DÖNEM: 22 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT: 144
48’inci
Birleşim
10 Ocak 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
1.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, Afyonkarahisar
çevre yolu ödeneğinin artırılarak inşaatın
bir an önce tamamlanmasının bölgedeki trafik kazalarının
azaltılmasındaki önemine; ilde, kara yolları bölge
müdürlüğü kurulmasının yararlarına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak'ın cevabı
2.-
Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, özellikle Irak'ın
kuzeyinde yaşanan son siyasi gelişmeler ve Türkiye'nin bu
konuda izleyeceği tutuma ilişkin gündem dışı
konuşması
3.-
Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun, Türkiye ile Suriye
arasında yaşanan gelişmeler ve iş birliğine
ilişkin gündem dışı konuşması
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
İspanya Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı
ve beraberindeki parlamento heyetinin ülkemizi ziyaretinin
TBMM Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1182)
2.-
Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız
Özak'ın Hindistan'a yaptığı resmî ziyarete katılacak
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1183)
3.-
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Letonya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1184)
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212)
(S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına
Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:
1147)
4.-
Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278)
5.-
15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1268) (S. Sayısı: 1276)
VI. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Dünya Bankası kredili
veya hibeli projelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/18149)
*Ek
cevap
2.-
Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, idari kadrolara yapılan
atamalara,
Statülerine
göre personel sayısına,
İlişkin
soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/19237, 19238)
3.-
İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, TMSF'nin el koyduğu
Egebank'a borçlu bir şirketin yönetim kurulu üyesine ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/19240)
4.-
Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, çiftçilerin Tarım
Kredi Kooperatiflerine olan borçlarına,
-
Bursa Milletvekili Mehmet KÜÇÜKAŞIK'ın, süt üreticilerine
yönelik desteklemeye,
-
Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, idari kadrolara yapılan
atamalara,
Statülerine
göre personel sayısına,
-
İzmir Milletvekili Ali Rıza BODUR'un, zeytin dikim yardımına
ve zeytin sahalarına,
-
Sinop Milletvekili Engin ALTAY'ın, ecrimisil usulle tarım
yapan çiftçilere,
İlişkin
soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
EKER'in cevabı (7/19341, 19342, 19343, 19344, 19345, 19346)
5.-
İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, TMSF'nin halkla
ilişkiler faaliyetlerini yürüten firmaya ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı
(7/19641)
6.-
Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN'ın, doğrudan gelir desteği
ve narenciye ihracatı desteği ödemelerine ilişkin
sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
EKER'in cevabı (7/19643)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.
Konya
Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in vefatı nedeniyle bir dakikalık
saygı duruşunda bulunuldu.
Oturum
Başkanı ve TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdil, Konya Milletvekili
Nezir Büyükcengiz ve eski bakanlardan Mustafa Rüştü Taşar'ın
vefatları nedeniyle merhumlara Allah'tan rahmet ve yakınlarına
da başsağlığı dileyen bir konuşma yaptı.
Erzurum
Milletvekili Mustafa Ilıcalı'nın, özellikle bayram tatillerinde
meydana gelen trafik kazalarının önlenmesi ve uygulanan
yanlış ulaşım politikalarının düzeltilmesi
için alınması gereken tedbirlere,
Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in,
trafik kazası sonucu vefatı nedeniyle, trafik güvenliğinin
önemine,
İlişkin
gündem dışı konuşmalarına Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi.
Bursa
Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu, Enerji Haftası münasebetiyle
enerjiyi, israf etmeden, verimli ve akıllıca kullanmanın
önemine ve bu konuda yapılması gerekenlere ilişkin
gündem dışı bir konuşma yaptı.
Konya
Milletvekili Ahmet Işık, Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in,
İl Sekreteri Ali Alp'in ve eski bakanlardan Mustafa Rüştü
Taşar'ın, geçirdikleri trafik kazaları sonucunda hayatlarını
kaybetmeleri nedeniyle, hissiyatını ifade eden bir
açıklamada bulundu.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı
Fatma Ekenoğlu ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaretinin
TBMM Başkanlık Divanınca uygun bulunduğuna
ilişkin Başkanlık tezkeresi,
Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 32 milletvekilinin, yatılı
ilköğretim okullarındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/412),
Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis araştırma önergesinin
gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Sağlık
Bakanı Recep Akdağ'ın Bahreyn'e yaptığı
resmî ziyarete Ankara Milletvekili Remziye Öztoprak'ın da
iştirak etmesinin uygun görüldüğüne,
Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un Hollanda ve İsveç'e yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine,
İlişkin
Başbakanlık tezkerelerinin;
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 22'nci sırasında
yer alan 1041 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
bu kısmın 6'ncı sırasına alınmasına
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun 10/1/2007 tarihli birleşiminde
sözlü soruların görüşülmemesine, 9/1/2007 Salı günkü
birleşimde çalışma süresinin, gündemin "Genel Görüşme
ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmında yer alan (8/28) ve (8/33) esas numaralı genel görüşme
önergelerinin öngörüşmelerinin tamamlanmasına kadar
uzatılmasına, 10/1/2007 Çarşamba ve 11/1/2007 Perşembe
günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisinin, yapılan
görüşmelerden sonra;
Kabul
edildikleri açıklandı.
Gündemin
"Sözlü Sorular" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan (6/920) esas numaralı soruya, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali
Şahin,
10'uncu
sırasında bulunan
(6/1009),
14'üncü " " (6/1073),
39'uncu " " (6/1171),
43'üncü " " (6/1183),
69'uncu " " (6/1261),
80'inci " " (6/1299),
179'uncu " " (6/1544),
218'inci " " (6/1602),
239'uncu " " (6/1632),
1088'inci " " (6/2487),
1091'inci " " (6/2490),
1095'inci " " (6/2494),
Esas
numaralı sorulara, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe,
Cevap
verdi; (6/920), (6/1183), (6/1261), (6/1299), (6/1544), (6/1602), (6/1632),
(6/2487), (6/2490), (6/2494) esas numaralı soru sahipleri cevaba
karşı görüşlerini açıkladılar.
2'nci
sırasında bulunan (6/938),
3'üncü " " (6/949),
4'üncü " " (6/950),
5'inci " " (6/959),
6'ncı
" " (6/971),
7'nci
" " (6/973),
8'inci " " (6/993),
9'uncu " " (6/997),
Esas
numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
ertelendi.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol, İstanbul Milletvekili Ali Topuz
ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Batı Trakya Türk azınlığının
içinde bulunduğu durum (8/28),
İstanbul
Milletvekili İnci Özdemir ve 32 milletvekilinin, Batı
Trakya'daki Türk azınlığın sorunları ile AB
Uyum Komisyonu Heyetinin bölgedeki temas ve incelemeleri (8/33),
Konusunda
Anayasa'nın 98 inci, İç Tüzük'ün 102 ve 103'üncü maddeleri
uyarınca genel görüşme açılmasına ilişkin
önergelerinin, birlikte yapılan öngörüşmelerinden sonra,
kabul edilmediği açıklandı.
10
Ocak 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.47'de son verildi.
Nevzat
Pakdil
Başkan
Vekili
Ahmet Küçük Harun
Tüfekci
Çanakkale
Konya
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
No.: 61
II. - GELEN
KÂĞITLAR
10 Ocak 2007
Çarşamba
Tezkere
1.-
Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1181) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.1.2007)
Raporlar
1.-
Çanakkale Milletvekili İbrahim Köşdere'nin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/798) (S. Sayısı: 1279) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
2.-
İzmir Milletvekili Bülent Baratalı'nın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/991) (S. Sayısı: 1280) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
3.-
İzmir Milletvekili Enver Öktem'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/992) (S. Sayısı: 1281) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
4-
Kocaeli Milletvekili Salih Gün'ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/993) (S. Sayısı: 1282) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
5.-
Eskişehir Milletvekili Mehmet Ali Arıkan'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1003) (S. Sayısı: 1283) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
6.-
Kırıkkale Milletvekili Halil Tiryaki'nin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1016) (S. Sayısı: 1284) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
7.-
Samsun Milletvekili Haluk Koç'un Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1023) (S. Sayısı: 1285) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
8.-
Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1024) (S. Sayısı: 1286) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
9.-
Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1025) (S. Sayısı: 1287) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
10.-
İzmir Milletvekili Enver Öktem'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1026) (S. Sayısı: 1288) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
11.-
Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1027) (S. Sayısı: 1289) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
12.-
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1055) (S. Sayısı: 1290) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
13.-
Şırnak Milletvekili Mehmet Tatar'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1056) (S. Sayısı: 1291) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
14.-
Hatay Milletvekili İsmail Soylu'nun Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1057) (S. Sayısı: 1292) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
15.-
Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1061) (S. Sayısı: 1293) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
16.-
İzmir Milletvekili Enver Öktem'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1097) (S. Sayısı: 1294) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
17.-
Konya Milletvekili Halil Ürün'ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1098) (S. Sayısı: 1295) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
18.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1099) (S. Sayısı: 1296 ) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
19.-
İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1100) (S. Sayısı: 1297) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
20.-
Sinop Milletvekili Cahit Can'ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1101) (S. Sayısı: 1298) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
21.-
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1102) (S. Sayısı:
1299) (Dağıtma tarihi: 10.1.2007) (GÜNDEME)
22.-
Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan Balandı'nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1103) (S. Sayısı:1300)
(Dağıtma tarihi: 10.1.2007) (GÜNDEME)
23.-
Kırklareli Milletvekili Yavuz Altınorak'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1106) (S. Sayısı:
1301 ) (Dağıtma tarihi: 10.1.2007) (GÜNDEME)
24.-
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1113) (S. Sayısı:
1302 ) (Dağıtma tarihi: 10.1.2007) (GÜNDEME)
25.-
İzmir Milletvekili Enver Öktem'in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/1131) (S. Sayısı: 1303 ) (Dağıtma tarihi:
10.1.2007) (GÜNDEME)
26.-
Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1110) (S. Sayısı:
1304 ) (Dağıtma tarihi: 10.1.2007) (GÜNDEME)
Yazılı
Soru Önergeleri
1.-
Malatya Milletvekili Muharrem KILIÇ'ın, İtalya'ya gerçekleştirilen
bir ziyarete ve yurt dışı seyahatlerine ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı
soru önergesi (7/19738) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.12.2006)
2.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Başbakanlık
Özel Kalem Müdürlüğünün harcamalarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/19739) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20/12/2006)
3.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Çukurova Üniversitesinin
kullandığı bir alanın Sağlık Bakanlığına
devrine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/19740) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
4.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Diyanet İşleri
Başkanlığının kürtaj ile ilgili açıklamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/19741)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
5.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Adana'daki ulaşım
planlamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/19742) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/12/2006)
6.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, ücretlendirme politikasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/19743)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
7.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Başbakanlık
Takip Kuruluna ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/19744) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/12/2006)
8.-
Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya Numune Hastanesinde
meydana gelen bir olaya ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/19745) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/12/2006)
9.-
İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün, yerel basına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/19746)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/12/2006)
10.-
Mersin Milletvekili Hüseyin GÜLER'in, vefat eden Türk hacılarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/19747)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23/12/2006)
11.-
İstanbul Milletvekili Azmi ATEŞ'in, şartlı salıverme
ve erteleme ile ilgili 4616 sayılı Kanunun sonuçlarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/19748) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
12.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, adli tıp alanındaki
bilirkişiliğe ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19749) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/12/2006)
13.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Adli Tıp Kurumunun yapısına
ve yapılan atamalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19750) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/12/2006)
14.-
Osmaniye Milletvekili Necati UZDİL'in, bir vatandaşın
dilekçesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19751) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
15.-
Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, yangın mağduru
orman köylülerine yapılan yardımlara ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/19752)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
16.-
Manisa Milletvekili Hasan ÖREN'in, ormanlık bir alanda yürütülen
bir madencilik faaliyetinin çevreye etkilerine ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/19753)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
17.-
İzmir Milletvekili Serpil YILDIZ'ın, İzmir'deki hava
kirliliğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19754) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/12/2006)
18.-
İstanbul Milletvekili Lokman AYVA'nın, kamu kurum ve kuruluşlarındaki
özürlü istihdamına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı
soru önergesi (7/19755) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
19.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Sıcak Yuva
Vakfına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/19756)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20/12/2006)
20.-
Ankara Milletvekili Bayram Ali MERAL'in, özelleştirilen Türk
Telekom'un personeline ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı
soru önergesi (7/19757) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
21.-
Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, mermer ihracatı
ve ithalatına ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad
TÜZMEN) yazılı soru önergesi (7/19758) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20/12/2006)
22.-
İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, Çek Cumhuriyetine ihraç
edilen incirlerde kanserojen madde belirlendiği iddiasına
ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı
soru önergesi (7/19759) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
23.-
İzmir Milletvekili Türkan MİÇOOĞULLARI'nın, koruma
ve bakım altındaki çocuklara ilişkin Devlet Bakanından
(Nimet ÇUBUKÇU) yazılı soru önergesi (7/19760) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21/12/2006)
24.-
İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ'nün, korunmaya muhtaç çocukların
bakımına ilişkin Devlet Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU)
yazılı soru önergesi (7/19761) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/12/2006)
25.-
İzmir Milletvekili Serpil YILDIZ'ın, çocuk yurtlarının
yönetimine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU) yazılı
soru önergesi (7/19762) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/12/2006)
26.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil ÜNLÜTEPE'nin, SHÇEK Afyonkarahisar
yurdunda kalan bir öğrencinin yaşadığı olaylara
ilişkin Devlet Bakanından (Nimet ÇUBUKÇU) yazılı
soru önergesi (7/19763) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/12/2006)
27.-
Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK'ün, Çanakkale'deki sulama yatırımlarına
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19764) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
28.-
Mersin Milletvekili Hüseyin ÖZCAN'ın, Elektrik İşleri
Etüt İdaresi Genel Müdürlüğüne alınan personel ile ilgili
iddialara ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19765) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/12/2006)
29.-
Balıkesir Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, Diyarbakır Büyükşehir
Belediye Başkanının Londra'daki bir konuşmasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/19766) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
30.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, hakkında
soruşturma açılan belediye başkanlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/19767) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/12/2006)
31.-
İstanbul Milletvekili Mehmet SEVİGEN'in, taksici esnafının
can ve mal güvenliğine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19768) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/12/2006)
32.-
Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa-Harmancık'ta Emniyet
Amirliği kurulup kurulmayacağına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/19769) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/12/2006)
33.-
Burdur Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN'ın, Gelir İdaresi
Başkanlığının açtığı bir sınava
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/19770) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/12/2006)
34.-
Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, Suriye sınırındaki
mayınlı arazilerin temizlenmesine ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19771) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/12/2006)
35.-
Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Açık İlköğretim
Okulu ile Mesleki Açık Öğretim ve Açık Öğretim Liselerine
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/19772) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
36.-
İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, bir şube müdürü hakkındaki
iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19773) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
37.-
Manisa Milletvekili Nuri ÇİLİNGİR'in, bir öğretmen
hakkındaki iddiaya ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19774) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21/12/2006)
38.-
Ankara Milletvekili İsmail DEĞERLİ'nin, Ankara
İl Sağlık Müdürü hakkındaki bazı iddialara
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/19775) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
39.-
Adana Milletvekili Kemal SAĞ'ın, Adana'da yapılacak
bir hastanenin yer seçimine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19776) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/12/2006)
40.-
Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın, TESK Genel Başkanının
aldığı ücrete ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19777) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/12/2006)
41.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Strateji Geliştirme
Başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin Sanayi
ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/19778)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/12/2006)
42.-
Balıkesir Milletvekili Turhan ÇÖMEZ'in, ithal edilen bazı
tarım ürünlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19779) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/12/2006)
43.-
Osmaniye Milletvekili Necati UZDİL'in, personele ve kredi
kullanan çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19780) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/12/2006)
44.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Ordu Tarım
İl Müdürlüğüyle ilgili bazı iddialara ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/19781) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/12/2006)
45.-
Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Antalya Damızlık
Sığır Yetiştiricileri Birliğinin mali sorunlarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/19782) (Başkanlığa geliş tarihi:
22/12/2006)
46.-
Ankara Milletvekili Muzaffer R. KURTULMUŞOĞLU'nun,
gıda denetimlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19783) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23/12/2006)
47.-
Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Adana'daki bazı köylerin
demiryolu ulaşımından faydalanamamasına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/19784) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/12/2006)
48.-
Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK'ün, Çanakkale'deki demiryolu
ve denizyolu ulaşımı çalışmalarına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/19785) (Başkanlığa geliş tarihi:
21/12/2006)
49.-
Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Şırnak-Uludere'deki
sel felaketine ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından yazılı soru önergesi (7/19786) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20/12/2006)
50.-
Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın, Ermenistan'daki Metsamor
Nükleer Santralinin oluşturduğu riske ilişkin Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı
soru önergesi (7/19787) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
51.-
İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, finans sektöründeki
yabancı yatırımcı payına ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif ŞENER) yazılı soru önergesi
(7/19788) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/12/2006)
52.-
İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, sigorta sektöründeki
yabancı yatırımcı payına ilişkin Devlet
Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi
(7/19789) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/12/2006)
53.-
Ankara Milletvekili Yakup KEPENEK'in, TRT'de çalışan geçici
personele ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı
soru önergesi (7/19790) (Başkanlığa geliş tarihi:
20/12/2006)
54.-
İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, Kuzey Irak-Süleymaniye'de
yapılan bir baskına ilişkin Milli Savunma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19791) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/12/2006)
55.-
Gaziantep Milletvekili Abdulkadir ATEŞ'in, turizm sektörünün
bazı sorunlarına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/19792) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22/12/2006)
56.-
Ordu Milletvekili İdris Sami TANDOĞDU'nun, Terörle Mücadele
Koordinatörünün çalışmalarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/19793) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20/12/2006)
Süresi
İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergesi
1.-
Tiyatrolara ve Devlet Tiyatrolarının yönetimine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/18579)
10 Ocak 2007
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
48'inci Birleşimi'ni açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı
söz vereceğim.
Konuşma
süreleri beşer dakikadır. Hükûmet, bu konuşmalara cevap
verebilir. Hükûmetin konuşma süresi yirmi dakikadır.
Gündem
dışı ilk söz, Afyonkarahisar ve çevre illerde meydana
gelen trafik kazaları ile ilgili söz isteyen, Afyonkarahisar
Milletvekili Halil Ünlütepe'ye aittir.
Sayın
Ünlütepe, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
1.- Afyonkarahisar
Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, Afyonkarahisar çevre yolu ödeneğinin
artırılarak inşaatın bir an önce tamamlanmasının
bölgedeki trafik kazalarının azaltılmasındaki
önemine; ilde, kara yolları bölge müdürlüğü kurulmasının
yararlarına ilişkin gündem dışı konuşması
ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız
Özak'ın cevabı
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son günlerde meydana gelen trafik kazaları
ve kara yolları konusu üzerinde, sizlerle düşüncemi paylaşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, uzun bir yılbaşı ve Kurban Bayramı
tatili sonucunda, Değerli 22'nci Dönem Milletvekilimiz Sayın
Nezir Büyükcengiz'i ve daha sonra da ilimizde uzun dönem bakanlık
yapan Değerli Mustafa Taşar'ı yitirdik. Ayrıca,
tatilde 70'e yakın yurttaşımızı da kaybettik.
Öncelikle, tüm, hayatını kaybeden değerli yurttaşlarımızın
yakınlarına başsağlığı diliyorum,
bu kazalarda meydana gelen yaralanmalarda yaralanan yurttaşlarımıza
da acil şifalar diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; ilimiz Afyon, kara yolu
ağı bakımından Konya 3'üncü Bölge Müdürlüğü
ile Antalya 13'üncü Bölge Müdürlüğüne bağlıdır.
İlimizde yaklaşık 1.025 kilometre civarında kara
yolu ağı bulunmaktadır. Bu yolun yaklaşık 750
kilometresine yakınının bakımı Konya 3'üncü
Bölge Müdürlüğünce, geriye kalan 280 kilometrelik yerin bakımı
da 13'üncü Bölge Müdürlüğü tarafından, yani Antalya tarafından
yapılmaktadır.
Bilindiği
gibi, Afyonkarahisar, yolların kesiştiği, bölgeler
arası ulaşım olanaklarının rahat olduğu
bir ildir, Güneydoğu ve Doğu'yu batıya, Marmara'yı
Akdeniz'e bağlayan, Akdeniz ve Ege'ye açılan bir pencere konumundadır.
İlimizde hava ulaşımının da bulunmadığı
göz önüne alınırsa, kara yolu ulaşımı daha fazla
bir önem taşımaktadır.
Afyon'da,
eskiden Karayolları bölge müdürlüğü vardı. Siyasi
nedenlerle, daha sonra, bu Karayolları bölge müdürlüğü
kaldırılmıştır. Hizmetin daha adil, verimli
yapılabilmesi için, öncelikle, Afyon ilinin yedi kocalı
Hürmüz durumundan kurtarılması ve bölge müdürlüğünün
kurulması yönünde çabalar sarf edilmesi, Afyon'daki kara yollarının
çıkışı açısından yararlı olacaktır
veyahut da bir bölgeye bağlanmasında çok daha yarar olacağı
kanaatindeyim.
Bu
ortamda, bir sayın bakanımızın da hayatını
kaybettiği çevre yoluyla ilgili düşüncelerimi sizinle
paylaşmak istiyorum. Çevre yolu, 1993 yılında yapımına
başlanmış ve bugüne kadar yüzde 50'si tamamlanabilmiş
ve yaklaşık 2002 yılı seçimlerinden önce fiilen
ulaşıma açılmış olan bir yoldur. Yeterli ödenek
ayrılmaması ve gereken önemin verilmemesi nedeniyle de
hâlâ daha tamamlanamamıştır. Şimdi, eğer,
2004, 2005 yıllarında ayrılan ödenekleri dikkate
alırsak, bu çevre yolu en az elli yılda tamamlanabilecektir.
O zaman, elli yıl daha bu tür kazalarla karşı karşıya
kalabileceğimizi göz ardı etmememiz gerektiği kanaatindeyim.
Zaman
zaman -dün, Sayın Bakanımız da- genellikle kara yollarında
meydana gelen trafik kazalarında asli kusurun sürücü hatalarında
olduğu belirtilmiştir. Doğrudur, ama, sürücü hataları
bir anlık bir karşılaşmayla meydana gelen olaylardır.
Önemli olan, kara yollarında meydana gelen hataların önüne
geçebilmektir. İşte, bu çevre yolunda meydana gelen trafik
kazasında Karayollarının hatası var mıdır
yok mudur, bu tartışılıyor. Karayollarının
hatası vardır. Eğer o yola girdiyseniz, o yola Özdilek
çevresinden girdiğinizde, o yol üç şerit hâlinde devam
eder. Ankara kavşağına geldiğinizde aniden tek
şeride düşer. Buradan, hiçbir sürücünün, çok dikkatli davranmadığı
müddetçe kurtulması mümkün değildir. Niçin üç şerit
hâlinde devam ediyor: Konya'ya bağlayacak olan çevre kara yolunun
tamamlanmamasından dolayı. Hatta, Sayın Bakanımız,
Afyon'u, 19 Şubat 2006 tarihinde ziyaret ettiğinde, orada,
Sayın Bakana çevre yolunun tamamlanması yönünde devamlı
istekler olmuş, ama, Sayın Bakanımız, bu olumlu
çağrılara hiçbir yanıt vermemiştir.
Değerli
Bakanım, acaba, o gün bu yanıtı, o gün bu ikazları
yeterince inceleseydiniz, dikkat ve özen gösterseydiniz belki bu
kaza olmayacaktı. Bu kazanın oluşumunda sizin Bakan
olarak hiç mi kusurunuz yok? Sizinle bunu paylaşmak istiyorum.
İkinci
bir şey: Peki, buradaki kazanın, buradaki yolun durumu nedir?
İki kavşaktan, Özdilek'ten Afyon'a doğru gelirken bir
ölüm virajı, bir de, Ankara ile bağdaşan yolda da bir virajla
karşı karşıyayız. Bu yolda…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ünlütepe, iki dakika veriyorum. Lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Devamla) - Tamamlamaya çalışacağım Sayın
Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, bu konu Afyon'un en önemli sorunlarından birisidir.
Bunun birisine "ölüm virajı" denilir. Burada her gün
trafik kazaları olmaktadır ve sizden önceki Sayın Bakan
Ergezen ilimizi ziyaret ettiğinde aynen şöyle demiştir:
"Ölüm değil, bürokrasi virajı." Yani, yolu görmüştür
2005 yılında. O günden sonra bu yolla ilgili hiçbir gelişme
oldu mu? Hayır, hiçbir gelişme olmadı. Aynen, Zeki Ergezen'in
düşüncelerini basından okuyorum: "Bu yolu içime sindiremiyorum,
yolda hata var." Bölge müdürünün açıklaması: "Yolda
teknik bir kusur yok, ama istimlak için çalışıyoruz."
Ne için istimlak için çalışıyorsun? Demek ki, bir eksiklik
var ve bölge müdürü Sayın Bakanı yalanlıyor. Afyonlunun
buradaki düşüncesini, aynen onu da okuyorum: "Siyaset ve
bürokrasinin ürünü olarak Afyonkarahisar'a âdeta armağan
edilmiştir." O proje değiştirilmiştir ve bu kazalar
kaçınılmazdır. Yarın, başka birileri de bu kazalarda
hayatını yitirebilirler.
Bu
nedenle, öncelikle, o projenin doğru uygulanması gerektiği
kanaatindeyim ve bir şeyi daha söylemek istiyorum: Toplumların,
yani, devletin asli görevi yurttaşlarını yaşatmaktır.
Devletin asli görevi, yurttaşlarına iyi ulaşım
olanaklarını verebilmektir. Eksik bir ulaşım olanağı
verdiğinizde, Bakanlık olarak hizmet kusurunu işliyorsunuz
ve bu hizmet kusurunu yerine getirmemenizin sonucu olarak da bu
kazalarla karşılaşabiliriz ve bunlardan kaçınmak
da olanaksızdır. Her yıl binlerce kişiyi kaybediyoruz
bu trafik kazalarında. Birkaç gün, üzerinde tartışıyoruz
-bugün olduğumuz gibi- ölenlerin yakınlarının
acılarını paylaşıyoruz ve daha sonra unutup
gidiyoruz, ama, kamu görevlilerinin, bu aksaklıkların…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ünlütepe, teşekkür cümlenizi alayım efendim
lütfen.
Buyurun.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan, öncelikle çok teşekkür
ediyorum.
Ben,
bu ilimizdeki çevre yolunun, öncelikle, ödeneğinin artırılarak
tamamlanmasını, o yoldaki eksikliklerin giderilmesini
ve kimileri bu kara yolunda, işte, kusur vardır, yoktur diyorsa
da, şunu söylüyorum: Kim ne derse desin, o kavşak, o viraj, o
yolun bu bölümü sakattır, projeye uygun değildir. Bunun
projeye uydurulması gerekmektedir ve buradaki çevre yolunun,
öncelikle, bir an önce tamamlanmasını, olanaklar varsa,
Karayolları Bölge Müdürlüğünün Afyon'da kurulmasını,
eğer kurulamıyorsa, tek bölge müdürlüğüne bağlanarak,
hizmetin akışının kontrolünün daha sağlıklı
olacağına inanıyorum ve tümünüzü saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. Sayın Başkana da gösterdiğiniz ilgiden
dolayı teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Gündem
dışı konuşmaya Bayındırlık ve
İskân Bakanı Sayın Faruk Nafız Özak cevap vereceklerdir.
Buyurun
Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Afyonkarahisar ve çevre illerde
meydana gelen trafik kazaları hakkında Sayın Halil Ünlütepe
arkadaşımızın konuşmasına cevap vermek
üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Tekrar, geçmiş bayramınızı ve
yeni yılınızı kutluyorum.
Dün,
bu konuda, burada, çok seviyeli konuşmalar oldu. Konuşmacılara
teşekkür ediyorum.
Yalnız,
Halil Bey, dünkü konuşmaları izlemesine rağmen, bugün,
biraz üslubu değiştirdi. Kendisi milletvekili, ama, sanırım,
hem hâkim hem de savcı, üç tane özelliği taşıyor. Bizi
burada suçlu ilan etti. Hem soruyor: "Acaba burada bir hata var
mıdır?" Ondan sonra diyor ki: "Siz suçlusunuz."
Yani, biz, burada dün şöyle dedik: Çok değerli insanları
kaybettik. Bizim için köylü Ahmet Ağa da çok değerlidir, rahmetli
Mustafa Taşar da. Çünkü, insanın ne kadar değerli olduğuna
Cenabıhak karar verir. Bizim için, köylü vatandaşımız,
işsiz vatandaşımız ölmüşse aynı hassasiyeti
duyarız. Dün, burada, biz şunu söyledik: Biz, katiyen
"rahmetli bakanımız, rahmetli milletvekilimiz hatalıdır,
yüzde 100 hatalıdır" diye burada çıkmadık.
Bir gazeteci bize sormuştu. Biz de demiştik ki, teşekkür
ederiz, bize sordunuz, işte burada raporlar -size de gösterebilirim-
ve üzülerek söyleyeyim, sekizde 8 hatalı, sürücü hatası.
Bunu söylerken, o hata yaptı, öldü… Ama, biz çok üzülüyoruz. Ama,
maalesef, biz suçlandığımız için, biz, delilsiz
mahkûmiyet, delilsiz suçlamaya ve maalesef iftiralara karşı
kaldığımız için mecburuz kendimizi savunmaya Karayolları
olarak, Bakanlık olarak.
Şimdi,
bir kere, Sayın Halil Ünlütepe şunu bilmesi lazım: Bu
kaza çevre yolunun biten tarafında oldu. Doğru mu Halil
Bey?
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Doğru efendim, doğru…
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Ama, bir dakika… Siz
diyorsunuz ki: "Çevre yolu bitmedi, bitmediği için kaza
oluyor." Öyle bir şey yok. Biten yerinde olmuş.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Konya çevre yolu tamamlanmadı
Sayın Bakanım, 2002'den beri.
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Bir dakika…
Bir…
İkincisi -resimleriyle size göstereceğim- burası
bir yoncadır, kavşaktır. Buraya girişte "50 kilometre"
400 metreden başlar, sağlı sollu; 50-50-50, hızınızı
düşürün diye başlar ve burası bir viraj değildir,
burası kavşaktır, ölüm virajı değildir. Bir kere,
bunu değiştirelim, burası bir kavşaktır. Bunu
anlatacağım ve maalesef buraya…
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Bakanım, ertesi gün de
kaza oldu orada.
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Ama, olur, eğer
100 kilometreyle girerseniz olur. 100 kilometreyle girerseniz kaza
olabilir.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Bakın, şu var: Üç şerit
hâlinde geliyor -siz orayı gördünüz- aniden tek şeride düşüyor.
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Efendim, burası
viraj değildir bir kere, teknik olarak burası kavşaktır.
Bunu da izah edeceğim size. Buraya, siz, eğer -50 kilometre-
300 metreden, iki taraflı, size hızınızı düşürün
ifadelerine bakmazsanız, maalesef, kaza olabilir. Bir kere
-dün zaten anlatmıştık- Karayollarımızın
hatası olabilir, ama, bu işte hatası yoktur. Bunu, buradaki
raporlar da kanıtlamaktadır. Bizim tespitlerimiz… Oraya
müfettiş de yolladık; biz, oraya arkadaşları yolladık,
tekrar inceleme yaptık. Gazeteler şöyle yazıyor:
"Burada bariyerler yıkılmıştır." Hayır
efendim, bu kaza sonucu yıkıldı. Burada yıkılmış
bariyer yok, hepsi sapasağlamdı. Bunların tutanakları
da var. Burada yatay ve dikey işaretleme Afyon'da ne kadar yapılmış,
bunları da anlatacağım. Müsaadenizle, bir kere, Afyon'da
ne yaptık, ne yapıyoruz, anlatacağım.
Şimdi,
554 kilometresi devlet yolu, 482 kilometresi il yolu olmak üzere
toplam 1.036 kilometre yol ağından Karayolları Genel
Müdürlüğü olarak biz Afyonkarahisar'da sorumluyuz. Bu yol
ağının 96 kilometresi asfalt beton, 930 kilometresi
ise sathi kaplama. Yurt genelinde olduğu gibi, her yıl, bu
yol ağının normal bakım ve kar mücadelesi hizmetleri
sürekli olarak sürdürülmekte. Bu çalışmalar kapsamında,
yılda, 20 bin metre küp bakım malzemesi, 800 ton bitüm, 4 bin
ton tuz ve agrega kullanılmaktadır. Yatay işaretlemede
de -dün de söyledim- gerçekten rekor kırmışız son dönemde,
ben anlatayım.
2003'ten
evvel 7 milyon metre kare yatay işaret yapılırken 2006
yılında 14 milyon metre kare yatay işaret yapılmış
Türkiye genelinde. 75 bin metre kare düşey işaretleme varken
2003'ten evvel, 2006'da 108 bin metre kare düşey işaretleme yapılmış.
Şimdi,
yine, Afyon'da ne yapmışız: 110 ton boya, 40 ton cam toz
kullanılmakta, 9 bin trafik levhasının da her yıl
dörtte 1'i yenilenmekte. 1.000 tane levha bulunmakta, özellikle
işaretlemeler için. 2002 yılında 3 tane Devlet Demiryolları
hemzemin geçit otomatik bariyeri gerçekleştirmiş. 2003
ile 2006 yıllarında 3 tane Devlet Demiryolları hemzemin
geçit, 5 kilometre oto korkuluk yapmışız. Afyon çevre
yolu üzerinde 3 tane trafik baş üstü levhası koymuşuz,
22 adet kavşak yaklaşımına hız azaltma tedbiri
koymuşuz, 2 adet kavşak düzenlemesi yapmışız,
3 adet sinyalizasyon tesisi kurulmuş. Afyon-Sandıklı
yolu Akören köyü geçişine yaya alt geçidi yapılmış.
Afyon ilimizin ana yolları İstanbul ve Ankara'yı,
İzmir, Antalya gibi tatil yörelerine bağladığından
yoğun trafik akışına neden olmakta ve trafiğin
normal 3 katına kadar çıktığı gözlenmekte. Afyon
ili sınırları içerisinde kaza kara noktamız yok.
Ancak, taşıt trafiğinin yoğunluğunun yanı
sıra hızlı taşıt kullanımı, bu kesimde
gerçekleşen trafik kazalarının -hızlı taşıt
kullanımı- başlıca nedenidir.
Rahmetli
Taşar'ın yaşamını yitirdiği Afyonkarahisar
Çevre Yolu Ankara Ayrım Kavşağı, Karayolları
Genel Müdürlüğünün yatırım programında bulunan
ve yapım çalışmaları süren Afyonkarahisar Çevre
Yolu'nun bünyesinde yer almakta olup tam yonca ve farklı seviyeli
olarak projelendirilmiştir. Kavşağın 2005 yılı
trafik sayımlarındaki yıllık ortalama günlük trafik
değeri 18 bin olarak tespit edilmiştir. Farklı seviyeli
kavşaklar, trafik yoğunluğunun fazla olduğu, hemzemin
kavşakların ihtiyacı karşılayamadığı
yerlerde, trafik güvenliğini de sağlayacak şekilde,
kesintisiz akış veren, sinyalizasyon gerektirmeyen kavşak
türlerdir. Yani, bu viraj değildir, bir kavşaktır. Burada
çok dikkatli olmak lazım.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Bakan, sizden önceki Bakanı
yalanlıyor musunuz, yani Sayın Ergezen mi doğruyu söylemiyor?
BAŞKAN
- Sayın Ünlütepe, lütfen efendim. Siz konuştunuz efendim.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Sayın Ergezen mi doğru söylemiyor?
BAŞKAN
- Sayın Ünlütepe, lütfen…
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Söz konusu kavşak,
kara yolları standartlarında projelendirilmiş ve projesine
göre uygulaması yapılmıştır.
Kavşaklar,
yolun bir parçası olmakla birlikte, basında yansıdığı
gibi "ölüm virajı" olarak yanlış adlandırılmakta
ve viraj olarak görülmektedir. Hâlbuki, kavşaklar, adı üstünde,
yön değiştirmelerdeki fiziki düzenlemelerdir. Bu noktalarda
hız yapmak, sollama yapmak, meydana gelen kazaların en büyük
sebepleridir.
Dönüş
kolu üzerinde, 350 metre geride, baş üstü (T) konstrüksiyon bilgi
levhası mevcuttur. Bunların resimleri var, size hep göstereceğim.
Kolun 230 metre gerisinde ise iki taraflı "50 kilometre"
hız tahdit levhası konmuştur; iki tarafında, sağında,
solunda; başka taraflarda tektir, burada biz iki tane yapmışız,
iki tarafta yapmışız. Tekrar, sağa tehlikeli viraj,
T1A levhası; devamında 65 metre mesafede "50 kilometre"
hız tahdit levhası, refüj başı ek levhası, T34A
kavşak içi parmak yön levhası, Ankara; devamında ise
T33B, -ardışık olarak- T33A levhası mevcuttur. Kaza
öncesi oto korkuluklar sağlam olarak hizmet vermekte olup kaza
sonrası sadece kaza noktasındaki dikme ve rayların
tahrip olduğu ile ilgili olarak Afyonkarahisar Muhakemat Müdürlüğüne
yerinde tespit yaptırılmıştır. Kaza sonrasında,
tahrip olan ve onarımına başlanan oto korkulukların
yerine, geçici olarak, uyarıcı nitelikte plastik bidonlar
yerleştirilmiştir. Kavşağın dâhil olduğu
19 kilometre uzunluğundaki Afyonkarahisar Çevre Yolu 2x3
şeritli bölünmüş yol olarak inşa edilmekte, yolun bünyesinde
2 adet köprülü kavşak ile 9 adet hemzemin geçit ve 10 adet köprü
yer almaktadır. 2006 yılı başına kadar 12,2 kilometresi
sathi kaplama olarak trafiğe açılan projede yüzde 67 fiziki
gerçekleşme sağlanmıştır.
Daha
dün, Halil Aydoğan Bey'le Karayolları Genel Müdürüyle oturup
konuştuk Sayın Milletvekilim, buranın bir an evvel bitirilmesi
için, ben, talimat verdim.
HALİL
ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) - Teşekkür ediyorum.
BAYINDIRLIK
VE İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) - Mevcut imkânları
artıracağız, inşallah bitireceğiz; çünkü,
Afyon, bizim için bir cazibe merkezidir, termal turizmi de Türkiye'de
ve dünyada bir numara olmuştur, ticaretiyle, ihracatıyla
ve daha da önemlisi havaalanıyla -inşallah- beraber burası
bir merkez hâline gelmiştir ve Afyon'a, gerçekten, Karayolları
olarak, Bayındırlık Bakanlığı olarak, çok
önemli hizmetler yapmaktayız. 2008 yılında Kütahya ayrım,
Konya ayrım arasının da tamamlanması planlanmıştır.
