DÖNEM: 22 CİLT: 146 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
60ıncı
Birleşim
7 Şubat 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMA
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.-
Bursa Milletvekili Ali Dinçer'in, organ bağışının
önemine, organ nakli bekleyen hastaların sorunlarının
çözümü için yapılması gerekenlere ilişkin gündem
dışı konuşması
2.-
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, laik
devlet ilkesi ve laiklik kavramının anlamına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı
Mehmet Aydın'ın cevabı
3.-
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, tarımsal kalkınma
kooperatiflerine destek uygulamalarının etkilerine
ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
17/1/2007 tarihli ve 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu'nun bazı
maddelerinin, bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1202)
C) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.-
Genel Kurulu ziyaret eden İspanya Temsilciler Meclisi Başkan
Vekili ve İspanya-Türkiye Parlamentolararası Dostluk
Grubu Başkanı Ignacio Gil Lazaro ve beraberindeki heyete
Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin
Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet
ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/1226) (S. Sayısı: 1247)
VI. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Kocaeli Milletvekili Salih GÜN'ün, Yalova'daki deniz dolgusu çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı
(7/19854)
2.-
Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, İstanbul'da
SHÇEK'e ait bir arazinin devredildiği iddiasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/19863)
3.-
Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, TEDAŞ'a elektrik borcu
olan kurum ve kuruluşlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/19888)
4.-
Manisa Milletvekili Ufuk ÖZKAN'ın, TBMM 2007 ajandasına
ilişkin Meclis Başkanından sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı
(7/20041)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Uşak
Milletvekili Alim Tunç, Dünya Kanser Haftası münasebetiyle,
bu hastalıkla mücadelede erken tanının önemine ve organ
bağışı konusunda karşılaşılan
sıkıntılara ilişkin gündem dışı bir
konuşma yaptı.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen'in, İstanbul başta olmak üzere,
Ankara ve İzmir'deki trafik cezası uygulamalarına
ve İstanbul'un trafik sorununa,
Sivas
Milletvekili Selami Uzun'un, gazeteci Hrant Dink cinayetinden sonra
yaşanan olayların kamuoyuna yansımalarına ve yaratılan
bilgi kirliliğinin olumsuz etkilerine,
İlişkin
gündem dışı konuşmalarına, İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu cevap verdi.
Bursa
Milletvekili Mustafa Özyurt ve 21 milletvekilinin, Bursa'nın
Keles ilçesinde kurulması düşünülen termik santral konusunda
(10/419),
Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya ve 21 milletvekilinin, trafik kazalarının
nedenlerinin araştırılarak, öncelikle kara noktalarda
olmak üzere kara yolları güvenliği konusunda alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/420),
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacakları ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Hırvatistan
Parlamentosu Başkanı Vladimir Şeks ve beraberindeki
Parlamento heyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin konuğu
olarak, resmî temaslarda bulunmak üzere, ülkemizi ziyaretinin uygun
bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Türkiye
Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin temas ve görüşmelerde
bulunmak üzere ABD'ye gitmesine,
İsveç
Parlamentosu Dışişleri Komitesi Başkanının
TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini İsveç'e davetine
icabet edilmesine,
İlişkin
Başkanlık tezkerelerinin,
Genel
Kurulun 13/2/2007 Salı günkü birleşiminde, gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler" kısmının 286'ncı
sırasında yer alan (10/351), 338'inci sırasında yer
alan (10/399) ile 356'ncı sırasında yer alan (10/417) esas numaralı
Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek
görüşülmesine, bu görüşmelerden sonra 299'uncu sırasında
yer alan (10/365) esas numaralı Meclis araştırması
önergesinin görüşülmesine ve bu birleşimde çalışma
süresinin (10/365) esas numaralı Meclis araştırması
önergesinin ön görüşmelerinin tamamlanmasına kadar uzatılmasına;
13/2/2007 Salı ve 14/2/2007 Çarşamba günkü birleşimlerinde
sözlü soruların görüşülmemesine, 14/2/2007 Çarşamba
ve 15/2/2007 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında
çalışmalarını sürdürmesine ilişkin CHP Grubu
önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul
edildiği açıklandı.
İstanbul
Milletvekili İrfan Gündüz, Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın,
konuşmasında, Grubuna sataştığı iddiasıyla
bir açıklamada bulundu.
Zonguldak
Milletvekili Harun Akın'ın, Zonguldak İlinde Beycuma
Adında Yeni Bir İlçe Kurulmasına Dair (2/701),
Ankara
Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun, Fındık
Üreticisinin Korunması ve Fındık İçin Devlet Politikası
Oluşturulması ile İlgili (2/849),
Kanun
Tekliflerinin İç Tüzük'ün 37'nci maddesine göre doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden,
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı'nın
(1/1030) (S. Sayısı: 904) görüşmeleri, ilgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
3'üncü
sırasında bulunan, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu,
Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına
Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın (1/1226) (S. Sayısı:
1247), görüşmelerine devam olunarak 2'nci maddesine kadar kabul
edildi; 2'nci madde üzerinde bir süre görüşüldü.
7
Şubat 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.01'de son verildi.
Sadık
Yakut
Başkan
Vekili
Harun Tüfekci Türkân
Miçooğulları
Konya
İzmir
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
No.: 79
II. - GELEN
KÂĞITLAR
7 Şubat
2007 Çarşamba
Cumhurbaşkanınca
Geri Gönderilen Kanun
1.-
17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Anayasanın
89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/1301) (Anayasa
ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2007)
Teklifler
1.-
Kırklareli Milletvekili Mehmet S. Kesimoğlu ve 43 Milletvekilinin;
3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa Bir Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/943) (İçişleri ile
Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 31.1.2007)
2.-
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12.9.1960 Tarihli ve 80 Sayılı
Kanun ile 24.6.1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/944) ( İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1.2.2007)
3.-
Bursa Milletvekilleri Faruk Çelik ve Mustafa Dündar'ın; Toplu
Konut Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/945) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1.2.2007)
4.-
Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün'ün; Avda ve Sporda Kullanılan
Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının
Yapımı, Alımı, Satımı ve Bulundurulmasına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/946) (Adalet ve İçişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1.2.2007)
7 Şubat
2007 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 60'ıncı Birleşimi'ni
açıyorum.
III. - Y O K
L A M A
BAŞKAN
- Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama
için beş dakika süre veriyorum. Sayın milletvekillerinin
oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini,
bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin
salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini,
buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla beş dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı
söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, organ bağışı konusunda
ve sağlık sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Bursa Milletvekili
Ali Dinçer'e aittir.
Buyurun
Sayın Dinçer. (Alkışlar)
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
1.- Bursa
Milletvekili Ali Dinçer'in, organ bağışının
önemine, organ nakli bekleyen hastaların sorunlarının
çözümü için yapılması gerekenlere ilişkin gündem
dışı konuşması
ALİ
DİNÇER (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
önemli bir operasyondan sonra tekrar aranızda bulunmak benim
için büyük bir mutluluk kaynağı. İnşallah, ben de,
hepimiz, sağlıklı bir şekilde ülkemize, halkımıza
bu yasama organında birlikte hizmet etmeye devam edeceğiz.
("İnşallah" sesleri)
Öncelikle,
rahatsızlığım sırasında yakın ilgi
gösteren, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak
üzere, Meclis Başkanımıza, Başbakanımıza,
Kabine üyelerine, tüm değerli milletvekili arkadaşlarıma
çok teşekkür ediyorum, sağ olun. (Alkışlar)
Bir
teşekkür borcum da
Ben, rastlantı eseri, 1954'te Ankara'ya
geldiğimde ilk defa Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesine gitmiştim. Son tedavilerimi de orada oldum.
Çağdaş, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa
Kemal Atatürk ve arkadaşlarına ne kadar teşekkür etsek
az. O müesseseleri çağdaş cumhuriyet gerçekleştirdi.
Ben, o müesseselerden, dünyada görülebilecek en üst düzey sağlık
hizmetini aldım; son derece riskli bir operasyonu başarıyla
gerçekleştirdiler. Tekrar tekrar ruhları şad olsun. Beni
sağlığıma kavuşturan Ankara Üniversitesi
doktorlarına da çok teşekkür ediyorum, sağ olsunlar.
Şimdi,
tabii, teşekkür etmekle birlikte, bu olay üzerine benim üzerime
bir görev düştü. Damdan düşen damdan düşenin hâlinden anlar
misali, bire bir yaşayınca organ nakli olayının
ne kadar önemli olduğunu, ne kadar hayati önemi haiz olduğunu
da gördüm.
Ben,
22 Aralıkta karaciğer nakli oldum. Allah rahmet eylesin,
organlarını aldığım Hasan Saka kardeşimize;
onun annesine, babasına tekrar teşekkür ediyorum. Benim
arkamdan, yılbaşı ve bayram tatili süresi içinde durmadı
Ankara Üniversitesi, 4 karaciğer nakli daha yaptı, çok sayıda
böbrek nakli yaptı. Hatta, Arnavutluk Hükûmeti ile Türk Hükûmeti
arasında yapılan anlaşma gereği, Arnavutluk'tan
gelen hastaların böbrek nakillerini de, 20'ye yakın hastanın
böbrek naklini de yine Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi yaptı.
Çoğuyla
birlikte olduk, aynı mekânlarda kalıyorduk. Hepsinin hikâyelerini
biliyorum. Karaciğer nakli olan, on yıldır bekleyen
genç bir kız
Eskişehirli bir emekli tır şoförünün
kızı. On yıldır bekleyen, son günlerini sayan bir
polis memuru
Yirmi yıldır şekerden ve böbrek yetmezliğinden
şikâyetçi, Kastamonu Defterdarlığında bir müstahdem.
Ona, hem böbrek nakli hem pankreas nakli yapıldı başarılı
bir şekilde. Trabzonlu bir şoför
Van Belediyesinde çalışan
Diyarbakırlı bir inşaat mühendisi kardeşimiz
Hepsi sıradan insanlar, sade insanlar, bizim insanlarımız.
Türkiye'de
organ nakliyle ilgili çok ciddi kadrolar gelişmiş, gördüm.
İlk organ naklini yapan, ilk karaciğer naklini yapan Ankara
Üniversitesi bu konuda da öncülük yapıyor, yapmaya devam ediyor.
Daha başka pek çok, tıp fakültesine, ihtisas hastanesine
bu kaynaktan eleman yetiştirilmesi mümkün, kadronun zenginleştirilmesi
mümkün. Artık Amerika'da uzun yıllar çalışmış
olan, başka ülkelerde çalışmış olan başarılı
organ nakli cerrahlarımız da Türkiye'ye dönüyorlar. Hemen
hemen çoğu özel sektörde görev alıyor. O da gerekli. Çünkü,
imkânı olup da özel sektörde bu organ naklini olacaklar da olurlar,
parasını verirler. Yurt dışından, yine
imkânı olanlar, daha uygun koşullarda, Batı ülkelerine
gideceklerine Türkiye'ye gelirler, özellikle komşu ülkeler.
Yine, bu özel sağlık kurumları onlara hizmet eder; ama,
önemli olan, benim organ nakli olduğum yerdeki hizmet. Size
kısa bilançoyu verdim, şöyle maksimum bir aylık bilanço.
Hepsi sade vatandaşlar ve böyle yüz binlerce insanımız,
dar gelirli
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Dinçer, buyurun.
ALİ
DİNÇER (Devamla) - Dar gelirli yüz binlerce insanımız
organ nakli bekliyor. 40 bine yakın insanımız sosyal
güvenlik kurumlarının güvencesiyle her hafta gidip böbrek
diyaliz makinesine giriyorlar, iki defa, üç defa; büyük eziyet çekiyorlar.
Bunu on yıldır, on beş yıldır yapanlar var ve bu
diyaliz sistemi de çok pahalı. Yani, 40 bine yakın, diyalize
ulaşabilen yurttaşımızın maliyeti, diyaliz
masrafı, ithal masrafı 1 milyar avrodan fazla. Bir de ulaşamayan
bir o kadar yurttaşımızı düşünün. Yani, yüz
binlerce insanımızı ilgilendiriyor. Türkiye ölçeğinde
bir ülkede yılda en az 5-6 bin karaciğer nakli yapılması
gerekiyor; ama, yılda toplam organ bağışı miktarı
140'ı geçmiyor. Bu sorunun çözülmesi gerekiyor, hem Türkiye'deki
yurttaşlarımıza, insanlarımıza, ihtiyacı
olanlara katkı açısından, sağlık getirmek
açısından hem de Türkiye'nin bir bölge gücü olarak komşu
ülkelere bu alanda hizmet verebilmesi açısından. Arnavutluk'a
şimdi Ankara Üniversitesi kanalıyla hizmet veriliyor,
iki ülke arasında yapılan anlaşmayla. Bu, aslında
çoğaltılabilir. Bütün Balkan ülkeleri, özellikle Karadeniz
ülkeleri, Kafkas ülkeleri, Orta Doğu ülkeleri, komşu ülkeler
bizim hinterlandımızda Türkiye'nin imkânlarından yararlanabilirler.
Bunun için güçlü bir organ nakli kurumu kurmak gerekiyor. Bunu yasalaştırmak
inşallah bize nasip olur. Bu kurumun ciddi bir bütçesi olmalı.
Özellikle beyin ölümü gerçekleştikten sonra nakledilecek organların
ilgili hastaneden nakil bölgesine aktarılması bile sorun.
Bunun çözümü gerekir merkezî olarak ve ağırlıklı
olarak da, yüzde 90'ıyla, belki daha fazlasıyla dar gelirli
insanlarımıza, imkânı olmayan insanlarımıza
hizmet eden tıp fakültesi hastaneleri, özel ihtisas hastaneleri,
yüksek ihtisas hastaneleri, kamu kurumları desteklenmeli bu
bütçeden. Özel sektör sorunu çözebilir, ama, burada pahalı bir
iş bu, ama yurt dışıyla kıyasladığınız
zaman misli misli ucuz, ekonomiye ucuz geliyor. Bunların desteklenmesi
gerekiyor, çünkü, şu anda sosyal güvenlik kurumlarının
verdiği paralar yeterli değil ve bu kurumun yönetiminde
özellikle organ naklini yapan "Genel Cerrahi Uzmanları
Derneği" gibi sivil toplum kurumları da yer almalı.
Bu
kurumla birlikte, tabii, organ bağışı konusunu
da çözmek gerekiyor. Bu konuda en başarılı olan Belçika
gibi, İspanya gibi ülkelerin mevzuatını incelemeye
başladım ben. Belçika'da bu iş çok sadeleştirilmiş,
aynı bizim askerlik mükellefiyetimiz gibi. Askere gideceğimiz
zaman, ne bizden ne anamızdan babamızdan muvafakat istenmiyor,
vatan görevi diyoruz, millet görevi diyoruz hepimiz gidiyoruz.
Yüz binlerce insanı doğrudan, yakınlarıyla birlikte
milyonlarca yurttaşımızı ilgilendiren bu olayda
halkımızın sağlığını gözlemek,
kollamak da bir vatan görevi.
Belçika
modelinde olduğu gibi, sadece organ bağışı
yapmak istemeyen insan dilekçe yazıyor, başvuruyor, onun
dışındakiler, otomatik, organ bağışını
beyin ölümü gerçekleştiği zaman yapma durumundalar. Böyle,
dilekçeyle başvuranların sayısı yüzde 2; yani,
Belçika nüfusunun yüzde 98'i, beyin ölümü gerçekleştiği
zaman organlarını bağışlıyor ve orada artık
organ bağışı gibi bir sorun söz konusu olmuyor, organ
nakline ihtiyacı olan tüm yurttaşlar bu organı bulabiliyorlar.
Bu, son derece insani bir görev, son derece ülke yararına, insanlık
yararına bir iş. Böylesine hızlı yürüyen, etkin
ve sade bir sistemi hep birlikte geliştirmemiz ve onu kısa
süre içinde yasalaştırmamızda büyük yarar görüyorum.
Tekrar
Bütün arkadaşlarım yakından ilgilendiler, hepsinin
adını aldım, fakat, ben can pazarındaydım, karşılık
vermem mümkün değildi sağlık dileklerinize. Şimdi
bir fırsat buldum; tekrar, siz değerli milletvekili arkadaşlarıma
gösterdiğiniz yakın ilgiden dolayı çok teşekkür
ediyorum, sağ olun, var olun. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Dinçer.
Gündem
dışı ikinci söz, laik devlet ilkesi hakkında söz isteyen
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'a aittir.
Buyurun
Sayın Yalçınbayır. (Alkışlar)
2.- Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, laik devlet
ilkesi ve laiklik kavramının anlamına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı
Mehmet Aydın'ın cevabı
ERTUĞRUL
YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
söz aldığım konuya girmeden önce, Bursa Milletvekilimiz,
Meclis Başkan Vekilimiz Değerli Ali Dinçer'i aramızda
görmekten son derece mutlu olduğumuzu belirtiyorum, kendilerine
geçmiş olsun diyorum, verdiği mesajı da herhâlde tüm milletimiz
almıştır, kurumlarımız almıştır
diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, 5 Şubat 1937 tarihinde, Malatya Mebusu
İsmet İnönü ve 153 arkadaşının vermiş olduğu
Anayasa değişiklik teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşüldü ve 1924 Anayasası'nın 2'nci maddesi değiştirildi
ve 2'nci maddeye, o dönem tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisinin
altı oku ve bunların arasında da laiklik ilkesi Anayasa'ya
geçmiş oldu.
Türkiye
Cumhuriyeti, devletin laik olması ilkesi üzerine kuruldu.
1921 Anayasası'na baktığımızda, 1924 Anayasası'na
baktığımızda ve diğer süreçlerde bir dizi devrim
kanunlarıyla bugünlere gelindi. Laiklik kavramı üzerinde
çok konuşuldu, binlerce eser yazıldı ve hâlâ konuşuluyor.
Böylesine önemli bir konunun beş dakika içinde anlatılabilmesi
fevkalade zor. Bu zorluğu dikkate alarak ve söylediklerimin
yetersiz olduğunu da bilerek aşağıdaki hususları
arz etmek istiyorum:
Laiklik
kavramının sözlük anlamı üzerinde genellikle çok belirgin
bir anlaşmazlık yok, ama kapsam ve toplumsal uygulaması
açısından çok değişik yorumlara yol açtığı
gözleniyor. Batı sözlükleri laikliği genel olarak
"din ve ruhbanlıkla ilgisi olmayan" diye tanımlar;
ama, laiklik, ne dine karşı bir husumettir ne dinsizliktir ne din düşmanlığıdır.
(CHP sıralarından alkışlar) Laiklik, dinî değil
hukuki bir kavramdır. Hukuki açıdan laiklik -belki kısaca
bunları açmak gerekir- genel olarak din işleriyle dünya
işlerini ayıran bir rejimdir. Laiklik ilkesiyle, dinin,
siyasi ve hukuki bir güç olması engellenir. Laik devlet, herkesin
inancına saygılı, ama din hususunda tarafsızdır.
Laiklik, özgürlük ve barışın teminatıdır.
Böyle bir ilkedir. Özgürlükler ve demokrasi laiklikle güvence altına
alınmıştır. Laiklik, devletin dinsel kurallara göre
yapılandırılmamasını, aklın ve bilimin
devlet ve toplum yaşamında egemen kılınmasını,
kanun önünde eşitliği ve bireyin saygı görmesini öngören
bir yaşam biçimidir; devletin, sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal
temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılmamasıdır.
Her
ülkeye göre laiklik incelenmelidir. 1921-1924 Anayasaları,
kademe kademe birçok devrim kanunlarını çıkararak
bugünlere gelmiştir ve Anayasa'mızın başlangıcında
laiklik ilkesinin gereği, kutsal din duygularının
devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı
öngörülmüştür ve Anayasa'nın genel esasları içinde,
cumhuriyetin nitelikleri içinde laiklik önemli bir yer tutmaktadır
ve laiklik ilkesi, hepimizin bildiği gibi, değiştirilemeyecek
hükümler arasındadır. Devletin temel amaç ve görevleri de
cumhuriyeti ve bunun niteliklerini korumaktır.
Kanun
önünde eşitlik, demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir
ve buraya bakıldığında, herkes dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Yalçınbayır, buyurun. Toparlar mısınız
lütfen.
ERTUĞRUL
YALÇINBAYIR (Devamla) - Temel hak ve özgürlüklerle ilgili, temel
haklar ve ödevlerle ilgili, Anayasa'ya bakıldığında
din ve vicdan özgürlüğünün yer aldığını, ancak,
sadece bunun laiklikle ilgili olmadığını görürüz.
Bu, laikliğin bir unsurudur. Laiklik, sadece din ve vicdan özgürlüğünün
değil, tüm özgürlüklerle ilgilidir, ilintilidir ve bunların
da güvencesidir ve temel hak ve özgürlükler kullanılırken,
şüphesiz ki, laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
amaçlayan faaliyetler kesinlikle mümkün değildir.
Değerli
milletvekilleri, özellikle 24'üncü maddenin son fıkrasına
bakıldığında, kimse, devletin sosyal, ekonomik,
siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına
dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz
sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri
istismar edemez, inkılap kanunları da Anayasa'da özellikle
korunmuştur.
Şüphesiz
ki bu kuralların yorumu mahkemelere ait olan bir yorumdur. Kanunları
biz çıkarıyoruz, yürütmeye tevdi ediyoruz, ama yorum konusunda
mahkemelerin vermiş oldukları kararlar bize önderlik etmektedir.
Mahkemelerin kararları, sadece sonuçları itibarıyla
değil, gerekçeleri itibarıyla da bir bütündür ve bu bütünsellik
içinde değerlendirilmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin 2000
yılında Resmî Gazete'de yayınladığı bir
kararıyla da bu ayrıca teyit edilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin yargıçlarının,
Anayasa Mahkemesinin bunlara nasıl baktığını
kısaca ifade etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi yargıçları,
kararlarında, ilk olarak, ülkenin geçirdiği tarihsel deneyimlerin
sonucunda laikliğin anayasal bir statü kazandığını,
laikliğin demokrasinin temel şartı olduğunu,
din özgürlüğünün ve kanun önünde eşitliğin teminatını
oluşturduğunu belirtmiştir. Laik bir devlet, yasama
işlemini yerine getirirken dinî inancı ileri sürememektedir.
Laiklik, millî egemenlik, demokrasi ve özgürlük ve bilime dayalı
olan siyasi, sosyal ve kültürel hayatın medeni düzenlemesidir,
düzenleyicisidir. Laiklik, bireyin düşünce özgürlüğüyle
kişiliğini ispat etmesine olanak tanıyan, siyaset
ve dinî inançlar arasında ayrım yaparak din ve vicdan özgürlüğünü
etkili kılan ilkedir. Dine dayalı, dinî düşünce ve kurallarla
işleyen toplumlarda siyasi örgütlenmenin niteliği
dinîdir. Laik bir rejimde, din, siyasi rol edinmesine karşı
korunmaktadır, yetkililer elinde bir araç değildir ve her
bireyin kendi vicdanı tarafından belirlenecek olan saygıdeğer
yerini muhafaza etmektedir.
Herhâlde,
sanıyorum ki, bu konunun felsefi boyutunu ve uygulamadaki
yansımalarını, sanıyorum, konuşmamıza
cevap verecek olan Sayın Mehmet Aydın, yirmi dakikalık
geniş süreçte daha da iyi açıklayacaklardır.
Hepinize
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Yalçınbayır.
Gündem
dışı konuşmaya Hükûmet adına Devlet Bakanı
Sayın Mehmet Aydın cevap vereceklerdir.
Buyurun
Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET
BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Mevcut
Anayasa'mız, hepimizin gayet iyi bildiği gibi, cumhuriyetimizi
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlıyor.
Elbette ki, laiklik, bir hukuk ilkesi olarak, cumhuriyetimizin
bir başarısıdır, bu konuda en ufak bir tereddüt yoktur.
Ne var ki, bu husus, "laisite" ışığında
açıklanabilecek bazı düşünce ve uygulamaların
yakın ve etkin tarihimizde gerilere gittiği gerçeğini
bir tarafa itme anlamına gelmez. Laiklikte önemli bir anlayış
ve uygulama alanı olan -Sayın Yalçınbayır da bu konuya
temas etti- din ve vicdan hürriyeti bizim medeniyetimizin ana kaynaklarında
vardır, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın tarihî tecrübesinde
de vardır. Bu bağlamda, Osmanlı millet sistemini, diğer
adıyla Osmanlı barış sistemini hatırlamak yeterlidir.
Bu var olma, yakın ve etkin tarihimizde çok daha belirgin bir
hâle gelmiştir. Gerek Tanzimat yenileşmesinde gerek
meşruti yönetim tecrübelerinde seküler alan gözle görülür
bir genişleme ve zenginleşme kazanmıştır. Bu,
hukuk alanında olmuştur, iç ve dış siyaset alanında
olmuştur, eğitim alanında olmuştur, sosyal hayatta
olmuştur. Olmuş olanlar bütünlük arz eden tutarlı bir yapı
içinde mi olmuştur sorusuna hayır diye cevap vermemiz gerekiyor.
Bunun tutarlı bir bütünlük içinde olabilmesi, bizi cumhuriyete
götüren pek çok şartların oluşmasına, pek çok
imkânın gerçeklik kazanmasına, gerçeklik alanına
çıkmasına ve neticede Mustafa Kemal'in, Atatürk'ün büyük
ufku içinde toplanan millî iradenin kararına bağlı olmuştur.
Ben, huzurunuzda "Niçin laiklik?" konusu yahut sorusuna
cevap niteliğinde olduğunu düşündüğüm birkaç
noktayı dile getirmek istiyorum.
Bir
hukuk ilkesi olarak laiklik, öncelikle, vicdan, dinî inanç ve kanaat
hürriyetini -Anayasa'dan aldığım terimlerle ifade
ediyorum- güvence altına alır. Dolayısıyla, temel
hak ve hürriyetleri zedelememek, devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelmemek kaydıyla, ibadet,
dinî ayin ve törenlerin icrası da aynı şekilde güvence
altına alınmıştır. "Kimse, ibadete, dinî
ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz." (Madde 24) Aynı hak ve hürriyetler,
devletin gözetim ve denetimi altında yürütülen din eğitimi
ve öğretimi konularında da geçerliliğini korur. Anayasa'mızın
24'üncü maddesi, öğretim ile eğitim arasında ince bir
ayrım yapar. Din kültürü ve ahlak öğretimini -ki, maalesef
çok yanlış anlaşılan bir konu olmuştur hem yurt
içinde hem yurt dışında- ilköğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasına yerleştirir; öte yandan,
din eğitimi ise, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin
de kanuni temsilcisinin talebine bağlı olarak formüle
edilir ve hayata getirilir. Yine aynı madde, dinin veya din duygularının
yahut dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmesini
ve kötüye kullanılmasını da açıkça, kesinkes yasaklar.
Yeri gelmişken şunu ifade edeyim ki, Anayasa'mızın
24'üncü maddesi, din eğitimi konusunda çok geniş bir alan açmakta
ve çok farklı modellerin geliştirilmesi ve uygulanmasına
imkân sağlamaktadır.
İkinci
olarak, laiklik, Türkiye'nin iki asra yakın bir süredir yaşamakta
olduğu asrileşme süreciyle de doğrudan ilgilidir.
Yakın ve etkin tarihimizde, planlı, programlı bir
çağdaşlaşma, yani modernleşme projesi "yanlış
din anlayışlarının ve yorumlarının etkili
olmadığı bir politik alanın varlığı"nı
gerekli kılıyordu.
Burada
size Atatürk'ün iki tarihî ifadesini hatırlatmak istiyorum. O
şöyle diyordu: "Asrileşmeyi, yani, modernleşmeyi
kâfirlik zannedenlerin önüne geçmek icap ediyor. Çünkü, asıl
kâfirlik onların bu zannıdır, bu kanaatidir." Biraz
önce kullandığım "yanlış din anlayış
ve yorumları" ifadesinin altını çizmek istiyorum.
Çünkü, çağdaşlaşmanın hızını kesen,
dinin kendisi değil, işte o yanlış anlayışlar
ve yanlış yorumlardı, dinin kendisi olamazdı. Atatürk
de bunu zaten çok açıkça ifade ediyordu: "İslam, akla,
ilme ve fenne tam manasıyla tetabuk etmektedir. Onun içindir ki
en son din olmuştur ve en kâmil din olmuştur." diyordu.
Atatürk'e göre, burada önemli olan, din işleri ile devlet işlerinin
açıkça tefrik edilmesiydi.
Şunu
hemen ifade edeyim ki, çağdaşlaşma sürecindeki işleviyle
laiklik, zorla empoze edilmeyi öngören bir kültür politikasını,
ideolojik bir kültür planlamasını asla öngörmüyor.
Başka bir ifadeyle, kültürün neredeyse tamamının dinin
etkisinden uzaklaştırılması laikliğe tamamen
ters düşen bir anlayıştır, bir düşüncedir. Hak
ve hürriyetler olmadan ve bunlara karşılık ödev ve sorumluluklar
ciddiye alınmadan, bütün enginliği ve zenginliğiyle
kültür olmadan maddi ve manevi boyutları içeren insan kişiliği
gelişemez, olgunlaşamaz. "Maddi ve manevi" sözlerini
de yine Anayasa'mızdan alıyorum. Devletin temel amaçları
(Madde 5) sayılırken, insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması
zorunluluğu açıkça dile getiriliyor. Yine, 15'inci madde
-iktibas ediyorum- kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğünün korunması gerektiğini, dokunulmazlığını
açıkça dile getiriyor. Bu bütünlüğü korumak, 17'nci maddeye
göre, insanın temel hak ve hürriyetlerinin başında gelir.
Üçüncü
olarak: Çağdaşlaşma yolunda başarılı olma,
tutarlı bir millî siyaseti gerekli kılıyordu. Millî siyaset,
millî bütünlük üzerine oturmak, millî bütünlüğe istinat etmek
durumundaydı. İşte, laiklik burada da önemli bir rol
oynayabilecek güce sahip bulunuyor. Mademki cumhuriyeti kuran
Türk halkına, Türkiye halkına "Türk milleti" deniyor
ve mademki hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir,
halkındır ve mademki millet, hukuk muvacehesinde dil, din,
ırk farklılığına göre sınıflandırılamaz,
o hâlde laiklik, bir millîlik bağlamında da çok önemli işlevi
olan, anlam ve değeri olan bir kuraldır, bir ilkedir.
Son
olarak, laik bir yapı içinde, Diyanet İşleri Başkanlığı
gibi bir devlet kurumunun nasıl ve niçin var olduğu konusuna
kısaca değinmek istiyorum. Bu konunun, gerek yurt içinde,
yine, gerek yurt dışında bazı çevreler tarafından
oldukça zor, hatta çok kere yanlış anlaşıldığını
hepimiz biliyoruz.
İzninizle,
önce şuna işaret etmek istiyorum: Din-devlet ilişkilerini
düzenleme siyaseti, politikası, ülkeden ülkeye -Batı
ülkeleri dâhil- çok büyük çeşitlilik ve farklılık arz
etmektedir. Burada, teoriyle pratik arasındaki ilişkiler
düzenindeki, düzlemindeki farklılıklara da dikkat edilmesi
gerekiyor. Söz gelimi, İngiltere teoride laik değildir,
yani devlet başkanı aynı zamanda kilisenin başkanıdır.
Başbakan, Centerbury başpiskoposunun, hiyerarşinin
başında bulunan kişinin, hatta kilise üst düzeyinde
bazı atamaların belirlenmesinde birinci derecede yetki
sahibidir. İngiltere'de sadece kilise resmen tanınmaktadır
ve mesela, cami ve mescit gibi mekânlar hayır kurumları olarak
kayda girmektedir. Buna rağmen, kabul etmek lazım ki, pratikte,
İngiltere, din ve vicdan özgürlüğünün belki de en güçlü olduğu
ülkelerden biridir. Yani, teori ve pratik her zaman bir arada yürümeyebiliyor.
Fransa'da,
biliyoruz yine, bir din devleti yoktur ve laiklik oldukça sıkı
bir biçimde uygulanmaya çalışılır. Buna rağmen,
orada da başbakanın kardinalleri Vatikan'a önerme yetkisi
vardır. Başta Sayın Sarkozy olmak üzere pek çok yetkili,
dinî kurumların bir kısım faaliyetlerinin devlet tarafından
desteklenmesi gerektiğinin müzakereye açılması hususu
üzerinde durmaktadır. Almanya'da kiliseye tanınan pek çok
imtiyazlar vardır ve yine biliyorsunuz, İslam, Almanya'da
resmen tanınan bir din değildir. İsveç'te din ile devlet
ilişkisi daha birkaç yıl önce, tabir yerindeyse, gevşetildi,
hatta onların tabiriyle, boşanma hasıl oldu, vaki oldu.
Kilise, Norveç'te, Danimarka'da, İsviçre'de, hele Polonya, Yunanistan
ve İrlanda'da bugün de oldukça etkilidir ve güçlüdür. İsrail'in
durumunu ise hiç açıkça zikretmeye gerek yok, dinin ne kadar etkili
olduğunu biliyoruz.
Kilise
teşkilatının, başta Amerika olmak üzere pek çok Batı
ülkesinde anaokullarından başlayıp üniversitelere
kadar uzanan öğretim ve eğitim kurumları vardır,
hastaneleri vardır, öğrenci yurtları, Kızılhaç
gibi yardım kuruluşlarında kilisenin büyük
ağırlığı bulunmaktadır. Doğru, kiliselerin
cemaatlerinde önemli azalmalar olmuştur, ama bu, bir kurum olarak
kilisenin sosyal hayatta, siyasette, uluslararası ilişkilerde
güçlü olmadığı anlamına gelmemelidir, böyle görülmemelidir.
Mesela, Hristiyanlığın Avrupa Anayasası'nda
-Fransa'nın, Hollanda'nın reddettiği, pek çok ülkenin kabul
ettiği- yer alması için kilise, tabir yerindeyse, gece gündüz
faaliyet göstermiştir ve böyle bir durumun gerçekleşmemesi
için laiklik yanlılarıyla liberal çevrelerle birlikte
Türkiye olarak uzun ve hakikaten çetin bir mücadele vermiş bulunuyoruz.
Bütün
bunları şunun için dile getiriyorum: Türkiye'de Diyanet
İşleri Başkanlığının durumunu anlamanın
hiç de zor olmaması gerekir. Anayasa'mıza göre, Diyanet
İşleri Başkanlığı genel idare içinde yer
alan bir kurum olarak, iktibas ediyorum: Laiklik ilkesi doğrultusunda,
bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında
kalarak ve -bunun altının çizilmesi lazım- milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda
gösterilen görevleri yerine getirir.
Hepimiz
biliyoruz, din, temelde, özde, bir vicdan meselesidir. Ama, yine,
hepimiz biliyoruz ki, din, toplumsal hayat üzerinde etkili olmadan
milletçe dayanışma ve bütünleşmenin gerçekleşmesinde
de etkili olamaz, etkili olması mümkün değildir. Oysa, burada
zikredilen anlamda etkili olmak, Diyanet İşleri Başkanlığının
anayasal sorumluluğudur, anayasal görevidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimiz, demokratik,
laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak azim ve kararlılıkla
Türkiye'yi bugün medeni âlemde çok önemli bir yere taşımıştır.
Geleceğimizin teminatı ve daha parlak ufuklara doğru
ilerlemesi cumhuriyetimizin akıp giden on yıllar içinde
daha güçlenmesi ve zenginleşmesiyle, mümkün olacaktır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündem
dışı üçüncü söz, tarımsal kalkınma kooperatiflerine
destek uygulamaları ile ilgili söz isteyen Karaman Milletvekili
Mevlüt Akgün'e aittir.
Buyurun
Sayın Akgün. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, tarımsal kalkınma kooperatiflerine
destek uygulamalarının etkilerine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in cevabı
MEVLÜT
AKGÜN (Karaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ben de sözlerime başlamadan önce, Meclis Başkan Vekilimiz
Sayın Ali Dinçer Bey'e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, nüfusunun yüzde 30'undan fazlası tarımdan
geçinen ülkemizde, tarım kesimi, en sorunlu sektör olarak görünmektedir.
Yıllardan beri yapısal dönüşümlerin bir türlü gerçekleştirilememesi,
üretimde yeterli bilgi ve teknolojinin kullanılamaması,
sulama altyapısının yetersizliği, işletmelerin
küçüklüğü, çiftçilerimizin örgütlenememesi, girdilerin
yüksekliği gibi birçok nedenlerden dolayı sorunlar giderek
ağırlaşmıştır. Özellikle 57'nci Hükûmet döneminde
çiftçimiz, borçlarını ödeyemediğinden dolayı haciz
ve hapis kıskacına girmiş, önemli girdilerini karşılayabilmek
için traktörünü satar hâline gelmiştir. Ancak, biliyoruz ki, tarımı
kalkındırmadan Türkiye'yi kalkındırmak mümkün değildir
ve Türkiye, sanayi ülkesi ile tarım ülkesi olmak arasında
bir tercih yapmak zorunda da değildir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin her alandaki
potansiyelini harekete geçirmeyi, imkân ve kaynaklarını
doğru biçimde kullanmayı kendisine amaç edinen AK Parti
İktidarı, tarımı öncelikli sektör olarak ilan etmiştir.
