DÖNEM: 22 CİLT: 143 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
45inci
Birleşim
27 Aralık 2006 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.-
Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın,
Elâzığ-Tunceli kara yolunda 7 vatandaşımızın
hayatını kaybetmesine neden olan trafik kazasına ve
Mazgirt ilçesi Akpazar beldesi yatılı bölge okulunda meydana
gelen cinsel istismar olayına ve bu tür olayların tekrarının
önlenmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündem dışı konuşması
2.-
Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, yaklaşan Kurban Bayramı
ve yeni yıl münasebetiyle 2006 yılının genel bir
değerlendirmesine ilişkin gündem dışı konuşması
3.-
Ankara Milletvekili Eyyüp Sanay'ın, Gazi Mustafa Kemal ve Sivas
Kongresi üyelerinden oluşan heyetin 27 Aralık 1919'da Ankara'ya
gelişinin 87'nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu ve 41 milletvekilinin,
su kaynaklarının korunması için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/409)
2.-
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 47 milletvekilinin,
kayısı üretimindeki ekonomik değer kaybının
ve kayısı üreticilerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/410)
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına
Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:
1147)
4.-
Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Mali Sektöre
Olan Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/1267) (S. Sayısı: 1312)
5.-
15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1268) (S. Sayısı: 1276)
6.-
Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin; Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından
Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/875) (S. Sayısı:
1254)
7.-
Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278)
V. - ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.-
Çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
VI. - OYLAMALAR
1.-
Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Mali Sektöre
Olan Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısına verilen oyların sonucu
VII. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Gümrük Müsteşarlığındaki
yolsuzluk iddialarının soruşturulmasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad
TÜZMEN'in cevabı (7/18769)
2.-
Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan'daki kamu binalarının
depreme dayanıklılıklarına ilişkin sorusu
ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız
ÖZAK'ın cevabı (7/18872)
3.-
Yozgat Milletvekili Mehmet ERDEMİR'in, Yozgat il merkezinde Karayolları
Genel Müdürlüğünce yapılan alt geçite ilişkin sorusu
ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız
ÖZAK'ın cevabı (7/18874)
4.-
Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, Eskişehir
çevre yolu projesine ilişkin sorusu ve Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız ÖZAK'ın cevabı
(7/18876)
5.-
Tekirdağ Milletvekili Erdoğan KAPLAN'ın, Cine 5'in
TMSF'ye devrinden sonraki yönetimine ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
ŞENER'in cevabı (7/19021)
6.-
Balıkesir Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, Lübnan'da Türk askerlerinin
konuşlandığı bölgede radyoaktivite saptandığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.
Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/19106)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.
Uşak
Milletvekili Ahmet Çağlayan, İstiklal Marşı
şairi Mehmet Âkif Ersoy'un, ölümünün 70'inci yıl dönümünde,
edebiyatçı kişiliğine ve eserlerine,
Kars
Milletvekili Zeki Karabayır, Sarıkamış Harekâtı'nın
92'nci yıldönümü münasebetiyle,
Konya
Milletvekili Mustafa Ünaldı, Konya Numune Hastanesinde meydana
geldiği iddia edilen ve bazı gazete ve televizyonlarda yayımlanan
habere ilişkin,
Gündem
dışı birer konuşma yaptılar.
Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 40 milletvekilinin, Necip Hablemitoğlu
cinayetinin araştırılması (10/407),
Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 42 milletvekilinin, küçük dokumacı
esnafının sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/408),
Amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacakları ve ön görüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Malatya
Milletvekili Miraç Akdoğan'ın, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu üyeliğinden çekildiğine
ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Sudan
Millî Meclisi Başkanı Ahmet İbrahim Al Taher'in resmî davetine
beraberinde Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık,
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın:
Ürdün'e,
İran'a,
Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
Şener'in Suriye'ye,
Sanayi
ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un Pakistan'a,
Yaptıkları
resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık,
Tezkereleri,
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 399'uncu sırasında
yer alan 1276 sıra sayılı geri gönderme tezkeresinin
bu kısmın 5'inci sırasına, 389'uncu sırasında
yer alan 1254 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin bu kısmın
6'ncı sırasına, 401'inci sırasında yer alan
1278 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin bu kısmın
7'nci sırasına, 402'nci sırasında yer alan 1305
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın bu kısmın
8'inci sırasına, gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan
ve bastırılarak dağıtılan 1312 ve 1314 sıra
sayılı tasarı ve teklifin ise 48 saat geçmeden bu
kısmın 4 ve 12'nci sıralarına alınmasına
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun 26/12/2006 Salı ve 27/12/2006 Çarşamba
günkü birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmemesine, 26/12/2006 Salı günkü birleşiminde
kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, 28/12/2006
Perşembe günkü birleşiminde ise sadece sözlü soruların
görüşülmesine; Genel Kurulun; 26/12/2006 Salı ve 27/12/2006
Çarşamba günleri 15.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesine; Genel Kurulun 4/1/2007 Perşembe günü çalışmamasına
ilişkin AK Parti Gurubu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra,
Kabul
edildi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3'üncü
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika
Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın
Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının
Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
Kanun
Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
4'üncü
sırasında bulunan, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin
Mali Sektöre Olan Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısı'nın (1/1267) (S.Sayısı:
1312) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 4'üncü maddesine
kadar kabul edildi; 4'üncü madde üzerinde bir süre görüşüldü.
27
Aralık 2006 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
20.07'de son verildi.
İsmail
Alptekin
Başkan
Vekili
Yaşar
Tüzün Mehmet
Daniş
Bilecik
Çanakkale
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Türkân
Miçooğulları Ahmet
Gökhan Sarıçam
İzmir
Kırklareli
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
No.: 57
II. - GELEN
KÂĞITLAR
27 Aralık
2006 Çarşamba
Teklifler
1.-
Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın; Türk Bayrağı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/919) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.12.2006)
2.-
Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın; Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/920) (Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.2006)
Rapor
1.-
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli ve 14 Milletvekili ile
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik ve 21 Milletvekilinin;
2510 Sayılı İskan Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifleri ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (2/824, 2/859) (S. Sayısı:
1315) (Dağıtma tarihi: 27.12.2006) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.-
Çorum Milletvekili Feridun AYVAZOĞLU ve 41 Milletvekilinin,
su kaynaklarının korunması için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/409) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/12/2006)
2.-
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt ASLANOĞLU ve 48 Milletvekilinin,
kayısı üretimindeki ekonomik değer kaybının
ve kayısı üreticilerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/410) (Başkanlığa geliş tarihi:
15/12/2006)
27 Aralık
2006 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.05
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45'inci Birleşimi'ni açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı
söz vereceğim.
Birinci
söz, gündem dışı, Mazgirt ilçesinde meydana gelen olayla
ilgili olmak üzere, Tunceli Milletvekili Sayın Sinan Yerlikaya'ya
aittir.
Buyurun
Sayın Yerlikaya. (Alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.- Tunceli
Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Elâzığ-Tunceli
kara yolunda 7 vatandaşımızın hayatını
kaybetmesine neden olan trafik kazasına ve Mazgirt ilçesi Akpazar
beldesi yatılı bölge okulunda meydana gelen cinsel istismar
olayına ve bu tür olayların tekrarının önlenmesi
için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı
konuşması
VAHDET
SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle,
dün, Elâzığ'dan Tunceli'ye giden bir minibüsümüzün Kovancılar
Nişankaya semtinde uçuruma yuvarlanması sonucu 7 vatandaşımız
hayatını kaybetmiştir, 7 vatandaşımız
yaralanmıştır. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı
dileklerimi sunuyorum; yaralı hemşehrilerime de Allah'tan
şifalar diliyorum, geçmiş olsun dileklerimi kendilerine
takdim ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu yolumuz, maalesef, Elâzığ-Tunceli yolu
Kovancılar ilçesine kadar duble yol olarak yapıldı,
ama, Kovancılar'dan sonra bir elli-elli beş kilometrelik yolumuz
kaldı; duble yol olmuş olsaydı, bu acılar yaşanmayacaktı.
Gerek Sayın Valimiz gerek biz ilimizin milletvekilleri olarak,
sayın bakanlara, Bayındırlık Bakanımıza
bu durumu söyledik, ilettik. 10 trilyonluk bir ödenekle bu yol pekâlâ
yapılacaktı, ancak, kaldı gitti. Bugün bu acıyı
hep beraber, yeni yıl öncesi, Kurban Bayramı öncesi yaşıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, ilimizde yine çok üzücü, hepimizi üzen, yine
derinden de düşündüren bir olay oldu geçen gün. Mazgirt ilçemizin
Akpazar beldesinin yatılı bölge okulunda bir cinsel istismar
olayı vuku buldu. Bu olaydan ötürü üç öğrenci tutuklandı,
dört öğrenci koruma altına alındı. Sayın Valimizin
talebi üzerine, bölgeye, Millî Eğitim Bakanlığınca
iki müfettiş gönderildi. Müfettiş arkadaşlar şu
anda bölgede inceleme yapıyorlar. İdari ve adli bir biçimde
soruşturmalar yürüyor.
Değerli
arkadaşlar, bu olay Tunceli'de ilk defa oluyor, Tunceli tarihinde
bu tür olaylara hiç rastlamak mümkün değildir. Yani, öyle ki, bizim
bütün kazalarımızda cezaevleri kapatıldı, bir
tek ilimizde bir cezaevi kaldı. Tunceli, suç oranı itibarıyla,
ülkemizin geneli düşünüldüğünde çok, çok alt sıralarda
yer almaktadır, bu tür olaylar hemen hemen hiç yoktur. Öyle töre
cinayetleri, efendim kan davaları, bu tür şeyler pek yoktur,
ama ne yazık ki YİBO'daki bu olay gayet tabii bütün vatandaşlarımızı,
bütün Tuncelili hemşehrilerimi çok derinden üzdü.
Değerli
arkadaşlarım, bu olay, bize, yatılı bölge okullarını,
yani YİBO'ları bir daha gözden geçirme, bir daha elden geçirme
gibi bir görev yüklüyor. Biliyorsunuz, yatılı bölge okulları
kırsal kesimin en temel eğitim yuvalarıdır.
Değerli
arkadaşlarım, bu eğitim yuvalarında, genelde Doğu
ve Güneydoğu'da boşaltılmış, kapatılmış
okulların talebeleriyle, parçalanmış ailelerin çocukları,
yetim ve öksüz ailelerin çocukları, buna benzer eğitim
imkânı bulamayan vatandaşlarımızın
çocukları genelde eğitim görür, sekiz yıllık
eğitimini burada tamamlar.
Şimdi,
böyle olunca da bu okulların ne kadar önemli bir yer tuttuğunu
hep beraber görüyoruz. Ancak, bu okullarımızda yıllardan
beri söylediğimiz sıkıntılar hâlâ devam ediyor değerli
arkadaşlarım. Ne yazık ki, bu okullarımızda,
hâlâ müdür görevini asaleten yürüten müdürler değil, vekaleten
yürüten müdürler vardır, bunlar da yeni gelen öğretmen arkadaşlardır,
deneyimsizdirler. Dolayısıyla, okulda öyle bir disiplini,
oradaki düzeni sağlamak pek mümkün görünmüyor. O nedenle,
sıkıntının başı burada arkadaşlar.
Tabii,
ayrıca bu okullarımızda, özellikle Doğu ve Güneydoğu'daki
bu YİBO'larda, ne yazık ki, öğrenciler, eğitim teknolojisinden
de yararlanmamaktadırlar.
Rehberlik
ve danışmanlık görevini yürüten öğretmenler alanlarında
yetersiz bulunmakta, deneyimsiz bulunmakta, zaten birçok okulumuzda
da asil, yani asaleten rehber ve danışman öğretmenlik
görevi yapan arkadaşlar bulunmamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, yatakhaneler yaş grubuna göre değil, karışık
bir şekilde yürütülmektedir, yerleştirilmektedir. Oda
sisteminden çok koğuş sistemiyle bu yatakhaneler görevini
görmektedir. Ayrıca da ister koğuş olsun ister oda olsun,
buradaki öğrenciler haddinden fazla sıkıştırılarak,
yataklar fazla sıkıştırılarak öğrenci
alınmaktadır ki, bu da çok tehlikeli, işte bu tür sonuçlar
ortaya çıkmaktadır.
Zaten,
sosyal faaliyetleri orada bulmak mümkün değildir. Yani, koğuşlarda,
odalarda kalan öğrenci sayılarının fazlalığı
bir yana, bu spor tesisleri, sanat kolları, buna benzer sosyal
alan olanakları çok azdır. Çocuklar, âdeta orada üvey evlat
muamelesi görmektedirler.
Yine,
banyolar yetersiz, yemekhane şartları çok yetersizdir. Yemekler
altı-on dört yaş grubuna göre tanzim edilmiş veya yapılmış
yemekler değildir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VAHDET
SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, önemli
bir konu, sizden birkaç dakika rica ediyorum.
BAŞKAN
- Buyurun.
VAHDET
SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum, hakikaten
önemli bir konu. Bütün arkadaşların bu konuyu çok önemsediklerini
de biliyorum.
Zaten,
bitlenme ve uyuz hastalıkları da sık sık buralarda
kendini göstermektedir.
Öğrenciler,
velileriyle istedikleri zaman iletişim kuramamaktadırlar,
dolayısıyla, psikolojik olarak sıkıntı yaşamaktadırlar.
Düşünün, yedi yaşında, altı yaşında, sekiz
yaşında bir çocuğun, velisiyle, öğrencisiyle haftalarca,
aylarca iletişim kuramamasının ne kadar zor bir olay
olduğunu hep beraber biliyoruz, görüyoruz arkadaşlar.
Kırtasiye
malzemeleri yetersizdir. Çoğu okullarımızda bilgisayar
ve fakslar hâlâ bulunmamaktadır değerli arkadaşlarım.
Okullarımızın
bakım ve onarımı da yetersizdir. Buraya ait ödenekler
de zamanında gitmediği için, zaman zaman yakacak sıkıntısı
dahi kendini göstermektedir. Kış günleri özellikle çocukların
bundan şikâyetçi oldukları, bize gelen şikâyetler arasındadır.
Gıda
ve giyecek ihalelerinde yolsuzluklar zaten her zaman var. Okulların
bakım ve onarımı çok yetersiz bir düzeyde. Yine, taşıma
araç sayısı çok yetersizdir, bazı okullarımızda
hiç taşıt yoktur. Etüt dersleri, hem az hem yetersiz bir seviyededir.
Ödenekler, hem yeterli değil hem zamanında bu illerimize
gönderilmemektedir.
Öğretmenlerin
çalışma koşulları çok ağırdır. Gündüz
derse giren öğretmen, gece nöbet almaktadır. Düşünün,
yirmi dört saat sürekli görev yapan öğretmen arkadaşlar
vardır. Bu görevlerine karşı, bu öğretmenlerimiz,
sadece, haftada altı saat bir ders ücreti almaktadırlar.
Tabii,
yine öğretmenler bir görev daha yapıyor orada. Orada, kaloriferci,
doktor, hemşire, şoför gibi hizmetli şeyleri çok azdır
veya bazılarında hiç yoktur. Öyle okullarımız vardır
ki değerli arkadaşlarımız, öğretmen, aynı
zamanda şoförlük yapmaktadır, aynı zamanda o öğrencisi
rahatsızlandığı zaman doktorluk yapmaktadır.
Eğer acil bir durum varsa, eğer varsa orada kendi özel arabasıyla
öğretmen, bunları, en kısa, sağlık kurumuna
götürmektedir. Bunun gibi pek çok sıkıntılar vardır.
Değerli
arkadaşlar, bu sıkıntıları gözden geçirerek
yeni baştan ele alalım. Dün, Sayın Bakanımızın,
bana göre, yani beni sevindiren bir cümlesi oldu: "Yeniden bir
seferberlik ilan etme" dedi. Çok doğru, hakikaten, bu
işin siyaseti yoktur, bu işin partisi yoktur. Bu ilkokullarımızda,
özellikle bu sekiz yıllık YİBO'larda bir seferberlik
ilan etmenin zamanıdır. Bunları tepeden tırnağa
kadar elden alarak bu sıkıntıları çözmemiz gerekiyor.
Buna ait ödeneklermiş, bütçeymiş, bunları bir yana
bırakarak, ne gerekiyorsa yapmamız gerekiyor. Bu öğrencilerimizin
günlük beslenmelerini yeterli hâle getirmek lazım, yemeklerini
çeşitlendirmek lazım. Öğrencilerin, okulda, velileriyle,
aileleriyle iletişim sağlaması, haberleşme
sağlaması için ücretsiz telefon ve buna benzer iletişim
imkânları sağlamamız gerekmektedir. Yine, öğrencilerin
sosyal faaliyet yapma imkânlarını artırmamız lazım.
Tiyatro, sinema gibi sanatsal eserler, oyunlar orada göstermek gerekiyor,
spor faaliyetlerini önemsemek lazım, bu imkânlara öğrencilerimizi
kavuşturmamız lazım.
Yani,
kısacası, YİBO'ların fiziksel koşullarını
iyileştirelim, ders ve araç gereçlerini çoğaltalım.
Bu yerlere, deneyimli, asaleten müdür olarak, gerçekten deneyimi
olan müdür arkadaşları, on yıllık, on beş
yıllık öğretmenlerimizi buraya sevk edelim ki, buralar
gerçek bir rahatlamaya kavuşmuş olsun.
Bir
de, değerli arkadaşlarım vali ve kaymakamlarımıza
çok büyük, önemli görev düşüyor. Değerli arkadaşlar,
valiler ve kaymakamlar buraları sürekli göz önünde tutmalıdırlar,
sık sık ziyaret etmelidirler, gece gündüz, hele gece baskın
yapmalıdırlar, oraya gidip bir incelemelidirler: Gerçekten
nöbetçi var mı, çocuklar rahat yatabiliyor mu, yatakhaneler
nasıl? Bunlara çok büyük görev düşüyor. Bu yapılırsa,
en azından oradaki idareciler olsun, oradaki yöneticiler olsun,
korkusundan da olsa, çekincelerinden de olsa, devamlı, sürekli
bu öğrencileri göz önüne almak durumunda kalırlar. Bunları
hep beraber çözeceğiz inşallah. Bu, hepimizin sorunudur.
Bu
konuşmamdan dolayı Sayın Başkana teşekkür
ediyorum, verdiği süreden dolayı. Ayrıca, bütün ulusumuzun,
vatandaşlarımızın yeni yılını kutluyorum,
idrak ettiğimiz Kurban Bayramlarını da kutluyorum.
Hepinize esenlikler ve iyi tatiller diliyorum.
Teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Yerlikaya.
Gündem
dışı ikinci konuşma isteği, yeni yıl ve
Kurban Bayramı münasebetiyle Samsun Milletvekili Sayın
Musa Uzunkaya'ya aittir.
Buyurun
Sayın Uzunkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, yaklaşan Kurban Bayramı
ve yeni yıl münasebetiyle 2006 yılının genel bir
değerlendirmesine ilişkin gündem dışı konuşması
MUSA
UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri;
idrak etmekte olduğumuz Kurban Bayramı ve yeni yılın
değerlendirilmesi üzerine gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, mümtaz heyetinizi ve şahsınızda
aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Aynı
zamanda, bugün 27 Aralık 2006 Çarşamba, bundan tam yetmiş
yıl evvel, 27 Aralık 1936 tarihinde, darı bekaya üful
eden, Safahat mübdisi, İstaklal Marşımızın
münşisi, millî mücadelemizin eşsiz kahramanlarından,
ölümsüz şair, şiir ve neşideleriyle ummanları gönüllere
taşıyan, Kur'an bülbülü, vatan, bayrak ve insan sevgisinin
şahsında ölümsüzleştiği merhum Mehmet Âkif'in ölüm
yıldönümüdür.
Şairin
"Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyleyemem/ Dili
yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım." dediği gibi,
kalpten geçen duygu, ona duyulan sevgi ve onu ifade etmedeki acziyet,
zannediyorum ki, en iyi yukarıdaki mısralarla ortaya konuyor.
Birinci
Meclise Burdur Mebusu olarak intihâb edilen millî şairimiz Mehmet
Âkif Ersoy'a karşı, 22'nci Dönem Meclisi milletvekilleri ve
59'uncu Cumhuriyet Hükûmeti olarak, onun adını verdiğimiz
Burdur Mehmet Âkif Üniversitesini kurmakla mütevazı bir kadirşinaslık
borcunu ödemenin mutluluğu içerisindeyiz. Bu vefa örneğini
sergileyen başta Hükûmetimize, Meclis Başkanımıza,
iktidar ve muhalefetiyle yüce Meclisimize şahsım ve milletimiz
adına teşekkür etmeyi bir borç biliyor, merhum şairimizi
bir kere daha rahmetle, mağfiret dileklerimizle yâd ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; esasen bugünkü gündem
dışı söz talebimin konusu, 31 Aralık 2006 Pazar günü
idrak edeceğimiz Kurban Bayramı ve aynı gece gireceğimiz
yeni bir yılın değerlendirilmesine esas teşkil
edecek geride bırakmakta olduğumuz 2006 yılının
bir muhasebesidir.
Sayın
Başkan ve aziz milletimin mümtaz temsilcileri; seksen altı
yıllık ömrüyle, ordu kuran, kahramanlık destanları,
İstiklal Savaşı'yla İstiklal Marşı yazan,
cumhuriyet rejimini demokrasi ve özgürlüklerle taçlandıran
yüce bir Meclisin değerli üyeleri olarak, her birimiz, üzerimize
tevdi edilen millet emanetini aziz milletimizin dünya milletler camiasındaki
onuruna yaraşır bir şekilde temsil etmek durumunda ve
hatta mecburiyetindeyiz. Temsil ettiğimiz 73 milyonluk aziz
milletimizin en akıllı, en zeki ve bu işe en layık
insanları olduğumuz için değil, kaderin bir cilvesi
ve belki fıtratın iktizası ilahî bir imtihanın gereği
olarak bu yüce çatı altındayız. İstiklal Marşımızdaki
"Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/Düşün
altında binlerce kefensiz yatanı." mısralarında
ifade edilen bu toprakların altındaki binlerce değil,
milyonlarca kefensiz yatan şehitlerimizle ebediyete göçen
binlerce milletvekilini, ilk Meclisten
bugüne kadar hizmet verip sadece zabıtlarda isim, hizmet ve konuşmalarına
şahit olduğumuz ve bugün kendilerini minnet, rahmet ve
şükranla yâd ettiğimiz şahsiyetlerin ebediyet yolculuk
kervanına elbette bir gün biz de katılacağız. Öyleyse,
yeni bir yıla, hatta 23'üncü Dönem milletvekilliği seçimlerinin
yapılacağı önemli bir hesaplaşma ve hesap verme
senesine girerken, her birimiz ve hatta aziz milletimizin tüm fertleri,
geçen bir yılın ve bir ömrün ciddi bir muhasebesini yapmak,
yeni bir yıla mübarek Kurban Bayram'ında girmenin şuur
uyanıklığı içerisinde olmamız gerekir.
Bu
çatı ve esasen gök kubbe altında yapılan hiçbir iş
ve sarf edilen hiçbir söz yoktur ki, onlar zapturapt altına
alınmasın, sahibine ciddi bir sorumluluk getirmesin. Öyleyse
Bâki'nin dediği gibi;
"Avazei
bu âleme Davut gibi sal,
Bâki
kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" dedirtecek
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayın.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - ...güzel bir ses, güzel bir soluk, güzel bir nefes
ve güzel bir iz bırakmadan daha güzel ne olabilir?
Sevgili
kardeşlerim, öyleyse, öncelikle biz ve saniyen insan olma erdem
ve şuurunu taşıyan tüm fertleriyle aziz milletimiz, bu
çok, ama çok ciddi nefis muhasebesini yaparak, hem mübarek Kurban
Bayramımızı hem de yeni bir yılımızı
idrak etmeliyiz.
Hz.
Ömer'in yönetim anlayışının, merhum Âkif'in Safahat'ında
mısralaşan, "Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu/
Gelir de adli ilahî Ömer'den sorar onu" şuuru içerisinde olmak,
bütünüyle bu Parlamentonun ve içinden çıkan Hükûmetimizin kaçınılmaz
sorumluluğudur.
Üstat
Necip Fazıl'ın, "Ağlayın aşinasız, sessiz
can verenlere/ Otel odalarında, otel odalarında
"
mısralarında terennüm ettiği otel odalarından
vazgeçtik, "kimsesiz, sessiz sedasız, sokak ortalarında,
sokak ortalarında" diyebileceğimiz sayısız
gencimizi, kapkaç, cinayet, içki, uyuşturucu ve akla hayale
gelmedik tarzda kaybettiklerimiz ve hâlâ kaybetmekte olduklarımızı
düşünmek, onlar için ağlamak değil, onları, bu terütaze
yavrularımızı düştükleri her türlü olumsuz girdaptan
kurtarmak bizim asli vazifemizdir, asla kaçınamayacağımız
ve mutlaka hesabını vereceğimiz mesuliyetimizdir.
Sevgili
kardeşlerim, 2005 yılı resmî kayıtlarına göre
-ki, resmî olmayan veriler çok daha fazlasını ifade ediyor-
903,9 milyon litre alkollü içki tükettiğimizi ortaya koyuyor.
Bunun anlamı nedir? Her bir tankerin 25 bin litre içki yüklendiğini
düşünürseniz, tam 36.156 tır dolusu alkol
Her bir
tır'ın 18 metre uzunluğu göz önünde bulundurulursa, toplam
650 bin metre, bir diğer ifade ile 650 kilometre peş peşe
dizilmiş bir alkol konvoyu ve tüketimi
Yani, Ankara'dan Edirne'ye
veya Samsun'dan İstanbul'a kadar kesintisiz bir tır filosu
yüklü alkolü ülke olarak tüketmişiz.
Geçen
yıl fert başına 12,5 litre, bu yılın 7'nci
ayının sonu itibarıyla da 8 litre alkol tüketen ülkemiz,
başta TV kanalları olmak üzere çöküşü hızlandıran
her türlü olumsuzluğa artık, "dur!" demenin zamanının
geldiğini idrak etmek zorundayız.
Sağlığımızı
ve millet olarak geleceğimizi tehdit eden sigara, alkol ve
uyuşturucu kullanımının gittikçe yaygınlaştırılması,
resmî birçok programın, hatta birkısım resepsiyon ve anma
programlarının alkollü içkilerle tertip edilmesinin
çağdaşlık göstergesi, ilericilik simgesi olarak tanımlanması,
hatta ortaöğrenim kurumlarına varıncaya kadar mezuniyet
baloları ve bazı programlarının alkollü içkilerle
kutlanıyor olması, yeni bir yılın ilk saatlerine
akıl tutulmasının ana amillerinden olan alkollü içeceklerle
girilmesinin bir zaruretmiş gibi sayılması, bizi içerisinde
bulunduğumuz toplumsal buhrana sürükleyen ana amildir.
BAŞKAN
- Sayın Uzunkaya, konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Milletimizi
felaketlere sürükleyen "niçin"leri başka yerlerde değil,
kendi yaptıklarımız, hayatımızın içindeki
yanlışlarda aramalıyız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisteki üslubumuz,
konuşma adabımız, birbirimize karşı olan sevgi,
saygı, hoşgörü ve tahammülsüzlüğümüz, iyi veya kötü
alışkanlıklarımız aynen toplumumuza da sirayet
etmektedir. Filhakika, biz, o toplumun içinden çıktık, bir
anlamda milletin aynasıyız. Tıpkı ilk Meclisin mebuslarından
Tahir Efendi'nin kendisini intihâb eden seçmenlerine söylediği
gibi. Tahir Efendi, seçim bölgesine gidiyor ve tıpkı bugün
olduğu gibi, seçmenleri tarafından zaman zaman eleştiriliyor.
Şikâyetlere cevap vermek üzere diyor ki Tahir Efendi: "Beyler,
sizler bizi seçtiniz, yani müntehipsiniz, seçicilersiniz. Biz de
seçildik, bize de müntehap derler. Seçilip gönderildiğimiz yere
Meclis, yani müntehebunileyh denir. Sizin yaptığınız
bu işe de intihap denir. İntihap ise Arapça'da "nuhbe,"
kelimesinden gelir. Nuhbe kaymak demektir. Sütün üstünde süt kaymağı,
şapın üstünde de şap kaymağı vardır. Siz ne
iseniz meclisiniz odur. Beyler, beni böyle anlayın."
Evet,
bizler toplumun kaymak tabakası değiliz, ancak özünün süzülüp
Parlamentoya yansıyan aynasıyız. 2007 yılı,
daha seviyeli
HALİL
TİRYAKİ (Kırıkkale) - Başkan, camide vaaz verir
gibi, ne bu ya? Başkan, burası cami değil ya!
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Nedir bu ya!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) -
olgun ve milletimizin özüne yaraşır
bir temsil anlayışıyla geçirilmelidir. Ne cumhurbaşkanlığı
seçimini ne de 4 Kasım 2007'deki genel seçimleri gerilim hattına
çekmek
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Bu, herkesi alkolik yaptı ya!
HALİL
TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sanki aklı başında
insan yok burada!
BAŞKAN
- Sayın Uzunkaya, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Yeter Başkan ya!
BAŞKAN
- Çok, sürenizi, aştınız, son cümlelerinizi söyler misiniz.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum, zaten
son cümlelerim.
HALİL
TİRYAKİ (Kırıkkale) - Git camide ver!
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Nedir bu ya senin yaptığın!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Arkadaşlar, ben, sizi rahatsız edecek
hiçbir şey söylemediğimi zannediyorum.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ne demek canım! Herkesi alkolik
yaptın!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Ama rahatsız edici bir şey varsa Sayın
Grup Başkan Vekili Anadol burada.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Sizin iktidarınızda arttı.
Ayıp ya!
BAŞKAN
- Efendim, siz konuşmanızı tamamlayın lütfen.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Ne cumhurbaşkanlığı seçimini
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Cami avlusu mu burası ya?
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) -
ne de 4 Kasım 2007'deki genel seçimleri gerilim
hattına çekmek, toplum içerisinde kutuplaşmalara meydan
vermek, hukukun ve Anayasa'mızın tanımladığı
yetki ve sorumluluklar dışında sokak ve taşkınlıklarda
çözüm aramak hiç kimseye yarar sağlamaz.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Bizi niye bir dakika fazla konuşturmuyorsun
Başkan? Ona o kadar fazla müsamaha gösteriyorsunuz. Bu olacak
şey değil, yeter ya!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Sami Bey, nezaketli olmanızı bir tabip
olarak size tavsiye ederim. Herhâlde benim söylediklerim en çok sizi
ilgilendirir.
BAŞKAN
- Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümlenizi alacağım.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Nerede görülmüş bu kadar ya, hayret
ya!
BAŞKAN
- Gerekli müsamahayı gösterdim, son cümlenizi rica edeyim.
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Ayıp ya!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Siyaset yapanların empatiye, kendilerini
karşıdakilerin yerine koymaya ihtiyacı var. Bunu
yaptığımız ve hukuka saygılı olduğumuz
anda birbirini incitecek, gönül kıracak, karşılıklı
sevgi ve saygıyı zedeleyecek en küçük bir olumsuzluğa
meyden vermeden arzu edilen sonuçlar istihsal edilebilir.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Sayın Başkan, ne alakası var Kurban
Bayramı'yla? Hayret bir şey ya!
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) - Kendimize ait hipotezlerle beynimizde kurguladığımız
hükümleri hukukun
GÖKHAN
DURGUN (Hatay) - Ne ilgisi var Sayın Uzunkaya?
BAŞKAN
- Sayın Uzunkaya, bakın, konuşmanızı keseceğim
artık, son cümlelerinizi rica ediyorum.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) -
ve yasamanın önüne koyarsak, devlet ve rejimimizi
o zaman tehlikeye atmış oluruz.
Bu
duygu ve temennilerle, idrak etmekte olduğumuz Kurban Bayramı'mızla
yeni yılımızın hayırlı olmasını
diliyor, sizleri ve yüce milletimizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Oysaki,
ben, size ve hepimiz için söylenmesi gereken bir kısım
şeyleri söylediğimi düşünüyorum, ama ne yazık
ki, CHP aynı CHP, CHP'liler aynı CHP'liler.
Saygılar
sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Sayın Uzunkaya, teşekkür ederim.
MEVLÜT
COŞKUNER (Isparta) - Ne ilgisi var?
NURİ
ÇİLİNGİR (Manisa) - CHP'nin adını ağzına
bile alma!
BAŞKAN
- Gündem dışı üçüncü konuşma, Atatürk'ün Ankara'ya
gelişiyle ilgili olmak üzere, Ankara Milletvekili Sayın
Eyyüp Sanay'a aittir.
Buyurun
Sayın Sanay.
MUHARREM
İNCE (Yalova) - Musa Bey, keşke siz de eskisi gibi olsaydınız,
iktidara gelmeden önceki gibi olsaydınız.
3.- Ankara
Milletvekili Eyyüp Sanay'ın, Gazi Mustafa Kemal ve Sivas Kongresi
üyelerinden oluşan heyetin 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelişinin
87'nci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
EYYÜP
SANAY (Ankara) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri
MUSA
UZUNKAYA (Samsun) - CHP aynı CHP ama, keşke siz de eskisi gibi
olsaydınız.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, dinleyelim hatibi.
EYYÜP
SANAY (Devamla) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
27 Aralık 1919'da Gazi Mustafa Kemal ve Sivas Kongresi üyelerinden
oluşan Heyeti Temsiliye'nin Ankara'ya gelişinin seneidevriyesi
münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
19'uncu
yüzyılda fikrî, siyasi, ekonomik ve askerî açılardan büyük
sarsıntılar yaşayan Osmanlı Devleti, 20'nci yüzyılın
ilk çeyreğinde ise önce Trablusgarp Savaşı, arkasından
Balkan bozgunuyla geniş ülke topraklarını kaybetmiştir.
Sonrasında ise âdeta bir oldubittiyle kendisini Cihan Savaşı'nın
içinde bulmuştur. Amansız, zor savaş yıllarının
ardından müttefikleriyle birlikte mağluplar arasında
anlaşma masasına çağrılmıştı. Aslında
bu bir anlaşma değil, âdeta paylaşma hesabıydı.
Ancak işgalciler, Çanakkale'yi geçilmez eden, Kafkaslar'dan Yemen'e
kadar kahramanlık destanları yazdıran bu milletin esarete
boyun eğmeyeceğini hesaba katmamışlardı.
Oysa bu milletin esir edilemeyeceği tarihin her dönemine ait
belgelerle sabitti. Bu defa da farklı olmayacaktı. Çünkü
işgalciler karşısında millet suskun kalmamış,
yurdun dört bir yanında müdafaa-i hukuk cemiyetleri kurulmuştu.
İstanbul'dan hareketle Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Atatürk,
Anadolu'da kurtuluş mücadelesinin fitilini ateşlemişti.
Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, millî mücadele örgütlenmesinin
önemli birer aşamasını oluşturmuştu. Sivas
Kongresi'nde amansız manda ve himaye tartışmalarından
sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilmiş,
kurtuluş mücadelesinin aynı merkezden sevk ve idare edilmesi
kararlaştırılmıştı.
Ayrıca,
kurtuluş mücadelesini yürütmek üzere bir temsil heyeti
oluşturulmuştu. Uzun bir değerlendirme yapan heyet üyeleri,
stratejik konumu nedeniyle Ankara'yı merkez olarak belirlemişlerdi.
Sivas'tan yola çıkan heyet-i temsile üyeleri ve Mustafa Kemal
Atatürk, 27 Aralık 1919 Cumartesi günü Ankara'ya ulaşacaktı.
Ancak, Mustafa Kemal Paşa ve temsil heyetinin Sivas'tan Ankara'ya
gelmek üzere yola çıktığı haberi duyulunca,
coşkulu bir karşılama programı hazırlanmış,
3 bin atlı ve 40 bini aşkın yayayla Dikmen sırtlarında
toplanan Ankaralı seğmenler ve Ankaralılar, bu önemli
misafirlerini bayram coşkusu ile karşılamışlardı.
Vali
Vekili Yahya Galip Bey ile Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa,
Gölbaşı'na kadar giderek heyeti ilk karşılayanlar
olmuştu.
Dikmen
sırtlarında toplanan her yaştan Ankara halkının
bayram sevinci içerisindeki sıcak ilgisi, temsil heyetini
fazlasıyla memnun etmişti.
Ayrıca,
Ankara halkının kurtuluş mücadelesine olan inancı,
özverili fedakâr desteği takdire şayandı.
27
Aralık 1919, Ankara halkı sevinç, heyecan ve coşku içerisinde,
Kurtuluş Savaşı'nın öncüleri heyet-i temsile üyeleri
Ankara'daydı artık ve kurtuluş mücadelesi Ankara'dan
sevk ve idare edilecektir.
29
Aralık 1919'da temsil heyetince yayınlanan bir tebliğle,
bütün mebusların Ankara'da toplanması duyuruldu. Yurdun
dört bir yanından gelip Ankara'da toplanan temsilcilerden oluşan
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin idare merkezi de Ankara
olarak ilan edildi.
Ankara
halkı, esnafı, tüccarı, zanaatkârı, işçisi,
köylüsü ve her dereceden memuruyla
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EYYÜP
SANAY (Devamla) - Sayın Başkan, bitmek üzere.
BAŞKAN
- Efendim, konuşmanızı lütfen tamamlayın.
EYYÜP
SANAY (Devamla) -
kurtuluş heyeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükûmetine, maddi ve manevi desteğini en üst seviyede fedakârca
devam ettirmiştir.
27
Aralık 1919'da heyet-i temsilenin Ankara'ya gelişinin
yıl dönümü münasebetiyle, Kurtuluş Savaşı'mızın
mimarlarını, aziz şehitlerimizi, kahraman gazilerimizi
ve her aşamada emeği geçen atalarımızı hürmetle,
saygıyla, rahmetle yâd ederken, yorgun, yorucu ve biraz da
kırıcı geçen bütçe görüşmelerinin ardından,
dünden yarına her zaman ülke ve millet olarak birlik ve beraberlik
ihtiyacı içinde olduğumuzu unutmamalıyız.
