolüydü. Daha önceki dönemlerde enflasyon hedeflemesinin örtülü
şekilde yapıldığı bir dönemde, şu anda,
enflasyon hedeflemesine geçilmiş oldu.
Burada açıklıkla üzerinde
durmak gereken, değerlendirilmesi yapılması gereken
bir husus da, Sayın Baykalın enflasyon analizlerinde ihmal
ettiği, muhtemelen de gözden kaçırdığı temel
husus, bu tür programlarda likidite ve para miktarından bağımsız
bir makro politikaların uygulanmak zorunda oluşudur. Bu,
şunu ifade ediyor: Merkez Bankaları ya da para otoriteleri,
ekonomideki likidite ve dışarıdan gelen fon girişlerini,
ekonominin genel dengesini bozmadan, özel sektör ve kamunun karşılıklı
etkileşim ve yönetişim kalitesine bağlı olarak
sistemi büyütmeyi ve ekonomiyi artırmayı hedefliyorlardı.
Bunun dışında üzerinde
durulması gereken programla ilgili bir başka değişken
de faiz dışı fazlanın yükseltilmesiydi. Sayın
Maliye Bakanımız onu detaylı şekilde aksettirdi,
anlattı sizlere. Faiz dışı fazlanın büyütülmesi
demek, kamunun, özel sektörün yapabileceği alanlardan çekileceği
mesajını vermesi kadar, tasarruflarını artırıp
daha önce sorun hâline gelen borcun millî gelire oranını
azaltmayı hedeflemesiydi. Bu da doğal olarak bir bütçe disiplini
şeklinde karşınıza çıkıyordu. Bundan sonraki
bölümlerde bütçe disiplinin de veya bütçe büyüklüklerinin de analizlerinde
rakamsal bakımdan gözden kaçan bazı hususları da sizlerle
paylaşacağım.
Bir başka faktör, büyüme oranı
artırılırsa borcun da millî gelire oranı azalacaktı.
Zaten, AK Parti İktidarı 19 çeyrek arka arkaya büyüme
sağlayarak, başka hiçbir şey yapmamış olsa bile
borcun millî gelire oranı azalacaktı.
Bir diğer faktör faiz oranıdır.
Faiz oranlarının dönem sonu veya ortalamalara bakıldığında
yüzde 40lardan 20lere kadar düştüğünü hatırlarsanız,
faizlerin, borcunun yeniden fiyatlandırıldığı
dönemde, yeniden borçlanıldığı dönemde, düşük
faizle daha düşük bir borç stokunu üretmek de mümkündü.
Yine hatırlayın, borcun
Türkiyede arttığı yaklaşımı veya arttığı
prensibi
2003, 2004, 2005 ve 2006yı ayrı ayrı alarak değerlendirmek
lazım. 2004te ve 2005te artan borçlar söz konusuydu, yani borçların
artış oranı farklıydı. Onun da nedeni çok basit:
Daha önceki yüksek faizlerden dolayı, alınmış
borçlar faizler düştüğünde yeniden borçlanılacağı
için, ancak bu düşen faizin borca etkisini 2005 yılında
görmeye başladık.
Yine, rakamlarla biraz sonra söyleyeceğim,
özellikle nominal olarak da net kamu borcunun mutlak olarak azaldığını,
dolayısıyla büyümenin artığı bir ortamda da
bunun millî gelire oranının azalmasının da kaçınılmaz
olduğunu söyleyebiliriz.
Bir son faktör de dolar kurundaki
gelişmelerdir. Ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi de,
eğer kredibilite varsa, güven ve istikrar söz konusuysa, biraz
sonra cari açık konusunda da tekrarlayacağım orada,
bazı ertelenen tüketim yatırım talepleri, teknolojik
gelişmeler ve beklentilerin düzelmesine bağlı olarak
dolar kuru, Türkiyeye gelen yabancı para miktarına
bağlı olarak değişmeye başladı. Sonuçta
program, borcun millî gelire oranını azaltmaya odaklanırken,
özel sektörün yatırım ve tüketim harcamalarının
da artmasına bir imkân sağladı. Dolayısıyla,
programı tartışırken, ekonomik büyüklüklere bakarken
gözden kaçırılan en önemli faktörlerden bir tanesi, özel
sektörün Türkiyede eskisine oranla millî gelire katkısının,
cari açığa katkısının daha önceki dönemlerden
oldukça farklı olmasıdır. Bu süreç, doğal olarak,
özel sektörün büyümesiyle birlikte, kamunun da disiplin altına
girmesiyle birlikte, yeni bir dönemin, yeni bir yapısal değişimin
ilk işaretlerini vermiş, dolayısıyla cari
açık, bu sonucun doğal bir yan ürünü olarak ele alınması
gerekir. Buradan da lütfen şu anlaşılmasın: Cari
açık programın yan ürünü olsa bile -biraz sonra anlatmaya
çalışacağım- cari açığı oluşturan,
bunu yöneten kalemlerin kısa, orta vadede, mikro ve makro olarak
neler yapılabileceğini de birlikte tartışacağız.
Sayın Başkan, saygı
değer milletvekilleri; üzerinde durulması gereken, kafa
karışıklığına neden olan en önemli faktörlerden
bir tanesi de, enflasyon oranını düşüren dinamiklerin
ne olduğudur. Hatırlarsanız, 2002 yılına kadar
kamu sektörünün ekonomik faaliyetler içindeki payı yüksek olduğu
için, enflasyonu düşüren politikalar, likidite ve para miktarının
da çok fazla kullanılmadığı bir çerçevede, iki faktöre
bağlıydı. Borcun millî gelire oranını ne kadar
azaltırsanız, faiz dışı fazlanın da millî
gelire oranını ne kadar fazla artırırsanız,
enflasyon da o hızla düşecektir. Bunun verdiği mesaj
çok net. Mali disiplin ve kamu maliyesi, enflasyonu düşürmek
konusunda daha önceki hükûmetlerde hiç görülmeyen bir fedakârlık
yapmış, kendine düşen görevi, enflasyonu indirme konusunda,
oldukça başarılı bir şekilde sergilemiştir.
Bu genel çerçeveden sonra, konuşmamın
üçüncü ve en önemli ayağını, yani ulusal ekonomik güvenlik
ve ulusal ekonomik savunmanın, 2003-2006 yılları arasında
bütçe büyüklüklerimize, politikamıza nasıl yansıdığını
ve bundan sonra da nasıl yansıyacağı konusunda
birtakım ipuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ekonomik güvenlik ve savunma, büyüme
ve kalkınmayla birlikte iş yaratma planlarının ortaklaşa
dizaynı sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Bu kavram,
maalesef, gelişmekte olan ülkelere henüz daha yeni gelmiştir.
Özellikle gelişmiş Batı ülkeleri, hem kendi ekonomik
menfaatlerini hem siyasal ve hem de askerî menfaatlerini ekonomik
menfaatlerle birlikte düşündüğü için böyle bir kavramı
geliştirmiş ve her aşamada da uygulamaya başlamıştır.
Nedir bunlar? Bunlardan bir tanesi, ekonomik güvenlik dediğimiz
kavramın piyasa ekonomisi ile sosyal dengelerin birlikte
oluşturulmasını; ikinci olarak da, ülkenin sürdürülebilir
ve kalkınma yetkinliğini sadece makro dengelerle değil,
belki de bütün ekonomik birimlerin veri ve bilgilerini açık
şekilde paylaşarak, ekonominin genel tablosunu ortaya
çıkarma şeklinde olacaktı. Ekonomik savunmadan kastettiğimiz
de, ekonomik savunmadan anladığımız da, ekonominin
istikrarsızlığa gidişini engelleyici mekanizmaları
kurmak, eğer istikrarsızlığa giderse, bu mekanizmalarla
da durgunluğu engellemek şeklinde olacaktı. Daha sonraki
açıklamalarımda bunun nasıl başarıldığını
ve bunun nasıl gerçekleştirildiğini sizlerle paylaşacağım.
Bu üç kritere bağlı olarak
temel bütçe büyüklüklerinin 2003-2006 yılındaki gelişmelerini
alışılmışın dışında yorumlamak
istiyorum. Bunlardan bir tanesi şu: Temel bütçe büyüklüklerine
bakıldığında, 2002 yılında 115,6 milyon
YTL olan bütçe gideri, 2006 yılı sonunda, beklentiler
ışığında, 175,2 milyon YTL olacaktır. Dolayısıyla,
kümülatif artış, bu süreçte yüzde 51,5 veya yüzde 51,52dir.
Aynı dönemde, birikmiş ya da kümülatif enflasyon da yüzde
56 civarındadır.
Arkadaşlar, sonuç çok net ortada.
Makro olarak bütçe büyüklüğünün dört yıl içindeki değişim
oranıyla enflasyonun değişim oranı arasında
bire bir bir ilişki vardır. Bundan şunu söylemek istiyoruz:
Mali politikalar ve mali disiplin, Türkiyenin temel sorunu olan
enflasyonu yenme konusunda gerçekten son derece başarılı
olmuştur.
Şimdi, ekonomik güvenlik ve
sosyal gruplarla ilgili herhangi bir şey yapılmadığına
ilişkin, yine bütçe büyüklüklerinden bir makro değişken
sizlere arz etmek istiyorum: Faiz dışı giderlerin, yani
halk tabiriyle personel harcamalarının, yatırım
harcamalarının ve sosyal harcamaların 2003e göre
2006 yılındaki artış oranı yüzde 200dür. Aynı
dönemde vergi gelirlerinin 2003 ve 2006 arasındaki artış
oranı da yüzde 231dir. Bunun verdiği mesaj da çok net: Mali
disiplin sağlanırken bütçe büyüklükleri; mali dengeleri
oluştururken, yatırım, personel ve sosyal harcamalara
bunun 4 katı kadar bir pay ayrılmıştır ve bu yapılırken
de en doğru, en sağlıklı finansman olan vergilerle
de finanse edilmiştir.
Aynı çerçevede, temel bütçe
büyüklüklerinin oransal gelişimine bakıldığında,
yine gözden kaçırılan, yorumlanması önem arz eden bir
iki noktayı daha sizlere arz etmek istiyorum.
Faiz giderlerinin vergi gelirlerine
oranı 2002 yılında ortalama yüzde 87 iken, 2006 beklenen
gerçekleşme tahminine göre yüzde 34 civarında olacaktır.
Bunun da verdiği mesaj, bütçe büyüklükleri içinde, artık,
vatandaşımızdan topladığımız gelirleri,
vergileri, faizden daha çok faiz dışı harcamalara,
yani yatırımlara, sosyal harcamalara, tarıma ve esnafa
ya da KÖYDESe aktardığımızı gösteriyor.
İkinci önemli bir gösterge, giderlerimizin
gayrisafi millî hasılaya oranıdır. Yani, toplam bütçe
giderleri, toplam bütçe büyüklüklerinin millî gelire oranlarındaki
değişimde 2002 gerçekleşmeleri yüzde 42, 2006 beklenen
gerçekleşmeler ise yüzde 31 ya da 32 civarında olacaktır.
Buradan çıkartılan sonuç da, eğer bütçe büyüklüğü
millî gelir içinde azalıyor ise, özel sektörün payının
artıyor olmasıdır. Millî gelirle aynı oranda büyümüyorsa,
millî gelirle aynı oranda büyümeme politikasını benimsemişse,
bunun alternatifi, özel sektöre kamunun boşalttığı,
kamunun tercih etmediği alanlarda ya da özel sektörün daha etkin
çalışacağı alanlarda onlara inisiyatif sağlamaktır.
Vergi gelirlerindeki bir diğer
önemli husus da, vergi gelirlerinin gayrisafi millî hasılaya
oranıdır. Yine 2002 gerçekleşmesi yüzde 21,68 iken, 2006
gerçekleşme tahmini yüzde 24,5 ya da yüzde 25tir. Buradan
çıkartılması gereken sonuç, kamunun, bütçesini küçültürken,
topladığı vergilerin millî gelire oranını artırmasıdır.
Oranların çok fazla artırılmadığı, hatta
tersine düşürüldüğü bir ortamda, biraz sonra vereceğim
kayıt dışı rakamların da iyileştiği
bir çerçevede bu, büyük ölçüde ve tamamıyla bir gelir performansının,
bir mali performansın da sonucudur. Bunu da sizlerin takdirlerinize
ana hatlarıyla aksettiriyorum.
Bütçenin ödeneklerinin fonksiyonel
ve ekonomik dağılımına bakıldığında,
rakamlarla tekrar sizi yormak istemiyorum ama ortaya çıkan
tablo şöyle: Özellikle, Millî Eğitim Bakanlığı,
Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı,
Tarım Bakanlığı, Millî Savunma, Emniyet Genel Müdürlüğündeki
harcamaların bütçe içindeki paylarının 2003-2006 arasında
dikkate değer bir şekilde artmış olmasıdır.
Bunun da en önemli nedeni, bu dört kalemin toplumun hayat kalitesini
ve sosyal yapısını doğrudan ilgilendiren kalemler
olduğu için, buradaki artışların da yine ekonomik,
güvenlik, savunma konsepti çerçevesinde, hane halkımızın,
vatandaşlarımızın temel ihtiyaçlarını
gidermeye odaklandığımızı söyleyebiliriz.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; bu genel değerlendirmeden sonra, temel bütçe
büyüklüklerindeki gelişmelerin yine siyasi olarak bizlere
verdiği birkaç tane mesajdan da bahsetmek istiyorum: Bir tanesi,
artık, ekonomi yönetimi, maliye politikaları ya da mali
disiplin çerçevesinde, bazı harcamaların yön ve şekli
değiştirilmiştir. Sosyal tesisler, yeni kamu binalarının
alımı engellenmiş, kamu taşıtlarından
vazgeçilmiş, hatta daha önce büyük maliyetlerle başlamış
projeler iptal edilmiş, yapılması mümkün olanlar ise daha
kısa sürede ve daha az bir maliyetle yapılmıştır.
Yine bu çerçevede, alternatif maliyetlere uygun harcamalar geliştirilmiştir.
Buralardan tasarruf edilen, buralardan vazgeçilen harcamalar,
sosyal, kültürel ve altyapı yatırımlarına aktarılmıştır.
Bütçeden biraz sonra vereceğim
toplam rakamlar olarak da, aslında kamunun yatırımının
tahmin edilen ya da ifade edilenden farklı olarak arttığı,
özel sektörün daha fazla arttığı, kamunun tasarrufu
artarken de özel sektör tasarruflarının azaldığıdır.
İkinci bir nokta, yine kendi
iktidarımız dönemimizde, yani 2003-2006 yıllarında
bütçeleme sürecinin ve tekniğinin de önemli ölçüde değişmiş
olmasıdır. Üç yıllık bütçeler, mali disiplin, mali
kontrol, harcama limitleri, bütçe dengesi prensibi ve hepsinden
önemlisi, Maastricht Kriteri dediğimiz bütçe açığının
millî gelire oranının da birçok Avrupa ülkesinin çok üstünde,
çok iyi bir performansla kapanmış olması, bunun önemli
bir göstergesidir.
Makro istikrar konusunda -az önce
söyledim- devlet üzerine düşen, ekonomi yönetimi üzerine düşen,
borcun millî gelire oranıyla faiz dışı fazlanın
millî gelire oranlarını etkin şekilde yöneterek enflasyonu
azaltmış ve enflasyon azaldığı için de, ortaya
çıkan yan ve doğrudan tasarruflarla ekonomi daha iyi bir
şekilde yönetilmeye başlanmıştır.
Planlanan yapısal reformlardan
da bahsetmek gerekir. Bu çerçevede, özelleştirme, emeklilik ve
yeniden yapılandırma özel bir önemi haizdir.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; burada üzerinde durulması gereken bir nokta,
2002 yılında devralınan ekonomik yapının, elbette,
ürettiği bazı yan ürünler, bazı stok problemler de vardı.
Dolayısıyla, basiretli, dirayetli ve önünü gören bir ekonomi
yönetimi şu iki tercih arasından ya ikisini birlikte yapmak
ya da birini seçmek zorundaydı: Hem bir restorasyon ve bir rehabilitasyon
yapmak gerekiyordu hem de yeni dönemde, ileriki dönemlerde karşılaşılmamak
üzere yeni inisiyatifler alınmalı ve ona uygun da tedbirler
geliştirilmeliydi.
2007 bütçesi, aynı sizlere
arz etmeye çalıştığım 2003-2006 bütçelerine
benzer bir mantıkla hazırlanmıştır. Burada
programın temel kurgusunu bozmadan, sosyal yapıları,
fiziksel altyapıları, sosyal harcamaları dengeleyen
en önemli bileşenleri burada görmeniz -ana hatlarıyla-
mümkün.
Şimdi, sosyal harcamalar konusunda,
programın sosyal boyutunun olmadığı ya da AK Partinin
sosyal içeriğe sahip herhangi bir yaklaşımının
bulunmadığı kanaatini veya algılamasını
sizlere arz edeceğim üç beş rakamla takdirlerinize tekrar
sunmak istiyorum.
2002-2007 ya da 2006 verileri karşılaştırıldığında
-bütçe içindeki paylar olarak söylüyorum- eğitim harcamaları,
sağlık harcamaları, sosyal koruma harcamalarının
toplamı 2002de yüzde 41,2 iken merkezî yönetim bütçesi içinde,
2006 sonunda yüzde 61,9 olmuştur. Hem makro dengeyi sağlıyorsunuz
hem de bütçe içinde gerçekten daha önceki dönemlerde hiç başarılmayan
bir artış oranında sosyal alana, sosyal yapıya kaynak
aktarıyorsunuz. Yine, gayrisafi yurt içi hasıladaki paylara
bakıldığında, aynı dönem itibarıyla yüzde
17, 18, 19 ve 19,3e geldiğini de söyleyebiliriz.
Üzerinde durulması gereken,
belki de tartışılan en önemli konulardan bir tanesi
de, AK Parti döneminde üretilen ya da yaratılan kaynakların
nerelerde kullanıldığı olayıdır.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; AK Parti döneminde özelleştirme ve TMSF gelirlerinden
sağlanan, dolayısıyla ilave borç alınmadığı
için diğer kaynaklardan sağlanan gelirlerin nerelerde kullanıldığı,
neler yapıldığı, hayati öneme sahip bir konudur.
Özelleştirme gelirleri
1985-2003 yılı arasında 8,2 milyar dolarken, son üç
yılda beklenen özelleştirme geliri, ulaşılan özelleştirme
geliri 18 milyar dolardır. Bunun 13 milyon YTLlik kısmı
nema hesaplarına, 8,3 milyon YTLlik kısmı imar ödemelerine
ve bir miktar da hazineye nakit desteği, diğer 6,2 milyon
YTLlik kısmı da kamu kurumlarına, ihtiyacı olan
kaynak ve imkânları temin etsinler diye aktarılmıştır.
Merkez Bankası rezervleri de bu süre içinde 27 milyar dolardan
58-55 milyar dolara kadar yükselmiştir.
Dolayısıyla, kaynakların
nereden sağlandığı, bütçeye aktarılan, gider
yazılan kalemlerin de fiziksel ve sosyal altyapı harcamalarını
artırdığını düşünürseniz, yaratılan
ya da üretilen kaynakların etkinlik ve verimlilik prensipleri
dışında bile alternatif maliyetlerine, ortaya
çıkartacağı yan ürünlere çok dikkat edilerek yapıldığını
da söyleyebiliriz. Bu süre içinde kamu borcunun çevrilme oranı
ise, 2002de yüzde 80,9 iken, 2006 yılında yüzde 76,7ye düşmüştür.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; şimdi vaktim elverdiği ölçüde, 2003-2006
döneminde ana hatlarıyla bazı sektörlerde yaşanan gelişmeleri
sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle reel sektörle ilgili
birkaç tane rakam vereyim. Vereceğim birinci rakam 2002 rakamı,
vereceğim ikinci rakam da 2006nın ya beklenti rakamıdır
ya da şu andaki kasım sonu itibarıyla ulaşılan
sonuçlardır.
Cari fiyatlarla gayrisafi millî
hasıla 275 milyon YTLden 416 milyon YTLye çıkacaktır.
(AK Parti sıralarından milyar YTL sesleri) Ha, milyon
YTL
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)
Milyar YTL Hocam.
NAZIM EKREN (Devamla) 275,1 diyorum.
Gayrisafi millî hasıla, 180
milyar dolardan 389 milyar dolara çıkacaktır.
Kişi başına düşen
gelir 2.598 dolardan 5.200 ya da 5.300 dolara çıkacaktır.
Büyüme oranı, bu sene de her
ne kadar konjonktürel olarak üçüncü çeyrek yüzde 3,0 olarak gerçekleşmiş
olsa bile, beklentiler ışığında 5,7 ya da 6 olacaktır.
Tüketici fiyatları endeksi,
29,7den 9,86ya, tek haneliye; işsizlik oranı 10,3ten,
şu andaki durum 9,1; belki de 10,1e; istihdam oranı yüzde
44ten yüzde 45e; özel sabit sermaye yatırımları
-Sayın Baykalın belki de
ihmal ettiği, kullanmadığı bir veri- 30 milyon
YTLden 93 milyon YTLye
Şu andaki durum üçüncü çeyrek olarak,
ama, beklenti 105.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)
Hocam, hepsi milyar YTL, yanlış söylediniz.
NAZIM EKREN (Devamla) Kamu sabit
sermaye yatırımları 17 milyar YTLden 31 milyar YTLye
-kamuda da artış var- özel tasarruflar, 70ten 85e; kamu tasarrufu
ise, eksi 17den artı 22 milyar YTLye çıkmış olacak.
Kapasite kullanım oranları ise, 76,2den 83,2ye çıkmış
olacak.
Dolayısıyla, reel sektörde
ortaya çıkan tablo, hem bir yapısal değişimin söz
konusu olduğunu, bunun kapasite kullanım oranlarına
yansıdığını ve özellikle de özel sektör tasarruf
ve yatırımlarıyla finanse edildiğini ve şekillendirildiğini
söylemek gerekir.
Kamu sektörüyle ilgili rakamları,
sizlere az önce bahsettim, aktardım. Ama, önemli olan husus, kamu
net borç stokunun 2002de 215 milyar YTLden 261 milyar YTLye çıkması.
Ama, ilginç olan nokta, 2005te 269 milyar YTLden 261 YTLye düşmesidir.
Dolayısıyla, bunun doğal bir sonucu olarak da kamu net
borcunun millî gelire oranları, 2002de yüzde 78,4ken, şu anda
48, dönem sonunda da 49,5i bekliyoruz.
Dış ekonomik sektördeki
gelişmelerden de ana hatlarıyla bahsedeceğim, ama kamu
sektöründe unutulmaması gereken bir başka faktör de devlet
iç borçlanma faiz oranlarının, eğer yıl sonu olarak
bakarsanız, 49,8den 20,85e, eğer yıl ortalamaları
olarak bakarsanız, 62,7den de 17,87ye düşmüş olduğunu
söyleyebiliriz.
Finans sektöründe ise olanlar: Bir
tanesi İMKB endeksi. 10,3ten bugün 40,50ye çıkmış
endeks. Ortaya çıkan sonuç şu: Özel sektörün ya da kamunun
borsada işlem gören faaliyetlerinden dolayı kıymetleri
ya da aktiflerinin değeri 4 kat artmış gözüküyor.
Merkez Bankası rezervleri
ana hatlarıyla, 27,1 milyardan 58 ya da 55 milyar dolara, Merkez
Bankasının referans faiz oranları yüzde 44ten
17,50ye, hepsinden önemlisi, bankacılık sektöründe bireysel
ve kurumsal krediden oluşan toplam kredi stokunun, ilk defa, son
yıllarda, son beş veya on yılda, menkul kıymetler
cüzdanını geçiyor olmasıdır. Bunun da anlamı
şu: Artık, bankalar, kamunun, demin ifade ettiğim, özel
sektöre yer açmasından dolayı, sistem içindeki
ağırlığını azaltmasından dolayı
özel sektöre kredilerini veriyor olmalarıdır.
Çarpıcı gelişmelerin
yaşandığı bir diğer sektör de dış ekonomik
sektördür. Dış ekonomik sektörde ihracat 2002de 36,1ken
2006 tahminimiz 84 milyar dolardır. İthalat ise 51,5 milyar
dolarken, 135 veya 140 milyar dolara çıkacaktır. Burada
önemli olan, özel sektörün yatırım malı ithalatının
2002de 8,4ten, 2005te 20,3e, 2007de de 23,4 milyar dolara çıkacağıdır.
Yine, dış ekonomik sektör
içinde üzeride durulması gereken bir başka faktör de
doğrudan yatırımlardır. O da, 2002de 962 milyon dolarken,
2006 sonu tahminimiz -2006nın şu andaki verileri- 15,8 milyar
dolar civarındadır.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; kısaca ifade etmeye çalıştığım
bu verilerin ortaya çıkarttığı tablo, reel sektörde
de finans sektöründe de kamu sektöründe de ve dış ekonomik
sektörde de, göstergelerin, ekonominin 2000ye göre 2006 yılında
gerçekten iyi bir trend göstermiş olduğudur. Bu rakamları,
müsaade ederseniz, 2000li yıllarla değil, 2002yle değil,
1980den sonraki gelişmelere bakıldığında nasıl
bir tablo çıkarttığını da arz etmek istiyorum.
80li yıllarda, iktidarların
iktidara geldiği ve ayrıldığı tarihlere baktığınızda,
her iktidarın, bütün bu değişkenleri belli oranda değiştirdiğini
söyleyebiliriz. AK Parti İktidarı, cari açık kısmı
hariç -onu biraz sonra anlatacağım- bütün göstergelerde,
80li yılların bütün dönemleri için, iktidara gelme ve ayrılma
dönemlerindeki gerçekleştirilen değişim oranları
bakımından birinci sırada yer almaktadır.
İkinci nokta, krizlerden sonraki
canlanmanın otomatik olarak söz konusu olduğu, krizden sonra
ekonomilerde özel bir politika üretmeden bu işin kendiliğinden
yapıldığı veya ortaya çıktığı
inancıdır. Yine, eğer, 94 krizi ile 2001 krizini dikkate
aldığınızda, o dönemlerden sonraki yılların
canlanma ve değişim oranlarına baktığınızda,
demin söylediğim -Sayın Baykal da onu vurguladı- cari
açıkla ilgili hassasiyet dışındaki bütün göstergeler
en önemli seviyeye gelmiş bulunuyor. Bu olayı gerçekleştirirken
dış dünyada neler oluyordu, hangi koşullarda bu tür performansı
gerçekleştirmeye çalıştık, bir iki tane örnek vermek
istiyorum:
2002 yılında, petrol fiyatları
ortalama 25,3 dolarken, geçen hafta cuma günü itibarıyla bu 62
dolara kadar çıkmış. Yine, temel mal ve hizmet fiyatlarının
ya da temel emtiaların göstergesi olan altının onsu
348 dolarken, geçen hafta cuma 633 dolardı.
Yine, Amerikan Merkez Bankasının
2002 yılında uyguladığı faiz oranı
1,25ken -yine, geçen cuma itibarıyla söylüyorum- 5,25e çıkmış.
Avrupa Merkez Bankasının faiz oranı 2002de 2,75ken, geçen
cuma 3,50ye çıkmış. İngiliz Merkez Bankasınınki
4ten 5e çıkmış ve Japon Merkez Bankası uzun yıllardır
sıfır ve eksi faiz uygularken, onun faiz oranı da 0,25e
yükselmiş.