Bu sektörü rahatlatmak amacıyla, daha iktidara geldiği
ilk günlerde 809 bin üreticinin 1,5
katrilyonluk borcu silinmiş, ayrıca, üreticinin
1995 yılından bu yana tarımsal sulamada kullanılan
660 trilyonluk enerji borcuna kolaylık getirilmiştir.
Ekonomide
sağlanan güven ve istikrar ortamına paralel olarak tarımsal
kredi faizleri yüzde 59'dan yüzde 17,5'a düşürülmüş ve kullandırılan
kredi miktarı tam 10 kat artırılmıştır.
2003, 2004, 2005 yıllarında üreticiye toplam 1 milyar 42 milyon
YTL mazot desteği verilmek suretiyle, üreticinin mazotu yüzde
40 ucuz kullanması sağlanmıştır. 2007 yılında
da 492 milyon YTL mazot desteği ödenecektir. Ayrıca, çiftçimize
kimyevi gübre desteği verilerek gübre maliyetine yüzde 20
oranında katkı sağlanmıştır.
Hayvancılık
desteklerinin 7 kat arttığı sektör, aynı zamanda prim
desteklerinin de 4 kat desteklendiği sektör hâline gelmiş
ve bu desteklerle sektör, 2004 ve 2005 yıllarında üst üste
iki yıl pozitif büyüme göstermiştir. Yine, bu dönemde tarımın
gayrisafi millî hasılaya katkısı yüzde 73 artarak
37,8 milyar dolara yükselmiş, tarımın ihracat payı
da 2006 yılında 10 milyar dolara çıkmıştır.
Ayrıca, traktör satışları bu dönemde 5,5 kat artmıştır.
Bu rakamlar, tarımda "at binenin, kılıç kullananın"
deyiminin haklılığını ortaya koymaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımızın
en önemli destek uygulamalarından birisi de, hiç kuşkusuz,
tarımsal kalkınma kooperatifleri desteklemeleridir. Tarım
Bakanlığı, 1990 yılından bu yana kooperatiflerin
hayvancılık projelerini desteklemektedir. Ancak, bu destekler,
iktidarımız döneminde öncesiyle kıyaslanamayacak
ölçüde artırılmıştır. 1999-2002 yılları
arasında, yani, bir önceki hükûmet döneminde 187 kooperatifçilik
projesi desteklenmiş ve toplam 87 milyon YTL kredi kullandırılmıştır.
2003 yılında, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet Bakanlığıyla
Tarım Bakanlığı arasında imzalanan protokol
çerçevesinde proje uygulamasına hız verilmiştir.
2003-2006 yıllarında toplam 895 kooperatif desteklenmek suretiyle,
bu projelere toplam 591 milyon YTL kredi verilmiştir. Böylelikle,
kooperatif destekleri, bir önceki iktidarlara göre 6 kattan fazla
artırılmıştır. Bu süre zarfında 39.394 aileye
97.488 gebe düve, yine 6.750 aileye de 224.900 damızlık koyun
ve koç verilmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Akgün, buyurun.
MEVLÜT
AKGÜN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Kooperatifçilik
destekleri sadece hayvancılıkla sınırlı olmayıp,
soğuk hava tesisi, seracılık gibi tarımsal üretim
sahalarını da kapsamaktadır. Uygulama kapsamında,
Karaman ilimizde de, önceki iktidarlar döneminde sadece 2 kooperatif
desteklenmişken, AK Parti İktidarı döneminde bu sayı
6 kat artarak 12'ye çıkmıştır. Hayvancılık
ve kooperatifçilik desteklemelerini çok olumlu bulan üreticilerimizden
bu konuda oldukça fazla talep gelmektedir. Bakanlığımızın
kooperatif ve hayvancılık destekleme bütçesinin daha da
artırılması gerektiğini düşünüyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kooperatif ve hayvancılık
projelerine destek ve bu konudaki uygulamayı başarıyla
gerçekleştiren başta Başbakanımız, Hükûmetimiz,
Tarım Bakanımız, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel
Müdürlüğü çalışanları, Karaman Tarım İl
Müdürlüğü çalışanları olmak üzere tüm ilgilileri
tebrik ediyorum.
Bu
duygularımla, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Akgün.
Gündem
dışı konuşmaya Hükûmet adına Tarım Bakanı
Mehdi Eker cevap vereceklerdir.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Bakan soru sormadı
zaten.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Zaten söylenecekleri söyledi.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Söylenecekleri söyledi, sizin
söyleyeceklerinizi.
BAŞKAN
- Lütfen sayın milletvekilleri
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Bugün NTV'yi izlemeden konuştunuz yalnız.
Traktörlerini satamıyor çiftçi.
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Çiftçi-köylü bitti, siz konuşuyorsunuz!
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Bakan.
TARIM
VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
- Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Karaman Milletvekilimiz Sayın Mevlüt Akgün'ün
gündem dışı yaptığı konuşmaya cevap
vermek üzere huzurlarınızdayım ve yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hükûmetimiz,
kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın,
özellikle tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimizin
hayat seviyelerini, özellikle ekonomik anlamdaki hayat seviyelerini,
daha verimli bir üretim yapmalarını ve daha iyi bir düzeyde
yaşam geçirmeleri için göreve geldiği andan itibaren bir
seri proje hayata geçirmiştir. Bunlardan bir tanesi de kırsal
alanda üreticilerimizin, vatandaşlarımızın kurdukları
tarımsal kalkınma kooperatiflerine ayrılan kaynaklardaki
artış ve desteklenen kooperatif sayısındaki artıştır.
Değerli
milletvekilleri, biz, kırsal kalkınma kooperatif projelerinde
iki kaynağa başvuruyoruz. Bunlardan bir tanesi genel bütçe
kaynakları. Bir de, daha önceden Sosyal Yardımlaşma Dayanışma
Fonu'ndaki kaynakların yerinde kullanılmayıp, bütçe
açıklarının kapatılmasında kullanılmasının
aksine, Hükûmetimiz, Sosyal Yardımlaşma Dayanışma
Fonu'ndaki paranın tamamını yerinde, amacında
kullandığı gibi, ayrıca, genel bütçeden de buraya
transfer yapmak suretiyle, bu alanda, kırsal alanda yaşayan
vatandaşlarımıza, özellikle ekonomik durumları
düşük, yani, gelir düzeyleri son derece düşük olan ve yardım
yapılması gereken vatandaşlarımıza çeşitli
şekillerde yardımlar sağlanmasıdır.
Bunlardan
bir tanesi, yine, Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi adı altında,
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Fonu'ndan sağladığımız kaynaklarla yaptığımız
desteklerdir.
Bu
projelerin amacı, üreticilerin imkânlarını birleştirerek,
ekonomik büyüklükte işletmeler hâline gelmeleri ve rekabet
güçlerini artırıp, ürünlerini daha iyi değerlendirmelerini
sağlamaktır. Bunlar, merkezî süt sağım üniteli damızlık
sığır yetiştiriciliği, besi sığırcılığı,
damızlık koyun yetiştiriciliği, arıcılık
ve seracılık, ayrıca, kooperatiflerin geliştirdiği
özel projeler ve tarımsal amaçlı kooperatiflerin rehabilitasyon
projesi şeklinde yapılan proje konularının desteklenmesidir.
Değerli
milletvekilleri, proje kapsamında verilen kredilerin vadeleri,
ilk yılı ödemesiz, ikinci yılı faiz ödemeli, diğer
yıllarda da taksit ve faiz ödemeli olmak üzere, toplam yedi
yıl vadeli ve yüzde 5 faizlidir. Bu yüzde 5 faiz düzeyine, geçtiğimiz
yıl yapılan, yaptığımız bir düzenlemeyle
gelindi. Daha önceden bu tür kooperatiflere uygulanan kredinin
faiz oranı yüzde 30'lar seviyesindeydi. Geçtiğimiz
yıl, biz, bütün kooperatif kredilerinin faizlerini yüzde 5'e
düşürdük ve bu çalışmayla, Türkiye'deki 512 tane kooperatif,
yani, borcunu ödemekte olan 512 kooperatifte 38.800 ortak yararlanmıştır.
Son derecede önemli bir fayda sağlamıştır bu yapılandırma.
2003-2006
yıllarına ait uygulamalarda, biz, genel bütçenin imkânlarıyla
sağladığımız desteklerde, kooperatif desteklerinde,
toplam 377 kooperatife proje uyguladık ve 286 trilyon 806 milyar
lira bunlara destek sağlandı.
Keza,
Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi de, yine, bizim Hükûmetimiz
döneminde hayata geçmiş bir projedir ve burada da, süt sığırcılığı,
koyunculuk, seracılık konularında ilk iki yılı
ödemesiz, toplam beş yıl vadeli ve faizsiz bir kredilendirme
şekliyle, Sosyal Yardımlaşma Fonu'ndan yardım almaya
müstahak vatandaşlarımızın kurdukları kooperatifler,
bu fondan desteklenmektedir. Burada da, yine, 2003 yılında
Hükûmetimizle birlikte başlayan bu uygulamada, 2004'te 176,
2005'te 188, 2006'da 136, Hükûmetimiz döneminde toplam 518 tane kooperatife
buradan destek sağlanmıştır.
Burada
kooperatiflerle ilgili mukayeseyi yapmak için, tabii, bunun gerçekte
ne olduğunun daha iyi anlaşılması için bir mukayese
yapmak gerekiyor. Bizim mukayesemiz de, bizden önceki hükûmetin
toplam süresidir. 1999-2002 yılları arasında üç buçuk
yılda uygulanan proje sayısı bütün kooperatifler
için 287'dir ve sağlanan destek ise o günün parasıyla toplam
87 trilyon lira, bugünün parasıyla ise 87 milyon YTL'dir. Ancak,
Hükûmetimiz döneminde, bu sayı 287'den toplam 895 tane kooperatife
çıkarılmıştır ve 591 trilyon lira destek
sağlanmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, verilen bu desteklerden 128 bin çiftçi ailemiz
faydalanmıştır.
Tabii,
kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın
bu kooperatifleşme suretiyle bir araya gelmeleriyle yaptıkları
bu faaliyetlere desteği bu kadar yüksek düzeyde vermemizin yanında,
ilave olarak, biz, kuşkusuz, tabii, tarım ve hayvancılıkla
ilgili yeni projeleri de devreye koyduk. Bunlardan bir tanesi
kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesidir.
Kırsal kalkınma destekleri kapsamında 2006 yılı
içerisinde 1.256 tane proje uyguladık. Bu projelerin her birine
yüzde 50 oranında hibe desteği sağladık. Bunların
tamamı, ekonomik yatırımlar ile modern tekniklerle yapılan
damla sulama gibi sulama projeleri bu kapsamda desteklenmektedir.
1.256 adet proje uygulandı. 334 trilyon lira bunların yatırım
tutarı ve bunun yarısını da biz hibe olarak karşıladık.
Burada da on binlerce vatandaşımızın istihdamı
imkân dâhiline geldi, yine, kırsal alanda yaşayan vatandaşlarımızın.
Kırsal
alanda yaşayan vatandaşlarımızın, üreticilerimizin,
çiftçilerimizin hayatlarını yakından ilgilendiren,
üretimi ve verimliliği önceleyen, yine bu konuyla ilgili bir
başka projede, cumhuriyet tarihinde ilk defa, biz, geçtiğimiz
hafta, 2.500 ziraat mühendisi ve veteriner hekimden oluşan büyük
bir teknik eleman kadrosunu, Türkiye'nin 20 bin köyüne hizmet
ulaştıracak şekilde, bu hizmet ağını kuracak
şekilde buraya biz görevlendirdik.
Bunlar:
1) Tarım Bakanlığında çalışan herhangi
bir mühendisle veya veteriner hekimle aynı maaşı
alıyorlar.
2)
Bunların imza yetkileri var.
3)
Bunların şu anda 1.800-1.900'üne, biz, oturacakları büro,
bir çalışma alanı oluşturduk köylerde. Bunlar, gece-gündüz,
orada, köylülerle, çiftçilerle, üreticilerle bir arada, onların
hem tarım ve hayvancılıkla ilgili sorunlarını
çözecek, onlara danışmanlık yapacak hem de bu, gerek
desteklemelerin daha etkin kullanılması, daha iyi anlatılması
gerek projelerin daha iyi hazırlanması ve diğer tarım
ve hayvancılıkla ilgili hem üretim hem pazarlama konularında
kendilerine yardımcı olacak 2.500 kişi ve gerçekte,
bu, Türkiye'deki tarımsal yayım ve eğitim alanında
bugüne kadar yapılmış, atılmış en büyük
adım, en büyük hamledir. Çünkü, tarımsal üretim kapasitesi
olan yirmi bin köy hizmet ağı içerisinde ve bunlar, âdeta, buraya,
bu arkadaşlarımıza zimmetlenmiş durumda. Bunlar
da bu yıl göreve başladılar.
Bir
diğer, üretimle ilgili bizim yaptığımız, Türkiye'de
yıllarca sözü edilen ama bir türlü hayata geçmeyen bir başka
alan şu: Hep üretim planlamasından, ürün planlamasından
bahsedilir Türkiye'de, ama bir türlü, maalesef hayata geçmedi. Onun
da bu sene biz pilot uygulamasını başlatıyoruz
Trakya'da, Orta Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde seçilen
pilot illerde Havza Bazlı Tarımsal Üretimin Desteklenmesi
Projesi'ni yapıyoruz. Yani, destekleri, üretimi planlayacak
bir ürün planlamasına yarayacak şekilde, verimlilik durumuna
göre bunları farklılaştırıyoruz. Yani (A)
bölgesinde bir ürün çok iyi bir şekilde, çok yüksek verimlilikte
üretiliyorsa orada, o ürüne daha fazla destek vereceğiz;
başka bir bölgede, diyelim o ürünün verimsiz olduğu bir bölgede
eğer ürün yetiştiriliyorsa o ürüne destek vermeyeceğiz
veya çok az destek vereceğiz. Bu şekilde, desteklemelerin
üretim planlamasında kullanılması ve ürün planlamasında
kullanması uygulaması da bu yönde atılmış
önemli bir adımdır. Bu da yine bu sene hayata geçen bir proje.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben, tarım ve hayvancılıkla
ilgili bu değerlendirmeyi yaparken, bugün, Ceylanpınar
Tarım İşletmesi sınırları içerisinde,
işletmemizin sütünü sattığı bir firmanın
işçilerinin geçirdiği bir elim kaza var. Burada, birkaç tane
vatandaşımızın, şu ana kadar, 2 vatandaşımızın
maalesef cesedi bulundu, 8 vatandaşımız kayıp,
28 vatandaşımız da kurtarılmış durumda.
Bunlar açık bir kamyonda, sel sebebiyle kamyonları devriliyor
ve orada kurtarma-arama çalışmaları devam ediyor.
Ben,
huzurlarınızda, hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı
diliyorum ve bir an önce, diğer kayıpların da inşallah
bulunacağını ifade etmek istiyorum. Çünkü, kurtarma
ekipleri de bütün teknik donanımlarıyla birlikte olay mahallindeler.
Orada çalışmalar yapılıyor. Ben, Ceylanpınar
bölgesindeki vatandaşlarımıza ve tüm milletimize
geçmiş olsun dileklerimi sunmak istiyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının
bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.- 17/1/2007
tarihli ve 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu'nun bazı maddelerinin,
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1202)
06/02/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İLGİ:
22.01.2007 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-6337/20715 sayılı yazınız.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 17.01.2007 gününde kabul edilen
5574 sayılı "Türk Petrol Kanunu" incelenmiştir.
1-
Yasa'nın,
-
1. maddesinde, Yasa'nın amacı, ülke petrol kaynaklarının
hızlı, sürekli ve etkili biçimde aranmasını, geliştirilmesini
ve üretilmesini sağlamak olarak belirlenirken, 07.03.1954 günlü,
6326 sayılı Petrol Yasası'nın 2. maddesindeki gibi,
amacın gerçekleştirilmesinde ulusal çıkarlara uygun
olma ölçütüne,
-
3. maddesinde, petrol hakkının elde edilmesi için yapılan
başvurunun değerlendirilmesinde, 6326 sayılı Yasa'nın
4. maddesindeki gibi, istemin ulusal çıkarlara uygun olması
gerektiğine,
-
Diğer maddelerinde de, 6326 sayılı Yasa'nın 12 ve
13. maddelerinde olduğu gibi, ulusal çıkarların nasıl
korunacağına ilişkin kurallara,
yer
verilmediği saptanmıştır.
Anayasa'nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiştir.
Yasaların
kamu yararı amacıyla çıkarılması ve uygulamada
kamu yararının öncelikle gözetilmesi hukukun evrensel
kurallarının ve hukuk devleti ilkesinin gereğidir.
Kamu yararının da, öncelikle ulusal çıkarları
içerdiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Anayasa'nın
176. maddesinde, Anayasa'nın dayandığı temel görüş
ve ilkeleri içeren Başlangıç bölümünün Anayasa metnine
dahil olduğu; 2. maddesinde de, Türkiye Cumhuriyeti'nin,
Başlangıç bölümünde yer verilen temel ilkelere dayanan
bir Devlet olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa
metnine dahil olan, temel görüş ve ilkeler içeren Başlangıç
bölümünün beşinci paragrafında, hiçbir etkinliğin
Türk ulusal çıkarları karşısında korunma göremeyeceği
açıkça belirtilmiştir.
Anayasa'nın
11. maddesinde, Anayasa kurallarının yasama, yürütme,
yargı organlarını, yönetimi, diğer kuruluş
ve kişileri bağlayan üstün kurallar olduğu açıklanmıştır.
Üstünlük
ve bağlayıcılık özelliği, tüm anayasal kuralların,
bu bağlamda ulusal çıkarların, uygulamada yürütme organı
ve yönetimce, öncelikle ve özenle gözetilmesi gerekeceğini
göstermektedir.
Başka
bir anlatımla, ulusal çıkarların korunacağının
Yasa'da açıkça düzenlenmemiş olmasının, Devlet organlarının,
kamu kurum ve kuruluşlarının ve kamu görevlilerinin
Anayasa'dan kaynaklanan yükümlülüklerini ve görevlerini ortadan
kaldırmayacağı açıktır.
Bu
organ, kurum, kuruluş ve görevliler, Anayasa'nın yukarıda
açıklanan kuralları uyarınca, tüm eylem ve işlemlerinde
ulusal çıkarları ve kamu yararını önde tutmak, koruyup
güçlendirmek yükümlülüğündedir. Petrol ve doğalgaz gibi
stratejik önemi çok yüksek ürünler sözkonusu olduğunda bu yükümlülüğün
daha da artacağı kuşkusuzdur.
İncelenen
Yasa'nın amacını düzenleyen 1. maddesi ile başvuruların
değerlendirilmesine ilişkin kurallar içeren 3. maddesinde,
ulusal çıkarların korunacağına ilişkin
açık kural bulunmaması, bu konuda yapılacak uygulamalarda
ulusal çıkar ve kamu yararının gözetilmesi zorunluluğunu
ortadan kaldırmamaktadır.
2-
Yapılan incelemede, üretilen petrol ve doğalgaz ürünlerinin
ne kadarının ülke gereksinimi için kullanılacağı
ne kadarının dışsatım konusu yapılabileceğinin
Yasa'da düzenlenmediği görülmüştür.
Başka
bir anlatımla, Yasa'da, ülkemizde üretilen petrol ve doğalgazın
bir bölümünün, ulusal güvenlik ve ulusal çıkarlar gereği
ülke gereksinimi için ayrılmasını zorunlu kılan
bir kurala yer verilmediği saptanmıştır.
Oysa,
6326 sayılı Petrol Yasası'nın,
-
3. maddesinin, 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı Yasa'yla eklenen
42. fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Türkiye'nin
diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, gerçek ve tüzelkişilerinin,
Türkiye'deki tasfiyehanelerin petrol tasfiye etmeleri için kullandıkları
petrol ile Türkiye sınırları ve karasuları içinde
her türlü yabancı kara, deniz ve hava taşıtlarına
verilen petrolün tümü "memleket ihtiyacı" olarak tanımlanmış,
-
Yine 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı Yasa'yla değişik
13. maddesinin 1. fıkrasının birinci bendinde de, petrol
hakkı sahiplerinin, 01 Ocak 1980 gününden sonra keşfettikleri
petrol alanlarında ürettikleri ham petrol ve doğalgazın,
karada yüzde 35'ini, denizlerde yüzde 45'ini ham ya da ürün olarak yurtdışına
satabilecekleri; geri kalan tutarlar ile 01 Ocak 1980'den önce bulunmuş
alanlardan üretilen ham petrol ve doğalgazın tümünün ve bunlardan
elde edilen ürünlerin "memleket ihtiyacı" için ayrılacağı
belirtilmiştir.
Anayasa'nın
168. maddesinde, doğal servetler ve kaynakların Devlet'in
hüküm ve tasarrufu altında olduğu; bunların aranması
ve işletilmesi hakkının Devlet'e ilişkin bulunduğu;
Devlet'in bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzelkişilere
devredebileceği; hangi doğal servet ve kaynağın
arama ve işletilmesinin, Devlet'in gerçek ve tüzelkişilerle
ortak olarak ya da doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle
yapılmasının yasanın açık iznine bağlı
olduğu; bu durumda, gerçek ve tüzelkişilerin uyması
gereken koşulların, Devlet'çe yapılacak gözetim ve denetiminin
yöntem ve ilkeleri ile yaptırımların yasada gösterileceği
kurala bağlanmıştır.
İncelenen
Yasa'da, Devlet'in petrol ve doğalgaz arama ve işletme hakkından
vazgeçerek bunu yerli ya da yabancı gerçek ya da tüzelkişiler
eliyle yapma amacında olduğu anlaşılmaktadır.
Durum böyle olunca, ülkemizde üretilen petrol ve doğalgazın
bir kısmının ülke gereksinimi için ayrılmasının,
ulusal çıkarlar yönünden önemi daha da belirginlik kazanmaktadır.
Petrol,
dünyanın stratejik değere sahip en önemli ürünlerinden biridir.
Dünyadaki tüm anlaşmazlıklar, çatışmalar ve savaşlar
enerji kaynaklarına egemen olabilmek içindir.
Anayasa'nın
168. maddesiyle benzer kurallar içeren 1961 Anayasası'nın
130. maddesinin gerekçesinde, daha o yıllarda petrol ve doğalgazın
büyük stratejik öneme sahip doğal kaynaklar olduğu belirtilmiştir.
Dünyadaki
gelişmeler, petrol kaynaklarındaki rezervlerin giderek
azalması ve enerji kaynaklarına olan gereksinimin artması
petrolün stratejik önemini daha da artırmaktadır.
Ülkemizde
üretilen petrolün yarıdan fazlasının ülke gereksinimi
için ayrılmasına ilişkin kural, önemli bir uluslararası
gelişmenin sonucunda 6326 sayılı Petrol Yasası'na
konulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs Barış
Harekatı sırasında ve sonrasında, uygulanan ambargo
nedeniyle uçaklarına yakıt bulmakta zorlanınca, ulusal
çıkarlarını korumak için 28.03.1983 günlü, 2808 sayılı
Yasa'yla yukarıda açıklanan düzenlemeleri yapmak zorunluluğunu
duymuştur.
Stratejik
önemi bu kadar yüksek olan petrolün, tümüyle dışsatım
konusu yapılabilmesini olanaklı kılan düzenlemelerin
ulusal güvenlik yönünden risk taşıdığı ortadadır.
6326
sayılı Yasa'nın ulusal çıkarların korunması
başlıklı 5. bölümünde yer verilen 12. maddede, yabancı
devletlerin doğrudan ya da dolaylı olarak yönetiminde etkili
oldukları tüzelkişiler ile yabancı bir devlet için ya
da yabancı bir devlet adına hareket eden kişilerin,
-
Petrol hakkına sahip olamayacakları ve petrol etkinliklerinde
bulunamayacakları,
-
Petrol etkinlikleri için gerekli taşınır ya da taşınmaz
mal edinemeyecekleri ya da bunlar üzerinde hak ve yarar sağlayamayacakları,
-
Petrol etkinliği için gerekli tesis kuramayacakları ve
işletemeyecekleri,
belirtilmiştir.
İncelenen
Yasa'da, yabancı devletlerin doğrudan ya da dolaylı yönetiminde
etkili olabilecekleri şirketler ile yabancı bir devlet
için ya da yabancı bir devlet adına hareket eden kişilerin
ülkemizde petrol etkinliklerinde bulunmaları, mülk edinmeleri
ve tesis kurmalarının yasaklanmadığı, böylece,
stratejik öneme sahip bir ürün konusunda yabancı devletlerin
belirleyici olmasının önündeki engeller kaldırıldığı
için ulusal güvenlik yönünden yaratılan risk daha da artmaktadır.
Yasa'da
ülke gereksinimi için pay ayrılma zorunluluğunun getirilmemesi,
ülkeyi tümüyle uluslararası şirketlerin ya da yabancı
devletlerin kararına bırakmak anlamına gelir ki, bu
durumu ulusal güvenlikle, ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla
bağdaştırmak olanaksızdır.
Yurt
içi tüketimi karşılamakta yetersiz olan az sayıdaki
kaynaktan elde edilen petrol ve doğalgazın tümünün yurt
dışına satışına olanak tanınarak,
daha sonra ülke gereksiniminin tümünün dışalım yoluyla
karşılanmasının ulusal gelire ve ülkemizin uluslararası
kriz dönemlerindeki enerji gereksiniminin giderilmesine olumsuz
etki yapacağı da açıktır.
Petrol
ve doğalgaz üretim ve tüketimimizle ilgili veriler, 6326 sayılı
Yasa'nın 13. maddesinde yer verilen, petrol hakkı sahiplerine
Türkiye'de ürettikleri ham petrol ve doğalgazın belirli
bir bölümünü "memleket ihtiyacı"na ayırmak yükümlülüğü
getiren düzenlemenin haklı gerekçesini oluşturmaktadır.
Ayrıca,
incelenen Yasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ilk tümcesinde, petrol üreticisinin ödeyeceği Devlet payının,
kuyubaşı fiyatından hesaplanacağı belirtilmiştir.
Devlet'in gereksinim duyduğu petrolün piyasa fiyatından
satınalınması zorunlu iken, petrol üreticilerinin
ödeyeceği Devlet payının kuyubaşı fiyatından
hesaplanması ulusal çıkarlarla bağdaşmamaktadır.
Bu
nedenle, ülkemizde üretilen ham petrol ve doğalgazın yurt
dışına satılmasına sınır getirilmesi,
başka bir deyişle bu üretimin belli bir kısmının
"memleket ihtiyacına" ayrılması konusunda
Yasa'ya kural konulmasının ya da en azından Yasa ile bu
konuda Bakanlar Kurulu'na, durumun gerektirdiği önlemleri
ve kararları alma yetkisi verilmesinin ulusal çıkarlara
ve kamu yararına daha uygun düşeceği değerlendirilmektedir.
3-
İncelenen Yasa'nın "Devlet hissesi" başlıklı
19. maddesinin birinci fıkrasında,
"
Bir arayıcı veya işletmeci, tek rezervuar olarak tanımlanmış
üretim sahasından ürettiği petrolden, aşağıda
belirlenen dilimler arasında aylık net üretimin gün sayısına
bölünmesiyle bulunan günlük üretim miktarlarına göre tespit
edilen oranlarda Devlet hissesi ödemekle yükümlüdür. Devlet hissesi
aşağıda belirtilen oranlardadır:
Karalarda:
Üretim
sahası bazında Üretim
sahası bazında
Ham
Petrol üretimi Doğal
gaz üretimi
(Varil/Gün) (M3 /Gün)
500'e kadar % 2 85 000'e
kadar % 3
501-2 000 için % 4 85 001-340
000 için % 6
2 001-5 000 için % 6 340
001-750 000 için % 8
5 001-10 000 için % 8 750
001-1 500 000 için % 10
10 000'den fazla için % 12 1
500 000'den fazla için % 12
Denizlerde:
Üretim
sahası bazında Üretim
sahası bazında
Ham
Petrol üretimi Doğal
gaz üretimi
(Varil/Gün) (M3 /Gün)
20 000'e kadar % 2 3 300
000'e kadar % 3
20 001-50 000 için % 6 3
300 001-8 200 000 için % 6
50 001-100 000 için % 8 8
200 001-16 400 000 için % 8
100 001-150 000 için % 10 16
400 001-24 600 000 için % 10
150 000'den fazla için % 12 24
600 000'den fazla için % 12"
düzenlemesine yer verilmiştir.
Böylece,
üretim tutarına bağlı olarak, ülkemizde üretilen ham
petrolden yüzde 2-12, doğalgazdan yüzde 3-12 arasında kademelendirilen
oranlarda Devlet payı alınması öngörülmüştür.
Oysa,
6326 sayılı Petrol Yasası'nın 78. maddesinin 1.
fıkrasında, bir arayıcı ya da işletmeci, arama
ya da işletme alanından üretip depoladığı petrolün
sekizde birini, yani yüzde 12,5'unu Devlet payı olarak ödemekle
yükümlü kılınmıştır.
İncelenen
Yasa'da yapılan düzenlemeyle, petrolün türüne, yerine, tutarına,
kalitesine ve üretim yöntemine bağlı olarak Devlet payı
düşürülmektedir. Yasa'da, Devlet payı oranının yüzde
2'ye, hatta kimi durumlarda yüzde 1'e kadar düşürülmesine olanak
sağlanmıştır.
Yasa'nın
geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasında da,
"Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce alınmış
arama ve işletme ruhsatnameleri bu Kanun hükümlerine tabidir.
Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce denizlerde
alınmış arama ve işletme ruhsatnameleri, bu Kanunun
yürürlüğe girmesinden sonra yapılacak ilk uzatım tarihinden
itibaren bu Kanun hükümlerine tabidir.",
denilerek,
6326 sayılı Yasa döneminde alınan arama ve işletme
ruhsatlarının da incelenen Yasa kurallarına bağlı
olması sağlanmıştır.
Dünyada
birçok ülkede, esasen yüksek olan Devlet payının daha da yukarılara
çekilmesi için uğraş verilirken, ülkemizde bu oranın
yüzde 2'ye, kimi durumlarda yüzde 1'e kadar düşürülmesi haklı
bir nedene dayanmamaktadır.
Ayrıca,
petrol ve doğalgaz kaynaklarına yönelik rekabetin yoğunlaştığı
bir dönemde, bu kaynakların işletilmesinden alınan
Devlet payının düşürülmesini gerekçelendirmek de
güçtür.
Bu
nedenle, 5574 sayılı Yasa'nın Devlet payı tutarının
düşürülmesine neden olacak 19. maddesindeki düzenleme ulusal
çıkarlar ve kamu yararı ile bağdaşmamaktadır.
4-
İncelenen Yasa'nın "Devlet hissesi" başlıklı
19. maddesi'nin son fıkrasında,
"Karalarda
elde edilen Devlet hissesinin % 50'si işletme ruhsatının
bulunduğu ilin il özel idaresinin açtıracakları hesaba
aktarılır.",
düzenlemesine
yer verilmiştir.
Düzenlemede,
maddenin önceki fıkraları uyarınca karadaki üretim
alanlarından elde edilen ham petrol ve doğalgaz karşılığı
vergi dairesine yatırılan Devlet payının yarısının
işletme ruhsatının bulunduğu ilin özel idare hesabına
aktarılacağı öngörülmektedir.
22.02.2005
günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası ile,
-
Tekil devlet modeli yerine, "idari vesayet" zayıflatılarak
"yerel" ağırlıklı devlet modeline geçilmesine
olanak sağlanmış,
-
Yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine,
görev ayrılığına dayalı güçlü yerel yönetimlere
yer verilmiş,
-
İl özel yönetimleri, mali ve idari özerkliğe kavuşturularak
merkezi yönetimin denetim ve gözetimi kaldırılmış
ya da zayıflatılmıştır.
Anayasa'nın
123. maddesinde, yönetimin,
-
Kuruluş ve görevleriyle bir "bütün" olduğu,
-
Merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı,
belirtilmiştir.
Merkezi
yönetim, Anayasa'nın 126., yerel yönetimler ise 127. maddelerinde
düzenlenmiştir.
126.
maddeye göre,
-
Türkiye, merkezi yönetim kuruluşu yönünden coğrafya durumuna,
ekonomik koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre
illere, iller de diğer kademeli bölümlere ayrılmakta,
-
İllerin yönetimi "yetki genişliği" esasına
dayanmaktadır.
127.
maddeye göre de,
-
Yerel yönetimler, il, belediye ya da köy halkının yerel ortak
gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri
yasayla belirlenen, yasada gösterilen karar organları seçmenlerce
seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
-
Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri
"yerinden yönetim" ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenecektir.
-
Merkezi yönetim, yerel yönetimler üzerinde, yerel hizmetlerin yönetimin
bütünlüğü ilkesine uygun biçimde yürütülmesi, kamu görevlerinde
birliğin sağlanması, toplum yararının korunması
ve yerel gereksinimlerin gereği gibi karşılanması
amacıyla, yasada belirtilen ilke ve yöntemler çerçevesinde
"idari vesayet" yetkisine sahiptir.
Görüldüğü
gibi, Anayasa'da, tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki
temel ilkeleri, "merkezden yönetim", "yerinden yönetim"
ve bunları tamamlayan "idarenin bütünlüğü" olarak
belirlenmiştir.
Merkezi
yönetim ve yerel yönetimler, Devlet'in örgütlenmesinde hizmeti ve
coğrafyayı esas alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır.
Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede farklı
sonuçlara yol açmaması için, Anayasa'da, yerinden yönetim,
"devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği" ve
"idarenin bütünlüğü" ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
"İdarenin
bütünlüğü" ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında
öngörülen temel ilkedir. Bu ilke, yönetsel işlev gören ayrı
hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
"bir bütün" oluşturduğunu anlatmaktadır.
"İdarenin
bütünlüğü", merkezin denetim ve gözetimi ile sağlanabilmektedir.
Yerinden yönetimin, Devlet'in birliğini ve kamu hizmetlerinin
tutarlılığını bozabilme sakıncası,
Devlet ve onu temsil eden merkezi yönetimin, yerinden yönetim kuruluşlarının
eylem ve işlemlerini denetleme yetkisiyle önlenebilmektedir.
Ne var ki, 5302 sayılı Yasa'yla getirilen sistem, bu denetimin
gereğince yapılmasını engelleyecek içeriktedir.
5302
sayılı Yasa'yla il özel idarelerine tanınan "mali
ve idari" özerklik, merkezi yönetimin denetim ve gözetim yetkisinin
zayıflatılması yerel yönetimleri oldukça güçlendirmiştir.
Bunun yanında, kimi özel idarelere petrol ve doğalgaz üretiminden
alınan Devlet payının yarısının aktarılması,
idarenin bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacak sonuçlar
doğuracak niteliktedir.
Ayrıca,
Devlet payının yarısının işletme ruhsatının
bulunduğu ilin özel idaresinin hesabına aktarılması,
ülke kaynağının tüm toplumun çıkarı yönünde
kullanılması yerine, bir ya da birkaç ilin hizmetine sunulması,
petrol zengini iller yaratarak bölgesel dengesizlikleri artıracaktır.
Öte
yandan, petrol ve doğalgaz üretiminden alınan Devlet payının
yarısının işletme ruhsatının bulunduğu
ilin özel idaresine özgülenmesi, doğal kaynaklar üzerindeki
bölgecilik akımlarını besleyecek ve tekil devlet yapısına
zarar verecektir.
Ülke
kaynakları Ulus'un tümüne ilişkindir. Karada elde edilen
ve tüm Ulus'a ilişkin olan petrol ve doğalgaz üretiminden
alınan Devlet payının yarısının, öteki
bölgelerin ve illerin gereksinimi ve Devlet'in mali kaynaklarının,
kimi koşullarla yurdun tüm bölge ve illerinin kalkınmasında
kullanılması gerektiği gözardı edilerek,
doğrudan bir ya da birkaç ile özgülenmesi makul ve adil bir çözüm
olarak görülemez.
İller
arasındaki gelişmişlik farklarının giderilmesi
amacıyla getirilen etkili özendirme araçlarını içeren
yasal düzenlemeler bulunduğu da gözetilerek, kamuya
ilişkin doğal zenginlik olan petrol ve doğalgaz kaynaklarından
elde edilen Devlet payının yarısının işletme
ruhsatının bulunduğu yerin il özel idaresine aktarılmasının
haklı dayanağı bulunmamakta ve bu uygulama kimi sakıncaları
da kendi içinde taşımaktadır.
Nitekim,
öngörülen sistemler ve yapılan düzenlemelerle, yurdun tümünden
elde edilen gelirler, gelirin elde edildiği il ayrımı
yapılmadan, tüm iller arasında adil ve ölçülü biçimde dağıtılmaktadır.
Kuşkusuz
bu dağıtımda, az gelişmiş bölgelerin sosyo-ekonomik
gelişmişlik düzeyini yükseltmek ve o bölgelerde yaşayan
yurttaşların yaşam standardını iyileştirmeye
öncelik vermek Devlet'in görevidir.