"Girmeden
tefrika bir millete, düşman giremez;/Toplu vurdukça yürekler,
onu top sindiremez." diyen millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'u
da, ölümünün seneidevriyesi münasebetiyle rahmetle anarken, heyetinizi
saygıyla selamlar, bu vesileyle, Kurban Bayramı'nızı
ve yeni yılınızı tebrik ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Sanay.
Sayın
milletvekilleri, gündem dışı konuşmalar tamamlanmıştır,
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin iki önerge
vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Çorum
Milletvekili Feridun Ayvazoğlu ve 41 milletvekilinin, su kaynaklarının
korunması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/409)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gelişmekte
olan ülkeler kalkınma çabası içinde genellikle çevre korumacılığını
göz ardı etmekte, doğal kaynaklarını dikkatsizce
kullanarak, gerek dünyada gerekse ülkemizde su ihtiyacı gittikçe
artarken, su kaynakları kirlenmekte ve tükenmektedir. Maalesef
Türkiye'mizde de denizlerimiz, göllerimiz, çay, dere, nehirlerimizden
oluşan akarsularımız ile yer altı sularımız,
evsel, tarımsal ve endüstriyel atıklar ile sürükle olarak
kirletilmektedir.
Çevrenin
korunması ve çevre kirliliği problemi, kirliliğin
kaynağı olan ülke ile sınırlı kalmamakta dünya
üzerinde varolan diğer devletleri ve insanları da etkilemekte
ve ilgilendirmektedir.
Bunun
için çevre ile ilgili bir takım devletler arası düzenlemelerin
yapılması da zorunluluk olduğundan dolayı, çevrenin
korunması ve çevre kirliliğinin önlenmesi için birtakım
devletlerarası çalışmalar da yapılmalıdır.
Ülkemiz,
üç tarafının denizlerle kaplı olması, nehir, göl,
ırmak ve jeotermal doğal su kaynaklarımızın
bulunması ile de şanslıdır. Bu kaynakların
doğru kullanılması için de devlet acil çözümler almalıdır.
Vatandaşlarımızı bu konuda bilinçlendirmek ve
geleceğe yatırım için ilköğretim okullarında
başlayan eğitimle de buna kaktı sağlamalıyız.
Ekolojik
dengenin sağlıklı olması veya olmaması tüm
canlıları olumlu veya olumsuz şekilde etkilemektedir.
21'inci yüzyılda gelişen ve modernleşen dünyamızda,
ülkemiz de payına düşeni almaktadır. Dört mevsimi yaşayan,
bundan dolayı birçok bitki örtüsüne sahip olan ülkemiz bunu su
kaynaklarından sağlıyorsa bunun da canlı yaşamını
baştan sona kadar ilgilendirmesi nedeniyle, toplumumuza ve
devletimize büyük sorumluluklar yüklediği açıktır.
Bu
konuyla ilgili devletin tüm birimlerinin bir an önce harekete geçirilmesi
ve araştırılması ile yok olmaya yüz tutan su kaynaklarımızın,
çevrenin ve ekolojik dengenin tüm olumsuzluklarından etkilenmesinin
önlenmesi için, bilimsel ve toplumsal tedbirlerin alınması
amacıyla, Anayasanın 98. maddesi, TBMM İçtüzüğünün
104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
2- Uğur Aksöz (Adana)
3- Abdulaziz Yazar (Hatay)
4- İdris Sami Tandoğdu (Ordu)
5- Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
6- Nadir Saraç (Zonguldak)
7- Harun Akın (Zonguldak)
8- M. Akif Hamzaçebi (Trabzon)
9- Rasim Çakır (Edirne)
10- Osman Özcan (Antalya)
11- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
12- Gürol Ergin (Muğla)
13- Necati Uzdil (Osmaniye)
14- Atila Emek (Antalya)
15- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
16- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
17- Yakup Kepenek (Ankara)
18- Muharrem Kılıç (Malatya)
19- Mustafa Gazalcı (Denizli)
20- Erdal Karademir (İzmir)
21- Nail Kamacı (Antalya)
22- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
23- Osman Kaptan (Antalya)
24- Zeynep Damla Gürel (İstanbul)
25- Mehmet Işık (Giresun)
26- Mehmet Sefa Sirmen (Kocaeli)
27- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
28- Abdurrezzak Erten (İzmir)
29- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
30- Nurettin Sözen (Sivas)
31- Sıdıka Sarıbekir (İstanbul)
32- Hasan Ören (Manisa)
33- Yılmaz Kaya (İzmir)
34- Ali Arslan (Muğla)
35- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
36- Orhan Eraslan (Niğde)
37- Mehmet Semerci (Aydın)
38- Mehmet Parlakyiğit (Kahramanmaraş)
39- Nezir Büyükcengiz (Konya)
40- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
41- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
42- Tuncay Ercenk (Antalya)
Gerekçe:
Doğal
su kaynaklarımızın korunmasında önemli bir faktör
olan arıtma tesislerinin kurulmaması ya da kurulduktan
sonra çalıştırılmaması sonucunda denizlerimiz
ve iç sularımız olumsuz yönde etkilenmekte ve giderek bu
kaynaklarımızın yok olmasına sebebiyet verilmektedir.
Bu
durum Anayasanın 56. maddesinde Çevre Hakkı adı altında
düzenlenmiştir. Herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek,
çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir. Anayasamız
çevre hakkını; devletin ödevi, vatandaşın ödevi
ve herkesin hakkı olarak üç açıdan düzenlemiştir.
Toplumumuz
için, denizlerimiz ve iç sularımızın durumu çevre
sağlığının önemli bir göstergesidir. Nehir ve
dereler de kırsal alan çevresi niteliğinin gelişmesine
yardımcı olan ve ekolojik dengeyi sağlayan doğanın
canlılara bahşettiği en bedelsiz, karşılıksız
hediyesidir. Kısacası su hayattır.
Örneğin,
özellikle atık sularda bulunan organik maddelerin, sulama kaynaklarına
karışması ile özellikle yeşil tüketilen sebzelerin
beslemesi ve bunun sofralara gelmesinin, ne büyük sorunlara yol
açmakta olduğu inkâr edilemez. Sadece tek bir örnekle açıklanan
sorunun büyüklüğü bile ürkütücü boyuttadır. Bunun için
en kısa zamanda acil, orta ve uzun vadeli kesin sonuçlara ulaşacak
çözümler alınması, ülke ve toplum sağlığını
rahatlatacak politikalar geliştirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN
- Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
2.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 47 milletvekilinin,
kayısı üretimindeki ekonomik değer kaybının
ve kayısı üreticilerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/410)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dünya
kuru kayısı pazarının %90'lık kısmına
ülkemizin hakim olmasına karşın ülke olarak, aktif pazarlama
ve finansal destek politikalarının uygulanmaması
nedeniyle yabancı alıcıların oyuncağı
hâline gelerek ülkemizin önemli ölçüde gelir kaybına uğratıldığı
açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Yıllardır
2500-3000 $/ton olan kayısı fiyatları özellikle son 4
yılda giderek aşağıya doğru gelmiş ve ton
başına 1200-1500 $'a alıcı bulabilmektedir.
Kayısı
üreticilerinin, gübre, mazot ve işçilik gibi giderleri her
yıl artmasına karşın, satış fiyatlarındaki
gerileme Türk ekonomisi ve üreticiler açısından önemli kayıplara
neden olmaktadır.
Özellikle
son 4 yıldır hükümet tarafından birlikler ve özellikle
kayısı birlik kendi kaderlerine terk edilmiş, her türlü
finansal destekten yoksun bırakılmıştır. Türkiye
olarak, yıllardır 250-300 milyon dolar arasında olan kayısı
ihracatı 100 - 120 milyon dolar seviyelerine gerilemiştir.
Kayısı
fiyatlarında ülkemizin uğradığı 150 milyon
dolarlık gelir kaybı, hükümetin tarımsal ürünlere ve
kayısı birliğin kendi kaderlerine terk etmesinden dolayı
oluşmaktadır.
Özellikle
yabancı kayısı ithalatçılarının Türkiye'de
kayısı ürününe hiçbir desteğin olmadığını
ve özellikle kayısı sezonunda hiçbir finansal desteğin
olmadığını çok iyi bilmektedir. Mazot, gübre ve
işçilik giderleri nedeniyle üreticilerin ürünlerini elden
çıkarmak zorunda olduklarını da yabancı alıcılar
çok iyi bilmektedir. Sonuçta yok pahasına üretici tarafından
satılan ürünleri 1200-1500 $ arasında satın alan yabancı
alıcılar bu ürünü tüm dünyaya 6-8 bin Euro olarak satmaktadırlar.
Ülkemiz insanının çok büyük güçlükle ürettiği ürünümüzden
dolayı yabancı alıcı ve diğer ülkeler 300-400
milyon Euro kazanmaktadır.
Dünya
kuru kayısı üretiminin % 90'lık kısmına sahip
olan ülkemizde Malatya ise bu üretimin % 80-85'lik kısmını
üretmektedir. Yaklaşık 60 bin aile, 250 bin kişinin en
önemli geçim kaynağıdır. Ayrıca, Malatya ekonomisinin
en temel dinamosudur. Bu nedenle; sadece üreticinin değil,
tüm Malatya'nın geçim kaynağıdır. .
Kayısı
fiyatlarındaki aşırı düşüş nedeniyle Malatya
ekonomisi ve üreticiler çok önemli sorunlar yaşamaktadır.
Ayrıca,
2004 ve 2006 yıllarında meydana gelen tabii afetler nedeniyle
2004 yılında % 60'lık, 2006 yılında ise %
40'lık rekolte yok olmasına karşın üreticilerin
içerisinde bulunduğu zor koşullar nedeniyle fiyatlar
hızla düşmektedir. 2004 yılında yaşanan tabii
afet nedeniyle hükümet tarafından hiçbir destek verilmemiş,
2006 yılında ise oluşan 60 milyar YTL kayba karşın
13 milyar YTL'lik bir destek sağlanmıştır. 2 yılda
oluşan tabii afet nedeniyle üretici önemli ölçüde borçlanmış,
satın aldığı mazot, gübre, ilaç bedellerini ödeyememiştir.
Ayrıca,
kendilerinin ve aile bireylerinin ihtiyaçlarını karşılayamaz
ve her gün icra dairelerinden çıkamaz duruma gelmişlerdir.
Üretici
birlikleri, ülkemizde üreticilerin dayanışması ve
pazarlama stratejilerinin geliştirilmesi, üreticinin korunması,
üreticiye ihtiyacı olan finansmanın sağlanması
ve ülke kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilmesi
amacıyla kurulmuştur. Ancak· bu birliklere yıllardır
uygulanan politikalar nedeniyle siyasetçilerin arka bahçesi
gibi görülmüş, üretici ve ülke menfaatlerinin korunması
yerine siyasetçilerin günlük politikalarının bir aracı
hâline getirilmeye çalışılmış ve halen de hükümet
tarafından aynı politikaya yönelik uygulamalar devam
ettirilmektedir. Ayrıca hükümet tarafından kendi kontrolünde
olmayan bir yönetime sahip birliklere ise yok etme politikası
uygulanmaktadır.
Son
4 yıldır ise bu birlikler tamamen kaderlerine terk edilmiştir.
Hükümet
olmak, ülke kaynaklarının en rantabl değerlendirilmesini
sağlamaktır. Üretici birliklerinde yaşanan sorunlara
tamamen seyirci kalınmış ve üretici kaderine terk
edilmiştir.
Kayısıbirlik
tarımsal satış kooperatifi ise hükümetin uyguladığı
yok etme politikalarından nasibini almıştır.
Son 4 yıldır sorunlarının çözümü için hiçbir destek
verilmemiş ve kapatılmak için her türlü çaba sergilenmiştir.
Kayısı
üreticisi artık kendi kaderi ile başbaşa bırakılmıştır.
Ayrıca, Ziraat Bankası tarafından hiçbir finansal
destek verilmemektedir. Bugün 1200-1500 $/ton olan kayısı fiyatlarının
nerelere gideceğini bilerek yok etme politikaları uygulanmaktadır.
Kayısı
üreticisi, Malatya ekonomisi ve Türk ekonomisinin uğradığı
büyük kayıp, hükümetin uyguladığı yok etme politikalarından
kaynaklanmaktadır.
Bu
nedenle Anayasamızın 98. Maddesi ve İç Tüzüğümüzün
104 ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ve teklif
ederiz.
1- Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
2- Muharrem Kılıç (Malatya)
3- Şevket Arz (Trabzon)
4- Harun Akın (Zonguldak)
5- İsmet Atalay (İstanbul)
6- Halil Akyüz (İstanbul)
7- Mehmet Duyan (İstanbul)
8- Atila Emek (Antalya)
9- Nezir Büyükcengiz (Konya)
10- İzzet Çetin (Kocaeli)
11- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
12- Uğur Akyüz (Adana)
13- Mehmet Işık (Giresun)
14- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
15- Osman Özcan (Antalya)
16- Nadir Saraç (Zonguldak)
17- Orhan Ziya Diren (Tokat)
18- Nail Kamacı (Antalya)
19- Birgen Keleş (İstanbul)
20- Tuncay Ercenk (Antalya)
21- Sinan Yerlikaya (Tunceli)
22- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
23- Oya Araslı (Ankara)
24- Mehmet Uğur Neşşar (Denizli)
25- Hasan Güyüldar (Tunceli)
26- Ali Kemal Kumkumoğlu (İstanbul)
27- Yakup Kepenek (Ankara)
28- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
29- Necati Uzdil (Osmaniye)
30- Mustafa Gazalcı (Denizli)
31- Erdal Karademir (İzmir)
32- Osman Kaptan (Antalya)
33- Yılmaz Kaya (İzmir)
34- Zeynep Damla Gürel (İstanbul)
35- Mehmet Sefa Sirmen (Kocaeli)
36- Yüksel Çorbacoğlu (Artvin)
37- Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
38- Abdurrezzak Erten (İzmir)
39- Nurettin Sözen (Sivas)
40- Sıdıka Karabekir (İstanbul)
41- Hasan Ören (Manisa)
42- Ali Arslan (Muğla)
43- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
44- Orhan Eraslan (Niğde)
45- Mehmet Semerci (Aydın)
46- Mehmet Parlakyiğit (Kahramanmaraş)
47- Ahmet Yılmaz Kaya (Gaziantep)
48- Abdulaziz Yazar (Hatay)
BAŞKAN
- Bilgilerinize sunulmuştur.
Her
iki önerge de gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini
görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyondan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN
- 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleri
ile ilgili komisyon raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini
erteliyoruz.
2'nci
sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi
Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik
Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:
1147)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü
sırada yer alan, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin
Mali Sektöre Olan Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Küçük ve
Orta Büyüklükteki İşletmelerin Mali Sektöre Olan Borçlarının
Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1267) (S.Sayısı: 1312)
(x)
BAŞKAN
- Hükûmet ve Komisyon yerinde.
(x) 1312 S. Sayılı
Basmayazı, 26/12/2006 tarihli 44üncü Birleşim Tutanağına
eklidir.
Geçen
birleşimde, 4'üncü madde üzerinde gruplar adına yapılan
konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi
söz sırası, şahsı adına Kütahya Milletvekili
Sayın Hasan Fehmi Kinay'a aittir.
Buyurun
Sayın Kinay. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
HASAN
FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; KOBİ'lerin Mali Sektöre Olan Borçlarının
Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı'nın 4'üncü maddesi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu bu vesileyle
saygıyla selamlıyorum.
Meclis
Genel Kurulumuz, yoğun bir bütçe maratonu ardından ülkemizin
ihtiyaç duyduğu kanunları görüşmeye devam etmektedir.
Söz almış olduğum tasarının 4'üncü maddesi,
KOBİ'lerle bankalar arasında yapılacak çerçeve anlaşmalarını
damga vergisi ve harçtan muaf tutmaktadır, banka ve sigorta muameleleri
vergisinden muaf tutmaktadır, hakeza, Kaynak Kullanımı
Destekleme Primi'nden muaf tutmaktadır.
Teşvik
ve ihracatla ilgili taahhüt süreleri de kanunla birlikte uzatılmaktadır.
Krediler
için teminat ve iştirake dönüşmesi gibi, firmanın aktiflerini
yeniden değerlendirmesi hususunda SPK tarafından yetkilendirilmiş
kişi ve kuruluşlara değerlendirme yetkisi de tanınmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz yasa, yaklaşık
40 bin civarında KOBİ'ye çifte bayram yaşatacak niteliktedir.
Esasen, yasanın getirdiği iktisadi etkiler 40 bin KOBİ'den
öteye geçecektir. Zira, her bir KOBİ başlı başına
bir dünya olarak görülmelidir. Özellikle, 300 bin civarında istihdam
sağlayacaktır. Türkiye'de sigortalı iş yerlerinin
ortalama çalıştırdıkları istihdama baktığımızda
yaklaşık 7 işçi istihdam ettikleri görülmektedir.
Yaklaşık 40 bin civarında iş yerinin çalıştıracağı,
istihdam edeceği işçi sayısının 300 bin civarında
olacağı beklenmektedir.
İkinci
olarak, her bir işletme aynı zamanda bir tedarik yapma zorunluluğu
yaşayacaktır. Dolayısıyla bu, mevcut işletmelerimize
yeni bir pazar imkânı, pazar olanağı, piyasa olanağı
açacaktır. Bu da ulaştırma sektöründen ara mal üretimine
kadar, ticaret dünyasına kadar birçok sektörü hareketlendirecektir.
Üçüncü
olarak, bankalar, ilişkileri bozulan firmalarla yeniden bir
kredi ilişkisine girebilecektir. Bunlar dışında,
bankalar dışında, TEDAŞ, OSB'ler, belediyeler, doğal
gaz dağıtımını yürüten firmalar, tahsili mümkün
olmayan alacaklarını yeniden tahsil imkânı bulacaktır.
Bir
başka açıdan baktığımızda, Maliye ve SSK
kurumları da yine tahsil etmekte zorlandıkları alacakları
yeniden yirmi dört ay vadeyle tahsil etme imkânı bulacaktır.
Kanunun
adı bu anlamda her ne kadar "mali sektöre olan borçların
yeniden yapılandırılması"nı taşıyor
ise de bu doğrultuda İstanbul Yaklaşımı'ndan
ayrılmaktadır. Bildiğiniz gibi, İstanbul Yaklaşımı'nda,
TEDAŞ gibi, belediyeler gibi, OSB yönetimleri gibi, su borçları
gibi, elektrik borçları gibi unsurlar yer almamaktaydı kanun
kapsamı içerisinde, oysa bu Anadolu Yaklaşımı
içerisinde yer almaktadır.
Türkiye
gerçeklerine ve firma gerçeklerine son derece uygun bir şekilde
tasarlanmıştır kanun ve AK Parti İktidarının
da bu anlamda firmalara, reel sektöre titizlikle yaklaştığının
bir işareti olarak da bu kanun çerçevesi içerisinde yapılan
düzenlemeleri gösterebiliriz.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda, iktidarıyla
muhalefetiyle, son derece önemli katkılar sağlanmıştır
kanun içerisine. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği -Sayın
Zafer Çağlayan- Plan ve Bütçe Komisyonunda da bir konuşma
yaparak yürütmüş olduğumuz çalışmalarla ilgili
katkılarını ortaya koymuştur. Bu doğrultuda
da iş dünyası adına kendilerine teşekkürlerimizi
arz ediyoruz.
Değerli
arkadaşlar, İstanbul Yaklaşımı son derece
sınırlı kalmıştır. Bunun muhtelif sebepleri
vardır. Ama, iki sebebi burada ifade etmekte yarar var. Her
şeyden önce, bankalar, bu konuda yeteri kadar hazırlıklı
değildi. Diğer açıdan ve daha önemlisi, Türkiye ekonomisinin
mevcut koşulları, o dönemde, krizin yaşandığı
dönemde koşulları, İstanbul Yaklaşımı'yla
sağlanan mali sektördeki yeniden yapılandırma imkânına
yeteri kadar firmanın ilgi göstermeyişine, bundan daha
önemlisi bankaların ilgi göstermeyişine neden olmuştur.
2001 yılı kriziyle, malumlarınız olduğu üzere,
peş peşe 22 bankaya el konmuştur. Dolayısıyla,
böyle bilançoları bozulmuş bir sektörün, yeniden yapılandırma
imkânı verecek geniş bir KOBİ sınıfına, yeniden
yapılandırma imkânı verecek finansal desteği bulması
elbette beklenemezdi.
Değerli
milletvekilleri...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN
FEHMİ KİNAY (Devamla) - Sayın Başkanım, kısa
bir süre daha rica ediyorum.
BAŞKAN
- Buyurun efendim.
HASAN
FEHMİ KİNAY (Devamla) - Şu anda görüştüğümüz
kanundan yararlanacak KOBİ'lerimiz gerçekten şanslıdır.
Bakınız, İstanbul Yaklaşımı'nın uygulandığı
günlerde faiz oranları yüzde 60-70 seviyesindeyken, şimdi
yüzde 20'ler seviyesine düşmüştür. Anadolu'da yaklaşık
49 ilde Yatırımların ve İstihdamın Teşviki
Kanunu yürütülmektedir ve bu Kanun'la birlikte istihdam üzerindeki
yükler hafifletilmektedir, elektrik enerjisine indirim desteği
sağlanmaktadır. Enflasyon oranı yüzde 30'lardan tek haneli
rakamlara düşmüştür. Döviz kurları istikrar içerisinde
düşmüştür. Bankalar kredi vermeye daha isteklidir. Zira,
devlet bu piyasadan çekilmiştir, daha az borçlanmaktadır.
Türkiye'nin ihracat imkânı yüzde 100'ün üzerinde artmıştır.
Türkiye ekonomisi istikrarlı bir şekilde büyüme sürecine
girmiştir. Elektrik fiyatlarına zam yapılmamıştır.
Kurumlar ve gelir vergisi oranları, KDV oranları önemli ölçüde
indirilmiştir. Türkiye'nin dört bir yanına, çok önemli bir
girdi olan doğal gaz ulaştırılmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Efendim, konuşmanızı tamamlar mısınız.
HASAN
FEHMİ KİNAY (Devamla) - Özellikle KOBİ'lerin rekabet
gücü büyük ölçüde artırılmıştır. Geçmişle
mukayese edilmeyecek ölçüde, bugün KOBİ'lerimiz rekabet gücünü
artırmıştır.
İşte,
görüşmüş olduğumuz yasanın bugün ortada olan konjonktür
nedeniyle işlerliği, İstanbul Yaklaşımı'yla
mukayese edilemeyecek ölçüde etkin olacaktır.
Buradan,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, iktidarıyla, muhalefetiyle
görevini ifa ettiğini tekrar vurgulamak istiyorum. AK Parti,
Acil Eylem Planı'nda vermiş olduğu taahhütlerden birini
daha yerine getirmiştir. AK Parti, Türkiye fotoğrafına
bir bütün olarak bakmaktadır. İleriye koşarken ayağı
tökezleyenleri unutmamıştır, unutmayacaktır. AK
Parti, enkaz edebiyatı yapmadan enkazları bir bir temizlemektedir.
Unutmayınız ki değerli arkadaşlar, AK Parti döneminde
bir kriz yaşanmamıştır, sadece krizlerin sonuçlarını
temizlemek mecburiyetinde kalmıştır.
Bu
doğrultuda, Genel Kurulun sağladığı destekle,
KOBİ'lerimize, yasayla birlikte tekrar Türkiye ekonomisinde
yeniden işlev sağlamalarını temenni ediyorum.
Kurban
Bayramı'nızı ve yaklaşmakta olan yeni yılınızı
bu vesileyle tebrik ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Kinay.
Şahsı
adına ikinci konuşma, Kayseri Milletvekili Sayın Taner
Yıldız.
TANER
YILDIZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
teknik bir madde olan 4'üncü madde üzerinde söz almış bulunuyorum.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Çerçeve
anlaşmalarını Bankalar Birliğinin, yönetmelikleri
BDDK'nın ve ikili anlaşmaları da işletmelerle beraber
banka ve finans kurumlarının oluşturduğu ve bunu
düzenlediği bir kanun tasarısı üzerinde konuşuyoruz.
Plan
ve Bütçede, alt komisyonda sanayi odaları, ticaret odası,
bütün sivil toplum örgütleri, ticaret borsalarıyla beraber
hazırladığımız bir kanun tasarısı
üzerinde görüşlerimizi değerlendiriyoruz.
İşletmeler
niçin böyle bir yapılandırmaya ihtiyaç hissettiler?
İşletmelerin, işletme içi ve işletme dışı
sebepleri ve gerekçeleri olduğunu düşünüyoruz.
İşletme içi sebepler malum; kötü işletmecilik,
açık pozisyona düşmek, profesyonellikten uzak olmak gibi
değerler var. İşletme dışı sebepler ise;
döviz, faiz, enflasyon gibi.
Enflasyon
deyince, bütçe görüşmeleri sırasında bir arkadaşımız
şunu söyledi: "Enflasyon düşüyor, niye düşüyor
enflasyon? Enflasyon vatandaş için mi düşüyor?"
Değerli
arkadaşlar, enflasyon yükselirken vatandaş sıkıntı
çekiyor mu? Çekiyor. İnliyor mu? İnliyor. Peki, nasıl
oluyor da düşerken vatandaş rahatlamıyor, vatandaş
için olmuyor? Var mı böyle bir şey, var mı böyle bir çifte
standart? Yiğidin hakkını yiğide vermek lazım.
Yükselirken sıkıntı doğuran enflasyon düşerken
de rahatlık sağlar, vatandaşımız da bunu hisseder
ve bilir. En son yaptığımız araştırmalarda,
asgari ücret açısından baktığımızda, bir
markette bulunan 20 bin kalem üzerinden yüzde 1'lik birim olan 200 kalem
üzerinde yapılan araştırmada, bir asgari ücretlinin
alım gücü olarak en fazla işgal ettiği ve kullanılabilirliği
yüzde 20 olan bir kalem üzerinde yapılan araştırmada,
dört yıl öncesine göre, asgari ücret tabanında 100 liralık
malzeme alan bir asgari ücretli, bugün 149 liralık malzeme alabiliyor,
dört yıl içerisindeki yüzde 58'lik enflasyona rağmen.
Neyse,
konumuza dönelim.
4'üncü
madde, bu kanun ile işletmelerin hangi mali yükümlülüklerden
istisna edileceğini düzenlemektedir. Aynı zamanda yapılandırma
sözleşmeleri ile teşvik belgeleri sürelerinin uzatılmasını
da metne almıştır. İlgili kanunlara istinaden,
işletmeler, damga vergisi ve harçlardan istisna edilecek, çerçeve
anlaşmaları ve sözleşmelerdeki alacaklı bankaların
yapacakları tahsilattan banka ve sigorta muameleleri vergilerinden
istisna edilecek, işletmelerimizin kullandıkları
krediler Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu'ndan istisna
edilecek ve ayrıca, diğer fon ve mali yükümlülüklerden istisna
edilecektir. Bankaları özendirici bir hüküm olarak da, edinilen
varlıkların elden çıkarılması hâlinde de istisna
uygulanacaktır. Önemli bir düzenleme ise, işletmeler, sözleşme
hükümlerinin yerine bu şekilde getirilmemesi hâlinde dahi,
ödenmesi gereken vergi, resim ve harçlardan istisna edilecektir.
Aynı şartlar, alacağın hukuki yollardan tahsilinde
de ödenecek vergi, resim ve harçlar için de geçerli olacaktır, yani,
istisna edilecektir. Tahsilinden vazgeçilen tutarlar, banka ve finans
kurumları için değersiz alacak, borçlu için ise vazgeçilen
alacak olarak kayıt altına alınacaktır. Tabii, karşılık
ayrılan kısım hariç tutulmak kaydıyla, yani, 100
liralık bir borç var, donuk kredi veya şüpheli alacak hâline
gelmiş, diyelim ki, yüzde 20'si özel karşılık olarak
ayrılan kısmı olsun, yüzde 80'lik kısmına bu dediğimiz
konu uygulanacak. Bu fıkra da, özellikle bankalar için, özendirici
bir madde olarak konuldu.
Bütün
bu anlattığımız işlemler gerçekleşmese
dahi, istisna edilen, saydığımız vergi, resim ve
harçlar geri alınmayacaktır. Söz konusu sözleşmelere
göre borçları yapılandırılan KOBİ'lerin
teşvik belge ve ihracat taahhüt süreleri, sözleşme süresi
kadar uzatılmış sayılacaktır. Örneğin,
ihracat taahhüdünü zamanında kapatamamış olan
işletmelerin yükümlülükleri, bankalara rücu ederdi, İstanbul
Yaklaşımı'nda böyleydi, şimdi ise firma, borcun yüzde
5'ini aşan bir ödeme yapmışsa bankaya rücu etmeyecek;
bu da aynı şekilde, bankalar için özendirici bir madde olarak
kondu.
Son
fıkrada ise, borçlu lehine bir düzenleme yapıldı. Yapılandırmaya
giren borçlu işletmelerin varlık ve yükümlülüklerinin değerinde
olmadığı kanaati oluşursa borçlu tarafından
ve yeniden değerlendirme isteyebilecek, bu değerlendirme,
kurul veya SPK tarafından yapılacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Lütfen, konuşmanızı tamamlayın efendim.
TANER
YILDIZ (Devamla) - Burada, alt komisyonda çalışma yaparken,
TOBB'un, özellikle de sanayi odası ve ticaret odası yetkilisi
arkadaşlarımızın, borçluların ilgili bulunduğu
şehirlerdeki ticaret odası veya sanayi odası değerlendirme
grubu tarafından değerlendirme yapılmasını
talep ettiler. Ancak, bu şekliyle kanun tasarısına
dercedildi, böylesinin daha uygun olduğu kanaatine varıldı.
Bu
kanunun, sıkıntıda olan bütün işletmelere, ilgili
işletmelere rahatlık getirmesini diliyorum. Vatandaşlarımızın
da Kurban Bayramı'nı kutluyor ve hayırlı yıllar
temenni ediyorum.
Saygılarımla.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Yıldız.
4'üncü
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
MEHMET
ERASLAN (Hatay) - Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
- Maddeyi oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter
sayısı bulunamamıştır.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.03
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.15
BAŞKAN
: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
45'inci Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu açıyorum.
1312
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
4'üncü
maddenin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısı arayacağım.
Maddeyi
kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir, karar
yeter sayısı vardır.
5'inci
maddeyi okutuyorum:
Yürürlük
MADDE
5- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bilecik Milletvekili
Sayın Yaşar Tüzün. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Küçük ve Orta Büyüklükteki
İşletmelerin Mali Sektöre Olan Borçlarının Yeniden
Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı'nın
5'inci maddesinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'de KOBİ'ler ülke ekonomisinin
temelini oluşturmaktadır. Ancak, ülkemizde KOBİ'lere
gereken önemin verilmemesi, art arda yaşanan ekonomik krizler,
ciddi bir KOBİ stratejisinin bulunmaması gibi etkenler
sonucunda, bugün gelinen noktada, Türkiye'de KOBİ'lerin çok
ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu bir gerçektir.
Özellikle AKP İktidarında ve iktidar döneminde KOBİ
sorunları maalesef had safhaya gelmiştir. Kapatılan
kepenk sayısı ve protestolu senetler, maalesef rekor seviyeye
çıkmıştır. Ardı ardına yükselen vergiler,
zaten kazanamayan esnafımızı ve KOBİ'mizi maalesef
canından bezdirmiştir. Küçük esnafımız yok sayılmıştır.
Yaşama şansı tanınmamıştır. Daha önce
izlenen ve KOBİ'lerce üretilebilecek ya da üretilen ürünlerin
kamu iktisadi teşekküllerince üretilmesi sonucu, yıllar
boyu KOBİ'ler ülkemizde gereken ilgiyi göremedi ve paralelinde
gelişme sağlayamadı, ancak 1980'li yıllarda, özellikle
Avrupa'da KOBİ'lere verilen önemin artması ve yine, özellikle
1983 yılında AB tarafından KOBİ yılı ilan
edilişi, ülkemizde de etkisini gösterdi. Bunun yanı
sıra geliştirilen ihracata dayalı kalkınma modelinde
yaşanan bazı tıkanıklıkları aşmak
için, KOBİ'lere verilen önem artırıldı.
Öncelikle
KOBİ'lerin en büyük sorunu, bildiğiniz gibi finansman sorunlarıdır
ve bunun mutlaka çözülmesi lazım. Sonrasında ise teknolojik
donanım konusunda modernizasyona geçilmesi gerekir. Kalifiye
eleman ihtiyacının giderilmesi gerekir. KOBİ'lerin
kurumsal bir kimlik kazanması gerekir. Verimliliğin maksimize
edilmesini sağlayıcı metotların uygulanması
ve profesyonel yönetim gibi bir dizi önlemler alınması gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, bugün geldiğimiz noktada, hepimiz KOBİ'lerin
nasıl büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu
biliyoruz. Bunun, izlenen genel ekonomi politikasının
bir uzantısı olduğunun farkındayız. Türkiye,
maalesef, bugün borca çalışan, faize çalışan bir
ekonomi anlayışının yönetimi içerisindedir ve
bu durum, Türkiye'deki sorunların, sıkıntıların
kaynağını oluşturmaktadır. Buna karşı
gerekli platformlarda etkili mücadeleyi hep beraber yapmalıyız.
Türkiye'de insanların faiz altında ezildiği, devlet
ekonomisinin borç altında bunaltıldığı, çalışanın,
üretenin, vergi yoluyla, harç yoluyla, ÖTV yoluyla ve hatta KDV yoluyla
birikimini faize ödediği, sıcak paranın saltanat kurduğu,
emeğin, çalışmanın ve girişimcinin gözden düşürüldüğü
bir tablonun içindeyiz. Sıcak paranın egemenliğindeki
ekonominin yerine alın terinin, emeğin, çalışmanın
gelip hakim olduğu bir ekonomiyi hep beraber sağlamak zorundayız
ve bunu mutlaka gerçekleştirmeliyiz.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun tasarısı, keşke 5084
sayılı teşvik kapsamına alınan illerden önce
çıksaydı. Bildiğiniz gibi, bu kanunda 1.500 doların
altında olan illeri, 36 ili ilk önce çıkarmıştık,
buna Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de destek verdik. Ancak, daha
önce, bilinmeyen sebeplerden dolayı 13 ilin daha buna ilave olması,
teşvik kapsamında uygulanacak illerin bu noktada gerekli
katkıyı ve desteği görmemesi en büyük kaybımızdır.
Keşke, bizler, bu Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak 5084 sayılı
Teşvik Kanunu'ndan önce bu kanunu çıkarsaydık diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, KOBİ'lerin ülkedeki varlığı,
gücü çok daha fazladır. Ama maalesef, geldiğimiz noktada
hepsi birer hasta olmuştur. Hepsi bu hastalıktan gerçekten
rahmetli olmuştur, ölmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, dünyada tıbbın, bilimin, tekniğin
ve tabiatın her türlü soruna, sıkıntıya ve sağlık
sorununa çözümü vardır, ama ölüme böyle bir çözümü söz konusu
değildir. O nedenle, KOBİ'ler gerçekten batmıştır,
iflas etmişlerdir, ölmüşlerdir.
Şimdi,
bizim buradan çıkaracağımız bu kanun bir reçete
yerine geçmeyecektir ve KOBİ'ler eskisi gibi olduğu
sağlık güvencesine kavuşmayacaktır. Yani, bu kanun
belki de bir nebze olsa iyileştirmeye sebebiyet verecek, ama,
gerçek anlamda sıkıntıya düşen KOBİ'lerin,
iş yerini kapatan bu esnafımızın derdine çözüm
bulmayacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, yine, KOBİ'ler üzerinde, AB standartları
belgeleri almaları konusunda, özellikle TSE, ISO 9000, ISO 9002
gibi, HACCP gibi belgeler maalesef kontrol yapılmamaktadır.
Bu belgeler çok ciddi ve tutarsız bir şekilde, gerek büyük
esnafa gerekse KOBİ'lere verilmektedir. Bu verildikten sonra,
denetim mekanizması yerine getirilmemektedir. Yani, bu belgeleri
veren başta Türk Standartları Enstitüsü, yine, ISO 9000 gibi,
ISO 9002 gibi belge alan firmaların, aldıktan sonra da denetlenmesi
ve kontrol edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, diğer AB
ülkelerinde bu belgeleri alan firmaların Türkiye'ye gelip nasıl
diğer fabrikaları, KOBİ'leri denetim yapıyor
ise, bizim de, Türkiye Cumhuriyeti'nde bu belgeleri veren firmaların
aynı denetimi yapması mutlak gereklidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yine,
önemli bir konuya değinmek istiyorum: Bu konuda, KOSGEB ve KOBİ'yle
ilgili, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı
KOSGEB'den bir bürokratın burada bulunmaması, bu kanuna
verilen önemsizliğin en büyük göstergesidir. Dolayısıyla,
KOSGEB'in, burada bulunan bir genel müdürlüğün, Türkiye Cumhuriyeti
bakanlığına bağlı bir genel müdürlüğün
bir bürokratının böyle bir önemli kanunda Mecliste bulunmayışı
da büyük bir eksikliktir diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, yine, KOBİ'lerin, gerçekten, en büyük
düşmanı, hepinizin bildiği gibi Çin malıdır.