Bunun ortaya çıkarttığı
tablo şu: Elbette, her ekonomi yönetimi karar alırken ve uygulamaya
koyarken alternatif maliyetlerine bakar. Aldığı bir
kararın, ister ki, mümkün olduğu kadar çok düşük bir yan
etkisi olsun, çok düşük bir tablo ortaya çıkartsın, negatif
tablo olarak; ama, demin, az önce sizlere ana hatlarıyla ifade
ettiğim gibi, bu tablo, bu program, hem sosyal tarafı güçlü
bir piyasa ekonomisine hem de özel sektörün kendi inisiyatifine
bağlı bir büyüme dinamiğine ve hepsinden önemlisi de,
devletin özel sektörle birlikte -bundan sonra- kurgulamayı
planladığımız bir ekonomik güvenlik ve savunma
konsepti çerçevesinde uygulamaya devam edecektir.
Bu genel değerlendirmeden
sonra, çok sık tartışılan, üzerinde çok sık polemik
yapılan iki tane önemli konuda görüşlerimizi de sizlerle
paylaşmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi cari açık, bir diğeri
de işsizlik ve istihdam konusudur.
Cari açığın neden
doğduğu konusunda değişik fikirler olsa da, üzerinde
durulması gereken, bizim ülkemiz açısından da önem arz
eden dört tane faktör var. Bunlardan bir tanesi, harcamaların,
yani tüketim ve yatırımların patlaması olayıdır.
İkincisi, güven ortamının ortaya çıkmasıdır.
Üçüncüsü de teknolojik değişim sürecidir. Özellikle, demin
kısaca bahsettim; yatırım malı ithalatının
hızla artması ve bunun içinde makine ve araç-gerecin bulunması,
özel sektörde, piyasada, üretim sürecinde gerçekten ciddi bir yapılanmanın
da başladığını gösteriyor. Cari açıkla
ilgili -demin kısaca anlattım, petrol fiyatlarını
vermiştim- bir de temel girdi maliyetlerine ya da petrol fiyatlarındaki
artışlara bakıldığında, cari açık,
bu dört faktörden biriyle ya da hepsiyle ortaya çıkabiliyor.
Şimdi, arkadaşlar,
eğer harcama patlamasından rahatsızsak, güven ortamından
rahatsızsak, bu, şu anlama gelir: Uzun süre ertelenmiş,
bekletilmiş, güven ortamından dolayı, kişilerin
de beklenen gelirlerindeki artışlardan dolayı bu ortaya
çıkmışsa, üzerinde durulması gereken temel nokta,
bunun doğuş ve gelişimiyle ilgili, yapabiliyorsak,
özel bir politika üretmektir; yoksa, bunu engellemek değildir.
İkincisi, eğer, teknolojik
gelişmelerden kaynaklandığını düşünüyorsak,
burada da yapılması gereken temel bir inisiyatif, bu değişimin
söz konusu olmadığı alanlarda -onu da biraz sonra sizlerle
tartışacağız- bir dönüşüm destek programını
-biz de onun üzerinde çalışıyoruz- belki devreye koyup,
değişim ve dönüşümün, globalleşmenin, ekonomimiz
ve toplumumuz üzerindeki etkilerini en aza indirmektir.
Cari dengenin oluşumunu tartışırken,
mali bir denge ile cari denge arasındaki ilişkiyi de karıştırmamak
gerekir. Eğer, mali denge ya da mali dengesizlik doğrudan
doğruya Hükûmetin kararlarıyla ilgiliyken, cari denge ya
da dengesizlik -demin kısaca anlattım- özel sektörün tasarruf
ve yatırımı ile kamu sektörünün tasarruf ve yatırımlarının
bir fonksiyonudur. Dolayısıyla, düşünüldüğü kadar
kolay değil ve karmaşık bir olaydır. Ama, bu noktada,
deminki rakamlardan da hatırlarsanız, kamu sektörü tasarruflarını
artırıp, yatırımlarını bununla orantılı
şekilde finanse ediyor ise, cari açık konusunda kamu sektörünün
üzerine düşeni yaptığını kabul edebiliriz.
Özel sektörün ise, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmak, teknolojik
değişmelerle birlikte üretim süreçlerini de yeniden yapılandırmak
için, ara malı, yatırım malı ithalatına
bağlı olarak, eğer petrol ithalatını çıkarırsak
ara mallarından, onun da düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Böyle bir süreçte, cari açığın, özel sektörle kamu sektörünün,
yeni süreçte karşılıklı iş birliği içinde
sektörel tercih ve önceliklere bağlı olarak, ekonominin
geleceği, güvenliği ve savunma kavramı çerçevesinde,
belki tekrar gözden geçirilmesi gerekebilir.
Temel büyüklükler olarak bakıldığında,
ortaya çıkan sonuçta, şöyle bir yaklaşım tarzı
geliştirilebilir: Eğer kısa vadede, makroekonomik
olarak olaya bakıyorsak, strateji ve koordinasyon önem kazanırken,
katma değer ve istihdamın teşviki, hem KOBİlerde
hem de bütün sanayide yeniden vurgulanması gereken temel nokta
olacaktır. Eğer mikroekonomik yaklaşım çerçevesinde
bakıyorsak, firmalarımızın ya da özel sektörümüzün
kârlılığını etkileyen temel unsurları
birlikte değerlendirip, kamunun yapabileceklerini sıralamamız
gerekir. Hepsinden önemli olan bir başka faktör de, eğer yapılabilirse,
üzerinde kurgu olarak geliştirilebilirse, belki de döviz talebinin
artmasını sağlayıcı düzenlemeler de önem kazanabilir.
Orta vadede ise sanayi ve ticaret vizyonu ile dış ticaretin
yapılandırılması kaçınılmaz görülürken,
mikroekonomik çerçevede, orta vadede, bir dönüşüm desteği,
bir dönüşüp paket programıyla, gümrüklerin denetleme ve
düzenlemesiyle, döviz kazancı ve döviz giderinin dengelenmesi
önem kazanacaktır. AK Parti olarak bunları, hem kısa vadeli
hem orta vadeli, hem mikro hem de makro çerçevede izlediğimizi
ve gerekli adımları attığımızı belirtmek
isterim, zaten sizler de bunları izliyorsunuz.
İşsizlik konusuna gelince:
İşsizlik, gerçekten, demin ifade edilen şekilde, rakamlara
bakıldığında farklı tablo ortaya çıkartabilir.
Ben de sizlere, müsaadenizle, 2002-2006 dönemi için, TÜİKin verilerinden
kritik olan birkaç tanesini arz etmek istiyorum: İş gücü dediğimiz,
yani emek piyasasını oluşturan insanların sayısındaki
gelişmelere bakıldığında, 2002 yılında
23,8 milyonken, 2006 Ağustos ayında 25,6 milyona çıkmış,
yani, fiilen iş gücüne katılanlarda bir artış olmuş.
İstihdam edilenlerde ise, 2002 yılı sonunda, 21,3ten
23,3e çıkmış, dolayısıyla istihdam edilenler
de artmış. İşsizlik ise 2,4 milyondan 2,3 milyona inmiş,
dolayısıyla işsizler de azalmış. Öyleyse, burada
gözden kaçırılan, tarım dışı işsizlik
oranlarıyla istihdam oranlarını mukayese etmektir.
Tarım dışı işsizlik oranı, yine aynı
dönemde 14,5ten 12ye gerilerken, demin ifade ettiğim, özel sektörün
yeniden yapılanma sürecinde tarım dışı sektörlerdeki
hızlı gelişmelerin söz konusu olduğunu ve istihdamı
da artıran, işsizliği de azaltan faktörün buradan kaynaklandığını
söyleyebiliriz. İstihdam oranları ise yüzde 44ten 45e gelmiş
bulunuyor.
Sektörel dağılımlarına
baktığımız zaman -istihdamın ve işsizliğin-
2002 yılında tarımda 7,4 milyon kişi istihdam edilirken,
eylül itibarıyla bu 6,8 milyona düşmüş. Zaten beklenen
bir sonuçtu, az önce ifade ettim. Sanayide ise 3,9dan 4,5e; inşaatta
0,9dan 1,3e; hizmetlerde ise 9,9dan 11,9a çıkan bir istihdam söz
konusu.
Dolayısıyla, ortaya
çıkan tablo, cari açık konusunda düşünülenlerin aksine,
bir değişim ve dönüşüm sürecinin yaşandığı,
ama bununla beraber, bir değişim ve dönüşümden mağdur
olan, zarar görebilecek kesimlerin de bulunduğudur. Dolayısıyla,
daha önce söylemiştim, bir değişim ve dönüşüm paket
programıyla, hem sanayinin ivmesini kırmadan, onu aksatmadan,
yeni bir istihdam politikasının da önemi üzerinde duruyoruz.
AByle ilgili bir mukayese yapıp,
işsizlik konusundaki kanaatlerimizi de kapatmak istiyorum.
2005 yılında, Türkiyede tarım dışı sektörde
1 milyon 162 bin kişi istihdam yaratılmış, AB-15in
toplamı 1 milyon 492 bin. Almanyada 56 bin kişi azalmış,
Fransada 133 bin artış olmuş, İspanyada 710 bin artış
var, İtalyada da 71 bin artış olmuş. Bu, Türkiyenin
dinamizmini çok net şekilde gösteren bir başka faktör. Sanayi
sektöründe ise, 2005 yılında Türkiyede 295 bin kişi istihdam
edilirken, AB-15te bu 191 bin kişi olarak azalmış. Bunun
ülkelere göre dağılımına bakıldığında,
bazı ülkelerde artarken bazı ülkelerde azalmış.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; şimdi de müsaadelerinizle, ulusal düzeydeki
bu başarıların, Türkiyenin global ekonomideki pozisyonunu
nasıl değiştirdiğini de kısaca vurgulamak
istiyorum.
Yine, 2002-2005 yılları mukayese
edildiğinde, 183 ülke arasında gayrisafi millî hasıla
büyüklüğü bakımından 2002 yılında 24üncü
sıradayken, 2005 yılında 19uncu sıraya gelmişiz.
Fert başına düşen gelir açısından bakıldığında,
208 ülke içinde 2002de 95inci sıradayken 2005te de 86ncı sıraya
yükselmişiz. Yabancı sermaye girişi dünya ortalaması
olarak bakıldığında, 217 ülke içinde 53üncü
sıradan 22nci sıraya çıkılmış. Yabancı
sermaye girişine bu sefer gelişmekte olan ülkeler açısından
bakıldığında -bizim gibi ülkelerde; bunlar da 161
ülke- 23üncü sıradan 10uncu sıraya gelinmiş. Sayın
Bakanımız da az önce sizlere takdim etti, bütçe açığının
gayrisafi millî hasılaya oranı olarak bakıldığında,
AB-25 ortalaması olarak 2002de en yüksek sıradayken 2005in
sonunda en düşük 4üncü sıraya gelmişiz.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; ortaya çıkan tablo, Türkiyede yaşanan
sürecin hem kendi içinde ulusal çerçevede hem 2002-2006 mukayeselerinde
hem de yurt dışında gerçekten yadsınamaz bir olumlu
sürecin başladığıdır. Elbette, sorunların
olmadığını, her şeyin tozpembe olduğunu
söylemiyoruz, ama, ciddi bir ivmenin yakalandığını,
bu ivmenin siyasi istikrar ve özel sektör inisiyatifiyle korunması
gerektiğini, bu çerçevede hem ekonomimizin hem firmalarımızın
hem de devletimizin ihtiyacı olan ekonomik güvenlik ve savunma
kriterlerini de ihmal etmediğimizi bir kez daha vurgulamak
istiyorum.
Bazı hususları da değerlendirerek,
konuşmamın sonlarına doğru gelmiş bulunuyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yapılan değerlendirmelerin bir kısmında rakamların
hatalı olduğu, rakamların her şeyi göstermediği,
rakamların dışında bazı şeylerin de bulunduğu
ifadesidir. Bununla beraber, biliyoruz ki, eğer rakamlar
doğru derlenip toparlanıyorsa, düzgün şekilde yorumlanıyorsa
gerçekleri olduğu gibi yansıtır. Buna rağmen, rakamlar
her şey değildir elbette. Eğer bir toplum, geleceği
ve onu şekillendirmeyi hayal ediyorsa, hatıraları veya
geçmişi hayal etmiyorsa, bu toplumun dinamikliğinin de
arttığını söyleyebiliriz. İşte, AK Parti
döneminde, belki rakamlara yansımayan, rakamlardan daha fazla
bir gelişme süreci başlatan temel faktörlerden bir tanesi
de budur.
İkincisi, finansal hizmetler
sektöründe yabancı sermaye oranlarının artması
veya azalmasının herhangi bir risk ve tehlike olup olmadığı
konusudur.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; bu süreci sadece Türkiye olarak değil, bizim
gibi gelişmekte olan ülkelerde, bankaların ya da yabancı
sermayenin bu ülkeye geliş nedenleriyle birlikte düşünmeliyiz.
Gelişmiş ülkelerin kendi içindeki sermaye ve bankacılık
sektörü sorunlarından kurtulmak için bütün gelişen piyasalara
yönelen banka ve finans sermayesi, elbette güvenin ve istikrarın
olduğu Türkiye'ye de gelecektir. Bizim burada yapmamız gereken,
finansal otoritelerin uluslararası iş birliği ve koordinasyonunu
artırarak, yabancı sermayenin ülkemize getirdiği
tasarrufları, az önce söylediğim alternatif maliyetleri
bozmadan düzgün şekilde kullanmak olmalıdır.
Üzerinde durmamız gereken
bir başka faktör de özelleştirme konusudur. Özelleştirme,
aslında siyasi ve ekonomik olarak ciddi bir risktir ve ciddi bir
problem gibi görülebilir. Özelleştirme, aynı zamanda sürekli
itham edilen kadrolaşma ve yolsuzluklar konusunda da, AK Partinin
ekonomik ve siyasi riski göze alıp ne kadar fedakârlıkta bulunduğunun
da bir göstergesidir.
Bu çerçevede şunu da belirtmemiz
gerekir: Özelleştirme, özel sektöre aktarılan kamu imkân
ve kaynaklarının, toplumun ihtiyacı olan şekilde
değerlendirilmesini ifade ettiği için, özel sektörden de
beklediğimiz, bu alanlarda sadece gelir-gider hesabının
dışında, Türkiye'nin, devletin, halkın ve firmaların
rekabet gücünü artıracak bir yaklaşımla, global çerçevede
rekabetini koruyacak ve kollayacak bir yapılanmaya gitmesidir.
İşte, bu süreçte, özelleştirme konusundaki yaklaşıma
da paralel olarak, özel sektörle birlikte bir yönetişim ve bir
etkileşim platformunu da başlatmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; önümüzdeki dönemde muhtemel gelişmeler konusunda
da son görüşlerimizi sizlere aktarıp, sözlerime son vermek
istiyorum.
Bizim de içinde bulunduğumuz,
gelişmekte olan ülkelerin belirgin bir-iki tane özelliği
var. Bunlardan bir tanesi, bu ülkeler, genellikle, bir istikrarsızlık
ve kâr merkezleridir. Yani, bir dönemde bir tanesinin yıldızı
parlar, diğer dönemde diğerinin yıldızı parlar;
ama, sürekli yıldızı parlayan ülkeler de bulunuyor.
İşte, bu ülkeler grubunda Türkiyenin de, 2025 ve 2050
yılları arasında global sektörde, global piyasalarda
önemli bir oyuncu olacağını gösteren ipuçlarına
rastlayabiliriz.
İkinci olarak, bu ülkeler grubunun
özellikle üzerinde durulması gereken, bizim açımızdan
önem arz eden tarafı, rasyonel göstergelere dayalı beklentiler
ve davranışlarla, finansal psikoloji dediğimiz ya da
ekonomi sosyoloji dediğimiz değişik oyuncuların
ve piyasa oyuncularının, devletin ya da ekonomi yönetiminin
dışında farklı bir tavır ve yaklaşım
içinde olabilecekleri olayıdır. Dolayısıyla,
kriz ve istikrarsızlığın da bundan kaynaklandığını
unutmamak gerekir.
Makro finansal çerçeveye bakıldığında,
ABDnin açıkları ve borcu, petrol fiyatları, gelişen
piyasalardaki kargaşalar, Amerikanın, Avrupanın ve
Japonyanın faiz oranlarını artırması, global
likiditenin kısmen azalma ihtimaline girmesi, her ülkenin
kendine has özel menfaatleri, özel kaygıları ve özel beklentileri
olduğu için ülkeler arasında bir kırılganlık
yaratması da kaçınılmazdır. Dolayısıyla,
kırılganlıktan korkmak ve çekinmek yerine, kırılganlıkların
ne anlama geldiğini, bu kırılganlıkların hangi
sektörlerde veya göstergelerde söz konusu olabileceğini
özellikle izlemek gerekir.
Demin de ifade ettim, ulusal menfaatlerimiz
kadar ulusal ekonomik menfaatlerimiz de global ekonomiyle örtüşmeyebilir
ya da global ekonominin menfaatleri bizimle örtüşmeyebilir.
İşte bu süreçte, ülkelerin kendine has kırılganlıkların
tespit edilip ona göre yönlendirilmesi özen önem kazanmaktadır.
Bu çerçevede, AK Parti olarak, makro
ekonomik istikrarı korumak, teknoloji kullanımını
yaygınlaştırmak, sosyal göstergeleri güçlendirmek,
ekonomik çerçeve yatırım oranlarını artırmak
ve siyaset ikliminde siyasi sistemin istikrarını
sağlayıp, bunu sürdürmek en önemli görevlerimizden biri
olagelecektir.
Vizyonumuza gelince: Önümüzdeki
dönemde vizyon olarak belirlediğimiz temel göstergelerden
bir tanesi, istikrar içinde büyüyen, gelirini adil dağıtan,
paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna
dönüşen ve ABye üyelik için uyum sürecini tamamlamış
bir Türkiyedir. Bunun anlamı, muasır medeniyet seviyesine
çıkma arzu ve isteğinin devam ettiği, vatandaşlarımızın
iş ve aş derdinin özellikle dikkate alındığı,
rekabet gücünde önemli bir hamlenin yapılacağı, belki
burada üzerinde durulması gereken -bu ulusal ekonomi, güvenlik
ve savunmayla birlikte söylüyorum- savunma sanayisinin de özel
sektöre katkılarının yeniden ele alınmasıdır.
Hatırlarsınız, 2003-2006 yılları arasında,
savunma sanayisinde
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ekren, süreniz
bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
NAZIM EKREN (Devamla)
yerli, ortak
ya da offset olarak yapılan çalışmalardan sonra, 2,5
milyar dolara yakın bir paranın Türkiyede kaldığını
biliyoruz. Aynı şekilde, ar-ge çalışmalarının
ya da TÜBİTAK odaklı, üniversitelere yapılan teknoloji
geliştirme projelerinin de önemli kısmının savunma
sanayisiyle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak, demin saydığım
o dört sektördeki gelişmeler ışığında, sadece
bu sektörlere yönelik vizyonlarımızı belirtip, konuşmama
son vereceğim.
Reel sektör vizyonumuz: Şimdi
daha fazla çalışma ve iş yapma zamanı prensibine
göre, reel sektör politikalarını yenilikler, yatırım
ve ihracat olarak belirledik.
Finans sektörü vizyonumuzu ise,
Türkiyeyi, sahip olduğu imkân ve kaynaklarından dolayı
önce bölgesel, sonra global bir finans merkezi olarak oluşturduk.
Kamu sektörü vizyonumuz ise, özel
sektöre önemli inisiyatifler sağlayarak, yeni yüzyıl toplumunun
temellerini atmak, yeni yüzyılın sade, verimli ve etkin
bir kamu sektörü oluşturmak olarak belirledik.
Dış sektör vizyonumuz
ise, küreselleşmenin imkân ve kaynaklarını verimli
bir şekilde kullanarak mal ve hizmet ve yatırım bazında
daha fazla aktif dışa açılmayı gerçekleştirmek
olarak belirlemiş bulunuyoruz.
Yeni dönemde üretim, ticaret ve
spekülasyon faaliyetlerinin nispi dağılımını
yeniden şekillendireceğiz.
Faktör piyasalarının,
özellikle iş gücü ve enerji piyasalarının evrensel
çerçevede oluşmasına destek vereceğiz.
Piyasa ve kamu ekonomisinin dengesini
kuracağız; yani, piyasa ve özel sektör birlikteliğini
tekrar canlandıracağız.
Teşvik yapılarını,
kaynak mobilizasyonu ve kaynak tahsisi yaklaşımlarıyla
tekrar şekillendireceğiz.
Türk lirasına istikrar kazandıracak
ve bunu sürdüreceğiz.
Piyasalarda güveni yeniden restore
edecek ve bunun devamını sağlayacağız.
Finansal piyasaların istikrarını
koruyacağız.
Temel ekonomik dengeleri ve göstergeleri
güçlendireceğiz.
Eşitlik ve sosyoekonomik gündemin
korunmasını sağlayacağız ve hepsinden önemlisi,
mali disiplini güçlenecek ve bunu sürdürecek, kamu borç stokunun
azaltılmasında daha fazla inisiyatif alacağız.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; elbette, bütçeler, hükûmetlerin para harcayarak
tercih ve önceliklerini şekillendirdiği alanlardır.
Biz de, burada, 2007 bütçesinde ve 2003-2006 bütçelerinde gösterdiğimiz
gibi, nerelere para harcadığımızı, nerelere
fon aktardığımızı ve bunların karşılığında
neler aldığımızı sizlere ana hatlarıyla
aktarmış oldum.
Türkiye, bir fırsatlar ve beklentiler
ülkesi olacaktır. Elbette, bu beklentileri ve fırsatları
yönetmek için de hem güven verme hem yetkin olma hem de sorumluluk sahibi
olmayı birlikte gerektirmektedir. Türkiyenin istikrarı
ve büyümesine yönelik riskler her zaman olacaktır. Bu tür risklere
karşı, ülkemizin ulusal ekonomik güvenliğini ve savunmasını
güçlendireceğiz. Siyasi istikrar devam ettikçe, demokratik
yapımız güçlendikçe, ekonomik performansımız daha
sağlıklı hâle gelecek ve sürdürülebilir bir artış
sağlanacaktır.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; müsaadenizle, Sayın Baykalın ana hatlarıyla
vurgu yaptığı birkaç konuya değinip konuşmalarımı
bitireceğim.
Kayıt dışılık
olgusu konusundaki bazı rakamları da sizlere aktarmak
istiyorum. Sigortalıdaki artış sayısı,
2004, 2005, 2006nın altı aylık verileri dikkate
alındığında, 506 bin, 737 bin ve 722 bin kişi olmuştur.
Dolayısıyla, kayıt dışının, en
azından istihdam sektöründe, azaldığını söyleyebiliriz.
İkinci bir nokta: Yolsuzluklar
konusunda 1957 yılında İlk Hedefler Bildirgesinde Kamu
Etik Kurulunu güçlendirme hedefi olmuş olsa bile, bu kurulu,
Etik Kurulunu elli yıl sonra veya elli beş yıl sonra AK
Parti kurmuştur. Aynı şekilde, uluslararası saydamlık
endekslerine baktığınızda, 2004 yılında
77nci sırada olan Türkiye, 2006 yılında 60ıncı
sıraya gelmiştir.
Cumhurbaşkanlığının
seçimi konusunda, seçimleri öne alma tercih ve önceliğinin
Anayasanın ruhuna aykırı olduğunu, toplumun ve
seçmenlerin tercih ve beklentileriyle uyuşmadığını
söylüyor, saygılar arz ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın Ekren, çok
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
şimdi söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Genel
Başkan ve Isparta Milletvekili Sayın Erkan Mumcunundur.
Sayın Mumcu, buyurun efendim.
(Anavatan Partisi sıralarından ayakta alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ERKAN MUMCU (Isparta) Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, yüce Meclisin
değerli üyeleri; sözlerime başlarken sizleri saygıyla
selamlıyorum ve 2007 yılı bütçesinin ülkemiz için, bu
bütçenin içinde yaşayacak on milyonlarca insan için hayırlı
uğurlu olmasını şimdiden diliyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
bütçe, bu Hükûmetin beşinci bütçesi. Bundan önce dört bütçe daha,
bu Hükûmet, bu Meclise getirdi ve biz, dört kez daha buna benzer konuşmaları,
müzakereleri bu Genel Kurulda yaptık. Bu, bu seçim dönemi için
son bütçesi. Yani, Hükûmet, görev süresinin beşte 4lük kısmını
tamamlamış olarak Genel Kurulun önünde ve önündeki bütçe
kalan kısmının, yani kalan beşte 1lik kısmına
dair neyi tasavvur ettiğini bize apaçık ortaya koyuyor.
Şimdi, biraz önce Hükûmet
adına konuşan ve iktidar grubu adına konuşan arkadaşlarımı
dinlerken aklıma güzel bir söz geldi: Aslanlar kendi tarihlerini
yazıncaya kadar, konuşulacak tarih, okutulacak tarih, yazılacak
tarih avcıların tarihi olacak diye bir söz var. Gerçekten
de öyle. Başka bir perspektiften bakmayı, başka parametrelerle
konuşmayı yok ederseniz, bir gözlükten bakarsanız, önünüzde
gerçekten pırıl pırıl bir tablo var. Ben merak ediyorum,
şimdi bizi izleyen insanlar, şu ana kadarki konuşmaları
izleyen insanlar çizilen bu parlak tablo karşısında
neler hissetiler acaba? Çünkü, uzunca bir zamandır tekrar edilen
bir diskur, anlaşılan, buradan seçime kadar da devam edecek:
Nereden nereye? Nereden nereye sorusu sorulurken her defasında
yapılan şey, 2002 yılı rakamları ya da 2001
yılı kriz rakamları gösterge değer kabul ediliyor
ve bu gösterge değerin neresinde olduğumuz Türkiyeye gösterilerek,
bakın ne kadar yol katetmişiz, ne kadar mesafe katetmişiz,
bu anlatılıyor Türkiyeye.
BAŞKAN Sayın Mumcu, bir
saniye efendim.
Sayın milletvekilleri, lütfen
yerlerinize oturun, uğultu var, Sayın Hatibi dinleyemiyoruz.
Lütfen arkadaşlar
Buyurun efendim.
ERKAN MUMCU (Devamla) Ben önce
şu soruyu sormak istiyorum: Değerli arkadaşlar, 2001
yılı ya da 2002 yılı rakamları, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin ne yazık ki en kötü istatistiklerine ulaşılan
tarihtir. Yani, 1990lı yılların biriktirdiği bütün
akıl dışılıkların faturası 2001 ve
2002de Türk milletinin önüne gelmiştir. Bu süreç içerisinde kimin
sorumluluğu var tartışmasının bence bugün
bir değeri yok. Niye? Bu tartışma 2002 yılı seçimlerinde
yapılmıştır ve bu tartışmanın doğru
cevabını Türkiye Büyük Millet Meclisini bu biçimde yapılandırarak
Türk milleti vermiştir. Dolayısıyla, söyleyeceğim
söz önce şu: Bu Hükûmet kurulduğu yıllarda, yani bundan
beş yıl önce ilk bütçe Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiğinde,
Türkiyede gerçekten kaygılı olan çevreler vardı, bir
de çok umutlu ve coşkulu olan çevreler vardı. Türkiyede imtiyazlı
kesimlerin tamamı kaygılıydılar. Şu ya da bu
biçimde, siyasal olarak, hukuksal olarak korunmuş, imtiyazlı
olan kesimler, ekonomik olarak imtiyazlı olan kesimler, apaçık
rantiye kaygılıydı. Kim coşkuluydu? Yoksullar
coşkuluydular, onlar umutluydular, köylüler umutluydu, esnaf
umutluydu, işçiler, emekçiler gerçekten umutluydular, emekliler
umutluydu. Onlar, bu düzenin değişeceğine bel bağlamışlardı,
umut bağlamışlardı. İktidar partisine oy versinler
vermesinler, bir şeylerin değişeceğine inanıyorlardı,
herkes bir şeyin değişeceğine inanıyordu.