Ancak,
diğer gelirler yönünden il ayrımı yapılmazken doğal
kaynaklardan elde edilen gelirler sözkonusu olduğunda böyle
bir ayrıma gidilmesinin haklı bir gerekçesi olamaz.
Elde
edilen tüm gelirin, dengeli bir biçimde ve öncelikler gözetilerek
belli kamu hizmetlerine özgülenmesi yoluyla, hem bu hizmetlerin
etkinlikle yürütülmesi, hem de sağlıklı bir planlı
kalkınmanın uygulanması sağlanabilecektir.
Doğal
kaynak gelirlerinin bir il ya da bölge insanının değil,
Türk toplumunun hizmetine sunulması ulusal çıkarların
gereğidir. Bunun için oluşturulacak bir fondan, ülke kalkınması
ve halkın gönencinin artırılması amacıyla
tüm illerin belli ölçütlerde yararlandırılmasının
en uygun yol olacağı değerlendirilmektedir.
Yayımlanması
yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5574 sayılı
"Türk Petrol Kanunu", 2., 4., 19. ve geçici 1. maddelerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için,
Anayasa'nın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca
ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
- Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
15.23
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.37
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
60'ıncı Birleşimi'nin İkinci Oturumu'nu açıyorum.
Alınan
karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN
- 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle
ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini
erteliyoruz.
2'nci
sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve
Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN
- Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü
sırada yer alan, Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu,
Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına
Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Sağlık
Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve
Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/1226) (S. Sayısı: 1247) (x)
BAŞKAN
- Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Geçen
birleşimde, 2'nci madde üzerinde gruplar adına konuşmalar
tamamlanmıştı.
Şimdi,
söz sırası, şahsı adına Selahattin Beyribey,
Kars Milletvekili
Yok.
Mehmet
Çerçi, Manisa Milletvekili.
Buyurun
Sayın Çerçi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET
ÇERÇİ (Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
2'nci maddesi üzerine şahsım adına huzurlarınıza
geldim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bildiğiniz gibi bir haftadan beri bu yasa üzerine
çalışıyoruz, görüşlerimizi muhalefet ve iktidar
olarak dile getiriyoruz, ancak 2'nci maddesine gelmiş vaziyetteyiz.
Burada söz alan çok değerli milletvekillerimizin, özellikle
muhalefet partisine mensup milletvekillerimizin görüşlerini
hep beraber dinliyoruz. Maalesef, burada, bu kanunun amacını
aşan, hatta Hükûmetimizin sağlık politikalarının
dışında kastı aşan sözler söyleniyor. Mesela,
dün bir arkadaşımız dedi ki: "Amerika'ya benzemeye
çalışıyorsunuz." Amerika'daki sağlık politikalarından
bahsetti.
(x) 1247 S. Sayılı
Basmayazı 31/1/2007 tarihli 57'nci Birleşim Tutanağına
eklidir.
Yine,
bir başka arkadaşımız, çok değerli Hocamız,
özellikle koruyucu sağlık hizmetlerinin ve buna ayrılan
bütçenin son dönemlerde azaldığından bahsetti. Hatta
biraz daha ileri giderek, altmış yetmiş sene önce Türkiye'de
bu sorunların çözüldüğünden bahsetti. Biz de, yıllarca
bu mesleğe emek vermiş, bu mesleğin içerisinden birisi
olarak, bunlar, maalesef, hilafıhakikat beyanlardır.
İşin doğrusu nedir, işin özü nedir? Bakınız,
ben size özetlemeye çalışacağım.
Şimdi,
özellikle, Hocamızın dediği gibi, koruyucu sağlık
hizmetleri Türkiye'de, özellikle buna ayrılan bütçe artmış
mıdır azalmış mıdır? Ben, vaktimin de darlığını
bilerek çok kısa bir bilgi sunmak istiyorum size.
Şurada
Bakanlığın hazırladığı bir liste
var. Koruyucu sağlık hizmetleri için ayrılan bütçe değerli
Hocam: Yıl 2002, toplam bütçe 880 trilyon, küsuratı var.
Yıl 2006, 2 katrilyon 193 trilyon vesaire, 2007 ise 2,5 katrilyon.
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Ayrılmış da ne kadar harcanmış?
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Sayın Hocam, Sayın Hocam, bakınız,
burada liste detayları var, ben size bunu verebilirim.
Yine,
bir başka listeden bakacak olursak, sadece koruyucu sağlık
hizmetlerinde 2002 yılından 2006 yılına geldiğimizde
aşılama konusunda hazırlanan, ayrılan bütçe bugün
100 trilyonun üzerinde. 5 trilyonlardan alınmış 100 trilyonu
geçmiş. Yani, özetle şunu söylemeye çalışıyorum:
Son üç-dört yılda, Türkiye'de sağlıkta büyük bir devrimi
hep beraber yaptık. Sağlık Bakanlığı ve
Hükûmetimiz ve onun arkasında Meclisin verdiği destekle,
buradan çok ciddi yasalar çıkardık. Yürütme çok önemli programı
ardı ardına Türkiye'nin gündemine getirdi. Maalesef, bazı
arkadaşlarımız, özellikle sosyal güvenlik, sigorta
deyince rahatsız oluyorlar sanki. SSK'ları birleştirdik,
burada günlerce itiraz ettiniz.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Ama, itiraz etmişiz, bak geri döndü.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Yanlış dediniz, olmaz dediniz ve
şu anda Türkiye'yi nereye getirdiğini hep beraber görüyoruz.
Yine, Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı'nın içerisinde on
sekiz yaşından küçük olanları devlet güvencesine aldık,
ona da itiraz ettiniz.
Bugün
getirdiğimiz yasada, özellikle, konumuza dönecek olursak,
doktorların sıkıntılarını biliyorsunuz.
Özellikle Türk Ceza Kanunu'nda yapılan değişikliklerden
sonra ve Hasta Hakları Kurulu, etik kurullar kurulduktan sonra,
doktorların da bir şemsiye altına alınması gerekiyor.
Bu yasa, en başta bunu getiriyor. Nedir o? Hekim olanlar iyi bilir,
Malpraktis Yasası kısaca. Yani, hekim hatalarına karşı,
hekim arkadaşlarımızı bir güvenceye kavuşturmak.
Bunun neresine itiraz ediyorsunuz?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Petrole de itiraz etmiştik, dinlemişsinizdir
biraz önce.
BAŞKAN
- Sayın Çerçi, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Yani, şunu söylerseniz anlarım: Bu
yasanın eksik yönleri vardır, şöyle şöyle, daha
iyi olması yönünde bazı ilavelere gerek vardır vesaire;
bu yönde eğer bir eleştiriniz varsa, hep beraber dinleyelim,
çözüm yollarını yine beraber arayalım. Ancak, bu yasa
tepeden yanlıştır, baştan aşağı yanlıştır,
bu mantık yanlıştır, bu hedef yanlıştır
diyorsanız, o zaman, siz, Türkiye'de yaşamıyorsunuz;
o zaman, siz, hekimlerin bu anlamdaki sorunlarını anlayamıyorsunuz,
paylaşamıyorsunuz.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Biz sağlığı ticaret olarak
görmüyoruz, aramızdaki fark o.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Şimdi, tabip odalarının eleştirileri
bize de geldi, bunlar burada, size de gelmiştir. Şimdi, bu,
tabip odasının, özellikle İzmir'den gelen şu
eleştirinin neresini düzelteceksiniz? Burada, hekimleri
gerçekten savunan bir cümle ya da bir mantık var mı? Tamamen
ön yargıyla, tamamen ideolojiyle hazırlanmış bir
yazı. Yani, buna göre eğer biz hareket edeceksek, Türkiye'de
hekimlerin hakkını buna göre savunacaksak vah bizim hâlimize!
Değerli arkadaşlar, ben sizi
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Tabip odasından bahsediyorsun.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Bakınız, bizim yaptığımız,
sosyal devletin gereğini yapmak. Biz burada ne Amerikan modelini
örnek alıyoruz ne bir geri kalmış ülkeyi örnek alıyoruz.
Çağdaşlık neyse, sosyal devlet neyse, dünyada, gelişmiş
dünyada bunlar nasıl çözülüyorsa, ona benzer, Türkiye'ye özgü
formülleri getiriyoruz ve hekimlerin gerçekten yarın mahkeme
kapılarında, hukuk önünde mağdur olmalarını
önlemek için bir çözüm yolu üretiyoruz. Bunu bütün hekimler bekliyor,
ama, siz maalesef buna karşı çıkıyorsunuz. Bunun
neresi sosyal devlet Allah aşkına? Yani, artık, Türkiye'de
sosyal devleti savunmak, sosyal demokrasiyi savunmak da herhâlde AK
Partiye kaldı.
ALİ
TOPUZ (İstanbul) - Vay hâlimize!
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Ben, yine, ileriki maddelerde kanunun diğer
maddeleriyle ilgili söz alacağım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Çerçi.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Yine, ileriki maddelerde ben
BAŞKAN
- Sayın Çerçi, lütfen.
MEHMET
ÇERÇİ (Devamla) - Tamam, selamlıyorum Başkanım.
sizlere
yine bilgiler sunacağım. Bu kanunun belki eksikleri tartışılabilir,
olabilir; ama, Türkiye için, hekim camiası için, sağlık
camiası için faydalı olduğunu düşünüyorum, hayırlı
olmasını diliyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Mustafa Ünaldı,
Konya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Ünaldı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ÜNALDI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 1247 sıra sayılı Tasarı'nın
2'nci maddesi üzerinde şahsi görüşlerimi arz etmek üzere
söz almış bulunuyorum. Önce, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Burada
sağlık hizmetleriyle ilgili değerlendirmeler içerisindeki
yanlışlıkları biraz evvel Mehmet Bey cevaplandırmaya
çalıştı özet olarak. Ben, o konulara girmeden, maddeyle
ilgili birkaç cümle söyleyeceğim. Ancak, şunu vurgulamadan
geçemeyeceğim: Daha önceden kömür yardımı yapılmazken,
şimdi fazla miktarda kömür yardımı yapılınca,
bunu, ülkede fakirlerin çoğalması şeklinde değerlendiren
zihniyet, sağlık harcamalarındaki artışı
da aynı şekilde değerlendirmektedir. Bu, yanlış
bir oranlamadır, yanlış bir değerlendirmedir, onu
vurguluyorum. Madde hakkındaki görüşlerimi arz etmek istiyorum.
İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sen kömür yardımını AKP'nin kasasından
yapmıyorsun, devlet bütçesinden yapıyorsun.
BAŞKAN
- Sayın Çetin, lütfen
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Zamanında yapsalardı, yine devlet bütçesinden
yapacaklardı. Daha evvel yapabilselerdi
(CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
- Lütfen sayın milletvekilleri
Hatibi dinler misiniz, lütfen.
Buyurun
Sayın Ünaldı.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Geneli hakkında görüşlerimi ifade ederek
söylediğim gibi, Sağlık Bakanlığının
sağlık hizmetlerini geliştirmek için gayretleri sürmektedir.
Bunlardan birisi de, eğitim hizmetlerini artırma çabasıdır.
Sivil toplum örgütleriyle uyumlu çalışmaktan bahsediliyor.
Elbette, doğru olan bu, sivil toplum örgütleriyle uyumlu çalışmak. Ben de sivil toplumdan yanayım,
ama, Türkiye'de önemli sıkıntılardan birisi de, toplumu
temsil eden, gerçek manada toplumu değerlendiren, toplumu düşünen
sivil toplum kuruluşlarının oluşturulamamasıdır.
Aşırı ideolojik tavırlarla "köprüyü yaptırmam"
tarzında çıkışlar artık çağ dışı
kalmıştır. İnşallah, demokratik gelişmeler,
gerçek manada sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarını
geliştirir, o zaman bu dilekleri hep beraber telaffuz ederiz
ve inşallah, onu da ifade etmeye çalışırız.
Hekim
ve uzman sayısı yönünden hizmet vermekte sıkıntısı
olan bir Bakanlığın yetişmiş eleman üretme hevesinden,
bu yönde tedbirler almasından daha normal ne olabilir? Bu madde
böyle bir arzuyu, böyle bir çare geliştirmeyi ifade etmektedir.
Sağlık
eğitiminde hastane, özellikle eğitim hastanesi elbette
ki önem kazanır. Buralardaki hizmet kadrolarının ve
idari kadroların atamalarını düzenleyici bir maddedir
bu ve bir ihtiyacı karşılamak çabasından kaynaklanmaktadır.
Genel
anlamda desteklediğim bu madde, elbette bazı yanlış
ifadeler de taşıyor. İnşallah, onları önergelerle
düzelteceğiz, topluma daha verimli hizmetler sunabilecek
bir yapıyı oluşturma gayretini burada hep beraber gerçekleştireceğiz.
Eleman teminindeki hâkimiyeti sağlamak yanında bir yeni
tavır geliştiriliyor bu maddede. Başhekimlik gibi,
hekimlikten uzak olarak düşünülemeyen bir kamu yönetimi makamı
için, hekimlik dışı ihtiyaçları da gidermek üzere
bu kadrolara lisans, lisansüstü ve doktora seviyesinde kamu yönetimi
bilgilerinde, yani kamu yönetiminde, hukukta, işletmede, iktisatta
çalışmalar yapan kimselerin de başhekim olabilmesi
imkânı sağlanmaktadır. Bu, genel anlamda olumludur, ancak
her çalışma yapanın bu alanda çalışabilir olması
doğru olmadığını düşünüyorum. Buraya
da kriterler koymak gerekir. Yaptıkları çalışmaların
yalnız işletmede doktora yapmış olmak değil,
bu işletmede yaptığı doktoranın sağlık
hizmetlerine verimli bir çalışma olduğunu da tespit
edecek kriterleri yönetmeliklerde belirlemek gerekir diye özellikle
Bakanlığımızın bu konudaki dikkatini çekmek
istiyorum.
Birçok
tenkit getiriliyor bu maddeyle ilgili olarak. Bunlardan birisi
"şefleri jüri seçecek" diyor. Aslında madde öyle
düzenlenmemiş. Şefleri jüri seçecek. Hangi şefleri
jüri seçecek? Daha evvel akademik kariyer yapmış, doçentlik,
profesörlük unvanlarını normal sistemi içerisinde almış
kimselerin
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ünaldı, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) -
atanmasında jüri seçilecek. Bu akademik kariyeri
almamış olanlar için de sınav sistemi getiriliyor. Birtakım
arkadaşlar da bunun adaletsizlik olduğunu söylüyor,
eşitsizlik olduğunu söylüyor. Eşitsizlik başlangıçta
var. Unvanı olan ile unvanı olmayanın eşitsizliği
sınavla eşitlenmeye gidilmektedir. Bunun da doğru olduğunu
düşünüyorum.
Bir
başka tenkit
Onu biraz evvel ifade ettim, yüksek lisans, lisans
yapmış olanlarla ilgili ifadelerimi söyledim.
Bir
hususu özellikle burada dikkatle vurgulayıp sözlerime son vereceğim.
Beş yıl sonra yapılacak değerlendirme, bir seferde
değerlendirmeyle kazanılmış haklarının
elinden alınması, bana göre, çok doğru değil. Bu konuda
yeni bir düzenleme ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Bu konuda
önerge de olduğu duyumunu aldım, inşallah o önerge vardır.
Bunu bir seferde değil, iki üç seferde, ama daha kısa aralıklarla
yapıp, hakikaten, verimsizse belki geri alınabilir, ama,
kazanılmış hakların geri alınması o kadar
kolay olmamalıdır diye düşünüyorum.
Bu
maddenin de Bakanlık hizmetlerini geliştirici bir madde
olduğunu, özellikle boş bırakmaktan, kadroları
boş bırakmaktan kaynaklanan verimsizlikleri ortadan kaldıracağını
vurgulamak istiyorum.
Arkadaşlarımız
çağdaş ve kaliteli yönetim istediklerini burada vurguladılar.
Boş kadrolarla çağdaş ve kaliteli yönetim olmaz. Önce
kadroların dolması lazım, sonra da o kadroların
kaliteli ve verimli elemanlarla doldurulması lazım.
Bunu
da vurgulayarak, tasarının hepimize hayırlı olmasını,
milletimize hayırlı hizmetler getirmesini diliyorum,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Soru
sorma süresi beş dakikadır, her sayın milletvekilinin
süresi bir dakikadır.
Buyurun
Sayın Işık.
AHMET
IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, yeni getirilen düzenlemelerle, eğitim ve
araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitiminde ne
gibi iyileşmeler olacağını öngörüyorsunuz, temel
hedefiniz nedir?
İkinci
sorum: Hekim açığı olduğu konusunda ısrarlarınıza
rağmen neden itirazlar söz konusudur, sorun nedir?
Üçüncü
sorum: Eğitim ve araştırma hastanelerine yeni
şef, şef yardımcısı atanması konusunda kararlılık
olduğu görülmektedir; mevcut durum yeterli değil midir?
Profesör ve doçentlerin şef, şef yardımcısı
olarak atanması sürecinde yeni bir sınav düzenlemesi öngörüyor
musunuz?
Son
sorumsa, doktorlara yönelik zorunlu sigortalılık konusunu
diğer sağlık personeline yönelik teşmil etmeyi
düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın
Kaya
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sorum
şu: Yabancı bir ilaç firmasının Bakanlığınıza
ilaç satımı sırasında yolsuzluk yaptığı
iddialarıyla açılan ceza davasına hâlâ Bakanlığınız
müdahil sıfatıyla müdahale etmemiş durumdadır.
Bakanlığınızca ilgili personel hakkında disiplin
soruşturması yaptırdığınız ve bir zararın
olmadığı şeklindeki beyanlarınız yargıya
ve devam eden davaya açık bir müdahale değil midir? Disiplin
soruşturması esas alınacaksa, devam eden davanın
önemi nedir? Olası bir zarar için verilmesi gereken müdahale
dilekçesini vermemekteki ısrarınızın nedeni
nedir? Müdahale dilekçesi verilmemesi konusunda herhangi bir talimatınız
var mıdır? Dava sonunda bir zararın olduğuna karar
verilirse, bu zararı şahsen siz mi karşılayacaksınız?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Sayın
Neşşar
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Benim
Bakana sorum, geçen hafta bir AKP milletvekili arkadaşımızın
hekim miktarını artırmak için yaptığı ilginç
bir öneriyle ilgili. Hatırlayacaksınız, arkadaşımız
-kendisi de burada oturuyor- eczacı ve diş hekimlerine biraz
daha eğitim verelim doktor yapalım, diyen geçen hafta çok
ilginç bir öneri vardı. Acaba Sayın Bakan buna nasıl bakıyor?
Bu öneriyi başka mesleklere de yaygınlaştırmayı
acaba düşünüyor mu? Düşünüyorsa, bu meslek dalları
hangileri olabilir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Sayın
Arıtman
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakanım, ülkemizde kişi başı
sağlık harcaması 2006 itibarıyla kaç dolardır?
Buna göre Avrupa sıralamasında kaçıncı sıradayız?
OECD ülkeleri arasında kaçıncı sıradayız? Tabii
bunu ilaç ve ayaktan tedaviler hariç olarak soruyorum, çünkü OECD değerlendirmeleri
de bu doğrultuda.
İkinci
sorum: Kamu sağlık harcamalarının gayrisafi yurt
içi hasılaya oranı 2006 itibarıyla yüzde kaçtır?
Buna göre Avrupa ve OECD ülkeleri arasında kaçıncı
sıradayız?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.
Sayın
Çetin
İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Bakan, bu SSK ve devlet hastanelerinin
birleştirilmesinden sonra SSK ile eczacılar odasının
iş yeri hekim reçetelerini
onaylamasına ilişkin bir protokolleri var. Bu protokol bir
bakıma yasal mıdır? Yani, bazı yerlerde eczanelerin
ne kadar reçete yapacaklarına ilişkin ecza odasının
almış olduğu karar hukuka uygun mudur? Sağlık
Bakanlığı olarak böylesi haksız uygulamalara
bir buçuk yıldan bu yana niçin müdahale etmediniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın
Bakan, buyurun.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Değerli Başkanım
teşekkür ediyorum.
Sayın
Işık, "Hekim açığı olduğunu söylüyorsunuz,
bu hususa niçin karşı çıkılıyor?" dedi.
Bunu karşı çıkanlara sorduğumuz zaman makul bir
cevap alamıyoruz. Aslında bu güzel bir soru. Yani, Türkiye'de
hekim sayısı artarsa bundan hekimler mi zarar görecek, vatandaşımız
mı zarar görecek? Bu işe karşı çıkanların
bunu bir konuşması lazım. Bize göre hekimler için de,
vatandaşlar için de bu bir zarurettir.
Yeni
getirilen düzenlemelerle eğitim ve araştırma hastanelerimizde
Avrupa Birliği standartlarında bir modern tıbbi nosyon
ile örtüşen uzman hekimleri yetiştirme konusunda biraz
daha güçlenmek için bunu istiyoruz. Ayrıca, Anadolu'da yeni
eğitim araştırma hastaneleri kuruyoruz, dolayısıyla
sayıyı da artırmamız lazım. Şöyle bir
şey söyleyeyim, Türkiye'de 46 adet eğitim ve araştırma
hastanemizde 2.400 tane şef ve şef yardımcısı
vardır. 54 adet tıp fakültesinde ise 11.300 öğretim üyesi
vardır. Asistan sayılarımız birbirine yakın.
8.800 asistan eğitim hastanelerinde var, üniversitelerde ise
11.500 asistan var. Dikkat edilirse burada eğitim kadrosundaki
kişi sayısının 4 mislinden de daha fazla olduğu
görülmektedir. Evet, üniversitelerimizde öğrenci eğitimi
de yapılmaktadır, ama, bu, 4 misli fazlalığı
izah edebilecek bir fark kesinlikle olamaz. Onun için yeni klinik
şef ve şef yardımcılarına şiddetle ihtiyacımız
var.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Eğitimin kalitesi, Sayın Bakan
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Değerli arkadaşlarım,
eğitimin kalitesinden bahsediyorsunuz, biz YÖK'ün profesör ve
doçent unvanı verdiği, sınavlara sokarak profesör ve
doçent unvanı verdiği değerli arkadaşlarımızı
eğitim, araştırma hastanelerimizde öğretim üyesi
olarak, eğitimin elemanı olarak istihdam edeceğimiz
zaman buna karşı çıkıyorsunuz. Bunu anlamak mümkün
değildir. Yani üniversitelerimizde şu anda öğretim
üyeliği yapan değerli profesörlerimiz ve doçentlerimizden
bahsediyorum. Bunların istihdam edilmesine bile karşı
çıkıyorsunuz. Bunu gerçekten anlamak mümkün değil. Kaliteli
eğitim diyorsak, oradaki fazlalığı biraz bu tarafa
aktarmakta çok büyük bir yararın olduğu açıktır ve
burada yeni bir sınav, profesör ve doçentler için ayrıca
bir sınav düşünmüyoruz, çünkü, bunlar bir sınavdan geçerek
profesör ve doçent oldular, ama, bir jüri sistemiyle bunların
dosyalarını inceleyeceğiz ve buna göre atamalarını
yapacağız. Bu jüri de eğitim, araştırma hastanelerimiz
ve üniversitelerimizdeki bilim adamlarından oluşacak.
Zorunlu
sigortanın diğer sağlık personeli için de geçerli
olması hususunda önce hekimler üzerinde, hekimler için yapılan
sigortanın sonuçlarını görmemiz gerektiğine
inanıyorum.
Sayın
Kaya bir davadan bahsettiler ve buna niçin müdahil olmadığımızdan
da bahsettiler. Aslında buna müdahil olması gerekenler
müdahil oluyorlar. Bu iş, hazine avukatlarının
işidir. Bu paraların tahsili Sağlık Bakanlığının
doğrudan görevi değildir. Yani, normal hukuki süreç içerisinde
biz üstümüze düşenlerin hepsini yaptık. Daha önce de bu
kürsülerden soruldu. Savcının soruşturmasına
esas olan bilgileri savcılığa gönderen de Sağlık
Bakanlığıdır. Biz bunları savcılığa
gönderdik. Eğer burada, yürümekte olan bir davayla ilgili bir
şey söylenmeyecekse, onu sadece ben değil, siz de söylemeyeceksiniz.
Bu, basında da yazılıp çizilmeyecek.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Bir şey söylemedim, niye müdahil olmuyorsunuz
dedim.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Bakın, şöyle oluyor değerli
arkadaşlarım
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Hâlâ olmadınız, doğruyu söylemiyorsunuz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Buna devlet, müdahil olması
gerektiği ölçüde müdahil olmuş durumdadır.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Bakanlık taraftır bu davada.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Hukukun gerektirdiği süreç
şu anda işlemektedir ve ayrıca, ilgili firma, geri
ödeme kurumlarına belli ödemeler de yapmıştır.
Bundan sonra da yine hukuk çerçevesinde bu ödemeleri yapması
temin edilecektir.
Aslında,
burada, sizin gözden ırak tuttuğunuz bir husus var. Bu bahsettiğiniz
bürokratlar, Hükûmetimizin iradesiyle birlikte, bir kararnameyi
değiştirerek ülkemize yılda 1 milyar doların üstünde
bir ilaç tasarrufu katkısı sağlamışlardır,
aslolan bunlardır. Bir firmanın yanlış beyanı
varsa eğer, -bakın, süreç işlediği için yanlış
beyanı var da demiyorum, hukuki süreç işlediği için,
yanlış beyanı varsa- zaten hukuk bunun neticesinde gerekeni
yapacaktır.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Bu davada temyiz hakkınız olmayacak, müdahil
olmadınız. Bunu izah etmeye çalışıyorum Sayın
Bakanım. Yine kaçamak cevap veriyorsunuz.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Neşşar, zannediyorum,
değerli milletvekilinin
Eczacıların doktor olmasıyla
ilgili bir şey söylendi.
BAŞKAN
- Sayın Bakanım, süreniz tamamlanmıştır.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Eczacı ve diş hekimlerinin
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Eczacı ve diş hekimlerinin
Şu anda, Bakanlığımızda böyle bir çalışmamız
yok.
Sayın
Arıtman, kişi başı sağlık harcamaları
itibarıyla Türkiye'nin kamu sağlık harcamalarını
verebilirim, çünkü, cepten harcamaları şu anda tam bilmiyoruz,
yani, bunun araştırmasını yapmamız lazım
2006 konusunda, bunlar için ön rakamlarımız var. Ancak, Türkiye,
1999 yılında 109 dolar harcarken, 2002 yılında da
137 dolar harcarken, 2006 yılında 268 dolar harcamıştır.
Yani, dört yıl içerisinde, kamu sağlık harcamaları
hemen hemen 2 misline çıkmış durumdadır. Diğer
detaylarla ilgili hususları da size yazılı olarak
takdim edelim.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Kaçıncı sıradayız Sayın
Bakanım?
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Onları size yazılı
olarak takdim edelim, ama, Sayın Arıtman, bakın, burada
çok önemli bir şeyden bahsediyorum.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakan, biz biliyoruz da siz söyleyiniz,
tutanaklara geçsin.
BAŞKAN
- Sayın Arıtman, lütfen
Sorunuzu sordunuz, Sayın Bakan
cevap veriyor, lütfen
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Ben, size çok önemli bir şeyden
bahsediyorum ve sizi de insafa davet ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Bir ülkenin kamu sağlık
harcamaları dört yılda 2 misline çıkmıştır.
Teşekkür
ediyorum.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Sonuncu sıradayız Sayın Bakan.
BAŞKAN
- Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Madde
üzerinde beş adet önerge vardır. Önergeleri önce geliş
sırasına göre okutup, aykırılıklarına
göre işleme alacağım.
İlk
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin
sonuna gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Yılmaz
Kaya Sezai Önder
Malatya İzmir
Samsun
Haşim
Oral Ali
Arslan
Denizli Muğla
"Ayrıca, başhekimliği
boş olan hastanelere öncelikle atama yapılır."
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 Sıra
Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
2.Maddesine "Bir Defaya Mahsus olmak üzere en az 10 Yılını
doldurmuş Şef Muavinleri Bakanlık tarafından atanır."
fıkrasının eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman
Sarıbaş Muzaffer
R. Kurtulmuşoğlu Mehmet
Erdemir
Malatya Ankara Yozgat
Muharrem
Doğan Züheyir
Amber
Mardin Hatay
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra
sayılı Kanun Tasarısının 2 inci maddesinin
son fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Akdemir
Iğdır
"Çağdaş anlamda etkin
bir sağlık yönetimi ihtiyacını karşılayacak
yönetici doktor ihtiyacını karşılamak üzere;
üniversitelerin tıp fakültesi hastaneleri ile eğitim ve
araştırma hastanelerinde tıpta yönetim uzmanları
yetiştirmek için "Tıpta Yönetim Uzmanlığı"
bilim dalı veya kliniği oluşturulur. Araştırma
görevlisi sınavına sadece tıp doktorları
başvurabilir. Tıpta Yönetim Uzmanlığını
almış Tıpta Yönetim Uzmanı doçent ve profesör tabipler
tıp fakültesi hastaneleri ve diğer eğitim hastanelerine,
Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde
klinik şefi olmuş Tıpta Yönetim Uzmanları eğitim
hastanelerine; Tıpta yönetim uzmanları ise diğer hastanelere
öncelikli olarak baştabip ve baştabip yardımcısı
olarak atanırlar. Önergeyle eklenen bu son fıkradan önce gelen
fıkraların tümünü kapsayacak bir şekilde Yüksek
Öğrenim Kurumu'nun Anayasada ki konu ile ilgili maddelerindeki
yetkileri göz önünde tutularak, ortaklaşa hazırlanacak
bir yönetmenlik ile uygulaması sağlanır."
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1247 sıra
sayılı Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi ile değiştirilmesi
öngörülen 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun
ek 1'inci maddesinin ikinci fıkrasının ve bu fıkradan
sonra gelmek üzere eklenen fıkraların aşağıdaki
şekilde yeniden düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Seyfi Terzibaşıoğlu Tevhit Karakaya
Ankara Muğla Erzincan
Ekrem
Erdem Yekta
Haydaroğlu
İstanbul Van
"Klinik şefi, klinik
şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına,
açıktan atama izni alınmaksızın ilgili mevzuatı
çerçevesinde atama yapılır. Şef ve şef yardımcılığı
sınavı, Sağlık Bakanlığınca yılda
bir yapılır. Bu sınava, tıpta uzmanlık unvanını
kazanmış, orijinal bilimsel araştırma ve yayınlar
yapmış ve Üniversitelerarası Kurulca merkezi sistemle
hazırlanacak bir yabancı dil imtihanını başarmış
bulunan adaylar, gerekli belge ve yayınlar ile birlikte uzmanlık
alanını bildirerek başvururlar. Bakanlık, uzmanlık
alanlarını dikkate alarak üç veya beş kişilik jüri
teşkil eder. Bu jüri yayınları inceleyip adayı sözlü
ve gerektiğinde ayrıca uygulamalı sınava tabi
tutar ve başarılı olanlara, ilgili uzmanlık alanında
şef veya şef yardımcılığı sınavı
başarı belgesi verir.
Bir
eğitim ve araştırma hastanesi biriminde açık bulunan
şeflik veya şef yardımcılığı kadrosu,
Sağlık Bakanlığınca, isteklilerin başvurması
için ilan edilir. Şef veya şef yardımcılığı
sınavı başarı belgesi bulunanlar ile profesör veya
doçent olan adaylar ilan edilen kadroya müracaat ederler. Bakanlık
tarafından, adayların bilimsel ve eğitim yeterliliklerini
incelemek üzere, en az biri atama yapılacak eğitim ve
araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç
profesör veya şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler,
adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını Bakanlığa
bildirirler. Bu mütalaaların Bakan, Müsteşar, Sağlık
Eğitimi Genel Müdürü, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü ve Personel
Genel Müdürünün birlikte değerlendirmesi sonucunda atama yapılır.
Kalkınmada
öncelikli illerde bulunan eğitim ve araştırma hastanelerinde
ilan edilen şef kadrolarına en az fiilen beş yıl
şef yardımcısı olarak çalışmış
olanların başvurularında sınav şartı
aranmaz. Bu kişiler atandığı kadroda beş
yıl fiilen çalışmadan kalkınmada öncelikli iller
dışındaki illerin şef kadrolarına atanamazlar.
Yapılacak
klinik şef ve şef yardımcılığı sınavı
ile başasistanlık sınavlarına ilişkin usul ve
esaslar Bakanlık tarafından hazırlanan ve bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde yürürlüğe konulan
yönetmelikle belirlenir.
Servis
ve laboratuvar şefleri veya şef yardımcıları
ile tıp alanında doçent veya profesör tabipler eğitim
ve araştırma hastanelerine; uzman tabipler veya tıp
alanında doktora yapmış tabipler veyahut hukuk, kamu
yönetimi, iktisat, işletme ve sağlık yönetimi alanlarında
lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler
diğer hastanelere baştabip olarak atanabilirler."
BAŞKAN
- En aykırı önergeyi okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 Sıra Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. maddesinin Tasarı metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Haluk
Koç Mahmut Duyan İsmail Değerli
Samsun Mardin Ankara
Mehmet
Neşşar Nurettin
Sözen Sami Tandoğdu
Denizli Sivas Ordu
Ali
Arslan Mustafa
Özyurt
Muğla Bursa
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
- Önergenin gerekçesi üzerinde söz isteyen, Sivas Milletvekili Nurettin
Sözen.
Buyurun
Sayın Sözen.
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
1247 sıra sayılı Tasarı'nın 2'nci maddesinin
metinden çıkarılmasını öngören önergemiz üzerinde
görüşlerimi bilgilerinize sunuyorum. Hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz,
bu konu doçentlerin ve profesörlerin atanmasının önce Cumhurbaşkanı
tarafından geri gönderilmesi, daha sonra Anayasa Mahkemesi
tarafından yürürlüğünün durdurulması şeklinde
sonuçlandı. Yani, atama yöntemleri Anayasa'ya uygun bulunmadı.
Buna rağmen Sağlık Bakanlığı bu uyarıları
dikkate almadan atamaya devam etti. Yanılmıyorsam, 150'ye
yakın profesör ve doçent doğu üniversitelerinizden -dikkatinizi
çekerim- Erzurum'dan, Van'dan, Elazığ'dan, doğu üniversitelerinden
batı hastanelerine şef ve şef muavini olarak atandılar.
Bir kere, etik olarak Bakanlığın savunduğu temel
düşünceye ters. Hem fazla doktor yetiştirilsin deniliyor
hem doktor yetiştirecek kurumlardan öğretim üyeleri azaltılıyor.
Üstelik doğuda hekim azlığından söz ediliyor, doğudan
hekimler ve hocalar alınıp batıya atanıyor.
Doçent
ve profesörlerin atanmasıyla ilgili bu yasa dışı
yöntemi gidermek için yeniden bir tasarı hazırlanıyor.
Burada da, biliyorsunuz ki, bazı, eğitim hastanelerine
dönüştürme çalışmaları var. Bakanın da izah
ettiği gibi çok şef ve şef yardımcısına ihtiyaç
var; ama, atama yetkisi Bakanlıkta kalarak. Yani hiçbir yarış
yapmadan, hiçbir objektif kural ve ölçüt kullanmadan atamaya yönelik
tasarı metni söz konusu. Yine Anayasadan dönecek, yine yasalara
ve kurallara aykırı.
Şimdi,
dikkatinizi çekerim, doçent ve profesör jürisi kuruluyor; ama,
her doçent ve profesör için ayrı bir rapor hazırlanıyor.
Yani, atanacak makama yönelik birincileri saptamak üzere bir jüri
oluşturulmuyor. Oluşturulan jüri raporlarını
her öğretim üyesi için ayrı ayrı veriyor. Bu bir yarış
değil, bu bir objektivite değil. Bu, sadece Genel Kurulumuzu
ve halkımızı yanıltmaya yönelik bir yöntem. Aynı
şekilde, şef, şef yardımcısı, başasistanlık
için de bir jüri kuruluyor.
Biliyorsunuz,
bu kazanılan haklar İngilizce deyimiyle bir "degree"dir.
Yani dünyanın her yerinde FRCS imtihanları vardır, konsültan
imtihanları vardır. Bu imtihanı kazananlar ölünceye
kadar bu sıfatla yaşarlar, bu sıfatlarıyla da görev
yapacakları hastanelere başvururlar. Dolayısıyla,
bir şefin, bir şef muavininin, bir başasistanın bir
sınav sonucu kazanılmış hakları geriye
alınamaz. Oysa tasarıda, beş yıl sonra bilimsel yetersizliği
ve performans eksikliği dolayısıyla görevlerinden,
bu sıfatlarından soyutlanıyor ve mütehassıs hekim
olarak atanıyor. Bu, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.
Buna devlet hayatında "tenzili rütbe" denir. Hem özlük
hakları bakımından hem onursal sıfatları bakımından
bu sıfatların alınması, insan haklarına aykırıdır,
devlet yönetimine aykırıdır, bütün yasalara aykırıdır.