Çin malının dünya pazarına hâkim olması ve elbette,
Türkiye üzerinde Çin malının çok düşük fiyatlarda satılması,
tüketiciyi maalesef Çin malına doğru sevk etmektedir. Bu
konuda, Hükûmete ve özellikle Bakanlığa büyük görev
düşmektedir, yani, Çin malının Türkiye'ye gelişiyle
gerekli kriterlerin yeniden belirlenmesi gerekmektedir. En önemlisi,
Çin malının böylesine dünya pazarına hâkim olduğu
bir dönemde, iktidarın, mutlaka ama mutlaka, lobilerin değil,
KOBİ'lerin iktidarı olması gerekir. Eğer, istihdamı,
üretimi, ihracatı, Türkiye'nin en büyük ekonomi dengesini bugün
ülkemizde KOBİ'ler yerine getiriyorsa bunların mutlaka
korunması ve kollanması da iktidar tarafından gerekli
önlemlerin alınması gerekiyor.
Evet,
bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak da ilk yapacağımız,
iktidara geldikten sonra ilk yapacağımız işlerden
bir tanesi de esnaf ve KOBİ bakanlığı olacaktır.
Esnafımızın ve KOBİ'lerin gerektiği, hak ettiği
yere gelebilmesi için böyle bir bakanlığı kuracağız
ve bu sorunların çözümüne çare arayacağız.
Değerli
arkadaşlarım, yine, bu dönem, 22'nci Parlamento Döneminde
uygulanan yanlışlardan bir tanesi de nakliyeci ve kamyoncu
esnafımıza yapılan haksızlıklardır.
Özellikle Ulaştırma Bakanlığı Karayolları
Genel Müdürlüğü tarafından, Kara Taşıtları
Genel Müdürlüğü tarafından K1, R1 belgelerinin kamyoncular
kooperatiflerine ve nakliyeci esnafına uygulanan belgelerin
büyük tutarlar karşısında alınmasına rağmen,
bugün yürürlüğe girmemesi ve bunların kontrol edilmemesi,
esnaf ve KOBİ'ler açısından da büyük bir eksiklik olarak
görülür.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun efendim.
YAŞAR
TÜZÜN (Devamla) - Yine, 59'uncu Hükûmetin yapmış olduğu
en büyük yanlışlıklardan bir tanesi de KOBİ ve esnaf
önderlerine âdeta "Siz bizden değilsiniz." denilerek
seçme ve seçilme yasağı getirmesidir.
Yine,
önemli konulardan biri, Türkiye'nin gündeminde olan, Türkiye Halk
Bankasının özelleştirilmesi konusu. Bugün İktidarın
programına baktığımızda, 2007 yılı
bütçesine baktığımızda bu kapsam içinde olduğunu
düşünüyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye Halk Bankası, esnafa ve esnaf
ve sanatkâra ve en önemlisi KOBİ'lere destek veren, katkı veren
ve bu amaçla Atatürk tarafından kurulan bir bankadır. Böyle
bir bankanın yaşamına devam edebilmesi için, bu kaynakları
destekleyebilmesi için, bu bankanın aynı şartlar dâhilinde
mutlaka özelleştirilmesi gerekir ve özelleştirilme maddelerinden
bir tanesi geçmişteki işlevini yerine getirecek şekilde
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Konuşmanızı tamamlayın efendim.
YAŞAR
TÜZÜN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
ve Türkiye Halk Bankası bu kapsam doğrultusunda eğer
-hiç özelleştirilmesini elbette istemiyoruz ama- özelleştirilecekse
bile bu maddelerin özelleştirme şartlarından bir tanesinin
mutlaka olması gerekir diye düşünüyorum.
Evet,
aslında, Türkiye'deki esnaf ve sanatkârın ve KOBİ'ler
hakkında söylenecek çok şey var, ama, en önemlisi, KOBİ'lerin
en büyük sıkıntı duyduğu konulardan bir tanesi,
bildiğiniz gibi enerji fiyatlarıdır, kotaların
kalkmasıdır, piyasalardaki nakit sıkıntısı
ve artan ithalat âdeta KOBİ'leri iflas noktasına getirmiştir.
Bu konuda da Hükûmetin gerekli önlemleri almasını öneriyorum.
KOBİ
Çalışma Grubu tarafından KOBİ Strateji ve Eylem
Planı adı altında bir strateji geliştirme çalışması
yapılmıştır. Yani, sizin iktidarınız döneminden,
2002 yılından önce böyle bir çalışma komisyonu kuruldu,
ancak, bu komisyon ciddi anlamda görevini yerine getirmemektedir.
Son
olarak şunu söylüyorum: Önümüzdeki yıllarda bankacılık
kesiminde Basel-2 kriterlerinin tam olarak uygulanmaya başlanacağı,
bu durumda kredi için başvuran KOBİ'lerin hesap ve kayıt
sistemindeki kaynaklanan nedenlerle büyük sıkıntı
yaşayacaktır. O nedenle, Basel-2 kriterleri bu uygulamaya
geçmeden önce de bu önlemlerin alınması gerekmektedir.
Bütün
bu olumsuzluklara rağmen, bütün, ölen bir insanın veya ölen
bir kurumun yeniden dirilemeyeceğine göre, yeniden canlandırılamayacağına
göre, en azından şu anda hasta olan KOBİ'lerin sağlıklarına
kavuşabilmesi için uygulanabilecek bir reçete olumludur.
Cumhuriyet
Halk Partisi olarak biz de bu kanuna destek veriyoruz, katkı veriyoruz
ve bu kanunun, ülkemize ve KOBİ'lere, esnafımıza hayırlı
olmasını temenni ediyorum ve yaklaşmakta olan, öncelikle
Kurban Bayramımızı ve yeni yılınızı
kutluyor, yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Tüzün.
Şahsı
adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Eraslan.
Buyurun.
MEHMET
ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
KOBİ'lerimizle
ilgili bizim de çok önemsediğimiz kanun tasarısının
lehinde olacağımızı, olumlu oy kullanacağımızı
başta ifade etmek istiyorum.
Tabii
ki, KOBİ'lerimizin, Avrupa Birliği ile Türkiye konumlarını
değerlendirdiğimiz zaman, işletme sayısı
açısından Avrupa Birliğinden daha fazla, istihdam payı
açısından yüzde 63,5 -Avrupa'da yüzde 62- üretim payı
açısından Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 40 üretim
payına sahip iken KOBİ'lerimizin Türkiye'de yüzde 38 üretim
payına sahip olduklarını görüyoruz. Ama, Avrupa Birliği
ülkelerinde toplam kredilerden aldıkları pay yüzde 45 dolaylarındayken,
bizde, yüzde 4, yüzde 5 aralığında düşük seviyede
kaldığını müşahede ediyoruz. Bu konunun, tekrar,
yeniden irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Toplam
1 milyon 800 binin üzerinde KOBİ faaliyeti olarak, işletme
faaliyeti olarak, gerçekten, ülke sathına yayılmış
olan KOBİ'lerimizin 1 ila 9 kişi çalıştırdığını
ve küçük ölçekli KOBİ'ler olduğunu görüyoruz. Bu küçük ölçekli
KOBİ'lerimizin, kredi bazında, Halk Bankasından almış
olduğu kredilere baktığımızda, 1996'da yüzde
41, 1997'de yüzde 34 Halk Bankasından kredi kullanır iken 2002
yılında; 2003 yılında, 2004, 2005 ve 2006 yılının
ilk yarısında Halk Bankasından aldıkları kredilerin
oranının düştüğünü, Sayın Bakanımız,
yazılı soru önergesine vermiş olduğu cevapta bizlere
söylemektedir.
Değerli
arkadaşlar, önemli olan
Evet, doğrudur, yani, 2000, 2001 krizleri
ve seçim sonrası sıkıntıya düşen, ekonomik
sıkıntıya düşen KOBİ'lerimizin borçlarının
mali güçlükler sebebiyle yeniden yapılandırılması
önemli. Buna katılıyoruz, olumlu oy kullanacağız.
Ama, önemli olan, aslolan, KOBİ'lerimizin rekabet gücünün artırılması
ve sürdürülebilir bir iyileşmeyle onları buluşturmaktır.
Borçlarını
erteliyoruz, yeniden yapılandırıyoruz. Peki, bu,
her şey mi demek? KOBİ'lerimizin bütün sorunlarının
esnaf veya sanatkârlarımızın bütün sorunlarının,
tamamen çözülmesi anlamına mı geliyor? Hayır. Var
olan hastalığın, var olan ekonomik sıkıntının,
var olan ödeyememezliğin bir süre ertelenmesi ve borçların
yeniden yapılandırılmasıdır. Oysaki, vergi
oranlarının yeniden yapılandırılması
ve Türkiye'nin yeni vergi reformunu çıkarması gerekmektedir.
Mevcut vergi oranlarıyla, global piyasada KOBİ'lerimizin
mücadele etme ve rekabet gücünü elde etme imkânı yoktur.
Enerji
fiyatları hâlâ yüksektir. Avrupa Birliği ülkelerinde,
3-4 sent enerji fiyatıyken, Türkiye'de, KOBİ'lerimizin, esnafımızın,
sanayicimizin, tekstilcimizin, yatırımcımızın
kullandığı enerji bedeli 10-11 sent dolaylarındadır.
SSK primleri hâlâ çok yüksek.
Bakın,
bunların, işte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
getirilmek suretiyle, çözüme kavuşturulması gerekiyor.
Bir işverenin işçi için ödemiş olduğu vergi ve stopaj,
asgari ücret tutarına yakın bir tutardır ve önemli bir
girdi maliyetidir SSK primleri, vergiler ve stopajı. Enerji fiyatları
düşürülmelidir, Avrupa Birliği standardına getirilmelidir,
SSK primleri düşürülmelidir. Akaryakıt fiyatları, Avrupa
Birliği ülkelerinde 55 sent iken, bizde akaryakıt fiyatları
1,5 doların üzerindedir ve gerek enerji gerek akaryakıt çok
önemli girdi maliyetleridir. 5084 sayılı Teşvik Kanunu,
yeniden, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmelidir ve yeniden
irdelenmelidir. Sektörel ve bölgesel teşvik uygulamasına,
Türkiye'nin, bir an önce geçmesi gerekmektedir, aksi takdirde, haksız
rekabet, olabildiğince artmaya devam edecektir.
KOBİ'lerimizin
ara elemanı sıkıntısı vardır. Ara elemanı
sıkıntısı noktasında, özellikle Millî Eğitim
Bakanlığının, mesleki ve teknik eğitime geçmesi
gerekmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde mesleki ve teknik
eğitim yüzde 70 dolaylarında iken, Türkiye'de yüzde 20, yüzde
25 dolaylarındadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Mesleki ve teknik eğitime, Türkiye'nin, yeniden
önem vermesi gerekmektedir ve ara elemanı sıkıntısı,
sanayicimizin ve KOBİ'lerimizin gerçekten yapısal sorunu
hâline gelmiştir.
Çin
malları, ülke pazarını, iç pazarı, esnaf ve sanatkârımızı
ve KOBİ'lerimizi kasıp kavurmuştur. Çin malları
ithalatına, kati surette, acilen kota uygulanmalıdır,
bir an önce kota uygulanmak durumundadır; aksi takdirde, iç pazarımızın,
Çin malları karşısında, her geçen gün mağdur olmalarının
önüne geçilemeyecektir.
Uzun
vadeli ve düşük faizli krediler kullandırılmalıdır.
Kullandırılan kredinin faizleri ise -eğer destek veriyor
isek KOBİ'lerimize, eğer finansal destek, finansal öncülük
yapıyor isek- enflasyon oranının üzerinde olmamalıdır.
Eğer, enflasyon, ülkede, yüzde 8 ise, yüzde 6 ise, yüzde 9 ise ve
bunun böyle olduğunu düşünüyor isek, kullandırılan
kredi faizlerinin enflasyon oranıyla eş değer olması
gerekir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Eraslan, selamlama cümlenizi rica ediyorum.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, KOBİ'lerimiz, istihdama, üretime çok ciddi
katkı sağlamaktadır ve Türkiye ekonomisinin bel kemiğidir,
temel taşıdır. Bakın, İstatistik Kurumu dün
açıkladı, 623 bin kişi açlık sınırının
altında ve aç; diğer taraftan, 14 milyon 700 bin insanımız
yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Asgari ücret 403 bin olarak belirlendi, artış oranı sadece
yüzde 5,5. 22,5 milyon lira bir artış öngörüldü. Bu asgari
ücretle insanlarımızın yaşama şansı bulunmamaktadır.
Emeklilere, 2007 için öngörülen zam yüzde 5 oranındadır ve
20-25 milyon gibi çok cüzi bir artışla onları mutlu etmek
çok zor bir koşuldur, durumdur.
Ne
yapmak lazım? KOBİ'lerimiz, eğer, istihdam alanları
ise, eğer katma değer sağlayan, ama, ülke ekonomisine
de ciddi manada, özellikle istihdam manasında önemli katkılar
sağlayan, esnaf ve sanatkârımız ve KOBİ'lerimiz
ise, rekabet gücünün artırılması ve global piyasada
onların var olması için bu öngördüğümüz tedbirlerin
acilen alınması gerekmektedir ve özellikle esnaf ve sanatkârlarımızı,
ciddi manada sıkıntıya sokan ve onları etkileyen
grossmarket ve süpermarketlerin, büyük mağazaların
şehir dışına çıkarılması gerekmektedir.
BAŞKAN
- Sayın Eraslan, lütfen, konuşmayı tamamlayalım.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Bu önerilerimizi yapar iken, bu kanuna olumlu
oy kullanacağımızı, fakat yeterli olmadığını
vurguluyoruz ve Genel Kurulu da saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Madde
üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
6'ncı
maddeyi okutuyorum:
Yürütme
MADDE
6- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Manisa
Milletvekili Sayın Ufuk Özkan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA UFUK ÖZKAN (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli
arkadaşlarım, 1312 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
6'ncı maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum.
Şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, dün öğleden sonra başlayan bu görüşmeler,
KOBİ'lerin tanımını, önemini ve ülkemiz için gerçeğini
gözler önüne serdi ve hepinizle paylaştık.
Gerçekten,
sahip çıkılması gereken gerçek üreticilerimizin
içinde barındırdığı KOBİ'ler, 1980'li
yıllardan bu yana, bölgemizde yaşanan savaşlar, küresel
ekonomik krizler ve dalgalanmalar yanında basiretsiz yöneticilerin,
hükûmetlerin krizlerinin ekonomimizi kırılgan hâle getirdiğini,
kırılgan bir yapıya taşıdığını,
maalesef, görüyoruz.
Kırılgan
bu yapının içinde, küçük ve orta boy işletmelerimizin,
KOBİ'lerimizin, gerçekten çok zor duruma geldiğini de hepimiz
biliyoruz. Dünden beri bunları paylaştık. Faizin anormal
dalgalanması, dövizin anormal dalgalanmaları, ekonomik
dalgalanmalarla birlikte bunların alevlenmesi, istihdam üzerindeki
ağır vergi yükü, merdiven altı üretimin ve kayıt
dışının inanılmaz bir boyutlara ulaşması
ve bundan doğan haksız rekabet, maalesef, KOBİ'lerimizi,
gerçekten, son derece güç ve zor şartlar altında çalışmaya
mahkûm etmiş ve bugün batma noktasına getirmiştir. Global
krizlerin, ulusal krizlerin, bölgesel krizlerin ağırlıkla
yaşandığı ve 2000-2001 yıllarında, 2000 Kasım,
2001 Şubat ayında yaşanan krizlerle, gerçekten, KOBİ'lerimiz,
bugün içinde bulunduğu durumu, hak etmediği durumu yaşar
duruma geldi.
Bu
yıl, Hükûmetiniz zamanında, mayıs ayında yaşanan
anlamsız bir kriz, anlamsız bir gerginlik ortamı, yine,
faizde bir dalgalanmaya sebep oldu, faizleri yüzde 13'lerden yüzde
22'lere taşıdı ve bugün, hâlâ bu seviyelerde devam etmekte
ve yine mayıs ayındaki dövizdeki dalgalanma, yine, küçük
ve orta boy işletmelerimizi, gerçekten, son derece güç durumların
içine soktu.
Merkez
Bankası Başkanı "dövizle kazanmayan, dövizle
borçlanmasın" derken, aslında son derece doğru bir
sözü söyledi, fakat, dövizle borçlanmamak mümkün değil. Makine
alacaksınız, hammadde alacaksınız, imalat yapacaksınız,
stok yapacaksınız, ihracat yapacaksınız veya iç
piyasaya malınızı satacaksınız tahsilatı
bekleyeceksiniz.
Değerli
arkadaşlarım, bu aşamanın neresinde olursa olsun,
bir kriz ortamı meydana gelse ya da mayıstaki gibi bir suni
kriz ortamını yaratsanız, KOBİ'lerimiz, gerçekten,
son derece güç şartlar altına aynı anda girebiliyorlar.
Kredi kullanan KOBİ'lerimiz, vadeli mal alan veya satan KOBİ'lerimiz
krizi hemen bekliyor ve kapısında görüyor.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanunla sağlanacak imkânlar, gerçekten,
faizde indirimin, anaparada indirimin, vadede uzatmanın, yani,
borcun yeniden yapılandırılmasının önemini
görüyoruz. Aslında, buna, daha çok destek verilmesini de hepimiz
buradan tavsiye ediyoruz. KOBİ'lerimizin tekrar üretime
başlaması, tekrar çalışabilmesi gerçekten çok
önemli. Yeni kredi verilebilmesi ve KOBİ'lerimizin tekrar makinelerini
çalıştırabilmeleri, yeni istihdam alanları yaratabilmeleri,
yeni katma değer vergisi yaratabilmeleri, ihracata vereceği
destek ve ülkemize vereceği destek, hiç kimse tarafından
küçümsenemez. Ama, bu konularda, daha samimi ve daha yapıcı
önlemleri almak mecburiyetindeyiz.
Değerli
arkadaşlarım, İstanbul Yaklaşımı
adı altında, 322 şirketimize, bu yaklaşımı
öne koyarak ekonomimize bir katkı sağlarken ve hız kazandırırken,
keşke, 70 bin KOBİ'yi ilgilendiren bu kanun tasarısını
daha önce gündeme getirebilseydik. Fakat, seçim yılının
yaklaşması, KOBİ'lerin de ne kadar öne çıktığını
sizin gözünüzde canlandırıyor. Bunu, bir seçim yatırımı
olarak da algılamakta bir mahzur görmüyorum.
Geçen
yıl, kuş gribinde, bir sıkıntı, bir problem yaşandı.
Bu problemden dolayı, bu sektörde uğraşan sanayicilerimiz,
işverenlerimiz, büyük firmalar, Sayın Maliye Bakanının
da bu sektörün içinde bulunmasından dolayı, krizlerini,
sıkıntılarını kısa sürede atlatabildiler.
Demek ki, krizin hemen atlatılabilmesi için, Maliye Bakanının
uğraştığı sektörlerde uğraşmak
doğru bir yatırım gibi geliyor.
Değerli
arkadaşlarım, ekonomik krizlerin, hiç suçu olmayan, sadece
üretime destek vermeye çalışan, istihdama destek vermeye
çalışan, ülkesine katma değer vergisi kazandıran,
vergi kazandıran bu işletmelerimizin, sadece basiretsiz
hükûmetlerin yanlış kararlarından dolayı sıkıntıya
girdiğini ve son derece ciddi bir yıpranma içine girdiğini
biliyoruz. Bunlar yetmezmiş gibi, faizdeki, dövizdeki dalgalanmalar,
bir de bürokratik engellerin ve bürokrasinin, KOBİ'lerimizi,
hem kuruluş aşamasında hem çalışma aşamasında
son derece ciddi bir şekilde sıkıntıya ve zorlamaya
soktuklarını biliyoruz. Avrupa Birliği fonlarının
veya Dünya Bankası fonlarının KOBİ'lerimize duyurulması
aşamasında Hükûmetimizin ya da gerekli organlarımızın
yeterince çalışmadığını tespit etmemizin
doğru olacağına inanıyorum. Bu tür fonların,
basın yoluyla toplumumuza, KOBİ'lerimize duyurulmasının
doğru olacağını düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, ülkemizde, KOBİ'lerin tarihi, 13'üncü
yüzyılda kurulan ahilik sistemine kadar uzanmaktadır.
1933 yılında, esnaf ve küçük sanayicinin kredi gereksinimini
gidermek için Halk Bankası kurulmuştur. Fakat, gelin görün
ki, şimdi, siz, özelleştirmeye, Halk Bankasını satmaya
çalışıyorsunuz. Oysa, Halk Bankası, kuruluş
ilkelerine bağlı olarak çalışmalı veya esnaf
ve KOBİ bankası olarak faaliyetlerini sürdürmeli. Borçları
yapılanacak KOBİ'lerin 26 bin tanesinin Halk Bankasına
borcunun olduğunu düşünürsek, Halk Bankasının esnaf
bankası olmasının ya da kamu bankası olmasının
önemini de burada vurgulamış oluruz.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun yasalaşacak ve destek veriyoruz.
Bu kanunla, borçlu KOBİ'lerimiz borçlarını yapılandıracak.
Haddizatında, şu anda, KOBİ'lerimizin borçlarını
yeniden yapılandırabilmesi için bu kanuna ihtiyacı
yok, bankalarla karşı karşıya gelip bu borçlarını
yeniden yapılandırabilirler. Ama, bu kanunla, tekrar bir
yaptırım olarak, bankalara "bunu yapmak mecburiyetindesiniz"
ya da "borcu yapılandırmak mecburiyetindesiniz"
gibi bir mecburiyetimiz de söz konusu değil.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; KOBİ'lerin rekabet
gücünü geliştirmemiz gerektiğini bütün arkadaşlarımız
söylediler. Uzak Doğu ülkeleri, Avrupa Birliği ülkeleri
ya da Çin'e karşı, bilhassa enerji konusunda, yatırım
indirimleri konusunda ve istihdamdaki vergi yükünün azaltılmasında
KOBİ'lerimizin desteklenmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu destekle, -Anadolu'da atıl
kalmış potansiyelimiz var; bu potansiyelimiz, yarım
kalmış yatırımlar, açılmış ama çalıştırılamamış
KOBİ'lerimiz, fabrikalarımız- ekonomik krizden batmış,
terör veya buna benzer unsurlardan dolayı şu anda işletilemeyen
KOBİ'lerimizin, tekrar çalışmaya başlaması
söz konusu olacak. Daha çok destek vermemiz gerektiğine inanıyorum.
Bunun
dışında, doğru yatırımın, doğru
yerde ve doğru sektörle yapılmasının, bu konuda
da Hükûmetimizin, devletimizin çalışmalar yapması gerektiğine
inanıyorum. Bölgelerin ve sektörlerin iyi analiz edilmesi gerektiğine,
araştırma yapılmadan, hiçbir şekilde, bunlar için
bir öngörü sahibi olmamamız gerektiğine inanıyorum.
Ar-ge yatırımları için, KOBİ'lerimize, maksimum
desteğin verilmesi gerektiğine inanıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, KOBİ'lerin ulusal sınırlar ötesindeki
pazarlara erişebilmeleri için, mutlaka, hükûmetler tarafından
gerekli araştırmaların yapılması gerekir.
Dışişleri Bakanlığının ya da
dış ticaret müsteşarlarımızın, bu konuyu,
önemli bir işten saymasını ve bilhassa dış ticaret
temsilcilerimizin, bu konuda gerekli çalışmaları
yapmalarını tavsiye ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, dün, Sayın Milletvekilimiz Erdoğan
Özegen arkadaşımız, altı dakika, AKP Hükûmeti döneminde
neler yapıldığını anlattı; çiftçi borçlarının
yeniden yapılandığını, esnaf borçlarını,
SSK, Bağ-Kur borçlarını, Vergi Barışı Kanunu'nu
ve çiftçilerin elektrik borçlarının taksitlendirildiğinden
bahsetti. Değerli arkadaşlarım, bu taksitlendirmeye
rağmen, esnafımız hâlâ sıkıntı içindeyse,
Başbakan, bütçe açılış konuşmasında 40
bin esnafın şu anda zor durumda olduğunu ve borçlarının
yapılandırılması gerektiğini ifade ediyor
ise, bölgemizde, Manisa'da, sulama elektrik borcundan dolayı
evlerinin elektriği kesilen köylerimiz var ise, biz, maalesef,
bu vermiş olduğumuz destekleri doğru veremediğimizi,
bu ülkede sıkıntı çeken insanların sıkıntı
çekmeye devam ettiğini göstermiş oluyoruz.
Her
şeye rağmen, bu kanunla, 70 bin KOBİ'miz 1,7 katrilyonluk
bir borcu yeni baştan değerlendirecekler, yapılandıracaklar
ve ödemeye çalışacaklar. Bu ödemeye çalışan KOBİ'lerimize
ve borçlu olanlarımıza, bundan önce yaptığınız
gibilerini yapmayalım; daha çok destek olabilmenin ve bunları
üretime katabilmenin gereğini yapalım.
Değerli
arkadaşlarım, bu, önemli bir kanun tasarısı. Bu
önemli kanun tasarısına, Cumhuriyet Halk Partisi olarak
bizler de destek veriyoruz. Çalışan arkadaşlarımıza,
bu kanuna destek veren odalarımıza, borsalarımıza,
milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Fakat, önemli olan, bunun amacına ulaşabilmesi, üreten,
üretmek isteyen KOBİ'lerimize gerekli desteğin verilebilmesi.
Değerli
arkadaşlarım, bu kanun tasarısını konuşarak,
mutabık kalınarak ve bugün faydalarını anlatarak
geçirebiliyorsak, burada toplumsal ve
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
UFUK
ÖZKAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu
kanun tasarısı böyle geçiyor ise, burada, ortak bir aklın
ortaya konduğu söylenir. Yani, gerçek ihtiyaç sahipleri dinlenmiş,
ihtiyaç tespit edilmiş, yapılması gerekenler tespit
edilmiş, odalarımız dinlenmiş, bürokratlarımız
dinlenmiş, muhalefet olarak Cumhuriyet Halk Partisi dinlenmiş,
katkıları kabul edilmiş ve bu kanun tasarısı
karşımıza gelmiş.
Ufak
tefek eksiklerine rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu kanun
tasarısına "evet" diyeceğimizi ifade ediyorum;
Kurban Bayramı'nın ülkemize huzur, yeni yılın da
mutluluklar getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.
Şahsı
adına, Çankırı Milletvekili Sayın Tevfik Akbak.
Buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
TEVFİK
AKBAK (Çankırı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dünden bu tarafa görüşmüş olduğumuz 1312 sıra sayılı
Küçük ve Orta Büyüklükteki -kısa adıyla KOBİ'lerle ilgili-
İşletmelerin Malî Sektöre Olan Borçlarının Yeniden
Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı'nın,
bugün, artık, son noktasına geldik. Ben, bu vesileyle sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu tasarı, 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinde,
kapanmış, sıkıntıya girmiş, ödeme zorluğu
içerisine girmiş KOBİ'lerin, yeniden ekonomimize kazandırılması
maksadıyla, iktidar partimizce ve buna destek olan muhalefet
partimizle beraber hazırlanmış bir tasarıdır.
Buradaki
amacımız, hem ödeme sıkıntısı içerisinde
olan KOBİ'lerin bu sıkıntısını gidermek,
ama, bunun yanı sıra, alacağını alamayanın
alacağının tahsilinde, orada çalışan, evine
iş, aş götüren insanlarımızın yeniden
işini kazanması adına gerçekten çok önemsiyoruz.
Evet,
belki, gecikmiş gibi düşünebiliriz, ama imkânlar buna elverdiği
için bugün zamanıdır diye düşünüyorum. Bunun benzeri,
2002 yılında İstanbul Yaklaşımı olarak
geçmişte yapılmıştır. Mutlaka onun da faydası
olmuştur. Ama, inşallah, bu çıkarmış olduğumuz
yasa, KOBİ'lerle ilgili daha önceki "İstanbul yaklaşımından"
daha fazla, daha katkı sağlayacağına inanıyorum.
Burada,
arkadaşlarımız, yasanın yürürlüğe girdikten
sonra getireceği kolaylıkları, -borç ödemeyle alakalı
ve onların 492 sayılı Kanun'a göre ödeyeceği harçlarla
alakalı- banka ve sigorta muameleleri vergilerinden muaf olduğunu
ve Kaynak Kullanım Destekleme Fonu'ndan da muaf olduğunu
izah ettiler. Ben, bu detaya, çok fazla girmek istemiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu yasa, 31/10/2006 tarihine kadar günü gelmiş,
ödenemeyen borçları kapsıyor ve bu tasarıyla ilgili
KOBİ'lerin, tekrar, tanımında bir değişiklik
yapılmıştır. Ki, Hükûmetimiz
Özellikle, reel sektörün
bir can damarı gibi olan, gerçekten, ticaret ve sanayimiz içerisindeki
payı yüzde 95'e kadar yükselen, toplumumuzun her kesimini yakından
ilgilendiren çok önemli bir sektörün sıkıntısını,
inşallah, özellikle bu bayram arifesinde gidermiş olmak bu
yüce Meclise nasip olacak. 40 bine yakın KOBİ'nin bu yasadan
istifade edeceğini umuyoruz. Tabii, gönül isterdi ki, bu verilen
imkânların, bu sağlanan imkânların daha fazlasını
verebilseydik.
İktidarımız
döneminde, KOBİ'lere, gerçekten, geçmiş iktidarlarda yapılamayanların
çok ötesinde destek verilmiştir. Evvela, 2003 Kasım sonrası
ülkemizde oluşan güven ve istikrarın, tüm KOBİ sektörüne,
küçük ve orta ölçekli işletmelere çok yararı olmuştur.
Biz, bu bağlamda -geçmişte, KOBİ'lerin sigorta borçlarının
ödenmesiyle alakalı, vergi borçlarının ödenmesiyle
alakalı destekler, bu Mecliste, gene sağlandı; ancak,
tabii, bu gelinen son nokta, bizim dönemimizin bir günahı, bir
ayıbı değil, ama- bunu düzeltmek elbette bu Meclisin vazifesidir
diye düşünüyoruz. Tabii, burada muhalefet partisi değerli
sözcüleri, âdeta, KOBİ'lere yeterli desteğin verilemediği
ya da verilmediği gibi bir iddiada bulunuyorlar.
Değerli
arkadaşlar, ülkemiz, bir değişim ve gelişimi yaşıyor.
Biz, bunu, her vesileyle ifade ediyoruz. Türk Hava Yollarındaki
bir gelişim, Türk demiryollarındaki bir gelişim, takdir
edersiniz ki, onun karşıtı olan bir sektörde de bir
sıkıntıya sebep olacaktır. Bugün, uçak fiyatlarının
150 milyonlardan 60 milyonlara düştüğü bir yerde, elbette,
otobüs sektörü ya da trenin daha fazla yük taşıdığı
bir dönemde kamyoncu sektörü zarar görecektir. Bu değişim
kaçınılmazdır. Bunu, kamyoncu sektörü zarar görecek
ya da otobüsçü sektörü zarar görecek diye hava yollarının
gelişimini ihmal etmek, demir yollarının gelişimini
ihmal etmek mümkün değildir, doğru da değildir.
Bizim,
tabii, günlümüz, bütün esnafımızın en iyi durumda olmasından
yana. Yalnız, imkânlar ne kadar elverirse biz bunları kullanıyoruz.
Hani, tabiri caizse "az veren candan, çok veren maldan" derler.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
TEVFİK
AKBAK (Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım.
Devraldığımız
dönemde ülkenin ne hâlde olduğunu, hepimiz, yakinen biliyoruz.
Sadece, ben, KOBİ'lere yapmış olduğumuz net bir desteği
sizlerle paylaşmak istiyorum. KOSGEB'in kurulduğu 1990
yılından 2002 yılına kadar, KOBİ'lere, toplam
20 milyon dolar destek sağlanmışken, dönemimizde -ki
üç yıllık dönemde- yaklaşık, bu oran, bu miktar 233
milyon dolara çıkmıştır.
Yine,
KOSGEB, İhracat Destek Kredisi Protokolü kapsamında, üç
kamu bankasından, yaklaşık 6.639 KOBİ'ye 602 milyon
kredi kullandırmıştır. Yine, ihracatı geliştirme
noktasında, KOBİ'lere faizsiz kredi temin edilmiştir.
Bunu, küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz yakinen bilmektedir.
Biz, imkânlarımızı, bu milletimizin ticaret erbabına,
sanayicisine, esnafına kullandırmak istiyoruz ve
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayın.
TEVFİK
AKBAK (Devamla) -
bunu da, aziz milletimiz yakından takip etmektedir.
Böylesi
hayırlı bir yasanın, muhalefetin ve iktidarın ittifak
ettiği bu güzel yasanın, inşallah, KOBİ'lere bir
bayram hediyesi olmasını diliyorum. Umudumuz o ki, KOBİ'ler
de bundan istifade etmek için, karşılıklı rıza
içerisinde bu anlaşmaya ilgi gösterirler.
Ben,
bu vesileyle, yaklaşan Kurban Bayramı'nı ve idrak edeceğimiz
yeni yılın, milletimize, esnafımıza ve tüm insanlığa
hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve sizleri saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Akbak.
Şahsı
adına ikinci konuşmacı, Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İki
gündür, bu yasa üzerinde, gerçekten, çok güzel tartışmalar
ve ortaya konulan güzellikleri arkadaşlarımız ifade
ettiler.
Ümit
ediyorum, bu, 40 bin civarındaki KOBİ, Türkiye ekonomisine
çok büyük katkı sağlayacaktır, bunlara verilen can suyuyla
birlikte. 40 bin KOBİ'de, 1 kişi istihdam edilse 40 bin kişi
eder, 10 kişi istihdam edilmesine imkân sağlasak 400 bin kişi
istihdam eder.
Bu
yasaya katkı veren tüm değerli arkadaşlarıma teşekkür
ediyor, yasanın, hayırlı, uğurlu olmasını
temenni ediyor, bayramınızı tebrik ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
Madde
üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
6'ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Genelini
oylamadan önce, İç Tüzük'ün 86'ncı maddesine göre, lehte olmak
üzere, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan.
Buyurun.
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu
kanun tasarısı, biraz sonra, hepimizin kabul oylarıyla
kanunlaşacaktır; memleketimize, milletimize ve KOBİ'lerimize
hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Yalnız,
bu kanun tasarısı üzerinde konuşan milletvekillerimizi
dinleyince, özellikle iktidar partisi milletvekillerini, bu kanun
tasarısı ile sadece 2000 ve 2001 yıllarında çok zor
duruma düşmüş KOBİ'lerle ilgili bir düzenleme şeklinde
ortaya konuldu. Ancak geçen bu süre içerisinde KOBİ'lerimiz
Türkiye'de daha iyi duruma geliyor mu? Mevcut KOBİ'lerimizin
2002 yılından sonra durumlarında iyileşme mi var,
yoksa bu KOBİ'lerimizde ciddi manada bir geriye gidiş mi
var? Bir kere bunu da masaya koymak lazım. Ben iddia ediyorum ki,
eğer uygulanan ekonomik politikalar bu şekilde devam edecek
olur ise, önümüzdeki yıllarda benzeri bir kanunu daha Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine getirme ihtiyacı olabilir.
Şimdi,
bir milletvekilimiz ısrarla şunu söylüyor: Döviz kurları
düşüyor, Türk parası değerleniyor. Bunu iftiharla
söylüyor.
Değerli
milletvekillerimiz, şimdi, bir ülkenin parasının değerlenmesi
veya değer kaybetmesi ekonomik şartların ortaya
çıkardığı bir durumdur. Yani öyle şartlar olabilir
ki, siz döviz kurunuzun yükselmesinden memnun olmayabilirsiniz,
şartlar onu gerektirebilir.
Şimdi,
Çin parası yuan Amerika dolarına karşı yüzde 40
daha değerli. Şimdi bütün Çinlilerin oturup ağlaması
lazım. Yani değerli olmasından dolayı oturup
ağlaması lazım veya Amerikalıların son derece
üzülmesi lazım. Niye? Amerikan doları Çin parası karşısında
değer kazanıyor ama bunun karşılığında
öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, Çinliler yuanın dolar
karşısında değer kaybetmesinden mutlular. Niye?
İhracatları artıyor. Çin'in müthiş bir ihracat potansiyeli
ortaya çıkıyor. Tam tersine, Amerika da doların yuan
karşısında değer kazanmış olmasından
dolayı, ucuz Çin mallarından dolayı da Amerikan ekonomisinde
ciddi manada bir tıkanıklık var.
Şimdi
Türkiye'de dolar değer kaybediyor diye KOBİ'lerle ilgili
bir kanun görüşülürken bunu söylerseniz, yanlış yaparsınız.
Niye? KOBİ'lere sorun, şu anki sıkıntılarının
en büyük sebeplerinden birisi, Türk parasının aşırı
değerli olmasıdır. Aşırı değerli olmasından
dolayı, KOBİ'lerimiz, ihracatçılarımız, ihracat
yapma noktasında ciddi sıkıntılarla karşı
karşıya, tam tersine de, Türkiye bir ithalat cenneti olma
yolunda hızla ilerlemektedir. Onun için, önemli olan, dövizinizin,
paranızın olması gerektiği yerde olmasıdır.
Şimdi,
elimde, bakınız, Denizli Sanayi Odası Başkanının
bir açıklaması var. Denizli'de bir anket yapmışlar
ve Denizli sanayicisinin, bütün olumsuzluklara rağmen direnmeye
devam ettiğini söylüyorlar. Sanayi Odası Başkanı
şunu söylüyor: "Mevcut Denizli sanayisinin direnmeye çalışmasının,
ayakta kalmaya çalışmasının arkasında Hükûmetin
en ufak bir katkısı yoktur. Bu sözümün altına yüz kere
imza atarım. Ne girdi maliyetlerinde ne istihdam üzerindeki
yükte ne de dünyayla rekabet etme noktasında bu Hükûmetin, sanayiciye,
KOBİ'lere bir tek olumlu katkısı olmamıştır."