Sizler de buna inanıyordunuz, bütün Türkiye gibi sizler de buna
inanıyordunuz.
Bu değişimi kaygı verici
bir yönde değişim olarak umanlar, bundan kaygı duyanlar
da vardı, biraz önce söylediğim gibi. Söz gelimi, AK Parti
İktidarının yasaklara karşı tavrının,
Türkiyede statükoyu olumsuz bir biçimde etkileyeceği yolunda
kaygı duyanlar vardı. Ekonomi politikalarında, sözüm
ona, popülist tercihler uygulayacağı, dolayısıyla,
toplumu tercih eden, yani emekliye, işçiye, köylüye, yoksul kesimlere
kaynak aktaran politikalarıyla, belki de ülkedeki var olan
dengeleri, yani statükoyu değiştireceğinden kaygı
duyuluyordu.
Beş yıl geçti, ne değişti
ne değişmedi, buna hep beraber bir bakalım. Şu nereden
nereye tablosunda 2002yi bu ülke için bir kader gibi sunan anlayışınızdan
vazgeçin. Bence, gelin, daha gerçekçi ve daha namuslu bir şey yapalım.
Nereden nereye tablosunun daha gerçekçi bir boyutu var. Elimde bir
istatistik var. Bu istatistik diyor ki: Türkiyede fert başına
düşen millî gelir 1975 yılında, -tarihe dikkatinizi çekiyorum,
1975 yılında- bugün Avrupa Birliğini kuran 15 ülke ortalamasının
yüzde 27si kadarmış, yani, 15 Avrupa Birliği ülkesinin
fert başına gelir ortalamasının yüzde 27si kadar.
Peki, bugün ne kadar? Aradan geçen otuz yıldan, otuz beş
yıldan sonra, yani, bir kuşağın ömrü geçtikten sonra
ve bu otuz beş yıl zarfında, her yıl bu kürsülerden,
gelen hükûmetler başarı hikâyeleri anlattıktan sonra,
bugün Türkiyede fert başına gelir, yani, 5.200 dolar olarak
ifade ettiğiniz o muhteşem fert başına gelir
1975e göre nerede? Yüzde 1 daha geride. Bugün Avrupa Birliği
ortalamasının yüzde 26sı düzeyindeyiz. Bu, son dört
yılın iyi icraatı diyorsunuz değil mi? Maalesef değil.
Bu dönem zarfında yüzde 27lik oranın üstüne çıkan bir
tek dönem var. O dönemin methiyesini düzmek için söylemiyorum, çünkü,
toplumun hayatından, anlaşılan o ki, kalıcı
ve radikal bir değişim yapmamış. O, 1983-89 dönemi.
Ondan sonraki dönemlerin tamamında Türkiye kendisini dünyayla
mukayese ettiğinde, gerçekten, dünyanın hep gerisinde
kalmış.
Şimdi, bu 2002den bugüne kadar
baktığınızda -biraz önce başka rakamlar ifade
edildi- cari açık için sevinmemiz bekleniyor âdeta, dört yıl
önce 1,5 milyar dolar olan cari açık, 1,8 milyar dolar olan cari
açığın, şimdi 34 milyar dolarla düzeyine çıkmış
olmasını sevinçle karşılamamızı bekliyor
bu Hükûmet ve bunun ne kadar da rasyonel bir izahını yapıyor,
ama, doğrusunu isterseniz, Değerli Hocam Nazım Ekreni
tebrik ediyorum, bunu çok büyük bir nezaketle ve letafetle gerçekleştirdi.
Şimdi ben okuduğunuz bütün
rakamları -Sevgili Hocam göremiyorum sizi- bir göstergeyle
daha yeniden okumayı teklif ediyorum. Mesela, bu yılın
mayıs ayında gerçekleşen kurlarla bir kez daha okuyalım.
O zaman, anlattığınız avcı hikâyelerinin çehresinin
daha bir başka şekle dönüşeceğini hep beraber göreceksiniz.
Daha bu yılın mayıs ayında, bütçenizi yaptıktan
beş ay sonra gelip bu kürsüde, kocaman kocaman şeyler söyledikten,
mesela dalgalı kur rejiminin kerametlerinden bahsettikten
beş ay sonra, ülkenin içine girdiği türbülansta döviz kurları,
mesela dolar cinsinden 1 milyon 700 bin liralara kadar geldiğinde,
1,7ye kadar geldiğinde, betiniz
benziniz atmış ve bütün göstergeler değişmişti.
Fert başına gayrisafi millî hasıla, o zaman, 5 bin dolara
gelmiyordu, birden bire biz 1.500 dolar civarında bir gelir kaybına
uğramıştık. Borçlarımızın dolar cinsinden
ifadesi veyahut da gayrisafi millî hasılamızın toplam
olarak dolar cinsinden ifadesi karşısında, borçların
gayrisafi millî hasılaya oranı da bugün burada övündüğünüz
oranlarda ve rakamlarda değildi. Ne oldu? Ne değişti?
Efendim, küresel piyasalarda meydana gelen gelişmeler bizim
ekonomimizi etkiledi. Etkilemeyecek miydi? Yani, kuzey yarım
küreye kış gelirken, sizde bahar mı olacaktı?
Konuşmaya başladığınız
zaman içeriğini çok anlasanız da, anlamasanız da bir
küresel ekonomiden, bir küreselleşmeden sürekli bahsediyorsunuz.
Küresel bir dalga vurduğu zaman niye başkasını
nezle ederken sizi yataklara düşürüyor? Niye bu ülkeyi yataklara
düşürüyor? Mayıs türbülansında Türkiyenin yaşadığı
travmayı yaşayan başka bir ekonomi oldu mu?
Şimdi, mayıs türbülansını
bir daha bir okumamız gerekiyor; çünkü, mayıs türbülansı
dediğimiz şey, esas itibarıyla, ucunu gösteren kriz ya
da bir düzeltme iken, sonradan bu ülkeden
verilen tavizlerle geciktirilmiş bir krize dönüştürüldü.
Şimdi, buradan Hükûmete soruyorum,
benden sonra Hükûmet adına konuşacak muhterem zevata soruyorum.
Her ne kadar kendileri ana muhalefet dışında kimsenin
sorusuna cevap vermeyeceklerini söylemişlerse de, ben yine
de bir milletvekili sıfatıyla, millet adına akla gelen,
makul olan soruları soruyorum: Merkez Bankası Başkanı
bundan bir ay kadar önce, önümüzdeki bir yıl içinde Türkiyede faiz
indiriminin gerçekleşmeyeceğini söyledi. Bu nasıl
bir piyasa ekonomisidir ki, Merkez Bankası Başkanı
dünyanın en vahşi, en yüksek değerli, reel olarak ve nominal
olarak, faizini ödeyen bu ülkede, bu ülkesinde bir yıl içinde faizlerin
düşmeyeceğini taahhüt eder? Ne adına, kimin adına?
İşte, yavaş yavaş
kimin kaygı duyduğu, şimdi kimin sevindiği tablosuna
doğru geliyoruz. Hani Hükûmet geldiğinde yoksullar seviniyor,
zenginler, rantiye kaygı duyuyordu ya, bugünkü tablo tamamen
şudur: Rantiye coşkuyla alkışlıyor, yoksulun
takati kalmamış, sesi çıkmıyor. Burada övüne övüne
anlattığınız tablonun arkasında yatan gerçek,
acı bir sömürüden başka hiçbir şey değildir. Değiştirmeye
talip olduğunuz düzenin ne yazık ki kötü bir eşik bekçisi
oldunuz.
Ben, şimdi bunları size
rakamlarla ispat edeyim, siz gelin bunların yanlış ve
yanıltıcı olduğunu söyleyin: Bu ülke şu anda
dünyanın en yüksek oranlı reel faizini ödüyor. Bu ülke bu
dört yıl zarfında toplam borç stokunu yarısı kadar
daha artırdı. Bu ülke özelleştirme adı altında
bir varlık satışı furyasında son derece değerli
varlıklarını, hiç de rasyonel olmayan piyasa koşullarında
ne yazık ki sattı. Peşkeş çekti diyeceğim, ama,
şimdi, burada ucu açık tartışmalara girmek istemiyorum.
Gelin, sattı diyelim.
Şimdi, burada, bir özelleştirme
edebiyatı, bir yabancı sermaye edebiyatı anlatılıp
gidiyor. Dedim ya, herkes kendi hikâyesini anlatıyor. Maliye
Bakanı, biraz önce, ekim-ekim, 20 milyar dolarlık bir yabancı
sermaye girişinden bahsetti. O hangi ekim, ben bulamadım.
Hangi ekimden hangi ekime
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(İstanbul) Bulursun!
ERKAN MUMCU (Devamla) Söylerseniz
memnun olurum Sayın Bakan. Ben, bu kürsüden size sorular sordum,
siz de cevaplar verdiniz geçmişte de. Sonra, cevaplarınızın
hepsinin yalan olduğunu tescil ettik. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar) Yani, bu
Ben sorayım,
siz cevabınızı verin.
2002-2006 yılında, yabancıların
Türkiyeye yaptıkları doğrudan yabancı sermaye
yatırımı, 21,7 milyar dolar. Bu iyi bir rakam, bu takdir
edilmesi gereken bir rakam, bu büyük bir rakam, ama, bu rakamın
dağılımına bir bakalım. Nereye gitmiş diye
dağılımına bir baktığımda, sadece
2005te, 9,6 milyar dolarlık kısmı gerçekleşen bu yabancı
sermaye yatırımının 4 milyar doları banka satışlarından
gelmiş, bu 2005teki 9,6 milyar doların 4 milyar doları.
3,4 milyar doları, Turkcell ve Türk Telekomun ödemelerinden gelmiş.
1,9 milyar doları gayrimenkul satın almalarından, 1,5
milyar doları da daha önce yapılan özelleştirme taksitlerinin
ödemelerinden gelmiş. 2006da, toplam, yaklaşık olarak
11 milyar dolar yabancı sermaye yatırımının
4,7 milyar doları ulaştırma ve haberleşme sektörüne
yapılmış, 3,5 milyar doları bankacılık ve
sigorta sektörüne, 2,6 milyar doları gayrimenkul yatırımlarına
yönelmiş ve bunun içinde, işte, Denizbank ve sair gibi sigorta
ve bankacılık şirketlerinin satılması da
var.
Sizin yabancı sermaye girdi,
girdi diye anlattığınız şeyde, eğer bu ülkede
istihdam yaratan, bu ülkenin üretim ve rekabet kapasitelerine
ilave kapasite katan herhangi bir yatırım varsa, 10 milyon
dolarlık, 50 milyon dolarlık, 100 milyon dolarlık, Sayın
Bakan, geleceğim, bu kürsüden, sizden özür dileyeceğim. Gelin,
bana bunu anlatın. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Gelip bu kürsüden, sizden özür dileyeceğim. Beş yıllık
Hükûmetinizin yaptığı şey, ülkenin elli yıllık
bir birikim içinde yaptığı şeylerin satılabilmesi.
Siz, buna özelleştirme diyorsunuz. Özelleştirme diye övdüğünüz
şeyin arkasında yatan şey özelleştirme filan değil.
Bu, düpedüz bir varlık satışı ve tasarlanmış
bir varlık satışı, çünkü, özelleştirme dediğiniz
şeyin arkasında yatan mantık, kamu işletmeciliğinin,
kamu girişimciliğinin verim yaratamayan ataleti karşısında,
verim yaratamaması karşısında, rekabetsiz olması
yüzünden verim yaratamaması karşısında, daha rekabetçi
bir yapıya sahip olan özel sektör kuruluşlarına devredilmesi
vardır. Yani, bir ekonomik alanın, bir sektörel alanın
rekabete açılmasıdır özünde özelleştirme. Üçe satma,
beşe satma işi değildir özelleştirme.
Geldiniz, özelleştirmeler
yaptınız. Nereyi rekabete açtınız? Telekomu rekabete
açtınız mı? Hayır. Devlet tekelinden Haririnin tekeline
teslim ettiniz işi. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Bu yetmiyor. Bir yıl sonra yüzde 33 oranında kurumlar vergisi
indirimi yapacağınız belli iken, Türkiyenin en önemli
varlıklarından bir tanesini taksitleri vergi indirimiyle
sağladığınız avantajlardan daha düşük
bir rakama gelecek biçimde sattınız ve milletin karşısına
çıkıp diyorsunuz ki, biz özelleştirme yaptık, biz
bu ülkeye yabancı sermaye getirdik. Bizden de sizi takdir etmemizi
bekliyorsunuz. Ben sizi takdir edemem,
kusura bakmayın.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu)
Millet
ERKAN MUMCU (Devamla) Milletin
de sizi takdir edeceğini hiç zannetmiyorum. Milletin vekilleri
takdir ediyorlarsa eğer, bunu da sadece hayretle karşılarım.
Değerli arkadaşlar,
şu beyanımda yanlış olan ne var? 1,3 katrilyon lira
yıllık vergi ödemesi olan bir kurumun özelleştirmesinden
sonra vergi yükünde yüzde 33lük bir indirime giderseniz, yani
yılda yaklaşık 500 trilyon lira vergi bağışıklığı
sağlarsanız bu şirkete ve bu şirketi, başında
6,5 milyar dolar gibi bir rakamla satmışsanız, bunun
kârı neresinde, bunun ticareti neresinde, bu nasıl bir dürüst
özelleştirme girişimidir, Allah aşkına, bana bir
anlatır mısınız? Sizin vicdanınıza oturuyor
mu bu? Sizin vicdanınız bunu kabul ediyor mu?
Bizim burada sorduğumuz sorular,
milletin adına, biz milletin vekiliyiz. Milletimiz, velinimetimiz,
bu kürsüde konuşma hürriyetini veren millet, maaşımızı
da veren millet. Milletimiz var olsun. Bunu helal ettirmek için de
bir şeyler soruyoruz. Mesela, ben Sayın Bakana geçen
yıl bu kürsüden sordum, dedim ki: Sayın Bakanım, siz, bu
14,7lik satışı, daha önce Kuşadası Limanını
da sattığınız Ofer ailesine, niye blok satışta
oluşacak fiyatı beklemeden sattınız? Sayın
Bakan bu kürsüye çıktı dedi ki: Kardeşim -bu kürsünün
tutanaklarında var- ben o tarihte özelleştirmeden sorumlu
bakan filan değilim, ne Ofer tanırım ne Kofer tanırım.
Ne oldu? Burada biz meram anlatmaya çalışırken bir
uğultu içinde, bizi susturmaya çalıştı bir grup arkadaş,
gerçeği söyletmemeye çalıştı bir grup arkadaş.
Ne oldu? Danıştay üst üste iki kez karar verdi, bu 14,7lik satışı
iptal etti. Bu 14,7lik satıştan doğan 750 milyon dolarlık
kamu zararını tespit etti. Şimdi, bu hisselerin geri
alınması yolundaki yargı kararı uygulanamıyor,
çünkü, Sayın Bakanın tanımadığını
söylediği, ama tanıdığı daha sonra pek çok belgeyle
ortaya çıkan şahısların, özel uçaklarıyla yolculuklarını
yaptığı şahısların, bunu çoktan dağın
öte yanına aşırdığı, götürdüğü bilinen
bir gerçekti. Şimdi ben soruyorum: Bu yetimin hakkı değil
mi? Bunun hesabını kim, kimden soracak? Bunun hesabını
kim, kime verecek? Eğer milletin vekilleri bunun hesabını
sormayacaksa, bunun hesabının kim soracak?
Merkez Bankası Başkanı
diyor ki: Bir sene zarfında düşmeyecek. Bir sene önce de
siz burada diyordunuz ki: Dalgalı kur sistemi koruyacak. Ne
oldu dalgalı kur sistemine? Ekonomiden sorumlu Sayın Bakan
gelip bir hesap verirse memnun olacağım, burada anlatırsa
çok memnun olacağım. Ne oldu dalgalı kur sistemine? Niye
mayıs türbülansında döviz satmaya başladınız?
Hani kurun yükselme eğilimine girdiği dönemde, dalgalı
kur, sistemi balanse edecekti? Hani Merkez Bankası, o gün rezerv
tutarak aldığı riski işte bu günler için alıyordu,
isteyene yüksek fiyatla satacaktı? Dolayısıyla, o
gün dövizden TLye, yani, çok yüksek faiz vaat eden Türk lirasına
dönen hesaplar, aldığı riski biliyorlardı hani?
Apar topar gidip New Yorktan taahhütte bulundunuz. Dediniz ki: Piyasaya
müdahale edeceğiz ve döviz satacağız. Niye? Çünkü,
pozisyon değiştirmek eğilimindeki sıcak paraya
garanti vermezseniz o para orada durmayacaktı. Şimdi yaptığınız
şey, ülkenin bir yıl daha sömürülmesi adına düzeltmenin
ertelenmesinden başka hiçbir şey değil. Kimseyi kandırabilecek
durumda değilsiniz, hiç kimseyi. Ancak kendinizi kandırabilirsiniz.
Şimdi yeniden enflasyonu yüzde 4 olarak öngören bir bütçe yüzde
21 nominal faizden taviz vermiyor. Bu taahhüdü kimin adına veriyorsunuz
arkadaşlar? Bu taahhüdü kim, kimin adına veriyor?
Ben bir soru soracağım.
Bu sorunun cevabını bilen varsa, gelsin bana cevap versin.
İşte o zaman aslanların tarihi anlaşılmış
olacak. Sürekli bize, döndürülebilir bir borçlanma programından,
borçlanmanın faziletinden bahsettiler, sürekli bize bir fiyat
istikrarı masalı anlattılar. Siz de o masala uydunuz.
Sorduğum soru şu: 2003 yılı-2006 yılı toplam
bütçe açığı 80,3 milyar YTL. Aynı dönemde Hazinenin
borçlandığı rakam 101,3 milyar YTL. Yani, ihtiyacından
yaklaşık yüzde 21 oranında daha fazla borçlanan Hazine,
acaba ihtiyaçtan daha fazla borçlanmasının nedenini gelip
burada bize anlatabilir mi? Çünkü, bu borçlanmanın bir maliyeti
var. Çünkü, bu borçlanmanın bir bedeli var. Acaba Sayın
Başbakan, acaba Sayın Maliye Bakanı, acaba Sayın
Hazineden sorumlu Bakan, gelip, buraya, bize, Merkez Bankası
rezervlerini neden 58 milyar dolar düzeyinde tuttuğumuzu anlatabilir
mi? Türkiye Cumhuriyetinin Merkez Bankası, niye 58 milyar dolar
rezerv tutar, ne için? Borçlanabilmek için mi? Niye borçlanıyoruz?
Tasarruf açığımız olduğu için, öyle mi? Peki,
tasarruf açığımız varsa, yıllar yılı,
neredeyse yüz yıldır bu borçları kim ödüyor? Nereden
ödüyoruz? Kendi tarihi içinde Türkiye hiç defaulta girmiş mi,
borç ödeyememe durumuna girmiş mi? Biz niye borçlanıyoruz?
Borçlanmak için borçlanıyoruz, başka hiçbir şey için değil.
Dünya sistemine haraç vermek için borçlanıyoruz, başka hiçbir
şey için değil. Türkiyenin tasarruf açığı olduğunu
söyleyenler, bana, lütfen Türkiyenin yıllar içinde ödediği
yüz milyarlarca dolarlık borç faizinin nereden ödendiğini
de söylesinler. Eğer, Türkiye tasarruf edemiyor idiyse, yüz milyarlarca
dolarlık borç faizini Türkiye neyin üzerinden ödedi? Kim ödedi?
Bu milletin ta kendisi ödedi ve ne
pahasına ödedi? Açlık pahasına, yoksulluk pahasına,
işsizlik pahasına.
Şimdi, Sayın Başbakanın
çok itibar ettiği bir kaynaktan veriler aktaracağım
size, TÜİK. Hani, diyordu ya Sayın Başbakan: Sizin basın müşavirinize mi
danışacağız? Onun rakamlarına mı güveneceğiz?
Tabii TÜİKin rakamlarına güveneceğiz. Siz ne kadar
güvenirsiniz bilmiyorum; bir kişinin açlık sınırının
altında yaşamaması için ihtiyaç duyduğu şey
günde 2.100 kalori alabilmesi. Bir ailenin, yani dört kişilik
bir ailenin, günde 2.100 kaloriyle beslenebilmeleri için ihtiyaç
duydukları aylık rakam TÜİKe göre, Sayın Başbakanın
çok itibar ettiği İstatistik Kurumu TÜİKe göre 182
YTL. 182 lira ile dört kişilik bir aile, günde 2.100 kalori alacak
kadar beslenebilecek. Siz bunu mümkün görüyor musunuz? Dört kişi!..
Hani şu çok iyi bildiğiniz çay-simit hesabıyla bile bu
mümkün mü? 2.100 kalori mümkün mü? 2.100 kalori mümkünse, fiyat olarak
mümkün mü? Değil
Aynı TÜİK Bu 182 YTLyi kazanamayan
950 bin kişi var -diyor- bu ülkede. Yani, hane halkı geliri
182 YTLnin altında olan 950 bin kişi var açlık sınırının
altında
Peki, yoksulluk
Yani, biraz daha
insan gibi, kira, giyinme yani, çıplak dolaşmadan, üstüne
bir çul geçirerek yaşayabilmenin ve başını bir çatının
altına sokabilmenin maliyeti ne? Aşağı yukarı
470 lira. Asgari ücretin yüzde 40ı kadar daha yüksek bir rakam,
bu da TÜİK rakamı. TÜRK-İŞe sorarsanız bu rakam
çok daha yüksek 1 milyar 900 milyon lira; dört kişi için insanca
yaşayabilme maliyeti. TÜİK, mütevazı davranıyor
her ne hikmetse. Yani, Mozambik standartlarını kendi vatandaşına
layık gören bir anlayışın ürünüdür bu. Çünkü, bu
araştırmaların finansmanı Dünya Bankası tarafından
yapılıyor. Dünya Bankası tarafından finansmanı
yapılan bu araştırmalarda yer alabilmek adına ne
yazık ki, bu ülkenin aydınları kendi insanlarına
ihanet ediyorlar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
182 YTLlik bir standardı kendi milletine layık görüyor.
Ama, sadece o değil. Bu Hükûmet, bu ülkenin coşkuyla, sevinçle
karşıladığı, fakir fukaranın, garip gurebanın
Hükûmeti de aynı şeyi reva görüyor! TÜİK rakamlarına
göre bu ülkede yoksulluk sınırının altında
yaşayan insan sayısı 19 milyon. Çok övündüğünüz,
mali disiplin, mali disiplin diye övündüğünüz şey bu ülkenin
köleleştirildiğinin resmidir. Biraz önce burada rakamları
çarpıtacaksınız
Nasıl çarpıtacağınızı
da bilemediniz, beceremediniz. OECD ülkelerinde de bu oran yüzde
33müş de, 34müş
Düpedüz söyleyin: Doğrudan vergilerin
bütçe içindeki payıyla dolaylıların payı ters yüz
edildi deyin. Bizde yüzde 73e çıktı deyin. Eğer, milletin
karşısında hâlâ söyleyecek yüzünüz varsa toplam vergi
gelirlerinin yüzde 73ü dolaylı vergiler, yani milletin kursağından
kesilen vergiler deyin. En fakirin en ağır ödediği
vergiler deyin. Biz bu ülkede faizden vergi alamıyoruz deyin.
Hele yabancı ülkeden geliyorsa, sıcak para olarak geliyorsa,
ister bıyıklı ister bıyıksız, ondan kuruş
vergi alacak cesaretimiz yok, biz onların Hükûmeti değil,
biz yoksulların Hükûmetiyiz deyin, daha doğrusu Bizim borumuz
yoksullara öter deyin. Çıkın söyleyin.
Bu bütçede yeni yıldan itibaren
öngördüğünüz gelir kalemlerinden bir tanesi, prim geliri dahi
olsa, emeklilerin ücretlerinden kesintinin yüzde 33e çıkarılması,
yüzde 10dan yüzde 33e çıkarılması. Haririnin yüzde
33ten yüzde 10a indirildiği bir tabloda, emeklinin ücretinden,
geçinemeyen, yaşayamayan emeklinin ücretinden kesintiyi
yüzde 10dan yüzde 33e çıkaran Hükûmetsiniz siz. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar) Bununla şeref duyun,
bununla şeref duyun! Siz kurulduğunuz zaman bu insanlar
umut içindeydiler, bugün umutsuzluk içinde, bugün çaresizlik içinde,
bugün hayal kırıklığı içinde suskun vaziyetteler.
Çok şeyin değişeceğini
söylediniz. Ben size dünya sıralamasında nerede olduğumuzu
söyleyeyim, çünkü nereden nereye, nereden nereye anlatıp durmayın,
buradan nereye onu anlatın. Ben size söyleyeyim, bunların
hepsi Dünya Bankasının ve World Economic Forumun rakamlarıdır.
Burada benden önceki iktidar sözcüleri de bu rakamları benzer
biçimlerde verdikleri için, seçtiklerini verdikleri için, onların
seçmediklerini de ben burada vereyim.
İnsani gelişme endeksinde
1975 yılında Türkiye 56ncı sıradaydı, çok beğenmediğiniz
2002de 88inci sırada, bugün 92nci sıradayız. Tebrik
ediyorum ey Hükûmet sizi!
Enflasyonda 94üncü sıradayız,
tasarruf seviyesinde 74üncü sırada, faiz farkında
60ıncı sırada, kamu borçluluğunda 86ncı
sırada, bütçe açığında 115inci sırada, reel
efektif kur düzeyinde 117nci sıradayız. Herhâlde bunlar
Hükûmetinizin iftihar tablosu!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
2002 rakamlarını da versene.
ERKAN MUMCU (Devamla) Tabii, memnuniyetle.
Deminki rakamları da söyleyeyim.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) Nereden
nereye olduğumuzu da, hangi, kaç ülkeden kaç ülkeye...
ERKAN MUMCU (Devamla) Neyi istiyorsunuz,
söyleyelim hay hay, buyurun.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) Rakamların
tarihinden bahset.
ERKAN MUMCU (Devamla) Hoşunuza
ne gidiyorsa, gelin burada söyleyin.
BAŞKAN Lütfen müdahale etmeyelim
arkadaşlar.
ERKAN MUMCU (Devamla) Önemli
olan, inanacak kimi bulacaksınız?
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) Rakamların
tarihinden de bahset.
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)
Sen gerçekleri söyle.
BAŞKAN Lütfen müdahale etmeyin.
ERKAN MUMCU (Devamla) Önemli
olan, inanacak kimseyi bulacak mısınız bulmayacak
mısınız meselesi.
Şimdi, nedir başarı?
Başarı diye anlattığınız şey, işte,
bu, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının
yüzde 65ten yüzde 73-74ler düzeyine çıkmış olmasıdır.
Yani, sizin hüneriniz mazottan aldığınız vergiyi
yükseltmektir, sizin hüneriniz benzinden aldığınız
vergiyi yükseltmektir, sizin hüneriniz doğal gazdan aldığınız
vergiyi, elektrikten aldığınız vergiyi, ekmekten
aldığınız vergiyi, ilaçtan aldığınız
vergiyi yükseltmektir, sizin hüneriniz budur. Bu hünerinizi, takdirle,
bir kez daha karşılıyorum! Sizin hüneriniz esnafın
tepesine çöküp, boğazını, ümüğünü sıkıp
-Sayın Bakanın ifadesiyle- onu yolmaktır. Sizin hüneriniz
budur. Bu hüneriniz dolayısıyla sizi tebrik etmek lazım!
