DÖNEM: 22 CİLT: 151 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
81inci
Birleşim
28 Mart 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMA
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
1.-
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, Hükûmetin 17 yeni üniversite
kurma kararına ilişkin gündem dışı konuşması
2.-
Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü
ve bağlı işletmelerde son günlerde yaşanan yönetim
sıkıntıları ile ormanların gelişmesi
sağlanırken orman köylülerinin yaşam standardını
ve kalitesini artırmanın önemine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe'nin cevabı
3.-
Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun, Arnavutluk
Mitrovica Belediye Meclisinin almış olduğu bir kararla
Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesine ilişkin gündem dışı
konuşması
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 22 milletvekilinin, Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/431)
C) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Libya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1237)
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
15.2.2007 Tarihli ve 5581 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1315) (S. Sayısı:
1361)
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
4.-
1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1331) (S.Sayısı
1371)
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve
Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/885) (S. Sayısı: 860)
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/1037) (S. Sayısı: 967)
7.-
Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8
Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbulda Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü
Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1222) (S. Sayısı:
1243)
8.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1233) (S. Sayısı:
1245)
9.-
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı:
1342)
10.-
17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(1/1301) (S. Sayısı: 1352)
11.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
VI. - OYLAMALAR
1.-
1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresinin oylaması
2.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve
Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısınının
oylaması
3.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısınının
oylaması
4.-
Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8
Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbulda Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü
Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısınının
oylaması
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısınının
oylaması
VII. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
İstanbul Milletvekili Ali Rıza GÜLÇİÇEK'in, yurt
dışında yaşayan vatandaşlara oy kullanma
imkânı sağlanmasına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/19999)
2.-
Isparta Milletvekili Mevlüt COŞKUNER'in, Isparta'daki hava
kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman PEPE'nin cevabı (7/20390)
3.-
Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Diyanet İşleri
Başkanlığınca bastırılan bir kitaptaki
bir makaleye ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet AYDIN'ın
cevabı (7/20419)
4.-
Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA'nın, Muğla-Fethiye'de
düşünülen deniz dolgusuna ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/20857)
5.-
İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, devredilen
Etibank'ın yönetim kurulu üyelerine,
TMSF'nin
uyguladığı ana para ve faiz indirimlerine,
Kral
TV'nin tanıtım kampanya harcamalarına,
İlişkin
soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/20861, 20862, 20863)
6.-
Yozgat Milletvekili Emin KOÇ'un, yurt dışına gönderilen
dinî yayınlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
AYDIN'ın cevabı (7/20903)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak beş oturum yaptı.
Çanakkale
Milletvekili İbrahim Köşdere'nin, Çanakkale Savaşı'nı
ziyaretçilere daha iyi ve daha bilinçli anlatmak amacıyla Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı'nda yapılan son değişikliklere,
Konya
Milletvekili Ahmet Işık'ın, Konya'daki göl, gölet, obruk,
baraj ve kuyu sularındaki su miktarının azalmasına
ve bu azalmaya küresel ısınma ile tarımsal sulamanın
etkisine,
İlişkin
gündem dışı konuşmalarına Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe cevap verdi.
İstanbul
Milletvekili Berhan Şimşek, son yıllardaki ekonomik
krizler ile büyük marketlerin şehir merkezlerine girmelerine
ve üretici firmaların bakkallara ayrı, süpermarketlere
ayrı fiyat uygulaması nedeniyle bakkal esnafının
sorunlarına ve Dünya Tiyatrolar Günü münasebetiyle, Devlet
Tiyatroları'ndaki sıkıntılara ilişkin gündem
dışı bir konuşma yaptı.
Manisa
Milletvekili Hasan Ören ve 21 milletvekilinin, Manisa-Turgutlu'da
gerçekleştirilecek bir madencilik faaliyetinin çevre üzerindeki
etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/430), Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve ön görüşmesinin,
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak'ın, Japonya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi,
Ankara
Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun, 3813 Sayılı
Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/192),
Şırnak
Milletvekili Mehmet Tatar'ın, Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin (2/613),
İç
Tüzük'ün 37'nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergeleri, yapılan görüşmelerden sonra;
Malatya
Milletvekilleri,
Ahmet
Münir Erkal ve 31 milletvekilinin, kayısı ürününün ekonomik
değerinin artırılması için alınması gereken
önlemlerin (10/99),
Muharrem
Kılıç ve 37 milletvekilinin, don olayları nedeniyle
kayısı üreticilerinin uğradığı zararların
(10/184),
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu ve 21 milletvekilinin, kayısı üreticilerinin
sorunlarının (10/384),
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu ve 47 milletvekilinin, kayısı üretimindeki
ekonomik değer kaybının ve kayısı üreticilerinin
sorunlarının (10/410),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergelerinin, birlikte yapılan ön görüşmelerinden sonra;
Kabul
edildiği açıklandı.
Kurulacak
komisyonun:
14
üyeden teşekkül etmesi,
Çalışma
süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimi
tarihinden başlamak üzere, üç ay olması,
Gerektiğinde
Ankara dışında da çalışması;
27/3/2007
tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 1371 sıra sayılı
1/3/2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Anayasa'nın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca
bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin, 48 saat
geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 3'üncü
sırasına alınmasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi,
Kabul
edildi.
Iğdır
Milletvekili Dursun Akdemir ve Isparta Milletvekili Mehmet Emin
Murat Bilgiç de, Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeler üzerinde birer açıklamada bulundular.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3'üncü
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askerî Alanda Eğitim,
Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/885) (S. Sayısı:
860),
4'üncü
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya
Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür,
Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair (1/1037) (S. Sayısı: 967),
5'inci
sırasında bulunan, Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun
29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da
Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası
Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında (1/1222)
(S. Sayısı: 1243),
6'ncı
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Uluslararası Telekomünikasyon Birliği Arasında
2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler Konferansının
Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi ve Finansmanına
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında (1/1233) (S. Sayısı: 1245),
7'nci
sırasında bulunan, Radyo ve Televizyonların Kuruluş
ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair (1/1300) (S. Sayısı: 1342),
8'inci
sırasında bulunan, 17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı
Türk Petrol (1/1301) (S. Sayısı: 1352),
Kanun
Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
9'uncu
sırasında bulunan, Emniyet Teşkilatı Uçuş
Hizmetleri Tazminat Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/437) (S. Sayısı: 1150) görüşmelerini
müteakiben elektronik cihazla yapılan açık oylamadan;
10'uncu
sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
İlk Nasıp İstihkakına İlişkin Kanunda
(1/1137) (S. Sayısı: 1080),
11'inci
sırasında bulunan, Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar
Kanununda (1/1213) (S. Sayısı: 1263),
Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları, yapılan
görüşmelerden sonra;
Kabul
edildi.
12'nci
sırasında bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir kez daha
görüşülmek üzere geri gönderilen 15/2/2007 Tarihli ve 5581 Sayılı
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın (1/1315)
(S. Sayısı: 1361) üzerindeki görüşmeler tamamlandı,
tümünün oylamasında Genel Kurulda karar yeter sayısı
bulunmadığı anlaşıldığından,
28
Mart 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat
14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.09'da son verildi.
Sadık
Yakut
Başkan
Vekili
Bayram Özçelik Yaşar Tüzün
Burdur
Bilecik
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Mehmet Daniş Harun Tüfekci
Çanakkale Konya
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
No.: 112
II. - GELEN
KÂĞITLAR
28 Mart 2007
Çarşamba
Rapor
1.-
9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın
89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/1265) (S. Sayısı: 1370) (Dağıtma tarihi:
28.3.2007) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergesi
1.-
İzmir Milletvekili Hakkı ÜLKÜ ve 22 Milletvekilinin, Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/431) (Başkanlığa geliş tarihi:
23/3/2007)
28 Mart 2007
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.03
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'ni açıyorum.
III. - YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için beş dakika süre
vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre
içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda
hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna
rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla, beş dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
17 yeni üniversite kurulması hakkında söz isteyen Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün'e aittir.
Buyurun Sayın Akgün.
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1.-
Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, Hükûmetin 17 yeni üniversite
kurma kararına ilişkin gündem dışı konuşması
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin yeni üniversiteler
kurma kararı konusunda gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Kıymetli arkadaşlarım,
her ile 1 üniversite anlayışıyla hareket eden Hükûmetimiz,
geçtiğimiz günlerde 17 adet yeni üniversite kurma kararını
açıklamıştır. Bu üniversiteler, altyapısını
büyük ölçüde tamamlayan Karaman, Ağrı, Sinop, Siirt, Nevşehir,
Karabük, Kilis, Çankırı, Artvin, Bilecik, Bitlis, Kırklareli,
Osmaniye, Bingöl, Muş, Mardin ve Batman illerinde kurulacaktır.
Bütün engelleme girişimlerine
rağmen, Hükûmetimizin önce 15, şimdi de 17 yeni üniversite
kurması, yıllardan beri yeni üniversite hayaliyle yanıp
tutuşan illerimizde büyük mutluluk ve heyecan meydana getirmiştir.
Kanun kapsamına giremeyen diğer illerimiz de -ki bunların
sayısı 9'dur- altyapıyı oluşturdukları
zaman, yeni AK Parti İktidarı döneminde üniversitelerine
kavuşmuş olacaklardır. Hükûmetimiz büyük bir cesaret
ve kararlılıkla, Anadolu'yu baştan başa üniversitelerle
donatmaktadır. Bu seferberliğe Mecliste destek veren, iktidarı
muhalefetiyle tüm milletvekillerimize teşekkür ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üniversiteler çağdaş bilim yuvalarıdır.
Dünyada gelişmiş ülke statüsüne girebilmek için her yarım
milyon nüfusa 1 üniversitenin düşmesi, nüfusun yüzde 30'unun
da yükseköğretim görmüş olması gerekmektedir. Halbuki,
Türkiye'de yükseköğretim görme oranı yüzde 19'dur. Nüfusumuzun
70 milyonun üzerinde olduğu düşünülecek olursa, ülkemizde
en az 140 üniversite bulunması gerekliliği ortaya
çıkmaktadır. Bırakınız gelişmiş ülkeleri,
nüfusu 50 milyon olan Ukrayna'da 300, 15 milyonluk Kazakistan'da ise
100'den fazla üniversite bulunmaktadır. Genç nüfusun yüksekliğine
baktığımız zaman, ülkemizde yükseköğretimdeki
okullaşma oranının düşüklüğü hemen göze çarpmaktadır.
Türkiye'nin daha fazla üniversiteye
ihtiyaç duyduğu kesin olmasına rağmen, bu konuda anayasal
göreve sahip olan YÖK, üzerine düşen görevleri bir türlü yapmamıştır.
YÖK, yükseköğretimin geleceğine yönelik hiçbir program
ortaya koymadan bu konuda kendisine iletilen her teklife karşı
çıkmıştır. Nitekim, bu tutum yüzünden 1992 yılında
kurulan 22 üniversiteden bu yana AK Parti İktidarına kadar
hiçbir yeni üniversite kurulamamıştır. YÖK, 15 üniversitenin
kurulması aşamasında da, 4 üniversite hariç, diğer
illere karşı durmuştur. Şimdi ise aynı YÖK, kurulmasına
karşı çıktığı üniversitelerin rektörlerini
atama telaşı içerisine girmiştir. 17 yeni üniversite
kurulması için çalışmalar başlatıldığında
Millî Eğitim Bakanlığımız YÖK'e görüş sormuş,
YÖK inceledikten sonra görüş bildirileceği gerekçesiyle
işin sürüncemede kalması için cevap bile vermemiştir.
Hükûmetimiz, bütün bu olumsuz tavırlara rağmen, kararlılıkla
kanun metni hazırlamıştır. Metin, Bakanlar Kurulunda
imzaya açılmış olup, önümüzdeki günlerde Meclisimize
kanun tasarısı hâlinde sunulacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
şüphesiz ki, bu yeni üniversiteler bir günde bir Harvard, bir Oxford
olacak değillerdir. Ancak, bu üniversitelerin hayata geçmesi
için bir yerden başlanılması gerekmekteydi. Bir yerden
başlamadan yeni ilim yuvaları kurmak mümkün değildir.
Kaldı ki, daha üniversite kararları çıkmadan hayırsever
halkımız üniversitenin harcına bir tuğla koymak
için sıraya girmiştir. Türk milleti, hayırda yarışan
bir millettir. "İlim Çin'de de olsa gidip alınız"
diyen ve bir harf okutanın kırk yıl kölesi olmaya aday
bir millettir. Bu açıdan bakıldığı zaman, üniversite
kurulacak illerimizin maddi ve manevi potansiyelleri bütün ihtiyaçlarını
giderecek seviyededir. Bugün ülkemizde 68'i devlet, 24'ü vakıf
olmak üzere 92 üniversite bulunmaktadır. Üniversitelerin bulundukları
ilin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatlarına yaptıkları
katkı ortadadır. Başlangıçta barakalarda
eğitime başlayan birçok üniversite, bugün sadece kuruldukları
ilin değil bölgesinin ve hatta ülkemizin ilim merkezleri hâline
gelmiştir, pek çok ilimiz üniversitesiyle özdeşleşmiştir.
Üniversiteler illerimizin aynı zamanda prestiji hâline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı.)
BAŞKAN - Sayın Akgün, lütfen
toparlayınız, buyurun.
MEVLÜT AKGÜN (Devamla) - Bu nedenle,
bütün illerimizin haklı olarak üniversite talebi vardır.
Üniversite kurulması için altyapısı uygun olan illerimizin
bu haklı talebine kulak vermek, Hükûmetimizin laf değil
iş üreten siyaset anlayışının bir sonucudur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üniversite kurulacak diğer iller gibi Karaman
ilimiz de yıllardan beri kendi üniversitesine kavuşmak
için çaba sarf eden illerden birisidir. İlimiz, bu amaçla bütün
imkânlarını seferber etmiştir. Selçuk Üniversitesine
bağlı 3 fakülte, dört yıllık Beden Eğitimi ve
Spor Okulu ile Sağlık Yüksekokulu, 3 meslek yüksekokulu bulunan
ilimizde 5.400 öğrenci eğitim görmektedir. Son yıllarda
hayırsever iş adamlarımız ve Üniversite Yaptırma
Vakfı tarafından yaptırılan fakülte binaları,
sosyal tesisler, yurt binaları boy göstermektedir. Karaman'a,
Türkçeyi ilk defa devlet dili ilan ederek "Bugünden sonra,
dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır."
diyen Karamanoğlu Mehmet Bey adına bir üniversite kurulmasına
ilişkin, Karaman Milletvekilleri olarak verilmiş kanun
tekliflerimiz Meclis gündeminde bulunmaktadır. Değişik
zamanlarda ilimizi ziyaret eden birçok siyasetçi üniversite kurma
vaadinde bulunmuştur, ancak, siyaseti bir çözüm aracı olarak
gören iktidarımız, ilimizin bu haklı talebini hayata
geçirmeye hazırlanmaktadır.
YÖK'ün tüm engelleme girişimlerine
rağmen, büyük bir kararlılıkla, yeni üniversiteler kurarak
Anadolu'nun yüzünü güldüren, başta Başbakanımız
olmak üzere, Millî Eğitim Bakanımıza ve tüm Hükûmet üyelerimize,
tasarılara Mecliste destek veren siz değerli milletvekillerimize
milletimiz adına teşekkür ediyor, bu duygularla yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Akgün.
Gündem dışı ikinci
söz, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü ve bağlı işletmelerde
son günlerde yaşanan yönetim sıkıntıları ile
ilgili söz isteyen Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'e aittir.
Buyurun Sayın Küçük.
2.-
Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü
ve bağlı işletmelerde son günlerde yaşanan yönetim
sıkıntıları ile ormanların gelişmesi
sağlanırken orman köylülerinin yaşam standardını
ve kalitesini artırmanın önemine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe'nin cevabı
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına,
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğündeki yönetim sıkıntıları
hakkında söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale, birçok açıdan Türkiye'nin dikkat çeken illerinden
birisidir, önemli illerinden biridir. Hepimizin bildiği gibi,
çok yakında, 18 Mart Deniz Zaferi'ni ve dolayısıyla
şehitlerimizi andık. Bütün dünyanın gözü, Türkiye'nin
gözü Çanakkale üzerindeydi.
Çanakkale'nin en önemli özelliklerinden
bir tanesi de çok ciddi bir orman varlığı sahibi olmasıdır.
Çanakkale ilinin topraklarının yüzde 54'ü ormanlarla kaplıdır
ve orman istihsalinin, yaklaşık Türkiye'nin yüzde
2,6'sını Çanakkale ili tek başına karşılar,
Marmara Bölgesi'nin de yüzde 18'ini tek başına Çanakkale
karşılar. Dolayısıyla, ormanları bu kadar geniş
alana yayılmış ve yer yer kaliteli orman olma özelliği
de taşıyan Çanakkale ormanları, dolayısıyla,
içinde barındırdığı yaklaşık üç yüz
köyde insanların yaşamı açısından da çok önemlidir.
Aynı zamanda, Çanakkale ili içinde iki tane millî parkın bulunması,
bir ören yerinin bulunması... Bunlar, hepimizin bildiği gibi
Gelibolu Tarihî Millî Parkı ve gene Kazdağı'nın
-İda Dağı'nın, mitolojideki adıyla- içinde bulunduğu
Kazdağı Millî Parkı'dır, bir de Troya Ören Yeri'miz
vardır.
Bütün bu özellikleri nedeniyle,
Çanakkale'nin üzerinde dünyanın gözü vardır, ilgisi vardır.
Yakın tarihimizle çok ilişikli olan Gelibolu Tarihî Millî
Parkı ve içinde uygulanan Uzun Devreli Gelişme Planı
nedeniyle herkesin dikkatini çekmekte ve takibindedir. Gene, Kazdağı
(İda Dağı)'nın da, geçmiş mitolojik tarihte
"tanrıların dağı" olması nedeniyle,
Yunanistan'daki Olympos Dağı'nın eş değeri olması
nedeniyle çok önemli özellikleri vardır.
Değerli arkadaşlarım,
tabii, böyle önemli bir orman varlığını ve içinde
çok önemli nüfus barındıran bir orman varlığını
çok ciddi bir şekilde yönetmek, korumak, geliştirmek ve hem
ormanların iyi gelişmesini sağlarken hem de orman içinde
yaşayan köylülerin yaşam standardını, yaşam
kalitesini yükseltmek gerekir. Bu da, iyi bir işletmecilik anlayışıyla,
politikadan uzak, realist uygulama ve yönetim anlayışıyla
olur.
Fakat, maalesef, 17 Mart 2006'da, yani
18 Marttan bir yıl önce (geçen yıl) Başbakanın Çanakkale'yi
ziyaretinde, akşamı yapılan bir toplantıda, 2
AKP'li belediye başkanının, Orman Bölge Müdürünün hakkında
yaptığı şikâyetler sonucunda, Çanakkale milletvekillerini
aşan bir siyasi müdahaleyle, Orman Bölge Müdürümüz görevden
alınmış ve ardından olumsuz gelişmeler had safhaya
ulaşmış ve işin tadı kaçmıştır değerli
arkadaşlarım.
21/4/2006 tarihinde Sinop Orman
Bölge Müdürlüğüne atanan Bölge Müdürü Musa Akşan, daha
sonra Bursa 2. İdare Mahkemesinden 5/7/2006 tarihli ve 2006/1536
sayılı yürütmeyi durdurma kararıyla geri dönmüş,
15/8/2006 tarihinde görevine başlamış, ama, bu arada,
tekrar, hemen müfettiş incelemesiyle yeni bir müdahaleyle,
12/12/2006 tarihinde, bu defa Ankara'ya mühendis olarak tayini
çıkarılmış ve bunun ardından, gene bölge idare
mahkemesine başvuran Musa Akşan, 23/2/2007 tarihinde tekrar
görevine geri dönmüştür. Bu boşluklarda, yani, Orman Bölge
Müdürünün görevinden alındığı dönemlerde, Mustafa
Demirel isimli, Edremit bölgesinden, geçici Bölge Müdürü olarak
gelen arkadaşımız, maalesef, Çanakkale Orman Bölge
Müdürlüğünün huzurunu kaçırmış ve işletmelerin
var olan yapısını tamamen bozmuştur. Çanakkale Orman
Bölge Müdürlüğünde, basına da -yani ulusal basına-
yansıyan şekliyle, hepimizin bildiği gibi "Çanakkale'ye
ben komünist bıldırcın avlamaya geldim." diye
-ilk- şöhret olmuş ve ardından personel üzerinde büyük
baskılar uygulamış
MUHARREM İNCE (Yalova) - Avcı
mı kendisi?
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Evet, bu arkadaşımız
bıldırcın avcısıymış, komünist
bıldırcınları avlıyormuş. Nasıl
ayırıyorsa? Nerelerinde ne işaret varsa?
Ardından, yasaya aykırı
bir sürü ihaleler yapmış, personele kötü davranmış,
yer yer hakaret etmiş, ağza alınmayacak laflar söylemiş
-inanın, ne burada ne bir başka yerde söylenmeyecek laflar-
ve personeli jurnalci hâle getirmiş, jurnalcilik yapan,
şikâyet dilekçesi veren personeli
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Onu
ava Bakan mı göndermiş?
BAŞKAN - Sayın Küçük, lütfen
toparlayınız.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Bu personeli
belli görevlere taşıyarak onları ödüllendirmiş
ve dolayısıyla, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü ve
bağlı işletmelerde yönetim zafiyeti oluşmuş
tam manasıyla. İnsanların birbirine güveni azalmış,
personel arasında kavgalar başlamış ve artık
Orman Bölge Müdürlüğü ve Çanakkale ormanları Allah'a emanet
bir hâle gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü kapsamındaki ormanların
öneminden bahsettim. Bu ormanlar, Türkiye'nin ve dünyanın en
önemli ormanlarıdır. Bunları gözümüz gibi korumalıyız
ve onlara sahip çıkmalıyız.
Değerli arkadaşlarım,
şu anda da Orman Bölge Müdürü Musa Akşan, görevine mahkeme
kararıyla geri dönmüş ve 4 tane müfettiş şu anda
görev yapıyorlar Çanakkale'de ve Orman Bölge Müdürünün odasını
işgal etmiş vaziyettedirler. Sanki, Orman Bölge Müdürlüğünde
veya Çanakkale'de bu müfettiş arkadaşların çalışacağı
başka yer kalmamış gibi, Bölge Müdürünün odası
işgal altına alınmış ve Bölge Müdürünü yönetemez
hâle getirip, sinirlendirip, onu agresif bir şekle büründürerek
suç işlemesini sağlamaya yönelik bütün atraksiyonlar uygulanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, yangın mevsimi geliyor. Çanakkale bölgesinin yangınlar
açısından çok duyarlı bir bölge olduğunu hepimiz
biliyoruz. Biz, Gelibolu Tarihî Millî Parkı ormanlarının
şehitlerimizin yeşil örtüsü olduğunu hepimiz biliyoruz.
Gene, Kaz Dağı Millî Parkı'nda da, dediğim gibi mitolojiyi
içinde barındıran ve dünyanın gözü olan ormanlar olduğunu
biliyoruz.
Bakın, şöyle söyleyeyim:
Yangınlar açısından en duyarlı illerden birisi
olan Çanakkale'de, otuz dokuz yılda, ortalama yılda 57 adet
yangın çıkmış ve 1.294 hektar da ortalama her
yıl orman arazisini kaybetmişiz. Hâlbuki, bu arkadaşımızın
görev yaptığı geçmişteki dönemlerde, en fazla
689, 2005 yılında da 7 hektarlık yangın oluşmuş,
yani, Orman Bölge Müdürlüğünde yönetim zafiyeti olmadığı
açıkça ortada, görülmektedir.