Denizli Sanayi Odası Başkanı bunu söylüyor. Geçen, Denizli'de,
Denizli Ticaret Odasının 80'inci kuruluş yıl dönümünü
yaptık ve Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı geldi,
orada dedi ki: "Biz dayak yiyoruz. Bizi dövüyorlar." Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı, bunu, Denizli'de,
sanayicinin önünde, basın ve televizyonun huzurunda söyledi.
Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı dayak yediğini
söylerse, siz de buraya gelip KOBİ'lerin iyiye gittiği
şeklinde açıklamalarda bulunursanız, aradaki bu çelişkiyi
gelip buralarda açıklamak lazım.
Türkiye'deki
ilk 1.000 büyük şirketle ilgili açıklamalar yayınlandı
2005 yılının. İlk 250'si kârlarını artırmış,
250'si başa baş noktada, üçüncü 250'si ve son 250'si geçmiş
yıllarındaki kârlarının altında, zarar ediyorlar,
ilk 1.000 büyük şirket.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Türkiye'de kârlarını en fazla artıran
bir kesim var, bankacılık sektörü. Bakınız, rakamlar
meydanda.
Onun
için, değerli milletvekilleri, şimdi, zamanında yapılırsa,
seçim döneminin gelmesine on aylık bir süre var. Ne olur, dün de
söyledim, sanayicinin, KOBİ'lerin önünü açacak, onlara dünyayla
rekabet yapma imkânını sağlayacak tedbirlerin burada
mutlaka alınması lazım.
İşte,
Sayın Maliye Bakanı dün açıklamada bulundu, elektrik
enerjisinden TRT payının mutlaka kaldırılması
lazım. Kayıt dışıyla ilgili ciddi manada mücadele
yapılması lazım. Enerji fiyatlarıyla ilgili tedbir
alınması lazım. Teşvik Kanunu'yla ilgili olarak,
bu Kanun'un aksayan ve eksik yönlerinin yeniden gözden geçirilmesi
lazım.
Ben,
bu duygularla, bu kanunun KOBİ'lerimize, Türk ekonomisine hayırlara
vesile olmasını diliyor, KOBİ'lerimizin içinde bulunduğu
şu anki sıkıntıların da bir an önce çözülmesi
için gereken tedbirlerin alınmasını istirham ediyorum.
Oyumun
renginin de olumlu olduğunu belirtiyor, sizleri saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.
Aleyhte
olmak üzere, Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı.
MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1312 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerine kişisel
söz aldım. Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) - Aleyhte mi söz aldın?!
MUSTAFA
GAZALCI (Devamla) - Benim aleyhte
oluşum, var olan duruma bu yasadan daha öte bir destek getirilmesine
ilişkindir. Bu, iyidir, yeterli değildir. Yani, küçük ve orta
işletmelerin borçlarının yeniden yapılandırılması
bir geçici merhemdir, bir geçici kolaylıktır. Ama,
asıl, KOBİ'lerin içinde bulundukları soruna gerçek bir
tanı koymak için verilmiş araştırma önergelerinin
gündeme alınıp, KOBİ'lerin sorunlarının gerçek
olarak ortaya konulması gerekir. Aksi hâlde, kolaycı ve
ucuz bir tutumla, sonuca, fotoğrafa bakıp, eh biz bunların
borçlarını bir yeniden yapılandıralım, birkaç
yıl sonra aynı çareye yeniden başvururuz
Değerli
arkadaşlar, bu kesim, üreten kesim; bu kesim, Türkiye'de bir temel
kesim, yanında insan çalıştıran bir kesim.
Bakın,
bütçe dolayısıyla burada arkadaşlar dile getirdi.
Türkiye'de çok çarpık bir gelir dağılımı var.
Nüfusun yüzde 20'si yüzde 44 bir gelire sahip. En alttaki yüzde
20'lik nüfus ise gelirin yüzde 6'sına sahip.
Şimdi,
KOBİ'ler, az çok ayakta kalmaya çalışan, bir iki kişiyi
de yanında çalıştıran üreticiler ve kesimdir.
Onun için, bu kesimin sorunları böyle pansuman tedavisiyle geçiştirilemez.
Gerçek olarak sorunlar ortaya konmalı ve kalıcı çözümler
getirilmelidir. Aksi hâlde, biz, Hükûmetin başından beri izlediği
bu politikayı yine birkaç yıl sonra yinelemek zorunda kalırız.
Madem bu işe başlandı, yani, toplum kesimlerinin birçoklarının
borçları yeniden yapılandırılıyor
Örneğin,
daha öğrenciyken kredi almış çocuklar var, bugün birçok
faizler omuzlarına binmiş, iş de bulamamış ve
henüz onlarla ilgili bir yapılandırma olmadı.
Ama,
benim asıl burada söz alışım: Değerli arkadaşlar,
Denizli bir dokuma kentidir. Bakın, öyle yerlerimiz var ki bizim
Denizli merkez dışında, örneğin, bir Buldan, Babadağ,
Kızılcabölük, yüzde 100'ü dokumacılıkla uğraşır,
her evin altında bir tezgâh vardır. Bu tezgâh, yalnız, kara tezgâh,
ağaç tezgâhı değil, makine tezgâhı değil, en modern
tezgâhları evinin altına kurmuştur borçlanarak ve fason
dokurlar bu tezgâh sahipleri. Gece sabahlara kadar çalışırdı
benim öğretmenlik yaptığım yıllarda, oralarda;
her evin altında bir tezgâh sesiyle
büyürdü çocuklar; ama, son yıllarda bu tezgâhlar sustu. Bakın,
yalnız Buldan'da 4 bin tezgâh vardı, 200 tezgâh kaldı arkadaşlar.
Pazartesi
günleri Denizli'de dokuma pazarı kurulur. Bu dokuma pazarında
bir haftalık üretimler oraya gelir. Dışarıdan esnaf
gelir, düğün yapacak insanlar gelir, oradaki ürünleri götürür;
havlusunu, çarşafını, masa örtüsünü
Ama, son zamanlarda,
buradaki pazar yerinin bedelini ödeyemez duruma geldi oradaki
dokumacı esnafı ve tezgâhlar hurdacıya gitti.
Söylediler
ki, değerli arkadaşlar: "Biz, hurda iplik kullanıyoruz
artık, duyun bizim sesimizi." Sayın Ali Coşkun geldi
-Sanayi Bakanı- dokumacılarla bir toplantı yaptı.
Tabii, o, esprili bir şekilde, "Ben sizdenim, zaten sanayiciyim,
bu Bakanlık gelip geçer." falan deyip, fıkra anlatarak,
şakaya vurarak sorunları geçirdi.
Değerli
arkadaşlar, bakın, büyük kuruluşlar küçük kuruluşlarla
yaşar. Eğer siz dalları budakları keserseniz, 100
kişi çalıştıran, 500 kişi çalıştıran,
1.000 kişi çalıştıran yerler de susar. O tezgâhlar
sustuğu zaman Türkiye susar. Bakın, Çin'den gelen mallarla
uğraşırken, bir de yanlış teşvikle mücadele
etmektedirler. Biz geldik geleli burada diyoruz ki: "Yapmayın
arkadaşlar, bu bölgeler arası bir teşvik değil; bu,
bazı gelişen sektörleri ve KOBİ'leri öldürme teşviki."
Şimdi
Afyon'a, Uşak'a teşvik var, güzel; ama, Denizli'de yok. Arada
bizim öyle yerlerimiz var ki...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
MUSTAFA
GAZALCI (Devamla) - Örneğin, Çardak'ta bir tekstil yeri var, bir
organize sanayi var, hemen 10 kilometre ötesinde teşvik var,
burada yok. Tekstili orada yaptığınız zaman yararlanıyorsunuz,
burada yaptığınız zaman köstekleniyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, gelin, bunu sektöre yapalım, ürüne yapalım
diye birçok kez söyledik.
Bir
de, meslek edindirecek, eğitimi, üretim yapacak, bu KOBİ'lerle
özdeşleştirecek bir biçime getirelim. Bakın, YİBO'larda,
yatılı bölge okullarında bu tür uygulamalara gidilebilir
değerli arkadaşlar. Hem oradaki sorunları önleriz
hem de o çocukları meslek edinecek bir biçimde yetiştirebiliriz.
Böyle
geçici önlemlerle değil, gerçekten kalıcı önlemlerle,
araştırma biçiminde bunları ele alalım ve bir daha
onlar buradan borçlarımız taksite bağlansın, faizleri
silinsin diye değil, alnının teriyle ürettiğinin
karşılığını alsın, insan gibi yaşasın
ve yanındakine de
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
GAZALCI (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım, bir cümleyle teşekkür
edeceğim.
Değerli
arkadaşlar, bu yasa tasarısıyla kısmi bir iyilik
gelmektedir; yetersizdir, köklü çözümler alınmalıdır
diyorum.
Ben
de, yaklaşan bayramı ve yeni yılınızı kutluyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederiz Sayın Gazalcı.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın elektronik cihazla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama
için dört dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen
üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin,
oy pusulalarını, oylama için öngörülen dört dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Ayrıca,
vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana
vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin
ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını,
yine, oylama için öngörülen dört dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum
ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Mali Sektöre
Olan Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısı'nın yapılan açık
oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 270
Kabul :
270 (x)
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
hayırlı olmasını diliyorum.
5'inci
sırada yer alan, 15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu,
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89'uncu ve 104'üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
5.-
15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1268) (S. Sayısı: 1276)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum sayın milletvekilleri.
Kapanma Saati:
17.21
(x) Açık oylama kesin
sonuçlarını gösteren tablo Tutanağın sonuna eklidir.
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.38
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
45'inci Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu açıyorum.
6'ncı
sırada yer alan, Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin, Kamu Sermayeli
Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına
Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
6.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından
Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/875) (S. Sayısı:
1254) (x)
BAŞKAN
- Hükûmet ve Komisyon yerinde.
Komisyon
Raporu 1254 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin
tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili
Sayın Akif Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu sermayeli bankalar
tarafından yürütülen faiz destekli kredi uygulamalarına
ilişkin kanun teklifinin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime
başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de çiftçinin kredi
ihtiyacının karşılanması amacıyla Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası ve esnafın veya daha geniş
bir ifadeyle, küçük ve orta boy işletmelerin kredi ihtiyacının
karşılanması amacıyla da Türkiye Halk Bankası
kurulmuştur. Her iki banka da, bildiğiniz gibi, kamu sermayeli
bankalardır. Bu iki banka, 2002 yılında çıkarılan
bir yasa uyarınca özelleştirme kapsamına alınmıştır.
AKP Hükûmeti öncesindeki hükûmetin gündeminde olan iki bankanın
özelleştirilmesi şimdiki hükûmetin de gündemindedir.
2002
yılında çıkmış olan yasa, bu bankaların
statülerini, münhasıran esnafın veya çiftçinin kredi ihtiyacının
karşılanması olmaktan çıkarmış veya
ağırlıklı olarak amacın bu olmasından
çıkarmış, ekonominin diğer bankalarıyla aynı
statüde, aynı şekilde faaliyet göstermesi hedeflenmiştir.
Bu
iki banka da özelleştirme kapsamında olunca, ileride, çiftçiye
ve esnafa bu bankalar kanalıyla açılan kredilerin aksamaması
için, Bakanlar Kurulunun görevlendireceği bankalar kanalıyla
da -kamu veya özel banka olabilir bunlar- bu kredilerin verilebilmesi
için bu teklif düzenlenmiştir, teklifin düzenlediği konu
budur.
Değerli
milletvekilleri, gerek çiftçinin, üreticinin desteklenmesi gerekse
esnafın, KOBİ'lerin desteklenmesi deyince, bu destekleri
çok kısaca değerlendirmek istiyorum. Bu gruplara, yani
çiftçiye, üreticiye ve KOBİ'lere verilen destekleri iki gruba
ayırabiliriz:
Birincisi,
birinci grup: Bütçeden verilen destekler.
İkinci
grup: Saydığım bankalar eliyle, piyasa faizinin altında
bir faizle kredi verilmesi suresiyle yapılan destekler.
(x) 1254 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Bütçeden
verilen desteklere baktığımızda, gerek tarım
kesiminde üreticilere verilen desteğin gerekse KOBİ'lere
ve esnafımıza verilen desteğin, bu Hükûmet döneminde
bir artışa konu olmadığını görüyoruz.
Bu konuda, ben, sizlerin dikkatine bir iki rakam sunmak istiyorum.
Tarımsal desteklere bütçeden ayrılan payların büyüklüğüne
baktığımızda, bu payın rakamsal tutarının
2002 yılında 2,2 milyar YTL olduğunu görüyoruz. 2006
yılında 4,8 milyar YTL'ye ulaşan bu rakamın, 2007
yılında da 5,2 milyar YTL'ye ulaşmasının hedeflendiğini
görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, vermiş olduğum bu rakamlar, özellikle
2002 yılı rakamları, Bakanlar Kurulunun 1 Kasım
2006 tarihli Resmî Gazetede yayımlamış olduğu
2007 yılı programında yer alan rakamlardır. Bunu,
özellikle söylüyorum, çünkü Bakanlar Kurulunun 2002 yılı
tarımsal desteğine ilişkin olarak karara bağlamış
olduğu bu rakam, Sayın Maliye Bakanı tarafından
daha düşük olarak açıklanmaktadır. 2002 yılındaki
rakam ne kadar düşük olursa, AKP Hükûmeti döneminde verilen destek
o kadar artmış gözükecek çünkü, Sayın Bakanın esas
itibarıyla yaklaşımı budur. 2002 yılı tarımsal
destek tutarı, bütçeden, 2,2 milyar YTL'dir; bu, 2007 yılı
programında yer alan rakamdır. Aynı rakam, yine, bu Parlamento
tarafından, bu Meclis tarafından 2003 yılı sonunda
kabul edilmiş olan kesinhesap kanununda da yer almaktadır.
Buradan şuraya gelmek istiyorum: 2002 yılı rakamıyla
2007 yılı tarımsal destek rakamını kıyasladığımızda,
her ikisinin de gayrisafi millî hasılanın yüzde 0,8'i düzeyinde
olduğunu görüyoruz, yani, üreticiye bütçeden verilen destekte
bir artış yoktur; esas olan kıyaslama gayrisafi millî hasılaya
oran olarak yapılan kıyaslamadır, o da, bunu göstermektedir.
Hatırlayacaksınız, tarımsal üretim konusunda,
Hükûmetin kabul edip, Resmî Gazetede yayımladığı
strateji, tarımsal desteğe ayrılacak olan kaynaklar
gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'inden az olamaz hükmü getirilmiştir.
Bu hüküm, esasen, Avrupa Birliğine uyumun şartlarından
da biridir. Yani, Avrupa Birliğine uyum bağlamında,
Hükûmetin Resmî Gazetede yayımlayarak vermiş olduğu
söze, bizzat Hükûmetin kendisi uymamaktadır.
Tarımsal
destek bağlamında, Karadeniz Bölgesi'ne yönelik olarak da
bir konuyu sizlerin dikkatine sunmak istiyorum: 2004 yılında
meydana gelen don felaketi nedeniyle, fındık üreticisinin,
hâlen 252 milyon YTL, yani, 250 trilyon Türk lirası tutarında
bir alacağı bulunmaktadır. Bu alacağın 2005,
2006 ve 2007 bütçelerine konulması için Cumhuriyet Halk Partisi
olarak çok uğraştık, Sayın Maliye Bakanına,
bu konuda, muhtelif önergeler verdik, sorular yönelttik; ancak, 252
trilyon liralık bu ödeneği bütçeye koyma imkânını,
maalesef bulamadık. Burada, bütçenin tümü üzerinde, iktidar
grubu adına pazartesi günü söz alan Karadeniz Bölgesi'nden bir
milletvekili arkadaşımız, Hükûmetin tarım politikasını
ve fındık politikasını överken, o politikayı
sahiplenirken, fındık üreticisinin 252 trilyon liralık
üç yıldır ödenmeyen alacağı konusunda ses çıkarmamasını
çok ilginç buluyorum. Bunu, fındık üreticilerinin takdirine
bırakıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; KOBİ'lere bütçeden
verilen desteklere baktığımızda durum şudur:
KOSGEB diye bir kuruluşumuz var biliyorsunuz. KOSGEB, küçük ve
orta boy işletmelerin teknolojik yeniliklere uyumunu
sağlamak, rekabet güçlerini artırmak ve ekonomiye olan
katkılarını yükseltmek amacıyla kurulmuş
olan bir kuruluşumuz. Dolayısıyla, KOSGEB'e, esnafı
desteklemek üzere bütçeden aktarılan kaynakların büyüklüğü
önem taşımaktadır.
2006
yılı bütçesine baktığımızda, 2006 yılı
bütçesinde, KOSGEB bütçesinde yer alan rakamı söylüyorum: KOSGEB
bütçesinde 209,9 milyar YTL'lik bir bütçe olduğunu görüyoruz.
Bu bütçenin, Ekim 2006 sonu itibarıyla ancak yüzde 22'sinin kullanıldığını,
yüzde 78'inin kullanılmadığını görüyoruz.
KOSGEB'e verilen ödenekler, KOSGEB'e verilen bütçe, KOBİ'lerin
desteklenmesi içindir. KOBİ'lerin desteklenmesi için verilen
bütçenin önemli ölçüde, Ekim 2006 tarihi itibarıyla kullanılmamış
olması dikkat çekicidir. Sanıyorum faiz dışı
fazla uygulaması nedeniyle Hükûmetin 2006 yılında harcamaları
kısma yönündeki faaliyeti, kararı, sonuçta KOSGEB eliyle
esnafa, KOBİ'lere kullandırılacak, aktarılacak
kaynakları da olumsuz etkilemiştir.
2007
bütçesine baktığımızda, KOSGEB bütçesinin 2006
yılı bütçesine göre artış oranının da ancak
yüzde 5'ler düzeyinde olduğunu görüyoruz, 5 küsur, yüzde
6'nın altında.
Değerli
milletvekilleri, bütçe üzerinde, yine, pazartesi günü iktidar
grubu adına konuşan arkadaşımız, AKP hükûmetlerinin
en önemli icraatının bütçeleri küçültmek olduğunu
ifade etti. Bütçe büyüklüğü, bu Hükûmet döneminde azalmıştır.
Bunu şöyle açıklıyor arkadaşımız: Bütçeler
ekonomiden kaynakları çekerler, yeniden ekonomiye aktarırlar;
bütçenin görevi budur. Dolayısıyla, ekonomiden çekilen
kaynağın büyüklüğü ne kadar az olursa, bütçe o kadar etkin
olur veya kamu, ekonomi üzerinde o kadar yük oluşturmaz şeklinde
bir anlayışa dayanıyor. Tabii "bütçenin ekonomideki
payını, büyüklüğünü küçülttük" cümlesi, devletin
küçültülmesi, daha doğrusu devletin ekonomik faaliyetlerden
elini çekmesi bağlamında sunuluyor.
Değerli
arkadaşlar, gerçek durum, yani, olması gereken duruma
kıyasla Türkiye'deki durumu kıyasladığımızda
sunulan tablonun doğru olmadığı, gerçekçi olmadığı,
Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyasladığımızda,
üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliğinde
bile böyle bir uygulamanın olmadığını görüyoruz.
Bunu da size rakamlarla sunmak istiyorum.
İktidar
grubu adına konuşan arkadaşımız 2002 yılında
yüzde 42 oranında olan bütçenin gayrisafi millî hasılaya
olan oranının 2006 yılı sonu itibarıyla yüzde
31,2'ye indiğini söyledi. Avrupa Birliğindeki durum nedir
diye baktığımızda, euro bölgesine, euroyu kullanan
ülkelere baktığımızda durumun şu olduğunu
görüyoruz: Genel yönetim bütçe harcamalarının gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı 2000 yılında yüzde 47,9'dur.
Bu oran 2004 yılında yüzde 47,7'ye gelmiştir. Yani, bindeler
düzeyinde ifade edilecek bir azalma ve bu azalma da esas itibarıyla
faiz giderlerindeki düşüşten kaynaklanmaktadır. Yani,
küçültülen bütçe, gerçekte, biraz önce örneğini verdiğim
gibi, KOBİ'lere olan desteğin azalması veya tarımsal
üreticilere, tarım sektörüne verilen desteğin azalması,
bütçeden pay alan kesimlere verilen desteğin, aktarılan
kaynakların azalması anlamına gelmektedir. Hem bütçeyi
küçülteceksiniz hem de bütçeden pay alan kesimlerin desteğini
artırdık diyeceksiniz; bu, mümkün değil.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; KOBİ'ler bütün ekonomiler
için çok önemli kurumlardır, sadece Türk ekonomisi için değil,
ülkemiz için değil, gelişmiş ülke ekonomilerine, gelişmekte
olan ülke ekonomilerine baktığımızda, KOBİ'lerin
bütün ekonomilerde önemli bir ağırlığının
olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerde genel olarak istihdamın
üçte 2'sini KOBİ'ler sağlamaktadır.
Yine,
KOBİ'ler, bu ülkelerde genel olarak işletmelerin, sayısal
olarak işletmelerin yüzde 95'inden fazlasını sağlamaktadır.
Toplam katma değerdeki paylarının yine üçte 1'ler veya
dörtte 1'ler düzeyinde olduğunu görüyoruz, dünya ortalaması
veya gelişmekte olan ülkeler ortalamasını söylüyorum.
İstihdamdaki payının, yine, biraz önce söylediğim
gibi üçte 2'ler düzeyinde olduğunu dikkate alırsak, yarattığı
katma değer, ekonominin toplamı içerisinde daha az olmakla
birlikte, dörtte 1'ler düzeyinde olmakla birlikte, istihdamın
üçte 2'sini sağladığı için, bütün dünya ekonomilerinin
vazgeçilmez bir kurumudur KOBİ'ler.
Bizim
ekonomimize baktığımızda, işletmelerin yüzde
99,5'unun KOBİ tanımında olduğunu görüyoruz. Biliyorsunuz,
çalıştırdığı işçi sayısı
yıllık olarak 250'den az olan, bilanço toplamı ya da yıllık
cirosunun toplamı 25 milyon YTL'den az olan işletmeler, bizim
hukukumuzda, bizim uygulamamızda KOBİ sayılmaktadır.
Bu çerçevede, işletme sayısının yüzde 99,5'unu KOBİ'ler
oluşturuyor.
İstihdama
baktığımızda, Türkiye'deki istihdamın yaklaşık
dörtte 3'ünü KOBİ'lerin sağladığını görüyoruz.
Yine, Türkiye'deki katma değerin
yaklaşık dörtte 1'ini -dörtte 1'inden biraz daha fazla belki-
KOBİ'lerin sağladığını görüyoruz.
İstihdamdaki ağırlığının, payının
son derece önemli olduğunu görüyoruz.
KOBİ'ler,
küçük işletmeler, küçük veya orta boy işletmeler, bu özelliği
belki bazı açılardan kendileri için dezavantaj oluştursa
da, bu özellik, aynı zamanda onların birçok alanda avantajı
konumuna gelmektedir. Talepteki değişime, siparişlerdeki
değişime hemen ayak uydurabilirler, çünkü esnek bir üretim
yapısı vardır. Girişimciliği teşvik
eden, girişimci olmak isteyen kişileri teşvik eden bir
yapıya sahiptir. Büyük işletmelere ara malı temin
ederler. KOBİ'siz bir ekonomiyi gerçekten düşünmek mümkün
değildir. KOBİ'lerin en büyük güçlüğü nedir diye baktığımızda,
KOBİ'lerin en büyük güçlüğü küreselleşme karşısında
karşı karşıya kaldıkları onların önüne
gelen rekabet eşitsizliği. Gelişmekte olan ülke ekonomileri,
özellikle Çin ve Hindistan'ın çok ucuz maliyetlerle üretim yapmaları,
bizim KOBİ'lerin en büyük dezavantajıdır. Esasen, bizim
ekonomimizin genel olarak dezavantajıdır. Ama yine, özelde
de KOBİ'lerin bir dezavantajıdır.
Yine,
baktığımızda, Türk lirasının bugünkü konumunun
bütün işletmeler için olduğu gibi KOBİ'ler için de önemli
bir dezavantaj teşkil ettiğini görüyoruz. Yeni Türk lirası,
KOBİ'lerin bırakın dünya pazarlarına açılmayı,
dünya pazarlarına açılmış olan KOBİ'lerimizi
zaten olağanüstü zorlamaktadır. Yine, dünya pazarlarına
açılmayıp, Türkiye'deki küreselleşmenin etkisiyle,
dünya ticaretinin önündeki engellerin kalkmasıyla, Türkiye'de
sadece iç piyasaya üretim yapan KOBİ'leri de zor duruma düşürmektedir.
Değerli
Türk lirası, değerli yeni Türk lirasının konumunu
iyi değerlendirmek gerekir değerli arkadaşlar. Yaklaşık
üç hafta kadar önce Amerikan Hazine Bakanı Çin'e gitti. Çünkü,
Çin-Amerika dış ticaretinde Çin'in parasının değer
kaybetmesi, doların Çin parası karşısında değerlenmesi
Çin-Amerika dış ticaretinde Amerika'yı zorlamaktadır.
Çin'in önünü açan Çin parasının değer kaybı, Amerika'nın
önünü kapamaktadır. Yani, zaman zaman, bazı sayın bakanlarımız,
değerli yeni Türk lirasını "güçlü Türk lirası"
olarak isimlendiriyor.
Değerli
arkadaşlar, sayın milletvekilleri; bunun, cebimizdeki paranın
daha çok şeyi satın aldığı anlamına gelen
bir yanı yoktur. Bu, tam tersine bizim ekonomimizi son derece
zor duruma sokmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, KOBİ'lerin önündeki bir mesele de şudur:
KOBİ'ler
Biraz önce bir yasa kabul ettik, KOBİ'lerin banka
sistemine olan borçlarının yeniden yapılandırılmasına
ilişkin bir yasa.
Değerli
milletvekilleri, dünyada bankacılık kuralları değişiyor.
Bütün ülkelerin merkez bankalarının bir araya gelerek
oluşturdukları bir kurum var, kısa adı BIS (Bank for
International Settlements). Yani, bu örgütün aldığı
kararlar, bu kurumun aldığı kararlar, bütün dünyada tek bir bankacılık kuralı
olmasını sağlama yönünde. Bankacılığın
kuralları her ülkede aynı olsun, kredi açmanın kuralları
her ülkede aynı olsun yaklaşımını getiriyor.
Bu kurallar, Avrupa Birliğinde 2007 yılında uygulanacak,
bizde de 2008 yılında uygulanacak. Bunun KOBİ'ler
açısından önemi şudur: Bu kurumun getirmiş olduğu
birtakım kriterler var, ölçüler var, kurallar var. Bunlardan birincisi,
Basel I Kriterleriydi. Bankaların sermaye yeterliğini
düzenliyordu, bankaların sahip olacağı sermaye
şu oranlarda olmalıdır şeklinde. Bunu geçiyorum,
konumuzla ilgisi yok. Ancak, Basel II Kriterleri dediğimiz
kriterler, 2008'de uygulanacak olan kriterler, kredi riskinin ölçülmesinde
daha farklı kurallar getiriyor. Kredi riskinin şu andaki
ölçümünde bankalar farklı kurallar uygulayabiliyorlar. Bir
bankanın riskli gördüğü bir müşteriyi, bir KOBİ'yi,
bir başka banka riskli görmeyebilir. Bir başkasının
kredi faizi, bir başka bankada farklı olabilir. Birinde daha
yüksek olabilir, birinde daha düşük olabilir; ancak, bu kriterler,
sözünü ettiğim Basel II Kriterleri uygulanmaya başladığı
anda, bu kredi riski bütün bankalar tarafından aynı olacaktır.
Bunun KOBİ'ler açısından önemi, kredi maliyeti artacaktır.
Değerli
milletvekilleri, bu çok önemlidir. KOBİ'lerin kayıt sisteminin
yeterli olmayışı, KOBİ'leri gerçekten, bu yeni kurallar
karşısında oldukça zor duruma düşürecek, zaten
işletme sermayesi yetersiz olan KOBİ'ler, bu kurallar karşısında
daha pahalı kredi kullanmayla karşı karşıya
kalacaklardır. Yani, biraz önce kabul ettiğimiz yasayla,
KOBİ'lerin, eğer bankalar isterlerse taksitlendirilecek
olan donmuş veya şüpheli hâle gelmiş kredi borçları
2008'den itibaren tekrar karşımıza gelebilir. Bunu önlemek
için, KOBİ'lere, bu süreçte, Hükûmet tarafından onları
destekleyecek bir programın, projenin uygulamaya konulması
gerekir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Aksi takdirde, KOBİ'ler son
derece zor durumda kalacaklar, kredi kullanmakta oldukça zorlanacaklardır.
KOBİ'leri bu yönden 2008'e kadar hazırlamak, desteklemek gerekir
diye düşünüyorum.
Teklif,
başlangıçta da belirttiğim gibi, esnafa ve çiftçiye
verilecek krediyi, bu bankalardaki kamu payı yüzde 50'nin altına
düşse bile, bir başka banka vasıtasıyla veya yine
elde kalmış olan kamu bankaları vasıtasıyla
desteklemeyi hedefliyor, bütçe kaynaklarıyla desteklemeyi
hedefliyor, yani, var olan uygulama devam etsin diyor daha doğrusu.
Yoksa, verilen desteklerde herhangi bir artış yok, var olan
uygulamanın devamını öngörüyor. Bu çerçevede baktığımızda
teklifin adının kapsamla çeliştiğini görüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Kanun adında bir değişiklik
gerekiyor, çünkü, özelleştirme sonrasında özel bankalar
eliyle de bütçe kaynakları kullanılmak suretiyle yapılacak
olan uygulama varsa, artık, kanunun adının kamu sermayeli
bankalar eliyle kredi kullandırılması, düşük faizli
kredi kullandırılması olarak isimlendirmek çok
doğru değil diye düşünüyorum.
Sözlerimi
burada bitiriyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Teklifin
tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Afyonkarahisar Milletvekili
Sayın Halil Aydoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tarımsal üretimin,
esnaf ve sanatkârların desteklenmesi amacıyla kamu sermayeli
bankalar tarafından yürütülmekte olan düşük faizli kredi
kullandırma uygulamalarının özelleştirilme sonrasında
da devam ettirilmesine yönelik 1254 sıra sayılı Kamu
Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi
Kullandırılmasına Dair Kanun Teklifi'yle ilgili olarak,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
yüce Meclisimizi ve siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
15/11/2001
tarihli ve 4603 sayılı Kanun'un 3'üncü maddesi gereğince
yayınlanan Bakanlar Kurulunun 2/5/2001 tarih ve 2001/2380 sayılı
kararnamesinin eki kararın 1'inci maddesi ile Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketince esnaf ve sanatkârlara, genç ve kadın girişimcilere
kullandırılmış olan kredilere 1/3/2001-31/12/2001 tarihleri
arasında geçerli olmak koşuluyla yüzde 55 oranında faiz
uygulanacağı hüküm altına alınmış olup
Bakanlar Kurulunun 27/12/2005 tarihli ve 2005/9841 sayılı Kararname'sinin
eki kararın 1'inci maddesiyle de Türkiye Halk Bankası Anonim
Şirketince esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri
kefaletiyle esnaf ve sanatkârlara kullandırılmış
olup bakiyesi 2006 yılına devreden kredilere
1/1/2006-31/12/2006 tarihleri arasında -bu tarihler dâhil- geçerli
olmak üzere bu kararın 3'üncü maddesi uyarınca belirlenen
gösterge faiz oranının uygulanacağı, bankaca esnaf
ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri kefaletiyle esnaf
ve sanatkârlara bir yıla kadar -bir yıl dâhil- vadeli olarak
1/1/2006-31/12/2006 tarihleri arasında -bu tarihler dâhil- bankacılık
usul ve esasları çerçevesinde kullandırılacak kredilere
de bu kararın 3'üncü maddesi uyarınca belirlenen gösterge
faiz oranının uygulanacağı, kararın 3'üncü
maddesinde ise gösterge faiz oranının, bankanın kooperatif
kredilerine özgü kaynak maliyeti dikkate alınarak belirlediği
cari faiz oranının 2005 yılı bakiyesi 2006 yılına
devreden krediler için yüzde 75'i, 2006 yılında açılacak
krediler için yüzde 65'i kadar olacağı hüküm altına
alınmıştır. Bu kapsamda esnaf ve sanatkârların
desteklenmesi amacıyla düşük faizli kredi kullandırılması
4603 sayılı Kanun'a, Bütçe Kanunu'na ve Bakanlar Kurulu kararına
göre yürütülmektedir.
4603
sayılı Yasa'nın 4'üncü maddesinde yer alan, bu Kanun'un
bankalar hakkında sermayelerindeki kamu payı yüzde
50'nin altına düşünceye kadar uygulanacağına dair
hüküm nedeniyle kamu sermayeli bankaların özelleştirilmeleri
sonucunda düşük faizli kredi kullandırılmasına
ilişkin hükmün dayanağı ortadan kalkmaktadır.
Yukarıda
belirtilen gerekçelerle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe
Komisyonundan Genel Kurula sevk edilen Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından
Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair
Kanun Teklifi ile kamu sermayeli bankalar tarafından yürütülen
faiz destekli kredi kullandırılması uygulamalarına,
bankaların sermayelerindeki kamu payının yüzde
50'nin altına düşmesi hâlinde de devam edeceği, buna yönelik
usul ve esasların Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği,
bankaların faiz destekli kredi uygulamalarından dolayı
doğacak gelir kayıplarının ilgili yıl merkezî
yönetim bütçesine tahsis edilecek ödenekle sınırlı
olmak üzere hazinece avans olarak ödeneceği hüküm altına
alınmaktadır. Söz konusu kanun teklifinin yasalaşması
hâlinde, kamu bankalarımızdaki kamu payının yüzde
50'nin altına düşmesi hâlinde de faiz destekli kredi kullandırılması
uygulamasına devam edilecektir.
AK
Parti İktidarı döneminde, esnaf ve sanatkârlara TESKOMB
aracılığıyla Halk Bankası kaynaklarından
kullandırılan kredilerin faiz oranları yüzde 59'dan
yüzde 13'e indirilirken kredi limitleri de 5 milyar TL'den 25 milyar
TL'ye çıkarılmıştır. Kredi verilmesinde aranan
şartlardan biri olan Bağ-Kur'un prim borcu bulunmaması
şartı da esnaf ve sanatkârlarımızın isteği
doğrultusunda kaldırılmıştır. Kooperatiflerin
takip oranı yüzde 60'dan yüzde 100'e çıkarılırken,
bloke oranı da yüzde 10'dan yüzde 1'e düşürülerek, esnaf ve
sanatkârlarımızın almış oldukları krediden
daha fazla yararlanma imkânı getirilmiştir.
Esnaf
ve sanatkârlarımıza kullandırılan kredi miktarı
sürekli artmakta olup, esnaf ve sanatkârlarımıza 2002
yılında kullandırılan kredi miktarı 153 milyon
YTL iken, bu miktar 2003 yılında 684 milyon YTL'ye, 2004 yılında
1 milyar 213 milyon YTL'ye, 2005 yılında 1 milyar 495 milyon
YTL'ye ve 17 Kasım 2006 itibarıyla da 1 milyar 900 milyon
YTL'ye yükselmiştir. Dolayısıyla, 2003-2006 Kasım
arasında toplam 5 milyar 292 milyon YTL kredi kullandırılmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası da kuruluş gayesine uygun
olarak, kurulduğu günden bugüne kadar topladığı
kaynakları uygun koşullarla ülkemiz çiftçisinin hizmetine
sunan, yetişmiş personeli ve tarımsal bankacılık
konusundaki deneyimiyle her zaman çiftçimizin yanında yer almış
ülkemizin tek bankasıdır. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, uzun yıllardan bu yana sadece kendi kaynaklarından
kredi kullandırmakla yetinmeyip, hükûmetler tarafından
bütçe kaynaklarından çiftçilere sağlanan fon kaynaklı
kredilere de aracılık etmektedir. Ziraat Bankası,
üstlendiği bu misyonunun gereği olarak, ülke ekonomisinin
genel yapısına paralel olarak, yıllar itibarıyla,
ülkemiz çiftçisine kullandırdığı kredi miktarını
özellikle 2003 yılından sonraki dönemde gerek miktar gerekse
oransal olarak sürekli artırmıştır.
2002
yıl sonu itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının
kendi kaynaklarından kullandırdığı kredi miktarı
227 milyon YTL seviyesinde iken, bu tutar 22/12/2006 tarihi itibarıyla
yaklaşık 14 kat artarak 3 milyar 467 milyon YTL seviyesine
ulaşmış bulunmaktadır. Bunun yanında Ziraat
Bankasının tarımsal kredilere uyguladığı
cari faiz oranı 2002 yıl sonu itibarıyla yüzde 59 iken,
bugün üreticilere yıllık yüzde 7 ile yüzde 13,3 arasında
faiz oranı uygulanmaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası düşük faizli kredi kullandırma
uygulamaları kapsamında hâlen organik tarımsal üretime
yıllık yüzde 7, iyi tarım uygulamalarına yönelik
üretime yine yüzde 7, sertifikalı tohum, arpa, buğday üretimine
yüzde 7, damızlık süt sığırcılığına
yüzde 7, kanatlı sektörüne yönelik biyogüvenlik yatırımlarına
yüzde 7, tarımsal sulama yatırımlarına yüzde 7,
tarımsal ar-ge'ye yüzde 10,5, kontrollü örtü altı yetiştiriciliğine
yüzde 10,5, tıbbi aromatik bitki yetiştiriliciliğine
yüzde 10,5, tarımsal mekanizasyona yüzde 12,25, su ürünleri yetiştiriciliğine
yüzde 12,25, diğer işletme ve yatırım kredilerine
yüzde 13,13 faiz oranlarıyla kredi kullandırmaktadır.
Bu kapsamda, Ziraat Bankasınca, 2004 yılında 48.413 üreticiye
413 milyon YTL, 2005 yılında 174.634 üreticiye 1,9 milyar YTL,
22/12/2006 tarihi itibarıyla ise 236.257 üreticiye 2,7 milyar YTL
olmak üzere toplam 459.304 üreticiye 5,01 milyar YTL sübvansiyonlu
kredi kullandırılmaktadır.