Onun için, arkadaşlarım, bu yasa, bu madde, hem Anayasa'ya,
daha evvelki hükümler açısından, yani profesör ve doçentlerin
atanması açısından Anayasa'ya aykırıdır
hem de şimdi yeni ilave edilen şef, şef muavini ve başasistanların
beş yıl sonra gerektiğinde bu sıfatlarının
ellerinden alınması açısından Anayasa'ya aykırılık
ihtiva etmektedir ve dolayısıyla metinden çıkarılması
en doğru hareket olacaktır.
Bu
hareket bir dayatmadır, daha evvel on beş üniversiteye rektör
atanmasında görüldüğü gibi bu bir dayatmadır. Demokrasilerde
dayatmayla olumlu sonuçlar almak da mümkün değildir. Benim tavsiyem,
öncelikle doçent, profesör bir değerlendirme yapılabilir;
şef, şef muavini, başasistan için değerlendirme yapılabilir.
Açılan bir kadroya atama söz konusuysa, objektif bir bilimsel
kurul oluşturulur, hem şef oraya başvurabilir hem profesör,
doçent oraya başvurabilir, o bilimsel kurulun yaptığı
öncelikler ve sıralamaya göre de atama yapılır. Bu
sıralama ve yarış yapılmadıkça bireysellik,
keyfîlik devam edecektir. Bu bireysellik, keyfîlik de, Anayasa'mızın
temel hükümleriyle bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla,
önerimizle, bu, Anayasa'ya aykırı maddenin tamamen çıkartılmasını
ve yeniden bir, Anayasa'ya uygun, yasalara uygun bir düzenleme yapılması
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Sözen, lütfen toparlayınız.
NURETTİN
SÖZEN (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Dolayısıyla,
bu önergemiz kabul edildiği takdirde, Anayasa'nın, yasalara
ve Anayasa'ya uygun maddenin yeniden yazılması mümkün olacaktır.
Bu düşüncelerimi sundum.
Saygılar
sunuyorum hepinize efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı
BAŞKAN
- Arayacağım Sayın Neşşar.
Aynı
zamanda karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Sayım, sayı sağlanıncaya kadar
devam edecek herhâlde Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum,
karar yeter sayısı yoktur.
Kapanma Saati:
16.17
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 16.27
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
60'ıncı Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu açıyorum.
1247
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Tasarının
2'nci maddesinde, Samsun Milletvekili Haluk Koç ve arkadaşlarının
önergesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi
kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır
ve önerge reddedilmiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
2'nci maddesi ile değiştirilmesi öngörülen 3359 sayılı
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun ek 1'inci maddesinin
ikinci fıkrasının ve bu fıkradan sonra gelmek üzere
eklenen fıkraların aşağıdaki şekilde yeniden
düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (Ankara) ve arkadaşları
"Klinik
şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan
ve asistan kadrolarına, açıktan atama izni alınmaksızın
ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır. Şef
ve şef yardımcılığı sınavı,
Sağlık Bakanlığınca yılda bir yapılır.
Bu sınava, tıpta uzmanlık unvanını kazanmış,
orijinal bilimsel araştırma ve yayınlar yapmış
ve Üniversitelerarası Kurulca merkezi sistemle hazırlanacak
bir yabancı dil imtihanını başarmış bulunan
adaylar, gerekli belge ve yayınlar ile birlikte uzmanlık
alanını bildirerek başvururlar. Bakanlık, uzmanlık
alanlarını dikkate alarak üç veya beş kişilik jüri
teşkil eder. Bu jüri yayınları inceleyip adayı sözlü
ve gerektiğinde ayrıca uygulamalı sınava tabi
tutar ve başarılı olanlara, ilgili uzmanlık alanında
şef veya şef yardımcılığı sınavı
başarı belgesi verir.
Bir
eğitim ve araştırma hastanesi biriminde açık bulunan
şeflik veya şef yardımcılığı kadrosu,
Sağlık Bakanlığınca, isteklilerin başvurması
için ilan edilir. Şef veya şef yardımcılığı
sınavı başarı belgesi bulunanlar ile profesör veya
doçent olan adaylar ilan edilen kadroya müracaat ederler. Bakanlık
tarafından, adayların bilimsel ve eğitim yeterliliklerini
incelemek üzere, en az biri atama yapılacak eğitim ve
araştırma hastanesi dışından olmak üzere üç
profesör veya şef tespit edilir. Bu profesör veya şefler,
adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını Bakanlığa
bildirirler. Bu mütalaaların Bakan, Müsteşar, Sağlık
Eğitimi Genel Müdürü, Tedavi Hizmetleri Genel Müdürü ve Personel
Genel Müdürünün birlikte değerlendirmesi sonucunda atama yapılır.
Kalkınmada
öncelikli illerde bulunan eğitim ve araştırma hastanelerinde
ilan edilen şef kadrolarına en az fiilen beş yıl
şef yardımcısı olarak çalışmış
olanların başvurularında sınav şartı
aranmaz. Bu kişiler atandığı kadroda beş
yıl fiilen çalışmadan kalkınmada öncelikli iller
dışındaki illerin şef kadrolarına atanamazlar.
Yapılacak
klinik şef ve şef yardımcılığı sınavı
ile başasistanlık sınavlarına ilişkin usul ve
esaslar Bakanlık tarafından hazırlanan ve bu Kanunun
yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde yürürlüğe konulan
yönetmelikle belirlenir.
Servis
ve laboratuvar şefleri veya şef yardımcıları
ile tıp alanında doçent veya profesör tabipler eğitim
ve araştırma hastanelerine; uzman tabipler veya tıp
alanında doktora yapmış tabipler veyahut hukuk, kamu
yönetimi, iktisat, işletme ve sağlık yönetimi alanlarında
lisans, yüksek lisans veya doktora eğitimi almış tabipler
diğer hastanelere baştabip olarak atanabilirler."
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Uygun görüşle takdire
bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Değerli
Başkanım.
BAŞKAN
- Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Önerge
ile, 20.10.2005 tarih ve 5413 sayılı Kanun ile Sağlık
Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerindeki
klinik şefi ve şef yardımcısı unvanlı kadrolara
yapılacak atamalarla ilgili daha önce yapılmış
olan kanuni düzenlemenin Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmiş olması ve Üniversitelerin
profesörlük ve doçentlik kadrolarına atama usulü dikkate
alınarak, bu kadrolara yapılacak atamaların daha objektif
ve bilimsel seviyeye göre yapılmasını teminen atamalara
ilişkin usul ve esasların yeniden belirlenmesi amaçlanmıştır.
Böylece, Sağlık Bakanlığı eğitim ve
araştırma hastanelerinin klinik şefi ve şef yardımcısı
kadrolarına atama usulü, Üniversitelerin profesörlük ve doçentlik
kadrolarına atama usulüne paralel hale getirilmiştir.
BAŞKAN
- Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmiştir.
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel Kurulu
ziyaret eden İspanya Temsilciler Meclisi Başkan Vekili ve
İspanya-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu
Başkanı Ignacio Gil Lazaro ve beraberindeki heyete
Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri
Komisyonu Başkanı Sayın Mehmet Dülger'in konuğu
olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan İspanya Temsilciler Meclisi
Başkan Vekili ve İspanya-Türkiye Parlamentolararası
Dostluk Grubu Başkanı Sayın İgnacio Gil Lazaro ve
beraberindeki heyet şu anda Meclisimizi teşrif etmiş
bulunuyorlar. Kendilerine, yüce milletimiz ve Meclisimiz
adına "Hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
3.- Sağlık
Hizmetleri Temel Kanunu, Sağlık Personelinin Tazminat ve
Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile Tababet ve Şuabatı
San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/1226) (S. Sayısı: 1247) (Devam)
BAŞKAN
- Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısının 2
inci maddesinin son fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Dursun
Akdemir
Iğdır
"
Çağdaş anlamda etkin bir sağlık yönetimi ihtiyacını
karşılayacak yönetici doktor ihtiyacını karşılamak
üzere; üniversitelerin tıp fakültesi hastaneleri ile eğitim
ve araştırma hastanelerinde tıpta yönetim uzmanları
yetiştirmek için "Tıpta Yönetim Uzmanlığı"
bilim dalı veya kliniği oluşturulur. Araştırma
görevlisi sınavına sadece tıp doktorları
başvurabilir. Tıpta Yönetim Uzmanlığını
almış Tıpta Yönetim Uzmanı doçent ve profesör tabipler
tıp fakültesi hastaneleri ve diğer eğitim hastanelerine,
Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde
klinik şefi olmuş Tıpta Yönetim Uzmanları eğitim
hastanelerine; Tıpta yönetim uzmanları ise diğer hastanelere
öncelikli olarak baştabip ve baştabip yardımcısı
olarak atanırlar. Önergeyle eklenen bu son fıkradan önce gelen
fıkraların tümünü kapsayacak bir şekilde Yüksek
Öğrenim Kurumu'nun Anayasada ki konu ile ilgili maddelerindeki
yetkileri göz önünde tutularak, ortaklaşa hazırlanacak
bir yönetmenlik ile uygulaması sağlanır."
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Değerli
Başkanım.
BAŞKAN
- Gerekçe üzerinde konuşmak isteyen Dursun Akdemir, Iğdır
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Akdemir.
DURSUN
AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 1247 sıra sayılı
Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun 2'nci maddesine ilave
edilmek üzere verdiğim önerge üzerine söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle yüce milletimizi ve Türkiye Büyük Millet Meclisini
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Sağlık Bakanımız biraz önce
burada konuşurken Türkiye'nin değişik yörelerinde
yeni eğitim hastaneleri açacağından söz etti. Hâlbuki
çağdaş tıp eğitiminde doktorların ve uzmanların
yetiştirilebilmesi için, yani pratisyen ve uzman hekimlerin
yetişmesi için tıp fakültelerine gerek vardır ve Türkiye'nin
de yeni tıp fakültelerinin açılmasına ihtiyacı
var. Durum bu iken, eğitim hastanelerinde, araştırma
hastanelerinde Sağlık Bakanlığının idari
organizasyonu ve eğitimin tartışılır bir düzeyde
sürdürülmesi devam ettirilmek üzere yeni eğitim araştırma
hastanelerinin açılmasını, Türkiye'de doktor yetiştirmek
üzere eğitim sisteminin daha da karışacağını
ve bozulacağını beyan etmek üzere önergeme geçmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, hızlı şekilde okundu önerge.
Önergenin, önce, ne getirdiğini siz değerli milletvekili
arkadaşlarıma anlatmak istiyorum. Türkiye'de hasta memnuniyetinin
olmamasının ve sağlıkta ekonomik verimliliğin
olmamasının en önemli nedenlerinden biri, sağlık
kurumlarının profesyonel yöneticiler tarafından yönetilememesidir.
Dolayısıyla, hasta memnun değil ve ekonomik yönden -ne
kadar para harcarsanız harcayın- verimlilik ortaya
çıkmıyor.
Getirdiğim
önergede
Sayın Bakanımıza, Sayın Komisyon
Başkanımıza ve Sağlık Bakanlığı
Müsteşarına bu önergeyi takdim ettiğimde "gerçekten
çok önemli bir ihtiyacı karşılayacaktır" dediler,
ama burada Komisyon Başkanı da katılmadı, Sayın
Bakan da katılmadı. Şimdi bu yüce Meclise soruyorum:
Doğru bulunan bir şeyi bir madde olarak eklemek, acaba iktidarın
hangi taraftan gücünü zayıflatacak ki doğru bir şeyi
kabul etmekten korkuyor?
Değerli
milletvekilleri, önergede şu getiriliyor: Tıp fakültesi
hastanelerini, Sağlık Bakanlığı hastanelerini
yönetecek başhekimleri yetiştirmek üzere ve sağlık
müdürü yapmak üzere -gerektiğinde- "tıpta yönetim uzmanlığı"
diye bir bilim dalı oluşturuluyor. Aynı zamanda,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinde, bu, klinik
olarak adlandırılıyor, üniversite hastanelerinde
bilim dalı olarak önergede bahsedildi. Bu önergeyle, eğer
Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde
ve tıp fakültesi kliniklerinde, aynen bir genel cerrahi uzmanı
yetiştirmek üzere nasıl bir klinik varsa, bir dâhiliye uzmanını
yetiştirmek üzere iç hastalıkları bilim dalı nasıl
varsa, böylece, tıpta yönetim uzmanı yetiştirilen
bir bilim dalı kurulur. Bu bilim dalından eğitilmiş
olan tıp fakültesini bitirmiş doktorlar, Türkiye'nin
sağlık kurumlarında başhekim olurlar ve aynı
zamanda -bu kurumlarda sağlık müdürlüğüne de ihtiyaç
vardır- Türkiye'nin sağlığının yönetilmesi
için sağlık müdürü olurlar.
Hastanede,
genellikle tıp fakültesi hastanelerinde eğitim, çoğunlukla
eksiksiz sağlık eğitimi yürütülüyor. Ama, iyi yürütülemeyen,
hastanelerin hizmet yönetiminin yeterli olmayışı,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinde de aynıdır.
Yani, genel cerrah olan ya da iç hastalıkları uzmanı
olan birisinin, kendi uzmanlık dalını bırakarak
yöneticilikle uğraşması, bu uzmanın zamanını
boşuna harcamasıdır. O nedenle, hastaneyi iyi yönetmek
üzere bir uzmanın yetiştirilmesi, çağdaş anlamda
hasta memnuniyetini ve ekonomik verimliliği de artıracak
bir düzen oluşturacaktır ve bu düzen içerisinde, milyarlarca
sağlığa harcanmış olan paralar da hedefine,
doğru harcanmış olacaktır.
Bu
konuda, Sayın Bakanımdan öğrenmek istiyorum. Kendilerine
takdim ettiğimde "Gerçekten iyi bir yenilik getiriyor."
demişti. Aynı zamanda, Komisyon Başkanının
fikri de oydu. Acaba bu Genel Kurulda neden kanaatinizi değiştirdiniz,
lütfen açıklayın, 73 milyon Türk milletine açıklayın,
bu yüce Meclise açıklayın, gerekçelerinizi anlamış
olalım. Yani, iktidar olmak, muhalefetin doğru söylediğini
de yanlış
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Akdemir, lütfen
Buyurun.
DURSUN
AKDEMİR (Devamla) - İktidar olmak, doğru söylediğinizi
kabul etmemek anlamına gelmez. Muhalefet de olsa, doğru
söylüyorsa, o zaman kabul edin, bu yüce millet sizin erdeminizi
fark etsin ve takdir etsin.
Değerli
arkadaşlarım, zaten bu getirilen yasa, Anayasa'nın
11'inci ve tekrar sağlık eğitimiyle ilgili 131'inci maddesine
temelden aykırı. Bu önergeyle bu aykırılığı
da ortadan kaldıracak bir güzel fikir getirdik. Diyoruz ki, bu
madde eklensin. Eklendikten sonra da, Yükseköğretim Kurumu
ile Sağlık Bakanlığı ortaklaşa olarak bir
yönetmelik yapsın. Bu yönetmelikle uygulama yapıldığında,
Anayasa'nın ruhuna da uygun şekilde yasanın bu maddesi
geçmiş olur.
O
nedenle, burada, Hükûmetin, Sayın Bakanımızın, bire
bir konuştuğumuzda çok olumlu karşıladığı
bu fikri neden Genel Kurulda olumlu görmediğini
Tabii,
açıklayacaklardır. Tatmin edecekse beni çok memnun olacağım,
ama, bu konunun doğru olduğunu ben belirtmek istiyorum.
Zaten,
Anavatan Partisi iktidarında, sağlık eğitiminde,
Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinin
tümünün üniversitelere bağlanarak üniversite tıp fakültesi
hastaneleri yapılması planlanmış vaziyettedir.
Bunu bir açıklamak, yenilik olarak buradan vermek istiyorum.
Eğer eğitim yeri, talebe eğitimi, tıp doktoru yetiştirilmesi
yeri, uzman yetiştirilmesi yeri tıp fakültesi ise, o zaman
neden bu hastaneler tıp fakültelerinin eğitim sahası
olmasın?
Bir
yenilik olarak da, tıp fakültelerini tıp üniversitelerine
dönüştürme kanun teklifi hazırlamış vaziyetteyim.
Şu anlamda: Dişçilik, tıp fakültesi, eczacılık,
hemşirelik yüksekokulunu bir tıp üniversitesi altında
toplarsınız ve böylece, sağlıkta ekonomik verimlilik
ortaya çıktığı gibi, hasta hizmetlerinde de memnuniyet
ortaya çıkar. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Sayın Akdemir, teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 Sıra Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 2. Maddesine "Bir Defaya Mahsus olmak
üzere en az 10 Yılını doldurmuş Şef Muavinleri
Bakanlık tarafından atanır." fıkrasının
eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman
Sarıbaş (Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Değerli
Başkanım.
BAŞKAN
- Önergenin gerekçesini açıklamak üzere, Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
Ankara Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kurtulmuşoğlu. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Bu
Yasa 4 defa, 5 defa Danıştaydan döndü. Sebep neydi? İmtihan
açın şef ve şef muavinlerine, profesör ve doçent direkt
atamayın diye, burada bir haksızlık oluyor diye 5 defa
geri geldi. Şimdi -çaktırmadan, gizlice, kimsenin anlamayacağı
şekilde- efendim, hem profesör hem doçent ve şef muavinleri
de imtihana girer, ama, evraklarını hazırlamış
şekilde jüriye verir diyor. Jüri kimlerden oluşur? Üç tane
Bakanlıktan ilgili şeflerden oluşur.
Sayın
Bakanım, üniversitelerden profesör ve doçentleri alacağımıza
bir daha üniversite açsak da, onları oralarda çalıştırsak
da, şu eğitim hastanelerini serbest bıraksak da, bunlar
kendi yetiştirdikleri elemanla birlikte çalışsalar
acaba ne olur? Senelerdir şef muavini olarak bekliyor, on senesi
geçmiş, on beş senedir bekliyor, imtihan açılacak, ben
şef olacağım diye bekleyen arkadaşlarım.
İmtihan açılmadı. Ben mi açmadım Sayın Bakanım?
Ondan evvel açmadılar diyelim. Peki, dört senedir, beş senedir
siz niye açmayıp da doçent ve profesör atadınız, beri
tarafta haksızlık yarattınız, bir başkasının
hakkını yedik? Bana da söylüyorsun tabii, yani "Bu, Anayasa
Mahkemesinden geri döner." Tabii döner, Danıştaydan
da döner, Anayasa Mahkemesinden de döner. Döner tabii. Çünkü, bir
başkasının hakkını yiyoruz burada. Şimdi
"açacağım" diyorsunuz, "Şef muavinlerine
de açacağız beş seneden sonra -önergede- ama, bir
şartım var: Mecburi hizmete gönderdiğimiz doktorlar
yetmedi. Anadolu'ya göndereceğim bunları, beş sene
orada kalacaklar, sonra istedikleri hastaneye tayin edilebilecekler."
Yok böyle bir şey. Sağlıkta bu kadar oynanmaz. Sağlık
hepimize lazım. Bugün... Geçenlerde burada söyledim, organ
naklini bu yasaya ekleyelim dediğimde, yarın bize de lazım
olur, size de dedim, ama anlamadan -niye? Ben getirdiğim için, muhalefet
getirdiği için- reddettiniz. Dedim ki: Bir gün size de lazım
olacak. Asıl lazım olan arkadaşım -kendilerine
şifa diliyorum- Ali Dinçer Bey -çünkü yerinde gördü ne olduğunu
organ naklinin- hem basın toplantısı yaptı hem de
geldi, burada organ naklinin, organ bağışının
ne kadar önemli olduğunu söyledi değil mi arkadaşlarım?
Niye? Ateş düştüğü yeri yakar. Ama, bu, demek değil
ki, size, bize lazım olmayacak demek değil. Ama, siz onu da
reddettiniz. Niye ettiniz? Bunun altında siyaset mi yatıyordu?
O yasayı niye reddettiniz burada? Yine soruyorum. Ama, bir gün
vicdanlarınız onunla sızlayacak, o yasayı reddetmekle.
Şimdi
burada ben yine haksızlığın giderilmesi için
uğraşıyorum. Herkes imtihana girsin. YÖK imtihan açsın,
doçenti de girsin madem, profesörü de girsin, benim o on senelik,
eğitim hastanelerinde on beş senedir şef muavini olarak
bekleyip de şef olmak isteyen doktor arkadaşlarım da
onlarla birlikte imtihana girsin. Ama, girsin, haksızlık
yapılmasın. Dosyayı hazırlayıp getireceğim,
jürinin önüne koyacağım. Kimi koyacağım? Profesör,
doçent arkadaşımı koyacağım. Ya, benim bu arkadaşlarım
bilim adamı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen toparlayınız.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onlara ihtiyacımız
yok mu? Var tabii, elbette ki var. Onlar bizim göz bebeğimiz, o hekimlerin
hepsi benim göz bebeğim, ama bir mağduriyeti gidermek mecburiyetindeyiz.
Burada mağduriyetlik var. Burada, benim burada söylemediğim
ama çoğu arkadaşlarımın söylediği
Daha, zaten,
hakikaten, Doğu'da profesör filan kalmadı, hepsini atadık.
Şimdi de, bırakalım da, bu eğitim hastanelerindekilere
ve ümit bekleyen, imtihan açılsın diye bekleyen arkadaşlarıma
bir hak tanıyalım. Söylediğim bu, başkasının
hakkı yenmesin. Eğer suçsa, eğer yanlışsa, Sayın
Bakan, tabii ki, burada, gelsin söylesin.
Niye
Danıştaydan devamlı döndü? Yanlış yapıldığı
için döndü. Ben de, bir daha bu yanlışı yapmayın, yapmayalım
diyorum, o yanlışı düzeltelim, hem bugüne kadar haksız
şekilde şef muavinlerinin hakkı yendiği için onların
da bir hakkını koruyalım diyorum. Başka bir
şey söylemiyorum ki. Eğer kötü bir şey söylüyorsam haklısınız.
Ama, nihayet söyledi bir arkadaşım. Evet, ne kadar şey
varmış? On yıllık şef yardımcısı
sayısı 220 taneymiş. Bir sayın ilgiliden aldım.
Yani, bu 220 tane şef yardımcısının -on seneyi geçmiş, on seneyi geçmiş-
bunların günahı ne?
Onun
için, ben, sağlıkta bu kadar siyaset yapılmasını
hiç hoş görmüyorum, kabul de etmiyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Kurtulmuşoğlu.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sayılı yasa tasarısının 2. maddesinin
sonuna gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini
arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları
"Ayrıca,
başhekimliği boş olan hastanelere öncelikle atama yapılır."
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Önergenin gerekçesini açıklamak üzere Ferit Mevlüt Aslanoğlu,
Malatya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, Hükûmet bir metin teklif ediyor, Komisyonda
görüşülüyor, Komisyonda saatlerce görüşülüyor, arkadaşlarımız
üzerinde mutabakat sağlıyor veya sağlamıyor ve
Komisyonun kabul ettiği metin yüce Meclise geliyor.
Dünden
beri, bu 2'nci madde, iki gündür konuşuluyor. Hangi şekliyle?
Komisyondan gelen şekliyle konuşuluyor. Komisyonda nasıl
kabul
Onun lehinde ve aleyhinde konuşuluyor. Ama, bir önerge veriliyor,
tamamen, Komisyondan gelen şekliyle hiç alakası, ilgisi
olmayan, dünden beri yapılan konuşmalarla ilgisi olmayan
bu önerge kabul ediliyor.
Hakikaten
bu garip değil mi değerli milletvekilleri? O zaman neden
bu Meclisi çalıştırıyorsunuz? Bu 2'nci maddede,
dünden beri, bir sürü konuşmacı konuşma yaptı, Komisyondan
gelen şekli üzerinde yaptı, ama bir önergeyle
Hiç ilgisi olmayan,
alakası olmayan bir önergeyi kabul ettiniz. İşin garibi,
bir tane Komisyon üyesinin imzası da yok burada. Değerli
milletvekilleri, hakikaten yazık ediyoruz. Şimdi, bu
başhekimlikle ilgili bir madde. Size iki tane anekdot anlatacağım.
Beydağı
Devlet Hastanesi var Malatya'da. Buraya bir başhekim atadınız.
Yani, bu Hükûmet döneminde atandı. Bu arkadaşı -çalıştı,
çabaladı- görevden aldınız, başka bir başhekim
atadınız. Mahkemeye gitti, mahkemeyi kazandı, tekrar
döndü, üç gün sonra tekrar aldınız. Arkadaşlar, nedir
kriteriniz? Başarı kriteriniz hasta mutluluğu mu değil
mi, yoksa başkalarının mutluluğu mu? Hasta mutluluğunu
dikkate almıyorsanız, acaba kimin mutluluğunu dikkate
alıyorsunuz? Bu arkadaşımız hırsızlık
mı yaptı, namussuzluk mu yaptı, şerefsizlik mi yaptı?
Malatya halkının, bundan daha doğal, bunu bilmesi kadar
bir hakkı yok arkadaşlar. Aldın görevden. Tekrar mahkeme
kararı geliyor, üç gün
Bir daha alıyor.
Değerli
milletvekilleri, başarı kriteriniz nedir? Sağlık
Bakanlığının, bir başhekimin başarı
kriterini o yöre halkı bilmesi gerekiyor. Yani, neyin mutluluğunu
savunuyorsunuz?
Size
ikinci bir anekdot vereceğim: Pütürge Devlet Hastanemiz var bizim.
Pütürge, Malatya'nın en, Adıyaman tarafındaki, biraz
ulaşım sorunu olan ilçelerimizdendir. Çok büyük bir hasta
potansiyeli var, çünkü, tek hastane. Burada, iki yıldır bir
baştabip görev yapıyor. Bir buçuk yıl önce oraya bir uzman
aile hekimi de atanmasına rağmen, bu başhekimi görevden
almadınız. Niye? Çünkü, "Orada bir uzman doktor varsa,
pratisyen doktor başhekim olamaz." diyorsunuz. Peki, bir buçuk
yıldır bunu niye uygulamadınız? Bir buçuk yıl
geçmiş. Ani bir telefon kararı ve Bakanlıktan, "Görevden
aldık dün." Peki, nedir sebebi? Yine, bu arkadaşımız,
hırsızlık, namussuzluk veya görevinde başarısızlık
mı yapmış? Nedir biliyor musunuz arkadaşlar? Oradaki
bir eczanenin ellerinde ilaç kupürü, daha önce birilerinin, kime
verdiği belli olmayan, "bunları yazacaksınız
"
Bunları yazmadığı için görevden alındı.
Bunu da söyleyen, ilgili başhekim, arkadaşlar. Bu zabıtlara
geçmesi için söylüyorum.
Sayın
Bakanım, Malatya Beydağı Devlet Hastanesinde görevden
aldığınız başhekim 59 tane inceleme dosyası
gönderdi Valiliğe ve Sağlık Müdürlüğüne. Aradan
bir ay geçti. Bir tanesi hakkında işlem yaptınız
mı? Yapılmadı arkadaşlar, bir tanesi hakkında
işlem yapılmadı. Bakanlıktan, Sağlık Müdürlüğü
ve Valilik müfettiş istedi, bir ay geçti, hâlâ gitmedi arkadaşlar.
Değerli
milletvekilleri, böyle, "ben görevden aldım, ben yaptım"la
Ama, altında neler var, bunun ortaya çıkması lazım.
Kim olursa olsun. Ben, özellikle tutanaklara geçmesi açısından,
Malatya Beydağı Devlet Hastanesinde Pütürge'de yaşanan
olayı, özellikle bu konuşmayı yaptım.
Demin,
Sayın Ali Dinçer Bey bir konuşma yaptı. Ben çok duygulandım.
Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine Sudan'dan
ve Azerbaycan'dan nakil yapmak üzere bir sürü hasta geliyor, karaciğer
nakli. Burası bir merkez arkadaşlar, ama yatağı olmadığı
için, ama elemanı olmadığı için yeni atanan dekan
yalvarıyor: "Bana yardım edin. Her gün bir sürü hasta müracaat
ediyor yurt dışından, özellikle Sudan ve Azerbaycan'dan.
Ne olursunuz, şu benim kadromu verin, ebemi verin, hemşiremi
verin, sağlık memurumu verin. Ne olursunuz, açamıyorum
yataklarımı, bana bu yataklarımı açtırın.
Azerbaycan'dan, Sudan'dan, dünyanın değişik yerlerinden
bir sürü organ nakli yaptırmak isteyen hastalar geliyor."
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN
- Buyurun.
FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ama, hâlâ o insanlar yalvarıyor,
biz burada bakıyoruz.
Ben,
sizin, hepinizin vicdanına bırakıyorum. Bir insan
kalkmış yalvarıyor. Eğer "ben burada organ nakli
yapacağım, insanlığa faydalı olacağım"
diyorsa, buna eğer, hakikaten, burada duyarsız kalıyorsak
hepinizin vicdanına sunuyorum.
Saygılar
sunarım, teşekkür ederim. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
Kabul
edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır.
Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı
veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı
veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı,
İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona soracağım. Komisyon
önergeye salt çoğunlukla, en az 13 üyesiyle katılırsa
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım.
Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise
önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sıra sayılı Kanun Tasarısının
Çerçeve 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki
çerçeve 3 üncü maddenin eklenmesini ve diğer maddelerin buna
göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Seyfi Terzibaşıoğlu
Tevhit Karakaya
Ankara Muğla Erzincan
Ekrem
Erdem Yekta
Haydaroğlu
İstanbul Van
"Madde
3- Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun Ek 5 inci maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir."
"Devlet
hizmeti yükümlülüğünü yapmakta olan personel, bulundukları
ilde sözleşmeli aile hekimi olarak çalışabilirler
veya ihtiyaç halinde aile hekimliği uygulamaları için
görevlendirilebilirler. Bu personelin aile hekimliğinde geçen
süreleri Devlet hizmeti yükümlülüğünden sayılır. Aile
hekimliği uygulamasına geçilen yerlerde bu uygulamadan
kaynaklanan nedenlerle birinci basamak sağlık kuruluşlarında
görev yapan Devlet hizmeti yükümlüsü personelin il içinde görev yeri
değiştirilebilir."
BAŞKAN
- Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
- Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan,
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, şahsım adına konuşmak
istiyorum.
BAŞKAN
- Söz istiyorsunuz.
Sayın
Topuz, grup adına mı istiyor Sayın Sözen?
ALİ
TOPUZ (İstanbul) - Grup adına Neşşar konuşacak
efendim.
BAŞKAN
- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Mehmet
Uğur Neşşar, Denizli Milletvekili.
Buyurun
Sayın Neşşar. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP
GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir baskın maddeyle,
alışıldığı üzere, sağlık sisteminde
bir değişiklik yapma çabası içerisinde Sayın Bakan.
Nedir? Aile hekimliği için uygun olan kişilerden -en son Denizli
örneğinde yaşandığı üzere- ataması mümkün
olan kişilerden yüzde 60'ı-70'i bu uygulamaya karşı
çıktığı için, aile hekimliği sistemine istedikleri
gibi hekim bulamadıkları için ve dün de dediğim gibi,
belirli kişiler dışında, Türk sağlık sisteminde
görev alan herkesin Bakanlığın yaptığı bu
uygulamalara karşı çıkmasından kaynaklanan bir
aile hekimliği mahcubiyetinde hekim eksikliğini tamamlayabilmek
için, şimdi zorunlu hizmet yapan hekimlerin uzmanlık dalına
vesaireye bakmadan aile hekimi olarak çalıştırılabilmesine
olanak tanıyan bir ani kanun maddesiyle karşı karşıyayız.
Şimdi,
aslında bunun, bir sene önce çıkıp da, mecburi hizmeti
kaldırdım, diye övünen bir iktidarın, bir sene sonra
mecburi hizmeti geri getirdiğinde olduğu gibi, aile hekimliğinin
ne büyük bir devrimmiş olduğunu sunan bir iktidarın,
çaresizlik içerisinde, kanunlara baskın maddeler ekleyerek,
önüne gelen herkesi istediği yere aile hekimi diye atamasının
altını yapan bir kanun maddesi teklifi. Tabii, üzüntü verici
bir durumdur.
Ben,
mümkün olduğu kadar, kürsüye çıktıkça belli konuların
netleştirilmesi
Dün de biraz bahsettim, Bakanım da çok
kızdığı için yine dile getirmek istiyorum, bazı
sözlerim çok rahatsız edici oluyor sanıyorum. Ama, belli konulardaki
bilgisizlikleri de buraya çıktıkça gidermek, tamamlamak,
düzeltmek ve yüce Meclisi olduğu kadar yüce Meclisin dışında
da bu konuyla ilgili çevrelere düşüncelerimizi aktarmak
için bir fırsat olarak değerlendiriyorum bu kürsüyü.
Değerli
milletvekilleri, aile hekimliğini üç şekilde tanımlamak
mümkündür. Bunlardan bir tanesi, dün Nurettin Hoca'nın da güzel
bir şekilde dile getirdiği gibi aile hekimliği uzmanlığıdır.
Aile hekimliği uzman sayısı ülkemizde yetersizdir,
giderek sayı artmakta bile olsa. Aile hekimliği uzmanlığı
üzerine inşa edilmiş bir aile hekimliği sistemini Türkiye'de
şu anda oluşturmamız mümkün değildir.
İkinci
bir tanımlama, genellikle çok kullanılan ve Sayın Bakanın
da uygulamaya çalıştığı gibi, bir özel
sağlık sunum modelinin birinci basamak hekimi olarak tanımlanan
bir aile hekimliği anlayışıdır. Burada, kişinin
uzmanlığına, branşına bakılmadan -birtakım
ülkelerde var bu- aile hekimliği diye anlaşılır,
birinci basamakta görevlendirilir. Ama, esas itibarıyla bu uygulama,
sağlık sigortacılığı sistemine dayanan
-biraz sonra sağlıkta neden sigortacılığın
olmayacağını da buradan aktarmaya çalışacağım-
kafa başı muayene hesabıyla hekimlere para ödenen
bir anlayış.
Bir
de, Sayın Bakanın bunu yaparken arkasına saklandığı,
saklanırken de Nusret Fişek Hoca'nın kırk yıl önceki
kitabına atıf yaptığı aile hekimliği anlayışı
vardır. Aile hekimliği anlayışı, Bakanın
çok güzel aktardığı ve maalesef, vatandaşlarımızın
da bu anlatımın etkisiyle sanki Bakan Bey'in bir yenilik getiriyormuşçasına
sunduğu şeyin gerçekten yenilikmiş olduğunu düşünmesine
neden olan yaklaşım. Bu, esas itibarıyla, sağlık
ocaklarındaki pratisyen hekimlerin taa sosyalizasyon çıktığı
zamandan beri ve taa Nusret Hoca kitabını yazdığından
beri yaptıkları hekimlik yaklaşımının
bir tanımlamasıdır. Yani, bir yörede yaşayan insanları
doğumundan ölümlerine, onların çocukluk çağı hastalıklarından,
aşılamalarından, koruyucu hekimliklerinden o yörede,
o ailede yaşayan insanları yaşlılıklarına
kadar tümüyle takip eden, tümüyle izleyen ve o yörenin, o ailenin,
o çevrenin hekimi olarak lanse edilen bir hekimlik anlayışıdır
ve bu, kırk sene önceden beri Türkiye'de yasal olarak vardır.
Yani, sağlık ocağı hekiminin görevlerinden bir tanesi,
aile hekimliği yapmaktır ve maalesef, kırk senedir,
içerisinde "sosyalizasyon" kelimesi geçtiği için bu
yasa uygulanmadığından hayata geçirilememiştir.
Evet, sizin bugün "devrim" dediğinizi, 1960 yılında,
üstelik hem akademik olarak kitabını yazarak hem de yasasını
çıkartarak Türk tabipleri, Türk tabiplerinin fikir önderleri
ortaya atmıştır zaten. Siz bunu özelleştirmeyi
sağlamak amacıyla kullanıyorsunuz ve bunun içerisindeki
aile kavramını, bir şekilde istismar etmiş oluyorsunuz.
Sayın
milletvekilleri, bu aile hekimliği modeli pilot çalışması
Daha önce de bunu dile getirdim, bir pilot çalışmayı
oluşturmak için, bu işi bilen 3-5 kişi, beş-on günde
bir pilot çalışmayı hazırlayabilirler ve hazırladıkları
pilot çalışmanın amacı, pilot çalışma yapıldıktan
sonra ortaya çıkan sonuçların irdelenerek, uygulamanın
ona göre planlamasını sağlamaktır ve bu gerçekten
yapılmıştır, yapan ülkeler de vardır aile hekimliği
konusunda pilot çalışmalar. Bunların başında
-belki tekrar dile getirmişimdir bu kürsüden- Kanada gelmektedir.