Bütün bunlar ortadayken, ağaçlandırma
çalışmaları hızla yürürken, Orman Bölge Müdürlüğüne
yapılan bu müdahale herkesi canından bezdirmiş, personeli
ayaklandırmış ve personel görev yapamaz hâle gelmiş,
artık herkes birbirinden şüphelenir hâle gelmiştir ve
personel arasında, artık, "Mustafacı",
"Musacı" diye kavgalar oluşmaya başlamıştır
ve özellikle Tarım Orman-Sen üyesi ormancı arkadaşlarımıza
ve işçi arkadaşlarımıza büyük baskılar
oluşmakta, tam manasıyla personel üzerinde terör estirilmektedir.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Ahmet Bey, doğru değil bu!
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Bakın,
yangın mevsimi geliyor. Eğer, Çanakkale'de bir yangın
çıkarsa, bu yönetim zafiyetinden oluşan bir yangın oluşursa,
Çanakkale ormanları sadece yanmakla kalmaz, Çanakkale ormanları
bu Hükûmeti de yakar. Bunu herkes böyle bilsin, Hükûmeti de yakar. Çanakkale
ormanlarının ateşi çok sıcaktır. Bunu herkesin
böyle bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu vesileyle, gene bir şeyden söz etmek istiyorum. Şu ara,
Çanakkale'de kirliliğe dönük bir sanayileşme başlamıştır.
Çanakkale'de hâlen iki tane termik santral vardır. Bunların
bir tanesini devlet yapmış, 360 megavat, Çan'da; birisi de
120 megavat, Biga'dadır. Şimdi, iki tane daha termik santral
müracaatı bulunmaktadır. Bakın, böyle ormanlık
alanların bulunduğu ve çevrenin bu kadar önemli olduğu
bir ilde, artık, kesinlikle, bir defa, bir termik santral
açılmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Sayın Çevre
ve Orman Bakanımız da buradayken bunları ifade etmek
istedim, bu konudaki görüşünü de öğrenmek istiyoruz. Çanakkale
artık termik santral istemiyor, kirlilik istemiyor, çünkü, Çanakkale
Türkiye'nin gözünün bebeği olan bir yerdir.
Bu vesileyle ben, Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum ve Çanakkale Orman Bölge
Müdürlüğündeki terörün de bir an önce bitmesi gerektiğini
düşünüyorum ve önümüzdeki pazartesi günü, ben, Orman Bölge Müdürümüzü,
çalıştığı kendi odasında, makam odasında
ziyaret etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
FİKRET BADAZLI (Antalya) -
İyi olur, iyi olur.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Beraber gidelim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
Gündem dışı konuşmaya,
Hükûmet adına, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar;
Çanakkale Milletvekili arkadaşımız, doğrusunu
söylemek gerekirse, Çanakkale'nin genel sorunlarıyla alakalı
olarak, ormanlarla alakalı, millî parkla alakalı genel konuşmalar
yapsaydı ve belli taleplerde bulunsaydı, öyle zannediyorum
ki daha şık olurdu.
AHMET ERSİN (İzmir) - Bir
sıkıntıyı anlatıyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Kocaeli) - Yani, bir siyasetçi, bir milletvekili, bir bölge müdürüyle
alakalı gündem dışı söz alıp konuşursa çok
şık olmaz.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Bir
yıldır terör estiriyorsunuz, bir yıldır devam ediyor
Sayın Bakanım. Erzurum Millî Eğitim Müdürüne döndü.
BAŞKAN - Sayın Küçük, lütfen
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Sayın milletvekilleri, söz konusu Bölge Müdürü
bizden önceki hükûmet zamanında Bölge Müdürlüğünden
alınmış, Artvin'e Şube Müdürü olarak gönderilmiş
bir mühendisti, Artvin'de Şube Müdürüydü. Hükûmet olduk, kendisini
Artvin'den aldık, Çanakkale'ye Bölge Müdürü yaptık. Çanakkale'de,
arkadaşımızın, halkla ilişkiler ve personel
arasındaki ilişkilerde görmüş olduğumuz sıkıntılar
ve Çanakkale ormanlarının, bölgesinin hassasiyetine binaen
oradan kendisini aldık, Çanakkale'den aldık, Sinop'a Bölge
Müdürü olarak gönderdik. Bak, dikkat edin, Çanakkale Bölge Müdürlüğünden
alıyoruz, Sinop'a Bölge Müdürü yapıyoruz. Çanakkale deniz
kenarı, Sinop deniz kenarı. Oradaki ek göstergesi 3.600,
Sinop'taki ek göstergesi 3.600. Orada da lojmanı var, yani, Çanakkale'de
de lojmanı var, Sinop'ta da lojmanı var. Herhangi bir maddi
kaybı yok, herhangi bir özlük haklarında kaybı söz konusu
değil, herhangi bir itibar kaybı söz konusu değil, ama,
maalesef, idare mahkemesine gitti, idare mahkemesinden tekrar görevine,
Çanakkale'ye iadesine karar verildi. İki tane bölge müdürlüğü;
yani, adamı ben bölge müdürlüğünden alıp da mühendis
yapmadım ki, adamı ben bölge müdürlüğünden alıp da
şube müdürü yapmadım ki, adamın herhangi bir maddi kaybı
olmamış ki, manevi kaybı olmamış ki; ama, mahkeme
böyle bir karar vermiş. Yargının kararı olduğu
için de uymuşuz. Tabii, bu çok enteresandır.
Yargıda çok enteresan kararlarla
da karşı karşıya kaldığımı bu vesileyle
ifade etmek istiyorum. İki yıllık okul mezunu, meslek
yüksekokulu mezunu bir teknisyenimiz mahkemeye başvurdu, orman
mühendisi olarak göreve iadesine karar verdi mahkeme. Ne kadar enteresan
bir şey. Yani, Türk yargı tarihine geçecek, bundan daha
MUHARREM İNCE (Yalova) - Bu
mahkemeleri kaldıralım, zaten doğru iş yapmıyorlar!
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Arkadaşlar, bakın, hukuk hepimize lazımdır.
Benim söylediğim şey hikâye değil, fıkra anlatmıyorum.
Ben bir mahkemenin kararından bahsediyorum, son derece ciddi
bir şeyden bahsediyorum. İki yıllık meslek yüksekokulu mezunu birisini,
mahkeme, idare mahkemesi, bana orman mühendisi olarak geri iade
ediyor, görevine iade ediyor, orman mühendisi olarak.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın
orman mühendisi demiş mi!
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Şimdi, İç Anadolu Bölgesi'nde 2 tane bölge müdürü
var, birisi on beş yıllık, birisi on altı yıllık.
Bir on beş yıllık, on altı yıllık bölge müdürlüğü
yapmış birisinin
İşletme körlüğü denilen
bir şey var. Bir adam bir yerde on beş sene işletme müdürlüğü,
bölge müdürlüğü yapıyorsa bir müddet sonra artık oranın
işlerini kanıksar, orada başarılı olamaz, verimli
olamaz. Ne yaptık? Bunları becayiş yaptık, karşılıklı
becayiş yaptık, bunu da mahkeme kararı durdurdu. Ya on
altı sene... Peki, ben, yani bu adamlar, beşik kertmesi yaptık
biz bölge müdürlerini, beşik kertmesi ölene kadar kaydıhayat
şartıyla bölge müdürü olacaklar!
Şimdi, bu ve benzer uygulamalar
elbette ki bizim çalışma azmimizi, şevkimizi birazcık
kamçılıyor tabii. Ama, şunu söyleyeyim: Çanakkale Milletvekili
arkadaşımıza ben bir hatıramı burada ifade
etmek istiyorum. Yıl 1978, Ereğli Demir Çelik Fabrikalarında
makine mühendisi olarak işe başlamışım. 10'uncu
dereceden lup mühendis olarak, "looper", mühendis olarak
işe başlamışım. Cumhuriyet Halk Partisi
hükûmet oldu ve geldi. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
ikiye bölündü, Teknoloji Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı
diye. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları, yani benim çalıştığım
fabrika Teknoloji Bakanlığına bağlı oldu.
Ben, 10'uncu dereceden lup mühendis olarak çalıştığım
Ereğli Demir Çelik Fabrikalarında, Cumhuriyet Halk Partisi
hükûmet olunca, beni sıcak haddehane müdürüm çağırdı,
sorgu odasına aldı beni, dedi ki: "Osman Pepe, sen bu
fabrikaya girerken senin iki tane referansın var. Birisi
şu, birisi şu. Bunları nereden tanıyorsun? Bu adamları
nereden tanıdığını bana söyleyeceksin."
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın
Bakan, sen bizim söylediklerimizi cevapla.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Bunları, ben
Birisi fabrikanın personel ve
sosyal işler müdürü, birisi de
Bunların ikisi de fabrikada
çalışan insanlar. Verdiğim cevaplar müdür beyi tatmin
etmediği için, beni 10'uncu dereceden 9'uncu dereceye indirdi,
lojman hakkımı aldı ve vardiyaya tabi tuttu beni.
Şimdi
MUHARREM İNCE (Yalova) - 9'a
inince derece artar, artar. Aşağı doğru derece artmaz
mı?
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Orada, arkadaşlar, şimdi, tabii, oranın yönetmeliği
ayrı olduğu için
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen
MUHARREM İNCE (Yalova) - 9'uncu
derece 10'uncu dereceden daha yüksektir.
BAŞKAN - Lütfen Sayın
İnce
Sayın Bakan, lütfen Genel Kurula
hitap edin.
Buyurun.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Şimdi, benim yıllar önce yaşadığım
bir olay. Elbette ki, genç bir mühendis olarak benim anılarım
arasında çok özel bir yere sahip, ama, kapattık o defteri gitti.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın
Bakan, Çanakkale'den bahsedin lütfen.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Şimdi, ben
Bugünkü atamalarımızda yapmış
olduğumuz bütün tasarruflarda hukuka uygunluk bizim için son
derece önemli. Personelimiz ne kadar başarılı olursa,
biz o kadar başarılı oluruz. Biz de bunu biliyoruz. Ancak,
şunu söyleyeyim ben: Personelimin herhangi bir maddi kaybının,
manevi kaybının olmaması için zaten gerekli olan
şeyi yapıyoruz. Ancak, burada, değerli milletvekili
arkadaşımızın dile getirmiş olduğu husus
çok spesifik bir konudur. Bir kişinin herhangi bir maddi kaybını,
manevi kaybını kesinlikle içermeyen tasarruflarımız
biraz önce ifade ettiğim şekildedir. Ben, değerli milletvekili arkadaşlarımızın
bu konudaki dile getirmiş oldukları hususları, bir
kişinin avukatlığını yapmaktan daha çok
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Çanakkale
ormanlarının avukatlığını yapıyoruz
Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Devamla) - ...genel
sorunlar şeklinde burada ifade edilirse, zannediyorum daha
yerinde olur.
Ben, Sayın Başkana ve siz
değerli milletvekili arkadaşlarıma saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Hiçbir
şeye cevap vermediniz Sayın Bakan. Çanakkale ormanlarının avukatlığını
yapıyoruz biz, kimsenin değil.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Gündem dışı üçüncü
söz, Arnavutluk'un Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesi hakkında
söz isteyen Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Çavuşoğlu.
3.-
Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun, Arnavutluk
Mitrovica Belediye Meclisinin almış olduğu bir kararla
Türkçeyi resmî dil olarak kabul etmesine ilişkin gündem dışı
konuşması
YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU (Karaman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Arnavutluk Mitrovica Belediye Meclisinin 10 Mart tarihi itibarıyla
almış oldukları bir kararı, Türkçe'nin resmî dil olarak
kullanılmasıyla ilgili kararı tebrik etmek üzere gümdem
dışı söz almış bulunmaktayım. Sözlerime
başlamadan önce yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerime başlamadan önce, Millî Eğitim Bakanlığı
vasıtasıyla Bakanlar Kuruluna indirilmiş olan ve henüz
Meclise gelmeyen ve Karaman'a açılması öngörülen üniversitemizle
ilgili başta Başbakanımız, ilgili bakanlarımız
ve Millî Eğitim Bakanımız olmak kaydıyla bütün emeği geçen, faydası dokunan
herkese teşekkürlerimi bir borç olarak bildirmekten şeref
duyuyorum.
Değerli arkadaşlarım
ve milletvekili arkadaşlarım, insanın ve toplumların
vasıf kazanması dille olur. Toplumların evrensel dilleri
vardır. Teknik resim, trafik kuralları, bilgisayar yazım
dilleri vesaire vesaire, ama en büyüğü de, en önemlisi de konuşulan
dildir. İnsanların en büyük özelliklerinden birisi ise, düşünmesi,
muhakeme etmesi, düşüncesini yaşaması, düşüncesinden
ve tecrübelerinden bilgi üretmesi, ürünler ve değerler ortaya
koyması ve bunların gelecek nesillere aktarılmasıdır.
Bunu yapabilmenin aracı ise dildir. Dil, bir milletin medeniyetinin
ayrılmaz bir parçasıdır. Dil olmadan kültür olmaz, medeniyet
olmaz, kısaca insan olmaz, toplum olunamaz, çünkü, bir milletin
dili, o milletin kimliğidir. Dil, muasır medeniyetler hedefine
giden yolda, bilgi ve teknolojinin gelişmesine ve aktarılmasına
hizmet eden müessir bir araçtır. Zengin bir dil, güçlü bir dildir.
Zenginlik, dilin muhtevasına, ülkenin ekonomisine, sanayisine,
siyasetine ve bilimine bağlıdır. Bunlardan hassaten
bilimde ne kadar güçlüyseniz, o kadar güçlü bir devletsiniz demektir.
Güçlü bir dil, güçlü bir millettir. Gücünü tarihin derinliklerinden
alan Türkçemiz, bugün, yeryüzünde, bütün lehçeleriyle birlikte, 12
milyon metre karelik bir alanda 220 milyon kişi tarafından
konuşulmakta, yaşayan ve konuşulan dünya dilleri arasında
ise beşinci sırayı almaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
her dilde olduğu gibi dilimizdeki erozyon ve yozlaşma kimliğimize,
kültürümüze menfi olarak, ama dilimizdeki ilmi olarak zenginleşmesi
ise yeryüzünde yayılmasına da müspet tesir etmektedir.
Türkçemizdeki bozulmayı, yozlaşmayı ve yabancılaşmayı
önlemek için hem birey olarak bizlere hem de devletin kurumlarına
büyük görevler düşmektedir. Görev ve sorumluluk olarak addettiğim,
dilimizi sadece tehditlere karşı korumak değil, aynı
zamanda bilimsel yönde geliştirmek ve zenginleştirmektir.
Dilimizi tehdit eden unsurların başında ise küreselleşme,
iletişim ve haberleşme kaynakları gelmektedir. Özellikle
basın-yayın alanında dil kullanımı çok büyük
dikkat gerektiren bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle, gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda fasih konuşan
ve tecrübeli birer dil uzmanının bulunması zorunlu
hale getirilmelidir.
Türkçemizi yabancı dillerden
korumak ve gelişmesini sağlamak için, her ne kadar cezai müeyyideler
gerekliyse de, öncelikli olarak yeni nesle Türkçeyi sevdirmek, iyi
ve etkili şekilde kullanılmasını sağlamak
için teşvik edici metotlar geliştirilmelidir. Üniversitelerimizin
"Türk dili ve edebiyatı" bölümlerinde okutulan dersler
daha ağırlıklı ve muhtevalı ele alınmalıdır.
Türkçe ve matematik dersleri, ana okulundan fakülte sonuna kadar
yoğun bir müfredatla verilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çavuşoğlu.
YÜKSEL ÇAVUŞOĞLU (Devamla)
- Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim ki: Karaman'da
Selçuk Üniversitesi bünyesinde açılan Edebiyat Fakültemizin,
muhtemelen hazirandan sonra Karaman şehrimizde kurulacak
olan üniversitemizde, bazı edebiyat fakültelerinde olduğu
gibi, Türk dili enstitüleri ile desteklenmesinin faydalı olacağına
inanıyorum. Her ilde üniversite ve bünyelerinde edebiyat fakülteleri
açılarak bütün Türkiye, Türkçe ve matematik eğitimi almalıdır
diyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkçenin
Karaman açısından ayrı bir önemi vardır. Bizler, Karaman'ı
Türkçenin başkenti olarak görüyoruz. Döneminde Farsça ve Arapça
yaygın bir şekilde kullanılırken Karamanoğlu
Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihi itibarıyla yayımladığı
bir fermanla "Bugünden sonra hiç kimse sarayda divanda, mecliste
ve seyranda Türkçeden başka bir dil kullanmayacaktır."
diyerek Türkçemiz için çok önemli bir adım atmıştır.
1961 yılından beri Türk Dili Bayramı ve Yunus Emre'yi anma
etkinlikleri düzenli olarak her yıl ilimizde coşkuyla kutlanmaktadır.
Böylece, Türk dili, Yunus Emre'nin sevgi ve dostluk anlayışıyla
imtizaç ettirilmektedir.
Sözlerime son verirken, Arnavutluk
Mitrovica Belediye Meclisinin değerli üyelerine, ayrıca
Orta Asya'da, Kafkaslarda, Balkanlarda, Avrupa'da, Orta Doğu'da,
Afrika'da, kısaca, her yerde Türkçe konuşan her kim varsa,
kendilerine binlerce kilometre uzaktan milletim adına kucak
dolusu selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Saygılarımla. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çavuşoğlu.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum:
B)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü ve 22 milletvekilinin, Devlet
Tiyatroları Genel Müdürlüğü yönetimiyle ilgili iddiaların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/431)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Tiyatrosu Yasasının
4. maddesine aykırı olarak Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğü
makamına getirilen, fakat kadrosu "dramaturg" olduğu
için atama kararnamesi Cumhurbaşkanından geri dönünce bu
göreve vekâleten atanan, Sayın Mine Acar döneminde Devlet Tiyatroları;
kadrolaşma ve yolsuzlukların yaşandığı,
kimi çalışanlara karşı baskı ve sindirme politikalarının
yürütüldüğü, çağdaş bir sanat kurumuna hiç yakışmayacak
sansürlerin uygulandığı, kanunsuz ve yönetim iradesinden
yoksun bir kurum olarak anılmaya başlamıştır.
Devlet Tiyatrolarında yaşanan
sorunların başlıca nedeni, şu anda Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü görevini vekâleten yürütmekte olan Mine Acar
görev geldikten sonra "Devlet Tiyatroları Görev ve Çalışma
Yönergesi"nde yapılan değişikliklerdir.
06.01.2006 tarihinde Bakan onayından
çıktığı hâlde, tam 5 ay Devlet Tiyatrosu çalışanlarına
dahi açıklamayan bu yönergeyle, Devlet Tiyatrolarının
işleyişi, kadro tanımları, kurum dışı
çalışma izinleri, sınavlar, göreve alış ve benzeri
konularda çok önemli değişiklikler getirilmiştir.
Özellikle yönergeye konulan bir madde ile dramaturg kadrosunda bulunan
Mine Acar'a, 'Sanatçı' kadrosuna geçme yolunun açılması,
kişiye özel bir değişiklik olarak algılanmış
ve Mine Acar'ın yürüttüğü göreve asaleten atanmak için
"hukuki bir dayanak" hazırlama çabası içinde olduğu
iddia edilmiştir.
Mine Acarın, "kendi
adına bir avantaj elde etmediğini" söylemenin imkansız
olduğu bu değişikliğin yanında başka bir
değişiklikle de, bugüne kadar branşları saptanmış
meslek lisesi mezunlarının çalıştırıldığı
Devlet Tiyatroları Teknik Kadrolarına, bu defa branş
belirtilmeden, meslek ya da düz lise mezunlarının da
alınması öngörülerek, bu kadrolara İmam Hatip liselerinden
mezun olanların da girebilmesinin önü açılmıştır.
Getirilen değişikliklerin
çoğu, 1310 sayılı yasayla değişik 5441 sayılı
Devlet Tiyatroları Yasası'na aykırı olduğundan,
sanatçıların ve çalışanların oluşturduğu
sivil toplum örgütlerinin açtığı davalar sonucunda
bu yönerge, Danıştay tarafından iptal edilmiştir.
Bu karar üzerine Mine Acar yönetimi,
"130 kişilik kadro almıştık bunu kullanamayacağız...
Devlet Tiyatrosu çalışanları artık TV dizilerinde
oynayamayacak" gibi, konuyu saptırmaya ve bilgi kirliliği
yaratmaya yönelik açıklamalar yaparken, Kültür ve Turizm Bakanı
da sanatçıları, "kendi ayaklarına kurşun
sıkmakla" suçlamaktadır. Oysa, Mine Acar'ın fedakarlık
yaparak gidereceğini söylediği bu sorun, 1310 sayılı
yasanın 5. maddesi son paragrafında ve 2007 yılı
sanatçı sözleşmesinde zaten çözümlenmiş durumdadır.
Danıştay'ın verdiği
karar ortadayken sanatçıları adeta kanuna uymakla suçlayan
ve "Ne güzel hukuksuz bir iş yapıyorduk, bunu mahvettiniz"
demeye getiren bu açıklamalar; bir hukuk devleti olan Türkiye
Cumhuriyeti adına utanç vericidir. Sorun, sanatçıların
dizilerde görev alamaması değil, Mine Acar'ın bu yönergeye
dayanarak elde etmiş olduğu "sanatçı" kadrosunu
kaybetmesi ve Bakanlığın ise kadrolaşma çabasının
engellenmesi olarak görülmektedir.
Devlet Tiyatroları şu anda
zaten; görevde yükselme sınavına girmeyi bile hak etmeyenlerin
yasadaki boşluklar sayesinde terfi ettirildiği, hukuksuz
atamalar yapılırken kimi çalışanların da baskı
ve yıldırma politikalarıyla kurumdan uzaklaştırılmak
istendiği, Genel Müdür vekilinin bile "haberim yok"
dediği sansürlerin yaşandığı, henüz sezonu
açamayan sahnelerin olduğu, oyunların sürekli iptal edildiği,
kimi yolsuzluk ve taciz gibi suç iddialarıyla dahi gündeme gelen,
hukuki ve idari olarak çökmüş bir kurum halindedir. TBMM'nin denetim
yetkisini kullanarak bu güzide kurumumuzun içine düşürüldüğü
bu halden kurtarılmasında etkin rol oynaması bir zorunluluktur.
Bu nedenlerle, "Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü'nde yaşanan hukuksuz uygulamaların
ve yönetim zafiyetinin ortadan kaldırılması için
alınması gereken tedbirler ile kurumun ihtiyaç duyduğu
yasal değişikliklerin saptanması amacıyla"
Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri uyarınca
bir Meclis Araştırması açılması için gereğinin
yapılmasını saygılarımızla arz ve teklif
ederiz.
1- Hakkı Ülkü (İzmir)
2- Berhan Şimşek (İstanbul)
3- Osman Özcan (Antalya)
4- Osman Kaptan (Antalya)
5- Atila Emek (Antalya)
6- Canan Arıtman (İzmir)
7- Vezir Akdemir (İzmir)
8- Hasan Ören (Manisa)
9- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
10- Nail Kamacı (Antalya)
11- Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
12- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
13- Feridun Fikret Baloğlu (Antalya)
14- İsmail Değerli (Ankara)
15- N. Gaye Erbatur (Adana)
16- Türkân Miçooğulları (İzmir)
17- Muharrem Toprak (İzmir)
18- Mehmet Nuri Saygun (Tekirdağ)
19- Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
20- Mehmet Semerci (Aydın)
21- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
22- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23- Mehmet Boztaş (Aydın)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve
Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki ön görüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın,
Anayasa'nın 82'nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi
vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Libya'ya yaptığı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/1237)
23/3/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in,
Türkiye-Libya Karma Ekonomik Komisyonu 20 nci Dönem Toplantısı'na
katılmak üzere bir heyetle birlikte 29 Ocak - 1 Şubat 2007 tarihleri
arasında Libya'ya yaptığı resmi ziyarete, ekli
listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak
etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının
sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine
göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
Ali Oksal Mersin Milletvekili
Resul Tosun Tokat Milletvekili
Maliki Ejder Arvas Van Milletvekili
Fazlı Erdoğan Zonguldak Milletvekili
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Gündemin "Oylaması Yapılacak
İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
15.2.2007 Tarihli ve 5581 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1315) (S. Sayısı:
1361) (x) (xx)
BAŞKAN - Bu kısımda
yer alan 15/2/2007 tarihli ve 5581 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun'un oylamasını yapacağız.