Afyonkarahisar'da
şunları şunları şunları yapıyoruz
diye burada iki sayfa notumuz var. Bunlarla, ben, zamanınızı
almak istemiyorum. Ama, şunu, ben, dün söyledim: Yani, senin teröristin
benim teröristim olmaz. "Senin döneminde şu kadar terör oldu,
işte, şehidimiz oldu, benim dönemimde bu kadar trafik kazası
oldu." Ama, şunu, bak açıklıkla söyleyeyim, bir daha
okuyalım, bir daha okuyalım: Şimdi, bir kere, KÖYDES'le
2 katrilyon geçen yıl köylerimize yol ve su yaptık, 2 katrilyon
da bu yıl harcıyoruz. Bu, cumhuriyet tarihinin en büyük projesidir.
Dün de söyledim "Köylü milletin efendisidir." diyen Ulu Önderimiz,
bu talimatı bizlere verdi. Bizden evvelkiler de bir şeyler
yaptılar, ama, biz, daha çoğunu yapıyoruz ve yol konusunda,
gerçekten, cumhuriyet tarihinde rekor kırdık.
Yine,
1920'lerde Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: "Gittiğim yerde
benden iki tane önemli şey istediler: Bir, okul; iki, yol." 110
bin derslik yapıyorsunuz dört yılda, her okula bilgisayar
laboratuvarı getiriyorsunuz, ADSL getiriyorsunuz; 6.500 kilometre
yapıyorsunuz dört yılda, size kadar yapılmış
4.839 kilometre. Bunların, artık, yani göz ardı edilmemesi
lazım. "Duble yol yapıldı, kazalar azalmadı."
Doğru değil, kazalar çok azaldı. Gönül ister ki, bunları
sathi kaplama değil, BSK yapalım. Bu imkânları siz de biliyorsunuz.
Geçen yıl 4 katrilyon fazla yatırım yaptık, bu
yıl, inşallah daha fazla yapacağız ve 2012'deki hedefimiz
15 bin kilometre BSK yol yapmak. Bunu, hep beraber, sizlerin desteğiyle
yapacağız inşallah.
Şimdi,
hizmete açtığımız bölünmüş yollarda, gözlem
altında tuttuğumuz yalnızca 1.200 kilometrelik yolda,
bakın, 2005 yılında elde edilen sonuçlara göre, kafa
kafaya olan çarpışmaların ortadan kaldırılması
sayesinde ölümlerde yüzde 42 azalma oluyor.
Yine,
2000 yılında, 608 tane kaza kara noktası var, 2000
yılında, Türkiye'de 608 kaza kara noktası var. 2001'de
555'e iniyor, 2002'de 415'e iniyor, 2006'da 41'e iniyor ve onların da
iyileştirilmesi, şimdi, ihaleyle devam ediyor. 41'e indi.
Bunları bitireceğiz. Tekrar, 3 tane, 5 tane çıkacak,
yine, onları da iyileştireceğiz. Yani, bunlara çok
önem veriyoruz. Bizim için insanımızın hayatı son
derece önemli.
Şimdi,
gözlenen bir grup kaza kara noktasının incelenmesi sonucunda,
kazalarda yüzde 75, ölümlerde yüzde 90, yaralılarda yüzde 84
ve maddi hasar oranında ise yüzde 75 oranında azalma olduğu…
Aklın yolu bir. Eğer, geliş gidiş ayrı olursa
mutlaka azalma olacak. Ama, ferdî hata oluyor; gidiyor, sürat yapıyor,
yuvarlanıyor. Ferdî hatalar olabilir, ama, kafa kafaya çarpışma,
sıfır noktasına geldi buralarda artık.
Yine,
trafik altındaki yollarımızda, yılda, ortalama
-biraz evvel söyledim- 7 milyon metre kare yatay işaretleme -yani,
çizgi- yapılırken, 2006 yılında bu 14 milyon metre
kareye çıktı. Yine, 75 bin metre kare düşey işaretleme
levha yaparken, 2006 yılında bu 108 bin metre kareye çıktı.
Yine,
oto korkuluk çalışmalarında, yıllık ortalama
10 kilometre yapılırken, 2006 yılında bu 315 kilometreye
çıktı. 2003-2006 yılları arasında 58 adet otomatik
bariyer sistemi tesis edildi. 2003 yılı öncesi, yılda
ortalama 7 bin kilometre üst yapı onarımı yapılırken,
2003-2006 yılları arasında 15 bin kilometre yapıldı.
Velhasıl,
bütün bunları anlatırken şuraya geliyoruz: Özellikle
2005 yılında 2002 yılına göre araç sayılarında
yüzde 29 artış olmuş, yani, refah artmış, insanlar
yüzde 29 araçlarının sayısını artırmışlar,
kullanılan yol/kilometre de artmış. İnsanın
hem arabası var hem refahı artmışsa daha çok geziyor,
yüzde 23 artmış bu, ama, ölüm artışlarındaki
oran yüzde 9 artmış. İnşallah, bu, yüzde 1'e, 2'ye
iner.
Yine
-100 bin araca göre düşen ölü sayısına göre bu kazalar
değerlendiriliyor- 100 bin araca düşen ölü sayısı
1993'te 123 iken, 2001 yılında 51, 2005'te 41, 2006'de 35'e
düşmüş. İnşallah bu rakamı aşağı
düşüreceğiz, çünkü, bu rakam Norveç'te 11. Bu sayede, gelişmiş
ülkeler ile mukayese edildiğinde 4-5 kat olan ölü sayısı
2-2,5 kata kadar düşürülmüş. Elde edilen bu değerler de
yapılan çalışmaların olumlu sonuçları.
İnsan
kusuru -bunun tespitini biz yapmıyoruz, Emniyet Genel Müdürlüğümüz
yapıyor, Jandarmamız yapıyor- kazalarda kusur oranları
incelendiğinde, insan kusuru, maalesef yüzde 98. Hâlâ da diyoruz
ki biz "90'dan 110'a çıkaralım kilometreyi." Demek
ki çıkarmamamız lazım. Yani bu, komisyonda, Bayındırlık
Komisyonunda veya işte Ulaştırma Komisyonundaysa buna
dikkat etmemiz lazım. Yüzde 98… Bu, tabii, Avrupa'da daha değişik
bakılıyor; işte, araç ve insan, araç ve yol birleştiriliyor
bu daha aşağılara düşebiliyor, ama, bizdeki oran
bu. Tabii, bu tartışılabilir.
Yine,
dün, Atilla Bey de söylemişti, 3.500-4.000, yıllık ölüm sayımız,
ama, otuz güne bunu vurursanız, otuz günü de alırsanız,
bu, 7-8 binlere çıkabiliyor. Tabii, bunları üzülerek söylüyoruz,
bunlar güzel rakamlar değil, hepimizi üzen rakamlar.
Yine,
tabii, bu bayramda çok değerli arkadaşlarımızı
kaybettik, ama, bayramları da oranlarsak yine de bayramlardaki
kazalara göre düşüşler var. Gönül ister ki hiç olmasın,
hiç üzülmeyelim, ama, maalesef, dünyada da olabiliyor. Ölü sayısı
itibarıyla Avrupa bizden fazla, ama, araç sayısı bizden
fazla. Onun için ortalamada -yani bir ortalama bakarsanız- biz
öndeyiz. Ama, orada da ölü sayısı var, orada da trafik kazası
var; bu kadar eğitime, bu kadar güvenliğe rağmen,
akıllı sistemlere rağmen var.
Ben,
tekrar, tabii, bu vesileyle, Cumhuriyet Halk Partili Milletvekilimiz
Nezir Büyükcenzgiz'e, Değerli Bakanımız Mustafa Taşar'a,
CHP Konya İl Sekreterimiz Ali Alp'e Allah'tan rahmet diliyorum.
Tabii, yaralı kardeşlerimiz var. Mustafa Taşar'ın
eşi hanımefendiye Allah'tan sağlık diliyorum,
kızına, yeğenine sağlık diliyorum.
Bu
vesileyle tekrar, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Vefat
edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar temenni
ediyoruz.
Gündem
dışı ikinci söz, Irak'taki gelişmeler ve Türkiye'nin
yol haritasıyla ilgili söz isteyen, Balıkesir Milletvekili
Turhan Çömez'e aittir.
Sayın
Çömez, buyurun efendim.
2.- Balıkesir
Milletvekili Turhan Çömez'in, özellikle Irak'ın kuzeyinde yaşanan
son siyasi gelişmeler ve Türkiye'nin bu konuda izleyeceği
tutuma ilişkin gündem dışı konuşması
TURHAN
ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Irak ve özellikle Irak'ın kuzeyinde yaşanan
son gelişmelerle alakalı düşüncelerimi anlatmak üzere
gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bağdat'ta
dün elim bir uçak kazasında hayatını kaybeden yurttaşlarımıza
Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm Türkiye'ye başsağlığı
diliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, diktatörlük baskısı altında
yıllarca ezilen Irak, bugün bir başka dram yaşıyor.
Şöyle bir geri dönüp bakalım ne olduğuna:
Irak'ın
Kuveyt'i işgaliyle başlayan ve Birinci Körfez Savaşı'yla
devam eden süreç, 36'ncı paralelin kuzeyinde uçuşa yasak,
güvenli bir bölge oluşturulmasıyla noktalandı. Yani,
bugün sözde Kürdistan olarak tanımlanan özerk bölgeden bahsediyorum.
On yıllık bu ilk periyodun ardından, 11 Eylül saldırıları
yaşandı ve bu kez Irak, despotizmin kalesi olduğu, nükleer
ve kimyasal silahları bulundurduğu gerekçesiyle koalisyon
güçleri tarafından işgal edildi. Bu dönemde bölgeye demokrasi
getirileceği iddia edildi, ancak, "Büyük Orta Doğu",
"Genişletişmiş Orta Doğu", "Yeni Orta
Doğu Projesi" -adına her ne derseniz deyin- bölgeye huzur,
istikrar, zenginlik değil, yokluk, sefalet, kaos ve gözyaşı
getirdi ve bu işgalin ardından Irak'ta tam 650 bin kişi
hayatını kaybetti. Irak'ta toplumlar, artık neredeyse
birbirlerine asla güvenemeyecek kadar ayrıştılar
ve birbirlerinden koptular ve her ne kadar açıktan telaffuz edilmese
de Irak'ta bir Sünni-Şii iç savaşı başladı.
Bağdat,
Azamiye ve Kazımiye bölgelerine ayrılıp, bir yandan
iç savaş körüklenirken, öte yandan kuzeyde oluşturulan ve
adına sözde Kürdistan denen bölge özenle desteklenmeye başlandı.
Bu esnada, zenginliklerin merkezi Kerkük'te ise sistematik bir çalışma
başladı. Önce, Kerkük'ün nüfus idaresi ve tapu daireleri
yakılıp, yıkıldı. Tüm tarihî, resmî evraklar
yok edildi. Ardından, başta Süleymaniye olmak üzere, pek
çok Kürt yerleşim bölgesinden mülteciler buraya taşındı.
Önce, Birleşmiş Milletler gözetimindeki kamplarda barındılar.
Sonra da, genellikle Türkmenlerden kamulaştırılan
arazilere yapılan toplu konutlara geçirildiler. Değiştirilen
bu demografik yapıyla gidilen seçimlerle, şehrin yönetimi
Kürtlere verildi. 500 bin civarındaki Kürt mülteci yerleşik
düzene geçti ve ardından şehirde yaşayan Türkmenler
ve Araplardan ruhsatsız silahlarının tamamı toplanmaya
başlandı. Peşmerge güçleri ise, bir yandan takviye edildi
ve silahlarla desteklendi.
Değerli
arkadaşlarım, tüm bunları, okuyarak ya da duyarak söylemiyorum,
bizzat, defalarca giderek, görerek yaşadığım ve
bildiğim şeyleri konuşuyorum. Ne yazık ki, biz,
Irak ve Kerkük gerçeğini, Baker-Hamilton Raporu'ndan okuyoruz;
Kerkük'teki tehlikeyi, Amerikalı Senatör McCain'in ağzından
yorumluyoruz. Oysa, bizim arka bahçemiz olan bu coğrafyaya,
biz bu kadar ırak mı olmalıydık? Musul ve Kerkük'e,
1960'lı yıllardan beri giden bir Türk devlet başkanı
yok, Türkiye Büyük Millet Meclisinden giden bir resmî heyet yok.
Tabii,
bizim nüfuz edemediğimiz bu topraklar, küresel oyun kurucular
tarafından yeniden dizayn edilmeye başlandı. Planlı
bir hazırlık döneminin ardından, Saddam'ın idam
edilmesiyle birlikte Irak'ta artık yeni bir süreç başlamıştır.
Bu dönem ise hasat dönemidir. Sıra, petrolle ilgili yapılacak
tasarruflara ve yasa değişikliklerine geldi. 1972 yılında
millîleştirilen Irak petrolleri, imtiyaz sözleşmeleriyle
yeniden petrol şirketlerine devredilecek. Buna dair tüm mutabakatlar
sağlandı. İngiliz ve Amerikan petrol şirketleri,
bu süreçten büyük kârlar elde edecekler. Artık gözler Kerkük referandumuna
çevrildi.
2007
sonunda yapılması planlanan referandumun sonuçları
artık şimdiden bellidir. Bu koşullar altında yapılacak
referandum, Kerkük'ün sözde Kürdistan'a bağlanmasıyla sonuçlanacak
ve bunda en ufak bir kuşku yok.
Tabii,
yine söylüyorum, bu coğrafyayı iyi tanıyan ve iyi bilen
birisi olarak söylüyorum, bu son perde, bu topraklarda asla huzur
getirmeyecek. Ne yapılırsa yapılsın, hangi tedbir
alınırsa alınsın, Kerkük'te bir iç savaş kaçınılmaz
olacak ve yıllar boyu bunun önüne hiç kimse geçemeyecek.
Değerli
arkadaşlarım, Irak'ın kuzeyi, bizim için, ulusal güvenliğimizi
direkt olarak tehdit eden bir hüviyete bürünmüştür. Sadece yeni
oluşturulan veya oluşturulmaya çalışılan düzen
değil ya da savaş veya kaosun oluşturduğu ortam değil,
burada yuvalanmaya çalışan veya varlığını
sürdüren PKK'dan da bahsetmek istiyorum.
Dost
ve müttefik Amerika, bugüne kadar, ne yazık ki, bu yapılanmayla
ilgili atması gereken adımları atmamıştır.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Hükûmet… Hükûmet, atmayan…
TURHAN
ÇÖMEZ (Devamla) - Kurulan Terörle Mücadele Koordinatörlüğü…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Çömez, buyurun devam edin. Konuşmanızı tamamlayınız.
TURHAN
ÇÖMEZ (Devamla) - Teşekkür ederim.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Sizi tebrik ediyorum. Atmayan,
Hükûmet!
TURHAN
ÇÖMEZ (Devamla) - Dinlerseniz sonuna kadar, iyi şeyler duyacaksınız
Hüseyin Bey. Lütfen, sabredin.
Kurulan
Terörle Mücadele Koordinatörlüğü de rasyonel, sonuç alıcı
ve kalıcı adımlar atmak yerine, halkın umutlarını
ve meşgul edilmesini koordine eden bir yapıya dönüşmüştür.
Merak ediyorum, 11 Eylül saldırılarından bir gün sonra
NATO'nun 5'inci maddesini işleterek Afganistan'a birlik gönderilmesini
sağlayan Amerika, Kuzey Irak'taki bölücü örgütün adı PKK değil
de El Kaide olsaydı, acaba aynı şeyi mi yapardı? Yani,
30 bin kişiyi katleden bölücü örgütü emekli bir generali atayarak
mı tasfiye etmeye çalışırdı? Ben, bir milletvekili
olarak bu kurumun ne yaptığını ve bugüne kadar hangi
sonuçları aldığını bilmiyorum, ama, Kuzey
Irak'ı yakından tanıyan birisi olarak, yapılması
gerekenleri çok iyi biliyorum.
Kandil
Dağı'na giden tüm yollar kesilmeli, PKK'nın gözcü kulübeleri
yok edilmeli. Terör örgütünün özellikle Avrupa merkezli para kaynakları
kurutulmalı ve bunun için istihbarat paylaşımı
yapılmalı. Terör örgütüne giden gıda, mühimmat, ilaç
ve silah yardımlarının önü kesilmeli. Herhâlde roketatarların,
Stinger füzelerinin, C4 ve A4 patlayıcılarının
ve diğer silahların örgütün barındığı mağaralarda,
kendilerince imal edildiğini kimse iddia etmiyor. PKK'nın
bizzat organize ettiği uyuşturucu trafiği -ki, bu Afganistan'dan
başlayıp Avrupa'ya kadar uzanıyor- mutlaka engellenmeli.
İnternet, GSM, telsiz, telefon, tüm iletişim ağları
çökertilmeli ve televizyon bağlantıları kesilmeli.
Dünya medyası önünde boy gösteren, açıklamalar yapan örgütün
çete başları tüm taleplere rağmen hâlâ iade edilmemiştir.
Bunların iadesi derhâl sağlanmalı ve tüm istihbari bilgiler
zamanında ve doğru bir şekilde paylaşılmalı.
Örgütün araziye inen elemanları hâlen KDP ve KYP'nin ofislerinden
lojistik destek alıyor, para temin ediyor; hasta ve yaralıları
bu ofisler marifetiyle tedavi ediliyor ve kendilerine iş bulunuyor.
Bunların mutlaka önüne geçilmeli, Talabani ve Barzani'nin bölücü
örgüt yöneticileriyle temasları mutlaka kesilmeli. Birleşmiş
Milletler tarafından uzun süre desteklenen Mahmur Kampı,
ki, bölücü örgütün üyeleri hâlâ burada barınmaktadırlar.
Bunların mutlaka Türkiye'ye iadesi sağlanmalı.
BAŞKAN
- Sayın Çömez, lütfen, son cümlenizi alayım efendim.
Buyurun.
TURHAN
ÇÖMEZ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunların
hiçbirisi gerçekleşmedi ve diliyorum ki önümüzdeki dönemde
bunların gerçekleşmesi için ciddi adımlar atılır.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Geçti, daha önce olmalıydı.
TURHAN
ÇÖMEZ (Devamla) - Sözlerimi noktalarken, Irak'ın bizim için çok
özel bir coğrafya olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Tarih
bağımız, din kardeşliğimiz, komşuluğumuz,
akrabalığımız ve ortak kültürel değerlerimizin
olduğu bu coğrafyaya bizim çok yakın ilgimiz ve çok yakın
bir dostluğumuz vardır.
Türkiye,
Anadolu'nun Türk'leşmesinden iki buçuk asır önce Türk damgasının
vurulduğu bu coğrafyaya çok, ama çok hassastır. Sayın
Başbakanın dün Kerkük'le ilgili ortaya koyduğu hassasiyet
de son derece önemlidir ve muhataplarınca iyi okunmalıdır.
Buram
buram Türk kokan, Anadolu kokan bu bölgeler yüreğimizden bir
parçadır ve orada atılacak yanlış adımlar bizi
çok, ama çok rahatsız eder.
Ben,
bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altından
bizleri, Türkmeneli Televizyonu marifetiyle seyreden Kerkük'teki
bütün Türkmen kardeşlerimize kucak dolusu, yürek dolusu sevgilerimi
sunuyorum ve hepimizin yüreğinin, muhabbetinin, dostluğunun
onlarla beraber olduğunu tekrar ifade ediyor, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Herhâlde Hükümet bir yanıt verecektir
bu konuşmaya.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Çömez.
Gündem
dışı üçüncü söz, son dönemde Türkiye ve Suriye arasında
yaşanan gelişmeler ve iş birliği hakkında söz
isteyen Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'na aittir.
Sayın
Çavuşoğlu buyurun efendim.
3.- Karaman
Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun, Türkiye ile Suriye arasında
yaşanan gelişmeler ve iş birliğine ilişkin
gündem dışı konuşması
YÜKSEL
ÇAVUŞOĞLU (Karaman) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; esasında benim yapacağım
bu konuşmanın, kısmen de olsa güncelliği kaybolmuş
olmasına rağmen, aralık ayının ikinci haftasında
bir talepte bulunmuştum; ancak, bugün kısmet oldu. Bu bakımdan
bazı noktalar, eğer günü geçmişse kusura bakmayın
diyorum, şimdiden kendilerinizden özür diliyorum.
Sayın
Başbakanımız Tayyip Erdoğan Bey'le birlikte 6 Aralık
2006 tarihinde Suriye'ye resmî bir gezi gerçekleştirilmiştir
ve AB kapsamında 8-10 Aralık 2006 tarihleri arasında yine
Suriye'de yapılan ve Suriye Dostluk Grubu Başkanı olarak
benim de bizatihi katıldığım bir toplantı olmuştur.
Ayrıca,
2006 Mayıs ayında Şam'da "İstanbul Günleri"
adı altında ciddi çalışmalar yapılmış
ve nihayette -biraz sonra detayına gireceğim- 18-23 Aralık
tarihlerinde İstanbul'da "Şam Günleri" adı altında
iki ülkenin yerel yönetimleri arasında iş birliği
başlamış, milletleri kaynaşmış, ticari
alışveriş zuhur etmiş ve böylece hem kültürel hem
siyasi hem de ticari gelişmeler olmuş ve son dönemde Türkiye
ve Suriye arasında yaşanan gelişmeler ve iş birliği
hakkında böylece bir gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu noktadan, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkanım ve değerli milletvekili arkadaşlarım;
ülkemiz, bütün komşularıyla, bildiğimiz dış
politika çerçevesinde, iyi ilişkileri sürdürmeyi prensip etmiştir.
Komşularımızla siyasi, ticari ve sosyokültürel
ilişkilerimizi de geliştirerek, komşu ve dost ülkelerle
hiç problem olmaksızın hareket etmeyi esas almış
ve bu atmosferde, bu bölgede güçlü ve itibarlı ülke konumumuzu
sürdürmeyi, teşkil etmeyi ve böylece bölgenin bir barış
denizi olmasını şiar edinmişizdir.
Orta
Doğu, uluslararası politikada hep krizlerle anılmıştır.
Oysa, üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen Orta Doğu,
19'uncu yüzyılın sonundan beri çok büyük siyasi istikrarsızlık,
kaos ve krizler içerisindedir. Yaşadığımız
son Irak savaşı -biraz önce değerli dostum birtakım
açıklamalar yaptı- bunun en büyük bir göstergesidir. Sadece
Irak değil… Tabii, Irak deyince, Kerkük'teki gelişmeleri
hiçbir zaman görmemezlikten gelemeyiz ve bu noktada da, gerekse
Türk milleti ve gerekse de Türkiye'nin ne kadar önemsediğini,
burada, ben, ilgili makamlara ve ilgili kimselere bir hatırlatma
yapmak istiyorum. Dolayısıyla, Filistin, Lübnan ve diğer
ülkeler de istikrarsızlığın ve kaosun eşiğine
getirilmiştir. Ancak, çok merak ettiğim bir husus ise, bu Filistin'de
dönen olaylar, kimler, nasıl oynadığını bir
türlü anlayamıyorum. Bunun cevabını hep birlikte aramamız
gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden, bölge ülkelerinin ortak
hareketine ve iş birliğine şiddetle ihtiyaç vardır.
Küreselleşen dünyada bölgesel iş birlikleri gittikçe
önem kazanmaktadır.
Ayrıca,
terörün uluslararası bir kimlik kazandığı günümüzde
ülkelerin terör karşısında ortak hareket etmesi de
son derece önem arz etmektedir. Ülkemiz açısından yıllarca
hem can ve hem de maddi kayıplar vermemize neden olan bölücü örgütün
bölgede barınmaması ve faaliyette bulunmaması için
bölge ülkelerinin ortak çalışması son derece önemlidir.
Stratejik dostlarımız veyahut da diğer AB'li dostlarımızın
bu noktada Türkiye'ye hassasiyet göstermesini bu kürsüden ben tekrar
duyurmak istiyorum.
Suriye
ile ülkemiz arasında kısa zamanda tesis edilen karşılıklı
anlayış, diyalog ve iş birliği ortamı sayesinde,
ilişkiler birkaç yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar
ileri bir seviyeye gelmiştir. Karşılıklı üst
düzey ziyaretlerin bu süreçte önemli bir rol oynadığını
düşünüyorum. Özellikle ticaret, ekonomi, gümrük alanındaki
iş birliklerinin yanı sıra, her iki ülkenin belediyeleri,
üniversiteleri ve sivil toplum kurumları arasında bilgi
ve teknoloji transferi yapılarak komşu ve dost iki ülkeye
yakışan seviyelere de ulaşılmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Çavuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
YÜKSEL
ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Suriye'yle
iş birliğimizin daha da geliştirilmesi, ülkelerimizin,
halklarımızın çıkarlarının yanı
sıra, bölgede barış, istikrar ve iş birliği ortamının
güçlendirilmesine de şüphesiz hizmet edecektir. Özellikle,
Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut iş birliği ve diyaloğun
daha da ileriye götürülmesi yönünde belediyeler, iş dünyası
ve diğer alanlarda olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi
ve Suriye Halk Meclisi tarafından ortaklaşa atılabilecek
somut adımların belirlenmesine de imkân sağlanmış
ve sağlanacaktır da.
Sayın
Başkan ve değerli milletvekili arkadaşlarım; gerek
iki ülke arasında gerekse de bölgesel iş birliğinin
karşılıklı olarak artırılması, Adana
mutabakatı çerçevesinde güvenlik iş birliğinin artırılması,
enerji ve doğal gaz anlaşmaları, ortak petrol arama ve
pazarlanması, sınır ticareti ve serbest ticaret anlaşması
ile 1 Ocaktan itibaren 2007'de devreye girmiş olmasından dolayı,
gelişmelerin, 2,5 milyarın üzerinde ticaret hacminin hedeflenmesi,
yeni banka şubelerinin açılması veya özel bankalara
imkân sağlanması gibi, iki ülke arasında sınır
geçişlerinin kolaylaştırılması, Asi Nehri'ne
bir an önce baraj yapılması, Dicle ve Fırat'tan adil bir
şekilde yararlanılması, mayınlı bölgelerin
temizlenerek tarıma ve turizme açılması, AB çerçevesinde
ortak standardizasyon çalışmaları hızlı bir
şekilde devam etmektedir.
İki
ülke arasında sınır ve benzeri konuların çözüme
kavuşturulması, serbest ticaret anlaşmasının
imzalanması, Gaziantep'te konsolosluğun açılması,
parlamenterlerimizin vizeyle uğraşmaksızın sadece
pasaportlarıyla kapılardan geçmesi memnuniyet verici
gelişmelerdir. Ancak, Sayın Abrash'ın, Suriye Halk Meclisi
Başkanının talebi çok dikkate caniptir. Türk Hükûmetinin
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkan her ne kadar kanun varsa,
bu kanunların kendilerine ulaştırılması,
böylece, yeni yapacakları kanunlarda Türkiye'nin uyguladığı
sistemleri uygulama talebinde bulunmaları bizi son derece
memnun etmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YÜKSEL
ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
BAŞKAN
- Sayın Çavuşoğlu, toparlama değil de, son cümlelerinizi
alayım efendim.
YÜKSEL
ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Son cümlelerim.
BAŞKAN
- Buyurun.
YÜKSEL
ÇAVUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.
Türk
firmalarının, serbest ticaret anlaşmasının
sağlayacağı uygun imkânlar çerçevesinde, Suriye üzerinden
Orta Doğu ve Afrika ülkelerindeki Arap serbest ticaret alanlarına
da girebileceği gibi, Arap firmalarının da, gümrük
birliğine üye olan Türkiye üzerinden bütün Avrupa ülkelerine
girebilmesine imkân sağlayacaktır. İki ülke arasında
halen 700 milyon doları bulmayan ticaret hacmi, bu anlaşmanın
yürürlüğe girmesiyle çok kısa zamanda 1,5 milyar civarında,
1 milyarı aşacak noktaya gelecektir.
Sözlerime
son verirken, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi
vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
Buyurun.
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.- İspanya
Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki
parlamento heyetinin ülkemizi ziyaretinin TBMM Başkanlık
Divanınca uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1182)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
TBMM
Başkanlık Divanının 28 Haziran 2006 tarih ve 113 sayılı
Kararı ile İspanya Meclisi Dışişleri Komisyonu
Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak
üzere ülkemizi ziyareti uygun bulunmuştur.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanun'un 7'nci maddesi gereğince
Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
- Bilgilerinize sunulmuştur.
Başbakanlığın
Anayasa'nın 82'nci maddesine göre verilmiş 2 adet tezkeresi
vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
2.- Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak'ın Hindistan'a yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1183)
08.01.2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafiz Özak'ın, "Birinci Asya-Pasifik
Bakanlar Konferansı"na katılmak üzere bir heyetle birlikte
13-17 Aralık 2006 tarihinde Hindistan'a yaptığı
resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin
de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar
Kurulu Kararı'nın sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasa'nın
82'nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
Mehmet Sarı Gaziantep Milletvekili
Mehmet Yıldırım Kastamonu Milletvekili
Niyazi Özcan Kayseri Milletvekili
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
- Oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısını
arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter
sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
14.49
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.13
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
48'inci Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu açıyorum.
Başbakanlık
tezkeresinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
tezkereyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar
yeter sayısını arayacağım.
Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı
vardır.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, yok ama.
İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, Meclisi idare ediyorsun,
dükkân değil.
BAŞKAN
- İzzet Bey, lütfen…
ATİLA
EMEK (Antalya) - Oldubitti olur mu ya, Sayın Başkan?
BAŞKAN
- Başbakanlığın, Anayasa'nın 82'nci maddesine
göre verilmiş tezkereleri vardır; ayrı ayrı okutup,
oylarınıza sunacağım.
3.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın Letonya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1184)
08/01/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
28-29
Kasım 2006 tarihlerinde Riga'da gerçekleştirilen NATO Devlet
ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne katılmak üzere, bir
heyetle birlikte Letonya'ya yaptığım resmi ziyarete
ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de
iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın
82'nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
Egemen Bağış İstanbul Milletvekili
Vahit Erdem Kırıkkale Milletvekili
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yeter sayısının aranmasını
istiyorum.
BAŞKAN
- Tezkereyi oylarınıza sunup, karar yeter sayısını
arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler….
Kâtip
üyeler kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir, elektronik
cihazla oylama yapacağım.
Oylama
için üç dakikalık süre veriyorum.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır,
tezkere kabul edilmiştir.
Alınan
karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN
- 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle
ilgili komisyon raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini
erteliyoruz.
2'nci
sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü
sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Amerika Birleşik
Devletleri Hükûmeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi
Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti
Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik
Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması
İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:
1147)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü
sırada yer alan, Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000
Tarihli ve 4603 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası,
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası
Anonim Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278) (x)
BAŞKAN
- Komisyon? Burada.
Hükûmet?
Burada.
Geçen
birleşimde 1'inci maddenin oylamasında kalınmıştı.
Şimdi,
1'inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2'nci
maddeyi okutuyorum.
MADDE
2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu.
Buyurun
Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
on dakika.
(x) 1278 S.Sayılı
Basmayazı 27/12/2006 tarihli 45'inci Birleşim Tutanağına
eklidir.
CHP
GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Teşekkürler
Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, bu Parlamentonun kabul edeceği önemli yasalardan
birisi olacak bu. Bu yasa eğer Adalet ve Kalkınma Partisinin
oylarıyla kabul edilir ve bir yabancı şirkete Türkiye'nin
önemli bir bankası da satılırsa bankalardaki yabancıların
hissesi yüzde 50'ye tırmanmış olacak. Hiçbir Avrupa Birliği
ülkesinde olmayan bir rakam değerli arkadaşlar. Bankacılık
sisteminin özellikle ulusal kimliği hemen hemen çok önemlidir.
Bir Fransız bankasının…
NAİL
KAMACI (Antalya) - Sayın Başkan, duyamıyoruz.
BAŞKAN
- Sayın arkadaşlar, lütfen hatibi dinleyelim. Sayın
milletvekilleri…
Buyurun.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, bu kadar önemli
bir konunun özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerince
dinlenmemesi ve bu konuda getirdiğimiz eleştirilere yanıt
verilmemesi, aslında, Parlamentonun işlevinin Hükûmet kanadında
ne ölçüde yerine getirildiğinin de takdirini bizi dinleyen
yurttaşlarımıza bırakıyorum.
Türk
bankacılık sistemi ulusal kimliğini yitirmek üzeredir
değerli arkadaşlar. Bunu ben söylemiyorum. Bunu bu ülkede
görev yapan namuslu bürokratlar söylüyor. Bu ülkede görev yapan sadece
kamuya ait bürokratlar değil, bu ülkede görev yapan, özel sektörde
bankacılık yapan genel müdürler söylüyor. Bu kadar büyük
bir sisteminin yabancıların eline bırakılmasının
çok ciddi sakıncalar doğurduğu söyleniyor.
Bakın,
değerli arkadaşlar, Özelleştirme Yasası'nda önce
bir düzenleme yaptınız, değer tespit rakamlarının
kamuoyuna açıklanmasını geciktirdiniz. Bu, yaptığınız
birinci olay.
Arkasından,
önemli bir şey daha yaptınız: Özelleştirme Yasası'nda
bazı önemli kuruluşların özelleştirilmesinde altın
hisse vardı, bankacılık açısından bunu da kaldırdınız.
Ne demektir bu? "Biz satalım da kim alırsa alsın."
Böyle bir anlayış olabilir mi arkadaşlar? Böyle bir anlayışı,
bana söyleyin, "Almanya'da var, Fransa'da var, İtalya'da var,
Portekiz'de var, İspanya'da, Amerika'da var, Japonya'da var"
deyin, söz veriyorum, ben de burada çıkıp sizin bu anlayışınızı
savunacağım. O ülkeler yurtsever değil mi, o ülkelerde
bankacılık sistemi yok mu, o ülkelere de yabancı sermaye
gelmesin diye teşvik yasaları çıkarılmıyor
mu?
Arkadaşlar,
nasıl olur böyle bir şey? Bakın, ben, size, IMF'ye verilen
niyet mektubunu açıklamak istiyorum. En son niyet mektubu,
21'inci madde: "Özelleştirme İdaresi Halk Bankasının
özelleştirme sürecinden resmen sorumlu kılınmıştır.
Detaylı bir takvimi de içerecek bir ihale duyurusu yakın
gelecekte yapılacaktır. (Ön koşul)" Ön koşul,
arkadaşlar. Devam ediyor: "Hâlihazırda hazırlanan
takvime göre, satış işleminin Mayıs 2007 sonuna
kadar tamamlanması beklenmektedir." Bu da yapısal kriter.
Değerli
arkadaşlar, IMF'yle ilişkilere saygı gösteririz de,
IMF'yle teslimiyete saygı gösteremeyiz. Hele hele IMF'ye teslim
olan bir hükûmete Türkiye Cumhuriyeti'nden hiçbir yurttaşın
saygı göstermemesini istiyorum.
Böyle
bir anlayış olabilir mi arkadaşlar? Bakın, ben size
bir bankanın genel müdürünün konuşmasından, yaptığı
açıklamadan bir bölümü okumak istiyorum. Arzu edenler Aksiyon
dergisine bakabilirler: "Yabancı bankalar finansal kriz
dönemlerinde işlerini bırakıp gidiyorlar. Dünyada
bunun örnekleri var. Ölçek avantajları kullanarak daha kaliteli
müşterilere yöneliyorlar. Ulusal ekonominin küçük ölçekli
işletmelerine kredi açmakta isteksiz davranıyorlar.
Kriz dönemlerinde kredi arzını sınırlıyorlar."
Kim
söylüyor bunu arkadaşlar? Bu ülkede bankalardan sorumlu bürokrat
arkadaş söylüyor bunu. Sizlerden istirham ediyorum: Kriz dönemlerinde
paranın hangi bankalarla yurt dışına çıktığını
öğrenebilirsiniz, hangi bankalarla paraların gittiğini
öğrenebilirsiniz. En yüksek faizi almak için de hangi bankalarla
bu paranın Türkiye'ye geldiğini öğrenebilirsiniz.
Sizler iktidar milletvekilisiniz. Bizler bunu öğrenebiliyoruz,
ama, sizler de öğrenebilirsiniz. Ekonominin kimlere ve nerelere
teslim edildiğini artık bilmeniz lazım, görmeniz lazım.
Halk
Bankasını devrediyorsunuz. Bakın, dört tane büyük banka
bu Halk Bankasının içine dâhil edilmiştir. En son Pamukbankla
Halk Bankası güçlendirilmiştir. Daha genç bir kadroya sahip
olması sağlanmıştır. Halk Bankası, bugün,
esnafımızın, sanatkârımızın bir anlamda
teminatıdır; para alıyor. Büyük bankaların, büyük
ölçekli bankaların küçük esnafa kredi açmakta isteksiz davrandığını
bu ülkenin bürokratları söylüyor, bankacılıktan sorumlu
olan bürokratları söylüyorlar. Ama, buna karşın, bakın,
Halkbankın blok satışına karar verildi. Yüzde 49
da değil, yüzde 99'unun satılmasına karar verildi.
Çok
daha önemli bir konu var arkadaşlar: Özelleştirme İdaresinin
yaptığı bütün ihaleler şaibelidir, bütün ihaleler
kamuoyunda tartışılmıştır. Halk Bankasını
teslim ediyorsunuz Özelleştirme İdaresine.
Değerli
arkadaşlar, Özelleştirme İdaresi, acaba, bu konuda,
Halk Bankasının değer tespitini kamuoyuna açıklayabilecek
mi? Pamukbankı aldıktan sonra değer tespit raporunu
kamuoyuna açıklayabilecek mi? Açıklayamayacak. Kim alacak?
Alıcısı da aşağı yukarı belli. Bir
İspanyol firmasından söz ediliyor. Halk Bankasının
yüzde 99'unu Türkiye'de satın alacak bir sermaye grubu yok. Kim
alacak? Yabancılar alacak. Bütün esnaf, sanatkâr kayıtlarında
tek bilgi sahibi olacak, en geniş bilgiye sahip olacak.
Değerli
arkadaşlar, böyle bir yapıyı görebilir misiniz? Bakın,
ben, sizin, bugünkü Hürriyet gazetesinde yarım sayfa bir ilan
var arkadaşlar, o ilana dikkatinizi çekmek istiyorum. Telekom'un
özelleştirilmesinden sonra, bakın, daha, çok kısa bir
süre geçti, verilen ilan:
"1)
Türk Telekom'un yeni tarifesi vatandaşlar için zam demektir."
diyor. Elektrik dağıtım ihalelerinden niçin vazgeçildiğine
de geleceğim biraz sonra, vaktim olursa.
"2)
Türk Telekom'un yeni tarifesi haksız rekabete yol açacaktır."
diyor.
"3)
Türk Telekom, Telekomünikasyon Kurumunun onayını almaksızın
yeni tarifesini kamuoyuna duyurmuştur." diyor.
Özelleştirmede
temel noktalardan birisi de, sağlıklı bir rekabet ortamını
sağlayabilmekti. Yüzde 50'nin, yüzde 60'ın, hatta Sayın
Ali Babacan'a göre… "Bankacılık sistemimin tamamının
yabancılara verilmesinin hiçbir sakıncası yoktur."
diyor. Kim bunu söylüyor? Türk hazinesinden sorumlu olan bakan söylüyor.
Bana bu şekilde konuşan Amerikan hazinesinden bir bakan
gösterebilir misiniz? Liberalizmin şampiyonu olan bir ülkede,
bir bakan bunu söyleyebilir mi? Ama, siz bütün bunları söyleyebiliyorsunuz.
