DÖNEM: 22 CİLT: 149 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
72nci
Birleşim
7 Mart 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.-
Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü
dolayısıyla gündem dışı açıklaması
ve Anavatan Partisi Afyonkarahisar Milletvekili Reyhan Balandı,
CHP Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan ve AK Parti
İstanbul Milletvekili Güldal Akşit'in grupları
adına, İstanbul Milletvekili Yaşar Nuri Öztürk'ün de
şahsı adına konuşmaları
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç ve 42 milletvekilinin, bölünmüş
yol çalışmalarında kalite düzeyinin araştırılarak
standardın sağlanması ve maliyet artışlarının
önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri (10/426)
2.-
Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve 44 milletvekilinin, eczacılık
mesleğindeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/427)
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı:
1342)
4.-
Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Sözleşmenin
(Avrupa Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine
İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1075) (S. Sayısı: 1022)
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1242) (S. Sayısı:
1338)
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar
Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1176) (S. Sayısı: 1185)
7.-
10 Kasım 1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde Cenevre'de
Gözden Geçirilen 2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin
Korunması Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/1135) (S. Sayısı: 1085)
8.-
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1249) (S. Sayısı:
1344)
9.-
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1274)
(S. Sayısı: 1347)
V. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, İstanbul Fener Rum Patriğinin
ekümenik sıfatıyla aldığı bir davete
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/19927)
2.-
İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, zihinsel engellilerin
eğitim ve rehabilitasyonuna ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/20000)
3.-
Denizli Milletvekili Mehmet U. NEŞŞAR'ın, bisikletli
kanser kampanyasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı
Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/20033)
4.-
İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, TSE personeline
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un
cevabı (7/20811)
5.-
İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, TSE'de çalışan
bir mühendisin işe alımıyla ilgili iddiaya ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı
(7/20813)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu 15.00'te açılarak altı oturum yaptı.
Adana
Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü'nün, Deprem Haftası münasebetiyle,
ülkemizin fiziki yapısı ve konumu itibarıyla muhtemel
deprem afetine karşı hazırlıklı olunması
için alınması gereken tedbirlere,
Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, son günlerde Malatya
ve Elâzığ'da meydana gelen depremler nedeniyle, özellikle
riskli bölgelerde bulunan orta ve ağır hasarlı binaların
yıkılarak depreme dayanıklı şekilde yeniden
yapılmasına ve belediyelerin altyapı sorunlarını
giderebilmeleri için desteklenmesinin önemine,
Elâzığ
Milletvekili Abdulbaki Türkoğlu'nun, Malatya ve
Elâzığ'da meydana gelen deprem sonrasında, özellikle
fay hattı üzerinde bulunan yerleşim yerlerindeki yapılarda
rehabilitasyon çalışmalarına ağırlık
verilmesine,
İlişkin
gündem dışı konuşmalarına Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi.
Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair 15/2/2007 tarihli ve 5581 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin
Anayasa'nın 89 ve 104'üncü maddelerine göre bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Zonguldak
Milletvekili Fazlı Erdoğan hakkında tanzim edilen soruşturma
dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi okundu; gündemde bulunan soruşturma dosyasının
Hükûmete geri verildiği bildirildi.
ABD
Kongresi'nde, ilgili bakanlıklarla ve diğer mercilerle temas
ve görüşmelerde bulunmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisinden
bir Parlamento heyetinin Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmesine,
Başbakan
Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül başkanlığında:
Makedonya
Cumhuriyeti'ne,
Fas'a
Yapılacak
resmî ziyaretlere, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan
siyasi partilerin milletvekillerinden oluşan birer heyetin
katılmasına;
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın,
İtalya Meclis ve Senato Başkanlarının ortak davetine
icabetle Floransa ve Roma'da düzenlenecek olan Roma Antlaşması'nın
50'nci Yıl Dönümü Töreni ve Etkinlikleri'ne katılmak üzere
İtalya'ya resmî ziyarette bulunmasına,
İlişkin
Başkanlık;
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın Gürcistan'a yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık;
Tezkereleri
kabul edildi.
Gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler" kısmının 55'inci sırasında
yer alan (10/94) ile 359'uncu sırasında yer alan (10/424) esas numaralı
Meclis araştırması önergelerinin ön görüşmelerinin
Genel Kurulun 6/3/2007 Salı günkü birleşiminde ve birlikte
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edilmedi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 353'üncü sırasında
yer alan 1185 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
bu kısmın 8'inci, 312'nci sırasında yer alan 1085
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 9'uncu,
441'inci sırasında yer alan 1344 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın 10'uncu, 442'nci sırasında yer
alan 1347 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
11'inci, 9'uncu sırasında yer alan 1340 sıra sayılı
Kanun Tasarısı'nın 12'nci, 10'uncu sırasında
yer alan 1261 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
13'üncü, 446'ncı sırasında yer alan 1352 sıra sayılı
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme
tezkeresinin 14'üncü, 30'uncu sırasında yer alan 1237
sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 15'inci, 11'inci sırasında
yer alan 1275 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
16'ncı, 396'ncı sırasında yer alan 1315 sıra sayılı
Kanun Teklifi'nin 17'nci, 344'üncü sırasında yer alan 1150
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 18'inci
sırasına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel
Kurul'un 6-7, 13-14, 20-21, 27-28 Mart 2007 Salı ve Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmemesine; 6, 13, 20, 27 Mart 2007 Salı günlerindeki
birleşimlerinde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine;
6, 13, 20, 27 Mart 2007 Salı günkü birleşimlerinde
15.00-22.00; 7, 14, 21, 28 Mart 2007 Çarşamba günkü birleşimlerinde
14.00-22.00; 8, 15, 22, 29 Mart 2007 Perşembe günkü birleşimlerinde
ise 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edildi.
Ankara
Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun, 5434 Sayılı
Emekli Sandığı Kanununun 32 nci Maddesine (j) Bendi Eklenmesi
ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 152 nci Maddesinin
"II" Sayılı Tazminatlar Bölümünün, (6) Adalet Hizmetleri
Tazminatı Bendinde Değişiklik Yapılması Hakkında
(2/400),
Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün'ün, Don Olayları ve Kuraklık
Sebebiyle Ürünleri Zarar Gören Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankası
A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden Kullandıkları
Tarımsal Kredilerin Geri Ödenmesinin Ertelenmesine
İlişkin (2/850),
Kanun
Tekliflerinin İç Tüzük'ün 37'nci maddesine göre doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergeleri, yapılan
görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden,
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı'nın
(1/1030) (S. Sayısı: 904) görüşmeleri, ilgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
3'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik ve 3 Milletvekilinin,
Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Belediye Kanunu, İl Özel
İdaresi Kanunu ve Mahallî İdare Birlikleri Kanunlarında
(2/911) (S. Sayısı: 1317),
4'üncü
sırasında bulunan, İstiklal Madalyası Verilmiş
Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı
Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı; Hatay Milletvekili Züheyir Amber ve
35 Milletvekilinin, İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara
Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması
Hakkında Kanunun 1 ve 2'nci Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Teklifi; Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi;
Şırnak Milletvekili Mehmet Tatar ve Denizli Milletvekili
Ümmet Kandoğan'ın, 24/2/1968 Tarih ve 1005 Sayılı
İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet
Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında
Kanunun 1'inci Maddesinde (1/714, 2/95, 2/161, 2/625) (S. Sayısı:
1350),
Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarı ve Tekliflerinin
görüşmeleri tamamlanarak, kabul edildi.
7
Mart 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.28'de son verildi.
İsmail
Alptekin
Başkan
Vekili
Harun Tüfekci Ahmet
Küçük
Konya
Çanakkale
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Ahmet Gökhan
Sarıçam
Kırklareli
Kâtip
Üye
No.: 98
II. - GELEN
KÂĞITLAR
7 Mart 2007
Çarşamba
Tasarılar
1.-
Batman İli Hasankeyf İlçesinin Merkezinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Tasarısı (1/1316) (İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
2.-
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı (1/1317) (Avrupa Birliği
Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2.3.2007)
3.-
Kamu İdare, Kurum ve Kuruluşlarında Geçici
İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli
İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne
Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı (1/1318) (İçişleri; Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5.3.2007)
Teklifler
1.-
İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz'un; Kuru Sıkı Tabir
Edilen Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar Hakkında Kanun
Teklifi (2/964) (Adalet; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.2.2007)
2.-
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 41 Milletvekilinin; 3218 Sayılı
Serbest Bölgeler Kanununun Geçici 3. Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/965) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 2.3.2007)
3.-
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 42 Milletvekilinin;
Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/966) (Tarım, Orman
ve Köyişleri ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 2.3.2007)
4.-
Isparta Milletvekili Mehmet Sait Armağan'ın; Yüksek
Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/967) (Plan ve Bütçe ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5.3.2007)
5.-
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir
Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/968) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığı
geliş tarihi: 5.3.2007)
6.-
Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in; Siyasi Partiler Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/969) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 2.3.2007)
7 Mart 2007
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.05
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Harun TÜFEKCİ( Konya)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'ni açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Nimet
Çubukçu'nun, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla
İç Tüzük'ün 59'uncu maddesine göre söz talebi vardır. Gündeme
geçmeden önce bu talebi yerine getireceğim.
Sayın
Bakanın açıklamasından sonra, istemleri hâlinde siyasi
parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine
söz vereceğim.
Konuşma
süreleri Hükûmet için yirmi dakika, siyasi parti grupları için
on dakika, grubu bulunmayan milletvekilleri için de beş dakikadır.
Sayın
Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.- Devlet
Bakanı Nimet Çubukçu'nun, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla
gündem dışı açıklaması ve Anavatan Partisi Afyonkarahisar
Milletvekili Reyhan Balandı, CHP Ankara Milletvekili Ayşe
Gülsün Bilgehan ve AK Parti İstanbul Milletvekili Güldal Akşit'in
grupları adına, İstanbul Milletvekili Yaşar Nuri
Öztürk'ün de şahsı adına konuşmaları
DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kadın üyesi olmaktan duyduğum
onur ve mutlulukla tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü'nü kutluyor, bugün yüce Meclisin çatısı
altında şu anda duyarlılık gösterip burada bulunan
tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Kadınların erkeklerle
eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği mücadelenin temsilî
başlangıcı olan 8 Mart 1857'den bu yana kuşkusuz kadınlar
açısından çok önemli ilerlemeler kaydedildi ve bu umut verici
gelişmeleri yaşamakla beraber, dünyanın gündeminde
kadın sorunları hâlâ ilk sıralarda yer almaktadır.
Birleşmiş Milletlerin
1977 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması
kararından bu yana kadınların toplumsal yaşama
katılma, eşit fırsatlardan yararlanma istekleri ve kadın
haklarının önemi böyle bir günde bir kez daha vurgulanmaktadır.
Kadınların siyasi, ekonomik,
kültürel hayata katılımını sağlayacak tüm
haklardan eşit şekilde erkeklerle yararlanmaları amacıyla
uluslararası düzeyde gerçekleştirilen çalışmalar,
eşitlik, kalkınma ve barış ortak hedeflerinin ülkelerin
gündemine de yerleşmesine neden olmuştur. Başta Birleşmiş
Milletler olmak üzere, pek çok uluslararası kuruluşun bu
çabaları bugün birçok ülkenin katılım ve desteğiyle
çok önemli bir noktaya taşınmıştır.
Ülkemizde kadın-erkek
eşitliğini sağlamaya dönük çabalar her geçen gün artarak
sürmektedir. Özellikle son yıllarda, sosyal taraflar ve yüce
Meclisimizin saygıdeğer üyelerinin çabalarıyla, kadın-erkek
eşitliğinin sağlanması yolunda, Anayasa'nın
10'uncu, 41'inci, 66'ncı ve 90'ıncı maddeleri değişikliğiyle,
kadın-erkek eşitliğinin yasal anlamda eşitlikçi
bir güvenceye kavuşması ve Medeni Kanun, Ailenin Korunmasına
Dair Kanun, aile mahkemelerinin kurulması, İş Kanunu,
töre cinayetleriyle mücadelede en ağır hükümlerin yer aldığı
yeni Türk Ceza Kanunu gibi değişiklikler, Meclisimizin
yüz akı değişiklikler olmuştur.
Ancak, tüm ülkelerde olduğu
gibi, kadınlar yasal anlamda eşit haklara sahip olsalar da
bunların hayata geçirilmesinde hâlâ sorunlar yaşanmaktadır.
Toplumsal yapı içerisindeki cinsiyetçi değer yargıları,
kadınların sosyal yaşama ait gündelik pratikleri, bu
haklardan yararlanmalarının önünde çok ciddi engeller olarak
durmaktadır. Türkiye'de kadınların eğitim ve
sağlık gibi toplumsal fırsatlardan yararlanma, çalışma
hayatına katılma ve sosyal hayatta temsilleri konusunda
yaşanan eşitsizliklerin en önemli sonuçlarından birisi
de eğitim alanında yaşanmaktadır. Türkiye'de herkes,
eğitim hakkına erişimde, yasalar önünde, cumhuriyetin
ilk günlerinden bu yana eşittir, ama, hepimizin bildiği gibi,
cinsiyete dayalı eğitim eşitsizlikleri hâlâ sürmektedir.
Bu eşitsiz durumu ortadan kaldırmak ve 2010 yılında
kız ve erkek çocuklar için okullaşma oranını yüzde
100'e ulaştırmak hedefi, ülkemizde bir toplumsal seferberlik
ruhuyla sürmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, Millî Eğitim Bakanlığımızın,
uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları
ve medya özel desteğiyle yürüttüğü Kız Çocuklarının
Okullaşmasına Destek Kampanyası çerçevesinde ülke
genelinde 222 bin kız çocuğu eğitime kazandırılmıştır.
Bu çalışmaların yanı
sıra, eğitimin kalitesinin artırılmasına
ve kapsamın genişletilmesine yönelik çalışmalar
da sürdürülmektedir. Hâlen yüzde 82 olan kadın okuryazarlık
oranının yükseltilmesi amacıyla okuma yazma kursları
açılmakta ve hayat boyu eğitim amacıyla kadınların
istihdam edilebilir meslek gruplarını sağlamaya yönelik
yaygın eğitimler gözden geçirilmekte ve yeniden düzenlenmektedir.
Türkiye'de, uzmanlık gerektiren
mesleklerde kadın oranları oldukça yüksektir. Bugün, ülkemizde,
üniversitelerdeki öğretim görevlilerindeki kadın oranı
yüzde 36'dır, tüm profesörler içerisindeki kadın oranı
yüzde 25, keza mimarların yüzde 31'i, doktor ve operatörlerin
yüzde 29'u, avukatların ise yüzde 26'sı kadındır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çalışma hayatında kadının
durumuna bakıldığında, devletin iş gücü piyasasına
girişte ayrımcılığı önleyecek tüm hukuki
düzenlemeleri de yaptığını görüyoruz. Ülkemizde,
çalışma hayatını düzenleyen İş Yasası'nda
2003 yılında yapılan düzenlemeler ile çalışma
yaşamında kadın-erkek eşitliğinin sağlanması
alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Kadınların
iş gücüne katılımında yasal açıdan herhangi
bir ayrım olmamakla birlikte, kadınların erkeklerin
gerisinde olduğu ve yıllar itibarıyla, iş gücüne
katılımda son on yılda ciddi oranlarda düşme olduğu
bilinmektedir. Kadınlarımızın sosyal ve ekonomik
gelişmelerden yararlanabilmeleri kadınların
iş gücü piyasalarına da eşit olarak katılımlarıyla
mümkündür, çünkü, çalışma yaşamımız kadınlarımıza
ekonomik özgürlük sağlarken öz güvenlerini ve toplumsal saygınlıklarını
artırmakta, aile içindeki konumlarını iyileştirmektedir.
Kadınların iş gücüne katılımları ve istihdam
oranlarının artmasına yönelik yürütülen projelerin
kadın ve erkeklerin iş gücüne katılım oranları
arasındaki dengesizliğin giderilmesine de katkı
sağlayacağına inanmaktayız. Ancak, kadınların
aile yaşamındaki sorumlulukları onları çalışma
hayatından uzaklaştırmakta, çalışma hayatına
girebilen kadınların da işten ayrılmalarına
yol açmaktadır veya bu toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların
kariyerlerindeki yükselmelerin ve potansiyellerini ortaya
çıkarmalarının önünde çok ciddi bir engel oluşturmaktadır.
İş ve aile hayatının
uzlaştırılması için, kadınların aile yaşamındaki
güçlüklerinin, yükümlülüklerin eşler arasında paylaşılması,
devletin desteği büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle,
ülkemizde ebeveyn izni müessesesinin teşkili ve bu haktan, evlat
edinme hizmetlerinden de yararlanılması amacıyla Devlet
Memurları ve İş Kanunu'nda yapılan değişiklik
de tasarı olarak TBMM'nin gündemindedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'de sorun alanlarından, en önemlilerinden
birisi de kadınların siyasette yeteri kadar temsil edilememeleridir.
Türk kadını siyasal yaşama 1934 yılında kavuşmuş
ve dünyaya bu anlamda öncülük etmiş olmasına rağmen,
bugün, bu Parlamento çatısı altında 24 kadın milletvekili
olarak çalışıyoruz. Şüphesiz, bu sonuç, Türk siyasi
hayatında olması gereken düzeyin çok ama çok altındadır
ve bu yetersizliğin önümüzdeki dönemlerde giderileceğini,
kadınlarımızın siyasette ve karar alma mekanizmalarında
hak ettikleri gibi yüksek bir oranda temsil olanağına kavuşacaklarını
umuyoruz.
Daha önce de bahsettiğim gibi,
yasal alanda kaydedilen bu çok önemli değişiklikler ve gelişmeler
maalesef tek başına yeterli olmamaktadır. Tüm dünyada
olduğu gibi, yasalar üzerinde yapılan bütün bu düzenlemelerin
hayata taşınması, sokaktaki kadının hayatına
yansıması maalesef zaman alıyor ve ülkemizde de olumsuz
ve kötü gelenekler, kötü değer yargılarından biri olarak
karşımıza çıkan kadına yönelik şiddet,
töre ve namus cinayetleri, kadın-erkek eşitliğinin
sağlanmasının sadece yasal mücadeleyle olmayacağının
en açık ve en uç örneğidir. Kadına yönelik şiddet,
töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için, kadınları
dezavantajlı konuma iten geleneksel yaklaşımlara
karşı da harekete geçmeye ihtiyacımız var. Bunun
yöntemi ise, kadına yönelik duyarlılığın,
farkındalığın ve bilincin artırılması
yoluyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır.
Bakanlığım bu amaçla, kadına yönelik şiddet,
töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda tüm ilgili tarafların
iş birliği ve katkılarıyla çeşitli bilinçlendirme
kampanyaları, eğitimler, seminerler gibi çalışmalar
gerçekleştirmektedir. İzninizle size bu çalışmaların
bazılarından bahsetmek istiyorum.
25 Kasım Kadına Karşı
Şiddetin Ortadan Kaldırılması Günü münasebetiyle
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonuyla birlikte yürüttüğümüz
Kadına Yönelik Şiddete Son Kampanyası, kamu kurumları,
yerel yönetimler, sivil toplum ve özel sektörün iş birliğiyle
devam etmektedir. Kampanya çerçevesinde, Sayın Başbakanımızın
da yer aldığı bir spot film hazırlanarak ulusal ve
yerel televizyon kanallarında gösterime sunulmuştur.
Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ve Ankara, İstanbul
büyükşehir belediyeleriyle yapılan iş birliği
neticesinde kadına yönelik şiddet konusunda duyarlılık
ve farkındalık artırılmıştır. Bugün
Parlamento çatısı altında da Dünya Kadınlar Günü
münasebetiyle hem Avrupa Konseyinin kadına yönelik şiddeti
önleme afişleri hem de Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün
hazırlamış olduğu kadına yönelik şiddeti
sonlandıracak afişlerin yer alması konusunda gösterdiği
özen ve destek için de buradan Meclis Başkanımız Sayın
Bülent Arınç'a teşekkürlerimi sunuyorum.
Aynı zamanda, 4320 sayılı
Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanmasındaki aksaklıkların
giderilmesi amacıyla yapılan değişiklik tasarısı
da tamamlanmış, Genel Kurulda yasalaşma sürecine girmiştir.
Şiddet mağduru kadınlar
için ilk adım başvuru yerleri olan 921 polis merkezi ve 276 karakolda
çalışan yaklaşık 40 binin üzerindeki polise, emniyet
teşkilatının mensuplarına, kadına karşı
şiddet, aile içi şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitliği,
şiddet mağdurlarına yaklaşım tarzı gibi
konularda farkındalık ve duyarlılığı artırmanın,
şiddetle mücadele zincirinin önemli bir halkası olduğunu
düşünmekteyiz. Bu amaçla, Bakanlığım ve
İçişleri Bakanlığı arasında hazırlanan
Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesinde Polisin Rolü ve Uygulanacak
Prosedürler Eğitim Projesi de protokol olarak imzalanmıştır.
Aynı zamanda, bu dönemde belki
de en önemli çalışmalardan biri olan 4 Temmuz 2006 tarihli
Başbakanlık genelgesi de, özellikle kadına yönelik
şiddet ve töre, namus cinayetleri konusunda alınacak önlemlere
ilişkin koordinasyon görevini, Bakanlığıma
bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne vermiştir.
Söz konusu koordinasyon görevi çerçevesinde, Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından üçer aylık dönemler
hâlinde kurumlar arasındaki iş birliği takip edilmekte
ve yönlendirilmektedir.
Yine Başbakanlık genelgesinde
yer alan tedbirler içinde bulunan Kadına Yönelik Şiddeti
İzleme Komitesinin kurulması çalışmaları,
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından
başlatılmış, komitenin ilk toplantısı 14
Mart 2007 tarihinde gerçekleştirilecektir. Öte yandan, Genelkurmay
Başkanlığımızla yaptığımız
protokol çerçevesinde, her yıl 420 bin askerimiz, kadına
yönelik şiddet dâhil olmak üzere, kız çocuklarının
eğitimi, üreme sağlığı gibi konularda
"Kadının İnsan Hakları Eğitimi"
başlığı altında eğitime tabi tutulmaktadır.
Ben, bu çalışma için de Genelkurmay Başkanlığımıza
teşekkür ediyorum.
2007-2010 yılları dönemini
kapsayacak, kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerinin
önlenmesi amacıyla yasal ve kurumsal önlemleri kapsayacak
Ulusal Eylem Planı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
tarafından hazırlanmakta ve üniversiteler, yerel yönetimler,
sivil toplum kuruluşlarının iş birliğiyle
2007 yılında tamamlanacaktır.
2005-2007 yılı Türkiye-Avrupa
Birliği Katılım Öncesi Mali İş Birliği
Programı kapsamında da, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce,
2007-2008 yılları arasında gerçekleştirecek olan
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması
Projesi'dir. Projenin, kadına karşı aile içi şiddetle
mücadele konusundaki ikinci bileşeni kapsamında kadına
karşı şiddetin aile içi sebep ve sonuçları
araştırılacak ve nitelik ve nicelik olarak ortaya konacaktır.
Araştırma bulguları temelinde, kadına karşı
şiddetle mücadele konusunda kapsamlı bir ulusal eylem planı
gerçekleştirilecek, değişimleri izlemek üzere bir
veri tabanı modeli oluşturulacak, hizmet modelleri çeşitli
bilinçlendirme ve hizmet içi program modülleri gerçekleştirilecektir.
Böylelikle, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler,
sivil toplum kuruluşları ve tüm paydaşların kadına
yönelik aile içi şiddetin yok edilmesine dair kapasitesi güçlendirilmesi
amaçlanmaktadır.
Kadına karşı şiddetle
mücadelenin en önemli parçasını teşkil eden erkeklerin
konuya duyarlılığını artırmak amacıyla
yapılan ve silah altındaki er ve erbaşların
eğitimine yönelik olan yurttaşlık sevgisi çerçevesinde
verdiğimiz eğitim, sadece şiddetle de sınırlı
olmayıp kız çocuklarının okullaşması, kadın-erkek
cinsiyet eşitliği, kadının insan hakları, kadına
yönelik şiddet, töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine
ilişkin konuların yer aldığı eğitim materyalleri,
CD ve afişleri hazırlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde gerçekleştirilen ileri düzeyde
yasal düzenlemelerin yaşama geçirilmesi hâlinde ülkemizdeki
kadınların yaşadığı birçok sorun bugünden
yarına son derece önemli bir aşama kaydedecek ve çözümlenecektir.
Kadınlarımızın eşit hak ve fırsatlara ulaşabilmesi
için toplumun bütün alanlarına eşit bireyler olarak katılmaları
temel şarttır. Sürdürülebilir kalkınmanın temel
hedefi olan sosyal kalkınma ve sosyal adaletin sağlanması,
yoksulluğun ortadan kaldırılması ancak kadının
sosyal ve ekonomik kalkınmaya erkeklerle birlikte eşit olarak
katılımıyla mümkün olacaktır ve bu çalışmalar
sürecinde bu dönem Parlamentosu, özellikle kadına yönelik
cinsiyet eşitliğini sağlama konusundaki başta
Anayasa değişiklikleri olmak üzere, kadın haklarını
savunan tüm değişiklikler de bütün grupların olumlu
katkılarıyla çıkmıştır. Muhalefet Partisi
Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin
yanı sıra Anavatan Partisine ve AK Parti Grubuna, kadın
hakları konusunda gösterdikleri bugünkü duyarlılıktan
dolayı teşekkür ediyor, başta Meclis Başkanımız
Sayın Bülent Arınç olmak üzere, Sayın Başbakana da
kadın hakları konusunda bugün verdikleri destekten dolayı
teşekkürlerimi sunuyorum.
Sözlerime son verirken, ülkemin
ve tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü
yeniden kutluyor, bu günün savaşsız bir dünyada eşit ve
umuda açılan bir kapı olmasını temenni ediyor, tekrar,
8 Martta, bugün konuştuğumuz birçok sorunu da konuşmamayı
temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan.
Gruplar adına söz vereceğim.
Anavatan Partisi Grubu adına
Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Reyhan Balandı.
Buyurun efendim. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA REYHAN BALANDI (Afyonkarahisar) - Teşekkür ederim,
sağ olun Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla
Türk kadınının toplumdaki yeri ve sorunlarıyla
ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz
aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünya kadınlarının
uzun yıllardır hak arama çabalarının simgesi hâline
gelen 8 Martı, anma, kutlama ya da hatırlama gününe dönüştürmeye
çalışan anlayışların konudan ne kadar uzak olduklarını
başta söylemek lazım. Daha önce de bu kürsüden dile getirdim,
bugüne kadar görülmemiş bir çoğunlukla iktidara gelen
Adalet ve Kalkınma Partisi, kadın aday ve kadın seçmenler
sayesinde siyaset sahnesinde yerini aldı. Türk kadını,
kendini yönetmesi ve çilesinin bitmesi için Adalet ve Kalkınma
Partisine yetki verdi. Aradan dört yıldan fazla zaman geçti.
Ben, Sayın Başbakanın bu geçen dört yıl içerisinde
yapılan yanlış icraatların hiçbirisini kabul ettiğine
tanık olmadım kadın politikaları dışında,
çünkü her şey gün gibi ortadaydı. Çünkü, Nene Hatunlarla,
Satı Kadınlarla, Eliflerle, Halide Ediplerle tarihini
yazmış Türkiye'de, tecavüze uğrayıp aile meclisinin
kararıyla töre cinayetine kurban giden Güldünyaların
dramları yaşandı. Daha dün, kapağı olmayan rögarın
mezar olduğu Dilara'nın annesinin dramı yaşandı,
bugün de sorumlu firmanın iktidar partisiyle birtakım
bağlantıları olduğu ve aynı firmanın,
tekrar 150 milyarlık bir ihale aldığı yazıyor
ve söyleniyor.
Daha dün, çocuğunun doğum
borçlarını hastaneye ödeyemeyen anne Nuriye'nin nasıl
hapse girdiği gerçeğini gördük. Bugünse, kim bilir, yine
kaç kadın şu anda geçim sıkıntısıyla gözyaşlarını
içine akıtıyor, kaç kadın sözlü ya da fiziksel şiddete
maruz kalıyor, dayak yiyor.
Yapılan araştırmalara
göre, hâlâ haklarının neler olduğunu bilmeyen pek çok
kadınımız var. Öylesine bastırılmışlar
ki, İzmir'de, gecekondu semtlerinde yaklaşık bin kadın
üzerinde yapılan araştırmada, kadınların erkeklerle
eşit haklara sahip olmalarını beklemediklerini söyleyen
kadın sayısı yüzde 49,9. Ankete katılan kadınların
yüzde 7,1'i kadınların bazı durumlarda şiddeti
hak ettiklerini düşünüyor. Kadınların yüzde 67,5'i
kendi istemediği hâlde, sadece eşi istiyor diye bazı
iş ve eylemlerde bulunuyor. Bu kara tabloya rağmen, gelişen
teknoloji ve iletişim hızı sayesinde kadınlarımızın
haklarının farkına varmaları süreci çok hızlı
bir şekilde gelişiyor. Haksızlığa, şiddete
uğrayan bazı kadınlarımızın karşı
duruşları ve bilinçlenmeleri de çok kısa bir zaman dilimi
içerisinde gerçekleşiyor.
Geçtiğimiz yıl yapılan
bir araştırmada, kadınların yüzde 79'u fiziksel
şiddete, yüzde 52'si sözel şiddete, yüzde 29'u duygusal ve
yüzde 18'inin de ekonomik şiddete maruz kaldığı belirtiliyor.
Türkiye'deki evliliklerin ilk üç
yılında, üniversiteli kadınların yüzde 73'ü, gecekonduda
yaşayan kadınların yüzde 90'ı şiddete maruz
kalıyor.
En çok da, ekonomik sıkıntı
ve ekonomik bağımlılık kadınlarımızın
kanayan yarası. Anne kendinden önce çocuğunu düşünür,
çocuğunu, etiyle, sütüyle, sebzesiyle besleyemeyen annenin
yüreği yaralıdır. Onun üzerine kıyafetini alamayan,
gereği gibi okula gönderemeyen annenin yüreği yaralıdır.
Sayın Başbakanın,
dünkü grup toplantısında kadınlara yönelik bir konuşma
gerçekleştirdiğine şahit olduk. Adalet ve Kalkınma
Partisinin kadınlara yönelik yapılan grup konuşmasında,
bir avuç kadına oturmak için yer bile verilmediğini akşam
televizyonda, haberlerde hepimiz izledik. Bugün ise, Anavatan Partisinin
grup toplantısında Türkiye'nin dört bir yanından gelen
kadınlarımızın nasıl hak ettikleri hak ve önceliklerine,
saygınlıklarına özen gösterildiğini de bütün kamuoyu
ve medya görüntüledi. Umarım gerçek demokrasi için hangi siyasi
partilerin kadın politikalarına samimiyetle eğildiklerinin
göstergesi olan bu tablo medyada da mukayeseli olarak yer bulur ve
kimin gerçek demokrasiden yana, kimin kadın hakları için
mücadele eden bir siyasi parti olduğu hiç olmazsa bugün gözler
önüne serilir.
Sayın Başbakan dünkü grup
toplantısında maalesef Türk kadınını, sivil
toplum örgütlerini de hayal kırıklığına
uğrattı. "Haydi kızlar okula" kampanyasını
pozitif ayrımcılık yaptık diye gururla anlatan,
Anayasa'ya pozitif ayrımcılık ibaresini yerleştirmekten
de ısrarla kaçınan Sayın Başbakanın, "Meclisin
yüzde 95'i erkek ama haksızlık etmeyelim, çoğu da maço
değil" diye bir açıklama yapan kadından sorumlu Bakanı
olacak elbette. Nasıl yani? Türkiye Büyük Millet Meclisinin çoğu
değil de bir kısmı mı maço Sayın Bakan? Nerede
Sayın Bakan? Bir kısmı mı maço? Peki, bu Mecliste
hiç maço milletvekili yok da, siyasette olmayınca kadınların
sorunları çözülmüş mü oluyor? Bana kalırsa, siz,
Başbakanın eşini ya da siyasi parti liderlerinin
eşlerini düşüneceğinize ve dilinize dolayacağınıza
ev hanımlarının, üniversiteli genç kızlarımızın,
çalışan kadınlarımızın sorunlarını
düşünün ve bunları yüreğinizde hissederek konuya
eğilin. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
Çünkü, bakın, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde bazı
yasalar çıkartıyoruz, çalışmalar yapıyoruz,
ancak inandırıcı olamıyorsunuz, maalesef yeterli
olamıyorsunuz.
Geçtiğimiz gün
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) -
Uyduruyorsun!
REYHAN BALANDI (Devamla) - Uydurmuyorum.
Ne uydurması? Her şey gözler önünde cereyan ediyor. Sayın
Bakanın konuşmaları orada, Sayın Başbakanın
konuşmaları orada
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) -
Sen ne kadar geliyorsun Meclise?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Hanımefendi,
lütfen, dinlemeye davet ediyorum. Çıkar burada cevabınızı
verirsiniz. Sayın Bakan veremiyorsa eğer, siz çıkar verirsiniz.
(Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) -
Konuyla ilgili konuşmuyorsunuz.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Bakın,
burada Dünya Kadın Hakları Günü'nden konuşuyoruz. Tablo
ortada! Ne yapalım yani, güllük gülistanlık bir tablo mu çizelim?
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
Siz de müdahale etmeyin efendim.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Lütfen
İnandırıcı değilsiniz. İnandırıcı
değilsiniz.
Geçtiğimiz gün, gazetelere
yansıyan bir fotoğraf var. Bu da gerçekleri gözler önüne seriyor.
Önde Sayın Bakan Çubukçu, arkasında Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumunun bürokratları. Kadından sorumlu Bakanlığın
bünyesindeki bir bürokratlar tablosu ve bu tabloda tek bir kadın
yok. İşte, tablo budur. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından
alkışlar) Bu yöneticiler arasında hiçbir kadın
yok. Bütün bakanlıklarda bu zaten böyledir, ama, kadından
sorumlu Bakanlığın bünyesinde kadın bürokratların
olmayışı, maalesef, dramı gözler önüne seriyor.
Nasıl olacak da Türk kadınını,
kendisine layık görülen yere değil de layık olduğu
konuma getireceğiz? Öncelikle yönetim kademesindeki erkekler,
erkek egemen siyaset yapısı şunu kabul etmelidir ki,
toplumun yarısından fazlası kendileri gibi düşünmüyor,
çünkü onlar kadın. Kadınlar, öğretildiği gibi eksik
değil, aksine fazladır, sevgide fazladır, şefkatte
fazladır, merhamette, anlayışta fazladır. Demokrasi,
farklılıkları kabullenmek demekse, kendisi gibi olmayanları
anlamak demekse, kadınların yerine kadın için erkeklerin
siyaset yapması kabul edilemez bir durumdur. Bugün Türkiye'de
yapılan, çok erkekçe bir siyaset. Devlet babanın devlet anaya
dönüşmesi ve ana gibi hâlden anlaması için siyasetin dişileşmesi
gerekiyor, nerede ne kadar erkek varsa orada o kadar kadın olması
gerekiyor. Çünkü, ömür boyu eğitimin süregeldiği yer, omuz
omuza, diz dize olduğumuz yer, kadınların öğretmeni
olduğu aile kurumudur. İktidar partisi, kendisiyle çelişen
ve partinin içinde kadın milletvekillerinin de rahatsız
olduğunu bildiğim bir tavır içerisinde.
2002 seçimlerinde, Adalet ve Kalkınma
Partisi, 550 milletvekili adayı içerisinde sadece 31 tane kadın
aday gösterebildi ve bu kadın adayları listelerin hep sonuna
koydu. Bir tanesi dışında tamamı listelerin ilk
sıralarında değildir.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum)
- Siz nereden geldiniz?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Bugünden
itibaren bu iş kandırmacadan, laf kalabalığından
uzak olmalı. Kadın sorunlarının çözümü, ülkeyi
bir anda yüceltir ve yükseltir.
DEVLET BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) - Siz hâlâ aynı yerde misiniz?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Sizin
nerede olduğunuz görünüyor Sayın Bakan.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum)
- Hangi partiden geldiniz Hanımefendi, hangi partiden?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Yani,
oradan, tamam, laf atıyorsunuz, çok güzel de, sizin nerede olduğunuz,
Anavatan Partisinin de nerede olduğu gayet net bir şekilde
görünüyor. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Devamla)
- Sen nereden geldin?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Kadın
sorunlarının çözümü ise, siyasetle, siyasette temsil oranının
yükseltilmesiyle mümkündür.
Samimiyetle buradan söylüyorum:
Hükûmetin yanlış ekonomi politikaları kadınımızın
gözünde mor halka olarak ortaya çıkmaktadır. İktidar
partisi her şeyi iddia edebilir, ama, dört-beş yıllık
iktidar döneminde kadın sorunlarını çözebildiklerini,
kadının konumunu yüceltip yükseltebildiklerini iddia
edemez. Eğer böyle bir iddianız varsa, bunun göstergesi ortadadır.
Anavatan Partisinin yaptığı gibi koyarsınız
parti tüzüğünüze
Maalesef, sadece yüzde 30'u
Çünkü, Siyasi
Partiler Kanunu sadece buna müsaade ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET YENİ (Samsun) - Meclise
taşıyanlar
Yazık! Yazık!
BAŞKAN - Buyurun efendim, ek
süre verdim, konuşmanızı tamamlayın.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Teşekkür
ederim, sağ olun Sayın Başkan.
Ondan sonra, Anayasa'nın 10'uncu
maddesine mi koyacaksınız, bu "pozitif ayrımcılık"
ibaresini mutlaka iliştirirsiniz. Onun dışında
söylediğiniz hiçbir şeyin anlamı ve önemi yoktur.
Bir de "kadın vekil sayısını
artıracağız" diyorsunuz. Allah aşkına,
bu düşünce yapısıyla bunun mümkün olmadığını
zaten bilmiyor musunuz!
Tabii, her şey kotayla da bitmiyor.
Kadının düşüncelerini ve kendini kabul ettirebilmesi
için, parti teşkilatlarında ve tabanında kadına
bakış perspektifinin geniş olması önemli. Kadınlar,
hem saygınlığından hem de kadınlığından
ödün vermeden katkı sağlayabileceği, emek vereceği
siyasi görüş içinde yer almak isterler. Bunun karşılığında
da makam, mevki talepleri yoktur, çünkü, bunun biraz da ekonomik bir
boyutu vardır. Biz, Anavatan Partisi olarak, kadınların
milletvekili adayı olduğu takdirde adaylık parası
altında siyasi partilerin aldıkları parayı almayacağımızı
bu kürsüden bir kez daha deklare ediyoruz ve tüm milletin önünde, Meclis
kürsüsünden, kadına ayrımcılığın her türlüsünü
cezalandıracak bir anayasal düzenlemeyi getireceğimize
söz veriyoruz.
Her kadına emeklilik hakkı
sağlayacağımız ve sosyal güvenlik şemsiyesi
altında pek çok imkân sağlayacağımızı da
ve bunun da çok mümkün olduğunu buradan beyan ediyoruz.
Hem tüzüğümüzdeki kota uygulamasının
hem de bahsettiğim diğer uygulamaların hem Adalet ve
Kalkınma Partisine hem de diğer partilere örnek olmasını
temenni ediyoruz.
Şimdi, bu kota uygulamasının
hayata geçirilmesiyle ilgili çalışmalarımız
var. Biz Anavatan Partisi olarak iddiayla söylüyoruz: Eğer buraya
350 milletvekiliyle gelirsek en az 100 kadın milletvekilini
bu Parlamento görecek inşallah.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
175 olsun, 175.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Tabii,
biz bunlarla uğraşırken, Sayın Başbakan konuşmasında
"kadınların annelik misyonunun küçümsenmesine razı
olamayacaklarını" söylerken, kadını yalnızca
annelikle özdeşleştiren bir çerçeveye sığdırmış
oldu. Türk toplumunda Türk kadınının annelik misyonu
hiçbir zaman küçümsenmez ve kimse de buna razı olmaz. Ama,
"kadın annedir" söyleminden daha geniş bakış
açısını Türkiye yakalamak zorundadır. Kadın
insandır, üretmek ister; sadece çocuklarına değil, ülkesine
de hizmet etmek ister. Türk kadını artık kalıplarını
kırmıştır. Bunun önüne geçilmesi değil, başarı
ışığı gördüğümüz her bir kadın bireyi
teşvik etmemiz gerekiyor. Burada olmayan şeyleri varmış
gibi göstermekle başarı elde edemeyiz.
Dün "Kadınlara Müjde"
başlığı altında birkaç tane haber verildi. Kadınlarımızın
evlerde ürettikleri el işlemelerinden gelir vergisi alınmayacakmış,
belediyeler ise evde el sanatlarıyla uğraşan kadınlarımızın
ürünlerini satması için festivallerde stant açmalarına
izin verecekmiş. Kusura bakmayın, bu tip basit söylemler,
Türk kadınının, ezilen, cefa çeken, yoksulluk çeken kadınımızın
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Meslek edinmeyi de söyleyin Reyhan Hanım.
BAŞKAN - Sayın Balandı,
lütfen konuşmanızı tamamlayın, özetleyin. Son sözlerinizi
rica ediyorum.
REYHAN BALANDI (Devamla) -
derdine
derman olmaktan çok, bu söylemler onların içini acıtıyor,
gururunu rencide ediyor. Bunlara dikkat etmek lazım. Bunlar zaten
var olan şeyler.
Şimdi, Sayın Başbakan
"haydi gençler evlenmeye" diyor. Lütfen, konulardan biri,
vergi iadesinin
İşte, vergi indirimi adı altında
bir para veriliyor ve diyor ki: Haydi gençler
Biz size yılda bir
defa vergi iadesi veriyoruz -bunun da adı değişti- haydi
gençler evlenmeye, diyor. Yani, bu kadar toplumdan uzak bir bakış
açısını kabul etmek mümkün değil.
Bakın, buradan ben bir fikir
sunayım: Bu denli güçlü bir iktidar partisi, çok büyük maddi
imkânlara sahip bir iktidar eğer Türkiye Cumhuriyeti'ni muasır
medeniyet seviyesinin üstüne gerçekten çıkarmak istiyorsa
ne yapacak biliyor musunuz: Önce, dul ve yetimden başlamak üzere,
kadına işsizlik maaşı bağlayacak, evdeki kadına
da işsizlik maaşı bağlayacak. Bakın o zaman
Türkiye nasıl silkeleniyor, kadın şiddetten ve sıkıntıdan
o zaman nasıl kurtulabiliyor. Bu hiç de imkânsız bir şey
değildir. Dört-beş yıl kaynaklar doğru kullanılsaydı,
böyle büyük bir ülke bunun altından rahatlıkla kalkabilirdi
ve müthiş bir gelişme elde edilebilirdi, Avrupa Birliği
ülkelerinde olduğu gibi. Biz hâlâ "dikiş dikersen senden
vergi almayacağız" demekle yetiniyoruz, ama ne yapalım,
bu da bir şeydir.
Kadına şiddet devam ediyor,
töre cinayetleri devam ediyor, gazete ve televizyonlar kontrol mekanizmalarını
yeterince çalıştırmıyorlar ve bu da zarar veriyor.
Ama, bunca karmaşa, bunca ayıp
Millî ve manevi değerler
ve aile yapısı üzerinde ayakta duran Türk toplumunda demek
ki birileri yanlış yapıyor, suç işliyor, birileri
de hastalıklı ruh hâliyle kadınlarımıza ve
genç kızlarımıza, dolayısıyla toplumun temel
değerlerine zarar veriyor.