Kanun'un tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kanun kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
2.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan,
1/3/2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
(x)
Kanun'un ilk görüşmeleri 31/1/2007 ila 15/2/2007 tarihlerindeki
57 ila 64'üncü Birleşimlerde yapılmıştır.
(xx)
1361 S. Sayılı Basmayazı 27/3/2007 tarihli 80'inci Birleşim
Tutanağına eklidir.
4.-
1.3.2007 Tarihli ve 5588 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1331) (S.Sayısı 1371)
(x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1371 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri
1/3/2007 tarihli ve 5588 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun
28'inci maddesi Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak bir
daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte
Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.
Plan ve Bütçe Komisyonu, Cumhurbaşkanının
geri gönderme gerekçesini uygun bularak, 28'inci maddeyi Kanun
metninden çıkarmıştır.
Anayasa'nın 89'uncu maddesinin
ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca kısmen
uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece
uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir." İç Tüzük'ün
81'inci maddesinin son fıkrasında ise "Cumhurbaşkanınca
yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek
üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanunların
sadece uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesine kanunun
görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca görüşmesiz
karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle
ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması
her hâlde yapılır" hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre, geri gönderilen
kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan
maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına
bağlıdır. Ancak, Cumhurbaşkanınca kısmen
uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen
Kanun'un 28'inci maddesi Kanun metninden çıkartıldığından,
kısmen görüşülecek bir husus kalmamıştır. Bu
nedenlerle, Kanun'un diğer maddelerinin görüşülüp görüşülmemesi
konusunda Genel Kurulun kararını alacağım.
Kanun maddelerinin görüşülmemesini
Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanınca
kısmen uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere geri
gönderilen Kanun'un 28'inci maddesinin kanun metninden çıkartılması
nedeniyle, Kanun'un madde numaraları teselsül ettirilmiş
ve yürürlük maddesinin (A) bendinde, 29, 30, 31 ve 32'nci maddelere
yapılan atıflar, 28, 29, 30 ve 31 olarak düzeltilmiştir.
Şimdi, Kanun'u bu haliyle oylarınıza
sunacağım.
Kanun'un tümünün oylanmasından
önce, İç Tüzük'ün 86'ncı maddesine göre, ne yönde oy kullanacağını
belirtmek üzere ve lehinde olmak üzere, Ankara Milletvekili Faruk
Koca...
Kütahya Milletvekili Alaettin
Güven
Sayın Güven, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın
Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
1/3/2007 tarihli ve 5588 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve
Anayasa'nın 89'uncu ve 104'üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca
bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi üzerinde
şahsım adına, lehinde olmak üzere söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
daha önce burada görüşüldüğü üzere, bu geri gönderme tezkeresinin
muhtevasında, ev kadınlarının, üretime katkı
noktasında, aile bütçelerinin iyileştirilmesini
sağlamak için iş yeri açmaksızın her türlü ürün imalatı
vergi dışı bırakılmaktadır ki bunun, aile
bütçesine katkı yapmak isteyen kadınlarımızın
ve üretime katkıda bulunmak isteyen ev hanımlarımızın
lehine getirilen bir yasa olduğu açıkça görülmektedir.
(x)
1371 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ayrıca, asgari geçim indirimi
getirilmek suretiyle, ücretli çalışanlar üzerindeki vergi
yükü azaltılmaktadır. Yapılan bu düzenlemeyle
fiş biriktirip beyan etme yükümlülüğü de kaldırılmakta
olup bunun da bir kolaylık olduğu görülmektedir.
Bu yasayla, yine, sahip olunan gayrimenkullerin
elden çıkarılması, yani satılması sırasında
kazancın vergiden istisna olabilmesi için gerekli olan dört
yıl elde bulundurma süresi beş yıla çıkarılmış
olup, yine muhtasar beyannameyi içerik, şekil olarak belirlemeye
Maliye Bakanlığına yetki verilmekte olup, bu yasanın
ülkemize ve ev hanımlarımıza hayırlara vesile
olmasını temenni eder ve saygılar sunarım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Yine, Tüzük'ün 86'ncı maddesine
göre, ne yönde oy kullanacağını belirtmek üzere ve aynı
zamanda aleyhte olmak üzere Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili
Yok.
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gelir Vergisi Kanunu tabii ki
önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor tarafımdan,
ama ben burada vergi politikasıyla ilgili, gerek gelir vergisi
gerek kurumlar vergisiyle ilgili izlenmesi gereken politikanın
ne olması gerektiği hususunda birkaç meseleyi sizlerin
görüşlerinize arz etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
hem esnafımızın, sanatkârımızın hem de KOBİ'lerimizin
en önemli girdi kalemi, en önemli girdisi vergi oranlarıdır.
İktisadi bir kuraldır ki, temel bir kuraldır ki, bir ekonomide
vergi oranları ne kadar düşürülür ise, o ülkede vergi hasılatı
o oranda artacaktır. Dolayısıyla, şu an izlenen
vergi politikası vergi oranlarının düşürülmemesine
yönelik bir vergi politikasıdır. IMF'nin özellikle bu noktada
Hükûmete tavsiyesi, telkini hep bu şekilde olagelmiştir.
"Vergi oranlarınızı indirmeyin, sübvansiyonlarınızı,
desteklerinizi kısın, kamu harcamalarınızı
kısın ve bütçe açığı noktasında dikkatli
olun" şeklinde, IMF'nin Türkiye'ye, Türkiye ekonomisine,
Türkiye Hükûmetine sürekli telkini ve tavsiyesi bulunmaktadır.
Ama biz şunu biliyoruz ki, eğer bir ülkede yatırım,
üretim, ihracat, dolayısıyla buna bağlı olarak da
istihdamın gelişmediği, oluşmadığı
bir ekonomide vergi oranlarının düşürülmeyerek vergi
hasılatının artırılmasının
imkânı ve mümkünatı yoktur.
Değerli milletvekilleri, Avrupa
Birliği ülkeleri içerisinde vergi oranlarının en fazla
yüklü olduğu, en fazla oransal açıdan yüksek olduğu ülke
Türkiye'dir. Ve esnafımızın, özellikle KOBİ'lerimizin,
sanayicilerimizin, tekstilcilerimizin ve ihracatçılarımızın
global piyasada, özellikle Avrupa piyasasında yarışamamalarının
temel nedenlerinden biri de, ülkedeki vergi oranlarının
yüksek olmasıdır.
Avrupa Birliği ülkelerinde
kişi başına düşen vergi oranı yüzde 20 iken,
Türkiye'de kişi başına düşen vergi oranı yüzde
40 dolayındadır. Vergi oranlarının düşürülerek
tabana yayılması söz konusu olacak idi, ama bugüne kadar
bu gerçekleşememiştir. Vergi oranlarında yüzde 10'luk
bir indirime karşı
Evet, yüzde 10'luk bir indirim yapılmıştır,
ama, maalesef, bu yüzde 10'luk indirim karşısında yatırımcının
yatırım indirimi de beraber kaldırılmıştır.
Bir taraftan bir şey yaparken, diğer taraftan yapmış
olduğumuz indirimi farklı bir yönden tolere etme gayreti
içerisine girmişiz.
Değerli arkadaşlar, Anayasa'ya
göre vergi, herkesin gücü nispetinde katlanabildiği bir yükümlülüktür.
Ama, mevcut vergi oranlarının yüksekliği ve dolayısıyla
verginin önemli bir girdi kalemi, önemli bir girdi maliyeti olması, özellikle ihracatçılarımızı,
üreticilerimizi, tekstilcilerimizi, sanayicilerimizi, esnaf
ve sanatkârlarımızı ciddi bir sıkıntıya
sokmuştur.
Değerli arkadaşlar, vergi
yükü ve vergi oranlarındaki düşüşler vergi hasılatını
artırır demiştik. Bu, iktisadi temel bir kaidedir.
Ama, Sayın Maliye Bakanımızın bir sözü aklıma
geliyor. Vergide kaçakçılığın olduğu, vergi
kaybının olduğu ve kayıt dışı ekonominin,
yılda, Türkiye'ye 90 milyar dolar zararı olduğunu Sayın
Kemal Unakıtan Bey burada ifade etmişti. İşte, bu
kayıt dışı ekonominin, kayıt dışı
çalışmaların ve kayıt dışı istihdamın
ortadan kaldırılması ve Türk ekonomisinin yılda
90 milyar dolar -Sayın Bakanımızın ifadesiyle- zarara
uğratılmaması için, hem vergi oranlarının düşürülmesi
gerekmektedir
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen toparlayınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla) -
hem vergi
oranlarının kayıt dışı ekonomiyle ve kayıt
dışı istihdamla mücadelenin temel kuralıdır.
Vergi oranlarının düşürülmesi gerekmektedir, tabana
yayılması gerekmektedir, adil ve düzenli bir vergi reformuna
Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu apaçıktır. Aksi takdirde,
biz, 90 milyar doları, 100 milyar doları her yıl maalesef
kaybetmeye devam edeceğiz kayıt dışı ekonomiyle,
kayıt dışı istihdamla ve bakın, kayıt
dışı istihdam Türkiye'de 11 milyon kişi, Türkiye'de
11 milyon kişi kayıt dışı çalışmaktadır
ve Türk ekonomisine maliyeti 14 katrilyondur. Ne yapmamız gerekiyor?
Vergi reformu noktasında siyasi irademizi sergilememiz gerekiyor,
bu noktada cesaretli olmamız gerekiyor. Vergi oranlarında
ve diğer girdi maliyetlerinde, mesela, işverenin işçiye
ödemiş olduğu SSK primleri yüksek ve kayıt dışı
istihdam da 14 katrilyon maliyet de işte buradan kaynaklanıyor.
Bunların indirilmesinden hiçbir zaman kuşku duymamak lazım,
çekinmemek lazım ve bu indirimleri yapmak suretiyle, vergi hasılatımızı
da artırma yolunu seçmemiz lazım. Hepimiz göreceğiz
ki, bu radikal kararlardan, siyasi iradenin gereklerini yerine
getirmemizden sonra göreceğiz ki, hep beraber şahit olacağız
ki, bu ülkede kayıt dışı ekonomi de kalmayacaktır,
kayıt dışı istihdam da kalmayacaktır, Türkiye'nin
vergi hasılatı da artacaktır, ona bağlı olarak
20 katrilyonluk çek ve senet de protesto edilmeyecektir. 2 milyona
yakın çek ve senedin protesto edildiği, bunun tutarının
da 20 katrilyon olduğu bir Türkiye'yi de görmeyeceğiz o zaman
diyorum ve bu kanunun birçok güzelliği, birçok doğru stratejiyi
getirdiğini
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
lütfen
Teşekkür için Sayın Eraslan
MEHMET ERASLAN (Devamla) -
ama, bizim
de burada bahsettiğimiz konuların da tekrar yeniden değerlendirilmesi,
yeniden düşünülmesi ve yeni bir kanun tasarısıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna getirilmesi, Türk ekonomisi
ve Türk halkı açısından doğru olacaktır diyorum.
Bu Kanun'un ülkemize ve milletimize
hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Eraslan.
Kanunun tümü, açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın, elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için beş dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen
de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama
için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak
sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını
da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen
beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 239
Kabul : 222
Ret : 9
Çekimser : 8 (x)
Böylece Kanun kabul edilmiştir.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
4'üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
5.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve
Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/885) (S. Sayısı: 860) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 860 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek,
Ankara Milletvekili.
Sayın Kepenek, buyurun.
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara)
- Sayın Başkan, değerli ayakta olan ve oturan milletvekili
arkadaşlarım, kendi aralarında konuşanlar dâhil,
ben
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
bir saniye.
Şahsınız adına
da söz istediğiniz için yeniden başlatıyorum, sürenizi
de ekliyorum.
Buyurun.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Teşekkür
ederim efendim.
Evet, 860 sıra sayılı,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Hükümeti Arasında
Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayisi, Teknik ve Bilimsel
İşbirliği Anlaşması'nın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu üzerine CHP Grubu ve şahsım adına konuşacağım.
Hepinizi sözlerime başlarken saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuya
geçerken bir noktanın üzerinde kısaca durmak isterim. Bize
dağıtılan bu tasarının başlığında
"sanayisi" sözcüğü yanlış yazılmıştır
-bunu kayıtlara geçirmek için söylüyorum- "sanayii"
biçiminde yazılmıştır. Aslında bu yanlış
ilk değil, üzülerek belirteyim ki, yasalarımızda bu
tür Türkçe yanlışları sıkça yapılmaktadır.
Geçenlerde bir yazarımız haklı olarak "Bu tasarıları
hiç kimse okumuyor mu?" diye soruyordu. Üstelik, geçtiğimiz
haftalarda Türkçe üzerinde çalışmak üzere bir araştırma
komisyonu kurduk ve biraz evvel de Sayın Çavuşoğlu,
Türkçenin Arnavutluk'ça resmî dil olarak kabul edilmesi üzerinde görüşlerini
iletti. Ek olarak, bilgisayarların programlandığı,
doğruyu yanlışı ayırdığı, bu
işin insanların elinden teknolojiyle çıktığı
bir dönemde, bizim bu tür dil hatalarını, yanlışlarını
yapmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Yaklaşık üç yıl önce
imzalanan, ancak Meclisimizce yeni ele alınabilen bu Anlaşma'nın
askerî eğitim ve öğretim, silahlı kuvvetler, araştırma,
teknoloji, askerî gözlemciler, teknolojik ve bilimsel gelişmeler,
yenilikler, muharebe, elektronik ve bilgi sistemleri, lojistik yönetimi,
savunma sanayisi, askerî tıp ve sağlık, sosyal, kültürel
ve sportif amaçlı etkinlikler alt başlıklarında,
Türkiye Cumhuriyeti ile Şili Cumhuriyeti arasında iş birliği alanları
sıralanmaktadır. Hiç kuşku yok ki bu iş birliği,
iki ülke arasındaki dostluğu ve dünya barışını
güçlendirecektir ve onaylayacağınızı umduğum
bu anlaşmayla, ülkemiz, Şili'yle daha fazla, daha yakın
iş birliği olanaklarına sahip olacaktır ve bu arada,
jandarma konusunda iş birliği yapıldığını
da -son iki yılda- belirtmek isterim iki ülke arasında.
(x)
860 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlar,
Şili, Latin Amerika'nın, uygun deyimiyle "dünyanın
ucunda" bir ülkesidir. En son verilere göre nüfusu 16 milyon dolayındadır,
ancak, kişi başına geliri 12 bin dolardır. Şili'nin,
bağımsızlığını 19'uncu yüzyılın
başlarında kazandığını biliyorsunuz ve
Şili, özellikle doğal zenginlikleriyle ve bakırıyla
bilinen bir ekonomik güçtür. Ancak, yakın yıllara kadar bu
zenginlikler Şili halkının değil, bu yer altı
zenginliklerini sömüren uluslararası tekellerin, firmaların,
şirketlerin -çoğu Amerika Birleşik Devletleri'nden olmak
üzere- etki alanında ya da oyun alanı olarak kalmıştır.
Şili'de bize yakın bir duruş
şöyle gelişmiştir değerli arkadaşlar: 4 Eylül
1970'te Şili halkının oylarıyla, yüzde 36,3 oyla,
tüm sol partilerin oluşturduğu Halk Birliğinin adayı
olarak Salvador Allende başkan seçildi. Allende -halk oyuyla,
seçmen oyuyla işbaşına gelen- demokratik sosyalist
bir programı uygulamaya koydu, toprak reformu girişimi
başlattı. Mustafa Kemal'in iki kez yüce Meclise önerdiği
hâlde, bir türlü gerçekleştiremediğimiz toprak reformu,
Şili'de büyük ivme kazandı. Türkiye'nin yine bir türlü yapamadığı,
doğal zenginliklerini ulusal değerlendirme yönünde
adımlar attı. Ancak, başka bir şey oldu: Amerika Birleşik
Devletleri'nin Şili'ye olan yardımları bıçakla kesilir
gibi kesildi. Amerika'nın o zamanki Dışişleri Bakanının
"Latin Amerika'nın sorunları, Şili seçmeninin kararına
bırakılmayacak kadar önemlidir." demesiyle, yeni bir
boyut kazandı. Allende, askerî bir darbeyle, CIA'in katkılarıyla,
girişimleriyle işbaşından uzaklaştırıldı.
Bu eylem, bu darbe (Faşist askerî darbe) Allende'yi -darbeye karşı
çıkması nedeniyle- öldürerek sonuçlandı. Başkanlık
Sarayı'nda darbe girişimine karşı çıkan ve
seçmen oylarıyla işbaşına gelen Allende, bunu canıyla
ödedi ve Şili, 1973'ten 1990'a kadar sürecek karanlık, faşizan
bir yönetimin esiri oldu.
Aynı günlerde, hiç unutmuyorum
-içinizde hatırlayanlar da vardır- ülkemizin kimi yöneticileri,
galiba, aşırı sol düşmanlıklarından olacak,
Allende'ye olanın iyi olduğu, doğru olduğu yönünde
demeçler verdiler. Bu, üzüntü verici bir durumdu. Oysa, çok değil,
12 Mart 1971'de, gene Türkiye'de, bir askerî harekâtla Anayasa kuşa
çevrilmiş, Hükûmet düşürülmüş ve o sırada, bunun nedeni
olarak -12 Mart demokraside geri dönüşün, ülkenin geriye götürülmesinin
nedeni olarak da- hem uluslararası basında hem yerli basında
hem de dönemin Dışişleri Bakanının ağzından,
bu işin haşhaş ekimini engelleyen Hükûmetin tutumuna
karşı yapıldığı, yani, 12 Mart'ın
asıl gerekçesinin haşhaş ekimi olduğu vurgulanmıştı.
Ve bildiğiniz gibi, 12 Mart askerî darbesinden sonra Türkiye,
haşhaş ekimini, seçimle yeni bir Hükûmetin 73'te işbaşına
gelmesine kadar yasaklamak zorunda kaldı ve o dönemin devamında
başka şeyler de oldu. O süreç, 12 Mart 1971 süreci, Türkiye'yi,
hepimizin bildiği ve hâlâ etkilerini, toplumun, siyasetin,
ahlakın birlikte yaşadığı 12 Eylül dönemine
götürdü. Şimdi bunları niye söyledim? Her ne kadar, Türkiye
ile Şili arasında bu çerçevede bir benzerlik varsa da, olmayan
taraf da var. 1990'dan sonra, Şili, hızla demokratikleşme
yönünde adımlar atmaya başladı.
Burada, ayrı bir parantez açarak
bir noktaya değinmeme izin verin. Dün -bugünkü basında var-
eski başbakanlarımızdan ve cumhurbaşkanlarımızdan
biri, Bilkent'te öğrencilerle konuşurken "ODTÜ öğrencileri
nerede?" diye soruyor. Yani, son gelişmeler karşısında
neden öğrenci hareketi görülmüyor demeye getiriyor. Ben, onların
ne olduğunu söyleyeyim: ODTÜ öğrencileri de bu memlekette
emperyalist sömürüye karşı çıkanlar da ve benzerleri
de 12 Eylül'de ezildiler, onların üzerinden 12 Eylül'ün paletleri
geçti. İşte o nedenle, ODTÜ öğrencileri de başkaları
da bu toplumun duyarlı gençleri de duyarlı sendikaları
da duyarlı üniversiteleri de ses çıkaramıyorlar. Bilgilerinize
sunar ve kayıtlara geçmesini dilerim.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, Latin Amerika'da ne oluyor? Asıl, galiba, Şili
bağlamında, biraz da bu konu üzerinde durmakta yarar var.
Latin Amerika'da, son yıllarda, bir biri arkasından geniş
halk kitlelerinin desteğiyle sol eğilimli iktidarlar
işbaşına geliyor. Bugün Latin Amerikan halklarının
yüzde 80'e yakını, şu veya bu şekilde, şu veya
bu renkte -biraz sonra geleceğim- şu veya bu eğilimde
sol iktidarlarca yönetiliyor. Orta Amerika'yı ve Meksika'yı
bir tarafa bırakırsanız, bu ülkelerin nüfusu 350 milyon
dolayında ve bunlar büyük bir güç ve sol eğilimli hükûmetlerin
işbaşında olduğu ülkeler, Brezilya, Kolombiya,
Arjantin, Venezuela gibi en büyükleri
Şimdi, nasıl oldu
da bu sonuca ulaşıldı, bu noktaya gelindi? Latin Amerika
ülkeleri, özellikle 1988-2000 yıllarında, küresel sıcak
paranın etkisiyle ekonomik büyümelerinin eksiye düşmesi
ve sosyal patlamalarla çok sıkıntılı günler yaşadılar.
Aynı sıkıntıyı, ekonomik ve sosyal krizi, bildiğiniz
gibi Türkiye de yaşadı. Latin Amerika seçmenleri, bu
yıkımın nedenini, şu veya bu şekilde, doğru
veya yanlış, ama "Washington Uzlaşması" denilen
liberal politikalara bağladılar ve muhalefete, sola oy
vermeyi yeğlediler.
Kuşkusuz, biraz evvel de söyledim,
Latin solu tek tip değil, sosyal demokratlardan çok daha
aşırı veya radikal sayılabilecek noktalara uzanan
sol eğilimleri içinde barındırıyor. Sözünü ettiğimiz
Şili, birinci gruba, sosyal demokrat kesime giriyor. Buna Uruguay
ve Brezilya'yı da ekleyebilirsiniz. Buna karşılık
çok daha köktenci, radikal hükûmetler, Venezuela ve Bolivya'da
işbaşındalar ve oradaki başkanlar, yine bilindiği
gibi, Batı'dan, İspanya'dan veya Avrupa'dan giden Latin seçkin
kesiminden değil, yerli halktan oluşuyor.
Değerli arkadaşlar, Latin
Amerika hükûmetleri işbaşına geldikten sonra ne yapmaya
başladılar? Ne yapıyorlar? En başta şunu yapıyorlar:
Hepsi söz birliği etmişçesine yoksullukla mücadele programı
uyguluyorlar. Yoksullukla mücadele programında büyük
aşamalar kaydetmiş bulunuyorlar.
Yine, ortaklaşa bir noktalarını
söyleyeyim: Latin Amerika ülkelerinde ekonomik büyüme, 2000'li
yıllarda istikrarlı, yükselen bir seyir, bir eğilim gösteriyor
ve bu, halkçı hükûmetlerin işbaşında bulunması
nedeniyle, bu büyümenin getirisi halka yansıyor, halka olduğu
gibi veya büyük ölçüde iletiliyor. Bu da, çok bozuk olan gelir bölüşümünün
düzelmesine yardımcı oluyor. Bu da, her şeyden evvel
halkın yararına oluyor ve yoksullukla savaşımından
başka, yine, Latin Amerika ülkeleri, özellikle eğitim ve
sağlık alanında tüm halkı kapsayan, yoksulları
kapsayan, köklü ve geleceğe olan girişimlerde bulunuyor,
ülkelerinin geleceğine, eğitim ve sağlıkla, daha
doğrusu insana yatırımla katkı yapmaya çalışıyor.
Geçmişin eşitsiz gelir bölüşümünün, geçmişin
"latifundia" denilen büyük toprak ağalığının
ve geçmişin büyük ölçüde mafya ilişkilerine dayanan ekonomik
ağının yavaş yavaş buralarda ortadan kalktığı
görülüyor ve halkın yararına yönetimler, halkın yararına
işler yapmaya çalışıyor.
Şimdi, bu bağlamda söylenecek
çok somut bir şey var. Bunu doğru değerlendirmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Başta Arjantin ve Brezilya olmak üzere, Latin
Amerika ülkeleri, IMF'ye olan borçlarını ya kısa sürelerde
taksite bağlayarak ya da -defaten dedikleri- anında ödediler.