Kim adına söylüyorsunuz değerli arkadaşlar? Bakanlar
kimin adına konuşuyorlar? Türkiye Cumhuriyeti adına
mı konuşuyorlar? Evet, yasal olarak öyle. Ama, acaba bir anket
yapsalar, Türk bankacılık sisteminin yüzde 100'ünün yabancılara
devrini kaç tane Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı isteyecektir.
Böyle bir anlayışı kabul etmiyoruz arkadaşlar.
Bakın,
değerli arkadaşlar, Halk Bankasının başarılı
görev yaptığını söyledik. Acaba Halk Bankası
yöneticileri, Halk Bankasının özelleştirilmesini
istiyorlar mı? İki yılda özelleşecekti, özelleşemedi;
beş yıla çıkardınız, özelleşemedi;
şimdi, on yıla çıkarıyorsunuz, IMF dayattığı
için.
Değerli
arkadaşlar, IMF'nin desteğiyle nereye kadar gideceksiniz
siz? IMF'nin desteğiyle gittiğiniz geldiğiniz yer belli
değil mi? 1 milyon yoksul yarattınız IMF'nin desteğiyle.
Onlara kömür dağıtarak, onların oyunu alabilirsiniz,
ama, bunlar gerçekleri ortadan kaldırmaz ki. Yoksulluk edebiyatı
yaparak oy aldınız. Kime hizmet ediyorsunuz değerli
arkadaşlar? Yabancı sermayeye hizmet ediyorsunuz. Gelsin
Citibank burada banka kursun, izin verelim, teşvik verelim, gelsin
kursun, istihdam yaratsın, vergi de vermesin. Ama, hazır,
olanı satıyorsunuz.
Bakın,
çok basit bir örnek anlatacağım değerli arkadaşlar:
Telekom'u 6,5 milyar dolara özelleştirdiniz. Bir mini kriz
çıktı, krizin faturası ne oldu biliyor musunuz arkadaşlar?
Hiç merak eden arkadaşımız oldu mu acaba? 18 milyar dolar.
Hem Telekom gitti, üstüne 9 milyar dolar da para gitti ve şimdi,
biz, bakın, Halk Bankasını özelleştireceğiz.
Bir yabancı firma gelecek, Halk Bankasının yüzde 99'unu
alacak. Eleman mı istihdam edecek, küçük esnafa kredi mi açacak?
Küçük esnafı vahşi kapitalizmin eline teslim ediyorsunuz
arkadaşlar.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Kılıçdaroğlu, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) - Belki bazı arkadaşlarımız
diyebilir ki: "Efendim, KOSGEB'in kaynakları var, KOSGEB bu
konuda… Kaynak yaratırız, onlar kredi açarlar." KOSGEB'in
300 trilyonluk kaynağını kestiniz, KOSGEB şu anda
kısır vaziyette, teşvik yapamaz vaziyette, teşvik
veremez vaziyette. Peki, o zaman esnaf ve sanatkârı ne yapacaksınız?
Esnaf ve sanatkârı bu noktaya taşımak, acaba, gerçekten,
vicdanen el kaldırıldığı zaman doğru olacak
mı? Bunu hep beraber sorgulamamız lazım değerli
arkadaşlar.
Beni
dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Anavatan
Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Ömer Abuşoğlu.
Sayın
Abuşoğlu, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde tartıştığımız
tasarı sadece Halk Bankası değil, aynı zamanda Ziraat
Bankasının özelleştirilmesiyle ilgili daha önce verilen,
daha önce kanunlaşan bir tasarının süresinin tamamlanması,
süresinin bitmesi ve bu süre içinde de özelleştirmenin gerçekleşmemiş
olması dolayısıyla süre uzatımıyla ilgili
bir tasarı. Bayramdan önceki görüşmelerinde, konunun geneli
ve 1'inci maddeyle ilgili görüşmelerde, Anavatan Partisi Grubu
olarak konu üzerindeki görüşlerimizi açıkladık. Fakat,
iktidar partisinin o günkü oturumdaki sayısı itibarıyla
yetersiz olması dolayısıyla, benzer görüşleri
bir kere daha dile getirip, iktidar partisi milletvekillerinin
konuya vukufiyyetini ve konuyla ilgili bilgilerini yeniden tazeleme
gereği ortaya çıktı; çünkü, iktidar partisi milletvekilleri,
bu konuyu, sadece herhangi bir kurumun özelleştirilmesi kapsamında
değerlendiriyorlar ve buradan ellerine sanki bir fırsat
geçmiş, mal bulmuş Mağribî gibi Anavatan Partisine saldırma
fırsatını da elde ettiklerini zannediyorlar.
Evet,
bu bankaların özelleştirilmesiyle ilgili tasarı, daha
önceki kanun Anavatan Partisinin de ortak olduğu koalisyon döneminde
çıkarıldı ve buradan, iktidar milletvekilleri diyor
ki: Anavatan Partisi özelleştirmeye karşı mı? Anavatan
Partisi özelleştirmeye karşı değil, ama servet satışına,
millî varlıkların yabancılara satışına
karşı. Özelleştirme söz konusu olduğu zaman, özelleştirmenin
kendine has bir mantığı var, kendine has bir felsefesi
var ve uygulama mekanizması var. Bu mekanizmada, o kurum özelleştirilirken,
aynı zamanda ülke ekonomisine en fazla faydayı sağlayacak
bir tarzda özelleştirilmesi gerekir. Burada, iktidarın
özelleştirme politikalarından bu faydanın şimdiye
kadar ortaya çıktığını göremiyoruz.
İkinci
bir husus: Bu banka blok olarak satılacak, hazırlıklar
öyle ve şimdiye kadar da herhangi bir yerli sermaye grubu bu bankanın
özelleştirilmesinde ihaleye gireceğini ve katılacağını
deklare etmiş, bildirmiş değil. Öyleyse, bu bankaya da
yabancılar talip olacak. El altından edindiğimiz bilgilere
göre, özelleştirilecek grup ve satılacak ülke dahi belirlenmiş
durumda. Bırakalım bunu -dedikodudur diyebilirsiniz-
ama her hâlükârda, Hükûmetin politikası yabancılara satmak
noktasında. İşte, bu noktada -biraz önce Cumhuriyet
Halk Partisi adına konuşan sayın milletvekilinin de
belirtmiş olduğu gibi- yabancılara satış gerçekleştirildiğinde,
Türk bankacılık sisteminin büyük ölçüde yabancı hâkimiyetine
ve yabancı güdümüne gireceğini görüyoruz. Zaten, mevcut
yapı itibarıyla yabancılara satılan bankaların
toplam bankacılık sistemi içerisindeki payı oldukça
riskli, Türkiye açısından, Türk ekonomisi açısından
oldukça riskli bir boyuta, bir konuma geldiğini biliyoruz. Bu
satışla birlikte bu pay daha da büyüyecektir, daha da artacaktır
ve Türk finans kesimi içerisinde yabancıların payının
artmış olmasının ne anlama geldiğini, sadece
biz değil, sadece muhalefet değil, aynı zamanda, geçen,
bayramdan önceki oturumda, sayın iktidar partisi milletvekili
de, Sayın Yalçıntaş Hocamız da bizzat ifade etti.
Bizim
dikkati çekmek istediğimiz, dikkatinize bir kere daha getirmek
istediğimiz husus burada, herhangi bir bankanın özelleştirilmesi,
bir başka kurumun özelleştirilmesine benzemez. Bu kurumlar,
finans piyasasında faaliyet gösteren kurumlar, uluslararası,
çok uluslu şirket olabilir, bir tek ülkeye bağlı bir banka
grubu veya finans grubu olabilir. Burada önemli olan, bu kurumların
özelleştirmesini gerçekleştirip ihaleyi kazanan şirketlerin,
sadece kendi politikalarını değil, aynı zamanda
kendi ülkelerinin millî politikalarını, millî çıkarlarını
da takip ederek, faaliyet gösterdikleri ülkelerde, millî politikaları
ve millî çıkarları doğrultusunda faaliyet gösterme
eğilimine girebilmeleridir. Bu bakımdan, yabancılar
bankacılık sistemi üzerinde paylarını artırdıkça,
Türk ekonomisi giderek daha fazla yabancı güdümüne, daha fazla
yabancı hâkimiyetine girmiş olacaktır.
2001
krizini, daha hafızalarımızda, unutmadık. Bu krizin
bu kadar derin ve Türk ekonomisini bu kadar köklü etkilemiş olmasının
sebepleri arasında yabancı fonların Türkiye'ye giriş
ve çıkışının ne kadar etkili olduğunu,
konuya hâkim olan kişiler bizzat yakından bilmektedir. Böylelikle,
herhangi bir kriz aşamasına gelindiğinde, Türk ekonomisi
herhangi bir kriz tehlikesi, kriz tehdidiyle karşı karşıya
geldiğinde, bu krizlerin daha da derin olması, yabancı
bankacılık sisteminin eliyle çok rahat bir şekilde gerçekleştirilebilecektir.
Kendi -içerideki- alacağımız tedbirlerle bu krizi hafifletme
ve geçiştirme imkânımız olsa bile, yabancı bankaların
bu konudaki gösterecekleri gayret ve çaba, bu krizin derinleşmesine,
kökleşmesine ve Türk ekonomisinin, âdeta, bir anda dizlerinin
üstüne çökmesine sebep olacaktır.
Bir
kere daha söylemek istiyoruz: Özelleştirme, kendi mantığı
ve kendi felsefesi içerisinde gerçekleştirilirse makuldür,
ama, bir varlık satışı şekline dönüştürülürse
ve üstelik yabancılara satış ön plana çıkar ve yabancılara
satış tercih edilir noktaya gelecek olursa, buradan doğacak
riskler, bu tasarının yasalaşmasına parmak kaldıracak
olan AK Parti Grubunun üstlenemeyeceği, kaldıramayacağı
bir yük şekline dönüşecektir. Böylece, bir tarihî sorumlulukla
bugün karşı karşıyasınız.
Halk
Bankasının özelleştirilmesine evet, ama yabancıya
satışına hayır. Bu tasarı yasalaştığı
zaman, yabancıya satışı engelleyecek herhangi
bir unsur, herhangi bir husus yoktur. Öyleyse, yabancıya satışın
yolunu açmak üzere kaldıracağınız her parmak, sizi
de gelecek nesiller ve çocuklarınız karşısında
sorumlu duruma getirecektir. Bırakın muhalefet partisi
sözcülerini, iktidar partisi sözcülerine ve bu konuda kendi içinizde
hassasiyet gösteren arkadaşlarınızın sesine kulak
verin. Elbette, Türk ekonomisi için özelleştirme acil bir hâle
gelmiş olabilir. Hükûmetin iş başına geldiğinden
bu yana gerçekleştirmiş olduğu politikalarla çıkarmış
olduğu borç stokunun seviyesi bu tür özelleştirmeleri
acil hâle getirmiş olabilir. İktidarınızın devamını
temin açısından bu özelleştirme çok zaruri ve acil hâle
gelmiş olabilir, ama, bunun millî sermaye özelleştirme çerçevesinde
düşünülmesinde fayda var. Bir kere daha ikaz etmek görevimiz.
Bu tasarı yasalaştığı zaman, yabancıya
satışın önünde hiçbir engel olmadığı
için, müşterisi de hazır olduğu için, doğrudan
doğruya, Halk Bankası yabancıya satılacaktır.
Buradan,
Halk Bankasından bugüne kadar kredi almış küçük ve orta
ölçekli işletme sahiplerine de seslenmek istiyorum. Yarın,
özelleştirilecek bu bankanın kapısından girmekte
zorluk çekebilirsiniz, buradan kredi temin etmekte zorluk çekebilirsiniz.
Ha, tasarı içerisinde var, Hükûmet gerekçede diyor ki: Hükûmet,
belli bir bankayla bu kesimlere yahut desteklemek istediği kesimlere
destekli krediler vermek üzere bankalarla anlaşma yoluna gidebilir.
Bu, çiftçi olabilir, küçük esnaf olabilir, küçük sanayici olabilir,
orta ölçekli sanayici olabilir. Ama, her bankanın kendine has
bir kredilendirme, kredi verme politikası vardır. Yabancıların
bizim hassasiyetle üzerinde durduğumuz sektörlerin geliştirilmesinde
ne kadar hassasiyetle duracağını şimdiden sizlerin
takdirlerine sunuyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Abuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Buyurun.
ÖMER
ABUŞOĞLU (Devamla) - O bakımdan, burada kaldıracağımız
parmak Türkiye'nin finans kesiminin geleceği açısından
çok önemli bir işlev görecektir ve vereceğiniz oyları
bir kere daha düşünerek vermenizi temin noktasında bu maddede
söz aldım.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Hükûmet
adına, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan.
Sayın
Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; burada bir değerli arkadaşımızın
vermiş olduğu teklifi görüşüyoruz. Bu teklif de özelleştirmeyle
ilgili, yani bankalarla ilgili. Ama, işin esas özelleştirme
politikalarıyla ilgili şimdiye kadar çok arkadaşımız
konuşmalar yaptılar, fikirler ileri sürdüler. Yalnız,
biz geldiğimizden beri, AK Parti hükûmetleri olarak, hatta gelmeden
de önce bir şeyi açıkça belirledik: Biz geldiğimiz zaman
özelleştirme yapacağız, dedik. Özelleştirmeyi niçin
yapacağız, onu da belirttik, ama, ben bir kere daha, müsaade
ederseniz, sizin bilgilerinize bu konuyu arz etmek istiyorum, bilgileri
tazelemek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, bir defa, bir ülkenin gelişebilmesi için o ülkede
rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisinin işlemesi
lazım. Rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisini
eğer siz ülkede işletemezseniz, o ülkede gelişme olması
mümkün değildir. İşte, bakın, daha önce "Demirperde
gerisi" dediğimiz bir blok vardı, en sonunda onlar da
bu işten vazgeçtiler, gittiler; ne Demirperde kaldı ne bloklar
kaldı. Şimdi, herkes… Çünkü, gelişen ekonomilere baktığınız
zaman, kendisini, kendi halkının refah seviyesini yükseltmiş
ülkelere baktığınız zaman, orada muhakkak surette
tam rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi söz konusudur.
Şimdi,
bunu yapmak için, ben bu işin birazını yaparım, birazını
yapmam, şuraya kadar yaparım, şuraya kadar yapmam, dediğiniz
zaman bu iş olmuyor. Oyunu kendi kuralına göre kurmanız
lazım. Yoksa, Türkiye'ye gelip de ne Avrupa Birliği ne IMF
ne başka uluslararası kuruluşlar, şunu yapacağım,
bunu yapacağım, bilmem ne, kimse dayatma peşinde değil,
ama, Türkiye'nin, kendi menfaatlerini kendisinin düşünmesi
lazım. Türkiye'nin kendi menfaatini başka hiç kimse düşünmez,
kendisinden başka hiç kimse düşünmez. O zaman, şapkayı
önümüze koyacağız, Türkiye'nin menfaati nerede, ona bakacağız
ve birçok reformların yapılması lazım. Yapısal
reformlar bir ülke için niçin lazım? Birçok başarılar
elde ettik: Enflasyonda başarı elde edildi, kamu borçlarında
başarı elde edildi, faizlerin indirilmesinde başarı
elde edildi, sürekli büyümenin, istikrarlı büyümenin yakalanmasında
başarı elde edildi.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Cari açıklar…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Fakat, o başarıların
kalıcı olabilmesi için, yapısal reformların muhakkak
surette yapılması lazım. Bu yapısal reformların
başında da -hani, vergi reformu gibi, sigorta reformu gibi,
bankacılık reformu gibi, başında da- özelleştirme
gelir değerli arkadaşlar. Eğer biz bu özelleştirmeyi
yapmazsak, kamu kaynakları, daha önce olduğu gibi, maalesef,
çok heder edilmiş olur, kalkınma yolunda değil, kalkınmama
yolunda kullanılmış olur.
Bakınız,
şimdi, bizim geçmiş 2000, 2001 krizlerinde ülke nerelere
düştü. Yani, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük küçülmesini
gördük. 3 bin dolarlardı, 2.100 dolarlara kadar düştü millî
gelir. Bizim bu getirdiğimiz ekonomik politikalar sayesinde,
yapısal reformlar sayesinde, şimdi 5.500 dolarlara
çıktı millî gelir, dört sene gibi kısa bir zamanda. Millet,
devlet hayatında dört sene uzun bir zaman değildir, ama, demek
ki dikkatli politikalar, uygun politikalar takip ederseniz böyle
başarılar elde ediyorsunuz.
Şimdi,
özelleştirme bunlardan bir tanesi. Özelleştirme… Bütün ülkeler
yapmış, özelleştirmeyi yapmış bitirmişler.
Hatta, o, eskiden "Demirperde gerisi" dediğimiz ülkeler
de yaptı bitirdi. Biz, şimdi, yirmi seneden beri konuşuyoruz:
Özelleştirme, özelleştirme… Bizim iktidarımız döneminden
önce, yapıla yapıla 8 milyar özelleştirme yapıldı.
Bizim zamanımızda, dört senede sadece Özelleştirme
İdaresi 18 milyar dolar yaptı. Diğer kuruluşlarımızı
da -TMSF, Ulaştırma Bakanlığı- kattığımız
zaman 28 milyar dolarlık özelleştirme yaptı bu Hükûmet.
Bu özelleştirmeyi yaptığın zaman verimlilik öyle
sağlanıyor. Yoksa, devlete sen süt fabrikası bırakırsan,
devlet yem fabrikası yaparsa, devlet kâğıt fabrikasıyla,
bilmem, alüminyum fabrikasıyla uğraşırsa bu
iş olmuyor. Devlet sanayici olamaz, mümkün değil. Tabına
aykırı bir defa.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Bankacılık Sayın Bakan, bankacılık.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bankacılık… Bankacılık
da yapamaz devlet. Bankacılık yapabilmesi için… Bakınız,
geçmiş dönemde devamlı kamu kaynaklarının kullanılması
sırasında suistimaller olmuştur. Yolsuzluklar orada
oldu. Duydunuz mu siz, Garanti Bankasında yolsuzluk yapıldı,
Akbank'ta yolsuzluk yapıldı, duydunuz mu öyle bir şey?
Olmaz.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) - Olur Sayın Bakan, olur.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Özel sektörde olmaz.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - İmar Bankası…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, bakınız, Avrupa
Birliğine…
NAİL
KAMACI (Antalya) - Sayın Bakan, yirmi tane banka var.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bir dakika dinleyin canım.
Ben sizi dinliyorum bütün gün. Dinleyin.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen…
Sayın
Kamacı, lütfen…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, biz, Avrupa Birliğine
girmeye kalkıyoruz. Avrupa Birliğiyle de müzakereler yürütüyoruz.
Avrupa Birliğine baktığınız zaman hiçbir ülkesinde
"buradaki bankayı yabancı banka alır, alamaz, yerli
banka alır" diye böyle bir şey yok, böyle bir tahdit yok.
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Yüzde kaç? Yüzde kaç banka orada?
BAŞKAN
- Sayın Arz, lütfen efendim.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, onu söylüyorum: Fransa'da
kamu bankası sıfır, yok.
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Yabancı kaç, yabancı?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Dinleyin beni. Fransa'da yok.
İtalya'da yok, yok, kamu bankası yok. İsveç'te yok, İngiltere'de
kamu bankası yok, Amerika'da yok.
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Yabancı ne kadar, onu söyleyin.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Dinleyin beni. Meksika'da yok Meksika'da,
Meksika'da yok. Bakın da gelin Allah aşkına yani. Haa, Avrupa
Birliğine girmeye kalkıyoruz değil mi? Avrupa Birliğine
üye olacağız. Buraya hiçbir Avrupa… (CHP sıralarından
gürültüler)
ATİLA
EMEK (Antalya) - Avrupa Birliğine girmek için Türkiye'yi satalım
mı?
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, saygıdeğer arkadaşlarım,
böyle bir üslup yok.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ya, şu duruma bakın Allah
aşkına! Ya, bırakın Allah aşkına! Bakın
şimdi, dinleyin, dinleyin gerçekleri konuşuyorum.
BAŞKAN
- Saygıdeğer arkadaşlar, lütfen…
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Bakan, yabancı payını
soruyorlar, yabancı payını.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Yabancı paylarını da söyle Sayın
Bakan, ülkelerinkini söyle.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, yabancı paylarını
söyleyeyim, madem öyle:
Polonya'da
yüzde 67,6…
NAİL
KAMACI (Antalya) - Yahu bırak Polonya'yı!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Niye bırakayım canım
yahu? Polonya bugün senden ileri.
NAİL
KAMACI (Antalya) - Fransa'yı söyle.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Çekoslovakya'da yüzde 94,8 yabancı
payı. Ha, buyur…
MEHMET
IŞIK (Giresun) - Fransa'yı söyle.
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Fransa'da ne kadar, Fransa'da?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Macaristan'da yüzde 80,4…
MEHMET
IŞIK (Giresun) - Bırak yahu şimdi!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Fransa'da falan zaten öyle
şart yok ki. İsteyen istediğini alıyor, isteyen istediğini
alıyor. (CHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
IŞIK (Giresun) - Kaç? Kaç?
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Oranı kaç, oranı?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Hâlâ, siz, şimdi, kamu payına
"efendim, şu kadar bırakalım, öteye…" Yapacaksanız
yapacaksınız, yapmayacaksanız yapmayacaksınız.
Bir sisteme, ya inanırsınız ya inanmazsınız.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Biz, AK Parti
Hükûmeti olarak buna inandık ve yapıyoruz arkadaş.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Geçiniz bunları Sayın Bakan, geçiniz.
MEHMET
IŞIK (Giresun) - Almanya'da yüzde 5.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ha, siz gelirsiniz, o zaman özelleştirmeyi
durdurursunuz. Öyle "orayı o kadar yapayım, burayı
bu kadar yapayım…" Öyle kıvırma yok arkadaş.
Ya yaparsın ya yapmazsın. Özelleştirmeye ya karşısındır
ya özelleştirmeyi istersin. "O kadar istemem de bu kadar isterim.
Orasını istemem, burasını isterim." Yok öyle
numara. Ya istersin ya yaparsın. Yok öyle şey.
ATİLA
EMEK (Antalya) - Hesabını vereceksin!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi değerli arkadaşlar,
özelleştirme fevkalade önemlidir.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - IMF'nin bakanı!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bir ülkede özelleştirme yapılmazsa
o ülke yapısal reformlarını tamamlamamış
şeklinde bakılıyor.
NAİL
KAMACI (Antalya) - Kandırmaca bunların hepsi.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Serbest piyasa ekonomisinin olmadığı
ortada oluyor. Değerlendirmeler çok fazla. Eskiden kalmış
öyle vahşi kapitalizm, bilmem ne gibi görüşleri burada
tekrar lütfen serdetmeyin.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - IMF'nin memurusun!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Dünya nerede, ona bir bakın.
Sağınıza solunuza bakın. Ufkunuzu geniş tutun.
Burada dar kalıplar içerisinde Türkiye'yi kimsenin idare etmeye
hakkı yoktur. Bakınız, doğru politikalar Türkiye'yi
nereye getirdi.
Bilgilerinize
arz ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Ben size saygı maygı sunmuyorum.
NAİL
KAMACI (Antalya) - Sizin gibi düşünenler bu ülkeyi bu hâle getirdi
Sayın Bakan.
BAŞKAN
- Şahısları adına, Kütahya Milletvekili Alaettin
Güven.
Sayın
Güven? Yok.
Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni.
Buyurun
Sayın Yeni. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Satmakla övünüyorsun. Satmakla niye övünüyorsun?
Bir de yaptığınızdan bahsedin Sayın Bakan.
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Yürüyüşüne bak! Seni Yüce Divan
kapısında böyle yürüteceğiz.
BAŞKAN
- Sayın Bayındır, lütfen…
HÜSEYİN
BAYINDIR (Kırşehir) - Küçücük Bakan!
BAŞKAN
- Arkadaşlar… Bir dakika…
AHMET
YENİ (Samsun) - Vaktim geçiyor Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Şimdi, buraya çıkan hatiplerin de sözlerine dikkat etmesi
lazım, ama iktidar partisinden veya bakan veya başka bir kişi
çıktığı zaman başka bir gruptan izin alacak veya
onlar müsaade ederse konuşacak diye İç Tüzük'te falan böyle
bir şey yok. Lütfen…
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Sayın Başkan, eli cebinde duruyor, niye uyarmadınız?
BAŞKAN
- Burada elini cebine sokmayan kaç tane adam var acaba, çıkınca
şöyle bir bakın bakayım. Lütfen…
Arkadaşlar,
her birimizin diğerine saygı göstermesi lazım.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Yalnız, Sayın Bakan "şu
Grubun hâline bak" diye Grubu küçük düşüremez.
BAŞKAN
- Sayın Anadol, biraz önce Sayın Kılıçdaroğlu
konuşması sırasında "Bir tek vatandaş var
mı bu Hükûmetten razı?" diye burada söyledi. Herkes size
tahammül ediyor, istirham ederim. Olmaz böyle bir şey!
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - "Şu Grubun hâline bak" diyemez.
BAŞKAN
- Lütfen…
Buyurun
Sayın Yeni.
AHMET
YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye
Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası
Anonim Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi'min yürürlük maddesi olan 2'nci maddesi üzerinde
söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum ve öncelikle milletimizin
geçmiş Kurban Bayramı'nı ve yeni yıllarını
da kutluyorum.
Değerli
arkadaşlar, kanun teklifim görüşülmeye başlandığında
ben yurt dışındaydım. Bunu bazı arkadaşlar
gündeme getirmişler, ama sonuç itibarıyla ben de kanun teklifime
yetişmiş oldum.
Sayın
Başkan, kıymetli üyeler; daha önceden vermiş olduğum
kanun tekliflerim ile ilgili olarak muhtelif zamanlarda huzurlarınızda
söz aldım ve açıklamalarda bulundum. Belki mesleğimin
bankacı olması hasebiyle bu konuşmalarımın
hemen hepsinde ekonomiye, dolayısıyla paraya ve para yönetimine
atıfta bulundum. Ekonomik alanda kalkınmış ve
dış bağımlılığı minimize edilmiş
bir Türkiye hedefimize, partilerimiz ne olursa olsun, öyle ümit
ediyorum ki, hep birlikte üyesi bulunduğumuz bu yüce Meclisin
çatısı altında ortak çaba ve ortak sinerjiyle ulaşabileceğiz.
Elbette ki, yaptığımız çalışmaların,
şahsımın Ahmet Yeni olarak gündemimize getirdiğim
tüm bu yasa tekliflerimin mihenk taşı Türkiye'dir ve ortak
geleceğimizdir.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; bankacılık sektöründe
1999 yılı sonuna gelindiğinde, kamu bankaları,
belirli sektörlere yapılan destekleme politikalarının
temel uygulayıcısı konumuna getirilmiş, diğer
taraftan da kârlılık ve etkinlik ilkelerinden uzaklaştırılmışlardır.
Kamu bankalarının bütçe kısıtları sebebiyle
tahsil edemediği birikmiş görev zararları, alacaklarının
yarattığı finansman, likidite ihtiyacının
oluşturduğu baskı, para piyasalarında ortaya
çıkan yüksek faiz hadlerinin belirleyicisi olmuştur.
Kasım
2000 ve Şubat 2001'de yaşanan mali krizin ardından, mali
sektörün yeniden yapılandırılması süreci
başlatılmış ve bu bağlamda, kamu bankalarının
yeniden yapılandırılması öncelikle ele alınmıştır.
Yeniden yapılandırma programı, 25/11/2000 tarih ve 4603
sayılı Kanun uyarınca, bu bankaların özelleştirilmesi
hedefi çerçevesinde başlatılmış ve ilk adım
olarak, bu bankaların yönetim kurullarına, kamu bankalarını
yeniden yapılandırma ve özelleştirmeye hazırlama
yetkisi verilmiştir.
Diğer
yandan, tarımsal üretimin, esnaf ve sanatkârların desteklenmesine
yönelik olarak düşük faizli kredi kullandırılması
uygulamaları, bugüne kadar 4603 sayılı Kanun'a tabi
kamu sermayeli bankalar tarafından, 4603 sayılı Kanun'a,
bütçe kanununa ve Bakanlar Kurulu kararına dayalı olarak
yürütülmektedir. Bu doğrultuda, esnaf ve sanatkârlara yönelik
düşük faizli kredi uygulamasını kamu adına Halk
Bankası, tarımsal kredilendirme işlevini de Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası kamu niteliği olarak yürütmüştür.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 4603 sayılı Kanun'a
tabi bankalar, sektördeki bankalarla rekabet edebilmeleri ve
çağdaş bankacılığın gereklerinden olan
müşteri odaklı ve kâr amaçlı olarak faaliyet gösterebilmeleri
ve değerliklerini artırabilmeleri için kamu sermayeli
olmalarından kaynaklanan kısıtlamaları gidermek
üzere yeniden yapılandırılmış ve ekonomik
programa uygun bir şekilde özelleştirmeye hazır hâle
gelmeleri söz konusu olabilmiştir, ancak, uygulamada özelleştirme
sürecini olumsuz etkileyebilecek birtakım sıkıntılar
da yaşanmıştır.
4603
sayılı Kanun'la yapılan düzenleme uyarınca yeniden
yapılandırma ve hisse satış işlemleri için tanınan
beş yıllık süre 25/11/2005 tarihinde sona ermiştir,
ancak, bu süreç içerisinde 4603 sayılı Kanun'un amaçlarından
birini oluşturan yeniden yapılandırma süreci sonlandırıldığı
hâlde özelleştirme süreci ise henüz tamamlanamamıştır.
Bu ihtiyaç doğrultusunda özelleştirme sürecinin tamamlanabilmesi
için, anılan Kanun'un 2'nci maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan "beş yıllık" sürenin uzatılması
ihtiyacı doğmuştur.
Bu
itibarla, bugün gündeminizi oluşturan kanun teklifimle,
25/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye
Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'un 2'nci
maddesinin iki numaralı fıkrasında yer alan
"beş yıl" ibaresinin "on yıl" olarak değiştirilmesi
hususunu değerlendirmelerinize sunmuş bulunmaktayım
ve bu konuda desteklerinizi talep ediyorum.
Madde
üzerindeki sözlerime son verirken, yüce Meclisin Başkan ve üyelerini
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Şahsı
adına Kütahya Milletvekili Alaettin Güven.
Sayın
Güven, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALAETTİN
GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1278 sıra sayılı, Samsun Milletvekili
Ahmet Yeni Arkadaşımızın, Ziraat Bankası ve
Halk Bankasının özelleştirilmesiyle ilgili, daha önce
yapılmış ve devam edecek, yenilenecek özelleştirmeyle
ilgili kanun teklifi üzerinde, şahsım üzerine, 2'nci madde
üzerinde söz almış bulunuyorum.
Özelleştirmenin
ne anlama geldiği… Yirmi iki yıllık bir serüven, on üç
hükûmetin ilgi alanı içinde olan özelleştirmeyi AK Parti
Hükûmeti gündemine almış, devam ediyor. Milletimizin, halkımızın
menfaati için gereklidir. Bu konunun yürürlük maddesi üzerinde fazla
söylenecek bir şey yok.
Kanunun
hepimize hayırlı uğurlu olmasını temenni
eder, saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Söyleyeceğiniz hiçbir şey yok, bunun için
mi çıktınız!
ŞEVKET
ARZ (Trabzon) - Satmanın neresi halkın menfaatine!
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, madde üzerinde on dakika süreyle soru-cevap
işlemi gerçekleştireceğiz.
Evet,
yine arkadaşlarıma birer dakika süreyle, sırası
itibarıyla söz vereceğim.
Sayın
Torun, buyurun efendim.
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım;
görüşmekte olduğumuz 1278 sıra sayılı kanun,
4603 sayılı Kanun'un 2'nci maddesinin ikinci fıkrasındaki
beş yıllık sürenin on yıla çıkarılmasını
öngörüyor. 4603 sayılı Kanun, 15/11/2000 tarihinde, Anavatan,
DSP ve MHP'nin iktidarda bulunduğu sırada çıkarıldı.
Buna göre, Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası
kanunlarında değişiklik yapılmasını ve
bu bankaların özelleştirmeye hazırlanmasını
öngörüyordu. Hazırlık süreci bitmediği için şimdi
bu teknik anlamdaki kanunu çıkarıyoruz.
Sorularım
şunlar: AK Partinin iktidara geldiği sırada bu iki bankanın
görev zararı ne kadardı? Bu kamu bankalarının görev
zararlarından hangi hükümetler sorumludur? Bu bankaların
görev zararlarının giderilmesi için Hazineden bu dört yıllık
iktidarınız döneminde ne kadar kaynak aktardınız?
Bu bankalar kamu bankası olmasaydı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Torun.
Sayın
Ateş.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
4603
sayılı Yasa'yla birlikte yaklaşık 15 bin personel,
Ziraat Bankası ve Halk Bankasından başka kurumlara
atanmıştır. Bunun üzerine açılan davalarda
İdari Dava Daireleri Kurulu, Bakanlar Kurulunun bu yetkisini,
bu çıkarmış olduğu kararı durdurmuştur.
Buna rağmen, 3/4/2006 günü bankalara bir tebligat yapılmış
ve buna rağmen bankalar 2.300 personeli göreve başlatmıştır,
mahkeme kararı olmasına rağmen. Şimdi, bu durumda
bu tür uygulamalar bir kere devam edecek midir? Mahkeme kararları
neden uygulanmamaktadır? Bunların yanıtını
istiyorum.
Bir
de bunun yanında, kamu bankalarının özelleştirilmesi
gerekçesiyle diğer kurumlara gönderilen personelin unvan ve
statü kaybı dışında hakları nasıl telafi
edilecektir? Bunları öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Ateş.
Sayın
Sağ…
KEMAL
SAĞ (Adana) - Sayın Başkanım, bu Mecliste 30 Mayıs
günü bir gündem dışı konuşma ile Halk Bankasının
sorununu ben gündeme taşımıştım, ama, o gün iktidar
partisinden bir sayın bakan çıkıp da bu konuya cevap
vermediği gibi, daha sonra bir yazılı cevap dahi sunmadılar.
Bugün, ben o gün sorduğum birkaç soruyu tekrar etmek istiyorum
Sayın Başkanım, aracılığınızla.
1)
Geçmişe göre bugün çok daha iyi bir durumda olan Türkiye Halk Bankası
neden satılmak istenmektedir?
2)
Bankanın satılmasından sonra, kuruluşundan bu yana
tarihsel işlevi olan, esnaf ve sanatkârlar ile KOBİ kuruluşlarını
finansal destekleme görevini bundan böyle kim, hangi kuruluş
yürütecektir?
3)
En önemlisi, bu banka kime satılacaktır? Bugün Türkiye'de
bankacılık sektöründe yabancıların payı yüzde
25'in üzerine çıkmıştır. Bu gidişle…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Sağ.
Sayın
Tütüncü…
ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Birinci
sorum: Bankacılık sektöründe yabancı payı şu
anda yüzde 35,5. Devlet Bakanı Sayın Babacan sorduğumuz
bir soruya "Yüzde 100'ü de yabancıların elinde olabilir."
dedi. Sayın Maliye Bakanımız bu konuda ne düşünüyor?
Sistemde yabancılaşma oranı yüzde 100'e kadar olsun mu
diyor?
İki:
Halk Bankasının ya da Ziraat Bankasının yabancıların
eline geçmesi durumunda, kâr etmeyi ve kendi ulusal çıkarlarını
öncelikle gözetmeyi düşündüğü bilinen yabancı sermayenin,
Türkiye'nin esnaf ve sanatkârını ya da çiftçisini düşünmesi
mümkün müdür? Mümkünse, ne derece mümkündür?
Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.
Sayın
Işık…
AHMET
IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, gerekçede, kanun teklifinin gerekçesinde, çok
kısa bir bölümünü okumak istiyorum: "Çağdaş bankacılığın
gereklerinden olan müşteri odaklı ve kâr amaçlı olarak
faaliyet gösterebilmeleri ve değerliklerini artırabilmeleri
için kamu sermayeli olmalarından kaynaklanan kısıtlamaları
gidermek üzere yeniden yapılandırılmıştır."
ifadesi var. Buradaki sormak istediğim şey şu: Kâr eden
kuruluşlar satılıyor, özelleştiriliyor, ifadesi
var, eleştirisi var. Aslında, mefhumu muhalifinden düşünecek
olursak, zarar eden kuruluşların satılması mı
esastır, yoksa zarar eden kuruluşların kâr eder hâle getirilerek
mi özelleştirilmesi esastır? Özelleşmenin mantığı,
ana unsuru nedir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, buyurun.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın
Torun'un sorusu, AK Parti iktidara geldiği zaman, bu bankaların
görev zararları ne kadardı, diye söylediniz, ne kadar bir
para aktarılması söz konusu oldu? Şimdi, bir de yeni,
bu AK Parti iktidarları zamanındaki durum ne oldu, onları
bize soruyorsunuz.
Şimdi,
o görev zararları ne kadardı, onlar, elimde şu anda hemen
bilgiler yok. Fakat, onları size yazılı olarak ben bildireyim,
ama, şu anda bir şey söylemem mümkün değil. Yalnız,
arkadaşlarımın şu anda verdiği bana nota göre,
Halk Bankası artı Ziraat Bankasının Nisan 2004 itibarıyla
toplam görev zararı… Pardon, 2001 sonu itibarıyla görev zararı,
22,9 katrilyon lira.
ALİ
CUMHUR YAKA (Muğla) - Kim yemiş bunları?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Yani, çok başarılı
bir şey yapılmış, görev zararı, 22,9 (!)
MEHMET
YILDIRIM (Kastamonu) - Şimdi ne kadar? Şimdi yok mu zarar?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bunlar, tabii, Hazineden
uzun vadeli kâğıtlarla finanse edildi. Şimdi, AK Parti
Hükûmeti zamanında görev zararı yok. AK Parti zamanında,
yalnız 2005 yılı -Sayın Genel Müdürden aldım
şimdi- kârı 1,8 katrilyon lira; 1,8 milyar YTL kârı oldu
Ziraat Bankasının, yalnız Ziraat Bankasının.
Halk Bankasının da aynı şekilde, onun da kârı
var.
FAHRETTİN
ÜSTÜN (Muğla) - Onun için mi satılıyor Sayın Bakan!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Ateş "Bankalar
mahkeme kararı olmasına rağmen personel alımı
yaptı, yapıyor, buna devam edilecek mi?" diyor. Hayır,
ben şimdi tekrar Ziraat Bankasına da sordum, mahkeme kararından
sonra herhangi bir personel alımı söz konusu değil. Onu
özellikle belirtiyorum.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Ama aldınız…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - İşte, Ziraat Bankasının
Genel Müdürü burada yani.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - 2.300 personel alındı Sayın Bakan.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Ama, isterseniz yazılı
olarak da sorabilirsiniz. Yazılı olarak da ayrıca cevap
verebilirim.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Lütfen… Yanlış söylüyorlar çünkü.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Sağ bir soru
sordu; bir defa, bir durum tespiti yaptık, geçmişe göre Halk
Bankasının durumu daha iyi, dedi. Evet, daha iyi, çünkü, daha
iyi idare ediliyor, daha iyi prensiplerle idare ediliyor. Ama,
şimdiye kadar, değerli arkadaşlar, ne çıktıysa,
bu bankaların kamu kaynaklarının kullanılması
sırasında sıkıntılar çıkmıştır
bu milletin başına. İşte, görev zararını
biraz önce açıkladım. Yani, diğer özel bankalarda bu
söz konusu değil.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - İmar Bankası… Yolsuzluk olmadı
mı? Egebank…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Şimdi, değerli arkadaşlar,
KOBİ'lerin desteklenmesi için, burada, bu kanundan önce bir kanun
kabul ettik. O kanuna göre, Halk Bankası, özelleşmesine
rağmen, KOBİ'lerin desteklenmesine yine devam edecektir.