Mali disiplinden başka hiçbir hüneriniz yok. Ne bu ülkenin borç
stokunu düşürebildiniz
Bu ülkenin borç stokunu tarihte hiçbir
hükûmetin artırmadığı kadar siz arttırdınız.
Yani, çok başarılıyız, çok başarılıyız
dediğiniz dönemde 100 milyar dolardan daha fazla bir borç artışı
gerçekleştirdiniz, üstüne üstlük ülkenin uzun yıllarda
yaptığı, satmadığı şeyleri satıp
bunları da gelirler hanesine eklediniz. Sonuçta, ülkeye ne
verdiniz diye sorduğumda, eğer sizin aklınıza bir
şey geliyorsa, gelin lütfen bu kürsüden söyleyin. Benim aklıma
hiçbir şey gelmiyor.
Ne değişti bu beş senede
bu ülkede? Neyi değiştirdiniz bu ülkede beş senede?
Ben söyleyeyim size: Değişen bir tek şey oldu, baştan
kaygı duyanlar, sonunda sevinç duyar oldular. Rantiyenin ekonomiden
sebeplenme yüzdesi olağanüstü, güvencesi olağanüstü arttı.
Dolayısıyla, sizin hüneriniz, bu ülkenin rekabet gücünü
ortadan kaldırıp bu ülkeyi pazarlaştırmaktan ibarettir,
bu ülkenin pazar olarak parsellenmesinden ibarettir.
Şimdi, işsizlik rakamlarına
bakıyorsunuz, dört senede gelir artışının
yüzde 100 olduğunu ifade ettiğiniz ülkede işsizlik
rakamları aynı, yerinde seyretmiş.
Ben o zaman bir soru soracağım:
Bir ülkede gelirin paylaşımının adaleti nereden
ölçülür? İki şeyden ölçülür: Bir, istihdamın yaygınlaşmasından,
işsizlikten ölçülür; yani, refahtan, çalışan insanların
sayısının artması dolayısıyla insanların
yaygın bir biçimde pay aldığı kanaatine varırsınız,
yargısına varırsınız. İki, reel ücretlerdeki
artışlardan ölçülür.
Ne olmuş? Türkiyede işsizlik
rakamları değişmiş mi? Hayır. Tam tersine, Türkiyede
işsizlik, tam tersine daha da büyümüş. Peki, ne oldu Türkiyenin
büyümesi? Nasıl bir büyüme bu? Hani 5.100-5.200 dolara çıkmış
fert başına gelir işsiz insanlara mı gitti? Dönüp
ücretlerdeki artışlara bakıyorsunuz, hayır, ücretlerde
de böyle bir artış yok, yüzde 100ü bulan bir artış
yok. Peki, nereye gitti bu artış? Kimin cebinde bu artış?
Bu artışın nereye gittiği belli. Bu artış,
ülkeye borç verenlerin cebine gitti. Siz, bu düzeni değiştirmek
noktasında hiçbir girişimde bulunmadıkça, gelip burada,
neyin hikâyesini anlatırsanız anlatın; millet için,
bu, inandırıcı olmayacaktır.
Şimdi, önümüzdeki dönemde,
günün birinde, Merkez Bankasının da kendi web sitesinde de
açık biçimde gösterdiği gibi, olağanın çok üstünde
değerlenmiş Türk lirası, artık, bu kadar yüksek faiz
ödeyemez hâle geldiğiniz bir anda, daha doğrusu Türkiye
oraya geldiği noktada, yeniden bir düzeltmeyi zorladığında,
yani, artık, hesaplar doların söz gelimi 2,2 YTL üzerinden
hesaplandığı, 2,3 YTL üzerinden hesaplandığı
bir düzeyde, o zaman bu rakamların tamamı bir daha okunacak.
O zaman, Türkiyenin millî gelirinin dövizle ifadesinin ne kadar olduğuna
bir daha bakacağız, fert başına gelirin ne kadar
olduğuna bir daha bakacağız, borçların gayrisafi
millî hasılaya ne kadar olduğuna bir daha bakacağız.
Ne oldu, mayıs ayında hem
kur hem faiz hem enflasyon birden yükseldi? Hani fiyat istikrarını
tutturmuştunuz? Hani tapındığınız, ekonomide
tapındığınız fiyat istikrarı her şey
demekti? Ne oldu? İki ay zarfında, hem faiz hem kur hem enflasyon
nasıl birden yükseldi? Nasıl bunlardan biri diğerini
tutmadı? Her kriz döneminde olduğu gibi, her düzeltme döneminde
olduğu gibi, yine aynı şey Türkiyenin başına
gelecektir.
Ne yazık ki, siz, bir düzenek
kuruyorsunuz. Kurulmuş bir düzeneğin zembereğini,
biraz daha, biraz daha kuruyorsunuz; Türkiyenin yaşayacağı
patlama, Türkiyenin yaşayacağı türbülans, sizin kurduğunuz
kadar yüksek bir gerilimle gerçekleşecektir.
Sonuç itibarıyla, Türkiyede,
ne vatandaşın devlet karşısında itibarı
yükselmiştir ne Türkiyenin uluslararası piyasada itibarı
yükselmiştir.
Geldiniz, üç şey vadederek,
yasaklar, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele vadederek. Ben, kendi
hayatında yasakların mağduriyetini yaşayan insanlara
soruyorum: Hayatınızda yasaklar karşısında
ne değişti? Bu Hükûmetin dört yıllık icraatı sizin
hayatınızdan hangi yasağı kaldırdı? Ben,
bunu soruyorum.
Bu konuda olumlu yanıt verebilecek
tek unsur, belki, Lozanla azınlık statüsünde sayılanlar
olabilir. Avrupanın basıncı karşısında
ve bu Hükûmetin içine düştüğü meşruiyet bunalımı
karşısında, onlara verilmiş tavizler dışında,
bu ülkede, yasaklar karşısında bir adım ilerleme
gerçekleşmemiştir.
Bu ülkede bir reform girişimi
olarak bir YÖK reformu başlatılmış ve YÖK reformu,
ne yazık ki, bir koltuk pazarlığına kurban edilmiştir.
Bunlar, bu hayatın gerçekleridir. Bu gerçeğin kahramanları
da, bugün, burada, bu salonun içindedir, buradadır. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Tarih, bunları,
bu tutanaklara kaydettiği gibi, bunların hesabını
da bu pazarlığı yapanlardan soracaktır.
Bugün, bir cumhurbaşkanlığı
vaadiyle millete, yani değişim bekleyen, bu düzenin değişmesini,
bu adaletsiz düzenin değişmesini bekleyen insanlara karanlıkta
göz kırpıyorsunuz. Oysa, Türkiyenin önünü açmak gibi bir
fırsat var. Türkiyeyi rejim krizlerinden, rejim bunalımlarından,
Türkiyeyi ikide bir içine sürüklendiği cumhurbaşkanlığı
gerilimlerinden kurtarmak gibi bir fırsatınız var;
ama bundan kaçıyorsunuz, tam tersine, halka verilmiş sözünüze
rağmen.
Siz değil miydiniz, halk cumhurbaşkanını
seçmelidir diyen? Siz değil miydiniz, sizin Başbakanınız,
sizin Genel Başkanınız değil miydi? Ne oldu?
ALİM TUNÇ (Uşak) Bizi halk
seçti.
ERKAN MUMCU (Devamla) Ve burada,
ana muhalefet partisinin Sayın Genel Başkanına da bir
kez daha yinelemek istiyorum çağrımı: Sayın Genel
Başkan, gelin, Anayasa değişikliği için ortaklaşa
önerge verelim. İktidar Grubu buna dayanamayacaktır. Cumhurbaşkanını
halkın seçmesi kadar meşru bir talep karşısında
direnen hiçbir iktidar, cumhurbaşkanını seçse bile o
cumhurbaşkanını orada tutamayacaktır. Dolayısıyla,
gelin, ayağımızı meşruiyetin üstüne basalım.
Sayın Başbakanın hani
sizin Anayasaya sadakatiniz, hani sizin demokrasiye sadakatiniz?
siteminde haklılık payı olduğunun altını
çizmek isterim. Hukuk herkes için hukuktur, demokrasi herkes için demokrasi
olmalıdır. Keyfimize göre hukuk, keyfimize göre demokrasi
olmaz. Amma, hukuk kanun demek değildir, amma, demokrasi sayı
demek değildir. Hukuk meşruiyet demektir. Eğer, sizin,
bu ülkenin üçte 2sini gerçekten temsil ettiğiniz yolunda bir
meşruiyet inancının varsa yolunuz açık olsun. Ama,
seçmenin yarısının Parlamento dışında
kaldığı bir parlamentoda seçmenin üçte 1ini alarak,
üstelik görev sürenizin sonunda ülkeyi yedi yıl yönetecek
cumhurbaşkanını seçmeyi demokratik açıdan
meşru telakki ediyorsanız yolunuz açık olsun. Ama hazmedilmez,
ama hazmedilmez! Gelin, meşru olanı yapın, gelin milletin
vicdanına güvenin.
Hani, şu konser sanatçıları
yapıyor ya, siyasetçi öyle olmalı, dönüp arkasını
kalabalığa kendisini bırakıveriyor ya, biliyor
halkının kendisini nasıl karşılayacağını.
Gelin, cesaretiniz varsa siz de onu yapın. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar) Gelin, bu ülkede, iki turlu
bir seçimle seçelim cumhurbaşkanını. Gelin, milletin
çoğunluğunu temsil eden bir cumhurbaşkanımız
olsun. Gelin, Türkiyede rejimi gerçek manada demokratik meşruiyet
zeminine oturtalım. Bunun, bu ülkenin beş yıllık,
yedi yıllık geleceğinde değil elli yıllık
geleceğinde çok büyük bir değer ifade ettiğini siz de
vicdanlarınızda biliyorsunuz. Gelin, meseleyi, günübirlik,
kişisel bir mesele olarak görmeyin. Siz bu basireti gösterin.
Millet, bu basireti gösterenleri kucaklayacaktır, korkmayın.
Korkmayın, millete güvenin; dönün arkanızı ve millete
bırakın kendinizi. Eğer, gerçekten milletle manevi bağınızı
hâlâ koruduğunuza inanıyorsanız, hâlâ beş yıl
önceki gibi millet sizi coşkuyla karşılayacak diyorsanız,
gelin, bunu yapın, korkmayın ve bu ülkenin millî menfaatlerinden,
millî politikalarından bir meşruiyet bunalımı
içinde taviz verip durmaktan artık vazgeçin.
Avrupa Birliği içinde ülkeyi
getirdiğiniz nokta tam bir faciadır. İşte, bugün,
Avrupa Birliğinde müzakerelerin askıya alınması
karara alındı. Ne oldu? Gündüz vakti havai fişekler patlatıyordunuz,
Türkiyeyi Avrupa Birliğine getiren kahraman Hükûmettiniz, ne
oldu? Daha o günden -o günün kahramanları burada- Kıbrıs
meselesini, Birleşmiş Milletler yerine Avrupa Birliğiyle
müzakere etmeyi kabul etmenin Türkiyeyi bir çıkmaza sokmak
demek olduğunu söylediğimizde, bu tezimize karşı
çıkan değerli zevat bugün burada Kıbrıs meselesinin
gerçek çözüm platformu Birleşmiş Milletlerdir. diyor. Geçmiş
olsun! Annan referandumunun oylanmasından sonra, bu meseleyi
Avrupa Birliğiyle konuşmayı kesinlikle donduralım
ve Kıbrıs sorunu kalıcı ve toplam bir biçimde çözülmedikçe
müzakerelere devam etmeyelim dediğimizde, aslında önerdiğimiz
Türkiyenin Avrupa Birliğinde önünü açmaktı. Eğer bir
dirayetli duruş gösterebilseydiniz, eğer Avrupa Birliğine
hayır diyebilecek, önce Kıbrıs meselesini Birleşmiş
Milletlerde halledeceğiz, ondan sonra sizinle müzakere edeceğiz
diyebilecek bir dirayeti göstermiş olsaydınız, bugün
müzakereler askıya alınmış olmayacaktı.
Bu müzakerelerin askıya
alınmış olması da bir şey değil bitmedi ki
diyeceksiniz. Hayır, otuz tane Avrupa ülkesinin kamuoyuna
bırakılmış, veto yetkisine bırakılmış,
Rum kesiminin veto yetkisine bırakılmış bir süreçten,
siz Avrupa Birliğini çıkaramazsınız. Ancak ve ancak,
Avrupanın içine düştüğü stratejik körlüğü Avrupaya
göstererek, Türkiyeyi kaybetmenin bedelinin ne olacağını,
onlara, çok sıkı bir biçimde, okunaklı bir sesle anlatırsanız
Avrupa Birliğinde ilerlersiniz. Başka hiçbir ilerleme yolu
yoktur. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Ama, siz, Türkiyede içine düşürüldüğünüz
bir meşuiyet bunalımı içinde, yani, çağdaş, Batılı,
modern, laik değerler karşısında şüpheli zannınız
dolayısıyla, şüpheli bırakıldığınız
için, yani, birilerinin sizi kovaladığı yerde, gittiniz,
Avrupa Birliğinin ve Batının kucağına oturdunuz.
Çok net
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)
Başkanım, bu tabir çok ayıp!
ERKAN MUMCU (Devamla) Olabilir.
Peki, tabirimi düzeltiyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Milletvekili.
Nasıl söyleyelim? Sizin için hazırladıkları pozisyona
düştünüz. Peki, düzeltiyorum. Hükûmet için söylüyorum. (Anavatan
partisi sıralarından alkışlar)
Buradan birileri size dedi ki:
Siz cumhuriyet düşmanısınız. Buradan birileri
dedi ki size: Siz laikliğe karşı iyi niyet beslemiyorsunuz.
Buradan birileri size bunu söyledikçe, sizin temsil ettiğiniz
değerler ve temsil ettiğiniz kitleler karşısındaki
kuşkusunu, biraz da nobran bir dille ifade ettikçe, siz kendinizi
ne kadar da Batıcı, ne kadar da Avrupalı gösteririz telaşına
kapıldınız. Gerçek bu, gerçek bu!.. İçine düştüğünüz
meşruiyet bunalımı bu. Ne temsil ettiğiniz değerler
ne temsil ettiğiniz kitlenin haysiyetini dimdik söyleyemediniz.
Kanıt istiyor musunuz, size
kanıtını söyleyeyim: Siz millî değerlerin, millî
duyguların, millî bilincin, millî şuurun temsilcisi olarak
geldiniz bu Meclise ve sonunda geldiğiniz nokta, Türkiyenin
millî kahramanı, Kıbrıs mücadelesinin millî kahramanı
Rauf Denktaşı bu ülkeden kovmak oldu, Git, kendi halkına
anlat dediniz, Git kendi ülkene dediniz, Benim ülkeme gelme dediniz.
(AK Parti sıralarından doğru sesleri)
O doğru diyen arkadaşın
sesini bir daha duyayım da tutanaklara girsin. Nerede o
doğru diyen? (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Neyse
Sözün sahibi Recep Tayyip Erdoğan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı.
Dolayısıyla, siz, bir
millî bilinçten yoksunsunuz. Siz, bir millet idrakinden yoksunsunuz.
Hükûmete sesleniyorum: Siz, milletin yekpare bir bütün olduğundan,
siz, vatanın yekpare bir bütün olduğundan habersizsiniz.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Siz,
Kıbrısın, Hristiyan dünyası karşısında
son üç yüzyıl zarfında kazanılmış tek zafer olduğu
bilincinden yoksun bir kadrosunuz. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Onun için, siz, kesinlikle, gayrimillî politikaların
girdabında sürüklenen bir Hükûmetsiniz.
Gelin, aklınızı başınıza
alın ve millet adına soracağım şu sorulara lütfen
cevap verin; bizim sorularımıza cevap vermeyeceğinizi
söylemişsiniz, şu sorulara bir cevap verin: Bugünkü gazetelerde
okudum muhalefete söyledim demiş Cumhurbaşkanlığı
Makamında Sayın Başbakan. Bunun adı, yani, şu
hani İki koyunu güdemezler. demişti ya, bu koyunlarla
bir takıntısı var Sayın Başbakanın.
İki koyunu güdemezler. demişti ya, İki koyunu güdemeyen
adam konuşuyor. demişti ya, basın bunu Cumhurbaşkanı
diye yorumlamıştı. Bugün, gazetelerde okuyorum ki,
Cumhurbaşkanı Nedir bu iki koyun meselesi, kim? diye sormuş;
Yaşar, karakolda söylediğini mahkemede tekrar edememiş.
Demiş ki Ben muhalefete söylüyorum. Şimdi muhalefet
deyince orada ben de varım. Müsaade ederseniz soruyorum: Bu iki
koyun gütmekten anladığınız nedir? Nedir bu iki koyun
kriteri? Ne yapmış olanlar iki koyun gütme kriterini başarmış
olurlar? Mesela, tahsil midir; mesela, iş hayatı tecrübeleri
midir, iş hayatı başarıları mıdır,
nedir yani; mesela, dürüstlük müdür; mesela, temizlik midir; mesela,
veremeyecek hiçbir hesabı olmama, mesela, dokunulmazlık
zırhına bürünmeme midir; mesela, halkına hiç yalan
söylememiş olmak olabilir mi? (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Mesela, sabahleyin halkına yalan söyleyenler,
akşamüstü yalanlarını itiraf ettiklerinde, Başbakan
sıfatıyla, sadece iki koyun güdebilecek kabiliyetleri
olduğu için Cumhurbaşkanı olmaya layık olurlar
mı? (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Mesela, Darüşşafakanın, yani yetim çocukların,
yetim çocukların eğitimine tahsis edilmiş varlıkları,
birileri, birilerine imar rantlarıyla peşkeş çekerken,
ona seyirci kalanlar, sırf garip gureba edebiyatını
iyi yaptıkları, fakir fukara edebiyatını iyi yaptıklarını
ve ülkesinin milyonlarca yoksulunu iftar sofralarında
teşhir ettikleri için, sadece, iki koyun gütme becerileri dolayısıyla
Cumhurbaşkanı olmaya layık görülebilirler mi?
Mesela, Kısıklıda,
bir orman arazisi içerisinde ön görünüm yasağı, daha
doğrusu, Koruma Kurulunun yasakladığı bir alan
içinde yapılmış 14 villanın 7sine gayrimeşru
yollardan sahip olanlar, bunlardan sadece bir tanesine 1 milyon doların
üstünde, 1,5 milyon doların üstünde tefrişat yapmış
olanlar, bunu mal varlıklarında beyan etme cesaretini gösteremeyenler;
mesela, birilerinin elinden deste deste dolarlarla paralar
alıp, sonra, para aldıklarına, söz gelimi, doğal
gaz işinde imtiyaz sağlayanlar, sırf iki koyun güdebildikleri
için her şeye layık mıdırlar; istediği hakareti
yapabilirler mi mesela muhalefete? (Anavatan Partisi ve CHP
sıralarından alkışlar)
Benim, iki koyun gütme kabiliyetim
yok. Benim, Kısıklıda sakladığım villam
yok. Benim, değiştirdiğim, koruma kurullarında
mevzuatla değiştirdiğim bir şeyim yok. Benim, kararlı
komutanlarım yok Sayın Bakanım. Benim, Türkiyenin varlıklarından
haraç veren, haraç verecek kadar ciğersiz bir yüreğim yok.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Mesela,
demiryolu ihalelerini, şunlara, haraç niyetine -haraç niyetine-
uluslararası kamuoyunda bizim lobimizi yapsın, meşruiyet
açığımızın arkasında dursun diye verecek
bir karakterim, meziyetim yok. İki koyun gütmeyi beceremeyenlerden
sayılabilir miyim acaba, merak ediyorum.
ALİ ÖĞÜTEN (Karabük)
Evet, sayılırsın.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ
(Mardin) Şüphen olmasın!
ERKAN MUMCU (Devamla) Ve soracağım
şimdi
Değerli arkadaşlar, bu heyete soracağım
son soru, herkes elini vicdanına koysun: Biz buradan bir Başbakanı
Yüce Divana gönderdik, Mesut Yılmaz. Bu Başbakana atfedilen
suç, gece yarısı, ertesi gün yapılacak bir ihale dolayısıyla,
gece yarısı, o ihaleye katılacak iş adamlarının
tamamıyla görüşmüş olmasıydı. Daha önce, bir
Genel Kurul bunu görüşüp reddetmiş olmasına rağmen,
bu Genel Kurul, daha yüksek, kendince daha yüksek bir ahlaki kriter
koyarak dedi ki: Hayır. Bu, ihaleye fesat karıştırmaktır,
dolayısıyla, yargılanmalıdır. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin saygın iradesidir, saygı duyuyorum.
Ben şimdi size bir soru soracağım,
ben size bir soru soracağım: Peki, aynı Başbakan
ya da bir başbakan, ihale yapacağı günün akşamı,
kendisine, ihalede yarışacak şahısları çağırmak,
kendi ayağına çağırmak yerine, ihaleye katılanlardan
birinin mekânına gitse, o mekân geceliği 7.500 euroluk bir
villa olsa, o Başbakan, o şahsa, geceliği 7.500 euro
olan villasında misafir olduğu şahsa o gün Lara Park
adı altında 3.500 dönümlük bir alanı tahsis etmiş olsa,
bu, acaba, ihaleye fesat karıştırmak sayılır
mı sayılmaz mı?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Yüce Divana gider mi gitmez mi?
ERKAN MUMCU (Devamla) Bu, bir Yüce
Divanlık suç mudur değil midir?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
Sizin Bakanlığınız döneminde mi oldu?
ERKAN MUMCU (Devamla) Hemen,
şurada, iki ay içinde oldu.
Benim Bakanlığım döneminde
yaptığım, bu ülkeye katma değer kazandırsın
diye yaptığım bütün projeler, ne yazık ki, iki
şahsın tasavvurlarıyla satıldı, pazarlandı;
bir kısmı Ofer ailesine, bir kısmı da başkalarına.
Ben soruyorum: Değerli arkadaşlar,
bir başbakan, tahsis verilen şahsın -3.500 dönüm Antalyanın
orta yerinde bir arazinin, şahsın- otelinde bir hafta kalsa,
beş gün kalsa -geceliği 7.500 euro olan- sizce, bu, suç sayılır
mı sayılmaz mı? Eğer, bu, suç değil ise daha önceki
neden suç sayılmıştı? Önceki tamamlanmamıştı
bu tamamlandı. Bu kriterler kime göre, neye göre? Bu kimin ahlakı,
bu neyin ahlakı?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Koyun gütme becerisi.
ERKAN MUMCU (Devamla) Koyun gütme
rejimi geçti arkadaşlar, geçti, koyun gütmenin zamanı geçti.
Millet bunların hesabını
sormayacak, bunlar milletin gözünden kaçıyor zannediyorsanız
yanılıyorsunuz. Milletin gözünden kaçar mı kaçmaz
mı bilmem. Çünkü, insanlar, bazen korkularıyla bazen umutlarıyla
oy kullanırlar. Her zaman insanların vicdanlarıyla oy
kullandıkları gibi safiyane bir inanca da sahip değilim,
olabilir. Ama ben içinde vicdan taşıyan bir adamım.
İçinde vicdan taşıyan bir adam olarak, o evrensel teraziyi
taşıyan bir adam olarak ve inançları olan bir adam olarak,
sizin en şerefliniz, insanlarına en çok hizmet edeninizdir
inancına sahip bir insan olarak diyorum ki, insanlarının
hakkını peşkeş çekenler, çalanlar, insanlarının
şerefini alıp başkalarına sunanlar, kaç koyun güderlerse
gütsünler, onlar bu milletin şereflileri olmayacaklar. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar) Onlar, bu milletin
hayırla yad ettikleri olmayacak ve eninde sonunda, kurulacak
bir mahkemede, ama bu dünyada ama ahirette, hesap verecekler.
Ben tekrar ediyorum, yüreği
olan dokunulmazlığı kaldırsın. Yüreği
olan, önce millete hesap verir, ondan sonra neyi istiyorsa onu talep
eder. Biz burada 20 arkadaşız, biz burada 20 arkadaşız;
yarın, belki 25 belki 15 oluruz, çok önemli değil. Bizim
SONER AKSOY (Kütahya) 14
ERKAN MUMCU (Devamla) Canınız
sağ olsun!
Bizim, sizin kudretiniz karşısında,
direnecek gücümüz yok. Gelin, hesap sormaya bizden başlayın.
Hesap sormanın yolu açılsın. Belki bir gün, siz hesap sorduğunuz
için, sizden de hesap soracaklar gelir. Gelin, hesap sormaya bizden
başlayın. Hesap sorulmaya sorulmaya, yetimin hakkı
yene yene, bu memlekette kıyamet kopsun diye bekliyoruz, ama,
ne kıyamet kopuyor ne bir şey oluyor.
Hepinize, saygılar, sevgiler
sunuyorum. Sabrınıza çok çok teşekkür ediyorum. Bütçenin,
yeniden, hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından ayakta alkışlar,
CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Mumcu.
Sayın milletvekilleri, gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları
adına konuşmalara geçiyoruz.
Bütçenin lehinde olmak üzere, Isparta
Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç.
Sayın Bilgiç, buyurun.
Süreniz on dakika. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ
(Isparta) Sayın Başkan, değerli üyeler; 2007 yılı
bütçesinin tümü üzerinde görüşlerimi bildirmek üzere söz almış
bulunuyorum. Sözlerimin başında, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şüphesiz, çok önemli bir bütçe
tasarısı üzerinde görüşlerimizi bildiriyoruz. Özellikle,
Türkiye ekonomisinin 2002den itibaren 2005e kadar, yıllık,
ortalama yüzde 7,5 büyüdüğü bir dönemden bahsediyoruz. Bu dönem,
Türkiyenin, hakikaten pek çok atılıma sahne olmuş bir
dönemidir; ulaştırmadan enerjiye, sanayiden turizme, ticarete
kadar, uluslararası ticarete kadar, sağlığa kadar
her alanda çok önemli atılımlar gerçekleştirilmiş
bir beş yılı tamamlamak üzereyiz. İnşallah, bunun
meyvelerini ülkemiz gördü, görmeye de devam edecek.
Özellikle, hem kişi başına
millî gelir açısından, 2.500 dolardan 5.500 dolara yükselen
bir millî gelir hedefinden bahsediyoruz, gerçekleşmesinden
bahsediyoruz, aynı zamanda, 181 milyar dolardan 410 milyar dolara
yükselen gayrisafi millî hasıladan, aynı şekilde 10
bin doları aşan bir millî gelir, kişi başı millî
gelir hedefinden bahsediyoruz.
Bütün bunlar, gerçekten, bu Hükûmetin
son derece başarıyla gerçekleştirdiği işlerdir
ve son derece iftihara layıktır. Türkiyede, kim ne derse
desin, bu Hükûmet, bundan önceki hükûmetlerin, belki çok partili cumhuriyet
dönemine girdiğimizden beri, son elli beş yıllık
dönemin en başarılı hükûmetidir. Bu anlamda, 19 çeyrektir
de büyümeyi sürekli sağlayabilmiş bir Hükûmetten bahsediyoruz.