Latin Amerika ülkelerinin büyük çoğunluğunun, artık
IMF'ye bağımlılığı yok. Şimdi, bu neyi
sağlıyor? Bu, IMF'ye bağımlı olmamak, ülkelerin
kendi ekonomi politikalarını kendilerinin yapmasını
sağlıyor. Bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu, ne
kadar büyük bir olumluluk olduğu, ne kadar büyük yararlı
bir nokta olduğunu, herhâlde, bu sırada IMF denetiminde
olan Hükûmetimiz çok iyi anlıyor. Herhâlde, devletin en tepesinde
bulunanlar, ister siyasetçi olsun ister bürokrat, kendi kendilerine,
acaba IMF heyeti ne zaman gidiyor, ne zaman serbest kalabiliriz, ne
zaman denetimden uzak olabiliriz, diye soruyorlar. Latin Amerika,
IMF'nin denetiminden çıktı. Ekonomi politikalarını
kendisi ve bağımsızca oluşturuyor. Peki, bunun sonucunda
bu ekonomiler yıkıldı mı? Yani sıcak para, yani
uluslararası tekeller, yani borsalar bu ülkeleri yerle bir
edip, ekonomilerini yerle bir edip bu ülkelerin, enflasyonu yeniden
azdırma, faiz oranlarını yeniden artırma gibi
bir sonuç alabildiler mi? Değerli arkadaşlar, kesinlikle
hayır. Latin Amerika ülkeleri çok düşük bir enflasyonla,
istikrarlı, ama, kendi politikalarını yaparak, kendi
ayaklarının üstünde, IMF'ye bağımlı olmadan,
dış sermaye güçlerinden güç ve kuvvet almadan varlıklarını
sürdürüyorlar, halklarına hizmet ediyorlar. Bu nokta çok önemli.
Bu nokta çok önemli, çünkü, bu nokta işin düğümü. Türkiye ise
daha kasımda imzaladığı -sonuncu diyelim- anlaşmayla
yeniden her şeyini IMF cenderesine soktu. Daha evvel birkaç
kez belirtildi, ben de belirteyim: O kadar ki, IMF'ye verilen mektupta,
doktorlarımızın hangi tür ilaçları nasıl kullanacakları
konusunda eğitim almaları isteniyor. Bunlar mektupta
var, isterseniz size sağlayabilirim. Şimdi, kuşkusuz,
Türkiye'nin koşulları farklı, Türkiye'nin borcu şu
kadar, başka değişkenleri var; onları söyleyebilirsiniz,
ama, ben, Latin Amerika'nın IMF'nin cenderesinden kurtulduktan
sonra ekonomisini düzlüğe çıkardığının
bu vesileyle altını çizmek istiyorum. Bundan yararlanma
işi kuşkusuz ülkeyi yönetenlere düşüyor.
Üçüncü bir nokta var; hiç de üçüncül
olmayan, önemli bir nokta var. Geçtiğimiz günlerde, bu ayın
sonunda Evo Morales Bolivya'da bir devrim başlattı. Şimdi,
"devrim" deyince kimilerimizin algılamaları değişiyor,
kimilerimizin renkleri değişiyor, kimilerimiz başka
tür anlıyor. Evo Morales'in başlattığı devrimin
adı ne, biliyor musunuz? Değerli arkadaşlar, o devrimin
adı "ahlak devrimi." Peki, ne olacak, nedir bu "ahlak
devrimi" dediğiniz şey? "Ahlak devrimi" dediğiniz
şey, bir yerde başka türlü söyleyip bir yerde başka türlü
davranmak değil; hem siyasette hem bürokraside yozlaşmaları
önlemek, yargı süreçlerini sonuna kadar işletmek.
Herhâlde bununla ne demek istediğimi çok rahat anlıyorsunuz.
Siyasetçinin üzerindeki dokunulmazlıkları kaldırmak,
daha doğrusu sınırlamak, kürsü dokunulmazlığıyla
sınırlamak, bürokraside de ahlak değerlerinin
adım adım egemen olmasını, rüşvetin, yolsuzluğun,
ihale yolsuzluklarının ortadan kaldırılmasını
sağlamak. Şimdi, topyekûn, bütüncül, bütün ülkeyi, toplumu
kapsayan bu tür bir ahlak devriminin Bolivya'dan başlayarak diğer
ülkelere de adım adım yayılması kaçınılmaz
gibi görünüyor. Yorumcuların belirttiği, söylediği
bu.
Şimdi, bu noktalar neyi getiriyor?
Bu söylediklerim, yani halkçı, seçmeninin eğilimlerine
göre davranmak zorunda kalan, ülkesinin yer altı ve yer üstü
zenginliklerini halkının hizmetine sunan hükûmetlerin seçimle
iş başına gelmesi ve Amerika'nın artık -geçen
hafta Başkan Bush'un ziyaretinde de görüldüğü gibi- bu ülkelere
dokunamaz hâle gelmesi, bu işe de önemli katkılar yapıyor.
Başka bir şey daha oluyor, hemen onu da söyleyeyim: Bu ülkeler
siyasetlerini, toplumsal yapılarını ve her şeyden
önce demokratik kurumlarını güçlendirmek için, bunları
insan hak ve özgürlüklerine dayalı yürütmek için ellerinden
geleni yapıyorlar.
Değerli arkadaşlar, Latin
Amerika bir başka yer. Bileceksiniz Küba, Latin Amerika'nın,
bir anlamda bu gelişmelerin odak noktası ve bildiğiniz
gibi Küba, Bolivya bağlamında, diğer ülkeler bağlamında
her zaman en önde gelen yerlerden bir tanesi. Küba'nın özellikle
sağlık ve eğitim alanındaki büyük başarıları
ve ezilen Latin Amerika halklarına, her zaman, son kırk senedir,
elli senedir ulusal bağımsızlığın ve ulusal
onurun örneğini vermiş olmasının Latin Amerika'daki
gelişmelere çok büyük katkısı olduğu yadsınamaz.
Değerli arkadaşlar, dünya
değişiyor, dünya farklı bir düzleme taşınıyor
ve tek kutuplu anlayışın, soğuk savaş sonrasının
tek kutuplu anlayışının Irak'ta nasıl yıkıma
yol açtığı da biliniyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin
bir taraftan Latin Amerika'daki gelişmeleri çok dikkatle izlerken,
IMF'yle ilişkilerini gözden geçirmek zorunda olduğunun altını
çizmek gerekiyor. Gene, bu bağlamda, kurumsal yapısını
güçlendirmesinin altını çizmek gerekiyor ve ahlak seferberliğinin,
toplumsal ahlak seferberliğinin, doğruluğun, dürüstlüğün,
hakkın öne çıktığı, insana saygının
egemen olduğu, eşitliğin egemen olduğu bir toplumsal
ahlak düzleminin yakalanmasına bir gereksinim olduğu
son zamanlarda yaşadığımız kapkaç olaylarından,
benzerlerinden, bir dizi olaylardan ortaya çıkıyor.
Değerli arkadaşlar,
kuşkusuz bu sözlerimle şunu demek istemiyorum, yani Latin
Amerika'da her şey güllük gülistanlık, her şey düzgün gidiyor
demek istemiyorum. Latin Amerika'da da kimi hükûmetlerin büyük eksikleri
var, eleştiriler alıyorlar ve değiştirmeye, güçlenmeye
çalışıyorlar, yanlışlarından dönmeye
uğraşıyorlar, ama orada çok önemli bir kazanım var,
onu belirtmek istiyorum. O kazanım şudur: Hükûmetler, siyasi
partiler, hareketler, aydınlar, köylü hareketleri, topraksızlar
hareketleri, işsiz hareketleri ve benzerleri, hepsi, yaptıkları
işi, yaptıkları girişimleri hep demokratik kuralları
çalıştırarak ve eşitlik anlayışıyla
yapıyorlar.
Şimdi, örgüt düzeyinde demokrasinin
işletilmesi, parti düzeyinde demokrasinin işletilmesi
kaçınılmaz olarak ülke düzeyinde halkın taleplerinin
hükûmetlerce göz ardı edilememesi sonucunu veriyor. Hükûmetler,
toplumlarına sürekli duyarlı kalmak zorunda kalıyorlar.
Kıta, yer altı ve yer üstü
zenginlikleriyle çok büyük bir ekonomik potansiyele sahiptir, çok
büyük bir gizil güç dediğimiz şey var. Ancak, bu potansiyelin,
bu ekonomik gücün daha çok iş, daha çok aş olarak halkın
yararına dönmesi, hakça bir gelir bölüşümünün ortaya
çıkması ve ekonomik gelişmenin, ekonomik refahın
güçlenmesi gerekiyor. Burada büyük komşuları Birleşik
Amerika'ya da önemli bir görev düşüyor, bunu da burada vurgulamakta
yarar var. O görev şudur: Latin Amerika, geçmişte Amerikan
başkanları tarafından "işte, bizim arka bahçemiz,
her şeyi yaparız, ederiz" biçiminde algılandı
bir ara, ama, dönem değişti. Şimdi, Amerika'nın yapması
gereken, bu ülkelerin kendi halklarının özlemleri
doğrultusunda ekonomik yönden güçlenmelerine, demokratik
yönden gelişmelerine katkı yapmaya çalışmak. Bunu
ben söylemiyorum, uluslararası örgütler söylüyor. Örneğin,
Brezilya'nın ürettiği kimi ürünlerin Amerika Birleşik
Devletleri'ne satılması sınırlandırılmış
bulunuyor. Bunun yerine Amerika, kendi mısır ve şeker
üretimini destekliyor, korumacılık yapıyor. Buna
Amerika'nın ihtiyacı olmamak gerekir. Bunu şunun için
söylüyorum: Uluslararası ekonomik ilişkilerde, Amerika
Birleşik Devletleri'nin en azından Latin Amerika'yla çok daha
eşitlikçi bir tutum sergilemesi, bu taraflara da örnek olacaktır.
Bu taraflar dediğim, anlıyorsunuz, Orta Doğu'ya, Avrupa'ya
ve başka yerlere.
İkinci, ama ikincil olmayan
bir nokta daha var, o da şu: Bu deneyim, Latin Amerika deneyimi
güçlenmeli, güçlendirilmeli, buna katkı yapmalı ve bu koalisyon,
bu büyük koalisyonlar, halkın değişik gruplarının
koalisyonunun sağlıklı bir siyasal gidişe, gelişime
öncülük etmesinin yolları açılmalıdır. O deneyim
başarılı olduğu takdirde, Latin Amerika deneyimi
başarılı olduğu takdirde, hiç kuşkusuz, bu,
yalnız o ülkelerin milyonlarca, 300-400 milyon olan halkları
için değil, bütün insanlık için de öğretici, örnek ve
çok olumlu, önemli bir kazanım olacaktır diye düşünüyorum.
Şili ile Türkiye arasındaki
bu iş birliği anlaşmasının onaylanmasını
diliyorum. Bu anlaşmayla, iki ülke arasında, esasen var
olan kimi benzerliklerin daha da güçleneceğini, demokratik
süreçlerin işlemesinde çok daha ileri adımlara yol açacağını
düşünüyorum,
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kepenek.
Şahsı adına söz isteyen
Recep Garip, Adana Milletvekili
Yok.
Tevfik Akbak, Çankırı Milletvekili
Yok.
Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde
şahsım adına söz aldım.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'ye çok uzak mesafelerde olan Şili Cumhuriyeti ile ilgili
olarak yapılan bir anlaşmanın uygun görülmesiyle ilgili
bir kanun tasarısı. Bu kanun tasarısının ülkemize
ve Şili'ye hayırlar getirmesini temenni ediyorum. İnşallah,
bundan sonra bu iki ülke arasındaki her türlü ilişki daha da
gelişir, artar. Öncelikle askerî alandaki ilişkilerin gelişmiş
olması, birbirine çok uzak mesafelerde olan iki ülkenin de yararına
olacağı inancındayım. Yine, gerekçeden de gördüğümüz
kadarıyla, Şili'nin, son dönemlerde, liberal ekonomi
açısından son derece hızlı gelişmeler gösterdiği
ve bunun neticesinde de iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin
de gelişebileceği şeklindeki bir kanaat gerekçeye
hâkim olmuş. Bu gerekçeye, ben, aynen katılıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye, 70 milyonluk nüfusuyla, 600 bin kişilik dinamik bir ordusuyla,
bulunduğu coğrafyada ve dünya genelinde adından en
çok söz ettirmesi gereken ülkelerin başında gelmektedir.
Öncelikle, yakın çevresinde
ortaya çıkan gelişmelerin karşısında, bu noktada
Türkiye'nin ne söyleyeceği, bu noktada Türkiye'nin ne düşündüğü,
mutlaka çevre ülkeler tarafından dikkatle incelenmesi ve
araştırılması gereken bir konudur.
Ancak, son dönemlerde, bakıyoruz
ki, etrafımızda ve dünyada olup biten bütün gelişmeler
karşısında 70 milyonluk bir ülkenin ağırlığını
göremiyoruz. Maalesef, Kıbrıs'taki son gelişmeler,
Irak'taki son gelişmeler, Avrupa Birliğiyle olan ilişkiler,
maalesef, son dönemlerde hep Türkiye'nin aleyhine gelişmektedir.
Bunun sebebi, Türk dış politikasının olması
gerektiği şekilde bu Hükûmet tarafından temsil edilememesinden
kaynaklanmaktadır. Öyle bir zayıf dış politika uygulanmaktadır
ki, Güney Kıbrıs Rum kesimi böyle bir zayıf politikaya
sahip bir Hükûmetin olduğu bir dönemde Akdeniz'de petrol arama
faaliyetleri içerisine girebilmektedir. Yıllardan beri böyle
bir teşebbüste bulunmayan bir ülkenin, Güney Kıbrıs
Rum kesiminin, etrafındaki ülkelerle ortak bir hareket içerisine
girerek petrol arama faaliyetleri içerisinde olması karşısında
70 milyonluk bir ülkenin sesinin daha gür bir şekilde çıkması
gerektiği inancındayım. Özellikle son dönemde Irak'taki
ve Kuzey Irak'taki gelişmeler karşısında, yine, uygulanan
politikaların olması gereken politikalar olduğunu
söyleyebilecek bir tek kişi çıkmaz.
Sayın Başbakan grup toplantılarında
konuşuyor, Kuzey Irak'taki gelişmelerle ilgili grup toplantılarında
çok sert sözlerle oralara mesaj gönderiyor; ancak, ertesi günü Kuzey
Irak'tan bir ses: "Sayın Erdoğan, bu, Kuzey Irak'ın veya
Irak'ın iç meselesidir. Kerkük bir Kürt şehridir. Bu sene burada
referandum yapılacaktır. O nedenle, Türkiye'nin, Kuzey
Irak'ın veya Irak'ın iç işlerine karışmasını
şiddetle reddediyoruz veyahut Kuzey Irak'a karşı yapılacak
bir operasyon veya bir sınır ötesi harekât karşısında
biz sizi çiçeklerle karşılamayız."
Bir diğeri, Kerkük'le ilgili
olarak çok ağır sözler... Halil Zad, Büyükelçi, çıkıyor,
Kerkük'ten, Kuzey Irak'tan "Kürdistan" olarak bahsedebiliyor.
Kim bu? Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyükelçisi. Kim konuşuyor?
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice, bir konuşmasında Kuzey Irak'tan Kürdistan
olarak bahsediyor, ama, bu Hükûmetin ilk dönemlerinde, ilk yıllarında
hep şu sesi duyuyorduk Sayın Başbakandan, Sayın
Dışişleri Bakanından: "Bizim, Irak'la ilgili
kırmızı çizgilerimiz vardır. Bu kırmızı
çizgilerimizden asla taviz vermeyiz." Hep bu söylemler ortadaydı,
ama bugün gelinen noktada Irak'taki kırmızı çizgilerden
bir tek eser bile kalmamıştır ve oradaki bütün gelişmeleri
bir seyirci edasıyla bu Hükûmet izlemektedir. Nedir politikanız
bu konuda? Hangi yaptırımlarınız var? Hangi müeyyideleri
uygulayacaksınız? Kuzey Irak'taki olası gelişmeler
karşısındaki (B) planınız nedir?
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Ovaya in biraz, ovaya! Ovaya in biraz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
Şimdi, oradan Manisa Milletvekili diyor ki: "Siz ovaya gelin."
Biz ovadayız, biz ovadayız. Bakınız, bu ülke terör
belasından çok çekti. 35 bin insan hayatını kaybetti,
5 bin şehit verildi, 100 milyar dolar, o bölgedeki terör hadiselerine
bu ülkenin kaynakları ayrıldı.
Siz, Sayın Bilen, "dağlarda
eli silahlı teröristler silahla dolaşmaya devam etsinler"
diyorsanız, o sizin probleminiz. Biz, Doğru Yol Partisi olarak
diyoruz ki: "Hiç kimse eli silahlı dağlarda dolaşmasın."
Dolaşmasın
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Ovaya insinler, ovaya.
BAŞKAN - Sayın Bilen, lütfen
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Elbette,
ya korkudan ya pişmanlıktan ovaya inecekler bunlar, inecekler.
Doğru Yol Partisi iktidarı döneminde bunlar inecekler ovaya.
Korkudan inecekler, pişman oldukları için inecekler, bu
işin sonu olmadığını gördükleri için indireceğiz
ovaya, inecekler ovaya bunlar.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Eli silahlı siyaset mi yaptıracaksınız?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bakınız,
değerli milletvekilleri, Sayın Ağar'ın bu konuşmasından
sonra, Jandarma Genel Komutanlığı bir açıklama
yaptı, resmî açıklama. Dedi ki Jandarma Genel Komutanlığı:
"Biz, dağdaki teröristlerin aileleriyle irtibat kuruyoruz,
onları dağdan indirmeye çalışıyoruz."
Jandarma Genel Komutanının resmî açıklaması. Üç
gün sonra Emniyet Genel Müdürlüğü bir açıklama yaptı,
dedi ki: "Biz, dağdaki teröristlerin aileleriyle irtibat
kuruyoruz ve onları dağdan indirmeye çalışıyoruz."
Bu Meclis değil mi, sizin oylarınızla
buradan çıkmadı mı, Eve Dönüş Yasası, Pişmanlık
Yasası bu Meclisten çıkmadı mı? Peki, bu kanunlar
neyi getiriyordu? Dağdaki teröristleri, pişmanlık
içerisinde olan teröristler varsa, bunları ovaya indirmeye yönelik
bir kanun değil miydi bunlar? Sayın Bilen, sizin Genel
Başkanınız değil mi, Sayın Genel Başkanınıza,
Başbakan Erdoğan'a sordular, "Sayın Ağar böyle
bir açıklama yaptı, ne diyorsunuz" dediklerinde, Sayın
Başbakan, "Sayın Ağar çok doğru şeyler söylemiş"
dedi.
Dışişleri Bakanına
sordular, Sayın Gül'e: "Ne diyorsunuz Sayın
Ağar'ın açıklamalarıyla ilgili?" Sayın
Gül de dedi ki: "Sayın Ağar çok doğru şeyler söylemiş."
Ya siz, Manisa Milletvekili olarak Sayın Erdoğan ve Sayın
Gül'ün söyledikleri dışında bir fikre sahipsiniz,
Başbakanınızın fikrinden daha farklı bir fikre
sahipsiniz
Siz, Manisa Milletvekili olarak, bu teröristler dağlarda
eli silahlı dolaşmaya devam etsinler diyorsunuz; ama, biz,
Doğru Yol Partisi olarak demiyoruz. Bu dağdaki teröristler
düze inecekler, silahlarını bırakacaklar, devletin
şefkatli kollarına kendilerini bırakacaklar.
Eğer, herhangi bir terörist faaliyete, eyleme katılmışsa,
bunun hesabını yüce Türk mahkemesi önünde verirler, ondan
sonra da normal hayatlarına devam ederler. Eğer, herhangi
bir suça karışmamışsa, gelirler, adalete de teslim
olurlar ve onun gereği yerine getirilir. Ne yaptınız
Allah aşkına, dört buçuk yıldan beri iktidardasınız,
bu terörün önlenmesi yolunda hangi tedbirleri aldınız?
İşte Kuzey Irak. Geçmişte onlarca kez, terörist faaliyetler
takip edilerek Irak içlerine kadar 50 kilometre, 100 kilometre bu
ülkenin güvenlik güçleri girdi, şimdi 1 metre adım atabiliyor
musunuz Irak sınırında?
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Orada askerlerimizin olduğunu biliyor musunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
Atabiliyor musunuz? Hangi eylemleri yaptınız? Hangi hareketleri
yaptınız?
İşte Kandil Dağı.
Kandil Dağı orada duruyor, teröristler orada duruyor.
Bizim Sayın Genel Başkan
Sayın Erdoğan'a dedi ki: "Yüreğin yetiyorsa Kandil
Dağı'na gidelim." dedi Sayın Ağar. Hani, neredesiniz?
SONER AKSOY (Kütahya) - Bravo
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Neredesiniz?
Neredesiniz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen
SONER AKSOY (Kütahya) - Onları
gördük biz!
BAŞKAN - Lütfen toparlayınız
Sayın Kandoğan.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Güneydoğuya bir kere bile gitmedin Ümmet Kandoğan, yapma!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın
Genel Başkan, daha kısa bir süre önce
İki hafta önce
biz Sayın Genel Başkanla Diyarbakır'daydık. Bundan
iki ay önce Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin'deydik. Beraberdik
Sayın Genel Başkanla.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Sayın Genel Başkan bizim sayemizde oralara gidebiliyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
Şimdi, Sayın Erdoğan Hakkâri Şemdinli'ye gitmiş,
oradan bir mesaj veriyor
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Sayın Genel Başkan bizim sayemizde oralara gidebiliyor.
BAŞKAN -Sayın Bilen, lütfen
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
efendim, ben Hakkâri'deyim, Şemdinli'deyim, diğer liderler
de gelsin Hakkâri'ye.
Ey Erdoğan, ey Sayın
Başbakan, Hakkâri Şemdinli bu ülke sınırları
içerisinde bir il, bir ilçe. Hakkâri Şemdinli'ye gitmekle niye
övünüyorsun? Türkiye sınırları içerisinde bir yere
gitmekle övünen bir Başbakanı ilk defa görüyoruz. Yüreğin
yetiyorsa Kandil Dağı'na gidelim Sayın Başbakan,
Kandil!
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Gidebiliyor muydun eskiden?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Teröristler
orada.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Eskiden gidebiliyor muydun?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Teröristler
orada.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- O yürek var mıydı?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Gücünüz
yetiyorsa, hadi, buyurun. Mahmur Kampı'na gidelim, buyurun.
Koordinatöre havale ettiniz,
koordinatöre havale ettiniz
Hiçbir ülke bir başka ülkenin
teröristleriyle uğraşmaz.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak,
geldiğimiz gün, koordinatörlük müessesesini yerle bir edeceğiz,
yerle bir edeceğiz.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Bu millet daha önce sizi denemedi mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) -
Türkiye, 70 milyonluk bir ülke, 600 bin kişilik dinamik bir orduya
sahip, terörle mücadele noktasında son derece tecrübeli güvenlik
güçlerine sahip. Bu kadar güçlü bir ülke, terör mücadelesini Amerika'ya
havale edemez. Türkiye'nin meselesi, terörün meselesi, Süleymaniye'den,
Erbil'den, Washington'dan değil, Ankara'dan çözülür. Ankara'da
güçlü bir hükûmet, güçlü bir irade, terörle mücadele noktasında
her türlü göreve hazır olan bir hükûmet olursa, koordinatörlük
diye bir şey olmaz. Bu mesele güçlü bir iradeyle çözülür diyor
ve yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kandoğan.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ŞİLİ CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ
ARASINDA ASKERİ
ALANDA EĞİTİM, SAVUNMA SANAYİİ, TEKNİK VE
BİLİMSEL
İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN
BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 20 Nisan 2004 tarihinde
Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda
Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği
Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen
Hakkı Ülkü, İzmir Milletvekili.