KOBİ'lerin desteklenmesi o bankaya, bu bankaya bağlı
da değil. Halk Bankasının elindeki portföyü öyle diye
Halk Bankası otomatikman yapıyor. Halk Bankasının
KOBİ'lere yapmış olduğu destekleme dolayısıyla
kaybı olan faizi biz bütçeden karşılıyoruz. Ben hangi
bankaya onu karşılayın desem, onu karşılayacak.
Faiz kaybı olduğu zaman vermesi gereken faiz ne, KOBİ'leri
desteklemesi dolayısıyla uğradığı faiz
kaybı ne, o faiz kaybını biz bütçeye ödenek olarak koyuyoruz
ve onu bütçeden kendilerine fark olarak ödüyoruz; dolayısıyla,
onlar da o işi yapıyorlar. O kimin elinde olsa, o parayı
ben ona verdikten sonra, faiz farkını verdikten sonra her
banka bunu yapar. Kaldı ki, Halk Bankası da buna devam edebilsin
diye bir kanun da çıkardık. Yani, yeni, bu yılbaşından
önce o kanunu çıkardık burada sizlerin oylarıyla, hepiniz
biliyorsunuz.
Şimdi
burada, yalnız "Kime satılacaktır?" lafı
söz konusu. Ondan dolayı ben fevkalade… Burada şartlar belli.
Şartname ortaya konuluyor. Buraya kim iştirak ederse, bu
ihaleyi kim kazanacaksa ona satılacaktır. O gayet tabii.
Yani, bunu sormaya bile lüzum yok.
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Adı belli, Dubai şeyhleri!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Hatta, biz şimdiye kadar
olmamış derecede şeffaf uygulamalar yapıyoruz.
Televizyonlardan herkese ilan ediyoruz. Herkes orada safha safha
takip ediyor nasıl yapılıyor bu diye.
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum. Süremiz doldu.
Madde
üzerinde bir adet önerge vardır. Önergeyi okutup işleme alacağım.
T.B.M.M.
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1278 sıra sayılı yasanın 2. maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Mustafa
Özyurt Enis Tütüncü
Malatya Bursa Tekirdağ
İsmet
Atalay Halil
Akyüz
İstanbul İstanbul
Madde
2 - Bu yasa 5/11/2007 tarihinden itibaren yürürlüğe girer.
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar)
- Katılmıyoruz.
BAŞKAN
- Hükûmet?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
- Sayın Aslanoğlu, buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Serbest
rekabetten bahsedildi. Acaba serbest rekabet, ülkede olan kurumların,
yerli ve yabancı bankaların dövizi 1.400 liradan getirip
üç yıl sonra gene aynı fiyatla, kârını üzerine koyarak
göndermek serbest rekabet midir?
Bu
ülkedeki yerli bankaların bir maliyetleri var. Ama, siz, bastırılmış
kuru uygulayacaksınız, gelen sermayeye daha düşük
kurdan daha sonra kâr transferinde kullanacaksınız, bunun
adı serbest rekabet olacak...
Değerli
arkadaşlarım, ulusal sanayi, ulusal finans sektörü
açısından son derece… Yoksa, rekabet olmalı. Kimse rekabet
olmayan… Bu ülkede artık rekabeti herkes kabul ediyor; ama, aynı
oyuncularla, aynı koşullarda olmalı serbest rekabet.
Sayın
Bakanım, siz Tekeli 1 milyar 300 milyon dolara satmadınız
mı? Satmadınız mı? Peki, daha sonra bunu iptal etmediniz
mi? Siz TÜPRAŞ'ı yine aynı fiyata satmadınız
mı? Bunlar bu ülkenin değerleri değil miydi? Peki, dönüp
hâlâ "Biz başarılı bir özelleştirme yaptık."
deme cesaretini nasıl gösteriyorsunuz, bilemiyorum.
Görev
zararından bahsedildi. Arkadaşlar, ziraat Bankası
ve Halk Bankasının görevleri vardır. Ziraat Bankasının
görevi zirai finansman yapmak, Halk Bankasının görevi esnafı
ve KOBİ'leri finanse etmektir. Acaba, esnafa verilen zirai kredilerden
dolayı bu görev zararları ne kadardır? Lütfen birbirimizi
kandırmayalım. Bu görev zararları yüksek fiyatla Hazineyi
finanse etmek için ve blok verilen krediler zamanında… Blok yüksekti.
Blok olarak çok büyük rakamlarla verilen düşük faizli kredileri
finanse etmek için oluşturulmuştur. Bu görev zararında
ne esnafın ne köylünün tek kuruşluk günahı yoktur arkadaşlar.
Bir
kere, lütfen, bunu böyle bilelim. Tabii, bu ülkede üretimden yana
olan herkese saygı duyarız. Kim üretim için bir çivi çakıyorsa,
üretime yönelik -yabancı sermaye olur, yerli sermaye olur- herkes
saygı duyar; ama, siz ülkenin birtakım kaynaklarını
"serbest rekabet" adı altında eğer gelip sadece…
Peki,
şunu soruyorum Sayın Bakanım: "Halk Bankası
yabancılara satılmayacak" diyebiliyor musunuz?
"Halk Bankası yabancılara satılmayacak" diyebiliyor
musunuz?
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Sipariş o, adresi de belli, Dubai şeyhlerine.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Haa, bunu bir kere…
Arkadaşlar,
bir ülkede üretime yönelik finansman kaynağı olmazsa, o
ülkenin ulusal ekonomisi çöker. Benim ricam: Bu ülke bizim… Bir tane
yabancı sermaye -son beş yılda 60 milyar dolar gelmiş-
bana söyleyin, ilinizde ve Türkiye'de herhangi bir üretim yapmak
için, ülkede bir şey üretmek için, ülkede bir katma değer yaratmak
için bir tek kuruşluk yabancı sermaye gelmiş mi arkadaşlar?
Değerli
arkadaşlar, sadece ithalatın finansmanını yapıyoruz
ve sadece bu yabancı bankalar, ağırlıklı olarak
kredili kredi kartı finanse etmeye geliyor yüzde 80 faiz almak
için. Enflasyonun, hani yüzde 9 diyoruz ya, yüzde 10 diyoruz ya, reel
faizin yüzde 12 olduğu bir ülkede, yüzde 80, eğer kredili
kredi kartı kullananlar insanlara, hâlâ bu bankalar faiz tahakkuk
ettiriyorsa, bu bankalar balıklama atlayarak gelir, çünkü
bir yılda getirdiği parayı alıp gidiyor arkadaşlar.
Değerli
arkadaşlar, yine bu kurumlarımızdan 15 bin arkadaşımız
atıldı, 15 bin arkadaşımız başka kurumlara
gönderildi. Mahkeme kararı olmasına rağmen bu arkadaşlarımızın
yasal hakları verilmiyor. Bu arkadaşlarımızın
hepsi perişan. Ben hassaten rica ediyorum… O günden bu yana,
uzun süredir çalışmasına rağmen, mali açıdan
ve kademe açısından tek kuruşluk ve herhangi bir kademe
atlatılmaksızın bunlar, sürgün yeri gibi kullanılıyor
bu arkadaşlarımız. Bu arkadaşlarımız,
bu bankalara kötülük yapmadı, hepsi yıllarca emek verdiler.
Onun için, Hükûmetin, bu konuda bir kez daha, özellikle bu bankalardan
gönderilen 15 bin kişinin tekrar… Bu ülke insanıdır,
bizim insanımızdır, bunları lütfen "bir tarafa
attım" gibi kullanmayın.
Hepinize
saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi
oylarınıza…
III. - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Önergenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır.
Yoklama
talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini tespit
edeceğim: Yaşar Tüzün, Orhan Diren, Mustafa Özyurt, Ferit
Mevlüt Aslanoğlu, Kemal Anadol, Mustafa Özyürek, Oya Araslı,
Mehmet Işık, Atila Emek, Şevket Arz, Abdulkadir Ateş,
Nail Kamacı, Hüseyin Ekmekcioğlu, Ali Rıza Gülçiçek,
Ufuk Özkan, Enis Tütüncü, Halil Tiryaki, Halil Ünlütepe, Hüseyin Bayındır,
Salih Gün, Tuncay Ercenk.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, önergenin oylamasından
önce yoklama işlemini gerçekleştireceğim.
Ayağa
kalkarak isimlerini yazdırmış olan milletvekili arkadaşlarımızın
sisteme girmemelerini rica ediyorum.
Yoklama
için dört dakikalık süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı
vardır.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278) (Devam)
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
3'üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE
3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin
Milletvekili Mustafa Özyürek.
Buyurun
Sayın Özyürek. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Ziraat Bankasının
ve Halk Bankasının özelleştirilmesiyle ilgili tasarı
hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli
arkadaşlarım, bu teklifle hem Ziraat Bankasının
hem Halk Bankasının yabancılaştırılmasını
görüşüyoruz.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Ayakta herkes Sayın Başkan, duyamıyoruz.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Evet, arkadaşlar, şu sıra bir yoklama
yok nasıl olsa, rahat rahat kulise gidebilirler.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, saygıdeğer arkadaşlarım;
lütfen…
Buyurun
Sayın Özyürek.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Şimdi, burada hep "özelleştirme"
diye konuşuldu. Aslında, olay, bir yabancılaştırmadır,
çünkü, işte, Sayın Bakan dedi ki: "Şartnameye göre
bu ihaleler yapılacak. Kimin alacağını biz önceden
nereden bilelim." Ama, yoğun ve yaygın bir söylenti var
ki, bu Halk Bankasını, bir yabancı banka gelip alacak;
bunu herkes biliyor.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Kim?
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Uzun zamandır söyleniyor. Bir İspanyol
firması olduğu söyleniyor. İnşallah doğru değildir.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Yabancı alabilir de, hangi yabancı, belli
değil işte.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Evet, merakınızı da gidereyim,
bir İspanyol bankası alacakmış.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Sabancı değil, yabancı…
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Neyse, çok yabancı sayılmaz, Akdeniz
ülkesi.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Sabancı da alır canım.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Vermiyorsunuz, yabancıya veriyorsunuz.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Parayı bassın, alsın.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın
Bakan geldi, burada, özelleştirmenin faziletini anlattı.
Türkiye bu tartışmaları çok önceleri yaptı değerli
arkadaşlar. Özelleştirme nedir, ne değildir, nasıl
olması lazım, bunların hepsi yapıldı, konuşuldu.
Ama, özelleştirilecek kuruluşlar var, özelleştirilmemesi
gereken kuruluşlar var. Ziraat Bankası ve Halk Bankası
özelleştirilmemesi gereken kuruluşlardandır; çünkü,
bu bankalar ihtisas bankalarıdır, kendilerine kanunla
verilmiş çok önemli görevler vardır ve bu görevleri uzun zamandır
başarıyla yerine getirmişlerdir.
Burada
görev zararlarıyla ilgili konular gündeme getiriliyor. Görev
zararlarıyla, bu bankaların ve bu bankalardan kredi alan
çiftçinin, esnafın ilgisi yoktur. O, bütçeyi denk gösterebilmek
için, bütçeden ödemesi gereken görev zararlarını ödemeyen
hükûmetlerin özrüdür, kabahatidir, yanlışıdır.
Şimdi,
öyle bir noktaya gelindi ki, bir mirasyedi mantığıyla
elde avuçta ne varsa teker teker satılıyor ve bu satış
bir yapısal dönüşüm gibi takdim ediliyor.
Şimdi,
yapısal dönüşüm nedir? Siz, kayıt dışı ekonomiyi
önleyecek bir kanun çıkarır ve başarıyla uygularsanız,
bu bir yapısal dönüşümdür. Sizin çıkardığınız
gibi değil, ama gerçek anlamda çalışanların hakkını,
hukukunu koruyan bir sosyal güvenlik reform yasasını
çıkarır uygularsanız, bu bir yapısal dönüşümdür.
Ama, sizinki gibi, çalışanların hakkını elinden
alan, sonuç itibarıyla da elinize yüzünüze bulaştırdığınız
o kanunu çıkarmak bir yapısal dönüşüm değildir.
Şimdi,
öncelikle, bu bankalar, hem Halk Bankası hem Ziraat Bankası
çiftçiye ve esnafa hizmet etmek üzere kurulmuş çok önemli ulusal
kuruluşlarımızdır. Bu kuruluşların zaman
zaman yönetiminde sorunlar olmuştur. Ama, eğer bir iktidar
orayı partizan amaçlarla kullanmazsa, oraya eşini dostunu
yerleştirmek için o kuruluşları istismar etmezse, bu
kuruluşlar, geçmişte de görüldüğü gibi, rahat rahat
kâr edebilirler.
Şimdi,
kâr eden bir kuruluşun, Ziraat Bankasının 2005 yılı
kârının Sayın Bakan 1,8 katrilyon olduğunu -eski
rakamla- söylediler.
Ne
olacak bunu bir yabancı satın aldığı zaman? Bu
kârdan vergiyi ödeyecek, vergi sonrası kârın tamamını
dilerse transfer edebilecek. Eskiden kamuya kalan, içeride kalan,
ulusal olan bir kârımız, şimdi bütünüyle yabancıların
eline geçecek. Bunu kârlılıkla, bunu rasyonellikle izah etmek
mümkün değil.
Şimdi,
özelleştirme nerede yaparsınız? Mesela, işte, artık
özel sektörün çok başarıyla yapmakta olduğu ayakkabı
sanayisi gibi, tekstil sanayisi gibi konularda özelleştirme
yapabilirsiniz. Ama, bankacılık gibi bütünüyle ekonomiyi
kontrol eden bir sistemi yabancıların kontrolüne veremezsiniz.
Şu anda bankalarımızın toplamının payının
yüzde 35'i yabancıların eline geçmiştir. Bu şekilde
Halk Bankasını, diğer bazı bankaları da özelleştirdiğiniz
ve dolayısıyla yabancılaştırdığınız
zaman yüzde 50'yi aşan bir payın yabancıların eline
geçtiğini göreceksiniz.
Banka
sistemi bir ekonominin kılcal damarları gibidir. Onu özelleştirdiğiniz,
onu yabancılaştırdığınız zaman ekonominin
tümünü kontrol edersiniz. Yani, geldiğimiz noktada bankalar
tümüyle yabancıların eline geçecek ve yabancılar bizim
ekonomimize bütünüyle hâkim olacak. Ama, AKP açısından bunun
bir sakıncası yok. Çünkü, onlar, artık sermayenin ulusalı,
uluslararasısı olmaz, diyorlar. Sermaye sermayedir, kim
ki getirir parayı yatırır, bankayı alır gider,
biz ona bir şey demeyiz, diye, bunu açık seçik Ali Babacan
Plan ve Bütçe Komisyonunda ifade etmiştir.
Oysa,
diğer gelişmiş ülkeler bu konuda böyle cömert davranmıyorlar.
Sayın Bakan ısrarlara rağmen söylemedi ama ben söyleyeyim:
Almanya'da bankacılıkta yabancıların payı
yüzde 5'ten ibarettir değerli arkadaşlarım. Pek çok gelişmiş
ülkelerde bu oran çok daha düşük. Mesela, İtalya'da yüzde
8'dir, İspanya'da yüzde 10'dur, Hollanda'da yüzde 11'dir, Danimarka'da
yüzde 17'dir, Avusturya ve Fransa'da -ki, gelişmiş ülkelerin
içinde en yüksek olanlar onlardır- yüzde 19'dan ibarettir. Siz bize,
artık, henüz gelişmemiş, gelişmesini tamamlayamamış
ülkelerden misal verirseniz, bu inandırıcı olmaz.
Değerli
arkadaşlarım, Halk Bankasında esnafımızın,
Ziraat Bankasında çiftçimizin bütün bilgileri depolanmıştır.
Şimdi bu bankaları yabancılaştırdığınız
zaman, o bilgileri de yabancıların eline vermiş olacaksınız.
Şimdi,
bu bankalarda, bankacılıkta altın hisse de olmuyor;
çünkü, bu konuda bir kanun çıkardınız, altın hisseyi
kaldırdınız. O nedenle, yabancı birisi gelip aldığı
zaman, Halk Bankası bütünüyle, artık, yabancının
kontrolünde olacak. Esnafa bunun kredi vermesi söz konusu değil.
Sayın
Bakan diyor ki: "Bütçeden ben kaynak aktarırım, o da kullandırır."
Şimdi, bir ihtisas bankası niçin kuruluyor? Dünyanın
her yerinde var, sadece Türkiye'de değil. Esnaf için kurulmuş
bir bankayı siz devreden çıkaracaksınız, ilgisiz
bir bankaya kaynak aktarmak suretiyle ona kredi verdireceksiniz.
Bu, olacak iş değil.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın
bir açıklaması oldu, dedi ki: "Seçim öncesi biz elektrik
dağıtımını özelleştirmek istemiyoruz,
çünkü onlar zam yapacaklar ve bu zammın faturası da bize
çıkacak." Peki, özelleştirme demek bir anlamda halka
zam olarak mı yansıyor? Siz bu bankaları özelleştirdiğiniz
zaman, yabancılaştırdığınız zaman,
bunun kredi maliyetleri son derece yükselecek ve bunun faturası
da halka çıkacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Özyürek, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Onun için, geliniz, bu yanlıştan dönelim,
yıllardır bu ülkenin esnafına, sanatkârına büyük
hizmet vermiş olan, bu ülkenin çiftçisine, tarım kesimine
büyük hizmetler vermiş olan bu bankaları özelleştirmekten
vazgeçelim, kamunun denetiminde etkin bir şekilde çalışmalarını
sağlayalım ve buradan, Cumhuriyet Halk Partisi adına
da bir uyarı yapmak istiyorum: Bu bankaları seçim öncesi
satın almak isteyen firmalar, bankalar, yabancılar hesaplarını
çok iyi yapsınlar. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, bu
bankalar özelleştirilirse, yabancılaştırılırsa,
Cumhuriyet Halk Partisi bu bankaları tekrar geri alacak ve kamuya
kazandıracaktır. Bu uyarıyı da yapmak istiyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Anavatan Partisi Grubu adına Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
Grup Başkan Vekili, Ankara Milletvekili…
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara)
- Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım;
1278 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında
Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlarım.
"Bugüne
kadar, özelleştirme yapıldı, 28 milyar dolar para kazandık."
dedi Sayın Maliye Bakanı. Hayırlı olsun. Bu arada,
tabii, 26 tane bankadan aşağı yukarı 14'ünü yabancılar
aldı, satılan bankalardan. Tabii ki, gelişmekte olan
ülkelerde yabancı sermayeye ihtiyaç vardır. Bizim de vardır
yabancı sermayeye ihtiyacımız. Ama, düşünün ki,
bu 26 bankadan 14 tanesini yabancı aldığına göre,
bu Halk Bankasını ve Ziraat Bankasını da yabancıların
alma olasılığı çok daha fazla.
Ha,
bu demek değil ki yabancı sermayenin ülkemize gelmesi
için bir gayret sarf etmiyoruz. Elbette ki gelsin. Gelsin yabancı
sermaye de ülkemize yatırım yapsın, iş sahası
açsın, aş sahası açsın, biz de istihdam sahası
bulalım, işsizlerimize iş bulalım. Bundan güzel
bir şey olur mu?
Peki,
ben soruyorum şimdi: 28 milyar dolar paranın, satılan
bankalardan veya özelleştirmeden alınan 28 milyar dolar parayla
ülkede hangi yatırımı yaptık?
FİKRET
BADAZLI (Antalya) - Çok.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Hangi fabrikaları yaptık?
Bakınız,
zamanında rahmetli Atatürk dedi ki: "Halk bunları yapamaz,
buna parası yetmez, şunları şunları devlet
yapsın, sonra halka versin, ama, biz, onun yerine, yenilerini yapalım."
Şu Atatürk'e bakın, bu ülkeye bakın! Bu ülkenin, geçmiş,
Atatürk'ten sonra, 1938'den beri insanlarına bakın, acaba ne
kadar yatırım yaptılar, sattıklarıyla ne aldılar?
Sadece bu iktidardan bahsetmiyorum, geçmiş iktidarları
da söylüyorum. Ama, bu iktidar kadar satan, sattığını
borca veren, faize veren bir iktidar görmedim.
Sevgili
arkadaşlarım, bu Halk Bankası kime kredi veriyor? Esnafa,
yani KOBİ'lere, küçük esnafa kredi veriyor. Bankacılar
çok iyi bilir bunu, gülümsemelerinden de belli, bazen büyük tüccarlara
verirlerdi, ama, esnafın bankası bu, küçük esnafın bankası.
Onu, bunun elinden alırsan, benim esnafımın, yarın
tesadüfen yabancının eline geçerse -o yabancı elbette
ki kâr etmek için bu bankaya aldı, kâr edecektir- yarın küçük
esnafa mı verecek krediyi, acaba, büyük holdinglere mi verecek?
Tabii ki, holdingler kredi almayacak mı? Alacak tabii, neden almasın.
Ama, esnaf ne olacak? Bugün kepenk kapatan esnafım ne olacak? Bugün
200 bin esnaf kepenk kapamışsa, yarınlarda bu 300 bin
olacak veya esnaf bitecek, büyük marketler tüneyecek; tünediği
gibi, daha fazlası tüneyecek.
Gelelim
Ziraat Bankasına: Kimin bankası? İsmi üzerinde, Ziraat
Bankası, çiftçinin bankası, çiftçiye kredi veren, çiftçiye
destek veren, esnafa destek vermeye çalışan bir banka.
Sayın
Bakan dedi ki: "2002'den sonra bankalarımız, bu bankalarımız
zarar etmedi." Teşekkür ederim Sayın Bakana. Demek ki,
istense bu bankalar zarar etmeyebiliyormuş.
FARUK
ÇELİK (Bursa) - Kim yönetiyor?..
AHMET
YENİ (Samsun) - Bizim yönetimimizde.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Ee, şimdi, etmediğine
göre, bundan sonra da bu düzen devam edeceğine göre, yarın
siz gidersiniz biz gelsek zarar mı ettireceğiz bu bankalara?
YAHYA
BAŞ (İstanbul) - Nasıl olsa gelemeyeceksiniz.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Niye ettirelim? Doğruyu
bulduktan sonra, doğru tektir, doğruyu hiçbir kimse şaşırmaz.
Matematikte de böyledir bu.
RESUL
TOSUN (Tokat) - Partiyi sattığınız gibi bankayı
da satarsınız siz. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Şimdi, sevgili arkadaşlarım,
oralardan gülmek kolay; ama, kendinizi esnafın yerine koyun,
ziraatçının yerine koyun, çitçinin yerine koyun da öyle
gülmeye bakınız. Buradan siz gülerken, benim köylümün o
kahveden size ne dediğini acaba biliyor musunuz? Benim kulaklarım
duyuyor ne dediğini ve hissediyorum. Çünkü, ben, onların
içinden geliyorum, o halkın içinden geliyorum. O halkla her gün
beraberim, hastasıyla beraberim, ustasıyla beraberim,
esnafıyla beraberim, çiftçisiyle beraberim. Oradan geliyorum.
Ben bir ilim adamı, doktorum ama, köylüyüm, o köylüyü çok iyi biliyorum.
Öyle, burada nutuk çekmek için köylü olduğumu söylemiyorum,
Giresun'un köyündenim. Ama, bir şey söylüyorum: Benim esnafım
yanıyor, benim çiftçim yanıyor. Benim ziraatçım yanarken,
buranın elinde kalmış iki tane bankayı satmasak ne
olur, kâr ettiğine göre? Peki, soruyorum: Bu 28 milyar dolardan
kaç kilometre demir yolları yaptınız? Atatürk'ten sonra,
Atatürk devrinden sonra 6 kilometre demir yolundan sonra, 1938'den
beri 10,5 kilometre yol yapılmış, demiryolu yapılmış.
RECEP
KORAL (İstanbul) - Eskişehir-İstanbul…
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - "Yatırdım"
de bana, "şuraları yapıyoruz, işte demir yoluna
önem verdim, onu yapacağım" de. "Şuraya fabrika
yaptım" de.
AHMET
IŞIK (Konya) - Konya-Ankara arası hızlı tren…
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Yaptınız, Ankara-İstanbul'u
gördük. Onu karıştırma, onu gördük, yüzünüze, gözünüze
bulaştırdınız.
AHMET
IŞIK (Konya) - Konya-Ankara arası hızlı tren devam
ediyor.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Tabii ki edecek. Yaptığınızda,
buradan, onun teşekkürünü ederim, merak etmeyin. Ama, yapın,
yapın! Bu insanlara aş bulun, aş verin, iş bulun,
iş! Benim insanım açlıktan üzülüyor. Sen, burada, devletin
elinde kalmış iki tane bankası, günlerdir bu bankayı
"satacağım, satarım…" Sat, ne olacak, onu da sat
da bitir! Şeye benzer: Bir babanın malı mülkü dolu, miras
bırakmış evladına, o evlat gelmiş, hepsini,
üstüne katacağı yerde, daha geliştireceği yerde,
daha modern iş yapacağı yerde, malını yücelteceği
yerde, satmış, satmış, yemiş… Ne olmuş? Müflis
olmuş. İşte, eğer, siz, bu özelleştirmeyi gereği
gibi değerlendiremezseniz, yanlış yönde bu aldığınız
paraları harcarsanız, bu ülkeyi iflas ettirirsiniz. Ama,
bu ülkeyi, benim hiçbir vatandaşımın, hiçbir milletvekili
arkadaşımın iflas ettirmek için bir lüksü yoktur, öyle
bir kanaati de yoktur.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Kurtulmuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Ama, beş senede satamadık
efendim biz bu bankaları, ya, beş sene daha bulalım, illa
satalım değil, illa bu bankaları, madem beş senede,
daha modernleştirelim, daha güzelleştirelim. Bugünkü
kârının 2 milyar dolar veya 1,8 milyar dolar olduğunu
söyleyen Sayın Bakan, bunu 5 milyar dolara çıkaralım,
hatta 10 milyar dolara çıkaralım. Burada iftiharla bunu
söyleyin, ben de, size, ülkem adına, şahsım adına,
buradan teşekkür edeyim diye düşünüyorum.
Hepinize
saygı sunuyorum, hoşça kalınız. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Şahsı
adına, Kütahya Milletvekili Alaettin Güven.
Sayın
Güven, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Teşekkür etmek için mi çıkıyorsunuz arkadaşlar?
BAŞKAN
- Sayın Güven, Genel Kurula hitap ediniz.
Buyurun.
ALAETTİN
GÜVEN (Kütahya) - Biz, milletçe teşekkür etmesini, bir de özür
dilemesini becerebilsek çok mesafe katederiz. Ben, hep teşekkür
ediyorum.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
1278 sıra sayılı Teklif'in yürürlük maddesiyle -kim yürütür-
ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben,
fazla sözlerimi uzatmayacağım. Burada söylenmiş, bu
konunun özeti olan, hem de bu konu üzerinde söz söyleme hakkı en
iyi ona yakışır diye düşündüğüm ve kimdir diye
bir soru sorarak, bir okumak istiyorum: "Bakınız, Türkiye,
bizden önce, tam yirmi iki yıl özelleştirmeyi konuştu.
İş dünyası, bilim adamları, siyasetçiler, gece
gündüz özelleştirmeyi konuştu; muhalefet de konuştu.
Bizden önceki tam 13 hükûmetin değişmez gündem maddesi oldu.
Sonuç neydi? Sadece 8 milyar dolarlık özelleştirme yapılabildi
ve bu, Özelleştirme İdaresinin harcamalarına bile
yetmiyordu. Biz, dört yılda 18 milyar dolarlık özelleştirme
gerçekleştirdik." sözünün kime ait olduğunu, bu konuyla
ne kadar ilgili olduğunu size bırakıyorum.
Değerli
arkadaşlar, "devlet" kelimesinin fonetiğiyle
devletin görevi arasında çok güzel bir ilişki vardır.
Devlet, otorite, yönetir, metot, proje hazırlar, birileri de
onu uygular. İşte, burada, bu kanunla biz, özelleştirmeyi
yaparak, devletin asli görevi, hantallıktan kurtularak, üretimden
vazgeçerek, özel teşebbüse, yani özel kabiliyete ve yeteneğe
önem vererek, ülkenin kalkınmasını sağlayan bir
organizmadır, bir yapıdır. Bu kanunla, bu özelliğini,
ulu orta, devlet, gündeme getirecek, görevini yerine getirecek.
"Özelleştirmeden
gelen paralar nereye gitti?.."
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - IMF'ye…
ALAETTİN
GÜVEN (Devamla) - KÖYDES'e 2 katrilyon ayrıldı, harcandı;
köylümüz gülüyor. 2 katrilyon 300 trilyon yine ayrıldı, yine
yüzü gülecek milletimizin. Öyleyse, bu özelleştirme yapılmalı.
Özelleştirme,
aynı zamanda, milletin bahtının ve vatanın güzelleşmesidir
diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Şahsı
adına Samsun Milletvekili Ahmet Yeni.
Sayın
Yeni, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET
YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; kanun teklifimin 3'üncü maddesi üzerinde
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, bir kez daha yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Biraz
evvel CHP sözcüsü, CHP iktidara gelirse, özelleştirilen bankaları
geri alacaklarmış… Buna kimlerin güleceğini ben bilemem,
ama "köprüyü sattırmam" denen zihniyetin hâlâ değişmediğini,
hâlâ yerinde durduğunu, halkımız açık seçik bir daha
görmüş durumda. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, bu Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak
Bankasının özelleştirme kanun çalışması
DSP, MHP ve ANAP döneminde gündeme geldi ve kanunlaştı. Yani,
sanki bugün özelleştirilecekmiş gibi konuşuluyor. O
gün karar alan arkadaşlar içerisinde, bugün Cumhuriyet Halk Partisi
arasında olan arkadaşlarımızın da olduğunu
düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, Aralık 2002-Aralık 2006 dönemi Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarında, bankacılığa bakış
açısının değiştiği ve bunun sonuçlarının
izlendiği bir dönem olmuştur. Daha verimli ve kârlı bir
yapıyı amaçlayan bir strateji yürütülmüş, rekabetçi
piyasanın içinde olabilmek için, bankaların, mukayeseli
olarak güçlü olduğu alanlara yönelik politikalar üretilmiştir.
Diğer taraftan, bu politikaları desteklemek üzere, etkin
bir aktif-pasif yönetimiyle kâr marjı korumaya çalışılmış,
ticari ve bireysel kredilere canlılık kazandırılmıştır.
İhtiyaç fazlası gayrimenkuller satılmış, ayrıca
genel giderlerde önemli ölçüde tasarruf sağlanmıştır
ki, KİT Komisyonu üyesi olarak da bu bankaları denetlediğimizde,
bunu açık bir şekilde görüyoruz.
Tüm
bunların yanı sıra, iktidarımız döneminde
uygulanagelen para ve insan yönetimindeki verimlilik, özelleştirme
kapsamındaki kamu bankalarının performanslarına
da yansıtılmış, bunun neticesinde de, aktif büyüklükte
elde edilen net kâr oranlarında, tarımsal, ticari, bireysel
kredilendirme oranlarında da ciddi artışlara ulaşılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; özelleştirme kapsamındaki
Ziraat Bankasının ve Halk Bankasının performansları,
kârlılık, verimlilik ve hizmet kalitesi bakımından
AK Parti döneminde böylesine önemli bir oranda artış göstermişken,
bazıları çıkıp da bu bankaları neden sattığımızı
elbette soracaktır. Hatta, daha dün ana muhalefet lideri Sayın
Baykal, daha ihale süreci başlamamışken, Halk Bankasının
alıcısının belli olduğunu söylüyor. Sayın
Baykal'dan, bildiği bir şey varsa, bu Meclisin çatısı
altında bunu açıklamasını istiyoruz. Aksi hâlde,
kendisi birçok insanı itham etmiş, zan altında bırakmış
olacaktır.
Ekonomi,
kendi kuralları dâhilinde işler. AK Parti İktidarının
özelleştirme politikalarının ne olduğu ve iktidara
geldiğinde neleri uygulayacağı parti programımızda
ve seçim beyannamemizde açıkça belirtilmiştir. Biz, ekonomi
ve özelleştirmeyle ilgili programımızı taahhütlerimizden
sapma olmaksızın uyguluyoruz ve sonuna kadar da uygulamaya
devam edeceğiz. Bizim tek gayemiz, özelleştirilecek olan
tüm KİT'lerin en yüksek değerinde alıcı bulabilmesi
ve Hazineye o oranda kaynak aktarabilmesidir. Bu düşünceyle,
sadece özelleştirme kapsamındaki kamu bankalarını
değil, satılacak olan tüm KİT'leri daha verimli, daha
rantabl ve daha cazip bir hâle getiriyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; partimizin özelleştirme
konusundaki kararlı çalışmaları ve uygulamaları
neticesinde, özelleştirme kapsamında 3, kapsam ve programda
12 olmak üzere toplam 15 kuruluş bulunmaktadır. Hükûmetimizin
bu konuya yaklaşımı, bir an önce bu uygulamaların
tamamlanması yönündedir.
Özelleştirme
uygulamalarının başlatıldığı tarihten
bugüne kadar elde edilen toplam tutar yaklaşık 26 milyar
ABD doları düzeyindedir. Bu gelirin 17,6 milyar ABD dolarına
tekabül eden kısmı ise 2003 yılından bu yana gerçekleştirilen
özelleştirme uygulamaları ile elde edilmiştir. Bu demektir
ki, yirmi iki yılda yapılan özelleştirme uygulamalarının
üçte 1'i yirmi yıllık dilimde, üçte 2'lik dilimi de son üç
yılda gerçekleştirilmiştir. Ümit ediyorum ki, kanun
teklifimin yasalaşmasıyla birlikte, bu süreç, biraz daha
gecikmeli olsa da, Özelleştirme Yüksek Kurulunun kararlaştırdığı
Ağustos 2008'den önce tamamlanabilecektir.
Sözlerime
son verirken, bir kez daha yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın
Işık, buyurun.
AHMET
IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, 2003-2006 arası özelleştirmede elde edilen,
ulaşılan rakam 17,7 milyar dolar. 1985 ila 2002 yılları
arasında ise, on yedi yılda 8 milyar dolarlık özelleştirme
gerçekleştirilmiş.
Bu
bağlamda şunu öğrenmek istiyorum: Son dönemde ülkemizin
rekabet gücünün artması ve toplam ekonomideki verimlilik artışında
ve de doğrudan yabancı sermayenin ülkemizi yüksek oranda
tercihinde özelleştirmenin katkısını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Sayın Tüzün…
YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Aracılığınızla Sayın Bakana bir sorum
olacak.
Bildiğiniz
üzere, istihdamın yüzde 61'ini KOBİ'ler sağlıyor.
Yani, böylesine, işçilik oranı, istihdam oranı yüksek
olan KOBİ'ler, tüm Türkiye genelinde kullanılan kredilerin
ise yüzde 3'ünü kullanabiliyorlar.
Bu
konuda, geçtiğimiz ay içerisinde KOBİ'lerle ilgili yeni
bir düzenleme yaptık, kamuya, devlete olan borçlarının
yeniden yapılandırılması konusunda. Ancak, KOBİ'lere
kaynak aktarımı konusunda herhangi bir yapılanma yapılmadı.
Şimdi,
sorum Sayın Bakana şu: Özellikle Halk Bankası aracılığıyla
KOBİ'lere yeni bir kaynak aktarımı söz konusu mu?
İstihdamın yüzde 61'ini sağlayan KOBİ'ler ekonomik
olarak çok sıkıntı içerisinde ve kullanılan kredi
oranı yüzde 3 olduğu için, bu konuda bir çalışması
var mı Sayın Bakanın?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Sayın
Güler…
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakanıma iki tane sorum var: Bu, bir özelleştirme mi, yabancılaştırma
mı?
İkincisi
ise, baba baba satabildiğiniz kadar satmaya çalışıyorsunuz,
ama buna rağmen borcunuz artmakta. Müflis esnaftan farkınız
nedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Sayın Torun…
CAVİT
TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım;
biraz önce sorduğum sorulara verdiğiniz cevapta, 2001
yılı itibarıyla Ziraat Bankasının görev zararının
21,5 milyar dolar olduğunu söylediniz. Bu bankaların görev
zararını, hazine bonosunu kasalarına koymak suretiyle
karşılamasaydınız, batan diğer bankalar gibi
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmeleri ve doğal
olarak iflaslarına mı karar verilecekti?
Devletimiz,
AK Parti İktidarı zamanında, yaptıkları büyük
zarar sebebiyle, peynir, yağ, dana eti satmaktan vazgeçti. Para
satmak ile bunları satmak arasında ne fark var? Buna göre,
milletin parasını ona buna peşkeş çekip, adını
bankacılık olarak koymak hâlâ daha mı az tehlikeli?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, buyurun.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın
Işık'ın sorduğu, 2003-2006 yılında yapılan
özelleştirmelerle yahut da AK Parti döneminde yapılan -daha
doğrusu- özelleştirmeler ile daha önceki yapılan, on
yedi yıldaki özelleştirmelerin farkını ortaya
koyduktan sonra, Türkiye'nin ekonomisindeki ilerlemede özelleştirmenin
katkısını sordu.
Tabii,
ben, daha önce Genel Kurula sunumumda da bunu arz ettim. Bir defa,
özelleştirme, yapısal bir reformdur, ülkenin ekonomisinde
yapısal reform olarak nitelendirilir. Onun için, AK Parti olarak
biz, daha hükûmete gelmeden önce, Parti Programımıza bunu
yazdık. Yani, burada, biz, özelleştirmeleri büyük çapta
gerçekleştireceğiz dedik.
Eğer
bir ülkede özelleştirmeyi gerçekleştirirseniz, o zaman,
o ülkedeki serbest piyasa ekonomisinden bahsedebilirsiniz, serbest
rekabetten bahsedebilirsiniz. Yoksa, bazı kuruluşlar
devletin elinde, bazı kuruluşlar özel sektörün elinde; devletin
elinde olan kuruluşlar, sürekli surette, vergi alınırken
de ona göre düşünülüyor, efendim, gümrük vergisi alınırken
ona göre düşünülüyor, diğer konularda ona göre bir ayrıcalık
yapılıyor. Orada bir tam rekabetten bahsedilemiyor.
İkincisi,
bankacılık konusunda… Bankacılık konusunda,
şu anda, devletin bankalara olan... Halk Bankası, Ziraat
Bankasındaki çalışan arkadaşlarımız,
yönetimde bulunan arkadaşlarımız fevkalade fedakârane
çalışıyorlar, her türlü riski üzerlerine alarak çalışıyorlar.