Kanada -bildiğiniz üzere- hâlâ, eski İngiliz modelini uygulamaktadır
ve yüzde 85 ticaret yaptığı güneyindeki Amerika Birleşik
Devletleri'nin, Kanada'daki sağlık sisteminin özelleştirilmesi
için çok yoğun bir baskısı vardır. Kanada bu baskılar
sonucunda, üç değişik bölgesinde, üç değişik pilot
çalışma yürütmüştür, gerçekten aile hekimliği uygulaması
daha rantabl mıdır, daha sürdürülebilir midir, daha ekonomik
midir, daha uygulanabilir midir diye ve maalesef, Kanada, bunu
çok net bir şekilde, sağlık harcamalarını 2-3
kat artırdığını görmüş, bunu kaydetmiş
ve ona göre tutumunu sürdürmeye, eski sistemini değiştirmemek
için direnmeye devam etmektedir.
Şimdi,
biz ne yaptık pilot uygulama diye? Sağlık sistemini düzeltmek
isteyen bir idarenin öncelikle hedefleyeceği yer, sağlık
hizmetlerinden yeterince yararlanamayan kesimlerin öncelenmesidir,
ama, bakıyorsunuz, bizim aile hekimliği pilot uygulamamız
önce Düzce'de başlıyor, arkasından Türkiye'nin en çok
hekime sahip olan, ekonomisi en gelişmiş Eskişehir,
Denizli, Samsun gibi illerinde, güya üstüne bir de "pilot"
kelimesi yakıştırılarak, tepeden uçakla indiriliyor.
Peki, bu pilot uygulama ile ben, bu aile hekimliği modeliyle,
ileride birinci basamak hekimlik hizmeti vereceksem, Erzurum'un
bir köyünde ya da Ankara'nın hemen burnunun dibindeki bir kasabada
-daha batıya gidelim- Denizli'nin hemen 30 kilometre, 40 kilometre
dışındaki bir kasabada etkin sağlık hizmeti
verebilecek miyim? Bunun olmayacağını Sayın Bakan
da biliyor, Bakana bakan insanlar da biliyor ve vatandaşlarımız,
yurttaşlarımız da biliyor. En çok da bunu doktorlarımız
biliyor, yani sağlık hizmetinin içerisinde olan insanlar
biliyor. O nedenle Denizli'de kıyamet kopuyor. O nedenle ben
buradan bir kere daha Denizli Tabip Odası Başkanını
ve Denizli tabiplerini yürekten kucaklamak, kutlamak istiyorum;
çok doğru bir mücadele vermişlerdir,
çok başarılı olmuşlardır; ıstıraba,
baskıya, zulme göğüs germişlerdir; Bakanın yaklaşımlarına
karşı durmuşlardır, durmaya da devam edeceklerdir.
Çünkü, bu sistem, Türkiye'nin sağlık problemini çözecek bir
sistem değildir. Sayın Bakan istediği kadar, gece yarılarında
ya da kanunlara maddeler ekleyerek, yeni hükümler getirsin, aile
hekimi oluşturmak için, isterse -henüz uygulamaya koymadığı,
ama bir AKP'li eczacı arkadaşımızın önerdiği
gibi- başka branşlardaki insanları on beş günlük
kurslarla doktor diye ilan etsin, hatta aile hekimi diye ilan etsin,
sonuçta yine sonuç alınamayacaktır. Çünkü, bu uygulanan
model, Türkiye'nin kişiliğine, bünyesine uygun bir model
değildir. Türkiye'yi Amerika'dan yönetemezsiniz. Dünya Bankası
uzmanlarının -aynı, IMF uzmanlarının geldiği
gibi- Sağlık Bakanlığına gelip, şunları
şunları şunları yapmışsınız, bunlar
eksik kalmış, hadi bunları da tamamlayın, deyip
gitmesiyle Türkiye'de sağlığı değiştiremezsiniz.
Türkiye'de sağlığı değiştirebilmenin yolu,
Türkiye'nin koşullarına göre oluşturulmuş bir modeldir
ve bu model, bundan kırk sene önce oluşturulmuş, konulmuş...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Neşşar, buyurun.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Kırk
sene önce bu model oluşturulmuş, konmuştur. Kırk sene
boyunca, bu kadar eksiğine
rağmen, altı bin sağlık ocağı boyutuna
çıkmıştır, 80 bin pratisyenin üzerinde bir potansiyeliniz
vardır. Bir inat uğruna, bir "benim dediğim olacak"
uğruna, dört buçuk senedir yaptığınız bütün
çabalara rağmen Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğini
göre göre bu kanun maddesini buraya eklemeye çalışmakla
da aile hekimliğine hiçbir katkı getiremeyeceksiniz Sayın
Bakan.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Madde
üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Güler,
Mersin Milletvekili.
Sayın
Güler, buyurun.
Süreniz
on dakikadır.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, ihdas edilen kanun teklifi
üzerinde Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında,
tabii, dört buçuk yıllık bir sistemi mi tartışsak,
yoksa, sağlığın sistemsizliğini mi tartışsak?
İşte delillerden bir tanesi. Meclisin tüm yönetmelik de
dâhil olmak üzere her türlü tasarruf hakkı, her türlü gündemi belirleme
hakkı AKP'nin iradesi olmasına karşın, işte
son dakikada ihdas edilen bir madde daha. Nedir? Kamuoyuyla paylaşmak
istiyoruz sadece.
Türkiye'deki
sağlık sisteminde aksayan birçok boyut var. Deveye sormuşlar
"Boynun neden eğri?" o da demiş ki, "Nerem
doğru?" Evet, daha önce çakılı personel konusunda
da ikaz etmiştik sizleri burada. Bu süreç içerisinde, bu, yine
sizin kendi elinizle getirebileceğiniz, çakılı personelin
hareket yeteneğine ihtiyaç olduğunda direnemeyeceksiniz,
yeni bir kanun teklifi getireceksiniz; onu söyledik. Haklı
çıktık. Söz dinlemediniz. Aile planlaması konusunda
sizleri ikaz ettik, dinlememeye özen gösterdiniz. Bugün ise, aile
hekimliğiyle beraber çakılı personeli buraya taşımak
ve buradan da istenilen yere transfer etme veya naklini sağlamak
gibi bir kanun teklifi.
Peki,
sormak lazım: Türkiye'de, dört buçuk yılda, her reform dediğiniz,
devrim diye kamuoyuyla paylaştığınız kanunlara
baktığımızda, sistemdeki tıkanıklıkları
birer birer sizlerle paylaşacağız.
Tabii,
ben, buradan AKP'lilere değil, buradan kamu vicdanına seslenmek
istiyorum. Nihayetinde, hastane köşelerinde yine kuyruklar,
nihayetinde, yine hastane köşesinde, özellikle borcu ödeyemeyen
binlerce vatandaşımız, altına imza attığı
çekler, senetler karşılığında hacizle karşı
karşıya. Hani Sayın Başbakan da derdi ya "Bir
tane senet tahsil ediliyorsa, gelsin bizden hesabını sorsun."
diye, ama, maalesef
Tabii,
sağlığın tek çatı altında birleştirilmesinden
tutun da sosyal güvenliği tek çatı altında birleştirirken,
bugün Bağ-Kur'luların hâli perişan, nihayetinde, çünkü,
üçte 1'i borcunu ödeyemiyor ve sağlık hizmetini alamıyor.
Nihayetinde, yine sağlığı tek çatı altında
birleştirirken, Sayın Bakan buradayken açıklarsa çok
sevineceğiz, eski SSK'da çalışan başta hekim, hemşire,
ebe gibi tüm personelin özlük hakları eskiden Sağlık
Bakanlığına göre daha iyiydi. Şimdi isyan ediyorlar:
"Biz Sağlık Bakanlığı bünyesi altına
girdik, ama bu ortam içerisinde haklarımızdan mahrum kalmaktayız.
Bugün bu haklarımızın çiğnenmekte olduğunu
görüyoruz ve burada, sendikalar aracılığıyla
biz mahkeme sürecini başlatıyoruz." Temennimiz, devletin
çalışanıyla, devletin halkıyla barışık
olduğu bir ülke özlemi, hayali içerisindeyiz. Bu doğrultuda,
Sayın Bakan bu konuda bizi de aydınlatırsa ve burada
mağdur olan süreç içerisindeki tüm çalışanlarına
da buradan bir mesaj verirse, biz de memnuniyetimizi paylaşırız.
Kısaca
sistemin kendisine bakalım. Aile hekimliği. Rakamları
iyi kullanıyorsunuz, her alanda, yönlendirmeyi de, istediğiniz
rakamları içerisinden çıkararak kamuoyunu aydınlattığınızı
düşünüyorsunuz ama, bunu, maalesef kullanıyorsunuz.
Şimdi,
Sayın Bakan, lütfen, burada bizleri ve kamuoyunu aydınlatsın.
Bir yerde başlayan pilot uygulamayla aile planlaması Dünya
Bankasının projesi mi değil mi, lütfen gelsin açıklasın
bize. Düne kadar birikimlerimizi bir kalemde silip atma gibi bir
lüksümüz yok. Türkiye'nin sosyalizasyon konusundaki, sağlıktaki
bir birikimi var, ama, biz, bugün Anavatan olarak şunu söylüyoruz,
diyoruz ki: Getirilen bu uygulama, Türkiye yine bir pazar payından
öteye gitmeyecek bir anlayış, yani Dünya Bankasının
ve IMF'in dayattığı bir süreç. Bugün ülkeye çözüm mü getirecek?
Hayır. Çakılı personel konusunda -nihayetinde yüzde
kaçı etkiler bilemiyorum ama- bu konuda, çakılı personel
kanununa dâhil sözleşmeli personel dahi bulamadığınız
bir süre içerisinde, işte "zorunlu hizmet" adı altında
tekrar getirdiniz. Ya, zorla güzellik olur mu, verimlilik olur mu? Bu
ülkenin sıkıntısı verimsizlik. Akılsız
yönetim bu ülkenin temel sorunu. Biz de diyoruz ki, bunları çözmenin
yolu, verimliliği artırabilecek teşvik koşullarını
yaratalım. Ama, gördüğümüz kadar, sadece günü kotarmak
Beş yıldır sevabıyla, daha çok günahıyla bu ülkedeki
tüm icraatlarının bedelini bu halk ödemekte. Nihayetinde,
biraz önce not geldi. Yine, on beş rektörün atanmasıyla ilgili
Anayasa Mahkemesi veto etmiş. Biz, sizi burada ikaz ediyoruz.
Dört defa görüştük, beşinci defa herhâlde ömrünüz yetmeyecek
getirmek için. Yasaları zorlamanın bir anlamı yok. Tek
başına aldığınız bir çoğunluğu
kendi inisiyatifiniz dâhilinde kullanma hakkınız yok. Bu
getirdiğiniz öneri de çözüm değil. Bu ülkenin sağlık
sisteminde, her geçen gün artan yoksulluğu ve sefaleti göz önünde
bulundurduğumda, zaten insanlar temel anlamda sağlıksız.
Her
gün övündüğünüz, asgari ücretin üçte 1'i kadar geliri olan yeşil
kart bağımlılarının dahi -düşünün bir defa
bu ülkedeki kriteri, rakamları- aylık 110 milyon TL,
şimdiki 110 YTL'nin altında geliri olanlara verdiğiniz
yeşil kart sayısı her geçen gün artmakta.
Sayın
Başbakan şunu da söylüyordu: "İstediğiniz
doktoru seçeceksiniz." Söyler misiniz hangi yeşil kartlının
doktor seçme şansı var? Buradan AKP'li grup başkan vekilleri
ve Sayın Bakan açıklasın.
Diğer özel sektöre gittiğinde katkı payı alacaklar.
Vatandaşın dolmuş parası yok. Eskiden ben SSK acil
hekimiydim. Şöyle bir hasta profili vardı: Hastası
olan taksisiyle de gelebilirdi. Şimdi, komşusuyla gelebilen
oluyor ancak ya da gelmiyor, kaderiyle baş başa.
Kısaca,
sağlığın bu kadar tıkandığı bir
yerde dört buçuk yıl sonra getirdiğiniz bu nokta yine çözüm
değil. Kendi kendinizle çelişiyorsunuz. Sağlıkta
verimlililiği değil, verimsizliği veya günü kotarmaktan
öteye gitmeyecek bir süreç.
Çakılı
personeli aile hekimliği statüsüyle atadığınızda
ne olacak? Söyler misiniz, daha önce liseleri üniversitelere çevirirken,
tabela değiştirdiğinizde çözüm mü buldunuz? Eğitimde
kaliteyi mi artırdınız? Ama, buna karşın
sağlıkta da kalite yükselmiyor. Biz de diyoruz ki, bugünkü
önerdiğiniz bu kanun teklifi bu ülkenin sağlık sorununa
derman değil, tam tersine, çaresizliğin bir adım daha
derinleşmesine sebep olacaktır.
Bugün,
bu kanun teklifiyle, çakılı personel statüsünde olan hekimleri,
özellikle aile hekimi statüsüyle atayacaksınız. Ya, bu kadar
plansız yola çıkılır mı, söyler misiniz.
Herhâlde, bu aksayan yönleri düzeltmek Anavatan'a kısmet olacak.
Anavatan iktidarında, günübirlik değil, en az beş
yılını görebilen bir siyaset
Tabii ki, kamu ve özel
sektörle beraber, sağlıkta verimliliği artırabilecek
bir süreci yaşamak lazım.
Bugün,
doktorunu dahi seçmek gibi, kulağa çok hoş görünen bir söylemle
sadece, sağlık hassas olduğu için
İki boyut var,
Türk toplumunun en hassas olduğu nokta; biri sağlık, biri
eğitim. Suistimale de çok açık. Bu konuda, becerirsiniz,
sizleri yürekten kutluyoruz. Sayın Başbakan başta olmak
üzere, isteyen istediği hastaneyi, isteyen istediği hekimi
seçme özgürlüğü var gibi, kulağa çok hoş gelen
Hâlbuki,
kamu sağlığı bu kadar lüks ve bu kadar müsrif boyutuyla
ele alınmamalı, kullanılmamalı. Bugün, İngiltere
gibi gelişmiş ülkelerde dahi aile hekimliği sorgulanırken,
bize dayatılan bu, özellikle IMF'in ve Dünya Bankasının
dayattığı bu sağlıktaki sistemi zorlamanın
ne anlamı var? Zaten, şurada süreniz altı ay kaldı.
Altı ay sonra zaten bu ülkede yeni iktidarlar oluşacaktır
ve bu doğrultuda, lütfen toplumu germeyin, lütfen, toplum içerisindeki
sağlıkta oynamayın, gölge etmeyin ihsan istemez misali
AKP'nin
yarattığı tahribatlar yeter ve bu da bir çözüm olmayacaktır.
Hele aile hekimliği statüsüyle beraber, bir sağlık
standardı yükselecek ve bu da yine, dışarıda özellikle
tıbbi malzemeler konusunda, tıbbi tesisatlar konusunda
bağımlı olan bir ülkeyiz. Yine, ithalata bağımlı
bir sağlık sektörü. Çünkü, son on beş yıldır, hep
sürekli ithalata bağımlı ve daha çok gayri sarf malzemeleriyle
yüzde 75 sağlık giderinin arttığı bir dönemde,
her geçen gün personelin asgari düzeyde, ama, en üst düzeyde verimliliğin
yaşandığı bir sağlık personeline lütfen
bunları yapmayın.
Her
yıl eğitimde oynadığınız müfredatı,
şimdi, ikinci dönemde gene uygulayacaksınız. Sağlıkta
da aynısı. Sistemin bir bütünlüğünü ele alın lütfen.
Bu ülkede sistem tıkanırken sağlıkta palyatif çözümlerle
günü kotaramazsınız. Burada sağlık personelinin
dahi her gün çalışma koşullarının zorluğu
içerisinde "Acaba ne olacak?" derken, kaygıyla bakarken,
işte, yabancı hekimler çalıştırılıp
çalıştırılmayacağı konusunda kaygı
içerisindeyken şimdi de farklı bir statü. Bu statü içerisinde,
aile hekimliğinin hangi eğitim programı içerisinde
bir ihtisas alanı olan aile hekimliği statüsüyle eş değer
tutacaksınız? Ne olur, Türkiye'nin bir sistemini bir bütün
olarak algılayın. Pilottaki tecrübenizi, o zaman, gelin,
"biz bugün başlatıyoruz" diyebilecek yüreğiniz
varsa, buyurun, uygulama sizin. Gücünüz de var, iktidarsınız,
bugün hükûmetsiniz, ama, yapmıyorsunuz, yapamazsınız
da.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Buyurun Sayın Güler.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Kısaca,
sağlık çalışanlarının dahi bu ülkede
sıkıntı yaşarken ve bugün statüsü dahi, içeriği
dahi tam olarak aydınlatılmayan bir konuda ihdas edilirken
-yani, bunlar, sistematik, günübirlik değil, komisyon öncesi
bürokrasi hazırlar- ve komisyonda geniş ele alınabildiği
kadar tartışılması gerekirken, son dakika, Meclisteki,
Genel Kuruldaki çoğunluğunuza güvenerek böyle bir kanun
teklifi getirdiniz. Biz, Anavatan olarak diyoruz ki, bunlar çözüm
değil. Ülkede bugün çalışanların döner sermayesini
dahi alamazken -Mersin'im de dâhil olmak üzere Sayın Bakanım-
Mersin Devlet Hastanesinde maalesef döner sermayenin tıkandığını
duyuyoruz ve sistemin, özellikle üniversitelerin kamudaki alacaklarının
tahsil edemediği bir ülkede, sağlığın bu kadar
tıkandığı bir yerde, ben, kamuoyuna sadece, içiniz
rahat olsun, diyorum. AKP'den kurtuluş yılları az kaldı,
geriye dönüş az kaldı. Ülkeye umut, heyecan ve inanç verecek,
sistemin kamu imkânlarını verimli kullanacak bir Anavatan
iktidarı geliyor ve bu doğrultuda bu kanun teklifinin çalışanlarına
da pek huzur getirmeyeceğini çok iyi biliyoruz, kafalar yeniden
karışacak. Sadece burada günü kotarmaya çalışıp
Dünya Bankasının dayattığı projelere
"Evet" demekten öteye gitmeyen bir politikanız mevcut.
Bu doğrultuda yapacağınız tek bir şey var. Lütfen
oynamayın, yeter diyoruz ve bu ülkenin sistemin içerisinde verimliliği
artıracak, rekabeti artıracak bir anlayış olmalı.
AHMET
YENİ (Samsun) - Sayın Vekilim, ileri gideceğiz, ileri!
Geriye dönüş yok artık.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - "Geriye dönüş yok." diyorsunuz.
BAŞKAN
- Sayın Yeni, lütfen
Hatibe söz atmayalım ve yerinize oturunuz.
HÜSEYİN
GÜLER (Devamla) - İki ileri, bir geri. Hep bunu bir adım ileri
kabul ediyorsunuz. Nihayetinde temel espriniz o. Ama, buna karşın,
bu ülkenin kamu vicdanına sesleniyoruz ve içiniz rahat olsun
diyoruz, umutlarınız bitmesin.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
17.23
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.37
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
60'ıncı Birleşimi'nin Dördüncü Oturumu'nu açıyorum.
1247
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
Şimdi,
madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Nurettin Sözen,
Sivas Milletvekili.
Buyurun
Sayın Sözen.
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
AKP Grup Başkanının da imzasını taşıyan
ve yeni bir madde ihdasını öngören teklif üzerinde görüşlerimi
sunacağım.
Değerli
arkadaşlarım, Sağlık Bakanlığından
ne zaman bir yasa gelse, bu Genel Kurulda ciddi değişikliğe
uğrar. Anımsıyorum, bir maddelik yasa tasarısı
geldi buraya, önergeyle bu yasa tasarısı değiştirildi.
Bizim siyasal sistemimizde yasa tasarıları Bakanlar Kurulu
kararından sonra komisyona gelir, komisyondan sonra da Genel
Kurula gelir. Etik olarak, şimdi Sayın Bakana soruyorum:
Sizin ihdas ettiğiniz bir maddeden diğer bakan arkadaşlarınızın
bilgisi var mı, haberi var mı, onayı var mı? Hiçbirinin
onayı yok. Yaptığınız iş yanlıştır.
Eğer bunu sadece bu masumiyet içerisinde yapıyorsanız,
bu, ileriyi görmemek demektir, yasa tasarısı hazırlanırken
özen göstermemek demektir. Eğer bunu bir siyasi oyun olarak yapıyorsanız,
bu da cumhuriyet hükûmetlerinin bakanlarına yakışmaz.
Birinci mesele bu.
İkinci
mesele, zorunlu hizmet. Yine Anayasa'ya aykırı bir hüküm
getiriyorsunuz. Zorunlu hizmet, 1980 yılının -hep tekrarlayacağız
bunları- faşist yönetiminin sadece hekimler için öngördüğü
zorunlu ve zorlayıcı meslek ifa etme uygulamasına yeni
bir boyut getiriyorsunuz. Arkadaşlarımız, doktorlar,
kendilerini orada, sağlık ocağında veya devlet
hastanesinde hizmete hazırlarken, onların rızalarını
almadan, onlara sormadan ve gönüllülük esasını da reddeden
bir anlayışla, yeniden aile hekimliğinde çalışmayı
öngörüyorsunuz. Bu, tamamen kurallara aykırı, Anayasa'ya
aykırı, çünkü, her doktor nereye gideceğini bilir
iken, şimdi onlara yeni bir görev yapma mekânı veya yeri tayin
etmiş oluyorsunuz. Bu da kazanılmış haklara aykırı.
Bir
başka mesele: Hep söylüyorum, aile hekimliğini belki yasal
kılabildiniz, ama hiçbir zaman hukuki kılamayacaksınız;
çünkü, Türkiye'de ve dünyada aile hekimliği bir ihtisas dalıdır.
Bu ihtisas dalında bu ihtisas belgesini almayan, yani, aile
hekimi uzmanı olmayan insanlardan oluşan bir sistem başarısızlığa
mahkûm olacaktır.
Önergedeki
bir hususa daha dikkatinizi çekerim. Orada, zorunlu hizmete gidecek
hekimlerden söz ediyor, mütehassıs hekim ile pratisyen hekim ayrımı
yapmıyor. Eğer bunu bilerek yaptılarsa, bir radyoloji
uzmanını aile hekimi olarak çalıştırabilirler,
bir kadın doğumcuyu, bir gözcüyü, bir başka ihtisas alanındaki
uzmanı da aile hekimliğinde bu önergeye dayalı olarak
çalıştırabilirler. Eğer dikkatsizlikle yaptılarsa,
önergeyi geri alıp, onu hiç olmazsa "pratisyen hekimler"
diye değiştirsinler, düzeltsinler.
Böylesine,
aile hekimliğinin kurallarını çiğneyerek, zorunlu
hizmet müessesesini dejenere ederek ve de devletin siyaset yapma,
yasa çıkarma sistemini etik olarak bozarak, yani, bir Bakanlar
Kurulu tasarısını sadece bir bakanın isteğiyle
ve Sağlık Komisyonunun çoğunluğunun kararıyla
madde şeklinde tekrar Genel Kurula getirmek, etik olarak
doğru değildir, yanlıştır, bizim üzerinde düşünmemizi
ve bu konudaki görüşlerimizi oluşturmaya da engel
teşkil etmektedir. Bu yüzden, bu önergeye karşı olduğumu
bildiriyorum ve hepinizi, yeniden, saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.
Şahsı
adına söz isteyen Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili.
Buyurun
Sayın Eraslan.
MEHMET
ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii
ki, kanun tasarısını, maddelerini ve gerekçelerini
incelediğimde, kanun tasarısının gerekçesinde
ilginç ifadelere, ibarelere denk geldim. Bunu sizinle paylaşmayı
bir borç biliyorum, özellikle Sayın Bakanımızın
bu noktadaki dikkatini istirham ediyorum.
Gerekçede:
"Tıbbi uygulamalarda tedavinin istenmeyen etkilerinin
ortaya çıkması ve uygulanan tedavi ile beklenen sonucun
elde edilememesi gibi durumlarla (komplikasyon) karşılaşılmaktadır.
Yeni
Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ve Sağlık Bakanlığının
hasta hakları uygulamasından sonra tabipler, söz konusu
nedenlerden dolayı daha fazla itham edilmektedir. Bu durum, tabiplerin
riskli tıbbi uygulamalardan kaçınmasına ve gerekli
olan tedavileri ihmal etmesine yol açabilmektedir." deniliyor.
"Dolayısıyla, tabiplerin performansları ve halk
sağlığı olumsuz etkilenmektedir." deniliyor,
kanun tasarısının gerekçelerinde.
Değerli
arkadaşlar, peki, bunlar biliniyor ise
Sayın Bakanım,
istirham ediyorum sizden, beş yıldan beri Sağlık Bakanısınız
ve halk sağlığını çok yakından ilgilendiren
tespitler yaptığınızı kanunun gerekçesinde
de dercetmişsiniz. Peki, beş yıldan beri neredeydiniz?
Beş yıldan beri bu tedbirler neden alınmadı?
Sağlık Bakanlığının personellerinin gözünden
mi kaçtı, sizin mi gözünüzden kaçtı? Eğer, bir performans
yetersizliği, performans noktasındaki bir açıklıktan
söz ediyor isek ve halk sağlığına etkilerinin olumsuz
yönde olacağını siz gerekçenizde sunuyor iseniz ve bunu
birinci yılda, ikinci yılda, üçüncü yılda görmediyseniz,
beşinci yılda bunu görüp bunun tedbirini şimdi almaya
çalışıyor iseniz, ben size teşekkür ediyorum.
Tabii,
tabipler için zorunlu mali sorumluluk sigortası doğru bir
uygulamadır. Bu uygulamanın da hayata geçirilmesi gerekiyor
idi, ama beşinci yılda değil, birinci yılda hayata
geçirilmesi gerekiyor idi, sağlık hizmeti verecek olan tabiplerimizin,
doktorlarımızın korkusuzca yüksek bir performansla hizmet verebilmeleri için.
Devam
ediyor gerekçe: "Tabiplerin haftalık çalışma süresi
kırk beş saat olduğu hâlde, nöbetlerde hiç dinlenmeden
otuz altı saat çalışmak zorunda kalmaktadırlar."
Tabiplerimiz
"Bir tabip için
kabul edilen günlük hasta sayısı 20 olduğu hâlde, ülkemizde hasta yoğunluğu
ve tabip yetersizliği sebebiyle birçok tabip günde 100 ve üzeri
hastaya bakmak zorunda kalmaktadır. Bu kadar hastaya tıbbi
ve etik kuralları dikkate alarak bakmak mümkün değildir."
Sayın Bakanımız söylüyor bunu. Bu kadar hastaya bakmak,
tıbbi ve etik kurallara göre, maalesef mümkün değildir, ama
bu uygulamalar -az önce de ifade ettim- bu tespitler eğer bugün
yapılıyor ise, beşinci yılda yapılıyor
ise, ben bunu siz değerli milletvekillerimizin ve aziz milletimizin
takdirine sunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, devam ediyor gerekçede: "Ülkemizdeki tabip
sayısının ve dağılımının istenilen
şekilde sağlık hizmeti verilmesine kâfi gelmediği
bilinen bir gerçektir." Eğer dağılımda bir sorun
varsa bunu çözecek olan sizsiniz Sayın Bakanım. Ben bu ülkede
tabip yetersizliğinin olduğunu düşünmüyorum. Birçok
yerle yapmış olduğum görüşmede
Evet, ben hekim değilim,
tabip değilim, ben iktisatçıyım, ama gerekçenizi ve
kanun gerekçelerinizi, madde gerekçelerinizi okuyunca aklıma
çok farklı şeyler geliyor, çok farklı şeyler düşünmeye
başlıyorum.
"Dünya
Sağlık Örgütü -bunu koymuşsunuz, siz kendiniz söylüyorsunuz-
verilerine göre" demişsiniz, "Avrupa bölgesindeki
52 ülke arasında sonuncu sırada bulunmaktayız."
diyorsunuz, ama bunun tedbirini, bunun önlemini bugüne kadar alamamışsınız.
"Ülkemizde genel olarak tabip ve
özellikle anestezi uzmanı yetersizliğinden dolayı
birçok hastanede anestezi uzmanı bulunmamaktadır."
diyorsunuz. "Yeni Türk Ceza Kanunu'nun da yürürlüğe girmesiyle
birlikte, anestezi uzmanının bulunmadığı durumlarda
cerrahi müdahalelerin yapılmasında tereddütler yaşanmaktadır."
diyorsunuz. "Bu sebeple, ilgili uzmanın gözetiminde ve
direktifleri doğrultusunda anestezi teknisyeninin iş ve
işlem yapabilmesine kanuni dayanak oluşturması ve
bu suretle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi gerekmektedir."
diyorsunuz. Ne zaman diyorsunuz bunu? Beşinci yılda diyorsunuz.
Değerli
arkadaşlar, bunu kabul etmek mümkün değil. Tıp fakültelerinin
bugünkü kapasiteleriyle tabip açığının kapatılması
mümkün değil. Ben buna inanmıyorum, buna katılmıyorum.
Diğer
taraftan, ülkemizdeki hekim sayısının artmasına
katkı sağlamak için, yabancı tabiplerin ülkemizde çalışmalarının
önündeki engelleri kaldırmak için "Türk olma" şartının
kaldırılması gerekmektedir
Yabancı tabiplerin
istihdamına yönelik bir uygulama başlatıyorsunuz.
Peki, bu yabancı tabiplerin Türkiye'de çalışma
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL
BİLEN (Manisa) - Ne mahzuru var?
BAŞKAN
- Sayın Eraslan, lütfen toparlayınız.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Yabancı tabiplerin Türkiye'de çalışmalarını
temin ettiğiniz zaman, acaba İngiltere'den, Hollanda'dan,
Fransa'dan, İtalya'dan, Almanya'dan mı sizlere doktor gelecek?
Ben size bunu soruyorum. Yoksa, Orta Doğu ülkelerinden, üçüncü
sınıf dünya ülkelerinden 500 dolara, 600 dolara çalışmayı
kabullenmiş olan doktorları çalıştırmak suretiyle
halk sağlığı, toplum sağlığıyla
oynamanın gayreti içerisinde misiniz? Bunu anlamak mümkün değil.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - 600 değil, 100 dolara
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın Sayın
Bakanım, mecburi hizmet uygulaması
Allah aşkına,
somut bir şey söylüyorum, somut bir şey: Mecburi hizmet uygulaması
vardı. Sayın Bakanımız geldiler, zafer kazanmış
komutan edasıyla, "Demokratik değildir. Tabiplerimizin
boynunda Demoklesin kılıcı gibi durmaktadır."
dedi ve mecburi hizmet uygulamasını kaldırmak suretiyle
sözleşmeli personel atama uygulamasına girdi ve aradan
iki yıl geçti, iki yıl sonra o kanunu tekrar getirmek zorunda
kaldı ve o iki yıl boyunca 2 bin tabip kadrosu, doktor kadrosu
boş kaldı ve boş kaldıktan sonra, komutan edasıyla
değiştirdiği kanunu, iki yıl sonra, gecikmiş
olarak tekrar değiştirmek durumunda kaldı.
Efendim,
Sağlık Bakanı, yazboz tahtası şeklinde
sağlık politikası güdemez, toplum sağlığıyla
oynayamaz. Bu, basite, hafife alınacak bir şey değildir.
Sağlık politikalarınızı oluştururken
önünüzdeki on yılı, yirmi yılı, hatta otuz yılı
görerek oluşturmak durumundasınız. Aksi takdirde,
ciddi performans gösteren bir sağlık anlayışını,
sağlık politikasını Türkiye'de var etmeniz, hem
sağlık hizmeti verenleri hem sağlık hizmeti alanları
mutlu kılmanız mümkün olmayacaktır. Tabip olmak ayrı
bir şey, Sağlık Bakanı olmak ayrı bir şey.
Her tabip, her hekim, her profesör -Sağlık Bakanlığı
icracılıktır aynı zamanda- Sağlık Bakanlığı
yapabilir diyemeyiz. Tabip olmak ayrı bir şey, Sağlık
Bakanı olmak ayrı bir şey. Sağlık Bakanı
olup da sağlık politikaları oluşturmak
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Eraslan, lütfen
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Bitiriyorum
BAŞKAN
- Buyurun.
MEHMET
ERASLAN (Devamla) - Sağlık Bakanı olup da toplumun ihtiyaçlarını
görecek olan, ülkenin ihtiyaçlarını görecek olan sağlık
politikaları oluşturabilmek ayrı bir şeydir.
Ben,
özellikle yabancı tabiplerin çalıştırılmasıyla
ilgili konunun yeniden değerlendirilmesi, irdelenmesi gerektiğine
inanıyorum ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Soru sorma süresi beş dakikadır.
Sayın
Kaya
Yok.
Sayın
Işık
AHMET
IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, devlet hastaneleri başhekimlerini, uzman hekimlerin
yanı sıra, tıp alanında doktora yapmış ve
hukuk, kamu yönetimi gibi alanlarda doktora eğitimi yapmış
tabiplerin atanması, hastanelerimizdeki sağlık hizmeti
sunumunu nasıl etkileyecektir?
Son
sorum: Aile hekimliği sisteminin pilot bölgelerdeki elde edilen
sonuçlarına baktığımızda, 2007'de teşmil
edildiğini görüyoruz. Kaç ilde bu genişlemektedir? Seksen
bir ili kapsamasındaki öngörü süreniz nedir?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın
Arıtman
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Sayın Bakanım, bu aile hekimliği
konusunda, meslektaşlarımız gönüllü değiller,
siz onları zorluyorsunuz. Zaten, sisteme alıyorsunuz, buluyorsunuz,
ama, hekimler, bunun halk sağlığı için doğru bir
çözüm olmadığı görüşündeler. Bakın, beş
yıldızlı otellerde toplantılar yapıyorsunuz,
aile hekimliği eğiticilerine hem para verip hem de
eğitim başına 10 bin puana kadar varan puanlar veriyorsunuz
ve bu durumda, başka alanlarda eğitim almış meslektaşlarının
önüne geçilmesine neden oluyorsunuz ve diğer meslektaşlarından
farklı olarak binlerle ifade edilen hizmet puanına hak kazanıldığı
için de, bu konuda meslek örgütleri tarafından geçtiğimiz
cuma günü itibarıyla tekrar mahkemeye verilmiş oldunuz.
Şimdi,
Sayın Bakanım, bakın, birinci basamak sağlık
hizmetlerine hekimler gönüllü, severek gidip ve seve seve ülkesine,
milletine hizmet ederken, düşündünüz mü acaba, niçin aile hekimliği
sistemine bu işin uzmanı
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Arıtman.
Sayın
Ekmekcioğlu
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Türkiye'de,
birçok kesim gibi, geçim sıkıntısını doktorlarımız
da yaşamaktadır. Bugün, bir pratisyen doktor ortalama 750
YTL almaktadır, bir profesör maaşı ise yaklaşık
1.500 YTL'dir. Yapılan araştırmalara göre doktorların
yaklaşık yüzde 75'i ikinci bir yerde çalışmak zorunda
kalmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında,
doktorlarımızın ücretlerinde emekliliklerine de yansıyacak
bir artış yapmak için Bakanlığınızca bir
çalışma yapılmakta mıdır?
Bakanlığınızca
aile planlaması hizmetleri askıya alınmış
mıdır? Aile planlaması anlayışınız
nedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Ekmekcioğlu.
Sayın
Akdemir
DURSUN
AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Bakanıma soruyorum,
iki sorum var: Döner sermayeden, Sağlık Bakanlığı
ve tıp fakülteleri hastanelerinde hekimler faydalandığı
hâlde belediye hastanelerinde faydalanmıyorlar; niçin? Ne zaman
faydalanacaklar?
İkinci
sorum: Hastanelere ödemeler konusunda büyük sıkıntı
var. Ankara'nın merkezinde eğitim hastanesinin başhekimiyle
konuştum, Ankara Tıp Fakültesi Hastanesi Dekanıyla
görüştüm ve Hacettepenin bir listesi var elimde. Her üç hastanede,
alacaklarını alamadıklarından işlerin yürümediği
ve hastanede zor şartlar altında sağlığın
yürütüldüğü söyleniyor. Şu anda, Hacettepenin listesinde
70 milyon 919 bin YTL alacağı var ve bu alacaklarının
14 milyonu Emekli Sandığından, 10 milyon 824 bini
SSK'dan ve Sağlık Bakanlığından 4 milyon 429 bin
ve gene Sağlık Bakanlığından 3 milyon 204 bin.
Neden borcunuzu ödemiyorsunuz?
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Akdemir.
Sayın
Tütüncü
ENİS
TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben,
geçen hafta Sayın Bakanımıza üniversite hastanelerinin
sıkıntılarıyla ilgili sorular sormuştum, fakat
gerekli yanıtı alamadım, üzülerek söylüyorum;
şimdi, bir soru daha sormak istiyorum aynı çerçevede.
Üniversite
hastanelerinin yatırım bütçeleri sıfırlanmış
durumdadır. Buna göre, tıp fakültelerinin alacakları
ödenmez ise -ki toplam 1 milyar YTL'yi geçmiştir- bu hastaneler,
yeni teknolojinin zorunlu kıldığı yatırımları
yapamayacaklardır; nitekim, bazı hastanelerde ameliyatların
yapılamaması tehlikesi ortaya çıkmıştır,
çıkmaktadır; geçen hafta İbni Sina Hastanesinde bir
ameliyat yapılmamıştır. Sayın Bakanımız,
sorunun çözümü için acil olarak neler yapılmasını düşünüyorsunuz?