Bize çizilen kötümserlik, karamsarlık tabloları, ne milletimizi
ne bizi kandırabilir. Türkiyede son derece başarılı,
uluslararası platformlarda kendi saygınlığını
ispatlamış, dünyanın itibar ettiği, saygı gösterdiği
bir Hükûmetten bahsediyoruz, bir partiden bahsediyoruz, vicdanlı
insanlardan bahsediyoruz. Bu insanlar, bu ülkenin geleceğine,
millete söz verdikleri gibi sahip çıkacaktır. Bu söze biz
sahibiz, bu sözün gereğini de yerine getiriyoruz.
Türkiyede, gerçekten, ciddi dönüşümler
yaşanıyor, hem makroekonomik anlamda hem mikroekonomik anlamda.
Türkiyede cari açık riskine rağmen, pek çok iyi gelişmeler
var ve bu iyi gelişmeler milletimiz tarafında da biliniyor.
Özellikle, Türkiyede ekonomik programın uygulanması ve
Avrupa Birliğiyle müzakere süreci, büyüme hedefini önemli
ölçüde de desteklemiştir. Hükûmetin Avrupa Birliği lehinde
yaptığı tercihler tabii ki doğrudur ve bu anlamda,
devletimizin uzun vadeli politikalarının da bir devamıdır.
Özellikle kamu maliyesi ve faizlerdeki
olumlu gelişmeler, enflasyonun düşüş trendi ve yapısal
reformlar, 2007de de gayrisafi millî hasıla büyümesinin en
önemli sebepleri olacaktır. AK Partinin tek başına iktidarı
ve sağladığı istikrar ortamı, büyümedeki en
önemli unsurdur. Türkiyede bu istikrarla oynamak isteyenler var,
bu istikrarı bu millete çok görenler var. Bu istikrarın getirdiği
bereketi bütün milletimiz biliyor, hissediyor; istihdamdaki 2
milyona yakın artış milletimiz tarafından biliniyor.
Bütün bunlar, Türkiyede, özellikle bu Hükûmetin başarılarıdır.
Aynı şekilde, Hükûmetimiz,
yolsuzlukların üzerine gitme anlamında bankaların,
özellikle yolsuzluğa bulaşmış kişiler üzerindeki
haklarının geri alınmasını teminen bir kanun
tasarısı sevk etmiş ve Büyük Millet Meclisinin toptan
iradesiyle, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna oldukça önemli
yetkiler verilmiştir. Bu anlamda, el konulan bankaların
bunlarla ilişkili kişiler üzerindeki hakları, tekrar
geri alınmaya başlanmıştır. Ama, bu sıralarda
gördüğümüz bir önemli husus var: Bazı idari mahkemelerimiz,
tereddüt belirterek, bu kararların uygulamasından imtina
etmektedirler, yürütmeyi durdurma kararları verebilmektedirler.
Bu noktada, Türkiyenin, yeniden bir Anayasa düzenlemesiyle, kamunun
haklarının iadesi noktasında, hukuk düzeni içerisinde,
tereddütlere mahal bırakmayacak yeni bir düzenleme yapmasına
da ihtiyaç vardır. Ben, yolsuzlukların üzerine gitmek noktasındaki
kararlılığımızın bir ispatı olarak,
bu konuda bir teklifin de önümüzdeki günlerde getirilmesi için gayret
sarf edeceğimi de söylemek istiyorum. Çünkü, kamunun, toplumun
tümünün haklarına yapılan tecavüzün hiçbir şekilde
affedilmesi mümkün değildir ve bu anlamdaki kararlılığımızın
da pekiştirilmesi gerekmektedir, tüm Büyük Millet Meclisi olarak.
Gene aynı şekilde, ülkemizin
sadece tarım sektöründe sağladığı ufak başarılardan
bir demet sunmak istiyorum: Özellikle, 2 bin dolayında kooperatif
kurulmuştur bizim dönemimizde. Bu kooperatifler vesilesiyle
914 proje gerçekleştirilmiş, 551 trilyon liralık kaynak,
kooperatifleşme ve düzenli hareket için aktarılmıştır.
1.256 proje, gene, hibe bazında 151 trilyonluk kaynak sağlamıştır,
tarımda sanayileşmeyi, yapısal bir dönüşümü desteklemiştir.
Gene tarım sigortası uygulaması başlatılmış
ve yüzde 50 destek uygulaması başlatılmış;
2007de de bu amaçla 90 trilyonluk bir kaynak bütçemize konulmuştur.
Ayrıca, özellikle enerji alanında,
Hükûmeti devraldığımızdan bu yana, 31,8 megavat düzeyinde
olan kurulu kapasite, yüzde 28 artışla, 40,2 milyon megavata
çıkartılmış. Aynı şekilde, Türkiyede tüketilen
enerji üretimi, 129 milyar kilovattan, yüzde 35 artışla,
174 milyar kilovat saate yükselmiştir. Türkiyede çok büyük enerji
yatırımları gerçekleştirilmiştir, enerji
kullanımında verimlilik sağlanmıştır,
yerli kaynaklara çok büyük bir önem verilmiştir.
Türkiye, gene, kendi, bu Hükûmet döneminde,
uluslararası alanda çok önemli başarılar elde etmiş,
özellikle İslam Konferansı Örgütünün Genel Sekreterliği
bir Türk tarafından deruhte edilmeye başlanmış, bütün
bir eski Osmanlı coğrafyasında ve Avrasyada çok önemli
faaliyetler gerçekleştirilmiş, TİKA sadece Avrasyadan
bütün Osmanlı coğrafyasına kadar faaliyetlerini genişletmiş
-Filistin başta olmak üzere- ve hatta Cezayir hükûmet yetkililerinin
bir teklifi olarak da, yeniden Osmanlı milletler topluluğunun
kurulması önerilmiştir. Bu, bu Hükûmetin başarısıdır,
bu Hükûmetin uluslararası alanda sağladığı başarının
bir göstergesidir.
Şüphesiz, Avrupa Birliği
Türkiyeye bir haksızlık yapmıştır, verdiği
sözleri tutmamıştır. Bu sözlerin tutulmamasının
sorumlusu ne Hükûmettir ne Sayın Başbakandır.
Biz, özellikle uluslararası
mali piyasaların sürekli tedirgin olduğu ortamlarda,
Türkiyenin sıcak para akışının büyük ölçüde
sağlandığı ortamlarda, özellikle Cumhurbaşkanlığı
veya erken seçim gibi tartışmaların, yabancıların
ekmeklerine yağ sürmek ve bunlara ekstra faiz ödemekle eş
değer olduğunu düşünüyoruz.
Türkiyede anayasal düzen içerisinde seçimlerin ne zaman yapılacağı,
Cumhurbaşkanını kimin seçeceği de bellidir. Bu
konuda bizim hiçbir tereddüdümüz yok. AK Parti Grubu, kendi içerisinde
kendi adayını belirler ve seçer. Bizim kimsenin tavsiyesine
de ihtiyacımız yok. Ayrıca, bu konuda Başbakanımızın
tercihi ve iradesi de bizim için son derece önemlidir. Bizim kendisine
olan saygımız ve bağlılığımız da
son derece büyüktür. Türkiyede hiç kimse, bu Başkanımızın
sağladığı büyüme, gelişme ve sosyal adalet anlayışının
önünde bir çabayı da gösterememiştir. Türkiyede millet
hakkında, millet üzerinde istifhamlar yaratacak provokatör
konuşmaların ne ülkemize...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Bilgiç, süreniz
bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayınız. Üç
dakika ek süre veriyorum.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ
(Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkan.
Ülkemizde istikrarı bozacak,
güven ortamını sarsacak provokatör, mesnedi olmayan konuşmaların,
milletin gerçeğiyle hiçbir alakası yoktur. Hiç kimse karnından
konuşmayacak bu ülkede, herkes ne söylüyorsa delillendirecek,
belgelendirecek. Milletin kafasını karıştırmaya
yönelik anlamsız konuşmalar bu millet tarafından reddedilmektedir,
bu parti tarafından reddedilmektedir. Bu Meclis, bu tür lüzumsuz
konuşmalara da kulaklarını tıkar, anlamsız
konuşmalarla da vakit kaybetmez. Bu ülkenin yapacak çok
işi var, bu Hükûmetin yapacak çok işi var.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) O
zaman seni niye dinliyoruz?
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ
(Devamla) Şüphesiz, biz çalıştık, yaptık, başardık.
Yaptığımız işler, herkesin önündedir, herkesin
gözü önündedir. Bu millet bunu takdir ediyor. Hiç kimsenin bu konuda
tereddüdü yok. Sadece muhalefet anlamında, spekülatörlerin
ekmeğine yağ sürmek, faiz rantı kazandırmak isteyenler
dışında, bu millet istikrardan yanadır, düzenden
yanadır, büyümeden, refahtan, gelişmeden yanadır.
Adalet ve Kalkınma Partisinin icraatlarını tüm milletimiz
benimsemektedir. Bunun aksine bir düşünce, görüş de milletimizde
yoktur. Hiç kimse delillendirmediği, belgelendirmediği
hiçbir şeyle milleti işgal etmemek zorundadır.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul)
Sen de çok işgal ettin.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ
(Devamla) Şüphesiz, Türkiyenin yapması gereken çok önemli
işler var. Bu işlerden bir tanesi de, özellikle cari açığın
kapatılması noktasında Hükûmetimizin başlatmış
olduğu ve sadece bu yıl 1.250 milyar YTL veya eski tabirle 1
katrilyon 250 trilyon TL olan ar-ge
bütçesidir. Türkiyede, bu anlamda, Hükûmetimiz hiçbir hükûmetin göstermediği
bir performansla Türkiyenin mikroekonomik yeniden yapılanmasını
gerçekleştirmek üzere önemli kaynaklar tahsis etmiştir ve
tahsis etmeye de devam edecektir. Türkiyenin umudu, geleceği
istikrar ve güvendedir. İstikrar ve güvenin adresi de AK Partidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin sonunda yüce heyetinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyor, 2007 yılı mali bütçesinin ülkemize,
milletimize hayırlar, uğurlar getirmesini diliyor, sevgi
ve saygılarımı sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın Bilgiç teşekkür
ederim.
Söz sırası, bütçenin aleyhinde
söz isteyen Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elâzığ
Milletvekili Sayın Mehmet Ağarındır.
Sayın Ağar, buyurun efendim.
Süreniz on dakika.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elâzığ)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım
ve Doğru Yol Partimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bizden evvel uzun uzun konuşuldu,
rakamlar tartışıldı, rakamlara girerek zamanınızı
almayacağım. İki sebepten: Bir, malum, zamanımız
fevkalade kısa, bir diğeri de Türkiyenin tablosunu öncelikle
değerlendireceğiz. Ancak, bu arada, iktidar sözcülerinin
sürekli olarak bahsettikleri istikrar kelimesine herhâlde bir
açıklık getirmemiz gerekiyor.
İstikrar, sadece bir parlamentoda
sayısal çoğunluğa sahip bir partinin tek başına
iktidarıyla söz konusu olsa, mesele kalmayacak, o zaman Türkiye'de
hiçbir problem kalmaz, istikrar da devam ediyor. Zaman zaman da iktidar
sözcülerinin veya Başbakanın söylediği gibi, bazı
beyanlar gerilmeyi, germeyin ortalığı piyasalar bundan
etkileniyor
Öncelikle iktidar partisinin sözcüleri kendilerine
dikkat etmeleri lazım, bu konuda eğer bir endişeleri
varsa.
İstikrar ne demektir, bir kere
bir onu kavramak lazım. İstikrar şudur: İstikrar,
tek başına bir partinin sayısal çoğunluğu değildir.
İstikrarın üç tane ana unsuru vardır: Bunlardan bir tanesi
yönetişimdir, yani yönetimin paylaşılmasıdır.
Özellikle ekonomide, karar mekanizmalarının içerisine
ekonominin objelerini, özellikle özel sektörün tümüyle, büyük bir
varlığıyla çaba gösterdiği bu süreçte, karar mekanizmalarının
içerisine özel sektör ve ekonominin diğer tarafları -çalışanlar
da dâhil olmak üzere- tümüyle var edilmesidir, ki buna yönetişim
deniliyor; Ekonomik ve Sosyal Konseyi göstermelik olmaktan çıkarıp
fonksiyonel hâle getirmekle olur.
İkinci mesele istikrarda, hesap
verebilirliktir, şeffaflıktır. Bunun olabilmesi
için, siyasette yeniden yapılanmanın gerçekleştirilmesi
gerekiyor idi. Bugüne kadar, dördüncü sene bitmiştir, bunun da
gerçekleştirileceğine dair herhangi bir işaret görülmemektedir
ki, bunun için de dokunulmazlıkların sınırlandırılmasından,
siyasetin şeffaflığına kadar, finansmanının
şeffaflığına kadar, ihalelerin usulüne uygun yapılmasına
kadar, denetleme mekanizmasının olmasına kadar ve
elbette ki, siyasi partiler yapısındaki demokratikleşmenin
herkesin şikâyetçi olduğu lider sultalarının kaldırılmasına
kadar yeni bir siyaset yapılanmasının şeffaflık
temelinde gerçekleştirilmesi gerekiyor idi.
Üçüncü konu da istikrarda, öngörülebilirliktir.
Biraz evvel konuşmalarda geçtiği gibi, bir ay stopaj vergisi
koyup, üç ay sonra onu kaldırmak öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır.
Bugünden, asgari on sene sonrasında ne olacağını
yatırımcının bilmesi gerekir idi.
O bakımdan, meseleyi, sadece
bir istikrar kelimesinin arkasına saklanarak, bugünkü iktidarın
sürgit devamının sanki Türkiyenin bir mecburiyetiymiş
gibi takdim etmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. İstikrarın
temelinde bu üç kavramın kuramsal olarak yerleştirilmesi
lazımdı. Birçok meselede olduğu gibi, geçen dört
yıllık zaman zarfında bunların hiçbir tanesi gerçekleştirilememiştir.
Yani, 3 Kasım öncesinin milleti etkileyen tablosu bugün ayniyle
vakidir ve o vaki olan sonuçlara göre milletin de ne karar vereceğini
göreceğiz.
İç politika açısından
meseleye baktığımızda, geldiğiniz güne nazaran
bugün ülkenin borcu ve açığı artmıştır hem
de kahir ekseriyetin de borcu ve açığı ziyadesiyle
artmıştır. Yani, bu koltuklarda sizi kim oturtmuşsa
onların hâlleri düne göre daha kötüdür. Meselenin temeli budur.
Milletin taşıdığı bu koltuklara gelindikten
sonra, üzülerek ifade etmek lazım ki, bu koltuklara sizi taşıyanlarla
bağlarınız kopmuştur.
Şimdi ben soruyorum: Onların
isimleri geçtiğinde acaba bir rahatsızlık var mı
yok mu? Çiftçi denildiğinde, emekli denildiğinde, işçi
denildiğinde, küçük esnaf denildiğinde, KOBİ denildiğinde
iktidar partimizin yüzleri ne şekil alıyor, bunu hep birlikte
merak ediyoruz. Hayır diyorsanız mesele yok. Benim bir
tek ricam var; o zaman, onların kuruluşlarının genel
kurullarına iştirak etmenizdir. Buyurun, gidin bir emekli
derneğinin, cemiyetinin, büyük kuruluşunun genel kuruluna;
buyurun, bir işçi sendikalarının genel kuruluna gidin;
buyurun, KOBİ derneklerinin genel kuruluna gidin ve buyurun,
çiftçi kurultaylarına gidin, hep beraber görelim veyahut da
değerli bakanlarımız, hepsi onların bu tür etkinliklerine
bir gidiversinler, görelim.
Bin yıldır bizim hâkimiyetimizde
olan Anadolunun bilinen tarihinde, bu Hükûmet döneminde ilk defa bereket
suçlanmış, ürünün neden bol olduğu sorgulanır
hâldedir. Dört yıldan beri söylüyoruz; şehir şehir, meydan
meydan, köy köy geziyoruz, çiftçiye karşı uygulanan imha
politikalarını söylüyoruz, ama, kimsenin kılı
kıpırdamıyor. Sizden önce başlayan bu politikalara
merhametsizce devam ediliyor.
Yüzlerce defa sorulmuştur;
seçim meydanlarında dolaşıp da kaldıracağım
dediğiniz, kaldıramadığınız kotalarınızla,
ithal politikalarınızla, çitinden çubuğundan, yurdundan,
toprağından ettiğiniz insanlara, kapkaçın
dışında bir teklifiniz olmamıştır. Ortaya
çıkan mecburi göçün kaçınılmaz adresi kapkaçla nihayetlenmiştir,
yegâne teklifiniz bu olmuştur.
Kepengi aziz tutunuz dedik. Nanıaziz
dediğimiz ekmek aziz olduğu için, kepengin mutlak şekilde
korunması lazım geldiğini söylediğimizde, kepengin
daha çok ekmek olduğunu maalesef kimse anlamadı. Kaç kepenk
indirildi, bundan kimsenin haberi var mı, indirilen kepenklerin
acısı yüreklerde midir, bunu hep birlikte göreceğiz.
Emeklilerle ilgili olarak yaptığınız
zamlarla ilgili olarak emeklilerin söylediklerini eğer bu kürsüden
nakletmeye kalksak, bunların zapta geçirilmesi söz konusu olamayacağı
için, söylememiz de söz konusu değildir. Duymamış olan
veya merak eden varsa, gazete haberlerine veya bir emekli derneğini
ziyaret ettiklerinde bu konudaki kanaatlerini almakta hiçbir
zorlukları olmayacaktır. Türkiyenin her köşesinden
bereketi fışkırtan, fındığından, ayçiçeğinden,
pamuğundan, şeker pancarına, buğdayına kadar
bütün alanlardaki bu sıkıntılar ağırlıklı
olarak devam etmektedir.
Hükûmet yetkililerinin zaman zaman
hayranlıkla ifade ettikleri Çin mucizesinin altının
KOBİler olduğunu biliyoruz. Bizim siyaset geleneğimizin
büyük emek sarf ederek ortaya koyduğu KOBİlerin bugünkü
hâline bir bakalım. Tarihin bir cilvesi de şudur: Kadri ve
kıymeti bilinmeyen, bu Hükûmeti var eden gücün altındaki en
önemli unsurlardan biri de KOBİlerdir. KOBİler, Türkiyeyi
yaşatan, büyüten ve geliştiren vazgeçilmez kurumlarımızdır.
Bugün, kredilerden istifade ettikleri oran sadece yüzde 4tür. KOBİler,
bu Hükûmetten umudunu kesmiş, hâlâ Hükûmet, dördüncü yılın
sonunda yaklaşımların nasıl olacağının
tartışmasına başlamış, seçime kadar da
tamamlayıp tamamlayamayacağı belli değildir,
bu arada atı alanlar da Üsküdarı geçmiş durumdadır.
Çalışanlardan bahsetmeyeceğim,
işsizlerden de bahsetmeyeceğim, çünkü, işsizlerin yürekler
acısı hâllerini yeteri derecede söyledik. Onlar için artık
çözüm bir başka meclistedir, bir başka hükûmettedir, bir
başka gündemdedir; ne bu Meclisten ne bu Hükûmetten çözüm konusunda
bir beklentileri kalmamıştır. Çalışanlardan
bahsetmeme sebebim de şudur: Bütün sıkıntılarına
rağmen sefalet ücretleriyle de olsa, bir iş sahibi olabilmek
bugün Türkiyede, maalesef, gıpta edilecek bir durum hâlindedir.
Olayın gerçek yüzü tamamıyla budur.
Peki, diyeceksiniz hiç memnun
olan yok mu? Elbette var. Memnun olanlar vardır; yılbaşı
gecelerinde 15 bin euroya lüks otel odalarında eğlence peşinde
koşanlar, bu hâl ve gidişten fevkalade memnunlardır.
İçerideki hâlimizin net ve özet olarak tablosu budur, resim budur.
Dönüp, bir de dışarıya
bakalım: Karnı tok olmayanların acaba başı
dik mi? Türk cumhuriyetleri nezdinde hâlimiz, erken uçak kaldırıp
kaçırmakta, bir de, giden işçilerimizin dövülüp gönderilmesinden
ibarettir. Bunun dışında başka bir haber varsa, hatırlayan
varsa, buyurun, dinlemeye hazırız.
Avrupa Birliğini çok konuştuk,
daha da çok konuşacağız. İnşallah Meclisimiz
Madem seçime gitmeme kararında ısrarlısınız,
hiç olmazsa tarımdı, esnaftı, KOBİydi, emekliydi,
Avrupa Birliğiydi, dış politikaydı, terördü
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ağar,
söz süreniz bitti, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla)
Hayhay Başkanım.
...bu konularda zaman verin Mecliste
açık açık tartışalım.
Avrupa Birliğinde geldiğimiz
nokta şudur: Ne kadar limanı, ne kadar havaalanını,
ne kadar zamanda açacağız; geldiğimiz nokta maalesef
budur. Büyük bayram edasında kutlanan, Sayın Başbakanın
da mübarek olmasını dilediği Avrupa Birliği bayramından
ne kalmıştır? Bugün 15 Aralık
İki gün sonra ilan
edilen bu bayramın seneidevriyesinde bu kutlamaları kabul
edecek var mıdır Hükûmette, bunu da meraken bekliyoruz.
Şu soruya da elinizi vicdanınıza
koyarak cevap verin: Bırakın dünyayı, bölge ülkeleri
ve bölge liderleri arasında en itibarlı yapıya sahip
olan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti bu pozisyonunu hâlâ muhafaza
edebilmekte midir, yoksa geçmişin şer ekseni etrafında
sayılan ülkeleri, bugün bölgenin temel meselelerinin çözümünde
Türkiyenin birkaç adım önünde midirler?
Hükûmetiniz döneminde cumhuriyet
ilk defa Düyuni Umumiyeyi çağrıştıran bir muameleyle
karşı karşıya kalmıştır. Bu muamele
koordinatör atamasıdır. Israrla söyledik, Osmanlı
hangi unsurunu yabancı bir güçle konuşmuşsa kaybetmiştir.
Huyunu suyunu bildiğiniz, kendi nüfus kâğıdını
taşıdığınız teröristle mücadele sizin
işinizdir. Hiçbir yere havale edemezsiniz. Kimse sizin için terörle
mücadele içerisine giremez.
Geldiğimiz nokta malumdur.
Noktanın geldiği yer, Başbakanlık içindeki binada
oda tartışmasıdır. İnşallah hâlledilir.
İnşallah, Başbakanlık binasında oda meselesini
çözemeyen Hükûmetin, terör meselesini nasıl çözeceğinin
cevabı da milletimizce merak edilmektedir.
Karnını tok, başını
dik tutamadığınız ahalinin asabını da üslupla
bozmamaya dikkat etmeniz gerekmektedir. Bazı makamlarla ilgili
konuşma üslubunuz, bazı kurumlarla ilgili konuşma
üslubunuz devletin nezaket ölçülerine uymak durumundadır.
Mesele ahalinin asabını bozmuştur, ancak bunların
konuşulma zamanı vardır. Ancak, milletin hissiyatına
tercüman olma bakımından Sayın Denktaşla ilgili
söylediklerinizin cevabını yüce Meclisin zabıtlarına
geçirmek için söylemek durumundayım.
Rauf Denktaş, Türklüğün
büyük ve mukavim yüreğidir. Dünyanın neresinde Türklük
varsa orası Denktaşın memleketidir. Burası önce
Sayın Denktaşın memleketidir, burada yaşamasından
herkes gibi bizler de şeref duyarız. Sayın Denktaşa
memleket tarif edip git demek kimsenin haddi olmasa gerek. (DYP
sıralarından alkışlar)
Takatini ve mecalini kaybetmiş
bu Meclisin yola nasıl devam edeceği de milletin soruları
arasındadır. Yeni bir Meclis elbette gelecektir. Türkiyeye
dününü aratan bu Hükûmet gidecek, yepyeni bir hükûmet gelecektir. 780
bin kilometre karede husumet üretilmesini önleyemeyen bu Hükûmet
yerine, 1 milyon kilometreyi aşkın coğrafyada sevgiyi,
kardeşliği, muhabbeti, gücü var edecek olan bir hükûmet mutlak
şekilde gelecektir. Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!/Sabredin,
gelecektir, solmaz, pörsümez yeni!
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (DYP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Ağar.
Sayın milletvekilleri,
20.05te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.53
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.07
BAŞKAN: Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
2007 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve
Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine
devam edeceğiz.
III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1252) (S. Sayısı:1269)
(Devam)
2.- 2005 Mali Yılı Genel Bütçeye Dahil Dairelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 2005 Mali Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/1236, 3/1139) (S. Sayısı: 1270) (Devam)
3.- 2005 Mali Yılı Katma Bütçeye Dahil
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 2004 Mali Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1237,
3/1140) (S. Sayısı: 1271) (Devam)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet
sıralarında.
Şimdi, söz sırası,
Hükûmet adına Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğana
aittir.
Buyurun Sayın Başbakan.
(AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Siirt) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri
en kalbî duygularla selamlıyorum, sizlerin şahsında
milletimizin değerli fertlerini en kalbî duygularımla selamlayarak
konuşmama başlıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin 2007 Mali
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve
2005 Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelerde
Hükûmetimin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda
bulunuyorum.
2007 bütçesi Komisyondaki
aşamalarını tamamlayarak Genel Kurulumuza geldi.
Bütçenin bütünü üzerinde Maliye Bakanımız sunuşlarını
yaptılar, parti temsilcilerimiz değerlendirmelerini
sundular. Yapıcı eleştiri ve uyarılarıyla
bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese şahsım
ve milletim adına teşekkür ediyorum.
Maliye Bakanlığımıza,
Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine ve bürokratlarımıza
özellikle teşekkür ediyorum. 2007 yılı bütçesi ülkemize
ve milletimize şimdiden hayırlı olsun.
Ben ayrıntılara girmeden,
bütçemizin ve ekonomik politikamızın ana ilkeleri çerçevesinde
değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmet olarak bugüne kadar biz kendimize bir ilkeyi
yola çıkarken belirledik. Bu ilke, millet öncelikli siyaset
ilkesiydi. Bugüne kadar böyle geldik, bundan sonra da aynı
şekilde bu yola devam edeceğiz. Halkın, genciyle, kadınıyla
yönetime katılmasının bütün kanallarını açtık,
açmaya da devam edeceğiz.
Bugüne kadar, Türkiyenin büyüme, adaletle kalkınma hedeflerini
gerçekleştirmesini bütün siyasi mülahazaların üzerinde
tuttuk. Bir hukuk ve adalet ülkesi olmak için bu adımı attık.
Devletin toplumla kucaklaşması için bu adımları
attık.
Güven zemininin güçlenmesi için,
ülkemize kazandırdığımız değerleri daha
ileri noktalara taşıma azminde ve kararlılığındayız.
Hükûmetimiz, günübirlik popülist
politikalara, kısa vadeli kazanımlara tenezzül etmeden,
Türkiyenin gelecek perspektifini planlamaya devam etmektedir.
Cumhuriyetimizin 100üncü
yılına şimdiden kendimizi odaklamış bulunuyoruz.
Bize göre, en temel değerlerimiz olarak cumhuriyetimiz ve demokrasimiz,
halkımızın mutluluğu, huzuru ve refahıyla
birlikte güçlenecektir. Hiçbir zaman halkı zayıf, halkı
güçsüz; ama, yönetimi güçlü bir devlet tasavvurumuz olmayacaktır,
aynı şeyleri söylüyorum. Aksine, bizim yönetim felsefemiz,
devletin toplumla birlikte güçlenmesidir, aynı şeyleri
söylüyorum; dün de bunu söyledim, bugün de söylüyorum, buna inanıyorum,
yarın da bunu söyleyeceğim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bu yolda birlikte düşünmeye, birlikte karar
almaya, halkımızı olabildiğince yönetime katmaya
azami özen gösteriyoruz. Bunun için milletvekili seçilme yaşını
yirmi beşe indirme cesaretini bu Parlamento göstermiştir,
biz gösterdik, burası önemli. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunun için demokratik özgürlük alanlarını
genişletmekten korkmadık. Zira, biz, kendimize güveniyoruz,
milletimize güveniyoruz ve birlik, beraberlik ruhunu güçlendirmek
için de, istiyoruz ki, daha genç yaşlarda Parlamento içerisinde
gencimiz, kadınımız yerini alsın.