Sözlerime
son verirken, bu kanunun, Meclisimizce de uygun görüldüğü takdirde
ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor,
yüce Meclisin Saygıdeğer Başkan ve üyelerini, tekrar,
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederiz Sayın Aydoğan.
Anavatan
Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer
Abuşoğlu.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
tasarının adını, şöyle, başlığını
bir kısaca okumak istiyorum: "Samsun Milletvekili Ahmet
Yeni'nin Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından
" diye devam
ediyor.
Kanunu
teklif eden kişinin, bu kanunu hangi gerekçelerle teklif ettiğini
gelip burada açıklaması beklenirdi, ama teklif ettiği
kanuna dahi burada sahip çıkamıyor.
ÖNER
ERGENÇ (Siirt) - Yurt dışında, burada yok.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - O bakımdan, bu eksikliği dile
getirme zaruretini hissediyorum.
Her
ne kadar iktidar partisi sözcüsü kanunun gerekçelerini ve gerekliliğini
burada ifade etti, ama, Sayın Yeni'nin teklifine sahip çıkarak,
niçin bir tasarı şeklinde değil de bir teklif şeklinde
bunun gündeme getirildiğini mutlak surette açıklaması
gerekirdi. O bakımdan, bunun arkasından da görüşülecek
aynı şekilde yine Sayın Yeni'nin bir teklifi var. O kanuna
da, o teklifine de, durum öyle gösteriyor ki, sahip çıkamayacak,
bunun gerekçelerini açıklayamayacak.
Burada
ciddi bir iş yapıyoruz. Dolayısıyla, bu ciddiyet
doğrultusunda milletvekillerinin kendileri tarafından
teklif edilmiş tekliflerine sahip çıkmaları gerekir.
Aksi takdirde, milletvekilinin kendi teklifi değil de, iktidar
tarafından eline tutuşturulmuş, sadece imzalayıp
verdiği bir teklif olarak değerlendirme zarureti, gereği
ortaya çıkmaktadır.
ÖNER
ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, Sayın Yeni zorunlu olarak
yurt dışında bulunuyor bugün, o vesileyle burada değil.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Şimdi,
bu tasarı, kamu bankaları tarafından düşük faizli
kredilendirme yoluyla desteklendirilen belli kesimlerin bu desteklenmeye
devamını sağlamak amacıyla düzenlenmiş bir
teklif. Bu teklife niçin gerek duyuluyor? Kamu bankaları zaman
içerisinde özelleştirilecek -biraz sonra görüşeceğiz,
Halk Bankasının, Ziraat Bankasının özelleştirilmesiyle
ilgili süre uzatılmasına yönelik bir kanun teklifi daha
görüşülecek- böylelikle, ileride kamu bankaları özelleştirildiği
zaman bu bankalara Hükûmet tarafından görev olarak verilen belli
sektörlere, belli kesimlere destekli, düşük faizli kredi verme
görevi boşta kalmış oluyor ve bu görev, bir şekliyle,
mutlak surette birileri tarafından -bu özel kesim bankaları
olabilir, kamu bankaları olabilir- yerine getirilmesi gerekiyor.
Aksi takdirde, çiftçi gibi, küçük esnaf, sanatkâr gibi, KOBİ'ler
gibi -küçük, orta işletmeler gibi- kesimlerin desteklenme
imkânı ortadan kalkıyor. Böylelikle, kamu bankaları
özelleştirilmiş olsa dahi, bu kanunun getirdiği
imkânlar çerçevesinde bu destek, özel bankalar aracılığıyla
da yapılabilme imkânı ortaya çıkıyor. Gayet güzel.
Mantık olarak, felsefe olarak getiriliş itibarıyla oldukça
tutarlı bir mantığa sahip.
Ancak,
özel sektör bankacılığıyla kamu kesimi bankacılığını
birbirinden ayırmak lazım. Özel kesim bankacılığı,
bankacılık kurallarını katı kuralları
ve çerçevesi içerisinde uygulamaya mecburdur. Aksi takdirde, ortaya
çıkacak zarar ve kayıpların getireceği zararları
sermaye sahibinin veya sermayedarların üstlenmesi zarureti,
üstlenmesi mecburiyeti çıkar, ama, kamu bankacılığında
herhangi bir zarar söz konusu olacak olursa, özellikle kamu bankalarına
verilen, hükûmetler tarafından verilen görevlerin icrası
sonucunda bir zarar ortaya çıkacak olursa, bu zararın telafisi
bütçeden bir şekilde karşılanabilir ve bu bakımdan
kamu bankacılığı ile özel sektör bankacılığı
birbirinden ayrı özelliklere, ayrı çalışma
şartlarına sahiptir.
Şimdi,
biz diyoruz ki: Bu kanun yürürlüğe girdiği zaman, özel kesim
bankacıları da tarım kesimine, çiftçilere yönelik
kredileri versin, aradaki ortaya çıkacak faiz farkını
da devlet avans olarak bunlara ödesin. Çünkü, maddelerde bu da var
"avans olarak bunlara ödenir" diyor. Ancak, mesele burada
değil, mesele, bir özel bankaya veya bu görevi üstlenmiş
olan bir özel bankaya çiftçi gittiği zaman Ziraat Bankasında
karşılaştığı muameleyle karşılaşacak
mı? Problem burada yatıyor. Elbette, özel bankanın
müşterisine verdiği değer, müşterisine verdiği
önem bir kamu bankasına göre fark edebilir. Mesele burada değil,
mesele, kredilendirilebilir olarak görülüp görülmemesinden,
kredi verilmesinde uygulanan standartların ne ölçüde karşılanıp
karşılanmayacağı noktasından kaynaklanıyor.
Böylelikle, özel bankalar kredilendirme işlemini daha katı
kurallar içerisinde gerçekleştirirken, karşılığında
isteyecekleri ipotekleri, isteyecekleri karşılıkları
kendi standartlarına göre isterken, belki de çiftçimiz büyük
ölçüde özel bankaların sağladığı -kredi destekli
de olsa, faiz destekli de olsa- kredilerden istifade etme
imkânını elde edemeyeceklerdir. Böylelikle, Ziraat Bankasının
çiftçileri desteklemede gösterdiği başarı ve kapsam,
bu görevin bir özel bankaya verilmesi hâlinde ortaya çıkmayabilecektir.
Rahatlıkla Ziraat Bankası standartlarında gidip kredi
alabilen bir çiftçi, bir başka özel bankadan aynı standartlarda,
aynı mal varlığıyla, aynı ipoteklerle bu krediyi
elde edememe riskiyle, tehlikesiyle karşı karşıya
kalacaktır. Dolayısıyla, kamu bankalarının
özelleştirilmesiyle ortaya çıkacak bu açık, bu kanunun
getirdiği özel bankalara görevin tevdi edilmesi suretiyle
karşılanamayacaktır. Öyleyse, buradan ne çıkıyor?
Biraz sonraki tasarıda belki üzerinde duracağız, mutlak
surette, kamu kesiminin elinde bu görevleri yürütmek üzere kalması
gereken belli bir bankacılık sisteminin söz konusu olması
gerekir. Bu tür görevleri kamu adına yürütecek, kamunun verdiği
görev şeklinde bu görevi üstlenecek kamu bankalarının
mutlak surette varlığına ihtiyaç duyulabilecektir.
Bundan dolayı, özel sektör bankacılığının,
hiçbir zaman, kamu kesimi bankacılığının yürüttüğü
görevi aynı çerçevede ve aynı kapsamda yürütmesi beklenemez
ve ortaya çıkacak mağduriyetler de çiftçi kesimi açısından
olabilir, küçük esnaf ve sanatkâr açısından olabilir, Halk
Bankasının yürüttüğü çerçevede krediler veya KOBİ'lerin
desteklenmesi noktasında ortaya çıkan krediler olabilir.
Bu kapsamda, devlet, istediği sektörü istediği şekilde
destekleme imkânını bu kanunla elde etme imkânına sahip
olmayacaktır. Ama, günümüz şartları bu kesimlerin mutlak
surette desteklenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
Bir kere, mesela, Halk Bankasının kredi verdiği kesimlere
baktığımız zaman, esnaf ve sanatkârlar, küçük ve orta
büyüklükteki işletmeler büyük ölçüde. Şimdi bunları
biz özel kesim bankacılığının katı kuralları
içerisine attığımız zaman, bir kere, bu kesimlerin
yoğun dünya rekabeti çerçevesinde gerek iç piyasada ve gerekse
de dış piyasada rekabet imkânlarının geliştirilmesini
amaçlamamız lazım ki, bu hedef, gelişen dünya ticareti
şartlarında oldukça önemli bir hedeftir. Mutlak surette bu
kesimlerin desteklenmesi gerekir. Çünkü, bu sektör, ürünlerini
hem iç piyasaya yönelik hem de dış piyasaya yönelik üretmektedir,
ihracata yönelik üretim yapmaktadır bunların çoğu.
İç piyasaya yönelik dediğimiz zaman, serbest ticaret
şartlarının geçerli olduğu, giderek serbest ticaretin
daha yaygın hâle geldiği dünya şartlarında, iç piyasaya
üretim yapan bu sektörlerin, küçük esnaf ve sanatkârın, küçük
işletmelerin, orta boy işletmelerin mutlak surette iç piyasamızda
yabancı malların rekabetine karşı korunması
gerekir. Serbest ticaret şartlarını kabul etmişiz,
karşılıklı anlaşmalar imzalamışız.
Öyleyse, gümrük vergileri yoluyla bunları koruyabilme
imkânımız yok, ticaret kısıtlamaları getirerek
bunları koruyabilme imkânımız yok. Öyleyse, elimizde
koruyabilecek çok az sayıda araç kalıyor ki, bunlardan birisi
de bu sektörlerin üretim aşamasında düşük faizli kredilerle
desteklenmesidir. Biz bunu özel sektör bankacılığına
tevdi ettiğimiz zaman, bir kere, bu destekleme ameliyesi, destekleme
işlemi, bihakkın, istenildiği ölçüde ve çerçevede
yerine getirilemeyecek demektir.
Bu
sektörlerin, ileriye yönelik olarak daha büyük işletmeleri,
büyük kuruluşları oluşturması açısından
belli bir süre mutlak surette desteklenmesi gerekir ki dünün
-şöyle bir ülkemiz sanayi gelişim tarihine baktığımızda-
küçük esnaf ve sanatkâr çerçevesi içerisinde ekonomik faaliyetini
sürdüren, belli bir aşama, belli bir desteklemeden sonra küçük
ve orta büyüklükte işletmeye, bir sonraki aşamada da büyük
işletmeler şekline dönüşerek Türk sanayi yapısının
oluştuğunu görüyoruz. Öyleyse, bugün, esnaf ve sanatkâr,
kendi atölyesinde esnaf ve sanatkâr tipi üretimle üretim gerçekleştiren
bu kesimin, daha büyük sermayeye geçiş, daha büyük işletmeye
geçiş aşamasında mutlak surette desteklenmesi ihtiyacı
vardır. Düşük faizli kredilerin de bunda önemi yadsınamaz,
önemi göz ardı edilemez. Öyleyse, bu aşamadaki desteğe
ihtiyaç gösteren türden destekler de, böylelikle bu sistemin, kamu
bankacılığının veya kamu bankaları tarafından
üstlenilen görevlerin özel sektör bankacılığına
devredilmesiyle burada da ciddi bir aksama meydana gelecektir.
Bu bakımdan, tüm bu olumsuzlukları dikkate aldığımızda,
özel kesim bankacılığına verilen destekleme emri
veya destekleme görevi, bugünkü kamu bankacılığı
tarafından gerçekleştirilen şartlar çerçevesinde yürütülemeyeceği
açıktır ve iyi niyetli gerçekleştirilen bu düzenleme
bile, amaca yeteri kadar hizmet etmeyecektir.
Tabii,
uluslararası rekabet içerisinde korunması gereken bu kesimlerin
sadece düşük faizli kredilerle desteklenmesi yoluyla bu gücü
sağlayabilmeleri mümkün değil, buna benzer şekilde takip
edilen genel iktisat politikalarının da mutlak surette
buna destek vermesi gerekir. Siz, bir taraftan düşük faizli kredilerle,
devlet desteğiyle bu kesimleri ayakta tutmaya çalışacaksınız,
üretim maliyetlerini düşük tutmaya çalışacaksınız,
ama bir taraftan da aşırı değerlenmiş kurla,
aşırı değerlenmiş kurun devamına izin vererek
bu kesimlerin ihracatına ve aynı zamanda bu kesimlerin
iç piyasada rekabet etmesi gereken yabancı ürünlere bir avantaj
sağlamış olacaksınız. İki boyutta ortaya
çıkan ve birbiriyle çelişen bu husus, işte günümüzde
küçük ve orta boy işletmeler, esnaf ve sanatkâr tipi üretim yapan
işletmelerin karşısında en büyük handikaplardan
birini oluşturmaktadır. Bugün her kesimde, sadece belli
sektörlerde değil, birçok sektörde, özellikle tekstilde olmak
üzere birçok sektörde, bu düşük kurun ortaya koyduğu rekabet
dezavantajı büyük ölçüde şikâyetlere sebep olmaktadır
ve Hükûmetin buna getirdiği hiçbir çare, hiçbir çözüm söz konusu
değildir.
Bugün
Çin malları iç piyasamızı istila ediyor ve yerli üreticiler
bu mallarla rekabet edemiyorsa, Amerika nasıl şikâyet ediyorsa,
Çin'in parasının mutlak surette revalüe edilmesi gereğinden
bahsediyorsa, Türkiyede aynı şekilde, Türk sanayicisi
de, Türk üreticisi de iç piyasada Çin'in parasının olduğundan
daha düşük değerlenmesinin, yani Çin'in bile bile kendi parasının
değerini düşük tutmasının sonuçlarından mustariptir,
bundan olumsuz şekilde etkilenmektedir.
Bir
taraftan Çin, bile bile parasının düşük değerli
olmasına göz yumuyor, bizim siyasetçilerimiz ise, bizim ekonomi
yönetiminden sorumlu kişilerimiz ise, bunu, sanki bir övünme
vesilesi olarak, bu durumun zıddını övünme vesilesi
olarak gelip burada, kürsülerde ifade ediyorlar. Övünülen konu, bugün
Türk sanayicisinin, Türk üreticisinin belini büken rakipleri karşısında,
gerek iç piyasada ve gerekse dış piyasalarda rekabet gücünü
ortadan kaldıran, âdeta, bunları rekabetsizliğe
mahkûm eden bir unsur, bir faktör olarak çalışmaktadır.
Düşük faizli kredilerle, destekli faizli kredilerle verdiğiniz
ve ortaya çıkan avantaj, kurun bu şekilde aşırı
değerlenmiş olmasından tümüyle ortadan kaldırılmakta
ve böylelikle, sanki hiç destek verilmemiş gibi bir piyasa
şartı, piyasa ortamı meydana gelmektedir. Öyleyse,
esnaf ve sanatkârı, küçük işletmeyi -büyük işletme de
dâhil olmak üzere- düşük faizli kredilerle desteklemek ne kadar
önemliyse, bunların, gerek ihracatında ve gerekse iç piyasada
ithal mallara karşı korunmasında kurun olması gereken
gerçekçi seviyede olması o ölçüde önemlidir. Eğer siz bunu
görmezlikten gelir, döviz kurunun olması gereken gerçekçi denge
kuruna gelmesine yönelik tedbirleri almazsanız, bugün geçerli
piyasa faiz haddinin yüzde 50'siyle destekleme ihtiyacı ortaya
çıkarsa, yarın bu yüzde 50'lik avantaj dahi yetmeyecek, aradaki
bu farkı, faiz desteğini, faiz avantajını daha da
artırma zarureti ortaya çıkacaktır.
Bir
taraftan otomatik bir şekilde ekonomiyi, iç piyasayı
dışarıya karşı ve yerli üreticiyi de yabancı
piyasalardaki rakiplerine karşı koruyabilecek bir mekanizmayı
otomatik çalıştırabilen döviz kurunu gerçekçi seviyeye
çıkartmazken, bir taraftan da devamlı olarak bütçeden sübvansiyonlarla,
üreticileri düşük faizlerle desteklemeye devam edersiniz ve
giderek de destekleme zarureti her geçen gün daha da artar. Öyleyse,
bu desteklemeler ne kadar önemliyse, aynı şekilde döviz kurunun
ortaya çıkardığı bu mahzuru ortadan kaldırmak
üzere alınması gereken tedbirleri almak da Hükûmetin boynunun
borcudur.
Ha,
Hükûmet şunu diyebilir: Ben, döviz kurunun aşırı değerlenmesiyle
borçlarımı rahat ödüyorum. Bir tek bu avantajı var.
Hükûmet, bu avantajını dikkate alarak, sanayicinin, esnafın,
ihracatçının zor şartlar altında dünya piyasalarında
rekabet etmesine göz yumuyor, bile bile bunu kabul ediyor demektir.
Eğer bugün sanayicimiz gerek iç piyasada ve gerekse
dış piyasalarda rakipleriyle rekabet edemez, rekabet
avantajını her geçen gün biraz daha kaybeder duruma geliyorsa,
yarın Hükûmetin kurların aşırı değerlenmesinden
sağladığı avantajı sağlayamama tehlikesiyle
karşı karşıya kalacak, çünkü vergi verebilecek
kesim ortadan kalkacaktır. Bu bakımdan, bir taraftan desteklemeleri
sürdürürken bir taraftan da ekonominin kurallarını kendi
içerisinde, kendi kuralları çerçevesinde oynayacak zemini
de oluşturmak bu Hükûmetin boynunun
borcudur. Bu kur meselesini görmezlikten gelemezsiniz, bu kur meselesini
hafife alamazsınız. Aynı zamanda, bu kur meselesi,
ekonominin krizlerle karşı karşıya kalma riskini
de devamlı olarak artırmaktadır. Onun için, Hükûmet olarak
ekonomiyi bir bütün olarak algılamak ve ekonomi içerisindeki
otomatik mekanizmanın işleyişine ne kadar çok imkân
verecek olursak, o ölçüde ekonomi kendi kuralları içerisinde
daha rahat oynayabilecektir.
Denilebilir:
"Biz döviz piyasalarına müdahale etmiyoruz." Döviz
piyasalarına müdahale edilmiyor; ama, dış kaynakların,
çok serbest ve aşırı bir şekilde Türkiye'ye girişine
müsaade edilerek -ki, dünyanın hiçbir ülkesinde dış
kaynaklar bu serbestiyette bir ülkeye giriş çıkış
yapamaz- buna göz yumularak döviz kurunun aşırı değerlenme
şartları oluşturuluyor ve bu da, hükûmetin üzerine bir
yanlışlık olarak, hükûmetin politikalarındaki
yanlışlık olarak, sorumluluğunu üzerine bindirdiği
bir husus olarak karşımıza çıkıyor.
Öyleyse,
döviz kurunun aşırı değerlenmesine yol açan tedbirleri
almakla, otomatik sistem içerisinde bile, serbest kur sisteminde
bile döviz kuru kendiliğinden yukarıya doğru çıkacaktır,
yukarıya doğru fırlayacaktır. Bundan hiç gocunmamak
lazım. Bir ülkenin kendi parasının değer kaybetmesinden
hiç gocunmamak lazım. Hele ülkenin şartları, üretim
şartları, dış ve iç piyasa şartları bunu
gerektiriyorsa, ülke parasının değer kaybetmesi gerektiği
hâlde bunun gerçekleşmesine mâni olunuyorsa, ülke adına zarar
veren bir sistem çalıştırılıyor, böyle bir mekanizmaya
göz yumuluyor demektir; iktisadın bunu affetmesi, böyle bir
işleyişi affetmesi mümkün değildir. Günü gelir, birikenlerin
tamamını toptan çıkarır. Bunlar da ekonomik kriz
olarak adlandırılır. Öyleyse, bu tür krizlere meydan
vermemek ve hazırlıklı olmak noktasında, ekonominin
genelinde alınması gereken her türlü tedbiri -ki, bunlar
muhalefet sözcüleri tarafından her fırsatta dile getirilmektedir-
alma, Hükûmetin bu konuda üzerine düşen görevi daha hassasiyetle
yerine getirme zarureti bulunmaktadır.
Zamanımın
da dolması itibarıyla bundan sonraki kanunun da kısmen
konumuzla alakalı olması dolayısıyla ben sözlerimi
burada bitiriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Abuşoğlu.
Teklifin
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1'inci
maddeyi okutuyorum:
KAMU SERMAYELİ
BANKALAR TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN FAİZ DESTEKLİ
KREDİ
KULLANDIRILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE
1- (1) Tarımsal üretimin, esnaf ve sanatkarların desteklenmesi
amacıyla, kamu sermayeli bankalar tarafından yürütülen
faiz destekli kredi kullandırılması uygulamalarına,
bankaların sermayelerindeki kamu payının % 50'nin altına
düşmesi hâlinde de devam edilebilir. Bu durumda uygulamanın
süresini, usul ve esaslarını, denetimini ve uygulamayı
yönetecek olan bankayı ve/veya bankaları belirlemeye Bakanlar
Kurulu yetkilidir.
(2)
Bakanlar Kurulunca belirlenecek özel ve/veya kamu sermayeli banka
veya bankaların faiz destekli kredi uygulamalarından dolayı
doğacak gelir kayıpları; bu amaçla ilgili yıl Merkezi
Yönetim Bütçesinde öngörülecek ödenekle sınırlı olmak
üzere, Hazinece avans olarak ödenir.
BAŞKAN
- Madde üzerinde söz isteği yok.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2'nci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
3'üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Teklifin
tümünü oylarınıza sunmadan önce, İç Tüzük'ün
86'ncı maddesine göre, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet
Kandoğan
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Konuşmuyorum efendim.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Teklifin
tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı
olmasını diliyorum.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (İstanbul) - Hayırlı olsun da, ben söz istemiştim
Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Sayın Hocam, şu anda görüşeceğimiz teklif üzerinde
sizin söz talebiniz; değerlendireceğiz.
Sayın
milletvekilleri, yedinci sırada yer alan, Samsun Milletvekili
Ahmet Yeni'nin 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi
ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
7.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278) (x)
BAŞKAN
- Komisyon ve Hükûmet yerinde.
1278
sıra sayısıyla komisyon raporu bastırılıp,
dağıtılmıştır.
Şimdi,
teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi.
Buyurun
Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1278 sıra sayılı
Kanun Teklifi'ne ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Sözlerime
başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca,
yaklaşan Kurban Bayramı ve yeni yıl nedeniyle siz sayın
milletvekillerinin ve tüm vatandaşlarımızın bayramını
ve yeni yılını kutluyorum, herkesin sağlık ve
huzur dolu bir bayram ve yeni yıl geçirmesini diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz
kanun teklifi 2002 yılında çıkarılmış
olan 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası,
Türkiye Halk Bankası ve Türkiye Emlak Bankasının özelleştirilmesini
amaçlayan bir kanunda değişiklik yapılmasını
düzenliyor.
(x) 1278 S. Sayılı
Basmayazı Tutanağa eklidir.
2002
yılında çıkmış olan ve kamu bankalarının
yeniden yapılandırılarak özelleştirilmesini
amaçlayan bu kanun, bu konuda Hükûmete iki yıllık bir süre
vermişti. Süre 25 Ocak 2000 tarihinde başladı. İki
yıllık süre sona erdikten sonra, şimdiki Hükûmetimiz
döneminde bu süre beş yıla çıkarıldı ve
beş yıllık süre de 25/11/2005 tarihinde sona erdi.
Bakanlar
Kurulunun bu süreyi yarısına kadar uzatma yetkisi bulunmaktadır.
Ancak, Bakanlar Kurulu da bu konuda bir uzatma kararı almış
değil. Yani, kamu bankalarının özelleştirilmesinde
kanunun hükûmete vermiş olduğu süre 25 Kasım 2005 tarihinde
sona ermiştir. Bu süre uzatımını da, mevcut AKP
Hükûmeti yasayla yapmıştır. Ama, yasanın vermiş
olduğu süre bitmiş olmasına rağmen, Bakanlar Kurulu
da süre uzatımı yönünde herhangi bir karar almamış
olmamasına rağmen, sanki süre bitmemiş gibi, Hükûmet,
kamu bankalarının, özellikle de Halkbankın özelleştirilmesi
işlemlerine devam etmiştir. İşte, bu işlemlerin,
Danıştay tarafından, "kanunda öngörülen sürenin
bitmiş olması" gerekçesine dayanılarak iptal
edilmesi üzerine, bu teklif ilgili milletvekili arkadaşımız
tarafından hazırlanmış, yasama organına gelmiş
ve bugün de Genel Kurulda görüşmesine geçmiş bulunuyoruz.
Aslında,
doğru olan, bu teklifi, teklif olarak değil, Hükûmetin bir tasarı
olarak buraya getirmesiydi. Ancak, ilginç olan nokta, kanunun vermiş
olduğu süre bitmiş olmasına rağmen, sanki süre
bitmemiş gibi, Hükûmetin, kanunu bir kenara bırakarak özelleştirme
işlemine devam etmesidir. Bunu, hukuk devleti açısından
çok ilginç bir örnek olarak sizlerin ve vatandaşlarımızın
takdirine sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu teklifle değerlendirilmesi gereken ana
konu, gerçekte, Hükûmetin özelleştirme politikası ve özelde
de banka sistemindeki politikası ve bankacılık sisteminin
bugünkü durumudur.
Bankacılık
sistemine yoğun bir yabancı ilgisinin olduğunu görüyoruz.
2001 krizinden sonra, yabancılar Türkiye'deki bankalara olağanüstü
ilgi göstermiş ve Türkiye'de, yabancı bankaların, yabancı
sermayeli, daha doğrusu sermayesinde yabancı payı
olan banka sayısı artmış, toplam bankacılık
sisteminde de yabancıların sermayedeki payı olağanüstü
ölçüde yükselmiştir. Olağanüstü ölçüde diyorum, iki
yıl öncesinde yüzde 10'ların altında olan bu pay,
şimdi, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında yabancıların
sahip olduğu banka hisse senetleriyle birlikte yüzde 36'ya gelmiştir.
Türkiye'nin
tasarruf açığı var. Tasarruflarımız kalkınmak
için gerekli kaynağı bize sağlayamıyor. Bu nedenle,
Türkiye'nin doğrudan yabancı yatırımlara ihtiyacı
var, Türkiye'nin kaynak ihtiyacı var. Tabii ki, bu kaynağın,
yetmediği takdirde yurt dışından gelmesi de son derece
doğaldır değerli milletvekilleri. Bu konuda yadırganacak
herhangi bir şey yok. Tam tersine, Türkiye, Türkiye'de istihdam
yaratacak yabancı sermayeyi, doğrudan yabancı yatırımı
özendirecek, teşvik edecek iyi bir, uygun bir yatırım ortamını
da yaratmak zorundadır. Bunda hiç tereddüt yok. Ancak, bankacılık
sistemindeki yabancı yatırımını, yabancı
payını biraz önce sözünü ettiğim çerçevedeki yaklaşımdan,
doğrudan yabancı yatırım yaklaşımından
ayrı olarak değerlendirmenin daha uygun olduğunu düşünüyorum.
Yani, yabancı sermaye gelsin, doğrudan yabancı yatırım
gelsin de hangi alana gelirse gelsin, yaklaşımını
doğru bulmuyorum. Bunu sakıncalı buluyorum, Türkiye'nin
kalkınması açısından sakıncalı buluyorum.
Nedeni
şudur değerli milletvekilleri: Türkiye'deki pay yüzde
35'e geldi dedim, 35-36'larda. Bu pay giderek yükseliyor, daha da artacak.
Yarın Halkbankın özelleştirilmesiyle -muhtemelen yabancıların
alacağı varsayımıyla konuşuyorum tabii ki-
bu pay biraz daha yükselecek, başka özel bankaların satılmasıyla
daha da yükselecek. Buna sevinmemek gerekir. Bunun üzerinde biraz
ciddi şekilde durmak gerektiğini düşünüyorum.
Yabancılar
neden ilgi gösteriyor? Birincisi şu: Türkiye'de kriz sonrasında
banka fiyatları düştü. Ne kadar toparlanmış olsa
da, Türk ekonomisi, ne kadar fiyatlar yükselmiş olsa da, hâlâ,
uluslararası ölçülere vurduğumuzda, Türkiye'deki bankalar,
diğer ülkelerdeki, gelişmiş ülkelerdeki veya gelişmekte
olan ülkelerdeki bankalarla kıyasladığımızda
oldukça ucuz. Türkiye'nin pazarı, pazar genişliği, diğer
ülkelerle olan ilişkisi dikkate alındığında,
bunun çok daha önemli olduğu, bu ucuzluk keyfiyetinin çok daha
önemli olduğu ortaya çıkacaktır. Yabancılar neden
geliyor veya bizim bankalarımız -kamu bankalarını
bir kenara bırakıyorum- bizim müteşebbisimizin sahip
olduğu bankalardan bizim müteşebbisimiz niye çekiliyor?
Bunun da üzerinde durmak gerekir. En son çıkan Bankalar Yasası'nın
bu konuda rijit bazı hükümler taşıdığını
unutmayalım; bankacılık yapmanın, artık, o kadar
kolay bir iş olmadığını unutmayalım; örneğin,
geri dönmeyen kredilerde banka yetkililerinin zimmet suçuna kadar
varabilecek bir suçlamayla karşı karşıya kaldığını
unutmayalım. Bizim müteşebbisimizin Türkiye'deki bankalardan
çekilmesinin, sahip olduğu bankaları yabancılara
satmasının gerekçelerinden biri de budur.
Bizde
şu an yabancı payının yüzde 35-36 düzeyinde olduğunu
ifade ettim. Avrupa Birliğinde, euro bölgesinde bu oran yüzde
16'dır, daha düşüktür. Gelişmekte olan ülke ekonomilerine
baktığımızda, özellikle Avrupa'nın doğu
ve güneydoğusunda olan Avrupa ülkelerine baktığımızda,
onlarda bizden daha yüksek oranlar olduğunu göreceğiz değerli
milletvekilleri. Ancak, genellikle yapılan, bu ülkeler ile
Türkiye'nin oranını kıyaslamak suretiyle sonuca varmaktır;
bunu doğru bulmuyorum. Bu bizi mutlaka doğruya götürecektir
şeklindeki bir yaklaşım değildir. Biz ülkenin kendi
şartlarını dikkate almak zorundayız. Küreselleşme,
sermayenin önündeki engellerin kalkması, artık, sermayenin
coğrafi sınırları tanımaması, çok rahat
ülkeden ülkeye gidebilmesi, bu sermayeye yeni pazarlar yaratıyor,
yeni pazarlar sermaye buluyor ve uygun bulduğu yerde, uygun
bulduğu şirketleri, bankaları satın alıyor.
Türkiye'ye gelen yabancı sermaye de, bankalarda bu şekilde,
bu nedenle yoğunlaşıyor.
Peki,
bankacılık sektöründe yabancı payının bu kadar
artmasının ne gibi dezavantajları var? Yani, "yabancı
gelmesin" derken, sadece, ulusal duygularımızı
okşayalım, ulusal gururumuz nedeniyle "gelmesin"
şeklindeki bir yaklaşımı ortaya koymayı
doğru bulmuyorum, böyle yaklaşmamak gerekir. Konuya yine
ekonomi açısından yaklaşmak istiyorum. Şu nedenle
sakıncalı olabilir: Bakın, KOBİ'lerin banka sistemine
olan borçlarının yeniden yapılandırılmasına
ilişkin bir kanun tasarısını kabul ettik. 2001 krizi
sonrasında da, "İstanbul Yaklaşımı"
olarak isimlendirilen, yine Türkiye'deki büyük şirketlerin
banka sistemine olan borçlarını yeni bir yapıya, yeni
bir vadeye kavuşturan bir kanunu kabul etmiştik. Toplam 6
milyar dolarlık bir sorunlu kredi, 2002 yılında çıkan
İstanbul Yaklaşımı Kanunu ile yeniden taksitlendirildi,
yeniden vadelendirildi, yeni bir yapıyla, o kredi borçları
banka sistemine ödenebilir hâle getirildi.
Ancak,
o yaklaşım içerisinde yer alan bankalara baktığımızda,
bir tane yabancı banka olduğunu göremeyiz değerli
milletvekilleri. Yani, ülkenin sorunları, ülke ekonomisinin
sorunları, reel sektörün sorunları, yabancı bankalar
için, Türkiye'deki yerleşiklerin veya kamunun sahip olduğu
bankalar kadar önemli değildir, onların önceliğinde
olmayabilir. İstanbul Yaklaşımı uygulaması
bize bunu göstermiştir.
Yine,
KOBİ'lerin kredilendirilmesi yabancı bankaların önceliği
olmayabilir. İşte, Halkbank, bu konuda, bir kamu bankası
olarak bu görevi yürütmüştür. Halkbank elden çıktıktan
sonra, bunu, Hükûmet diyor ki: "Ben bütçeye ödenek koyacağım,
o şekilde esnafı destekleyeceğim." Diyebilirsiniz.
Şüphesiz, bununla da sonuca ulaşmak mümkün tabii ki, ancak,
hemen elinizde, bütçede ödenek olacak, hemen bankaya aktaracaksınız,
banka bunu hemen kullanacak, açacak. Bunların o kadar çabuk,
pratik sonuçlar vereceğini düşünmeyelim. Ama, onun ötesinde,
KOBİ'nin kredilendirmesi yabancı bankaların önceliği
olmayabilecektir.
Bizim
müteahhitlik sektörümüz son derece güçlüdür, büyüktür. Müteahhitlik
sektörümüzün yurt dışında almış olduğu
ihaleler nedeniyle bir teminat mektubu sorunu vardır. Yine,
bu bizim bankalarımızın, belki de hazinenin öncülüğüyle,
kamu bankalarının öncülüğüyle çözülebilecek, çözülebilen
bir sorundur.
Bankacılık
sistemindeki yabancı payının yükselmesi karşısında
bu sorunun nasıl çözüleceğini ben sizlerin takdirine sunuyorum.
Bu kadar kolay çözülmeyebilir. Biz, ne olursa olsun satalım, yabancılar
da gelsin alsın yaklaşımı yerine, bizim müteşebbisimizin
bu sektörden çıkmasını önleyecek, bu sektörde kalmasını
özendirecek tedbirleri uygulamaya koysak daha iyi olur diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, şimdi, tasarı, Halkbankın özelleştirilmesinin
önündeki engeli aşıyor, süreyi uzatıyor, Hükûmet verilen
süreyle, kanunun tanımış olduğu, sona eren
beş yıllık süreyi, bu teklif on yıla çıkarıyor.
Hükûmet rahat nefes alacak. Hükûmetin 2007 yılı programına
göre de, 2007 yılında Halkbankın satılması
planlanıyor. 2007 yılında Halkbankın yanında
şeker fabrikaları, elektrik dağıtım şirketleri,
Milli Piyango gibi kuruluşlar özelleştirilecek. Bu özelleştirmelerden
Hükûmet tam 11 milyar dolarlık bir gelir bekliyor. Halkbank da bunun
içerisinde -yanılmıyorsam- 4 veya 5 milyar dolar bir büyüklüğe
sahip; tahmin tabii ki, özelleştirme sonrasında rakamın
ne olacağını bilemiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, ben bu noktada Hükûmetin özelleştirme uygulamasını
çok kısaca değerlendirmek istiyorum. Özelleştirme,
felsefe olarak yanlış bir felsefe değildir. Özelleştirmeden
amaç, ekonomide kaynakları daha verimli kullanmaktır ve
vatandaşın refahını artırmaktır. Kamu
ekonomide üretim faaliyetinde bulunmazsa, ekonomideki bütün kurumlar
serbest rekabet ortamı içerisinde faaliyet gösterirse, sonuçta
ürünlerin, hizmetlerin fiyatları düşer, düşen fiyatlar
vatandaşın gelirini artırır, vatandaş daha
ucuza alır her şeyi. Anlamı budur. Ancak, Hükûmetin özelleştirmesinde
bu felsefenin ikinci plana atıldığını görüyorum.
Amaç, sadece ve sadece, kamu açıklarını ve cari
açığı kapamak olmuştur. Yani, "Satalım,
sattıktan sonra o piyasada rekabet olmuş mu, fiyatlar
düşmüş mü?" bu, Hükûmetin ilgi alanında değil.
Bu nedenle doğru bulmuyorum ve bakın, özelleştirme sonrasında
bizim sattığımız şirketler genellikle yabancılara
gitmektedir. Yani, yabancılar gelsin tabii, yabancılar
özelleştirmeden şirket de alabilir. Ama, biz, doğrudan
yabancı yatırımın Türkiye'ye gelip yeni yatırım
yapmasını istiyoruz, istihdam yaratmasını istiyoruz.
Bakın,
2005 yılında Ekim ayı sonu itibarıyla Türkiye'ye gelen
doğrudan yabancı yatırımın tutarı, toplam
15,3 milyar dolar. Bunun 2,5 milyar doları sadece gayrimenkul
alımı için gelmiştir. Diğerleri, büyüklük sırasıyla
şöyle: Vodafon 4,5 milyar dolar, Petrol Ofisi 1 milyar dolar, Finansbank
2,7 milyar dolar, Denizbank 2,4 milyar dolar, Mey İçki 810 milyon
dolar, Lalapaşa Çimento 167 milyon dolar, Cevahir Alışveriş
Merkezi 422 milyon dolar, Şekerbank 265 milyon dolar, Tekfenbank
182 milyon dolar, Adabank 29 milyon dolar. Daha çoğaltıyorum.
Yani, doğrudan yabancı yatırım Türkiye'ye geliyor,
ama, sadece, şirketleri satın almaya veya şirketlerin
hisselerini satın almaya geliyor; istihdam yaratan, yeni sermaye,
yeni yatırım yapan bir sermaye göremiyoruz.