İnternet terörü ve ahlaksızlıkların
çocuklarımızın karşısına ne zaman ve ne
şekilde çıkacağını kestiremiyoruz bile. Terörde
evladını kaybeden anaların ciğeri yanıyor.
Ülkemizin dış politikalardaki başarısızlığı
kadınımızı doğrudan doğruya etkiliyor.
Bu ülke bunları hak etmiyor.
Türkiye'de mevcut aile yapısı,
kabul etmek gerekir ki, hiç de gurur duyulacak bir durumda değildir.
Kadının verdiği ödünlerle ayakta bir aile kalabiliyorsa,
orada huzur, mutluluk, sevgiyi aramak yersizdir. Yetişen çocuklar
da problemli olur.
Kadına şiddetin önlenmesi
komisyonunun kurulması için benim bazı milletvekillerinden
daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
sunduğum (10/282) sayılı önergemin diğer milletvekillerinin
önergeleriyle neden birleştirilmediğini sordum, sordum,
cevap alamadım.
BAŞKAN - Sayın Balandı,
bakınız
REYHAN BALANDI (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkanım, çok kısa kaldı.
BAŞKAN - Efendim, bitirmiyorsunuz,
ben görüyorum.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Çok
kısa kaldı.
BAŞKAN - Sayın Bakan süresinden
önce bitirdi. Böylesine güzel bir günde ben size müdahale etmek istemem,
ama İç Tüzük'ün amir hükmü bu. Son cümlelerinizi rica ediyorum.
Altı dakika ek süre verdim.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Peki,
son cümlelerimi söylüyorum ve selamlıyorum Sayın Başkanım.
Konunun önemine
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın
Başkan, hoşgörün.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kadınlar
yılda bir kere konuşuyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, o zaman
İç Tüzük'ü değiştirin.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sizin
müsamahanız yeter Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Sayın
Başkanım, konunun önemine binaen göstermiş olduğunuz
hassasiyete de son derece teşekkür ediyorum.
Efendim, hemen konuşmamın
sonunda bir cümleyle şunu söylemek istiyorum: Kadına
şiddetle ilgili, övüne övüne öldüğümüz Avrupa Birliği
uyum yasaları var. Avrupa Birliği uyum yasalarının,
maalesef, uygulamada çıkan bir sürü boşlukları ve yanlışlıkları
var. Bunun için, bunları ortadan kaldırmak için -bu konuyu
da bizzat yaşamış birisi olarak söylüyorum- kadına
şiddetle ilgili davaların görülmesi için, ayrıca ihtisaslaşmış
mahkemelerin kurulması ve görev yapması ve bunların
da polisle ve hukuk uygulayıcılarının bir anlamda
bilinçlendirilmesi ve bu konuda eğitimden geçmeleri gerekiyor.
Bu da size çözüm için samimi bir öneri.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Sayın Milletvekili, sizin Türkiye'den haberiniz yok. Bu dedikleriniz
başladı, yapılıyor ya! Polis eğitimi başladı
ya!
BAŞKAN - Efendim, siz konuşmanızı
tamamlayın.
Sayın Şahin, müdahale etmeyin
lütfen.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Hepsinden
haberim var. Hiçbiri yeterli değil ve sadece sözde kalan, sadece
sözde kalan
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Hayret bir şey ya!
REYHAN BALANDI (Devamla) - Efendim,
hepsini takip ediyoruz, bizzat içindeyiz, yaşıyoruz. Hiçbiri
doğru değil bunların. Bu söylediklerinizin hiçbiri
doğru değil.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- 40 bin tane polis nasıl eğitim alacak?
REYHAN BALANDI (Devamla) - Bakın,
suçlular elini kolunu sallaya sallaya ortada dolaşıyorlar.
BAŞKAN - Sayın Şahin,
lütfen müdahale etmeyin.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Fatma
Hanım, sizin dünyadan haberiniz yok.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- 40 bin tane polis nasıl eğitim alacak?
REYHAN BALANDI (Devamla) -
Çıkmışsınız, söylüyorsunuz: "Kadın
annedir." Peki, şunu soruyorum ben size
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
REYHAN BALANDI (Devamla) -
"Cennet annelerin ayağı altındadır." derken,
"Ananı da al git." derken, peki, anneleri nereye gönderiyorsunuz,
siz bana onu bir söyler misiniz, cennete mi gönderiyorsunuz? (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Balandı,
siz Genel Kurula hitap edin.
REYHAN BALANDI (Devamla) - Dün diyor
ki "Ayağını öperim.", bugün diyor ki "Anaların
ayağı altındadır."
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Bu kadar küçültemezsiniz!
REYHAN BALANDI (Devamla) - Lütfen
Sizler bu söylediğiniz sorunların samimi olarak eğer
üzerine gitmezseniz
FATMA ŞAHİN (Gaziantep)
- Bu kadar küçültemezsiniz!
REYHAN BALANDI (Devamla) -
Allah'ın
izniyle, bizler kadınlarımızın yaralarına
parmak basacağız ve bu sorunları Anavatan Partisi olarak
çözeceğiz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Balandı.
Sayın Balandı, şunu
da bilin: Sekiz dakika yirmi saniye ek süre vermiş oldum. Bunu
da bilin efendim.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Teşekkür ederiz Sayın Başkan.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın
Başkan, Sayın Bilgehan'a da on dakika müsamaha edin.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gülsün
Bilgehan.
Buyurun Sayın Bilgehan. (CHP
ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYŞE GÜLSÜN
BİLGEHAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Değerli arkadaşlarım,
başta büyük Atatürk olmak üzere, cumhuriyetimizin kurucuları
bundan bir asır öncesinden, bir ülkenin gelişmesi ve ilerlemesinin
kadınların toplum içindeki konumlarına ve etkinliklerine
bağlı olduklarını anlamışlardı. Hatta,
bu eksikliğin, Osmanlı Devleti'nin çöküşünü hızlandıran
nedenlerin başında geldiğini düşünmüşlerdir.
Bu yüzden, kadın, Atatürk devrimlerinin temel hedefi olmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında
kadınları her alanda, her yerde görüyoruz ve kadın,
Türk kadını, geleneğine, göreneğine, inancına
bağlı, ama, aynı zamanda çağdaş değerleri,
cumhuriyet ilkelerini de benimseyen bir kadındır. Şeriatın
kaldırılması ve yeni Medeni Yasanın kabulü ile
daha 1926'da Türk kadını, saklı kaldığı kafeslerin
ardından, kapatıldığı haremlerden çıkmış,
erkeklerle eşit haklara sahip bir vatandaş kimliğini
almıştır. Türk kadınının bundan seksen bir
yıl önce elde ettiği boşanma, velayet ve mallar üzerindeki
vesayet hakları, çok eşliliğe son verilmesi gibi düzenlemeler,
bugün bile dünyanın pek çok bölgelerindeki kadınların
hâlâ beklediği gelişmelerdir. Bizim 5 Aralık 1934'te kazandığımız
seçme ve seçilme hakkına kavuşabilmek için İsviçreli
kadınlar kırk iki yıl beklediler.
Değerli arkadaşlarım,
çağdaşlaşma sürecinde devrimlerin sonu yoktur. Bugün
Türk kadını, özellikle Müslüman toplumlar arasında
hâlâ kadın haklarının en üst düzeyde olduğu bir konumda
bulunuyor. Yasal düzenlemeler açısından, gerçekten, bizim
dönemimizde de önemli ilerlemeler kaydedildi ve bunları birlikte
yaptık. Bundan kısa bir süre önce, hayal bile edilemeyecek
değişiklikler yaptı bu Meclis. Türk Ceza Yasası'ndaki,
örneğin töre cinayetlerine hafifletici neden olan maddeleri
temizledik. Bu insanlık suçunu hâlâ "namus cinayeti"
olarak niteleyemiyoruz, ama, "nitelikli adam öldürme" kapsamına
alabildik ve en ağır cezanın verilmesini sağladık.
İş yerinde taciz, evlilik
içi cinsel saldırıyı suç saydırdık ki, bunlar,
inanın, henüz Avrupa Birliği ya da Avrupa Konseyi ülkeleri
arasında, pek çoğunda daha yapılamadı.
İş Kanunu'nda cinsiyet ayrımcılığı,
hamilelik nedeniyle işten çıkarmayı önledik. On altı
haftalık doğum izni aldık. AB ortalamasının
üzerindedir.
Anayasa'nın 10'uncu ve 41'inci
maddeleri değişti.
Bundan iki yıl önce, gene burada
bir konuşma yapmışım. O zaman "12 adet" demişim
sığınma evlerini, kadın sığınma evlerini,
bugün 30'u aştı. Hatta, yarın, Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, bir kadın sığınma
evi açacağını biliyorum. Nereden nereye geldik demek
ki. Bunları nasıl yaptık? (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Yok, yok, daha durun. Bunları
nasıl yaptık? Bunları yapanlar karşıda, karşıdaki
dinleyici localarında oturuyor. (Alkışlar) Öncelikle,
duyarlı, bilinçli, kararlı kadınların desteğiyle
yaptık. Bugün temsilcilerinden bazılarının aramızda
olduğu sivil toplum kuruluşları, kadın dernekleri,
basın kuruluşlarıyla birlikte çalıştık.
Onların önerilerinin büyük bölümünü yasalaştırdık.
Evet, birlikte yaptık, iktidar, Hükûmet birlikte yaptık. Biz,
diğer milletvekili, kadın milletvekili arkadaşlarımızla
-24 kadın- birlikte çalıştık, yapabildiğimizi
yaptık, ama, eksiklerimiz var. Şimdi sıra yasal düzenlemeleri
hayata geçirmeye geldi.
Çünkü, değerli milletvekilleri,
büyükannelerinin torunlarından ileri olduğu tek ülkeyiz,
öncelikle iki alanda. (CHP sıralarından alkışlar)
Büyükannelerinin torunlarından ileri olduğu ülkeyiz.
1994'te yüzde 34 olan kadının iş gücüne katılım
oranı, istihdama katılım oranı, bugün yüzde 22.
Dünyada başka bir örneği yok, başka hiçbir ülkede bu
oran düşmüyor. Avrupa ülkelerinde ortalama yüzde 56. Diğer
ülkelerden, yani yüzde 80 oranı olan Kuzey Avrupa ülkelerinden,
İsveç'ten, Norveç'ten bahsetmiyorum.
Ekonomik özgürlüğe erişmeden,
kadın haklarından söz edilemez. Ayrıca, çalışan
o yüzde 22 oranındaki kadınlarımızın da neredeyse
yarısı ücretsiz işçi. Sendikalı kadın oranı
yüzde 10, kendi hesabına çalışan kadın yüzde 12.
Kadınların yüzde 80'inin üzerine kayıtlı bir gayrimenkul
ya da araç yok. Ben, aslında, biraz daha iyi örnekleri Sayın
Bakanın vermesini bekledim. Çünkü, bugün Türkiye'de, örneğin
yargıda Danıştay Başkanı, Anayasa Mahkemesi
Başkanı kadın, iş alanında TÜSİAD Başkanı
kadın. Daha pek çok örneğimiz var. Pek çok alanda kadınlar
üniversitelerde, basında, başka sektörlerde yüzde 30 oranında
temsil ediliyorlar, ama, şunu da görmek gerekiyor: Veriler kadının
yoksul olduğunu gösteriyor.
İris Eşitlik ve Gözlem Grubunun
kamu sektöründe yönetici kadınlar üzerinde yaptığı
son araştırmaya göre, gene 1994'te yüzde 15,1 olan üst düzey
yönetici oranı, 2006'da yüzde 11,8'e inmiş. Başka hiçbir
yerde böyle bir şey yok. Gerilemişiz! Bugün, Türkiye'de tek
bir kadın müsteşarımız yok, tek bir valimiz yok, belediye
başkanımız yok. Yerel yönetimlerde kadın temsilciler
bindelik oranlarda yer alıyorlar. Garip olan nedir? Garip olan,
dediğim gibi, büyükanneler torunlarından ileri durumdaydılar.
Yani, bir müsteşarımız daha eski dönemlerde vardı,
kadın valimiz vardı, şimdi yok!
Ayrıca, çalışan kadınlarımıza
sunulan olanaklar, o yüzde 22'ye bile sunulan olanaklar son derece
kısıtlı. Kreş ve çocuk yuvaları yetersiz. Aile
içinde iş paylaşımı çok az. Kadınlar her türlü
yükü kendileri taşımak zorunda kalıyorlar ve aile
ile iş arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar.
Oysa, hedef, artık, dünyada, değerli arkadaşlarım,
bu iki yaşamı bağdaştırabilmek. Yani, kadının
hem anne hem eş hem de başarılı bir iş kadını
olabilmesi. Hedef bu. Cumhuriyetin, Atatürk'ün hedefi buydu.
Gelelim ikinci önemli konuya: Parlamentolar
Arası Birlik, dünyada kadın siyasetçi oranının
2006'da yüzde 17 artarak rekor düzeye eriştiğini gösteriyor.
Şaşırtıcı değil. Biz bu kadınları
her yerde, sizler de her yerde görüyorsunuz. Bugün, ilk defa, Amerika
Birleşik Devletleri'nde de Temsilciler Meclisi Başkanı
bir kadın seçildi. Amerika'da, İsrail'de, Yunanistan'da,
Avusturya'da, İngiltere'de, İsveç'te dışişleri
bakanları kadınlar; hem de böyle sorunlu ülkelerde.
İsrail'in Dışişleri Bakanı bir kadın. Avrupa
kıtasında parlamentolarda kadın oranı yüzde
19,1; Amerika'da yüzde 16; Asya'da yüzde 16,1; Sahra altı Afrika'da yüzde 16,8; Arap ülkelerinde yüzde 8,6.
Ben, geçenlerde, Malta'da, Avrupa Konseyi adına bir toplantıya
katıldım. Oradaki Arap ülkelerinin Arap kadınlarının,
etkinliklerini, faaliyetlerini, enerjilerini, çalışma
azimlerini, haklarını elde etme azimlerini gördüm ve inanın
ki imrendim. Bakın, Arap ülkelerinde yüzde 8,6. Bir örnek daha
veriyorum: Tunus'ta yüzde 23. Bizde kaç? 4,4. Yorum yapmaya gerek
yok. Seçilme hakkımızı aldığımız
1934'ten beri tam yetmiş üç yıllık bir gecikmemiz var arkadaşlar.
Kadınların bu Meclisten alacağı çok. Bir seçim öncesinde,
ilgili her kesimin, ama öncelikle kadınların sorumluluklarının
bilincinde olmalarını bekliyoruz. Bu kaderi değiştirmemiz
lazım. Türkiye'ye bu görüntü yakışmıyor. Ama, bu
zinciri kıramama nedenlerini biliyoruz. Bunların başında
eğitim geliyor. Bugün okuma yazma bilmeyen, hâlâ 5 milyon kadınımız
var. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bu oran neredeyse kadın
nüfusunun yarısı. Kadın nüfusunun yarısı
okur yazar değil. Kadınların Türkiye'deki ortalama
eğitim süresi -bilmiyorum biliyor musunuz- dört yıl, dört yıl. Üniversite
mezunu kadınların oranı yüzde 4. OECD'nin yaptırdığı
bir araştırmaya göre, çok ilginç bir oran "atalet oranı" diye bir
oran var. Bu atalet oranı, 15 ila 19 yaşları arasındaki
kızlarda hiç okula gitmeyen, yani, ne okula giden ne de çalışan
kızların oranını belirliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Devamla)
- Türkiye'de 15-19 yaşları arasındaki kızların
yüzde 44,3'ü ne okula gidiyor ne işe gidiyor, evde oturuyor ve zaten
3 kızdan 1'i 18 yaşın altında evleniyor.
Karşılaştırmak
için bir örnek vereyim: OECD'nin ortalaması, bu atalet oranı
ortalaması yüzde 8,2. Avrupa ülkelerinde bunun içine 30 ülke
giriyor. Gerçi biraz daha geniş, Amerika ve Japonya da var. Neyse,
yani bizim de üye olduğumuz OECD'de ortalama yüzde 8,2; bizde
yüzde 44,3. Gerçekler bunlar.
Değerli milletvekilleri, demek
ki görüyoruz ki, yürürlükteki yasalara, hatta belki iyi niyetlere
rağmen, uygulamada istediğimiz düzeyden çok gerideyiz.
Yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesinde önümüze asırların
getirdiği engeller çıkıyor. Biliyoruz ki zihinsel değişim
olmadan eşitliğin sağlanması çok zordur. Ancak,
bir seferberliğin başlaması için de siyasi irade gerekir.
Bütçede kaynak olmadıkça bakanlık genelgelerinin sonuç
vermesi beklenemez.
Bakın, bugün, bu sorunların
görüşüldüğü bir tek gün, Sayın Çubukçu, Sayın Bakan,
kadından sorumlu Devlet Bakanı, ne yazık ki Bakanlar
Kurulu bölümünde tek başına oturuyor. Sizlere bakınız.
Yani ne kadar az milletvekili katıldı bu oturuma ve
şimdi, ben, Cumhuriyet Halk Partisinin temsilcisi olarak burada
söylemek durumundayım ki, bizim taraf daha kalabalık, bizim
arkadaşlarımız buradalar (CHP sıralarından
alkışlar), bizim Genel Başkanımız aramızda
ve gördüğünüz gibi, şiddete karşı başlatılan
kampanyanın simgesi olan beyaz kurdele onların da yakalarında,
Sayın Bakanın ve benim de yakamda.
Değerli milletvekilleri, 27
Kasım 2006 günü Madrid'de, Türkiye'nin 1949'dan beri üye olduğu
Avrupa Konseyinin "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete
Son" kampanyası başlatıldı. 2006-2008 yıllarını
kapsayacak dönemde gündemde kalan kampanyaya 46 ülkenin parlamentosu
katılıyor, bizim ülkemiz de katılıyor ve ben, geçenlerde,
geçen ay, bu kampanyayı yürüten Avrupa Konseyinin Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonunun Başkanlığına
seçildim. Ancak, benim bu kampanyayı bu Mecliste de yürütebilmem
için, bu sorunları bu Mecliste de dile getirebilmem için muhatap
alacağım bir komisyon bile yok. Avrupa ülkelerinin hepsinde
bir eşitlik komisyonu var, kadın-erkek eşitliği komisyonu
var. Yok
Biliyorum, bizden de çok değerli arkadaşlarım
önergeler verdiler, sizden de verdiler, iktidar partisinden de verdiler,
ama sonuç yok. Dört buçuk yıl geçti, bu Mecliste birlikteyiz ve
bir kadın-erkek eşitlik komisyonumuz yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim, ek
süre verdim, konuşmanızı tamamlayın.
AYŞE GÜLSÜN BİLGEHAN (Devamla)
- Çok teşekkür ediyorum, çünkü bu nedenle bu kampanyayı anlatmak
için başka bir zaman ve başka bir imkân bulamayacağımı
düşünüyorum ve bu Komisyonun Başkanı olarak da bu görevi
Türkiye'de birisinin yapması lazım, yoksa ben kendi kendime
Başkan olarak Türkiye'nin hanesine bir eksi koymak zorunda kalacağım.
Değerli milletvekilleri, aile
içi şiddet, ülke, sınıf, eğitim farkı gözetmeyen
ve bütün Avrupa ülkelerini ilgilendiren ciddi bir sorun. Aile içi
şiddet nedir biliyor musunuz? Aile içi şiddet, kadının
en çok güven duyması gereken yerde, kendi evinde, yuvasında
ve en çok sevdiği insan tarafından şiddet görmesi. Bir
insanlık sorunu, bir insanlık ayıbı. Bu sorunu artık
aile içi bir mesele olarak görmek mümkün değil. İşte, bu
yüzden, bizim de üye olduğumuz Avrupa Konseyi, çağımızın
derdi olarak görülen bu yaraya çözüm bulmak, parlamentolar arasında
bir dayanışma sağlamak için, uygulamaları denetlemek
için, yeni yasalar çıkarabilmek için bir ortak çalışma
kararı aldı. Kampanya kapsamında başka ülkelerde
de iki yıl boyunca çeşitli etkinlikler var. Bugün gördünüz,
bugün özel bir gün; birtakım afişler astırdık, bu konuyu
gündeme getirecek, sizlere çarpıcı gelecek birtakım
görsel sergiler sunmaya çalıştık. Aslında, bu sergilerden
bir tanesi, ne yazık ki, kıyıda köşede kalmış
bir kadın portreleri sergisi. Sizleri, o sergiyi de gezmeye,
izlemeye davet ediyorum. Bunun dışında başka etkinliklerimiz
de olacak. O etkinliklerde, hepinize, birer parlamenter olarak çok
görev düşüyor, çünkü, Türkiye, aile içi şiddet konusunda
özel bir konumda bulunuyor. Yasal düzeyde ülkemiz gene çok ileride.
1998 yılında çıkmış bir yasamız var, aileyi
koruma kanunumuz var. Bunun dışında, yeni Belediyeler
Kanunu'nda da nüfusu 50 bini aşan belediyelerde, 50 bini
aşan yerel yönetimlerde mutlaka bir kadın sığınma
evi kurulması maddesi yer alıyor. Ancak, ülkemizde aile
içi şiddet, yapılan araştırmalara göre, Avrupa
Konseyi ülkeleri içerisinde en yüksek düzeyde. Yani, değişik
değişik araştırmalar yapıyoruz, ama, gene en
yüksek düzeyde çıkıyor ve bu veriler, yüzde 34 ile yüzde
97'ye kadar çıkabiliyor. Bakın, son altı yılda, Emniyet
Genel Müdürlüğü verilerine göre, 1.129 töre cinayeti işlenmiş
Türkiye'de ve bunların yüzde 29'unun gerekçesi namus. Bir insanlık
suçu olan töre cinayetleri, namus cinayetleri konusunda, Avrupa
Konseyi ülkeleri içinde, sanık sandalyesinde oturan tek ülkeyiz.
Bunu artık değiştirmemiz gerekiyor ve bunu artık
değiştirmek için, birbirimize gerçekten destek olmamız,
birbirimizi anlamamız gerekiyor.
Bu kampanyanın kendi ülkemde
de son derece ciddi bir şekilde yürüyeceğine ve hepinizin
bu konuya dikkat göstereceğine eminim. Biliyor musunuz, aslında,
Nimet Hanım'ın söylediği, birtakım, gerçekten ilerlemeler
var. Ben buraya gelmeden önce, bir hat var, 183 Alo Şiddet Hattı,
orayı aradım, baktım iyi çalışıyor mu diye,
bana cevap verecekler mi, bir sonuç alabilecek miyim diye ve söyleyebilirim
ki çok iyi bir sonuç aldım. Hemen telefon açıldı, hemen
hat açıldı ve karşıma çıkan kişi de -ben tabii
kim olduğumu söylemedim, ama, bu konuyla ilgili yardım almak
istediğimi söyledim- bana gayet olumlu, iyi bir yaklaşımla
neler yapabileceğimi söyledi. Demek ki olabiliyor. Yani, bu
konuda, bakın, ille de muhalefetiz diye sizlere, sizin yaptığınız
her şeye karşı olmak gerekmiyor. Bakın, bazı
konular var ki, bunlar gerçekten bir insanlık sorunu, partilerin
üstünde, siyasetin üstünde. Onun için, bu konularda birlikte çalışmamız
gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı, bazı çok
önemli uluslararası konularda olduğu gibi.
Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum. Gerçi söylenecek çok şey var ama, daha fazla sabrınızı
da tüketmek istemiyorum. Nezaketinizden dolayı teşekkür
ediyorum.
Evet, 8 Mart kutlanacak bir gün değil
zaten. Ama, bu günü anan ve böyle önemli bir oturumda buraya gelen sizlere,
iktidar partisi milletvekillerine ve benim değerli arkadaşlarıma...
Çünkü, yüzde 4,4'lük kadın oranının temsil edildiği
bir Mecliste erkeklerin desteğini almadan hiçbir şey yapamayız
ve zaten Türk ailesinin geleneksel özelliği, kadın-erkek
birlikte pek çok değere, pek çok çağdaş uygar değere
sahip çıkmamız.
Katılan bütün arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum ve beni dinlediğiniz için de, saygılarımı
sunarak teşekkürlerimi yineliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Bilgehan.
AK Parti Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Güldal Akşit.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA GÜLDAL AKŞİT
(İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, AK Parti Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
dilerseniz, öncelikle bu 8 Mart günü nedir, niye anılmaktadır
ya da kutlanılmaktadır, kısaca tarihçesine değinmek
isterim.
8 Mart 1857'de, Amerika Birleşik
Devletleri'nde, tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın,
günde on beş-on altı saat süren çalışmalara karşı,
on saatlik çalışma süresi, daha iyi iş koşulları
ve daha iyi ücret talepleriyle grev başlatmışlardır.
Bu grev sırasında çıkan olaylarda 129 kadın, maalesef,
hayatını kaybetmiştir. Kadınlar, bundan yaklaşık
elli yıl sonra, 8 Mart 1908'de yine yürüyüşe geçmiş, bu
sefer, elli yıl önceki taleplerine yenilerini de ekleyerek,
sekiz saatlik iş günü, oy hakkı ve çocuk emeğiyle ilgili
yasa çıkarılması gibi talepler öne sürmüşlerdir.
Bu kez çıkan olaylarda ise 140 kadın hayatını kaybetmiştir.
Sonraki yıllarda, 8 Mart 1857
tarihi kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak
için verdikleri mücadelenin de başlangıcı kabul edilmiş,
1977 yılında Birleşmiş Milletlerin 8 Mart gününü
"Kadın Hakları İçin Birleşmiş Milletler Günü"
ilan etmesiyle bugün "Dünya Kadınlar Günü" olarak resmen
anılmaya başlanmıştır. Ülkemizde, 8 Mart tarihi,
1984 yılından bu yana, her yıl "Dünya Kadınlar
Günü" olarak çeşitli etkinliklerle anılmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Akşit,
bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Sayın milletvekilleri, zannediyorum
siz de farkındasınız, Genel Kurulda ciddi bir uğultu
var. Rica ediyorum
Çok önemli bir günün değerlendirmesini yapıyoruz.
Arkadaşlarımız hatibi dinlesinler. Bunu rica ediyorum
Başkan olarak.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Hangi
taraf yapıyor Sayın Başkan? Onu da söyleyin.
BAŞKAN - Bütün arkadaşlarımdan
rica ediyorum.
Buyurun.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla) -
Saygıdeğer milletvekilleri, ülkelerin toplumsal cinsiyet
bilincine ve duyarlılığına ulaştığında
ve kadın-erkek eşitliğini her alanda sağlayabildiğinde
çağdaş bir toplum yapısına ulaşabileceği
artık evrensel bir kabul olmuştur. Çağdaş bir toplumu
ancak bilgi ve bilinç düzeyi yüksek, başkalarının haklarına
saygı gösteren bireyler oluşturup yaşatabilir.
Çağdaş toplumun vazgeçilmez koşulu ise siyasal yaşam
dâhil toplumun bütün alanlarına kadın ve erkeğin dengeli
dağılımı, kadın ve erkek arasında etkin
bir fırsat eşitliğinin aile ve çalışma yaşamını
da kapsayacak şekilde hayata geçirilmesidir.
Eşitlik, kalkınma ve barış,
küreselleşen dünyanın taleplerinin birleştiği
en temel değerlerdir. Tüm dünyada ve tabii ki ülkemizde
eşitlik, kalkınma ve barışın sağlanması
için üretilen politikalar, bize, biri olmadan diğerinin hayat
bulamayacağını söylemektedir. Bütün uluslararası
insan hakları belgelerinde herkesin insan haklarına ve
temel özgürlüklerine sahip olduğu ve cinsiyete dayalı
ayrımcılığın kabul edilmezliği ilkeleri
benimsenmesine rağmen, hâlen tüm dünyada kadınlara karşı
ayrımcılığın mevcut olduğu görülmekte,
bunun ortadan kaldırılması vazgeçilmez olarak kabul
edilmektedir.
Günümüzde bir ülkenin gelişmişlik
düzeyi sadece ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda
toplumun sosyal ve kültürel yapısı ve insani gelişme
ölçütleriyle birlikte değerlendirilmektedir. Ülkelerin kalkınmışlık
düzeyine bakıldığında, yükselen her uygarlıkta
toplumun her düzeyine kadın ve erkeğin eşit katılımını,
öte yandan geri kalmışlığın tarihinde ise kadının
toplumsal ve sosyal yaşamdan dışlanmışlığını
görmek mümkündür.
Türkiye'de de tarihimiz boyunca
birçok güçlüğe katlanan ve büyük sorumluluklar üstlenen kadınlarımızın
toplumsal yaşama etkin biçimde katılmaları ülkemizin
en büyük hedefleri arasında yer almış, bu kapsamda ülkemiz
yıllardır kadın-erkek eşitliğini sağlamak
için hem ulusal düzeyde hem de uluslararası platformda süreklilik
gösteren çalışmalar yürütmüş ve bu alanda yürütülen
uluslararası çabalara da her zaman aktif bir şekilde katılarak
destek olmuştur.
Bu çerçevede, Türkiye, Birleşmiş
Milletlerin kadın-erkek eşitliğini sağlamak üzere
kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın
önlenmesi konusunda yaptığı bir dizi uluslararası
toplantı sonucunda ortaya çıkan Birleşmiş Milletler
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi'ni, yani CEDAV Sözleşmesi'ni 1986
yılında, Kadının İnsan Hakları Bildirgesi
olarak da anılan CEDAV İhtiyari Protokolü'nü ise 2003
yılında ülkemiz açısından yürürlüğe sokmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
ben, hâlen aktif görev yapan bir Türk kadın siyasetçisi olarak,
Türkiye'nin bu konuda katettiği mesafelerden ve bugünkü durumdan
sizlere kısaca bahsetmek istiyorum.
Ülkemizde cumhuriyet öncesi toplumsal
yaşam içerisinde çok sınırlı bir şekilde yer
alan, yasal hakları yok denecek kadar az olan Türk kadını,
1923 yılında cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleşen
devrimlerle birlikte, eşit insan, eşit yurttaş olarak
toplumdaki yerini almıştır.
1924 yılında eğitimi
tek sistem ve tek çatı altında toplayan Kanun, 1926 yılında
kabul edilen Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanunu ve 1934 yılında
kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan Kanun
ile birlikte Türkiye kısa sürede, kadın hakları, kadın-erkek
eşitliği açısından dünyanın ileri ülkeleri
arasına girmiş bulunmaktadır.
Kadına yönelik politikalarda
yaşanan değişimin önemli bir yansıması olan
Anayasa, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, İş Kanunu ve Belediyeler
Kanunu'nda yapılan değişikliklerle, kadın-erkek
eşitliği yasal düzeyde sağlanmıştır.
Ancak, yasaların uygulanmasının
izlenmesi sonucunda ortaya çıkan değişiklik ihtiyacı
ile hazırlanan iki önemli kanuna dair değişiklik tasarısı
ise şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde bulunmaktadır.
Bunlardan birisi, bütün dünyada
olduğu gibi ülkemizin de en önemli sorunlarından biri
olan aile içindeki şiddetin önlenmesi amacıyla 1998 yılında
çıkarılan Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanmasındaki
aksaklıkların giderilmesini teminen hazırlanan değişiklik
tasarısı taslağıdır.
Diğeri ise, doğum izinleri
konusuna ilişkin farklı sosyal güvenlik kuruluşlarına
bağlı olarak çalışanlar için ebeveyn izni ve evlat
edinme hâlinde de bu iznin kullanılabilmesi amacıyla hazırlanan
Devlet Memurları Kanunu ve İş Kanunu'nda değişiklik
yapılmasına dair kanun tasarısıdır. Bu iki
önemli tasarının yasalaşmasında, yüce Meclisimizin
siz değerli üyelerinin büyük duyarlılıkla katkı
sağlayacağına gönülden inanmaktayım.
Saygıdeğer milletvekilleri,
tüm bu çabalarla amacımız, kadınlarımızın
iş gücüne katılımlarını artırmak, geleneksel
çalışma alanları dışında farklı sektörde
istihdama katılım düzeylerini yükseltmek, eğitim
imkânlarından daha fazla yararlanmalarını sağlamak,
sosyal güvenlik göstergelerini iyileştirmek, sağlık
sorunlarını azaltmak ve en önemlisi belki de, aile içi
şiddetin önlenmesi için mücadele etmektir. Ancak, yasal
açıdan elde edilen bu gelişmelerle, eşitlik konusunda
kadınların elde etmiş oldukları kazanımların
oluşturduğu avantajlı durumun yeterli olmadığının
da bilincindeyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla) -
Teşekkür ederim.
Yasaların uygulanmasını,
kadınların gündelik yaşamlarının ayrımcılıktan
fiilen arındırılmasını sağlayacak önlemler
alınması ve gerekli mekanizmaların oluşturulması,
en önemli hedef olarak önümüzde durmaktadır. Biliyoruz ki, yasalarla
uygulama arasındaki açıklık sürdükçe, geleneklerin
ve törelerin etkileri, kadınların yaşamı üzerinde
belirleyici olmaya devam edecektir.
Yasaların uygulamalara tam
olarak geçirilmesini sağlamanın en etkin yöntemi ise toplumda
bir zihinsel dönüşümün sağlanmasıdır. Toplumlarda
zihinsel dönüşümlerin çok zor bir süreç olduğunu bilmekle
birlikte, kesinlikle ümitsiz değiliz.
Hükûmetimiz, yasaların
işlerliğinin artırılması ve uygulamalara
tam olarak geçirilebilmesi için çalışmaları artırarak
sürdürmektedir. Özellikle kız çocuklarının eğitime
katılımlarının artırılması ile kadına
yönelik şiddet, töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi konularında
çalışmalar başarıyla sürdürülmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
eğitim, her Türk vatandaşı için sunulan zorunlu, yasal
bir hak ve imkândır. Eğitimde hedefimiz olan 2010 yılına
kadar kız çocuklarımızın okullaşma oranını
yüzde 100'e ulaştırmak için Millî Eğitim Bakanlığımızın
uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları,
medya ve özel sektörün destekleriyle başlattığı
kız çocuklarının okullaşmasına destek kampanyası
çerçevesinde ülke genelinde 220 bin civarında kız çocuğu
eğitim sistemine kazandırılmış bulunmaktadır.
Hepinizin bildiği üzere,
eğitim olanaklarından yararlanmış kadınlarımız,
uluslararası platformları da kapsayacak şekilde önemli
başarılara imza atmaktadırlar. Ancak, Türk kadını,
siyasal haklarına 1934 yılında kavuşmuş ve
dünya kadınlarına öncülük etmiş olmasına
rağmen bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde kadınların
24 milletvekiliyle temsil ediliyor olması, Türk siyasi hayatında
olması gereken düzeyin çok altında bir durumu ifade etmektedir.
Bu yetersizliğin önümüzdeki dönemlerde giderileceğine,
kadınlarımızın siyasette ve karar mekanizmalarında
hak ettikleri gibi yüksek oranda temsil olanağına kavuşacaklarına
inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
özellikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun
alanı olan olumsuz gelenekler ve değer yargılarının
sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan kadına yönelik
şiddet ile töre ve namus cinayetleri
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı
tamamlayabilirsiniz, buyurun.
GÜLDAL AKŞİT (Devamla) -
kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasının
sadece yasalarla mümkün olamayacağına en açık örnektir.
Bu konuda yüce Meclisimiz ileri bir adım atmış, kadına
yönelik şiddet ve töre cinayetlerinin önlenmesi konusunda
alınacak tedbirleri belirlemek amacıyla 2005 yılında
bir Meclis araştırma komisyonu oluşturmuştur. Komisyon,
çok başarılı bir çalışma gerçekleştirip
bu konuda kapsamlı bir rapor hazırlamıştır.
Rapor, Hükûmetimiz tarafından da benimsenmiş, raporda yer
alan tedbirlerin hayata geçirilmesi için Başbakanlık genelgesiyle
tüm sosyal taraflara sorumluluk verilmiştir.
Değerli milletvekilleri, kadınlarımız
toplumsal ve ekonomik yaşamın ayrılmaz bir parçası,
üretimin etkin ögesidir. Ülkemizde her alanda başarılı
çalışmalar yapan kadınlarımızın sayısının
artması övünç kaynağımızdır. Devletin ilgili
kurumlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının
da kadın haklarının geliştirilmesi ve kadınların
bilinçlendirilmesi konusunda yürüttükleri çalışmalar
mutluluk vericidir. Bu anlamda kendilerine teşekkürü bir
borç biliyorum.
Kadınlarımızın
birey olarak kendi sorunlarına sahip çıkmaları, erkeklerin
bu sürece dâhil olmaları ve daha iyi bir yaşam düzeyine
ulaşmak için birlikte çaba göstermelerinin, geleceğin
çağdaş Türkiye'sini kurma çabalarımıza önemli
katkılarda bulunacağına inanıyoruz. Türkiye'nin
çağdaşlık sınavını sürdürebilmesi için
kadının toplumsal statüsünün güçlendirilmesi temel önceliğimiz
olarak algılanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, tabii,
söylenecek çok şey var. Ancak, ben, güzel bir temenniyle bu gündeki
konuşmamızı sonlandırmak istiyorum ve kimseye
de sataşarak siyaset yapmak istemiyorum böyle bir günde.
Değerli arkadaşlarım,
ayrımcılığın önlendiği, insanların
eşitlik ilkesi çerçevesinde hak ve özgürlüklerini adil biçimde
kullandığı, kadınlarımızın yönetimin
her aşamasında daha çok temsil edildiği bir dünyada yaşamak
umuduyla, tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar
Günü'nü kutluyor, yüce Meclisimizin üyelerini saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Akşit.
Şahsı adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Yaşar Nuri Öztürk.
Buyurun Sayın Öztürk. (Alkışlar)
Süreniz beş dakika.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (İstanbul)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle
kadın hakları ve özellikle Türk siyasetinde kadının
durumu hakkında birkaç söz söyleyeceğim. Şahsım
ve Halkın Yükselişi Partisi adına hepinizi tekrar selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, evvela
içimin burkulduğunu söyleyerek söze başlamak istiyorum.
550 kişilik Parlamentoda kadın hakları ve Türk siyasetinde
kadınla ilgili özel bir oturum yapılıyor ve sıralar
boş aşağı yukarı.
HARUN AKIN (Zonguldak) - Siz de ilk
defa geliyorsunuz.
AHMET YENİ (Samsun) - Hocam,
siz çoğu zaman yoksunuz.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Sıralar boş böyle bir günde
ve genel başkanlar, gördüğüm kadarıyla, Sayın Baykal
ve bendeniz dışında burada yoklar. Bunu da buradan ifade
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar
AHMET YENİ (Samsun) - Hocam,
siz arada bir uğruyorsunuz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Siz kaç defa
Meclise geldiniz, bunu söyler misiniz?
AHMET YENİ (Samsun) - Arada
bir geliyorsunuz Hocam.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Genel başkanlar ne kadar geliyorsa, ben, onlardan fazla geliyorum.
Lütfen
Lütfen
BAŞKAN - Sayın Öztürk, buyurun,
siz Genel Kurula hitap edin.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, hayatın mutluluk, sevgi,
şefkat ve merhamet kaynağının kadın olduğu,
bütün dinlerin, felsefelerin ortak kabulüdür. İslam dünyasında
da ortak kabul budur. Asırlardır cennetin kadının
ayakları altında olduğu söylenir, yazılır,
telaffuz edilir, ama, yine asırlardır kadının bu
söyleme yaklaşan bir konuma getirildiğini görebilmiş
değiliz.
Atatürk Türkiye'sinin getirdiği
ve kurduğu cumhuriyetle, kadın, İslam dünyasında,
medeni dünyada ait olduğu yere, hatta o yerden daha ileri bir
noktaya taşındı, fakat, ne yazık ki, son yıllarda
buradan tekrar, kadın, geri çekilmektedir. Ülkemizde kadının
durumu, hemen hepimizin çok iyi bildiği gibi, üzücü, kaygı
vericidir.
Değerli arkadaşlar, ben
Karadenizli bir babanın ve Doğulu bir annenin çocuğuyum.
Bu iki bölgeyi özellikle, tabii, Türkiye'nin diğer bölgelerini
de, ama buraları bilirim. Benim doğup büyüdüğüm yerlerde
-çok özür diliyorum- yük hayvanlarının yük taşıyamayacağı
arazilerde yükler kadınlara taşıtılır ve
hâlâ büyük kısmında öyledir. Altı-yedi aylık hamile
kadınların 40, 50, 60 kilo yüklerin altında hiçbir itiraz
hakkı taşımadan nasıl inim inim inlediklerini
yıllarca seyrederek büyüdüm.
Bu acıları yaşadığım
için benim fikir hayatım kadın hakları ve bu ülkenin kadınlarının
ezilmişliğine karşı büyük bir mücadeleyle geçti.
İtiraf edeyim ki, bu mücadeleyi daha çok dinci tasallutun kadınımıza
vurduğu prangalara ve yaptığı kötülüklere karşı
verdim. Ancak, geldiğimiz noktada şunu gördük ki, bu dışarıdaki
mücadeleler hayata geçmiyor, mücadeleyi burada vermek lazım.
Burada kadın meselesi hallolmadıkça dışarıda
atılan nutuklar eskileri gibi boşa akıp gidecektir.
Peki, burada yapılacak olan
ne? Burada yapılacak olan da nutuk atmak değil. Burada yapılacak
olan, 550 kişilik Parlamentonun içinde 24 kadın yerine, yüzde
4,5'luk oran yerine, nüfusunun genel nüfusa oranı yüzde 52 olan
kadınları, o orana yaklaşır biçimde buraya taşımaktır.
Şimdi, siyasi partilerin ve
Seçim Kanunu'nun buna engel olduğunu, antidemokratik olduğunu
söylüyor. Müsaadenizle, ben bir tablo size çizeceğim. Ben bütün
siyasi parti listelerini Partimi kurmadan önce tetkik ettim. Hiçbirinde,
kadınların idari birimlerdeki oranının yüzde
10'a varmadığını gördüm. Buna engel mi var? Engel
yok. Halkın Yükselişi Partisi olarak biz bunu kurucu üyeler
listesinde yüzde 26'ya çıkardık, bir ilk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Başkanım
BAŞKAN - Buyurun efendim.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Bugün itibarıyla, kadınların siyasi partilerin idari
birimlerinde oranları yüzde 8'i, 9'u geçmiyor. Biz bunu yüzde
47'ye çıkardık değerli arkadaşlarım.
Şimdi, yeni bir şey yapmak
lazım bu seçime giderken. 26 Şubat akşamı Karadeniz
TV'de, 27 Şubat akşamı Habertürk kanalında, 2 Mart
akşamı Kanal-B televizyonunda ve 5 Mart akşamı yine
Karadeniz TV'de, diğer partileri de davet ederek bir deklarasyon
halkın önüne koyduk. Buradan da tekrar ediyorum huzurlarınızda:
Bu seçimde, nüfusun, genel nüfusun kadın oranı yüzde 52 küsur
olan Türkiye'de, hiç değilse, milletvekili listelerine yüzde
40 oranında kadın koyalım. Biz, bunu yapacağız.
Bunu, Halkın Yükselişi Partisi olarak deklare ettim,
şimdi de tekrar ediyorum, sizleri de buna davet ediyorum. Yüzde
52'yi yakalamak hedefimiz ama, yüzde 40'ı gerçekleştirelim.