Sayın Ülkü, süreniz on
beş dakikadır.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Alanda
Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği
Anlaşmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın
1'inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve
şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar, Şili, 1926 yılında imzalanan dostluk
anlaşmasıyla, Latin Amerika'da Türkiye'yi tanıyan ilk
ülke olmuştur. Türkiye, 1930'da ilk maslahatgüzarını
göndermiş, 1943'te ise elçimiz güven mektubunu sunmuştur.
İlk Şili elçisi ise 1940 yılında ülkemize gelerek,
güven mektubunu sunmuştur.
Ülkenin başkenti Santiago'da
Türkiye Cumhuriyeti Meydanı, Atatürk büstü, Atatürk Koleji
vardır. Ülkemizde de, Şili'nin kurtarıcısı ve
cumhuriyetinin kurucusu Bernardo'nun anıtı ve Şili
Meydanı, iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek
adına yapılmıştır.
Şili, 757 bin kilometre kare
yüz ölçümlü, 16 milyon nüfuslu bir Güney Amerika ülkesidir. İspanyolca
konuşulur. İthalat-ihracat dengeleri, 2003 yılı
sonu verilerine göre, ihracat lehinedir. Kişi başına
düşen gelir 10.500 dolar ile 11.500 dolar arasındadır. Büyüme
oranı yüzde 3,5 düzeyinde, işsizlik oranı ise yüzde 7,5
civarındadır.
Güney Amerika'nın çileli ülkelerindendir
Şili. "Pablo Neruda" gibi, dünyaca ünlü diplomat ve
şairleri de vardır. 1971'de Nobel edebiyat ödülünü alan Pablo
Neruda, Şili'nin efsane lideri Allende'ye karşı düzenlenen
darbeden on iki gün sonra yaşamını yitirmiştir. Bizim
gençliğimizin idollerinden olan Neruda'nın, Türkçesi
"kazanacağız" demek olan "Venceremos" adlı
şiiri çok çarpıcıdır. Çünkü, şiirinde "venceremos,
venceremos", "zulme ve yoksulluğa paydos" der. 1976
yılında TÜPRAŞ'ta yapılan bir direniş esnasında
"venceremos" kelimesini "tencerem boş" diye
anlayan bir grup, yürüyüş anında "tencerem boş, tencerem
boş" diyerek, bu türküyü, âdeta, Türkçeye çevirmiştir.
Şili'nin ilginç bir siyasi tarihi
vardır. Örneğin, 1930'larda meşhur 29 dünya krizinin akabinde,
on iki günlük bir sosyalist cumhuriyet kurulmuştur Şili'de.
Marks ve Engels'ten esinlenmek yerine, Troçkist grupların egemenliği
söz konusu olmuştur bir süre. Belki de Meksika'da çekilen ve son
yılların en güzel filmlerinden birisi olan Frida'nın
orada çekilmesinin nedeni de bu olsa gerek.
Bu on iki günlük sosyalist cumhuriyette,
önce, bahriyeliler ve diğer siyasi tutuklular için af ilan edilmiştir.
Sonra, gıda maddelerinin dağılımı kontrol altına
alınmıştır. Petrol, tütün ve şeker üretimi için
devletin şirket kuracağı açıklanmıştır.
Yabancı sermaye baskısına son verileceği ilan
edilmiştir, bankaların sosyalleştirileceği duyurulmuştur.
Bir yasa da çıkartılarak, kitlelerin temel ihtiyaç maddelerini
üreten işletmelere devletin el koyma hakkı tanınmıştır.
Ama, bunlardan sadece affı gerçekleştirebilmişlerdir.
Bu anı Şili tarihinde her zaman sevimli ve sembolik bir anlam
taşımıştır.
Daha sonra, seçimle iktidara gelen
ilk marksist lider Salvador Allende bu on iki günlük hükümetin yapmak
istediğini tek tek gerçekleştirmiştir. Allende'nin
Şili'deki iktidarında birçok yenilikler ülkede iktidara
damgasını vurmuştur.
Aslında, Allende'nin siyasi
mücadele tarihi irdelenmeye değer bir süreçtir. Üç kez
başkan adayı olan Allende, kendi partisi içinde bile 13'e 11
oyla başkan adayı seçilebilmiştir. Ama, Allende, Hristiyan
demokratların önceki seçimlerde vaat edip gerçekleştirmediği
bütün reformları vaat etmiştir. Toprak reformu, bakır
madenleri ve sanayinin millîleştirilmesi, sağlık hizmetlerinin
yeniden düzenlenmesi ve yaygınlaştırılması,
eğitim reformu gibi reformlar baştadır.
Bunları yapmak için sendikalar
ve diğer sol partilerle birlikte halk cephesi oluşturulması
gerekiyordu ve bu halk kesimlerine şöyle hitap ediyordu:
"Herkesin varlıklı olacağına söz vermiyorum, sadece onurun ve gerçek özgürlüğün
umudu için söz veriyorum."
Seçime gidildiğinde Allende
Eylül 1970 tarihinde artık başkanlığı kazanmıştı.
Allende'nin iktidarı dünya tarihinin çok kritik bir dönüm noktasına
rastlar. Vietnam Savaşı'nın tüm şiddetiyle sürmesi,
Amerikan toplumunu radikalleşmeye doğru götürüyordu.
Latin Amerika'da ise bir toplumsal canlanma başlıyordu.
ABD, 1967 Savaşı'ndan sonra, Orta Doğu Arap dünyasından
tecrit olmuştu. Üçüncü dünya hareketi doruk noktasına ulaşıyordu.
1968 olayları Avrupa'da bir radikalleşmeyi ve kökünden değişiklikleri
beraberinde getiriyordu. Daha sonraki zamanlarda Amerikan
dış politikası Şili ve buna benzer ülkeler için
millî güvenlik konseyi tarafından -ki, buna "kırklar kurulu"
da deniyordu- sık sık değiştirilmiş ya da gözden
geçirilmiştir.
Bugün, ben bu hikâyeyi biliyorum
dedirtecek kadar bayağılaşan ve başka ülkelerde
de başvurulan taktikler Şili'de de uygulamaya konuldu tabii.
Allende, Halk Cephesi yönetimi karşısında, orduyu
uzun bir süre tarafsız konumda tutmayı başardı. Tabii,
bunun nedeni, orduda Halk Cephesi yandaşlarının belirli
bir etkiye sahip olmasıydı. Bunu bilen darbeciler, ordunun
bir kesimini etkisiz kılabilmek için sistemli bir tasfiyeye
başvurdular. Örneğin, generallerden birisinin iki oğlu
Halk Cephesi için çalışmakta iken, Allende'nin başkanlığının
kongrede onaylanmasından bir gün önce öldürüldüler. Bu eyleme
"sol terör başladı" havası verip, Allende'nin
başkanlığının onaylanmasını engellemeyi
ummuşlar, ama başarılı olamamışlardır.
Ordu içerisindeki meşruiyetçi
güçler sistemli biçimde geriletilmiştir ve etkisizleştirilmiştir.
Şili'ye verdiği bütün ekonomik kredileri kesen ABD, Şili
ordusuna çok uygun koşullarda silah ve askerî donatım
sağlamaya devam etmiştir, orduyla kurumsal ilişkilerini
de derinleştirmiştir. 1973'te, ordu, artık tüm meşruiyet
yanlısı komutanlarını tasfiye edilebileceği
bir noktaya gelmiştir. Genelkurmay başkanına suikast
düzenlenmiştir. Allende'nin yaveri öldürülmüştür. 1973
yılının Ağustosunda da genelkurmay başkanı
ve demokrasiye bağlı diğer subaylar istifaya zorlanmıştır.
Daha sonra, darbe yapacak olan Pinochet ekibi komutayı ele almış,
hemen daha ilk günden ordu içinde tasfiye hareketi başlatmıştır.
Eski genelkurmay başkanı Pinochet (Pinoşe)'nin ajanları
tarafından Arjantin'de kaldığı evin kapısında
vurularak öldürülmüştür.
1973'te yapılan seçimlerde Allende'nin
oylarının artması üzerine, Allende hemen bugün düşürülmeli,
yoksa 1976 seçimleri gelip çattığında oyların yüzde
80'ini toplayacaktır diye telaşlanmışlardır.
Eski içişleri bakanını öldürüp, suçu solcuların
üstüne yıkmaya çalışmışlardır.
Allende'ye suikast girişiminde
bulunulmuştur. Ülkenin en önemli ihraç malı olan bakır
işletmelerine sabotajlar düzenlenmiştir. 19 sendikacı
ve sosyalist parti yöneticisi öldürülmüştür. Demir yollarına,
köprülere, santrallere ve fabrikalara, 73 yazı boyunca, 600
bombalama eylemi meydana gelmiştir. Askerler sık sık
fabrikalara baskınlar düzenleyerek, zaten saldırıya
uğrayan işçileri moral çöküntüye uğratmışlardır.
Hatta o günlerde rakibi ama, daha sonra arkadaşı olan ve sonuna
kadar da birlikte mücadele ettikleri Pablo Neruda, Allende'nin bu
kuşatılmışlığını görünce
"Şili sessiz bir Vietnam'dır." demiştir. Zaten,
on gün arayla biri öldürülmüş, diğeri de bu acıya dayanamayıp
ölmüştür.
Allende'nin Genelkurmay Başkanlığını
yapan Pinochet için söylenecek çok söz var. Geçtiğimiz yıl
aralık ayında kalp krizinden öldü, biliyorsunuz. Şili'yi
1990 yılına kadar demir yumrukla yöneten Pinochet döneminde
3 binden fazla solcu öldürülmüştür, yaklaşık bin kişi
kaybolmuştur, hatta, bazı muhalifler helikopterle okyanusa
atılmışlardır.
Ülkeyi komünizmden kurtardığını
söyleyen diktatör Pinochet'in adamları yaklaşık 30 bin
kişiyi işkenceden geçirmişlerdir, birçok kişi ülkeyi
terk etmiştir. "Ölüm karavanı" adlı özel bir askerî
bir manga ülkeyi dolaşarak muhalifleri yargılamış,
öldürmüş ya da hapsetmiştir.
BAŞKAN - Sayın Ülkü, isterseniz
biraz da sözleşmeden bahsedin.
Buyurun.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin)
- Kimle sözleşme yaptığımızı bilelim diye
anlatıyor.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Sıra
oraya geliyor efendim.
Tarih, her yönetimi ve yönetimlerin
başında bulunanları layık olduğu şekilde
yerli yerine oturtuyor deyip, geçeyim.
Şili bugün, üst düzeyde piyasa
ekonomisinin hâkim olduğu bir ülkedir. On yıl boyunca yüksek
büyüme oranları görülen Şili ekonomisi, 1999 yılında
durgunluğa girmiş, ancak, 2000 yılında yakaladığı
yüzde 4,5'luk büyüme oranıyla yeniden büyüme sürecine geçmiş,
genellikle de sağlam ekonomik politikalar izlemeyi de hep tercih
etmiştir.
Ülkede ücretler enflasyonun üzerinde
artmış ve yaşam standartlarının yükselmesine
neden olmuştur. Nitekim, Birleşmiş Milletler insani
kalkınma endeksinde 175 ülke içinde 43'üncü sıradadır.
Şimdi de biz, bu ülkeyle askerî alanda iş birliği anlaşmasını
uygun bulduğumuza dair yasa çıkartıyoruz.
Şunu itiraf etmeliyiz ki, son
yıllarda başarılı bir ekonomi politikasıyla
yönetilen Şili, ülkemizle, kendilerine göre en akıllıca
verilmiş bir kararla, ülkemizin en başarılı olduğu,
neredeyse tek alan olan askerî alanda, bir iş birliği ve
eğitim anlaşması imzalamaktadır.
Bunu, hem bir övgü hem de bir yergi
anlamında söylüyorum. Biliyorsunuz, kimi uluslararası
ilişkiler uzmanlarına ve yorumcularına göre, ülkemizin
en önemli ihraç alanları ne yazık ki, hâlâ, sadece askerî birikimimiz
ve gücümüzdür. Çünkü, üretimimiz yoktur; üretmezsen bitersin.
Şimdi de, bu durumu yaşıyoruz.
Gönül isterdi ki, Şili ile
dış ticaret açığı vermeyen, iyi bir ekonomi politikasıyla
yönetilen, başarılı bir sanayi ve teknoloji ülkesi
olarak bir serbest ticaret anlaşması imzalayalım;
ama, ne yazık ki, AKP İktidarında, ülkemizin iç ve
dış borçları Aralık 2006 tarihi itibarıyla 350
milyar dolara çıkmış, işsizlik yüzde 15'in üstünde
dış ticaret açığı da 52 milyar dolardır.
İhracatımızın ithalata bağımlılığı
da yüzde 70 düzeyindedir.
Oysa Şili, 1990'lardan başlayarak,
yani, Pinochet'nin işbaşından uzaklaştırılmasından
başlayarak, önce Meksika ve Kanada ile, daha sonra komşularıyla,
Avrupa Birliğiyle ve Güney Kore'yle serbest ticaret anlaşmaları
imzalamış, ABD ile de 1 Ocak 2004'te yürürlüğe giren anlaşma
ile gümrüklerin on iki yıl içinde karşılıklı
olarak sıfırlanmasını sağlamıştır.
Halen, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Yeni Zelanda ve Singapur
ile de bu anlamda görüşmelerini sürdürmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Şili, bu anlaşmaları yaparken diğer
yandan da, yüksek vergi oranlarını buğday, un, bitkisel
yağlar ve şeker için devam ettirerek hem üreticisini ithal
ürünler karşısında ezdirmemek, hem de kendi elinde var
olan bir ürünü tutup da başka ülkelerden alarak ekonomisine zarar
vermemek gibi bir akıllılığı ve yurtseverliği
de sürdürmektedir. Gönül isterdi ki, bizim ülkemizde de bu bilince,
bu akla ve bu yurtseverliğe sahip bir iktidar olsun.
Şili, ayrıca, en önemli
ihraç malı olan bakırı, bir devlet kuruluşu olan CODELCO
adlı şirketle dünyaya pazarlamaktadır. Bu, devlete
ait şirket, dünyanın en çok bakır üreten firmasıdır.
Nitekim, Şili'nin ihracatı, 2002'de gayrisafi millî hasılasının
yüzde 27'sine ulaşmıştır. Bu da, AKP'nin adı Türk,
kendisi tamamen yabancı Petrol Yasası'nı çıkararak
uluslararası tekellere hizmet ettiği bu günlerde örnek
alınması gereken bir politikadır. Sen, Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığını devreden çıkaracaksın,
ülkenin kaynaklarını yabancı tekellere sunacaksın,
elin oğlu gelip seninle serbest ticaret anlaşması yapacak!
Olmaz; gereği de yoktur zaten. Nitekim, Şili ile olan
dış ticaretimiz AKP İktidarıyla birlikte genel
olarak, bütün dış ticaretimizde olduğu gibi, aleyhimize
bir seyir izlemeye başlamıştır. 2002 yılında
Şili ile olan dış ticaretteki açığımız
60 milyon dolar iken 2003'te 145 milyon dolara yükselmiş, 2006'da
ise 35 milyon dolar ihracat yapmışız, 442 milyon dolar
da ithalatımız olmuş. Yani, açığımız
da 307 milyon dolara çıkmış.
Şili'de 11 Eylül tarihi çok
önemlidir. 11 Eylül 1973 Şili için ne kadar önemliyse ABD için de o
kadar önemlidir, Şili için nasıl bir kara darbe ise ABD için
de kara bir gündür. Hatta, hatırlarsınız, 11 Eylül için
kara eylül de denilir. Filistinlilerin de kanayan yarasıdır
11 Eylül. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, sevgili,
anne, baba, yurtsuz yuvasız bırakılmışlardır
11 Eylül'de Filistin'de. Bizim de bir 11 Eylül'ümüz var. Ülkemizde de
12 Eylül'e uzanan kara bir gecenin başlangıcıdır o
gün. "Bizim çocuklar o gün işi bitirmişlerdi." CIA
elemanları öyle diyordu. Hakikaten bitirmişlerdi; gerçekten
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü, lütfen
toparlayınız.
Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Bitiriyorum
efendim, bir dakika falan.
BAŞKAN - Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Hastaneler,
sokaklar, evler, caddeler, tımarhaneler ve hapishaneler o günün
kurbanlarıyla doldurulmuştur. Hâlâ o günün psikolojik sorunlarını
defetmeye, kendimize gelmeye çalışıyoruz ülke olarak.
Halkına, sadece onuru ve gerçek
özgürlüğü için söz veren Allende, kuşatılan başkanlık
sarayında direnmiş ve üzerine yağdırılan kurşunlarla
öldürülmüştür. Sadece o mu? Sanatçılar, aydınlar statlara
doldurulmuştur. Onlardan biri ve en önemli kişisi de Victor
Jara'dır. Victor Jara, dünyaca tanınmış bir gitaristtir.
Gitar çalan parmakları bir daha çalmasın diye tek tek
kırılmıştır. Yetmemiş, bilekten kesilmiş
elleri. Dolayısıyla, Şili'nin de sesi, nefesi kesilmiş.
11 Eylül böyledir işte.
Kısa bir halk iktidarı dönemi
yaşayan Şilililer, her çocuk beslenebilsin, her bebek büyüyebilsin,
yaşayabilsin diye her sabah evlerinin önüne birer süt şişesi
bırakan Halk Cephesi yönetimini coşkuyla desteklerken,
emperyalist güçler, General Motor ve ITT isimli sermaye odakları
kamyoncuları da devreye sokarak, bolluğu kıtlığa
dönüştürmüşlerdir. Çocuklara süt vermeyi yasaklamışlar
ve coşkulu günleri kargaşaya ve karanlığa gömmüşlerdir.
Bunlar size bir şeyler çağrıştırdı
mı bilemiyorum. Akaryakıt kıtlığını,
yağ kuyruklarını, paralı ilanları
Yani, 12
Eylül öncesi Cumhuriyet Halk Partisi İktidarında yapılanları,
bizim yirmi aylık iktidarımızı.
Bizi ilk tanıyan ülkelerden
olan Şili ile, zaman zaman işte yollarımız böyle de
kesişiyordu. Şimdi, artık, askerî alanda iş birliği
yapmak düşüyor bize. Bu, karşılıklı güvenin
boyutunu gösteriyor aynı zamanda. Dileriz, bir gün, bu alan, aynı
zamanda, dostluğumuzun, dayanışmamızın, kaderimizin,
sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarla birlikte hepsi birden gelişmiş
olsun.
Hepinize sevgi ve saygılarımı
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen
Gökhan Durgun Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Durgun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay)
- Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 860 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri
Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve Bilimsel İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Şili'nin yönetim biçimi cumhuriyet,
dili İspanyolca, nüfusu 16 milyon, kişi başına
millî geliri 10.600 dolar. Bunu özellikle söylüyorum, Türkiye'deki
millî gelirle, kişi başına düşen millî gelirle
kıyaslamak amacıyla, aradaki farkı görelim diye bunu
ifade etmek istiyorum. Yine, dış borcu 44 milyar dolar olan
bir Latin Amerika ülkesi. Türkiye'nin dış borcu 300 milyar
doları geçmiş durumda şu anda.
Şili ve Türkiye arasındaki
ilişkiler 1926 yılına kadar uzanır. Şili, 1926
yılında imzalanan dostluk anlaşmasıyla, Latin
Amerika'da Türkiye'yi ilk tanıyan ülkedir ve bu çerçevede, ilk
büyükelçiliğimizin açıldığı ülke de Latin
Amerika'da Şili'dir. Buna hitaben, Şili'de ve Türkiye'de, bu
iki ülkenin sembollerini ortaya koyan birtakım yatırımlar
da yapılmıştır. Bu da dostluğun pekişmesi
anlamında önemli bir gelişmedir.
Brezilya ve Meksika'dan sonra Latin
Amerika'da en çok ticaret hacmine sahip olduğumuz ülke Şili'dir.
Şili, 1980'li yılların ortalarından bu yana liberal
ekonomik bir modeli benimsemiştir. Şili ekonomisinin yüksek
rekabet gücünü haiz, teknoloji ve bilimsel altyapıya sahip,
piyasa kurallarının sağlıklı işlediği,
yabancı yatırımcılar için yatırım riskinin
düşük ve sürdürülebilir kalkınma trendinin yüksek olduğu
bir ülkedir.
Şili'ye olan ihracatımız
inişli çıkışlıdır. Değişik rakamlar
var, bu sınırları söyleyerek geçmek istiyorum. İhracatımız
11 ile 27 milyon dolar arasındadır. İthalatımız
ise yine çok değişiklik göstermektedir, 1 milyon ile 25 milyon
dolar arasında değişmektedir.
Şili, 1990 yılından
itibaren dış politikada dünyayla bütünleşmeye önem
vermiştir. Bu bağlamda, başta Birleşmiş Milletler
olmak üzere, uluslararası kuruluşların faaliyetlerine
aktif şekilde katılmaktadır. Şili'nin 2004 dönemi
için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine
seçilmiş olması da bu duruma en iyi örnektir.
Şili Cumhuriyetiyle başka
anlaşmalar da yapılmıştır. 9 Ekim 1989 tarihinde
Ankara'da Ticaret ve Ekonomik, Teknik ve Bilimsel İşbirliği
Anlaşması da imzalanmıştır. Silahlı Kuvvetlerimizin
ortaya çıkabilecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı
hazırlıklı olması şarttır. Ülkemizin
uluslararası politikasının ana hedefleri arasında,
Birleşmiş Milletler Anlaşması göz önünde tutularak,
uluslararası barış ve güvenliğin tesisi bulunmaktadır.
Ulu Önder Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış"
ilkesi bu politikanın da temelini oluşturmaktadır.
Silahlı Kuvvetlerimiz, bu çerçevede kabiliyetlerini geliştirmek
için çalışmakta ve dünyada kendi alanlarında etkin ve
teknoloji olarak yenilikleri uygulayabilen ülkelerle iş
birliği olanaklarını araştırmaktadır.
Şili'yle askerî ilişkilerimiz
2000 yılından itibaren ivme kazanmaya başlamıştır,
yani yedi yıllık bir geçmişi var.
Şili'yle ülkemiz arasında
gündemde olan bir başka konuda F-16 pilot ve bakım personelinin
ülkemizde eğitimine ilişkin projedir. Bu anlaşmanın
yürürlüğe girmesinin, iki ülke arasında gündemde olan bu
projenin gerçekleştirilmesi için uygun bir zemin oluşturacağı
da düşünülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
ben burada bir ekleme yapmak istiyorum. Bu kanunlar, bu uluslararası
anlaşmalarda askerî konularla ilgili bir anlaşma yapılırsa,
lütfen, içine bir madde ekleyelim: "Türkiye Cumhuriyeti'nin
milletvekilleri, anlaşmalar kapsamında, limanlar ve havaalanları
kullanılıyorsa oraya girebilmelidir" maddesi de eklensin.
Bunu niye söylüyorum? Bir tezkere çıkardınız burada,
limanlarımızı ve hava meydanlarımızı
iyileştirmek üzere çıkan bir tezkereydi. Ben, İskenderun
Limanı'na Türkiye Cumhuriyeti'nin milletvekili olarak giremedim.
Onun için bu maddenin de eklenmesi daha doğru olur diye düşünüyorum.
Türk demokrasisini kesintiye
uğratan 1970 ve 1980 askerî darbeleri, sıklıkla, Afrika
ve Latin Amerika ülkelerinde de gerçekleşmiştir. Şili'de
1970 seçimlerinde sol güçler oyların yüzde 37'sini alarak seçimlerden
güçlü çıktı ve Allende Devlet Başkanı seçildi. Allende
Hükûmeti, ekonominin başlıca dalları olan bankacılığı,
tarımı ve özellikle de bakır madenlerini, haberleşmeyi
devletleştirmeye başladı. Bu durum, muhalefetle arasında
bir çekişmeye meydan verdi. Ayrıca, Amerika Birleşik
Devletleri de Allende'nin bu devletleştirme politikasından
büyük rahatsızlık duymuştu. Zaten, Amerika Birleşik
Devletleri'nin genel yapısı odur. Kendi ulusal çıkarları
anlamında, diğer ülkelerin ulusal çıkarları neyi
gerektiriyorsa onun karşısında her türlü tedbiri almayı
göze almış bir ülkedir; bugün örneklerini görüyoruz.