Neden? Bir krediyi bir yere verebilmek için. Vermezsen kimse bir
şey demiyor. Vermezsen "Niye vermedin?" diyen yok. Ama,
verirsen on tane müfettiş orada bekliyor, her gün. Her gün bakın,
gidin bir genel müdürlüğe, efendim, BDDK'nın müfettişi,
onun müfettişi, bunun müfettişi, hepsi orada. Bir şey
yaptın mı, o inceleniyor; yapmazsan bir şey incelenmiyor.
O durumda o yönetici nasıl iş yapabilir? Nasıl o riski
alacak? İkide bir haklarında dosya, ikide bir haklarında
mahkeme, ikide bir soruşturma. Bu şartlar altında bu arkadaşlar
görev yapıyorlar ve bu kadar da kârlı duruma getiriyorlar.
Kârlı duruma getirmelerinin sebebi ne? Kârlı duruma getirmelerinin
sebebi de şu: Artık siyasilerin emrinden kurtardık
oraları. Eskiden oturuyorlardı, "falan tanıdığa
şu kadar kredi çıkar, fişman tanıdığa
şu kadar kredi çıkar..."
Biraz
önce bir milletvekili arkadaşım geldi burada. Bilirkişilik
yapmak için kendisini çağırmışlar. 11 milyon dolar
Halk Bankasından vaktinde birisi kredi almış. Kredinin
karşılığında gösterdiği teminatlar: Yalınayak
köyünde 100 dönüm arazi, bilmem neresinde 2 tane daire. Be birader,
topla topla topla 200 bin dolar etmez. Köyü satsan o kadar etmez. Neden?
Çünkü, o tarihte kimse siyasi iktidar veyahut da elinde bulunduran,
emri vermiş: "Efendim, buna krediyi ver." Onları
kaldırdık biz arkadaş. Ondan dolayı kâr ediyor bu
bankalar.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - YİMPAŞ'a kim emir veriyor
Sayın Bakan? Hangi siyasetçi?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Efendim?
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - YİMPAŞ da batıyor…
BAŞKAN
- Sayın Baloğlu…
MURAT
YILDIRIM (Çorum) - Ne alakası var?
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap ediniz.
Buyurun.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Yani, şimdi, öyle bir
şey konuşuyorsunuz ki…
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, siz Genel Kurula hitap etmeye devam edin.
MURAT
YILDIRIM (Çorum) - Ne ilgisi var? Dam üstünde saksağan vur beline
kazmayı!
ATİLA
EMEK (Antalya) - YİMPAŞ'ı duyunca niye heyecanlanıyorsun?
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım,
Sayın Bakanı dinleyelim.
Sayın
Yıldırım, Sayın Bakanın konuşması engellenmesin.
Buyurun
Sayın Bakan.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Değerli arkadaşlar,
bakınız, şimdi, bir diğer soru vardı:
İşte, KOBİ'lerin kredileriyle ilgili olarak ne yapıyor
bu?
Değerli
arkadaşlar, KOBİ'lerin kredileriyle ilgili olarak…
MUSTAFA
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - YİMPAŞ'la ilgisi olanlar var…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Değerli arkadaşlar,
KOBİ'ler bugün ucuz kredi alıyorsa, bu ucuz krediyi KOBİ'lere
sağlayan Hükûmettir, Halk Bankası değildir. Aradaki faiz
farkını Hükûmet olarak ödüyoruz biz. Hangi bankaya ödesek o
banka KOBİ'lere o krediyi seve seve verecek. Aman bana verin diye
kapıda geziniyorlar hepsi. Kaldı ki Halk Bankası, bu
KOBİ'lere bu kredilere devam edecek, kim gelirse gelsin burada
devam edecek. Benim köylüm, benim çiftçim diye burada karşılıklı
konuşuluyor. O köylünün, o çiftçinin nasıl kredi aldığını
bilen yok. O aradaki farkı Hükûmet olarak biz ödüyoruz. Hangi banka
olsa, Ziraat Bankasına da ödersek o da ödeyecek, Halk Bankasına
ödersek de o da ödeyecek, İş Bankasına ödersek o ödeyecek.
Bunu Hükûmet yapıyor, bunun bilincinde olalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Sayın Bakanım, yeni kaynak var mı, yeni
kaynak?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Eğer çiftçi bugün ucuz
kredi alıyorsa, bu, Hükûmet tarafından veriliyor. Çiftçi bugün,
KOBİ bugün ucuz kredi alıyorsa bu Hükûmet tarafından yapılıyor.
UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Çiftçi mi kaldı, çiftçi mi kaldı? Tütüncü
mü kaldı, pamukçu mu kaldı?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Hükûmetin yaptığını
bankalarla karıştırmayın. Bankam gitti, bu iş
bitti. Bu Hükûmet giderse bu iş biter. Hükûmete bakın, Hükûmete,
Hükûmet yapıyor bunu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Çiftçi bitti Sayın Bakan, çiftçi battı.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Çiftçiye, biz geldiğimizde
1,8 milyar bütün destekleriyle, primleriyle verilen para o. Bizim
zamanımızda verdiğimiz 5 milyar… Şeyi yeni kabul
ettik daha, 2007'yi… 5 milyar 250 milyon, çiftçiye veriyoruz, destek
veriyoruz.
UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Çiftçi sadaka istemiyor, ürününün karşılığını
istiyor.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bayılttınız, çiftçi
bayıldı.
UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Sadaka istemiyor çiftçi, alın terini istiyor.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Soruyoruz yani, aradaki
farkı görün. Burada çeşitli hesaplar… "Yabancılaştırma
mı, özelleştirme mi?" Değerli arkadaşlar, burada
biraz önce konuştum. Avrupa Birliğine biz müzakere ediyoruz,
oraya girmek için müzakere ediyoruz. Avrupa Birliğinin hiçbir
ülkesinde bu banka yalnız yerliye satılır, bu banka
yalnız yabancıya satılır diye bir hüküm yok.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Fransa, Almanya'daki pay, yabancı payı?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bunu bilin, bunu bilin. Hangi
birliğe gireceksiniz? Avrupa Birliğine. Avrupa Birliği
nasıl, bunu bilin ya, bir okuyun, bir bakın, bir gezin.
MUSTAFA
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Duyamıyorum, duyamıyorum!
Sayın Bakan, duyamıyorum, bir daha söyler misiniz!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bakınız, İtalya'da
bir banka satışı dolayısıyla, Merkez Bankası
Başkanı, yalnız yerli bankaya dair bir niyet belirttiği
için, görevden istifa etmek mecburiyetinde kaldı.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - İtalya'da yabancı payı kaç,
bankada?
MUSTAFA
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Ya, seni görenler bizi almaz zaten Avrupa
Birliğine!
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, süremiz doldu. Diğer soruları…
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Şimdi, nereye gireceğimize
bir bakın, onların şeylerine bakın. Buraları
gelişmiş ülkeler, gelişmemiş ülkeleri misal vermiyorum
ben size.
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, süremiz doldu, isterseniz yazılı
cevap verin.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Oldu.
Peki,
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
FERAMUS
ŞAHİN (Tokat) - Ya, bırak Başkan…
YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Soruların hiçbirine cevap almadık.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, bir tek soruyu
yanıtladı, o da iktidar partisinden; muhalefetin sorularına
cevap vermedi.
BAŞKAN
- Madde üzerinde bir adet önerge vardır. Önergeyi okutup işleme
alacağım.
Buyurun.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1278 sıra sayılı Yasa Teklifinin 3'üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
"Madde
3 - Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür."
Abdulkadir
Ateş Kemal
Kılıçdaroğlu Şevket
Arz
Gaziantep
İstanbul Trabzon
Salih
Gün Mustafa
Özyürek
Kocaeli Mersin
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) -
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Hükûmet?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Ateş. (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, her şeyden önce, şu özelleştirme ile
yabancılaştırmayı biraz açıklamak istiyordum,
ama, bu önergenin gerekçesi şu: Şimdi, yabancılaştırıyorsunuz,
hiç olmazsa, yabancılaştırılırken devletin
haysiyetini koruyalım diye, ilgili bakanlık yabancılaştırsın
diye bir önerge verdim, ama, şimdi, konuyu biraz daha açalım
burada.
Sayın
Bakan, şimdi "Özelleştirme mi, yabancılaştırma
mı?" diyorsunuz ve bizim söylemlerimiz maalesef çarpıtılıyor.
Şimdi "özelleştirme" dediğimizde, yerli sermayenin
de bir payı olabilir, yerli sermaye de olabilir, ama "yabancılaştırma"
dediğinizde konu çok farklı. Şimdi, baktığınız
zaman siz Türkiye'deki sisteme, Türkiye'deki bankacılık
sisteminin şu anda yüzde 36'sı yabancılar tarafından
kontrol ediliyor.
Şimdi,
Avrupa'ya baktığınızda, tabii, Patagonya'ya bakarsanız,
Estonya'ya bakarsanız veya İberya'ya bakarsanız farklı
olabilir. Lütfen, Türkiye'yi bu ülkelerle karşılaştırmayınız.
Bir Estonya'da yüzde 100'ü yabancılaştırılmış
olabilir bir bankanın, bankacılık sisteminin, ama, Türkiye'de
bunu biz istiyor muyuz, böyle bir şeyi arzuluyor muyuz? Hele hele
Osmanlı döneminde "Galata Bankerliği"nden ağzı
yanmış bir ülke olarak bunu tasvip edebilir miyiz? Bunun üzerinde
düşünelim diye söylüyoruz.
Şimdi,
geliyorum Avrupa'ya, Avrupa Birliğine. Evet, Avrupa Birliğinde
sermayenin serbest dolaşımıyla ilgili herhangi bir kısıtlama
yok, ama, Sayın Bakan, siz biliyor musunuz, daha birkaç yıl
önce Almanya ve İtalya, Avrupa Birliğinden, bu konuda, yani,
bankaların yabancılaştırılması konusuyla
ilgili ihtar aldığını biliyor musunuz? Almanya'da,
Almanya sadece bankacılık sisteminin yüzde 5'i yabancıların
elinde, İtalya'da bu biraz çıkmış yüzde 8'i ve gerek
İtalya gerek Almanya el altından, masa altından yabancı
sermayenin bankacılık sistemine girmesiyle ilgili çok
ciddi ve uyanık politikalar izliyor. Evet, bir yasayla buna hayır
demiyor, ama, ne yapıyor? El altından birtakım düzenlemelerle
yabancı sermayenin bankacılık sisteminde belli bir
oranda kalmasını arzuluyor. Türkiye'de biz de bunu istiyoruz.
Biz diyoruz ki, hep birlikte gelin çalışalım, karar verelim,
Türkiye ekonomisi için, Türkiye gerçekleri için yabancılaştırma,
bankacılık sisteminin yabancı sermaye payının
bir kararını verelim diyoruz. Ona göre de, Avrupa'da nasıl
yapıyorsa birtakım ülkeler, biz de onu uygulayalım diyoruz.
Lütfen, buraya gelip, CHP'yi özelleştirme düşmanı vesaire
gibi göstererek siz yaparsınız, biz yaparıza giremeyiz.
Şimdi,
özelleştirmede de bir özellik var. Bazı kurumlar var ki, stratejik
önemleri nedeniyle bunları kamuda tutmak zorundayız. Bu
iki kurumdan ikisi bugün çıkaracağımız veya süresini
uzatacağımız yasayla ilgili. Birisi Ziraat Bankası,
birisi Halk Bankası. Biz diyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
bu iki banka köklü banka, Türkiye'nin, Türkiye ekonomisi için ve halkımızın
ihtiyaçları için kamunun elinde kalması veya en azından
yerli sermayenin burada hâkim olması için önemlidir diyoruz.
AHMET
YENİ (Samsun) - Geri alacak mısınız?
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Doğru olan bu, ama siz bilmiyorsunuz bunu.
Bilmeden buraya geliyorsunuz, elinize ne yazılı
kâğıt verdiyse okuyorsunuz.
AHMET
YENİ (Samsun) - Geri alacak mısınız, geri?
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Yapmayın bunu, bunu yapmayın. Bu, Türkiye'nin
lehine bir olay değildir diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün, Türkiye bankacılık sektörü çok
değil, 20-25 milyar dolarlık ekstra bir yabancı yatırımıyla
tümüyle yabancıların eline geçebilecek bir duruma gelmiştir.
Yüzde 36 yabancı payı var. Bunun borsaya kota edilenler,
hisseler de katıldığında bu oran daha yüksek. 20-25
milyar ekstra bir yatırımla, yabancı yatırımıyla
bankacılık sistemini kaybetmekle karşı karşıya
kalacağız. Bunu hiçbirimizin, içimizde hiçbirimizin kabul
edebileceğini ben zannetmiyorum. Bu nedenle de akıllı
olmak durumundayız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu özelleştirme, yani
4603 sayılı Yasa'nın bir önemli konusu da aslında
kamu bankalarında mağdur edilen personelle ilgili, ama zaman
olmadığı için bunları detaylı tartışamıyoruz.
32 bin personel, 4603 sayılı Yasa'nın çıkarılmasıyla
ve uygulamalarıyla mağdur edilmiştir. Bunlar mağdur
durumdayken…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ateş, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ABDULKADİR
ATEŞ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
İdari
Dava Daireleri Kurulunun 22/12/2005 tarihinde vermiş olduğu
karar var. Bu karar ne? 2004 yılında çıkarılan Bakanlar
Kurulu kararıyla kamu bankalarında personel alımına
ilişkin daha önce getirilmiş olan sınırlamalar bu
Bakanlar Kurulu kararıyla kaldırılıyor. Şimdi
sizin dışarıda mağdur ettiğiniz 32 bin insan
olacak, siz geleceksiniz, ilan vereceksiniz, o ilanla bankalara,
özellikle Halk Bankası ile Ziraat Bankasına personel alacaksınız
ve bunların sayısı da 2.300 olacak. Hem bu insanlara maaş
ödeyeceksiniz, onlara yararlı bir görev vermeyeceksiniz, bu
bankalarda tutacaksınız, fakat aynı zamanda da yeni
personel deneyimsiz, bankacılık sistemini bilmeyen personel
alacaksınız. Bunlar kabul edilebilir uygulamalar değildir.
Bu nedenle biz diyoruz ki: Bu Yasa'nın süresinin uzatılmasına
ilişkin vereceğimiz kararı yeniden gözden geçirelim
diyoruz, artı, bunun yanı sıra da eğer bu karar devam
edecekse Bakanlar Kurulunu bu işe bulaştırmayın
diyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yeter sayısı…
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısını
arayacağım.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 17.11
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.26
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
48'inci Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu açıyorum.
1278
sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
3'üncü
madde üzerinde verilen önergenin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi,
önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısını arayacağım.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum…
III. - YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Yoklama istiyoruz.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Geçtik Başkanım!
BAŞKAN
- Evet, maddenin oylanmasından önce yoklama talebi vardır.
Kemal
Anadol, Harun Akın, Ufuk Özkan, Orhan Diren, Ramazan Özkan,
Yılmaz Kaya, Mehmet Işık, Ali Rıza Gülçiçek, Abdulkadir
Ateş, Osman Özcan, Ali Kemal Deveciler, Nail Kamacı, Mevlüt
Aslanoğlu, Mahmut Duyan, Mustafa Özyurt, Yaşar Tüzün, Sedat
Pekel, Hüseyin Ekmekcioğlu, Atila Emek, Sayın Erbatur, Halil
Ünlütepe, Sayın Gün, Sayın Kepenek, Sayın Güyüldar, Sayın
Parlakyiğit.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, yoklama için dört dakika süre
veriyorum.
İsmini
yazmış olduğumuz arkadaşların yoklamaya girmemelerini
istirham ediyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı
vardır.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni'nin; 15/11/2000 Tarihli ve 4603 Sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/901) (S. Sayısı:
1278) (Devam)
BAŞKAN
- Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Tümünün
oylamasından önce…
Sayın
Yeni, konuşacak mısınız siz?
AHMET
YENİ (Samsun) - Hayır Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Aleyhte, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Buyurun
Sayın Eraslan.
Süreniz
beş dakika.
MEHMET
ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bakın,
1994 yılında, şubat ayında Telekom'un özelleştirilmesiyle
ilgili -Anayasa Mahkemesine başvuran- şu an iktidar kanadında,
iktidar grubu sıralarında oturan milletvekilleri ve iktidarda
şu an bakanlık yapan birtakım isimler, Anayasa Mahkemesine
iptal için dava açıyorlar. Telekom, o zaman 19,5 milyar dolara
özelleştiriliyor idi.
Tabii
ki, Anayasa Mahkemesine açılan dava gerekçesinde bakın
ne deniliyor: "Mondros Mütarekesi'yle Osmanlı Devleti'nin
bütün haberleşme birimlerine el konması, dört yıllık
yenilgiyle biten bir savaştan sonra ve ancak işgal kuvvetlerinin
fiilî müsaderesiyle olmuşken, bu yetkiyi, altın tepsi
içinde -Telekom'un özelleştirilmesi, yabancılara bu yetkiyi
altın tepsi içerisinde sunmakla eşdeğer tutuluyor-
sunma anlamı taşıyan bir düzenleme, ulusal bağımsızlıktan
bile bile vazgeçme ve sömürgeleşmeyi kabul etme -Bakın,
ulusal bağımsızlıktan vazgeçme ve sömürgeleşmeyi
kabul etme- anlamına gelir." Bu, gerekçede yazıyor,
94 yılında Anayasa Mahkemesine açılan davada. Ve devam
ediyor: "Türk milletinin bağımsızlığını
korumakla görevli olanların, devletin ekonomik bağımsızlığını
sağlamak üzere kurulmuş devlet tekellerini satmasının,
Türkiye'yi, ekonomik, dolayısıyla siyasal açıdan bağımlılaştıracağı
ortadadır." Şimdi, muhalefetteyken, şu an iktidar
kanadında milletvekilliği yapan, bakanlık yapanlar,
19,5 milyar dolara Telekom özelleştirilecek iken ve Türkiye'nin
iç borcunun tümü, o zaman, 19,5 milyar dolar iken ve Telekom'un özelleştirilmesiyle
Türkiye'nin iç borcunun tamamının ödendiği bir dönemde,
bu tür gerekçelerle, özelleştirme felsefesine ve mantığına
karşı çıkan bir anlayışın, şu an, Halk
Bankasının satılmasını çok ciddi manada destekler
tavır içerisine girmesini ben tutarlılık olarak görmüyorum.
Ama,
biz bunu söylemiyoruz. Biz "özelleştirme olmalıdır"
diyoruz. Muhalefette iken bir türlü, iktidarda iken bir türlü konuşmanın
anlamı yoktur. Siyaset, böyle olmaz, böyle olmamalıdır;
Türkiye'nin ve ülkenin menfaatleri ne ise o yönde olmalıdır.
Küresel
rekabetin olduğu bir dönemde ve liberal ekonomilerin temel
esas olarak kabul edildiği bu dönemde özelleştirme doğrudur,
özelleştirme yapılmalıdır. Devlet, asli vazifesine
dönmelidir; asli vazifesini yerine getirir iken mal ve hizmet üretiminden
uzaklaştırılmalıdır. Ama, Halk Bankası satılmamalıdır.
Sayın
Bakanım diyor ki: "Biz faiz farkını veririz."
E peki nasıl anlaşacaksınız? Özel sektöre girdikten
sonra özel sektörün olacak. Sizin anlaşamama durumunuz da var,
onlarla anlaşamama gibi bir tehlikeyle de karşı karşıya
kalacaksınız. Yani, notere gidip "ne dersek onu yapacaksınız"
şeklinde size bir taahhüt mü veriyorlar? Özelleştirmede
öyle bir mantık olur mu?
Evet,
KOBİ'ler buradan kredi alıyor, çiftçiler buradan kredi
alıyor; ama, o zaman nasıl bir hâl alacağı gerçekten
tartışılır.
Bir
ekonomik dalgalanmada, yabancı bankalar, fonlarını,
paralarını yurt dışına aktarma noktasında
çok rahat hareket edebilirler. Bunun da irdelenmesi, düşünülmesi
gerekir diye düşünüyorum.
Sayın
Bakanımız diyor ki: "Serbest piyasa ekonomisinde özelleştirme
yapacağız." Doğrudur, Türkiye'de özelleştirme
yapılmalıdır, mantık doğru bir mantıktır.
"Oyunu kendi kurallarında oynayacağız" diyor.
Allah aşkına sizlere soruyorum: Daha önce TÜPRAŞ'ın
yüzde 65,76'sı 1.300 milyon dolara satılır iken ve yargıdan
döner iken, ikinci satışta TÜPRAŞ'ın yüzde 51'lik bir
bölümü 4 milyar 140 milyon dolara satılırken doğru bir
satış mıydı? Doğru bir satış olmadığı
hâlde Sayın Bakanımız "kârlı bir satış"
demişti ve bu özelleştirme mantığını, Sayın
Bakanım sizlere soruyorum: Buna ne cevap vereceksiniz, buna
ne diyeceksiniz, ben çok merak ediyorum. Bizleri izleyen yüce milletimiz
de bunu çok merak ediyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Eraslan konuşmanızı tamamlayınız,
buyurun, ek bir dakikalık süre size.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Ben, burada, Petrol-İş Sendikasına
teşekkür ediyorum, yargının duyarlılığına
teşekkür ediyorum, en az 3,5-4 milyar dolar, bu iptalden, Türk ekonomisinin
kazancı olmuştur; her ne kadar, Sayın Bakanımız
"Bu satış doğru bir satıştır ve
kârlı bir satıştır." demiş olmasına
rağmen.
Özelleştirme
yapılmalıdır, ama, özelleştirme şeffaf olmalıdır.
Bir şeyi verirken ne zaman vereceğinizi, ne zaman özelleştireceğinizi,
Türkiye'nin sosyal şartları, Türkiye'nin ekonomik şartları,
Türkiye'nin güvenlik şartları ve ulusal şartları
göz önünde bulundurularak hangi kurumun ne zaman özelleştirileceği
konusu masaya yatırılmalıdır ve ayrı mülahaza
edilmelidir. Ama, "her şeyi satalım…" İyi, her
şeyi satıyoruz, satalım. Borçlarımız ne oluyor,
artıyor mu eksiliyor mu? Artıyor, her geçen gün artıyor.
Her şeyi satıyoruz, gayrimenkul de satıyoruz,
KİT'leri de satıyoruz, cumhuriyetin ve milletin kazanımlarını
satıyoruz; ama, bu millet, artık, sata sata hiçbir yere ulaşamayacağının
farkına varmıştır ve bu noktadaki politikalar yeniden
irdelenmeli ve yeniden masaya yatırılmalıdır
diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.
Teklifin
tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı
olmasını diliyorum.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 5'inci sırada yer alan,
15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
5.-
15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/1268) (S. Sayısı: 1276) (x) (xx)
BAŞKAN
- Komisyon? Burada.
Hükûmet?
Burada.
Komisyon
Raporu 1276 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Kanunun
tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili
Mustafa Özyurt, AK Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Aydın
Dumanoğlu, Anavatan Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili
Dursun Akdemir; şahısları adına, Kütahya Milletvekili
Alaettin Güven, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Samsun Milletvekili
Haluk Koç, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve Hatay Milletvekili
Mehmet Eraslan.
İlk
söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili
Mustafa Özyurt'a aittir.
Sayın
Özyurt, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz
1276 sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için
söz almış bulunuyorum. Bu bağlamda, hepinizi, en içten
saygılarımla selamlarım.
(x) 1276 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
(xx) Kanun’un ilk görüşmeleri
14/11/2006 tarihli 18'inci ve 15/11/2006 tarihli 19'uncu birleşimlerde
yapılmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bilebildiğim kadarıyla, Parlamento
tarihinde bir ilke imza atıyorsunuz ve şu anda bu ilke tanıklık
yapıyorsunuz. Çünkü, 15 yeni üniversitenin kurulması hakkında,
atanacak olan rektörler konusundaki kanunu, Parlamentomuzda, tam
dördüncü kez görüşüyoruz. Bu da, Hükûmetin, bu işte samimi
olmadığını gösteren en belirgin kanıt.
Eğer, Hükûmet, gerçekten, Türkiye'de 15 tane yeni üniversiteyi
kurmak isteseydi, tam bir yıl önce Parlamentodan geçmiş
olan bu kanunla, önce Cumhurbaşkanından geri dönen, sonra
Anayasa Mahkemesinden geri gelen, sonra, tekrar, bir iki kelime cambazlığıyla
tekrar buraya gelen ve Cumhurbaşkanınca tekrar geri gönderilen
bu tasarıyı 4 kere görüşmezdik ve Hükûmet, sorun üretmez,
çözüm üretir, bir yol bulur ve bu üniversitelerin rektörlerinin
şimdiye kadar atanması için elinden gelen gayreti gösterirdi.
Ama göstermemiştir. Tam tersine, Hükûmet, her seferinde bir sorun
çıkarmıştır karşınıza, her seferinde
bir sorun üretmiştir ve bugün de yine bir sorunla karşı
karşıyayız.
Değerli
arkadaşlarım, az evvel söylediğim gibi, tam kelimenin
anlamıyla kelime cambazlığı yapılmaktadır.
Bundan önceki tasarılarda, hükûmet tasarısında
"Başbakan ve Millî Eğitim Bakanının önereceği
kişiler arasından Cumhurbaşkanınca seçilir."
denilmişti -araya, YÖK çıkarıldığı için o
tekrar, yeniden ele alındı- YÖK devreye sokuldu, ama, bu sefer
de -biraz sonra anlatacağım- yine bir cambazlık yapılarak
"YÖK'ü nasıl devre dışı bırakırız?",
bunun çok güzel projesini hazırladı arkadaşlar ve huzurunuza
da getirmiş bulunuyoruz.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Yükseköğretim Kurulu da dörtte 3 çoğunlukla
uzlaşsın -1 arkadaşı- seçsin 6 kişiyi göndersin.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Sayın Başkanım, kusura bakmayın,
laf attığınız için söylüyorum, siz iktidarsınız,
çözüm üretirsiniz…
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Ürettik işte!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - …sorun yaratmazsınız. Siz, sorun yaratıyorsunuz.
Sorun yaratmasanız, bu kanun tasarısı 4 defa bu Parlamentoya,
4 defa huzurlarınıza gelir mi? Yani elinizi vicdanınıza
koyun, söyleyin, deyin ki, biz sorun üretmiyoruz, çözüm üretiyoruz
deyin. Yapmayın!
Değerli
arkadaşlarım, tartıştığımız teklifin,
yasanın 1'inci maddesi, yani bundan tam bir yıl önce, yaklaşık
olarak bir yıl önce burada görüştüğümüz tasarının
1'inci maddesi "Bu Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu
rektörleri, iki yıl için, Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanın
önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır."
kuralını getirmişti.
Anılan
yasa, yeni kurulan üniversitelerin kurucu rektör adaylarının
Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanın önermesini, üniversitenin
bilimsel ve yönetsel özerkliğiyle bağdaşmadığı
için Yükseköğretim Kurulunu devre dışı bıraktığı
için, Cumhurbaşkanınca, önce geriye gönderildi ve burada
tekrar görüştük.
Değerli
arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı bunu geri gönderirken,
daha önce Yükseköğretim Kanunu, yani, 2547 sayılı Kanun'un
bir maddesine dayanarak diyor ki: "Yükseköğretim Kurulunu
devre dışı bırakamazsınız." Bu, Anayasa
maddesi, ayrıca onu da söyleyeyim. Anayasa'ya göre de kesin hüküm
olduğu için, rektör atamalarında Yükseköğretim Kurulu
devre dışı bırakılamaz. Ama, buraya getirilen
hükûmet tasarısında YÖK devre dışı bırakıldığı
için, Cumhurbaşkanı, tasarıyı geri göndermişlerdi.
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) - Anayasa'nın hangi maddesine göre?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - 131 ve 130, evet...
Şimdi,
arkadaşlar, Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesini
eğer Sayın Arkadaşım okumuş olsaydı, 89 ve
104'üncü maddeleri uyarınca, Cumhurbaşkanının gerekçesinde
bunlar açıkça, uzun uzun anlatılmıştı, oradan
okuyabilirlerdi; ama, okumamışlar, ben kendilerine söyleyeyim.
Değerli
arkadaşlarım, bunun üzerine, bu tasarıyı, burada
tekrar konuştuk ve hiçbir değişiklik yapmadan gönderdik.
Sayın Cumhurbaşkanı onayladı ve arkasından,
hem Sayın Cumhurbaşkanı hem de biz Anayasa Mahkemesine
götürdük. Anayasa Mahkemesi de bunun böyle olmayacağını
söyleyip, iptal etti ve iptal gerekçesi de önünüzdedir.
Bu
sefer, Hükûmet, başka bir cambazlık düşündü, artık,
bunu Hükûmet tasarısı olarak getirmeyelim, dedi. Ne yapalım?
Sayın Millî Eğitim Komisyon Başkanının bir teklifi
olarak karşımıza çıktı. Bunu, daha evvel de
söylemiştim burada: Bir üniversite öğretim üyesi olarak,
Sayın Millî Eğitim Komisyonu Başkanından… Üniversite
özerkliğine, bana göre, tam böyle bodoslama, karşısından
bir darbe vurduğu için, Sayın Cumhurbaşkanı, bu teklifi
tekrar geriye gönderdi, yeniden geriye gönderdi ve geriye gönderme
gerekçesinde de, neden gönderdiğini, niçin bu teklifin geçmemesi
gerektiğini uzun uzun da anlattı arkadaşlar.
Şimdi,
geri gönderme gerekçesinde, daha doğrusu; buradan geçen teklifte,
sanki, YÖK'ü işin içine katıyormuş gibi olsak da, buraya,
küçücük bir yerleştirme yapıldı. Denildi ki: Adayların
seçiminde Yükseköğretim Kurulunun dörtte 3 çoğunluk gibi,
çok yüksek oranda bir nitelikli çoğunluk istedi maddede. Bunun
olamayacağını ve bu dörtte 3 çoğunluğun kolay
kolay sağlanamayacağını, Sayın Millî Eğitim
Bakanımız da biliyorlar, Sayın Komisyon Başkanımız
da biliyorlar. Bunun böyle olamayacağı bellidir.
METİN
KAŞIKOĞLU (Düzce) - Sabih Kanadoğlu öyle söylemiyor.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (Devamla) - Çünkü, Yükseköğretim Kurulunun kompozisyonu
bellidir arkadaşlar. Yükseköğretim Genel Kurulunun kompozisyonu
şöyledir: Üç yerden üye almaktadır. Birincisi Cumhurbaşkanının
atadığı 7 üye, ikincisi Üniversitelerarası Kurulun
atadığı 7 üye, üçüncüsü de hükûmetin atadığı
7 üyedir.
Bu
koşullarda, hükûmet taraflısı olan, hükûmet tarafından
atanmış olan üyelerin hükûmet gibi hareket edeceklerini düşündü
sayın iktidar ve dediler ki: Nasıl olsa bunlar bir araya gelemezler
ve bu nitelikli çoğunluğu hiçbir zaman da bulamazlar.
İşte,
işin cambazlık tarafı burası. Bu yapılınca…
Eğer, bir ay içinde, YÖK Genel Kurulu, rektör adaylarını
belirleyip de Cumhurbaşkanına sunamazsa otomatikman YÖK
devre dışı kalacak ve doğrudan doğruya Millî
Eğitim Bakanı üç adayı Cumhurbaşkanının
önüne sunacaktır. Böylece, Yükseköğretim Kurulu bu
işte devre dışı bırakılmış oluyor.
Bu, güzel bir cambazlık, tebrik ediyorum kendilerini; hakikaten
iyi bir cambazlık, iyi bir oyun.
Ama,
yanıldıkları bir taraf var. Daha önce, Anayasa Mahkemesi
bu iptal gerekçesini gönderirken bunları uzun uzun anlattı
ve Yükseköğretim Kurulunun devre dışı kaldığı
hiçbir yasanın geçerli olamayacağını açıkça
ortaya koydu. Siz, bütün buna rağmen, Yükseköğretim Kurulunu
devre dışı bırakarak bu işin geçeceğini
zannediyorsunuz. Yine geçmeyecektir. Buradan geçse de, biz, bu yasayı
Anayasa Mahkemesine götüreceğiz ve Anayasa Mahkemesi de bunu
iptal edecek.
Şimdi,
arkadaşlar, bu samimi ve içten dileğimi söylüyorum: Hakikaten,
Hükûmet, bu 15 üniversitenin kurulmasını istemiyor. Gerçekten
istemiyor. İstese, dediğim gibi, bir yıl içinde arkadaşlar
buna bir çözüm üretirdi. Ne kadro vermiş ne bütçeye yatırım
koymuş… Lafa geldiği zaman bütçede diyor ki: "Efendim,
500 milyar koyduk." Arkadaşlar, 500 milyarla Ankara'da,
İstanbul'da daire alamıyorsunuz, nerede üniversite açacaksınız?
Hükûmetin
istediği şu: Benim dediğim rektör olmazsa o bütçedeki
para, 500 milyar kalır, başınızın çaresine bakın,
dersiniz. Eğer benim dediğim rektör olursa ha, o zaman kesenin
ağzını açarım. Bunu açık söyleyin, niye saklıyorsunuz?
Deyin ki, arkadaşlar, biz bu 15 üniversitenin açılmasını
istemiyoruz.
Ben,
size, şurada rakamlar vereyim. Arkadaşlar, bunu, daha evvel
bütçe müzakereleri sırasında da söyledim, ama, üzülüyorum.
Hitit Çorum Üniversitesi: 3.074 öğrencisi var, 6 fakültesi
var, 11 meslek yüksekokulu var, 1 yüksekokulu var ve 4 tane profesörü
var, 6 tane doçenti var. Giresun'da, 1 tane profesör ve doçent yok.
HASAN
AYDIN (Giresun) - Var, var.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Neyle açıyorsunuz üniversiteyi sorarım
size ya? 1 tane profesör buluyorsunuz bir yerden, şuraya seni
atıyorum diyorsunuz, ondan sonra, tamam, profesör var diyorsunuz.
Bununla üniversite mi olur?
Eğer
iktidar samimi olsa arkadaşlar, önce şu kadroları tamamlar,
der ki, şuraya bu kadroyu veriyoruz, bu kadar buraya veriyoruz
ve öğretim üyelerini doldurduktan sonra der ki, tamam, biz bu
üniversiteleri açmak istiyoruz.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Yani, siz Çorum'a üniversite açılmasına
karşı mı çıkıyorsunuz bu durumda?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Hayır efendim, hayır Sayın Başkanım.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Herhâlde!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Ama, iktidar karşı. Ben, bunun samimi olmadığına
inanıyorum. Eğer samimi olsa, açmak istese bu kadroları
doldurur; altyapısını yapar, ondan sonra da rektör atamasını
da bu kadar sürüncemede bırakmaz, bugüne kadar bu işi çözer.
Çözmediniz. Çözmemenizin nedeni de samimi olmadığınızdandır,
onu söyleyeyim.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Samimi olmayan sizsiniz, siz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Samimi olsanız arkadaşlar, bir şeyi
4 kere buraya getirir misiniz? Düşünün bir, iktidar olarak. Gelir,
dersiniz ki, nedir hatamız, şunu çözelim, buna bir hâl çaresi
bulalım, bir çözüm bulalım. Öyle değil.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Çözümü ne? Size verelim, siz çözün!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Evirip çevirip getiriyorsunuz buraya, bunu getiriyorsunuz
karşımıza arkadaşlar.
Ben
burada, bu üniversitelerin -açılmayan- halkına seslenmek
istiyorum ve o üniversitelerde okuyan çocukların ailelerine
seslenmek istiyorum. Gerçekten, iktidar, oralarda üniversite
açılmasını istememektedir. İstese bu işi çözer,
bu işi bugüne kadar bal gibi bitirirdi, bitirmek istemiyor arkadaşlar.
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - Yanlış...
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Yanlış, doğru, işte şey ortada.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Şimdiye kadar nasıldı, onu
bir izah eder misiniz, şimdiye kadar üniversiteleri...
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - Burdur Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesi kuruldu,
tabelası asıldı, çalışıyor.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen...
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, bir yere tabelayı asmakla
üniversite kurulmaz. Ziraat fakültesinin tabelasını
söktünüz, yerine Burdur Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesi tabelasını
astınız. Bununla üniversite mi oldu diyorsunuz? 4 tane
profesörü var Burdur'un.
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - 11 bin tane öğrencisi var.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Evet, 11 bin tane öğrencisi var, doğru;
ama, 4 tane profesörünüz var, 6 tane doçentiniz var. Bununla mı
üniversite oluyorsunuz? Öğrenciyi doldurmuşsunuz, ne olacak?
Öğrenciyi istediğiniz yere doldurun, eğitimi vermedikten
sonra, öğretimi vermedikten sonra, neresi bunun üniversite?
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Beyefendi, biz, üniversiteleri kurduk, siz
neyi konuşuyorsunuz?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Efendim?..
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Üniversiteleri kurduk.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Üniversiteyi kurdunuz, ama, rektör atayamadınız,
bir yıldır rektör atayamadınız.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Üniversiteler kuruldu.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Efendim, üniversite kurulur, ama, rektör atamadıktan
sonra üniversite, üniversite olmaz. Hocanız yok.
ALİM
TUNÇ (Uşak) - Var, var, hocamız var.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - 4 tane hocanız var.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Üniversite kurmak turşu kurmaya benzemez.
MEHMET
S. TEKELİOĞLU (İzmir) - Kurulan üniversitelerin rektörlerini
şimdiye kadar kim atıyordu ki, söyler misiniz?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, lütfen bildiğiniz
şeyleri söyleyin. Üniversite, rektörlerini, üniversite
öğretim üyelerini kendisi seçer, ondan sonra Yükseköğretim
Kuruluna gider ve onu da cumhurbaşkanı atar. Anayasa maddesi
aynen şöyle der.
MEHMET
S. TEKELİOĞLU (İzmir) - O, eski üniversiteler için, yeniler
için böyle bir şey yok.
MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Hocam, sen anlat, bilen de konuşuyor, bilmeyen
de konuşuyor.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Efendim, üniversitenin yenisi, eskisi olmaz,
üniversite üniversitedir.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Hayır, bu çok açık.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Hiç öyle değil. Anayasa'nın hiçbir maddesinde
yeni üniversitede şöyle rektör seçilir, eskisinde böyle seçilir
diye bir madde yok.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Kurucu rektörü konuşuyoruz Hocam.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Siz, canınızın istediğini yapmak
istiyorsunuz, keyfinizin istediği gibi...
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Rektörün nasıl atanacağını
konuşuyoruz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - ...istediğinizi yapmak istiyorsunuz.
İstediğiniz kadar söyleyin, kadrolaşmak istiyorsunuz,
kuşatmak istiyorsunuz, üniversiteleri kuşatmak istiyorsunuz.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Hayır, hayır...