Teşekkür
ederim efendim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Tütüncü.
Soru
sorma süresi tamamlanmıştır.
Sayın
Bakan, buyurun.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum.
Sayın
Işık'ın sorusuna cevaben, devlet hastanelerinin
başhekimliklerini, belli alanlarda, işletme ve benzeri
alanlarda doktora yapmış pratisyen hekimlerin de yapmasına
açmak, kuşkusuz ki, bu alanda eğitim görmüş kişilerin
önünü açmak açısından çok yararlı sonuçlar doğuracaktır.
Aile
hekimliği sisteminde, pilot bölge olarak, bugüne kadar dokuz
şehirde uygulamaya başladık. 2007 yılı içerisinde
bunu yirmiye tamamlamayı ve daha sonra da kanunu yeniden gözden
geçirerek yolumuza devam etmeyi düşünüyoruz. Arkadaşlarımızın
zaman zaman ifade ettiği gibi, sonuçta bir pilot çalışma
yapıyoruz. Yalnız, konuşulurken, bazı konuşmacılar
konuşmalarını yaparken, değerli arkadaşlarım,
aile hekimliğiyle ilgili olarak aslında birtakım yanlış
ifadelerde bulundular. Şunu net olarak ifade etmem lazım:
Aile hekimliği ile sosyalizasyon arasında benzerlikler
var, farklar var. Farkların en önemlisi, sosyalizasyonda bireyin,
vatandaşın, yurttaşın hekimini seçme hakkı
olmamasına rağmen, aile hekimliğinde yurttaşın
kendi hekimini seçme hakkının olmasıdır. Siz buna
karşı mı çıkıyorsunuz? Ben buna gerçekten hayret
ediyorum. Bakın, bu çok temel bir farklılık ve çok önemli
bir farklılık. Çünkü, sosyalizasyonun mantığı
budur.
ALİ
ARSLAN (Muğla) - Zorla gönderdiğin doktoru seçmek zorunda
kalacaklar.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Arkadaşlar, oradan laf atacaksanız
konuşamayız.
Bir
bölgedeki insanları siz belli bir hekime mecbur tutuyorsunuz.
Evet, eğer bu işi gönüllü yapan kişi bulamamışsak,
yüzde 20 oranlarını, yüzde 15 oranlarını geçmiyor
bu ve özellikle de periferde geçmiyor. Canan Hanım da bir soru
sordu: "Acaba niçin hekimlerin bir kısmı bunu tercih etmiyor?"
O kadar basit ki, bir hakkaniyet ölçüsü içerisinde, şehir merkezinde
değil de periferde çalışması gerekiyorsa, istemiyor
bunu; şehirde oturmak istiyor da onun için.
Bahsettiğiniz
bu eğitim veren kişilerle ilgili puanlardaki problemi
ben fark ettim. Bu husustaki uyarınız çok haklı ve bununla
ilgili arkadaşlarıma da talimat verdim, bunu düzelttiriyoruz.
Sayın
Ekmekcioğlu pratisyen doktorların aylık kazançlarının
750 YTL olduğundan bahsetti. Bu çok yanlış bir bilgi. Hem
maaşları bundan yüksek hem de ek ödeme ortalamalarıyla
pratisyen hekimlerimizin yıllık/aylık kazançları
bunun çok çok üstünde. Emeklilikle ilgili hususta da aslında
yasayı yaptık. Anayasa Mahkememizce bazı maddeleri
iptal edilen ve bu sebeple yürürlüğü temmuz ayına ertelenmiş
olan Sosyal Güvenlik Yasası'nda, ek ödemeler de dâhil olmak üzere,
çalışan bir kişinin bütün kazançları, aylık
kazançlarının emeklilik keseneğine sayılması
ve sonuçta emeklilik maaşına yansıması öngörülmüştü.
Bunu önümüzdeki günlerde yine yüce Meclisimizle birlikte çözeceğimize
inanıyorum.
Bakanlığımızca
aile planlaması çalışmaları askıya alınmamıştır.
Aile planlaması çalışmalarını üreme sağlığı
altında düşünmek lazım. Bir rakam vereyim yalnızca:
Bizden önceki dört yılda bu şekilde hizmet almış
çift sayısı 12 milyon kişi iken, bizim dönemimizdeki
dört yılda 18 milyon kişi olmuştur, özellikle de riskli
bölgelerde çalışıyoruz.
"Döner
sermayeden belediye hastaneleri yararlanabilir mi, ne zaman yararlanır?"
dedi Sayın Akdemir.
Bu
konu üzerinde Maliye Bakanlığımız belediyelerimizle
çalışıyor. Konu biraz da onlarla alakalı.
Bu
hastanelere ödemelerle ilgili meseleye gelince: Değerli arkadaşlarım,
yıl sonlarında ödenek sıkıntısı zaman zaman
çekilebilmektedir. Ancak, ocak, şubat ve mart ayları itibarıyla
-yüce Meclisin huzurunda Maliye Bakanımıza, Çalışma
Bakanımıza da teşekkür etmeliyim- alacaklarımızı,
borçlarımızı ödeyecek ölçülerde aldık, alıyoruz
ve problemlerimizi çözmüş durumdayız.
Üniversite
hastanelerimizle ilgili hususta, hem Sayın Akdemir'in hem Sayın
Tütüncü'nün daha önce de sorulan sorulara benzer soruları
var. Şunu net olarak yüce Meclisin huzurunda Türk kamuoyuna bir
kere daha ilan etmiş oluyorum: Sağlık Bakanlığı
hastanelerinin tahakkuklarından yıllık tahsilat
oranları yüzde 70 civarındadır, 2005 ve 2006'da. Üniversite
hastanelerimizin tahakkuklarından tahsilat oranları
yüzde 70'in çok çok üstündedir. Üniversite hastanelerimizdeki verimlilik
sorununu çözmeden, verimlilik problemini çözmeden bu meseleyi
çözmek de kolay görünmemektedir değerli arkadaşlarım.
Aslında, bütün döner sermayeli kuruluşların kanunlarında
şu var: Yıl sonunda para artırmış olsalar bile
bunlar hazineye gider. Dolayısıyla, sanki devletin üniversite
hastanelerini, devletin değilmiş de başka bir yerinmiş
gibi düşünmek, bu şekilde meseleyi gündeme getirmek yanlıştır.
Sonuçta, devletin kurumlarının yine devletin hastanelerine
ilgili borçları vardır ve bunlar mutlaka birlikte çözülür,
çözülebilir.
Şunu
da söyledi Sayın Tütüncü: "Üniversite hastanelerinin yatırım
bütçeleri sıfırlanmıştır." Böyle bir
şey kesinlikle yok. Üniversite hastanelerimize, geçmiş
yıllarda olduğu gibi, son yıllarda da ciddi yatırım
bütçeleri tahsis edilmektedir.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum.
Okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sıra sayılı kanun tasarısının
2'nci maddesinden sonra gelmek üzere kanun metnine eklenmek istenen
3'üncü maddenin (yeni) aşağıdaki gibi değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Ali
Arslan Canan
Arıtman Mehmet
Neşşar
Muğla İzmir Denizli
Nurettin
Sözen Yılmaz
Kaya
Sivas İzmir
"Madde
3 - Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun Ek 5'inci maddesine
aşağıdaki fıkra eklenmiştir."
Devlet
hizmeti yükümlülüğünü yapmakta olan personel, kendi istemleri
halinde bulundukları ilde sözleşmeli aile hekimi olarak
çalışabilirler."
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Değerli
Başkan.
BAŞKAN
- Önergenin gerekçesini açıklamak üzere Ali Arslan, Muğla
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Arslan.
ALİ
ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
bu torba yasaya son anda ilave edilen
Daha önce torba yasadaki, neredeyse
bütün maddelere itirazımız olduğunu bu kürsüden belirtmiştik.
Beterin de beteri varmış anlayışıyla, bu torbanın
içine başka yine sağlık çalışanlarının,
hekimlerin büyük itirazına neden olan bir madde ilave edilmiş
oluyor. Nedir bu? Gerekçesi de çok güzel şekilde açıklanmış:
Aile hekimliği uygulamasında herhangi bir güçlükle karşılaşmadan
uygulanabilmesi için.
Değerli
arkadaşlarım, sağlıkla ilgili bu Meclisten
çıkardığınız birçok yasa, konuyla ilgili çalışanların,
yurttaşlarımızın, bizim, Cumhuriyet Halk Partisinin,
diğer muhalefet partilerinin, bizi bırakın, yargı
organlarının, Cumhurbaşkanının
Yargı
organları bıktı sizin çıkardığınız
yasaları defalarca geri göndermekten. Bakın, rektör atamalarıyla
ilgili biraz önce telefonlarımıza gelen mesaj, yine iptal
kararı var.
Değerli
arkadaşlarım, sanıyorum, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay
daireleri, artık, Sağlık Bakanlığından
gelen davaları görüşmekten yoruldu.
Değerli
arkadaşlarım, şef, şef yardımcılarıyla
ilgili biliyorsunuz daha önce bir düzenleme yaptınız,
Anayasa Mahkemesi durdurdu. Bu arada, 176 şef, şef yardımcısını
atadınız.
2'nci
maddede görüştük -dünden beri görüşüyoruz- son dakikada
o maddeyi tamamen çıkarıyorsunuz, yeni bir madde ilave
ediyorsunuz. Yine, Anayasa Mahkemesi kararlarını dikkate
almadan hazırlanmış bir madde. Anayasa Mahkemesi -siz
de biliyorsunuz bunu, Sayın Bakan da biliyor- yine durduracak,
ama, siz, bu arada, Anayasa Mahkemesi kararlarında geri dönüş
olmadığı için, kendi yandaşlarınızın
-liyakate bakmadan, sadakate bakarak- atamalarını yapacaksınız;
yaptığınız da yanınıza kâr kalacak sanıyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, ayıp, gerçekten ayıp, bu Meclise yazık!
Şimdi,
başka bir uygulama, sağlıkta dönüşüm
Biliyorsunuz
iktidara geldiğinizden beri uygulama konusunda çok hevesli
olduğunuz bir proje. Sanıyorum bu dönem -2002-2007 yılları
arası- sağlıkta dönüşüm değil de, sağlıkta
facianın olduğu yıllar olarak Türk sağlık tarihine
geçecektir.
Şimdi,
nedir sağlıkta dönüşüm? Defalarca bu kürsüden anlatmaya
çalışıyoruz, sizler de biliyorsunuz, sağlıkta
dönüşümün amacı şu: Anayasal bir hak olan sağlığı,
bir ticari hizmet hâline getirip alışveriş yapılan,
para kazanılan, devletin sorumluluğunda olmayan, sadece
devletin gözetiminde olan bir alan hâline getirmek. Sağlıkta
dönüşümün birinci basamaktaki ticari kurumları aile hekimleri,
ikinci basamaktaki ticari kurumları da hastane işletmeleri.
Bu yasanın tümü üzerindeki görüşmelerde söyledim; bunu
yaptınız bile zaten. Bazı hastanelerimiz "işletme"
diye tabela astılar. Yarın bu aile hekimleri de aile hekimliği
işletmesi diye tabela asacaklardır.
Değerli
arkadaşlarım, aile hekimliğini çok süslü püslü laflarla
anlatıyorsunuz, insanlar da "gerçekten ne güzel ya, doktorumuz
olacak, doktor seçme özgürlüğümüz olacak
" Sayın Bakan
diyor ki: "Sosyalizasyondan farkı doktor seçme özgürlüğüdür."
Ya, nasıl bir doktor seçme özgürlüğü? Bakın -zorla, bu
maddeyle- şimdi görüştüğümüz maddeyle aile hekimliğine
geçmek istemeyen, aile hekimliğinde çalışmak istemeyen,
periferde ya da merkezde çalışmak
Denizli'de 290 civarında
hekim, merkezde de olsa aile hekimliğinde görev yapmak istemediler.
Şimdi, oralara zorla hekim göndereceksiniz. Ee, zorla gönderdiğiniz
hekimi de yurttaşlarımız seçecek. Şimdi, bu, yurttaşlara
hekim seçme özgürlüğü veren bir yasa mı olmuş oluyor?
Değerli
arkadaşlarım, bir söz var biliyorsunuz, bu kürsüden daha
önce de söyledim: "Zehri teneke kupa içinde sunmazlar." Parıltılı
laflarla, işte, herkes ne güzel istediği doktora gidecek,
hiç sıkıntı çekmeyecek, sevkleri olacak, bedava olacak
Bakın,
aile hekimliği, bugün, başarılı olsun diye, aile
hekimliğine yurttaşların itirazları olmasın
diye ücretsiz gerçekten, ama, yarın, genel sağlık sigortasıyla
birlikte
Bakın, aile hekimliğinin parasal kaynağını
genel sağlık sigortasından karşılayacaksınız.
Aile hekimliğini ya da diğer sağlık hizmetlerini
görüşürken arka taraftaki genel sağlık sigortasını
mutlaka da düşünmek lazım. Genel sağlık sigortasında
bir gün primini yatırmayan yurttaş, bırakın yurttaşı,
eşi ve çocuğu birinci basamak sağlık hizmetinden
yararlanamayacak, aile hekimliği hizmetlerinden yararlanamayacak.
Bugün güzel gibi görünüyor
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Arslan, lütfen toparlayınız.
ALİ
ARSLAN (Devamla) - Bakın, Düzce'de bir pilot uygulama yapıldı.
Düzce, hepinizin bildiği gibi, Ankara'ya çok yakın ve küçük
bir ilimiz. En uzak köyleri merkeze neredeyse bir saatlik mesafede,
çok yakın, bir ulaşım problemi yok. Ayrıca, küçük olduğu
için Ankara'dan yönlendirilmesi, hangi alanda ne sıkıntılar
varsa Ankara'dan giderilmesi çok basit olan bir ilimiz. Prepilot uygulamaya
döndü sonra pilot uygulama. Pilot uygulama nedir? Orada eksikleri,
yanlışları, hataları nedir, gözlemek.
Bakın,
Düzce'deki pilot uygulamayla ilgili hangi aksaklıklar oldu
hâlâ Sağlık Bakanlığından ciddi bir açıklama
yok. Başarılı olduğunuz söyleniyor, başarılı
olduğunuzu kabul edip bütün Türkiye'ye uygulamaya çalışıyorsunuz.
Denizli'deki doktorlar isyan ediyor "Biz, bunu yapmak istemiyoruz,
böyle bir vahşetin içine girmek istemiyoruz." diye.
Sırf Denizli'deki doktorların aile hekimliğinde görev
almak istemelerindeki direnci kırmak için böyle bir yasayı
çıkarıyorsunuz. Bu, gerçekten, torba yasanın içi, daha
önceki hâlini, görüşmekte olduğumuz hâlini aratır
hâle geldi. Torbayı doldurdukça dolduruyorsunuz sağlık
alanında, sağlık çalışanlarının,
yurttaşlarımızın sıkıntıya gireceği
yasalarla
Ama, bir gün gelecek, bu alanda, sağlığın,
devletin anayasal görevi olduğunu hatırlayan iktidarlar
gelecek ve buradan, bu, sizin bugün çıkarmaya çalıştığınız,
bugün alelacele çıkarmaya çalıştığınız
yasaları mutlaka halkın yararına, çalışanların
yararına, sivil toplum örgütlerinin de görüşlerini alarak,
daha düzenli hâlde yasalar çıkaracaktır diye umuyorum.
Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Arslan.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
- Sayın Neşşar, henüz bir şey söylemedim ben.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Söyleyeceksiniz.
BAŞKAN
- Arayacağım Sayın Neşşar.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Sayın
milletvekilleri, kâtip üyeler arasında anlaşmazlık olduğu
için elektronik sistemle oylama yapacağız.
Oylama
için üç dakikalık süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır,
önerge reddedilmiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü
maddeyi 4'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE
4- 31/12/1980 tarihli ve 2368 sayılı Sağlık Personelinin
Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 2 nci maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE
2- Kamu sağlık hizmetlerinde
çalışan personelin haftalık
kanunî çalışma süresi 45 saat, 4 üncü maddede tanınmış
olan haktan yararlananlar için ise 40 saattir. Personelin günlük çalışma
saatleri, 657 ve 926 sayılı kanunlardaki hükümlere göre
tespit edilir. Ancak, bu personelden iyonlaştırıcı
radyasyon ile teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı
yerler ile bu iş veya işlemlerde çalışan personel,
Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte
belirlenen radyasyon dozu limitleri içinde çalıştırılabilir."
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen
Ali Arslan, Muğla Milletvekili.
Sayın
Arslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
on dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA ALİ ARSLAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; artık, araya giren başka ilave maddelerle
sıraları değişti, görüşülmekte olan -4'üncü
madde galiba- 4'üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan
önce, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu torba yasada, radyoloji alanında çalışan
doktorlarımızın, röntgen uzmanlarımızın,
radyoloji teknisyenlerinin büyük itirazlarına neden olan bir
madde bu. Bildiğiniz gibi, bu alanda çalışan meslektaşlarımız,
teknisyenlerimiz hayat sigortası yaptırırken bile,
riskleri nedeniyle normal yurttaşa göre (2) kat daha prim ödemek
zorunda kalan
Sadece kendi hayatları değil, iyonizan radyasyonun
etkileri sonucu, gelecek nesillerinde de ortaya çıkabilecek
hastalıklara yakalanma riski olan yurttaşlarımız
bunlar. Daha önceki yasalara göre günde beş saat mesai yapıyorlardı.
Şimdi, bu getirilen yeni düzenlemeyle günde yedi buçuk saat
çalışmak zorunda kalacaklar.
Değerli
arkadaşlarım, nereden çıktı, böyle bir ihtiyaç nereden
doğdu? Bildiğiniz gibi, artık, hekimlere, sağlık
çalışanlarına düşük maaşlar veriyorsunuz.
Biraz önce Antalya milletvekili arkadaşlarım "Maaşları
düşük doktorlarımızın." diye itiraz ettiklerinde,
Sayın Bakan cevap verdi "Hayır, düşük değil yüksek."
diye. Söylediği rakamlar çok küçük, bir miktar da fazlalığı
var. Gerçekten, bu çalışanlarımızın çıplak
maaşları çok düşük ve emekliliklerine yansımıyor.
Emekliliklerine yansıyan hakkaniyetli bir ücretin mutlaka
bu alanda çalışan hekimlerimize, sağlık çalışanlarımıza
verilmesi gerekiyor. Aynı statüde çalışan başka
meslek gruplarındaki insanlardan çok daha düşük emekli maaşı
alıyor bu insanlar.
MUSTAFA
ÜNALDI (Konya) - Bakan söz verdi.
ALİ
ARSLAN (Devamla) - Hani nerede? Dört buçuk yılı geçti iktidarınız,
hâlâ bu konuda bir düzenleme yapılmış değil. Ne yapıyorsunuz
onun yerine? Performansa dayalı
Ne kadar çok çalışırsan
ne kadar çok tahlil yaparsan ne kadar çok hasta bakarsan o kadar prim
vereceğim sana, döner sermayeden pay alacaksın. Bu sefer
de, bakın, bu alanda, radyoloji alanında öyle bir gelişme
olmuş ki, iktidarınız sırasında radyoloji
alanında yapılan tetkik sayısı yüzde 200 artmış.
Bir bölümü bunların gereksiz. Sadece hastanenin döner sermaye
gelirlerini artırmak için yapılan tahliller, tetkikler.
Değerli
arkadaşlarım, zaten, bu konuda, özellikle radyoloji teknisyenliği
konusunda Avrupa Birliği ülkeleriyle aramızda uçurumlar
var. Tetkik sayısı arttıkça da bu konudaki eleman eksikliği
daha çok hissedilmeye başlandı. Şimdi, bu alanda çalışan
meslektaşlarımızın, bu alanda çalışan
doktorların, radyoloji teknisyenlerinin mesai sürelerini
uzatarak bu açığı kapatmaya çalışıyorsunuz.
Ama, gerekçe öyle değil. Maddenin gerekçesine baktığınızda,
gerekçe kutsal bir gerekçe, gerekçe bilimsel bir gerekçe, gerekçe
Avrupa Birliğine uyum için yapılan bir gerekçe gibi, diğer
maddelerde olduğu gibi. Mesela, yabancı hekimlerin çalışması
konusunda da gerekçeniz Avrupa Birliğine uyum. Ancak, buradaki
gerekçe de, yine, Avrupa Birliğinin normları.
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Konseyinin Euratom/96/29 sayılı
Yönergesi'yle, artık, bu alanda, iyonizan radyasyon alanında
çalışanların mesai sürelerine değil, çalıştıkları
sürece aldıkları iyonizan radyasyon miktarına göre çalışma
esası düzenlenmiş. Diyor ki direktifte: Bir yılda en
çok 50 milisivert, üst üste beş yılda da 100 milisivert iyonizan
radyasyon alabilirler, daha fazlasını alamazlar.
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliği bu konuda altyapısını
önceden hazırlamış. 28 Haziran 1997'den 30 Mayıs
2000'e kadar, iş yerlerindeki zararlı radyasyonu engellemek
için, gerekli altyapıları düzenlemişler. Bu düzenlemeden
sonra da ancak böyle bir uygulamaya geçme kararı almışlar.
Peki,
bizdeki görünüm bu mudur? Bizde Avrupa Birliğindeki gibi radyoloji
işyerleri, iyonizan radyasyon ihtiva eden işyerleri, röntgen
laboratuvarları, röntgen muayeneleri Avrupa Birliği
standartlarında mı?
Değerli
arkadaşlarım, bakın, Ankara Fen Fakültesi Fizik Bölümü
rastgele 110 tesisi incelemiş. Yapılan incelemenin sonucunda,
sağlığa zararlı radyasyon yayan, orada çalışanların
hayatlarını tehlikeye atan cihaz sayısı yüzde
50'nin üstünde. Sayın Bakan diyor ki: "TAEK'in ön araştırma
yapmadığı çok az sayıda laboratuvar kaldı."
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin direktiflerinde,
elbette ilk açılış sırasındaki incelemeler
önemli. Ancak, onun takibi de gerekiyor. Periyodik olarak, orada çalışanların
sağlık durumları, oradaki röntgen cihazlarının
kaçak yapıp yapmadığı, havalandırmasının
doğru çalışıp çalışmadığı,
iyonizan radyasyon yayıp yaymadığı konusunda da
periyodik tetkikler, tahliller, incelemeler yapılması
gerekiyor. Bu konuda çok ciddi, henüz Türkiye'de gerçekleştirilememiş
çalışmaların yapılması gerekiyor. Bakın,
bunu denetlemekle görevli kurum, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)
diyor ki: "Bende 36 personel var bu işi yapacak." Türkiye'deki
radyoloji ünitesi sayısı dokuz binin üstünde, on binlere
yakın.
Değerli
arkadaşlarım, 36 personelle, bu periyodik muayenelerin,
periyodik kontrollerin yapılması, bu cihazların zararlı
iyonizan radyasyon yayıp yaymadıklarının kontrol
edilmesi mümkün değil. Kendileri de bunu itiraf ediyor. Ancak,
Sayın Bakan, burada "Ben TAEK'le görüştüm, böyle bir
şey yok." dedi. Ne kadar inanırız bilmiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, Avrupa'da bir radyoloji teknisyeni
günde 20-25 hastaya bakıyor ve 50 ila 60 şutluk röntgen çekiyor.
Türkiye'de bir radyoloji teknisyeni günde 75 hastaya bakıyor
ve 250 şutluk röntgen çekiyor. Değerli arkadaşlarım,
arada müthiş bir fark var. Gerçekten sayısal yetersizliğimiz
hekimler arasında yok, ama, radyoloji teknisyenleri konusunda
müthiş bir eksikliğimiz var. Bunun bir an önce tamamlanması
gerekiyor. Bu konuda ne yapılması gerekiyorsa, Sağlık
Bakanlığının, mevcut olanları daha çok çalıştırarak
değil, mevcut olanların sağlıklarını koruyarak,
mevcut olanları çağdaş çalışma normları
içinde çalıştırarak, yeni anestezi teknisyenleri,
radyoloji uzmanlarının yetiştirilmesi konusunda
bir an önce tedbirler alması gerekiyor. Ama, ben inanıyorum
ki, çıkardığınız böyle bir yasayla, radyoloji
alanında çalışanların hayatlarını tehlikeye
atan, sağlıklarını tehlikeye atan, sadece kendilerinin
değil, kendisinden sonra gelecek nesillerin de sağlıklarını
tehlikeye atan böyle bir mesleğin elemanlarını çoğaltmak,
bu yasadan sonra zorlaşacaktır. Çünkü, herkes de biliyor
ki, artık, hayatları tehlikededir. Böyle bir mesleği
seçecek cesarette yurttaşımız var mıdır yok
mudur bilmiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, yapılan araştırmalara
göre, dozimetreyle, bu çalışanların, ne kadar iyonizan
radyasyon aldıkları tespit ediliyor. Dozimetrenin dörtte
1'i yetersiz, var olan dozimetrenin ne kadar sağlam olduğu,
ne kadar güvenilir olduğu tartışılıyor, ayrıca,
dörtte 1'inde dozimetre yok. Anadolu'dan -bilen arkadaşlarımız
vardır meslekten- alaylı yetişenler var, kayıtlı
olmayanlar var, röntgen teknisyeni olarak çalışanlar, bunlarda
dozimetre kontrolü falan yapılmıyor.
Değerli
arkadaşlarım, yine, kurşun önlük bu mesleğin olmazsa
olmazlarındandır, yüzde 15'inde kurşun önlük yok.
Bırakın diğer teknik, daha modern ülkelerde görülen
diğer tedbirleri, klasik, olması gereken tedbirler bile
henüz tam olarak alınmış değil.
Değerli
arkadaşlarım, bizim cihazlarımıza gelince, Avrupa
Birliğindeki cihazların en yaşlısı beş
yaşında, ama, bizde, âdeta, bu alanda, Avrupa'nın çöplüğü
hâline geldik. İkinci el cihazlar Avrupa'dan getirtiliyor ve maalesef
de, kontrolün tam olarak yapılabildiği konusunda toplumun
büyük endişesi var. Bu alanda çalışanlar da yapılmadığını
iddia ediyorlar Bakanımızın tersine.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Arslan, lütfen toparlayınız.
ALİ
ARSLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sırf birilerine,
sermayeye hizmet etmek uğruna böyle bir yasa çıkardığımızda,
benim aklıma hızlı tren faciası geliyor. Türkiye'nin
altyapısı hazırlanmadan, bu konuda radyoloji laboratuvarları
gerekli teknik altyapıya kavuşturulmadan, sırf,
hızlı tren gibi
Hızlı treni getireceğiz, zorla
getireceğiz, işte, beş saatte, üç saatte İstanbul'a
gideceğiz diye uygulamaya çalıştığınız
hızlı tren kazası sonucu, biliyorsunuz, 36 yurttaşımız
hayatını kaybetmişti. Ama, bu yasa, bırakın
36 yurttaşımızı, bu alanda çalışan bütün
yurttaşlarımızın, bütün meslektaşlarımızın
hayatını risk altına atan bir uygulamadır.
Gelin
şöyle bir uygulama yapalım: Önce bu alanda hizmet gören radyoloji
muayenelerinin, hastanedeki laboratuvarların, röntgen laboratuvarlarının
teknik altyapısının geliştirilmesi konusunda
kendilerine bir zaman verelim. Önce bunu hazırlayalım,
bu konuda gerekli çalışmaları bu alanda herkes yapsın,
kontrollerini yapacak insan iş gücünü oluşturalım,
Türkiye Atom Enerjisi Kurumunu bu konuda yeterli hâle getirelim,
ondan sonra da, eğer gerçekten gerekliyse, şimdi söylediğiniz,
geçirmek istediğiniz yasayı, hep birlikte, el birliğiyle
geçirelim. Bunu yapmadan alelacele böyle bir kanunun geçirilmesi,
bence, tren faciasından daha büyük bir faciaya neden olacaktır.
Bu
insanlar bize gönderdikleri elektronik postalarda diyor ki:
"Eğer bu yasa böyle geçerse, iki elimiz bu Mecliste bu yasaya
'evet' diyen milletvekillerimizin yakasındadır, bunu
unutmayın."
Bu
duygularla, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Arslan.
Madde
üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
Ankara Milletvekili.
Sayın
Kurtulmuşoğlu, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime
başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet,
üç gündür bu yasa üzerinde konuşuyoruz. Ama, bir şey var:
"Muhalefet ne kadar konuşursa konuşsun biz dediğimizi
yaparız." Anladık, yapacaksınız da, ama, bu
sağlık. Bu hepimize lazım. Bu bir firmayı kayırmak
değil, bir iş sahibinin işine engel olmak değil, bu konu 73 milyon
insanı ilgilendiriyor.
Doğru,
doktor hatasından, elbette ki sigortalı yaparsak, diyoruz
"mağdur olanların mağduriyetini karşılamak
için sigorta sistemi getirdik
" Doğru, getirelim, iyi. Hangi
şartlarda? Doktoru hangi şartlarda çalıştırıyoruz?
Doktorun bütün çalışma şartları güzeldi de, doktor
bilerek mi hata yaptı? Yapar mı? Hayır.
Evet,
ne dedik: Avrupa Birliğine girerken, Avrupa Birliği
aşamasında, biz, bazı yasalarımızı da
ona uygulayalım. Peki, Avrupa Birliğinde çalışan
hekimlerin veya sağlık personelinin çalışma
şartlarını buraya getirebildik mi, ülkemize getirebildik
mi? Radyoloji uzmanının veya teknisyenlerinin çalışma
saatini Avrupa standartlarına uyduralım diye beş saati
yedi saate çıkaralım, yedi buçuk saate. Getir Avrupa'yı
buraya. Elbette yapalım. Buna kimse karşı çıkar
mı?
Şimdi,
"ithal doktor" dediniz, torba kadroyla birlikte. Acaba, Avrupa
Birliği ülkelerinden Türkiye'ye çalışmak için, İsveç'ten
mi doktor gelecek, Fransa'dan mı gelecek, Almanya'dan mı gelecek,
yoksa Türki devletlerinden mi gelecek? Onlar, zaten benden çok daha
gerideler hekimlikte.
Peki,
ben, o zaman öneriyorum: Yani, 3 bin tane doktor geldiğini düşün,
gelmez ya
O zaman, söylüyorum; üniversite hastanelerinden hekimleri
altmış yedi yaşında ayırmıyor muyuz, onları
yetmişe kadar çalıştıralım.
DURDU
MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Yetmiş yaşındaki adam nasıl
çalışsın?
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Devlet hastanelerinde altmış
beş yaşında emekli etmiyor muyuz, onları çağıralım.
İşte, sizin doktor eksiğinizi tamamlayayım burada
ben.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - De Bakey seksen sekiz yaşında, ameliyat
yapıyor.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Ne ithal doktora lüzum kalır,
kendi adamların, kendi profesörlerin gelir, çalışır.
Bu bir öneri. İlla hep tenkit mi edeceğimi zannediyorsunuz,
öneride bulunuyorum.
Şimdi,
hava ambulanslarını geliştirelim diyoruz, hastalara
daha erken ulaşıp ilgili yerlere gönderelim diyoruz. Onun
için de diyorum ki, devlet hastanelerinin veya üniversite hastanelerinin
-bundan sonra yapılacaklara olsun- bahçelerini, ambulans, yani
helikopter inecek şekle getirelim. Hani diyorsunuz ya muhalefet
hep tenkit ediyor; işte, yol gösteriyorum size, bunu böyle yapalım.
Bugünkü şartlarda da hastane bahçelerinde -eğer uygun ise,
değilse- onların zeminlerini hazırlayalım.
Bakınız
-bu bir duyum, doğru olduğuna ben inanmıyorum- yakında
bir helikopter kiralaması olacak, hava ambulansı. Vilayetini
siz bilirsiniz. Aşağı yukarı, iki senelik kira bir
helikopter alacak şekilde. Ben, bu ülkeme, ülkemin, kendisinin
olmasını istiyorum. Sağlık Bakanlığı,
kiralamasın lütfen, helikopteri satın alsın; iki tane
alsın, üç tane alsın, satın alsın.
Sevgili
arkadaşlarım, şimdi söylediğim, belki, bugün için
size ters gelebilir. Ama, unutmayınız ki, kimin ne zaman yolda
trafik kazası geçireceğini hiç kimse garanti edemez. Onu
oradan alıp getirmek için hava ambulansına ihtiyaç vardır.
Ama, ben diyorum ki, bunu satın alalım, kiralamayalım.
Ben bunu söylüyorum.
EYÜP
FATSA (Ordu) - Fiyatı kaç para, kirası kaç para Sayın
Kurtulmuşoğlu?
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bazı şeylere para buluyoruz
da helikopterlere öyle güzel buluruz ki
O benim insanımın
en layık olduğu bir vasıta, en lazım olduğu
bir vasıta. Bu da sadece, dediğim gibi, doktor Kurtulmuşoğlu'na
lazım değil, 73 milyon insana lazım.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Kiralamak daha ucuza geliyor.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onun sağlığı
değil, hepimizin
Hasta
olana kadar hiçbirimiz doktoru umursamayız; aman, param var, paramla
istediğim doktora giderim, dersiniz. Ama, iş öyle değil;
bir, hasta olduğunuzda, o doktora düştüğünüzde "aman doktor beni kurtar" diye
bağırıyoruz değil mi, hepimiz "aman ne olur bana
bir çare bul" diye söylüyoruz.
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Doğru
ağabey, doğru.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - O zaman, kardeşim, niye
ben bu doktorlarımı küstüreyim, niye bunların insanca
çalışabileceği imkânı vermeyelim.
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Verelim.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Neden vermeyelim. Çakılı
kadro deyip yapamadığımız işi
Şimdi, tekrar
geri döndük. Ben size "çakılı kadro yapmayın. Yapamazsınız,
yanlış yaparsınız" dedim, "özendirin"
dedim, "özendirici bir ücret skalası uygularsanız Türkiye'nin
her tarafına istediğiniz şekilde doktor bulursunuz"
dedim. Yine söylüyorum: Bu palyatif tedbirleri bırakın,
temelden sökelim, temelden bu işi halledelim.
Tekrar
söylüyorum, eğer Türkiye'de sağlığı bir rayına
oturtturamazsak, devlet politikası yapamazsak, her gelen bakan
kendine göre böyle bir şeyler uydurur. Doktorda kadroculuk
olur mu, doktorun benim, senini olur mu; bu bizdendir, bu sizdendir diye
bir doktor tayin edilir mi?
DURDU
MEHMET KASTAL (Osmaniye) - Var mı öyle bir şey?
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bir hastaya bakarken -biz yemin
ettik, biz- hiçbir hekimin, hastasının rengine, şekline,
cinsiyetine bakma olasılığı var mı? Herkese
bakmak mecburiyetinde. Eğer, bu gözle, bu gözle, biz, bakanlık
olarak, bu hekimleri çalıştırmaya başlarsak, çok
şeyi hallederiz sevgili arkadaşlarım.
Bu,
benim, otuz yedi senelik hekimlik tecrübemden söylüyorum ve hep yöneticilik
yaptım. Ama, ben, bu Sayın Bakana bire bir de söylüyorum. Yani,
"bu bizim adamımız, kadro yoksa sağlık müdürü
yapalım, müdür muavini yapalım, hastane başhekim muavinlerini
çoğaltalım." Hayır, hayır olmaz öyle şey!
Olmaz, yanlıştır! Hekim yetiştireceğiz, hekimi
iyi yetiştireceğiz, o hekimi iyi şartlarda çalıştıracağız,
o hekimlerden vazife isteyeceğiz, ama o şartlarını
temin edeceğiz.
Sayın Bakan, belki duyulur diye söylüyorum:
"Her hastaneye hasta gider" diyorsun. Hayır,
Bağ-Kur'luları hiçbir üniversite hastanesi kabul etmiyor,
SSK'yı da keyfine göre. Özel hastaneler diyor ki, "Bakarken
şu kadar fazla para alırım." Üniversite hastanesi
diyor ki, "Hocaya muayene olacaksan, 100 milyon fazla para ödeyeceksin."
Hani herkese açıktı, kapılarımız herkese
açık değil miydi? Sevgili arkadaşlarım, öyle demiyor
muyuz, açık demiyor muyuz?
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Yok öyle şey. Yok, yok
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Açık falan değil, her
taraf kapalı.
Şimdi,
bir doktora
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) -
"sen bu ilacı yazarsın,
yazamazsın" denir mi böyle bir şey bir hekime ya, bir hekime
bu denir mi? Bu hastana, hastayı
O anda karşılaştığın
hastayla sensin, başkası değil ki, Maliye Bakanı
da değil karşı karşıya olan, doktor; Maliye Bakanı
değil doktor bu, karşısına aldığı hastaya
bakacak, bu ilaç daha kısa zamanda seni iyileştirir veya
tedavine iyi gelir, dediğinde -hayır, eş değerlilik
varmış- "bunu yazacaksın
" Senede de dört defa
Maliye Bakanı diyor ki, "Sağlık Bakanı, dikkat
et, bunları bunları ödeyemem, bunları yazdırma
doktorlarına." diyor. Peki, şimdi soruyorum: Elimde
bir tümen hastane alacakları var, üniversite hastanelerinin,
özel hastanelerin alacakları var. Neden bu geri ödemeler yapılmıyor?