Buna ne Partiler Kanunu engeldir ne Seçim Kanunu engeldir. Buna engel,
bir tek zihniyettir. O zihniyet devriminin vücut bulması için,
balığın başı olan -tabiri mazur görün- burada,
bu işi, milletin ve cihanın önüne koymak lazım.
Arkadaşlarımız, önce
konuşanlar, kadın hakları bakımından maruz
bulunduğumuz sıkıntıları, acıları,
ıstırapları, töre cinayetinden kadınların
eğitimden dışlanmasına kadar gayet güzel anlattılar,
ama, bunlar yıllardır anlatılıyor. Bunun tek çözümü,
burada, bu 550 kişilik yüce Meclisin üyeleri içinde kadın
oranının yüzde 52'lik orana yakın bir düzeye çıkarılmasıdır.
O zaman inanıyoruz ki, Türkiye'nin kaderi de değişecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- İki-üç cümle daha müsaade var mı?
BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı
lütfen tamamlayın.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (Devamla)
- Arkadaşlarımız ikiye katladılar onar dakikalarını.
Değerli arkadaşlar, her
şeye karışan AB, kurbanlarımızın kesimine,
mahallelerde evlerimizin boyasına kadar karışan
AB, ne hikmetse, bu kadın meselesinde ciddi hiçbir tavır takınmamıştır,
ciddi hiçbir söz söylememiştir; ara sıra, böyle ağzının
alt taraflarından bir iki şey söylüyor, fakat, bunlarda hiçbir
dayatma ve diretme yok. Niçin? Çünkü, AB'nin hesabı, Türkiye'nin
yücelmesi ve yükselmesi değil, kendilerine pazar olması,
hatta sömürge olması için nasıl bir noktaya getirilmesinin
hesabıdır. Bu işi, Atatürk Türkiye'sinin çocukları,
Anadolu annelerinin evlatları yapacaklardır; bunu, burası
yapacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi bitirirken, kadına reva görülen haksızlıkların,
kadına reva görülen kötülüklerin durdurulmasına yönelik
zihniyet devriminde üstümüze düşeni yerine getirmek ümit ve
çağrımızı huzurlarınızda tekrarlıyorum
ve hepinize, Sayın Başkanıma saygılarımı
tekrar iletiyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk.
Sayın milletvekilleri, görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin iki önerge vardır, ilk önergeyi
okutuyorum:
B)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç ve 42 milletvekilinin, bölünmüş
yol çalışmalarında kalite düzeyinin araştırılarak
standardın sağlanması ve maliyet artışlarının
önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri (10/426)
(x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Bölünmüş yolların kalite
düzeyinin belirlenmesi ve bundan sonra yapılacak yol çalışmalarında
standardın sağlanarak gereksiz maliyet artışlarının
önüne geçilmesini temin etmek amacıyla Anayasanın 98, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılması hususunda gereğinin
yapılmasını saygılarımla arz ederim.
1- Nadir Saraç (Zonguldak)
2 - Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
3 - Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
4 - Mesut Değer (Diyarbakır)
5 - Tacidar Seyhan (Adana)
6- Kemal Demirel (Bursa)
7- Ahmet Ersin (İzmir)
8- Vezir Akdemir (İzmir)
9- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
10- Hakkı Ülkü (İzmir)
11- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
12- Nurettin Sözen (Sivas)
13- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
14- Mehmet Kartal (Van)
15- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
16- Mehmet Parlakyiğit (Kahramanmaraş)
17- Sıdıka Sarıbekir (İstanbul)
18- Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
19- Ali Oksal (Mersin)
20- Yılmaz Kaya (İzmir)
21- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
22- Türkân Miçooğulları (İzmir)
23- Canan Arıtman (İzmir)
24- Bülent Baratalı (İzmir)
(x) (10/426)
esas numaralı Meclis araştırması önergesinin tam metni
Tutanağa eklidir.
25- Ufuk Özkan (Manisa)
26- Şevket Arz (Trabzon)
27- Hüseyin Bayındır (Kırşehir)
28- Mehmet Boztaş (Aydın)
29- İsmail Özay (Çanakkale)
30- Sedat Pekel (Balıkesir)
31- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
32- Erdal Karademir (İzmir)
33- Uğur Aksöz (Adana)
34- Zeynep Damla Gürel (İstanbul)
35- Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
36- N. Gaye Erbatur (Adana)
37- Oya Araslı (Ankara)
38- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
39- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
40- Atilla Kart (Konya)
41- Abdulaziz Yazar (Hatay)
42- Mustafa Gazalcı (Denizli)
43- Ahmet Küçük (Çanakkale)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Özet
Ülkemizde yük ve yolcu taşımacılığının
büyük kısmı karayolu ile gerçekleştirilmektedir. Deniz
ve hava yollarının son yıllarda gelişim göstermesine
rağmen karayoluyla ulaşım, etkinliğini ve ayrıcalıklı
konumunu sürdürmektedir. Bugün ülkemizin her yanına karayolu
ile rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Ancak, giderek artan
araç sayısı ve bunun beraberinde getirdiği trafik yoğunluğu,
mevcut karayollarının yetersizliğini ortaya çıkarmıştır.
Özellikle transit yollar artık ihtiyaca cevap veremeyecek duruma
gelmiştir. 'Bölünmüş yol' ya da başka bir ifadeyle 'duble
yol' çözüm sağlayacak seçeneklerden biri olarak öne çıkmaktadır.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara geldiği 2002
yılında Acil Eylem Planı'nda ortaya koyduğu ve önemli
projelerden biri olarak tanıttığı bölünmüş
yol projesi 4 yıldır birçok merkezde yapılmaya başlanmıştır.
Türkiye'nin ana aksları ve transit koridorları incelenerek,
15 bin kilometre yolun bölünmüş yol olarak yapılması
öngörülmüştür. Toplamda 6800 km. karayolu bölünmüş yol haline
getirilmiştir.
Bölünmüş yol projesinin ortaya
atıldığı günlerde, yolların yapımı
bizzat Sayın Başbakan'ın ifadesiyle "resmi kurumlardan
toplanacak makineler ve dere yataklarındaki malzemeler kullanılarak"
olacağı şeklindeydi. Bu şekilde oluşturulacak
yollar sathi kaplama olarak trafiğe açılacaktı. Hatta
geçmiş iktidarlar döneminde ihalesi yapılıp yapımına
başlanmış olan BSK (Bitümlü Sıcak Karışım)
yollarında Sathi Kaplama dönüştürülmesine yönelik bütün
Karayolları teşkilatına genelge gönderilmişti.
Karayolu üstyapı projelendirmelerinde BSK veya Sathi Kaplama
birbirinin alternatifi asla değildir. Bir yolda projelendirme
safhasında trafik sayımları vb. kriterlere göre yolun
üst yapısı BSK veya Sathi Kaplama olarak belirlenir. Sonuç
olarak bürokratın veya siyasinin iradesine bağlı değildir.
Dünyada ilk kez AKP iktidarı
döneminde bölünmüş yol yapımı için resmi kurumların
makine parkı kullanılmıştır. Ve yine ilk kez
yol yapımı, kış aylarına bırakılmıştır.
İktidar partisinin göreve getirdiği Karayolları yöneticilerinin
bir kısmı (yol yapımıyla ilgili olanlar) bu uygulamanın
doğru olmadığını, sadece akaryakıt masrafı
ile yolların ihalesinin yapılabileceğini anlatmaya
çalıştıkları için görevlerinden ayrılmak zorunda
bırakılmışlardır. Kış şartlarında
yapılan yollar, 2 ay sonra bozulmaya başladığında
Sayın Başbakan'ın ve bürokratlarının dahice
fikri terkedilmiş ve yollar yine ihale usulü yapılmaya
başlanmıştır. Ne var ki bu kez de komple yol ihalesi
yapmak yerine yoldaki imalat grupları ayrı ayrı ihaleye
çıkarılınca sanat yapıları, toplak işleri,
üstyapı gibi işler daha deneyimsiz, donanımsız
ve birikimsiz kişilere verilmeye başlanmıştır.
Yüksek tenzilatlarla (%70'lere varan) ve teknik deneyimden yoksun
yapılar yeniden iflas edince sorumlu bulunamamıştır.
Yapılan bölünmüş yolların önemli bir bölümü AKP iktidarının
yapım yöntemini tarif ettiği yollardan olmayıp, 2002
yılından önce projeli olarak ihalesi yapılmış
ve yapımı devam eden Bitümlü Sıcak Karışım
yollarıdır.
Bölünmüş yol yapılması,
can ve mal kaybını azaltmasının yanı sıra
trafik yoğunluğuna çözüm getirmesi bakımından
önemlidir. Ancak daha da önemli olan unsur, yolun kaliteli olmasıdır.
Kalıcı çözümler yerine geçici çözümleri tercih eden AKP
hükümeti, yol yapımında kaliteyi göz ardı etmiştir.
Yol yapımında en önemli unsur olan alt zemin inşasında
kalite en aza düşürülmüştür. Sonuç olarak bölünmüş yolların
büyük bir kısmında yapımının üzerinden 1
yıl dahi geçmeden çökmeler ve çukurlar oluşmuştur. 3,1
milyar YTL harcanarak bölünmüş yollar haline getirilen karayollarının
çökmesi ve bu nedenle yenilenmek zorunda kalınması, maliyetleri
ikiye katlamış, kıt ülke kaynaklarının verimsiz
bir şekilde kullanılmasına yol açmıştır.
Bölünmüş yolların kalite
düzeyinin belirlenmesi ve bundan sonra yapılacak yol çalışmalarında
standardın sağlanarak gereksiz maliyet artışlarının
önüne geçilmesini temin etmek amacıyla Anayasanın 98, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılması hususunda gereğinin
yapılmasını saygılarımla arz ederim.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulur.
Sayın milletvekilleri, okunan
önerge 500 kelimeden fazla olduğu için özeti okunmuştur. Ancak,
tam metni tutanak dergisinde yayımlanacaktır.
Önerge gündemde yerini alacak ve
Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki ön görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi ikinci önergeyi okutuyorum:
2.-
Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve 44 milletvekilinin, eczacılık
mesleğindeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/427)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Sağlık harcamalarının
38 milyar dolar olacağı tahmin edilen ülkemizde, bunun yüzde
30'unu ilaç harcamalarının alacağı tahmin edilmektedir. OECD ülkelerine göre kişi başına
ilaç harcaması bakımından, Türkiye özellikle Avrupa
Birliği ülkelerine göre geri durumdadır. SSK ve Yeşil
Kartlıların serbest eczanelerden ilaç alımı nedeniyle
önceki yıllara göre bu oranda ciddi artışlar meydana
gelmiştir.
6197 sayılı Eczaneler ve
Eczacılık Hizmetleri Hakkında Kanun, eczacılık
mesleğinin güncel gereklerine yanıt vermekten uzaktır.
Yasa hakkında uzun süredir çalışmalar yürüten
"Türk Eczacılar Birliği"ne kulak verilmesi gerekmektedir.
Eczacılık teknisyenleri için eğitimin zorunlu hale
getirilmesi gerekmektedir.
SSK ve Yeşil Kartlıların
eczanelerden ilaç almaya başlaması, İlaç Fiyat Kararnamesi
ile ilaç fiyatlarının düşmüş olması, ilaçta
KDV oranlarının 1 Mart 2004 tarihinden itibaren % 8 olarak
uygulanması, iyi bir gelişme olmakla beraber, ilaç hammaddelerinde
de KDV oranının düşürülmesi gerekmektedir.
İlaç alımlarında kamu
kurumlarının, belirlenen sürelerde geri ödeme yapmamaları,
eczacıların finans sıkıntısı yaşamasına
neden olmaktadır. Diğer yandan, SSK'nın reçetelerin
bir kısmının kontrol ettikten sonra eczacıya geri
göndermemesi veya reçete kesintisinin nedenini bildirmemesi,
önemli bir sıkıntıya neden olmaktadır. Reçete kontrollerinin
elle yapılmasından kaynaklı hatalar ve hatalı reçetelerin
iade edilmemesi uygulamasının yarattığı kayıplar
nedeniyle geri ödeme ile ilgili de bir standart ihtiyacına gereksinim
duyulmaktadır.
Tedavi Yardımı Tebliği
ile reçeteye yazım ve geri ödeme koşullarının birçok
formalite gerektirir şekilde yapılması, birçok ilacın
uzman hekim tarafından yazılma zorunluluğu gibi uygulamalar,
hastalar açısından da sorunlar yaratmakta ve hastaların
ilaç temininde güçlük yaşamasına neden olmaktadır.
Tedavi Yardımına İlişkin Tebliğ'in daha sade
ve basit olması uygulamanın daha sağlıklı ve
doğru yapılmasını sağlayacaktır.
Geri ödeme konusunda yaşanan
sorunu çözmek için; bütçeden sağlığa ayrılan payın
artırılması, kurumların ilaç ödemelerine ayrılan
ödeneği önceliklerden biri haline getirmesi, borcunu zamanında
ödemesi ve zamanında ödeyemiyorsa eczacının geç ödemeden
doğan zararını telafi etmesi gerekmektedir.
Eczacılar bir yandan ilaç fiyat
değişimleri ve reçete kontrollerinin standart olmamasından
kaynaklı büyük sıkıntılar yaşamakta, diğer
taraftan da kamunun ilaç tasarrufunun eczacılar üzerinden yapılması
gibi bir yanlış yaklaşımın mağduru konumuna
getirilmektedirler. İlacın en büyük alıcısı
olan kamu sektörü ilaç ıskontolarını her yıl biraz
daha yukarıya çekmeye uğraşmakta, bu da eczacılar
açısından güçlükler yaratmaktadır.
Türkiye'nin eşdeğer ilaç
kullanımını özendirici daha geniş tedbirler alması
gerekmektedir. İlaçların akılcı kullanımı
ile ilgili toplumu bilinçlendirici faaliyetler yürütmek, hem insan
sağlığı hem de kamu bütçesinin korunması
açısından çok elzem bir konudur. Bu konuda gerekli tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
Orijinal ilaç üretimi için Ar-Ge
altyapısının geliştirilmesi ve gerekli insan gücünün
eğitimi önemli konulardır. Bu nedenle Ar-Ge yatırımlarının
özel teşvik kapsamına alınması gerekmektedir. Eczacılık
mesleğinin ülkemizde bir karşılığının
olmaması, eczacılarımızın "ikinci
sınıf vatandaş" gibi görülmesine neden olmaktadır.
AB ülkelerinin çoğunda var olan ve her ilaçta kutu bazında
bir değerle ifade edilen meslek hakkının, artık ülkemizde
de bir karşılığının olması gerekmektedir.
Kamuda çalışmakta olan
yaklaşık 1.500 eczacının, birçok sorunla karşı
karşıya olduğu bilinmektedir. Hastanelerde başeczacı
kadroları bulunmamaktadır. Eczacılıkta lisansüstü
diplomaya sahip eczacılar başeczacı sıfatını
kullanamamakta ve bunun gereği birçok haktan yararlanamamaktadırlar.
Çeşitli kurumlarda çalışmakta olan eczacılar arasındaki
ücret eşitsizliği halen devam etmektedir. Sadece parasal
olmamakla beraber özlük hakları da kurumdan kuruma farklılık
göstermektedir. Kamuda çalışan eczacıların denetim
maksadıyla dış göreve çıkmalarına rağmen,
harcırah hizmetlerinden yararlanamamaları da maddi kayıplarına
neden olmaktadır.
Eczacılık mesleğinin
sorunlarının, günümüz koşullarına göre ciddi
bir şekilde araştırılabilmesi amacıyla Anayasanın
98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104. ve
105. maddelerine göre Meclis araştırması açılmasını
arz ederim.
1- Mustafa Özyurt (Bursa)
2- Ali Arslan (Muğla)
3- Sezai Önder (Samsun)
4- Tacidar Seyhan (Adana)
5- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
6- Kemal Demirel (Bursa)
7- Mesut Değer (Diyarbakır)
8- Mustafa Yılmaz (Gaziantep)
9- Ahmet Ersin (İzmir)
10- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
11- Hakkı Ülkü (İzmir)
12- Nurettin Sözen (Sivas)
13- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
14- Nadir Saraç (Zonguldak)
15- Sıdıka Sarıbekir
(İstanbul)
16- Mehmet Kartal (Van)
17- Mehmet S. Kesimoğlu (Kırklareli)
18- Ali Oksal (Mersin)
19- Yılmaz Kaya (İzmir)
20- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
21- Türkân Miçooğulları (İzmir)
22- Canan Arıtman (İzmir)
23- Bülent Baratalı (İzmir)
24- Ufuk Özkan (Manisa)
25- Şevket Arz (Trabzon)
26- Hüseyin Bayındır (Kırşehir)
27- Mehmet Boztaş (Aydın)
28- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
29- İsmail Özay (Çanakkale)
30- Sedat Pekel (Balıkesir)
31- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
32- Erdal Karademir (İzmir)
33- Mehmet Parlakyiğit (Kahramanmaraş)
34- Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
35- Vezir Akdemir (İzmir)
36- Uğur Aksöz (Adana)
37- Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
38- N. Gaye Erbatur (Adana)
39- Oya Araslı (Ankara)
40- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
41- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
42- Atilla Kart (Konya)
43- Abdulaziz Yazar (Hatay)
44- Mustafa Gazalcı (Denizli)
45- Ahmet Küçük (Çanakkale)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulur.
Önerge gündemde yerini alacak ve
Meclis araştırması açılıp açılması konusundaki
ön görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.39
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.57
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin İkinci
Oturumu'nu açıyorum.
Alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
IV.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
3.-
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı:
1342)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Avrupa
Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Sözleşmenin (Avrupa
Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine İlişkin
Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
4.-
Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Sözleşmenin
(Avrupa Patent Sözleşmesi) Değiştirilmesine
İlişkin Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1075) (S. Sayısı: 1022)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5'inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etiyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1242) (S. Sayısı:
1338)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6'ncı sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar
Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar
Kurulu Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1176) (S. Sayısı: 1185)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan, 10 Kasım
1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde Cenevre'de Gözden Geçirilen
2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması
Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman
ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları Raporlarının
görüşmelerine başlıyoruz.
7.-
10 Kasım 1972, 23 Ekim 1978 ve 19 Mart 1991 Tarihlerinde Cenevre'de
Gözden Geçirilen 2 Aralık 1961 Tarihli Yeni Bitki Çeşitlerinin
Korunması Uluslararası Sözleşmesine Katılmamızın
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/1135) (S. Sayısı: 1085)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
8'inci sırada yer alan, Genel
Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin
Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
8.-
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1249) (S. Sayısı:
1344) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu 1344 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına Kastamonu Milletvekili Sayın Sinan
Özkan, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA SİNAN
ÖZKAN (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın geneli
üzerinde AK Parti Grubu adına söz aldım. Konuşmamın
başında, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(x)
1344 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Üzerinde görüştüğümüz
kanun tasarısı, 20 bin polis memuru kadrosu ihdasını
öngören bir düzenlemedir. Bu tasarı sizlerin oylarıyla
kabul edilip kanunlaştığında, Emniyet Genel Müdürlüğünün
personel sıkıntısı önemli ölçüde ortadan kalkacaktır.
Boşalan kadroların doldurulmasına ilaveten, 20 bin
yeni kadronun önümüzdeki dönem içerisinde doldurulması hem
emniyet teşkilatımızda ciddi bir rahatlama sağlayacak
hem de asayişin temini, suç ve suçlularla mücadele konularında
önemli bir ilerleme sağlanmasına yol açacaktır.
Böyle bir düzenlemeye, yani, polis
memuru sayısının artırılmasına olan ihtiyaç
hepimizin malumudur. Zira, ülkemizin sosyal ve ekonomik yönlerden
gelişmesi, yeni yerleşim birimlerinin kurulması,
mevcut yerleşim bölgelerindeki nüfus artışı ve
mülki yapılanmada meydana gelen değişikliklerle birlikte,
jandarma sorumluluk bölgesinde bulunan yerleşim bölgelerinin
polis sorumluluk bölgelerine devredilmesi gibi nedenler, emniyet
teşkilatının iş yükünü ve personel ihtiyacını
sürekli artırmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu
verilerine göre 2000 yılında ülkemizin nüfusu 67 milyon
800 bin iken, bu sayının bugün 73 milyona çıktığı
tahmin edilmektedir. Kent ve kırsal kesim nüfus değişim
eğilimi kentlere akış yönündedir. 2000 yılında
polis bölgesindeki nüfus yaklaşık 43 milyon 500 bin iken, bugün,
bu, yüzde 13,8 oranında artarak, 49 milyon 500 bine çıkmıştır.
Avrupa Birliğine üye ülkelerde
ortalama 250 kişiye 1 polis düşmekteyken, ülkemizde polis
sayısı 167 bin olup, 1 polis 300 kişiye hizmet vermektedir.
Avrupa Birliği standartlarına göre bu sayının yetersiz
olduğu bir gerçektir. Avrupa Birliği ülkelerindeki 250
kişiye 1 polis standardı dikkate alındığında,
bugün olması gereken polis sayısı 198 bin, 2009 yılında
210 bin, 2012 yılında ise 220 bin şeklindedir. Yani, bu düzenlemeyle
20 bin polis memuru kadrosu ihdas edilip, alındığında,
bu standarda, bugün itibarıyla önemli ölçüde yaklaşmış
olacağız.
Değerli milletvekilleri,
Hükûmetimiz, göreve geldiği tarihten bugüne kadar her yıl
polis memuru sayısını artırmış, buna dönük
eğitim altyapısını kurma konusunda önemli
adımlar atmıştır. 2002 yılı sonunda, yani,
AK Parti İktidarı başında ülkemizde polis memuru
sayısı 155 bin civarında iken, bugün, hâlihazırda
bu sayı 167 bindir. Yani, dört yıl zarfında ülkemizde polis
memuru sayısı 12 bin artmıştır.
Artan personel açığının
kısa sürede giderilebilmesi ve ideal personel sayılarına
ulaşmak amacıyla, Bakanlar Kurulunun 2003 yılında
aldığı bir kararla, polis meslek yüksekokulu sayısı
20'den 27'ye çıkarılmıştır. 2003 yılında
4.630 mezun veren polis meslek yüksekokulları, bugün 6.367 polis
memuru mezun verir hâle gelmiştir.
Emniyet teşkilatının
polis memuru sayısının artırılmasına
yönelik en önemli çalışma ise, yine bizim dönemimizde,
26/4/2005 tarih ve 5336 sayılı Kanun'la polis meslek eğitim
merkezi müdürlüklerinin açılmasıdır. Bu kapsamda 9
tane polis meslek eğitim merkezi müdürlüğü faaliyete geçmiştir.
2006 yılı sonu itibarıyla bu okullardan toplam 7.050 polis
memuru mezun olmuş, önümüzdeki dönemlerde ise yıllık
ortalama 7.500 polis memurunun mezun olması planlanmıştır.
Üniversitelerin dört yıllık
fakülte ve yüksekokullarından mezun olanların başvurabildiği
polis meslek eğitim merkezi müdürlükleriyle birlikte emniyet
teşkilatımızın genel eğitim seviyesinde ve
niteliğinde ciddi bir artış yaşanmaktadır.
Bunun yanı sıra, emniyet
teşkilatı personelinin eğitim seviyesinin yükseltilmesi
amacıyla, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesiyle
yapılan protokol çerçevesinde emniyet teşkilatı personelinin
en az iki yıllık ön lisans programı mezunu olması
amaçlanmış ve bugüne kadar 87.317 personel -ki, bu, toplam
personelin yüzde 48'ine tekabül etmektedir- programa kayıt yaptırmış,
bunlardan 24.876'sı da mezun olmuştur.
Emniyet teşkilatı personelinin
2001-2006 yılları arasındaki eğitim seviyesine bakıldığında
ortaokul ve lise mezunlarının sayısının
düştüğü, ön lisans ve lisans mezunlarının sayısında
da artış olduğu görülmektedir.
Bu yıllar arasında, yani
2001-2006 yılları arasında ön lisans mezunlarının
oranı yüzde 7,94'ten yüzde 38,93'e, lisans mezunlarının
oranı ise yüzde 9'dan yüzde 16,27'ye yükselmiştir.
Hülasa, 2003 yılından beri,
Hükûmetimiz döneminde emniyet teşkilatımızın
hem personel yönünden ciddi şekilde güçlendirildiği hem
de personel kalitesinin artırılmasına dönük ciddi
adımların atıldığı ortadadır. Bu tasarıyla
hedeflenen 20 bin yeni polis memuru kadrosunun ihdası ve bu sayıda
memurun istihdamıyla da, güvenlik hizmetlerinin iyileştirilmesine
ciddi katkıda bulunulacak ve polislerin daha iyi şartlarda
hizmet vermesi temin edilecektir.
Günümüz şartlarında suçlar
çeşitlenmiş, suçların işlenişinde teknoloji
çok yoğun biçimde kullanılır olmuştur. İşte
bu noktada, teknolojiyi kullanan, özellikle bilişim teknolojisini
iyi kullanan suçlular ve organize suç örgütleriyle mücadele etmek
ve bu mücadeleyi etkin şekilde gerçekleştirip netice almak
için, polisimizin, emniyet teşkilatı personelimizin bu
teknolojiyi kullanabilecek yeterlilikte eğitilmesi, personel
kalitesinin artırılması son derece önemlidir.
İşte, suç ve suçlulukla mücadelede bilişim ve iletişim
teknolojilerinin kullanılması ve alan hâkimiyetinin
sağlanması gerekmektedir.
Bu dört yıllık AK Parti
İktidarı döneminde, personel sayısının artırılması
yanında personel kalitesinin artırılmasına da
en az onun kadar önem verilmiş, polisin hizmet içi eğitim faaliyetleri
artırılmış, göreviyle ilgili konularda polisimizin
teknolojiyi kullanması için hem bunun altyapısı
oluşturulmuş hem de personel, bu teknolojiyi kullanabilecek
şekilde yetiştirilmiştir.
Bu kapsamda, bilişim teknolojilerini
kullanarak suç ve suçluluğun azaltılması amacıyla
önemli projeler hayata geçirilmiştir. İlk olarak İstanbul'da
uygulamaya başlanan MOBESE Projesi diğer illere de yaygınlaştırılmaya
çalışılmaktadır. 2007 yılı içinde on altı
ilimizde bu sistemin kurulması hedeflenmektedir. Suçla mücadele
ve suçluların tespitinde çok önemli bir projedir. Hrant Dink cinayeti
failinin de MOBESE kameralarının görüntüleri incelenerek
tespit edildiği hatırlanırsa bu projenin önemi daha
iyi anlaşılabilir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu an Genel Kurulda görüştüğümüz tasarı
ile 20 bin yeni polis memurunun emniyet teşkilatı saflarına
katılmasının, bu yolla ülkemizde asayiş ve güvenliğin
daha arzulanan seviyeye çıkarılmasının yolu
açılmaktadır. Bu şekilde, hem 20 bin kadar gencimize kamuda
istihdam imkânı sağlanacak hem de toplumumuzu huzursuz
eden, rahatsız eden, gasp, kapkaç ve benzeri suçlarla, terörle ve
organize suçlarla daha etkin mücadele edilebilecektir. Burada
hedeflenen elbette ki budur. Ancak, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek
kabul edilen tasarıya komisyonun Cumhuriyet Halk Partili üyeleri
muhalefet şerhi koymuşlar ve olumsuz oy kullanmışlardır.
Emniyet teşkilatımızın personel ihtiyacı
bu kadar fazla iken ve Cumhuriyet Halk Partili sayın milletvekilleri
de bunu ifade ediyor iken, 20 bin polis memuru kadrosu ihdas eden, emniyet
teşkilatımızı güçlendiren, suç ve suçluyla mücadelede
önemli bir adım anlamı taşıyan ve bunun dışında
hiçbir düzenleme getirmeyen böyle bir kanun tasarısına
ana muhalefet partisine mensup milletvekillerinin karşı
çıkmasının altında yatan mantığı anlamak
gerçekten çok zordur. Gerçi, muhalefet şerhi okunduğunda,
buna dair bazı sözüm ona çekincelerini satır aralarında
ifade etmişler. Şöyle deniliyor ayrışık oy yazısında:
"AK Parti Hükûmeti, polis atamalarında, cumhuriyetin temel
niteliklerini değiştirmeyi ve yozlaştırmayı
hedef alan bir kadrolaşma süreci başlatmıştır."
Bu ifade üzerine söylenebilecek tek bir şey olabilir: El insaf!
Çünkü, polis memurları polis meslek yüksekokullarına eskiden
olduğu gibi yine ÖSYM'nin yaptığı merkezî yerleştirme
sınavı, yani üniversite sınavı olarak bilinen
ÖSS sınavında alınan puanlar esas alınarak kabul
edilmekte, bunun yanında, boy, kilo gibi mesleğin gerektirdiği
birtakım şartlar da tabii olarak aranmaktadır. Yani,
bizden önce usul neyse, bizim dönemimizde de usul aynen devam etmektedir.
Oraya alınan gençlerimizin hepsi de bu memleketin evlatlarıdır.
Bizim için, taşıdıkları düşünce, siyasi görüş
de önemli değildir. Önemli olan, bunların devlet ve milletlerine
bağlılıkları ve görevlerinin gerektirdiği
niteliklere sahip olmalarıdır. Bunun ötesinde, bizim,
hiç kimsenin kafasının içiyle ya da iç dünyasıyla ilgili
bir kehanette bulunma gibi bir niyetimiz yoktur, olamaz da. Her
yıl alınan binlerce öğrencinin siyasi görüşünü
tespit etmek de zaten mümkün değildir. Bu önemli de değildir.
Bizim için, AK Parti için önemli değildir, ama, öyle anlaşılıyor
ki, Cumhuriyet Halk Partisi için bu gayet önemli. Herhâlde, aradan on
yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, "Kendi
teşkilatımın mensuplarını almayıp da filanca
partilileri mi alacaktım?" diyebilen bir Adalet Bakanının
zihniyetini aynen taşımaya devam ediyorlar.
HALUK KOÇ (Samsun) - Siz hâlâ problem
çıkmasını mı istiyorsunuz değerli kardeşim?
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - Ama,
arkadaşlar, bu zihniyeti, bu anlayışı terk etmemizin
zamanı geldi de geçiyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sen, sen, sen
Hâlâ problem çıkarmak istiyor musunuz?
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - Bu
asılsız kadrolaşma iddialarını o kadar yoğunlaştırdınız
ki, tamamen objektif kriterlere
göre
HALUK KOÇ (Samsun) - Germeyin!
Akıl var, mantık var. Mutabakata varıldı. Elindeki
yazıyı okuyacağına aklından konuş!
SİNAN ÖZKAN (Devamla) -
ya da
"kamu personeli seçme sınavı" adı verilen merkezî
bir sınavla kamuya alınan gençlerimiz de, artık, bilin
ki, bu asılsız iddia ve isnatlarınızdan rahatsız
olmaya başladı.
Soruyorum sizlere: Ne demektir
AK Parti Hükûmeti polis atamalarında cumhuriyetin temel niteliklerini
değiştirmeyi veya yozlaştırmayı hedef alan
bir kadrolaşma süreci başlatmıştır? Emniyet
teşkilatına bu iktidar döneminde alınanlar cumhuriyet
düşmanı mıdır? Alınırken özel olarak
mı seçilmiştir? Hedefleri demokrasiyi, laikliği,
sosyal hukuk devletini ortadan kaldırmak mıdır?
HALUK KOÇ (Samsun) - Bana dön de küfür
et, bana dön!
SİNAN ÖZKAN (Devamla) - Böylesine,
akıl dışı, mantık dışı, insanları
töhmet altında bırakan böylesine bir iddiayı, iftirayı
sırf siyaset yapma adına nasıl ortaya atarsınız?
Değerli milletvekilleri,
milletimiz için, memleketimiz için bugün de, gelecek yıllarda
da en büyük ihtiyaç ve de sermaye huzur, hoşgörü ve güvendir.
Bunları baltalayacak her türlü söylemden, tavır ve davranıştan
uzak durmak da bu ülkenin yönetimine talip olan siyasetçilerin ve
özellikle şu kutlu çatının altında temsil görevini
yerine getiren milletvekillerinin görevidir, sorumluluğudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; emniyet teşkilatımız, bu dönemde,
her zamankinden daha etkin çalışmalarını yürütmüş,
özellikle uyuşturucu kaçakçılığı ve organize
suçlarla mücadelede önemli başarılara imza atmıştır.
Ülkemizin geçmişine şöyle bir göz attığımızda,
maalesef, kimin tarafından, ne amaçla işlendiği ilk bakışta
belli olmayan, sadece ülke barışı ve huzurunu hedef
alan bir seri cinayetin işlendiğini ve hiçbirinin failinin
dahi yakalanamadığını, yani hemen hepsinin faili
meçhul kaldığını görüyoruz. Son dört yıllık
döneme baktığımızda ise, yine huzur ve istikrarı
hedef alan birtakım hain saldırı ve cinayetlerin
işlendiğini, ancak, öncekilerden farklı olarak, artık,
bunların ya faillerinin hemen yakalandığını
ya da bu menfur saldırıların henüz planlanma safhasında
iyi bir istihbaratla tespit edilip, engellendiğini hepimiz biliyoruz,
izliyoruz.
Bu noktada, ülkemizin ve milletimizin
huzuru ve geleceği üzerinde oyun oynamak isteyen ve hain emeller
besleyen birtakım çeteleri deşifre edip, devletimize ve
milletimize çok büyük hizmetlerde bulunan emniyet teşkilatımıza,
ben, bu vesileyle bir kere daha teşekkür ediyorum.
Netice olarak: Bu kanun tasarısı,
20 bin polis memuru kadrosunun ihdasını öngören bir tasarıdır.
Emniyet teşkilatımızın personel açığını
gidermek üzere hazırlanmış, önemli bir ihtiyacı
karşılayacak olan bir düzenlemedir. Emniyet teşkilatımız
ve ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Özkan.
Anavatan Partisi Grubu adına
Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu,
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 1344 sayılı Genel
Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin
Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlamadan evvel, yine, 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü'nü kutluyorum.
Yine, burada, benden evvel konuşan,
İktidar Partili Milletvekili Arkadaşım, muhalefet
partisi gibi konuşmaya başladı. Ondan sonra da diyorlar
ki, "Muhalefet bizi çok eleştiriyor." Muhalefet tabii
ki eleştirecek. Ama, iktidar da burada, acaba, üzüm mü yiyecek,
bağcı mı dövecek, onu anlamış değilim, iktidar
partisi sözcüsünün. Şık değildi, onu söyleyeyim. Yanlış
yaptı. Bu iktidar partisi yönetimi, buraya çıkan konuşmacılara
çok daha dikkat etse iyi olur diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tasarının genel gerekçesinde, ülkemizin
sosyal ve ekonomik yönlerden gelişmesi, yeni yerleşim birimlerinin
kurulması, mevcut yerleşim bölgelerindeki nüfus artışı
ve mülki yapılanmada meydana gelen değişikliklerle
birlikte jandarma sorumluluk bölgesinde bulunan yerleşim bölgelerinin
polis sorumluluk bölgesine devredilmesi gibi nedenler, emniyet
teşkilatının iş yükünü ve personel ihtiyacını
sürekli artırmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine
göre 2000 yılında ülkemizin nüfusu 67 milyon 800 bin iken,
bu sayı 72 milyon 900 bin olduğuna göre, 2000 yılında
polis bölgesindeki nüfus yaklaşık 43 milyon 500 bin iken, bugün
yüzde 13 artarak 49 milyon 500 bine çıktığından bahsedilmektedir.
Elbette ki, bu artışa paralel
olarak ihtiyaç duyulan oranda polis sayısının artırılması
gerekir. Ancak, suç oranlarındaki artış, polis sayısının
yetersizliğiyle açıklanamayacak şekilde artmıştır.
Zira, tasarının gerekçesinden
anlaşılacağı üzere, 2000 yılından bu tarafa,
polis sorumluluk alanındaki nüfus artışı yüzde
13,8 artmıştır. Buna karşılık, polis sorumluluk
alanında 2000 yılında toplam suç sayısı 286 bin
500 iken, bu sayı 2005 sonunda 526 bine çıkmış. 2006
yılında da 783 bin 500'e çıkmıştır. Yüzdeyle
ifade edilecek olursa, suç oranı 2000 yılına göre 2005
yılında yüzde 183, 2006 yılında ise yüzde 273 artış
göstermiştir. Sadece 2005 yılından 2006 yılına
suç sayısı yüzde 148 oranında artmıştır.
Ülkemizde kapkaç ve gasp oranları çığ gibi büyümesine
rağmen, yakalanan sanık sayısında büyük bir düşüş
gözlenmemektedir. Dolayısıyla, asayiş olaylarını
sırf polis yetersizliğine bağlamak, polis sayısının
artırılmasıyla suçun önlenebileceğini söylemek
mümkün değildir. Suç oranlarının bu şekilde, astronomik
bir şekilde artmasının altında Hükûmetin uyguladığı
ekonomik politikaların, vatandaşı açlığın
ve sefaletin kıskacına alması yatmaktadır.
Öte yandan, polisin sayısal
olarak artırılması, suçun önlenmesinde, asayiş
ve güvenliğin temininde yeterli olmayacaktır. Polislik
mesleğinde kalitenin de artırılmasına ihtiyaç
vardır. Bu nedenle, polislik mesleğine kabulde kadrolaşma
çabalarından uzak durulmalı, kayırmaların önüne
geçilmeli ve gerçekten bu mesleği icra edebilecek kişilerin
mesleğe kabul edilmeleri şarttır diye düşünüyorum.
Çünkü, polisler her an suçlularla karşı karşıya
olan ve devamlı surette zor şartlarda görev yapan meslek mensuplarıdır.
Bu nedenle, eğitimlerinin ve psikolojilerinin en üst düzeyde
olması gerekmektedir.
Bu nedenle, yine, polis okullarının
personel ve eğitim kalitesinin artırılması gerekmektedir.
Bakanlar Kurulunun 10/9/2003 tarih ve 2003/6120 sayılı Kararıyla,
20 olan polis meslek yüksekokulu sayısı 26'ya çıkarılmıştır.
Ayrıca, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'nda
yapılan düzenlemeyle de dört yıllık fakülte ve yüksekokul
mezunlarının altı aylık temel eğitime tabi
tutulmak suretiyle polis olmaları sağlanmış ve
bu amaçla da 6 polis meslek eğitim merkezi kurulmuş ve faaliyete
geçirilmiştir.
14 bin kapasiteye sahip mevcut polis
meslek yüksekokullarından yılda yaklaşık 6.500'le
7 bin, altı ay süreyle polis meslek eğitim merkezlerinden
ise iki dönem hâlinde yılda 6.500'le yine 7 bin polis adayı mezun
olmaktadır.
Gerekçede, 2007 ve izleyen
yıllarda kullanılmak üzere mevcut kadrolarına ilaveten
ek 20 bin polis memuru kadrosunun ihdas edilmesi gerektiğinden
bahsedilmekte. Bu kadroların 2007 ve 2008 yıllarında
kullanılacağı belirtilmektedir. Ancak, kadro planlamasının
günübirlik değil uzun yılları kapsayacak şekilde
hesaplanıp yapılması daha uygun olacaktır.
Polis okullarında bir üniversite
düzeyinde bilimsel eğitim yapılması imkânsız olduğundan,
polis memurlarının polis okullarında yetiştirilmesi
yerine üniversite mezunları arasından seçilmesi daha
doğru bir uygulama olacaktır diye düşünüyorum. Zira,
büyük illerimiz dışında, polis okulları, polis yetiştiren
okullardan çok açıldıkları yöreye ekonomik katkı
sağlayan kuruluşlar olarak görülmekte ve bu nedenle okullardan
verim alınamamaktadır. Açılan okullarda yeterli nitelikte
öğretim üyesi bulunmadığından ciddi eğitim
yapılamamaktadır. Emniyet teşkilatı içinde polis
okulları tercih edilmeyen yer konumunda olduğundan buralara
daha çok kurum içinde değerlendirilemeyen personel atanmaktadır.
Bu durum da polis okullarındaki kaliteyi düşürmektedir.
Üniversitelerin en önemli özelliklerinden
birisi kendi öğretim üyelerini ve yardımcılarını
kendilerinin yetiştirmesidir. Oysa, polis akademisi kendi
öğretim elemanlarını yetiştirememektedir. Bu
nedenle polis akademisinin YÖK ile ilişkilendirilerek kendi
öğretim elemanlarını yetiştiren bir kurum hâline
getirilmesinde büyük fayda düşünüyorum. Öte yandan, polislerin
özlük hakları da yaptıkları zor görevle orantılı
değildir. Polisler, geçimlerini sağlayacak durumda değillerdir.
Bugün, 9'uncu derecenin 2'nci kademesindeki bir polis memuru,
1.194 YTL civarında aylık alabilmektedir. Hafta sonu, gece,
gündüz, bayram, tatil demeden çalışmak ve en fazla mesai yapmak
zorunda olan emniyet teşkilatı personelinin, bu fedakârca
çalışmalarının karşılığını
alamadıkları herkes tarafından bilinmekte ve kabul
edilmektedir. Özellikle büyük
şehirlerde görev yapan polislerimizin, bu ücretlerle, bırakın
gönül rahatlığıyla görev yapmalarını, hayatlarını
sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmeleri için
bile yeterli değildir. Bu nedenle, polislerin ücretlerinde
acilen iyileştirme yapılmalı ve büyük şehirlerde
görev yapan polislere ise büyük şehir tazminatı ödenmelidir
diye düşünüyorum. Bugün, polisler, büyük şehirlere tayinini
yaptırmak istemiyorlar. Ayrıca, kirada oturanlara kira
yardımı yapılmalıdır. Bu iyileştirmeler
acilen hayata geçirilmeli ve bütün memurların da aynı
şekilde iyileştirmelerden yararlanmalarını salık
ediyorum. Emekli aylıklarının düşük olması
nedeniyle, polisler fiilen emekli olmamaktadırlar. Hukuken
emekli olsalar bile, emekli maaşları hayatlarını
devam ettirmelerine imkân tanımadığından ve birikimleri
de olmadığından başka işlerde çalışmak
zorunda kalmaktadırlar. Tasarının gerekçesinde, Avrupa
Birliği ülkelerinde 250 kişiye 1 polis düştüğü,
bizde ise 3 bin kişiye 1 polis düştüğünden bahisle, polis
sayısının Avrupa Birliği standartlarına getirilmesi
gerektiğinden bahsedilmektedir. Aynı standartların,
polislerin özlük ve sosyal hakları ile çalışma
şartlarının da gözetilmesi gerekmektedir. Oysa, vatandaşa
külfet yüklenirken, Avrupa Birliği standartlarını dayatan
Hükûmet, maalesef, vatandaşın faydalanacağı hususlarda
Avrupa Birliği standartlarını görmezden gelmektedir.
Polislerin, gereği gibi görevlerini ifa edebilmeleri için,
özlük haklarıyla ilgili sorunların acilen çözümlenmesi
gerekmektedir.
Bilindiği üzere, yardımcı
kolluk kuvveti olarak çarşı ve mahalle bekçilerimiz de emniyet
teşkilatına bağlı olarak görev yapmaktadır.
Burada şunu söylemek istiyorum: Türkiye'de şu anda 6.100
küsur tane bekçi bulunmaktadır. Bekçiler, hakikaten, polislere
yardımcı oluyordu. Geceleri mahallelerde hiçbir şey
yapmasa, düdük çalarak dolaşıp, bekçi burada diye evinde
daha rahat uyuyabiliyorlardı. Hükûmete tavsiyem, bu bekçilik
kanununu tekrar gözden geçirip, tekrar bu bekçilerimizi, yani çocukların
bekçi amcalarını geri istiyorum.