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Çünkü, üniversite rektörü benden olursa benim istediğimi
yapar, benim istediğim genel sekreteri atar, benim istediğim
kadrolaşmayı yapar diyorsunuz. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Hayır.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Gelin, şundan vazgeçin, hiç değilse üniversiteyi
serbest bırakın, üniversite özerk bir kurumdur. Yarın,
öbür gün bunları önünüze getirirler, koyarlar.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Özerkleştirmek istiyoruz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Ayrıca, şunu söyleyeyim: Ben bir eski
üniversite öğretim üyesiyim. Herhâlde, şu yaşadığımız,
4 defadır karşımıza gelen şunu, yarın,
öbür gün, üniversite anlatılırken veya parlamento tarihi
anlatılırken söyleyecekler, diyecekler ki: "AKP
İktidarı döneminde, bir tasarı, bir teklif, iki kelime
öne, iki kelime arkaya alınarak, arkadaşlar, 4 kere Türkiye
Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirilmiştir."
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Başka neyi söyleyecekler Hocam?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Bununla övünebilirsiniz, bununla övünün.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Başka bir şey daha söylenecek.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Bu kadar fuzuli işgal ettiğinizle, bu
kadar fuzuli bir iktidar olduğunuzla övünebilirsiniz.
TEVHİT
KARAKAYA (Erzincan) - Hocam, başka bir şey daha söyleyecekler.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Muhalefetin, ne kadar…
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Müsaade ederseniz, kürsü burası, canınız
çektiği zaman, kalkar, gelir konuşursunuz. Ben istediğimi
söylerim burada.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Kürsüden doğruları söyleyin,
doğruları. Doğruları konuşun kürsüden, biz
dinleriz sizi. Çarpıtmayın her şeyi. Her şeyi çarpıtıyorsunuz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Hiçbir şeyi çarpıtmıyorum arkadaşlar,
hiçbir şeyi çarpıtmıyorum. Söyleyeyim…
BAŞKAN
- Sayın Özyurt…
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Kastamonu: Bakın arkadaşlar, 7.089
öğrencisi var, 4 fakültesi var, 14 bölümü var, 3 meslek yüksekokulu
var; 2 tane profesörü var, 2… Rektör ve rektör yardımcısı
atayamayacaksınız, 2 tane profesörü var.
Rize:
5.426 öğrenci, 5 fakülte, 14 bölüm, 1 yüksekokul, 3 meslek yüksekokulu,
2 profesör, 4 tane doçent. Bununla mı üniversite yapacaksınız?
Bu mu üniversite şeyiniz?
İçinizde
üniversite okuyanlar vardır, çoğunluğunuz… Bir ana bilim
dalında, yani, eski deyimle, bir kürsüde en az 3-4 tane profesör
olur. Bir profesör izne gitse yerine koyacağınız adam
yok. Sayın Millî Eğitim Bakanı, buna da, kalksa, deseydi
ki şurada: "Ben şu kadar kadro verdim, işte, bu kadar
altyapı açtım, üniversiteye şu kadar para tahsis ettim,
ama, üniversite açamadım." Bunu söyleyebilir ve gerçekten,
üniversite açılmamıştır. Kastamonu'daki Orman Fakültesinin
tabelası sökülmüş, üzerine "Kastamonu Üniversitesi"
yazılmıştır. Bununla üniversite olmaz. Yapmayın
arkadaşlar, komik oluyoruz!
AGÂH
KAFKAS (Çorum) - Helal olsun, bir senedir engellediniz!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Ha, engelleyen sizsiniz, biz engellemedik.
AGÂH
KAFKAS (Çorum) - Bir senedir engellediniz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Hayır… Biz, yasal yolu seçtik ve bununla övünüyoruz.
Biz, yasal, anayasal hakkımız neyse onu kullanıyoruz.
Siz, eğer, siz iktidar olsaydınız ve gerçekten üniversite
açılmasına taraftar olsaydınız, gelirdiniz, bizimle
beraber bu işi çözerdik. Hiç bunun için inatlaşmanıza
gerek yok.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - İşte, el kaldırıyoruz.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Bunu, ben değil arkadaşlar, Türkiye'nin
en çok satan gazetesinin baş yazarı söyledi. Bu bir inatlaşma
değil, bu bir kötü niyet. Yüzünüze karşı söyledi, isterseniz
veririm. Bu bir inatlaşma değil, bu bir kötü niyet, bu bir samimiyetsizlik.
Üniversiteyle oyun oynuyorsunuz, üniversiteyle alay ediyorsunuz
"Böyle üniversite kurduk." diye.
Bakın,
bunlar, bir gün önünüze konur. Bir gün bunları anlatırlar,
derler ki… AKP İktidarının yapmış olduğu
bu tasarının, bu teklifin 4 kere buraya gelmesi, bana göre
züldür, ayıptır. Bunu çözerdik arkadaşlar ve dediğim
gibi, şu saydığım 15 üniversitede okuyan öğrenciler,
aileleri ve o şehirdekiler sizden çözüm bekliyor. Siz çözüm
üretmiyorsunuz. Siz tıkanıklık yaratıyorsunuz.
İşi çözmüyorsunuz, hep sorun yaratıyorsunuz arkadaşlar…
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - CHP'li genel sekreter atanınca oluyor değil
mi!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, CHP'li genel sekreter atıyor
diye buradan laf atmak kolay. CHP'li genel sekreter demiyorum ben size,
üniversite rektörü atayın diyorum. Eğer, üniversite rektörü
ile üniversite genel sekreterini karıştırıyorsanız,
size söyleyecek bir şeyim yok. Üniversite genel sekreteri ayrıdır,
üniversite rektörü ayrıdır.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Bilmiyorduk, iyi ki, söylediniz!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Aferin, öğrendiğiniz için kutluyorum sizi,
tebrik ediyorum, hiç değilse bunu yapmışım. Size
bunu öğretebildiysem ne mutlu bana. Yıllardır, hiç değilse,
ders anlatmaktan bıkmıştım, şurada, birkaç kelimeyle
size bir şey öğrettim. Kendimi kutluyorum bu bakımdan,
tebrik ediyorum!
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Üniversite mezunu olmadığımız
için bilmiyoruz!
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, gelin, bu işi polemiğe
dökmeyin. Bakın, dediğim gibi, bu işi polemiğe dökmeyin.
Gerçekten samimi olsanız, çözmek isteseniz çözersiniz.
Bakın,
Yükseköğretim Kurulu 4 tane üniversitenin rektörünü Cumhurbaşkanına
sundu: Ordu, Tekirdağ, Düzce ve Uşak ve bugünlerde, öğrendiğim
kadarıyla -bugün veya dün- Burdur Mehmet Âkif Üniversitesinin
rektör adayı da Yükseköğretim Kurulundan Cumhurbaşkanının
onayına sunulmuştur.
Bakın,
yavaş yavaş bu yolda yürüyor.
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) - Anayasa'yı çiğniyor.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Anayasa'ya falan aykırı değil arkadaşlar.
Cumhurbaşkanı…
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) - Anayasa'ya aykırı.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Hayır, efendim, Anayasa'ya aykırı değildir.
Cumhurbaşkanının yetkisi, üniversite rektörünü seçmek
ve atamaktır. Yalnızca atamak değil, yanlış düşünüyorsunuz.
Anayasa'yı açın, öyle yazar: "Üniversite rektörünü seçer
ve atar." Onun için, Cumhurbaşkanının önüne 2 tane
aday getiremezsiniz. Cumhurbaşkanının seçme hakkı
vardır, onların arasından birini seçecektir ve atayacaktır.
O bakımdan…
FİKRET
BADAZLI (Antalya) - En az oy alanı…
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Ve burada arkadaşlar, getirip siyasi iktidarın
ille bunun içine girmesinden ne amaç güdüyorsunuz, onu anlamıyorum.
SERACETTİN
KARAYAĞIZ (Muş) - Siz niye giriyorsunuz?
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, biz, 1946'da üniversite
özerkliği geldiğinden beri, her zaman, üniversite hocalarımız
seçimle gelmiştir. Bir tek, 12 Eylülden sonra gelen dönemde bir
kesinti olmuştur ve onun arkasından hemen gelen dönemde
hep seçimle gelmiştir.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - En az oy alanlar gelmiştir.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - En az oy alır, en çok oy alır, o ayrı; o,
Cumhurbaşkanının hakkıdır, ona kimse bir
şey söyleyemez, o, devletin başıdır, en az olanı
seçer veya en çok alanı seçer. Seçme ve atama yetkisi onundur.
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Seçim yapmadan atasın o zaman.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - İster seçer ister seçmez, ama, dediğim gibi,
madem yasa ona bu hakkı vermiş, o da bunu kullanacaktır
değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Sayın Özyurt, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun
efendim.
MUSTAFA
ÖZYURT (Devamla) - Sayın Başkanım, kusura bakmayın,
arkadaşlar çok fazla polemiğe girdikleri için, ben de onları,
biraz bilgileri artsın istedim, bu konuda eksiklerini tamamlamalarını
istedim.
O
bakımdan, ama, şu kadarını söyleyeyim: Bu gittiğiniz
yol yanlış bir yoldur, er veya geç, bu, Anayasa Mahkemesinden
dönecektir. Tekrar, bunu, burada görüşeceğiz. O zaman da
eğer Sayın Grup Başkanım bana izin verirse, bunu, beşinci
defa karşınıza geldiğimde söyleyeceklerimi söylerim.
Beni
sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum,
sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Verdik gitti.
MUSTAFA
ÖZYURT (Bursa) - Ders bitti.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
AK
Parti Grubu adına Trabzon Milletvekili Aydın Dumanoğlu.
Sayın
Dumanoğlu, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK
PARTİ GRUBU ADINA ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunca 15/11/2006 günü kabul edilen 5556 Sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu,
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Anayasa'nın 89 ve 104'üncü maddeleri uyarınca Cumhurbaşkanlığı
makamınca bir daha görüşülmek üzere Meclise gönderilen
Yasa hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgi
ve saygıyla selamlıyorum.
Çok
değerli arkadaşlar, Türkiye'de mutlaka üniversiteler kurulması
gerekir. Bundan sonra da yeni yeni üniversiteler kurulacaktır.
Şu anda, yeni kurulan üniversitelerle ülkemizde 68 tane üniversite
mevcuttur.
YAKUP
KEPENEK (Ankara) - Devlet üniversitesi.
ALİ
AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Nüfusumuzun 73 milyon olduğunu
düşünürsek 1 milyondan fazla insana, ülkemizde, 1 üniversite
düşmektedir. Hâlbuki dünya ortalamasına baktığımız
zaman, dünyada her 500 bin kişiye ortalama 1 üniversite
düşmektedir. Avrupa Birliğinin ortalamasına baktığımız
zaman ise, ortalama olarak her 250 bin nüfusa 1 üniversite düşmektedir.
Amacımız, Avrupa Birliği standartlarına ulaşmak
olduğuna göre, demek ki, ülkemizde, Avrupa Birliği standartları
için daha 300'e ulaşan sayıda üniversitelerin açılması
mutlaka gereklidir. Biraz sonra, bunların neden açılması
gerektiğini vurgulayacağım, yasaların içerisine
girmeden önce.
Türkiye'de,
görüldüğü gibi, 1 milyondan fazla insana 1 üniversite düşen
üniversiteler sayesinde bizim üniversiteleşme oranımızda
da, gerek Avrupa Birliği açısından gerekse akademik
yayınlar açısından dünya standartları bakımından
gerilikler vardır.
Bakın,
Avrupa Birliğinde, Türkiye'deki üniversite yaşında
olan 5 milyondan fazla insanımız vardır. Hâlbuki, bu nüfusun
ise sadece ve sadece 1 milyon 900 bin kişisi üniversitelerde
okumaktadır. Dolayısıyla, bu oran ise yüzde 28'lerdedir
örgün eğitimde. Hâlbuki, çağdaş dünya normlarına
baktığımız zaman, Amerika'da bu rakam yüzde 82, Avrupa
Birliği ülkelerinde ise yüzde 55'in üzerindedir. Bir toplumda
üniversiteleşme oranı, o toplum içindeki dinamiklerin harekete
geçirildiği bir nokta olarak kabul edilmektedir. Onun için de,
Türkiye'deki üniversitelerin sayısının da mutlaka,
mutlak surette artırılması gerekmektedir.
Diğer
yandan, yeni kurulan üniversitelerin uygun bir eğitim biçiminde
yönetilmesi dünyanın her tarafında da tartışılmaktadır.
Şunu açıkça görmekteyiz: Dünyada kurulmuş olan üniversitelerin
rektörleri ve yönetimi atama biçimi, daha doğrusu bizim de kanunumuzun
esasında oluşan bu sistem, dünya açısından ilgilendiğimiz
zaman, Anglosakson sistemlerinde, üniversite rektörlerinin, genellikle
atamayla geldiğini de görmekteyiz. Hatta, dünyanın sayılı
ilk 200 üniversitesini değerlendirdiğimiz zaman, bu üniversitelerin
tümüne, rektörlerinin, atama yoluyla geldiğini de görmekteyiz.
Üniversitelerin
görevlerinden bir tanesi, toplumun bilimsel yapısını
geliştirerek dünya standartlarına ulaşmak olduğuna
göre, ülkemiz açısından da bir değerlendirme yaparsak
şunu görmekteyiz: 15 bin civarında olan senelik yayın,
daha doğrusu 7.500 civarında olan senelik yayın son
dört sene içerisinde artarak 15 bin civarına ulaştığı
için de, Türkiye'deki eğitim, üniversitelerimizin düzeyi, dünya
standartları açısından, 25'lerden 19'uncu sıralara
inmiştir. Bu da, son dört yıl içerisindeki, bu iktidarın,
belki araştırma ve geliştirmeye yapmış olduğu
yatırımların, 2002'ye göre tam 30 kat daha artırılmasından
kaynaklanmış olduğunu açık olarak ifade edebiliriz.
Şimdi,
üniversiteler yeni kurulacağına göre, sistemlerin de
açık olarak belirtilmesi lazım. 1982'de çıkarılmış
olan 2547 sayılı Yasa'da, üniversitelerin rektörlerinin
atanması tamamen Cumhurbaşkanına bırakılmıştır
ve 1982 Anayasası'nda da ve 1982'de çıkmış olan 2547 sayılı
Yasa'da da, YÖK'e, hiçbir zaman yer verilmemiştir. Dolayısıyla,
üniversite rektörlerinin atanması, 1982'den 1992'ye kadar, ülkemizde,
tamamen Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılmıştır;
daha doğrusu, atamayla yapılmıştır. Bu, Anayasa'nın
da amir emridir.
Şimdi,
1992'de çıkartılmış olan yeni bir düzenlemeyle -daha
doğrusu o gün, o sene kurulmuş olan 21 tane üniversite, ilk
defa kurulmuş olan üniversitelerdir- o yıl çıkartılan,
1992'de çıkartılmış olan 3826 sayılı Yasa'yla,
Üniversite Yasası'nda bir değişiklik yapılarak,
üniversite rektörlerinin, kurulmuş olan üniversite rektörlerinin,
mevcut rektörün daveti üzerine, üniversitedeki profesörler arasından,
üniversitedeki üyelerin, üniversite öğretim üyelerinin, en
çok oy alan 6 kişi YÖK'e gönderilmiş, YÖK bunu 3'e indirmiş,
bu 3 kişi de Cumhurbaşkanına giderek, bunların
arasından, Cumhurbaşkanı, Anayasa'nın 130'uncu maddesine
göre, 3 tane rektör adayından 1 tanesini seçerek, atamıştır.
Yeni kurulan üniversiteler için bir düzenleme yapılarak...
Çünkü, bu kural, mevcut ve gelişimini tamamlamış olan
üniversiteler için doğruydu; ancak, gelişmesini tamamlamamış
olan üniversiteler için yapılacak olan işlem şuydu:
Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanca seçilmiş olan 3
tane aday Cumhurbaşkanına gidiyor ve bunlardan 1 tanesini
de Cumhurbaşkanı atıyordu. Dolayısıyla bu
işlem, 1992 yılından itibaren günümüze kadar uygulanmış
olan bir sistemdir ve hiçbir zaman, bu Yasa'nın Anayasa'ya aykırılığı
da tartışılmamıştır. Bu Yasa'yla, bugün
Anayasa'ya aykırı olduğu söylenen bu Yasa'yla, o gün 21
tane üniversite, daha sonra 2 tane daha, yeni kurulmuş olan Gaziosmanpaşa
Üniversitesi ve Sakarya Üniversitelerinin de rektörleri aynı
sistemle atanmıştır. Dolayısıyla, 23 tane üniversite
rektörü Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanın önerisi
üzerine, 3 aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından
seçilerek atanmıştır ve bu üniversiteler bugün gelişmişler,
hatta bugün kuracak olduğumuz bu 15 tane üniversiteden bazıları
o gelişmiş olan üniversitelerin, o gün kurulan, 1992'de kurulmuş
olan üniversitelerin bazı fakültelerini de içerisine alacak
şekilde kurulmaktadır. Daha doğrusu, bunların doğurduğu
yeni üniversiteler içerisindedir.
Değerli
arkadaşlarım, üniversiteler için bir gerçeği iyi bilmek
lazım; o da şu: Üniversiteler kurulduğu sene gelişemezler,
gelişmesi de mümkün değildir. Türkiye'de ilk defa 1933'te
İstanbul Üniversitesi, 1946'da Ankara Üniversitesi ve 1948'de
de İstanbul Teknik Üniversitesi kurulmuştur. 1955'te de Karadeniz
Teknik Üniversitesi kurulmuştur.
Bakın,
1955'te Karadeniz Teknik Üniversitesi kurulurken, bir tane bile
öğretim üyesi yoktu. İstanbul Üniversitesinden, İstanbul
Teknik Üniversitesinden getirilen biri üniversitede rektörlük
yapmıştır, 9 tane de idari personeli vardı.
İki sınıflı bir ilkokulda 90 tane öğrencisiyle
başlamıştır ve bugün geldiği noktada 3 tane
üniversite doğurmuş ve öğrenci sayısı 47 bine
ulaşmıştır. O gün, daha sonra kurulmuş olan Hacettepe
ve Orta Doğu Teknik Üniversitelerine, hepimiz, bu ülkede
"baraka üniversiteleri" dendiğini de biliyoruz. Ama,
o üniversitelerin hocaları da eksikti, binaları da eksikti,
öğretim üyeleri de eksikti. Ama, ne yazık ki, bugün, gündemimizde…
Her 2 üniversite de ülkemizin pırlanta müesseselerinden birer
tanesidir. Onun için, üniversitelerin gelişmesi akşamdan
sabaha olan bir gelişme değildir, en az iki neslin üniversite
üzerinden geçmesi lazım ki, akademik hayat, akademik erklik ve
görüşler, akademik yapı olgunluğa ulaşsın ve
sistemine kavuşsun.
Bakın,
1955'te kurulmuş olan bu Karadeniz Teknik Üniversitesinde
şu anda 700'e yakın kadro vardır, ama, 1.000'den fazla
öğretim üyesi yetişerek başka üniversitelere gitmiştir.
Bu, üniversitelerin akademik eleman yetiştirmek için fonksiyonlarını
ne şekilde gördüğüne de tipik bir örnektir. Daha sonra, hemen
akabinde kurulmuş olan Atatürk Üniversitesinde de aynı yapının
olduğunu görmekteyiz. Binlerce öğretim üyesi Atatürk Üniversitesinden
ayrılarak çeşitli üniversitelerde hoca olmuşlardır.
Bakın,
başka bir tipik örnek daha size vermek istiyorum. 1992 yılında
kurulmuş olan üniversitelerde 7 tane orman fakültesi vardı,
7 yeni orman fakültesi ve Türkiye'de de sadece 2 tane orman fakültesi
vardı, birisi İstanbul Üniversitesinde, bir tanesi de Karadeniz
Teknik Üniversitesinde. Bütün bu 7 tane fakültenin dekanları
ve diğer öğretim üyeleri, bu 2 tane fakültemizden ayrılarak
o üniversitelere gitmişlerdir. Memleketin bir köşesindeki
hizmet öteki köşesindeki kadar kutsal olduğuna inanıldığı
için, bu arkadaşlarımız bu üniversitelere gitmiştir.
Dolayısıyla,
üniversitelerin kurulması hâlinde hemen olgunluğa kavuşacak
diye bir düşünceyi beslemek fevkalade yanlıştır.
Bundan sonra da, Türkiye'de, dediğim gibi, hiç değilse Avrupa
normları için 300'e ulaşan bir üniversite kurmamız lazım.
Bakın,
şunu göz ardı edemeyiz: Değerli arkadaşlar, bugün,
ülkemizde, evet, 68 tane yeni üniversite vardır ve devletimizin
bunlara ayırmış olduğu bütçeden pay 6,6 milyar yeni
Türk lirasıdır.
Bazılarımız
şunu diyor: Üniversitelerimizin imkânı yok. Ama, geriye dönüp
şöyle bir değerlendirme yapalım. Üniversitelerde yeterince
yer olmadığı için, hemen hemen herkes çocuğunu üniversiteye
göndermeden önce kurslara göndermektedir. Acaba, bu kurslara, üniversitelerde
az yer var diye, bu üniversite sınavlarını kazanmak
için halkın ödediği para ne kadardır biliyor musunuz
arkadaşlar? Tam 8 milyar yeni Türk lirası, maksimum olarak.
Minimum bazda, bu 2,5 milyar yeni Türk lirasıdır. Ortalamasını
alsak 5 milyar yeni Türk lirası eder ki, bu da, şu anda devletimizin
üniversitelere ayırmış olduğu paraya hemen hemen
denktir.
Bunların
da ötesinde, 70 bine yakın Türk genci başka ülkelerde
eğitim öğretim almaktadır. Bunların da her birinin
ortalama olarak, eğer 20 bin dolar harcadığını
minimum olarak düşünürsek, bu da 1,4 milyar dolar yapar ve 2,2
milyar yeni Türk lirasıdır bu ve bunların her ikisini
toplarsak, gördüğünüz gibi, 7,5 milyar yeni Türk lirası bir
ödeme bu memleketten, vatandaşlardan üniversitedeki çocuklarına
eğitim öğretim yaptırmak için harcanmaktadır. Bu
para, şu anda devletimizin üniversitelere harcamış
olduğu paradan daha fazladır. Bunu güzel değerlendirdiği
zaman, mutlaka, üniversitelerin sayısının artırılması
için de büyük bir kaynak oluşturacağı da muhakkaktır.
Diğer
yandan değerli arkadaşlarım, acaba, mevcut olan Yasa
doğru mudur yanlış mıdır tartışması
sürüp gidiyor. Bakın, biz, bu olaya çözüm getirmek için daha önceden
kullanılmış olan, kullanılagelen, tam on dört
yıldır kullanılagelen bir yasayla işlemlerimizi
yürütmek istedik, mevcut olan üniversitelere rektör atamak istedik.
Ne yazık ki, Anayasa Mahkemesinden "bu, Anayasa'ya aykırıdır"
diye döndü. Gerekçesi de, üniversitelerin planlanmasında
esas görevi yüklenmiş olan YÖK'ün bu işlem içerisine dâhil olmamasıdır.
Değerli
arkadaşlar, dünya standartlarını bilirsek sorunların
çözülmesi çok basit. Söylemiş olduğum gibi, Anglosakson
sisteminde seçimle üniversite rektörleri atanmamaktadır. Bu
üniversitelerde özerklik yüzde yüz durumundadır, kıta Avrupa'sındaki
üniversitelere nazaran. Yani, seçimle rektör getirmiş olan
üniversiteler karşılaştırıldığı
zaman, Anglosakson üniversiteleri, ki, üniversite rektörü atamayla
gelmektedir, özerklik yüzde yüz olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla,
burada seçim sistemi, evet, demokraside bir sistemdir, ama mutlaka
da doğru yol değildir. Eğer seçim mutlaka doğru olsaydı,
o zaman, genel müdürlerin, genel müdürlüklerde çalışan
işçiler tarafından atanması söz konusu olabilirdi,
ama öyle bir sistem yoktur. Önemli olan, seçici olan kurulun etkin olarak
görev yapmasıdır.
Değerli
arkadaşlar, bizim burada getirmiş olduğumuz düzenleme
şudur: Yeni kurulan üniversitelerin rektörlerini, adaylarını,
6 adayı YÖK belirleyecek -yalnız, bunu belirlerken dörtte
3 çoğunluk gerekiyor- bir ay içerisinde bu adayları belirleyecek.
YÖK'ün belirlemiş olduğu 6 tane aday arasından, Millî
Eğitim Bakanı bunları 3'e indirecek ve bu 3 aday Cumhurbaşkanına
gidip, Cumhurbaşkanı tarafından, 3 taneden 1 tanesi
seçilerek atanacak.
Burada
itiraz edilen konu şu: Dörtte 3 çoğunluk yasalara aykırıdır.
Hangi yasaya aykırıdır? Bakın, 2547 sayılı
Yasa'nın 6'ncı maddesinde, YÖK'ün toplanması için 14 tane
üyenin mevcut olması gerekiyor, 21 tane üyeden 14 tanesi. Zaten,
YÖK'ün yapısında, hepinizin bildiği gibi, 7 tane üyeyi
Cumhurbaşkanı, 7 tane üyeyi Üniversitelerarası Kurul,
7 tane üyeyi de hükûmet atamaktadır. Ancak, eğer Cumhurbaşkanının
7 tane atadığı üniversite rektörlükleri, Üniversitelerarası
Kurula üniversite rektörünün önerdiği adayı seçtiğine
göre, demek ki, Üniversitelerarası Kurulda seçilmiş olan
14 tane aday üzerinde de Cumhurbaşkanının etkisi var
demektir. Dolayısıyla, 7-7-7'den oluşan bu yönetimin,
demek ki siyasi iktidar burada söz konusu olmasından ötürü, demek
ki, üniversitelerin yönetiminde mutlaka siyasi otorite etkisini
göstermesi demektir. Bizim getirmiş olduğumuz sistemde,
YÖK 16 tane üyeyle karar vermesi gerekiyor.
Değerli
arkadaşlarım, eğer bu yanlışsa, neden biz, sadece
ve sadece basit çoğunluğa tabi olarak, dayanarak seçimlerimizi
yapmıyoruz, atamaları yapmıyoruz veyahut da kararları
vermiyoruz? Biliyorsunuz, bu Mecliste, sadece salt çoğunluğun
dışında, üçte 2 çoğunlukla da yapılacak olan
işler vardır. İşlerin önemi bunu gerektirir. Mesela,
Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi; bazı durumlarda
330 milletvekili gerekli. Demek, işlerin önemi nedeniyle bu
miktarlar artırılabiliyor.
Değerli
arkadaşlar, diğer bir konu, üniversite rektörleri. Bakın,
istenen üniversite rektörlerinin şu andaki gelişmiş
olan, kuruluşunu tamamlamış olan sistemler üniversitelerdeki
gibi seçmektir. Bunun da doğruluğu çok tartışılabilir.
Değerli arkadaşlar, bakın, üniversite rektörleri seçimi
olduğu zaman bütün öğretim üyelerini dolaşırlar.
Üniversitelerde, normal büyüklükteki bir üniversitede 130 tane
makam vardır. Çoğu kere bu makamlar bu seçimlerde söz konusu
olur ve bazıları da üniversite rektörlerini aday belirleme
işleminde, bazıları, bakarsınız, 4 tane, 3
tane aday oyları almış, geriye kalan 6 tane aday olması
lazım, 3 tane de birer oy almış… Bunların arasından
kuralar çekilir, 3 tane birer oy almış aday da YÖK'e gider.
YÖK, isterse, bu 1 tane oy almış olan kişiyi, Cumhurbaşkanına,
atanmak ve seçilmek üzere gönderebilir. Bunun demokratik yanla, katılımcılıkla
ne ilişkisi var, ne ilgisi var? Bunu kabul etmek bile, bence, bir
üniversite sistemi için fevkalade yanlıştır.
Değerli
arkadaşlar, bu sistem çıktığı zaman 2547 sayılı
Yasa'nın yazılmasında çok etkili olan akademisyenler
ve yöneticilerin bir kısmı üniversitelerdeki görevinden
ve YÖK'teki görevinden ayrılmışlardı, bunu protesto
etmek için. Bu, fevkalade yanlış bir yoldur. Seçim ya üniversitede
başlar ve biter veyahut da bitmez, atama yapılır. Dünyanın
hiçbir tarafında üniversite rektörlük seçimi diye 6 tane adayın
üniversite öğretim üyeleri tarafından belirlenip YÖK'e
gönderildiği hiçbir sistem yoktur. Ya atamayla gelmiştir
yahut da seçim orada bitmiştir. Onun için, dolayısıyla,
bu sistemi benimsemek fevkalade yanlıştır.
Diğer
bir kurul, YÖK'teki adaylar…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Dumanoğlu, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun
lütfen.
ALİ
AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - …YÖK Yönetim Kurulunu oluşturmuş
olan kişiler devlet tarafından seçilmiş olan, gerek Cumhurbaşkanı
gerek Üniversitelerarası Kurul gerekse de Hükûmet tarafından
seçilmiş olan kişiler. Bunların görevi YÖK Yönetim Kurulu
toplantılarına katılmaktır. Ben, bunları… Daha
az insanla katılma yapmak fevkalade yanlıştır. Bunun
görevi budur, görevlilerine bu verilmiştir. Dolayısıyla,
daha az adamla toplantı yapılsın… 14 kişiyle toplantı
yapılıp 7 kişinin oyuyla kararların verilmesi kadar
yanlış bir şey yoktur. Bu yanlış olduğu için
de, bakın, 22 tane üniversite rektörünün -eğer gazetedeki
bilgiler yanlış değilse, düzenlenmemişse- uluslararası
düzeyde bir tek bile yayını olmayan kişiler rektör olarak
atanmıştır. Bilim üreten kurumların başına
sıfır yayını olan kişiler atanamaz, atanmamalıdır.
Hepinizi
saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim.
Anavatan
Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir.
Sayın
Akdemir, buyurun efendim. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA DURSUN AKDEMİR (Iğdır) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 1276 sıra sayılı 15/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın
89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
yüce heyetinizi ve milletimizi şahsım ve Anavatan Partisi
Grubu adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, öncelikle, bugün burada görüştüğümüz
yasa nedir, bir hikâyesine dönecek olursak; bir yıldan fazla bir
zamanı 15 yeni kurulan üniversiteye rektör atamak üzere bu Meclis
harcadı, Cumhurbaşkanlığı mesai harcadı,
Anayasa Mahkemesi mesai harcadı, komisyonlarda bu kadar zaman
harcandı. Acaba bu yasa neydi?
30/12/2005
tarihinde ve 5447 sayı ile 15 yeni üniversite kurulmasıyla
ilgili Kanun'un 1'inci geçici maddesinde kurucu rektör atamasının
Millî Eğitim Bakanı ve Başbakan tarafından Cumhurbaşkanına
önerilmesi ve 1 öğretim üyesinin, profesörün rektör ataması
konusu idi. 3 kişiden 1'ini Cumhurbaşkanı seçecekti.
Bu yasa bu şekilde getirilince, baştan karşı olunmuş
muhalefet olarak, bunun böyle getirilmesinin sonuç vermeyeceği
söylenmişti ve nitekim tam on üç ay oldu, bu konuyu çözemedik.
Bir
kez daha görüşülmek üzere Cumhurbaşkanımız geriye
gönderdi Türkiye Büyük Millet Meclisine. Kanunun, üniversite rektörlerinin
hükûmet tarafından belirlenecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca
atanmasını düzenleyen geçici 1'inci maddesini, Cumhurbaşkanımız
Anayasa'ya aykırı buldu ve Meclise geri gönderdi. Yüce Meclis
de AK Partinin çoğunluğuyla, iktidar gücüne güvenerek
Anayasa'yı, Cumhurbaşkanını ve muhalefeti dikkate
almadan aynen geri gönderdi, 1/3/2006 tarihinde geri göndermiş
oldu.
Değerli
arkadaşlar, bu kadar uyarı var, Cumhurbaşkanı uyarıyor
ve "Anayasa'ya aykırı" diyor. Cumhurbaşkanımız,
bahse konu düzenlemede Anayasa'ya aykırılığı
açıkça gördüğü için Anayasa Mahkemesine dava açtı ve
açılan dava üzerine Anayasa Mahkemesi de 17/5/2006 tarihinde
iptal etti. Biz, Anayasa Mahkemesinin bu yasayı iptal edeceğini
düşündüğümüz, bildiğimiz için ve daha önce Cumhurbaşkanının
geriye gönderdiği sırada, Mecliste görüşüldüğü
sırada öneride bulunduk ve o zaman önerdiğimiz an rektör
atamasıyla ilgili konu şuydu: YÖK, 6 profesör tespit eder,
Millî Eğitim Bakanına bildirir, Başbakan ya da Millî
Eğitim Bakanı 3 tanesini seçer -ki, hükûmettir, Millî
Eğitim Bakanı da seçebilir Başbakan adına- Cumhurbaşkanına
bildirir ve Cumhurbaşkanı da bu 3 kişiden birisini
atardı. Biz, bunu, taa bir yıl önce, on bir ay önce söyledik,
fakat, dikkate alınmadı. Anayasa Mahkemesi iptal etmeden
önce, ben, bir kanun teklifi verdim 05/04/2006'da -bu demin anlatmaya
çalıştığım kanun teklifini de, Anayasa Mahkemesi
iptal edecek- Hükûmeti uyarmak ve bir çözüm getirmek içindi. Maalesef,
dikkate alınmadı, Anayasa Mahkemesi iptal etti, Hükûmetin
inatlaşması devam etti. Bu inatlaşma sonucunda, Anayasa
Mahkemesinin vermiş olduğu bu kararın sonucunda,
05/11/2006 tarihinde ve 5556 sayıyla bir yasa çıkarıldı,
yani, yaklaşık olarak iki buçuk ay kadar önce.
Bu
Kanun'da getirilen durum neydi? Aynen şöyle, maddeden: "Bu
Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri, iki yıllığına
Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir ay içinde üye tam sayısının
¾ çoğunluğuyla belirlenecek profesör adaydan; Millî
Eğitim Bakanınca onbeş gün içinde seçilerek Cumhurbaşkanına
üç aday bildirilir ve Cumhurbaşkanınca bunlar arasından
birisi seçilir. Yükseköğretim Genel Kurulunca aday belirleme
işlemi bir ay içinde sonuçlandırılamadığı
takdirde Millî Eğitim Bakanı tarafından belirlenecek
üç kurucu rektör adayı Cumhurbaşkanına sunulur."
İşte,
tam burada sıkıntı var. Bir ay içerisinde bunun gerçekleştirilemeyeceği
kesin, daha önce söylenmişti ve dolayısıyla, gerçekleşmeyecek
bir şeyin üzerinde ısrar edildi, geçildi. Hatta, ben, o zamanki
konuşmamda, Sayın Komisyon Başkanı Tayyar Altıkulaç'a
hatırlatmıştım ve Millî Eğitim Bakanımıza
hatırlatmıştım.
Verdiğimiz
kanun teklifinde 6 üyeyi, biz, zaten o zaman önermiştik; neden
dikkate almadınız? Ve o zaman Kanun görüşülürken,
şu anda bile görüşülürken çözüm getirecek bir kanun teklifi
üzerinde durulmuyor. Yine, aynı şekilde hiçbir değişiklik
yapılmadan komisyondan geçirildi ve önümüze getirildi.
Bu
değişiklikle biz neleri düşünmüştük? Yükseköğretim
Kurulunun tespit edeceği 6 aday arasından Millî Eğitim
Bakanı ve Başbakanın uygun bulduğu 3 tanesi seçiliyor
ve bunun birisi Cumhurbaşkanınca rektör yapılıyordu
kurucu rektör olarak. Bu, Yükseköğretim Kurulu tarafından
belirlenen aday seçiminde, daha önce kamuoyunda ya da üniversitelerde
keyfîlikle aday tespiti yapılıyor şeklindeki tenkitleri
ortadan kaldırmak ve tarafsız bir yaklaşımı
hâkim kılmak içindi bu önerimiz. Yeni kurulan üniversitelerin
oluşumunda özellikle emeği bulunan ve ilgili birimleri
yeterince tanıyan kurucu üniversitenin kadrolu öğretim
üyeleri arasından seçilmesi önerilmişti.
Buradaki
amaç şuydu: Kurucu üniversiteler eğer yeni kurulan bir üniversitenin
fakülte, yüksekokul ya da enstitülerini kurmuşsa, kurucu üniversitenin
öğretim üyelerinin rektör olmuş olması, kurumu daha
iyi tanıdığından, kısa sürede bu üniversitenin
gelişimi gerçekleşir ve eksikleri tamamlanır
şeklinde kanun teklifimizde gerekçeleriyle vardı.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, kanımca, yeni kurulan
üniversiteler ile toplumda ekonomik, sosyal, kültürel hakların
gelişimini amaç edinen ve bunun gerçekleştirilmesi bakımından
topluma karşı sorumlu olan siyasetin -iktidarı burada
kastetmek istiyorum- kurucu rektörlerin belirlenmesinde devre
dışı bırakılması doğru değildir.
Değerli
arkadaşlarım, bu cümleme dikkat ederseniz, buradan şunu
vurgulamak istiyorum: Demokratik bir sistem içerisinde seçimle
başa gelen bir hükûmetin hakkı olmalı. İşte,
hakkı olmalı nerede? O nedenle, muhalefet milletvekili
olarak benim önerdiğim yasada diyordum ki: YÖK tespit eder, Millî
Eğitim Bakanlığına bildirir. YÖK'ün tespit etmesi,
ya kendisi tespit eder ya da kurucu üniversite öğretim üyeleri
arasından o üniversite tespit eder. İşte, burada Millî
Eğitim Bakanına bildirmesi, üniversitenin tespit ettiği
6 adaydan 3'ünü Millî Eğitim Bakanının seçmesi uygun olmaz
mı? Neden kendi kurduğumuz, şimdiye kadar bugünlere
gelen üniversitelerimizin seçeceği adayları Millî
Eğitim Bakanı kabul etmesin? Biz, bundan yanayız. Anavatan
Partisi olarak görüşümüz, siyasetin, sorumluluk altına
giriyorsa, üniversitelerin rektörlerinin atamasında bu
şekilde devre dışına bırakılmaması,
devre içine alınması gerektiğini vurgulamak üzere bu
örneği burada verdim.
Ama,
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
şimdiye kadar, bu kurulan 15 üniversiteye rektör atama konusunda
gördüm ki, iktidar kafasına koyduğu bir şeyi yapmaya
çalışıyor. Doğru ya da yanlış olarak değil,
yanlış olan şeyde de ısrar ediyor, çünkü daha önce
kendisi teklif etmişti, ilk kanunda diyordu ki: Başbakan,
Millî Eğitim Bakanı, 3 tanesini YÖK'e bildirir. YÖK Cumhurbaşkanına
bildirir, oradan atanır. Öyle bir teklif getirilmişti, geri
çekildi. Önergeyle Sayın Tayyar Altıkulaç'ın getirmiş
olduğu, şu anda tartıştığımız kanun
geldi, o getirilen teklifi değiştirdi. Dolayısıyla,
siyaset gene kendi elinizde devre dışı ediliyordu.
Halbuki demokratik ülkelerde siyaset sorumluluk altında
ise, herhangi bir kuruma bütçesinden ayırdığı bir
mali kaynağın o kurumlar kanalıyla ya da iktidar kanalıyla
ya da devletin herhangi bir kurulu kanalıyla denetlenmesi gerekir.