Her sene, her taraf güllük gülistanlıktı, her şeyi hallediyorduk!
Beş aydır ödeme yok. Devlet hastanelerinde bazen veriyorlar,
veriyorsunuz. Sebebi ne biliyor musun? Döner sermayelerini alsın
diye veriyorsunuz; ama, diğerlerinde yok Sayın Bakan, yok.
Elimde
Hacettepenin var -işte, biraz önce arkadaşlarım da
söyledi- 70 milyon alacak parası var. Bu adama
Hastanelerin parasını
ödemezsen, bu hastane nasıl hastasına yarayışlı
olacak, nasıl sarf malzemelerini alacak, nasıl hastasına
yemek yedirecek?
Yani,
şairin bir lafı var: "Dert çok, hemdert yok." diyor.
Sağlık da hakikaten öyle. Kusura bakmayın, sizi sevmem
ayrı şey, gerçekleri söylemem ayrı şey ve onu yaşıyorum.
Gelin,
bu sağlıkta bir şey yapılırken doğru dürüst
yapılsın. Sakın ola ki siyasetçi arkadaşlarım,
doktor söyledi gitti, biz kaldıralım parmağımızı
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN
- Sayın Kurtulmuşoğlu, lütfen
Teşekkür
için açıyorum.
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onun için, ben doğru bildiğimi
her zaman söyleyeceğim. Çünkü, ben -belki de burada, sizin gibi
devamlı, elli sene, yüz sene burada durmayacağım- sokakta
dolaşırken rahat dolaşmak istiyorum, vicdanen rahat
etmek istiyorum. Ben zamanında söyledim.
ASIM
AYKAN (Trabzon) - Biz elli sene burada mı kalacağız?
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - İnsanın
ömrü yetmez
MUZAFFER
R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Siz, öyle zannediyorsunuz,
buradakiler de hep böyle zannediyorlardı, ama şimdi yoklar.
Bakın, ben gerçekçi bir adamım. Siyasette hiçbir şeye
güvenilmez, -siyaseti unutmayın- siyaset, hiçbir zaman kimseye
yâr olmamıştır, ömür boyu da orada kimse siyaset yapmaz.
Asıl siyaset, burada doğruları yaptığında,
sokağa çıktığında, milletvekilliğinden
de ayrıldığında, bakanlıktan da ayrıldığında
"ben, bunları yaptım" diyebilmek, rahat yürüyebilmektir.
Hepinize
saygılar sunuyorum, hoşça kalınız. (Alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Kurtulmuşoğlu.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Mustafa Ünaldı,
Konya Milletvekili. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın
Ünaldı, buyurun.
MUSTAFA
ÜNALDI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1247 sıra sayılı Tasarı'nın 3'üncü maddesi, yeni
şekliyle 4'üncü maddesi üzerinde şahsi görüşlerimi
arz etmek, bazı meslektaş tekliflerini dile getirmek üzere
söz aldım. Önce, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında bir hususu özellikle belirtmek istiyorum. Bu kürsüden
konuşurken değerlendirmelerimizi doğru yapmamız,
yarınlara da doğru istikamet vermemiz gerekir. O kadar
çok yanlış şeyler söyleniyor ki, insan şaşırmamakta
tereddüt ediyor. Şimdi, tabii, dinleyiciler de yanıltılıyor
buradan. Biraz evvel bir madde ekledik. Madde eklenmesi, Hükûmete
karşı bir haksızlık, bakanlara karşı haksızlık
olarak telakki edildi ve böyle söylendi burada. Hâlbuki, bütün milletvekili
arkadaşlarımızın, bir kişi olarak, bir imzayla
kanun teklifi verme hakkı vardır; onu da komisyonun görüşme,
burada Meclisin kabul etme durumu vardır. Nitekim, o madde de
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Kanun tasarısı bu, kanun tasarısı!
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Kanun teklifi tabii. Bir kişi kanun teklifi
yapabilir.
NURETTİN
SÖZEN (Sivas) - Bu, kanun teklifi değil, kanun tasarısı,
bilmiyorsunuz!
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Burada madde teklifi kanun teklifinden daha
ağır bir şey mi? Onun için, milleti yanıltmamak lazım,
bu kürsüde söylenen sözleri doğru olarak telaffuz etmek lazım.
Maddeyle
ilgili olmayan bir başka hususu daha söylemek istiyorum maddenin
içinde geçtiği için. Şu kırk beş saat meselesi. Deniyor
ki, "Sağlık çalışanları kırk beş
saat haftalık mesai yaparlar." Niye diğer personel
kırk saat yapar da sağlık çalışanları
kırk beş saat yapar, bunun izahı yok, kanuna bağlanmış
çünkü. Peki, sağlık hizmeti kolay bir hizmet mi? Riski olmayan
bir hizmet mi? Hâlbuki, başka kanunlarda, aksine, ağır
ve yıpratıcı bir hizmet olarak tarif edilmektedir. Öyleyse,
bu kırk beş saat konusunu da Bakanlığımız
değerlendirmelidir, en azından, beş saatlik fazla mesainin
hakkı bu çalışanlara verilmelidir. Bunu, bir köle düzeni
anlayışından uzak tutmak gerekir diye, özellikle ifade
etmek istiyorum.
Hizmetlerdeki
gelişmeler ve Avrupa Birliğine giriş, entegrasyon çalışmaları,
bir ihtiyacı ortaya koyuyor. Bu görüştüğümüz madde
de bu ihtiyaca cevap vermek üzere düzenlenmiş, ancak -geneli
hakkında görüşmem sırasında da ısrarla söyledim-
bu maddeyle ilgili entegrasyon o kadar kolay değil. Önce, bir
teknoloji meselesi. Onun için, bence, bu maddeyi düzenlemeye ihtiyaç
var; ama, yürürlüğün acele edilmesinde sakınca var diye düşünüyorum,
yürürlük maddesinde bir düzenlemeye ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Onu da, özellikle, burada ifade etmek istiyorum.
Yani,
şunu sormak lazım: Şu anda, dozimetre, birçok hastanemizde,
çalışanların yakasında takılı, bir yerde
takılı duruyor. Peki, ne işlem görüyor? Ölçümler ne kadar
yapılabiliyor? Şimdiye kadar, Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu
kimi uyarmış, kimin dozunun aştığını
belirtmiş? Bu konularda yeterli bilgi yok. Öyleyse, bu iyonlaştırıcı
radyasyonla muhatap olan, onunla karşı karşıya kalan
görevlilerimizi, hizmetlilerimizi korumak bakımından,
biraz daha ihtiyatlı davranmak, kazanılmış haklarını
ellerinden almamak, ama bu yasalaşmayı mutlaka da yapmak
lazım, bu uyum çalışmasını mutlaka yapmak lazım.
Geçiş için, maddede geçen unsurun özelliklerinden dolayı
süreye ihtiyaç vardır diye özellikle belirtmek istiyorum.
Keşke,
imkân olsa da bu radyasyona muhatap olmadan elemanlarımız
çalışsa, kimse bu radyasyona muhatap olmasa, ama ihtiyaç
var. Nasıl savaş şartlarında tehlikeli bir
ışınsa bu, barış şartlarında da kullanıyoruz,
ama kullanılan ortamda insanımızı tehdit ediyor.
Bazen, az dozlar bile tehlikeli, zararlar verebiliyor. Bu, tıbbi
yayınlarda mevcuttur. Bunu özellikle belirtmek, talebimi, meslektaşlarımın
talebi olarak Sayın Bakana ve Komisyonumuza arz etmek istiyorum.
Atom
Enerjisinin çalışmaları çok yüklü, yani yeterli seviyede
cevap verebileceği, kısa zamanda cevap verebileceği
kanaatinde değilim. Tabii, biraz uzun süre evvel...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ünaldı, lütfen toparlayınız.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben,
biyokimyasal alanda, yani biyokimyasal hormon tahlillerinde radyoaktiviteyle
çalıştım. Uzun zaman bekledim, gelen olmadı ruhsat
vermek için. Biz çalışmaya devam ettik, ama müracaatımızı
da yaptık zamanında, gelmedi. Maalesef, Türkiye Atom Enerjisi
Komisyonunun böyle bir yavaşlığı var. Bunu bir
çırpıda düzeltmek, hemen hemen mümkün değildir diye,
onu özellikle burada hatırlatmak istiyorum. Tabii, yalnız
oraya ait değil kusur, mekânları da doğru değerlendirmek
lazım. İzbe ve bodrum yerlerde, çok kere havalandırılmayan
ortamlarda bu sistemlerin kurulduğunu hepimizi biliyoruz
ve görüyoruz. En modern binalarda bile, çok kere bu kuytu yerler, izbe
yerler tercih ediliyor, havalandırma sistemleri de işte,
günün şartlarına göre ne olabilirse onunla yapılmaya
çalışılıyor. Yalnız röntgen çekenler değil,
o ortamda çalışıp röntgenle uğraşmadığı
hâlde, ultrason çekiyor ama o ortamda bulunuyor, o çalışanlarımız
bile bu riskle karşı karşıya oluyor. Onun için, dozimetre
alanının da aslında, genişletilmesi gerekir. O
muhitte çalışan, yakın muhitte olanlara da bu dozimetrelerden
temin etmek gerekir. Bunu, her hâlde yönetmeliklerle falan ortaya
koymak gerekir diye düşünüyorum.
Özel
sağlık kuruluşlarında, şimdi hâlihazırda
uygulamalarda hiçbir şey olmadığı, koruyucu hiçbir
tedbirin olmadığı, mesai sınırlamasının
da olmadığı söyleniyor ve ben de öyle biliyorum
şahsen. Bunu da nasıl hastanelerde bir çatı genişletmesi
yapmışız, bütün sağlık sistemini birleştirmeye
çalışmışsak, özel olanları da bu maddenin içerisine
zikrederek, herkesi aynı şartlarda kontrol altına, koruma
altına almak gerekir diye düşünüyorum.
Tabii,
Sayın Bakanımız, geçenlerde burada açıklamalarda
bulundular şu kadar ruhsat verdik, şu kadar sayıda gelişmeyi
sağladık diye
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Ünaldı, lütfen
Teşekkür
için açıyorum Sayın Ünaldı.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Elbette ki, Sayın Bakanımızın
açıklamalarını kabul ediyoruz ama, ne var ki, teknik gelişmelerde
ne kadar hızlı olduğumuz, ne kadar adapte olabildiğimiz,
entegre olabildiğimiz de hepimiz tarafından biliniyor.
Çok hızlı gelişme patolojik sonuç verebilir, kanser
gibi, akromegali gibi.
Onun
için, bence, toplumun gelişme imkânlarını, gelişme
istidatlarını kontrol etmek, uygun zemin, bilimsel zemin
ve yeterli altyapı ortamında bu geçişi sağlamak
gerekir diyorum. Onun için, süre, süre, süre diyorum. En az bir
yıl yürürlük süresi, yasama değil. Yasamayı yapalım,
kanunu koyalım, ama, yürürlük süresinde, iyi gelişmelerin,
doğru gelişmelerin ortaya çıkması için bir zaman
ve zemin yoklaması yapalım diye düşünüyorum.
Dileğimiz,
bu konuda Avrupa standarlarını mümkün mertebe yakalamaktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Bir cümlem var Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Lütfen, Sayın Ünaldı, ikinci defa uzatma süresi verdim ben
size.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Teşekkürden önce bir cümle söyleyeceğim.
Bilindiği
gibi değerli arkadaşlar
BAŞKAN
- Sayın Ünaldı, lütfen teşekkür eder misiniz.
MUSTAFA
ÜNALDI (Devamla) - Tamam.
Bilindiği
gibi, Avrupa, emeklilikten sonra da kontrol altına almaktadır
çalışanlarını. Ben, bunu da hatırlatıyorum.
Sayın
Başkana müsamahasından dolayı teşekkür ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.
Şahsı
adına söz isteyen, Seyfi Terzibaşıoğlu, Muğla
Milletvekili. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Muğla) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1247 sıra sayılı
Tasarı'nın 4'üncü maddesinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum
ve her işin başı sağlık, önce sağlık diyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu maddede vurgulanmak istenen, 1937 yılında
çıkarılan 3153 sayılı Radyoloji, Radiyom ve Elektrikle
Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun'a
istinaden hazırlanıp 1939 yılında yürürlüğe
giren ve o günün teknik şartlarına göre hazırlanan,
Radyoloji, Radyom ve Elektrikle Tedavi Müesseseleri Hakkında
Nizamname ve bu kabil işlerde çalışan personel için
beş saat çalışma şartı getirilmişti.
Değerli
arkadaşlarım, günümüzde teknoloji o günden bu güne çok gelişmiş,
mesela o gün adı bile duyulmayan MR cihazı kullanılmaya
başlanmış, gene günümüzde o gün adı sanı duyulmayan,
hiç akılda olmayan ultrasonografi cihazı kullanılmaya
başlamıştır. Hekim arkadaşlarımızın
bildiği gibi, bu cihazlar radyasyon neşretmez. Tabii, birçok
arkadaşımız burada söz alırken şunu söylediler,
özellikle bir arkadaşımızın söylediği söz garibime
gitti: "Biz, muhalefet olarak, bu 1247 sıra sayılı
Tasarı'nın bütün maddelerine karşıyız."
dedi.
Değerli
arkadaşlarım, bu ülke hepimizin. Bu yüce Meclis, bu gazi
Meclis ülkenin menfaatleri için çalışıyor. Ben şunu
kabul edemiyorum: Bütün maddelerine karşı olmak son derece yanlış. Demek
ki, varsayımlarla hareket ediliyor ve buraya iyi niyetle gelinmiyor.
Ayrıca,
yine bir hekim arkadaşım dedi ki: "Performansa dayalı
puanını artırmaya yönelik, doktor ve teknisyen arkadaşlar
gereksiz yere tetkik istiyorlar." Değerli arkadaşlarım,
hiçbir hekim, hiçbir Türk hekimi gereksiz yere tetkik istemez. Ben
buna inanmıyorum. Bunu da buradan düzeltmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Ünaldı hocamızın tereddütlerine
kısmen katılıyorum. Evet, radyasyon çok önemli. Bu maddenin
uygulama aşamasına gelinmeden önce bir yürürlük maddesi
ilave edilerek, Türkiye'deki şartların ve dozimetrelerin
iyi çalışır duruma getirilmesinde çok önemli yarar
var.
Yalnız,
değerli arkadaşlarım, beş saat içinde, bir radyoloji
uzmanının veya bir teknisyenin birçok röntgen çekerek,
röntgen odasına girerek ışın alması mı
önemli, yoksa yedi saat içinde belirli sayıda röntgen çekmesi
ve belirli ışın alması mı önemli? Bence, dozimetreye
dönmek son derece yerinde, hem hekim için hem teknisyen için son derece
yararlıdır.
Değerli
arkadaşlarım, yine, iki arkadaşım burada söz alarak
dediler ki, "Türkiye'de hekim açığının olduğuna
biz inanmıyoruz." Hatta bir arkadaşımız elinde
bilgilendirme kartonuyla çıkarak -bunu, işte, çarpmış,
bölmüş- şu kadar hasta düşüyor, bunlar, hastalar böyle
değerlendirilirse şu şekilde muayene edilirlerse
doktor başına şu kadar hasta düşer, dolayısıyla
Türkiye'nin hekim açığı yoktur denildi.
Değerli
arkadaşlarım, herhâlde, bu arkadaşlarım yörelerinde
dolaşmıyorlar, vatandaşı dinlemiyorlar, Anadolu'dan
ses dinlemiyorlar. Ben, gittiğim her yerde şunu görüyorum:
Benden doktor istiyorlar, benden ebe istiyorlar.
Şimdi,
mecburi hizmeti kaldıralım, yabancı doktor getirmeyelim,
üniversitelerdeki kadroları artırmayalım. Peki, değerli
arkadaşlarım, böyle olunca, ülkenin doktor açığını
nasıl kapatacağız acaba?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Terzibaşıoğlu, lütfen toparlayınız.
Buyurun.
ORHAN
SEYFİ TERZİBAŞIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlarım, bu konulara hep birlikte, iyi niyetle, muhalefetiyle
iktidarıyla yapıcı olarak eğilmek mecburiyetindeyiz,
çünkü, halkımızın sağlığı çok önemli.
Ayrıca, bugüne kadar, dört yılı geçtiğimiz iktidarımız
döneminde, hakikaten, iktidarımız ve Sağlık Bakanlığımız
Türkiye'de çok iyi işler yaptı, bunların da devam edeceğine
inanıyorum.
Hepinizi,
tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Terzibaşıoğlu.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Soru
sorma süresi beş dakikadır.
Sayın
Işık, buyurun.
AHMET
IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakandan şu hususu öğrenmek istiyorum: Sayın Bakanım,
radyasyona maruz radyolog harici branşlarda çalışan
hekimler, örneğin, anjiyografi yapan kardiyologlar için herhangi
bir düzenleme söz konusu mudur? Ayrıca, düzenlemenin performans
ve verimliliğe etkisini yorumlar mısınız.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Sayın
Ekmekcioğlu
HÜSEYİN
EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın
Bakana iki sorum var: Kamu sağlık harcamalarının
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2006 yılı itibarıyla
yüzde kaçtır? Buna göre, Avrupa ve OECD ülkeleri arasında
kaçıncı sıradayız?
İkinci
sorum: Hastanelerde yoğun hasta yüküyle karşı karşıya
olan çalışanlar arasında hemşireler de yer almaktadır.
Hemşirelerimiz haftada yaklaşık yetmiş saat hizmet
vermektedirler. Hemşirelerimizin görev yükünü azaltmak için
yeni personel almayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Ekmekcioğlu.
Sayın
Kaya
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biraz
önce sorduğum soruya Sayın Bakan tam net cevap vermediği
için tekrar bazı kısımları sormak istiyorum. Denetim,
soru, soru önergesi olunca, Sayın Bakan ve Kabinedeki diğer
sayın bakanlar hemen sinirleniyorlar. Hâlbuki, milletvekillerinin
denetim görevi de vardır, onu yerine getirmeye çalışıyoruz.
Bakanlığınızda
yaptırdığınız disiplin soruşturması
sonucu, Bakanlığınızda çalışan memurlar
o soruşturmadan beraat etmişlerdir. Hâlbuki, aleyhinde dava
devam eden şirketin yetkilileri konusunda o Disiplin Kurulu
bir karar vermemiştir. O davada taraf olma yetkisinin Sağlık
Bakanlığında olduğu konusunda, iddia ediyorum,
müdahale dilekçesi vermeme nedeniniz nedir, muhtemel zarar için
verilmesi gerekirken? Yani, bir zararın kesinleşmesi gerekmiyor,
muhtemel zarar. Verilirse ne kadar ve talimatınız var
mı diye özellikle soruyorum, verilmeme konusunda.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Sayın
Neşşar
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın
Bakanın hekim ve üniversitelere karşı bir husumeti
var, bunu gayet iyi biliyoruz. Bu bıçak parasını da,
yıllardır Sayın Bakan hekimlere karşı bir silah
olarak kullanmaktadır, yani, hekimlere karşı bir
bıçak olarak kullanmaktadır. Şimdi, biz, bıçak parası
deyince, kişinin sağlık hizmeti almak için ödemek zorunda
olduğu paradan bahsediyoruz. Şimdi, vatandaş soruyor,
ben de soruyorum, diyorum ki: Eskiden doktora ödüyorlardı,
şimdi özel sağlık kuruluşlarına ödüyorlar. Eskiden
doktora ödedikleri zaman Türkiye'de kalıyordu, şimdi çok
uluslu büyük sermayeye gidiyor. Sayın Bakan, ne değişti
bıçak parasında, bana bir anlatabilir misiniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Sayın
Baloğlu
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan teşekkür
ediyorum.
Ben,
Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Sivil toplum örgütleri
demokrasilerde çok önemli yer tutuyorlar. Türk tabiplerinin merkez
örgütü var, Türk Tabipler Birliği ve tabip odaları var. Bu
yasayla ilgili çok yoğun eleştiriler geliyor bize, milletvekillerine.
Ben, Sayın Bakanın bunları hiç dikkate almadığını
görüyorum. Hangi gerekçeyle dikkate almıyorsunuz Sayın
Bakan bu itirazları?
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Baloğlu.
Başka
soru yok.
Sayın
Bakan, buyurun.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın
Işık'ın sorusuna cevaben şunu ifade edeyim: Radyasyonla
doğrudan maruziyet hâlinde
radyoloji uzmanı veya radyoloji teknisyeni olmasa da, kişiler
aynı haklara sahip oluyorlar. Mesela, bir kardiyolog anjiyografi
yapıyorsa aynı haklara sahip.
Yeri
gelmişken burada bir kere daha ifade etmek isterim ki, değerli
arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bizim için insanımızın
sağlığı çok önemli olduğu gibi, kuşkusuz,
yine insanımızın içinde insanımıza hizmet
veren sağlık çalışanlarının da sağlığı
çok önemlidir.
Şimdi,
Türkiye Atom Enerjisi Kurumundan aldığım bilgileri
bir kere daha söylüyorum: 3.434 kişi üzerinde, kayıtlara
şu ana kadar geçilmiş olan 3.434 kişi -2006 için konuşuyorum-
üzerindeki çalışmanın sonucu şöyle: 9 kişi
yıllık 20 milisivert -telaffuzu zor bir ifade- limiti
aşmış olan 9 kişi var ve aslında, beş yıllık
limite bakmak lazım. Yani, beş yılda 100'ü aşmadıkça
bunlar bugünkü mevcut bilimsel kaidelere ve Avrupa Birliği
normlarına göre tehlikeli sınırlar değil.
Şundan
herkes emin olmalıdır: Sağlık çalışanlarımızın,
radyasyonla ilgilenen sağlık çalışanlarımızın
sağlığını, kanunun bu maddesi yapıldıktan
sonra da büyük bir özenle korumaya devam edeceğiz, eskiden olduğundan
çok daha büyük bir özenle korumaya devam edeceğiz. Çünkü, burada
önemli olan, kişinin aldığı dozdur. O doz limitlerini
aşmaması hususunda, bir kişinin, gerekli tedbirleri
alırsanız herhangi bir problem olmayacaktır.
Sayın
Ekmekcioğlu, kamu sağlık harcamalarının gayrisafi
yurt içi hasıla içindeki oranını bana sordular. Bir de,
hemşirelerin görev yoğunluğuyla ilgili bir soru sordular.
Doğru, hemşirelerimizin iş yerlerindeki iş yoğunlukları
çok fazla, nöbetleri de fazla. Şöyle bir şey oldu geçtiğimiz
dört yıl içerisinde: Bizden önceki dört yılda sağlık
çalışanı olarak istihdam edilen yeni personel sayısı
39 bin kişidir. Dönemimizde bu sayı 61 bin kişi oldu.
İçinde bulunduğumuz yıl, 2007'de de çok önemli miktarda
sağlık çalışanı istihdam edeceğiz.
Yalnız,
Sayın Ekmekcioğlu, şöyle bir sorunumuz var, hemşire
açısından da ebe açısından da: Artık, bu personeli
de, hekimler gibi, istihdam edecek sayıda bulmakta büyük zorluk
çekiyoruz. Bakınız, Doğu ve Güneydoğu'da, Orta
Anadolu'da ebe gerektiren, kırsalda ebe gerektiren birçok ilimizde
ihtiyacımız olan ebe sayısına ulaşamıyoruz,
kadro açtığımız hâlde. Dolayısıyla, Türkiye'de
bu sağlık çalışanı, sağlık personeli
istihdamı için gerekli sayılara mutlaka ulaşmak zorundayız.
Bu hususta da en büyük görev yine YÖK'e düşmektedir, çünkü bu
sağlık çalışanlarını onlar yetiştirecekler.
Yani, bir anayasal görev ve anayasal sorumluluk olarak bu YÖK'ün üzerindedir.
Gayrisafi
yurt içi hasıla içinde kamu sağlık harcamalarıyla
ilgili 2006 rakamlarını size yazılı olarak verelim.
Arkadaşlarım şimdi veremediler bana.
Sayın
Kaya, sorulara sinirlendiğimi ifade ettiler. Değerli
Milletvekilim, sinirlenmiyorum, hiç sinirlenmiyorum hem de. En tabii
hakkıdır yüce Meclisin bu soruları sormak. Biz de size
elimizden geldiği kadar cevap vereceğiz.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Doğru.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Şöyle bir şey söyleyeyim:
Bu bahsettiğimiz dava, ilaçla ilgili davada, yeni Ceza Muhakemesi
Kanunu'na göre, ceza davalarında şahsi hak ileri sürülemiyor,
yani ceza davasıyla ilgili olarak biz zaten müdahil olamıyoruz.
Ancak, bu müspet suçlardan dolayı kamu zararının tespit
ve tazmini yapılıyor ve bununla ilgili olarak da gerekli
kurumlar, Çalışma Bakanlığımız, Maliye
Bakanlığımız geri ödeme kurumları olarak meseleyi
takip ediyorlar, biz de onlara gerekli bilgileri iletiyoruz.
MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Şahsi davayı kaldıran da sizin Hükûmetiniz
Sayın Bakan.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Ayrıca, hazine avukatlarımız
da bu davaları takip ediyorlar.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Takip etmiyorlar.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Nitekim, bu firmalardan 1,8 milyon
euroluk bir ödeme de bu tebligatlarla, mahkeme sonuçları da
beklenmeden, şu ana kadar tahsil edilmiş durumdadır.
Çok
net olarak sorunuza cevap veriyorum: "Bu işleri takip etmeyin"
diye bir talimatım olmadığı gibi, takip edilmesi
hususunda da arkadaşlarıma gerekli hassasiyetle talimatları
vermiş durumdayım.
YILMAZ
KAYA (İzmir) - Merak ettiğim konu bu idi, teşekkür ederim.
BAŞKAN
- Sayın Bakan, süre tamamlanmıştır.
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Neşşar, hekim
ve üniversitelere husumet içinde olduğumdan bahsettiniz,
"bunu biliyoruz" dediniz. Size bir kere daha bu sözü de iade
ediyorum, bu "husumet" kelimesini. Benim için, hekimler,
kutsal insanlardır. Bu hekimlerimizi yetiştiren üniversitelerimiz
de bu ülkenin en güzide kurumlarıdır. Onun için, bu "husumet"
kelimesini, ben, şahsınıza iade ediyorum.
Bıçak
parası konusuna gelince, hangi çok uluslu şirketlere gidiyormuş?
Türkiye'de çok uluslu şirketlere ait özel hastaneler mi varmış;
bunu çok merak ettim. Sizin ezberlediğiniz bazı cümleler
var
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - Hayal görüyor, hayal!
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - O cümleler gerçekleri yansıtmıyor.
Ben, size şunu söyleyeyim: Şu anda, Türkiye'de kamunun, kamu
geri ödeme kurumlarının aldığı hizmetin yüzde
90'ını Sağlık Bakanlığı hastaneleri
vermektedir. Dolayısıyla, burada özel sektörün payı
hâlâ çok küçük. Önemli olan, vatandaşımızın dün cebinden
muayenehanelere veya başka adreslere vermek zorunda kaldığı
parayı bugün vermemesidir. Bunu büyük ölçüde gerçekleştirdik.
"Bunu sıfıra indirdiniz mi?" derseniz, hayır,
henüz sıfıra indirdik diyemeyiz, ama, çalışmalarımıza
bu yönde, vatandaşımızı rahatlatıcı yönde
devam edeceğiz.
Teşekkür
ediyorum Değerli Başkan.
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde
üzerinde bir adet önerge vardır, okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 1247 sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 4. maddesinin tasarı metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Haluk
Koç İsmail
Değerli Nurettin
Sözen
Samsun Ankara Sivas
Ali
Arslan Sami
Tandoğdu Mustafa
Özyurt
Muğla Ordu Bursa
Mehmet
Neşşar
Denizli
BAŞKAN
- Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK,
AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU
BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN
- Hükûmet katılıyor mu?
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz Değerli
Başkanım.
BAŞKAN
- Önergenin gerekçesini açıklamak üzere Mehmet Neşşar,
Denizli Milletvekili.
Sayın
Neşşar, buyurun.
Sayın
Neşşar, bugün çok heyecanlısınız.
Buyurun.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkürler Sayın
Başkan, size de heyecanınızı iade ediyorum.
Sayın
Bakanla biz, sürekli, karşılıklı, birbirimize husumetler
iade edip duruyoruz. Bu güzel bir diyalog yarattı, hoşuma
gidiyor.
Şimdi,
hakikaten sinirleniyor Sayın Bakan. Doğru söylemiyorsunuz
diyorum, kızıyor.
Şimdi,
Türkiye'de çok uluslu sermayeye nasıl gidiyor? Bir şeyi ezberlemedik
Sayın Bakan, okuyoruz. Sağlık harcamalarının
yüzde 60'ı ilaca gidiyor ve bu ilaca giden paranın da yüzde
60'ından fazlası, her yıl da artarak, çok uluslu büyük
ilaç firmalarına gidiyor. Şimdi, bu açık seçik
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - Bıçak parasıyla ne ilgisi
var?
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Ben sağlık harcamalarından
bahsediyorum.
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - "Bıçak parası" dediniz.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Sağlık harcamalarından
bahsediyorum.
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - İnsaf yani.
BAŞKAN
- Sayın Akbulut, lütfen
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, buradan şuraya
geçeceğim. Şimdi, yine, bir başka konu var. Demin Sayın
Bakan sosyalizasyonla aile hekimliğinden bahsederken
"Aile hekimliğinin farkı, sosyalizasyondan farkı,
hasta seçme özgürlüğüdür." dedi. Yani, Sayın Bakan, bu
da doğru değil, başka bir kelime kullanacağım
yine sinirleneceksiniz.
Şimdi,
dediniz ki ilk sene, biz, birtakım insanlara diyeceğiz ki,
siz gidin kendinize 2 bin tane hasta bağlayın, ondan sonra
onlara karşılık biz size para ödeyelim falan
Arkasından,
şimdi, gidiyorsunuz, sosyalizasyonu eleştirdiğiniz
yerlerde, pilot proje yaptığınız yerlerde, gidiyorsunuz
nüfusu bölüyorsunuz, orada, biraz önce geçirdiğiniz kanunla,
zorunlu hizmetle doktorlara "aile hekimi olacaksın"
diye dayatıyorsunuz, olmayanları oradan oraya sürüyorsunuz,
ondan sonra bu doktorlara diyorsunuz ki, sana şurayı bağladım,
sana burayı bağladım. Allah aşkına, bunun neresinde
doktor seçme özgürlüğü var? Yani, birbirimizi kandırmayalım.
Garip bir sunuş içerisinde Türk sağlık sistemini
baştan aşağı değiştiriyorsunuz.
Ha,
hep bir şeyler ezberlemişsiniz falan dediniz. Sizin
alışık olduğunuz, bizim, yani, tabip odası
ağzıyla ya da diğer sendikaların ağzıyla
değil de, sizin sevdiğiniz taraftan, yani, sanayi odalarının,
TÜSİAD'ın ağzıyla söyleyeyim, Denizli Sanayi Odası
Başkanının 5 Ekimde milletvekillerine yolladığı
mektup, aile hekimliği pilot uygulaması ile ilgili.
"Sorunların derinlemesine incelenmediği anlaşılmaktadır.
Külfet yükleyerek sanayicilerin masraflarını artırdığı
ortaya çıkmıştır. Alıştığımız
acele düzenleme alışkanlığının devam ettiğini
burada da gözlemliyoruz. Sorunlar görüldükçe düzenlemeler yapılır
mantığının burada da mevcut olduğunu ve ancak,
sosyal düzen olduğunu görüyoruz. Pilot uygulamaya alınacak
olan Denizli ve diğer dokuz ilin bu konuda, ne yazık ki, deneme
tahtası olacağını ve bu illerdeki kurum ve çalışanların
hayli sıkıntılı günler yaşayacağını
tahmin edebiliyoruz."
Şimdi,
sanayicisi şikâyetçi, doktoru şikâyetçi, halkı
şikâyetçi, bir tek bu sırada oturan arkadaşlarımız
bu işten çok memnun ve biz bunu söylediğimiz zaman
Yani, kusura
bakmayın Sayın Bakan, siz Türkiye'nin koşullarını
bilmiyorsunuz. Dünya Bankasından gelip -isterseniz onları
da getireyim, aralıkta sizin önünüze koydukları, odamda
var- "bunları yapacaksınız" diyorlar. Siz de
yapmazsanız, üç ay sonra geliyorlar "niye yapmadın bunları,
düzelt" diye geri gidiyorlar, tıpkı IMF'nin yaptığı
gibi. Bunu dediğimiz zaman kızıyorsunuz. Buraya gelip
ondan sonra bana bir sürü laf söylüyorsunuz, ama maalesef dediklerimiz
doğru. Türkiye, sizin bildiğiniz Türkiye değil. Türkiye,
Amerika'dan da yönetilemez. Türkiye'de aile hekimliği uygulamaları
da doğru değildir.
Şu
bıçak parasına da geri döneyim. Türkiye'de bıçak parası
bir miktar azalmış olabilir, ama sistemin içerisinden birtakım
kişilerin rant sağlaması sistemi, ki, biz buna bıçak
parası diyoruz, illaki muayenehanede doktora verilen para
değildir. Sizin sisteminize göre, muayenehanesini kapatmış,
güya kapatmış, hastanede döner sermayeden geçimini
sağladığı varsayılan insanların birtakım
özel kuruluşlarla yaptığı anlaşmalar devam
etmektedir. Kaçak yürütülen muayenehaneler devam etmektedir.
Ha, bir miktar yol almış olmanıza ben hiç itiraz etmiyorum,
ama bıçak parasını, hekimlerin üzerine, sadece ve sadece
hekimleri kötülemek için kullanılan bir aracı hâline getirirseniz,
o zaman ben de çıkar buradan derim ki, siz hekimlere karşı
husumet içindesiniz. Her iki lafınızdan bir tanesi, üniversitedeki
verimliliğin ne kadar düşük olduğu olursa, iki lafınızdan
bir tanesi üniversitedeki kaynakların kısılması
olursa, olduğunu inkâr ede ede olursa, o zaman ben size üniversitelerle
husumet içindesiniz derim.
Siz
çıkıp, istediğiniz zaman YÖK'ün arkasına
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Sayın Neşşar lütfen
Buyurun.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Heyecanımı hoşgörün,
kusura bakmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN
- Buyurun.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Şimdi, istediğiniz zaman
YÖK'ün arkasına sığınıyorsunuz, diyorsunuz
ki: "Biz, işte, bu şef olarak atayacağımız
insanların, YÖK tarafından üniversite doçenti, profesörü
unvanı olmuş olanlarının bu unvanlarına bakarak
seçiyoruz." Arkasından niye Danıştayın, Anayasanın
kararları varken, jürilerin oluşturulmasını da
YÖK'e bırakmıyorsunuz da birtakım dolambaçlı yollarla,
Anayasa Mahkemesinin vereceği karara kadar geçen süreye oynayarak,
şu kadar şef atamak için, YÖK'ü baypas etmek için kullanıyorsunuz?
Sayın
Bakan, samimiyetsizliğiniz -kusura bakmayın, buna da
kızacaksınız- maalesef görülüyor. Gelin, barış,
uzlaşma sağlayalım. Bitirelim husumetlerin hepsini.
Gelin, bilim ne diyorsa onu yapalım. Gelin, mahkemeler ne diyorsa
onu yapalım. Gelin, ne Yüksek Öğretim Kurulunu -Kurumu değildir, onu da düzelteyim-
ne Türk Tabipler Birliğini ne sağlık çalışanlarını
dışlamayalım. Hep beraber, bir araya gelerek
Çünkü,
bir araya gelmeden, hekimlerin desteğini almadan hiçbir
şeyi çözemezsiniz. Eğer, hekimlerin desteğini bu aile
hekimliği projesinde almış olsaydınız,
şimdi çoktan çözülmüştü bu proje. Onun için, gelin, bir kere
daha barış teklif ediyorum, uzlaşma teklif ediyorum.
Gelin canlar bir olalım, bilimin dediğini yapalım, hukukun
dediğini yapalım.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - Kimin adına teklif ediyorsun?
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı
Geç
mi kaldım?
BAŞKAN
- Geçti Sayın Neşşar. Bunca heyecanınız yetmedi.
Kabul
etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Karar yeter sayısı
(AK
Parti sıralarından "geç kaldın" sesleri.) Bu
sefer geç kalmadım Sayın Başkan. Bu sefer geç kalmadım.
BAŞKAN
- Geç kaldınız Sayın Neşşar.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Hayır, bu sefer geç kalmadım.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Geç kalmadı.
BAŞKAN
- Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
19.17
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.22
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Harun TÜFEKCİ
(Konya)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
60'ıncı Birleşimi'nin Beşinci Oturumu'nu açıyorum.
1247
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon
ve Hükûmet yerinde.