Evet, şimdi polislerin durumu
bu, kadro alınması da doğru, onda bir şeyimiz yok.
Fakat, Hükûmetin söylediği gibi "enflasyonu durdurdum"
deyip, devamlı burada beyan ettiklerine göre, sonra ben bakıyorum
halkımın cebine, kendi cebime, para yok.
Tabii, polislerin
250 kişiye
Avrupa Birliğinde 1 polis düştüğüne göre ülkemizde
de olsun, doğrudur. Ama, polis sayısını artırmakla
suçlu sayısını aşağıya indiremedik ki.
Ne kapkaçı indirdik ne hırsızlığı indirdik.
Bunu niye yapamadık? Bunu sormak istiyorum iktidara. Elinde
her şey var: Polisin var, bekçin var, emniyet müdürlerin var, genel
müdürlerin var, valilerin var, bunu niye yapamıyorsunuz?
Nasreddin Hoca'nın helva yiyesi
gelmiş, ama almaya parası yok. Bakkala gider, der ki "Bakkal
efendi, unun var mı?" "Var." "Yağın var
mı?" "Var." "Şekerin var mı?"
"Var." O zaman, "Bakkal efendi niye helva yapıp yemiyorsun?"
diye sorar. Ben de şimdi soruyorum: -20 bin kadroyu da vereceğiz-
Polis kadromuz var, bekçi kadromuz da az da olsa var, müdürlerimiz var,
Genel Müdürümüz de geldi -hayırlı olsun, beş ay
sonra da olsa geldi- valilerimiz de var, peki neden bu kadar, suç oranı
arttı? Burada bir terslik var, burada bir terslik var. Bu terslik
de yönetimden geliyor, baştan geliyor.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Helvacı
iyi değil, helvacı!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Eğer her şeyimiz tamamsa neden bu suç oranının
arttığını ben anlamış değilim.
Tabii, Sayın Başbakan
AKP'nin seçim vaatlerini sıralamış:
1) Asgari ücretin vergisi düşürülüp
işçinin eline geçen asgari ücret artırılacak.
2) Yoksulluk tarih olacak, kişi
başına düşen millî gelir 10 bin dolar olacak.
3) İşsizlik maaşı
ikiye katlanacak, işsizlik maaşı alma şartları
kolaylaştırılacak.
4) 4 çocuğu olan asgari ücretlilerin
maaşından vergi kesintisi yapılmayacak.
5) Kamuda çalışan 215 bin
geçici işçi kadroya geçirilecek.
6) Kamu kurumlarına 100 bin
memur alımı yapılacak.
7) Alınan yeni öğretmenlere
ek olarak 35 bin öğretmen daha alınacak.
Ee Sayın Başbakan, sormazlar
mı adama, beş senedir ne yaptınız da, bunları
yapmadınız da tam seçim arifesinde "seçim yatırımı"
demezler mi adama? Şık değil Sayın Başbakanım,
bunlar şık değil. Bunun, seçim yatırımı olduğu,
seçim vaadi olduğu güpegündüz ortada değil mi sevgili arkadaşlarım?
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul)
- Halkın yararına mı, değil mi?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ben soruyorum: Bunlara tabii ki ihtiyaç vardı, bunların
yapılması beni mutlu eder, başka hiçbir şey yapmaz,
ama dört senedir neredeydiniz? Ben de bunu sorarım. O zaman, Sayın
Başbakanım, şık değil bu söyledikleriniz, diğer
siyasi partilere haksızlık yapmış oluyorsunuz.
Böyle bir şey olmaz. Demokrasilerde bunlar, seçim yatırımı
olarak gündeme çıktığında, bir başkalarını
incitir, yanlıştır. Bunu söylüyorum, bu yanlışlığı
yapmayınız. Bu yanlışlığı, seçim yatırımı
olarak yaptığınızı düşünüyorum. Elin adamı
hem sormaz mı -bir insanın yaptıkları, yapacaklarının
teminatıdır- yarın, size, kürsüde sormayacaklar
mı bunu Doktor Kurtulmuşoğlu'nun sorduğu gibi. Sen
dört senedir yapmadın bunu da şimdi mi aklınıza
geldi, diye sorduklarında bile, benim, Türkiye Cumhuriyeti'nin
72 milyon insanının Başbakanına böyle bir soru sorulması
beni bile incitir.
RECEP GARİP (Adana) - İnsaf,
insaf!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Burada siyaset yapmıyorum, beni bile incitir.
Dört senedir yapmadın bu işi de seçim senesine mi bıraktın,
diye sorduklarında, o, beni bile incitir; çünkü, Başbakan
sizin Başbakanınız değil, Başbakan 73 milyon
insanın Başbakanı, ben de onlardan bir tanesi olduğuma
göre, beni de incitir o söylenen laf, şık değil.
Şimdi, ikinci bir mesele: Deniyor
ki "İşsizliği azalttık." Bakalım azalmış
mı: 1996'da işsizlik 6,3; 1997'de 7,2; 1998'de 6,7; 1999'da 7,4;
2000 Ekiminde 6,5; 2001 Ekiminde 8,4; 2002 Ekiminde 10,3; 2003 Ekiminde
10,5; 2004 Ekiminde 10,3; 2005 Ekiminde 10,3; 2006 Ekiminde 9,9.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Bunlar
kayıtlı olan, hiç müracaat etmeyenler var.
RECEP GARİP (Adana) - 2 milyon
genç iş buldu, 2 milyon...
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yani "İşsizliği indirdim." derken
de bu, adamı güldürür; bu, insanları güldürür. Mahallemdeki
işsizleri düşünüyorum, üniversite mezunu işsizleri
düşünüyorum, sokakta gezen lise mezunlarını düşünüyorum.
Bakıyorum, bunların hepsi işsiz. Ama "İşsizliği
düşürdüm." dediğinizde bile, işte, bugünkü gazetede
verilen veri burada. Nereyi düşürdünüz?
RECEP GARİP (Adana) - Yanlış
bilgiler, yanlış...
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Evet, doğrudur, insanlar nereye düştü biliyor
musunuz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Belediyelerin yardımlarına düştü.
İşte bunu yaptınız, bunun için düştü. Böyle görüyorsunuz.
Benim vatandaşımı, belediyenin kapılarında,
akşamları bir kap sıcak yemek alsın diye, oraya düşürdünüz.
Ben olsaydım iktidarda, onlara balık yemesini değil,
balık tutmasını öğretirdim. İktidarın
görevi budur. İktidar, işsizlere iş bulmaktır,
aşsızlara aş bulmaktır. Ama buraya gelip de
"İşsizliği düşürdüm." demek, bana pek
doğru gelmiyor; ki, bunu benden duyuyorsunuz, ben, muhalefet
yapmak için söylemiyorum. Geliniz, muhalefet-iktidar demeden, bu
ülkemizin insanlarına nasıl aş bulacağız,
nasıl iş bulacağız, nasıl sokakta yürümeleri
lazım, huzur içinde yaşamaları için, evlerinde rahat
uyuyabilmeleri için ne yapmak lazımsa, onu, hep birlikte yapalım
diyorum.
Hepinize saygılar ve sevgiler
sunuyorum. Hoşça kalınız. (Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Kurtulmuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Ali Kemal Deveciler.
(CHP sıralarından alkışlar )
CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Genel Kadro Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin
Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, tümü üzerinde söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Son dönemlerde, asayiş alanında
Türkiye'de ciddi sorunlar yaşanmaya başlanmıştır.
Bunda, elbette, temel amillerden biri AKP tarafından izlenen
ve artık meyvelerini veren ekonomi politikalarıdır.
İşsizliğin bir türlü
indirilemediği, ekonomik büyümenin büyük sermayedara,
yabancı yatırımcıya ve yabancı ülkelerin
işlerine yaradığı ekonomik politika uygulamaları
sonucu huzursuzluk artmış, kapkaç artmış, hırsızlık
âdeta bir endüstri hâline gelmiştir. Nitekim, 2005 yılının
tamamında 197.996 adet şahsa karşı işlenen asayiş
suçlarının, 2006 yılının ilk dokuz ayında
244.119'a yükseldiği görülmektedir. Öte yandan, aynı dönem
itibarıyla, mala karşı işlenen asayiş suçlarının
sayısı 289.765'ten 354.269'a çıkmıştır.
AKP İktidarı döneminde
artan yoksulluk, artan göç, çarpık şehirleşmenin son
aşamasına ulaşması, artan şehir rantlarının
yandaşlara pay edilmesi nedeniyle, Türk toplumu kendini bir
cenderenin içinde sıkışmış gibi hissetmekte
ve bundan çıkış yolu bulamamaktadır. Bunun bir yansıması
olarak şiddete eğilimli diziler, konular toplum tarafından
talep edilmekte ve toplum, daha fazla şiddetin kıskacına
AKP Hükûmeti döneminde girmektedir.
21'inci yüzyılda, bu denli gelişmiş
teknolojinin insanın emrinde olduğu bir dönemde, aklın
ışığında yürünmesiyle doğrunun ve huzurun
bulunabileceği bir çağda, bu kadar çok insan, şiddetin
mağduru olduğunu, hakların ihlal edildiğini ve
çaresizliğin pençesinde kıvrandığını
hissetmemelidir. Bunun önlemini almakla mükellef olanlar iktidarı
elinde tutanlardır.
İktidar, sanal dünyada yaşayarak
herkesle birlikte kendini kandırmaya çalışma yeri değildir.
İktidar, sorunları doğru tespit ederek onlara çözüm
bulma yeridir. Fakat, maalesef, AKP Hükûmeti, IMF gibi toplumsal konularda
kendisine yol gösterebilecek bir başka uluslararası kurum
olmadığı için, bu konuyu herhangi bir politika üretmeden
kendi hâline bırakmıştır. Yani, aslında, AKP
Hükûmetinin her konudaki liberal politikasının ardında
yatan temel neden, öngörüsüzlük ve politika üretememekten kaynaklanan
aczdir. Bu şekliyle Hükûmet, literatüre, güvenlik konusunda da
"bırakınız yapsınlar, bırakınız
çalışsınlar" fikriyatını tanıtmıştır.
AKP Hükûmetinin başındakiler,
bir daha bu iktidarı bulamayacaklarını çok iyi bilmektedirler.
Bu yıl tamamlanmadan, AKP, iktidardaki günlerini hasretle yâd
eden bir parti olacaktır. Bu nedenle de Hükûmet, Türkiye'nin kurumlarını
bir tarafa bırakmış, zaten hiç yapamadığı
uzun dönemli politika üretmenin fikrini dahi terk etmiş, seçim
için kanun çıkarmaya, bu arada da iktidardan ne alabilirse onu
almaya hız vermiştir. Bu tavrın, biriken sorunlarla ilgili
yapıcı bir yanı var mıdır?
Hükûmetin, emniyet teşkilatına
çağdaş yaklaşımı, bugün, kapkaç, hırsızlık,
gasp ve Çocuk Esirgeme Kurumundaki utanç verici tablolar, orta dereceli
okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve yöneticilere yönelik
saldırılar birlikte değerlendirildiğinde
şöyle bir tablonun ortaya çıktığını görmekteyiz:
Sosyoekonomik politikaların yarattığı adaletsizlik
ve bunun doğurduğu çözülmeler emniyet teşkilatındaki
niteliksiz kadrolaşmayla bütünleşince, Türkiye, ciddi
bir asayiş sorunuyla yaşamaya başlamıştır.
Bunun somut göstergesi AKP döneminde yapılan terfilerdir. Poliste,
birim amirlerinin 2003 ve 2005 yılı terfilerinde objektif
davranılmamış, kıdem sıralamasında ilk
100'de yer alan polislerden ancak yüzde 7'si terfi ettirilirken, diğer
terfiler ağırlıklı olarak kıdem sırası
250 ve üstü olanların içerisinden seçilmiştir. Bunun
akıl ve mantıkla açıklanır bir yönü yoktur. Bu tercih,
açıkça, polisin siyasallaştırılması anlamına
gelmektedir. Açıkça ifade etmek gerekirse, AKP Hükûmeti, polis
atamalarında cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeyi
ve yozlaştırmayı hedef alan bir kadrolaşma süreci
başlatmıştır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; işte, bugün, üzerinde görüşmelerde bulunduğumuz
tasarıda da, Hükûmet tarafından 20 bin ek kadro talebinde
bulunulmaktadır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bunu,
bu kadro verilmesini destekliyoruz. Ama, her şeyden evvel, emniyet
teşkilatının büyük sorunlarına da değinmek
gerekir, önce de bunların çözülmesi gerekir. İş, artık,
sadece kadro sorunu olayını aşmıştır,
çoktan aşmıştır. Güvenlikle ilgili sorunlara, emniyet
personelinin özlük hakları da ele alınacak şekilde,
kapsamlı bir şekilde yaklaşmak gerekmektedir. Fakat,
maalesef, Hükûmet, bunu, sadece kadro meselesine indirmektedir.
Bakıyoruz, 3 maddelik bir yasa -aslında 1 maddelik, 2 tanesi
yürürlük ve yürütme maddesi- burada, sadece, kadro sorununa
eğilmektedir. Bu da yanlıştır.
Emniyet teşkilatının
en büyük sorunu, en riskli meslek grupları arasında ve başında
yer almasına, çok stresli ortamlarda görev yapmasına
rağmen, gerek çalışırken almış oldukları
maaş ve gerekse emekli olduklarında ellerine geçen toplu
ikramiye ile emekli maaşları son derece yetersizdir. Bugün
itibarıyla, otuz yıllık fiilî hizmeti bulunan lise mezunu,
6/2 dereceli bir polis memuru ayda 1.400 YTL maaş almakta; emekli
olması hâlinde 25.976 YTL emekli ikramiyesi ve 887 YTL emekli maaşı
bağlanmaktadır.
Yine, otuz yıllık fiilî
hizmette bulunan 1/4 dereceli lise mezunu bir baş komiserin
şu anda aylık maaşı 1.491 YTL olup emekli olduğunda
alacağı ikramiye 26.594 YTL ve emekli maaşı da, ne
yazık ki, üçte 2 oranında, 906 YTL'dir.
Otuz yıllık fiilî hizmeti
bulunan birinci sınıf emniyet müdürünün ortalama maaşı
2.200 YTL olup emekli ikramiyeleri 40.890 YTL civarında ve emekli
aylıkları da 1.712 YTL civarındadır. Bunda da üçte
2 civarında emekli olunca maaş almaktadır.
Benzeri güvenlik hizmeti ifa eden
jandarma ve silahlı kuvvetler mensuplarının yanında,
bazı meslek gruplarında emekli ikramiyelerinin emniyet
mensuplarının çok üzerinde olması, mevcut maaş ve
emekli aylıklarının da aynı şekilde yüksek olması
gerçeğinden hareketle, ülkenin asayiş ve iç güvenliğiyle
ilgili çok temel, vazgeçilmez ve ertelenemez bir görev ifa eden emniyet
mensuplarının özlük haklarının ve ekonomik sorunlarının
çözümü için on yıllardan beri süregelen ve bir türlü bitirilemeyen
iyileştirme çalışmalarının, artık, kuru
vaat olmaktan çıkarılıp hayata geçirilmesi, maaşa
ve emekliliğe yansıyan ve şu anda son derece düşük
olan tazminat ve katsayıların artırılarak günün
şartlarına ve yaşam standartlarına uygun hâle getirilmesi
gerekmektedir. İnşallah, önümüzdeki yapılacak olan
seçimlerde, Cumhuriyet Halk Partisi kadroları bu konuyu çok
iyi bilmektedir ve ilk yapacağımız icraatların
başında da, emniyet mensuplarına yaşanabilir
bir ücret vermek olacaktır, uygun bir seviyeye getirmek olacaktır.
Yine, ülkemizde, günlük sekiz ve
haftalık kırk saat olan mesainin büyük bir bölümünün, herhangi
bir hizmet ifa etmeksizin sadece oturmakla eş değer tutulduğu
bir tabloda, haftada yetmiş beş saat ve aktif olarak görev
yapan ve 2005 yılı hesaplamalarıyla, bir yılda,
Türkiye'deki ortalama memur mesaisinden iki ay on gün, yani yetmiş
gün fazla mesai yapan emniyet teşkilatı mensuplarına,
standart olarak ve ortalama, ayda 170 YTL olarak yansıtılan
fazla mesai ücreti yerine, yasal çalışma saatinden fazla
çalışılan her saatin hesaplanarak maaşa yansıtılacağı
bir ücret politikası acilen getirilmelidir.
Polisin asli görevi, suç işlenmesini
önlemek ve işlenmiş suçların faillerini yakalayarak
adalete teslim etmektir. Bunun yanında, pasaport, ruhsat, ehliyet
tescil belgesi vermek gibi görevler de ifade edilmektedir. Devlet
memuru olmaktan başka özel bir eğitim gerektirmeyen bu hizmetler,
derhal ve derhal polisten alınmalıdır. Yakın bir tarihe
kadar, derneklerin takibi ve ruhsat işlemleri polis tarafından
yapılmaktayken, bu konuda isabetli bir karar verilerek, artık,
derneklerin ve ruhsat işlemlerinin polisle ilgisi kalmamıştır.
Aynı uygulamanın pasaport, trafik tescil, ehliyet gibi
işlemler konusunda da yapılması gerekmekte, polisin
büro hizmetleri en aza indirilmeli, niceliği artırılmak
yerine niteliği artırılmalı, polisin kalitesi,
polisin verimi ve temel işlevi artırılmalıdır.
Emniyet teşkilatında görevli
personelin gelirlerinde reel olarak, yıllara göre azalma olmaktadır.
Ağır çalışma şartlarına, riskli hizmet grubunda
olmasına ve diğer benzeri kurumların çalışanlarına
göre ücret dengesizliğinin acilen giderilmesi gerekmektedir.
Mevcut bütçe kısıtlamaları nedeniyle, emniyet
teşkilatında görevli personelin geçici görev yolluğu,
tedavi giderleri ve emekli olanların sürekli görev yollukları,
çoğu zaman, aylarca sonra ödendiği için, personelin yaygın
bir şekilde mağduriyetine yol açmaktadır. Çoğu
ilçelerimizde, hâlâ, görev yolluklarının, geçici görev
yolluklarının ödenmediği, 2006 yılında ödenmediği
ilçelerimiz bulunmaktadır. Ben, Sayın Bakandan -gerçi,
kendisi yok burada, ama sayın emniyet teşkilatı mensupları
var- bu gibi rakamların, acilen, en kısa zamanda ödenmesini
istiyorum. Bu söz konusu harcama kalemleri başta olmak üzere
personelin mağduriyetine ve hizmet veriminin düşmesine
yol açan benzeri kısıtlamalar acilen kaldırılmalıdır.
Zaten, emniyet teşkilatının, Başbakanlığın
genel tasarruf tedbirleri çerçevesinde, diğer kurumlarla
eşit muameleye tabi tutulması tamamen abestir, kendi bindiğimiz
dalı kesmekle eş değerdedir.
Öte yandan, birçok kurumda ciddi
bir şekilde yürütülmekte olan döner sermaye uygulaması,
benzer biçimde emniyet teşkilatında da uygulanarak, polisin
vatandaşa vermiş olduğu hizmetlerden -pasaport, ruhsat,
tescil belgesi vermek gibi işlemlerden- devlete gelir kaydedilen
meblağın belirli bir oranının Emniyet Genel Müdürlüğü
bütçesine aktarılması ve bu paylardan da mevcut bütçeye
destek verilmesi sağlanmalıdır.
Emniyet hizmetleri sınıfında
görev yapan polis memurlarının kadro, derece ilerlemelerinin
üçüncü kadro derecesiyle sınıflandırılmayıp
öğrenim durumu itibarıyla birinci kadro derecesine düşürülmesini
sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Fiilen
çalışanların emekli olduklarında aldıkları
emekli maaşları, fiilen çalıştıklarında
aldıkları maaşların üçte 2'sine inmektedir; üçte
1'i kesilmektedir, üçte 2'sine inmektedir. Özellikle, büyük şehirlerde,
turizm bölgelerinde, nüfus hareketlerinin çok fazla olduğu
yerlerde polis sayımız Avrupa ülkeleriyle kıyaslanamayacak
kadar azdır. Sonuçta, polis, fizikî olarak bu mekânlarda yoktur.
Ayrıca, polisin araç, gereç, benzin gibi önemli sorunları
da hâlâ devam etmektedir. Bunlar da yıllardan beri kanayan yara
gibi devam etmektedir. Hâlâ bunlara bir çözüm bulunamamıştır.
Hem polisten görev yapmasını isteyeceğiz vatandaşlar
olarak, halk olarak, devlet olarak hem de polisin görev yapması
için gerekli temini yapmayacağız.
Son yıllarda, ülkemizde, polise
karşı müessir fiil, görevi engelleme, fiilî güç kullanma,
darp, cebir, görevin yapılmasını engelleme, hakaret,
tehdit ve sövme şeklinde nitelendirilebilecek suçlarda belirgin
bir artış gözlenmektedir. Bu ve benzeri fiilleri işleyen
kişilerin hemen tamamının, mahkemeye bile çıkarılmadan
savcılıklarca serbest bırakılması, polisin
devleti ve kanun hâkimiyetini temsil gücünü zayıflatmakta;
hiçbir Avrupa ülkesinde ve demokratik toplumda örneği görülemeyen
tabloların gündelik hayatın sıradan bir parçası
gibi algılanması da ne yazık ki yaygınlaşmaktadır.
Son dönemde, Ceza Muhakemesi Kanunu
ve Türk Ceza Kanunu'nda yapılan düzenlemeler ile Polis Vazife
ve Selahiyet Kanunu'nda birtakım çelişkiler ortaya
çıkmıştır. Bunun sonucunda, emniyet teşkilatı,
suçun önlenmesine dönük yaptırımlarında son derece
kısıtlanmış bir durumdadır. Bu nedenle, emniyet
teşkilatının suçla mücadele inisiyatifinde gerilemeler
oluşmuş ve polisin hareket imkânı daraltılmıştır.
Sonuçta, karşımıza, önleyici güçlerin budanmış
olduğu bir emniyet teşkilatı, suça ve suçluya müdahalede
geri bıraktırılmış bir polis ve patlayan bir
suç oranı bulunmaktadır. Gece eve hırsız giriyor,
gece polis bunu yakalıyor, sabaha getiriyor, göz altına
alıyor, savcılığa çıkarıyor ve savcılık
bu hırsızları salıyor. Yani, bunun gibi bir sürü
suç, TCK'da ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda bu şekilde dönüştürülmüştür
ve polisin de mukavemet gücü azaltılmıştır. Bunun,
tekrar, yapılacak olan düzenlemelerle eski durumuna kavuşturulması
gerekmektedir. Burada, polis görev yapamaz duruma gelmiştir,
vatandaş da mağdur durumdadır. Bunun önlenmesi gerekmektedir.
Yani, bu nedenle, sorun, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nda
düzenleme yapmak dâhil olmak üzere kapsamlı bir yaklaşıma
ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç vardır, ama AKP'nin bunu yapacak
zamanı da kalmamıştır, artık, seçim gelmiştir.
Dört buçuk yılı, beş yılı boşa heba ettiniz.
İçişleri Bakanlığının
sorumluluğunun en önemli ve en öncelikli kısmı, iç güvenlikle
ilgili görevleridir. Ulusumuzun, toplumumuzun özgün yapısı
ile ülkemizin ayrıcalıklı konumu, iç güvenlik alanında
çok özel duyarlılıkların ve zorlukların da kaynağıdır.
Bu duyarlılık ve zorlukların giderek yükselmekte olduğunu
da bilmekteyiz. Bu nedenle, iç güvenlik, kamu düzen anlayışımızı
ve örgütümüzü bu yükselişe uygun olarak sürekli geliştirmek
ve çağdaşlaştırmak zorundayız.
Polis eğitiminde, üniversite,
yükseköğretimin hedef alınması önemli bir aşamadır.
Ancak, asıl önemli olan, öğrencinin ne için eğitildiğidir.
Çünkü, eğitim bir üretimdir, insan odaklı bir üretimdir. Polislik,
sadece mesai saatlerinde yapılan sıradan bir iş değil,
bir kimliktir, bir kişiliktir, ahlaktır, insan sevgisidir.
Polisi çağdaş, demokratik
toplumun huzur, güven ve mutluluğunu sağlayacak polis olarak
eğitmeliyiz. Hedefimiz, dürüst, çalışkan, cesur, adil,
sabırlı, güvenilir, güler yüzlü, aydınlık yüzlü
polis modeli olmalıdır. Eğitim programı da bu tip
polis üretmeye elverişli olmalıdır.
Çağdaş güvenlik örgütü
ve kavramı, artık, yasakların, şiddetin, zor ve zorlamanın
simgesi değil, özgürlüklerin, haklılıkların, hukuk
devletinin, laik demokratik cumhuriyetin ve toplumsal esenliğin
güvencesi olmalıdır.
Bununla birlikte, polisin
eğitimi hususunda da Meclis İçişleri Komisyonu Raporu'ndan
da anladığımız gibi, ciddi sorunlar bulunmaktadır.
Bu raporla, polis okullarının bir üniversite düzeyinde bilimsel
eğitim verebilmesinin olanaksız olduğu, büyük iller
haricinde polis okullarının durumları hakkında
çarpıcı saptamalar yapılmaktadır. Üzücü olan, bu
durumun yeni bir şey olmadığıdır. Ne yazık
ki, işin eğitim yanına ya hiç dikkat edilmemiş ya da
hiç önemsenmemiş ve bugünlere gelinmiştir. Diğer bir
deyişle, Hükûmetin istediği kadroyla bu işin
aşılamayacak derecede büyük bir sorun hâlini almış
olmasıdır. Yani, az evvelden beri söylemekte olduğum
gibi, sadece emniyet teşkilatının sorunu, ülkenin
sorunu, polisin sorunu kadro sorunu değildir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, AKP
Hükûmeti her fırsat çıktığında kurumlar arasında
anlaşmazlıklar ortaya çıkmasını körüklemekte,
bunları sorumlu bir iktidar gibi önceden çözememekte, tüm sorunların
kamuoyunun önüne dökülmesine izin vermektedir. Bu durum, zaten biriken
sorunlar nedeniyle bunalmış olan halkımızı
daha da üzmekte ve tedirgin etmektedir ve ne yazık ki, hâlen, iktidarın
aklının başına geldiğine dair en ufak bir emare
de yoktur.
Türk-İş'in mart ayı başında
yapmış olduğu son hesaplamalara göre, ülkemizde açlık
sınırının 628 YTL'ye, yoksulluk sınırının
ise 2.045 YTL'ye ulaştığı, istihdamın yarıya
yakın bir kısmının kayıt dışı olduğu,
bizzat Çalışma Bakanının kontrolleri artırmaları
hâlinde işsizliğin büyüyeceğine dair ifadelerinin
gazetelere yansıdığı, kayıt dışılıkta
hiçbir ilerleme sağlanamadığının ekonomiden
sorumlu Bakan Sayın Ali Babacan tarafından yabancılara
itiraf edildiği, Çin borsasında yaşanan dalganın
gelip en şiddetli şekliyle Türk piyasalarına vurduğu
ve ekonomide, tüm uyarılarımıza rağmen, bu kadar
risk birikmişken, bunların realize olmaması için,
Hükûmet, gelişmelere sadece seyirci kalmakta olduğu gibi,
güvenlik ve emniyet teşkilatının sorunlarını
da tamamen kendi hâline bırakmış bulunmaktadır.
Neyse ki, hiçbir konuda basiret
sahibi olmayan AKP İktidarının sandıkta kalacağı
günler yaklaşmaktadır, halkımızın bu iktidardan
kurtulacağı günler de yaklaşmaktadır. CHP, iktidarı,
sorunlarımıza hak ettiği biçimde yaklaşıp
ele almak için beklemektedir. Bunun için, halkımız, sadece,
sandığın kendi önüne getirileceği günü de sabırsızlıkla
beklemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının da,
tüm bu sorunların, tüm bu çözümlerin aşılacağı
bir iktidar olacağını, burada, huzurlarınızda
söylüyorum. Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Deveciler.
Şahsı adına, Samsun
Milletvekili Sayın Haluk Koç.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
tasarının bu bölümünde, şahsım adına söz aldım.
Aslında, konuşmaya niyetim
yoktu. Önemli bir kurumumuzun bir kadro ihtiyacının giderildiği
bir kanun tasarısı. Bu konuda ayrışık oy yazısı
da Cumhuriyet Halk Partili üyelerin. Siyasi iktidarın, emniyet
teşkilatıyla ilgili uygulamaları konusunda birtakım
çekincelerini, muhalefetin temel görevleri içerisinde tespit
ederek oraya düşürmeleri, oraya yazmaları kadar doğal
bir şey yok.
Kadro ihtiyacı ayrı, toplumdaki
ihtiyaç ayrı, bizim, muhalefet partisi olarak, emniyet
teşkilatının bu dönem içerisindeki yapılanmasıyla
ilgili, bu dönem içerisindeki kadrolaşma iddialarımızla
ilgili tespitlerimiz ayrı. Bunları birbirinden ayırt
edecek kadar siyasi ufka sahibiz, bilince sahibiz.
Şimdi, bunları, muhalefet
yazısında, ayrışık oy yazısında belirteceğiz,
bunları söyleyeceğiz. Kadro verilmesinin önünde, Cumhuriyet
Halk Partisi, iktidar partisi sözcüsünün ifade ettiği gibi,
emniyet teşkilatına karşıdır, emniyet
teşkilatının şurasına şudur
Böyle, birtakım,
nereden konuşulduğu belli olmayan cümlelerle, muhalefet
partisine dönük birtakım suçlamalar dile getirirseniz, bunun
cevabını da bu kürsüden, uygun bir lisanla almak durumundasınız.
Söylediklerimiz çok net ve açık.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, Server Tanilli, tavsiye ederim
Zaman zaman bazı yazarlarımızı,
bazı düşünürlerimizi söylüyorum. Yüzyılı herkes
farklı tarif ediyor, aydınlar da farklı tarif ediyor,
ama, yüzyıl, bu yüzyıl, Başkan Bush'un bir savaş yüzyılı
olarak ilan etmesinden sonra çok farklı bir kavrama girdi.
Şimdi, Server Tanilli bakın ne diyor: "Bu yüzyıl neler
hazırlıyor insanlığa? Neler bekliyor bizi?"
Dünyamızın yağmalandığını söylüyor.
Türkiye de bu dünyanın içinde. Biz, Türkiye'deki bazı politikalarla
da Türkiye'de bir yağma düzeninin sürdürüldüğünü iddia
ediyoruz. Başka? İnsanların hızla çoğaldığını
ve kentlerin hastalıklı bir büyüyüş içine girdiğini
söylüyor. Doğru, Türkiye'yi ilgilendiren boyutları da var
bunun. Bunun, kapitalizmin küreselleşmeyi de arkasına
alarak yeni bir fetih çağına girdiğini söylüyor. Bunu
Başkan Bush ilan ediyor ve uyguluyor da, Afganistan'dan Irak'a kadar
uyguluyor da. Yarın başka coğrafyalarda neler planladıkları
belli değil; bunlar uygulanıyor. Ondan sonra, eşitsizlikler
hem dünyada hem ülkede diz boyu ve demokrasi fikir olarak belki kazandı
ama, piyasanın diktatörlüğü kurulmuştur, diyor.
Değerli arkadaşlarım,
medyanın -daha dün görüşüldü, ifade ettik- fikirleri saptırdığı,
kendi çıkar, ticari ilişkilerini ön plana aldığı
bir Türkiye'de, kadın sorunlarının, bugün tartıştığımız
gibi, hâlâ çözümlenemediği bir Türkiye'de, nüfus artış
hızının hâlâ dünya ortalamasının üstünde olduğu
bir Türkiye'de, nüfus değişiminin kentlerde çok farklı
gettolar yarattığı bir Türkiye'de, suçluluk oranlarının,
suçluluk şekillerinin, suç yapılarının, gelişen
teknolojiyle suçluluk ve suç örgütleri kavramlarının boyut
değiştirdiği dünyamızda emniyet teşkilatının
tabii ki sorunları vardır, tabii ki sorunları olacaktır,
eğitiminden çalışma koşullarına kadar. Ee,
bunları bu Parlamentoda, bu kürsüde, bu komisyonlarda dile getirmeyeceğiz,
nerede dile getireceğiz değerli arkadaşlarım?
Şimdi anladınız mı farkı? Kadro sorunu ayrı,
sorunlar ayrı. Bakın, Sayın İçişleri Bakanı
olsaydı keşke, tekrar böyle bir fırsat geçtiği için
çok mutluyum. Geçen sene, 8 Şubat 2006 tarihinde, buraya şu
kadar dosyayla çıktım ve 1983'ten itibaren, Sayın Abdülkadir
Aksu'nun İçişleri Bakanı olma sorumluluğunu taşıdığı
dönemlerin tüm konuşmalarını ve bu dönemde, 58 ve
59'uncu Hükûmetlerde İçişleri Bakanlığı sorumluluğunu
taşıdığı dönemlerde, komisyonlarda ve Genel
Kurulda, bütçe konuşmaları dâhil, yaptığı konuşmaların
bütün tutanaklarını çıkarttım ve söylediğim,
sorduğum sorular var, ifade ettim, tanıdım. Emniyet
teşkilatımızın, devletin halka dönük yüzü olduğunu
o zaman da vurgulamışım şimdi de vurguluyorum. Demokratik
bir devlet yapısında, polis teşkilatının, emniyet
teşkilatının mutlaka bu normlara göre yapılanarak,
eğitiminden görev alanına kadar tüm noktalarda donatılarak
görev yapması, sadece benim değil, bu Parlamento kürsüsünde,
milletvekilliği görevine başlarken, cumhuriyetin temel
ilkeleri üzerine, ülkenin bölünmez bütünlüğü üzerine ve Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası üzerine yemin eden tüm milletvekillerinin
ortak dileğidir demişim. Var mı bir itirazınız?
Bunları dile getirmeyelim mi? Buradaki bu yemin üzerine bu görüşlerini
ifade etme durumunda olan muhalefet partisi milletvekillerinin
bu tespitlerini, muhalefet şerhi olarak, bir kanun tasarısı
görüşülürken, burada görev olarak bunları dercetmelerine
niye tepki gösteriyorsunuz? Bunları dile getirmeyelim mi?
Sonra, emniyet teşkilatının,
Sayın Bakanın defaatle söz vermesine rağmen, özlük
haklarıyla ilgili, çok çeşitli sorunlar altında polis
arkadaşlarımızın, emniyet mensubu görevlilerin
ezildiğini söylemek ve bunları tekrar etmek, verilen bütün
sözlere rağmen -verilen bütün sözleri tarih olarak tutanak olarak
size getirilebilirim- buna rağmen, dört buçuk yılın
sonunda hâlâ iktidar tarafından bunların giderilmesi,
bunların tamir edilmesi, bunların sağlanması konusunda
bir adım atılmadığını söylemek niye sizi
bu kadar hiddetlendiriyor Sayın Vekilim? Yazık değil
mi? Yazık değil mi? Bunları söylemeyecek mi muhalefet?
Söylemeyecek mi? Yapmayın! Burada söylemişiz, "Polisler
emekli olmaya korkuyorlar." dedim. Birinci sınıf bir
emniyet amiri emekli olmaya korkuyor. Bu yaşına kadar devlete
hizmet etmiş, gerekirse canını siper etmiş, yedi
kanı bozuk sokaktaki her türlü mikropla uğraşmış,
bu ülkeye karşı silah sıkan insanla uğraşmış.
O insan emekli olmaya korkuyor. Neden? Emekli olduğunda, taşıdığı
o üniformanın ailesini ve kendisini geçindirecek bir emekli
maaşı vermediğini söylüyoruz. "Bunları düzelteceğiz."
dediniz. Bu kadar zaman geçti ve hâlâ bunları muhalefet söylediği
zaman muhalefete kızacaksınız.
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Sinirlenme Hocam, sinirlenme!
HALUK KOÇ (Devamla) - Kadroyla ilgisi
yok, sinirlenmiyorum, sinirlenmiyorum, bazı haksızlıkları
gidermeye çalışıyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
- Siz niye yapmadınız?
HALUK KOÇ (Devamla) - İnşallah
yaparız, biz yaparız. Değerli arkadaşlarım,
burada verilen sözler var. Ben sizin yerinizde olsam Akbulut, bu
tür konuşmalar sırasında hiç hatibe söz atmam. Çünkü,
hatibe söz attıkça sizin adınıza burada zikredilerek
bir cevap verilirse bu haksızlığa uğrayan insanlarla
doğrudan siz muhatap hâle gelirsiniz. Benim size önerim, lütfen,
sakin dinleyin.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi bakın, hep söyledik. Burada -çok basit- Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığının 68'inci maddesinde makam ve temsil
tazminatının emekliye yansıtılabilmesi için iki
yıllık çalışma şartı getirilmiş. 2000
yılında, vazife malulleri ki, bunların içinde birçok
şehidimiz de var -bir kere daha bu arada hepsinin ruhunu
şad ederek söylüyorum- bu şehitlerimizin dul ve yetimlerinin
mağdur edilmemesi için bunlarda iki yıllık şartın
aranmaması yönünde değişiklik yapılmış,
ancak, kendi iradesi dışında yaş haddi nedeniyle
emekli edilenler bu kapsamda değerlendirilmemiş. Hadi gelin
düzeltelim. Daha var: "657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nda diğer meslek sınıflarının tamamına
yakın bölümüne 8'inci dereceden itibaren ek gösterge verilmesine
rağmen, emniyet hizmetleri sınıfı personeline
4'üncü dereceden itibaren ek gösterge verilmesi, mevcut ek gösterge
puanlarının da diğer kamu personeline oranla daha düşük
tutulması Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı
değil mi Sayın Aksu?" diye sormuşuz. Sormayalım
mı? Daha devam ediyor
Daha devam ediyor
Daha devam ediyor:
"Grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak" demişiz.
Niye polisi ayırıyoruz? Hadi bırakın polisi, diğer
kamu çalışanlarına böyle en demokratik hakkı vermemişiz.
Polise de bunu verelim, gelin. Gelin, bütün kamu çalışanlarına
verelim. Dört buçuk yıl geçti; grevli, toplu sözleşmeli sendikal
hak kamu çalışanlarına. Var mı gücünüz? Yok
Yok
Sadece polisler bağlamında söylemiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı
tamamlayın.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, emeklilik konusuna değindim, söyledim.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, kadroyu verelim, kadro konusunda bir sıkıntımız
yok. Emniyet içerisindeki sıkıntılarımızı
dile getireceğiz. Emniyet içerisinde yükselme noktasında
olup da şu anda liyakatleriyle, görev sicilleriyle hak ettikleri
yükselmeyi almayan emniyet teşkilatı mensuplarının
uğradığı haksızlıkları dile getireceğiz,
bunları vurgulayacağız ve emniyet teşkilatının
bir siyasallaşmaya tabi tutulmamasının altını
önemle bir kere daha çizeceğiz. Demokrasi diyeceğiz, hukuk
devleti diyeceğiz, güler yüzlü polis diyeceğiz, demokratik
bir yapı diyeceğiz ve ondan sonra da her türlü (F) tipinden
bilmem ne tipine kadar örgütlenmenin önünü açacağız ve ondan
sonra bunlar tespit edildiğinde de, efendim, geçmiş dönemde
de siz bunu yapmışsınız, bunu yapmışsınız,
gibi birtakım suçlamaları da burada konuşacağız.
Bunlar şık değil!
Evet, yeni kadroların hayırlı
olmasını diliyorum; ama, bu sorunların, iktidarınızın
dört buçuğuncu yılında hâlâ giderilmemiş olduğunun
altını çiziyorum ve eğer varsa gücünüz, Cumhuriyet
Halk Partisi hazır
Varsa gücünüz, Cumhuriyet Halk Partisi hazır.
(CHP sıralarından alkışlar) Gelin, beş yıldır
verdiğiniz sözlerin, bir yasa tasarısı, hadi tasarıyı
da bırakın, Eskişehir Milletvekilimiz Muharrem Bey
var, eski emniyet müdürü, bir yasa teklifi hazırlasın -hazırlatıyorsunuz
ya milletvekillerine- şu bahsettiğimiz özlük haklarının
hepsini getirin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak anında
destek verelim ve emniyet mensubu arkadaşlarımızın
özlük haklarıyla ilgili bu kangrenleşmiş sorunlarını
artık bu kürsüde çözelim.
Hepinize, şahsım ve Cumhuriyet
Halk Partisi adına saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Koç.
Şahsı adına, Eskişehir
Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugüne kadar kürsüden, emniyet
teşkilatının sorunlarını ve çözüm yollarını,
iktidarıyla muhalefetiyle dile getirmeye çalıştık.
Doğrusu, itiraf ediyorum, bugün, bizden önce konuşan muhalefete
mensup milletvekili arkadaşlarımız da, çok güzel
şekilde dile getirdiler. Ben, kendilerine teşekkür ediyorum.
Tabii, emniyet teşkilatının
sorunları şimdi değil,
önceden beri devam edip gelen sorunlardır. Gerçekten oldukça
sorun vardır. Ama burada, muhalefetin içerisinde, bakanlık
yapmış çok değerli milletvekillerimiz vardır, yine
bağımsız milletvekillerimizden de İçişleri
Bakanlığı yapmış olan milletvekillerimiz vardır.
Bu 22'nci Dönem milletvekillerimizin, hep beraber, özellikle polisin
ekonomik durumunu iyileştirmek için yıllardan beri ilk defa
140+40
Polis arkadaşlarımızın ifade ettiği
gibi, onu el birliğiyle, ekonomik durumlarını, bir nebze
olsun iyileştirmeye çalıştık. Yine aynı
şekilde, yine sizlerin de katkılarıyla, emekli olan polislerimize
de bunu şamil kılarak 100 milyon lira gibi, seyyanen bir ek
ücret ilave ettik.
Yine, bekçilerimizle ilgili olarak
da, yıllardan beri, biliyorsunuz, özellikle bekçilerimiz emekli
olduklarında silah ruhsatlarından sade vatandaş gibi
harç alınıyordu. Bekçilerimizden silah ruhsatları
için harç alınmaması yine, hep beraber, sizlerin de katkılarıyla
kararlaştırıldı ve kanunlaştı.
Yine, bu cümleden olmak üzere -bekçilerimizle
ilgili olarak- özellikle bekçilerimiz, polislerimiz gibi aynı
görevi yapıyorlar ve aynı görevi yapmalarına
rağmen yardımcı hizmetler sınıfında görev
ifa ediyorlar. Yine, inşallah, ümit ediyorum ki, bu 22'nci Dönemde
-yani bizim dönemimizde- bu da emniyet hizmetleri sınıfında
yer alarak
Onlarda da, çok değerli bekçilerimiz de, şu anda
eskiden olduğu gibi, ilkokul mezunu değil, hatta, lise mezunu
değil, üniversite mezunu durumuna gelmişlerdir.
Yine, 22'nci Dönemde, özellikle
Hükûmetimiz döneminde de, şunu da kabul etmek gerekir: Polislerimizin
eğitim seviyelerinde oldukça yükselişler olmuştur.
Bunu, biraz önce, benden önceki arkadaşlarımız ifade
ettiler.
Yine, Türk polis teşkilatı,
hizmet alımına giren konularda modern ve bilimsel metot ve
yöntemleri kullanmada POLNET Projesi'ni hayata geçirmiştir.