Bu gelişmelerin ardından,
11 Eylül 1973 tarihinde hükûmete karşı bir askerî darbe gerçekleşti.
Başkan Allende, inandırıcı olmasa da, görgü
şahitlerinin ifadeleriyle, Başkanlık Sarayı'nda
intihar ettiği söylenerek olay kapatıldı. Bununla
birlikte, yüzlerce Allende yanlısı öldürüldü, binlercesi
tutuklandı, tüm devlet birimleri askerî birlikler tarafından
işgal edildi. Tüm yetkileri, cunta lideri olarak Pinochet eline
aldı. Askerî birlikler, kuzey Şili'nin en tenha çöl bölgelerinde
ve Patagonya'nın yerleşimi seyrek yerlerinde toplama kampları
oluşturdu -Türkiye'de de olduğu gibi- birçok cunta muhalifi
işkencede öldürüldü ya da uçaklardan denize atıldı;
binlerce Şilili, insan hak ve ihlallerinden dolayı yurt
dışına kaçtı ya da sürgüne gönderildi. Pinochet'nin
iktidarı ele geçirmesiyle, Amerika Birleşik Devletleri,
tekrar, yoğun olarak ekonomik bağlamda ülkeyi desteklemeye
başladı.
Pinochet Hükûmeti, Allende döneminde
devletleştirilen tüm kararları ve yasaları geriye
çekti.
1973-1990 arasında 16 milyonluk
nüfusu olan bu ülkede, diktatörlük döneminde, 3 bin insan öldürüldü.
Tüm sendikal haklar iptal edildi. 1988 yılında yapılan
referandumda, yüzde 55 oranında oyla, Pinochet'nin ülkeyi daha
fazla yönetemeyeceği sonucu çıktı. 1989 yılında,
on beş yıllık dikta rejiminden sonra, ilk seçimler yapıldı.
Seçimleri Hristiyan Demokratlar kazandı. Devlet ile halk barıştırılmaya
çalışıldı. 1993 yılında darbe döneminin
bazı subayları insan hakları ihlallerinden dolayı
mahkemeye çıkartıldı; çok sayıdaki sürgün, ülkeye
geri döndü. 1994-2000 yılları arasında ülkeyi Hristiyan
Demokratlar yönetti. Pinochet, 1998 yılında İngiltere'de
tutuklandı ve daha sonra dışarı çıkma yasağı
kondu. 2000 yılında ise sağlık sorunları yüzünden
serbest bırakıldı.
Şili'de 2000 yılında
sosyalistler işbaşına geldi. 2006 yılında
ise, ülkenin tarihinin ilk kadın başkanı Michelle Bachelet
bu makama geldi. Michelle Bachelet işbaşına geldikten
sonra, dünyada ortaya çıkan çatışmalarda ve insan hakları
ihlallerinde önemli bir duruş sergiledi. Örneğin, İsrail'in
Lübnan'ı işgalinde, orada yaşanan katliamı kınadı,
acil ateşkes çağrısında bulundu, masum insanların
ve çocukların öldürülmesinin kabul edilmeyeceğini söyledi.
Birleşmiş Milletlerin daha aktif bir politika izlemesi
gerektiğini savunarak, İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesini
talep etti.
Tel Aviv'deki Şili elçisini
geriye çağırarak, Şili Başkanı Michelle Bachelet,
Venezuela'nın Birleşmiş Milletler Konsey üyeliğine
karşı oy kullanması yönünde ABD'nin yaptığı
telkinleri de dinlemeyerek, Venezuela'nın Birleşmiş
Milletler Konsey üyeliğine "evet" oyu kullandı.
Türkiye'de yaşanan askerî darbelerde,
Şili'deki gibi birçok insan hayatını kaybetti, birçok
insan fişlendi, işkence gördü. 1980 darbesinde, Türkiye'de,
bir bilanço çıkartmak istersek, bakın neler yaşandı:
650 bin kişi göz altına
alındı.
Şu anda çatısı altında
bulunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatıldı.
Siyasi partilerin kapısına
kilit vuruldu, bütün mal varlıklarına el kondu.
1 milyon 683 kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin
kişi yargılandı, 7 bin kişi idam cezasıyla yargılandı,
517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası
verilenlerden 50'si asıldı; bunun içinde, on yedi yaşındaki
Erdal Eren de vardı. Yine, asılanlar içerisinde, Gaziantep'te
alelacele yargılanarak idam edilen ve ailesinin şu ana kadar
dahi mezarını bulamadığı insanlarımız,
vatandaşlarımız da var.
71 bin kişi Türk Ceza Kanunu'nun
141, 142 ve 163'üncü maddesinden yargılandı.
388 bin kişiye pasaport bile
verilmedi. 30 bin kişi, sakıncalı olduğu için
işten çıkartıldı ya da işe giremedi. 14 bin kişi
yurttaşlıktan çıkartıldı. 30 bin kişi siyasi
mülteci olarak yurt dışına gitti. 300 kişi, kuşkulu
bir şekilde, tutukluyken öldü. 171 kişinin işkenceden
öldüğü belgelendi.
937 film, sakıncalı bulunduğu
için yasaklandı. 23.677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3.854 öğretmen, üniversitede
görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin görevine son verildi.
400 gazeteci için toplam dört bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere üç bin üç yüz on
beş yıl altı ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci
cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler üç yüz gün yayın yapamadı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi
yaşamını yitirdi. 144 kişi tutuklu bir şekilde
öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken öldü.
95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm
raporu verildi. 43 kişinin de intihar ettiği açıklandı.
İşte, değerli arkadaşlarım,
bir darbenin bilançosu bu. Şili'de yaşananlar da Türkiye'de
yaşananlardan çok farklı değil.
Tabii, 12 Eylül 1980 darbesi, ülkemizde
birçok alanda olumsuzluğa sebep oldu. Bunların en önemlisi
de eğitim konusudur. Eğitim işini yapan öğretmeni
ve eğitimin temeli olan öğrencileri de derinden yaralayan
bir darbedir 12 Eylül. Yıllar geçmesine karşın, bu yaralar
henüz daha sarılamamıştır; tam tersine, kangren
olması noktasındadır. Eğitim ezberci bir hâle gelmiştir.
Dershaneler ve özel okullar paralı eğitim döneminin
başlamasına sebep olmuştur. Üniversite harçları
o dönemde çıkmıştır. Eğitime katkı payları
1983 yılında yürürlüğe girmiştir. 12 Eylül döneminde
eğitime ayrılan pay azalmıştır. Örneğin,
1963 yılında 2,1 iken 1981 yılında 0,71 olmuştur
eğitime ayrılan pay. Birçok yurtsever öğretmen suçlu
gibi görülmüş, binlercesinin 1402 sayılı Sıkıyönetim
Yasası kapsamında görevine son verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Şili'deki darbecilerin bir kısmı yargılanabilme
şansını bulmuştur. Hiç olmazsa, çok kısa bir süre
de olsa İngiltere'de, diktatör olan Pinochet belli bir noktada,
evinde kalma cezasına çarptırılmıştır.
Ne yazık ki, Türkiye'de darbecilerin hiçbiri yargılanamamıştır,
bugün, hâlâ, ortada dolaşmaktadır. İşin acısı,
o darbeyi yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı
için çalışanlara karşı yapılan o darbeyi yapan
general, bugün, oturduğu yerden, Türkiye'nin birliğini ve
beraberliğini bozabilecek bir nokta olan, bir anlayış
olan eyalet sisteminin Türkiye'ye getirilmesi için demeç veriyor.
O generallerin başı, bugün, Türkiye'de bu demeçleri verebiliyor.
Bence, o demeci vermeden önce, 1980'de biraz önce saydığım
bilançonun hesabını vermesi lazımdı, ama, ne yazık
ki, Anayasa'da bulunan bir madde nedeniyle, bu hesabı şu
ana kadar vermedi. Ama, umuyorum, önümüzdeki dönem, Şili'deki
gibi, Latin Amerika'daki birçok ülkedeki gibi, sosyal demokrat Cumhuriyet
Halk Partisi iktidara gelir ve bunların hepsinin hesabını,
o günlerin hesabını sorar ve insanlarımızın
yaşadığı acılar da hiç olmazsa birazcık
hafifler.
Değerli arkadaşlarım,
beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Tekrar sizleri saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Durgun.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen
Feridun Ayvazoğlu, Çorum Milletvekili.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU
(Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası
bir sözleşmenin onaylanmasına dair kanun tasarısını
görüşüyoruz. Elbette, inanıyoruz ki, bütün milletvekili
arkadaşlarımızın görüşü ve Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşü de bu anlaşmanın onaylanmasına
ilişkindir. Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına
almış olduğum konuşmada, bu konuda görüşlerimizi
ifade etmek istiyorum.
Giderek gelişen ilişkilerimizin
başlarında yer alan ülkelerden Şili, bir Latin Amerika
ülkesi. Peki, Şili dediğimizde nasıl bir ülke olduğunu,
bugüne kadar nasıl bir süreç geçirdiğini, kısaca, böyle
bir anlaşma görüşülürken, siz değerli milletvekillerine
bazı bilgileri sunmanın da bizlerin görevi olduğunu
düşünmekteyim.
Aymara dilinden türeyen Şili
"Dünyanın son bulduğu diyar" anlamını taşıyor.
16 milyon nüfusu, 757 bin kilometrekare alanıyla, 11.937 dolar
gayrisafi millî hasılasıyla, ama, henüz sosyal eşitliği
tam sağlayamamış ekonomisiyle Şili, yıllar
öncesi, milattan önce 13 bin yıllarına dayanan bir tarihe
sahip. İnka Krallığı'ndan sonra İspanyolların
eline geçen Şili, büyük mücadeleler vererek bağımsızlık
savaşları yapmış ve bu bağımsızlık
savaşları 1800'lü yıllarda başlıyor, 1865
yılında Şili ve İspanya savaşları tarihiyle
gözümüz önüne geliyor ve ilk devlet yöneticisi de komutanlardan
O'Higgins, 1818 yılında böyle bir bağımsızlık
savaşıyla adını duyuruyor.
Tabii, Şili, sınır anlaşmazlıklarının
da yaşandığı bir ülke. Bunun başında Peru-Bolivya
savaşları ve en önemlisi de 1891, 1893 ve 1902 yıllarında
Arjantin'le yapılan sınır savaşları da Şili
adına tarihe geçen bağımsızlık savaşlarıdır.
Yakın tarih olarak bizi ilgilendiren
en önemli konular, 1969 yılında başlıyor. Şili,
kökeninden gelen bağımsızlık ruhunu taşıyan
bir ülke olması nedeniyle, kurmuş olduğu "Halk Cephesi"
ve "Sol Güçler" adı altındaki UP adlı seçim birliği
bir zafer kazanıyor ve işte, bu, seçim birliği,
"Sol Güçler" adındaki UP adayı olarak Salvador Allende
karşımıza çıkıyor ve 1970 yılında demokrasi
adına yapılan seçimde başkan oluyor. Fakat, bundan birileri
rahatsız oluyor. Dünyada, her rahatsız olanın başında
olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri, böyle bir seçimden
ve bu seçim süreci sonrası Şili'de yaşanılan demokratik
uygulamalardan dolayı rahatsız oluyor. Bu rahatsızlığının
temeline bakıldığında, Amerika Birleşik Devletlerinin
1954 yılındaki Devlet Başkanı Eisenhover'ın
bir teorisi vardı, bunun adı "Domino Teorisi." Domino
Teorisinin anlamı, nasıl ki, Latin Amerika ülkelerinde,
Küba'da olduğu gibi, komünist ülkelerin nasıl Küba gibi
başlangıcı oldu ise bunun devamı olan Şili'nin
de aynı şekilde giderek komünizme doğru gitmesinden
endişe etmesinden bahisle bu Domino Teorisini atmış
ve bunda yaratılan tereddüt sonucu da Şili'nin üzerinde
oyunlar oynamaya başlamıştır. Ne zamana kadar?
1973 yılında
1973 yılında Başkan
olan Salvador Allende'nin kendisinin işbaşına getirdiği
Genelkurmay Başkanı Pinochet, maalesef, her zaman ve her ülkede
olabildiği gibi, ihtimaller dahilinde olabildiği gibi,
kendi eliyle Brutus'ünü yaratıyor ve Pinochet kanlı bir darbe
sonucu Salvador Allende'yi iktidardan ediyor ve Salvador Allende
bulunduğu yerde, intihar ediyor iddiası var ise de, öldürülüyor.
Değerli arkadaşlar, elbette,
bunun devamında Pinochet'in 11 Eylül 1973'ten 1998'e kadar on
beş yıllık, hatta -daha da bir iki yıllık onun etkileri
sonucu- on yedi yıllık diktatörlüğü sonucu, en sonunda,
İngiltere'de gözaltına alınarak 91 yaşında
-yaşından dolayı- yargılanma yapılmak istenirken
ölmüş olması da diktatörün sonu olarak tarihteki yerini
buluyor.
Değerli arkadaşlar,
kısaca, siyasi yönden tanıtmak zorunda olduğumuz
Şili ile Türkiye'nin benzerliklerinin köküne bakıldığında,
Türkiye'de yaşanan 1919'lu yıllardaki ulusal bağımsızlık
mücadeleleri ile Şili'de yaşanan bağımsızlık
özlemi ve kurulan cumhuriyetin benzer bir uyuşması sonucu
da bugünlere kadar gelinmiş ve Şili'yle böyle bir anlaşmanın,
daha önce yapılan millî eğitimle ilgili, kültürle ilgili
yapılan anlaşmaya benzer, 2005'te yapılan uluslararası
anlaşmaya benzer bir anlaşma da, işte, önümüzde yapılacak
olan anlaşmayla karşımıza geliyor.
Şili ve Türkiye, 1926 yılında
yapılan Dostluk Anlaşması'yla iki dost ülke olarak tarihteki
yerini almıştır. Tabii, bir özelliği de Şili'nin,
Latin Amerika ülkesi olarak, ülkemizi ilk tanıyan Latin Amerika
ülkesi şeklinde tarihteki yerini alması da bizim için
önem taşımaktadır. Peki, biz buna karşılık,
karşılıksız bir şey yaptık mı? Hayır.
Elbette, buna karşı, dostluğun gereğini yerine
getirerek biz de ilk Latin Amerika ülkesi olarak Şili Büyükelçiliğini
Türkiye'mizde açmış olduk.
Yine, Şili'nin kurtarıcısı
ve cumhuriyetinin kurucusu Bernardo O'Higgins Anıtı,
Şili Meydanı ve Şili Cumhuriyet İlköğretim
Okulu, iki ülke dostluğunun pekiştirilmesine vesile olmuştur.
Aynı şekilde, 3/5/2005 tarihli 2004 ve 2006 yılları
için kültür, eğitim, bilim, gençlik ve spor alanlarında değişim
programları onaylanarak, dostluğumuza bir yenisi daha katılarak
pekiştirilmiştir. Bunun ilk adımını atanlardan
yine Şili, Başkent Santiago'da Türkiye Cumhuriyeti Meydanı,
Atatürk büstü ve Atatürk Koleji yapmak suretiyle de bize bu kadirşinaslığı
göstermek ve bunun devamında da Türkiye'yle bundan böyle hep
dost kalacağının göstergesini tarihte tescil ettirmiştir,
etmiştir.
Değerli arkadaşlar, yine
1994-2000 yıllarında Şili'nin Hristiyan demokratlarının
iktidarı karşımıza geliyor. 2000 yılında
sosyalist Ricardo Lagos başkan seçiliyor. En son 12/10/2004 tarihinde
Şili Cumhurbaşkanı Ricardo Lagos, Sayın Cumhurbaşkanımız
Ahmet Necdet Sezer tarafından Türkiye'de konuk edilmek suretiyle
de bir kez daha dostluğumuz bu şekilde pekişmiş oluyor.
Tabii, yine 20-21 Nisan tarihleri
arasında Şili Millî Savunma Bakanı da ülkemize gelerek,
Sayın Millî Savunma Bakanımız Vecdi Gönül tarafından
karşılanmak suretiyle gerekli konukseverlik gösterilmiş
ve dostluğumuz bir kez daha, o şekilde tescil edilmiş,
sağlamlaştırılmıştır.
Değerli arkadaşlar, en
son, 2006 yılında ülke tarihinin ilk kadın başkanı
olarak da Michelle Bachelet seçilmek suretiyle yeni bir ilke imza
atan ülkelerden birisidir Şili. Aynı şekilde, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin de geçici üyesi bulunan Şili'nin,
elbette, askerî alanda Türkiye'yle yapacağı iş birliğinin
bu yönden önem taşıdığının da bir göstergesidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu anlaşmanın, şimdiye kadar Türkiye
Büyük Millet Meclisinde aynı şekilde yapılan anlaşmaların
bir benzeri olduğunu hepimiz bilmekteyiz ve önümüze gelen,
Anayasa'mızın 90'ıncı maddesine göre tartışılıp
önümüze sunulan, getirilen bu kanun tasarısının
Uluslararası anlaşmanın onaylanmasına dair kanun
tasarılarının hemen hemen çoğuna yakını,
yüzde 100'e yakını, aynı şekilde, bizlerin de desteğiyle,
oy birliğiyle onaylanan anlaşmalardandır.
Bunların, bize, bir örnek olarak
huzurumuza getirildiğinde bir şeylere mesaj vermesi gerekiyor.
Bu mesajın, başta belirtmiş olduğumuz bağımsızlığın
aynı şekilde ülkemizde de yaşandığını,
bağımsızlık uğruna, özgürlük uğruna, demokrasi
uğruna o ülkelerde neler yapıldı ise Türkiye'de de benzer
şeyler yapıldı, bundan hepimizin bir ders alması
gerekir diye düşünmeliyiz.
Değerli arkadaşlar, bu
uğurda, dünyada sayısız diktatörler gelmiş geçmiştir.
Diktatörlerin başında Mussolini'den tutunuz Hitler'ine,
Franco'suna, Salazar'ına, Çavuşesku'suna, en son yaşanan
Saddam örneklerine kadar, ülkelerini diktatörlükle, teokratik
zihniyetlerle yönetmek isteyenlerin sonlarının nerelere
geldiğini ve ne şekilde sonlandığını,
acı bir şekilde sonlandığını hepimiz biliyoruz.
Tarih bunu gösteriyor, tarih bunu anlatıyor. Ama, bizler bundan
ders çıkarabilecek miyiz? İçinde bulunduğumuz ve bize
emanet edilen demokrasinin ve cumhuriyetin bizlere verdiği,
bizlere gösterdiği, demokrasinin üç ayağı olan, üç ayağından birisi eğer topal olursa, eğer
üç ayağı bir yetkiyle birleşirse bizim de aynı
şekilde, demokrasi kullanılmak suretiyle teokratik bir
rejime veya diktatörlük adına bazı heveslere ne gibi
imkânların sağlanması uğrunda demokrasinin katledilebileceğini
hepimiz bilmeliyiz. Bu üç ayağın, sacayağın, Anayasa'mızda
yer aldığı gibi yasama, yürütme ve yargının
her birinin görevlerinin ayrı olduğunu, yürütmenin bütün
işlem ve eylemlerinden dolayı yargıya karşı
sorumlu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne zaman tehlike başlar
değerli arkadaşlarım? İşte bu önemli yetki,
demokrasinin sacayağı dediğimiz üç yetkiden ikisi
veya üçü bir elde toplanmaya çalışıldığı
anda, o elde toplanmasının şekli ne olursa olsun,
"demokrasi bizim için amaç değildir" zihniyetiyle değil,
"demokrasi bizim için amaç değil araçtır" diye düşünen
zihniyetlerin
O üç ayağı, eğer, iki ayak şeklinde,
tek ayak şeklinde ele geçirebilmek için demokrasinin olanaklarından
faydalanmaya çalışılırsa, çalışırsa,
işte, bizim o zaman oturup hepimizin düşünmesi lazım
ve korkarız ki şu andaki demokrasinin bize bahşettiği,
demokrasinin bize verdiği, cumhuriyetin bize vermiş olduğu
Türkiye Büyük Millet Meclisinin özgür Parlamentosunun da o günlerde
gelebilecek -ama olmasını hiçbirimizin istemediğine
inandığımız- öyle bir rejimin de bizlerden uzak tutulabilmesi
için hepimize düşen, milletvekili olarak hepimize düşen
görevin ve görevlerin olduğunu unutmayalım değerli
arkadaşlarım. Bazı ülkelerde diktatörlerin, az önce
saydığımız diktatörlerin, elbette, ülkeleri
adına diktatörlük heveslisi olduğunu biliyoruz, ülkelerini
diktatörlükle yürüttüklerini biliyoruz. Ama, en önemlisi ve bütün
ülkeleri ürküten, korkutan en önemlisi vardır; bunların
başında, maalesef, dünyanın jandarmalığına
soyunan Amerika Birleşik Devletleri'nin, sadece ve sadece demokrasiyi
kullanarak, insan hakları ve özgürlüklerini ağzından
düşürmeyerek, onları suistimal ederek, istismar ederek
kullanmak suretiyle "demokrasiyi götürüyorum, insan haklarını
götürüyorum, özgürlükleri götürüyorum" adı altında
yerine getirmeye çalıştığı o demokrasi hareketinin
adı, sadece ülkesi adına diktatörlük değil, dünya
adına bir diktatörlüğün ilanıdır. Buna karşı
hepimizin uyanık olması gerekir. Amerika Birleşik
Devletleri'nin istediği, özellikle başında bulunan
şu andaki Başkanının istediği, Amerika'nın
kendi adına, kendi ülkesi adına diktatörlüğü değil,
dünyanın diktatörü olmasının, hepimiz tarafından,
bütün partililer tarafından
Hangi siyasi parti olursa olsun,
öncelikle, bunu, kendimiz, içimizde, beynimizde, yüreğimizde
kabul etmek suretiyle ona göre gereken tepkileri zamanında
ve yerinde
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
lütfen, toparlayınız.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla)
-
bu tepkileri zamanında ve yerinde göstermemizin kaçınılmaz
olduğudur. Elbet, lafa geldiğinde, Amerika Birleşik
Devletlerinin, yine, hiçbir zaman, hiçbir şekilde ağzından
düşürmediği "Türkiye bizim müttefikimizdir." lafıyla
bizi nerelere kadar götürebileceğini, 1 Mart tezkeresiyle,
hep beraber biz burada yaşadık; ülkemiz gördü, yaşadı.
Eğer onun anlayışıyla "Türkiye bizim müttefikimizdir."
anlayışıyla, Amerika Birleşik Devletleri'nin,
biz, 65 bin askerine "gel buyur kardeşim, Türkiye senin müttefikin
olduğuna göre güle güle otur, 65 bin Amerikan askerini buraya
yerleştir ve buradan Irak'a istediğin hareketi yap" deseydik,
bizim başımıza neler gelebilirdi, ne gibi olayların
yaşanabileceğini düşünmek dahi hiçbirimiz istemiyoruz.
Ama, aklıselim Türkiye Büyük Millet Meclisinin Parlamentosunda
yer alan, vicdanlarının ve beyinlerinin özgürce düşüncelerinin
sesini yerine getiren başta Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı ve milletvekillerimizle, değerli AKP'li bazı
milletvekili arkadaşlarımızın da oylarıyla
1 Mart tezkeresi reddedilerek, tarihe altın harflerle Amerika
Birleşik Devletleri'ne kırmızı kartı gösteren
bir Parlamento olarak ve üyeleri olarak her zaman şeref duyuyoruz,
şeref duymaya devam edeceğiz.