2005
rakamı da öyle. 2005 rakamı 9,7 milyar dolar. Bunun 1,8 milyar
doları gayrimenkul, diğerleri de yine belirttiğim
şekilde -sayabilirim, ama, saymaya gerek yok- belli şirketlerin
yabancılar tarafından satın alınması şeklinde
olmuş.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye'ye, Gölcük'te yatırım yapan Forddan
sonra istihdam yaratan yabancı yatırım gelmemiştir.
Bak, Hyundai gelecekti, gelmedi, alamadık, gitti.
Şimdi
amaç, Hükûmetin politikası "Özel sektör olsun, kamu sektörü
olsun, elindeki varlıkları çıkarsın, biz cari
açığımızı kapatalım, kamu açığını
kapatalım." Bu doğru değil. Piyasaya bakalım.
Piyasa ne oluyor, piyasada rekabet var mı, piyasada istihdam
artıyor mu, işsizlik azalıyor mu? Bunların hiçbirinde
olumlu gelişme görmüyoruz.
Bankacılık
sektörünün durumuna geldiğimizde durum şu: Bankacılık
sektörü, 2001 krizi sonrası olumlu düzenlemeler yapıldı
tabii ki, mesafeler alındı, 2001 krizi sonrasındaki durumdan
şimdi çok daha iyi bir noktaya geldi. Ama, gelmiş olduğumuz
nokta bile, gelişmekte olan ülkelerle -gelişmiş ülkelerle
kıyaslamıyorum- gelişmekte olan ülkelerle kıyasladığımızda
bile çok düşük. Avrupa Birliğine yeni üye olan on ülkeyle
kıyaslıyorum bankacılık sektörünün göstergelerini.
Toplam aktifler, toplam mevduat, toplam krediler, konut kredileri,
hepsinde, hepsinin büyüklüğü, gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı bunların, AB'ye yeni üye olan on ülkenin altında.
Bu, çok üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Yine,
Türkiye'deki reel sektörün yurt dışından kullandığı
krediye gelmek istiyorum. Bu, yine bizim bankacılık sektörünün
bir sorunudur. Türkiye'deki özel sektörün Ekim 2006 sonu itibarıyla
yurt dışından kullandığı dövizli borç tutarı
111 milyar dolardır değerli milletvekilleri. 2002 yılı
Aralık ayına kıyasla tam yüzde 149 oranında bir artış
demektir bu. Bunun alt kalemlerine baktığımızda,
111 milyar doların yaklaşık 41,1 milyar doları finans
kesimi tarafından kullanılmış. Finans dışı,
yani özel sektör, reel sektör tarafından kullanılan kredi
ise 69,8 milyar dolar. Bu 69,8 milyar dolarlık kredi kullanımı
üzerinde durmak istiyorum. Neden bizim özel sektörümüz yurt dışından
kredi kullanıyor?
Değerli
arkadaşlar, birçok neden sayabiliriz burada, ancak önemli bir
neden, Türkiye'de kredi maliyetleri yüksektir. Yani, sadece faiz
değil, faizi bir kenara koyuyorum, faizin üzerine "aracılık
maliyetleri" dediğimiz, devletin kredilerden almış
olduğu veya döviz işlemlerinden almış olduğu
vergilerin toplamı yüksektir. Bu yükseklik nedeniyle bizim
özel sektörümüz yurt dışından kredi kullanmaktadır.
Kullanılan kredinin toplamı 2006 Ekim sonu itibarıyla
69,8 milyar dolardır. Peki, bizim özel sektörümüz Türkiye'deki
bankalardan ne kadar kredi kullanmıştır buna bakalım:
64,3 milyar dolar. Yani, yurt dışından kullandığı
krediden daha azını Türkiye'deki bankalardan kullanıyor
bizim özel sektörümüz. Bu, çok önemli, bankacılık sektörünün
çok önemli bir sorunudur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Sayın Başkan, müsamahanızla
toparlıyorum.
Bunun
mutlaka önlenmesi, yani aracılık maliyetlerinin düşürülmesi,
bizim özel sektörümüzün Türkiye'deki bankalardan kredi kullanmasının
özendirilmesi gerekir, aracılık maliyetlerinin düşürülmesi
gerekir.
Yine,
bankacılığımızın önemli bir sorunu, reel
sektör firmalarının, özellikle KOBİ'lerin kayıt
dışı, yapıları gereği kayıtlı
işlemleri azdır. Bu da kredi maliyetlerini ve kredi
işlemlerini oldukça güçleştirmektedir. Vade uyumsuzluğu
vardır. Yani, toplanan kaynakların, mevduatın vadesi
üç ay dolayındadır. Toplanan üç aylık kaynaklarla uzun
vadeli krediler verilmesi oldukça güç, krediyi pahalı hâle getiren
bir işlemdir. Bu, yine ekonomide sağlanacak istikrarla,
faizlerin düşürülmesiyle sağlanacak olan bir husustur.
Değerli
milletvekilleri, bir diğer sorun da
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Konuşmanızı toparlar mısınız.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
bankacılık
kesiminin serbest sermaye miktarı fazla yüksek değildir.
Demirbaş ve gayrimenkul gibi varlıklara bankalar önemli
bir varlık bağlamıştır. Esasen, sermaye yetersizliği,
sermaye yetersizliği nedeniyle de doğrudan yabancı
yatırımlar, yabancılar Türkiye'ye gelmektedir. Bu da,
yine, bankacılık sektörümüzün son derece önemli bir sorunudur.
Ben,
sözlerimi burada toparlıyorum, sözlerimi bitiriyorum.
Teklif,
bu sözünü ettiğim sorunların üzerinde durmuyor. Esasen,
kapsamı itibarıyla da üzerinde durma şansı yok. Ancak,
Hükûmetin bu sorunlar üzerinde durmayı bir kenara bırakarak,
mutlaka ve mutlaka kamu bankalarının özelleştirilmesi,
öncelikle de Halkbankın özelleştirilmesi konusuna böyle
yaklaşmasını ve bunu bir öncelik konusu yapmasını
kesinlikle doğru bulmadığımı ifade ediyorum
ve tasarıya Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumsuz oy vereceğimizi
söyleyerek sözlerimi bitiriyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Hamzaçebi.
AK
Parti Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
1278
sıra sayılı, 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi üzerine görüşlerimi bildirmek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, 25/11/2000 tarihindeki Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 4603 sayılı biraz önceki bahsettiğim
Kanun, daha önce iki yıllık süreyle çıkarılmış,
ardından Hükûmetimiz zamanında bunun süresi uzatılmış,
en son 25/11/2005 tarihi itibarıyla yürürlükte kalması ifade
edilmiş.
27
Aralık 2005 tarihinde, Özelleştirme Yüksek Kurulunun, bu
bankaların artık özelleştirilebilecek hâle gelmesiyle
ilgili görüş beyan etmesi ve bu görüşe istinaden yapılan
Danıştaya başvuruyla birlikte süre geçimi dikkate
alınarak bu özelleştirme sürecinin kanuni düzenlemesinin
altyapısı eksik olduğundan dolayı özelleştirilmesine
müsaade etmemesini kapsamakta. Şu anda kabul edeceğimiz,
oylarınızla destekleyip kabul edeceğimiz bu yasa tasarısıyla
birlikte, kanun maddesindeki geçen beş yıllık süre on
yıla çıkarılıyor. Demek ki, Kasım 2000 tarihinde
ortaya çıkan yasanın uygulanma süresi 2010 yılına
kadar süre alınmış olunuyor. Bu süre içerisinde, zaten,
Özelleştirme Yüksek Kurulunun da Ağustos 2008 tarihine kadar
bu bankaların özelleştirilmesiyle ilgili, Mayıs 2008
tarihine kadar özelleştirilmesinin tamamlanmasıyla ilgili
karar verilmiş.
Değerli
arkadaşlar, Halk Bankasının özelleştirilmesi,
Köy Hizmetlerinin kapatılıp daha değişik fonksiyonlarla
özel idarelerinin etkin hâle getirilmesi, bana, 1999 yılının
18 Mart seçimlerini hatırlattı. Biliyorsunuz, 1999 yılı
18 Mart seçimlerinde üçlü bir koalisyon olma şartını
yüce Milletimiz sandıkta işaret etti ve Anavatan Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi, Doğru Yol Partisi koalisyon için
bir araya geldiler. Hemen hemen, yanlış hatırlamıyorsam,
mayıs ayının sonunda bu koalisyon noktasında kararlaştırdılar.
Kamuoyunda bir ay süren bu koalisyon pazarlıkları içerisinde
esas öne çıkan iki unsur vardı. Bunlardan bir tanesi, bir partinin
genel başkan yardımcısının koalisyon ortağı
olmak istediği diğer partiyle ilgili "12 Eylül öncesindeki
yaptığı hareketlerle içime sindiremiyorum." diye
ortaya çıkması ve o camiayı gerçekten ayağa kaldırması,
sanki, koalisyon ortaklığı birdenbire bitiyor
şeklinde algılandı, ama, bunun altında yatan esas
temel kamu bankalarının hangi parti tarafından idare
edileceği noktasındaydı.
Bakınız
değerli arkadaşlar, Emlak Bankası bir partinin idaresindeydi,
Halk Bankası yine aynı partinin idaresinde, Vakıflar
Bankası diğer partide, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası
başka bir partideydi. Koalisyonun asıl temeli, olması
gereken temeli bu bankaların kimler tarafından idare edileceğiyle
ilgiliydi ve yine, bunun dışında bakanlıklar vardı,
önemli bakanlıklar vardı. Zamanında Türkiye'de çok
önemli noktada siyaset yapmış bir siyasi partinin genel
başkanının asıl hedefi "Eğer Hükûmet oluyorsanız
Köy Hizmetlerini almak zorundasınız." diye şartı
buydu. Koalisyonsanız, Köy Hizmetleri sizde olmalıydı.
Niye? Köylüyle, onlarla yapılacak hizmetleri en güzel şekilde
yapıp, bir manada göz boyayıcı şekilde yapıp,
onların oyuna talip olabilirdin ve nitekim, yine, 18 Nisan 1999
seçimlerindeki pazarlığın temellerinden biri de buydu.
Bayındırlık Bakanlığı bir partiye, Tarım
Bakanlığı yine aynı partiye
Enerji Bakanlığı
da çok önemli bir bakanlıktı. "Enerji Bakanlığı
bende olmazsa olmaz." diye ifade edilip koalisyon pazarlıklarının
esas unsuruydu. Enerji Bakanlığının başına
bir avukat getirildi. 1999 seçimlerinden önceki Enerji Bakanı
olan bakan, koalisyon pazarlığı içerisinde yine aynı
şekilde Enerji Bakanlığına getirildi.
Şimdi
değerli arkadaşlar, geldiğimiz noktaya bakın:
58'inci ve 59'uncu Hükûmet ne yaptı?
Bir:
Millete dedi ki: "Ben popülizm yapmayacağım. Halk için
halka uygun neyse onu yapacağım." dedi ve bütün siyasi
imkânları kullanma, siyasi rant sağlama imkânlarını
olduğu gibi devretti. Köy Hizmetlerini
kapattı. KÖYDES projesiyle
Köy Hizmetlerinin yaklaşık
2 katrilyon lira, 1,5 katrilyon lira gibi civarında bütçesi
vardı, ancak bunun yüzde 10'luk kısmı yatırım
bütçesiydi. 150-200 trilyon liralık kısmı köylüye, milletimize
hizmet olarak transfer edilebilirdi. Ama, 2005 yılı, 2006
yılında, 2 katrilyon liralık, vatandaşa hizmet götürüldü.
Muhalefet sözcüleri de bu hizmetin zaten yapıldığı
konusunda herhangi bir şekilde olumsuz görüşleri yok. Bu
hizmet yapıldı.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Hangi hizmet?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Ama, hizmetin kalitesinde veya dağıtılması
noktasında şikâyetleri var.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Hizmetin yapıldığını
kim söyledi?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Bunların denetim noktasında
-Sayıştay denetiminde midir, değil midir şeklinde
denetimleri var- 2 katrilyon liralık hizmetin gittiğini,
bu Parlamentoda bulunan, hatta 73 milyon Türk milleti bunun hizmet
olarak döndüğünü algıladı ve değerli arkadaşlar,
şu andaki, üzerinde görüştüğümüz yasa, AK Parti
İktidarından önceki hükûmetlerin koalisyon pazarlıklarını
ellerinden bırakmayacakları en önemli siyasi rant malzemelerini
halka devretmeyi öngörüyor, özelleştirmeyi öngörüyor.
Bakın,
Halk Bankasının yaptığı, 2002'den bugüne kadarki
yaptığı gerçekleşmeler hakkında birkaç rakam
vermek istiyorum. Halk Bankasının 2002 yılından bu
sene 2006 Aralık sonu itibarıyla nakdî kredilerinde yüzde
800'lük artış ortaya çıkmış. Bu kredilerin takip
oranı binde 6'ya düşmüş. Sektör ortalaması yüzdeliklerle
ifade edilen bir ortalama.
Düşünebiliyor
musunuz bundan önceki dönemde, süreçte bankalar -hükûmetler, Merkez
Bankasına para bastırmaktan çekinip
Çünkü, çok eleştiriliyordu-
kamu bankaları, biraz önceki saydığım kamu bankaları
vasıtasıyla kaynak transfer ediliyordu ve bunlar görev zararı
olarak yazılıyordu. Nitekim, 2000 yılının sonunda
22 milyar dolarlık görev zararı yazıldı. 1995-2000
yılı, beş yıllık süre içerisinde, beş altı
yıllık süre içerisinde yaklaşık 22 milyar dolarlık
görev zararı yazıldı. Niye? Rant temin edebilmek için.
Ama, bu kaynaklar, çiftçiye, köylüye, üretimi artırmak için, onların
refah seviyelerini uygun bir noktaya getirebilmek için harcansaydı
amenna, fakat, bunların hiçbiri olmadı; çünkü, tarım
sektörünün, hayvancılık sektörünün 1990 yılından
bugüne kadar, 2000 yılına kadar geldiği durum ortada.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Bugünkünden daha iyiydi Sayın
Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Halk Bankasının
2002 yılından bugüne kadarki aktif büyüklüğünde yüzde
100'lük artış ortaya çıkmış. 2002 yılındaki
ödenmiş sermayesi yaklaşık 100 trilyon lira artırılmış.
Kredilerinin, kullandırdığı kredilerinin yüzde
55'i KOBİ'lere olmuş. Yüzde 55 KOBİ'lere kredi verirken,
bu kredilerin binde 6'lık kısmı takibe düşmüş.
Yani, Halk Bankası, artık olumlu bir bankacılık yapıyor
ve kaynaklarını çok güzel bir şekilde değerlendirdiğinden
dolayı, alıcılara, en azından, yüksek bir fiyatla
alma noktasında zihinlerinde bir düşünce oluşmasına
imkân vermiş oluyor.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Böyle değerli bir bankayı
niye satıyorsunuz o zaman?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Değersiz bir bankayı değerli
hâle getirdik.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Madem bu hâle gelmiş, güçlü bir
hâle gelmiş, niye satıyorsunuz? Çalıştırsanıza
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Değersiz bir bankayı değerli
hâle getirdik.
Bakın,
Sayın Abuşoğlu, 2002 yılında Halk Bankasının
iflasını önlemek için, Halk Bankası aktiflerini büyütmek
amacıyla kamudan kâğıt verdiler.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Bunların hepsini biliyoruz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Aktiflerini, bankanın rasyolarının
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Şu anda güçlenmiş, çalışsın
bırakın.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Bankanın rasyolarının çok
alt seviyeye düşmesini engellemek için, Bankalar Kanunu'na uygun
hâle getirebilmek için, hazine kâğıtları verilir.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sadece ona değil, başkalarına
da verildi, özel bankalara da verildi
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Bugün Halk Bankası kârlı bir banka
hâline gelmiştir.
2006
yılı sonu itibarıyla, Halk Bankası, 850 trilyon lira,
850 milyon YTL kâr edecek. Aktif büyüklüğüne öz sermaye
kârlılığı yüzde 23,6, sektör ortalaması yüzde
20. Bütün bankalar, piyasa sistemindeki, banka sistemindeki olumsuz
bankaların çıktığını, 2002 yılında
el konulan bankaların çıktığını ve rasyoları
tutan, öz sermaye rasyoları tutan bankaların piyasada
kaldığını düşünürsek, Halk Bankasının
şu andaki performansı öz sermaye kârlılığı
noktasında baktığımızda, sektör ortalaması
yüzde 20 civarındayken Halk Bankasınınki yüzde 23,6'ya
çıkmış, aktif kârlılığı da yüzde 2,5,
sektör ortalaması yüzde 2.
Değerli
arkadaşlarım, bu şunu gösteriyor ki, Halk Bankasının
artık aktifi süslenmiş hazine kâğıtlarıyla
olumlu gösterilen aktif olmaktan çıkmış, kaliteli bir
aktif hâline gelmiş. Kaliteli aktifi olan bankaların da
alıcılarının herhâlde o banka hakkında hesaplarını
yaparken, en iyi fiyatı nasıl veririm diye düşünmeleri
mecburiyeti ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum.
Biraz
önce kabul edip görüştüğümüz yasa, Halk Bankası gibi
bankaların özelleştirilmesinden sonra bunların destekleyeceği
kurumların, sistemin, sektörün desteklenmesinde devlet desteğinin
yasal teminatı, yasal dayanağı olsun diye, biraz önce
değerli arkadaşlarımızın ifade ettikleri
gibi, kamudan bu sektörlere, tarım, KOBİ gibi sektörlere
destek imkânı sağlanmasıyla ilgili bir yasayı kabul
ettik. Bu da bir önceki yasanın devamı niteliğinde.
Ümit ediyorum, burada değerli arkadaşlarımızın
olumlu destekleri, oylarıyla kabul edilecek ve yasa, inşallah,
bu yıl hayata geçecek, yürürlüğe girecek diye ümit ediyorum.
Tekrar,
mübarek Kurban Bayramı'nızı tebrik ediyorum, yeni
yılınızın hayırlara vesile olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
Anavatan
Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer
Abuşoğlu.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda görüştüğümüz
tasarı, kamu bankaları dediğimiz Halk Bankası, Ziraat
Bankası gibi bankaların özelleştirilmesinde belli
bir tıkanıklığın giderilmesine yönelik bir
kanun teklifi. Aynı şekilde, biraz önce olduğu gibi,
Sayın Ahmet Yeni'nin teklifi ve teklifin sahibi burada yok, gerekçelerini
bizim yeteri kadar kendisinden dinleme imkânımız yok.
Burada
birkaç husus var ön plana çıkan, üzerinde dikkat çekilmesi gereken.
Bunlardan birincisi, şu andaki mevcut durumla, Halk Bankasının
özelleştirilme çalışmalarıyla, buna imkân veren
kanunun süresinin bitmiş olması. Çıkarılan kanun
2000 yılında beş yıllık bir süre öngörmüş
fakat, süre dolduğu hâlde sanki ortada özelleştirmeyle ilgili
bir tasarı varmış gibi, bir kanun, bir mevzuat varmış
gibi bu çalışmalar devam ediyor, ama bu kanun çıkarılırsa
Hükûmetin önündeki bu engel ortadan kaldırılmış
olacak.
İkincisi,
bu bankanın blok olarak satılacağının ve böyle
bir satışın, böyle bir özelleştirmenin tercih edildiği
yolunda çeşitli açıklamalar var. Bu bir tercihtir, ama buradaki
esas hedef yabancıya satıştır. Siz her ne kadar
"Biz yabancıya satmak istemiyoruz. Türk özel sektörü de bu
ihaleye girmekte serbesttir, dilediği fiyatı verir, ihaleyi
almak isteyebilir." deseniz bile, bu, fiilen imkânsız hâle
gelmiş durumda. Çünkü, özel sektör kendi sahip olduğu bankaları
bile satıyor ve yabancılar Türk bankacılık sistemi
içerisindeki paylarını giderek artırıyorlar.
Bu satışın sebebi nedir? Özel kesim bankacılığı
niçin yavaş yavaş bankacılık yapmaktan imtina ediyor,
kaçınıyor? Niçin, Türk özel sektörünün imtina ettiği,
kaçındığı bir sektöre yabancılar koşarak
geliyor? Bu hususun üzerinde dikkatle durmak lazım.
Siz
bankacılık mevzuatını değiştirmişsiniz,
bankacılık sistemini çok sağlam temeller üzerine oturtalım
ve bankacılık üzerinden yapılan her türlü gayrimeşruluğu
ve yolsuzluğu engelleyelim amacıyla bir mevzuat çalışması
yapmışsınız ve ortaya çıkan mevzuat Türk özel
sektörünü bankacılık yapmaktan
âdeta korkar hâle getirmiş. Sebebi: İşte, banka yöneticilerinin,
banka kurucularının herhangi bir kötüye gidiş sonrasında,
herhangi bir ekonomik kriz sonrasında bankanın taahhütlerini
yerine getiremez hâle gelmesi veya kredilerin ödenememesinden
dolayı ortaya çıkan bir zorluk ve sıkıntı döneminde
yöneticilerin mal varlıklarına kadar varıp, bu kamu
alacakları şekline dönüşecek olan artık, sistemi
çalışır halde tutmak. Bundan dolayı Türk özel sektörü
bankacılık yapmaktan yavaş yavaş kaçınıyor,
çünkü, Türk ekonomisi krizlere biraz da gebe ekonomi, her zaman için
kriz ihtimali olan bir ekonomi.
Hükûmet
her ne kadar diyorsa ki: "Biz aldığımız tedbirlerle
kriz ihtimalini ortadan kaldırdık." Hayır, kaldırmadınız.
Kriz ihtimali Türk ekonomisinin her an yakasına yapışabilecek
bir ihtimal, çünkü, ekonomimiz kendisi kriz üreten bir mekanizmaya,
bir yapıya sahip. Ancak, alınan tedbirler krizlerin hafif
geçiştirilmesine yol açıyor. Kriz ihtimalini ortadan kaldırmıyor,
ama, krizlerin çeşitli kesimleri etkileme derecesini,
şiddetini azaltıyor. O bakımdan, bu kriz ihtimali olduğu
sürece Türk özel sektörü bankacılık yapmaktan kaçınıyor
ve elindeki bankaları yabancılara satıyor.
Ha,
yabancılara satarken de Türk özel kesimi çok mu masum? Onlar da
masum değil. Onların da bu işe hile karıştırdıkları,
süte su karıştırdıkları hususlar var, ama, biz
işin o yönüyle fazla ilgilenmiyoruz. Bir yanda alıcı,
bir yanda satıcı. Alıcının da satıcı
kadar, hileyi yapan kadar gözünü açması lazım, ikisi arasında
gerçekleşen bir olay. Biz işin o hususuna değinmiyoruz.
Ama, krizi unutmayın. Daha üzerinden altı ay geçmedi. Mayısı,
haziranı yeni yaşadık. Aman ha "krizi unuttuk"
demeyin! Kriz her an için aklınızda bulunsun ve almanız
gereken tedbirleri de o ihtimali dikkate alarak alın. Unutursanız,
en büyük zarar, bu ülkeye verilecek en büyük zarar krizi unutmaktır,
kriz dönemlerini unutmaktır. Yavuz Sultan Selim'in resimlerini
bilirsiniz, kulağında küpe vardır. Bir siyasetçinin
kriz ihtimalini kulağına küpe yapması lazım, öyle
gezmesi lazım ki, ülkeyi öyle bir dertle baş başa
bırakmasın. Aman haa, çok tehlikeli krizi unutmak.
Gelelim
bankacılık kesimine: Halk Bankasını da muhtemelen
yabancılar satın alacak, çünkü, yerliler kendi bankalarını
bile elden çıkarıyorlar. Ne olacak bu durumda? Türk bankacılık
sistemi üzerinde yabancıların payı, hâkimiyeti giderek
artacak.
Para
nedir bilir misiniz, finansman? Bir ekonominin genelini örten bir
örtüdür, tek başına bir anlam ifade etmez, ama, bir ekonomiyle
bütünleştiği zaman ekonominin bir örtüsüdür, klasik iktisatçılar
öyle der. Para bir tül gibidir, tüm ekonomiyi örter. Bu örtünün bir
kısmını yabancıya devrettiğiniz zaman, o ölçüde
de ekonominin risklere karşı, tehlikelere karşı
korunmasını yabancının inisiyatifine vermiş
olursunuz. Buna benim gönlüm razı değil. Yabancıların
Türk ekonomisi üzerindeki kontrol ve yönlendirme imkânını
giderek büyütmelerine benim gönlüm razı olmuyor, sizinki oluyorsa
onu bilemem, o sizin sorumluluğunuz.
Ayrıca,
bir başka ifadeyle anlatayım size paranın ekonomi
için ne olduğunu. Para, ekonominin damarlarında dolaşan
kan gibidir. Kan olmayınca, kan akımı yeterli olmayınca,
organların çalışması mümkün olmaz, hatta hayatiyetin
devamı imkânı ortadan kalkar. Siz, bankacılık sisteminde
yabancı payını artırdığınız zaman
ne yapmış oluyorsunuz? Vücuda kan akışını
sağlayan çeşitli damarlardaki birtakım vanaları
yabancıların eline teslim ediyorsunuz. Diyebilirsiniz,
yabancılar da Türkiye'deki bankacılık mevzuatı
çerçevesinde görev yapmak, bankacılık yapmak zorundalar,
aksi takdirde, kanun, yargı yakalarına yapışır.
2001 krizini yaşadık. 2001 krizinde gerçekleşen olay
şuydu: Birtakım yabancılar, kayda kuyda girmeden Türkiye'nin
öngördüğünün, mevzuatın öngördüğünün dışında
birtakım bankacılık işlemleriyle Türkiye'den çok
kısa sürede büyük sermaye kaçışları imkânını
sağladılar. Buyurun, vardı elinizde bankacılık
imkânı, bankacılık mevzuatı, niçin engel olamadınız?
Engel olunamıyor demek ki. Uluslararası sermayeyle belli
ölçülerde kendi iç mevzuatınızla başa çıkamıyorsunuz
demek ki zaman geldiğinde. O gün hangi çerçevede olduysa, gelecekte
de aynı çerçevede bu bankaların kontrolü veya kontrol
dışındaki işlemleri mutlak surette gerçekleşebilir,
böyle bir imkân her zaman için vardır.
Bu
bakımdan, bankacılık sistemi içerisindeki yabancı
payının artırılmasına yönelik her adımın
dikkatle izlenmesi gerekir. Ben ülkemi seviyorum, ben milletimi
seviyorum.
İBRAHİM
KÖŞDERE (Çanakkale) - Hepimiz seviyoruz, biz de seviyoruz.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Öncelikli olarak ülkemin ve milletimin
çıkarlarını bu kürsüden dile getirmek durumundayım.
Sırf muhalefet yapmış olmak için bu kürsüden konuşulmaz.
Gözettiğimiz ilk hedefimiz, ülkemizin çıkarlarıdır
ve bunların korunmasına yönelik ne tür tedbirlerin
alınması gerektiğidir. Hükûmetin bu konuda getirdiği
tedbirlerde varsa eksiklik, onu dile getirmek de bizim görevimizdir.
Biraz
önce Sayın Elitaş, koalisyon dönemleri ve ortaya çıkan
kriz yıllarında birtakım ekonominin özelliklerinden
bahsetti ve "Halk Bankası şu anda çok güçlü bir banka hâline
geldi." dedi. Bu durumda yapılacak bir tek işlem kalıyor
Halk Bankası için. Çünkü, şu anda önümüzde Halk Bankasının
özelleştirilmesi var. Ziraat Bankası henüz Hükûmetin gündeminde
yok, ama, 2007 yılı içerisinde o da gündeme gelecek, onu da
satmak zorunda kalacaklar. Niçin? Türkiye'ye öyle bir sermaye
akışı oldu ki üç dört yıldan beri, bu sermaye
akışını, bu borç artışını, sadece
kamunun değil, aynı zamanda özel sektörün borcu şeklinde
ortaya çıkan bu borç birikimini konvertibl para sisteminde,
konvertibl bir düzende kendi millî varlıklarınızı
ancak satarak karşılayabilirsiniz. O güne kadar birikmiş
servetinizi, o güne kadar birikmiş tüm varlıklarınızı
rehin olarak bir tarafa ayırmak zorunda kalırsınız
konvertibl para sisteminde. Bunun hiçbir engeli yoktur, buna hiçbir
mania yoktur. Size borç veren kesimler, günü geldiğinde elinizde
avucunuzda ne varsa size ait olan her şeyi alıp götürebilme
hakkına sahiptir, buna dur deme imkânınız kalmamıştır.
Geçerli olan ekonomik sistemin, geçerli olan, yürürlükte olan ekonomik
düzenin bize ne gibi sorumluluklar yüklediğini, bu mekanizmanın
hangi çerçevede işlediğini bilmemiz lazım. Konvertibl
para sisteminde dediğiniz zaman borçluysanız müzelerinizdeki
sanat eserlerinin bile sizde kalacağı hakkında bir garantiniz
yoktur; varsa, birisi çıksın "böyle bir garantimiz vardır"
desin. Hayır. Borçlarınız karşılığında
günü geldiğinde elinizde millî servet olarak, millî değer
olarak ne varsa satmak zorunda kalırsınız, ne varsa vermek
zorunda kalırsınız. İşte 2001 yılında
karşınıza çıkan kriz. İnsanlar bundan ders almadıysa,
bundan daha büyüğü bunların karşısına çıkabilecektir,
çıkabilme ihtimalini unutmamaları gerekir.
Halk
Bankasının bugün ulaştığı seviye itibarıyla
özelleştirmenin dışında başka bir alternatifi
daha vardır, onu da söylemeden geçemeyeceğim. Kamu teşebbüsleri
-Türkiye'nin sanayileşmesinde gerek iktisadi teşebbüsler
ve gerekse bankacılık sistemi, finans sistemi içerisindeki
kamu teşebbüsleri- bu ülkenin sanayileşmesinde ve kalkınmasında
çok büyük fonksiyonlar göstermiştir. Ama, ne yazık ki, bu güzide
kuruluşlar zaman içerisinde birazcık siyasetçinin, birazcık
da bürokratın elinde çarçur edilmiştir. Bundan geçmiş
her türlü siyasi iktidar ve bu iktidarlar döneminde görev yapmış
her türlü bürokrat şu veya bu şekilde katkıda bulunmuştur.
Buradan demek istediğim, yamalı pantolonlarla dolaşıp
da bu kuruluşları tesis ettiği dönemlerde Türkiye,
bundan çok daha bağımsız bir ekonomik sisteme sahipti.
Bugün o şartlarda yapılan kuruluşlara, tesislere biz
bugünün şartlarında sahip çıkamıyoruz. Niçin?
Bir taraftan musallat olmuş, bir taraftan bürokrat musallat olmuş.
Olmamış diyen varsa çıksın. Kamu teşebbüsleri
devamlı zarar eder haldeyse bunun iki sebebi vardır biri siyasetçidir,
biri bürokrattır. Bir de sistemin kendi içerisinde ürettiği
zararlar vardır, ona diyecek bir şeyimiz yok, ama, siyasetçi
ve bürokratın suçunu ve katkısını ihmal etmemek
lazım. Öyleyse, mevcut tesisler üzerinden, elimizde kalanlar
üzerinden siyasetçi ve bürokratın tasallutunu ortadan kaldırdık
mı bu teşebbüsleri kamu teşebbüsü olarak elimizde tutabilme
imkânımız var.
Halk
Bankasını madem 2002 yılından bu yana çok güçlü hale
getirdiniz, öyleyse, özelleştireceğiniz yerde özerk hale
getiriniz, bu yapısıyla devamının imkânını
sağlayınız, altyapısını sağlayınız
bir yabancıya satılmasın. Çünkü, özelleştirildiği
zaman diyorsunuz ki: "Yabancı satın alsın."
Çünkü, yabancı kaynağa ihtiyacınız var. İktidara
geldiğinizden bu yana yüzde 70 oranında, gerek kamunun ve
özel kesimin, yani, ekonominin bir bütün olarak borcu büyümüş.
Bu borçları ödemek için ne yapmak lazım? Eldeki avuçtakini
satıp savmak lazım. Siz satmazsanız yarın gelir birisi
alır, gırtlağınıza basar alır bunları.
Öyleyse, yabancıya satıp birazcık yabancı kaynak
bulmak lazım. Tercihiniz o yönde, ekonominin zorunluluğu
da o yönde. Yabancıya satacağımız yerde
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sizin düşünceniz ne?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Sizin düşünceniz de aynı,
farklı bir şey değil.
Özerkleştirin
diyorum, özerkleştirin, mevcut güçlü yapısını koruyabilecek
bir sistemi, bir mekanizmayı getirin buraya hep beraber elbirliğiyle
çıkaralım.
SİNAN
ÖZKAN (Kastamonu) - Özelleştirmeyi başlatan ANAP değil
miydi?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Efendim, bu, özelleştirme. Farklı
bir şeyden bahsediyorum ben. Bankacılık sisteminin büyük
çoğunlukla yabancıların eline geçtiği bir sistemden,
bir özelleştirmeden bahsediyorum. Yarın çiftçinize, yarın
esnaf ve sanatkârınıza
Bunu Jhon satın aldığı
zaman bu bankadan içeri girebilecek mi esnafınız? Bu bankadan
içeri girebilecek mi çiftçiniz?
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - Niye giremesin? Girememesi için ne
sebep var?
SİNAN
ÖZKAN (Kastamonu) - Yasal düzenleme yapılmış.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) - Bankalar hapishane mi Allah aşkına?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Standartları farklı, standartları
farklı, evet.
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - İnsaf edin ya!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Hocam, özelleştirmeyi savunan bir
partidensin.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Efendim, özelleştirmeye karşıtlık
değil bu. Ben, başka şeylerden bahsediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - CHP'ye çok yakın komşusun, onlarla
aynı şeyi söylüyorsunuz.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Lütfen, benim söylediğimi anlayıp
da anlamamazlıktan gelmeyin, sözlerimi çarptırmak yoluna
gitmeyin.
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Sözleriniz duygusal.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Duygusal değil efendim, çok mantıklı,
çok gerçekçi bir görüş buradaki.
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Bilim adamısınız, bilimsel
realiteden bahsedin.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Biraz önce kanun çıkardık, ne
dedik: "Faiz destekli kredileri özel bankacılık da verebilsin,
özel bankacılığı da devlet bu noktada görevlendirsin."
Hans'ın veya John'un sahip olduğu herhangi bir bankaya,
Hükûmet, gitti "çiftçiye yönelik böyle bir kredi uygulaması
yapacağım, bunda görev üstlenir misin?" dedi. O da
"şu şu standartlarda ben görev üstlenirim" diyebilir
veya "ben, bu konuya, netameli bir konu, ben bu konuya girmem"
diyebilir. Onun ortaya koyduğu standartlarla çiftçinize kredi
verdiğiniz zaman çiftçiniz acaba alabilecek mi? Bugün birçok
banka, çiftçiye "git, memur kefil getir, öyle krediyi vereyim"
diyor. Olmuyor mu bunlar? Oluyor. Yarın daha ağır
şartları isterse çiftçiden, çiftçi nasıl kredi alacak?
Esnaf ve sanatkâr özelleştirilen Halk Bankasının kapısından
nasıl içeriye girme cesaretini gösterecek?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Bu görev zararları çiftçiye, esnafa
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - Niye bu kadar olumsuz öngörülerde bulunuyorsunuz?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Efendim, bakın, o görev zararları
çok daha geniş bir perspektifte, bir çerçevede değerlendirilmek
gerekir. O, ayrı konu, o konuya hiç girmeyelim.
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - Bütün öngörüleriniz olumsuzluk içeriyor.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Efendim, bir öngörüde bulunmuyorum
ben.
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - Öngörü bunlar, spekülatif ve olumsuz.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Ben, öngörüde bulunmuyorum. Ben, size,
bir sistemden bahsediyorum.
BAŞKAN
- Sayın Abuşoğlu, siz Genel Kurula hitap edin; değerli
arkadaşlar, siz de müdahale etmeyin.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Türk bankacılık sisteminin,
giderek yabancıların hâkim olduğu bir sistem hâline
gelmesinden bahsediyorum.
AFİF
DEMİRKIRAN (Batman) - Avrupa Birliğine girdiğimiz zaman
sermaye zaten sistemde çalışacak.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Efendim, Avrupa Birliğine falan
girdiğimiz yok zaten, bırakın
AFİF
DEMİRKIRAN (Batman) - Ne demek girmeyeceğiz?
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Girmek istemiyor musunuz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Özal, boşa mı müracaat etti o zaman?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Girdiğimiz yok diyorum, almıyorlar
zaten. Almıyorlar zaten
ZEYNEP
KARAHAN USLU (İstanbul) - Alıyorlar, alıyorlar, siz yanlış
biliyorsunuz.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) - Yani, rahmetli yanlış mı yaptı?
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Alıyorlar, alıyorlar diyerek
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Bakın, bizleri Avrupa Birliğine
alıyorlar diyerek avunmak ayrı, Avrupa Birliğine gireceğiz
diyerek taviz vermek ayrı. Avunabilirsiniz, buna herhangi bir
engeliniz yok, ama, Avrupa Birliğine giriyoruz diyerek kesinlikle
taviz vermeyin, o yola girmeyin.
O
bakımdan, konumuzu fazla da saptırmadan, Halk Bankasının
özelleştirilmesi meselesi, bugüne kadarki olan diğer kuruluşların,
kamu iktisadi teşebbüsleri gibi kuruluşların özelleştirilmesine
benzemez; farklı özellikleri, farklı hususiyetleri olan
bir konudur, farklı bir ortamda değerlendirilmesi gerekir.
Benim ifade etmeye çalıştığım bu.