Aynı şekilde, özellikle POLNET uygulamalarıyla desteklenen
kent güvenlik sistemi MOBESE Projesi'yle ilgili çalışmalar
da devam etmektedir.
Değerli Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; uyuşturucuyla mücadelede
tüm Avrupa Birliği ülkelerinin toplam mücadelesine eşit
seviyede, tamamına eşit seviyede
Özellikle, emniyet
teşkilatının uyuşturucuyla mücadelesi göz kamaştırmaktadır.
Bu, tüm Avrupa Birliği ülkeleri tarafından da teyit edilmektedir.
Yine, silah kaçakçılığıyla
mücadelede suç örgütlerinin tüm üyelerinin deşifre edilerek
yakalanması bu dönemde sağlanmış, Türk polisi bu
konuda da inanılmaz başarılara imza atmıştır.
Bakın, 2002 ve 2006 yılları
arasında, özellikle terörle mücadelede başarılı
bir dönem de geçirildiğini söylemek istiyorum. Terör örgütlerine
yönelik yapılan 6.255 operasyonda 23.950 sağ, 70 yaralı,
595 terörist ölü, 1.307 adet de uzun namlulu silah ele geçirilmiş,
427 adet tabanca ve 2.380 adet bomba ele geçirilmiştir. Türk polisi,
özellikle insan hakları ihlalleri konusunda da sıfır
toleransla çalışmaktadır. Bunu da burada ifade etmek
istiyorum.
Değerli Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sizlerin de katkısıyla
inşallah bu tasarı kanunlaştığında, polisimiz,
emekli olanların yerine bir taze güçle çalışacaktır.
Ben, emeği geçen tüm milletvekili
arkadaşlarımıza huzurunuzda teşekkür ediyorum,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Tozçöken.
Sayın milletvekilleri, tümü
üzerindeki konuşmalar tamamlandı.
Şimdi, soru-cevap kısmına
geçiyoruz. Yirmi dakikalık süre içerisinde soru-cevap işlemini
yapacağız.
İlk soru Sayın Koç
HALUK KOÇ (Samsun) - Sormayacağım
efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Tütüncü
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ülkemizde kapkaç ve gasp olayları
oransal olarak hızla artıyor, buna karşılık yakalanma
etkinlikleri aynı oranda artmıyor. Bu durum dikkate
alınarak, emniyet teşkilatının etkinliğinin
artırılması için, kadro sayısının ötesinde,
ne gibi acil önlemler düşünülmektedir? Birinci sorum bu Sayın
Başkanım.
İkinci sorum: Polisin özlük
haklarını Sayın Bakanlık yeterli buluyor mu? Özellikle
çalışılan dönemdeki maaş miktarıyla, emeklilik
dönemindeki maaş miktarı arasındaki büyük farkın
kapatılması için, nasıl, ne zaman, ne gibi düzenlemeler
düşünülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tütüncü.
Sayın Yıldırım,
sesiniz Kastamonu'dan duyuluyor.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Duyulsun
diye bağırıyoruz efendim.
BAŞKAN - Efendim biraz sakin olalım.
Teşekkür ederim.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum. Vasıtanızla Sayın
Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, emekli
olan polislerimize 2006 yılında 100 YTL'lik bir katkı
sağlamıştık. Buna ilaveten, hâlihazır görevde
olan polislerimize, 100 YTL, 40 YTL artı bir 40 YTL katkı
sağlamıştık TÜFE farkının dışında.
Diğer memurlarımızın emekli olması hâlinde,
aldıkları maaşın yüzde 70'i emekli maaşlarına
yansımakta, ama, maalesef, polis emeklilerimizin emeklilik durumundaysa
maaşlarının yüzde 45-50 civarında bir kısmı
yansımakta emekli maaşlarına. Buradaki sorun, tayın
bedeli, fazla çalışma ücreti gibi yan ödemelerin emeklilikte
olmaması. Ama, şu da bir gerçek ki, hayat standardı bir
anda yarı yarıya düşmesi, gerçekten polis emeklilerimize
sosyal hayatlarında sıkıntıları da beraberinde
getiriyor ve toplumdaki konumları gerçekten iç açıcı
değil. 2006'da olduğu gibi, 2007'de de, özellikle emekli polislerimize
ve devamla da hâlihazır polislerimize 100 YTL'lik gibi bir katkı
düşünülmekte midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, bu
soruların cevabını yazılı olarak vereceğiz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Karar
yeter sayısı, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Maddelere geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter sayısı
bulunamamıştır.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.20
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.32
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Üçüncü Oturumu'nu
açıyorum.
1344 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine devam edeceğiz.
Hükûmet ve Komisyon yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Maddelere geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir
ve karar yeter sayısı vardır.
1'inci maddeyi okutuyorum:
GENEL
KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN
EKİ
CETVELLERİN EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE AİT BÖLÜMÜNDE
DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- Emniyet Genel Müdürlüğünün
taşra teşkilâtında kullanılmak üzere ekli listede
yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı
cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan,
buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1344 sıra sayılı Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet
Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri -bu
yasaya geçmeden önce- dün Mersin'de yaşanan faciayı gördünüz.
Gerçekten, bu, Hükûmetin, sağlık konusunda ne kadar duyarlı(!)
olduğunun bir ifadesidir. Mersin'de 6 kişilik bir ailenin,
son çocuğunun doğumunda sezaryen parasını ödemediği
için, beyi, eşi ve çocuğuyla hapse atıldığını
gördünüz değerli arkadaşlar, televizyonlar gösterdi, gördünüz.
Bir de, o çocukların, evde kalan çocukların, on yaşındaki,
altı yaşındaki, dört yaşındaki ve iki yaşındaki
çocukların durumunu gördünüz. Sizin, AK Parti olarak, sağlığa
bakış açınız bu mu? Söyler misiniz, bir insanın
doğumda sezaryen parasını ödemediği için hapsedildiğini,
hem de eşinin, ailesinin ve kucağında küçük çocuğunun
hapse gittiğini dünyanın hiçbir yerinde gördünüz mü,
şahit oldunuz mu? Ama, şahit olduk Türkiye'de, AK Partinin
sağlığa bakış açısını da herkes
gördü.
Değerli arkadaşlar, bunlar,
gerçekten yürekler acısı, yürekler acısı. O insanın
o çırpınışı, ağlayışı, o
mağdur oluşunun nedeni nedir arkadaşlar? Neden ödemedi?
Neden ödemiyor bu insanlar borçlarını?
RESUL TOSUN (Tokat) - Genel
sağlık sigortasının veto edilmesidir sebebi. Yasa
çıkartıldı, on sekiz yaşına kadar herkes devlet
güvencesi altındadır diye.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Anayasa'yı
değiştirin.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Sayın
Milletvekilim, yaşadı, vatandaş gördü, senin bana anlatman
bir şeyi değiştirmez ki.
BAŞKAN - Sayın Özcan, siz
Genel Kurula hitap edin.
Sayın Tosun, lütfen müdahale
etmeyelim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bunları
örtemezsiniz, güneşi balçıkla sıvamaya kalkmayın.
Değerli arkadaşlar, dün,
AK Parti Grubundan çıktığında bir grup vatandaşın
o polis memurlarına karşı davranışını
gördünüz. Neredeyse adamların üzerine yürüyecek. Bir kısmı
diyor ki, yaka numarasıyla falan ilgili
Koşuşmalar
yapıyorlar. Doğru şey mi? Geçmişte bir siyasi partinin
milletvekili yapmıştı, polisi dövmüştü. Şimdi,
artık, onlardan galiba örnek aldınız. Artık, Grubunuza
gelen insanların oradaki emniyet görevlilerine karşı
davranışını da, bizler, Anavatan Partisi ve
sağduyulu olan insanlar yadırgadık. Ama, o tür davranışları
sizlerden de bazılarınızın yadırgayacağına
eminiz.
Değerli arkadaşlar, hep
tozpembe gösterdiniz. Tabloya bakıyoruz, gerçekten, şurada,
mala karşı işlenen suçlar 2006 yılında 463.827.
Suç oranlarından, örneğin yankesicilikten bahsedelim:
18.556'dan 27.612'ye çıkmış. Hırsızlıklar
35.060'tan 64.166'ya çıkmış.
Toplam olarak gördüğümüz tablo
Bu ülkede bu insanlar niye hırsızlık yapıyor, niye
yankesicilik yapıyor, neden suç işliyor? İrdelediğimizde,
bunun altındaki yatan gerçek, işsizlik, perişanlık,
yoksulluk. Hani yoksulluğa çare bulacaktınız, yoksulluğu
kaldıracaktınız, yolsuzluğu kaldıracaktınız,
haydi buyurun. Bu insanlar durup dururken bu suçları ne için
işlemiş? Bu, sadece mala karşı işlenen suç.
Bu, sizin bu beş yıllık Hükûmetiniz döneminde karnenizin
ne kadar, böyle, düzgün olduğunun bir ifadesi!
Değerli arkadaşlar,
şahsa karşı işlenen suçların toplamı ise,
2005'te 196.380, 2006'da ise 319.675. Düşünebiliyor musunuz, neden
oluyor bunlar, neden suç işliyorlar? İnsanlar durup dururken
suç işler mi? Elbette işlemez. Bunların nedeni işsizliktir.
Her ne kadar işsizliği yüzde 10'lar civarında da gösterseniz,
çok insan artık iş bulmaktan umudunu kestiği için gidip
de işçi bulma kurumlarına, iş bulma kurumlarına
uğramıyor. Artık, umudunu kesmiş sizden. Çünkü, sizin
çare olmadığınızı görmüş, o insanlar, ailesinin
üzerine yük olarak, var gücüyle, fedakârca günlerini geçiriyorlar.
Ama, o günler gelecek ki bir gün, bir gün gelecek ki, sizlerin, geçmişteki
olanlar gibi, bunun hesabını daha ağır ödeyeceğinize
eminiz.
Değerli arkadaşlar, Avrupa
Birliğinde polisler bu kadar alıyordu, ama Türkiye'de polisler
ne alıyor? 20 bin kadroya karşı değiliz, elbette olsun,
bulunsun. Bu beş yıldan beri niye beklettiniz bugüne kadar
bu kadroları, soruyorum? Bu insanların, on sekiz saat, yirmi
saat çalışan polis memurlarının aldığı
ne? Emeklilik yaşlarını doldurduğu hâlde emekli olmamalarının
amacı nedir değerli arkadaşlar? Elbette ki, geçim ve
ekonomik sıkıntıdır, onun için.
Büyük şehirlerden polis memurları,
memurlar kaçıyor. Niye kaçıyor hiç sordunuz mu?
SELAMİ UZUN (Sivas) - Büyük
şehirlerden kaçan maçan yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu
insanlar büyük şehirlerden niye kaçıyor?
SELAMİ UZUN (Sivas) - Hiç kaçan
maçan yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Kira
parası ödeyemiyor, dolmuş parası ödeyemiyor, çocuklarını
okutamıyor. Yakacak parasını ödeyemeyecek kadar bir
sürü memurumuz var. Bunları görmüyor musunuz?
Değerli arkadaşlar, bunlar
ortadayken -bu insanlar- polis memurlarımızın, elbette
ki, özlük haklarıyla ilgili, emeklilikleriyle ilgili, mesaileriyle
ilgili konuların düzeltilmesinde yarar var. Biz destekçiyiz.
Her zaman da, her geldiğimizde savunuyoruz. Bu insanlar -canını-
fedakârca, gece gündüz demeden, hırsıza karşı, soyguncuya
karşı, yolsuzluğa karşı mücadele veriyorlar.
Devlete hizmet ediyorlar, vatandaşa hizmet ediyorlar. Bunların
almış olduğu paraları, acaba, siz, Avrupa Birliği
polisleri bu kadar
Avrupa Birliğinde alınan, emniyet güçlerinin
aldığı parayı hiç hesapladınız mı?
Hep "Şu kadar polis lazım..." Neden bugüne kadar,
beş yıldan beri 20 bin polisi almadınız da, bugün
seçim yatırımı olarak kendinize bir paye çıkarıyorsunuz?
Bugüne kadar alsaydınız. Neden bu insanlar... Mademki bu
kadar ihtiyaç var, 20 binin üzerinde, 30 binin üzerinde daha polise
ihtiyaç varsa, hiç durmadan alaydınız. IMF veyahut da Avrupa
Birliğinin yetkilileri geliyor: "Aman ha almayın, personeli
çıkarın." Onlara uydunuz ve bugün de görülüyor ki, bu
açıklar, Türkiye'de gerçekten zaruri ihtiyaçlar olduğunu
görüyoruz. Alırken de gerçekten hizmet görebilecek, her yönüyle
bu ülkenin insanlarına fedakârlık yapabilecek, çalışmasıyla,
bilinciyle, kültürüyle, halkın hizmetine kendini adayan arkadaşların
alınmasında yarar var. Hiçbir zaman için de buna karşı
olmayız. Ama alırken de kendi yandaşlarınızla
ilgili bir seçim yaparsanız, Türk emniyetine siyaseti karıştırmış
olursunuz ki, o da çok büyük yanlış olur. Eğer siz bugün polisimizin
veyahut da müdürümüzün terfileri konusunda hâlâ taraf tutuyorsanız,
eğer alacağınız bu kadrolarda da taraf tutarsanız,
çok büyük yanlışın içerisine iyice gömülürsünüz.
Değerli arkadaşlar, polisin
özlük haklarını, güvencesini -daha artırmanın
yolunu- elbette ki, bir an önce tedbir alıp, artırmak zorundayız.
Canıyla, her yönüyle göğüs geren bu insanların
eğer kafasında açlık problemi varsa, bu insan, eve giderken
de, işe giderken de, görev yaparken de, bir tarafta hırsız
ve yolsuzla uğraşırken, bir tarafta da -evinde para bekleyen-
su parasını, elektrik parasını ve bakkala olan borcunu
hesap yaparsa, bu insan yeteri kadar motive olmaz ve çalışmaz.
Değerli arkadaşlar, gazetelerde,
geçmişte de, bugün de hâlâ, kredi kartlarından dolayı
bu polis memurlarımızın, memurlarımızın
sıkıntılarını görüyoruz, intihar edenler de
oldu. Ev eşyaları icralarda satılan polis arkadaşlarımız,
memur arkadaşlarımız da binlerce. Neden evindeki
eşyasını icraya göndersin? Demek ki, geçinemiyor.
Eğer geçinemiyorsa tedbir almak zorundayız, bu insanları
daha doyurucu, daha besleyici, gerçekten, daha çağdaş, Avrupa
Birliği seviyesinde sosyal güvenceye
Özlük haklarıyla
ilgili, emeklilik haklarıyla ilgili konularda yasaları
bir an önce çıkarmalıyız ve onları da, beynindeki,
ruhundaki ve psikolojik olarak sıkıntı içerisinde oldukları
şeylerden uzak tutmalıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, çocukluğumuzda
bekçilerimiz vardı, hatırlarsınız. O bekçi dayılar
bazen küçük çocuklarımızı korkuturdu, ama, her seferinde
sesleri sokaklardan gelirdi. Bu bekçilerimizin, bugün, Türkiye'de,
6 binin üzerinde bekçi vatandaşımızın sosyal güvenceleriyle
ilgili, özlük haklarıyla ilgili düzenlemelerin bir an önce
yapılması, gerekirse de
Ki, biz Anavatan Grubu olarak,
özellikle bekçilik müessesesinin tekrar kurulmasıyla ilgili
bir yasa teklifi hazırladık, yakında Meclise getireceğiz
ve bu bekçilerimizin, tekrar, geçmişte olan o düdük seslerine
hasret kaldığımızı söylüyoruz.
Bütün alınacak memurlarımıza
ve mevcut olan polis memurlarımıza, emniyet teşkilatımıza
ve bu görevi yapan bütün memurlarımıza, görevlilerimize
sağlık ve afiyetler dileyerek
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlelerinizi
alabilir miyim Sayın Özcan.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu
yasanın bütün çalışanlarımıza hayırlı
ve uğurlu olmasını diliyor, sağlık ve esenlikler
diliyorum.
Sağ olun. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özcan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Bilecik Milletvekili Sayın Yaşar Tüzün. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA YAŞAR TÜZÜN
(Bilecik) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının
1'inci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama
başlarken, öncelikle, yeni atanan Emniyet Genel Müdürümüz Sayın
Oğuz Kağan Köksal'a başarılar diliyorum. Bugüne
kadar yapılamayanları, eksiklikleri, bu çalışma
döneminde, alacağı birtakım radikal kararlarla gerçekleştirir
diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün,
kendimizi, ailemizi ve bulunduğumuz ortamı güvende hissediyorsak,
bunu, günde en az on iki saat ile yirmi saat arası çalışan
ve mesai yapan, elbette ki, polis teşkilatımıza borçluyuz.
Ancak, "emniyet teşkilatı personelinin özlük hakları
sorununun hâlâ devam ettiği ve devam etmekle kalmayıp, her
geçen gün sorunların çığ gibi büyüdüğü" ifadeleri
komisyonlarda ve komisyon raporlarında yer almaktadır.
İçişleri Komisyonunda
kullanılan bu ifadeler, AKP İktidarının, polis
teşkilatına bakış açısını göstermektedir.
AKP İktidarının kadrolaşma hırsı polis
teşkilatının sorunlarını unutturmuş, sorunların
göz ardı edilmesine neden olmuştur. Yaklaşık
beş yıldır iktidarda olan AKP'nin, emniyet teşkilatının
sorunlarını çözmemiş olması, gerçekten, çok
acı bir durumdur.
Yine, İçişleri Komisyonu
Raporu'na göre, ülkemizde kapkaç ve gasp olayları sayısal
oranda hızla artış olmasına rağmen, yakalanan
suçlu sayısında bir düşüş gözlenmemektedir. Bu durum,
vatandaşımızın emniyet teşkilatına karşı,
maalesef, güvenini sarsmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
polislik bir moral mesleğidir. Gece gündüz demeyen, cumartesi
pazar bilmeyen, bayram seyranı unutmuş polisimizin vatandaşa
karşı zor durumda bırakılmaması gerekir.
Görüşmekte olduğumuz bu
kanun tasarısının 1'inci maddesinde, Emniyet Genel
Müdürlüğünün görevlerini daha etkin bir şekilde yerine
getirebilmesi için taşra teşkilatlarında çalıştırılmak
üzere 20 bin kadro ihdas edilmektedir.
Şimdi, buradan sizlere soruyorum:
Bu alınacak olan 20 bin kadroyu nerede eğiteceksiniz? Polis
okullarında, değil mi? Peki, gerek Genel Kurulda gerekse
komisyonlarda "polis okullarının eğitimi yetersiz"
diyen sizler değil misiniz? Siz değil misiniz "polisimizin
bilimsel eğitimden geçmesi gerekir" diyen? Bilimsel
eğitimden geçmiş polislerimizin toplumsal olaylarda daha
başarılı olduğunu söyleyen sizler değil misiniz?
Bunun yanı sıra, polis okullarımızın bilimsel
eğitim konusunda yetersiz olduğunu söyleyen yine sizlersiniz.
Bu nedenle, "kadro ihdasıyla
birlikte polis okullarının şartlarını iyileştirelim,
bilimsel eğitim yapalım" diyen, elbette, bizleriz.
Değerli arkadaşlarım,
polis okullarının durumları ortada. Görev alan polislerimizin
durumu farklı değil. Sosyal ve ekonomik sorunların altında
maalesef ezilmiş durumdadırlar. Bugün, mesleğe yeni
başlayan bir polis memuru 800 YTL maaş alıyor. Örneğin,
sekiz yıl görev yapan bir polisin eline ayda sadece 912 YTL geçiyor.
Bu maaşlara yan ödemeler eklense de, özellikle, büyük şehirlerde
yaşayan polis memurları, kazançlarıyla hayatlarını
devam ettirememektedirler. Örneğin, İstanbul'da 28 bin polis
görev yapıyor; ama, buna karşılık, sadece 4.200 polis
lojmanı bulunmaktadır. Mevcut lojmanların 850 tanesi
istihbarat ve terör gibi hassas birimlerde çalışan personele
tahsis ediliyor. Yani, geriye kalan 24 bin polis kirada oturuyor.
İstanbul'da alt ve orta sınıf bir daire fiyatının
400 milyon ile 1 milyar lira arasında değiştiğine
bakacak olursak, maaşının yarısı gerçekten kiraya
gitmektedir. Kalanı da telefon, elektrik, akaryakıt ve su
gibi harcamalara gittiğinde, polisimizin elinde hiçbir para
kalmamaktadır. Elbette, kendisi aç olduğu gibi çoluk çocuğu
da maalesef aç kalmaktadır.
Değerli arkadaşlar, vermeden
almak Allah'a mahsustur. Verin ki, verelim ki, Hükûmet olarak gerekli
desteği, maddi ve manevi olarak katkı verin ki, biz de emniyet
teşkilatımızdan ve polislerimizden karşılığını
isteyelim. Bakınız, 4'üncü sınıf bir emniyet müdürü
arkadaşımız, 1.400 YTL maaş alıyor, il emniyet
müdürlüğünde çalışan bir arkadaşımız da
1.800 YTL maaş alıyor. Bir ili emanet ettiğiniz il emniyet
müdürü ile
İlin jandarma açısından asayişini emanet
ettiğiniz bir alay komutanı 2.875 lira maaş alıyor.
Yani, aynı ilde görev yapan bir il emniyet müdürüyle bir il jandarma
alay komutanı arasında tam tamına 1.000 lira, yani diğer
rakamla 1 milyar Türk lirası fark olmaktadır. Bu farklılığın
en kısa zamanda giderilmesi için gerekli çalışmaların
yapılması konusunda bir kez daha ilgili iktidar partisini
ve ilgili Bakanlığı uyarıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yine, emeklilikte de durum farklı değil. Çalışırken
maaşın büyük bir bölümü mesai, tayın bedeli, yol ücreti
gibi, güvenlik tazminatı gibi ek ödentilerden oluştuğu
için düşük temel maaştan kesilen emeklilik ödentisi emekli
maaşlarının da düşük kalmasını getiriyor.
Özellikle, son aylarda ve son yıllarda baktığımızda,
birçok polis intiharları polisimizin çalışma koşulları
ve ekonomik sıkıntılarını gözler önüne seriyor.
Yine, Emniyet Genel Müdürlüğümüzün,
1992-2006 yılları arasında yaşanan 380 polis intiharı
üzerine yaptığı araştırmada, sorunun temelinde
ücret yetersizliği ve çalışma şartlarının
ağırlığının yattığı ortaya
konuluyor.
Değerli arkadaşlarım,
bizler Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yasaya asla karşı
değiliz; ancak, yasanın çıkmasıyla birlikte, 20
bin kadronun verilmesiyle birlikte, bunun ekonomik, sosyal açıdan
yetersiz olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Polisimizden,
emniyetimizden de Anayasa'mıza, başta Anayasa'mıza,
cumhuriyetimize sahip çıkan bir polis teşkilatı istiyoruz.
Devletimizin polisimize vermiş olduğu bu üniformayı,
bu tabancayı halka karşı kullanan değil, halkın
yanında olan, halkın sorunlarını çözen, onu, ona
yardımcı olmak anlayışı adı altında
kullanılmasını temenni ediyoruz ve diyoruz ki emniyet
teşkilatımıza, "Önce insan. İnsanı yaşat
ki devlet yaşasın." felsefesinden ayrılmamalarını
temenni ediyoruz. İnsanımıza, gerekli yardımı,
gerekli kolaylığı ve gerekli katkıyı vermesini
temenni ediyoruz. Özellikle, toplumsal olaylarda gördüğümüz
polisimizin bu kışkırtıcı tavrından en
kısa zamanda uzaklaşmasını temenni ediyoruz. O
görünen, bugüne kadar görünen, televizyonlarımızda, gazetelerimizde
görünen o fotoğrafların bir daha görünmemesini temenni
ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bizler, konuşan Türkiye'yi koruyor
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Evet, polisimiz, konuşan Türkiye'yi
koruyor. Ama, kendileri konuşan Türkiye'yi korurken, maalesef
kendileri de konuşamıyor. Sivil toplum liderlerinin konuşma
güvenliğini sağlayan polisler, memur olmalarından
dolayı kendi sorunları hakkında maalesef konuşamıyorlar.
O nedenle, 20 bin kadronun ihdasında, polisimizin ve emniyet
teşkilatımızın bu sorunlarını göz ardı
etmeden, sosyal ve özlük haklarının iyileştirilmesiyle
ilgili çalışmaların en kısa zamanda tamamlanmasını
temenni ediyoruz ve diyoruz ki, sayısal yeterlilik yanında
niteliksel yeterlilik olmalıdır. Yani, 20 bin kadroya ihtiyaç
varsa, elbette verelim, 50 bin kadroya ihtiyaç varsa verelim. Ama,
bu, sayısal yeterlilik olmamalı, bu, çalışan, yeni
başlayacak, göreve başlayacak olan polis arkadaşlarımızda
gerekli
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) - Son
cümlem.
BAŞKAN - Son cümlelerinizi
alabilir miyim.
YAŞAR TÜZÜN (Devamla) -
niteliksel yeterliliğin de olmasını
temenni ediyoruz.
Bu kanunumuzun, başta polis
teşkilatımıza, Emniyet Genel Müdürlüğümüze ve
ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce
Meclisi saygıyla bir kez daha selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tüzün.
Şahsı adına, Sivas
Milletvekili Sayın Selami Uzun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
SELAMİ UZUN (Sivas) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kısaca, bu kanun, emniyet
hizmetleri sınıfına 20 bin kadro ihdas edilmesidir.
Elbette gereklidir ve sayısal olarak ve diğer gerekçeleri
vardır.
Sayın milletvekilleri, hukuk
devleti üç sütun üzerine inşa edilir: İnsan haklarının
gerçekleştirilmesi, adaletin sağlanması, güvenliğin
temin edilmesidir.
Ülkesinde toplum hâlinde yaşamanın
ilk ve vazgeçilmez şartı olan güvenliği ve sosyal düzeni
sağlayamamış olan devlete hukuk devleti denemez. Bir
hukuk devletinin varlık sebebi, insan haklarına dayalı,
adil ve güvenli toplumsal bir düzen kurmak ve bunu kesintisiz bir
şekilde sürdürmektir.
Hukuk devletinin bir başka yönü,
eylem ve işlemlerinde ölçülü, yani orantılı davranan
devlet olmasıdır. Otorite ile hürriyet birbirlerine ters
düşen kavramlar gibi görünmektedir. Ama, ölçülü bir otorite olmadan
hürriyetlerin sağlanması asla mümkün olamaz. Toplumdaki
her fert hürriyetlerini kendisi belirlemeye kalkarsa, kimse hür
olamaz. İşte, hayatımızın bu noktasında
polis ve diğer emniyet güçlerine büyük iş düşmektedir.
Polisin görevleri, vatandaşın
hayatına, insanların mal varlığına ve kamunun
düzenine yönelik tehlikelerin bertaraf edilmesi ve sonrasındaki
hizmetleridir. Vatandaşın yaşamı, mal varlığı
ve onuru bakımından tehlike ne kadar büyükse, önleme yetkileri
de o kadar büyük olmalıdır. Temel haklar tehlikeye düşerse
müdahale gerekir.
Polisin en önemli görevlerinden
bir tanesi, özgürlüğün ve güvenliğin dengelenmesidir. Polis,
görevlerini yerine getirirken yasalar ve yetkilerle sınırlandırılmıştır.
Polis, yetkilerini kullanırken yasalara dayanır. Yasalar,
özellikle temel haklar konusunda polisin yetkilerini ayrıntılı
bir şekilde belirtmelidir ki, polis hem yetkilerinin sınırını
bilsin hem de töhmet altında kalmasın. Polis, yetkilerini
kullanırken sayısal olarak da yeterli olmalıdır.
Az sayıda görevliye çok iş verilmesi ülke gerçeğiyle
ters düşmektedir. Bugün, polisimiz, gerek karakollarda gerek
diğer yerlerde son derece ağır şartlarda hizmet vermektedir.
Bu da onların iş ve ev düzenlerinde huzursuzluğa yol
açmaktadır. Bugünün bütçe imkânlarıyla, belki, ancak ellerine
geçen para ailelerini geçindirebiliyor. Bunu kabul etmemiz gerekir.
Polisimizin almış olduğu ücret, yaptığı
işle orantılı değil, yetersiz durumdadır. Bugün,
72 milyon nüfusun 50 milyonu polis bölgesinde yaşamaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde 250 kişiye 1 polis düşecek
şekilde verilen emniyet hizmetleri, bizde 300 kişiye 1 polis
düşecek şekilde sürdürülmektedir.
Bugün, emniyet hizmetlerinin kesintisiz
sürdürülebilmesi için sayıca yeterli olmanın yanında,
boşalan kadroların da süratle doldurulması gerekmektedir.
Bu amaçla, 27 polis meslek yüksekokulumuzun yanında, dört
yıllık fakülte mezunlarının alınıp altı
aylık temel eğitime tabi tutuldukları 14 bin kapasiteli
9 eğitim merkezi bulunmaktadır. Bunlar da yılda iki dönem
hâlinde hizmet vermektedir. Biliyorsunuz, geçen yıllarda, değişik
fakültelerden mezun olan gençlerimize polis okullarında altı
aylık temel eğitim verilerek polis olmaları sağlanmış
ve çok isabetli olmuştur. Halkın içerisinden gelmiş hem
de yeterli eğitimi almış gençler kısa sürede polis
teşkilatını benimseyerek verimli hizmetlerde bulunmaktadırlar.
Böylece, polisin halktan ve sivil hayatın gerçeklerinden uzak
kalmadan vatandaşa daha iyi hizmet verebileceği görülmüştür.
Gece ve gündüz, tatilde ve bayramda
kesintisiz hizmet veren emniyet teşkilatımızı
maddi ve manevi olarak sayısal ve araç gereç teçhizatıyla,
teknolojiyle donatmak, desteklemek, onların morallerini ve
çalışma kapasitelerini en üst düzeyde tutmak görevimiz
olmalıdır. Eksik olan ne varsa, çıkarılacak yasalar
neyse, Meclis görev başındadır. Bu amaçla, artan personel
açığının kısa sürede giderilebilmesi ve ideal
personel sayılarına ulaşmak amacıyla, 2003 yılında
polis meslek yüksekokulu sayısı 27'ye çıkarılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim, konuşmanızı
tamamlayın.
SELAMİ UZUN (Devamla) - 2003
yılında hazırlanan yirmi yıllık personel projeksiyonlarına
göre, 2006 yılında 198 bin polis olması gerekirken, bu
sayı 166 binde kalmıştır. Onun için, bu tasarının
yasalaşması ve uygulamaya konulması hâlinde bu
açığın büyük ölçüde giderileceği açıktır.
Polis sayısının ideal rakama ulaşması hâlinde,
hem güvenlik hizmetlerinin iyileştirilmesine katkıda bulunacağı
hem de polislerin mesai saatlerinin makul ölçülere çekileceği
malumunuzdur.
Görevi başında can veren
güvenlik mensupları ve polislerimizi rahmetle anıyorum.
Yeni atanan Emniyet Genel Müdürüne başarılar diliyor,
tebrik ediyorum. Gece gündüz demeden, görevi başında halkımızın
can ve malını koruyan emniyet camiasının fedakâr
fertlerine başarılar diliyor, saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Uzun.
Şahsı adına ikinci konuşmacı,
Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken... Yok.
Üçüncü konuşmacı, İzmir
Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Komisyonu
üyesi olmamız nedeniyle, daha önce, çeşitli nedenlerle,
polislerle ilgili konuşmalar yapmıştık, ama, bugün,
burada, Komisyon üyesi olarak bizim arkadaşlarımızdan
kimse konuşmadığı için, beş dakikalığına
söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle
polislik mesleği, kıdeme, kariyere, deneyime dayalı
bir meslektir. Bunun siyasallaşmaması lazımdır.
Şu anda, kimi arkadaşlarımıza göre 166 bin,
başka görüşlere göre de 180 bin civarında bir polisimiz
var, 20 bin daha polis alınacak. O öngörülüyor ve yasa o nedenle
gündemimizde. Ama, ülkemizde, gerek şahsa gerekse mala karşı
işlenen suçlar azalmıyor, azalmak yerine, üstelik, artıyor.
Onlarla ilgili rakamlara bakıldığında, şahsa
karşı işlenen suçlar -kasten adam öldürmeden ırza
geçmeye, zimmetten insan ticaretine kadar- 2005 yılında
196 bin, 2006 yılında 319 bin, mala karşı olan suçlardaki
istatistikler de 2005 yılında 289 bin, 2006 yılında
da 460 küsur bin olarak yerini alıyor.
Şimdi, demek oluyor ki, sadece
polis almak, polis adedini sayısal olarak çoğaltmak sorunları
çözmeye yetmiyor. Deniliyor ki: Avrupa'da 250 kişiye 1 polis
düşüyor, bizde de 300 kişiye. Olabilir. Bunun için yapılacak
düzenlemeyi tabii ki destekliyoruz. Her ne kadar bizim ayrışık
görüşümüz olmuş olsa bile, temelde destekliyoruz.
Ancak, size önemli bir şey söylemek
istiyorum. Polis meslek yüksekokulları, şimdiye kadarki
işlevleriyle, yapmış oldukları hizmetleriyle,
belki belli ölçüde faydalı olmuştur. Ama, son 2005 yılında
10 bin kişilik bir kadronun Cumhurbaşkanlığına
gittikten sonra tekrar geri gelmesinde bir ölçüt vardı. Deniliyordu
ki: "Burada bir adaletsizlik var. O nedenle, dört yıllık
yüksekokul ve fakülte bitirenler de buna dâhil olmalı." O
niyetle de, gerçekten, dâhil edilerek çok sayıda kişiler bu
sınavlara girdiler, başarılı
da oldular. Zaten KPSS sınavına da girmek şartı vardı
ve böylece fakülte ve yüksekokul bitirenlerden birçok polis
alındı. Bunlar altı aylık bir eğitime tabi tutuldular, altı aylık eğitimden sonra
da polislik yapmaya başladılar, bayağı da faydalı
oldular. Şu anda, belki, polis teşkilatı içerisinde
en faydalı olan kesim, hatta en objektif davranan kesim bunlar
oldu. O nedenle, benim buradan bir önerim olacak: Polis meslek yüksekokulları
-26 ya da 27 tane var- zaman içerisinde giderek kapatılmalı
ve bunların yerine, her yıl 1,5 milyon civarında kişinin
üniversiteye giriş sınavlarına girdiğini hatırlarsak,
buradan mezun olan kişilerden yine eğitime tabi tutularak
alınacak olan insanlarla, alınacak olan gençlerle hem polisin
kalitesi yükselmiş olur hem de o altı aylık eğitimden
sonra da Türkiye'nin yüz akı olabilecek olan emniyet mensuplarının
Türkiye'nin dört bir tarafında görev yapması sağlanabilir.
Emniyet örgütünün temsilcisi,
tabii ki, hükûmetler değil. Emniyet örgütü temsil edilirken, bizim
anlayışımıza göre, demokrasilerde bu iş sendikal
örgütlenmeyle olur.
Bakın, örgütsüzlük polisimizi
ne hâle getiriyor: Bugün, Sabah gazetesinin Ankara ilavesinde bir
emniyet eski mensubu "Polisin Hâli" diye bir yazı yazmış
ve orada bazı önerilerde bulunuyor, yakınmalar yapıyor.
İşte, 1950 yılında polis olduğunu belirtiyor.
O günkü maaşını söylüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Bitiriyorum
efendim.
Son zamanlarda polise çok fazla
yüklenmeler olduğu nedeniyle bir dizi şikâyetlerde bulunuyor.
Ama, esas olan, önemli olan burada, bazı önerilerde bulunurken,
bu önerileri örgütsel anlamda değil de kendi inandığı
anlamda yapıyor. Mesela, diyor ki:
"Polis vasıtaları
yenilenmeli, aynı marka olmalı.
Esas önemli isteğimiz, polisin
kıyafetinin derhâl değiştirilmesi. Nedenine gelince:
Belediye zabıtası, her türlü güvenlik teşkilatları,
gerek polis elbisesini gerekse polis armalarını pervasızca
taşımaktalar. Bir misal, 'Televizyon kanallarından
birinde pazarcıyla polis kapıştı.' diyor. Bakıyorsunuz,
bunların polisle alakası yok, zabıta memurları.
Neticede, polis şehirdir, polis
güvencedir, polis istikbaldir.
Polis kardeşlerim, sakın
ola iki şeye dayanmayın: Birisi adam, birisi ağaç.
Çünkü bunların biri ölür, biri
kurur."
Güzel, ancak, tabii, örgütsüz, iyi
niyetle yazılmış bir serzeniş bu. Oysa polislere
demokratik hak ve özgürlük konusunda sendika kurma hakkı verilmiş
olsa, bütün bunları bir tek polisin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) -
serzenişi
olarak değil de, tüm polis teşkilatının örgütlü
bir biçimde seslerini yükseltmesiyle, o sendikal haklara kavuştuktan
sonra zaten kendileri gereğini yapar, o haklarını
alırlar. Dolayısıyla, haklarını alan polis,
hem Batı standartlarında görev yapmış olur hem
şikâyetler azalır hem de giderek demin saymaya çalıştığım,
o hem mala karşı hem insana karşı olan suçlarda da
azalma olur diye düşünüyorum ve 20 bin polis kadrosunun hayırlı
olması dileğiyle, İzmir Valimizin buraya gelerek,
Ankara'ya gelerek Emniyet Genel Müdürlüğü görevine atanmasını
-biz kendisini çok sevdiğimizden dolayı- memnuniyetle
karşılıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Ülkü.
Madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, soru-cevap faslına
geçiyoruz.
Buyurun Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Benim aracılığınızla
Sayın Hükûmete iki sorum olacak. Birincisi: Poliste birim amirlerinin
2003 ve 2005 yılı terfilerinde objektif davranılmadığı,
kıdem sıralamasında ilk 100'de yer alan polislerden ancak
7'sinin terfi ettirildiği, diğer terfilerde ise
ağırlıklı olarak, kıdem sırası 250 ve
sonrasında olanlardan seçildiği iddia edilmektedir. Bu iddia
ne derece doğrudur? Bu iddianın doğruluk payı yüksek
ise, böylesi bir tercih, polisin açıkça Hükûmetin emrinde siyasallaştırılmış
olacağı anlamına gelmiyor mu? Birinci sorum bu.
İkinci soruyu soruyorum Sayın
Başkanım:
Polislik aynı zamanda bir moral
desteğidir, bunu biliyoruz. Ne var ki, AKP Hükûmeti döneminde
polislerin gerekli moral desteğini bulamadıkları
ve bazı olaylarda sahipsiz bırakıldıkları
gözlenmiştir. Bu çerçevede, polislik mesleğinin son
yıllarda ciddi bir imaj kaybına uğradığı
ileri sürülmektedir. Göz bebeği gibi korumamız gereken
polislerimizin
Soruyorum: Göz bebeği gibi korumamız gereken,
esirgememiz gereken polislerimizin morallerinin yükseltilmesi
ve erozyona uğratılmış olan imajlarının
yükseltilmesi, düzeltilmesi için, Bakanlığınızca
nasıl bir proje ve nasıl bir politika öngörülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tütüncü.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben de Sayın Bakanıma
şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Avrupa Birliği ülkelerinde
250 kişiye, Sayın Bakanım, 1 polis düşmektedir.
Türkiye bu standardın neresinde ve bu standardı yakama süresindeki
öngörünüz nedir?
Ayrıca, meslek içi eğitim
programları yapılmakta mıdır? İçerik olarak
bunlardan bahsetmeniz mümkün mü?
Son olarak, polislerimiz fazla çalışma
mesaisi olarak maktu ücret almaktadırlar. Bu maktu ücret de 178
YTL olmaktadır, ama, biz biliyoruz ki diğer devlet memurlarının
fazla mesai ücret kriterleri farklıdır. Bununla ilgili
bir düzenleme söz konusu mudur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, yazılı
mı cevap veriyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Hayır, sözlü cevap
vereceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Enis Tütüncü
Bey'in sorusu daha evvelden de gündeme Sayın Kart tarafından
da gelmiş. Yazılı olarak o zaman da ifade ettim. Böyle
bir şey varit değil. Yani, bu, ilk 100'e giren hakkında,
terfi meselesiyle ilgili o iddialar varit değil.
Bu, ayrıca, moralle ilgili
geniş kapsamlı çalışmaları, o kısmı,
size yazılı olarak detaylı bilgi verilecek.
Sayın Işık'ın sorusuyla
ilgili olarak da, 296 kişiye 1 polis düşmekte, 2014 yılında
da bu 250'ye 1 olacak. Emniyet Genel Müdürlüğünde de böyle bir çalışma
sürdürülüyor.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, madde
üzerinde soru-cevap bölümü de tamamlanmıştır.
Şimdi, 1'inci maddeyi ekli
cetvelle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet
Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Genel Kadro
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli cetvellerinin
genel müdürlüğüne ait bölümünde değişiklik yapılmasına
dair 1344 sıra sayılı kanun hakkında şahsım
ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, burada, çok önemli bir konuyu, çok önemli bir sorunu, bir kanun
çerçevesinde değerlendiriyoruz, görüşüyoruz, görüş
alışverişinde bulunuyoruz. İnsanların bu
dünyada mutlu olmasının, huzurlu yaşamasının
ve bu huzurunun, yaşamdan keyif almasının temel, en
önemli nedenlerinden biri olan güvenlik sorunumuzu irdelemeye
çalışıyoruz. Bu dünyada yaşamanın, elbette,
birinci sorun, yaşamak için, öncelikle insanların karnını
doyurabilmeleri, yaşamlarını devam ettirebilecek
aktivitelerde bulunabilmeleri ve en önemlisi de bunu huzurlu ve
güvenli bir ortamda yapabilmeleridir. Bu huzurlu ve güvenli ortamı
sağlayabilmek adına, yıllar içerisinde, evrim içerisinde,
insanlar, devlet diye bir kurum ve mekanizma oluşturmuşlar
ve bu devletin dış güvenlik ve iç güvenlik sorunlarını
halletmekle ilgili de yüzyıllar içerisinde kurumlar yaratmışlar,
kurumlar oluşturmuşlar. Öncelikle, tabii, dış güvenliğimizle
ilgili kurumumuz, ordumuz. Bizim ülkemizde komşularımıza,
çevremize, dünyada bağımsız, hür yaşayabilmenin
koşulu olarak ordumuzu oluşturmuşuz. İç güvenliğimizi
sağlamak, güncel yaşamımızda mutluluğumuzu
daim tutmak adına da, bir, ordumuzun içerisinde kırsal bölgelerde
güvenliğimizi sağlamak üzere jandarma teşkilatını
oluşturmuşuz ve bunun yanında kentsel alanlarda da güvenliğimizi
sağlamak, huzurlu yaşamak adına da polis teşkilatımızı
oluşturmuşuz. Yüz otuz beş yılı aşkın
bir geçmişe sahip olan polis teşkilatının bugün
hâlâ tartışılıyor olması ve üzerinde bir sürü
spekülasyonun yapılıyor olması da, maalesef, polis
teşkilatının kurumsallaşma adına yeteri kadar
gözetilmediği, esirgenmediği ve siyasete alet edildiği
yolundaki kanaatlerimizi artırmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
iç güvenlik ve insanların iç güvenlik kaygıları elbette
çok önemli. Hele Türkiye gibi ekonomik gelişmesini tam tamamlamamış
ve millî gelirini çok artıramamış, elde ettiği geliri
alınan siyasi kararlar nedeniyle iyi paylaştıramamış
ve toplum kesimleri arasındaki gelir dağılımı
uçurumunun bu kadar fazla olduğu, dünyanın en bozuk ülkelerinden
biri olduğu ülkelerde, tabii ki, iç güvenlik sorunu ekonomiye
dayalı olarak daha da artar, daha da önemli olur.