Değerli kardeşlerim, ülkemize,
aylar önce, yıllar önce bizim ülkemizi bölmeye çalışan
insanları -içtekilerle, dıştakilerle- onlara karşı
vereceğimiz mücadeleyi hiçbir zaman için unutmayalım. Değerli
arkadaşlarımızın belirttikleri 12 Eylül Harekâtı'ndan
tutunuz, 12 Martlarına kadar "insanlarımıza özgürlük
getiriyoruz" adı altında idam sehpalarına götürürken,
o ülkelerdeki bağımsızlık savaşlarının
temelinde neler yattığını biz bilelim, bunları
bilmek zorundayız. Eğer suç işleyenler tekrar cezalarını
çekmeden dönerlerse biz, şu andaki Anayasa'yı değiştirmekle
yargılanmalarının gereğini yapalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayvazoğlu,
teşekkür ediyorum.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla)
- O insanların ve faşist zihniyetlerinin mutlaka ve mutlaka
yargılanması gerekir, diye hep birlikte mücadele edelim.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce
Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum, yapılan anlaşmanın
ülkemizin iyiliğine olmasını diliyorum, sevgiler
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak
Sayın Bakanlar var ise hangi Bakana vekaleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını
da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen
üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Şili Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Askeri Alanda Eğitim, Savunma Sanayii, Teknik ve
Bilimsel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın
açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 227
Kabul : 227 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.51
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.12
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'nin İkinci
Oturumu'nu açıyorum.
5'inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları'nın görüşmelerine
başlıyoruz.
6.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/1037) (S. Sayısı: 967)
(x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 967 sıra sayısıyla
bastırıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İsmail
Özay, Çanakkale Milletvekili.
Buyurun Sayın Özay.
CHP GRUBU ADINA İSMAİL
ÖZAY (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli Meclis üyeleri;
Türkiye Cumhuriyeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükûmeti arasında kültür, eğitim, bilim, basın-yayın,
gençlik ve spor alanlarında işbirliği anlaşmasının
onaylanması hakkındaki kanun tasarısı üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu yıl Afrika yılı. Hükûmet olarak, özellikle Afrika'yla
olan ilişkilerimizi daha da geliştirme noktasında,
doğru bir yaklaşımla, Afrika'yla olan ülkelerle
ilişkilerimizi daha iyi noktaya getirme çabası içerisindeyiz.
Etyopya'yla da, iki yıl içerisinde, Başbakanlık düzeyinde
üç kez resmî ilişki kurulmuş. Geçtiğimiz yıllarda,
Sayın Başbakan, Etyopya'yı ziyaret etmişler. Afrika
Birliği toplantısıyla ilgili, Addis Ababa'ya 29-30
Ocak tarihleri arasında bir ziyarette bulunulmuş ve Etyopya
Başbakanı Zenawi, bundan on beş gün kadar önce Türkiye'yi
ziyaret etmiş.
Hiç şüphesiz, Afrika Birliği
üyeleriyle ilişkiler, Türkiye'nin dış ilişkileri
konusunda çok önemli bir duyarlılığı oluşturuyor.
Özellikle 2008 yılındaki Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi üyeliğine destek arama noktasındaki bu çabaların
ülkemize yarar getirdiği de bir gerçek. Kaldı ki, son gezide,
Afrika Birliği Zirvesinde, bu noktada, Zenawi'yle yapılan
görüşmede, olumlu bazı teyitler alınmış durumda.
Etyopya, nüfus açısından
Türkiye büyüklüğünde, 73 milyon nüfusu var, Türkiye'nin 2 katı
büyüklüğünde bir toprak alanı var. Ama, Orta Afrika'nın
oldukça önemli bölgelerinden bir tanesi. Örneğin, Afrika'nın
çatışma bölgeleri içerisinde, Eritre, Somali, Sudan, Kenya
gibi ülkelerle sınır ilişkileri var. Bunlar, bildiğiniz
gibi, son yirmi yılın hep çatışma bölgeleri. Ama,
Etyopya, genellikle, bu bölgede, istikrarlı bir konumda bir ülke
görünümünü son on beş yıldır sergiliyor.
Çok kültürlü bir ülke. Yüzde 45'i
Müslüman, yüzde 45'i Hristiyan, yüzde 10 da yerel dinler var. Ama, dünyanın hiçbir
ülkesinde olmayan bir dinler arası hoşgörü de söz konusu.
Özellikle, din anlayışı,
sömürgecilik, köle ticaretine, yayılmacılığa
ve ayrımcılığa karşı bir özgürlük mücadelesi
(x)
967 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
olarak ortaya çıkmış.
Bu çerçeve içerisinde, dinler arası ilişki, insan ilişkilerinin
hoşgörüyle bir noktaya gelmesi konusunda önemli bir argümanı
oluşturuyor. Örneğin "Afrika Afrikalılar içindir"
kavramı, din kavramı içerisinde bütünleşen ve özgürlük
mücadelesini sürdürme noktasında da önemli bir kavram olarak
ortaya çıkmış.
Tabii ki, özgürlük mücadeleleri
-siyasal boyutları özellikle 20'nci yüzyılın başlarında
ulaştığında- siyasi partiler kanalıyla sürdürülürken,
din, kendi rayında, ama, dinler arası hoşgörünün yaygın
olduğu bir yapılanma da olmuş.
Osmanlı'yla olan ilişkileri
var, Osmanlı Devleti'yle. Bu bölge, Osmanlı Devleti'nin
ilişkilerinden oldukça hoşnutluk duyan bir bölgeyi kapsıyor.
1560'da Mısır işgalinden sonra, Habeş Eyaleti Eritre
Bölgesi belli güvenlik ve vergi dilimi içerisinde iyi ilişkiler
geliştirmiş. Hâlen, Harar bölgesi diye tanımlanan bölgede
bulunan insanların bir kısmı, Osmanlı'yla olan ilintilerini,
tebaa anlayışı içerisinde, bir geleneksel yapı
içerisinde sürdürmeye çalışıyorlar.
Son yıllarda, 1990'dan sonra,
Haile Selasiye'nin 1970'lerde tahtan indirilmesinden sonra, on
beş yıl içerisinde, kabile savaşları ve iç karışıklıklar,
kuraklık, bu ülkede, Etyopya'da, belli bir istikrarsızlığı
gündeme getirmiş. Sovyet yanlısı bir rejimle yönetilmeye
çalışılmış; ama, son dönemde ise, daha istikrarlı,
çeşitli demokratik sıkıntıları olsa bile,
demokrasi çerçevesi içerisinde ülke yönetiminin sürdürüldüğü
bir yapıya ulaşmış.
Özellikle, son günlerde, Somali'deki
radikal, şeriatçı, El Kaide ve Taliban milis güçlerine
karşı Somali meşru hükûmetini destekleyen bir Etyopya
varlığı, bölgede istikrarı kurma açısından
diğer dünya uluslarının, özgürlükçü ulusların da
dikkatini çekmeye başlamış. Tarım ülkesi, yüzde
40 civarında tarıma dayalı. Türkiye'yle ilişkileri
son yıllarda gelişmiş, bu anlaşmalarla daha da gelişecek.
Yaklaşık ticaret hacmimiz 140 milyon dolar gibi çok küçük
miktarlarda. Geçtiğimiz sene Türk Hava Yolları seferleri
başlamış. Özellikle Avrupa'daki çeşitli ulaşımın
Türkiye'den yapılmasıyla birlikte önemli bir kapasite
oluşturuyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı
ve TİKA'nın çalışmaları, altını çizerek
belirtmek isterim, burada bulunan Türk Büyükelçiliğimizin
performansını aşan, gerçekten büyük çabalar içerisinde,
saygı uyandıran gelişmeleri oluşturuyor.
Dış ticaretimizin geliştirilmesi konusunda az sayıdaki
Müsteşarlık bürokratı ve TİKA'nın çalışmaları
Türkiye Cumhuriyeti'nin daha kalıcı
varlığı konusunda da önemli adımlar atılmasına
neden oluyor.
Bu arada, tabii, bu anlaşmalardan
önce gelişen bazı ilişkiler var. Örneğin, Ankara
ile Addis Ababa, kardeş şehir ilişkisini kurmuşlar.
Çok önemli gelişmeler yok, ama en azından bu anlamda yerel
ilintiler var. Şanlıurfa'yla Harar bölgesi, Müslümanların
yoğun olduğu bölgeyle de yerel yönetim anlamında
ilişkiler var.
Değerli Meclis üyeleri, bu Anlaşma
öncesinde atılmış bazı adımlar var. Örneğin,
Addis Ababa Üniversitesi bölgenin, Afrika'nın önemli üniversitelerinden
bir tanesi, gelişmekte olan bir üniversite. Ama, önümüzdeki
yıl Türkoloji bölümünün açılacak olması buradaki ilginin,
Etyopya'daki Türkiye'ye olan ilginin bir göstergesi. Hiç bu anlaşmalar
ortada yokken bir çabayla oluşturulan bir girişim var. Ama,
bunun yetmeyeceği bir gerçek.
Burada, Sözleşme'de gördüğüm
gibi, özellikle arkeoloji, antropoloji, paleantropoloji dallarında;
rekreasyon, restitüsyon ve su teknolojileri noktasında da bilimsel
iş birliğinin, özellikle Harran Üniversites -Şanlıurfa'da
bulunan ve Ankara Üniversitesiyle ilişki kurulması ve
yaygınlaştırılması çok önemli bir konum hâline
gelebilir. Bunların niçin olması gerektiğine biraz
sonra değinmeye çalışacağım. TİKA kanalıyla,
hâlen 50'ye yakın öğrenciye de burs verilmektedir.
Etyopya'da karşılaştığımız,
gördüğümüz en önemli, temel ve ortaöğretimde misyoner
okullarının egemen olması. Çeşitli ulusların,
dinsel misyonerlikten tutun da ulusal misyonerliğe kadar çeşitli
temel ve ortaöğretim okulları var. Bu anlaşmanın
çerçevesi içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin de temel ve ortaöğretime
yönelik ağırlık vermesi, katkıda bulunması
da gerçekten çok önemli.
Biraz önce rekreasyon ve restitüsyon
konusunda üniversiteler düzeyinde işbirliği yapılmasından
bahsetmiştim. Gerekçe olarak şunu söyleyebiliriz: Harar
çevresi, İslamiyetin Mekke, Medine ve Kudüs'ten sonra en kutsal
yerlerinden bir tanesini oluşturuyor. Özellikle, Harar bölgesinde
UNESCO'nun dünya kültür mirası olarak belirlediği 2 bin civarında,
dört yüz-beş yüz yıllık evler var. Bunların korunması,
UNESCO çerçevesi içerisinde hiç tartışmasız Türkiye'nin
üstesinden gelebileceği ve bir kültürel yapılanmaya katkı
verebileceği, birikimini orada sergileyebileceği bir
yapıyı oluşturuyor. Ayrıca, gene, Harar bölgesinde
Osmanlı eserleri var. Örneğin, Necaşi Türbesi, burası
da önümüzdeki dönemde onarılacak.
Değerli milletvekilleri, bu
noktada, Arabistan'ın özellikle ekonomik entegrasyonu içerisinde
bir ülke olması bakımından bir konuya dikkatinizi
çekmek istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda Arabistan'ın
bir ölçüde egemen olduğu bölgelerde, örneğin Bosna'da, örneğin
Mekke'de, Ecyad Kalesi'nde olduğu gibi, Osmanlı eserlerinin
bir ölçüde ortadan kaldırılması, deforme edilmesi gibi
bazı çabaları, maalesef, üzülerek gördük. Diliyoruz ki,
bu anlaşmadan sonra Osmanlı eserlerinin Harar bölgesinde
ayakta kalabilmesi ve tarihe tekrar yansıtılabilmesi bakımından
da çok acil ve öncelikli tavırlar takınmamız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
günün gelişen konuları içerisinde, gene bu anlaşma
kapsamı içerisinde ele alınabilecek evrensel bazı gelişmeler
var. Örneğin, müzik, moda, spor gibi. Bunlara da anlaşmada
yer verilmiş.
Giderek dünyada zaman zaman, dönem
dönem müzik endüstrisini canlandıran bazı kavramlar var.
Örneğin blues müziği, rock müziği, caz müziği dönem
dönem dünyada önemli izler bırakıyor. Şimdi ise, dünyada
afro müzik, new age ve ritmik müzik kavramları ön planda.
Etyopya'ya yönelik çok özgün bir
yapı var. Dinsel ve yerel müziğin sentezinin doğaçlama
yöntemiyle oluşturulduğu, dünyada çok az örnekleri olan bir müzik türü
var.
Türkiye'ye döndüğümüzde,
özellikle biraz önce bahsettiğim new age ve ritmik müzik konusunda
da örneğin, Okay Temiz, Erkan Öcal, Mercan Dede, Hüsnü Şenlendirici
gibi dünya çapında önemli sanatçılarımız var. Bunların
iş birliğinin kurulması hâlinde, birlikte çalışmalar,
kültürel anlamda, müzik alanında da çok önemli çalışmaları
ortaya çıkaracaktır.
Ayrıca, moda konusunda, Türkiye'nin
konfeksiyon ve tekstildeki ağırlığını da
göz önüne alacak olursak, iş birliği, kaçınılmaz
bir odak noktasını oluşturuyor. Örneğin, Naomi
Campbell'in dünyadaki konumu, bu iş birliğinin hangi ölçülerde
cazip noktaya gelebileceğinin de önemli ipuçlarını
veriyor.
Spor dediğimizde, hiç tartışmasız,
o bölgede atletizm, Abebe Bikila'dan -maraton şampiyonu-
çıplak ayaklı maratoncudan bugünlere kadar geliyor. Türkiye'de
de Türk yurttaşı olan Etyopyalı Elvan'ın başarıları,
gerçekten, Türkiye adına da önemli vurgular. Bu çerçeve içerisinde,
Türkiye'nin sporda da iş birliği yapabilmesi söz konusu.
Bir başka konu: AIDS konusu bu
bölgede çok yaygın. Aslında, Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) bu bölgede çalışma yapıyor. Ama, Etyopyalı
entelektüellerin savunduğu bir yaklaşım var:
İşi ağırdan alarak doğal seleksiyona yol açtıkları
konusunda bir iddia söz konusu.
Genellikle nüfusunun yüzde 50'sinin
Müslüman olması nedeniyle, Türkiye'nin, AIDS'le mücadele konusunda
iş birliği yapabilmesi ve bu konudaki, özellikle cinsellik
konusunda daha rahat bu konunun eğitimini verebilmesi konusu,
insanlık adına gözden geçirilmesi gereken kavramlardan
bir tanesi.
Değerli arkadaşlarım,
burada söz edilmemesine rağmen, bilimsel çerçeve içerisinde
ele alınabilecek konu da, su yönetimi ve su rejimi düzenlemesidir.
Küresel ısınma, dünyada su yönetimiyle ilginin giderek
artmakta olduğunu, önemli stratejilerin geliştirilmesi
gerektiği konusunda da yeni bir yapılanmayı ortaya
çıkarıyor.
Türkiye'nin de içinde olduğu
bir sorun var: Sınır ötesi suların kullanılması.
Belli ölçülerde Türkiye'nin bu konuda deneyimleri de var. Sınır
ötesi suların kullanılması noktasında uluslararası
hukukun da önümüzdeki dönemlerde yeni bir statüye kavuşması
bakımından da Etyopya ile iş birliği yapmak kaçınılmaz
bir konumu oluşturuyor. Nereden kaynaklanıyor sınır
ötesi sular: Nil Nehri'nin tüm kaynakları Etyopya'dan oluşuyor;
şu anda da, bu suları kullanma şansına sahip değil.
Değerli arkadaşlarım,
hepinizin bildiği, ama, bir ölçüde teknik anlamda dikkatinizi
çekebilecek Etyopya ile ilişkiler konusunda bazı noktalara
değindim. Bunlardan alıntılar yaparak, ülkemizde de
hangi noktalara ağırlık vermemiz konusunda da bir iki
noktaya değindikten sonra sözlerimi bitirmek istiyorum.
Biz, ocak sonunda Sayın
Başbakanla birlikte, benim de bulunduğum heyetle Etyopya'yı
ziyaret etmiştik. Orada Sayın Başbakanın, Etyopya
varoşlarındaki çocuklara gösterdiği ilgi, hem yerel
basında hem ulusal basında gerçekten kayda değer, sempati
uyandıran ilişkileri oluşturdu. Tabii, biliyorsunuz,
Clinton'ın 1999 yılında deprem sonrası küçük bir çocuğumuzu
kucağına alması da dünyanın gündeminde yer
oluşturmuştu. Başbakanın bu yaklaşımı
büyük bir ilgiyle, büyük bir sempatiyle karşılandı;
ama, aynı ilginin Türkiye'de Güneydoğu'da, göç nedeniyle
varoşlarda yaşayan çocuklarımıza, Romen veya
Çingene yurttaşlarımızın varoşlarda yaşayan
çocuklarımıza, daha yaygın şekilde, bu sefer devletin
kucaklayıcı yapısı içerisinde ortaya çıkarılmasında
yarar var. Örneğin, Güneydoğu'da varoşlarda yaşayan
çocukların, göç nedeniyle, dil konusunda, eğitim konusunda
zorlukları var. Bu çocuklarımızın okul öncesi
eğitim konusundaki çabalarımızı daha da hızlandırmamız
gerekiyor. Ayrıca, Romen yurttaşlarımızın
kentlerde, Çingene yurttaşlarımızın kentlerde
eğitimde, okullarda ayrımcılık yapıldığı
konusundaki yaygın şikâyetleri hem yaşıyoruz hem
duyuyoruz. Çocuklara cinsel taciz, çocuklara şiddet, son günlerin
önemli kavramlarından bir tanesi. Çocuk işçiler, tarımda
ve küçük işletmelerdeki çocuk işçiler konusu, Türkiye'de
hepimizin kucaklaması gereken, Başbakanın Etyopya'da
çocuklara gösterdiği ilginin, belki, kendi ülkemizde daha
yaygın şekilde gösterilmesi gereken gerekleri ve tabloları
da oluşturmakta.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa tasarısında, anlaşmada 1'inci maddedeki (b)
bendini dikkatlerinize çekmek istiyorum. Burada tiyatro konusunda
iş birliği yapmamızdan bahsediliyor. Aslında dün
bu konuları görüşecektik. Ancak, bugüne ertelendi. Ama,
gecikerek de olsa, bir gün gecikse de 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nü,
yani Tiyatro Bayramı'nı ben de kutluyorum. Ama, biraz buruk
kutluyorum ve 1'inci maddedeki (b) bendiyle alıntı içerisinde
değerlendirmek istiyorum. Atatürk Kültür Merkezini yıkım
konusunda, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunu yıkım konusunda
çabaların sergilendiği bir ülkede, herhâlde, tiyatro konusunda
iş birliği noktasını biraz ertelememiz gerekiyor.
Çünkü, Etyopya'ya da kötü örnek olmaktan da işin doğrusu çekinme
durumunda olabileceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisimizle paylaşmak istediğim
bir konu var. Daha fazla gündemi işgal etmemek için, geriye kalan
iki üç dakikalık süre içerisinde, uluslararası anlaşmalar
çerçevesinde bir bağlantı yapmak istiyorum: Etyopya'yla,
bundan on beş gün önce, çifte vergilendirme konusunda bir yasayı
kabul ettik. Bunu 2 Mart 2005 tarihinde imzalamışız,
1/1/2008'de yürürlüğe girecek, yani üç sene sonra. Bu anlaşmayı
25/6/2004 tarihinde imzalamışız, 28/3/2007 tarihinde
görüşüyoruz, kısa bir zamanda da Cumhurbaşkanınca
onaylanacağını ümit ediyorum. Demek ki bu anlaşmaları
üç yıl gibi bir süre içerisinde yerine getirebilmişiz.
Keşke, Türkiye için yararlı olabilecek bu tür anlaşmaları
daha kısa süre içerisinde gerçekleştirebilelim. Ama, bunlardan
daha önemli bir anlaşma, Birleşmiş Milletler
İşkenceye Karşı Sözleşmenin Ek Seçmeli Protokolü
konusunda 2005 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak
onay vermişiz. Neredeyse iki seneye aşkın bir süreden
bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmemişiz. Sayın
Başbakana, bunun ne zaman görüşüleceği konusunda
bir yazılı soru önergesi vermiştim, Sayın Adalet
Bakanımız yanıtlamışlar ve diğer sorularımın
da daha sonra yanıtlanabileceği, bilgi alındıktan
sonra yanıtlanabileceğini ifade etmişler.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, son günlerde, baktığımızda, cezaevlerinde
inanmadığımız, inanmak istemediğimiz çeşitli
kavramlar var. Bunlardan bir tanesi "Öcalan'ın zehirlenmesi",
"telsizle talimat veriyor" iddiaları, açlık grevi
konusunda "Behiç Aşçı'nın, iki yüz seksen dokuz gün
sonra, devlet yöneticilerinin de çabasıyla açlık grevinden
vazgeçirilmesi" gibi kavramlar. Bunlar, Türkiye'nin cezaevleri
konusundaki sıkıntılı kavramlarından bir tanesi.
Hükûmet olarak, Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı
Sözleşmeyi, ek seçmeli protokolünü zaten imzalamışız,
zımnen Hükûmet olarak kabul etmişiz, ama, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden geçmediği için bunun yürürlüğü söz konusu değil.
Şimdi, Etyopya'ya gösterdiğimiz bu anlayışı
biraz daha erkene alarak büyük bir değerlendirme içerisinde
olmamız gerekiyor.
Avrupa Birliği kriterleri
içerisinde, geçtiğimiz dönemde, izleme kurulları kurduk.
Ancak, bunlar, Adalet Bakanlığının resmî organları
içerisinde göreve getirilen kurullar. Yani, resmî kurullar. Bu seçmeli
ek protokole göre, sivil toplum kuruluşlarının da
içinde yer aldığı izleme kurullarının
oluşması, bizim -özellikle zaman zaman uluslararası
çevrelerde de zor durumda bırakabilen- bazı noktalarda
elimizi güçlendirecek diye inanıyorum.
Ben inanıyorum ki, Bakanlık,
Dışişleri Bakanlığı, özellikle bu konuda
biraz sonra oylayacağımız ve kabul oyu vereceğimiz
Etyopya ile ilişkiler konusundaki ikili anlaşmalar gibi,
hatta daha kısa bir sürede bu anlaşmayı da gündeme getirebilir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
Etyopya'yla kurulacak olan, özellikle bilimsel ve kültürel anlamdaki,
bu kanun tasarısını destekliyoruz. Ülkemiz için hayırlı
olmasını diliyoruz.
Saygılarımı sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özay.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ETYOPYA FEDERAL DEMOKRATİK CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ ARASINDA KÜLTÜR, EĞİTİM, BİLİM,
BASIN-YAYIN, GENÇLİK VE SPOR ALANLARINDA İŞBİRLİĞİ
ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ
UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 25 Haziran 2004 tarihinde
imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal
Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim,
Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında
İşbirliği Anlaşması"nın onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Gökhan Durgun, Hatay Milletvekili.
Buyurun Sayın Durgun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN DURGUN (Hatay)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 967 sıra sayılı
"Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı"
konusunda, 1'inci maddesinde söz almış bulunuyorum. Sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Kültürel iş birliği ülkeler
arasında daha köklü ve sağlam ilişkiler kurmaya ve farklı
toplumlar arasındaki iletişim ortamını yaratmaya
uygun bir zemin hazırlamaktadır. Kültürel iş birliği,
aynı zamanda, ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerimizin
gelişmesine de katkıda bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Etyopya Federal Demokratik
Cumhuriyeti ile bu anlaşma 25 Haziran 2004 tarihinde Addis Ababa'da
imzalanmıştır. Aradan üç yıl geçmiştir, ancak
üç yıl sonra bugün yürürlüğe girecektir. Bu üç yıl çok
da önemli, kayıp bir dönem olarak telakki edilmelidir.
Ülkemizin Afrika'ya açılma
politikası çerçevesinde Etyopya ile böyle bir kültür iş
birliği anlaşması imzalanması, kültürel
ilişkilerimizin yanı sıra siyasi ve ekonomik
ilişkilerimizin de geliştirilmesine ayrıyeten zemin
hazırlayacaktır.