Verilen paralar nereye gitti? Amaca uygun kullanıldı
mı? Ülkenin geleceğine bir gelecek yatırımı
oldu mu?
Değerli
arkadaşlar, biraz önce konuşan AKP sözcüsü Değerli Hocamız
da burada üniversite sayılarının yetersiz olduğundan
söz ettiler. Ben daha önceki konuşmamda aynı şekilde
söz etmiş, bugün Amerika Birleşik Devletleri'ni göz önünde
bulundursanız 3 bin ila 4 bin üniversite olduğunu söylemiştik
ve Türkiye'nin de bu rakamlar göz önünde bulundurulacak olursa 300
ila 400 üniversiteye sahip olması gerektiğini vurgulamıştık,
ama nerede! Dört yıldır iktidardasınız, üniversite
öğretim üyesi sayısını artırmak için hangi
gayreti gösterdiniz? Gösterilmedi.
Bugün
30 binin üzerinde, Türkiye'de, öğretim üyesi var. 2010 yılında
ihtiyacımız tam 50 binin üzerindedir. 2015 yılında
bu ihtiyaç 75 bine yaklaşıyor. Eğer Avrupa Birliğine
girecek ve Avrupa Birliği düzeyinde ülkenin üniversiter yapısını
geliştireceksek, bu sayıya ihtiyacımız var.
Şu
anda acaba genç kadro kaç tanedir? Doçent veya profesör adayı ya
da yardımcı doçent adayı kaç tane doktoralı üniversite
öğretim üyesi adayı var? Sayı yeterli değildir. Tabii,
bu sayıların bir an önce karşılanması gerekir,
ama, buna rağmen 15 üniversitenin kuruluşunda biz de muhalefet
olarak destek verdik. Hatta, kurulmuş olan bu 15 üniversitenin
2'si benim verdiğim kanun teklifiyle kurulmuştur, ama, siz
iktidar olarak, bir yılda 15 rektörü atayamadınız ve
atayacak yasayı çıkaramadınız. Bu nedenle, buradan,
Türk milletine AKP'yi şikâyet ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu bilimsel özerklik konusu -Anayasa Mahkemesinin
gerekçesinde ileri sürdüğü- gerçekten üzerinde durulması
gereken bir konudur. Üniversite, gerçek anlamda fikirlerin hür ve
serbestçe tartışıldığı, hatta, aykırı
fikirlerin ortaya atılarak, doğruları bulmak üzere
fikir çatışmalarının yaratılması gereken,
fikir fırtınalarının yaratılması gereken
ortamdır, ama, bugün üniversitelerde emir komuta zinciri içerisinde
bazı işler gidiyor.
YÖK
Yasası'nın tenkit edilecek yanı çoktur ve değiştirilmesi
için AK Parti olarak siz seçim meydanlarında söz vermiştiniz,
YÖK'te reform yapacaktınız. Ama, maalesef, geldiniz, çalışmaya
başladınız, aradan dört yıl geçti, değil üniversitede
reform yapmak, yeni üniversite -yasası- kurabilmek, 15 üniversiteye
rektör atama konusunda tıkandınız. Bunu, kamuoyuna,
halka nasıl anlatırsınız?
O
nedenle, muhalefetin de sivil toplum örgütlerinin de, Türkiye Cumhuriyetinin
Anayasa'sını da ve Cumhurbaşkanının da uyarılarını
dikkate almak ve yanlışta ısrar etmemek gerekiyor. Bugün,
burada, sayısal çoğunluğunuzla, baştan beri yanlış
olarak üzerinde ısrar ettiğiniz görüşte ısrar etmenizin
anlamı yoktur. Gelin, dörtte 3 çoğunluğu buradan kaldırdığınız
anda, benim de vermiş olduğum kanun teklifi de hemen hemen
eş anlamdadır, sadece, ben, dört yıllık bir süre
önermiş oluyorum. Buradaki dört yıllık süreyi önermiş
olmamın nedeni de şudur: Kurulmakta olan bir kurum, gelişimini
tamamlayabilmek için, yöneticisinin sürekli olması gerekir.
İki yıl süre içerisinde, eksik bırakarak ayrılmak
durumunda kalacak bir rektör, o dört yıllık süreyi de ekleyelim,
dörtte 3 oranındaki çoğunluğu ortadan kaldıralım
ve kurucu üniversitelerin öğretim üyeleri arasından da
adaylar belirleyerek bu rektörlerin atamasını sağlayalım.
Yani,
zincir, halka güzel kurulmuş oluyor, üniversite devreye giriyor,
kuran üniversite. Hükûmet, siyasi sorumluluk almış, ekonomik
destek veriyor, üniversitelerin sayısını çoğaltmak
zorunda, öğretim üyelerinin sayısını yetiştirmek
üzere üniversitelere imkân, kaynak ayırmak zorunda. Burada, sorumluluk
alan hükûmete de YÖK'ün tespit ettiği 6 adaydan 3 tane seçme hakkını
vermek, yiğidin hakkını vermektir, hükûmetin hakkı
da o olsun. Ama, Cumhurbaşkanımız da bu seçilen 3 profesörün
arasından 1 tanesini de kurucu rektör olarak seçsin ve dört
yıl kalsın başta. Böyle olunca, kurulmakta olan üniversiteler
gelişimini tamamlayacaktır ve tekrarlıyorum, inatta
fayda yoktur, inatta fazla direnmenin bu ülkeye fayda getirmeyeceği
kesindir.
Değerli
arkadaşlar, burada, bilindiği gibi, bu teklifte, kurulan
15 üniversitenin kurucu rektörlerinin -YÖK dâhil edilmiş olsa
da- karar almasını zorlaştıracak düzenlemeler
var içinde; bu dörtte 3 oranındaki oran. Sayın Hocam 3/4'ü savundu;
az katılım olarak seçim sağlanmış olacak, ama,
burada, diğer taraftan, muhalefet olarak ben de diyorum ki,
Hükûmet, YÖK teşkilatlanmasında, sayısıyla
ağırlık denge kurarak atamayı engelleyecektir,
dolayısıyla iş askıda kalacak ve Millî Eğitim
Bakanına dönecek, Millî Eğitim Bakanının kararıyla
atanmış olacak. Ee, burada da hakkaniyet olmuyor. O zaman,
siyaset tam anlamıyla üniversiteye hâkim olduğunda üniversitede
o özerk tartışma, hür tartışma, bilimsel araştırmayı
ortaya çıkarma özgürlüğü, serbestliği ve cesareti
ortadan kalkmış oluyor. O nedenle, bu önerinin dikkate
alınmasını ben teklif etmek istiyorum.
Ayrıca,
daha önemlisi, daha önce verdiğim bir tekliften açıkça yararlandığı
hâlde Hükûmet, Millî Eğitim Bakanı çıkıp bu kürsüden
açıkça demeli ki, böyle bir teklif vardı, Komisyon Başkanı
bize gönderdi, ama, biz bundan faydalandık ya da faydalanmadık.
Bu konuşmamda bir cevap bekliyorum Millî Eğitim Bakanından.
Zaman
aşırı derecede kaybolmuştur. Hükûmet olarak, dört
yıllık iktidarınız döneminde zamanı iyi yönetemediniz.
Zamanın iyi yönetilememesi, ülkenin geleceğine hazırlık
yapması gereken genç neslin yetiştirilmesinde büyük eksikliğiniz
nedeniyle, öğretim üyesi açığının… Yeni kurulmakta
olan üniversitelere yetmeyeceği gibi, bundan sonra kurulması
gereken, giderek sayıları artırılarak kurulması
gereken üniversitelere de hazırlık yapılmadığından,
bu eksiklik içerisinde, Hükûmet olarak başınızı
elinizin arasına koyup düşünmeniz gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, Avrupa Birliğine girerken önemli bir sorun
olarak önümüzde duruyor. Yükseköğretim kurumlarının
özerkliği ve akademik özgürlük hakkındaki Lima Bildirgesi'ni
burada tekrar hatırlatmak istiyorum. İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi'nin 40'ıncı yıldönümünde Dünya
Üniversite Servisi bir açıklama yaptı. Bu açıklamada
üniversite ve akademik kuruluşlar o ülke insanlarının
ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarının yaşama
geçirilmesini takip etmekle yükümlü kılınmıştır.
Dolayısıyla, bu konunun çözüme kavuşturulabilmesi
için bir an önce, söylediğim anlamda getirdiğimiz kanun
teklifinin dikkate alınması… Çünkü, Cumhurbaşkanına
giderse tekrar Meclise geri gönderilecek ve zaman yine heba olacaktır.
O
nedenle, getirmiş olduğum kanun teklifimin de Yüce Meclis
tarafından bu yasa teklifiyle beraber değerlendirilerek
yeniden gözden geçirilmesi ve zaman kaybının engellenmesi
adına, kanun teklifimin desteklenmesini yüce heyetinizden
bekliyor, Türk milletini ve yüce Meclisi, siz değerli milletvekillerini
saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Akdemir.
Şahsı
adına Kütahya Milletvekili Alaettin Güven.
Sayın
Güven, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALAETTİN
GÜVEN (Kütahya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1276 sıra sayılı, Cumhurbaşkanınca
bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen Yükseköğretim
Kurumları Teşkilat Kanunu ve Yükseköğretim Kanunu
üzerine şahsi görüşlerimi açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
üniversiteler, Orta Çağda, Doğu ve İslam dünyasında,
daha sonra Batı'da toplumsal gelişmenin, medeniyetin ve
kültürün gelişmesinde önemli görevler üstlenen kurumlar olagelmiştir.
Üniversiteler, kurulmasıyla, hem Doğu hem de Batı'da
sosyal, ekonomik gelişmelerle beraber yeni teknolojilerin
ortaya çıkmasını, belli bir refah düzeyine ulaşılmasını,
keşifleri ve bilimsel devrimleri doğurmuştur.
Ülkemizde
var olan üniversitelere ilave olarak yeni üniversiteler kurulması,
bilimsel ve teknolojik gelişme için zorunluluktur. Yeni bir
eğitim yuvası açılması, bu alana yatırım
yapılması geleceğe yapılacak en önemli yatırımdır.
Ülkemizde
yeni üniversitelerin kurulması konusunda herkes -iktidarıyla
muhalefetiyle- ama herkes hemfikirdir; Türkiye'de mevcut üniversite
sayısının az olduğu ve mutlak surette yeni üniversiteler
açılması konusunda da birlik ve beraberlik içinde çalışmaktadır.
Ülkemizde
2006-2007 eğitim-öğretim yılında 68'i devlet, 25'i vakıf
olmak üzere 93 üniversite bulunmaktadır. Üniversitelerimizde
12 bine yaklaşan profesör, 6 bine yaklaşan doçent, 15 bine
yaklaşan yardımcı doçent olmak üzere 32 bin öğretim
üyesi görev yapmaktadır.
Yine
ülkemizde, 2006 yılında ÖSS sınavına giren 1 milyon
730 bin 850 gencimizin 1 milyon 327 bin 980'i açıkta kalmıştır.
Yani, her 100 öğrenciden sadece 4'ü üniversiteli olabilmiş.
Üniversite kapılarında yığılmayı ortadan
kaldırabilmek için yeni üniversitelerin kurulması kaçınılmaz
olmuştur.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
üniversite, toplumun temel taşlarından biridir, en önemlilerindendir.
İnsan için beyin neyse, toplum için üniversite odur. Toplumun hafızası,
idraki, muhakemesi ve esası üniversitede doğar, üniversitede
gelişir, orada büyür ve orada beslenerek yaşar.
Zihnî
hayatın biricik kaynağı olan üniversiteler, düşüncenin
yuvalandığı mekânlardır. Bilim olarak üniversitede
doğan zihin verileri, toplumun bütün katmanlarına düşünce
olarak yayılır. Üniversite, toplumda meydana gelen düşünceleri
bilimin gelişmesi için kültür alanı olarak kabul eder. Düşünürler,
toplumu aşan, üniversitenin de aşırı çekingenliği
ve kuralcılığıyla hür ufuklarını bağlamayan
büyük yeteneklerdir. Üniversite, ihtisasla kişiliğin,
ahlak ve idealizmin, dünyayı bilip anlamanın ve yönetmenin
yollarını arayanların odağı olduğu gibi,
geçmişten gelip geleceğe giden bin yıllık bilim
ocağı olma bilincinin mayalandığı bir yer olma
özelliğindedir de, hep öyle olmuştur.
Üniversitenin
iç hürriyetini kaybetmemesi ve yozlaşmaması için liyakatli
ve ehliyetli öğretim görevlilerine ihtiyaç vardır. Belki,
bugün, üniversitenin en büyük açmazlarından biri insan unsuruna
dayalı kalite yoksulluğu olsa gerek. Üniversiteler, her
şeyden önce amacını iyi tespit etmelidir. Bunun için
bir yandan devletin ve toplumun ihtiyacı olan uzman kişileri
yetiştirirken, bir yandan da yetiştirenleri yetiştirmek,
öbür yandan da bilim yapmak üniversitelerimizin üç esaslı görevidir.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Türkiye, ülkemiz genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Okul öncesi
ilk, orta, yüksek ve yaygın eğitimde 19 milyona yakın
öğrencimiz var. AK Partinin iktidarı boyunca en öncelikli
meselesi hep eğitim olmuştur, öyle olmaya devam edecektir,
çünkü, adaletin, kalkınmanın ve gelişmenin temelinde
eğitim; haksızlığın, geri kalmışlığın
temelinde ise cehalet ve yanlış eğitim vardır. AK
Parti İktidarının temel hedefleri arasında olan
insan merkezli, toplumun ihtiyaçlarına ve çağdaş uygarlık
gereklerine uygun eğitim sisteminin gerçekleşmesi yolunda
büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. AK Parti, iktidarı boyunca
genel bütçeden en büyük payı Millî Eğitim Bakanlığına
ayırmıştır. 2007 yılında bütçeden Millî
Eğitim Bakanlığına 21 milyar YTL, YÖK'e -Yükseköğretim
Kurumuna- 6 milyar YTL ödenek ayrılmıştır. 1961-62
öğretim yılında 1.700 öğrenciye öğrenim kredisi
vermekteyken, bugün bu sayı 800 bine ulaşmıştır.
Ayrıca öğrencilerimizin iaşelerini ve ihtiyaçlarını
karşılamak üzere, 2002 yılında 45 YTL olan burs ve
öğrenim kredisi aylık miktarı, 2007 yılında
150 YTL'ye yükseltilerek yüzde 233'lük bir artış sağlanmıştır
ve yeni kurulacak üniversitelere bu kanunla belirlenen şartlarda
yöneticilerin atanmasıyla eğitim ve öğretime büyük
katkı sağlanacak kanaatlerimi sizlerle paylaşırken,
saygı ve selamlarımı iletiyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Güven.
Şahsı
adına ikinci konuşmacı Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.
Sayın
Bozdağ, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte
olduğumuz Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme
tezkeresi ve esasında da bu tezkerenin müstenidi olan Anayasa
Mahkemesi kararı üzerinde şahsi görüşlerimi
açıklamak üzere söz aldım.
Şimdi,
Anayasa Mahkemesi kararı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın
geri gönderme gerekçeleri birlikte incelendiği takdirde, ortada
Anayasa'ya aykırı bir yorumun, Anayasa'ya rağmen yapılmış
bir değerlendirmenin olduğu tartışmasızdır
bence. Neden?
Bir:
Yeni kurulan üniversitelerin kurucu rektörlerinin atanmasıyla
ilgili Anayasa'da hiçbir hüküm yoktur, hiçbir hüküm yoktur. Peki,
2547 sayılı Yasa'da bir hüküm var mıdır? Orada da herhangi
bir hüküm yoktur. Anayasa'da olmayan bir hükme müsteniden böylesi
bir değerlendirmeyi Cumhurbaşkanlığının
yapması veya Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesinde
esas alması, Anayasa'nın 153'üncü maddesine aykırılık
da teşkil eder, Anayasa Mahkemesi açısından.
Bakın,
Anayasa'nın 130'uncu maddesi diyor ki: "Yükseköğretim
kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri,
bunların atanmaları esas ve usulleri kanunla düzenlenir."
Anayasa bunu söylemiş mi? Arkasından, bununla kalmamış
Anayasa Mahkemesi, bakın, Anayasa Mahkemesi de diyor ki:
"Yeni kurulan üniversitelerde görevde bulunan rektörün söz
konusu olmaması ve 2547 sayılı Yasa'nın 13'üncü
maddesinde yer alan kurallar çerçevesinde rektör adaylarında
aranacak şartlar ve benzeri konularda maddi ve hukuki
imkânsızlık nedeniyle, bu konuda Meclis düzenleme yapabilir
ise de…" diyor ve bu boşluğu doldurmak için Meclisin düzenleme
yapabileceğini Anayasa Mahkemesi iptal kararında kabul
etmiş. Peki, Anayasa'ya bakıyorsunuz, Cumhurbaşkanının
üniversitenin rektörlerini seçme ve atama yetkisini düzenleyen
hükmüne baktığınızda ve diğerleriyle beraber
değerlendirdiğinizde ne çıkıyor ortaya? Cumhurbaşkanının
seçme ve ataması dışında, Anayasa'da, rektörlerin,
hem kurulmuş hem de yeni kurulan üniversitelerin atamasıyla
ilgili hiçbir hüküm yok. Sadece 2547 sayılı Yasa var, oranın
da 13'üncü maddesi var. Peki, Anayasa ne diyor? Anayasa'nın ilgili
maddesi diyor ki: "Kanunla belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde
atama işlemini… Cumhurbaşkanı seçer ve gerçekleştirir."
Peki, bunun arasında, YÖK'ün devrede olduğu veya başka
birilerinin devrede olduğu bir sistemden Anayasa bahsediyor
mu? Bahsetmiyor. Anayasa Mahkemesi bahsediyor mu? Bahsetmiyor. Bu
alan kime ait? Yasa koyucuya ait. Yasa koyucu bu takdir hakkını
kullanmış mı? Kullanmış ve yasayı düzenlemiş.
Cumhurbaşkanının seçeceği rektör adaylarının
nasıl belirleneceğini düzenlemiş mi? Düzenlemiş.
Burada Anayasa'ya aykırılık var mı? Yok. Ne var? Anayasa'ya
uyum var.
Peki,
burada ikinci bir soru soruyorum, o da şu: YÖK'ün devrede olmasını
düzenleyen açık bir hüküm Anayasa'da var mı? Zira, Anayasa
Mahkemesi diyor ki: "Bu boşluğu doldurmak yasa koyucunun
görevidir. Ancak bu boşluğu doldururken rektörlerin atanmasıyla
ilgili konuda YÖK'ün devre dışı bırakılması
Anayasa'ya aykırıdır." diyor, Anayasa Mahkemesinin
kararı.
Ben
şimdi Anayasa'yı okudum, ilgili bölümleri. Arıyorum,
arıyorum, nerede bu yazıyor? Hangi maddede yazıyor?
Neresinde yazıyor? Kurucu rektörlerin atamasında YÖK'ün
devrede olmasını öngören bir düzenleme var mı?
MUSTAFA
ÖZYURT (Bursa) - Var.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Yok. Bakın, onu sadece ben söylemiyorum,
bu, Anayasa Mahkemesi kararında da söyleniyor. Anayasa Mahkemesi
diyor ki: "Bu konuda her ne kadar Anayasa'da bir hüküm yoksa da yasa
koyucunun rektör atamasında YÖK'ü devre dışı
bırakması Anayasa'yla bağdaşmaz." Nereden
çıkardık bunu? Bu yorumu nereden çıkardık? Ona bakıyoruz,
o yorum nereden çıkıyor? Anayasa'nın bilimsel özerklikle
ilgili düzenlemesinin içerisinden çıkarılıyor. Diyor
ki Anayasa: "Üniversiteler kamu tüzel kişiliğine ve
bilimsel özerkliğe sahiptir." Bu bilimsel özerkliğin
içerisinde de ne vardır diyor Anayasa Mahkemesi? Rektörlerin
atamasında YÖK'ün devrede olması vardır diyor. Neden?
Çünkü bu bunun gereğidir diyor.
Ben
şimdi bakıyorum, nereden çıkarılıyor burada?
Bilimsel özerklik… Anayasa Mahkemesi ondan bahsediyor ama idari
özerklikten bahsetmiyor. Sayın Cumhurbaşkanının
yorumunda da, Anayasa Mahkemesinin yorumunda da idari özerklik
var. Gerekçeyi okuyorum 1982 Anayasası'nın, orada yok. Maddeye
bakıyorum, Anayasa maddelerine, orada da yok. Şimdi, bakıyorum,
buradan özerklik çıkarılıyor. Nasıl çıkarılıyor,
ben onu anlamadım.
1961
Anayasası'nın 120'nci maddesinde idari özerklik var, 1982 Anayasası'nda
yok. Unutulmuş mu? Değil, hayır. Yasa koyucu böyle tercih
etmiş. Arkasından yine Anayasa'nın ilgili maddesinde
diyor ki: "Üniversiteler devletin gözetim ve denetimi altında
faaliyette bulunur." Hem Anayasa bunu söyleyecek hem de siz, buradan,
kalkıp idari özerklik çıkaracaksınız; çıkmaz
bu. Ha, ben idari özerklikten yanayım; ama, yorumla, zorlamayla,
Anayasa'yı tersinden okumayla buradan idari özerklik çıkmaz.
Bilimsel
özerkliğe bakmak lazım. Anayasa'da bilimsel özerklik de yok.
Ne var? Bilimsel özerkliğin adı var. Kendi var mı? Kendi
tatilde, yok. Şu anda da yok. Neden yok? Bakın, Anayasa ne yapmış:
Yükseköğretim Kurulunu kurmuş, üniversiteleri zapturapt
altına almayı ona görev vermiş. Yükseköğretim Kurulu
karar veriyor; şurada ne olacak, burada ne olacak, kim nasıl
gelecek, kim nasıl gidecek, hangi kitaplar, hangi müfredatlar
nasıl okutulacak, nasıl seslendirilecek, bunların düzenini
yapıyor. Bir defa, hür ve gür bir ortamda bilimsel özerkliğin
üniversitelerde yaşadığını söylemenin
imkânı yok. Daha geçenlerde, bir üniversitemizde, bir profesör,
kanaatini açıkladı diye işinden oldu. Siz, insanların
akademik geleceklerini ön kabullerle önlerseniz, sen benim arzu
ettiğim gibi değildir diye engellerseniz, güvenmezseniz,
önünü tıkarsanız, bilimsel özerkliği katledersiniz.
Bugün, bizim gelip bunu tartışmamız lazım. Bilimsel
özerkliği üniversitelere verecek sistemi biz nasıl kurarız,
bunun üzerinde durmamız lazım. Ama, biz, henüz Anayasa bilimsel
özerkliği tam vermemiş, idari özerklik yok; hem onun yanına
idari özerkliği koyuyoruz, bilimsel özerkliğin içerisinde
de bunu çıkarıyoruz. Önce, bir, bilimsel özerkliği getirip
koyalım.
Peki,
ne var? Orada bir ilginç husus daha var, o da şu: Deniliyor ki:
"Üniversitenin, Yükseköğretim Kurulunun seçeceği
rektör adaylarını dörtte 3 çoğunlukla ataması Anayasa'ya
aykırı. Bu, işi güçleştirir, zorlaştırır,
imkânsızlaştırır." Arkasından, Sayın
Cumhurbaşkanı da diyor ki: "Bu konudaki karar yeter sayısını
belirlemek her ne kadar yasa koyucunun takdirinde ise…" Anayasa'da
yer almayan birtakım genel hukuki kriterler koyarak, yasa koyucunun
takdir yetkisine müdahale ediyor. "Sen bunu takdir edemezsin."
Ya, biz şimdiye kadar ne diyoruz? Diyoruz ki, bunları, daha
fazla insanlar bir araya gelsin, seçsin, uzlaşsın, kaynaşsın,
kötü mü olur? Şimdi, Yükseköğretim Kurulunun üyelerini
kim atıyor? Tamamını Cumhurbaşkanı atıyor,
tamamını. Bakanlar Kurulunun seçtiği üyeleri de Cumhurbaşkanı
onaylamazsa atamıyor. Orada bulunan üyelerin tamamı bu ülkenin
üniversitelerinde kariyer yapmış, bütün sınavları
aşa aşa gelmiş, alnının teriyle profesörlüğü,
orayı hak etmiş insanlar. Siz, onların bir kısmına
güveneceksiniz, bir başkasına güvenmeyeceksiniz.
"Ben sana güvenmiyorum…" "Biz ve ötekiler…" Bu bakışı,
bizim, Anayasa yorumuna yansıtmamız, anayasal değerlendirmenin
içine koymamız yanlış. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Öte
yandan, bakın, bir başka garabet: "Efendim, Bakanın
devrede olması yanlış…"
Yahu,
bu Bakan kim? Türkiye Cumhuriyeti devletinin bakanı değil
mi Millî Eğitim Bakanı?
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Öbürü kim? Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Başkanı.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Arada olmasının ne sakıncası
var? Diyor ki: "Böyle olursa üniversiteler siyasete terk edilmiş
olur."
Peki,
değerli dostlarım, değerli arkadaşlar, ben, yine,
Anayasa'ya bakıyorum, döndüm okuyorum. Hepimizin okuması
lazım. Diyor ki… Bakanlar Kurulu Yükseköğretim Kuruluna
üye atar diyor mu? Diyor. 2547 sayılı Yasa da bunun nasıl
olacağını düzenliyor mu? Düzenliyor. Bakanlar Kurulu
siyasi bir organizasyonun somut şekli değil mi? Evet. O zaman
Yükseköğretim Kuruluna üye atarken siyaset karışmıyor
mu? Karışıyor. Peki, neden bilimsel özerklik, idari
özerklik zedelenmiyor?
Öte
yandan, ben, yine anlamadım. Bu Anayasa yine burada duruyor,
Anayasa Mahkemesi yine orada duruyor, Sayın Cumhurbaşkanımız
yine aynı…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İ.
SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Bir daha oku… Bir daha oku…
MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Bir daha oku… Bir daha oku…
BAŞKAN
- Sayın Bozdağ, mikrofon kapandı, 1 dakikalık süre
veriyorum, konuşmanızı tamamlayınız lütfen,
teşekkür ediniz.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - 1992 yılında 22 üniversite, 1995'te
de başka üniversiteler kuruldu. O zaman DYP-SHP Hükûmeti vardı.
O zaman onları Millî Eğitim Bakanı, Başbakanın
önerisiyle Sayın Cumhurbaşkanı bu atamayı yaptığında
bilimsel özerklik, idari özerklik tatilde miydi? Anayasa tedavülden
mi kalkmıştı? (AK Parti sıralarından alkışlar)
Cumhurbaşkanının veto yetkisi yok muydu? Neden onlar
atarken mübah, AK Parti böyle bir tasarruf yaptığı zaman
mübah değil?
MUSTAFA
ÖZYURT (Bursa) - Zihniyet farkı var.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bakın, burada bir hususun altını
çizip, huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. O da
şu: Anayasa Mahkemesi bu konuda karar verirken, verdiği
kararda… Kararı eleştirme hakkım var. Diyor ki Anayasa'nın
153'üncü maddesi: Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete'de
hemen yayımlanır, herkesi bağlar. Yasama, yürütme,
yargı, herkesi bağlar, amenna. Ama, Anayasa'nın 153'üncü
maddesinin ikinci fıkrası bir başka hüküm daha söylüyor,
diyor ki: "Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
tamamını veya bir hükmünü iptal ederken…"
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kabul edildi)
BAŞKAN
- Sayın Bozdağ…
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bir cümle Sayın Başkanım, son cümlem.
BAŞKAN
- Buyurun, bir cümle.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Anlaşılsın diye, uygun görürseniz.
"…kanun
koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm
tesis edemez."
Bu
karar, Anayasa Mahkemesinin kararı, kanun koyucu gibi hareketle,
Anayasa'da, rektör atamasında YÖK'ün devrede olmamasına
rağmen YÖK'ü devreye sokarak yeni bir uygulamaya esas teşkil
edecek şekilde verilmiş bir karardır, Anayasa'nın
153'üncü maddesindeki belirlemeye ve sınırlamaya da aykırıdır.
BAŞKAN
- Sayın Bozdağ, teşekkür edebilir miyim size.
BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Yapılan düzenleme Anayasa'ya uygundur.
Hayırlı
olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Sayın Bozdağ, teşekkür ederim.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, birleşime beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati:
19.01
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.06
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
48'inci Birleşimi'nin Dördüncü Oturumu'nu açıyorum.
1276
sıra sayılı Kanun'un görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi
Kanun'un tümü üzerinde soru-cevap işlemi yapacağız.
Sayın
Ateş? Yok.
Kanun'un
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci
maddeyi okutuyorum:
YÜKSEKÖĞRETİM
KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNU, YÜKSEKÖĞRETİM KANUNU,
KAMU MALÎ YÖNETİMİ
VE KONTROL KANUNU, TELSİZ KANUNU İLE 78 VE 190
SAYILI KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI
HAKKINDA KANUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
Kanun No.
5556
Kabul Tarihi: 15/11/2006
MADDE
1- 1/3/2006 tarihli ve 5467 sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Malî Yönetimi
ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanunun geçici 1 inci maddesi aşağıdaki
şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"GEÇİCİ
MADDE 1- Bu Kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörleri,
iki yıllığına Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde
üye tam sayısının ¾ çoğunluğuyla belirlenecek
altı profesör adaydan; Millî Eğitim Bakanınca onbeş
gün içinde seçilerek Cumhurbaşkanına sunulan üç aday arasından
Cumhurbaşkanınca seçilir ve atanır. Yükseköğretim
Genel Kurulunca aday belirleme işlemi bir ay içinde sonuçlandırılamadığı
takdirde Millî Eğitim Bakanı tarafından belirlenecek
üç kurucu rektör adayı Cumhurbaşkanına sunulur."
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen
Engin Altay, Sinop Milletvekili.
Sayın
Altay, buyurun.
Sayın
Altay, süreniz on dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (Sinop) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle,
bugün, çalışan gazetecilerimizin günü ve bayramı.
Bütün çalışan gazetecilerimizin, bu anlamlı gününü
kutluyor, başarılar diliyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ne acıdır ki, cumhuriyetin
Parlamentosunda, Atatürk'ün kurduğu, Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızı
yöneten Parlamentoda Atatürk'e hakarete "kanaat açıklamasıdır"
diyebilen bir parlamenterle görev yapıyoruz. Bundan üzüntü duyuyorum,
hicap duyuyorum. Bunu, yüce heyetimize üzüntüyle bildiriyorum.
Bu memlekette Atatürk'e hakaret etmek "kanaat açıklamasıdır"
diye geçiştirilemez. Bunu, bu Parlamentonun bir üyesi yapıyorsa,
ona da bunu hiç yakıştıramıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yılan hikâyesine dönen
bir kanunu görüşüyoruz. Kanunu görüşmeden önce, Hükûmetinizin
ve Partinizin ısrarla inatlaştığı, artık
birbirlerini tanımama noktasına getirdiği Yükseköğretim
Kuruluyla ilgili de ben de bir iki şey söylemek istiyorum. Hepimizin
bildiği gibi Yükseköğretim Kurulu, 12 Eylül cuntasının
getirdiği Anayasa'nın bir ürünüdür. Bir vakıadır,
doğrudur. Üniversitelerimizin bilimsel, akademik, yönetsel
özerkliğinin önünde bir büyük sıkıntıdır,
doğrudur ve o günün şartlarında, 12 Eylül şartlarında,
cici çocuklar yetiştirmek üzere, tek tip, prototip insan yetiştirmek
üzere tesis edilmiş bir kurumdur, doğrudur. Sayın
Doğramacı ve Sağlam dönemlerinde bu iklimi daha
ağır hissedilen Yükseköğretim Kurulu, Gürüz ve Teziç
dönemlerinde bu iklimden her ne kadar bir parça kurtulmaya çalışmışsa
da, bu 12 Eylül ikliminden Yükseköğretim Kurulunun bütünüyle
kurtulduğunu söylemek mümkün değildir.
Kişisel
olarak şunu da söyleyeyim, bu cümlem kişiseldir, Yükseköğretim
Kurulunun Ankara Üniversitesiyle arasında yaşananları
ben, bir eğitimci olarak kabul edemiyorum, doğru bulmuyorum.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara'nın ve Türkiye'nin
referansıdır, bir güzide kuruluştur. Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekanlığına, geleneklere ve kurallara
aykırı olarak yapılan atama kabul edilemez. Yükseköğretim
Kurulunun Ankara Üniversitesinin ve onun Tıp Fakültesinin
uyumlu iklimini bozmaya yetkisi olabilir, ama hakkı yoktur.
YÖK'ün tutumu karşısında üniversite camiasının,
yüzlerce üniversite öğretim üyesinin duyarlı tepkisini,
YÖK üyelerinin bir an önce dikkate almasını temenni ediyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisimiz 30 Aralık
2005'te, burada, 15 ilimize yeni üniversite kazandırmaya yönelik
bir kanun çıkardı. 30 Aralık 2005, bugün 10 Ocak 2007.
"Demirbank hayırlı işler diler." diye bir reklam
vardı, size de hayırlı işler! Bir yıl on ay geçti
ve bu yüce Parlamento ve onun içinden çıkmış Hükûmet, siyasi
irade, 15 yeni üniversiteye rektör atamak için hukuki bir süreç ve
yol bulamadı. Süreç ve yol bulmak şöyle dursun, bu Hükûmet ve
AKP Grubu, Anayasa'yla, anayasal kurumlarla inatlaşmayı ve
didişmeyi sürdürdü. Bu üniversiteleri kurarken getirdiğiniz
şekilde "Hükûmetin önereceği 3 aday arasından 1'ini
Cumhurbaşkanı atasın." dediniz, size dedik ki: Olmaz,
yanlıştır, doğru değildir. Cumhurbaşkanı
geri gönderdi. İnadınızda ısrar ettiniz. Olayı
bir hatırlayalım, unutan arkadaşlarımız var,
bir yılı aşkın bir olayı konuşuyoruz. Yeniden
ısrar ettiniz, gene olmaz dedik, Anayasa Mahkemesi duvarına
çarptınız ve hukuksuzluğunuzu kendiniz tescil ettiniz.
Daha
sonra… Bu yaptıklarınız üniversitelerin bilimsel ve
yönetsel özerkliğine aykırıydı. Anayasa'da YÖK'le
ilgili bir tanımlama var. Biraz önce bir arkadaşımız
Anayasa'yı öyle bir yorumladı ki, bence tersten okudu. Anayasa
böyle yorumlanmaz. Ve inadınızı ısrarla sürdürdünüz.
Bir kanun teklifi getirdiniz. Kanun teklifini, burada yanlışlığını
görüp, apar topar bir önergeyle değiştirdiniz ve bu getirdiğiniz
ilk kanun teklifi devlet protokolüne uymaz dedik, neredeyse Millî
Eğitim Bakanlığını YÖK'e bağlıyordunuz.
Aynı oturum içinde bu trajik yanlıştan döndünüz ve bu defa,
çok etik olmayan, çok ahlaki olmayan bir teklifle Meclisin huzuruna
geldiniz: YÖK 6 adayı belirleyecek dörtte 3 çoğunlukla ve
Millî Eğitim bunu 3'e indirip Köşk'e gönderecek. Hiç uymaz dedik,
bunun adı şark kurnazlığıdır dedik, gene
dinlemediniz, gene gitti ve bu da Köşk'ten geri döndü.
Sayın
milletvekilleri, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın
6'ncı maddesinin (b) fıkrasının son bendi genel kurul
toplantı yeter sayısının 14, kararların da katılanların
oy çokluğuyla alınacağını karara bağlamışken,
siz burada -bir sürü de içinizde anayasacı var, hukukçu var- kanuna
aykırı kanun yapıyorsunuz. Bu getirdiğinizin
tam adı budur. Bu, kanuna aykırı kanundur. Böyle bir
şey olmaz. Bu yanlıştır.
METİN
KAŞIKOĞLU (Düzce) - Kanuna aykırı kanun olmaz.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Şimdi, kanunsuz kanunla önümüze geldiniz.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Kanunlar Anayasa'ya aykırı
olmaz.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Dörtte 3 çoğunlukla Yükseköğretim Kurulunun
aday belirlemesinin mümkün olmadığı bir realite. Bunu,
hiçbir şey olmazsa oradaki üye dağılımı bellidir.
YÖK'ü tıkayacaksınız, bir ay süre. Tehdit: İşine
geliyorsa 16 kişiyle uzlaş, anlaş. Ee, yoksa? Ben hallederim.
Devlet yönetiminde böyle bir şey olabilir mi? Dünyanın hangi
ülkesinde anayasal kuruluşlar arasında böyle tilki kurnazlığıyla
iş görülür, iş götürülür? Bu ayıptır, ayıp! Bu
ayıptır!
METİN
KAŞIKOĞLU (Düzce) - Sabih Kanadoğlu'na soracaksın
onu!
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Şimdi, Türkiye'nin hangi yüksek kurulunda,
hangi özerk kurulunda dörtte 3 şartı var. Bu Kanun geçen görüşülürken
söyledim. Şimdi, bu Parlamento salt çoğunlukla Cumhurbaşkanı
seçecek ve bunu ısrarla, inatla savunuyorsunuz. Sonuçları
ayrı.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Bu inat değil, azim!
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Sonuçları ayrı. Biliyoruz azminizi! Niyetinizi
de biliyoruz, merak etmeyin! Sonuçları ayrı.
MEHMET
BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Niyet okuyucusu musun?
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Şimdi, bu Parlamentoda…
Kim
o "Niyet okuyucusu musun?" diyen? Kim o?
BAŞKAN
- Sayın Altay, lütfen…
MEHMET
BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Ben, ben.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Okuyayım mı şunları, okuyayım
mı?
BAŞKAN
- Sayın Altay, lütfen… Sayın Altay… Sayın Altay…
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Okuyayım mı? (AK Parti sıralarından
"oku, oku." sesleri)
BAŞKAN
- Lütfen sayın milletvekilleri…
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Şimdi, bu Parlamentoda Türkiye'nin yedi
yılına damgasını vuracak Cumhurbaşkanını
salt çoğunlukla seçeceksiniz, YÖK'e de diyeceksiniz ki: Dörtte
3'le seçiyorsan seç. İnanın ahlaki değildir. Edep
sınırlarının üzerindedir bu teklif bu şekliyle.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Edep dersi mi vereceksin burada!
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Evet, öyledir! Öyledir! Öyledir!
Biz,
burada, çok doğal olarak art niyet arıyoruz.
BAŞKAN
- Sayın Altay, bir saniye.
Sayın
Altay, sizi Tüzük gereği temiz bir dille konuşmaya davet
ediyorum. Lütfen…
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Sayın Başkanım, burası Meclisin
kürsüsü. Elbette temiz bir dille konuştuğumu ben zannediyorum.
Bu Kanun etik değil diyorum.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Senin konuşman da etik değil.
FATMA
ŞAHİN (Gaziantep) - Hakaret ediyorsun sen de!