Biraz önce, değerli arkadaşlarım,
arkadaşlarımız çeşitli kereler ifade ettiler,
Avrupa'da, Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama 250 kişiye
1 polis düşerken Türkiye'de 300 kişiye düşüyor diye.
Şimdi, aslında, bu, ilk bakıldığında çok
kötü bir rakam değil gibi. Yani, birçok rakamda biz Avrupa Birliği
ülkeleriyle daha büyük kopukluklar yaşıyorken polis sayısında
buna yaklaşmış olmamız sanki iyi bir durum gibi görünebilir,
ama, öyle değil. Çünkü, Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama
millî geliri 20 bin dolarların üzerindeyse ve insanlar gelecek
kaygısı ve bugün kaygısı, yaşam kaygısı
yaşamıyorsa ve iş güvenceleri varsa, elbette suç
işlemeye meyilleri daha az olur ve dolayısıyla, daha
az polisle daha çok güvenlik sağlama imkânınız olur.
Ama, Türkiye gibi, hem hızlı bir nüfus, demografik yapı
değişikliğinin yaşandığı, yani,
kentlere doğru kırsal kesimden hızlı bir göçün yaşandığı
ve büyük bir evrilmenin yaşandığı bu süreçte -ki,
hatırlıyoruz hepimiz, 70'li yıllarda yüzde 30 kentlerde,
yüzde 70 köylerde olan nüfus bugün tam tersi bir tablo hâline gelmeye
başladı- çok kısa sürede yaşanan bu yoğun göç,
elbette ki, kentlerdeki doku değişikliği, uyumsuzluk,
iş bulamama, işsizlik ve bulunan işlerde alınan
yetersiz ücretler, gelir dağılımı bozuklukları,
hepsi bir araya geldiğinde, elbette çok değişik problemlerle
bizi karşı karşıya bırakmakta, teknolojinin
gelişimiyle birlikte de, hepimizin bildiği gibi değişik
suç unsurları ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, bence,
bu konuda Avrupa Birliğiyle 250-300'den ziyade, Avrupa Birliğine
göre belki daha çok güvenlik kurumu üyesini, yani polisi biz barındırmak
zorundayız diye düşünüyorum.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlarım, bir de, tabii, bu ülke, 1980'den bu yana
coğrafyasının önemli bir bölgesinde çok ciddi bir
sıkıntı yaşıyor ve düşük yoğunluklu
iç savaş diye adlandırılan böyle bir mücadele yaşanıyor
ve burada köyler boşaltılıyor, oradaki insanlar mutsuz
ve huzursuz oluyor ve buralardan özellikle kentlere doğru kontrolsüz,
önü alınamayan bir nüfus hareketi oluşuyorsa, elbette, değişik,
Türkiye'ye has suç şekilleri ortaya çıkıyor ve dolayısıyla,
bu suç şekilleriyle de uğraşmak için buna göre bir polis
örgütünü kurmak ve mutlaka çok ciddi bir şekilde organize etmek
lazımdır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, çağdaş bir devlette kurumsal olmak, kurumsallık
esastır. Meşhur bir söz vardır: Bir ülkede kışlaya,
okula, hastaneye siyaseti sokmayacaksınız. Tabii bir de
karakola sokmayacaksınız. Karakol da çok önemli değerli
arkadaşlarım. Çünkü, karakollar hepimizin ve hepimizin
güvenliği onlara bağlı. Gecelerimiz, gündüzlerimiz
ve yaşamımızdaki her şey onlardan soruluyor.
Alışverişimizdeki düzenlilik, alacağımızın
güvencesi ve huzurlu ve mutlu yaşamımızın sebebi
onlar. Dolayısıyla, polisi, mutlaka bu konuda çok esirgemek
ve kurumsal bir yapıya kavuşturmak lazım.
Ben, her yerde çok sık örnek veririm
değerli arkadaşlarım. Bugüne kadar bana, hiçbir astsubay,
beni kıdemli başçavuş yap diye gelmedi. Size geldi mi
hiç? Ordudan böyle bir torpil talebiyle, beni müdür yap, alay komutanı
yap, tabur komutanı yap diye bir taleple karşılaştınız
mı? Ne güzel değil mi? Hiç böyle bir sıkıntımız
yok. Çünkü, ordumuz gerçek bir kurumsal bir kimliğe kavuşmuş
ve dolayısıyla bu konuda bir sıkıntı yok. Ama,
aynı sıkıntıyı neden başka kurumlarda duyuyoruz,
neden poliste böyle bir sıkıntı var? Derhal bu konuda,
bence, kurumsal bir yapıyı oturtmalı ve polisi de en az
ordu kadar güvenilen, halkın güven duyduğu bir yapıya,
siyasi müdahalelerden uzak bir yapıya kavuşturmamız
lazım. Kesinlikle bu konuda gerekli adımları atmalıyız.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
şapkamızı önümüze koyalım. Demin, gerçi, her ne kadar
Sayın Bakan demişse de ilk 100 kişide, yani 7 kişinin
kademesinin artırıldığı, diğerlerinin
250'den sonrası için geçerli olduğu sözünü ifade etmişse
de bu boş bir laf değil. Bakın, bugün, polislik, bir defa,
moral mesleğidir, disiplin mesleğidir ve hiyerarşik
bir meslektir. Yani, kıdemin, efendim, bilginin ve saygının
çok büyük önemi vardır. Eğer siz o hiyerarşik saygı
üzerine kurulu hiyerarşik yapıyı kuramazsanız,
bunu bozarsanız, müdahale ederseniz, hak etmeyeni hak etmediği
bir yere getirirseniz polisin moral değerlerini sıfırlarsınız
ve disiplinini bozarsınız.
Bakın, şimdi, bugün, maalesef,
değerli arkadaşlarım, polisin içinde, artık, nasıl
bir kadrolaşmadan ziyade, hangi tarikatın polis üzerinde
egemen olduğu tartışması yapılmaktadır.
Mesela
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
- Yapma Allah aşkına!
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Maalesef
öyle.
Hatta, bugün, dış bir ülkede
ikamet etmekte olan ve bir cemaat lideri olan yapının polis
üzerinde egemen bir kadrolaşma, egemen bir yönetim yapısına
sahip olduğu iddiaları çok ciddidir.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
- Yapma Ahmet Bey!
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Bunu polislerden
duyuyoruz, polislerden, değerli arkadaşlarım.
Tabii ki, polis arkadaşlarımızın
tamamı bu konuda kusurlu falan değil, müdahale edenler kusurludur,
iktidar kusurludur. Burada dediğim kurumsal yapıyı
kursak ve hak eden hak ettiği zamanda, hak ettiği yönetim mekanizmalarına
gelebilse ve bu konuda hiçbir siyasi müdahalenin olmayacağı
hiyerarşik bir yapı kurulsa, o zaman böyle bir durumla karşılaşır
mıyız?
Elbette ki, 20 bin polis gereklidir
ve alınmalıdır, ama, bu 20 bin polis alınmadan önce,
bugün mutsuz polislerimizin arasına 20 bin mutsuz insanı
daha katmamalıyız. Polisin mevcut, bir defa, özlük haklarıyla
ilgili düzenlemeleri arkadaşlarım teknik olarak defalarca
dile getirdiler. Derhal bu yapıyı düzeltmeli ve onları
mutlu ve huzurlu yaşam koşullarına mutlaka kavuşturmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım
çok değişik şekillerde ifade ettiler özlük haklarıyla
ilgili sorunları, ama, bana ulaştırılan bir sorunu
ben söyleyeyim: Mesela, üniversite mezunu polis memuru, 1'inci dereceye
düşmesine rağmen, ek gösterge 657'ye göre 3.200 olması
gerekirken 2.290 ek göstergede kalıyormuş. Bu belki bir detay
haksızlık, ama, bütün bu haksızlıklar sisteme olan,
siyasete olan, siyasetçiye olan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET KÜÇÜK (Devamla) -
devletin
yönetimine olan, polisin güvenini azaltmakta ve dolayısıyla,
maalesef, sıkıntıların devamına sebep olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
polisler çok önemlidir, çok önemli bir kurum polislik teşkilatı
ve mutlaka bu teşkilatın özenle korunup esirgenmesi, özlük
haklarının iyileştirilmesi, çalışma
şartlarının iyileştirilmesi lazım. Bu konuda,
Grup Başkan Vekilimiz, net bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisinin
çözümünü söylemiştir. Polisler en kısa zamanda sendikal
haklara kavuşturulmalıdır ve bu zaman içerisinde mutlaka,
gerekirse grevli, toplu sözleşmeli bir sendikal hak olmalıdır.
Bunun yolu budur. Çağdaş ülkeler nasıl çözdüyse öyle
çözeceğiz arkadaşlar. Hem Avrupa Birliğine gireceğiz
hem memurlarımıza güvenmeyeceğiz, birtakım hakları
onlardan esirgeyeceğiz. Böyle bir şey yok. Yani, canımızın
istediğini istediğimiz kadar alarak Avrupa Birliği
ülkesi, çağdaş dünyanın parçası olamayız. Mutlaka
o yollardan geçerek gereğini yapmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
ben sözlerime son verirken, polislik mesleğini bu ülkenin birliğini,
bütünlüğünü, devamını savunmak adına, bu ülkede
insanların mutlu yaşaması adına mücadele ederken
şehit düşmüş tüm polis memurlarımızı saygıyla
anıyorum, önlerinde eğiliyorum. Bu konuda gazi olmuş,
uzuvlarını kaybetmiş değerli polis arkadaşlarımıza,
güvenlik görevlisi arkadaşlarımıza geçmiş olsun
dileklerimi iletiyorum ve ülke olarak, bu ülkenin Parlamentosu
olarak, Türk milleti adına hepsine sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. Yeni göreve başlayan, çok geç, altı aydır
bir türlü atanmayan ve yeni atanan Emniyet Genel Müdürü arkadaşımız,
eski İzmir Valisi Oğuz Kağan Köksal'a da başarılar
diliyorum ve polis teşkilatının lüzumsuz tartışmaların
dışında tutulması gerektiğini bir kez daha
ifade ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP ve
Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Küçük.
Anavatan Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlar; Emniyet Teşkilatının
Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanunu'nda değişiklik yapılması
üzerine Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında buradaki konuşulması
gereken tek boyutuyla bir rakam meselesi değil, yani, nitelikten
uzak bir nicelik kavramı değil. Bu yüzden, emniyete bir topyekûn
bakma ihtiyacı duyuyoruz. Evet, biraz önceki konuşmacı
arkadaşlar da söyledi: Emniyet Genel Müdürlüğünün altı
aydır boş kalması ve nihayetinde dün atanması. Tabii
ki, atanan İzmir'in Valisi Sayın Oğuz Kağan Köksal'a
başarılar diliyoruz. Aslında bu hiyerarşinin tarihi
belliydi. Emniyet Genel Müdürünün yaş haddinden emeklilik süreci
belli. Bunu Hükûmet maalesef öngörüde bulunamamıştır,
sonra da bireylerin kavgasına girmiştir. Tabii ki bu, emniyet
teşkilatında çatışmalara, sıkıntılara
yol açmasına sebep olmuştur. Bu yüzden AKP'nin öngörüsü maalesef
bu konuda da yoksundur.
Evet, bakıyoruz emniyet
teşkilatındaki sıkıntıları hep beraber
paylaşıyoruz. Aslında burada hangi kitleyi, hangi
köylüyü, çiftçiyi, memuru dile getirseniz hep sıkıntı.
Bugün de nihayetinde emniyet teşkilatındaki rakamsal eksikliği
vurguladık. Aslında burada biraz da emniyet teşkilatının
görev alanlarını kapsamak lazım. Yaklaşık,
Türkiye nüfusunun yüzde 67'sinin güvenlik ve diğer sorumluluklarını
paylaşan bir emniyet teşkilatı, yüzde 67. Yaklaşık
180 bin emniyet personeli; bunun, 166 bini polis memuru, 14 bini idari,
yani emniyet amiri statüsünde, küçük de olsa 6.200'ü bekçi statüsünde.
Böyle bir yapıyı düşündüğümüz zaman nüfusun yüzde
67'si büyük bir rakam arkadaşlar.
İkincisi, görev alanı.
Böyle bir görev alanı diye bir şey yok. Sanatsal programlar
yapılıyor, sanatçılar davet edilir, güvenliği emniyete.
Spor müsabakaları yapılıyor, özellikle futbol maçları,
görev emniyete. Nihayetinde, emniyetin kamu görevi dışında
yapılan ekstra görevlere baktığımızda, olağanüstü
angaryalarla donatımlı ve emniyetin en büyük sıkıntısı
bu. Görevini yaparken, sorumluluğunu ve görevini bilmek ister.
Son derece haklı. Hepimizin belli görevleri vardır, sorumlulukları
vardır ve nihayetinde, yasal altyapısı var, ama yaşamın
her alanına müdahale edebilecek emniyet yapısı.
İşte, komşumuz; komşumuz rahatsız etse emniyete,
karakola; hırsızlık olsa karakola. Yani, her türlü
can, mal güvenliği ve hukukla, devletle halk arasındaki ilk
köprü, en çok bunların başında da karakollar gelir
ve bu karakolların daha sağlıklı görev ve hizmet
yapabilmesi için
Tabii ki özlük hakları önemli bir kavram, sadece
bunu maaş olarak algılamıyoruz. Emniyet teşkilatındaki
arkadaşlar da bunun altını çiziyor, özveride bulunuyor
zaten.
Mesai kavramı
Nedir bilmez
mesai kavramı. Allah aşkına söyler misiniz, on sekiz
saat, yirmi dört saat çalışan emniyet personeli var. Ortalama
çalışma konusundaki bu mesaideki sıkıntı
başta bireysel ve sonra da ailesel çatışmalara
doğru dönmekte.
Evet, görev alanları
Nihayetinde
jandarmanın mücavir alandaki görevi emniyet teşkilatına
verildiğinde üzerine bir yük daha artmakta. Bizce en önemli unsurlardan
birisi, bazı bölgelerdeki demografi, yani, nüfus akışının
yazın, kışın koşullarına göre değiştiğinde
yine sıkıntı had safhada.
Bu kadar özveriyle çalışan
emniyet teşkilatı başta olmak üzere, düne kadar
kısmen daha rahatken her geçen gün sıkıntıya giren,
yani kısaca, kredi kartıyla vicdanı arasında
sıkışan bir kitle. Her geçen gün ekonomik anlamda
sıkıntının had safhada yaşandığı
bir kitle.
Bu yüzden, Türkiye'nin temel sorunu,
sistem sorunu ve bu sistemde emniyet teşkilatını da
sayısal anlamda görmeyin ve emniyet teşkilatının
sıkıntıları
Biz diyoruz ki, her geçen gün büyük
şehirler artık polis memuruyla dolmak üzere, sürgün bölgesi
olarak algılanmakta. Yani, kendi can ve mal güvenliğine
Geçenlerde yine Mersin'de yaşadık, brifingler aldık ve
bu konuda emniyet personelinin sıkıntılarını
gördük ve kendileri de daha huzurlu bir ile tayin ister.
Biz de diyoruz ki, Türkiye yaşanmaz
değil, büyük şehirler yaşanmaz şehirler değil.
Emniyet teşkilatına güveneceğiz ve ona görev verdiğimiz
gibi, yetki ve sorumlulukları da paylaşacağız hukukun
içerisinde, yargının içerisinde, çünkü, biz sosyal devlet
ve hukuk devletiyiz ve uluslararası dediğimiz Avrupa Birliği
standartlarında hareket yeteneğini de vereceğiz. Sadece
ilkel koşullarda çalışmasın istiyoruz!
Sadece can ve mal güvenliği
Günümüzde gelişen bilişim çağında, gelişen
teknolojik çağda, eğer siz, çetelerle çatışmak ve
onlarla baş etmek istiyorsanız, en azından onların
bir adım gerisinde olacaksınız. Aksi takdirde çeteler,
mafyalar ve terör örgütleri, bugünkü yapılan teknolojik altyapısı
tabii ki az da küçümsenemeyecek bir ortamda. Biz de diyoruz ki, emniyetin
bir aile sıcaklığı içerisinde, karşılıklı
disiplin adı altında, ama, bu disiplin asla despotizme varmadan,
birilerinin iki dudağı arasında değil, çalışan
özellikle polis memurunun tabii ki özlük haklarında iş güvencesi,
özlük haklarında maaş; özlük hakları deyince aklımıza
mesai saati, özlük hakları deyince görev alanı, bunlar bir
bütündür ve polisimize her türlü imkânlar tanınmalı. O karakollar,
sıkıntının adresi değil halkın buluştuğu
adresler olmalı. Ama, görüyoruz ki, bugünlerde de yargıya
düşmüş, özellikle burada altını çizmekte fayda
var, karakollarda artık CMUK'a bağlı avukat istenmediği
haberi, bilgisi geldi bize. Yaklaşık beş buçuk yılın
üzerinde, bir yasa dışı suçla itham edilen hükümlüler
veya karakolda tutuklular, avukat barolardan istememekte. Bu,
ciddi anlamda zafiyet anlamı çıkmakta. Yani, bu, tabii ki,
emniyetin sorunu değil ama, Hükûmetinizin taa, sorunu ve bu ülkede
yargıyı da bir bütün olarak almak lazım.
Tabii ki, karakolda verimliliği
artırabilmenin yolu, başta kendi içinde barışık
ve huzur ortamı yaratmak zorundayız. Ama, görüyoruz ki, yaşanılan
sıkıntı o kadar had safhada ki, o stres ve o gerginlik,
daha çok, maalesef, emniyetimizle, halkımızla, kısmen
farklı ortamlarda karşılaştığında
kıvılcım olarak algılanıyor. Biz de diyoruz
ki, bu kadar özveriyle çalışan bir personele, bu kadar özveriyle
çalışan emniyet teşkilatına, dünya standartlarının,
en azından Avrupa Birliği standartlarının tanınması
ve yapılandırılması gerekir ve mobil olmalı,
hareketli olmalı, sadece karakol gibi sabit bir nokta değil,
onun can ve mal güvenliğinin sağlanabilmesi için de büyük
şehirlerde özellikle, bizzat, artan hırsızlık ve
gasp olaylarını da göz önünde bulundurduğumuzda, emniyetin
de artık bu konuda ciddi donanımlarla donatılması.
Hizmet içi eğitim, tabii ki,
her geçen gün standart yükseliyor. Başta yüksekokul veya üniversite
çağında artık alınan emniyet teşkilatında
eğitim standardı yükselmekte. Bu, ciddi bir kazanım.
Hizmet içi eğitim faktörleriyle beraber emniyet sınıfında
yürüyebilmesi için hiyerarşi ve özellikle de terfi edebilmesi
için bunların önünün açılması lazım. Tabii ki, temel
prensip bu terfilerde liyakat olmalı, ama, görüyorum ki, AKP
her yerde, her zaman söyler "Biz seçim politikası uygulamıyoruz."
der. Ee, bunlar da onlardan bir tanesi. Yani, dört yıldır,
beş yıldır bu ülkenin polis ihtiyacının olduğunu
bilmiyor muydunuz? Daha önce, 10 bin polis memurunun kadro ataması
için çıktı, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından
geri gönderildi. Ee, bir daha gönderseydiniz, ısrarcı olsaydınız,
ama, altınızdaki niyet farklı biraz. Ama, inanıyorum
ki, emniyet teşkilatı bu sağduyuyla, alet olmayacak
ve bu oyunlara prim vermeyecek. Biz de diyoruz ki, emniyet bu ülkenin
can ve mal güvenliği konusunda ciddi anlamda yaşadığı
sıkıntıyı baş başa yaşıyor ve emniyet
teşkilatında yaşanan cinnet diyebileceğimiz
sıkıntılar da göz ardı edilmemeli. Nihayetinde
-bizim, Mecliste çalışan polis memurlarından bir tanesi
intihar ettiğinde- normalinde suça karışma oranı
ne kadar düşük de olsa, her geçen gün bunun önü alınmalı;
özellikle halkla ilişkiler içerisinde ciddi, samimi, sağlıklı
ilişkilerin gelişmesi için, çünkü, o da nihayetinde bu toplumun
bir bireyi, nihayetinde polisimiz de insanımız, bu toplumun
bir parçası; tabii ki, halkla kuracağı diyaloglar
sağlıklı olmalı, çalışma ortamı -günde
on sekiz saat zaman ayırıyor- stres, gerginlik, en ufak bir olay
kıvılcım olarak algılanıyor. Bu yüzden, emniyet
personelimize verilecek her türlü, çalışma koşullarını
başta iyileştirmek üzere
Özellikle de, tabii ki, bu artan
sorumluluk ve görevin yeniden yapılandırılması
lazım. Bunun altı çok net çizilmeli. Teker teker bastırıyoruz
arkasından. Biz, Anavatan olarak diyoruz ki, yapacağınız
her olumlu adımda yanınızdayız. Bu konuda da yanınızdayız.
Biz Anavatan olarak hep yapıcı davrandık, yapıcı
da davranmaya devam edeceğiz, ama, sizler de seçim politikasını
bire bir hayata
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Şimdi, tabii ki, söylenecek
çok sözler var, bu kanunun emniyet camiasına bir katkıda bulunmasını
bekliyoruz, ama, ifade ettiğimiz gibi, sade sayısal bir rakam
olarak değil, aynı anda da çalışan tüm terfi
Özellikle,
hâlâ vekâleten yönetilen il emniyet müdürlükleri var ve bunların
bir an önce asaleten atanması gerekmekte. Bunlardan bir tanesi
de bizim Mersin'imiz. Mersin gibi, ciddi, kozmopolit diyebileceğimiz,
sevginin, kardeşliğin her geçen gün özlemle arandığı
bir ilimizde, emniyet teşkilatının böyle vekâleten yönetilmesi
bana göre bir sıkıntı. Diğer illerde de olduğunu
duyduk ve biz de diyoruz ki, emniyetimize güvenelim ve emniyet müdürlerimize
de, bu vekâlet anlayışından çok onlara asli görevler verelim
ve çalışma hayatında barışı, çalışma
hayatında verimliliği öne çıkartalım. Emniyet
teşkilatımıza bu kanunun
Tabii ki, 20 bin gencimizin
emniyet teşkilatında görev alması bekleniyor ve bir
an önce pratik şekilde uygulanıp, özellikle eğitim seviyesi
yüksek bir donanımla
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Tamamlıyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Efendim, ek süre verdim,
son cümlelerinizi rica edeyim.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum sabrınızdan dolayı.
Amacımız, emniyet personelimize,
başta özlük hakları olmak üzere tüm çalışma koşullarının
daha olumlu şekilde getirilmesini diliyoruz ve bu kanunun hayırlı,
uğurlu olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz
Sayın Güler.
Şahsı adına, Eskişehir
Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
ben biraz önce söz almıştım, özellikle bu kanun tasarısının
kanunlaşmasının gerek iktidar gerek muhalefet milletvekilleriyle
beraber olacağını ifade etmiştim. Ben, katkıda
bulunan, katkıda bulunacak olan arkadaşlarımıza
da huzurunuzda teşekkür ediyorum. Kanun tasarısı kanunlaştığında,
tekrar ifade ediyorum, özellikle emekli olan polislerimizden sonra,
yeni bir kanla, yeni bir heyecanla yeni polislerimiz göreve
başlayacaktır diyorum.
Bu vesileyle, tekrar hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tozçöken.
Şahsı adına, Sivas Milletvekili
Sayın Selami Uzun... Yok.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun efendim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinize saygılar sunuyorum.
Bu ülkenin birlik beraberliği
için büyük bir mücadele örneği veren kolluk kuvvetlerimize başarılar
diliyorum, rahmetli olanlara Tanrı'dan rahmet diliyorum.
Değerli milletvekilleri, tabii,
bu yasayı görüşürken
Tabii, devletin kolluk kuvvetlerinin
vatandaşın emniyetini tesis etmesi kadar doğal bir
şey yoktur. Bu, hukuk devletinin temel bir ilkesidir. Vatandaşın
emniyetini devletin jandarması ve polisi tesis eder. Ancak,
bir kez daha dile getiriyorum (Çok şikâyet ettim; ama, kimse bu konuda
bir adım atmadı.) bu ülkede zamanında tesis edilmiş
70 bin tane köy korucusu var. Bunlar bir insan, önce. Bir sosyal devlet,
yani, insani anlayışla
70 bin köy korucusu var arkadaşlar.
Bu insanlar yaklaşık yirmi yıldır görev yapıyor.
Yine söylüyorum: Benim şahsi anlayışım, devletin
sosyal güvenliğini sağlayacak, devletin kolluk kuvvetleridir.
Ancak, insani boyutuyla, 70 bin tane insan, bunlar perişan. Yirmi
yıldır hizmet ediyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde devletin
veya özel sektörün çalıştırdığı ve maaş
ödediği bir kişinin sosyal güvenliği olmaz mı arkadaşlar?
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Devlet
kaçak çalıştırıyor, kaçak.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dünyanın bir yerinde,
özel sektörde sosyal güvenliği olmayan bir kişi çalıştırılıyorsa,
sosyal güvenliği yoksa en ağır cezayı veriyorlar.
Devlet adam çalıştırıyor, devlet maaş veriyor,
"sen korucumsun" diyor, "al sana maaş" diyor.
Peki, bu adamları devlet kaçak çalıştırıyor,
kaçak, arkadaşlar! Sosyal bir devlet kaçak adam çalıştırır
mı sayın milletvekilleri? Devlet resmen kaçakçılık
yapıyor. Bu adamları sosyal güvenlik kurumu şemsiyesi
altına almadan
Değerli milletvekilleri, insanlık
açısından bir yaradır bu. Ben gene ihbar ediyorum (Hangi
bakanım var, bilmiyorum. Sosyal Güvenlik Bakanım buradaydı,
ona ihbar ettim.) İçişleri Bakanlığı kaçak
işçi çalıştırıyor. Bunun adı nedir değerli
milletvekilleri? Bunlar insan. Yirmi yıl emek vermiş. Etmeyin,
tutmayın. Bunlarla ilgili, Sayın İçişleri Bakanı,
aralık ayında bütçe konuşmaları sırasında...
Ben bunu daha önce bir kez daha dile getirmiştim, aynen cevabı
şu idi: "Hazırlık yapıyoruz, Bakanlar Kuruluna
getireceğiz." Ama, daha sonra ise başka bir cevabında,
böyle bir çalışmanın olmadığı söylendi.
Değerli milletvekilleri,
sosyal devlet, 70 bin kişinin sosyal güvenliğini sağlamak
zorundadır. O zaman, bunları çalıştırmayın.
Eğer çalıştırıyorsanız, sosyal güvenliği
devlet olarak yapmak zorundasınız. Sosyal güvenliğini
Örneğin, insanları muhtar yapıyorsunuz, muhtar oldu
diye "Sen mecburen Bağ-Kur'lu olacaksın." diyorsunuz.
Seçimle gelen insan, seçimle! Veya 250 kilo tütün ekiyor, 250 kilo
tütün eken insana, mecburen tütününü Tekele teslim ettiği
için, "Arkadaş, önce Bağ-Kur'lu ol gel." dediniz ve
şimdi bunların hepsi borçlu, bunların hepsi yılda
250 kilo tütün arkadaşlar ve asgari basamaktan bunları sigorta
yaptılar, on-on beş yıldır 250 kilo tütün ekenlerin
-şu anda tütün de kalmadı- on yıllık, on beş
yıllık borçları var. Şimdi o tütün ekicilerinin
her birinin 25 milyar Bağ-Kur'a borcu var.
Şimdi, bir tarafta, "sosyal
güvenlik şemsiyeleri" diyoruz, ama bu ülkede sosyal güvenlik
şemsiyesi altına alınmayan, senin maaş verdiğin
70 bin kişi var. Bunun adı ne haktır ne adalet. Ben, hepinizin
vicdanlarına sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Aslanoğlu.
Madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap bölümüne geçiyorum.
Buyurun Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, ben iki soru soracağım
-Sayın Başkan, aracılığınızla- ancak
sorulara geçmeden önce, bundan önceki dönemde, maddede daha
doğrusu, sorduğum bir soruya, Sayın Bakan "Bu sorudaki
iddia tamamen yanlıştır." şeklinde yanıt
verdi, yani terfilerle ilgili. Ben, ne derece doğrudur, dedim.
Tamamen, külliyen mi yanlış? Bu konuda Sayın Bakanın
beni aydınlatmasını rica ediyorum. Yani terfiler,
2003 ve 2004 yılı terfileri tam anlamıyla, hakkıyla
mı yapılmıştır? Bu iddialar külliyen yanlış
mıdır? Doğruluk payı hiç yok mudur? Zabıtlara
geçiriyorum, o çerçevede yanıt verilmesini istiyorum.
Şimdi, Sayın Başkan,
şöyle sorumu soruyorum izin verirseniz: Hepimizin bildiği
gibi, büyük şehirlerde olaylara erken müdahale edebilecek hareket
kabiliyeti yüksek ekipler oluşturulması yaşamsal
önemde. Özellikle hızlı kentleşme ve varoşlardaki
yoksulluk, büyük kentlerdeki asayişsizliği ön plana
çıkarmaktadır. Bu nedenle, hareket kabiliyeti yüksek
ekiplerin artırılması yaşamsal önemde görülmelidir.
Acaba, İçişleri Bakanlığının, bu konuda
nasıl bir projesi ve programı vardır hareket kabiliyeti
yüksek ekiplerin gücünün artırılması açısından?
İkinci sorum Sayın
Başkan: Açılan polis okullarında yeterli ve nitelikli
öğretim üyesinin bulunmadığı ve bu nedenle ciddi
bir eğitimin yapılamadığı ileri sürülmektedir
ve buna dayanarak Polis Akademisinin YÖK ile ilişkilendirilerek
kendi öğretim elemanını yetiştiren üniversite
hâline getirilmesi gereği üzerinde durulmaktadır. Bu konuda
İçişleri Bakanlığının herhangi bir çalışması
var mıdır? Bu konuda Sayın Bakanlığın bizi
aydınlatmasını rica ediyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Özcan, buyurun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Kısa ve öz olursa
Başka arkadaşlar da var.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Evet,
kısa ve öz.
Bugün vekâleten emniyet müdürlüklerine
bakan ve emniyet amirliklerine bakan arkadaşlarımızın
gerçekten emniyet müdürlüğü yapabilecek bir kapasitede ve
liyakatte olmadığından mı, yoksa siyasi olarak
davranıldığından mı bir sürü müdür ve amirimiz
vekâleten görevde bulunmaktadır? Bunu öğrenmek istiyorum.
İkincisi: Sayın Başkan,
bu bekçilerin başarılı olanların polisliğe
terfisi konusunda çalışmalar var mı? Böyle bir düşünceleriniz
gelişebilir mi?
Üçüncüsü de: Bekçilik müessesesi
tekrar canlanacak mıdır?
Bunları sormak istedim. Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özcan.
Sayın Özdoğan
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İki sorum var Sayın
Başkan, Sayın Hükûmete.
Birinci sorum, çok yalın bir
soru: On yıllık, 2 çocuklu bir polis memuru ne kadar maaş
almaktadır ve vicdanınıza göre, bu maaş kendisine
yetmekte midir? Açlık sınırı altında mı,
yoksa yoksulluk sınırı altında mı yaşamaktadır?
İkinci sorum: Erzurum'da her
zaman PKK terörü potansiyel bir tehlike altındadır. Buna
rağmen, Erzurum emniyetinde 80 küsur model araçlar bulunmaktadır.
Bunları değiştirmeyi, yenilemeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Cümleyi
tekrar etsin Sayın Başkan. PKK potansiyel tehlike altında
mı?
BAŞKAN - Sayın Tosun
RESUL TOSUN (Tokat) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. Aracılığınızla
Bakanlığımıza bir soru yöneltmek istiyorum,
şöyle ki:
Bilindiği gibi, dünyada atlı
polis bir hayli gelişmiş vaziyette ve 1 atlı polisin
50 çevik kuvvet polisine denk olduğu da toplumsal olaylarda bilinen
bir gerçek. Bizim çevik kuvvet bünyemizde Ankara'da atlı bir polis
biriminin olduğunu biliyoruz, ama, tarihî bir kent olan İstanbul'umuzda
neden bir atlı polis birimi kurulmuyor? Bunu sormak, öğrenmek
istiyorum.
Ayrıca, Ankara'daki atlı
birliğin fiziki imkânlarının geliştirilmesi hususunda
yapılan hazırlıklar nelerdir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tosun.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Tütüncü'yle ilgili olarak:
Bana verilen bilgide ben ısrar ediyorum, ama ikna olmadılarsa
tabii ki yazılı olarak kendilerine ifade edeceğiz.
Onun dışında "Açılan okullarda yeterli nitelikler
var mı?" diye sordular. Benim aldığım bilgiye
göre gayet tabii var ve Polis Akademisi YÖK'e bağlı olarak
çalışıyor, hem master hem doktora yapılıyor
ve kendi öğretim üyeleriyle çalışmaları sürdürüyorlar.
Sayın Özcan'ın sorusu:
Bekçilik kadrosu yok, yani bundan sonra olmayacak, boşalan kadrolar
da polise çevriliyor.
İbrahim Özdoğan Bey'le ilgili
olarak da: Eski araçlar tabii ki yenilenecek, ama bununla ilgili detaylı
rakamı yazılı olarak size ifade edelim.
Sayın Tosun'un sorusuyla ilgili:
Atlı birlikler Ankara'da var, İstanbul'da yok; bunlar da ihtiyaca
göre, illerin ihtiyacına göre düzenleniyor, İstanbul'da
şu anda buna gerek olmadığı ayrıca bildirildi.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın
Bakan, emniyet müdürlüklerine vekâleten bakanlarla ilgili...
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Ona yazılı cevap
vereceğiz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
2'nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Salih
Gün. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA SALİH GÜN (Kocaeli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz kanun hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bu vesileyle, yeni atanan Emniyet
Genel Müdürümüz Oğuz Kağan'a görevinde başarılar
diliyorum.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü olması
vesilesiyle, bütün kadınlarımızın gününü kutluyorum.
Değerli arkadaşlar, ilimiz
Kandıra ilçesinde iki gün önce bir trafik kazasında Kandıra
Kaymakamımızı kaybettik. Kandıra halkına,
İçişleri Bakanlığı camiasına başsağlığı
diliyorum, geride kalanlara Allah'tan uzun ömür diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğini ve huzurunu
sağlayan, halk tabiriyle malını, canını, namusunu
emanet ettiğimiz bu camianın işinin son yıllarda
ne kadar zor olduğunu vatandaşlar ve yetkililer görmekte
ve duyarlı herkesin takdirle karşıladığı
bir görev yaptıklarının idraki içerisindeler. Polis
okullarımız artmakta, polis eğitimine son yıllarda
daha çok önem verilmekte. Tabii, bu eğitim, ihtiyacın ne kadar
gerekli olduğunu kamuoyuna da yansıtmaktadır.
Değerli arkadaşlar, polis
kadrolarını ne kadar yükseltirseniz yükseltin, ne kadar
eğitim verirseniz verin, şuradaki bugün dağıtılan
kanun maddesinin 12'nci sayfasındaki, işlenen, 26 tane maddede
sıralanmış, mala karşı işlenmiş suçlar
var. 2005 yılında 289 bin, 2006 yılında 463 bin. Yüzde
50, suç oranı bir yılda artmış. Burada şahsa karşı
işlenen suçlar var. Bu da 196 binden 319 bine çıkmış.
Bu da hemen hemen yüzde 50'ye varan bir artış.
Suçlar artarken neleri araştırıyoruz?
Bu ülkede yoksulluk varsa, işsizlik varsa, çiftçinin sorunu
varsa, memurun aldığı yetişmiyorsa, bu memlekette
suç oranı kendiliğinden artar. Bunun için ne kadar çok polis
yaparsanız yapın, yetiştirirseniz yetiştirin,
bu suçlar bunların tedbirini almadığınız sürece
devam edecektir. Yarın adliye binalarını fazlalaştıracaksınız,
hapishaneleri çoğaltacaksınız. Buradaki çözüm polisi
çoğaltmak değil. Tabii ki bugün ihtiyacımız 20 bindir,
30 bindir, bunlar atanmalı, yerinde bir karardır, ama buna
neden olan unsurları görmezlikten geldiğiniz sürece bu ülkede
sorunlar devam edecek, polis ihtiyacı devamlı ihtiyaç
hâline gelmeye devam edecektir.
Polis kadroları ne kadar
Polisin
mesaiye başlama saati vardır. Ama, mesai saati bellidir, mesai
bitimi ikinci bir emre kadardır. Polis sabahleyin sekizde
işbaşı yapar, maalesef, polisin paydos saati ikinci
bir emre kadardır. Trafik kazasını polisle bertaraf
etmek istersiniz; maçta saha dışı güvenlik, polis; miting,
polis; grev, gösteri yürüyüşü, polis; mesai saati mefhumu düşünülmeden
koşuşturulan polistir. Karakol bekçisinin, bu ülkede, mahallede
nöbet tutarken, mahalleden mahalleye düdüğüne saygı duyulan
bir ülkede, ne acıdır ki, polis, kamu binalarının
önünde, ağır silahlarla nöbet tutmaktadır. Kuralların,
yasaların, insan haklarının çiğnendiği, ekonomik
olarak toplumun fakirleştiği, halkımızın yasal
ve yasa dışı tepkilerinin karşısında hep
polis vardır. Bu yoğun tempoda çalışma süresi de,
biraz önce bahsettiğim gibi, devamlı ikinci bir emre kadardır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her konuda, her kurumun, her vatandaşın
görev beklediği bu insanlar nasıl yaşarlar? Aldıkları
maaş, insanca yaşayabilecekleri bir maaş mıdır,
hiç düşündük mü? 23 Şubat 2006 tarihinde, bir yıl önce,
Sayın Başbakana, bir AKP'li, eski emniyet müdürümüz bir mektup
yazmıştır. Demek ki, artık -bu camianın içerisinden
geldiği için- buraya kadar gelmiş, canına tak etmiştir,
vicdanen sorumluluğunu hissetmiştir. Bunu bugün burada
herkes dile getirdi. Bir yıl önce Yalova Milletvekilimiz de bunu
bildirmiş.
1992-2006 yılları arasında
380 polisimiz intihar etmiştir. Hatta, intihar eden polislerimizden
bir tanesi de Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapmaktaydı.
Polisin intihar nedenleri arasında, ruhi bunalım, ekonomik
sıkıntılar, ailevi nedenler başta gelmektedir.
Tayinleri çıktığı
ilde, ilçede kira sorunları, çocuklarının eğitim
sorunları, sosyal ve ekonomik uyumsuzluğu ortaya koymaktadır.
Ekonomik sıkıntı açık seçik kendini belli etmektedir.
Burada, bütün arkadaşlar da bundan bahsettiler.
Araştırmalar gösteriyor
ki, yüksek bir yüzde oranında, polis ailelerinin kredi borcu
vardır. Bu tür ekonomik sıkıntılar içerisinde,
stresle başa çıkmaya çalışan, onuru ve gururuyla
yaşamak isteyen bu insanların psikolojik bunalımı
tetiklenmektedir. Ücretler, yapılan işle orantılı
değildir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gerek özel sektörde gerekse kamuda çalışılan
fazla mesai ücrete tabidir. Ancak, polisimizin mesai ücretleri
ödenmemektedir. Avrupa Birliği eşiğinde olduğunu
söyleyen Hükûmet, zaman zaman yirmi saati aşan, polise niye acaba
mesai hakkını vermemektedir?
Bakanlık polislerin yaşam
şartlarını iyileştirmek konusunda ne yapıyor?
Bakanlık hiçbir şey yapmamaktadır. Sorun kaderine
terk edilmektedir. Böyle onurlu bir görevi yapmakta olan insanların
kaderine terk edilmesi, yok sayılması içler açısıdır.
Muhalefet olarak, iktidar olarak, hepimiz, konuşmacıların
hepsi, bugün, bu konuyu dile getirdi.
Değerli arkadaşlar, polis
alımında da, biraz önce arkadaşlarım da bahsetti,
birtakım olumsuz duyumlar, sınavlarda belli kesimlere mensup
şahıslara sınav kazandırıldığı
duyumları vardır. Polis okullarına öğrenci
alınırken belli kesimlere yakın insanlara öncelik verilmesin.
Polis hepimizin polisidir. Kadrolar belli kesimlere yakın insanlara
verilirse, burada, yarın, uyumsuzluk başlar.
Tayin ve terfilerde, torpillerin,
husumetin, sürgünlerin bitmesi lazım. Batıdan doğuya,
doğudan batıya tayinlerde adalet gözetilmeli.
Maaşlar iyileştirilmeli,
mesaileri verilmeli.
Lojman, güvenlik, sosyal imkânlar
artırılmalı.
İstanbul'da 28 bin civarında
polis görev yapmaktadır. 4.200 tane polisin lojmanı vardır.
24 bin tane polisimiz ne yapıyor diye
Ek bir ücret verilmekte
midir? Lütfen, bu imkânları eşit şekilde vermeye gayret
gösterelim.
Polise psikolojik yardım yapılmaktadır.
Psikolojik yardımdan önce ekonomik yardım düşünülmelidir.
Polisin devletin polisi olması,
hepimizin polisi olması için, iktidarıyla muhalefetiyle
hepimiz birlik, beraberlik içerisinde olmak zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
SALİH GÜN (Devamla) - Bitiriyorum
Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
SALİH GÜN (Devamla) - Çok teşekkür
ederim.
Değerli arkadaşlar, tek
tip polis oluşturulmak istenilirse, bu tarz yaklaşımlar
tehlikelidir. İleriyi göremez. Demokrasilerde çeşitlilik
vardır. Çok renklilikten korkmayalım. Belli bir fikre mensup
polis yerine, her düşünceden, insanı anlayabilecek bir
teşkilatı oluşturmaya gayret edelim.
Bu kanunun polisimize, ülkemize
hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gün.
Sayın milletvekilleri, madde
üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.
Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Buyurun Sayın Güler.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
İki tane sorum var.
Birincisi: Emniyet ile jandarma
arasındaki güvenlik konusunda, bir eş güdüm ve koordinasyon
konusunda daha üst düzeyde verimliliği artırmak için bir
çalışmanız var mı?
Yine, aynı şekilde, aynı
güvenlik konusunda görev alan emniyet ile jandarma arasındaki
özellikle özlük haklarındaki farkı
Jandarmanın asla
düşürülmesini istemiyoruz. Emniyet müdürünün jandarma komutanı
veya bir polis memurunun, başkomiserin bir başçavuş
maaşı düzeyine çıkartılması
Çünkü, AKP'nin
yaptığı, daha çok, eşitliği sağlarken alt
zeminlerde düşünürler de. Bu arada, bu sefer, kaş yapalım
derken göz çıkarmayalım.
İkinci sorumuz: Yine, emniyetin
konusundaki, emniyet ile istihdam arasında, daha doğrusu
emniyetin görev kapsamı içerisinde yeniden bir yapılandırma
gibi bir genelge veya yönetmelik gibi bir çalışması
var mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güler.
Sayın Özdoğan, buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Dört sorum var Sayın Hükûmete.