Neticede,
oy verip karar verip bunu gerçekleştireceksiniz, ama, benim
söylediğim bu hususları kesinlikle gözden uzak tutmayın.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Abuşoğlu.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
19.31
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.40
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
45'inci Birleşimi'nin Dördüncü Oturumu'nu açıyorum.
Danışma
Kurulunun bir önerisi vardır, okutuyorum:
V. - ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- Çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi
Danışma
Kurulu Önerisi
No:
28 27/12/2006
Genel
Kurulun; 27/12/2006 tarihli 45'inci Birleşiminde çalışma
süresinin Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler kısmının 9'uncu sırasına
kadar olan işlerin tamamlanmasına kadar olmasının
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca
uygun görülmüştür.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Eyüp
Fatsa Kemal
Anadol Muzaffer Kurtulmuşoğlu
AK
Parti Grubu Başkan Vekili CHP
Grubu Başkan Vekili Anavatan
Partisi
Grubu
Başkan Vekili
BAŞKAN
- Danışma Kurulu önerisi üzerinde söz isteği yok.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Öneri kabul edilmiştir.
Şimdi
1278 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
7.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278) (Devam)
BAŞKAN
- Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
Kandoğan, siz, Mehmet Bey'e mi devrediyorsunuz?
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Evet efendim.
BAŞKAN
- Tamam.
Şimdi,
teklifin tümü üzerinde, şahsı adına, Hatay Milletvekili
Sayın Mehmet Eraslan.
Buyurun
Sayın Eraslan.
MEHMET
ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu
teklif, 4603 sayılı kanunla yapılan düzenleme uyarınca,
yeniden yapılandırma ve hisse satış işlemleri
için tanınan süre, gerekçede, 25/11/2005 tarihinde sona ermiştir
diyor ve bu süre içerisinde, 4603 sayılı Kanun'un amaçlarından
birini oluşturan yeniden yapılandırma süreci tamamlanmış
olup özelleştirme süreci ise hâlen devam etmekte olduğundan
-Halk Bankasının özelleştirilmesiyle ilgili, ona
atıfta bulunuluyor- anılan kanunun süresinin uzatılmasıyla
ilgili bir kanun teklifi.
Değerli
milletvekilleri, özelleştirmeler mutlaka olacaktır, satışlar
mutlaka olacaktır; fakat, bu satışlarda, önceliğin
yerli sermayeye tanınması önemli bir konudur diye düşünüyoruz.
Özelleştirme yapılır iken, cumhuriyetin kazanımları,
milletimizin kazanımları, 73 milyon ülke insanının
on yıllar boyunca oluşturmuş oldukları bu kazanımların
özelleştirilmesi doğru yapılmalıdır,
kârlı yapılmalıdır.
Bir
defa, Halk Bankasının özelleştirilmesine kati suretle
karşı olduğumu ifade etmek istiyorum. En azından,
Halk Bankasının özelleştirilmesinin ve satışının,
yabancı sermayeye değil, yerli sermayeye yönelik yapılmasının,
ulusal çıkarlarımız ve menfaatlerimiz açısından
da daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Özelleştirmeler
yapılırken, satışlar yapılırken, gerçekten,
kârlı mahiyette ve doğru mahiyette satışlar olarak
Türk tarihine geçmelidir düşüncesindeyiz.
Bakın,
TÜPRAŞ satılırken, 28 Şubat 2005 tarihinde,
Ofer-Kutman ikilisi, Global Menkul Değerler adlı şirket,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığına müracaat
ediyor, TÜPRAŞ'a ait hisselerin bir kısmını belli
bir fiyattan alacağını söylüyor.
Bakın,
bu, çok önemli bir mevzu. Özelleştirmenin nasıl yapılması
gerektiğini, biz, burada ifade ederken, nasıl yapılmaması
gerektiğini de, yine, TÜPRAŞ'ın satışında,
gerçekten, önemli bir örnek olarak, burada teyit ediyoruz. Aynı
gün tüm işlemler tamamlanıyor, firma müracaat ediyor; TÜPRAŞ'ın
hisselerinin alınmasına ilişkin müracaatlar, işlemler
bir gün içerisinde tamamlanıyor.
Acaba,
vatandaşımız, devletin kurum ve kuruluşlarının
hangisinde, bir günde, iş ve işlemlerini bitiriyor? Ben,
onu, sizin takdirinize sunuyorum.
Kurumun
özelleştirilmesi gündeme geldiğinde, TÜPRAŞ'ın,
İMKB'deki TÜPRAŞ hisselerinin değeri anormal bir yükseliş
gösteriyor. Bunun sonucunda, altı aylık bir süreden sonra,
firma, 752 milyon dolar kâr elde ediyor.
Değerli
arkadaşlar, TÜPRAŞ'ın 14,76'sını yüzde 10 iskontoyla.
-hisseler, tabii, o zaman 17 milyon liraydı- 15 milyon 400 bin liraya
satılıyor TÜPRAŞ'ın her bir hissesi. Bir hafta sonra
her bir hissenin fiyatı 22 milyon lira oluyor. Bir hafta içerisinde,
150 milyon dolar kâr elde ediliyor firma tarafından.
Şimdi,
bunun irdelenmesi gerekiyor. Bunlar cumhuriyetin kazanımları,
bunlar milletin kazanımları. Özelleştirme kapsamında
olan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bankalar özelleştirilirken,
değerleri nispetinde satılmıyor, değerleri nispetinde
özelleştirilmiyor. Bizim itirazımız buraya. Bir satış
yapılıyor, bir haftada 150 milyon dolar kâr elde ediliyor,
altı ayda 752 milyon dolar kâr elde ediliyor.
Bakın,
daha sonra, TÜPRAŞ'ın yüzde 65,76'lık bölümü -bakın
burası çok önemli, TÜPRAŞ'ın yüzde 65,76'lık bölümü-
1 milyar 300 milyon dolara satılıyor. Sayın Bakanımız
da o zaman çıktı, dedi ki: "Çok güzel bir satış
oldu, kârlı bir satış oldu. Bu satışta hiçbir
şey yok." Petrol İş Sendikası, bu satışı
yargıya götürüyor ve yargı bu satışı iptal
ediyor, yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Daha sonra, tekrar,
TÜPRAŞ'ın satışı söz konusu oluyor ve yüzde
51'lik bölümü 4 milyar 140 milyon dolara satılıyor.
Arkadaşlar,
bir Sayın Bakanımız "Kârlı bir satıştır."
diyor ise ve yüzde 65,76'lık bölümü, TÜPRAŞ'ın, sadece 1
milyar 300 milyon dolara satılıyor ise ve yargı bunu iptal
ediyor ise, aradan kısa bir süre sonra, sadece yüzde 51'lik bölümü
-yüzde 65,76 değil, sadece yüzde 51'lik bölümü- 4 milyar 140 milyon
dolara satılıyor ise, ben, bunu, yani, nereye, neye
sığdıracağımı bilemiyorum.
Az
önce Sayın Elitaş dedi ki: "Halk için, halka uygun ne ise
onu yapacağız." Peki, halk için, halka uygun olan satış
bu mu? Ben, Petrol İş Sendikasına teşekkür ediyorum
yargıya götürdüğü için. Yargının hassasiyeti de
çok önemli ve burada, en az, Türk ekonomisine, bu satışın
iptaliyle 4 milyar dolar kârın elde edildiği apaçık ortadadır.
Değerli
arkadaşlar, bakın, Doğu ve Güneydoğu illerinde
kamu iktisadi teşebbüsleri kati surette satılmamalıdır.
Özelleştirme, her şeyi satmak değildir; cumhuriyetin
kazanımlarını, milletimizin kazanımlarını,
kamu iktisadi teşebbüslerini, devletin bankalarını,
her şeyi satmak değildir özelleştirme. Özelleştirme
yapılır iken, Türkiye'de, özellikle Doğu ve Güneydoğu
illerinde, sosyoekonomik açıdan değerlendirmelerin yapılması
gerekmektedir. Bakın, bölgesel gelişmişlik farkları
vardır, bunlar, göz önünde bulundurulmalıdır, bölgede
terör meselesi vardır. Seksen yıldan beri, doksan yıldan
beri, yüz yıldan beri oluşturduğumuz birtakım kurumsal
yapılarımız hep satılıyor ve o satıştan
sonra, orada çalışanlar çıkarılıyor ve zaten
işsizlik oranı her geçen gün artar iken, Doğu ve Güneydoğu
illerimizde, maalesef, insanlarımız, bu özelleştirmeler
ve bu satışlar akabinde büyük bir mağduriyete uğruyor.
Bu gelişmişlik farkları göz önünde bulundurulmalıdır,
bölgenin sosyoekonomik sorunları göz önünde bulundurulmalıdır.
Özellikle, her geçen gün, bize büyük sorun olan terör olayları artış
gösterir iken, o bölgedeki KİT'lerin, Kamu İktisadi Teşebbüslerinin
özelleştirilmesi konusuna çok daha duyarlı bakılmalıdır
düşüncesindeyim.
Diğer
taraftan, Galataport'a baktığımız zaman yine aynı.
Kırk dokuz yıllığına yap-işlet-devret modeli
uygulanıyor ve bakınız, ilk üç yılı hiç ödemesiz,
ilk beş yılında 7 milyon 418 bin euro ödenecek, ilk on
yılda ödenecek para 34 milyon euro, yirmi yılda ödenecek para
ise -yap-işlet modeliyle kırk dokuz yıllığına-
152 milyon euro. Bakın, 100 bin metre karelik arsaya 151.652 metre
karelik inşaat yapılacak, ama, yirmi yılda ödenecek
para, sadece 152 milyon euro. Bu 152 milyon euro, 151 bin metre karenin
değil, 50 bin metre karenin, İstanbul gibi bir yerde 50 bin
metre karenin parası değildir. Böyle bir özelleştirme,
böyle bir satış, böyle bir anlaşma uygun değildir.
Kuşadası'na
bakıyoruz, yine, orada da aynı sorun var. Kuşadası'nda,
yönetmelikler çıkarılıyor, özel kanunlar çıkarılıyor
ve çok ilginçtir, çok ilginçtir, bakın, 7 bin metre karelik dolgu
alanı oluşturuluyor Kuşadası'nda, inşaata müsait
hâle getiriliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - 7 bin metre karelik dolgu alanı oluşturulduktan
sonra inşaata müsait hâle getiriliyor. Yargı kararları
bu değişikliği engelliyor. Bunun üzerine, ihaleye hukuki
boyut kazandırmak için, Bakanlık, Kıyı Kanunu Yönetmeliği'nde
değişiklik yapıyor. Bu arada, ihaleyi kazanan grup, 90
milyon euroya karşılık, Ege Denizi'ni kiralama anlaşması
yapıyor ve denizi doldurmaya başlıyor. Bakanlığın
bu konuyla ilgili yapmış olduğu plan değişikliği
Danıştay tarafından iptal ediliyor. Danıştay
iptal kararını ortadan kaldırmak için Türkiye Büyük
Millet Meclisi özel kanun çıkarıyor ve bu kanun Anayasa Mahkemesine
götürülüyor.
Telekom
6,5 milyar dolara özelleştirildi. 1994 yılında, Telekomun
yüzde 51'lik bölümü 19,5 milyar dolara özelleştirildi, satıldı.
Ama, o zaman, Anayasa Mahkemesine götürüldü ve o zaman, Türkiye'nin
iç borcu 19,5 milyar dolardı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Bitiriyorum, bitiriyorum
BAŞKAN
- Efendim, son cümlenizi rica ediyorum.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - 1994 yılında 19,5 milyar dolar Türk ekonomisinin
borcu var iken, o zamanki rakamla, Telekom 19,5 milyar dolara satılıyordu,
satılan parayla bizim iç borcumuz ödeniyordu. Ama, maalesef,
6,5 milyar dolara satılan Telekom, 175 milyar dolar olan Türk ekonomisinin
yüzde 5'ini dahi karşılayamayacak durumdadır.
İşte,
satışlar yapılırken, özelleştirmeler yapılırken,
milletimizin kazanımları, cumhuriyetimizin kazanımları
ve 73 milyon ülke insanının hakkı olan bu kurumsal kimliklerin
satışında, çok daha duyarlı hareket edilmesi gerekmektedir,
hesaplı hareket edilmesi gerekmektedir; her şeyi satalım,
her şey satılsın mantığıyla hareket edilmemesi
gerektiğini düşünüyorum. Yeniden, Halk Bankasının,
Ziraat Bankasının satımı, özelleştirilmesi
vesaire gibi konuların ele alınması gerektiğini
ilgili Bakanımızdan istirham ediyorum ve Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Eraslan.
Şahsı
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun
efendim.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (İstanbul) - Çok teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sizin,
adalet ve hukuk anlayışınız sayesinde söz alabildim;
çünkü, İç Tüzük'ün maddeleri, yönetimlerimizin işleyişi
vesaire sonunda, gerçekten, söz almak bir maharet hâline gelmiştir.
Size teşekkür ediyorum.
Efendim,
bazen, burada, benim şahsen şaşırdığım
durumlar ortaya çıkıyor. Şimdi, şu kanun, ekonominin
temel kanunu sayılabilecek bir konuyla doğrudan doğruya
ilişkili; bütün bir ekonomiyi ilgilendiriyor, ekonomi idaresini
ilgilendiriyor. Fakat, sadece, bir arkadaşımızın,
çok değerli bir arkadaşımızın kanun teklifi
olarak geliyor. Yani, beklenir ki, teoride, Hükûmet böyle bir şey
getirsin, Hükûmetimiz, bunu, neden
Peki, kanun teklifi yapma hakkı
hepimizin yok mu? Var. Fakat, bu kadar temel bir meselede, herhâlde,
Hükûmetle iştira edilmiş olmak gerekir; çünkü, idare onların
omzunda ve eldeki bütün donelere, -devletin, Hükûmetin, bakanlıkların
sahip olduğu, o kadar çok done vardır ki, böyle bir kanuna
evet diyebilmek için -ona da sahip olması lazım gelir. Ben,
bu on yıllık süreye aykırı konuşuyor değilim;
ama, meselenin başka bir özü var, o da, doğrudan doğruya
özelleştirme politikasıyla ilgili. Keşke özelleştirmeden
sorumlu aziz kardeşimiz, Bakanımız da burada olsaydı.
Özelleştirme,
neden 1970'lerden sonra bütün dünyanın gündemine girdi? Sebep
basit: Ekonomi idaresinin, özellikle işletmelerin rasyonel
çalıştırılabilmesi, her alanda verimliliğin
realize edilebilmesi, yani, emek verimliliği, ham madde verimliliği,
sermaye verimliliği, say gitsin ve sonunda da böyle bir
şartları tahakkuk eden işletmelerin kaynak meydana getirmesi.
Ona "yaratma" diyorlar, ama, biz, o kelimeyi kullanmak yerine,
kaynak meydana getirip ekonomiye yeni hızlar, yeni yatırımlar
sağlanması... Şimdi, bu da serbest piyasa ekonomisinin
gereği, çünkü, rekabeti de bu rasyonalite ve verimlilik
dışında, tam rekabet şartlarını da doğurur.
Biz de, elbette, böyle bir şeyden kaçınamazdık.
Bunun,
başarılı örnekleri var. Başarılı örneklerin
başında, hiç şüphesiz, İngiltere geliyor, ama,
Thatcher İngiltere'si; yani, ekonomide muhafazakâr, liberal
olan bir yerde özelleştirme yapılıyor.
Ben
-zamanımız herhâlde dar oluyor, hemen Türkiye'ye geliyorum-
Turgut Bey zamanında, Thatcher'dan da örnek alarak, buna girildi
ve bizler de bu işin içerisinde olduk. Ne bakımdan? Odalar
Birliği Yüksek İstişare Kurulu Başkanıydım.
Aziz kardeşimiz de orada, çok kıymetli bir araştırmacı
olarak, Ömer Abuşoğlu, senelerce çalıştı. Bizim,
bu işin içine girmemizin sebebi, bir taraftan ülkeyi idare eden
Başbakan, yani, rahmetli Turgut Bey'in arzusu, isteği, beraber
çalışmış senelerce; öbür taraftan da Yüksek İstişare
Kurulu -ve yarı resmî bir kuruluştu Odalar Birliği, bakanlar,
ilgili genel müdürler, bu istişare toplantılarının
ilk sıralarında oturan arkadaşlarımızdı-
Maliye Bakanı, ekonomiden sorumlu diğer bakanlar, umumları
gelir, istişare orada yapılırdı. Özelleştirme
o zaman çıktı ve o zaman, bunu geliştirmek imkânları
ele alındı. Kavramsal ve uygulamadaki aksaklıklar vardı.
Bu aksaklıkların giderilebilmesi için, meseleleri düşünerek,
adımını attığı yerin sağlam olduğunu
bilerek götürülmeye çalışıldı. Cerrahi bir müdahale
yapılırken, bu
Özelleştirme cerrahi müdahaledir.
Çünkü, Ahmet'in, Mehmet'in hızar fabrikası özelleştirilmiyor,
devletin binlerce kişi çalıştıran ana sektörlerinden,
demir çeliğinden tutun, işte petrolünden vesairesine kadar,
onlar özelleştiriliyor. O zaman, cerrahın elindeki bisturi
o damarlarda bir şey yaparken ana atardamarları kesmemesi
lazım. O yüzden, yabancı şirketler filan fizibilite
etüt safhasında çalıştırılır. Yabancı
şirkete vermek diye bir ön yargı yoktur. Onun için, yavaş
gitti, şimdi hızlı gidiyor. Sevinebiliriz, fakat, tamiri
zor hatalar yapmamak, rizikoyu artırmamak şartıyla.
Kılı kırk yararak gitmek durumundayız. Toptancı
bir görüş
Buna toptancı görüş
Uzun düşündüm, ettim,
ne desem?.. "Fanatik" desem, çok ağır bir kelime.
"Gözü kapalı" desem, o da biraz insafsız olabilir
-eh, bir orta yol bulalım- Toptancı bir görüşle buna gitmek
bizi ağır vebal altına sokar. Bu, içimizden bir arkadaşın
görüşü olarak geldi, Hükûmet görüşü değil. O zaman
şuradaki arkadaş, hepimizin tek tek sorumluluğu altında.
Burada
kaç kişi var? Kaç kişiyiz? Ben biraz evvel saydım; biz, iktidar
partisi, büyük parti 34-35 kişi. Belki şimdi koridordan arkadaşlar
girmiştir
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Teklif sahibi de burada yok Hocam.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - Seyahatteymiş, sordum. Dolayısıyla,
biz o kadarız, 40 kişi olmuyoruz. İşte, ana muhalefet
partimiz de 5 kişi gözüküyor. 6
Pardon, affedersiniz. Tunceli
burada da, siz orada
Nihayet, diğer arkadaşlarımız
da belli. Yani, hepimizi toplasanız şurada 50 kişiyi
bulmuyoruz.
KEMALETTİN
GÖKTAŞ (Trabzon) - Dışarıda arkadaşlar çok.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - Evet, dışarıdakiler burada
sayılmaz ki. Siz bizzat söylüyorsunuz: "Dışarıdakiler
"
Ben de zaman zaman dışarıda oluyorum.
KEMALETTİN
GÖKTAŞ (Trabzon) - İhtiyaç için dışarıya girip
çıkılıyor Hocam.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - İstediği kadar gelsinler sayı
70'i bulmaz aziz kardeşim. Yani, bunu da zapta geçiriyorum. Bu
karar alınacak. "Ekseriyet var mı?" Var. "Kabul
edenler
Etmeyenler
" Ama, böyle bir sayısal içinde alınacaktır.
Muhalefet de bir zaaf gösteriyor. Muhalefet de, haydi 20 kişi
lazım, ayağa kalk... Yok. 5 kişi de orada. Şimdi, bu
kadar hayati, önemli bir şeyde biz burada şimdi bütün bir geleceği
bağlayan bir şey
Peki, bizim buradaki hassasiyetimiz nedendir?
Ben, çok sık söz alan bir arkadaşınız değilim, o
yüzden Sayın Başkanıma rica ettim, lütfetti, veriyor.
Çünkü, bankacılık sektörü özelleşmiyor Türkiye'de,
bankacılık sektörü yabancılaşıyor. Şu
andaki nispet yüzde 40'ı buldu. Müzakereleri yapılanlarla
bunlar çok yakında... Yani, biz belki seçim meçim ayrabına
vardığımız zaman yüzde 50'ye yaklaşacak. Bu,
finans sektörünün, dış ekonomik odaklarının eline
geçmesidir, merkezlerin eline geçmesidir. Çünkü, aynı şekilde
biliyorsunuz borsada varlar.
Şimdi,
ben böyle deyince, hayatını gelişmeye, Planlama
yıllarında, üniversitede ders vermiş bir insana, bir
arkadaş çıkıyor "Hocam, siz yabancı sermaye
karşı mısınız?" Bunu söyleyecek, zihninden
geçen arkadaşlara bir gerçeği hatırlatayım: Anayasa
Mahkemesi 6224, bunu iptal vesairine gidince, o zaman yabancı
sermaye, rahmetli Turgut Bey "Hocam, bir sen ancak ikna edebilirsin.
Anayasa Mahkemesine git, özel bir toplantı yap." Bir çok yakın
akrabam üyeydi, ona rica ettim, dedim: Geleyim anlatayım,
başka ülkeler ne yapıyor, İspanya ne yapıyor,
İrlanda ne yapıyor yabancı sermayeyi çekmek için,
başkaları ne yapıyor; bedava arsa, bedava enerji denecek
kadar ucuz, vesaire; anlatayım, bunun iptaline gitmeyin, bizim
yabancı sermayeye ihtiyacımız var. Gittik, anlattık.
Turgut Bey belki -rahmetli- alerji çeker diye kendisi gitmedi. En az
benim kadar biliyordu. Ve değişti onların da görüşü
ve Yabancı Sermaye Kanunu'nun en önemli maddelerini iptal etmekten
tevakki ettiler, çekildiler. Bunu, hemence bana, geçen sefer de burada
bir arkadaş kalktı, "Arkadaş, siz yabancı sermayeye
karşı mısınız?" Buna fazla girmiyorum,
şahsileşebilir iş.
Şimdi,
özelleştirmede yabancılaştırma olunca ne olur? Yabancı,
sadece iç sermayedeki lükratif, sadece ve sadece kâra dönük zihniyetle
çalışmaz. Onlar aynı zamanda kendi ülkeleri
Onlar büyük
kuruluşlardır. Saymayayım bu kuruluşları,
çoğunuz biliyorsunuz. Kendi ülkelerinin ekonomik politikalarının
da, kendi piyasalarının, kendi tüccarlarının,
kendi sanayilerinin, kendi dış politika sistemlerinin
yürütücüleridir. Zannediyor muyuz ki, falanca filanca bankayı,
biz, Yunan sermayesine verdik. Oh, ne âlâ, onlar çalışacak,
biz çalışacağız, el ele vereceğiz. Hayır,
kritik noktada, o, Yunanistan'ın ve bizi çevreleyen diğer
problemlerin hâllinde kendi lehlerine bir unsur olarak ortaya
çıkacaktır. Ayrıca, şimdi söz konusu olan iki banka,
yani, birisi Halk Bankası, birisi Ziraat. Efendim, Ziraata
şimdilik el sürmedik.
Arkadaşlar,
hepimizin tecrübesi var, el sürülecektir ve bu girişimler,
Anayasa'nın sosyal niteliğine de aykırıdır,
çünkü, bu bankalar, hepimizin bildiği gibi, birisi esnaf, halkımızın
şu kadarını temsil ediyor, öbürü çiftçi. Ne diyor Anayasa:
Sosyal gruplar, alt gelir gruplarının
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - Sayın Başkan, biliyorum, belki
suistimal ediyorum, ama, ben, hayati bir nokta üzerinde durduğumu
zannediyorum. Lütfen, bana biraz müsaade edin.
BAŞKAN
- Buyurun efendim.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - Bu iki sosyal gruba karşı devletin
koruyucu kanatlarıdır, Halk Bankası öyledir, Ziraat
da öyledir. Elden çıktı ve yabancıların eline geçti.
Eh, devletimiz, biraz evvel kabul etti, biz de para vereceğiz
oraya bütçeden, ne kadar para bulabilirsek. Ucuz kredi versin vesaire
Bu, fevkalade inandırıcılığı zor bir mekanizmadır.
Peki,
bu özelleştirmede gözümüzü kapayarak -yine "fanatik"
kelimesini kullanmak istemediğimden- böyle şeylere gidersek,
neler olabiliyor? Olanları görün. İşte, birincisi,
biz, alkollü içkiyi üreten işletmeleri özelleştirdik. Sabahki
celsede -hah, Hocamız buradadır- rakamları verdi alkol
tüketiminde. Siz zannediyor musunuz ki, bu alkol tüketiminin bu
kadar artması, sadece turizm sektöründeki patlamadan? Hayır,
iç tüketim artıyor. Sadece bizim üniversitelerimize gelin
ve alkolizmle mücadele eden klinikler var bizde, oradaki insanları
görün, hem de entelektüel insanlar bir kısmı, ne hâllere
düşmüşler? Sosyal devlet böyle şeyi kabul edemez. Hele,
bizim, muhafazakâr demokrat diyoruz kendimize ve böyleyiz, buna
da inanıyoruz. Ondan sonra, biz, alkolü serbest bırakıyoruz.
Özel sektöre vermek, serbest bırakmak
Orada rekabet, orada
ilan, reklam ve orada teşvik vardır. Bugün hâlâ iktisadi devlet
teşekkülleri, KİT, vesaire, çıkardıkları
neşriyatlarla onlar teşvik ediyorlar. Ben kürsüye getirip,
bunları, size, ilanları göstermek istemiyorum veyahut da
işte uğraştık, didiştik, burada hepinizin de
hassasiyetiyle televizyonlarımızın ve arkasından
radyolarımızın, gazetelerimizin yüzde 100 yabancı
sermayeye esir olmaması için kanunun 2'nci maddesinde değişiklik
yapıldı ve ben de gazetede teşekkür ettim Hükûmete,
sevk etmedi.
Peki
ne oldu? Bir Türk tabiiyetine girme mekanizmasını kullanan
Amerika menşeli bir firma, tekrar, değiştirerek aldı
ve ondan sonra da dünya çapında, çoğunuzun çok yakinen bildiği
bir tröst alan Murdoch ve onun firmasına kaydırma. Ecel oldu
-Cenabıhakk'ın yazdığı bir şey- devredemeden
filan -Allah rahmet eylesin, hepimizin, onun günahlarını
affetsin- vefat etti. Şimdi öğreniyoruz ki, bu hissenin
de, yine, yabancılara kullandırılması için bir
başka mekanizmayla, yine, orayla ilişkili bir hanımefendiye
bu hisseler geçiyor. Yani, kapıdan giremeyen arkayı dolaşıyor,
arka kapılarda, mutfak kapılarından falan girmeye çalışıyor.
Bunu
açtım RTÜK'teki muhterem arkadaşımıza, Başkanla
konuştum, "Başkan ne oluyor? Meclis zabıtlarını
okumuyor musunuz? Gönderilen kanundaki, Hükûmetin büyük bir anlayışla
ve isabetle, bu 2'nci maddeyi çıkardığını görmüyor
musunuz? Nasıl hâkim hisse verilebilir yabancılara?"
Bunu bu kürsülerde izah etmişiz. Benim izahım şart değil.
Cumhurbaşkanlığından dönmüş. Cumhurbaşkanından
her dönen şey doğrudur demiyorum, beni öyle bir şeyde
düşünmeyin, ama, bazı doğruları da vardır.
Peki,
bu kanun hâlen böyle dururken, yüzde 25'ten fazla veremezken, Amerika
menşeli ve oranın sermayesi olan birisi, sonra bir başkasına
aldırtma, yani, eski tabirle hileişeriye, kanunun etrafından
dolaşma
Bana verdiği cevap bir bakıma tutarlı,
bir bakıma çok düşündürücü: "Hocam, ben de biliyorum,
ama, bize verilen evraklar üzerine muamele yapma, bana gelen dokümanlar
üzerine ben RTÜK Başkanı olarak yapabilirim."
Bu
örnekleri niçin verdim? Burada da bu işin özü yanlıştır.
On seneye ben de el kaldırırım, on senede
Hiç olmazsa
sonradan gelenler, gelecek dönem gelenler, gelecek dönem bakan
olanlar, bu komisyonlarda yer alanlar
Bizim önümüzde hiç olmazsa dönem
var, beş seneye ilaveten, bir beş sene, iki sene oldu,
beş sene oldu, bir beş sene daha
eklenir de, bir refleksiyon, bir düşünme payı olur.
Belki bu büyük rizikoları görürler. Nasıl teslim ediyoruz
bir ülkenin finans sistemini yabancıların eline? Bu, bu demektir.
Para, para gelsin. Para her yerde
BAŞKAN
- Efendim, konuşmanızı toparlar mısınız.
NEVZAT
YALÇINTAŞ (Devamla) - Efendim, son cümlemle Sayın Başkanım
toparladığımı zannediyorum, her şey para değil.
Her şey, birtakım insanlarımızın cebine girecek
miktarların artması değil. Bu memlekette ne aç var, ne
susuz var. Cenabıhak hepimizin rızkını veriyor,
verecektir, kalbimiz o tarafa doğru yönelik olsun. Böyle satmakla değil, yapmakla övünelim.
Satacağımız şeyler var, satıyoruz, onun müdafaasını
yapan bir arkadaşınızım. Hayır, yapmakla
Ne
yapmışız, ne devrediyoruz?
Teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederiz Sayın Yalçıntaş.
Teklifin
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci
maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ ZİRAAT BANKASI, TÜRKİYE HALK BANKASI
ANONİM
ŞİRKETİ
VE TÜRKİYE EMLAK BANKASI ANONİM ŞİRKETİ HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE
1- 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye
Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun 2'nci
maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan
"beş yıl" ibaresi "on yıl" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep
Milletvekili Sayın Abdulkadir Ateş. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA ABDULKADİR ATEŞ (Gaziantep) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; gecenin bu saatinde
hepinize saygılar sunuyorum.
Aslında
bu maddede görüş bildirmek istemiyordum, ama, ANAP Grubu
adına konuşma yapan değerli arkadaşımızın
konuşmasından sonra bazı konuların netliğe
kavuşmasını istediğim için bu konuşmaya gerek
duydum. Ama, yine konuşmama başlamadan önce, bir konuda diğer
muhalefet partisi milletvekillerimize ve muhalefet partilerine
teşekkür etmek istiyorum. Yine, biraz önce Hocamızın
yapmış olduğu konuşmadan sonra da kendisine teşekkür
etmek istiyorum.
Demek
ki bir doğru oluyor. Bu doğruları, gerek iki muhalefet
partisinin belirtmiş olduğu doğruları, gerek Sayın
Hocamızın belirtmiş olduğu doğruları, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak biz yıllardan beri söylüyoruz. Nihayet zaman
geldi, Cumhuriyet Halk Partinin bu doğruları, diğer arkadaşlarımız,
diğer siyasi partiler tarafından da hatta, AKP'nin, iktidar
partisinin herhâlde bir bölümü tarafından da destek görmeye
başladı. Bunun için ben teşekkür ediyorum arkadaşlarımıza.
KEMALETTİN
GÖKTAŞ (Trabzon) - Arada bir doğru söylüyorsunuz.
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu konu, aslında işte küçük bir teklif şeklinde bir arkadaşımızın
getirmesiyle halledilmeyecek kadar çok ciddi bir konu. Bu konu,
özelleştirmeyle ilgili olduğu gibi, Türkiye finans sisteminin
geleceğine de ilişkin bir konu.
Şimdi,
biz, hep Cumhuriyet Halk Partisi olarak özelleştirmeye ideolojik
olarak bakmadığımızı söyledik. Özelleştirmenin,
Türkiye veya ülke gerçekleriyle uyum içerisinde yapılması
lazım geldiği, yani, bir yerde pratik olması geldiği,
Türkiye ihtiyaçlarını göz önüne almamız lazım
geldiğini düşünerek bunu hep biz savunduk ve ona göre tavrımız
da özelleştirmeyle ilgili hep böyle olmuştur.
Şimdi,
buraya geldiğimizde, bu konuya geldiğimizde, yani,
sıra sayısı 1278 sayılı Teklif'e geldiğimizde
durum değişiyor. Bu, sadece Ziraat Bankasının
özelleştirilmesi veyahut da Halk Bankasının özelleştirilmesi
olayı değil. Ziraat Bankasını özelleştirirseniz
sorunların ne olacağını hepimiz biliyoruz. Gerek
tarım kesiminde çalışan insanlarımız gerekse
hayvancılık alanında çalışan vatandaşlarımızın
bir destekten yoksun kalacağını biliyoruz. Aynı
şekilde, Halk Bankasıyla ilgili de esnafımızın,
KOBİ'lerin ne duruma düşeceğini de ayrıca biliyoruz.
Şimdi, bunun ötesinde bir gelişme var Türkiye'de, ben özellikle
onu vurgulamak istiyorum.
Son
iki yıl içinde, bankacılık sektöründe bir özelleştirme
değil, bir yabancılaşma hareketi var, önemli olan nokta
bu. Şimdi, baktığınız zaman, son iki yıl içerisinde,
bizim, toplam on beş yerli sermayeli bankamız yabancılaştırılmış,
sayısı on beş! Bunun bazılarında hisse senetleri
oranları vesaireleri farklı, ama, yabancılaştırılmaya
açılan ve yabancılaştırılan, yabancının
elini soktuğu banka sayımız on beşi bulmuş.
Şimdi, eğer bu yasa geçtiği takdirde, Halk Bankasının
da hemen yabancılaştırılacağı -ki, el altından
bunlar söyleniyor, duyuyoruz, o da olduğu takdirde- bunun daha
büyük boyutlara ulaşacağını görmekteyiz.
Şimdi,
bu durumda ne oluyor Türkiye'de diye, biraz da ben açmak istiyorum.
Biliyorsunuz, Türkiye'de ne var? Piyasa yapıcısı diye
yeni bir sistem oluşturmaya çalışıyoruz. Bu piyasa
yapıcılarının içerisinde Türkiye'de on iki adet
banka var, on iki adet. Bunların bir tanesi İş Bankası,
bir tanesi Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halk Bankası
olmak üzere, dört yerli bankamız şu anda kalmış durumda.
Yani, piyasa yapıcısı dediğimiz on iki bankanın
sadece dört tanesine biz hükmedebiliyoruz. Özel-kamu ayırmıyorum
burada. Şimdi, siz, Halk Bankasını da özelleştirdiğiniz
takdirde, özellikle de yabancılaştırdığınız
takdirde, piyasa yapıcısı sisteminin içerisinde elimizde
kala kala kaç banka kalacak? Üç adet banka kalacak. Buna gönlünüz razı
oluyor mu? Piyasa yapıcılığının ne olduğunu
ben burada anlatmaya çalışmayacağım sizlere, zamanımız
da yok o konuda, ama, bunun çok tehlikeli olduğunu benden önceki
konuşmacı, Değerli Hocamız da söyledi, bir kere
de ben tekrar etmek istiyorum.
Bunun
yanında, bizim bir de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu Başkanlığımız var. Bu Başkan bir
ifadede bulundu. Ne zaman bulundu? Daha yeni, 7 Kasım 2006 tarihinde.
Ne diyor bakın: "Türkiye Bankalar Birliğinin başında
mistır bilmem kimin bulunmasını istemiyorum."
Şimdi biz bu yasayı kabul etmekle onun yolunu belli ölçüde
açıyoruz demektir.
İkinci
bir olay, değerli arkadaşlarım, Türkiye bu deneyimi
daha önce de yaşadı. Daha önce "Yabancı banka"
demiyorduk, daha önce "Galata bankerleri" diyorduk bunun
adına. Galata bankerlerinden bu ülkenin, Türkiye ekonomisinin
neler çektiğini sanıyorum benden daha iyi bilirsiniz.
Bunu
da geçiyoruz, bakıyoruz dünyadaki uygulamalara. Bizim değerli
grup temsilcimiz, sözcümüz buraya çıktığında da
belirtti: Doğu bloku ülkelerinde ve Güney Amerika ülkelerinde
bu iş had safhada istismar edilmiş büyük ülkeler tarafından.
Oranlarını vermek istemiyorum. Kimisinde yüzde 90, kimisinde
yüzde 95 oranında finans sistemi yabancıların eline
geçmiş bu ülkelerde. Ama, bakıyoruz, gelişmiş AB
ülkelerinde ise durum çok farklı. Mesela, Fransa'da ve Avusturya'da
bu yüzde 19, Danimarka'da yüzde 17, Hollanda'da yüzde 11, İspanya'da
yüzde 10, İtalya'da yüzde 8, Almanya'da yüzde 5. Üstelik, değerli
arkadaşlarım, hani Avrupa Birliği ülkeleri sermayenin
serbest dolaşmasından yanadır, ama, ne yapıyorlar
bu konuda? Avrupa Birliğinin tüm uyarılarına rağmen,
İtalya, Fransa, Almanya, bankacılık sektörüne yabancıların
girişini resmî olmasa da, gayriresmî olarak kısıtlamaktadır.
Diğer bir deyişle, örneğin İtalya, tezgâh altından,
yabancıların banka almasını engellediği gerekçesiyle
Avrupa Birliği tarafından uyarılmıştır.
Şimdi aynı şey Fransa'da söz konusudur, Almanya'da söz
konusudur. Almanya'da piyasa sisteminde banka sahipliğinde
binde 1 oranında sermayede bir değişiklik olduğunda,
Almanya Hükûmeti bu konuya ciddi olarak bakmaktadır. Ama, bizde
öyle mi? Biraz önce söylediğim gibi, on beş yerli sermayeli
banka iki sene içerisinde yabancılaştırılmış.
Yine
bakıyoruz, bu konuda, özellikle işi ifrata kaçıran kurumlardan
bir tanesi TMSF, TMSF'nin katkısı. TMSF, Sitebank, Adabank, Yapı
Kredi Bankası gibi bankaları olduğu gibi yabancı
sermayeye açmış ve onların eline teslim etmiştir,
onlara kolaylıklar sağlamıştır bunun ötesinde.