5'inci
maddeyi okutuyorum:
MADDE
5- 2368 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE
4- 1 inci madde kapsamına giren personelden, özel kanunlarına
göre meslek ve sanatlarını serbest olarak icra etme hak ve
yetkisine sahip olanlar istedikleri takdirde 1 inci maddede öngörülen
tazminat hakkından yararlanmamak şartı ile mesai saatleri
dışında serbest olarak çalışabilirler. Bunlara
iş güçlüğü, iş riski ve teminindeki güçlük zamları
veya bu mahiyetteki zamlar ödenmez. Ancak, il sağlık müdürlüğü
ve başhekimlik görevini yürütenler serbest olarak çalışamazlar.
Askerî sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan
başhekimler serbest çalışma yasağına tâbi değildir."
BAŞKAN
- Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen,
Mehmet Neşşar, Denizli Milletvekili
Sayın
Neşşar, buyurun.
Süreniz
on dakikadır.
CHP
GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Şimdi,
bu madde üzerinde konuşurken, yine deminki kaldığımız
yerden kısmen devam ediyor olacağız. Ama, hekimlerin döner
sermayelerini aldıklarını, giderek muayenehane sayısının
azaldığını Sayın Bakan sıklıkla dile
getiriyor. Kendisine bir soru önergesi yöneltmiştim, 7/17791
sırayla. Orada, demin kısmen bahsettiğim kurumlarda
çalışan kişilerin, hekimlerin, yönetici statüsünde
çalışan kişilerin özel sağlık kuruluşlarıyla
olan ilişkilerini sormuştum. Sayı nedir, hiç bu konuyu
araştırma gereğini duydunuz mu, demiştim. Aldığım
cevap Sayın Bakanın her zaman söylediği doğrultuda;
biz şu tarihte şunu yaptığımızdan itibaren
insanlar muayenehanelerini kapattılar, eskiden hekimlerimizin
yüzde 11'i tam zamanlı çalışmakta iken, şimdi yüzde
56'sı tam zamanlı çalışmaktadır, diye. Şimdi,
tabii, bu böyle olabilir, ama, bilinen gerçekler var ki, bu da bize değişik
kanallardan intikal etmektedir. Kamu ile özel sağlık kuruluşları
arasındaki bağlantı, ki, bunu da Sayın Bakan inkâr
etmeyecektir, zannetmiyorum, öteden beri var, bu tomografi cihazlarıyla
birlikte başladı, şimdi birçok başka cihazla birlikte
devam ediyor. Kamuda çalışan hekimlerle bu hekimlerin ortak
oldukları bazı sağlık kuruluşları arasındaki
ilişkiler, hasta trafiği -bu da bir çeşit bıçak parası
doğal olarak, benim anlayışıma göre- devam etmektedir
ve bu giderek artmıştır.
Şimdi,
dün bir rakam verdim, ülkede 308 tane özel sağlık kuruluşu
var ve bunlar sağlık harcamalarının yüzde
60'ını götürüyorlar diye ya da yüzde 50'sini ya da yüzde
40'ını diyelim, fark etmez. Yani, neticede, verdikleri hizmete
oranla 10 misli para tüketiyorlar asgarisinden. Şimdi, bu arada
bir paslaşma var, bir iletişim var ve vatandaşın cebindeki
parayı çok uluslu şirketlere aktaran yol da bu, aynı zamanda
bir kısmını da aracı olan hekimlerin cebine aktaran
yol da bu.
Dolayısıyla,
hem deminki konuşmayı, biraz heyecanlandığım
konuşmayı biraz daha toparlayarak hem de bu maddeyle
bağlantılayarak devam edersek, Türkiye'de sağlık
sektörü üzerinden haksız kazanç sağlanması ve bunun
sağlık sektöründe görev yapan hekimlerin de cebine gitmesi
uygulaması süreci bu Hükûmet, bu iktidar zamanında değişmemiştir,
sağlık harcamalarıyla birlikte, aksine artmıştır.
O hâlde, bu mekanizmayı ortadan kaldıracak bir yaklaşıma,
bir çözüme ihtiyaç vardır. Şimdi, biraz önce "barış
sağlayalım" dedik, ondan sonra, arada Sayın Bakanla,
Sayın Komisyon Başkanıyla da birbirimize iltifatlar
ettik, o çizgide biraz daha yumuşak bir havayla götürürsek
Aslında,
birtakım şeylerin değiştirilme arzusu içerisinde
olunduğunu hissediyorum, bu konuda bir itirazım yok; ama,
bu arzunun yeterli olduğuna, bu arzunun olmasıyla sistemin
çözülebileceğine inanmıyorum. Gerçekten, biraz önce bir
arkadaşımız yine çıktı "sosyal demokratlık
bize kalacak" falan gibi laflar etti. Gerçekten "insan
için", "halk için", "halkla beraber" gibi kelimeleri
kullanabilmek için, bunu hissetmek, bunu yaşamak lazım ve
birlikte olmak lazım.
Şimdi,
Sayın Bakanın işbaşına geldiği günden beri,
bir, YÖK'le -o genel anlamda AKP'nin çizgisidir- Yükseköğretimle;
iki, üniversitelerle; üç, Türk Tabipleri Birliği sağlık
emekçileriyle giderek tırmanan, bir türlü uzlaşma noktasına
getirilemeyen bir ilişkisi var. Şimdi, Sayın Bakan,
bir konuda devrim yapabilmeniz için, çözüm bulabilmeniz için insanları
yanınıza almanız gerekir. Dün ya da evvelki gün bir
başka arkadaşımız da çok güzel dile getirdi, Mustafa
Kemal, devrimi, vatandaşla, halkla birlikte yapmıştır.
Dünyada sistemleri değiştiren, ülkelerin yönlerini değiştiren
olayların tümü, vatandaşları, bireyleri yanınıza
alabilirseniz sağlanabilmiştir. Onları birtakım
dogmalarla ikna edebilirsiniz bir süre, birtakım korkularla
onları bir arada tutmaya çalışabilirsiniz, birtakım
şekil şartlarıyla insanları bir takım hâline
getirmeye çalışabilirsiniz, ama, sonuç alabilmek için, o
insanların yüreklerini ve katılımlarını
sağlamak zorundasınız. Türkiye'de sağlık sistemini
çözemediniz, çözemeyeceksiniz, ama, her kim çözecekse -ki, biz olacağımızı
umut ediyoruz önümüzdeki seçimden sonra- mutlaka ve mutlaka
(AK
Parti sıralarından gülüşmeler)
Gülmeyin
Bakın, en azından sizin bu "Eczacıları, doktorları
biraz daha eğitelim de doktor yapalım." önerinizden daha
mantıklı bir şey söylüyorum.
AHMET
YAŞAR (Aksaray) - On beş gün değil yalnız.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - En az ondan biraz daha mantıklı
bir şey söylüyorum. Eczacı olduğunuzu biliyorum.
BAŞKAN
- Sayın Neşşar, lütfen karşılıklı konuşmayın.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - En azından şunu biliyorum
ki doktor olarak, biraz daha eğitilirsem benden bir eczacı
yaratamazsınız. Ben tıp profesörü olmuşsam, belki
biraz da fazla okumuş sayılırım ama, biraz daha beni
eğitirseniz ben eczacı olamam; biraz daha eğitirseniz,
örneğin, veteriner olamam, diş hekimi de olamam, yeni
baştan başlamam gerekir. Onun için, en azından benim fantezilerim
diyeyim, benim beklentilerim sizinkinden çok daha gerçekçi. Onun
için, umut ediyorum ki, önümüzdeki seçimden sonra biz olacağız.
Çıkış
yolu, sağlık çalışanlarını ve sağlık
emekçilerini ve hekimleri başta olmak üzere yanınıza
alabilmektir, akademisyenleri yanınıza alabilmektir.
Sizin
şikâyet ettiğiniz birçok şeyden ben de şikâyet ediyorum
Sayın Bakan. Hastanelerden ben de şikâyet ediyorum. Çok
şükür, bir hekim olarak
Demin, doktorluğu bırakıp
milletvekili olmamı önerdi Sayın Bakan. Kendisine saygı
duyuyorum, teşekkür ediyorum. Ama, milletvekili olabilmeye
dönüşmekteki benim en büyük avantajım, yirmi küsur sene
hizmet verdiğim bölgedeki hastalarımın bana sahip
çıkması, destek olmasıydı. Çünkü, ben onları
hiçbir zaman üzmemiştim, hiçbir zaman incitmemiştim. Onlar
da beni yücelttiler, bugün bu kürsüye getirdiler.
İnsanları
yanınıza alabiliyorsanız Sayın Bakan, o zaman sonuç
alırsınız. Doktorları yanınıza alamadığınız
sürece, sağlık emekçilerini yanınıza alamadığınız
sürece bu mücadeleyi kazanmanız mümkün değildir. Hiç kimse,
hiçbir örgüt, hiçbir grup mükemmel değildir. Akademik dünyadaki
insanların da birçok defektleri vardır, YÖK'ün de birçok defekti
var. YÖK'le ilgili bizim de çok büyük sıkıntılarımız
olduğunu defalarca dile getirmişizdir. Bir kere de Meclis
kürsüsünden söylemiş olayım, ben de asaleti verilmediği
için üniversiteden ayrılmış bir YÖK'zedeyim. Ama, bu,
bir kötüyü yeni bir kötüyle değiştirmek anlamına gelmez.
O kötüyü geliştirmek, iyiye getirmek, iyiye götürmek lazım.
Onu yapmak için de üniversitedeki akademisyenlerin, onların,
birikimlerine, tecrübelerine, bilgilerine ihtiyacımız
var, doktorların bilgilerine ihtiyacımız var.
Eğer Türk Tabipleri Birliğinin bazı uygulamalarından
hoşnut değilsek, onlarla inatlaşmak yerine, belki, onlarla
birlikte olarak karşılıklı birbirimizi dönüştürmek
söz konusu olabilirdi. Bunun olabilmesi için de insanın sadece
ve yalnız sağlık sistemini düşünüyor olması
gerekir. O zaman da ben size diyeceğim ki, sadece politikacı,
sadece bir AKP bakanı olarak değil, biraz da bu kimliklerinizden
arınarak, o konuma ve o imkânları eline geçirmiş bir doktor,
bir sağlıkçı gibi düşünseydiniz bunları çözebilirdiniz;
ama, maalesef, bazı konulardaki aşamadığınız
-bana göre- ön yargılarınız, bazı, geçmişten
gelen kırgınlıklarınız diyelim -en yumuşak
ifadesiyle- yüzünden bu sistemi dönüştürebilme şansını
-bunu sadece size söylemiyorum, bütün AKP'ye söylüyorum- maalesef
yitirmiş görünüyoruz.
Bir
şey daha var, onu da vurgulamam lazım: Hep, zaman zaman
eleştiriyorum ben burada, AKP sözcülerinin, bu postmodern, ultraliberal,
işte, bu devirler geçti söylemlerini. Ben sizlerden biraz daha
dünyaya dikkatle bakmanızı rica edeceğim. Dünyadaki
bu ultraliberal, postmodern dönem yavaş yavaş dünyayı
yok etmeye başlamıştır. Dünya buna kendine göre
tepkiler vermeye başlamıştır. Güney Amerika'dan
başlayan bir başka dalga var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Neşşar, lütfen
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Belki
Güney Amerika'daki son sosyalist değişimin arayışı
bir çıkış değildir; ama, bir arayıştır.
En azından Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki
bu vahşi kapitalizmin dünyayı mutlu etmediği, yavaş
yavaş görülmektedir, en azından bunu göstermesi bakımından
önemlidir. Dolayısıyla, gerçekten, artık iktidar olmak
istiyorsak, bir, vatandaşı yanımıza almak zorundayız,
vatandaşla birlikte olmak zorundayız; iki, rekabet edemeyenlerin
de düşünüldüğü bir sistem peşinde gitmek zorundayız.
Sağlık da bunun en başında gelen örneklerinden bir
tanesidir. Sağlık piyasalandırılamaz Sayın
Bakan. Fırsat olursa, ilk fırsatta size, neden sağlığın
sigortalanamayacağı konusundaki görüşlerimi de
aktaracağım.
Yüce
heyeti saygılarla selamlıyorum beni dinledikleri için.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Neşşar.
Madde
üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim
Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun
Sayın Özdoğan.
ANAVATAN
PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
1247 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 5'inci
maddesinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, sağlık sistemimizin, hakikaten
çok büyük sorunları var. Bu sorunlar öyle bir noktaya gelmiş
ki
Geçen hafta, çok değerli bir meslektaşım, Aksaray
Milletvekilimiz Sayın Ahmet Yaşar, eczacılardan doktor
yapmak istiyor. Ben de bir eczacı olarak bazı hissiyatlarımı
burada aktarmak istiyorum. Sayın Profesör Neşşar'ın
fikirlerine tamamen katılıyorum, aynı çerçevede
birkaç söz söyleyecektim.
AHMET
YAŞAR (Aksaray) - Olmaz mı diyorsun?
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu, Sayın Ahmet Yaşar'ın eczacıları
doktor yapma hadisesi, hakikaten eczacılara hakaretten
başka bir şey değildir. Sayın Ahmet Yaşar, eczacılık
fakültesinde neler okuduğunuzu ne çabuk unuttunuz. Eczacıdan
doktor olamayacağı gibi doktordan da eczacı asla ve
katiyetle olmaz. Hem eczacılara hakaret etmiştir hem de
diş hekimlerine hakaret etmiştir.
BAYRAM
ÖZÇELİK (Burdur) - Dava aç, dava.
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Sayın Ahmet Yaşar, bakın, bir
şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN
- Sayın Özdoğan
Sayın Özdoğan
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Siz, Allah'ınızı severseniz,
eczacılık fakültesinde yığınla farmasotik
kimya okumadınız mı, yığınla farmakoloji
okumadınız mı? Tıp adına ne okudunuz?
ZÜLFÜ
DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Sayın Başkanım, böyle,
kahvehane konuşması gibi Meclis konuşması olmaz
ki.
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Hakaret etmeyin.
BAŞKAN
- Sayın Özdoğan
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Zaten kamuoyunda eczacılar bir kısım
kitleler tarafından yarım doktor olarak addediliyor. Eczacılık
özgün bir meslektir, bağımsız, büyük bir meslektir. Bu
fikirlerinizi hakikaten eczacılığa bir hakaret olarak
kabul ediyorum. Eczacıdan doktor olmadığı gibi,
doktordan da iki sene, üç sene okumakla eczacı asla ve katiyetle
olmaz. Bir defa, bunu düzeltmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle, Sayın Sağlık Bakanının
geçen hafta perşembe günü yapmış olduğum konuşmamın
ardından bu kürsüden bana cevaben dile getirmiş olduğu
bir hususa dair önemli bir notum var. Sayın Sağlık Bakanı,
Erzurum'un Karlıca köyünde hayatını kaybeden 4 küçük
çocuğun durumunu ele almış olmam nedeniyle "Böyle
konuların üzerinden siyaset yapmayın, ayıp oluyor."
dedi.
Değerli
arkadaşlar, siyaset, tam da bu konular üzerinden yapılır.
Siyasetin konusu insandır, insan yaşamıdır, vatandaş
yaşamının güvencesi, kalitesi ve refahıdır.
Bir Sağlık Bakanı için de siyasetin konusunun en
başta hayatını kaybeden vatandaşlar olması
gerekir normalde, değerli arkadaşlar. Ülkemizin köylerinde
kötü bakım şartları, doktorsuzluk ve sağlık
ocağı yetersizliği nedeniyle 4 küçük çocuk on beş
gün boyunca aralıklarla hayatını kaybettiyse, tam on
beş gün boyunca kimsenin bu çocuklardan haberi olmadıysa
ve Sağlık Bakanı için bu siyaset konusu olmuyorsa, siyasetimiz
için tehlike çanları çalıyor demektir değerli arkadaşlar.
Sağlık
Bakanının ilk evvela ve her şeyden önce anlaması
gereken budur değerli arkadaşlar. Bunu anlamadan sağlık
siyasetçisi olmanın bu ülkeye bir yararının olması
mümkün değildir. Ayrıca, "ayıp" şeklinde
ifadelerle, yüce Meclisin kürsüsünün insanımızın sorunlarını
dile getiren milletin vekillerine karşı bir baskı aracı
olarak kullanılmaya çalışılması demokratik
tutumların sınırlarının dışındaki
bir tutumdur ve yüce Meclis milletin dertlerini dile getirmede ihtiyaç
duyduğumuz demokrasi çatısını bize çok şükür
vermektedir.
Değerli
arkadaşlar, şunu ehemmiyetle kaydetmek istiyorum ki, 3 Kasım
2002 seçimlerinden bugüne kadar geçen sürede ülkemizin temel
sağlık hizmetlerinin kategorik olarak iyileştirilmesi
yönünde bir mesafe kaydedilmemiştir. Hükûmetin, önceden programlanmış
Avrupa Birliği uyum paketlerini Meclisten geçirme dışında
inovatif ve ülkeye ivme katıcı özgün bir katkısı
maalesef olamamıştır. Sağlık konuları,
Avrupa Birliği paketlerinde, en azından hâlihazırda
sosyal içerikleri itibarıyla yer tutmadığı için,
sağlık, Hükûmetin en rotasız, isteksiz ve gayretsiz olduğu
alanlardan birisidir. Bırakınız gelişmiş ülkelerin
halklarına sunduğu güvenlikli ve ferah sağlık sistemlerini,
Türkiye'de, halka hâlen sağlık hizmetlerinin temel koruyuculuğu
dahi sunulamamaktadır. Sağlık sisteminin temel koruyuculuğunun
en önemli ayaklarından birisi olan hastaneleşme alanında
Hükûmet ve Sağlık Bakanı çok başarısız olmuştur
maalesef. Göç alan büyük şehirlerde hastaneler bundan on-on
beş sene öncesinin seviyesinden bir milim öteye geçmemiştir.
Nüfus artışı ve -dahi- patlamasına maruz kalan
şehirlerimizin hastane altyapılarında bu Hükûmetin
ve Sağlık Bakanının kaydetmiş olduğu bir
ilerleme mevcut değildir.
Değerli
arkadaşlar, bu vurguya bilhassa önem atfediyorum, çünkü, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine entegrasyon yolunda almış olduğu
çok önemli ve zor virajlardan sonra iktidara gelmiş olan bu
Hükûmetin, eskiye nazaran daha kolay olan bu dönemde, bu kadar vurdumduymaz,
rahat ve mirasyedi bir tutum içinde olabilmesini en başta hakkaniyet
ve adalet duygusuyla hiçbir şekilde bağdaştıramıyorum.
AK Parti Hükûmetinin sağlık sisteminden anladığı
tek bir şey var aslında: Sağlığı devletten
mümkün mertebe uzaklaştırmak.
Hastane
üzerine bir hastane koymayan bu Hükûmet döneminde, devlet hastaneleri,
sürekli bir cezalandırılma ve itilme durumu içerisinde
dayanmaya ve ayakta kalmaya çalışmakla meşgul durumdadır.
Bakınız,
yüzlerce örnekten bir tanesini anlatmak istiyorum. Doğu Karadeniz
Bölgesi'nin en önemli ve tek guatr hastanesi personel yetersizliği
yüzünden gerekli hizmeti veremiyor. Karadeniz'de guatr hastalıklarının
yaygınlığı malumdur. Bu nedenle, yaklaşık
yirmi yıl önce devlet hastanesi olarak açılarak 1998'de yapılan
düzenleme sonunda, bölgede tek olma özelliğiyle önemli bir konumda
bulunan Fındıklı Bölge Guatr Araştırma ve Tedavi
Merkezi, personelsizlik nedeniyle sıkıntılı günler
yaşıyor. Uzman doktora rastlamanın büyük bir mutluluk
hadisesi olduğu hastanede, görev yapan pratisyen hekimler
ise, acil servis hizmeti vermeye çalışıyor. Eski binasındaki
yetersizlikler yüzünden bölge halkından toplanan yardım
ve bağışlarla yeni ve modern bir binaya kavuşturulan
guatr hastanesi, önceki yıl, Sayın Başbakan Erdoğan'ın
da katıldığı bir törenle yeniden düzenlenerek
hizmete açıldı. Hastanenin açılışı nedeniyle
3 uzman doktor atandı. Ancak, kısa bir süre sonra, hem bu doktorlar
hem de daha sonra ataması yapılan 2 uzman doktor görevlerinden
ayrıldı. Bölgedeki sivil toplum örgütlerinden gelen bilgilere
göre, bunun sebebi, hastane yönetiminde hüküm süren kadrocu ve siyasi
tutumlardır.
Bölgeden
ve çok çeşitli kanallardan bana ulaşan bilgiler şunu
göstermektedir: AK Parti Hükûmeti dönemindeki kadrolaşma ve
siyasi baskılar, kamu alanında çalışanların
hizmet şevkini kırmaktadır. Tehdit ve sürgünlerle çalışanların
yıldırıldığı, ihale takipçiliği ve
rant elde etme çabalarının yoğunlaştığı
görülmektedir. Personel yokluğu yüzünden hastanede muayene
olmayan yöre halkı, çevre il ve ilçelere gitmektedir. Yaklaşık
yirmi yıldır hizmet veren bu hastanede eskiden ameliyat yapılıp,
bütün bölge insanına hizmet verilirken, böylesine önemli bir
merkez bu Hükûmet döneminde doktorsuz bırakılmıştır.
Bu Hükûmetin ve bir sayın bakanın görevi halkın sağlığa
ulaşması sürecinin her aşamasını kontrol etmek
ve çok güzel yönetmektir. Hülasa, sağlıkta devrim yaptık
diyenler eskiden işleyeni işlemez hâle getirerek olanı
da darmadağın ettiler.
Değerli
arkadaşlar, hiçbir kimse sadece kendi aklını beğenerek
güzel işler meydana getiremez. "Alçak dağları ben
yarattım" havasıyla da hele bu işler hiç olmuyor.
Kendine yapılan eleştiri ve önerilere kibirle karşılık
vermek kıymeti harbiyesi olmayan bir tutumdur. Hem de kibirle
bakanları biz de bir noktadan daha küçük görürüz. Zira, kibirli
bir insanı küçük görmek benim inancımın gereğidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Özdoğan, lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, bu olumsuzlukları görmüyorsanız, çıktığınız
ilk sokakta 10 vatandaşa bu sağlık sistemini bir sorun,
dertlerini dinleyin.
Hastaneleşmedeki
muazzam yetersizlik ve hastane ağının artan nüfus ve
ihtiyaca uygun olarak genişletilmemesi tüm Türkiye'nin her
noktasında en ana sorunların başında gelmektedir.
Bunun yanı sıra Hükûmet mevcut hastanelerin konumlarıyla
çok enteresan bir biçimde uğraşmaktadır. Hükûmet, örneğin,
İstanbul'da gelir getirecek bölgelerdeki hastaneleri şehir
dışına taşımayı belki de planlıyor.
İstanbul'da Koşuyolu Kalp ve Damar Hastalıkları
Hastanesi Kartal'a, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Seyrantepe'ye, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi Küçükçekmece bölgesine taşınmak isteniyor.
Hükûmet, buna sebep olarak hastanelerin teknolojik yetersizliklerini
göstermektedir. Ancak bizce bunun gerçek sebebi bu bölgeleri büyük
alışveriş merkezlerine dönüştürme niyetinden
başka bir şey değildir. Nitekim, Sayın Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın, 2005 yılında, Acıbadem
Kozyatağı Hastanesinin açılışında, hastane
sahibi Mehmet Ali Aydınlar'a "Sana Şişli Etfali verelim,
bir de yer gösterelim, orada modern bir hastane yap, Etfali de ister
hastane yap ister alışveriş merkezi yap." demesi,
ranta müsait alanlarda bulunan hastanelerin alışveriş
merkezine dönüştürülmek istendiğini çok açık bir biçimde
göstermektedir. Bir şehrin içindeki hastaneleri şehir
dışına taşımak kimsenin aklına gelmemişti,
ne bu ülkede ne de başka bir yerde, AK Parti Hükûmeti gelinceye
kadar.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Ahmet Yaşar, Aksaray
Milletvekili.
Sayın
Yaşar, ayrıca, sataşma nedeniyle söz talebiniz vardı,
ama, ben, Sayın Özdoğan'ın konuşmasını dinledim
ve herhangi bir sataşma unsuru göremedim.
Buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET
YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; görüşülmekte olan 1247 sayılı
yasayla ilgili olarak, 5'inci maddeyle ilgili olarak şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinizi
en içten duygularımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi, dört yılı
aşkın süredir, AK Parti Hükûmeti, yıllardır üzerinde
durulmamış, ihmal edilmiş konuları birer birer reforme
ederek, yeniden yasalaştırmaktadır.
Şimdi,
bugün de yaptığımız yasayla ilgili, çok önemli çalışmalar,
düzenlemeler yapmaktayız. Ama, ne yazık ki, bu reformlara
arkadaşlarımızın, özellikle muhalefet partilerinin
çok şiddetli tepkileri olmaktadır. Üzülerek ifade ediyorum,
gerçekten, Türk toplumu, reformları, burada siyaset yapanlardan
çok daha iyi algılamakta ve çok daha çabuk kabullenmektedir.
Bunu nereden anlıyorsunuz? Çünkü, yapılan reformları
toplumun geniş kesimleri eğer kabul ediyor ise, ona tepki
göstermiyor ise, bu, reformun doğru olduğunu gösterir.
Evet, sağlık alanında da çok ciddi reformlar yaptık,
çok önemli reformlar yaptık, bunlara da karşı çıktınız.
Hastanelerin birleşmesine karşı çıktınız.
Yeşil kartlı hastalara ilaç verilmesine, serbest eczanelerden
ilaç almasına karşı çıktınız. SSK'lı
hastaların serbest eczanelerden ilaç almalarına karşı
çıktınız. Aile hekimliğine karşı çıkıyorsunuz.
Her şeye karşı çıkıyorsunuz. Biz de diyoruz
ki, bu ülke seksen beş yıldır böyle yönetiliyor. Giydirdiğiniz
ceket dar geliyor. Artık bu ceketin kalıbını değiştirmemiz
lazım. Yeni düzenlemeler yapmamız lazım.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizin iktidarınız ceket
bile vermedi. Ne ceketi ya?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Hayır, olmaz diyorsunuz. Olmaz, ama ülke
de bir yere gidemiyor arkadaşlar. Bakın, 1960'lı
yıllarda bizimle beraber olan birçok ülke, mesela İspanya,
mesela Portekiz bugün nerelerde, biz hâlâ neredeyiz. Onların,
1960'lı yıllarda 380 dolar civarındaki millî hasılası,
o gün bizim de o kadardı, ama, biz, hâlâ 5 bin dolarlarda seyrederken,
onlar 15 bin, 20 bin dolarlarda.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Elli yıldır sağ iktidarlar
yönetiyor bu ülkeyi, sizin aranızda onlar.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Sayın Milletvekilim, beni dinle, bak, çok
önemli bir şey söylüyorum.
Bakın,
siyaset yapmak adına, burada yapılan reformlara direnmek
kadar yanlış bir şey yok.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne reformu ya, ne reformu?
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Reformun r'si yok.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Türk toplumuna hakaret ediyorsunuz. Türk toplumu,
inanın bana, sizden yirmi yıl önde yürüyor.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Yapma ya, nerede reform?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Köydeki yaşayan vatandaşlarımız
bile sizden yirmi yıl önde yürüyor, yirmi yıl. Yirmi yıl
önde yürüyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yanlış yapıyorsunuz.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Reformun r'si yok. Hayatınızda reform
görmemişsiniz.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ben hep düşünüyordum, Allah için, ya, hakikaten,
Cumhuriyet Halk Partisi ana muhalefet partisi, neden acaba ivmesi
yükselmiyor, oy potansiyeli artmıyor diye.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizin hayaliniz o, hayaliniz;
kendinize bakın, birinci parti Cumhuriyet Halk Partisi.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ama, bakın, bu kürsü imtihan kürsüsü. Bu
kürsüyü yüce millet, inanın bana, en ücra köşelerde bile
dinliyor. İbrahim Özdoğan'ın konuşmasını
da dinliyor, sizin konuşmalarınızı da dinliyor
ve kafasında bir muhakeme yapıyor "Bu parti neyi savunuyor,
ben bu partinin savunduğu fikirler doğrultusunda bu partiye
oy versem benim ülkemi nereye götürür?"
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sizden iyi yere götürür.
AHMET
YAŞAR (Devamla)- Bakıyor
ki, eski şeyleri söylüyorsunuz, toplum sizden yirmi yıl önde,
bunun için de size oy vermiyor. Onun için ivmeniz yükselmiyor. Onun
için partiniz
Anavatan Partisi zaten yok, olmaya da niyeti yok bu
kafayla. Cumhuriyet Halk Partisi de 25'lerden inmişsiniz 16'lara,
17'lere. (CHP sıralarından gürültüler)
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Haydi, seçime gidelim madem!
ZÜHEYİR
AMBER (Hatay) - Ne diyor bu?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Şimdi, bakın, ben bir şey söyledim
ZÜHEYİR
AMBER (Hatay) - Ayıp ediyorsun!.. Kınıyorum seni!.. Çok
ayıp
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ben bir şey söyledim. Bu, Hükûmetin tasarısı
falan filan değil. Ben dedim ki geçen haftaki konuşmamda,
arkadaşlar, dedim
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Esas köylerde söyle, köylere gidemiyorsunuz
siz.
BAŞKAN
- Sayın Baloğlu, lütfen
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ne söylediğimi bilmeden sürekli müdahale
ediyorsunuz. Ben ne söyleyeceğim Sayın Milletvekilim, bir
dinleyin.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Köylere gidelim köylere, haydi
gel!
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Laf atıyorsunuz, ben ne söyleyeceğim?
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Gel gidelim beraber bir kahveye, bir bakın
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Ama sürekli bunu yaptığınız
için, bak, sürekli bunu yaptığınız için, üzülerek
söylüyorum, partinize zarar veriyorsunuz, partinize zarar veriyorsunuz.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Milletvekilim, bana
propaganda yapma, halk bunları yemiyor!
ZÜHEYİR
AMBER (Hatay) - Sayın Başkan, susturman lazım bunu. Bize
sataşıyor.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Vermeye de devam edin.
Bakın,
ben bir şey söyledim, burada geçen hafta bir şey söyledim...
(CHP sıralarından gürültüler) Dedim ki: "Eczacıları,
tıp fakültesinde okuduğu, ama eczacılıkta okumadığı
dersleri de alarak, onların tamamını okuyarak bunları
doktor yapalım." Bakın, bunu şunun için söyledim,
açıklıyorum: Ne yazık ki, koskoca profesörümüz de iyi
anlayamamış, çünkü iyi dinlemiyorsunuz. Sayın Özdoğan
da iyi dinlememiş.
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Erzurum) - Anladık, anladık!..
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Bakın, dört yıl eczacılık fakültesini
okuyarak, imtihanlara girmiş
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Erzurum) - Yazık sana!..
BAŞKAN
- Sayın Yaşar, lütfen toparlar mısınız. İsterseniz,
Sayın Yaşar, bu iki dakikalık süre içerisinde de maddeden
bahsederseniz
Buyurun.
AHMET
YAŞAR (Devamla) -
ve tıp fakültesine devam etmiş,
tıp fakültesini bitirmiş doktor eczacı arkadaşlarımız
var.
Sayın
Neşşar, benim söylemek istediğim şu: Tıp fakültesinde
ne kadar ders varsa, eczacının okumadığı dersleri
tekrar okuması şartı kaydıyla. Bunu dedim, zamanı
kısaltır. Neden? Lise mezunu, liseden mezun olmuş bir
çocuk, tıp fakültesine başladığı zaman, birinci
sınıfta, ikinci sınıfta, üçüncü sınıfta
alacağı eğitimle, eczalık fakültesini bitirmiş,
eczacılık nosyonuna kavuşmuş bir insanın o
sıralarda oturduğunda alacağı eğitim, kavrama
kabiliyeti denk midir? Biri beş senede alır, altı senede
alır, öbürü iki senede, iki buçuk senede bunu tamamlar dedim. On
beş günde demedim. Sizin zihniyetiniz, yıllar önce, sulandırılmış
eğitimle öğretmen yaptı, bu ülkeyi mahvettiniz. Evet,
bu ülkeyi mahvettiniz. (CHP sıralarından gürültüler)
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Perişan ettiniz ülkeyi
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Öyle demedim ben.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Hâlâ konuşuyor!..
AHMET
YAŞAR (Devamla) - İsteyen eczacı arkadaşlarımız
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sağlık Bakanı kabul etmiyor
senin bu görüşünü.
AHMET
YAŞAR (Devamla) -
meslektaşlarımız bir sınava
tabi tutulur
İBRAHİM
ÖZDOĞAN (Erzurum) - Yazık, yazık!
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ayıp, ayıp!
AHMET
YAŞAR (Devamla) -
tıp fakültesinde fark derslerini vermek
üzere. Üniversiteler de böyle bir program açar, iki yıl, üç
yıl bu arkadaşımız bu programı tamamlar ve hekim
diploması alır.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Bütün dersler farklı.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Bunu niçin söyledim? Şu anda ihtiyaca cevap
verecek sayıda eczacı var, ama, ihtiyaca cevap vermeyecek
bir hekim sayısı var.
CANAN
ARITMAN (İzmir) - Doğru değil, doğru değil.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Tıp fakültesi
Tıp fakültesini
açıyor
Tıp fakültesi açılmıyor veya açılsa bile
öğrenci sayısı sürekli düşüyor. Tıp fakültesini
bitiren arkadaşlar bu TUS sınavlarına giriyor. Benim
söylemek istediğim bu. Bunu anlamıyorsunuz. "On
beş gün" falan tabirini kullanmadım ben.
ALİ
ARSLAN (Muğla) - Çok komik, yine de komik.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - İyi dinleyin, ondan sonra cevap verin.
Bakın,
dün de arkadaşlar, Sayın Nurettin Sözen bir şey söyledi.
Gerçekten çok yanlış. Sayın Bakanımız "Eczacılar
durumundan memnun." dedi. Evet, eczacılar durumundan çok
memnun. Efendim, niye yürüyorlar o zaman? Bakın, kaç tane eczacı
odası, on dört tane eczacı odası yürümüş İstanbul'da,
mitinge katılmış. Kırk yedi tane eczacı odası
var Türkiye'de. Bunun otuz üç tanesi katılmamış.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ölçü mü oluyor bu?
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Başkanım, tamamlıyorum.
BAŞKAN
- Sayın Yaşar, lütfen
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkan, nasıl olsa bitti program,
artık bir şey yapamayacağız.
BAŞKAN
- Zaten, konuşmanız maddeyle ve konuyla ilgili değil.
Teşekkür
ediyorum.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkan
BAŞKAN
- Teşekkür için açıyorum Sayın Yaşar, lütfen
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkanım, nasıl olsa
bitti süre de onun için. Yani
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, olur mu?
Bunları gitsin köylerde anlatsın gidebiliyorsa.
BAŞKAN
- Teşekkür için açıyorum Sayın Yaşar.
Buyurun.
MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sataşma var Sayın
Başkan.
FERİDUN
FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sataşma var bana da.
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Eczacılar durumdan gayet memnun. O eczacılar
dediler ki, 6197 sayılı Yasa'yı getirin de değiştirin.
Biz onunla uğraşıyoruz. O yasa taslağı hazır,
inşallah onu değiştireceğiz, onu istiyorlar eczacılar.
Eczacıların ne istediğini bilmeden, burada, kalkıp
toplumu yanıltmak kadar yanlış bir şey yok, ben onu
anlatmaya çalışıyorum.
ALİ
ARSLAN (Muğla) - Eczacılar biraz sonra ağlamaya
başlayacaklar. Eczane zincirleri açılırsa ağlamaya
başlayacaklar. Meclisin karşısındaki eczaneye
git
AHMET
YAŞAR (Devamla) - Aynı zamanda, eczacılar o gün yeşil
karttan
Evet, yeşil karttaki alacaklarını alamamışlardı.
Ödendi arkadaşlar, onlar da tamamen ödendi.
Bakın,
toplumu yanlış bilgilendirmeyin.
Şimdi,
5'inci maddeyle ilgili bir cümle söyleyeceğim. Bu yasada
baştabipler, biliyorsunuz, muayenehane açamıyorlar.
Ama, askerî hastanelerdeki baştabiplerimiz belirli bir hiyerarşik
düzen içerisinde baştabip olabildikleri için, bunlarda muayenehanelerini
kapatma zorunluluğunu kaldırıyor bu yasa. Bana göre
doğru bir yasa, çok isabetli bir yasa. Gerçekten onlarda
"ben bu görevi kabul etmiyorum" gibi bir anlayış
yok. Bir hiyerarşik yapı var. Onun için, onları bu yasayla,
baştabip oldukları zaman muayenehane kapatma zorunluluğunu
kaldırıyor.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.
Madde
üzerinde, şahsı adına söz isteyen, Remziye Öztoprak...
Yok.
Haluk
Koç, Samsun Milletvekili... Yok.
Mehmet
Eraslan, Hatay Milletvekili... Yok.
Ümmet
Kandoğan... Yok.
Sayın
milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlandığı
için, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 8 Şubat 2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince,
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.58