Birinci sorum: Polisimizin mesai
ücretleri neden ödenmiyor? Bu, Anayasa'mıza göre, angarya, görev
olarak suç değil midir? Mesai ücretlerini ne zaman ödeyeceksiniz?
İkinci sorum: Artan kadın
sürücü oranına göre yeterli sayıda, hatta yok denecek derecede
bayan trafik polisi vardır. Bayan trafik polislerinin sayısını
artırmayı düşünüyor musunuz?
Üçüncü sorum: İstanbul'da suç
oranları hayli yükselmiştir. Buna göre polis sayısını
artırmayı düşünüyor musunuz?
Dördüncü sorum: Erzurum'daki Sanayi
Mahallesi'ndeki Sanayi Karakolunun görevi sona erdirilmiştir
bir süreden beri, kapatılmıştır. Suç oranı da
burada çok yüksektir, Sanayi Mahallesi'nde. Bu Karakolu tekrar açmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
Sayın Tütüncü, buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Polislerimizin yüzde kaçı
herhangi bir lojmanda oturmaktadır? Emniyet Genel Müdürlüğünde
lojman ihtiyacının, lojman talebinin yüzde kaçı karşılanmaktadır?
Lojman talebindeki açığın karşılanması
için nasıl bir planlama ve programlama öngörülmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Güler'in sorusuna cevap:
Gayet tabii ki, emniyet ve jandarma arasında valilerin eş
güdümünde gayet uyumlu bir ortam vardır ve bu eş güdüm gayet
iyi bir şekilde sürmektedir.
Özlük hakkı farkı konusunda
yazılı cevap vereceğiz.
Sayın İbrahim Özdoğan'la
ilgili olarak da: Mesai ücretleri ödeniyor, maktu olarak ödeniyor
ve 178 lira olarak.
Bayan-erkek diye trafik polisi ayrımı
yok. Dolayısıyla, bu sorunuzun cevabı: Bir ayrım
olmadığı için de ihtiyaca göre, gerekliliğe göre
ayarlanıyor.
Erzurum Sanayi Mahallesi'yle ilgili
yazılı cevap vereceğiz.
Sayın Tütüncü'nün sorusuyla
ilgili olarak da -lojman talebinin karşılanması noktasında,
fark açısından söylüyorum- TOKİ'yle özel bir çalışma
var. 7 bin civarında bir inşaat -daire açısından-
söz konusu. Bunlar da TOKİ tarafından inşa edilip ihtiyaca
karşı emniyete devredilecek.
Diğer sorularınızı,
varsa, onları da yazılı olarak cevaplandıracağız.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, madde
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
3'üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olmasını
diliyorum.
Sayın milletvekilleri, saat
20.00'de toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.11
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 20.08
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Dördüncü
Oturumu'nu açıyorum.
9'uncu sırada yer alan, Yurt
Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
9.-
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında
Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1274)
(S. Sayısı: 1347) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1347 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Alaattin Büyükkaya.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Süreniz yirmi dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Yurt Dışına Çıkış Harcı
Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı için AK Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlamadan önce, yüce Meclisimizin siz değerli üyelerini
şahsım ve AK Parti Grubu adına saygıyla selamlarım.
Çok değerli milletvekilleri,
yurt dışına çıkış harcının önce,
tasarıya girmeden önce kısa bir tarihçesine değinmek
istiyorum. Ne zaman başladı bu uygulama? Bu uygulama, ilk
defa, 1978 yılında Ecevit Hükûmeti döneminde başlamış,
dış seyahat harcamaları vergisi adı altında
ve o tarihten itibaren, ta 1984 yılına kadar yurt dışına
çıkan herkesten 100 dolar alınmış. 1984 yılında,
Özal Hükûmeti döneminde, bu konut fonu kurulmuş, Türkiye'de konut
meselesinin çözümü için. Bu harç da, bu vergi de, konut fonunun kaynakları
arasına alınmış, ama, yurt dışına, gene,
çıkarken, o harcın ödenmesine devam edilmiş. Fakat, kaynak
devletin diğer harcamaları içine değil, doğrudan
doğruya konut yapımına tahsis edilmiş. Sonra 1996
gelmiş. 1996 tarihinde de, bu uygulamanın tamamına
son verilmiş. Sonra, artık, insanlar rahatladım derken,
12/7/2001 tarihinde, tekrar -ki, Ecevit İktidarında, koalisyonda,
Başbakanlığı döneminde- 50 dolar karşılığında
harç alınacak şekilde bu uygulamaya tekrar başlanmış.
Evet, bu uygulama, daha sonra,
1/3/2002 tarihinde, 70 YTL olarak (Bugünkü parayla 70 milyon lira)
Türk lirasına endekslenmiş ve pul şeklinde pasaporta
yapıştırılarak veya makbuz karşılığında
bu vergi tahsil edilerek, bugünlere gelinmiş.
Gene, bizim iktidarımız
döneminde de, 30/12/2004 tarihinde, Toplu Konut İdaresi kuruldu
biliyorsunuz, bu harcın, gene, doğrudan doğruya konuta
tahsisi için, konut yapımına tahsisi için, kanuna hüküm eklenmiş
ve o günden sonra da, yani, 2005 ve 2006 yıllarında da buradan
elde edilen gelir doğrudan doğruya toplu konut yapımında
kullanılmış. Evet, tarihçe bu. Efendim, şu sebeple,
bu sebeple, ama, bu harç bugüne kadar bu tarihî gelişme içinde devam
etmiş.
(x)
1347 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Peki, buradan acaba ne almışız,
ne kadar kazancımız olmuş, bir de ona bakmakta fayda
var, çünkü, özellikle 2001 uygulamasından sonra devam eden uygulamaların
hepsinde o kadar çok muafiyetler getirilmiş ki ve mesela sadece
-önce, isterseniz, ne alınacağından önce onu da söyleyeyim-
uygulamada sadece bu konut fonunu ödeyenler 2003 yılında
yüzde 15, 2004 yılında yüzde 13, 2005 yılında yüzde
14, 2006'da -rakamlar belli olmamakla birlikte- aşağı
yukarı bu oranlarda olduğu görülüyor; yani, yüzde 76, yüzde
85'i, 86'sı ödememiş, sadece küçük bir grup ödemiş.
Elde edilen gelirler de şu:
2001 yılında 21 milyon YTL, bugünkü parayla, 2002'de 61 milyon
YTL, 2003'te 65, 2004'te 67 milyon, 2005'te 79, 2006'da ise yaklaşık
100 milyon YTL'lik buradan bir kaynak ortaya çıkmış ve
2005, 2006 doğrudan doğruya konut fonuna aktarıldığı
için, aşağı yukarı da, küçük, halka dönük konut bakımından
da 6 bin civarında da dairenin yapıldığı görülüyor.
Ama, yani, uygulama çok daraldığı, muafiyetler bu kadar
olduğu için
Bir de normal vatandaş gidiyor, kapıdan gireceği
zaman, biletini almış, her şeyi almış, kapıdan
çıkacak, diyorlar ki: "Pulun var mı?" O, gidiyor pul
almak için, makbuzunu yatırmamış, tam kapıdan uçağı
kaçıranlar
Herhâlde havaalanındaki olan biteni de hepimiz,
çoğumuz yaşamış ve biliriz. Dolayısıyla,
bu iş, hem bu kadar dar bir çerçeve içerisinde uygulanmış
hem de büyük bir çileye dönüşmüş. Aslında, adil olmayan
bir tablo da bugüne kadar gelişmiş. Peki, biz ne yapmak istiyoruz?
Şimdi, bir, yeni bir düzenleme getiriyoruz. Biz, bu gelişmeyi
nereye getiriyoruz?
Bir kere, bu kanunla 70 YTL olan harcı
15 YTL'ye indiriyoruz. Birinci yaptığımız düzenleme
bu. 15 YTL'nin ne manaya geldiğini söylememe gerek yok. Herhâlde
Ulus'a taksiyle gitmek isterseniz 15 YTL civarında. Bir kere oldukça
aşağı bir rakama indirilmiş durumda. İnsanlara
yük olmaktan büyük ölçüde çıkarıldı.
Ayrıca, muafiyetler kaldırılıyor.
Başbakansan da, Cumhurbaşkanıysan da, bakansan da, milletvekiliysen
de, kamu görevlisiysen de, kim olursan ol, bilet alıp yurt dışına
seyahat ediyorsan bu harcı ödemek durumundasın. Sadece
kimler ödemeyecek? Yedi yaşından küçük çocuklar ve bir
yılda altı aydan fazla yurt dışında ikamet edenler.
Bir de, kara, deniz, hava ulaşım araçlarını kullanan
mürettebat ödemeyecek. Onun dışında herkes bu kanunun
kapsamında. Peki, eski bürokrasi devam edecek mi? Hayır,
etmeyecek. Çünkü, eskiden doğrudan doğruya seyahate giden
bu parayı direkt ödemek zorundayken şimdi bilet ücretine
dâhil ediyoruz. Yani, bilet alırken, biliyorsunuz alan vergileri
var, birçok vergileri zaten tahsil ediyor onlar bizden. Bilet ücreti
sadece taşıma ücreti değil, onun içinde birçok vergiler
var. Bunlar arasına konuluyor. Böylece bürokrasi de ortadan
kaldırılmış oluyor ve insanlar rahat bir şekilde,
huzurlu bir şekilde biletini aldıktan sonra uçup gidebilecek.
Ha, 15 lira bir para ödeyecek, ama, artık bürokrasiden uzak ve
vergiyi ödeyecek kişi de bileti kesen kurum, ilgili vergi dairesine
ayın on beşine kadar beyan edecek ve takip eden üç iş gününde
de bu parayı ödemek durumunda. Böylece, AK Parti İktidarında,
Türkiye'nin başına dert olan bir meseleyi de halkımızı
rahatlatıcı şekilde çözüme kavuşturmuş olacağız.
Peki, başka bir soruyu da sormakta
fayda var. Bizim yaptığımız düzenlemeyle, acaba
Biraz önce söyledim, ortalama yüzde 14'ü, 15'i halkımızın,
bu vergiyi, yurt dışına seyahat edenlerin -ki, yılda
ortalama 7 milyon insan seyahat ediyor- yüzde 14'ü, 15'i ödüyordu.
Peki, bu uygulamayla daha az mı gelir elde edeceğiz? Hayır.
Sadece 2006'daki sayının sabit olduğunu düşünsek
bile aşağı yukarı 105 ile 110 milyon YTL gelir elde
edeceğiz, yani geçmiştekinden daha yüksek gelir elde edeceğiz.
Sayı arttıkça daima daha yüksek gelir elde edilecek. Yani,
kısaca şey yaparsak, ortalama, bir fakire yapılan bir
dairenin -bunlarda çünkü arsa bedeli olmuyor- 25 bin lira civarında
bir maliyeti olduğu düşünülürse, yılda 4 bin aile de
bu sayede ev sahibi yapılmış olacak.
Evet, konu bu ve bu şekilde sanıyorum
ki hem halkımız rahatlatılmış hem de ülkemizdeki
bir ihtiyacı, fakirin, fukaranın ev sahibi yapılması
yönünde de bir problem ve yardımcı olunmuş olacak. Evet,
bu yurt dışı harcıyla ilgili konu böyle.
Bu kanunla sadece bu konuyu da
çözmüyoruz. Gene Türkiye için önemli olan birçok meseleyi de çözüyoruz.
Biliyorsunuz, gene iktidarımız döneminde, 2005 yılında,
özürlülerin maaş almasıyla ilgili bir kapsam genişletilmesi
yapıldı. Yani çalışamayacak, bir hizmet üretemeyecek
durumda olan özürlüler de 2022 sayılı Kanun'a tabi tutularak
altmış beş yaşını doldurmuş güçsüzlerin
kanun hükümlerinden yararlanması imkânı getirilmişti,
ancak, bu işin, bu maaşın bağlanabilmesi için sosyal
güvenlik kurumumuzda -ki, üç kişiden oluşan, bir uzman hekimden
oluşan bir grup- bir kurul rapor veriyordu, ama, tek bir kuruldu
bu. Tabii, sayı çoğalınca, bu kurula müracaat edenlerin
sayısı artınca, bu kurul ihtiyacı karşılayamaz
hâle gelmişti ve büyük sıkıntılar doğuyordu,
gecikmeler oluyordu. İşte, bu getirdiğimiz yeni düzenlemeyle,
bu kurulun sayısını artırıyoruz, artırma
yetkisini veriyoruz bu kanun tasarısıyla. Böylece, oradaki
insanlarımızın da hemen hızla işlemlerinin
görülüp emekli maaşlarının, aylık bağlanmasının
yolunu da açmış olacağız. Tabii, sosyal olmak, halkın
taleplerini karşılamanın bu demek olduğunu söylememize
gerek yok.
Evet, madde 3'te ise, biliyorsunuz,
yine bizim iktidarımız döneminde, AK Parti İktidarı
döneminde Türkiye çok büyük bir devrim yaptı sağlık hizmetinde;
bütün hastaneleri insanların hizmetine açtı, bütün eczanelerden
insanlar ilaç alır hâle geldi. Bu acaba iki yıl önce, üç
yıl önce denilseydi ki, ya, böyle bir şey olacak Türkiye'de,
kimse inanmazdı, ama, bu oldu. Tabii ki, bu uygulama içerisinde
bazı aksayan noktalar da oluyor, ama, biz bir kompleks içinde değiliz,
aksayan bir nokta varsa, bunu çözmek de yine bizim işimiz.
Ha, ne yapıyoruz? Şimdi,
bu, bir kere reçetelerin, faturaların incelenmesi sırasında
tabii ki daha fazla doktor ve eczacıya ihtiyaç var; başka
kurumlardan geliyor. Bunların, başka kurumlardan bu
iş için görevlendirileceklerin, 3'üncü maddeyle özlük haklarını
düzenliyoruz. Böylece, onların bir zarara uğramamasını
da sağlamış oluyoruz.
4'üncü maddeyle ise, bu incelemeler
yapılıyor faturalarda, makbuzlarda, fakat, bunlar binlerce,
on binlerce, milyonlarca evrak. Burada bütün dünyada kabul edilmiş
bir usul vardır, örnekleme metodu. İşte bu usulü getiriyoruz
ek madde 1'le. Diyoruz ki, sağlık hizmeti sunan gerçek ve tüzel
kişilere, kamu idarelerine ait döner sermayeli işletmelerin
hizmet bedeli -yani, faturaları, makbuzları- yüzde 5 ve
10 oranında örnekleme metoduyla incelenerek, geneli hakkında
sonuç verecek bir kanaate ulaşmak. Çünkü, bugün neyi şikâyet
ediyor eczacılarımız, kurumlarımız diyor
ki, bu işin altından kalkın, paramız geç kalıyor.
Niye? Çünkü, bunun hepsini incelemeye kalkınca, bunun altından
çoğu zaman gerçekten kalkılamıyor. Dünyada da kabul
edilmiş bir usul vardır. Bir örnekleme metodu. İşte
bu metodu bu kanun tasarısıyla uygulamaya getiriyoruz
ve diyoruz ki, yüzde 5'iyle yüzde 10'u oranında örnekleyerek seçeceğiz,
inceleyeceğiz, eğer bunlarda bir problem yoksa, tamamı
hakkında da problem yoktur deyip onun işlemini bitireceğiz.
Eğer, kurumlar, ben örnekleme metodunu istemiyorum, benim tamamını
incele derse, biz buna da hayır demiyoruz; ama, böyle bir talebi
yoksa, örnekleme metodunu da kabul etmiş sayıyoruz.
Ayrıca, örnekleme yönteminin
içinde, kurum dışından da tabip görevlendirme yetkisi
veriyoruz bu maddeyle.
Ayrıca, başka bir şey
daha yapıyoruz: 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik,
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik
Kanunu'na tabi meslek memurlarından da yararlanma, denetim kurumlarından
da yararlanma imkânı getiriyoruz. Bu konudaki düzenlemeyi,
tabii ki ilgili kurum, Sağlık ve Maliye Bakanlığının
görüşünü alarak yapacak.
Ayrıca, bence, başka bir
çağdaş bir düzenleme daha yapıyoruz: Elektronik ortamda
bu bilgileri alma, bu bilgileri saklama ve onların da kontrolünü
yapma konusunda da yetki veriyoruz. Böylece, işlemlerde
kâğıdı, bürokrasiyi de ortadan kaldırmayı
amaçlıyoruz.
Gene bu kanunumuzla, ek 2'nci maddede
ise, yeşil kart sahipleri için de Sağlık Bakanlığına
bağlı kuruluşlardan yararlanmak konusunda Maliye Bakanlığına
sözleşme yapma yetkisi veriyoruz. Böylece, yeşil kartlıların
da hukukunu korumak, onların da farklı bir muameleye tabi
olmalarını önlemek istiyoruz.
Evet, getirilen yenilikler bunlar.
AK Parti İktidarı daima bu ülkede insanlarının
sıkıntılarını azaltmak, onların mutluluğunu
sağlamak için hizmet yaptı. Zaten böyle olduğu içindir
de hiçbir iktidara nasip olmayan, iktidardayken oyları sürekli
artan bir parti olduk. Oyları sürekli artan bir parti olarak halkın teveccühünü
kazanıyoruz. Bunu, seçim meydanlarında da, sandık önümüze
konulduğu zaman da hep beraber göreceğiz.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Buna cevap vermek gerekir Sayın Vekilim!
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla)
- Dolayısıyla, AK Parti hem beş yılda
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep)
- Sayın Başkan, cevap hakkımızı kullanacağız!
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla)
-
kanuni süresi içerisinde seçim yapan ilk hükûmet, ilk parti hem de
iktidardayken oyları yükselen, halkın teveccühü artan
bir parti ve hükûmet.
Dolayısıyla, bu düzenlemelerle
halkımızın büyük bir ihtiyacını karşılamış
olduk, olacağız ve bu düzenlemelerin milletimize, ülkemize
hayırlı uğurlu olmasını diliyorum ve bu kanunun
hazırlanmasında emeği geçenlere ve Hükûmetimize de
teşekkür ediyorum.
Ayrıca, yarın, 8 Mart Kadınlar
Günü. Ülkemiz kadınlarının da kadınlar gününü bugünden
kutluyorum, onlara sağlık, huzur ve hep güzel günler diliyorum.
Hepinize saygılar sunarım,
teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Büyükkaya.
Anavatan Partisi Grubu adına,
Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlar,
Yurt Dışına Çıkış Harcı Kanunu üzerine,
Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Evet, önce iki tane iyi niyetimi
sizlerle paylaşmak istiyorum:
Birincisi, biraz önce kuliste
Anamur muzu dağıtan Bozyazılı ve Anamurlu üreticilere
teşekkür ediyorum. Ellerine sağlık, tadı damağımızda
kaldı ve buradan da halkımızdan muz tüketirken uluslararası
değil, yerli muz tüketmesini buradan ricada bulunuyoruz.
İkincisi ise, yine, yarın
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle o çilekeş kadınlarımızın,
çilekeş analarımızın gününü kutluyorum ve sürekli
biz Anavatan olarak yanlarında olduğumuzu bilmelerini
istiyoruz.
Evet, yurt dışı çıkış
harcı konusunda
Aslında, biraz bir şey aklıma geldi,
bu kanunu çıkartırken Sayın Başbakandan izin aldınız
mı bilemiyorum. En çok yurt dışına çıkan kim?
Sayın Başbakan. Ne kadar hesap ödeyeceğini hesapladınız
mı?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Aldık, aldık
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Yaa, mesele orada.
Gönül tabii ki ister ki -bunlar
işin esprisi- bu kanunda bu harçlar komple kalksın. Kriz dönemlerinde
yaratılan bu tür vergiler, hâlâ sizin iktidar döneminizde de
maalesef genişletiliyor.
Seçim döneminde 70 YTL'yi 15 YTL'ye
düşürdüğünüzü söyleyeceksiniz, ama, kapsamı genişleteceksiniz.
Biraz önceki konuşmacı arkadaşımız da paylaştı
"Bizim topladığımız vergiler düşmeyecek."
dedi. 80 milyon YTL, yani, eski parayla 80 trilyon
Yani, bu sayı
daha da yükselecek, anlaşıldı. Dolaylı vergilerle
bu halkın cebinden elinizi çekmeyeceksiniz.
Son derece doğal olan, dünyanın
küçüldüğü bir yerde, bu tür, harçlarla, vergi adı altında
dolaylı vergilerle milletin cebinden almayı da hâlâ benimsiyorsunuz,
son derece rahatsınız.
İkincisi, bakıyoruz
YEKTA HAYDAROĞLU (Van) - 70
YTL'ydi.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Evet, 70 YTL'ydi. Beş yıldır niye almadınız?
YEKTA HAYDAROĞLU (Van) -
Yıllardır alınıyor.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
İşte, seçim yatırımı. Bir de "Seçim politikaları
uygulamıyoruz." diyorsunuz ve nihayetinde
Bunun
adına ne denir? Seçim yatırımı değil de ne denir?
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Yatırım
yatırımdır.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Evet, yatırım yatırımdır. Haklısınız.
Bu halk bu rüşvetlere aldırmayacak. Bu halkımız gereken
en iyi şekilde sizlere cevap verecek. Sayın Alaattin Bey
"iktidar döneminde oy oranımız artıyor" dedi.
Ben, kendisini, hakikaten hayretle karşıladım.
İnşallah, o halkın arasında dolaşıyordur.
O halkım da hesap soracak günü dört gözle merak ediyor, sizleri
nasıl kucaklayıp öpeceğini(!) dört gözle merak ediyor;
4 Kasım mı olur, öncesi mi olur, hiç fark etmez, sizi dört gözle
bekliyor. Çünkü, kamuoyunun neler çektiğini, nasıl sıkıntılar
ve ıstıraplar içerisinde yaşadığını
hepimiz biliyoruz. Siz de halkın arasına gidemediğiniz
gibi, sadece buralarda, kendi dünyanızda her geçen gün oyun arttığını
söylüyorsunuz. Buna kendiniz de inanmıyorsunuz, ama böyle, kendinizi
kamuoyuna -biz alternatifsiziz der gibi kamuoyuna- sürekli, dezenformasyon
dediğimiz bilgi bombardımanına devam ediyorsunuz.
Ama, bu halk, daha önce, geçmişinde, DSP'ye oy verdi, yüzde 19 oyla,
sonraki memnuniyetsizliği karşısında yüzde 1'lere
düşürdü; keza, MHP için de aynısı, yüzde 19'lardan, yine
yüzde 8,5'lara düşürdü. Siz, herhâlde, ders de almıyorsunuz.
Kendinizi, sürekli, iktidar dünyasında görüyorsunuz. Ama, görünecek
ki, o, size gereken siyasal mesajı verecek.
Evet, harcırah dedik. Bu paralar,
80 trilyon toplanıyor, herhâlde, bütçeye gelir olarak yazılıyor.
Başka hangi amaçla kullanılıyor? Halkımın hangi
refah düzeyi için katkıda bulunuyor? Ama, gördüğüm kadar,
TOKİ'yle beraber konut, TOKİ'nin yarattığı, zaten
başta:
1) Müteahhitlerin iflas ettiği
bir sistem,
2) Yüzde 20 halkımın yoksul
olduğu ve bunun da belgesi olan yeşil kartlı insanlarımızın
sürekli, her geçen gün sayısı artan, 13-14 milyona ulaşan
yeşil kartlar -Sayın Bakanım da burada, bu konuda bizi
aydınlatırsa sevineceğim- ve bu konuda
Bunlar neyle
konut alacak? Ama, konut da alamayacak. Yine, ikinci konut olarak TOKİ'de
kullanılacak veya sizin aracılığınızla
daha çok yandaşlar diyebileceğimiz müteahhit grubuna
altyapı yaratacaksınız, zemin. Belediye-TOKİ
iş birliği ve ardından rant.
Evet, yine aynı şekilde,
krizler döneminde çıkartılan bu vergiyi, daha sürdürülebilir
ve sürekli hâle getirdiniz. Bugün, size sormak isterim, iki tane muafiyet
var, biri, yedi yaş altı. Peki, sosyal hukuk devleti olan ve
Türkiye'de sosyal güvenlik ve yardıma muhtaç olan bir sürü yurttaşlarımız
var, onları da muafiyetten esirgediniz. Yeşil kart bağımlısının
yurt dışına çıkma hakkı yok, değil mi; altmış
beş yaş yukarısının çıkma hakkı yok,
değil mi? Düşünmediniz ve düşünmeye de niyetiniz yok.
Biz, Anavatan olarak, bunun kaldırılmasından yanayız
şu anda ve bu konuda da gelirlerin, Türkiye'de kazanandan, dolaylı
vergilerden değil kazanandan ve sizin döneminizde, her geçen
gün, bu oranın yüzde 73'lerin üzerine çıktığını
biliyoruz ve bu ülkeye vergi vermesi gerekenler bu ülkeye borç veriyor
ve yarattığınız bir sahte cennet diyeceğimiz
ve bunun bedelini de halkın ödediğini çok iyi biliyoruz.
Evet, biraz önce, Sayın İstanbul
Milletvekilimiz Alaattin Bey sağlıkta reformdan bahsetti.
Daha iki üç gün önce Mersin'de yaşanan olayı, herhâlde hafızanız
zayıf değildir, hatırlıyorsunuzdur. "Sosyal
güvenliği tek çatı altında bulundurduk, işte, ne
yapalım Anayasa Mahkemesi iptal etti." Ee, biz sizi zamanında
uyarmadık mı? Neredeydiniz? Bir yürütme tarihi belirliyorsunuz,
altı ay kala, beş ay kala bu kanunları çıkarma ihtiyacı
duyuyorsunuz. Öngörünüz yok muydu arkadaşlar? Anayasa'yı
değiştirecek çoğunluğunuz yok muydu? Bu halkım,
cezaevlerini hak mı ediyor? En kutsal olan sağlık haklarından
mahrum mu kalacak? Sayın Başbakan sloganlarla söylüyordu
"Herkes istediği doktoru seçecek." Bırakın
doktor seçmeyi, hastaneyi
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Hapishaneyi
seçiyorlar!
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) -
Haa, hapishaneyi seçme hakkı var mı, onu sormak lazım;
doğru, haklısınız. Bundan sonra hapishaneyi seçme
hakkı olacak sayenizde, çünkü insanlarımız, en kutsal
sosyal hukuk devletinde sağlıktan dolayı mahkûm olabiliyor
borcunu ödemediğinden dolayı. Bununla övünebilirsiniz,
doğru, haklısınız!
Her şeyden önemlisi, gelir dağılımı
sürekli bozulmakta. Ben, Sayın Bakanım buradayken bir şey sormak istiyorum. Sağlığı
tek çatı altında birleştirelim diye, reform adı altında
sunduğunuz dönemde, SSK'daki -eski sosyal güvenlik kurumundaki-
hastanelerden Sağlık Bakanlığına geçen personelin
özlük haklarının nasıl yitirildiğini bilir misiniz
arkadaşlar? Şu anda, geçmişinde, gerek döner sermaye
veya çeşitli adlar altında, özlük haklarında bugün
Sağlık Bakanlığında sıkıntılarla
baş başa. Bunun çözümü için, Sayın Bakanım, ne yaptınız
Sağlık Bakanlığıyla? Bir istişare
Sadece,
tüm personel artık Sağlık Bakanlığının,
bizi ilgilendirmiyor, mu diyorsunuz? Çalışanlar mutsuz.
Her geçen gün, döner sermayenin şimdiki vermiş olduğu
sıkıntıysa çok net. Bilir misiniz, hekim arkadaşlarımız
ve döner sermayeyle çalışan sağlık personeli
yıllık iznini kullanamaz hâle geldi. Niye? "Performans
kriteri" adı altında aldığı döner sermayeyi
sürekli alabilmesi için çalışması lazım; aksi takdirde,
bu çark dönmüyor. İnsanlarımızı bu hâle getirdiniz,
çalışanlarımızı bu hâle getirdiniz ve zaten
emeklilik gibi diğer haklardan mahrum kalmış. Biz de diyoruz
ki, yaşanılan, gerek sağlık ve gerekse iş dünyası
açısından baktığımızda, sürekli artan
sıkıntıyı hep dolaylı vergilerle elde etmeye
devam ediyorsunuz.
Peki, bugün, bu kanun sürecine
baktığımızda, içerisinde -yine diğer kanunlarla
birlikte ele aldığımızda- küçük bir detay var. Gerek
ilaç ve gerekse fatura ödemeleriyle ilgili kurduğunuz komisyonlara
dışarıdan hekim atayacaksınız ve ek kat sayıyı
yüzde 700 kadar artıracaksınız. Yani, kısaca, yandaşlarınızı
o gruplara çağıracaksınız ve orada ek yüzde 700
ödeme
Peki, söyler misiniz, bu, seçim rüşveti değil de nedir
söyler misiniz? Ama, tabii ki, gördüğümüz kadar, sadece belirli
küçük bir azınlığa verdiğiniz bu haklar karşısında,
sadece
Partizanlık mı diyelim, kadrolaşma mı diyelim,
yoksa
Tercihler nasıl yapılıyor bilemiyorum, ama gördüğüm
tek şey var, her geçen gün, çalışma hayatını da
sıkıntılar içerisinde boğdunuz. İstihdam konusunda
yarattığınız bu çelişki ve handikaba da baktığımızda,
Türkiye'nin yaşadığı sıkıntı, her geçen
gün, kısır döngüye doğru gidiyor.
İnanıyorum ki, halkım
burada sağduyuyla yanıt verecek; AKP'den bir kurtuluş
gününün, dört gözle, geriye bir sayım dönemine başladı.
Siz, ister Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra bu
ülkeyi erken genel seçim sürecine sokun ya da normal zamanda, 4 Kasımda
yapın, hiç fark etmez; bu halkımız size sandıkta hesap
soracak, çok net; umutsuzluğun hesabını, bu hayal
kırıklığının, bu karamsarlığın
hesabını sizden soracak. Ama, her geçen gün gerginlikten
bir medet umar hâle geldiniz. Anayasa'yı değiştirecek
çoğunluktaki iktidarınız döneminde, Sayın
Başbakan sürekli kurumlarla kavgalı. Ne oluyor söyler misiniz?
Kurumlarla kavgalı. Bir başbakan kurumlarla kavga etmez;
gerektiğinde her türlü altyapısını yaratır
ve gerektiğinde koordinasyonu sağlar. Ama, sizlerin, başarısızlığınız
üzerine sadece bir günah keçisi veya mazeret olarak algılayabileceğiniz,
toplumu germekten öteye gittiğiniz bir siyasi anlayışınız
yok. Burada YÖK, asker, sayacağım bir sürü kurumlar var; bu
konularda kavga kime yarar, bu halkıma yarar mı?
Cumhurbaşkanlığı
dönemi
Türkiye'ye maliyeti nedir, hiç hesapladınız
mı? Yüzde 1, yüzde 2
Her geçen gün, dünyanın en büyük reel faizini
veren bir ülke olarak, bununla soyulmaktan, sömürülmekten övünç mü
duyacağız? Cumhurbaşkanlığının süreci
belli. Sayın Başbakan, aday sürecinin son anına kadar
açıklamamayı düşünüyor. Ne olacak? Anayasa'yı değiştirecek
çoğunluğunuz var. Bir şüpheniz mi var? Bu ülkeyi niye
geriyorsunuz?
Evet, biz Anavatan olarak şunu
söyledik: Halka güvenelim, halk seçsin artık. Çünkü, bireylerle
kavgamız yok. Sorun bireysel de değil, kurumsal. Bu ülkede
sistem sorunu var, dedik. Ama, siz halktan kaçtınız. Bu halk
da bunları unutmayacak. Size bir beş yıl diye havale ettiği
şeyde tek şey var: Cumhurbaşkanı olma, demek.
EYÜP AYAR (Kocaeli) - Kanunla ne
alakası var bunların?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Bu
ortam içerisinde toplumu germekle yaratacağınız tek
şey var: Finans kaynaklarını dolaylı vergilerle
toplarsınız Sayın Vekilim, yüzde 73'lere dayandı.
Bir cumhurbaşkanlığı seçiminin Türkiye'ye maliyetinin
hesabını yaptınız mı? Yapma niyetinde yoksunuz;
çünkü "Duymadım, bilmiyorum, vicdanen rahatım!"
Bir de görmezlikten gelirsen, bu işler böyle gider. Al gülüm ver
gülüm! Bu ülkenin bedelini sizler değil, halkım ödüyor; kullandığı
telefondan, kullandığı benzininden, içtiği sigarasından,
tükettiği her türlü vergiden.
Bu ülke, sizin döneminizde 184
milyar dolar faiz ödedi. Bu paralar nereye gitti, söyler misiniz bize?
Peki, sormak istiyoruz: Bu vergiler
ülkemden tasarruf değil, halkımın kursağından
tasarrufuyla elde edildi. Ama, tabii ki, böyle bir kavganız ve
niyetiniz yok ve elinizi hâlâ bu halkın cebinden çekmemek için
çaba sarf ediyorsunuz. Bu kanun da onu gösteriyor.
Biz, Anavatan olarak, ülkemizde,
verimliliği ve bereketi ve rekabeti sağlayabilecek,
özellikle gelir getirenden vergisini alabilecek bir sistem, ekonomik
bir sistem. "Dolaylı vergiler" adı altında yaratılan
ve dünyada en yüksek, Türkiye'de, toplanan bir ülke konumunda kaldık.
Bunun sıkıntılarını tüm halkım hep çekiyor.
Bu seçim döneminin yatırımları olarak algılıyorsunuz.
Halkımız saf mı zannediyorsunuz bilemiyorum, ama halkım
bunları yemeyecek ve gereken siyasal mesajı da seçim sandıklarına
net olarak, siz hiç farkına dahi varmadan
Size tek ricam, giderayak,
bu halka iyilikler yapın. Gelin, bir önergeyle, bu kanunda, bu
yurt dışı çıkış harcı konusunda vergiyi
kaldıralım; geçsin vatandaşım, dünyayı gezsin.
Hani dünya küçüktü? Dünyayla entegrasyon sağlansın. Ama,
80 milyon YTL
Hatırlarız, Sayın Maliye Bakanı,
özellikle yurt dışından gelen rantiyeciye, özellikle
borsada ve tahvilde vergi alalım derken, "yahu bir şey
değil, 3 milyon YTL, bir şey olmaz
" Sanki cebinden vermiş!
Sayın Bakan, onlardan esirgemediniz. Peki, bunları halkımdan
niye esirgiyorsunuz?
Hiç de niyetiniz yok. Anlaşıldı,
halkın sırtından, halkın cebinden elinizi çekmeyeceksiniz.
Biz, her vurduğumuz bir süreçte, bu kanunun, ülkem adına,
çok da net olarak söylüyorum, yakışmadığını
düşünüyoruz. Tamamıyla kaldırılmasından yanayız
yurt dışı harcın ve bu konuda, üstelik de TOKİ
gibi kurumlara yönelttiğiniz ve kamunun konut sorununu çözdüğünüzü
zannettiğiniz TOKİ'nin yaptığı şu ana kadar
konutlara bir bakın. Hangi halkım ne kadar almış,
yoksa TOKİ'nin elinde konutlar mı kaldı? Bir hesabını
yapın lütfen.
Vergileri, bu kadar çarçur etme
lüksüne sahip değilsiniz, daha verimli alanlarda kullanın.
Ama, sizin -açık ve net olarak söylüyoruz- halkımıza vereceğiniz
çok bir şey olmadığından dolayı seçim stratejileri
kabul ediyorsunuz bu tür yasalarda. İşte 70 milyon TL'den 15
YTL'ye düşürmeye, "halkım, bak seni düşünüyorum"
der gibi düşünüyorsunuz; ama alanı genişlettiğinizden
dolayı, daha geniş kitleye mal ederek, bu dolaylı vergileri
almaya devam edeceksiniz.
Evet, AKP İktidarının
son yıllarını ve son günlerini, geriye dönüş olarak
saymaya devam eden bu halkım, inanıyorum ki, bu yapılanları
unutmayacaktır. Bu kanunun halkıma fayda getirmeyeceğini
ve bunun seçim rüşveti olarak algılamasını bekliyorum.
Bu konuda, inanıyorum ki halkım, sizleri de, bizleri de hep
beraber izliyor ve bunun seçim stratejisi ve taktiği gibi algılamaktan
öteye farklı bir anlayışa da sahip olmadığını
iyi biliyoruz.
Söylenecek çok söz var. Aslında,
Türkiye'nin temel sorunları o kadar çok büyükken, bu tür, harcırah
gibi temeli olmayan, ama ülkemde sıkıntı yaratan kanunları,
hâlâ, öncelikmiş gibi getirmenize şaşmamak mümkün değil.
Türkiye'deki istihdam sorununun önündeki vergilerin kaldırılması
gereken bir dönemde ve iş dünyasının dünya ile rekabet
edebilecek -başta enerji, istihdam, sosyal, özellikle de SSK gibi-
primlerin daha kolay ve rekabete uygun olabilecek şekilde olmasını
beklerken, siz ise, dolaylı vergileri tamamıyla genişletmeyi
marifet zannediyorsunuz ve bu konuda da bu kanunların Türkiye'nin
temel ihtiyaçları olmadığını düşünüyoruz.
Asıl önemli olan, bu ihtiyaçları bir an önce öne alıp giderayak
bu halka bir iyilik yapın. Halkımız da, giderayak -AKP
ile ilgili olarak- "iyiydi" desin. Bu sizin hayrınıza
olur. Ama öyle bir niyetinizin olmadığını biliyoruz.
IMF dolaşıp duruyor. Ne
kadar ondan izin alırsanız, kanunları getiriyorsunuz
ve IMF'ten beş yılda kurtaramadınız bu ülkeyi, kurtarmaya
da niyetiniz yok. Hâlâ devam edeceksiniz, hâlâ birlikteliğe devam
edeceksiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Oyları artıyor mu, eksiliyor mu?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Sizin,
"IMF'e, işte, borcumuz düştü" diye kamuoyuna Sayın
Başbakanın açıkladığı gibi
En ucuz krediyi
düşürdünüz. Türkiye'de yüzde 19,5 en az, bugünlerde yüzde 20 civarında
olan iç tahvil borçlarının dünyanın en büyük reel faiz
olduğunu unutuyorsunuz herhâlde, halkı da bu konuda saf kabul
ediyorsunuz. IMF'in vermiş olduğu kredi oranları belli,
LİBOR + faiz oranları belli; ama buna rağmen, IMF'ten kurtulma
gibi derdiniz yok ve bu ülkede IMF'i dışlayacak olan, IMF'le
ipleri koparıp bu ülkenin kendi ayakları üzerinde, ekonomik
anlamda, siyasal anlamda ve dış politikasında da kendine
güvenen ve uluslararası örnek olabilecek, lider olabilecek
bir Türkiye'nin özlemi içerisindeyiz ve bu konuda da Anavatan olarak
biz bunu başaracağımıza inanıyoruz. Halkımız
da bize güvensin, bize destek versin ve yaptığımızda,
bu süreç içerisinde, bu kanunun çok da toplumun ihtiyacını
karşılamadığını biliyor
Tabii ki, çoğunluğunuzun
vermiş olduğu şeylerle, hiç tartışmadan, bu kanunun
geçmesini sağlayacaksınız ve bu şekilde de yolunuza
devam edeceksiniz. Ama, halkımız 4 Kasımda sizi öyle
bir şamar oğlanına çevirecek ki, diğer siyasi partilerden
ders almadığınız gibi, sizin de kaderiniz öyle
olacak ve AKP'den bu ülke kurtulacaktır en yakın zamanda.
Burada sizler ve sizin aracılığınızla
da halkıma saygılar ve sevgiler sunuyorum. (Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güler.
Tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek.
Buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK
(Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, görüşmekte olduğumuz
tasarı hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu görüşmekte olduğumuz tasarının esas maddesi,
bu yurt dışına çıkış harcıyla ilgili
düzenlemedir. Onun dışında da ufak tefek bazı düzenlemeler
var.
Şimdi, bu yurt dışına
çıkış harcı ne zaman ve hangi maksatla konulmuştur,
ona bir bakalım. Bu, 1970'li yıllarda, Türkiye'nin büyük döviz
sıkıntısı çektiği bir dönemde, yurt dışına
çıkışları caydırmak ve bu yolla biraz döviz tasarrufu
edebilmek amacıyla konulmuş bir kanundu. Ama, ne yazık
ki bu vergi öyle bir yerleşti ki, hiçbir iktidar bundan vazgeçemez
hâle geldi. Adı zaman zaman değişti, ama niteliği
hep aynı kaldı; kim ki yurt dışına çıkıyor
bir vergi ödesin, yani bir kelle vergisi ödesin. Bunun adı bir
"kelle vergisi" dir, ama bütün kellelerden almıyorsunuz
da yurt dışına çıkanların kellesinden alıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
bu, ilkel bir vergidir; bu, çağ dışı bir harçtır.
O nedenle, hâlâ, modern, çağdaş olma iddiasında bulunan
bir partinin bu tasarıyla yüce Meclisin önüne gelmiş olması,
gerçekten hüzün verici bir tablodur. Şimdi, hangi ülkede yurt
dışına çıkanlardan böyle harç alınıyor?
Böyle bir şey olmaz!
Şimdi, 70'lerde başlayan
bu uygulama, 2001'de, yurt dışına çıkış harcı
şeklinde devam etti. O zaman dış seyahat harcamaları
vergisiydi, ilk, 70'lerde. Önce 50 dolar kişi başına,
kelle başına alalım deniliyordu; sonra bunu o günkü
kurla değerlendirdiler, 70 YTL, o zamanki parayla 70 milyon lira
almaya başladılar. Fakat, bu yurt dışına
çıkış harcını düzenleyen Kanun'da, Bakanlar
Kuruluna verilen bir düzenleme yetkisi vardı. Bakanlar Kurulu,
dilediği grupları Kanun kapsamı dışına
alabiliyordu. Bu maksatla, önce, on beş grup, bu vergiden, bu
harçtan muaf tutulmuştu; arkasından, giderek yirmi üç gruba
çıkarıldı. Yani, çıkanların çoğu vergi
vermez hâle gelmişti. İşte, bir sürü de formalite; gideceksiniz,
eğitim görüyorsanız, eğitim gördüğünüz kurumdan
alacaksınız, bilmem, iş için gidiyorsanız, sizi görevlendiren
kurumdan alacaksınız; bitmez, tükenmez bir bürokrasi.
Şimdi Hükûmet diyor ki bu tasarısıyla,
işte, eski sistemde çok muafiyetler filan vardı, istediğim
vergiyi alamıyorum, istediğim hasılatı toplayamıyorum;
öyleyse, bunları biraz aşağı çekeyim, ama şu
muafiyetleri de bir azaltayım diyerek 15 YTL'ye indiriyor. Ama,
burada, benim üzerinde durmaya çalıştığım,
bu miktar değil, bunun niteliği. Yani, bu, biraz önce de söylediğim
gibi, bir ilkel vergidir, çağ dışı bir vergidir, bir
kelle vergisidir. Artık, AB'ye aday olan bir ülkenin, uluslararası
camiada iddia sahibi olan bir ülkenin, hâlâ, yurt dışına
çıkan vatandaşlarından harç almaya kalkması, gerçekten
çok hüzün verici bir tablodur.