Türkiyenin tam bir hukuk devleti
olabilmesi, insan hak ve hürriyetlerinin eksiksiz uygulanması
için büyük hukuk reformları gerçekleştirdik. Bütün başarılarımızı
milletimizin kazanç hanesine hep birlikte kaydettik. Zira, yolun
başında söz verdiğimiz üzre, milletimize, ülkemize,
insanımıza hizmetten daha büyük bir şeref, daha büyük
bir rütbe tanımıyoruz. Bu şerefi, bütün mevkilerin,
bütün makamların üzerinde görüyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Milletin rızasını, takdirini bütün
sıfatların üzerinde tutuyoruz.
Şartlar ne olursa olsun,
dışarıda ve içeride hangi gündemler dayatılırsa
dayatılsın, Türkiyeyi küçük düşürmek isteyenler ne
derlerse desinler, biz, Hükûmet olarak, AK Parti İktidarı
olarak demokrasi, hukuk, adalet ve kalkınma hedeflerimizden
asla şaşmayacağız. Yasama olarak, yürütme olarak
demokrasi, hukuk, refah ve kalkınma yolunda devasa adımlar
attık.
Bu süreçte bütün dünyanın gözleri
Türkiyenin üzerinde oldu. Dünya, bugüne kadar hiç konuşmadığı
kadar Türkiyeyi konuşmaya başladı. Başarmak için
gösterdiğimiz azim ve irade, bütün dünyada büyük yankılar
uyandırdı. Türkiyenin siyasi iradesinin sağlamlaştığını,
yıllardır tartışılan, ama çözümlenemeyen yapısal
sorunlarımızın süratle bertaraf edildiğini gören
dünya medyası, yakın tarihte hiç konuşmadığı
veya yakın tarihe kadar hiç gündemine almadığı
Türkiyeyi, artık, gündemine vazgeçilmezler arasına koyarak,
tartışmaya başladı. Hiç kuşkusuz, bu güçlü iradeyi
kuvveden fiile çıkaran hükûmet, bizim Hükûmetimiz oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
itibarı milletimizin itibarıdır dedik, yola böyle
çıktık. İstiklalimizin sembolü, cumhuriyetimizin
ve demokrasimizin beşiği olan Türkiye Büyük Millet Meclisi
cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki itibarına
yaraşır bir özveriyle çalışmalarını sürdürdü.
İktidara gelirken vadettiğimiz gibi, zayıflayan,
itibar kaybeden özellikle temel kurumlarımıza yeniden
itibar, yeniden güç kazandırdık. Bunu sizler yaptınız,
sizler başardınız.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; milletim adına sizlere teşekkür ediyorum.
Bu reformlar sayesinde -her ne kadar birileri nereden nereye geldiğimizi
hazmedemiyorsa da, hazmetmeye alışacaklar- bu süreç aynen
böyle devam ediyor. Çünkü, dünya takip ediyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İlk bütçemizi hazırlarken
bize şu soruluyordu: Kaynak nerede? Biz diyorduk ki: Kaynağımız
Türkiye. İkinci bütçemizi hazırlarken Refahın, kalkınmanın,
büyümenin ön şartı demokrasidir, toplumun güçlenmesidir.
demiştik. Üçüncü yıl bütçemizi hazırlarken, Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunarken demiştik ki: Adalet millî bir
meseledir, hukuk devleti millî bir meseledir, sosyal barışın
korunması millî bir meseledir, milletle devletimizin aynı
yöne bakması en büyük millî bir meseledir. demiştik. Dördüncü
bütçemizi Meclise sunarken Türkiye kabuğunu kırdı
ve küresel bir aktör oldu. demiştik.
Evet, şimdi, beşinci
yıllık iktidarımızın son bütçesini sizlere
sosyal istikrar ve sosyal koruma bütçesi olarak takdim ediyoruz. Tabii,
bu, bugüne kadar yaşanmamış olan, ilk defa, evet, beşinci
bütçesini hazırlayabilen bir bütçe. Bundan dolayı sizleri
tekrar tebrik ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bütçemiz, Türkiyenin kaynakları
ve imkânları ölçüsünde toplumun ihtiyaçlarını ve taleplerini
önceleyen bir bütçedir. Zira, biz dört yıllık iktidarımızda,
bütün göstergelerde, evet, rekorları kırdık. Ne yaptık?
Bir iddiayla yola çıktık. Dedik ki: Türkiyeyi dört temel
taş üzerinde yükselteceğiz.
Şimdi merak ediyorlar Ne yaptınız,
ne yapıldı? diyorlar. Yine söylemek zorundayım: Türkiyeyi
iyi takip etmek, gezmek, izlemek, ne yapıldığını
görmeye yeter. Türkiye şu anda bir şantiye, şu anda devlet
olarak yaptıklarımız, kamu olarak yaptıklarımız,
bir de özel sektör olarak yaptıklarımız... Biz şu anda
-dikkat edin- bir şeyi çok önemsiyoruz: Birilerinin ağlayıp,
birilerinin sevindiği değil. Ya?.. Herkesin sevinebileceği
bir Türkiyeyi inşa etmeye çalışıyoruz ve biz istiyoruz
ki, bu ülkede faaliyet dışı gelirlerin yüzde 85-yüzde
90lara çıktığı bir Türkiye değil. Ya?.. Yatırımlarla
bezendiği bir Türkiye. Bunu istiyoruz, şu anda bu yapılıyor
Türkiyede. Bunu iyi takip edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Araştıralım, bakalım,
acaba şu anda Türkiyede biz iktidara gelmeden önce faaliyet
dışı gelirler ne durumdaydı, şimdi ne durumda?
Açın da bunu bir araştırın, inceleyin. Yüzde 85-yüzde
90da faaliyet dışı gelirlerle, yattığı
yerde para kazananlar dönemi bitti. Şimdi alın teriyle, çalışarak,
yatırım yaparak para kazanma dönemi başladı.
Şimdi bu var. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve dört temel taşın birincisi
eğitim dedik ve değerli arkadaşlar, biraz insaf, biraz
izan olursa, o zaman, Türkiyenin dört bir yanında nasıl okullarımızın
yükseldiğini hep beraber görmek imkânı olur ve şu anda
100.280 dersliğe ulaştı eğitim yatırımlarımız.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bu bir rekordur,
bunu görün. Bu görmemezlikten gelmek bir şey kazandırmaz.
Bu heyecanı hep beraber yaşayalım.
Geçen, Türkiyeyi çok dolaşan
bir dostum bana şunu söyledi, dedi ki: Doğunun bir köyündeydim.
Orada bir okulu dolaştım, ziyaret ettim ve bu okulu ziyaret
ettiğimde okuldaki öğretmen bana şunu söyledi:
Ağabey, ya, yani, bizim okula ADSL geldi. Bu Hükûmet daha ne yapsın?
Ta bu köye, bu köydeki okula ADSL sistemi bağlanacak. Ne yapsın
bu Hükûmet? Bana bunu söyledi dedi.
CANAN ARITMAN (İzmir) Hangi
köy efendim?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ben Şemdinlide kendim bizzat gördüm. Eğer
Şemdinliye kadar uzanırsanız siz de görürsünüz.
Şemdinlide gördüm. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şemdinlide kendim gördüm. Yüksekovada gördüm. Eğer giderseniz
siz de görürsünüz. Ama, sizin Güneydoğu, Doğu gibi, böyle
bir planınız, bir dolaşmanız yok ki. Ancak gidenler
bilir.
Ve hani ben bütün köyleri dolaşıyorum,
bütün ilçeleri dolaşıyorum, illeri dolaşıyorum
diyenler, kusura bakmasınlar, en az gittiğim yere, ben,
Başbakanlığım dönemi de dâhil olmak üzere, iki kere
gittim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
Yurt dışına da gittiniz, doğru.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Doğru, yurt dışına da gidiyorum. Yurt
dışına da gidiyorum. Gideceğim tabii.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
Yurt dışını dolaşıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Türkiye dünyada marka olduysa bununla oldu. Olacak tabii...
Olacak
Olacak
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Gitmediğiniz yer sizin değil,
gittiğiniz yer sizindir. Bunu böyle bileceksin. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Eğer gittiysen bu olacak,
gitmeden bu olmaz. Zaten, ne çektiysek bugüne kadar, gidilemediği
için çektik. Eğer bugün ihracatımızda 36 milyar dolardan
şu anda 85 milyar dolara dayandıysak, bunun sebebi bu dolaşmalardır.
Şahsım, bakan arkadaşlarım, hep birlikte söz verdik,
fellik fellik bütün dünyayı dolaşacağız diye. Dolaşıyoruz
ve bütün cumhuriyet tarihinde 36 milyar dolar ve buyurun, şu
dört senede 49 milyar dolar onun üzerine koymuşuz, dört senede.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Artık bunu
görelim, bunu görelim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) İthalat
ne kadar?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Onu da söyleyeyim size: İthalatta neyi ithal ettiğimizi
bir araştıracaksınız. Acaba geçmişte olduğu
gibi lüks tüketim malları mı, yoksa sadece 29 milyar dolar
enerji, bunun yanında
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yüzde
15
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Değerli arkadaşlar, ben sükûnetle hepinizi dinledim.
Sizler de dinlemesini bir öğrenin lütfen.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Siz, bizi
dinlemediniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve 29 milyar dolar sadece enerji girişi. Bunun yanında,
değerli arkadaşlar, makine alımına baktığınız
zaman, makine ve teçhizatta da neredeyse bir o kadar, 19 milyar dolar
da oradan giriş var.
Bakın, bunlarla, Türkiyedeki
ithalatın kazandırdığı, ülkemize, farklı
bir alan var ve bu farklı alanla sanayide, teknolojide bir gelişime
doğru ülkemiz gidiyor. Ve şu anda, ekim ayı sonu itibarıyla
15,8 milyar dolar doğrudan yatırım Türkiyeye girdiyse,
kusura bakmayın, bu rakamlar nereden geldi acaba?
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya)
Bankalardan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bu yatırımlar nedir acaba? Bakın, ben
sıcak parayı konuşmuyorum. Ya?.. Ülkede direkt yatırıma
giren parayı konuşuyorum sizinle. Bizden önce, dört seneden
önce, bu ülkede 1 milyar doları aşmıyordu; ama, iktidara
geldiğimizden bu yana sürekli tırmanıyor ve şimdi
geldiğimiz nokta ortada. Ve Sayın Baykal, kusura bakmasın,
burada bizim çok çok verimli olan kuruluşlarımızın
satılışından bahsetti. Doğru, onlardan da sattık;
ama, özel sektörün satışlarını niye konuşmuyorsunuz?
Bunun büyük bir çoğunluğunu özel sektörün satışları
Nitekim, ifade ettiniz, yani bu bankalar, özel sektör bankasını
satıyorsa, bundan dolayı biz niye rahatsız oluyoruz?
Paramıza, yine, küresel sermaye geliyor, çok daha farklı
bir şekilde girerek, bu ülkede bir katma değer sağlayacak
ve dünya pazarıyla irtibatı çok daha farklı olan bir yapıyı
oluşturuyor ve bundan dolayı, bu para başka yere gitmiyor.
Burada, özel sektörde herhangi bir vatandaşımız sattığı
zaman, o dolarlar bu ülkeye giriyor, başka yere girmiyor
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Kârlar
nereye gidiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
ve burada yatırıma dönüşüyor. Bunu göreceğiz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Kârlar
nereye gidiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve şunu da bilmemiz lazım: Eğer, bizler, küresel
bir dünyada özellikle bir mücadele sürdüreceksek ve bu mücadele
esnasında, biz, dünyada yerimizi dört dörtlük alacaksak, burada
rahat olacağız, onurlu olacağız ve bu onurlu bir
şekilde bu süreci devam ettireceğiz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Evet,
taşeron olacağız!.. Taşeron olacağız!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve eğitimde bu atılan adımlarla, değerli
arkadaşlar, biz yolu kesmedik. Ya?.. Bakın, göreve geldik,
bir üniversite öğrencisinin aldığı burs 45 milyondu.
Ama, şimdi, bu bütçeyle birlikte bir üniversite öğrencisinin
alacağı burs 150 milyona çıkıyor, 150 YTL, 150 YTL!
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) Kaç kişiye
burs veriyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Yani, cumhuriyet tarihinde 45 YTLye çıkmış
ve dört senede 105 YTL bunun üzerine ilave etmiş buradan
CANAN ARITMAN (İzmir) Simit
parası
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
ve bu konuda, değerli arkadaşlarım, gelinen
nokta çok açık, net, rakamlarla ortada.
Ayrıca, bakınız,
Haydi Kızlar Okula Kampanyasıyla, bizler, özellikle ilköğretimde
erkek öğrencilere 18 YTLyi verdik, veriyoruz, kızlara 22.
Lisede, erkek öğrencilere 28, kızlara 39; vermeye devam
ediyoruz. Annelerin hesabına bu para giriyor ve bununla, 200
bini aşkın yavrumuz eğitime kazandırıldı
ve bu adım, bu çalışma, aynı hızla devam ediyor.
Bunu, şu anda televizyonları başında izleyenler,
zaten, çok çok iyi biliyorlar ve bizzat bunu yaşıyorlar.
Ama, bunu duymak istemeyen veyahut da derdi bu olmayanlar zaten bunu
ne konuşacaklar ne de dillendireceklerdir. Eğitimde biz
bununla kalmadık. Aynı şekilde yurtlar ülkemize dağılıyor.
Aynı şekilde ülkemiz genelinde, yine, özellikle ADSL sistemiyle
birlikte, hamdolsun, 600 bin öğretmenimiz bu noktada eğitime
alındı ve bu eğitimle birlikte onlar da ülkemizde yavrularımızın
yetişmesine katkıyı sağlayacaklar ve bununla da
uluslararası bilişim teknolojisindeki kuruluşlarla
irtibatımız hâlen devam ediyor ve birlikte de bu süreci güçlendirerek
devam ettireceğiz ve ikinci önemli adım, özellikle, sağlıkta.
Sağlıkta radikal çözümler
ürettik. Bunların en önemlisi, malum, SSK hastaneleriyle devlet
hastanelerinin birleştirilmesiydi. Buna olmaz denildi.
Ama, oldu, şu anda çalışıyor. Biz göreve gelmeden
önce SSK hastanelerinde doluluk oranı yüzde 130dur, altı
ay, yedi ay sonraya gün veriliyordu; devlet hastanelerinde yüzde
60-yüzde 65ti. Ama, şimdi neredeyse bir dengeye doğru geldi.
Yeterli mi? Değil, daha yapılması gereken yatırımlar
var. Bununla da kalmadık, özel sektör hastaneleri, vakıf
hastaneleri, bunlar da devreye girmek suretiyle buralara da, malum,
artık, hizmet alımı yoluyla buralardan da hizmet
alınabiliyor.
Bir diğer adım: Malum, SSK
hastanelerindeki ilaç olayı ve ilaçta ciddi sıkıntılar
yaşanıyordu. İstediği ilacı veyahut da doktorun
verdiği ilacı alamayan hastalarımız vardı.
Dedik ki, biz, aynen diğerleri nasıl serbest eczanelerden
ilacını alıyorsa SSKlı da alacak.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
Alabiliyor mu şimdi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Burada kıyamet koptu Olmaz dendi. Oldu, şimdi
alıyor.
Siz herhâlde eczaneye gitmiyorsunuz,
eczaneyle derdiniz yok. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şu anda SSKlı, sosyal güvencesi
olan da, aynen, eczanelerden gidip ilacını alabiliyor, her
türlü. Kaldı ki, biz, biliyorsunuz yeşil kartta da bu
adımı attık. Yeşil kartlı ilacını alamıyordu.
Şimdi, yeşil kartlı da alıyor. O da ilacını
almaya başladı. Bunların hepsi sağlandı ve
bunlar bu dönemde başarıldı ve daha iyi olacak, çünkü,
bu alanda da kararlıyız.
İlaçta KDV düştü mü? Sayın
Baykal, düştü. İlaçta KDVyi düşürdük.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Aksi
bir şey
DENİZ BAYKAL (Antalya) Ben
öyle bir şey söylemedim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Öyle
bir soru sorulmadı Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Yani, konuşurken böyle notlarımı da
düştüm de onun için diyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Karıştırıyorsunuz
Tutanakları getirtiriz. Karıştırıyorsunuz
ALİ TOPUZ (İstanbul) Yanlış
not vermişler Sayın Başbakan.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yanlış not vermişler size
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hayır, ben buradaydım, başka yerde değildim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Etrafınızdakilere dikkat
edin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bizzat dinledim, notlarımın
arasında.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Etrafınızdakilere
dikkat edin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bunun dışında, yine hastanelerimizde,
ülkemiz genelinde bu yaygınlaştırma çalışmalarını,
Doğu, Güneydoğu, bölgesel ayrımlara tabi tutmadan
her yerde yaymaya devam ediyoruz ve koğuş sistemini kaldırarak,
tek yataklı, çift yataklı, evet, hastaneler yaygınlaşıyor
ve bu hastanelerle birlikte de, hamdolsun, insanımıza daha
farklı bir hizmet verme dönemini başlattık.
Tabii, bunun dışında,
üzüntüm olan bir şey var. Bu ülkede ne yapılıyor? Bakın,
hep söyledik, yine söyleyeceğim: Bir, bizler, adalet noktasında,
şu ana kadar adalet saraylarıyla, ülkemizin, hamdolsun,
60a yakın noktasında adalet saraylarını inşa
ettik.
ENGİN ALTAY (Sinop) Asma kilitli
adliye de var bu ülkede Sayın Başbakan.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
lütfen müdahale etmeyin efendim.
Sayın Başbakan, buyurun
efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve son olarak, bu hafta, Afyonkarahisarda 2 tanesinin
daha açılışını yaptım: Emirdağ Adalet
Sarayı ve Sandıklı Adalet Sarayı. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Biz bu açılışlara yetişemiyoruz
ve onun için de toplu açılış törenleri yapıyoruz.
Bir hafta öncesinde Kastamonuda aynı şekilde açılış
yaptık. Kastamonudaki açılışta da, yine merkezden,
yine orada bir dev barajın -hamdolsun- bir defa, su toplamayla
ilgili bütün şu andaki çalışmaları bitmiş ve
su toplamaya başlamış durumda, ama, başlangıcına
bakıyorsunuz, on dört sene önce. Ve bizim dönemimizde, yoğun
bir şekilde yüklenerek, yüzde 60-yüzde 70lik kısmı bitirildi
ve şu anda su toplamaya başladı ve süratle, inşallah,
bundan sonra sulama kanalları bitirilecek ve bütün bölge, yaklaşık
600 hektar civarındaki bir alan bununla sulanacak. Bakın,
bunlar atılan adımlar ve bu devam ediyor.
CANAN ARITMAN (İzmir) GAP ne
oldu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Orada, yine, okullar olsun, diğer sağlık tesisleri
olsun, hepsinin açılışları o gün yapıldı
ve Afyonkarahisardaki bu hastanelerle birlikte, 32 tesisin aynı
gün açılışını yaptık, bir tanesinin de temelini
attık. Bunların içerisinde, birçok alanda attığımız
adımlar var. Yani, ulaştırmadan tutunuz karayollarına
varıncaya kadar, bunun yanında eğitime varıncaya
kadar, toplu konuta varıncaya kadar bütün bu adımlar
atılıyor.
Örneğin, 206 tanesinin orada
teslim törenini yaptık, 500 küsur konutun da temelini attık
ve şu anda -gerçi, Maliye Bakanım da söyledi ama, ben de söylemek
durumundayım- 200 bini aşkın, şu anda inşa
hâlindeki konut var. 100 bininin anahtarı bu yıl sonuna kadar
teslim edilmiş oluyor (AK Parti sıralarından alkışlar)
100 bininin ve hedef, önümüzdeki yıl sonuna kadar, 2007 sonuna
kadar 250 bin konuta ulaşmak. Arkadaşlar, bu bir dünya rekorudur.
Ben, HABITATla tanışan, bilişen birisiyim, onlarla
da çok görüştüm bu konuları ve bu rakamları kendisine
söylediğimde bana söyledikleri şu olmuştur: Bu bir
rekordur. Bugüne kadar bunlar yapılmadı.
Az önce burada yoksulluktan bahsediliyor,
fakirlikten bahsediliyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yok mu?
Yoksul yok mu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Arkadaşlar, yoksul yok demedim ki, var tabii. Var
tabii, bu bizim derdimiz. Ama, bütün bu konutlar, hepsi, işte bir
orta tabaka güçlendirelim istiyoruz. Aşağıdan
şöyle yukarıya doğru vatandaşımızı
güçlendirelim istiyoruz. Onları gecekondulardan buralara
doğru taşıyalım istiyoruz. Kentsel değişim,
dönüşüm, bunları yapalım istiyoruz, derdimiz bu. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ama, gerçekleri de
inkâr etmeyelim, bu gerçekleri lütfen görün! Şu anda, Türkiyenin
81 vilayetinde bu konutlar yapılıyor. Nereye giderseniz
gidin bunları göreceksiniz; Hakkâride de göreceksiniz, Tuncelide
de göreceksiniz, Batmanda da göreceksiniz, Siirtte de göreceksiniz,
nereye giderseniz gidin bunları göreceksiniz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Ama, bunları yok kabul
etmeyin, bunlar her yerde var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) 1 milyon
aç da var, 20 milyon yoksul da var! (AK Parti sıralarından
Sus sesleri, gürültüler)
BAŞKAN Sayın Özyürek
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana)
Sayın Baykal konuşurken biz dinledik ama, dikkatle dinledik.
Siz bizim ağabeyimizsiniz, siz de dinleyin!
BAŞKAN Sayın Özyürek,
lütfen müdahale etmeyin efendim. Sayın milletvekilleri
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yoksul
memlekette zengin edebiyatını dinlemek zorunda değiliz!
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana)
O ne anlattı, Sayın Baykal ne anlattı? Biz dinledik
saygıyla.
BAŞKAN Sayın Özyürek,
lütfen efendim, her cümlenin sonunda müdahale ediyorsunuz, lütfen
Sayın Başbakan, buyurun
efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
lütfen hatırlayalım: Türkiyenin gelecek vizyonunu kaybettiği
günlerden biz bugünlere geldik. Havası kirlenmiş, siyaseti
kirlenmiş, suları bitmiş, çöp dağlarıyla âdeta
yaşanmaz hâle gelmiş günlerden bugünlere geldik. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bugünlere, gazetelerin
promosyon olarak gaz maskesi dağıttığı günlerden
geldik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bir bir
bankaları batan, batırılan Türkiyeden bugünlere geldik.
Değerli arkadaşlar, bizden
önceki dönemde 22 banka Fona devredilmedi mi? O Fona devredilen
dönemin parlamentosundan az da olsa burada bazı arkadaşlarımız
var, yaşadılar o dönemi.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Sizin
partinizde de var!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hatta iktidarının içerisinde olanlar da var,
yaşadılar bu dönemi!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Sizin bakanlarınız arasında olanlar
da var Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ama, şu anda Fona devredilen bir banka var mı?
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin)
Şimdi de yabancılara devrediyoruz, Yunanlılara
CANAN ARITMAN (İzmir) Yunanlılara
devredilen var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
İmar Bankası!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) İmar Bankası, hâliyle nasıl bulduysak, aynı
şekilde işlemine tabi olmuştur, bizim dönemimizin
Fona devredilen bankası değildir.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) Sınırsız
mevduat güvencesi getirdiniz Sayın Başbakan!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara)
Banka kalmadı zaten batacak!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bu dönemde tam aksine finans sektörü güç bulmaya
başlamıştır. Ama, tabii ki sizlerdeki sermaye
düşmanlığı, dün de nasıl varsa, bugün de var,
onu görüyorum ben sizde. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Onu görüyorum
Ve o mantığınız, aynen, demek ki devam
ediyor. Zaten, Sayın Genel Başkan, bundan öncekinde de söylemişti
Ben, otuz sene önce neysem bugün de
oyum. demişti, demek ki hâlen devam ediyor; bu, görünüyor. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) Ali Dibolara
gel, Ali Dibolara!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve döviz bürolarının önünde bekleyen halkımızın,
devalüasyonu, ekonomik krizi, kahredici bir kaygıyla izlediği
günlerden biz bugünlere geldik.
ALİ ARSLAN (Muğla)
YİMPAŞ
YİMPAŞ
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bir günde Türkiyenin bütün varlığının
yarısını kaybettiği günlerden bugünlere geldik.
Türk parasının pul olduğu günlerden bugünlere geldik.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Her Türk vatandaşının
cebinde taşımaktan mahcubiyet duyduğu bol sıfırlı
bir paramız vardı -o sıfırları atan iktidarların
içerisinde olanlar da var burada- o günlerden bugüne geldik ve enflasyon,
yüksek faiz ateşinin bütün hesapları yakıp kül ettiği,
bütün muhasebe kayıtlarını anlamsız kıldığı
zamanlardan bugünlere geldik.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Namuslu
başbakanlardan bugünlere geldik!
BAŞKAN Sayın Çakır
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Sayın Genel Başkan, kadronuz, maşallah, çok
çok adaplı hareket ediyor! Ondan dolayı iftihar edebilirsiniz!
(AK Parti sıralarından alkışlar) İftihar edebilirsiniz!..
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) Dokunulmazlığa
sığınmayan başbakanlardan bugünlere geldik!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Zira, az önce konuşmanızda ifade ettiniz. Konuşmamın
bu bölümünde, ister istemez buna cevap vereceğim. Sayın
Cumhurbaşkanının açıklamasıyla ilgili konuyu,
burada, gündeme taşıdınız. Bakınız, Sayın
Cumhurbaşkanının kendi açıklaması, kendinden
sâdır olmamıştır, ziyaret eden bir parti kanalıyla
medyaya sızdırılmıştır. Bana bu sorulduğu
zaman, ben, partimin kapısı önünde, girişinde, medyaya,
Sayın Cumhurbaşkanımızdan duymadığım
sürece buna inanmam ve cevaplandırmam, dedim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Devamında
ne dediniz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Müsaade edin
Mustafa Bey, lütfen, müsaade edin
Şu
adabı artık öğrenin. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Gayet
adaplı konuşuyorum!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve içeride parti teşkilatımla yapmış
olduğum toplantıda, erken seçim değerlendirmesi yaptım.
Orada Cumhurbaşkanlığıyla ilgili değerlendirmelerimi
yaptım. Çünkü, örgütüme anlatıyordum ve muhatabım
kimdi? Tabii ki, Türkiyedeki muhalefetti. Yani, erken seçimi konuşan,
Cumhurbaşkanlığını konuşan...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hayır,
buna da kimse inanmaz Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) İster inan, ister inanma, zaten o yerini bulur! (AK
Parti sıralarından alkışlar) İster inan, ister
inanma, yerini bulur!