BAŞKAN
- Sayın Altay, Meclis kürsüsünde hakaret etme hakkı yok hiçbir
sayın milletvekilinin.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Ben bu Kanun'un etik olmadığını
söylüyorum Sayın Başkan. Bu benim düşüncem. Ben bunu burada
söyleyemeyeceksem, Sinop halkı beni buraya niye gönderdi?
(AK Parti sıralarından gürültüler) Böyle şey olur mu?
Şimdi,
bakın, hukukçu olmaya gerek yok…
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, lütfen…
ENGİN
ALTAY (Devamla) - …bu Kanun'u buradan geçireceksiniz ve Anayasa
Mahkemesinden dönecek.
Geçen,
Sayın Komisyon Başkanım açıklamış, Meclisin
dakikası şu kadar lira diye, Sayın Altıkulaç. Yazık
değil mi? Bir yıl on aydır, bir yıl on aydır bu cumhuriyet,
bu devlet, bu Hükûmet, bu Parlamento kurduğu 15 tane üniversiteye
rektör atamanın şeklini ortaya koyamadı. Bu, Parlamentonun
bir eksikliği değil midir? Çıkar kanunu, git hukuk duvarına
çarp, dön geri, inat, bir daha… Bu, doğru değildir. Demokrasi,
bir uzlaşı rejimidir, bir uzlaşı kültürüdür. Bunun
tesis etmesi lazım. Bu inat niyedir! Yani, sekiz yaşındaki
çocuğa bu tasarıyı gösterseniz "hoş değil"
der. Dörtte 3 çoğunluklar, bilmem neler, bir aylık süre tahditleri…
Ee, olay bu. Getirdiğiniz budur. Bizim de bunu yememizi mi bekliyorsunuz?
Yani, bu ülkede hâlâ… Çok şükür, bu ülke hâlâ hukuk devletidir.
Bu devletin nitelikleri, yapısı, cumhuriyetin kurulduğu
gün onu kuranların düşündüğü gibidir ve şüphesiz,
öyle de kalacaktır. Ama ben diyorum ki, ben diyorum ki: Bu inada
gerek yok. Bu işin doğrusu var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Altay, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Bu işin doğrusu bellidir. Bu inada gerek
yoktur. Ya Anayasa'nın 130 ve 131'inci maddelerini değiştirirsiniz
ve istediğiniz gibi bu işi dizayn edersiniz ya da bu Anayasa'ya
uyacaksınız. Bu ikisinin dışında başka
bir seçeneğiniz yok, başka bir yolunuz yok. Koskoca partinin,
iktidar partisinin saygıdeğer milletvekillerisiniz ve
15 il, üniversite kuruldu diye Aralık 2005'te sevinç naraları
atan 15 il halkı da sizden hukuka uygun bir iş yaparak bu
işi düzeltmenizi istiyor. Siz, güya 2005'te 15 üniversite kurdunuz,
2006'da da benim seçim bölgem Sinop'un da dâhil olduğu 10 ilde daha
üniversite kuracaktınız. 2006 bitti, 2007'den bir ayı bitirdik,
siz kurduklarınıza rektör atayamadınız. Bu
doğru değildir.
AHMET
YENİ (Samsun) - Atayacağız.
ENGİN
ALTAY (Devamla) - Sizi sağduyuya davet ediyorum, aklınızı
başınıza alın.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Altay.
Madde
üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Güler,
Mersin Milletvekili.
Sayın
Güler, buyurun.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Kanun üzerine
Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Aslında,
konuşulan şeye çok gerek de yok. Yaklaşık bir
yıl bir ay beceremediğiniz bir YÖK Kanunu'nun bir parçası
olan 15 üniversiteye rektör atamasının, maalesef, sıkıntısını
yaşıyoruz. Şimdi, eğer bu ülkede 1,5 milyonun üzerinde,
yaklaşık 1 milyon 800 bin öğrencinin yaşadığı
sıkıntı da üniversiteler kapılarında dururken,
15 üniversiteyle hayallerini kurdurduğunuz o öğrencilere
dayattığınız bu sıkıntıyı anlamakta
zorluk çekmiyoruz, çünkü, inadınız inat.
Biz
de diyoruz ki: Bu ülkenin temel sorunu bu 15 üniversitenin rektörünü
atamak değil. Asıl sorun, YÖK sorunu. Siz de şikâyet ettiniz,
ama, ne adım attınız? Orada dur. İşin şov
kısmına gelince, işin gösteriş kısmına gelince
"varız" diyorsunuz. Bu ülkenin temel sorunu, YÖK sorununun,
tekrar, çağdaş ülkelere yakışacak, demokratik
bir üniversitenin alt yapısını yaratacak yeniden bir
YÖK reformu. Ama, YÖK'ün nasıl kurban edildiğini tarih unutmayacaktır.
Bu yüzden de, bilimsellikten uzak, özerklikten uzak, mali ve idari
özerklikten uzak bir üniversite yapısının 15 rektörünü
atasanız ne olacak, ne çözümlenir! Siz buraya lise açmıyorsunuz,
buraya bakkal dükkânı açmıyorsunuz. Eğer bu ülkede sistemle
barışık ve sistemin kendi özerk yapısı içerisinde
sorunu çözmek ve uzlaşı kültürünü dayatmaksa, buna saygı
duyarız, biz de "evet" deriz Anavatan olarak, ama, niyetiniz,
amacınız üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.
15 üniversitede, yakında da seçim süreci içerisinde, o gittiğiniz
bölgelerde üniversitelerini biz kurduk diye övüneceksiniz. Ama,
rektörlerin atanmamasının hesabını nasıl vereceksiniz?
Tabii ki, bu ülkede anlatacağınız çok şey de yok aslında.
Sadece kullanacağınız iki üç unsur var.
MEVLÜT
AKGÜN (Karaman) - Oralar da…
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - İnanın yok. Sohbetini yaparız hep beraber,
kuliste de yaparız. Bu ülke, hesabını da sizden soracak.
Eğer YÖK reformunu bu ülkeye… Anayasa'yı değiştirecek
bir çoğunlukta olmanıza rağmen bu konuda bir tane samimi
adımınızı görmedi bu toplum. Bunların unutulacağını
mı zannediyorsunuz?
Tabii
ki niyetiniz, üniversitelerde, sadece, sıradan, sorgulamayan,
üretmeyen ve daha çok biat eden bir üniversite yapısına sadece
hizmet etmek. Ne olacak 15 üniversitenin rektörünü atamakla? Kadrolaşacağınızı
mı zannediyorsunuz? 15 üniversitede, tabii ki, bugün sistem
içerisinde niyetiniz kadrolaşmak. Hatta, bazen bu işin dozunu
da aşmış, parti devletine doğru yöneldiğinizin
de göstergesi ortada. Dışişleri Komisyonu…
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - Hiç yakışmıyor vallahi size.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Hatırlayın. Yok canım, hatırlatacağım
size. Hayır, hatırlatalım. Avrupa Birliğinin sürecini
siz kendi parti binanızda, genel merkezinizde yapmadınız
mı? Neye niyet? "Biz iktidar partisiyiz, istediğimiz
yerde yaparız." Niyet o.
Kısaca,
sistemi germeye niyetiniz olmamalı. Bu ülkenin uzlaşıya,
sağduyuya ihtiyaç olduğu bir dönem. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı
gibi bir seçim sürecinde sizin karşınızda da dayatmalar
var. Üçte 2 çoğunluk… Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Samimiyete
davet ediyoruz. Bir tarafta öyle, öbür tarafta "hayır, biz
seçeriz" derseniz, bu çelişkinizi kimseye anlatamazsınız.
O zaman düzenin gerginleşmesine bir vesile olursunuz. Bu ülkenin
kaybedeceği ne zamanı ne de maddi imkânı var.
İşte, her şey ortada. Yapabildiğiniz süreç belli.
Üniversitelere, maddi anlamda, olanak dışı koşullar
içerisinde, sadece lise bazında eğitim sürecine katkıda
bulunacaksınız, ondan sonra üniversite deyip işin havasını
atacaksınız. Yapmayın.
Bugün
dünyadaki ilk 500 üniversite içerisinde bir tane Türk üniversitesinin
olmadığını biliyor musunuz?
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Biz biliyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Beş yıldır iktidardasınız,
bu konuda ne yaptınız? Mesele orada. İşe gelince,
işin sorgulamasına… Adres, iktidarsınız. Her alanda
iktidarsınız. Bunu birilerinin hatırlatması gerekmiyor.
Türkiye'deki özerkliğin yapısını çözecekseniz
buyurun, Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğu
verdi bu halk. Niye değerlendirmediniz? YÖK'ü kaldırın,
yeniden bir reform yapın… Oraya gelince durun. Çünkü, kullanacağınız
bir arka bahçe var. Seçim döneminde de onları kullanacaksınız.
Tabii
ki, AK Partili yıllar kayıp yılları. Hepimiz bundan
bilinçaltımıza kazıdık. Türkiye'nin yaşadığı
gerek üniversite sorunları açısından bakıyoruz.
150 YTL'ye çıkarttığınız öğrenci bursları.
Peki harçları kaç paraya çıkarttığınızı
hatırlatır mısınız? Asgari ücretin, yoksulluğun,
sefaletin ne olduğunu benden iyi bilirsiniz.
ALİM
TUNÇ (Uşak) - Onun için de kredi veriyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - 150 YTL'yle kaç öğrenciye kredi veriyorsunuz
Sayın Alim Tunç, açıklar mısınız burada?
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - İsteyen her öğrenciye harç
kredisi veriyoruz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Yapmayın ya!
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Harç kredisi isteyen herkese veriliyor.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Ben size, bana başvuran, üniversitede burs
alamayan öğrencilerin listesini getiriyorum, lütfen çözün.
O zaman ben sizi yürekten alkışlayacağım. Listeler
var bizde. Liste var.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Her isteyen harç kredisi alıyor.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Harç, tabii borçlanma, harç. Türk'üm, doğruyum,
borçluyum. Üniversite öğrencisini şimdiden borçlandırın,
doğru.
Amaç,
arkadaşlar, sistemi tümünden aksayan yönleriyle… Tabii ki üniversiteler
de bundan payını almakta. Üniversite gerek sanayi ve gerekse
toplumsal sürecin içinde bir kopukluk dönemini yaşıyor.
Hepimiz hemfikiriz. Ama, bu konuda sizi sağduyuya, samimiyete
davet ettik. Beş yıl boyunca hiçbir adım, somut bir
adım konusunda atmadınız. Burada, hassas olan konular
dâhil olmak üzere, en ufak bir sağlıklı, ülkeyi huzura
kavuşa… Ve aklın ve bilime hizmet edecek bir zemin yaratmadınız.
Ha, tabii ki 15 tane üniversitenin rektörü… Bu dördüncü konuşmamız,
dördüncü. Gene gelecek, o zaman da süreniz yetmeyecek arkadaşlar,
süreniz. Bir daha bu yasayı çıkarmaya süreniz yetmeyecek.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Siz olmayacaksınız, ama milletvekilleri
olacak.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Evet, biz Anavatan olarak, üniversite öğrencileri
başta olmak üzere YÖK'ün reformundan yanayız.
İkincisi:
Üniversitenin temel olan sorunlarından biri üniversitede
sınavlarda ve özellikle üniversitedeki ÖSS sınavının
kaldırılmasından yanayız. Eğitimde eşitlik,
rekabet ve verimliliğin önünü açmak için varız Anavatan
olarak. Ama, bu konuda da sizler AKP olarak üniversite gençliğine
verdiğiniz değer ortada. Bu konuda net bir, somut bir
adım atmadınız. Yurt sorunu had safhada, öğretim
elemanı sorunu had safhada. Allah aşkına sorar mısınız,
göç yolunda düzelir mantığından ne zaman kurtulacaksınız?
Allah akıl vermiş, fikir vermiş, birilerinin tecrübelerinden
niye faydalanmıyorsunuz? Göç yolunda düzelir, klasik bir mantık,
ama sağlıklı bir mantık değil. Buna rağmen
yine de ders almıyorsunuz. Çünkü, dördüncü görüşmemiz. Bu
ülkede yargının, bu ülkede diğer kurumların varlığını
göz ardı ettiniz. "Biz Anayasa'yı değiştirecek
çoğunluktayız, biz bildiğimizi okuruz" masalına
herhâlde kendiniz de inandınız, ama gördük ki, bu kanun yine
duvara toslayacak, yine toslayacak.
İşte,
reform diye sattığınız kamuoyuna genel sağlık
sigortası ve özellikle genel sağlık sigortası konusunda
yaptığınız ortada yine. Ne oldu? İnanın,
yargı size hizmet ediyor. Eğer o aksaklıklar ortaya
çıksa, halk, tüm çıplaklığıyla bu olumsuzlukları
daha net görecektir ve genel sağlık sigortasını
da işte 1 Temmuza kadar ertelediniz, onu da erteleyeceksiniz
tekrar. Yani, yasayı bile yaparken, sizlere direktifler verenler,
sizlere görev verenler, özellikle bürokrasi de dâhil olmak üzere,
IMF de dâhil olmak üzere, bunları dahi beceremediniz.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - "Beceremediniz" değil
"başaramadınız." Doğru Türkçe…
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Hayır, beceremediniz. Başarı, bir
bilgi ister, bir vizyon ister, bir iddia ister ve engel…
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Başaramadınız…
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Ne var engel, başaramayacağınız
engel? İktidarsınız arkadaşlar, iktidar. Önünüzde
yasal engeller varsa, burada zaten sağduyuyla yanınızdayız.
İkincisi:
Avrupa Birliği, IMF ve dış güçler de dâhil olmak üzere,
hep yanınızdaydı. Ne oldu? Size burada binlerce örneğini
sayacağımız bir süreç var, ama, şu üniversite konusunda
yapamadınız ya da bilemiyorum, yüreğiniz mi yetmedi,
yoksa birileri talimat mı vermedi, yoksa hiç mi niyetiniz olmadı
bu üniversite reformu konusunda, YÖK reformu konusunda. Şuraya
gelip dimdik duruş gösterseydiniz, biz de sizin yanınızda
olsaydık Anavatan olarak…
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Hep öyle dediğinizde, sonradan
boşa çıkıyor.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Evet, bir somut adım atın da… Ondan sonra bu
halkı germekten uzak durun. Yeniden kurumlar arası bir gerginlik,
Cumhurbaşkanlığı gerginliği… Bu halkı
germeye ne ihtiyacınız var arkadaşlar? Bu ülkenin sorunları
yetmez mi? Avrupa Birliği sürecinde duvara tosladınız,
Kıbrıs konusunda -Kıbrıs burnumuz dibinde- ve kader
birlikteliği yaptığımız bir Kıbrıs
konusunda yine duvara tosladınız. Irak…
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Hangi duvara tosladık?
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - O duvar görünmez duvar değil, o halkın duvarı;
eni sonu size hatırlatacak, kendinize gelin diyecek. O dört
gözle merak ettiği seçim sandığını halk dört
gözle bekliyor.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Geçen seçimde tosladığınız…
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Geriye sayım başladı, geriye sayım.
Biz, Anavatan olarak, net olarak söyledik: Bu ülkenin sağduyuya,
akla, mantığa hizmet etmesi gereken bir parlamentoya ihtiyaç
var. Gerekirse özveriyle uzlaşıyla, gerekirse sağduyuyla
bu ülkenin tüm temel sorunlarında, inanıyoruz ki Anavatan
olarak biz üzerimize düşeni yapacağız.
Temel
bir nokta da, YÖK reformu.
2)
Üniversite sınavlarının kaldırılması.
3)
Eğitimde eşitlik.
4)
Rekabetin ve verimliliğin olduğu bir eğitim anlayışı.
Sorarım
size, Türkiye'de hâlâ üniversite gençliğinin yarınlar hakkında
neler düşündüğünü hiç merak ettiniz mi? Türkiye'nin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Güler, lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Üniversite gençliği dediğimiz bizim
gençliğimiz, en verimli, en avantajlı olduğumuz gençlik
bile, Türkiye için yarınlarında çok kere nadir ve yine
dışarı beyin göçü, yine dışarıda hayaller
kurma ve siz AKP olarak bu hayalleri kararttınız, ama, biz diyoruz
ki Anavatan olarak, merak etmeyin, geriye sayım başladı,
AKP'den kurtuluş yılları, kurtuluş günü az, az kaldı.
Bu doğrultuda, bu heyecan ve inançla beraber halkın sağduyusu
ortada. İnanıyorum ki biz Anavatan olarak gerekeni yapacağız,
halkın takdiriyle karşı karşıya geleceğiz,
ama, siz AKP'nin yüzde 70'i gelmeyeceksiniz. Ondan hemfikirim, yüzde
70'i; ama, biz Anavatan olarak yüzde yüz geleceğiz.
FEHMİ
HÜSREV KUTLU (Adıyaman) - Sizin gittiğiniz yere gelmeyeceğiz,
bu konuda endişeniz olmasın.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Ve bu ülkede net olarak söylüyoruz, ülkenin sorunlarının
çözümü çok kolay ve çözümsüz değil. Lütfen ülkeyi germeyin ve
bu kurumlar arası kavgadan medet ummayın. Ülkenin sağduyuya
ve hoşgörüye ihtiyaç olduğu bir dönemdir ve bu doğrultuda,
biz Anavatan olarak, her türlü yasal zeminde kamu yararına, ülkemin
menfaati doğrultusunda hizmet etmeye hazırız.
SALİH
KAPUSUZ (Ankara) - Rüya âleminde konuşuyorsun.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Hepinize saygılar sunarım. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Güler.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Hasan Aydın, Giresun
Milletvekili.
Sayın
Aydın, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakikadır.
HASAN
AYDIN (Giresun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, konu üzerinde, kanun üzerinde, kanun teklifi üzerinde
enine boyuna konuşuldu, tartışıldı. Ben çok
fazla konuşmak istemiyorum, vaktinizi de almak istemiyorum.
Ancak, ilimde üniversite kurulmuş bir milletvekili olarak Giresun
sokaklarında dolaşırken vatandaş bana şunu
soruyor: "Milletvekili, Hasan Bey, 1992 yılında 24 tane
üniversite kurulmuş, bunun rektörlerini o zamanın hükûmeti
atamış. Peki, o zamandan bu tarafa Anayasa'da bir değişiklik
oldu mu? Kanunlarda bir değişiklik oldu mu? Anayasa'nın
130 ve 131'inde bir değişiklik oldu mu? Yoksa, bunu, birileri
keyfî olarak engelliyor mu?" diye soruyor. Ben de cevap olarak
fazla bir şey bulamıyorum ve diyorum ki, bu işi engelliyenlerin
cezası sandıkta verilecekse sandıkta verilecek, vicdanlarda
cezalandırılacaksa vicdanlarda cezalandırılacak.
Vatandaş bu değerlendirmemize de katılıyor.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Giresun'da fındık soruyorlardır,
fındık.
HASAN
AYDIN (Devamla) - Vatandaş bir başka konu daha soruyor bana,
diyor ki: "Peki, 6 tane profesör önerilecek YÖK tarafından.
Bu profesörler başka ülkelerden mi getirilecek…"
MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Hasan Bey, köylerde ne soruyorlar size?
HASAN
AYDIN (Devamla) - "…yoksa bu insanların herhangi bir sakıncası
mı var, yoksa bu insanlara profesörlük verilmiş de peki bu
işi hak etmemişler mi?" diye bana vatandaş soruyor.
Ben yine buna cevap bulamıyorum (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) ve diyorum ki: Değerli
vatandaşlarım, bu insanlar, bu ülkenin üniversitelerinde
eğitim öğretim görmüşler ve profesörlük unvanını
almışlar, ama bazı kafalarda vehimler var, bazı kafaların
arkasında art niyetler var. Dolayısıyla bunun için engelleniyor,
diyorum vatandaşlarıma.
Ayrıca,
biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü burada konuşurken
şunu söylüyor: "Üniversite kurulmasını AK Parti
İktidarı engelliyor, milletvekilleri engelliyor."
Bunun kadar yanlış bir değerlendirme olmaz, çünkü üniversiteler
16 Mart 2006 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlandı, kuruldu.
Ancak, rektörlerin atanmadığını hep beraber görüyoruz,
fakat, işlevler devam ediyor, çünkü -yine YÖK'ün işgüzarlığı
diyelim- tedviren bir görevlendirme yapıldı: 3 tane üniversiteye
1 tane rektör… Şimdi, işin kolayını bulduk, bundan
sonra 3 tane ile ya da 4 tane ile 1 vali atayalım, işi kolayca
çözümleyelim, bu mantıkla eğer bu konuya yaklaşırsak
değerli kardeşlerim.
Yine
bir başka değerlendirme: "Giresun Üniversitesinin
hiç profesörü yok." Değerli kardeşlerim, doğru değil.
6 tane profesör Giresun Üniversitesinde görev yapıyor ve bir
taraftan -biraz önce belirtildiği gibi- 4 tane üniversitenin
rektörü göreve atandığı gibi, bir taraftan da yeni rektörleri
göreve atamayla ilgili çalışmalar da bir taraftan devam
ediyor. 6 tane profesör var Giresun Üniversitesinde, 1 tane doçent
doktor var, 32 tane yardımcı doçent doktor var, 7 tane yeni
göreve başlayacak yardımcı doçent arkadaşımız
var, ayrıca, önümüzdeki günlerde profesör, doçent, yardımcı
doçent atamasıyla ilgili ilanlara da çıkılacak.
Burada
eksik olan bir şey var. Nedir o eksik olan şey? İşler
biraz ağır ve aksak yürüyor. İşler ertelendi ve bunun
sıkıntısını da üniversiteler kurulurken bayram
yapan 15 ildeki insanlarımız yaşıyor. Dolayısıyla,
bu işte bir engel olmadığını bütün arkadaşlarımız
izah ettiği gibi, ben de aynı düşünceler içerisindeyim
ve bizim yaptığımız şey Anayasa'ya uygundur ve
bunun bir an önce çözümlenmesi gerekir diyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Aydın, lütfen toparlayın.
HASAN
AYDIN (Devamla) - Bu işin gecikmesinin, ülkemiz üniversitelerine,
15 tane yeni üniversiteye çok büyük sıkıntılar doğurduğunu
ifade etmek istiyorum…
MUHARREM
İNCE (Yalova) - Hasan Bey, fındıkçılarla konuşabiliyor
musun?
HASAN
AYDIN (Devamla) - …ve inşallah, kısa süre içerisinde Sayın
Cumhurbaşkanımız bu kanun teklifini onaylar ve üniversitelerimiz
işlerliğe kavuşur diye düşünüyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Alim Tunç, Uşak Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİM
TUNÇ (Uşak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
5/11/2006 Tarihli ve 5556 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Kanunu'nun 1'inci maddesi üzerine, şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, birçok arkadaşımız burada görüşlerini
ifade etti. Ben de kurulan 15 üniversiteden biri olan Uşak Üniversitesi,
Uşak ilinin milletvekili olarak, bu konuda şahsım
adına görüşlerimi bildirmek istiyorum.
Üniversiteler,
bir ilde gelişmeyi, eğitimi, kültürü ve sosyal yaşantıyı
geliştiren, güzelleştiren ve illerin ve ülkenin gelişmesinde
önemli yer tutan eğitim öğretim kurumlarıdır. Tabii
ki, bazı konuşmacıların söylediği gibi, bazı
ülkelerde bu sayılar binlerle ifade edilirken, bizim ülkemizde
henüz daha yüze ulaşamaması büyük üzüntü vermektedir. Ancak,
bunun sebebi, şu an için 15 üniversiteyi kurmuş olmamıza
rağmen, rektöründe bu kadar çaba sarf ederken, süre geçerken, 10
yeni üniversitenin kurulmasıyla ilgili, 15 Kasımda yanılmıyorsam,
Millî Eğitim Bakanlığının YÖK'e yazdığı
yazıya hâlâ cevap verilmemesi… Bu 10 ilimizi de ben şöyle
bir hatırlatmak istiyorum: Karaman, Ağrı, Sinop, Siirt,
Nevşehir, Karabük, Kilis, Çankırı, Artvin ve Bilecik.
14 Kasımda, buralarda üniversite kurulmasıyla ilgili
Millî Eğitim Bakanlığının YÖK'e yazısı
var, henüz daha bir cevap verilmiş değil.
Yine,
bazı üniversitelerimizde profesörler, doçentler, yeteri kadar
öğretim üyesi olmadığı söyleniyor. Ben, buna da
katılmıyorum, çünkü, eğer amaç üzüm yemek olsaydı,
şimdiye kadar, burada, öğretim üyeleri eksik olanlar çok
rahat tamamlanabilirdi. Uşak'ta 6 tane profesör var, 4 tane doçent
doktor var, 52 tane de yardımcı doçent var ve 90'ın üzerinde
öğretim üyesi var. Bizim Uşak ilimiz belki diğer illere
göre biraz daha şanslı, ama, bütün 15 tane üniversitemiz aslında
bu şansa sahip olabilir, amaç üzüm yemekse eğer. YÖK bu konuda
gerekli çalışmaları, girişimleri yaparsa, çok
rahatlıkla bunun üstesinden gelineceği inancındayım.
Değerli
arkadaşlar, yine, üniversitelerde yapılan -ben hekim olduğum
için- Tıpta Uzmanlık Sınavı diye bir sınavla,
bugüne kadar, öğretim üyesi olacak arkadaşlar, uzmanlık
yapacak arkadaşlar, akademisyen olacak arkadaşlar çok rahatlıkla,
merkezî sınavla, hiçbir adaletsiz durum olmadan, rahatlıkla
kadrolarını almaktadır. Aslında, tüm üniversitelerde,
tüm fakültelerde, tüm birimlerde bu önerilebilir ve hepsi merkezî
sınavla yapılarak bu kadrolaşmalar da önlenebilir.
Değerli
arkadaşlar, yine, bir sözcü dedi ki "Anayasa'yı tersten
okuyorsunuz." Vallahi Anayasa'yı amuda kalkarak okuyan bir
başsavcının sözlerinin arkasına sarılarak,
onu savunarak gelen arkadaşlarımıza, ben bu ifadelerini
yadırgadığımı söylemek istiyorum.
Yine,
bir taraftan "İhtilal Anayasası" diyeceksiniz,
öbür taraftan da "Aman, bu YÖK Yasası değişmesin"
diyerek ona sarılacaksınız! Ben bunları anlamakta
zorluk çekiyorum, vatandaşımız da zorluk çekiyor.
Yine,
YÖK Yasası'nı siz hazırlayıp getirin, biz destek
çıkalım dedik, ona da "hayır" dediniz. Biz hazırlayalım,
destek çıkın; "Hayır, istemezük" felsefesi!
HÜSEYİN
GÜLER (Mersin) - Biz evet dedik Alimciğim, karıştırmayalım.
ALİM
TUNÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, son olarak, ben, sözlerimi
şöyle tamamlamak istiyorum, daha önce de söylemiştim. Yine,
sözcü "Sizin ne demek istediğinizi, niyetinizi ben biliyorum,
niyetinizi ben okuyabiliyorum." diyor. Ben, bu ülkede, bu iktidarın
halkın dediklerini yaparak, halkın isteklerini yerine
getirerek iktidarda kalacağına, bundan sonra da kalacağına
inanıyorum, ama, bu ülkede, niyet okuyuculuğu yapanlara
halk asla bu iktidarı göstermeyecektir.
Hepinize
saygılar sunuyorum. Yeni üniversitelerimiz, inşallah
rektörlerimiz de hayırlı olsun diyorum, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Soru sorma süresi beş dakikadır.
Sayın
Akdemir, buyurun.
DURSUN
AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, Sayın Millî
Eğitim Bakanına aracılığınızla sorularımı
soruyorum.
1)
Hükûmet olarak 2010 yılına kadar kaç öğretim üyesi yetiştirmeyi
planladınız?
2)
Beyin göçü Türkiye'de geleceğimizi tehdit eden önemli bir olgudur.
Beyin göçünü engellemek için yaptığınız planlar
nelerdir?
3)
Araştırma görevlilerine, yardımcı doçentlere,
doçentlere ve profesörlere ve diğer üniversite personeline
maaş ve özlük hakları konusunda hangi iyileştirmeleri
getirmeyi düşünüyorsunuz?
4)
Üniversiteye öğretim üyesi adayı hazırlamak için ortaöğretim
kurumlarında getirdiğiniz teşvikler nelerdir?
5)
Iğdır Ziraat Fakültesi Bakanlar Kurulu kararıyla kuruldu.
Şimdiye kadar kadro ve ödenek konusunda bir gelişme olmadı.
Ne zaman kadro ve ödenek vermeyi düşünüyorsunuz?
Ayrıca,
üniversitelerde tutulu bulunan kadroları ne zaman…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Akdemir, teşekkür ediyorum.
Sayın
Ateş, buyurun.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakana samimi olarak sormak istiyorum. Dördüncü keredir bu konuyu
biz burada tartışıyoruz. Eğer cidden bu 15 üniversitenin
bir an önce faaliyete geçmesi isteniliyorsa, bu inat niye? Bir.
İkincisi:
Eğer Cumhurbaşkanıyla bir mücadeleniz varsa, bu mücadeleyi
başka platformda yapmayı düşünüyor musunuz? Birinci
sorum bu.
İkinci
sorum: 12/12/2006 tarihinde 3910 sayılı bir tebliğ gönderdiniz,
bir yazı gönderdiniz bütün kurumlara ve bu kurumlarınızın,
okulların, çalışanların maaş ve diğer ödemelerinin
bankalar aracılığıyla yapılabilmesi için maaş
ödeme protokolleri düzenlenmesi istendi. Bu protokole göre, bankaların,
yapılan maaş ödemelerinin dışında kurumlara
"promosyon" adı altında ayni ve nakdî ek maddi
imkânlar sunması istenmektedir. Bu uygulamaya ilişkin dayandığınız
yasal bir düzenleme var mıdır? Bir. Var ise bu yasal düzenleme
ne şekilde işlemektedir? İki.
Üçüncü
sorum…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ateş, teşekkür ediyorum.
Sayın
Coşkunoğlu, buyurun.
OSMAN
COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Aracılığınızla
Sayın Bakana… 15 Kasım 2006'da tekrar bu Yasa görüşülürken
ve yürütme maddesi sırasında bir soru sormuştum. Gerçekten
bu Yasa'yı yürütmeye koyabileceğinizi zannediyor musunuz?
Ve arkasından gecikmeleri nasıl savunabiliyorsunuz? Zaten
dört yıl gecikmiş bir durumla karşı karşıyayız,
örneğin Uşak Üniversitesi söz konusu olunca.
O
zaman Sayın Bakan yasamanın görevi… "Biz yürütmek için
gayret gösteriyoruz, siz yürütmemek için gayret gösteriyorsunuz.
Bu tavrı da milletin ferasetine havale ediyorum." demiştiniz.
Milletin ferasetini sırf "rektörü biz atayacağız"
şeklindeki kararlı diyeyim, ben daha kibar bir terim kullanayım,
kararlı bir davranışın halktaki, milletteki tepkisini
ben ölçtüm, siz de ölçebildiniz mi? Bir.
İki:
TÜBİTAK, aynı kararlı davranış diyeyim yine,
aynı kararlı davranış sonucu dava ehliyeti olmayan
bir kurum durumuna düştü ve…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aslanoğlu, buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Bakanım, iki
yıldır şöyle diyorsunuz: "Mevcut üniversitelerin
kadrolarında çalışıyoruz, derhâl getireceğiz."
Artık ben bunu insanlara anlatmakta zorlanıyorum. Bir: Deminden
beri vicdan… Bazı kafalarda başka hesaplar var. Acaba hangi
vicdan? Malatya İnönü Üniversitesinin sizin Bakanlığınızın,
Maliye Bakanlığının, Devlet Personel Dairesinin
oluru, Plan Bütçe Komisyonunun oluru, her şey olmasına
rağmen, iki yıldır hep bizi kandırıyorsunuz.
"Getirdik, getireceğiz." Diğer üniversitelerle
ilgili kadro kanunu getirecek misiniz, yoksa sizin kitabınızda
Malatya İnönü Üniversitesi kafanızdan silinmiş midir?
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN-
Sayın Aslanoğlu, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakan, buyurun.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın
Akdemir'in "2010 yılına kadar kaç öğretim üyesi yetiştirmeyi
düşünüyorsunuz?" şeklinde bir sorusu var.
Malumunuz,
bütün üniversitelerimizin bünyesinde araştırma görevlisi
kadroları vardır ve bu araştırma görevlisi kadroları,
öğretim üyesi yetiştirilmek üzere üniversitelere tahsis
edilir. Anayasal olarak ve 2547 sayılı Yasa'ya göre, öğretim
üyesi -aslında- yetiştirme işi, birinci derecede, Yükseköğretim
Kurulunun ve yükseköğretim kurumlarının işidir.
Biz bu konuda, gerek personel gerekse finans olarak gerekli her türlü
desteği verdik, bundan sonra da vermeye devam ediyoruz.
Bakın,
sadece, biraz önce "dava ehliyetini yitirmiş" diye
nitelendirdiği, Sayın Ateş'in nitelendirdiği TÜBİTAK,
5.200 öğrenciye master ve doktora yaptırmak üzere burs veriyor
değerli arkadaşlar. Burs ne kadar biliyor musunuz? Master
öğrencisine 1.250 YTL, doktora öğrencisine 1.500 YTL burs
veriyor TÜBİTAK, 5.200 öğrenciye.
Millî
Eğitim Bakanlığı, yurt dışına her
yıl 1.000 öğrenci göndererek, yurt dışında master
ve doktora eğitimi yaptırmak üzere 2006 yılında
bir program başlattı, 2007 ve müteakip yıllarda devam
edecek ve bu, 5 bin kişiyi yetiştirmeye yöneliktir.
Bir
taraftan üniversitelerin bünyesindeki araştırma görevlisi
kadroları, bir taraftan TÜBİTAK'ın yetiştirdikleri,
burs verdikleri, bir taraftan Millî Eğitim Bakanlığının
yurt dışına gönderdikleriyle birlikte, aslında,
bu ülkede, ciddi anlamda bir öğretim üyesi yetiştirme gayreti,
faaliyeti var.
Biraz
önce değerli arkadaşlarım da ifade ettiler. Değerli
arkadaşlar, hiçbir üniversite kurulduğu gün veya ertesi
yıl Harvard olmaz. Hacettepe Üniversitesi, biraz önce değerli
arkadaşlarım söylediler, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
kurulduğu zaman "baraka üniversitesi" diye alaya
alındılar.
Şimdi,
benim anlamadığım bir şey var. Burada arkadaşlarımızın
üzerinde durduğu bir husus var: "Efendim, otuz günde YÖK anlaşma
sağlayamazsa Millî Eğitim Bakanlığına geçecek.
Bu baştan biliniyordu." deniyor.
Bakın,
ben size çok benzer bir emsal karar söyleyeyim: 832 sayılı
Sayıştay Kanunu'na göre, bildiğiniz gibi, Sayıştay
Genel Kurulu, eksik olan üyeliklerinin seçimini yapmak üzere, biliyorsunuz,
Plan ve Bütçe Komisyonuna 4 üye gönderir, Plan ve Bütçe Komisyonu
2'ye indirir ve Genel Kurula 2 kişi gelir. Eğer Sayıştay
Genel Kurulu otuz iş günü içerisinde bunu yapamazsa bütün yetki
Plan ve Bütçe Komisyonuna geçiyor. Daha önce sanki emsali olmayan
hukuk dışı bir şeymiş gibi burada anlatıldı.
Bunu yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.
Şimdi,
beyin göçü meselesine gelince değerli arkadaşlarım:
Biz, aslında yurt dışına gönderdiğimiz öğrencilerin
Türkiye'ye dönmesini arzuluyoruz. Ama, yurt dışına
gönderdiğimiz öğrencilerin bir kısmı yurt dışındaki
üniversitelerde öğretim üyeliği bulup kalıyorlarsa,
onlar, devletimizin kendilerine vermiş olduğu bursu, vermiş
olduğu bütün parayı yasal faiziyle birlikte geri veriyorlar.
Ama, bizim bütün çabamız, onları Türkiye'ye getirmek; üniversitelerimizde
eğer gerçekten akademik özerklik ortamı oluşturabilirsek,
o beyin göçünü de önlemiş oluruz.
"Öğretim
üyelerinin özlük haklarında nasıl iyileştirmeler yaptınız?"
Bu süreç içerisinde bunu hepiniz izlediniz, gördünüz. Yapılan,
öğretim üyelerine, devlet memurlarına ve her kesime yapılan
iyileştirmeler ortadadır. Bunların detaylarına
girmek istemiyorum.
Sayın
Ateş'in biraz önce ifade ettiği şey: Değerli arkadaşlarım,
biz, 15 üniversiteyi, bu Hükûmet kendi iradesiyle kurmuştur ve
bunlar kurulmuştur. Şu anda fiili olarak bu illerimizde,
15 vilayetimizde bu üniversiteler kurulmuştur. Daha geçenlerde
1.150 kadro kullanılmak üzere bu üniversitelerimize gönderilmiştir.
Toplam 31 bin kadro tahsis edilmiştir buralara. Ayrıca, profesör
ve doçent kadroları kesinlikle herhangi bir izne tabi olmadan
atanabilecek durumdadır. Bunlar biliniyor. "Profesör
yok" diye arkadaşlarımız ısrar ediyorlar.
DURSUN
AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Bakan, zaman bitiyor, özlük
hakları?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Affedersiniz,
profesör atandı da, profesör davet ettiniz, ilanı verdiniz
de buna mâni olan mı oldu? Bunun önünde herhangi bir engel söz konusu
değil ki.
Bir
başka şey: Bu promosyonlarla ilgili olarak, biz gönderdiğimiz
genelgede, bu promosyonların hangi yetkiye ve hangi yasaya dayalı
olduğunu da ifade ettik Sayın Ateş. Dedik ki… Bugüne kadar
hep nasıl yapılıyordu? Hepsi kuruma kalıyordu.
Biz dedik ki:"Yüzde 70'ini öğretmenlere, eğitim çalışanlarına
verin, yüzde 30'unu da eğitimde kullanmak üzere harcayın."
dedik. Bunda bir anormallik yok.
ABDULKADİR
ATEŞ (Gaziantep) - Hangi hukuka dayandınız Sayın
Bakan?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın
Coşkunoğlu'nun sorusuna gelince: "Dört yıllık
bir gecikmeniz var Uşak Üniversitesiyle ilgili olarak."
Siz, tecrübeli bir siyasetçisiniz. Bugüne kadar Uşak'ta bir üniversite
kurma işini, sizin ortağı olduğunuz, destek verdiğiniz
hükümetler niçin yapmadı? Uşak'a üniversiteyi AK Parti
Hükûmeti kurmuştur.
K.
KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne zaman ortak? Kimle ortak olduk?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Uşak'a
üniversiteyi AK Parti Hükûmeti kurmuştur. Bunu bilmenizi istiyoruz.
YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Biz de destek verdik Sayın Bakan.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Diğer
taraftan, diğer taraftan, değerli arkadaşlar, bu…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Bakan, süre tamamlandı.
Buyurun,
son sözlerinizi alalım.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Cevabını
veremediğim arkadaşlarımıza da yazılı
olarak cevap vereceğiz.
Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, süremiz tamamlandığı için, kanun tasarı
ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 11 Ocak 2007
Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
19.53