Tabiatıyla,
konulardan önemli noktalarından bir tanesi de, şimdi bakıyoruz,
neden yabancı bankaları çekmeye çalışır ülkeler
diye baktığımızda da, bir tanesi, kriz dönemlerinde,
güya, bu yabancı bankalar, kriz olan ülkeye, bulundukları
ülkeye dışarıdan kaynak transfer ederek krizi daha katlanılabilir
hâle getirmeye veya krizi önlemeye çalıştıkları
iddia edilir; ama, biz Arjantin'e baktığımızda, Arjantin'de
kriz patlak verdiğinde bunun tam tersinin olduğunu, yabancı
bankaların orada koku alarak, birkaç hafta içerisinde milyarlarca
pesoyu dövize çevirerek yurt dışına kaçırdığını
ve Arjantin'deki krizin daha da derinleşmesine neden olduklarını
biliyoruz. Bu, kanıtlanmış; bu, hesaplarda ortaya
çıkmış. Şimdi, demek ki bu doğru değil.
Yabancı
kökenli bankaların bir kötü tarafı daha var; kredi kullandırma
uygulamaları ve alışkanlıkları yerli bankalardan
çok farklı. Yabancı bankalar, daha çok o ülkedeki çok büyük
sermayeyle, yani riski az kuruluşlarla temasa geçiyor, kredi
ilişkisine girebiliyor. Bir de, eğer o ülkede, bulunduğu
ülkede yabancı yatırımlar, yabancı şirketler
varsa işlerini onlarla görüyor. Geriye ne kalıyor? KOBİ'ler
kalıyor, küçük işletmeler kalıyor. Bunlara baktığı
falan yok; çünkü, bunlar riskli alanlar, yani verdiği kredinin
dönüşümde zorluk çıkarabilecek alanlar, bunlar unutuluyor.
Şimdi, tabiatıyla da, bu bir ülke ekonomisinin gelişmesinde,
büyümesinde ve ülkedeki gelir dağılımının
daha adil hâle gelmesinde önemli bir eksiklik olarak karşımıza
çıkıyor.
Yine,
değerli arkadaşlarım, konuya baktığımızda,
birçok ülkede millî sermayenin yerli sermaye elinde kalabilmesi
için özel gayret gösteriliyor ve bunu bizim de göstermemiz lazım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun.
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Biz, yabancıya hiçbir şey verilmesin
demiyoruz. Ne öneriyoruz biz? Bakalım -Almanya'daki gibi bir
oran tespit edilsin- acaba Türkiye'deki piyasa sisteminin, piyasanın
yüzde kaçını benim ekonomim, bizim ekonomimiz tolere edebilir,
yabancı sermayeyi tolere edebilir. Bunun mutlaka bir çalışmasının
yapılması lazım ve o oranın tutturulabilmesi, muhafaza
edilebilmesi için de ciddi bir gayret gösterilmesi lazım gelir
diye düşünüyoruz.
Bu
konuda biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir araştırma
önergesi verdik. Bankacılık sistemimizdeki bu yabancılaşma
olayının Türkiye ekonomisini zedeletmeden, hangi oranlarda
veya hangi oranlara kadar yapılabilmesiyle ilgili Meclisin
bu konuya el atmasını istiyoruz. Bu konuda vermiş olduğumuz
araştırma önergesinin hepimize yararlı olacağını
ben düşünüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz hemen
bitiriyorum.
BAŞKAN
- Buyurun.
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Hükûmetimize de yol gösterecektir. Bizim finans
kurumlarındaki yerli sermayemiz için de bir katkısı
olacağını düşünüyorum.
Sayın
Başkanım, bu çalışmayı hep birlikte yapmayı
diliyorum ve AKP Grubundan ve diğer muhalefet partisi gruplarından
da bu araştırmaya destek vermelerini, bu araştırmanın
ön plana çekilmesini istiyorum. Zaman çok geçmeden "eyvah ne
yaptık" deme durumuna düşmeden, bu araştırmanın
yapılıp Türkiye gerçeklerine uygun, sermaye piyasasında
kimin, neye sahip olması lazım geldiğinin kararının
verilmesi lazım geldiğine inanıyoruz.
Şunu
da belirtmek istiyorum:
Hiç
merak etmeyin arkadaşlar, 2010 yılına kadar -bu yasa
teklifi yasalaşırsa- bu yasanın ömrü olmayacak. Bu
yasanın ömrü, sadece 2007 yılının sonuna kadar
olacak; çünkü, inşallah 2007 yılının sonunda yapılacak
seçimlerle Cumhuriyet Halk Partisi başa gelecek ve bu maddeyi
biz iptal edeceğiz.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyoruz Sayın Ateş.
Anavatan
Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın
Bakan, değerli milletvekili arkadaşlar; bu kanun teklifi
üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında,
bu kanun teklifi o kadar hassas ki, aslında, biraz sorgulandığında
hepimizin vicdanının sızladığı bir dönem,
gerek kanun teklifini sunan arkadaşın olmayışı
gerekse özelleştirmeden sorumlu Sayın Bakanın olmayışı;
ne enteresan! Yani, ne Hükûmet sahip çıkıyor ne iktidar. Bu
kanun teklifi niye geçiyor? Sayın Bakan buradaydı, kaçma
ihtiyacı duydu. Herhâlde, günah keçisi olarak da Sayın Turizm
Bakanını bıraktılar. Çünkü sorgulamaktan çok,
sargılamaktan çok işin hassasiyetini, vahametini, Sayın
Nevzat Hocam'ı da dinledikten sonra, bir hekim olarak bu ülkenin
geleceği korkusu içerisine girdim.
Biz,
Anavatan olarak özelleştirmeden yanayız; ama, işin sadece
mülkiyet satışından yana değil. Türkiye'de bankacılık
sektörünün nasıl batırıldığını Sayın
Genel Başkanım Erkan Mumcu, bütçe görüşmesinde ve basın
açıklamasında sunduğu gibi, aynı şeyin altını
biz de çizeceğiz. Bankacılık sisteminin yabancılaştırılmasını,
dünyada oluşan örneklerini eğer bu toplum göremiyorsa tecrübenin
tarifini bir derece hatırlatmam lazım. Tecrübe, hayatta
yenilen olumsuzlukların toplamı. Peki, niye başkalarının
tecrübelerinden faydalanmıyoruz? Bu kadar gelişmiş
ülkeler, Amerika da dahil olmak üzere, özel, daha doğrusu bankacılık
sektöründeki yabancılaşma oranı yüzde 10'ları
bulduğu zaman SOS işareti verirken, bizdeki bu kadar pervasızlık,
bu kadar boş vermezlik neden?
Yabancı
sektörün yarattığı iki boyut var: Katma değer ve istihdam
yaratmasına evet, müteşebbis ruhuyla gelmesine evet.
Türkiye'de
iki boyut da işlemekte: Biri, kredi kartları ve ikincisi de
kredi kartlarındaki faizin yüksekliği, ikincisi ise devlet
tahviline yatırdığı yatırımla beraber,
asıl en önemlisi, Türkiye'deki sıkıntısı sistemin
tıkanıklığına yol açabilecek stratejik önemi,
unsurlarını içermesi. Halk Bankası ve Ziraat Bankası
olarak algılamamak lazım. Çiftçinin sıkıntılarını
burada sizinle paylaşmak istemiyorum, esnafın sorunlarını
sizinle paylaşmak istemiyorum; çünkü, saatler yetmez. Ama, bir
sistem için en önemli olan stratejik unsurlardan biri bankacılık
sektörünün bu kadar yabancılaşmasına göz yumulmasını
ya da duyarsızlaşmasını anlamakta zorluk çekiyorum.
Gelin,
sağduyunun hâkim olmasını istiyorsanız bir an önce
bu kanun teklifini geri çekelim. 70 kişilik değil
70 de
yok Sayın Hocamın dediği gibi, 30-40 kişinin vereceği
evet oylarıyla bu teklif kanunlaşmasın. Eğer,
sağduyu ve bilimin, aklın, mantığın kuralları
ağır basacaksa, Genel Kurulun bir daha bu süreci iyi sorgulamasına
fırsat verin.
AKP'lilere
sesleniyoruz: Adaletiniz ve vicdanınız varsa bu teklifi
geri çekin, bir an önce. Sizin içinizden bir Hocamız, Sayın
Nevzat Yalçıntaş altını çizdi, diğer konuşmacı
arkadaşlarım da çizdi, hepsinin altına imza atarız.
Bu
yüzden, sistemin tıkanıp ve yarınlarında sıkıntı
görmemesi için
Biraz ağır konuşacağım; ama,
rejim
Rejim kaygısı dediğiniz nedir arkadaşlar?
Sadece işin sosyal yönü değil, aynı zamanda sistemin
tıkanıklığıdır. Eğer, kamu kendi anlamında
üretemiyorsa, sağlıklı kitleler ve toplum değerlerini
ve sistemin kıymetini bilecek unsurlardan yoksunsa, yapacağı
en büyük boyutlardan bir tanesi de
İşte, Irak, burnumuzun
dibinde; komşumuz, yaşanılan bunca acı ve sıkıntılar.
Üretmeyen toplumun geleceği karanlık. Hep altını
da çizdiğimiz nokta bu. Bu yüzden, bankacılık sektörü,
Türkiye'de, eğer, sistemin önemli bir ana motoru olarak algılanmıyorsa
üzülürüz bundan.
Biz,
Anavatan olarak her zaman özelleştirmeden
Ama, özelleştirmenin
ruhuna uygun bir şekilde
Müteşebbis ve rekabeti artıracak,
katma değer üretecek, istihdamı yaratacak, çok boyutlu
olarak algılamak
Yoksa, sadece mülkiyet satışı
olarak algılamayın. Bu yüzden, Türkiye'deki sistem içerisinde
küresel sermayenin, ulusal sermayenin dahi direnemediği bir
ortamda, bunlara zemin hazırlamak
Bana göre, bu sistemin yarınları
için korku ve kaygıyla bakılması gerekir diye düşünüyoruz.
Hepimizin
ortak derdi millî menfaatlerimiz. Geçmişimizde, daha doğrusu,
sizin iktidar döneminizde özelleştirmeyle övündüğünüz
en önemli parçalardan biri bankacılık sektörüne aktarılan
pay ve yaratılan sıkıntının da SOS verdiği
bu işaretleri dahi almamaktan yoksunsunuz. Ama bunun, içinizde
sağduyunun hâkim geleceğini düşünüyoruz.
Sektör
bazındaki sıkıntılar tabii ki birçok boyutuyla
yansıyacak enerji veya diğer sektördeki alanlara da. Bugün
çiftçimizin, köylümüzün iştiraklerinde veya müteşebbis
olarak yatırım yapmak isteyen -Türkiye'deki genç müteşebbisler
de dahil olmak üzere- bu süreç içerisinde finans boyutundaki sektör
sadece yapacağı tek şey var burada, pazar payı yaratmak.
Sizin üretiminizden çok, tüketmenizi sağlayacak. Yani küresel
sermayenin topyekûn Türkiye üzerindeki yaratacağı pazar
payı olarak üzerinizdeki hâkimiyeti daha da kurmak. Biz de diyoruz
ki
Bugün sağduyunun, aklın ve mantığın
ağır basması gerektiğine inanıyoruz.
Bu
kanun niye yılbaşı öncesi çıkartılma ihtiyacı
duyuldu? Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi var. Yani kanun tanımaz
ve yasa tanımaz bir anlayışınız olarak değil
de, daha çok iddia, biz bildik, biz yaparız mantığından
uzak durun. Biraz vicdanınız, biraz yüreğiniz, biraz
da beyniniz, lütfen, bu işe ne kadar evet diyor? Yani grup başkan
vekillerinin sadece eveti mi? Hükûmetin arkasında olmadığı
bir kanun teklifi ve kamuoyunun da aydınlatılmadığı
bir dönemde önemsizmiş gibi görünen bir süreç.
Aslında,
tabii ki sanatçılarımızla ilgili de kanun teklifinin
çıkması gerektiğine inanıyoruz Anavatan olarak.
Elimizden geldiği kadar sadece kamuoyunu aydınlatmayı
görevimiz olarak algılıyoruz ama, o kanun teklifinin
çıkması için bu kanun teklifi geri çekilir ve o da öyle
çıkmış olur.
Sağduyunun
hâkim olması gerektiğine inanıyorum. Bu seslere lütfen
kulak verin. İçinizin elvermediğini, vicdanınızın
rahat olmadığını çok iyi biliyoruz. Yine de, burada
kendi içinizde hemfikir bile olmadığınız ve
sağduyunun hâkim olacağına inancım tam.
Biraz
çiftçimizin, biraz köylümüzün banka sektörlerindeki faiz oranlarına
değinmeyeceğim. Geçmişinde enflasyonun altında,
daha çok reel faizin yüzde 50'si
Her zaman müteşebbis teşvik
edilirken -esnafıyla, çiftçisiyle- bu ülkede dünya sektöründe
rekabet koşulları yaratırken, böyle bir ortamda,
bırakın, bireysel anlamda mağduriyetleri içimize
bir derece sindireceğiz; ama, gelin görün ki, finans sektörü tamamıyla
teslimiyetin en önemli parçalarından biri.
Hep
söyledik, IMF'ye söz verdiniz ve yerine getirmek için gereğini
yapıyorsunuz. Bu kadar
IMF'den zaman zaman gelip burada tafra
atarken
Biz anti IMF'ci olarak sorgularken
Gelin, duruş gösterin,
biz de sizin samimi olup olmadığınıza inanalım.
IMF'nin her dayattığı sürece, lütfen, evet demeyin. Kamu
vicdanının
2006 yılı sonunda ülkenin temeline dinamit koymayın.
Bu ülkede, kurumsal anlamda sağlıklı ve millî menfaatleri
de göz önünde bulundurduğumuzda, bu kanun teklifini
Sizden
tek ricamız var; çünkü, Meclisin iradesini, tamamıyla,
siz, ipotek altına alır kadar belirleyicisiniz. Grubunuzun
istemediği en ufak bir kanun teklifi görüşülmüyor. Bunun
da günahı sizin olacaktır AK Partililer. Bunun hesabını,
tabii ki, biz Anavatan olarak soracağız.
Yeri,
zamanı, koşulları geldiğinde özelleştirmenin
önü açılsın, hemfikiriz. Ama, mülkiyet satışı
Sadece müflis bir esnaf gibi varını yoğunu satmak anlamı
çıkmaz. Birçok kurumu sattınız ne oldu? Borç alabildiğine
yine yükseldi. Biraz. mirasyedi gibi davranıyorsunuz. Bu ülkenin
süreç içerisindeki birikimlerini bir anda satmayın.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - 2000 yılında bunları
Anavatan aldı.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Anavatan her zaman özelleştirmenin yanında.
Özal dönemindeki yaratılan katma değeri unutmayın.
Hepiniz biraz hafızalarınızı, biraz
MUSA
UZUNKAYA (Samsun) - Bu da 2000 yılındaki kararlar.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) -
süreçle ilgili olarak söylüyoruz. Diyoruz ki:
Bu ülkede millî menfaatleri koruyacak, ulusal duruşumuzu gösterecek
güçlerden yoksun kalmayalım.
Bu
doğrultuda kavgalar güçlerle olur. Uluslararası alanda
onurlu duruşun için, senin gerek finans sektörün gerek ekonominin
diğer alanları ve özellikle de, tabii ki, sosyal bir devletin
anlayışı gereği, birçok boyutuyla dik durmayı
gerektirir. Ama, görüyorum ki, bu konudaki ısrarınız
hâlâ devam ediyor.
Kendinizi
neyle avutuyorsunuz, anlamıyorum. Herhâlde sığındığınız
tek bir şey var; sadece bilgisizliğe sığınıyorsunuz
ve verilen her şeyin doğru olduğuna inanıyorsunuz.
Grubum böyle yaptıysa, buna evet demek bana düşer gibi bir
mantık var.
Her
şeye düz mantıkla bakılmaz, konjonktürel düşünmek
zorundasınız. Türkiye'deki ekonomik sürecin ve sistemin
ilerleyebilmesi için finans boyutunu göz ardı etmeyin. Burada
saatlerce sayabileceğimiz, sistemin bir sürü tıkanıklığına
rağmen, ana motor sayabileceğimiz bir finans sektörünü
göz ardı etmeyin. Yabancılaştırmayın
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Beş yıldan on yıla
çıkarıyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - "Beş yıldan on yıla çıkıyor
"
Çok masum bir şey değil arkadaşlar, çok masum değil.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Karar almışsınız.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Şahıslar adına gelin söz alın, burada,
beş yılla on yıl arasındaki farkın ne olduğuna
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Buyurun.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
biz
de inanalım.
Beş
yılla on yıl
Sizin için bu rakamlar çok mu anlam ifade etmiyor?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Beş yılı siz almışsınız,
on yıla biz çıkarıyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Yani, arkadaşlar, bakın, konjonktürel,
konjonktürel
Bugünkü koşullarda yüzde 10'un üzerinde, büyük
bankaların bile
İsim vermem ne kadar bilemiyorum,
İş Bankası, Akbank
Akbank dahi dayanamazken banka sektöründe,
yüzde 20'sini, biliyorsunuz, Citibanka verdi. Bu kadar direniş
gücü gösteren büyük bankalar dahi direnemezken, biz, alıp
"buyurun, havuduyla yiyin" demek... Yani, beş yılla,
on yılla mı avutacaksınız kendinizi? O zaman Nevzat
Hocam'dan ders alın lütfen ve sizi aydınlatsın. Biz ikna
edemiyorsak, içinizdeki bir arkadaşınız ikna etsin.
Ama, anlama gibi derdiniz yok.
Tekrar
altını çiziyoruz: Özelleştirmeye Anavatan olarak her
zaman "evet" dedik. Ama, bugünkü koşullarda, daha önceki
kamu bankalarının
Kim alacak bu bankayı, haydi söyler
misiniz lütfen? Gelin
Kim alacak? Hangi, Türkiye'deki, özel sektör
veya millî burjuva dediğimiz hangi sektör gelip alacak bu bankaları?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Almayacaksa mesele yok.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Almayacak işte, yabancılar alacak. Senin
için dert değil, senin için kaygı değil. Yani, ülkenin
tüm değerlerini
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Efendim, son cümlelerinizi rica edeyim. Ek sürenizi verdim.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Aslında,
tabii, bu kanunun çok önemli olduğunun tekrar tekrar çizmek istiyoruz
altını. Bu sürece kaygı duymayan AK Partilileri kamuoyuna
şikâyet ediyorum ve içindeki sağduyuyu da göz ardı ederek.
İçimizdeki sağduyunun sesine kulak verdik ve bu konuda da
geri çekin dedik. Beş yıl, on yıl meselesi değil; yeri
gelir, Türkiye'deki koşullar müsait olduğunda, Ziraat
Bankası da, Halk Bankası da -bu konuda gereken altyapısı
hazırlandıktan sonra- özelleştirilir. Ama, bundan önceki,
özel sektörün yabancılaşması sonucundaki tehlikeyi
sizlerle paylaşmak istiyoruz, ama, kulak tıkamaya niyetiniz
devam ediyor, anlaşıldı. Tabii ki bunu kamuoyu unutmayacak.
Türkiye'nin eğer
Bunun sıkıntıları sonra yansıyacaktır,
istihdamdaki, işsizlikteki
İşte, dünkü, TÜİK'teki
açıklamaları gördük. Türkiye'deki açlık sınırının
neyle ölçüldüğünü, asgari ücretin ne olduğunu, yani, nasıl,
nereye gittiğimizi lütfen iyi hatırlayın, beyninize
kazıyın diyoruz.
Bu
kanunun şu boyutları içerisinde hayırlı olmadığını
düşünüyoruz. Bir an önce, bizim tek ricamız AK Parti Grubundan,
ak olmanız için, altını da çiziyorum, bu kanun teklifini
geri çekersiniz ve bizler de sizlere minnettarlık duyarız.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Güler.
Sayın
Kandoğan, söz isteğiniz var mı?
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Evet efendim.
BAŞKAN
- Buyurun.
ÜMMET
KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlıyorum. Sayın Hocam Nevzat Yalçıntaş'a
da şükranlarımı sunuyorum, çok güzel, anlamlı bir
konuşma yaptılar. Hem Meclisin nasıl çalışması
gerektiği şeklinde hem de bu kanunla ilgili çok veciz konuşmalarından
dolayı kendilerine teşekkür ediyorum. Benzeri bir konuşmayı
Bu, televizyonların satışıyla ilgili olarak, yine
bu Mecliste, bilge kişiliğiyle çok güzel bir konuşması
olmuştu. O bakımdan, o konuşmasından dolayı
da kendilerini tebrik etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, dünyanın yaşadığı bir gerçek
bu özelleştirme. Dünyanın bütün ülkelerinde uygulanan ve
özellikle, yıllarca Doğu bloku ülkelerinde şiddetle
karşı çıkılan; ancak, onların da demokratikleşmesinden
sonra, onların da ilk başvurdukları, müracaat ettikleri
bir uygulama.
Biz,
Doğru Yol Partisi olarak özelleştirmenin yanındayız,
karşısında değiliz. Bunu çok açık ve net bir
şekilde ifade etmek istiyorum. Ancak, özelleştirmelerle
ilgili olarak bugün iktidar sıralarında oturup, bakanlık
koltuklarında oturanlar, Türk Telekom'un özelleştirilmesinde
Anayasa Mahkemesine yapılan müracaatta -Anayasa Mahkemesinin
kararına herhangi bir söz söylemiyorum, o günkü Anayasaya uygun
olmayabilir ama- itiraz gerekçesinde, Türkiye'nin bağımsızlığının
tehlikeye düşürüldüğünü söyleyen, bugünkü iktidar mensubu
bakanlar ve grup başkan vekilleri var. Siz özelleştirmeye o
gün o şekilde karşı çıkacaksınız bugün...
Özelleştirmelere bizim itirazımız yok; ancak, yapılan
özelleştirmelerin şaibeli olmasına itirazımız
var ve endişe ediyoruz yapılan özelleştirmelerden.
Ben,
geçen gün, Sayın Bakanıma, Sayın Maliye Bakanıma
buradan sordum. TÜPRAŞ'ın yüzde 14,76'sının satışını
mahkeme iptal etti, iptal etti bu satışı, ama şimdi
o kararı uygulayamıyoruz değerli milletvekilleri,
o kararı uygulayamıyoruz.
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Niye uygulamıyoruz?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Niye uygulamıyoruz Sayın Milletvekilim,
söyleyeyim sana.
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Neyi söyleyeceksiniz?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Ama sordun.
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Hayret bir şey ya!
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Sordun, "Niye uygulamıyoruz?"
diye sordun, ben de sana söyleyeyim.
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Uygulanacak.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Çünkü, bu 14,76'sını, siz, bir günde,
bakınız, bir günde, müracaat, onay, satış kararını
verdiniz. İhale yapmadınız, ihaleye çıkarmadınız,
sattınız, Ofer'e sattınız.
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Nereden biliyorsunuz?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Ben biliyorum, işte, bütün millet biliyor.
Senin bilmemen... Çok garipsedim Sayın Milletvekili, yani, siz
bunu nasıl bilmezsiniz, merak ediyorum. Şimdi isminizi de
vermeyeyim de millet duymasın Sayın Milletvekilim. Yani,
enteresan.
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Bir de emeği temsil ediyor; bir de emeği temsil
ediyor!
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, 14,76'sını 15,4 YTL'den
sattınız, 15,4 YTL'den sattınız. Şimdi ne kadar?
25 YTL.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Ondan önce ne kadardı?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Geliyorum.
25
YTL. 2 YTL de kâr payı dağıttı bu şirket, TÜPRAŞ,
27 YTL. Kaça sattınız? 15;27'ye kadar ne var? 12; yüzde 80. Yüzde
80, bunu alanlar, şimdi kâr etti bir yılda, ama mahkeme de bu
satışı iptal etti.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Ondan önce TÜPRAŞ ne kadardı?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi geriye alamıyorsunuz.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Ümmet Bey, ondan önce ne kadardı TÜPRAŞ?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Ondan önce de, söyleyeyim.
Şimdi,
bakınız, TÜPRAŞ'ın yüzde 65,76'sını siz sattınız,
1 milyar 300 milyon dolara sattınız. Siz... Ertesi gün ben
itiraz ettim, "olmaz" dedim, basın toplantısı
yaptım. Maliye Bakanı bana cevap verdi, dedi ki: "TÜPRAŞ'ı
bu sattığımız fiyat, 1 milyar 304 milyon dolar çok
iyi fiyat."
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Piyasa böyle kardeşim.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Piyasası olur mu? Rekabet ortamı
sağlanmadı orada. Bizim itirazımız buna.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Olur mu öyle şey?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - İki firma girdi, birinde kaldı. Rekabet
ortamı sağlanmadı.
Ne
oldu? İptal edildikten sonra yeniden ihale yapıldı, 4
milyar 140 milyon dolar
2 milyar 800 milyon dolar fazlaya gitti, hem
de yüzde 14,76 eksiğiyle. O zaman yüzde 65,76'sıydı, daha
sonraki satış yüzde 51. Bizim itirazımız buna, bizim
endişemiz bu. Yapılan satışlar
Telekom
Geçen gün de söyledim. Kurumlar vergisini yüzde 30'dan yüzde 20'ye önce
indirseydiniz
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASIM
AYKAN (Trabzon) - O hesabı iyi yapacaksınız.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - İşportacı gibi sattılar.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Yüzde 15, onu görünce 4 milyara gitti ama. Onu iyi hesap
edin.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Onunla bir ilgisi yok.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Ona iyi dikkat edin arkadaşlar, yanlış
yapıyorsunuz.
BAŞKAN
- Buyurun.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri
Şimdi,
bakınız Asım Aykan Bey, ne kadar bu konulara ilgisiz olduğunuz
o konuşmayla anlaşılıyor. Bir kere, 14,76'sı
daha sonra satıldı. Onu dahi bilmiyorsunuz.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - İkinci ihaleden sonra satıldı.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Hayır efendim
İşte, onu
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Tabii
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, 4 milyar 140 milyon dolar, daha önce
satıldı.
HASAN
ÖREN (Manisa) - Ümmet, öğretmen misin sen?
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Yani, efendim, bilmiyorsun, konuşuyorsun
Sayın Aykan. Evet
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Bu Parlamentoda sadece sen biliyorsun, başka
kimse bilmiyor!
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Söylüyorum işte, yanlış biliyorsun.
Yanlış biliyorsun, oradan da itiraz ediyorsun.
Değerli
milletvekilleri
Değerli milletvekilleri
HÜSEYİN
TANRIVERDİ (Manisa) - Sen bilerek konuş.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Ben bilerek konuşuyorum. Bakınız,
ben burada hangi rakamı söylemişsem altına imzamı
atıyorum.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Dersine iyi çalış.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - 400 tane konuşma orada Sayın Aykan,
girersin, incelersin. Varsa bir itirazın, benim söylediğim
konuşmalara, yaptığım konuşmalara, rakamlara
itirazın varsa gelirsin.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Dersine iyi çalış.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, değerli milletvekilleri,
bakınız, niye bankalarımız yabancıların
ilgisini çekiyor? Burada kredi kartlarını da konuştuk.
O zaman çıktım ben, dedim ki
Kredi kartlarıyla ilgili
faiz oranlarını belirleme yetkisini Merkez Bankasına
verdik. Ben itiraz ettim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Kandoğan, rica ediyorum son cümleleriniz için.
ÜMMET
KANDOĞAN (Devamla) - Son cümlelerim, tamam.
Kredi
kartı faizleriyle ilgili faizleri belirleme yetkisini Merkez
Bankasına verdik. 545 milletvekilinden bir tek ben itiraz ettim.
Bu yanlıştır, Merkez Bankası, bankaların baskısı
altında kalır, faiz oranlarını yüksek belirler dedim.
İtiraz ettiniz. Şimdi, Merkez Bankası, biliyorsunuz,
belirli araklıklarla bu yetkiyi kullanıyor, yeni kullandığı
5,63. Şimdi, 5,63. Siz, "Türkiye'de enflasyon yüzde 10" diyorsunuz.
Kredi kartı faizlerinin akdi faiz oranları 5,73, aylık
faiz, gecikme faizi 6,15. Tatlı kârlar var. Bu paralar, çok cazip
geliyor yabancı bankalar için.
O
nedenle, geliniz, özelleştirmeye evet; ancak 70 milyon insanın
ihtiyacı olan ve memleketimiz için çok hayati önemi haiz olan
özelleştirmelerde, hep beraber, daha dikkatli olalım diyor,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan
Konuşmalar
tamamlanmıştır.
Soru-cevap
faslına geçiyorum.
Sayın
İncekara, buyurun efendim.
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Çok teşekkür ediyorum.
Efendim,
ben hem konuşmacıların bütün görüşlerine, tabii
ki, saygı duyarak katılmak istiyorum. Lakin, Sayın Bakanımdan
cevap istiyorum ki, kanun görüşmesi, sanki AK Partinin bir teklifi
var ve AK Parti, özelleştirmekle ilgili, bu iki bankanın
özelleştirmesiyle ilgili bir refleks göstermiş ve bunun
karşısında sosyal demokrat tabanın temsilcileriyle,
ANAP Grubunun temsilcileri bir refleks göstermektedir. Bu kanun teklifinin
altında, beş yıl önce hangi partilerin imzası vardır?
Ben,
bildiğim kadarıyla bu imza sahiplerinden birisi
ANAP'tır, birisi sosyal demokrat tabanın temsilcisi
DSP'dir. Diğeri de
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Kim? CHP var mı?
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Efendim, CHP olmayabilir, ama hepimiz
biliyoruz ki, zaten DSP'nin tabanı da, bugünkü CHP'nin tabanı
idi.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Yok
Yok
HASAN
ÖREN (Manisa) - Saadet Partisinin tabanı gibi, değil mi?
BERHAN
ŞİMŞEK (İstanbul) - Millî Nizam Partisinin tabanı
gibi.
BAŞKAN
- Efendim, siz sorunuzu sorun efendim.
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Evet, ben devam edeyim.
ve
hepimizin bildiği gibi, millî söylemlerini her yerde duyduğumuz
MHP'nin imzası vardır. Ben, kayıtlara geçmesi ve tekrar
duyulması açısından, bu, aslında bizim sadece devamı
için bir karar vereceğimiz kanunun altında hangi partilerin
imzası olduğunu Sayın Bakanımdan istiyorum.
Bu
arada, ANAP Grubundan Hüseyin Bey "AK Partinin duruşuna ve
ak söyleme yakışır bir tavır sergileyin." dedi.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, böyle bir usul
var mı, soru sorarken muhalefet partisinin konuşmasına
cevap vermek?
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Bu, bir kara leke midir ve Anavatan
Partisi, miras aldıklarını kendine bir kara kambur
olarak mı görmektedir?
Teşekkür
ediyorum.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Çıkıp kürsüde konuşsun.
HASAN
ÖREN (Manisa) - Sayın Başkan, bu konuşmayı kürsüde
yapsa olmaz mı?
BAŞKAN
- Ben anlayamıyorum sizin, tabii, müdahalenizden. Ben bir defa
soruyu anlayayım da sizin itirazınız doğru mu yanlış
mı bir göreyim. Doğrusu ben anlayamıyorum.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Sormuyor ki, nereden anlayacaksınız?
HASAN
ÖREN (Manisa) - Soru sormuyor ki, nasıl anlayacaksın?
BAŞKAN
- Sayın İncekara, açık ve net rica ediyorum sorunuzu.
Bitti mi?
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - Efendim sordum.
Birincisi,
bu kanun teklifinin altında hangi parti gruplarının
imzası vardır?
BAŞKAN
- Hangi bakanların imzası var?
İkincisi?
HALİDE
İNCEKARA (İstanbul) - İkincisi, tekrar sorumu Sayın
Bakanıma soruyorum, çünkü, konuşmalarda "AK Partinin
akına yakışmaz, bu kara lekeye bulaşmayın."
gibi bir ifade kullandı. Bu leke bizimle başlamış
mıdır, yoksa, bizden önce o grupların imzası
mı vardır bu karanın altında?
Teşekkür
ediyorum.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Şimdi cevap vereceğiz.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Şimdi cevabını alacaksın.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim, sağ olun.
Sayın
Torun
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım;
4603 sayılı Kanun'u getirdim, önümde. Bu Kanunun yayım
tarihi 15/11/2000. Kanunun 1'inci maddesi aynen şöyle: "Bu
kanunun amacı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye
Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası
Anonim Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın
ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını
ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak
şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse
satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin
tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek
ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir."
diyor. Kanunun 2'nci maddesinin son cümlesi de şöyle:
BAŞKAN
- Efendim, siz sorunuzu sorun, yani, kanunu okumayın bize.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) - Son cümlesi şöyle: "Bu süre
beş yıl içinde tamamlanır." diyor. "Bakanlar Kurulu
bu süreyi bir defaya mahsus olmak üzere yarısı kadar uzatabilir"
diyor.
O
dönemde bu kanunun çıkarılmasına vesile olan hükûmetin
içerisinde kimler vardı? Bu sorunun cevabını arz ediyorum,
istiyorum efendim.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Biz cevap verelim size. Sizin Hükûmete
sormanıza gerek yok. Kürsüdeyken sorsaydınız cevap verirdik.
BAŞKAN
- Sayın Güler, buyurun.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, sizin aracılığınızla
Önce
Sayın Bakan hoş geldi diyelim. Önce, inşallah bizi aydınlatır
bu kanun teklifi...
Birinci
sorum: Dünyadaki gelişmiş ülkeler diyebileceğimiz,
Amerika, Fransa, Almanya gibi ülkelerde banka sektöründeki yüzde
oranını bizimle paylaşır mı?
İkincisi:
Fransa'da bir bankanın yabancıların eline geçmesindeki
gösterdiği reaksiyonu nasıl değerlendiriyor?
Üçüncüsü:
Bu kanun içinize siniyor mu, sinmiyor mu? Aydınlatırsanız
sevinirim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum.
Sayın
İncekara "Bu kanunun çıkarılması sırasında
hangi partiler bu kanunun altına imza attı?" diye sordu.
Kanun 2000 yılında çıkarıldı, ama, hangi partiler
vardı, onu, müsaade ederse, Sayın İncekara'ya yazılı
olarak bildirmek istiyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Torun'a da yazılı
olarak bildireyim.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Sayın
Güler'e?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Son soru olarak
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Ona da yazılı
HASAN
ÖREN (Manisa) - Ayıp olmasın.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Diğerlerini yazılı
olarak bildireceğim, ama "İçine siniyor mu, sinmiyor
mu?" diye bir soru sordu.
Şimdi,
tabii, ANAP Grubundan birisinin bunu bize sormaması lazım.
Yani, bu, büyük bir talihsizlik. Sayın rahmetli Turgut Özal zamanında
başladı bu özelleştirme ve özelleştirmenin ruhu o
zaman konuldu. Yani, bu "İçine siniyor mu sinmiyor mu?"
lafı doğrusu çok yanlış bir soru. İçimize çok
iyi siniyor ve Türkiye'nin geleceği için, Türkiye'nin güveni
için, Türkiye'nin istikrarı için işte bu kanunların bir
an önce çıkarılması lazım. "Demirperde gerisi"
dediğimiz o eski ülkelerde bile bu özelleştirmeler yapıldı,
bitirildi.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Beş yıldır neredeydiniz Sayın Bakan,
zihniyet buysa madem?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Devam ediyoruz. O zamanki
yapılanları bir görün, bir de son zamandaki yapılan
Yirmi seneye yakın zamanda 8 milyar dolar özelleştirme yapılmış,
dört senede 18 milyar dolar özelleştirme yapılmış.
HASAN
ÖREN (Manisa) - Babalar gibi satarsanız 16 milyar dolar da yapar!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Evet, evet.
HASAN
ÖREN (Manisa) - Ama, değerinde satmıyorsun hiçbir şeyi.
Değerinde satmıyorsun
BAŞKAN
- Sayın Ören
Teşekkür
ederiz Sayın Bakan. Maksat hasıl olmuştur.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Herkesin gözü önünde satış
yapıyoruz biz. Bir kere, bir tane Allah'ın kulu da çıkıp,
ben bu ihaleye girdim, hakkım yendi diyen bir kişi yoktur.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
HASAN
ÖREN (Manisa) - İhaleye sokmuyorsunuz insanları.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bir kişi yoktur.
BAŞKAN
- Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
HASAN
ÖREN (Manisa) - Pamuklu Mensucata git, Manisa'ya; mahkeme kararı
ne? 48 trilyon. 3 trilyona sattınız. Hangi ihale
Size yazık
ÖMER
ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Karar yeter sayısı istiyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN
- 1inci maddeyi oylarınıza sunuyorum ve karar yeter sayısı
arayacağım: Maddeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar
yeter sayısı bulunamamıştır.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
20.53
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.02
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
45'inci Birleşimi'nin Beşinci Oturumu'nu açıyorum.
1278
sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Teklifin
1'inci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi,
1'inci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısı arayacağım.
1'inci
maddeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı
bulunamamıştır.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
21.03
ALTINCI OTURUM
Açılma
Saati: 21.11
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
45'inci Birleşimi'nin Altıncı Oturumu'nu açıyorum.
1278
sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Teklifin
1'inci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi,
1'inci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısı arayacağım.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Sayın
milletvekilleri, kâtip üyeler arasında ihtilaf olduğundan
elektronik cihazla oylama yapacağım.
Oylama
için üç dakikalık süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen arkadaşlarımızın personelden yardım
istemelerini rica ediyorum ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, bu oylamada da karar yeter sayısı
bulunamadığından, alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini sırasıyla görüşmek için, 28
Aralık 2006 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum, size iyi geceler diliyorum.
Kapanma Saati:
21.16