Bu ülkede Sayın Cumhurbaşkanımızın
şu anda gelip de, Sayın Baykalın istediği gibi,
partisinde politika yapma niyeti zaten yok, böyle bir şeyi düşünmesi
de mümkün değil. Nereden çıkardıysa onu çıkardı,
bilemiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Böyle bir şeye zaten ihtimal vermek mümkün değil, kargalar
bile buna güler. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve tabii Sayın Baykal güldürüyor orada! Nitekim, böyle bir
şeyin olmayacağı belli. Fakat, biz bir şey ortaya
koyduk. Nedir o? Bir şeyi öğreneceksiniz: Anayasanın
amir hükmü, bu ülkede beş yılda bir seçim yapılır.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Amir hüküm
değil o.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Beş yılda bir seçim yapılır. Eğer
beş yılı getiremiyorlarsa, bu bir aczin ifadesidir,
başarısızlığın ifadesidir. (AK Parti
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar) Bunu bir
defa öğreneceksiniz. Şu anda bu kararı verecek olan
siyasi iradedir, bu Parlamentodur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hukuk
okumadığınız nereden de belli!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bu Parlamentonun vereceği karara, bir defa saygı
duymaya mecbursunuz. Hele hele ben milletvekiliyim diyen herkes
buna saygı duymaya mecbur. Demokrasi budur, bunu öğreneceksiniz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir diğer konu, Sayın Cumhurbaşkanlığıyla
ilgili spekülasyonlar. Bu spekülasyonlar yakışmıyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Sizin
hakaretleriniz hiç yakışmıyor! (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Yakışmıyor! Yakışmıyor!
Bakınız değerli arkadaşlar,
tabii, ben, doğrusu bu noktaya gelirken, bir şeyi hatırlatmak
istiyorum: Cumhurbaşkanlığını, özellikle seçimi
nasıl yapılır? Bu, Anayasamızın 101inci ve
102nci maddelerinde çok açık, net var. Ben, bunu tavsiye ederim,
okuyun. Burada ne yazıyorsa ona göre yapacağız. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ona göre yapacağız.
Ama, lütfedip, bir okumakta fayda var. Okuyun. Burada, aynen, 101inci
maddede, Cumhurbaşkanının nitelikleri ve tarafsızlığı,
102nci maddede de seçimini anlatıyor, nasıl yapılacağını
söylüyor.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Tarafsızlığı
derken sizi tarif ediyor!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Orada buna bakarsanız, haa, bunu görürsünüz.
CANAN ARITMAN (İzmir) 102nci
maddenin ikinci paragrafını okuyun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Şimdi, burada, değerli arkadaşlarım,
Çankayaya kim gider, kim gitmez, hepsinin tanımı var, hepsi
burada anlatılmış. Dolayısıyla, oraya gitme
vasfına haiz olanlar gidecek. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Kim haizse, o gidecek. Onun seçimi nasıl yapılırsa,
o yapılır. Bu kişi, Ahmet olur, Mehmet olur. Ahmet olur,
Mehmet olur.
CANAN ARITMAN (İzmir) Millet
iradesini gasbetmeden, kapkaç yapmadan
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Lütfen, kendinize dikkat edin. Lütfen
BAŞKAN Sayın Arıtman,
lütfen müdahale etmeyin efendim.
CANAN ARITMAN (İzmir) Milletin
hakkını koruduğum için konuşuyorum.
BAŞKAN Lütfen, müdahale etmeyin
efendim.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul)
Sayın Baykal konuşurken biz saygıyla dinledik, büyük
bir saygıyla dinledik.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Amma
saygıyla dinlediniz!
BAŞKAN Sayın Başbakan,
buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bu tanımda ne varsa, bu kutsal çatının altından
o karar çıkacaktır ve bu kararı burası verecektir.
Germek, germemek
Sayın Baykal,
ben, ayna karşısında çocukken konuşuyordum,
öğretmenim öyle tavsiye etmişti Oğlum, iyi hatip olmak
için ayna karşısında konuşmakta fayda var. demişti.
Ama, görüyorum ki, sizler de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına
adam ol, adam derken ayna karşısındaydınız
herhâlde! (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye
Cumhuriyetinin Başbakanına küstah derken ayna karşısındaydınız
herhâlde! (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Cumhurbaşkanına hakaret ederken neredeydin
Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Aksiseda yapan alanlarda konuşmayı ben pek sevmem,
ama siz seversiniz, öyle görünüyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Sayın Başbakan
BAŞKAN Sayın Kumkumoğlu
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Üç koyun
güdemezler benzetmesini kim yapıyor?
BAŞKAN Müdahale etmeyin
efendim
Lütfen müdahale etmeyin
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
Koyun güttüğün kesin ama!
BAŞKAN Lütfen müdahale etmeyin,
Hatip konuşuyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bakın, benim kullandığım ifadeler,
bütün bu ifadelerden sonraki süreçte ve deyim olarak, atasözü olarak
bizim lügatlerimize geçmiş olan ifadelerdir, oraya geçmiş
ifadelerdir
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Nedir? Hangisi?
RASİM ÇAKIR (Edirne) Ne alakası
var?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Aç Türk deyimlerini, orada onu da görürsün. Onu da görürsün!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) Ananı
al git var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bugüne kadar gelen süreçte
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yan gelip
yatma var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) O da var, o da! O da var!
CANAN ARITMAN (İzmir) Askerlik
yan gelip yatma yeri değildir. dediniz.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
Yağmalama var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bugüne kadar gelen süreçte bunların hepsini gördük,
yaşadık ve büyümeye, kalkınmaya, demokrasiye, hatta
seçimlerin zamanında yapılmasına bile alışmakta
güçlük çekiyorsunuz. Türkiye güç kaybına uğrasın ki
kendileri güç kazansın diye bakıyorlar ve böyle bir
şey olduğu zaman da, inanın zil takıp oynarlar.
İşi buraya getirdiler. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Seçim
ne zaman güç kaybı oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Türkiye'ye büyük enerji kaybettiren zamanlarda olduğu
gibi, yeni kan uyuşmazlıkları, yeni hayalî koalisyonlar
hayal ediyorlar. Bazı kutsal koalisyonlar oluşturmaya
başladılar. Hayırlı olsun. Ne kadar tutar bilemem.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) Kaç milyon
işsiz var? Kaç milyon yoksul var? Bütçe üzerinde konuşuyoruz,
bunlardan da bahseder misin?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Tabii, siyaset şans oyunu değildir. Türkiye,
tercihini istikrardan yana yapmıştır, bunu bilesiniz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Dört yıl üst
üste büyüyen, üst üste güçlenen bir Türkiye var. Bunu inkâr edemezsiniz.
Kimse de, bunları, artık, kusura bakmayın, yutmuyor ve
bizim dönemin başarılarını, rekorlarını
mukayese etmekle yetiniyorlar ve tabii, gölgelemek için de birçok
şeyler söylüyorlar. Ali Dibolar diyorlar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Evet
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ben hemen söyleyeyim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Yalan
mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ben hemen söyleyeyim. Ben, İstanbul Büyükşehir
Belediyesini Ali Dibolardan devraldım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
Bırak İstanbulu!
FUAT ÇAY (Hatay) Dokunulmazlığı
kaldırın Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Evet, buyurun. Bak, şimdi, en büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) Niye
dokunulmazlığı kaldırmıyorsun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) En büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) Niye
kaldırmıyorsun dokunulmazlığı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Dikkat et, en büyük Ali Dibo burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) Niye
kaldırmıyorsun dokunulmazlığı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
ve şu anda göreve geldiğinden bu yana
DENİZ BAYKAL (Antalya) Kaldır
dokunulmazlığı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Göreve geldiğinden bu yana
Göreve geldiğinden
bu yana
RASİM ÇAKIR (Edirne) Kaldır
dokunulmazlığı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Rahatsız olma
Göreve geldiğinden bu yana
FUAT ÇAY (Hatay) Kaldır dokunulmazlığı
Sayın Başbakan. İstanbul Belediyesindeki Ali Diboları
görelim bakalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Göreve geldiğinden bu yana, bakınız, bugüne
kadar söylenen şuydu: Yuvacık
Barajı İstanbula su verecek. Bize bunun sözünü verdiler.
demişti. Çık bir yazılı açıklama yap dediğimiz
zaman, böyle bir açıklama yapamadılar.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Sen yap
o zaman.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Kaldı ki, şu anda Yuvacık Barajında
su yok, su. Su yok. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FUAT ÇAY (Hatay) En büyük baraj
dokunulmazlık barajı!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve su olsa da su olmasa da, sürekli olarak, ne yazık
ki, Hazine, oraya sürekli olarak parayı ödüyor. Elli tane baraj
yapılırdı bu parayla. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) Hesabını
sormazsan namertsin! Hesabını sormazsan namertsin!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Tamam mı?
DENİZ BAYKAL (Antalya)
Eğer söylediklerine inanıyorsan hesabını sor.
BAŞKAN Sayın Başbakan,
bir saniye efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakın Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Başbakan,
bir saniye efendim.
Sayın milletvekilleri, Sayın
Hatip konuşuyorlar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Nasıl konuşuyor Sayın Başkan? (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın Kumkumoğlu
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Şimdi
BAŞKAN Sayın Başbakan,
bir saniye efendim. Sayın Başbakan, bir saniye
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Hatip konuşurken herkese hakaret ediyor.
BAŞKAN Bir dakika susar
mısınız.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
Biz size bakıyoruz, bir şey yaptığınız
yok ki!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Böyle bir şey yok.
BAŞKAN Bir saniye efendim.
Bir saniye efendim. Ben size sabırla bakıyorum, acaba ne yapacaksınız
diye.
Sayın Hatip kürsüde hürdür,
konuşmasını yapar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Başbakan gibi konuşursa dinleriz. Hakaret etme hakkı
yoktur.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Hakaret edemez.
BAŞKAN Bir dakika efendim.
Ben Başkan olarak konuşuyorum.
Sayın Ahmet Küçük, Başkanlık
Divanı üyesisiniz, bulunduğunuz yerden her kelimeye müdahale
ediyorsunuz. Sayın Özyürek, Grup Başkan Vekilliği yaptınız,
her kelimenin arkasından müdahale ediyorsunuz. Sayın Kumkumoğlu,
Sayın Çay ve diğer arkadaşlarım, hatip kürsüde hürdür,
istediğini söyler.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hakaret
etmemek kaydıyla.
BAŞKAN Söyledikleri sözün
arkasında, Partinizi, Grubunuzu, şahsınızı
ilgilendiren
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Daha ne olacak Sayın Başkan?
BAŞKAN Lütfen efendim! Lütfen
Burası Plan Bütçe Komisyonu değil. Oradaki alışkanlığınızı
burada sürdürmeyin. Beni dinleyin
(AK Parti sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar) Sayın Genel Başkanınız
oturuyor, dinliyor ve nezaket içinde dinliyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Ne yapsın yani Sayın Genel Başkan, kürsüye
mi insin?
BAŞKAN Susar mısınız
lütfen!
Yanlış bir şey olursa,
Grup Başkan Vekilimiz Sayın Topuz karşımızda,
söz ister, Sayın Genel Başkan söz ister, ilgili bir arkadaşımız
varsa burada söz ister, hatibin konuşmasına karşılık
verebilir. Biz bunun için buradayız, ama, her söze, her konuşmaya
-lütfen- müdahale ederseniz, bunun sonunu bulamayız, bu yakışık
almaz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Ama, hatibin
hakaretlerine de müsaade etmemeniz lazım.
BAŞKAN Sayın Özyürek,
bu sizde bir rahatsızlık. Lütfen, bu rahatsızlığınızdan
vazgeçin. (AK Parti sıralarından alkışlar) Lütfen
Lütfen
Lütfen efendim. Yani, mazoşistlik başka bir şey,
ama, bu da başka bir şey. Her şeye müdahale ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Bana
hakaret edemezsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN Lütfen efendim
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Saygılı
olun lütfen.
BAŞKAN Her kelimeye müdahale
ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hakaret
edemezsiniz!
BAŞKAN Grup Başkan Vekilliği
yaptınız. Sizi İç Tüzüke uygun hareket etmeye davet
ediyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Olmuyor,
olmuyor!
BAŞKAN Lütfen
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Başbakana yaranmak için kuralları çiğnemeyin.
BAŞKAN Ben bir şey gördüğüm
zaman müdahale edeceğim, İç Tüzük bana bunu veriyor. Ben
dikkatle takip ediyorum. Grup Başkan Vekilimiz orada, Genel
Başkanımız orada efendim, size ne oluyor? Lütfen efendim.
Sayın Başbakan, devam
edin efendim, buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hakaret
etmemek kaydıyla
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve tabii, Sayın Genel Başkan Hesap sormazsanız
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Namertsiniz,
evet
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
namertsiniz. diyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Evet.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hesap sorma makamı
biz değiliz. (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) Dokunulmazlığı
kaldırın o zaman.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hesap sorma makamı
Hesap sorma makamı
DENİZ BAYKAL (Antalya) Kaldırın
dokunulmazlığı.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hesap sorma makamı yargıdır.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) Dokunulmazlığı
kaldırılmadan yargıya nasıl gidecek Sayın
Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Konuyla ilgili
CANAN ARITMAN (İzmir) Yargıya
gidemiyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ben sizlere rakamları getiriyorum; diyorum ki,
böyle bir baraj 4,5 milyar dolara biter mi?
DENİZ BAYKAL (Antalya)
Şikâyet ediyorsun, ama, gereğini yapmıyorsun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Az önce
Az önce
DENİZ BAYKAL (Antalya)
Şikâyet ediyorsunuz, ama, gereğini yapmıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Az önce, sizler burada
bir ifade kullandınız, kendi ifadenizle çelişkiye düşüyorsunuz.
Kaldı ki, ben sizlere sadece, bu baraj 4,5 milyar dolara nasıl
mal olmuş, bunu soruyorum.
DENİZ BAYKAL (Antalya) Burada
şikâyet etme, mahkemeye ver. Kaldır dokunulmazlığı,
ne duruyorsun?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakın, bunu soruyorum. Siz siyasetçisiniz
DENİZ BAYKAL (Antalya) Onu
engelleyen sizsiniz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Partinizin bir elemanı, soruyorum sizlere
(CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) Engelliyorsunuz!
Biz dokunulmazlığı kaldıralım diyoruz, siz
kaldırmıyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakın, ben, sizlere bununla ilgili konuşmada
bir şey söyledim. Dedim ki: Burada sadece siyasetçileri hedef
almayın, sadece siyasete yönelik dokunulmazlıkların
kaldırılmasını kabul etmiyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Dosya
bazında kaldırın. O
dosyada kaldırın.
DENİZ BAYKAL (Antalya) Onunkini
kaldırın, mahkeme yürüsün.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakınız, benim partimin programında
(CHP
sıralarından gürültüler)
kuruluşunda, partimin
programının içerisinde dokunulmazlıkların kaldırılmasına
yönelik olarak madde vardır ve bu maddede, dokunulmazlıkların
FUAT ÇAY (Hatay) Kaldırın, sayınız
mı yetmiyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Muhalefet anlayışınız bu. Dinlemesini
bilmiyorsunuz. İşte, ülkeyi kim geriyor belli. Bak, ben Genel
Başkanınızı gayet sessiz dinledim ve sonunda da
alkışladım, ama siz dinlemesini bilmiyorsunuz, saygınız
yok. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
MUHARREM KILIÇ (Malatya) Hakaret
etmedi ama.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
iç ve dış siyasetimiz aynı dayanışma içerisinde
devam ediyor. Türkiye, içeride gücüne güç kattıkça uluslararası
ilişkilerimizde de elimiz güçleniyor.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul)
Televizyonda verdiniz namus sözünü Sayın Başbakan, kaldırın
dokunulmazlığı yargılansın.
BAŞKAN Sayın Sevigen,
lütfen müdahale etmeyin efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Unutmayalım ki, bu aktif dış politikamızın
semerelerini ekonomi, üretim, yatırım başta olmak
üzere her alanda aldık, alıyoruz. Ne yaptıysak, ülkemiz,
milletimiz, devletimiz için yaptık.
Ülkemiz, hür ve müreffeh vatandaşlarımızın
emniyet ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olma yolunda
metanetle, vakarla yürümeye devam ediyor.
TUNCAY ERCENK (Antalya) Kapkaçlar
ne oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hiçbir çaba, Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devleti olma yolundaki evrensel yürüyüşünü
durdurmaya muktedir olamayacaktır.
Yine burada Sayın Baykal, yine
dinlediğimi veyahut da benim söylediklerimi anlamamış
veya kendilerine yanlış iletiliyor. Nisan 2006 tarihli
Grup konuşmamda ilgili bölümü aynen tekrarlıyorum: Ben
burada icraatlardan değil, Türkiyeyi geleceğin zirvelerine
taşıyacağına bütün kalbimle inandığım
bir kavramdan, değişimden söz ediyorum. Nedir o değişim?
Anayasamızda devletin görev ve amacı olarak ifade edildiği
şekliyle, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya,
insanımızın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır;
cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte korumaktır; hürriyetçi
demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin
dışına çıkmamaktır; laik, demokratik ve sosyal
bir hukuk devleti olarak tanımlanan cumhuriyetimize bütün nitelikleriyle
birlikte, birinin lehine diğerinden fedakârlık yapılabileceğini
aklımızdan geçirmeden sahip çıkmaktır. Söylediğim
budur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Kaldı ki, şunu özellikle
vurgulamak istiyorum: Anayasamızın değişmez maddeleri
noktasında AK Partimizin herhangi bir endişesi olduğunu,
haberini sizlere kim taşıdıysa, kim getirdiyse, kusura
bakmayın, asıl densizliği onlar yapmış. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Demeçler
var.
ALİ ARSLAN (Muğla) Ömer
Dinçer
Ömer Dinçer...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bir defa, Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. Burada
kimsenin hiçbir endişesi yoktur.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Niteliği
nedir?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.
III. Devletin bütünlüğü, resmî
dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bugüne kadar hep bunların
mücadelesini veriyoruz.
Bayrağı, şekli kanununda
belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Millî marşı İstiklal
Marşıdır.
Başkenti Ankaradır.
Siz, nereden acaba bunların
karşıtı bir şeyi duydunuz da kalkıp burada
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) Başbakanlık Müsteşarından.
ALİ ARSLAN (Muğla) Ömer
Dinçer
Ömer Dinçer
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
böyle bir yanlışla, böyle bir zehaba kapılarak
maalesef
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Başbakanlık Müsteşarınızın söylediklerine
bakın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
yani yakıştıramayacağım bir ifadeyi
kullanarak bizim huzurumuza geliyorsunuz.
FUAT ÇAY (Hatay) Demokrasi tren mi
değil mi Sayın Başbakan?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Başbakanlık Müsteşarınızın söylediklerine
bak sen.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Çok çirkin, üzüldüm. Yani sizden bunu duymak istemezdim.
Bizim, bir defa bu üç madde üzerinde herhangi bir, bugüne kadar arkadaşlarımızın
arasında en ufak bir ihtilafımız olmamıştır.
Biz bu yola çıkarken Bayrakları bayrak yapan, üstündeki
kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
diyerek çıktık, böyle çıktık. (AK Parti sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar) Ve demokratik, laik, sosyal bir
hukuk devleti noktasında da, kusura bakmayın, biz onun anlamını
gayet iyi biliyoruz ve laiklikte de bizim tanımımız
aynen 1982 Anayasasının gerekçesinde neyse o şekliyle
bizim programımızın içerisine girmiş, orada yerini
almıştır
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla)
Niye tartışmaya açıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla)
ve uygulaması da budur, uygulaması budur.
Biz, bunun uygulamasını bütün alanlarda herkesten bekliyoruz.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla)
Tartışmaya niye açıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakın ne diyoruz dikkat edin: Biz oradakini tartışmaya
açmıyoruz, başka yere taşımak isteyenlere buraya
gelin diyoruz, buraya gelin diyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve biz şunu diyoruz: Hiçbir değeri bir
başka değer adına feda etmeyeceğiz. Yani, burada
dört tane özellik var: Demokratik, laik, sosyal ve hukuk. Dört tane
özelliğiyle biz Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımlıyoruz.
Bunlardan birini bir diğeri uğruna feda edemeyiz, o zaman
eksik olur bu iş. Bizim söylediğimiz bu. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bizim söylediğimiz bu; ama, çıkıp,
çeşitli televizyon kanallarında, şuralarda, buralarda
kafaları bulandırmaya çalışmayın. Bulandıramayacaksınız;
çünkü biz halkımızla iç içeyiz, el eleyiz, hücrelerimiz bunu
konuşuyor, hücrelerimiz bunu yaşıyor, siz yaşamasanız
da. Bunu da böyle söylüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabii,
burada az önce bir şey daha söylendi: Ben, değerlendirmek
istemezdim, Sayın Denktaşla ilgili. Ben, Sayın Denktaşın
Türkiyeye gelip gitmesiyle ilgili herhangi bir rahatsızlık
içinde değilim. Ben, Sayın Denktaşın Türkiyede siyaset
yapmasından rahatsızım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Konuşmasından
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Siyaset yapacağı yer Kuzey Kıbrıstır,
varsın orada siyasetini yapsın dedim. Benim, Afyonkarahisarda
söylediğim budur ve kendilerine, iş başında bulundukları
süre içerisinde, Kuzey Kıbrısın tarihinde görülmemiş
desteği Hükûmetimiz vermiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizim
dönemimizde sıçrama yapmaya başlamıştır. Gerek
altyapı gerek üstyapı yatırımlarında bu dönemde
sıçrama yapmaya başlamıştır ve bununla ilgili
olarak da millî gelirinde 4 bin dolardan 11 bin dolara yükselmiştir
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşının
şu andaki durumu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Fakat, bazı gerçekleri hâlâ görmemekte direniyorsunuz; o, tabii
bizi ayrıca üzüyor. O da şudur
Yani, orada da ben söyledim,
burada da söylemek durumundayım, o da şudur: Yani, bugün,
biz göreve geldiğimiz ana kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
başında gerek cumhurbaşkanı gerek başbakan
gerek hükûmette olanları acaba dünya ülkeleri nasıl tanıyordu
veya tanıyor muydu?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Şimdi tanıyorlar mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakınız, şu anda, Pakistan Devlet Başkanı
bir resmî ziyaretle kabul etti. Birçok ülke, Amerika dâhil, hepsi
dışişleri bakanları düzeyinde kabul ettiler,
kendileriyle görüştüler.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Başka tanıyan ülke var mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ama, daha önce böyle bir şey olmadı.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Şimdi tanıyacaklar mı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ben şunu söyleyeceğim: Bakınız, değerli
arkadaşlar, birbirimizi aldatmayalım. Şu var
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Tanıyan
bir ülke çıkarsa, şapkamı çıkarırım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Siz çıkamazsınız. Siz o zaman çılgına
döneceksiniz. Nasıl bu iş oldu diyeceksiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Çok memnun
oluruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nasıl tanındı
diyeceksiniz o zaman da.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Çok memnun
oluruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ona da bir kılıf uydurmaya çalışacaksınız.
Çünkü, rahatsızsınız bu işlerden. (AK Parti sıralarından
alkışlar) AK Parti İktidarı döneminde bunlar nasıl
oluyor diye rahatsızsınız.
İslam Konferansı Örgütüne
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye değil, Kıbrıs
Türk Devleti olarak, gözlemci üye olarak kabul edildi bu dönemde. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Ve şu anda birçok
İslam Konferansı Örgütü üyesi ülkelerde artık temsilcilikler,
aynı şekilde bunun dışında birçok ülkede temsilcilikler
açmaya Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti başladı. Bunlar
bu dönemde alınan mesafeler. Bunları lütfen görelim.
Ve benim Sayın Denktaşa
olan saygım, kişisel saygım, orada verdiği mücadelelerle
ilgili saygım, bunların hepsi mahfuzdur. Ama, Kuzey Kıbrısı
rahatsız edecek, ülkemi rahatsız edecek yaklaşımları
bir sorumluluk mevkisinde olan insan olarak, şüphesiz ki
açıklamakla zorunlu olduğum bir olaydır. Buna iten bir
sebep de var ki, bu açıklamayı da yapmak durumunda kaldık.
Onu da vakti zamanı geldiğinde açıklarız ayrıca.
Ama, biz, bazı şeylerde hassasiyet taşıyoruz. Onu
da özellikle vurgulamam lazım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekillerimiz; 2007 bütçesinin özellikle sosyal yönü
ağırlıklı dedim ve bunun üzerinde ısrarla duracağız.
Özürlü vatandaşlarımızın eğitimi ve bakımı
için ayırdığımız tutar bu dönemde daha da artıyor.
Kimsesiz çocuklarımızın yuvalar ve yurtlardaki bakımı
için ayırdığımız ödeneği artırıyoruz.
Çocuklarına bakamayan ailelere ayni, nakdî yardım olarak
48,3 trilyon Türk lirası, yani 48,3 milyon YTL, yaşlıların
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda bakımı için
79 trilyon ödenek koymuş bulunuyoruz.
Ve ücretsiz kömür dağıtımımız
devam ediyor.
Aynı şekilde, kitap dağıtımımız
devam ediyor ve burada, bundan sonra aynen yine devam edeceğiz.
Esnafımıza verilecek
düşük faizli kredilerin finansmanı için Halk Bankasına
aktarılan ödeneği, evet, 172 trilyon liraya yükseltiyoruz,
yani 172 milyon YTL.
Sosyal güvenliği olmayanların
sağlık giderleri için ayırdığımız ödeneği,
yine, artırıyoruz.
Lütfen
Dikkatlerinize sunacağım
bir başka konu da şu: Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı
bütçesi, tüm bakanlıklar içerisinde en fazla payı alan bakanlık
olmuştur ve bu aynen devam ediyor, devam edecek; çünkü, eğitimdeki
açığı kapayacağız.
Bunun yanında, KÖYDES projemiz
sizleri rahatsız etmesin. KÖYDES projemiz çok önemli ve şu
anda, Anadolunun köyleri, o yolu olmayan, suyu olmayan köyleri,
şimdi, yola, suya kavuşmaya başladı. İnşallah,
2007 KÖYDES ve BELDES projesiyle, evvel Allah, artık, yolu olmayan,
suyu olmayan köy kalmasın diye hedefimizi bu denli büyük tuttuk.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve ben burada teknik bazı bilgilerin
içerisine girmeyeceğim; çünkü, KÖYDESten sonra, BELDESte de,
belde belediyeleri bizler bazı sorunlarımızı
aşamıyoruz, bizi de buna katın dediler ve onları
da bunun içerisine kattık.
Tabii, burada bir konunun üzerine
gitmem lazım, o da şu: Değerli arkadaşlarım,
millî gelirde
Bakınız, 180 milyar dolar idi; ama, şu anda,
millî gelirde ulaştığımız rakam ortada. Ve
şu anda ulaştığımız rakamla mukayesesini
yaptığımız zaman, bakıyoruz ki, cumhuriyet
tarihinde gelinen nokta 180 milyar dolar; ama, şimdi ulaştığımız
rakama bakınca, üzerine 210 milyar dolar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Başbakan,
süreniz bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Yirmi dakikayı da tamamladım mı? (AK Parti
sıralarından gülüşmeler)
BAŞKAN Bir saatlik süreniz
bitti, yirmi dakika
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Yirmi dakika da ben istirham ediyorum.
BAŞKAN Hayhay. Yirmi dakika
konuşma hakkınız var.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve 210 milyar dolar, biz, 180 milyar doların üzerine
koyduk bu dönemde, millî gelirde. Nereden nereye
Burada duracak
mıyız? Hayır, aynen ilerlemeye devam. Koşturacağız
Tabii, burada bir başka konu
daha var. O da, şu anda, Türkiye, bütçe açığının
gayrisafi millî hasılaya oranı bakımından, 2002
yılında, 25 Avrupa Birliği ülkesine göre sıralamanın
en üstünde yer alıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hani bazı rakamlar veriliyor ya, verin diyorlar, şimdi
ben de veriyorum: 2005 sonunda ise, 25 Avrupa Birliği ülkesi
arasında en düşük dördüncü sıraya yükselmiştir.