Şimdi, buraya gelen sözcüler,
sayın bakanlarımız, her konuşmalarında, Türkiye'yi
nereden nereye getirdiklerini hep anlatırlar, Türkiye çok büyük
gelişmeler gösterdi derler; ama Türkiye'yi, hâlâ, kelle vergisine
muhtaç bir ülke olmaktan kurtaramadılar. Bu tasarının
anlamı budur. Bu tasarıyı, eğer
Artık, biz
Bir ara çok ciddi şekilde bu düşünülmüştü, yurt dışına
çıkış harcı -zannediyorum Mesut Yılmaz'ın
Başbakanlığı döneminde de ciddi şekilde düşünülmüştü-
kaldırılacaktı. Bunu, şimdi, biz beklerdik ki, bu
kadar iddialı bir parti, artık, ben bu kadar küçük vergiye
muhtaç değilim, ben kelle vergisi almam, ben çağ dışı
vergi almam; ben, çağdaş yöntemlerle gelir üzerinden vergi
alırım, kurum kazançları üzerinden vergi alırım
desin ve bu ilkel vergiyi kaldırsın. Ama, bunu yapamadığınız
anlaşılıyor.
Sonra, bunun toplam hasılatına
bakıyoruz, eski harç 94 milyon YTL. Bu nedir ki? Yani, toplam bütçe
gelirleri içinde, toplam bütçe giderleri içinde bu nedir ki? Bu kadar
küçük meblağa hâlâ muhtaç olmak ve insanları eziyet altında
tutmak gerçekten son derece yanlıştır değerli arkadaşlarım.
Tabii, istisnaları filan kaldırıyoruz,
muafiyetleri kaldırıyoruz, miktarı düşürdüğümüz
için herkesten alıyoruz, diyorsunuz da yurt dışına
tedavi amacıyla gidenden de vergi almak, harç almak olacak bir
iş midir değerli arkadaşlarım? Zaten, yurt dışına
tedaviye giden insanların bir kısmı çok zengindir -belki
Türkiye'de bile tedavi olacak hastalık nedeniyle yurt dışına
gidiyor olabilir- ama bir kısmı Türkiye'de çaresi olmadığı
için nesi var nesi yok satarak, savarak yurt dışına giden
insanlardan, bir de refakatçisiyle beraber giden insandan harç almak,
bu da yanlıştır. Eğer bir istisna getirilecekse
-burada, işte, yedi yaşından küçükler filan diye bazı
istisnalar var- buraya, hastalık nedeniyle, doktor raporuna
bağlı olarak yurt dışına gönderilenlerden de
bu vergiyi, bu harcı almamak doğru olur.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bu verginin sorumlusu kim diye bakıyoruz. Bu verginin sorumlusu,
yurt dışına gidenler için bileti kesenler, acenteler.
Şimdi, belki kolaylık diye düşündünüz, ama vergi güvenliği
açısından önemli bir sorun yarattığınızın
bilmiyorum farkında mısınız.
Türkiye'de, bu seyahat acentelerinin,
turizmde tur düzenleyen firmaların sık sık kapandığını,
battığını hep duyarız. Hatta, bir ara çok
flaş olan, adı çok duyulan firmaların, bir süre sonra ortadan
kaybolduğunu, battığını, hatta, topladığı
paralarla kaybolduğunu hep duyarız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Kayıt dışı!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) -
Şimdi, bu çıkış harçlarını, bileti kesen
acenteler toplayacak ve sorumlu olarak onlar beyan edecekler. Korkarım
ki, çoğu kez, bu paralar toplanacaktır, ama maliyeye, hazineye
yatırılmayacaktır. Böyle bir risk olduğunu, vergi
tahsilatı açısından önemli bir sorunla karşı
karşıya kalacağımızı da buradan belirtmeyi
bir görev olarak söylemek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu tasarıda, gene öngördüğünüz düzenlemelerden biri de,
işte, sağlık kurumlarının satın aldığı
sağlık malzemeleri, ilaç, diğer şeylerin faturalarının
denetimiyle ilgili bir örnekleme yöntemi olabilir diyorsunuz.
Olabilir tabii, bütün faturaları denetlemek mümkün olmadığına
göre, iyi seçilmiş bir örneklemeyle de aynı sonuca varabilirsiniz
ve burada da 3568 sayılı Yasa'ya göre ruhsat almış
serbest muhasebeciye, serbest muhasebeci mali müşavire ve
yeminli mali müşavire de bu görevlerin verilebileceği
konusundaki düzenlemeyi memnuniyetle karşıladığımı
ifade etmek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Sayın Büyükkaya -galiba ayrıldı, konuşmasının
sonuna yetiştim- diyor ki
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Komşusu olarak ben varım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Evet,
Sayın Halil Aydoğan, temsilcisi olarak burada oturduğunu
söylüyor. Bizim Meclisimizde pek vekâlet müessesi yok, sadece bakanlar
birbirine vekâlet ediyor; milletvekillerinin birbirine vekâlet etmesi
ne yazık ki yok. Ama, siz aktarabilirsiniz, ondan eminim.
Şimdi "İktidardayken
oyunu artıran tek parti Adalet ve Kalkınma Partisidir."
dedi. Tabii, fiyakalı bir laf. Şimdi, değerli arkadaşlarım,
eğer, yerel seçim sonuçlarını kastediyorsanız,
daha önce, Anavatan Partisi de genel seçim başarısından
sonra yerel seçim yaptığında, yerel seçimde oyunu artırmıştı.
Bu, genel bir kuraldır. Kim iktidarı ele geçirmişse,
halkımız, "ya, bunlar iktidarda, belediyelerimize
biraz kaynak aktarırlar, yol yapılır, su gelir filan
"
niyetiyle oylarını verirler, ama hiçbir şeyin değişmediğini
de yaşayarak görürler. Ama, böyle bir psikoloji vardır. Siz
de o şekilde yerel seçimlerde oyunuzu artırdınız.
Ama, oyunuz iktidarda artmaya devam etmiş olsaydı, biz, iki
kez erken genel seçim istedik. Birincisinde dedik ki geliniz,
şu Kasım 2006'da -bugüne kadar hiçbir parlamento dört
yıldan fazla işbaşında kalmamış- şu
seçimi yenileyelim. "Hayır" dedi Sayın Başbakan
"biz, beş sene gideceğiz." Sonra, bu cumhurbaşkanlığı
tartışmaları büyük sorun yaratıyor, bir kaosa
doğru gidebiliriz; geliniz, bunu demokratik bir şekilde
çözelim, nisan ayında erken genel seçim yapalım, yeni parlamento
yeni cumhurbaşkanını seçsin ve haziran ayından
itibaren de seçim tartışmalarını tamamlayıp
yolumuza devam edelim, dedik, gene istemediniz. Yani, iktidardayken
oyu artan bir parti, önüne gelen böyle bir fırsatı teper mi?
Yapar seçimini, alır sonuçlarını, dört sene, beş
sene daha iktidarda kalır. Siz de biliyorsunuz ki, oyunuzun
artması diye bir şey söz konusu değil. Çünkü
Vallahi, köylere kaç milletvekili
gidiyor bilmiyorum, ama köylere gidip mesela, narenciye konusunu
konuşan milletvekilinize rastlamıyorum; köylere gidip
buğday meselesini tartışana rastlamıyorum, köylere
gidip fındık üreticisiyle tartışan milletvekilinize
rastlamıyorum. Ama, burada geniş bir Grubunuz var, birbirinizin
moralini düzelterek "biz çok iyi gidiyoruz" diye
Maşallah,
bir de gelenek yerleştirdiniz, grup toplantı salonunu stadyuma
çevirdiniz. Başbakana müthiş alkışlar, kıyametler,
bindirilmiş kıtalar
Onlar da herhâlde herkesin moralini
düzeltiyor. Ooo, müthiş; aldı başını gidiyor.
Değerli arkadaşlarım,
her parti, bırakınız grup toplantısını,
spor salonlarını dolduracak kadar dinleyici
Dikkat edin,
hiç, yüzde yarım oy alan partilerin bile gidiniz kurultaylarına,
müthiş kalabalık olur. Onun için, hazır toplanmış
kalabalıklar sizi yanıltmasın. Esas, sandık önümüze
geldiğinde hep beraber sonuçları göreceğiz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Sayın Başbakan dün grupta bir konuşma yaptı, bu vergi
iadesini kaldırıp onun yerine asgari geçim indirimini
getiren -geçenlerde burada kabul ettiğimiz- kanunla ilgili
müthiş güzel şeyler söyledi.
Şimdi, bunu dinleyen insanlar
Mesela, 2007 yılında vergi iadesi alacak mı ücretliler
diye kanuna bakıyoruz. Diyor ki: "Ücretlilere vergi iadesiyle
ilgili kanun 1/1/2007'den itibaren yürürlükten kalkmıştır."
Tamam, 2007 yılında ücretlilere vergi iadesi yapılmayacağını
orada görüyoruz, buradan geçti. Peki diyoruz, yerine ne geldi? Asgari
geçim indirimi geldi. Acaba diyoruz, 2007 yılında ücretliler
asgari geçim indiriminden yararlanacak mı? Yine kanuna bakıyoruz,
diyor ki: "Asgari geçim indirimi uygulamasına
1/1/2008'den itibaren başlanır."
Yani, değerli arkadaşlarım,
2007 yılında ücretliler ne vergi iadesi alacaklar ne de asgari
geçim indiriminden yararlanacaklar. Yani, 2007 yılında
ücretlilerin vergi iadesi güme gitmektedir ve yeni getirilen asgari
geçim indiriminden ücretliler yararlanamamaktadır.
Burada önerge vermiştik, hiç
yoksa asgari geçim indirimini 1/1/2007'den itibaren başlatalım
diye, o vesileyle de konuşmuştum, gene sizin oylarınızla
reddedilmişti. Sayın Başbakan, mesela, bundan hiç bahsetmiyor.
Diyor ki: "Herkes evlensin, daha çok asgari geçim indirimden yararlansın;
daha çok çocuk yapsın, asgari geçim indiriminden yararlansın."
Tabii, evlenecekleri eşlerinin de işinin olmaması
lazım, bir avantaj sağlayacaksa çalışmayan
eş. Ee, zaten, Allah'a şükür, AKP döneminde kadınların
iş gücüne katılma oranı hızlı bir şekilde
düşmüştür. Bugün, yarın kutlayacağımız
Kadınlar Günü nedeniyle burada rakamlar da açıklandı.
Gerçekten, AKP döneminde kadınların iş gücüne katılma
oranı, yani, kadınların çalışmak isteyenler
ve çalışanların oranı hızla azalmaktadır.
O nedenle de Sayın Başbakan onlara çözümünü bulmuş,
diyor ki: "Gidiniz, işi olmayan, hiçbir yerde çalışamayacak,
çalışmayacak kimselerle evleniniz, biraz daha az vergi
ödeyiniz." Yılda 100-150 milyon lira daha fazla vergi avantajı
sağlamak için acaba insanlar evlenir mi? Bir koltuk herhâlde
200-250 milyondur. Yani, Sayın Başbakan, o evleneceklere
bir de şöyle kredi filan vereceğini vaat etse evliliği
teşvik etmesinin bir anlamı olabilir.
Şimdi, bu konular gene burada
anlatıldı, Sayın Başbakan da anlattı, Plan ve
Bütçe Komisyonunda da konuştuk. İşte, evinde erişte
yapan hanımlar, belediyenin gösterdiği yerlerde o
erişteleri falan satarlarsa, vergi vermeyecekler. Bu da büyük
bir -kadınlara dönük- politika olarak anlatılıyor.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu, "esnaf muafiyeti" dediğimiz, küçük esnaftan
vergi alınmaması meselesi. Siz, hangi esnaftan, küçük esnaftan,
seyyar esnaftan ne kadar vergi alınıyor ki, şimdi
"ona biz muafiyet tanıdık" diye bunu büyük bir reklam
şeklinde sunuyorsunuz? Nedense, Sayın Başbakan, bu konularda
çok eksik bilgilendiriliyor, yanlış bilgilendiriliyor
ve kendisini de hemen böyle kaptırıyor.
Geçenlerde, 2006 yılı bütçe
sonuçlarını -herhâlde, ben hiç hatırlamıyorum herhangi
bir başbakanın bütçe sonuçlarını açıklamasını-
"Otuz Yılın Performansı" diye açıkladılar.
Ben de "Otuz Yılın Palavrası" diye bir basın
toplantısı yaptım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) -
Şimdi, 2006 yılında 4 katrilyon açık vermişti.
Böyle açıkladı Sayın Başbakan, "büyük bir performans"
olarak. Ben, rakam rakam basın toplantısında da
açıkladım, hiç kimseden de bir cevap gelmedi. 17 katrilyon
liradır değerli arkadaşlarım, 2006 yılının
açığı 17 katrilyon liradır. Onun için Başbakanın
bunu 4 katrilyon lira gibi göstermesi aldığı yanlış
bilgiye dayanmaktadır. Bir şeyi halının altından
bir yere doğru süpürürsünüz, ama sonunda bir yerden çıkar.
Nitekim, 2007 yılı Ocak bütçe sonuçları da 6 katrilyon
açık olarak ortaya çıktı. Peki, Ocak 2006 sonuçlarını
ne Maliye Bakanı ne Başbakanın bir basın toplantısı
yaptığına ben tanık olmadım. Böyle bir, Maliye
Bakanlığının basın açıklaması
şeklinde duyuruldu, çünkü, orada büyük başarısızlık
var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - 2006
yılında kamufle edilmişti açıklar, gizlenmişti,
şimdi onlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
O bakımdan, konuştuğumuz
konular rakama dayalı konular, konuştuğumuz konular
birbirimizi aldatmamamız gereken konular. Rakamları,
bilgileri doğru verelim. Yorum yaparken, herkes bir ucundan,
farklı bir şekilde değerlendirebilir, ama, artık
biz Maliye Bakanlığının açıkladığı
bütçe rakamlarına güvenmek istiyoruz, artık biz Türkiye
İstatistik Kurumunun açıkladığı verilere,
bilgilere güvenmek istiyoruz. Ama, buralarda bir oynama, kamuflaj,
güzelleştirme yapıldığı zaman Türkiye'de
doğru değerlendirme yapma imkânı kalmaz. Bu da hepimiz
için çok kötü olur, çok yanlış değerlendirmeler yaparız.
BAŞKAN - Sayın Özyürek,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
O bakımdan, biz, devlet kurumlarının,
Maliye Bakanlığının, Planlamanın ve Türkiye
İstatistik Kurumunun açıkladığı rakamların
doğru olmasını istiyoruz, bunlara güvenmek istiyoruz.
Bu noktadaki kamuflajları, bu noktadaki çarpıtmaları
büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz.
Bu vesileyle, yüce Meclise saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özyürek.
Sayın milletvekilleri, birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.09
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.21
BAŞKAN:
Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72'nci Birleşimi'nin Beşinci
Oturumu'nu açıyorum.
1347 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Hükûmet ve Komisyon yerinde.
Şimdi, tasarının tümü
üzerinde, şahsı adına söz isteyen Kocaeli Milletvekili
Sayın Muzaffer Baştopçu.
Buyurun efendim.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Vazgeçtim.
BAŞKAN - Edirne Milletvekili
Sayın Necdet Budak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
1347 sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı
Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz
almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Aslında söz almayı düşünmüyordum,
ancak, Edirne milletvekili olarak, özellikle dört tane sınır
kapısı olan Edirne'yi sınır ticareti bakımından
çok yakından ilgilendirdiği için söz aldım. Edirne'de,
özellikle Yunanistan'a, Bulgaristan'a kendi iş adamlarımızın,
giriş çıkışlarda bu harcın yüksek olması
nedeniyle, Edirne milletvekillerimize, Maliye Bakanımıza
ve gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanımıza bu konuda çok
yoğun bir talepleri olmuştu. Bu taleplerin diğer
sınır illerindeki milletvekillerimizin de katkısıyla
birlikte değerlendirilip, bir yasa taslağı hâline gelip,
bu olayın çözülmesinden dolayı bir sınır ili milletvekili
olarak memnuniyetimi dile getirmek istiyorum.
Özellikle, bizim Edirne'de, geçtiğimiz
yıllarda açılan, 2004 yılında açılan Hamzabeyli
Sınır Kapısı da, yine kara ve deniz aracılığıyla
yük taşıyan araçların mürettebatından yine harç
alınmaması bakımından da yine ayrı bir önem
arz ediyor. Tabii, burada konuşmacılar da dile getirdiler,
2 Mersin milletvekilimiz. Burada bizim gruptan da Mersin milletvekillerimiz,
özellikle Anamur ve Bozyazı'dan gelen AK Parti ilçe teşkilatlarının
bu akşam milletvekillerine ikram ettiği Anamur muzuyla
ilgili teşekkür etmemi istediler. Bu arada, onu da Mersin milletvekillerimiz
adına gerçekleştiriyorum.
Tabii, 70 milyondan 15 milyona gelmesi,
hatta kaldırılması çok güzel bir şey, ancak, 78
yılından bu yana kadar uygulanan bir uygulama. Tabii, bugüne
kadar, biraz önceki muhalefet partisi milletvekillerinin de konuşmalarında
dile getirdikleri gibi, aslında, çağdaş, sosyal devlet
anlayışı bakımından bu vergiyi dikkate aldığımızda,
dünyada olduğu gibi, hiç olmamasını arzu ederiz. Uzun
yıllardır, 70 milyon, hatta 50 dolar uygulamasının
en azından 15 milyona çekilmesi gerçekten sevindirici. Ben, gönül
ister ki diyorum, millî gelir 2.500 dolardan 5 bin dolara, 10 bin dolara
gelir ve 10 bin dolara geldiğinde
özellikle millî gelir arttıkça, Türkiye zenginleştikçe, yine
Türkiye'nin kasalarının delikleri kapandıkça bu tür
vergilerin yavaş yavaş önümüzdeki dönemlerde tamamen kalkacağını
düşünüyorum. Bunun basamak basamak olacağı inancındayım.
Ayrıca, şunu da söylemek
gerekiyor: Başbakanımızdan bile bu verginin alınması
çok önemli. Çünkü, 100 kişiden 11'i bunu ödüyormuş ve burada
Hükûmetimizin politikası tabana yaymak ve bu tabana yayarak
bir eşitlik, kanunlar önünde herkesin eşit bir şekilde
faydalanmasını sağlamak. Örneğin, yapılan
hesaplara göre, aynı çıkışla 8 milyon 250 bin kişiden
15 YTL aldığımızda 123 milyon yapar ki, şu andaki
alınan 79 milyon YTL. Bu bakımdan da önemli.
Yine, bir başka önemi, sosyal
adalet anlayışı bakımından
Buradan gelen paranın
Toplu Konut İdaresi tarafından ihtiyaç sahiplerine ev kazandırmak
adına, yılda yaklaşık 4 bin kişiye, bir anlamda
ekmek vermek demek. Ev demek, çünkü,
ekmek demek. Bu anlamda, bu faydanın da önemli olduğunu düşünüyorum.
Yine, kendi ilimden örnek verecek
olursam. İpsala'da, Keşan'da, Edirne'de, Yenimuhacir'de,
Uzunköprü'de sosyal anlamda ihtiyacı olan fakirlere, yoksul
kent projeleriyle, fakir kent projeleriyle, toplu konut çalışmalarıyla
hizmet verilmesi, buradan gelen paralarla sağlanıyor.
O nedenle, ben, bu yasanın, ülkemiz
için gerekli, faydalı bir yasa olduğunu görüyorum. Zaten
bütün iktidar-muhalefet de bu anlamda anlaşmış durumda.
Türkiye'nin millî geliri arttıkça vergilerdeki yük azalacak.
Bunun da topluma sosyal anlamda çok büyük faydalar getireceğini
düşünüyorum.
Ben, daha fazla vaktinizi almamak
için, Edirneliler adına, sınır ilimizin talepleri
doğrultusunda gerçekleşen bu tasarının ülkemize
hayırlı olmasını diliyorum. Saygı ve sevgilerimi
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Budak.
Şimdi, soru-cevap kısmına
geçiyoruz.
Efendim, Sayın Tütüncü, buyurun.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla
Sayın Bakana bazı sorular yöneltmek istiyorum.
Birincisi: Yurt dışına
çıkış harcı, ki, bunu biz "kelle vergisi"
olarak niteliyoruz. Bu kelle vergisi dünyada hangi ülkede uygulanıyor?
Birinci sorum bu.
İkincisi: Dört buçuk yıldan
bu yana bu kelle vergisi alınıyor, dokuza beş kala, yani
iktidarınızın sonunda böyle bir düzenleme yapmaya
neden gerek gördünüz?
Üçüncü sorum ise, mevcut uygulamanın
70-75 trilyon liralık bir gelir getirdiğini, yeni düzenlemenin
ise daha fazla bir gelir sağlayacağını, az önce
AKP'den bir sözcü arkadaşımız ifade etti. Gerçek gelir,
bu uygulamadan sonra ne kadar tahmin edilmektedir? Daha iyi anlaşılması
için yineliyorum Sayın Başkan, izin verirseniz: Şu andaki
mevcut uygulamada ne kadar gelir vardır ve yasa değişikliğinden
sonra gelir artışı ne kadar beklenmektedir?
Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Bakanım, çıkış harcı ne zamandan beri alınmaktadır?
Yıllık ortalaması ne kadardır? Başlangıç
tarihi nedir? Miktar ne kadardır? Şu anki yasayla 15 YTL'ye
düşürülüyor; buradan elde edilen gelir nereye aktarılacak?
Bugüne kadar elde edilen gelir nereye aktarılıyordu? En
önemlisi, bugünden itibaren, tasarının yasalaşmasından
itibaren hangi fona aktarılacak?
Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Buyurun Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım. Soru soran değerli Tütüncü'ye
ve Sayın Işık'a da çok teşekkür ediyorum.
Sayın Işık'ın sorusunu
cevaplamak istiyorum öncelikle. 2001 yılında malum uygulama
başlamış bulunmaktadır. Son iki yılda, 2005
yılında 79,5 milyon YTL yahut da 79,5 trilyon, 2006 yılında
da 94,7 milyon YTL yurt dışı çıkış harcı
tahsilatı gerçekleştirilmiştir. Bu son iki yılda
gerçekleştirilen bu tahsilat, doğrudan doğruya TOKİ'ye
devredilmiştir. Gelir durumu düşük vatandaşlarımızın
konut sahibi olmasına yardımcı olmak amacıyla,
iki yılın, 2005 ve 2006
yılının tahsilatları TOKİ'ye devredilmiş
ve orada kullanılması öngörülmüştür.
Şimdi, Sayın Tütüncü'nün
sorusuna buradan geçmek istiyorum. 2006 yılında 94,7 milyon
YTL
Yüzde 10'luk bir artış öngörülmektedir, yani, 100 milyon
YTL'yi geçecek bir tahsilat öngörülmektedir.
"Başka ülkelerde örneği
var mı?" Başka ülkelerde tam bizimkine benzer bir örnek
olmayabilir, ama, çoğu ülkede de havaalanlarında buna
benzer harçlar alındığı malumdur.
Burada, tabii, "Neden son dakikada
bu kanunu çıkarma ihtiyacı duyuldu?" Hayır, daha
yasama faaliyetlerimiz devam ediyor. Meclisimiz, son dakikaya kadar
elbette yasama görevini yapma hassasiyeti içerisinde olacak. Burada
vatandaşlarımızın lehine bir durum söz konusu.
Konuşmacılar da ifade ettiler, 70 YTL olan yurt dışı
harcı 15 YTL'ye indirilmektedir. Ayrıca, yirmi üç muafiyet
kaldırılmakta birkaç istisna dışında, herkes
bu genel uygulamaya tabi olacaktır. İşin bürokrasisi
de son derece hafifletilmektedir. Bilet ve makbuz suretiyle de bu
harçların tahsilatı daha kolaylaştırılacak,
vatandaşa daha kolaylık sağlanacaktır.
Evet, teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YURT
DIŞINA ÇIKIŞ HARCI HAKKINDA KANUN İLE ÇEŞİTLİ
KANUNLARDA
DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI
Yurt dışına çıkış
harcı
MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti
pasaportu ile yurt dışına çıkış yapanlardan
çıkış başına 15 YTL harç alınır.
(2) Yurt dışına
çıkış harcının mükellefi, yurt dışına
çıkış yapan kişilerdir.
(3) Çıkış tarihi itibarıyla
son bir yılda altı aydan fazla yurt dışında ikamet
edenler ve 7 yaşını doldurmamış olanlar ile
yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara, deniz, hava
ve demiryolu toplu taşıma ve yük taşıma araçlarının
mürettebatından yurt dışına çıkış
harcı alınmaz.
(4) Yurt dışına
çıkış harcı; kara, deniz, hava ve demiryolu toplu
taşıma araçları ile gerçekleştirilen çıkışlarda
biletin düzenlendiği anda ve bilet üzerinde ayrıca gösterilmek
suretiyle bileti düzenleyenler tarafından tahsil edilir.
Harç tahsilatını yapan gerçek ya da tüzel kişiler bu
şekilde tahsil ettikleri harcı, gelir veya kurumlar vergisi
bakımından bağlı oldukları vergi dairesine
bir beyanname ile bildirmek ve beyanname verme süresini takip eden
üç gün içinde ödemekle yükümlüdürler. Beyannameler, her ayın
bir ila onbeşinci ve onaltı ila sonuncu günlerine ait iki dönem
için ayrı ayrı düzenlenir ve her ayın onbeşinci ve
sonuncu gününü takip eden yedi gün içinde ilgili vergi dairesine
verilir.
(5) Yurt dışında düzenlenen
biletlere ilişkin vergi sorumluluğu, taşımayı
yapan firmalara aittir.
(6) Biletin çıkış yapılmadan
önce iptal edilmesi durumunda, tahsil edilen harç iade edilir.
(7) Bilet düzenlenmeyen durumlarda
harç, makbuz mukabili tahsil edilir.
(8) Bu Kanun hükümlerine göre ödenen
harç, katma değer vergisi matrahının hesabında
dikkate alınmaz.
(9) Gelir İdaresi Başkanlığı;
harca tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden
sorumlu tutmaya, harca ilişkin beyan dönemlerini, tahsilat tutarına
bağlı olarak, aylık ya da üçer aylık dönemler itibarıyla
tespit etmeye, harcın iadesine ve makbuz mukabili tahsiline
ilişkin usul ve esaslar ile bu maddenin uygulanmasına
ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi, partim adına saygıyla selamlıyorum.
Aslında bu madde üzerinde konuşmak
arzum, konuşmak talebim söz konusu değildi, ama, iktidar
partisi sözcülerinin burada dile getirdikleri görüşler
doğrultusunda mutlak surette bazı hususları açıklığa
kavuşturmak ve özellikle de sizi halka şikâyet etmek üzere
buradayım. Sizi halka şikâyet etmek üzere buradayım,
niçin? Ben söylemiyorum, iktidar partisi sözcüsü Sayın Budak
söyledi: "Bu yeni düzenlemeyle, eskiden 75 milyon topluyorduk,
şimdi 125 milyon toplar hâle geldik." İnsafınız
kurusun desem yeri. Bir taraftan işsizlik, bir taraftan gelir
dağılımı adaletsizliği, bir taraftan 17 milyon
sayısına varan yeşil kart, bir taraftan dağıtılan
kömür, bir taraftan dağıtılan erzak -halkımız
bunlara muhtaç- bir taraftan da eskiden 75 milyon toplarken, şimdi
125 milyon lira toplamaya yönelik bir vergi düzenlemesi. Bu mu adalet?
Bu mu "Adalet ve Kalkınma"nın içindeki adalet anlayışınız?
Ayrıca, iktidar partisi sözcüleri şunu ifade ediyor:
"Kişi başına gelir 2.500 dolardan 5 bin dolara, 5
bin dolardan da 10 bin dolara çıkınca bu vergiler yavaş
yavaş kalkacak." Bu vergilerin özü ve esası nedir, öncelikle
ona bakalım.
Benden önce konuşan gerek Anavatan
Partisi ve gerekse de CHP sözcüsü ifade etti, bu vergi, yurt dışına
çıkış harcı veya yurt dışına çıkış
vergisi adı altında zaman zaman uygulanan bu verginin esası,
ekonomik kriz dönemlerinde döviz krizine, dış ödeme güçlüğüne
düşen ülkenin yurt dışına döviz çıkışlarını
kısıtlamak ve sınırlandırmak ve bir de yurt
dışına çıkan varlıklı kişilerden gelir
elde etmek üzere düzenlediği ve uyguladığı bir
vergi.
İlk uygulamaya konduğu
yıl 78'den bu yana Türkiye'de zenginleşme apaçık ve bariz,
ortada. 78'den bu yana bu verginin kaldırılması gerekirken,
sizin iktidarınız sayesinde bu vergi giderek yaygınlaştırılıyor.
Eskiden vergi mükellefi olmayan kişi de artık vergi mükellefi
konumuna getiriliyor. Bu mu vergi adaleti?
Zaten, halkımız dünyada
düşük gelir gruplarından. En yüksek düzeyde vergi alan ülkelerin
başında geliyoruz. Bu yetmiyormuş gibi bir de Almanya'daki
oğlunun, kızının, torununun hasretiyle yaşayan
ve Almanya'ya hasbelkader bir seyahat imkânı bulan kişiden
siz tutup 15 YTL de ilave bir vergi alacaksınız.
Hani ülke zenginleşiyordu
sizin sayenizde! 2.500 dolardan, kişi başına gelir, 5
bin dolara çıkmıştı! Hani ekonomik kriz giderek
Türkiye'den uzaklaşıyordu! Öyleyse, kriz dönemlerinde konan
bu vergiyi siz niçin hâlâ yaygınlaştırmak ve halkın
cebinden aldığınız parayı 75'ten 125'e çıkaracak
bir uygulamayı niçin getiriyorsunuz? Bırakınız
olduğu yerde kalsın, 75 milyon lira ödemeye devam etsin.
Siz, yetmiyormuş gibi bu 75
milyon lira, varlıklı kişilerin ödediği bu 75 milyon
lirayı görev gereği yurt dışına çıkan memurdan
da alacaksınız, tedavi için yurt dışına gidecek
hastadan da alacaksınız. Velhasıl "kelle vergisi"
adı altındaki bu vergiyi, "ödeme gücü var mı yok
mu"suna bakmadan her önünüze gelenden bunu alacaksınız.
Üstelik de bu verginin sorumlusu
kim? Yurt dışına seyahati düzenleyen, yurt dışına
seyahate aracılık eden acenteler, bilet kesenler. Siz, devlete
gelir olsun diye topladığınız bu verginin, iki üç
aylık -muhtemelen- dönemler hâlinde maliyeye ödenmesini
sağlayacaksınız ve bu iki üç aylık dönem içerisinde
de mutlak surette bunların finansmanını sağlayacak.
Bunları dile getirmeyelim mi, bu yanlışları?
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Getirdin, tamam, Allah razı olsun!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Bu halk, vergi ödemekten bıktı. Maliye Bakanı, kalkıp
her konuşmasında diyor ki: "Biz, vergi tahsilatını
artırdık." Bugüne kadar, dünyanın hiçbir ülkesinde,
vergi tahsilatını, vergi gelirlerini artırdığını,
giderek vergileri ağırlaştırdığını,
üzerine basa basa, bir hünermiş gibi, iftihar ederek söyleyen
bir Maliye Bakanı sadece bizde var.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Baskı
ve tehditle alıyorlar zaten.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Yeter artık, bu milletin vergi diye
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Vergiler azaldı.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
yurt dışına çıkış vergisi adı altında,
katma değer vergisi adı altında vergiler, neresi azaldı?
Bulgurdan hâlâ yüzde 8 katma değer vergisi alıyorsunuz.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- İlaçta kaç?
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Allah'tan korkun, bulguru kim yiyor? Madem düşüreceksiniz, madem
vergileri indiriyorsunuz, indirin bakalım şu bulgurdaki
KDV'yi yüzde 1'e, fakir fukara sevinsin.
NİYAZİ PAKYÜREK (Bursa)
- Bir dahaki sefere.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
1 milyon liraya aldığı bulguru 900 bine alır hâle
gelsin.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) - Gelecek
Gelecek
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Alnınızı karışlarım sizin, ama, yapamazsınız.
Sizin literatürünüzde, sizin lügatinizde, fakire katkı yapacak
herhangi bir uygulama söz konusu değil. Sadece ne yaparsınız
biliyor musunuz, kurumlar vergisini, üçte 1 oranında, yüzde
30 oranında indirirsiniz. Kime yarar bu? Hariri'ye yarar.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Zengine
ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir)
- Ofer'e yarar, Ofer'e!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Telekom'u sattınız, arkasından, Hariri'ye yılda
500 milyon YTL ilave gelir imkânı sağlayacak kurumlar vergisi
düzenlemesi yaptınız. Ben mi yaptım bunu, muhalefet
mi yaptı, muhalefetin teklifi üzerine mi yaptınız?
Ama, Hariri'ye, sen al Türk Telekom'u, biz sana nasıl olsa vergi
indirimini uygulayacağız iki ay sonra dediniz ve Hariri'nin
ödediği, Telekom'a ödediği paranın tamamını,
her yıl 500 milyon lira ona yeni ilave gelir imkânı sağlayarak
on senede amorti etme imkânı sağladınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Ev telefonlarına
zam yaptılar zaten.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
Telekom'dan söz açılmışken, söyleyecek o kadar çok
şey var ki! Sabit ücret meselesi. Yurt içi, yurt dışı
telefon görüşmelerinin aynı fiyata indirilmesi. Güya
siz ne yaptınız? Özelleştirdiniz, rekabete açık
hâle getirdiniz; satın alan yabancılar da Türk milletinin
cebinden her seferinde biraz daha almak, biraz daha kaçırmak
noktasında birbirleriyle yarışır hâle geldiler.
Bu mu sizin adaletiniz? Bu mu sizin öğrenegeldiğiniz? Adil
düzenden öğrendiğiniz adalet anlayışı bu mu?
Sayın Erbakan Hoca'nın sizin
bu uygulamalarınızı gördükçe içi cız ediyordur,
size siyaset noktasında, nasıl olup da bu icazeti verdiği
noktasında herhâlde pişmanlık duyuyordur.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Anavatan Partisinin koyduğu vergileri AK Parti indiriyor.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
O bakımdan, öncelikle, adil olmak noktasında, toplumun her
kesimine adaletle yaklaşmak noktasındaki ilkeden ve prensipten
taviz vermeyiniz. Aksi takdirde, bu milletin geçmiş iktidarlara
yaptığı gibi size de vuracağı şamar, sizin
feleğinizin şaşmasına yeterli olacaktır.
Geçmiş iktidarlara verilen dersten yeteri kadar ders çıkarmayanlar
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Şamarı vurdun, yeter!
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) -
geçmiş iktidarlardan daha kötü, daha rezil duruma düşmeye
müstahaktır der, hepinize saygılar sunarım. (Anavatan
Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Abuşoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1347 sıra
sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı
Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; özellikle son zamanlarda AKP Hükûmetinin hazırlayarak
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu tasarıların
genel gerekçelerini okumanın bile, gündemde neyin tartışılacağını
ve sonuca bağlanarak kanunlaşacağını bilmek
açısından son derece öğretici olduğunu düşünüyorum.
Zira, AKP Hükûmetinin halka rağmen sürdürdüğü politikaların
tek tek kanunlar bazında somutlaştığı ve
mızrağın çuvala sığmadığı yerler,
genellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmekte olan
tasarıların genel gerekçeleri olmaktadır.
İşte, üzerinde konuşmakta olduğumuz Yurt Dışına
Çıkış Harcı Hakkında Yasa Tasarısı
da bunlardan birisi durumundadır.
Sayın Başkanım, konuşmam
mı gerekiyor, dinlemem mi gerekiyor acaba?
BAŞKAN - Sayın Sağ,
siz Genel Kurula hitap edin.
Arkadaşlar, Sayın Hatibi
dinleyelim. Doğru, Genel Kurulda uğultu var.
KEMAL SAĞ (Devamla) - Genelde
konuşmacıları dinleseler belki bazı şeyleri
öğrenme şansını yakalayacaklar, ama, dinlememekte
ısrar ediyorlar.
Yurt dışına çıkış
harcı hakkında Hükûmet tarafından hazırlanan bu kanun
tasarısının kanunlaşması hâlinde, 70 YTL olan
yurt dışı çıkış harcı 15 YTL'ye indirilmiş
olacaktır. Bildiğiniz gibi, yurt dışına
çıkış harcının tarihi 70'lere kadar uzanır.
O yıllarda, dış seyahat harcamaları vergisi uygulanmaktaydı.
80'li yıllarda bu vergi kaldırıldı ve yerine Toplu
Konut Fonu getirildi. 2001 yılına kadar devam eden bu uygulama,
yurt dışına çıkış harcı uygulamasıyla
son buldu. Hâlihazırda, yurt dışına çıkış
harcı, yurt dışına çıkış kapılarında
bulunan gümrük saymanlıklarınca, saymanlık bulunmayan
yerlerde ise Emniyet Genel Müdürlüğü mensuplarınca, sayman
mutemetleri adına tahsil edilmektedir. Mevcut uygulamada,
yurt dışına çıkış harcından muaf tutulacak
olanlar Bakanlar Kurulunca belirlenmektedir. Başlangıçta
on beş konuda muafiyet düşünülmüş iken, bugün bu muafiyet
sayısı yirmi üçe çıkarılmıştır. Son
üç yılın verileri incelendiğinde, pasaportla yurt
dışına çıkış yapanlardan yaklaşık
olarak 2003 yılında yüzde 15'inin, 2004 yılında yüzde
13'ünün ve 2005 yılında yüzde 14'ünün bu harcı ödediği,
yurt dışına çıkan insanların ortalama yüzde
85'inin ise bu harcı ödemediği görülmektedir.
Harç tutarının nispeten
yüksek belirlenmiş olması, ödeme prosedüründe yaşanan
sorunlar ile muafiyet uygulaması ve bürokratik işlemler
dolayısıyla yaşanan olumsuzluklar, yasanın gözden
geçirilmesi ve yeni düzenleme yapılmasını şart
kılmıştır. Bu düzenlemeyle, Türkiye Cumhuriyeti
pasaportu taşıyan ve yurt dışına çıkış
yapanlar söz konusu harcın mükellefi olacaklar ve yurt dışına
her çıkış için 15 YTL ödeyeceklerdir. Yurt dışına
çıkanlar bu harcın mükellefi olacaktır. Çıkış
tarihi itibarıyla son bir yılda altı aydan fazla yurt
dışında ikamet edenler ve yedi yaşını doldurmamış
olanlar ile yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara,
deniz, hava ve demir yolu toplu taşıma ve yük taşıma
araçlarının mürettebatından bu harç alınmayacaktır.
Yurt dışına çıkış
harcı, kara, deniz, hava ve demir yolu toplu taşıma
araçlarıyla gerçekleştirilen çıkışlarda biletin
düzenlendiği anda ve bilet üzerinde ayrıca gösterilmek
üzere bileti düzenleyenler tarafından tahsil edilecektir.
Tahsilatlar, beyannameyle, bağlı bulunulan vergi dairesine
beyan edilip ödenecektir. Yurt dışına görevli olarak
çıkan kamu görevlilerine ise bu harç devlet tarafından ödenecek.
"Alınmayacak." deniliyor ama, aslında alınacak,
ama, devlet tarafından tekrar ödenecektir.
Bu hususlar eski ve yeni düzenlemelerin
mukayesesiyle ortaya çıkan sonuçlardır. Ama, genel gerekçe
ile madde gerekçesinin karşılaştırılarak daha
yakından bakılması hâlinde, aslında, bu düzenlemenin
harç tutarının indirilmesi yoluyla harç ödemek durumunda
olan yurttaşlarımız lehine bir hüküm içeriyor gibi görünmesine
rağmen, muafiyet sınırlarının ciddi biçimde
daraltılarak harç gelirlerinin artırılmasını
hedeflediği açıktır. Hükûmet bu düzenleme ile uygulamanın
dışında bıraktığı kimi yurttaşları
bir başka düzenleme ile uygulama kapsamına almaktadır,
hepsi bu.
Oysa, gönül isterdi ki, Avrupa
Birliğine tam üyelik yolunda ilerleyen ülkemiz, Birlik üyesi
ülkelerle aynı doğrultuda bir düzenleme yaparak kendi
yurttaşlarından bu harcı tahsil etmesin. Yine, gönül
isterdi ki, Anayasa'mızın 23'üncü maddesinde "Yerleşme
ve seyahat hürriyeti" başlığı ile düzenlenmiş
olan ve sadece vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması
veya kovuşturması sebebiyle hiçbir şekilde sınırlanmayacağı
belirtilen vatandaşın yurt dışına çıkma
hürriyetinin mali sebeple de olsa sınırlanamayacağı
bir düzenleme yapılsın ve gönül isterdi ki, Batılı
ülke yurttaşlarından uygar ve modern bir yaşamı
görme ve isteme bakımından hiçbir eksiği olmayan Türkiye
Cumhuriyeti'nin saygın yurttaşları, sadece yurt
dışına çıkıyor ve bu isteklerine uygun bir seyahat
tercihinde bulunuyor diye harca tabi bir mükellef -tabir biraz kaba,
ama, mazur görürseniz- "yolunacak kaz" gibi değerlendirilmesin.
Yani, gönül isterdi ki, artık bu harçlar tamamen kaldırılsın
ve vatandaşımız bu eziyetten kurtulsun.
Peki, siz ne diyordunuz? "Ekonomi
her yönden iyi durumda" demiyor muydunuz? "Millî gelir
şöyle arttı, enflasyon şöyle düştü, gayrisafi
millî hasıla şöyle arttı" demiyor muydunuz?
"Bütçe artık açık değil fazla veriyor" demiyor
muydunuz? Vatandaş, hangi sözünüze inanacağını
şaşırıyor doğrusu. Eğer, bu sözleriniz
doğruysa, yurt dışı harcını neden tamamen
kaldırmıyorsunuz? Eğer, sözleriniz doğru değilse,
bu harcın miktarını neden azaltıyorsunuz, söyler
misiniz?
SERACETTİN KARAYAĞIZ
(Muş) - Kaldırsak ona da itiraz edeceksiniz.
KEMAL SAĞ (Devamla) - İzahatı
siz yapın beyefendi.
Son bir soruyla konuşmamı
tamamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
harç zamanında neden 70 YTL olarak alınıyordu ve
şimdi neden 15 YTL? Neden 25 değil de, 15 veya başka bir
rakam değil? Acaba, bu rakamı neye göre hesap ettiniz, ben
merak ediyorum doğrusu. (AK Parti sıralarından gürültüler)
70 dolar alan biz değiliz beyefendi.
İnşallah gelirsek, ne alacağımızı görürsünüz.
Sözlerimi tamamlarken, AKP Hükûmetinin
mükellef yaptığı bireylerin, yine ve yeniden Türkiye
Cumhuriyeti'nin saygın yurttaşları olduğunu hatırladığı
yarınlar temenni ederken, tüm kadınlarımızın
yarınki Kadınlar Günü'nü en içten dileklerimle kutluyor,
onlara mutluluk ve esenlikler diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz
Sayın Sağ.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler.. Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, çalışma
süremizin bitmesine çok az bir zaman kalmıştır. Bu nedenle, kanun tasarı ve tekliflerini
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Önerge vardı.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Madde
oylandı Sayın Başkan.
BAŞKAN - Madde kabul edildi yani,
önerge gelmedi bize.
Tekriri müzakere talebiniz olabilir,
çünkü ben oyladım. Bana gelmiş bir önerge yok.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, bu sizden bize
geldi.
BAŞKAN - Benden gelmedi.
Kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 8 Mart 2007 Perşembe günü,
alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
İyi geceler diliyorum.
Kapanma
Saati: 21.55