Fark bu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Nereden
nereye
OECD ülkeleri arasında Türkiye,
ihracatı en çok artan ülke olmuş ve 22nci en büyük ihracatçı
ülke konumuna yükselmiştir.
Bu verilere de şüpheyle yaklaşanlara
kaynağı da söyleyeyim: Bu veriler, Dünya Bankasının,
Birleşmiş Milletlerin, OECDnin, Eurostatta kaynak olarak
var, oradan bunları almaları mümkün. Sadece bu veriler bile,
Türkiyenin nasıl bir ekonomik dönüşümden geçtiğini
çok açık, net ifade etmektedir.
Tabii, bir başka örnek de burada,
Türkiyenin son 17 çeyrek üst üste büyümesi. İnkâr edebilir misiniz?
Hayır diyebilir misiniz? Son 17 çeyrek, üst üste büyümeyi göstermiş.
Bütün bunlar, çevremizde Irak Savaşı
olurken, petrol krizi yaşanırken olan olaylar. Yandık,
bittik, battık diyenler, şu anda, ne yandık ne bittik ne
battık; yolumuza emin adımlarla devam eden bir Türkiye var.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Ve kişi başına millî
geliri zaten arkadaşlarım hep söylediler, ben tekrar onun
üzerinde durmayacağım; ama, şunu söyleyeyim: 2002 yılında özel
sektör yatırımları 31 milyar yeni Türk lirası seviyesindeyken,
2005 yılında tam 75 milyar yeni Türk lirası seviyesine
yükselmiştir. Buna rağmen bütçeden altyapı yatırımlarına
ayrılan payı da artırdık.
Bunun dışında
Bakınız,
biz bütün bu adımları atarken kamu olarak değil, daha
çok özel sektöre bu işi göndermek suretiyle bu adımları
atıyoruz. Ancak, ben burada bazı gerçekleri, Ne yapıldı?
diye soruluyor da, birkaç tane örnek vereyim: Yine bu dönemde
biz kaynakları çok rasyonel
kullandık, verimli kullandık. Kaynağı ayrılmamış
yatırımlara kesinlikle başlamadık, yüzde yüz bitme
oranına en uzak olanları durdurduk, ama, yakın olanları
devam ettirdik.
Bakınız, 1977de başlatılmış
olan -Sayın Genel Başkanın bildiği- Antalyadaki
Aşağı Aksu İkinci Merhale Projesini 2003te biz bitirdik.
Taa 1977de başlamış, bu döneme kadar maalesef sürmüş.
Bolu Dağı Tünelini inşallah şimdi açıyoruz,
son hazırlıklar yapılıyor. Öyle zannediyorum ki
yılbaşından sonra, o meşhur, bitmeyen, tükenmeyen
Bolu Dağı Tüneli artık hizmete açılacak. Sadece
bir gidişatında eksik kalan kısım var. O kısmı
da bu süreç içerisinde bitirip ilkbaharda da onu tamamlamış
olacağız.
HALUK KOÇ (Samsun) Deve kesecek
miyiz deve? (AK Parti sıralarından Seni keseceğiz
sesleri)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakû-Tiflis-Ceyhan Boru Hattını biz hizmete açtık,
yine bu dönem içerisinde.
Bunlar yıllar önce başlamış
projelerdi, sürüncemedeki projelerdi, temeli atılıp
bırakılmış projelerdi. Bunları tamamladık.
Çine Barajında, proje değişikliğiyle, 350 milyon
dolar tasarruf sağladık.
Bunlar, az parayla, daha çok, daha
verimli, daha kaliteli iş yaptığımıza dair
sadece birkaç örnek.
Tabii, bu arada, biz, yeni kaynaklar
ürettik. Yap-işlet-devret modeliyle attığımız
adımlar var. Örneğin, Esenboğa Havaalanını bu
modelle yaptık, şu anda hizmette. Herhâlde bununla iftihar
ediyorsunuzdur. Antalya Havaalanı onbir ayda, başlandı,
bitirildi. İkinci terminal ve ikinci pisti şu anda hizmette
ve Antalya, bu yıl, geçtiğimiz yıl turist noktasında
o çektiği sıkıntıları çekmedi. Dalaman, aynı
şekilde, bu dönemde, yine yap-işlet-devretle bitirilmiş
bir havaalanına sahip oldu. İzmir-Adnan Menderes Havaalanını
yine aynı modelle bu dönem içerisinde bitirdik.
Limanlarda; Turgut Reis Limanını
aynı şekilde bitirdik, Muğlada Güllükü aynı
şekilde bitirdik, Bodrumda aynı şekilde... Bütün bu
adımlar atıldı ve bu limanlar yap-işlet-devret modeliyle
bitirilip hizmete giriyor.
Bunlar da, özellikle hiç kaynak aktarmadan
ekonomiye kazandırdığımız hizmetler.
İş bilenin, kılıç kuşananın. Ne demek istediğimi
herhâlde anlamışsınızdır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Tabii, ekonomide bir başka değer
de, özellikle bu ülke yüzde 125 enflasyonları görmüş bir ülke
ve hamdolsun -uzun yıllar boyunca enflasyon iki haneli oranlarda
seyretmiş- bizim görevi devralmamızın hemen öncesinde,
Ekim 2002de, enflasyon yüzde 33,45ti, ama şimdi, artık, tek haneli
rakamda.
Doğru, bir önceki yıla göre,
bu mayıs-haziran krizi sebebiyle bir sıkıntı yaşadık
ve enflasyonda böyle bir sıkıntımız oldu ve bundan
dolayı bir geri gidiş söz konusu oldu, ama, yine tek haneli
rakamı yakaladık ve şu anda, inşallah, bu ay alacağımız
neticelerle de tek haneli rakamda enflasyonu noktalamış
olacağız.
Ve çalışma hayatının
tarafları, sendikalar, iş dünyası, siyasetçiler, ekonomistler
enflasyonu bu ülkede çok konuştular. Ama, artık o sıkıntıları
geride bıraktık.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hemen bu noktada bir konuya özellikle açıklık
getirmek istiyorum. Tabii, bazı olumsuz kampanyalarla, sanki
ekonomide bu iyileşmeler, bu gelişmeler sokağa yansımıyormuş
gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. Öncelikle,
biz, halkımızla, çiftçimizle, köylümüzle, sanayicimizle,
esnafımızla, sürekli onlarla Anadolunun dört bir yanında
beraberiz ve bu süreç içerisinde neler aldıkları, hepsi
orada. Biz, çiftimizin, gayet doğal olarak, gelişmiş ülkelerdeki
çiftçilerin ulaştığı noktalara ulaşmasının
takipçisiyiz, onu kovalıyoruz, bunun olmasını istiyoruz.
Aynı şey, esnafımızın aynı standartlara
yükselmesini istiyoruz. Bunlar hedefimiz. Sanayicimizin aynı
şekilde, memurumuzun, işçimizin aynı şekilde buralara
ulaşması tabii ki en büyük hedefimiz. Ama, nasıl bir Türkiye
aldık ve şu anda nereye geldik? Bunun hesabını
eğer hassasiyetle yaparsak, o zaman, bunu, öyle zannediyorum
ki, görmek mümkün.
Lütfen şuraya dikkat edelim:
2002 yıl sonundan 2006 Aralık ayına kadar, bu dönemde enflasyon
toplam yüzde 52,5 oranında artmıştır. Bakın, bu
enflasyona karşın ücretler ne kadar artmış: Ortalama
memur maaşında artış yüzde 72, en düşük memur
maaşındaki artış yüzde 95. Küsurlarını
söylemiyorum. 2002 yılında ortalama kamu işçi maaşı
1.012 YTL, 2006 Temmuzunda ise 1.669 YTL. Artış yüzde 65. Net asgari
ücretteki artış yüzde 107. 2002 yılında özürlü aylığı
sadece 51 yeni Türk lirası, 2006 yılında 203 yeni Türk
lirası. Artış oranı yüzde 298. Altmış
beş yaş aylığındaki artış yüzde 183.
Öğrenim kredisindeki artış yüzde 189. Emekli maaşlarına
özellikle bakın, yine, enflasyonun çok çok üzerinde bir artış
burada da söz konusu. Tek bir örnek veriyorum: En düşük
Bağ-Kur tarım emeklisinin maaşı 2002 yılında
69 yeni Türk lirası idi. 2006 Temmuz ayına kadar bunu kademe
kademe artırdık ve 232 yeni Türk lirasına kadar yükselttik.
Artış oranı tam yüzde 236.
Bakınız, bununla da kalmıyor,
ücretler enflasyonun üzerinde artarken, bir yandan da alım gücü
ülkemizde artıyor. Ve 2002 yılında aylık ortalama
asgari ücret 174 yeni Türk lirası. Bu asgari ücretle 161 litre
süt alınıyordu. Bugün, asgari ücret 381 yeni Türk lirası.
Bugün asgari ücretle 293 litre süt alınabiliyor. Alım gücü
yüzde 82 oranında artmış. En düşük memur maaşıyla
2002 yılında 421 kilogram ekmek alınabiliyordu. Bugün
en düşük memur maaşı 765 yeni Türk lirasına yükselmiş
durumda. Bu maaşın alabildiği ekmek miktarı 671 kilogram.
Alım gücündeki artış yüzde 60.
Bir başka örnek: 2002 yılında
en düşük SSK emekli aylığı 257 yeni Türk lirası.
Bu ücretle 2.136 adet yumurta alınabiliyor. 2006 yılına
geliyoruz, en düşük SSK emekli aylığı 477 yeni Türk
lirası. Bu ücretle 3.975 adet yumurta alınabiliyor. Artış
yüzde 86. Geçmişte maaş artıyor, ama enflasyon karşısında
değerini yitiriyordu. Şimdi, hem enflasyonun üzerinde artış
hem de değerinin artışı
Bunları, artık,
çoğaltmamız, artırmamız mümkün; ama, bunlara vaktim
elvermiyor. Onun için, süratle bir başka yere geçeceğim.
O da şudur: Bakınız,
2002 yılı boyunca Türkiyede toplam 1 milyon 88 bin adet buzdolabı
satılmış. 2005 yılında bu sayı rekor bir düzeye,
2 milyon 108 bin adet seviyesine ulaşmıştır. Üstelik,
buzdolabı fiyatı da 1.106 YTLden, bugün 1.092 yeni Türk lirasına
gerilemiş durumda.
2002 yılında 824 bin adet
çamaşır makinesi satılmış. 2005 yılında
sayı 1 milyon 830 bine yükselmiştir. 2002de 940 yeni Türk lirası
olan çamaşır makinesi fiyatı, 2006 yılında
695 yeni Türk lirasına düşmüştür.
2002 yılında satılan
traktör sayısı 8.100. 2005 yılında satılan traktör
sayısı 39.570. (AK Parti sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) Dışarıdan
satın alıyorlar.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Çiftçi kan ağlıyor diyenlere verilecek,
herhâlde, en net cevap budur. Artık, hamdolsun, çiftçim, eliyle,
kazmayla, sabanla, filan falan, bunlarla çalışmıyor.
Ya? Artık, traktörüyle, bu işi modern, çağdaş bir
şekilde sürdürüyor. Buna doğru gidiyoruz, daha da hızla
devam edeceğiz.
Ve KOBİlere verilen destek
noktası: 1990-2002 yılları arasında tam on iki
yıl boyunca KOBİlere verilen destek tutarı 20,5 milyon
dolar. Bizim dönemimizde, sadece dört yıl içinde verilen destek
234 milyon dolardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
KOBİlere destek
KOBİlere destek
Halkımızı
lütfen aldatmayın, doğru konuşalım.
Yine, 1962-2002 yılları
arasında kırk yılda, sadece 65 adet organize sanayi
bölgesi açılmışken, 2003-2005 döneminde üç yılda 22
organize sanayi bölgesi açtık ülkemizde ve kırk yılda
65 adet, dört yılda 36 adet. Fark bu!
Şimdi, Anadolu yaklaşımını
gündeme getiriyoruz. Ama, bundan da rahatsız oldular. Niye Anadolu
yaklaşımından rahatsız oldunuz?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Kim rahatsız
oluyor?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hani esnafın yanındaydınız?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Kim rahatsız
oluyor Sayın Başbakan? Hayali düşman icat ediyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Şu anda 40 bin esnafın sıkıntısı
var ve 1,2 milyar dolar, bunun yapılandırması yapıldı
ve şimdi bunun adımını atıyoruz. Bundan önce,
maalesef, dikkat edilirse, sadece İstanbul yaklaşımıyla
ilgili atılan adım ortadaydı ve 6 milyar doları
yaklaşık 330 kişi için yapılandırmışlardı.
Nereden nereye ve dar gelirliye, esnafa bakmıyor denilen
Hükûmet bu adımı atıyor.
FUAT ÇAY (Hatay) Esnaf kepenk kapatıyor
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYIP ERDOĞAN
(Devamla) Bu da herhâlde alması gerekenlere ithaf olunur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekillerimiz; tabii, burada bir konunun daha üzerinde durmam
gerekiyor, o da şu: Özellikle, şu anda Anadoluda fındık
olayıyla alakalı yaklaşımınızı
doğru bulmuyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Narenciye
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bakınız, 2 katrilyon Fiskobirlik borcunu bu
Hükûmet çizmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2 katrilyon! Ve karşılıklı protokolle artık
Fiskobirlik kendi başına bu işi sürdüreceğini
ifade etmiştir. Artık, devletle herhangi bir bağı
kalmamıştır, bunu protokolle kayıt altına almıştır.
Ama, buna rağmen, Fiskobirlik, maalesef, yönetim yanlışlarıyla,
para yönetimindeki, finans yönetimindeki yanlışlarıyla,
yatırım yanlışlarıyla, kendisine emanet edilen
bu birliği başarısız bir şekilde yönetince
çıkmaza girmiştir.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
Yanlış konuşuyorsunuz, yanlış.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve bakınız, daha önce 7 milyon olarak açıklanan
rakamla, maalesef, borçlanmış, ama o fındığın
bedelini ödeyememiştir ve bizler bu sıkıntılı
döneme girince, biliyorsunuz, bir değişiklik yaptık
ve Toprak Mahsulleri Ofisinin fındık almasına yol açtık
ve şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi, şu ana kadar yaklaşık
3,70ten alıyor.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
Yanlış
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Kaç liradan
aldı?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) 3,70ten alıyor. Borsa fiyatı 3,30.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
Yanlış, yanlış
Yok öyle bir şey.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Eğer Toprak Mahsulleri Ofisi girmemiş olsaydı,
herhâlde 1-1,5a düşerdi. Ama, Toprak Mahsulleri Ofisinin girişiyle
bu noktada olmuştur ve şu anda, ayrıca, geçen yıldan
alacaklı olan vatandaşların borcunun ödenmesi için de
yine, Toprak Mahsulleri Ofisi devreye girmek suretiyle, rehin ederek,
kalkmış, kendilerine bu paranın ödenmesi için de Fiskobirlike
gerekli desteği sağlamıştır. Bunu da özellikle
burada ifade edeyim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
Köylü fındık vermedi.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Eğer birkaç çuval daha fındık varsa, gel
Başbakanlığın önüne dök; hadi!
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
Dökeceğim, dökeceğim
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ama, artık o fındığı bulamazsın.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; tabii, bir önemli konu da
şu; özellikle enerji noktasında: Bakınız, biz,
Ilısu Barajının temelini attık. Bu arada,
Çanın açılışını yaptık; İskenderunun
açılışını yaptık; Afşin-Elbistan B
Termik Santralinin açılışını bizzat gittim,
yaptım ve şu anda hidroelektrik santrallerde ufak santraller
var ki, 2 Atatürk Barajının ürettiği enerjiyi üretiyor,
şu anda, bunların, süratle çalışmaları devam
ediyor. Ve bunların yanında, Türkiye, enerji üretim ve tüketiminde,
daha önce enerji ithal eden bir ülkeyken, şu anda enerji ithal
eden değil enerji ihraç eden ülke durumuna gelmiştir ve üstelik
de enerji tüketimi katbekat fazlasıyla arttığı
hâlde. Bu noktaya geldik.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Ne kadar
doğal gaz ithal ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Doğal gaz noktasında, değerli arkadaşlarım,
bizler şu anda doğal gaz noktasında herhangi bir sıkıntının
içinde değiliz ve 29 milyar metreküp doğal gaz tüketiyor
şu anda Türkiye. Geldiğimizde 9 ile doğal gaz verilirken,
şimdi 41 ile doğal gaz veriliyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Nereden nereye geldik
Ve bizim sadece enerjiye
ödediğimiz para 29 milyar dolar arkadaşlar ve artık,
iller, ilçeler doğal gazla ısınmaya başladı,
sanayi ve teknolojide doğal gaz kullanılır hâle geldi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Başbakan,
son süreniz de bitti.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Konuşsun
Sayın Başkan, konuşsun.
BAŞKAN Lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Evet, aslında, konuşacak, tabii çok şeyler
var. Fakat, bunları inşallah gelecekte de konuşacağımız
mekânlar, zeminler çok olur.
Fakat, ben, tabii, şunu özellikle
söylüyorum: Türkiyenin bir dayanışmaya şüphesiz ki
ihtiyacı var, bir beraberliğe ihtiyacı var ve kimin,
nasıl, neyi konuştuğu, bunların takdirini halkımız
en iyi şekilde yapacaktır, hiç rahatsız olmaya gerek
yok. Hepimiz halkımızın karşısına gideceğiz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Hep beraber
gidelim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Halkımızın karşısına gittiğimiz
zaman en iyi kantar orası ve o kantar zaten ölçecek, biçecek, hiç
merak etmeyin, heyecanlanmaya gerek yok.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara)
Martta gidelim, martta
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) O heyecanınızı oraya saklayın. Ama,
burada, bu heyecanı farklı bir dile dönüştürürseniz,
bu olmaz. Bilesiniz ki, AK Parti, bu noktada sizin söylediklerinize
aynen cevap vermeyecek, o seviyeye düşmeyeceğiz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bunu böyle biliniz,
düşmeyeceğiz ve ben, arkadaşlarıma da sürekli bunu
söylüyorum; sabırla, kararlılıkla biz yolumuza devam
edeceğiz ve nisan ayı, mayıs ayı, şu çatı,
şu kutsal çatı, tabii ki Cumhurbaşkanlığı
için oturacak, değerlendirmelerini yapacak, kararını
da verecektir, bundan önce verdiği gibi. Ve kim, ne kadar oy almış,
efendim, bunun üzerinde bütün halk konsensüs sağlamış
mı, sağlamamış mı
Değerli arkadaşlar,
birbirimizi aldatmayalım. Şu anda Anayasanın amir
hükmü gereği neyse bunlar yapılacak.
Efendim, millet seçsin
Yeri gelir,
millet de seçer. Bundan da hiç kimsenin endişe etmesine gerek
yok. Onun da, demek ki, henüz vakti gelmedi. Vakti geldiğinde o
da olur. Fakat, ben merak ediyorum: Acaba bugüne kadar iktidara geldiğinizde,
ki, Sayın Baykal birçok iktidar gördü bu ülkede, diğer arkadaşlar
da birçok iktidar gördüler bu ülkede, kendileri iktidarları
döneminde acaba Cumhurbaşkanı seçimini niçin halka götürmediler
de şimdi bunu konuşuyorlar? (AK Parti sıralarından
alkışlar) Burası, tabii, bir soru işareti. Bu çok
önemli.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Sayın
Başbakan, bizim öyle bir önerimiz yok!
CANAN ARITMAN (İzmir) Biz erken
seçim istiyoruz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Onun için, Anayasanın amir hükmüyle, bu Parlamento,
AK Parti İktidarı, zamanında seçimi yapma kararlılığındadır
ve nisandan önce de, AK Parti, Grup olarak asla adayını
açıklamayacaktır.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara)
Aday belli, aday belli!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
Ayıp mı yani? Açıklayın
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Çünkü, üzerinde, işte bu görüldüğü tonda yapılan
spekülasyonlara, bu çirkinliklere, biz, fırsat vermeyiz, vermeyeceğiz.
Bunu da böyle bilesiniz! Ve atacağımız adımı
da ona göre atıyoruz.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Aday korkuyor
mu acaba?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Biz, siyasetin içerisinde nelerin nasıl yapıldığını
en az sizin kadar biliriz.
RASİM ÇAKIR (Edirne) Aday korkuyor
mu Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Daha öğreneceğin çok şeyler var!
RASİM ÇAKIR (Edirne) Korkuyor
mu yoksa aday?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Onları öğreneceksin!
RASİM ÇAKIR (Edirne) Neden
korkuyor aday?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Hiç onlardan bizim endişemiz yok, çok rahatız.
Şu gördüğünüz grubun herhangi bir şeyden korkmasına
gerek yok, onu siz düşünün! (AK Parti sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) Aday korkuyor,
aday!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Onu siz düşünün, onu siz düşünün!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara)
Korkmuyorsanız nisanda seçime gidelim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ve kararlılıkla yolumuza gidiyoruz, inşallah,
vaktizamanı geldiğinde de seçimi yapacağız, hiç
endişeniz olmasın, telaşa gerek yok.
Bugün de İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında günü 40.225le kapatmışız,
onu da ayrıca haber vereyim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Parası
olanlara hayırlı olsun!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Geldiğimizde biliyorsunuz, 10 binlerdeydi; 10 binlerden
bakınız 40 binlere geldik; 48 bini de gördük bir ara biliyorsunuz.
10 binlere geldi
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) Parası
olanlara hayırlı olsun Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Bunlardan rahatsız olmayın, bunlarla iftihar
edin, gurur duyun, çünkü bunların hepsi insanımıza
iş imkânı sağlayan mekânlardır. Bırakın bu
sermaye düşmanlığını, yapılsın yatırımlar
bu ülkede, rahatsız olmayın! (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Ben, 2007 bütçemizin ülkemize,
milletimize, tekrar, hayırlı olmasını temenni
ediyorum, tüm emeği geçenleri ve Parlamentomuzu sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN Sayın Başbakan,
çok teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
İç Tüzükümüzün 61inci maddesi gereğince, son söz milletvekilinindir.
Bütçenin lehinde söz isteyen, Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaşa söz veriyorum.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Elitaş, umarım,
çok kısa, bütçenin lehinde olduğu için de sadece teşekkür
konuşması yapacaksınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, yedibuçuk saati
aşan bir sürede, hem Sayın Maliye Bakanımızın
bütçeyi sunuş konuşmaları hem Profesör Nazım Ekren
Beyin, gerçekten, rakamları Türk milletine yorumlamaları
ve arkasından, Değerli Başbakanımızın
yaptığı bir saat yirmi beş dakikalık konuşma,
hakikaten, ruhlarımızı çalkaladı. İnanın,
gelecekle ilgili, baktığımız Türkiyenin, daha
iyiye doğru gittiğini, bir kere daha, tüm millete gösterdi.
CANAN ARITMAN (İzmir) Büyüklere
masallar onlar, büyüklere masallar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Sayın Başbakan, bir saat yirmi beş dakikalık konuşmasında,
tam bir saat beş dakikasını, Türkiyede yapılan yatırımlarla
ilgili ayırdı.
Ben, Sayın Başkanımın
önerdiği gibi, bir dakikalık bir konuşma yapıp, teşekkür
edecektim, ama, bir anımı sizlerle paylaştıktan sonra
teşekkür etmek istiyorum. Sene 1995 yılında milletvekili
seçilmiş Kayserili bir arkadaşımız vardı. Bu
arkadaşımız 1999 yılına kadar milletvekili
oldu. 2002 yılında da, yine, milletvekili adayı olarak
beraber yarıştık. O dönem içerisinde iktidar partisi
milletvekiliydi. İktidar partisi milletvekiliyken ne yaptınız?
diye, 2002 yılı seçimlerine girerken sordular. O da, koltuklarını
kabartarak, göğsünü gererek Kayseri Şehir Stadının
ışıklandırmasını yaptım arkadaş.
diye gezdi.
AYHAN ZEYNEP TEKİN BÖRÜ (Adana)
İşte o kadar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Dört yıllık milletvekilliği dönemindeki yaptığı
en önemli iş buydu ve o arkadaşımızı burada
kınamak, küçümsemek anlamında söylemiyorum. O arkadaşımızın
yapabileceği en önemli şey oydu. Çünkü, iktidar ancak bunları
yapabiliyordu. Şimdi, Sayın Başbakanı, Sayın
Maliye Bakanını dinledikten sonra -bir saat beş dakikalık-
Türkiyede yapılan şeyleri tartışıyoruz, konuşuyoruz.
Bugün bu memlekette yüzer yüzer temel atıyoruz, yüzer yüzer fabrika
açılışları yapıyoruz.
Bütçemizin hayırlı
uğurlu olmasını temenni ediyorum, emeği geçenlere
teşekkürlerimi sunuyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Elitaş.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Sayın
Başkan...
BAŞKAN Sayın Topuz, buyurun
efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Sayın
Başkanım, Sayın Başbakan konuşmasının
son bölümünde Grubumuza yönelerek Bırakın bu sermaye
düşmanlığını! diyerek ağır bir sataşmada
bulunmuştur. Grubumuza, bu konuya açıklık getirmek
için söz vermenizi rica ediyorum.
BAŞKAN Sayın Topuz, Sayın
Başbakanın konuşmasını dikkatle takip ettim.
Sayın Başbakan, hem bütçesini takdim etti hem de bütçesine
yapılan eleştirilere cevap verdi. Sermaye düşmanlığını
bırakın! şeklinde Genel Kurula hitap etmesini Cumhuriyet
Halk Partisine bir sataşma olarak kabul etmiyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Sayın
Başkan, kimdir o zaman sermaye düşmanı?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) Siz
tarafsız bir Meclis Başkanı değilsiniz. Sizi protesto
ediyorum!
BAŞKAN Şimdi 2007 Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile...
ALİ TOPUZ (İstanbul) Yazıklar
olsun size!
BAŞKAN ... 2005 Mali Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım:
ALİ TOPUZ (İstanbul) Neden
korkuyorsunuz?
BAŞKAN 2007 Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2005 Mali Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2005 Mali Yılı Katma Bütçeli
İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Mali Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla,
her üç tasarının da 1inci maddelerini okutuyorum:
2007 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı
(A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli
ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde
yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine
200.902.066.401 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde
yer alan özel bütçeli idarelere 12.720.119.000 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde
yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.437.179.058 Yeni
Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
2005 MALÎ YILI KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1 (1) Genel bütçeli dairelerin 2005 Malî
Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde
göste-rildiği üzere, 143.685.760.918,84 Yeni Türk Lirası olarak
gerçekleşmiştir.
2005 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİN
HESAP KANUNU TASARISI
Gider bütçesi
MADDE 1- (1) Katma bütçeli idarelerin
2005 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli
cetvelde gösterildiği üzere, 14.581.457.259,81 Yeni Türk Lirası
olarak gerçekleşmiştir.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Anayasamızın 164üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu
tasarısı ile kesinhesap kanunu tasarılarının
görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş
bulunan 1inci maddeler kapsamına giren kuruluşların
2007 merkezî yönetim bütçeleri ile 2005 mali yılı kesin hesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre, kuruluşların
bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan
karar gereğince, 16 Aralık 2006 Cumartesi günü Saat
11.00de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Hepinize iyi akşamlar.
Kapanma Saati: 21.40