1'inci maddede kültür-sanat kurum
ve kuruluşları arasında doğrudan temasın
sağlanması, deneyim ve gelişmeler hakkında değişimlerin
ortaya konması, tiyatro, müzik, bale ve diğer sanatsal
alanlarda iş birliği ile karşılıklı ziyaretler
ve etkinliklerin düzenlenmesi, sergilerin gerçekleşmesi, müzik
alanlarında sanatçıların ve gösteri gruplarının
değişimi, sinema, film yapımcıları konusunda
temasların artırılması ve buna benzer bazı
maddeler var.
Etyopya ile diplomatik ilişkilerimiz
1905 yılına, yani Osmanlı İmparatorluğu dönemine
dayanmaktadır. Osmanlı Devleti'nin Etyopya'daki ilk resmî
temsili 1910 yılında Harar kentine atanan bir fahri konsolos
ile başlamıştır. Afrika'daki ilk mukim büyükelçimiz,
1926 yılında Addis Ababa'da tesis edilmiştir. Siyasi
ilişkilerimiz ise Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan
sonra gelişmiştir.
Türkiye-Etyopya ilişkileri,
tarihî bağlarla beslenen ve karşılıklı anlayış
ve iş birliğine dayanan bir zeminde gelişmektedir.
1998 yılında uygulamaya konulan bizim Afrika'ya açılım
politikamız çerçevesinde ülkemiz, Etyopya ile siyasi
ilişkilerini geliştirmeye ve çeşitlendirmeye önem
vermektedir. Türkiye ve Etyopya arasında ikili anlaşmalar
sadece bu konuda sınırlı değildir. 1993 yılından
başlamak üzere 1997, 1998, 1999, 2000, 2001, 2002 yıllarında
da ekonomik anlamda, ticaret anlamında, sağlık anlamında,
enerji ve tabii kaynaklar anlamında, yatırımların
karşılıklı teşviki anlamında, uluslararası
uyuşturucu maddelere karşı iş birliği konusunda,
uluslararası tehditçilik ve örgütlü suçlar konusunda birtakım
ikili anlaşmalar gerçekleştirilmiştir.
Etyopya'nın nüfusu 67 milyondur.
Kişi başına düşen millî gelir 100 ABD dolarıdır.
Yani, fakirlik aşamasında, baktığımız zaman
dünyanın fakir sayılacak ülkelerinden birisidir. Az miktarda
altın rezervleri, platin, bakır, potas, doğal gaz, hidroelektrik
genelde doğal kaynaklarıdır. Birçok etnik gruptan oluşan
bir ülkedir. Ülkenin yüzde 45'i Müslüman, yüzde 40'ı Etyopyalı
Ortodoks, yüzde 12'si Anemist, diğerleri ise yüzde 3 ile yüzde 8
arasında değişmektedir. Etyopya'da otuza yakın
dil konuşulmaktadır. Bunlar içerisinde özellikle şehirlerde
İngilizce yaygın bir şekilde kullanılmakta ve ticaret
dili şeklinde de kendini göstermektedir. İlginç bir tespit,
okuma yazma oranı ortalama yüzde 42,7'dir. Yalnız, bu okuma
yazma oranının ortalama yüzde 42 olması, köylerde ve
şehirlerde farklı bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Şehirlerde okuma yazma oranı biraz daha yüksek, ama kırsal
kesimde, köylerde bu oran oldukça düşmektedir. Tarımsal
ürünlerinin başında hububat, bakliyat, kahve, yağlı
tohumlar, şeker kamışı, patates, deriler, büyükbaş
hayvan, koyun, keçi gibi birtakım ürünler gelmektedir. 1934 ile
41 dönemindeki İtalyan işgali hariç tutulursa, Afrika ülkeleri
içinde sömürgeci yönetim altında idare edilmeyen tek ülke Etyopya'dır
ve uzun süre bir monarşi ile yönetilmiştir.
1974 yılında askerî cunta
ile 1930 yılından beri hüküm süren İmparator Haile Selasiye
tahtından indirilmiştir ve sosyalist bir devlet kurulmuştur.
Kanlı darbeler, isyanlar, uzun süren kuraklık yılları
ve toplu iltica sorunları, 1991 yılında isyancı
güçlerin Etyopya Halkın Devrimci Demokratik Cephesi altında
bir koalisyon kurmaları ile bu rejim devrilmiştir. Anayasa
1994 yılında yürürlüğe konmuştur ve Etyopya'nın
ilk çok partili seçimleri Mayıs 1995'te yeni anayasa göre yapılmıştır.
71 milyonluk nüfusuyla Etyopya,
Mısır ve Nijerya'dan sonra Afrika'nın en kalabalık
üçüncü ülkesi konumundadır. Etyopya'da, genellikle limanlar,
altyapı, yollar konusunda büyük sıkıntılar, büyük
eksiklikler yaşanmaktadır. Bunun yanında Eritre ile
yaşadığı anlaşmazlıktan dolayı da
yeteri kadar gelişme gösterememektedir.
Şimdi, biz, bu eğitim konusunda
bir anlaşma imzalıyoruz. Bir de Türkiye'nin eğitim konusuna
bakalım: 2002 yılı rakamlarına göre, ilköğretimde
net okullaşma oranı yüzde 90,98 iken bu oran 2006 yılında,
yani geçen yıl yüzde 89,77'ye gerilemiştir. Bu, sizin hükûmet
olduğunuz 2002 ile 2006 arasındaki gerileme miktarıdır.
2006 rakamıyla ilköğretimde okullaşma oranı erkeklerde
yüzde 92,29'a, kızlarda ise yüzde 87,16'ya gerilemiştir. Her
ne kadar "Haydi Kızlar Okula" kampanyası düzenlemiş
olsanız da bu, gerilemenin önüne geçememiş görünüyor.
İlköğretimin zorunlu olmasına karşın, ilköğretim
çağı nüfusunun yüzde 10,23'ü eğitim hakkından yararlanamamaktadır.
Yine, ortaöğretim çağı nüfusunun yüzde 43,37'si ortaöğretime
devam edememekte ya da etmemektedir. 2002 yılından bu yana
ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı 342.290 artmış
olmasına rağmen öğretmen ve okul sayısı artmamıştır.
Hatta, 2004-2005 eğitim-öğretim yılında ilköğretimde
401.288 öğretmen görev yaparken, bir sonraki dönem öğretmen
sayısı 11.429 azalarak 389.859'a gerilemiştir. Yani,
eğitimde bunlar yaşanırken, Türkiye'de nüfus artarken,
öğrenci sayısı artarken, öğretmen ve okul sayısı
düşüyorsa, biz, Etyopya'yla hangi anlamda eğitim iş birliği
yapacağız, hangi katkıları sunacağız,
onu da biraz oturup düşünmek lazım.
Artan öğrenci sayısına
karşı, Millî Eğitim ve Yükseköğrenim bütçeleri tam
anlamıyla yerinde saymıştır. Eğitimde bütçeden
ayrılan payların ortalama yüzde 65'i personel harcamalarına
ayrılmış, eğitimin finansmanı öğrencilerin,
dolayısıyla velilerin omuzlarına bırakılmıştır.
İktidarınız döneminde,
2002 yılında Millî Eğitim Bakanlığının
bütçesinin yüzde 17,18'i yatırımlara ayrılıyor
iken, bu pay, 2006 yılında yarı yarıya düşmüş
bulunmaktadır.
Şimdi, tablo buyken, özel dershaneler,
özel okullar ön plana çıkartılırken, özel okullarla ilgili
vergi indirimleri söz konusu olurken, öğretmenler içerisindeki
sendikalaşmalara karşı bir tepki oluşturulurken,
bunlara engel olmaya çalışılırken, bizim, Etyopya'yla,
hukuk anlamında, kültür anlamında, tiyatro anlamında
ne gibi katkılar vereceğimizi ben de düşünmek istiyorum.
Tiyatro, bale dedik. Peki, biz Türkiye'de
tiyatroya, baleye, sanata, sinemaya ne kadar fon ayırıyoruz,
ne kadar kaynak ayırıyoruz, ne kadar sahip çıkıyoruz,
bunu da bir ortaya koymak lazım. Şimdi biz, kendimizin sahip
çıkamadığı bu değerlerimize, bu anlayışımıza,
Etyopya'yla iş birliği yapmak suretiyle sahip çıkma
noktasına geliyoruz ki, Etyopya'nın yapısına baktığımızda,
bu alanlarda bizden çok daha geride olduğunu görüyoruz.
Bu nedenle, ben, bu anlaşmanın
çok da fayda getireceğini zannetmiyorum, ama, anlaşmayı
yine de desteklediğimizi, onay verdiğimizi, kabul edeceğimizi
ifade etmek istiyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Durgun.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Berhan Şimşek,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Şimşek.
CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK
(İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın,
Gençlik ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun
Tasarısı'nın 2'nci maddesi üzerinde grubum adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Etyopya -diğer adıyla bildiğimiz,
hatırladığımız Habeşistan- Afrika
kıtasının doğusunda yer almakta. Sudan, Kenya, Somali
ve Cibuti Cumhuriyeti'yle sınır komşudur. Fakat, Sayın
Özay da ifade etti, bizim çocukluğumuzdan da bir hatıradır,
bir resimdir: Etyopya denince, Abebe Bikila akla gelir. Dört kez
olimpiyat şampiyonu olmuş ve çıplak ayakla, yalın
ayakla koşan bir olimpiyatçıydı, atletizm dünyasının
çok önemli değerlerinden biriydi.
Değerli arkadaşlarım,
anlaşmanın 1'inci maddesi iki ülke arasında kültür alanında
yapılacak iş birliğini düzenlemekte. Bu madde, kültür
ve sanat kurumları, kuruluşları arasında doğrudan
temas, iş birliği, deneyim ve gelişmeler hakkında
değişimleri, tiyatro, müzik, opera, bale ve diğer sanatsal
alanlarda iş birliği ile karşılıklı ziyaretler
ve etkinlikler düzenlenmesinin kolaylaştırılmasını,
müziğin çeşitli alanlarında sanatçı ve gösteri
grupları değişimi, sinema alanında iş birliği,
film yapımcıları kuruşları arasında temasların
artırılması, kültür yetkilileri ve planlamacılarının
değişimi gibi alanlarda ilişkilerin geliştirilmesini
hedeflemekte.
Dünya Tiyatro Günü'nden bir gün sonra
Etyopya'yla imzaladığımız bu kültür iş birliği
anlaşmasının uygun bulunma yasasını görüşüyor
olmamız bir tesadüf, iyi bir tesadüf aslında.
Değerli arkadaşlarım,
bir kez daha tiyatrocuların, emekçilerin ve tiyatro sevenlerin
Dünya Tiyatro Günü'nü kutluyorum. Ne var ki, bu dönem içerisinde tiyatroyla
ilgili çok da hoş bir süreç yaşanmadı. Yeni Sahne Girişimi
ve Ankaram Platformu tarafından Dünya Tiyatro Günü nedeniyle
yapılan açıklamada, her şeye rağmen tiyatroya gönül
veren sanatçı ve seyircilerin tiyatronun gülen yüzünden değil,
ağlayan yüzünden ağlamaya mahkûm edildiği ifadeleri
kullanılmakta. Bu Hükûmet döneminde, Hükûmetiniz döneminde, maalesef,
tiyatronun tarihi sahneleri, Ankara Yeni Sahne yıkıldı,
şimdi İstanbul'da Atatürk Kültür Merkezi ve Muhsin Ertuğrul
Sahnesi yıkılmak isteniyor.
Değerli arkadaşlarım,
bunları yıkmaktansa -İstanbul'da arazileri büyük
iş merkezlerine, plazalara veriyoruz- yeni kültür merkezleri
yapılabilir. İstanbul 12 milyonluk bir kent. Sadece bir
AKM'yle İstanbul'u idare edebilmek ve kültür salonlarına
toplamak mümkün değil. Biraz da meseleyi yıkıp yapmaktan
ziyade, tarihin derinliklerinde geçmiş kimliğiyle o binaların
yaşamasının öneminin de altını çizmemiz gerekir
diye düşünüyorum.
Etyopya'dan buraya gelen sanatçıları,
yeni yaptığımız binalarda mı, tarihî, kültürel
derinliği olan ve kültür katmanlarından gelen bir ülkede
mi karşılamamız gerektiğinin takdirini sizlere
bırakıyorum değerli arkadaşlar.
Özel tiyatrolara destek vermesini
düzenleyen -ki, Genel Kurulda arkadaşlarımızın
da büyük bir çabasıyla ortaya geldi- yasa çıktı. Maalesef,
üç ay geçmiş olmasına rağmen özel tiyatrolara hâlâ ödenekler
verilmedi ve bununla ilgili birkaç kez Bakanlık yetkilileriyle
görüşmeme rağmen "bugün, yarın" diye bu sıkıntı
devam ediyor değerli arkadaşlar.
Devlet tiyatrolarında yaşanan
sıkıntıları hepimiz basından biliyoruz,
ama, maalesef, bu inat bir türlü çözülmedi. Kadrosu dramaturg olan ve
o nedenle genel müdür olarak atadığınız ve hâlâ görevde,
asaleten atayamadığınız, Mine Acar. Devlet Tiyatrosu
Yasası, genel müdürlük makamına atanacak olanlarda kadro
ve görev olarak sanatçı, tiyatro yazarı, eleştirmen,
temayüz etmiş tiyatro yönetmeni, üniversitelerde tiyatro sanatı
dalında görev yapan öğretim elemanı olma niteliklerinden
birini öngörmektedir. Mine Acar bu koşullarda olmadığı
için genel müdür olarak da atanamamaktadır.
9 Mart 2007 Cuma günü, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü, Ankara Devlet Tiyatrosu Altındağ Tiyatrosunda
ilk temsili sergileyecek olan
"Kadıncıklar" isimli oyunun afişine, rejisörün
haberi olmaksızın, anlaşılmayan bir nedenle yapıştırılan
sansürle "16+" yaş kısıtlaması getirildi.
Oyun, yıllar önce Edebî Kurul denetiminden geçtikten sonra,
yıllardır hiçbir kısıtlamaya uğramaksızın
devlet tiyatrolarının değişik sahnelerinde sahnelendi.
11 Mart 2007 Pazar günü sansür yazılı ve görsel basına
yansıyınca, Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekili Mine
Acar, sansürü "Benim haberim yok, bir memurun işgüzarlığı"
diyerek açıkladı. 12 Mart 2007 Pazartesi günü de basına
yansıyan röportajında, özetle "Rejisörden talep gelince
memurlar gerekli değişikliği yapmışlar."
diye açıklama yaptı. Ayrıca, "Ankara Devlet Tiyatrosu
Müdürlüğüne yeni atanan müdürün ilk günü karşılığı
gibi" hiç de tutarlı olmayan yorumlar yapmıştır.
Devlet tiyatrolarının kötü yönetildiğinin, o görevde
kalması ısrarla istenen Genel Müdür Vekilinin, maalesef,
bu görevi yapamadığının, kurumu yönetebilme kabiliyetinden
eksik olduğunun bir göstergesi de bu olaylardır.
Bir diğer konu: "Avrupa
Komedyası" adlı bir oyun idari gerekçelerle, değerli
arkadaşlarım, sansür edilmekte. Demokrasi havarisi olanların,
demokrasiyi bir araç olarak görenlerin devri iktidarında oyunların
sansürlenmesi, demokrasinin amaca ulaşmak için araç olarak kullanıldığının
açıkça bir göstergesidir.
Değerli arkadaşlarım,
son dönemlerde dizilerde oynayan oyuncu arkadaşlarımızla
ilgili de sayfa sayfa basında yer almakta, bu arkadaşlarımızla
ilgili hiç de hoş olmayan açıklamalar yapılmakta Sayın
Bakan ve yetkililer tarafından. Bu arkadaşlarımızın
içerisinde iki oyunda, üç oyunda rol alan arkadaşlar var. Fakat,
almış oldukları rakamlar ekonomik olarak kendilerine
yetmediği için bu dizilerde oynamak mecburiyetinde kalıyorlar
ve Sayın Bakan bu konuda "bu arkadaşlar bugüne kadar
çalışıyor muydu da bugün bunları söylüyorlar"
gibi bazı ifadelerde bulunuyor. Kendisi, ayrıca, AKM'nin
yıkımıyla ilgili sanat alanında yiğit olarak
kendini görüyor Sayın Koç ve diyor ki: "Benim yoğurt yiyişim
böyle."
Buradan ilk defa açıklıyorum.
Sayın Bakanla baş başa konuştuğumuz için: Bir
bürokratıyla ilgili buradan ifade edemeyeceğim biçimde
suistimaller ve anlatılamayacak kadar çirkinlikleri kendisiyle
baş başa İstanbul'da konuştum, bir CD dinlettim,
"Bu görevliyi alın. Bu görevliyi görevinden, bu müdürü almazsanız,
sizi müdahil olarak kabul ederim." dedim. Ama, bu, gerektiği
zaman
Sayın Bakana buradan bir kez daha duyuruyorum: Eğer
gerektiği zaman bu müdürü görevden almazsa, basın toplantısıyla
ifşa edeceğim. Bu kişi, ayrıca, AKP milletvekili
adayı olan bir zattır değerli arkadaşlarım.
Bütün bunların ötesinde, umarım
ki, Etyopya ile ilgili, bunları kötü örnek olarak, biz bir kadrolaşma
yapılanması olarak da sunmayız.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, bu anlaşma içerisinde eğitimle ilgili de çalışmalar
var. Dün, Sayın Millî Eğitim Bakanının Adana'da yaptığı
bir açıklamayı okuyorum. Diyor ki Sayın Bakan: "Sözleşmeli
öğretmenin tayin hakkı yoktur." Daha önce yaptığı
bir açıklamada "Sözleşmeli öğretmenler ile kadrolu
öğretmenler arasında bir fark yok." diyordu. Eğitim
alanında Etyopya ile yapacağımız iş birliğinde,
umarım, Sayın Bakan öğretmenlerimizi de, kamuoyunu
da yanıltmaz. Önümüzdeki günlerde, geçici işçilere kadro
veren bir tasarıyı burada görüşeceğiz. O kanun
sözleşmeli öğretmenleri kapsamıyor, Millî Eğitim
Bakanlığında çalışan öğretici, usta
öğreticileri kapsamıyor. Sonra da Sayın Bakan çıkıyor
"Sözleşmeli öğretmenlerin tayin hakkı yok."
diyor. Ne yapacaksınız yani? Bu öğretmenleri çalışma
hayatları boyunca ilk atandıkları illerde mi çalıştıracaksınız?
Böyle bir mantık kabul edilebilir mi? Bu gençlerin başka bir
kentten başka bir kente gitmeye, evlenmeye, çalışmaya
hakkı yok mu? Sözleşmeli öğretmenlerin hepsine kadro
verilmeli ve öğretmenler arasında yaşanan bu adaletsizlik
de ortadan kaldırılmalı.
Değerli arkadaşlarım,
elbette, yurt dışı ilişkilerimizi geliştireceğiz,
bu ikili anlaşmaları imzalayacağız, ama, kendi
ülkemizde sivil toplum örgütleriyle, eğitim sendikalarıyla,
üniversitelerle, YÖK'le bu ülkenin çıkarları için iş
birliği yapamıyoruz. Üniversitelerle kavgalısınız,
hem öğretmenlerle, hem de öğretmen örgütleriyle kavgalısınız,
kendi göreve getirdiğiniz bürokratlarla mahkemeliksiniz.
Bu Millî Eğitim Bakanlığı elini nereye atsa, oradan
bir yargı süreci başladığını da ifade edebilirim.
Millî Eğitim Vakfı seçimlerinde Sayın Bakan ve bürokratları
müdahale ettiler. Konu yargıya taşındı. Ben bu konuyla
ilgili beş soru önergesi verdim. Şimdi bu yargı sürecini
yakından takip ediyorum. Mahkeme heyeti ve savcıyla birilerinin
görüştüğü yönünde duyumlar alıyorum. Yargı bağımsızdır.
Yargıyı rahat bırakmalarını kendilerine
tavsiye ediyorum, çünkü, gün gelecek, o yargının adaletine
en çok onlar ihtiyaç duyacak. Kimse yargının işine karışmasın
ve herkes yaptıklarının sonucuna katlansın arkadaşlar.
Bu davanın ayrıntılarına
girmek istemiyorum, ama, bu elimdeki belgeyi size okumak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Millî Eğitim Vakfının genel kurulu
28 Mayıs 2006 tarihinde yapıldı. Ancak, bu genel kurul
evrakları, oy pusulaları 29 Mayıs 2006'da
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla)
-
29 Ekim 2006, saat 14.00'te teslim edilmiş. Yani, bir gece birilerinde
kalmış. Teslim tutanağı da elimde değerli arkadaşlar.
Sanırım ki bu evrakların kimde kaldığını
Sayın Bakan iyi biliyordur.
Değerli arkadaşlarım,
ayrıca, bu hafta 43'üncü Kütüphane ve Kütüphanecilik Haftası
ve kütüphanelerimiz yerlerde sürünüyor. Bundan dört beş ay önce
komisyona bir kütüphanecilikle ilgili yasa geldi, ama, bir türlü
komisyondan buraya kütüphaneler, Kütüphanecilik Yasası inmiyor.
Şu anda bir iki rakamla -sabrınızı rica ediyorum
Sayın Başkan- bunlar, gerçekten, yüce Meclisin bilgilerine
aktarmamız gereken bilgiler. Mevcut halk kütüphanesi sayısı
1.178; hâlen kapalı kütüphane sayısı 117; 60 adet gezici
kütüphaneden yaklaşık 50 tanesi ödenek ve personel yetersizliğinden
çalışamıyorlar. Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün
2.388 personeli var. Bunlardan sadece 348 tanesi kütüphanecilikle
ilgili kişiler değerli arkadaşlarım ve kadro yetmezliğinden
dolayı kütüphaneleri yok saymışız. Aslında,
kütüphaneler -ki, Osmanlı döneminden başlayan altı
yüz yıllık bir birikimdir- bir ülkenin bilgi birikimi, kültür-sanat
değerleridir, ışığıdır. Fakat, her konuda
tarihle, geçmişle ilgili bilgiler aktarırız, ama, eyleme
gelince bunları unuturuz.
Değerli arkadaşlarım,
bu anlaşmanın 5'inci maddesiyle spor alanında iki ülke
arasında dostluk bağlarının pekiştirilmesi
amaç ediliyor. Uluslararası müsabakalarda Türkiye adına
yarışan ve şampiyonluklar elde eden Etyopya kökenli
Elvan Abeylegesse'yi burada telaffuz etmek, sanırım ki,
haksızlık olmaz ve kendisini de kutluyorum. Elvan 5 bin metrede
dünya rekorunu kırmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
biz, eğitimde, kültürde, sporda ve daha farklı olan bu anlaşmalarla,
sanıyorum ki, sadece uluslararası ilişkilerde değil
-Sayın Özay da ifade etti- işkencenin kabulünden ve yapılanmasıyla
biz önce kendi ülkemiz
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen, teşekkür için buyurun.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla)
-
önce kendi ülkemiz için bunları yapıp daha sonra ülkeler
arasında tabii ki bu ilişkileri yerine getirmemiz gerekiyor.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Şimşek.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakikalık süre
veriyorum. Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Etyopya Federal Demokratik Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik
ve Spor Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın
açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 212
Kabul :
212 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
6'ncı sırada yer alan, Deniz
Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8 Aralık
2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü
Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
7.-
Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006 - 8
Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbulda Yapılmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Denizcilik Örgütü
Arasında Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1222) (S. Sayısı:
1243) (xx)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 1243 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek,
Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Kepenek. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara)
- Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, zamanın
geç olduğunun, bugün bir millî maç olduğunun bilinciyle, konuşmamı
olabildiğince özet ve kısa tutmaya çalışacağım.
Üzerinde konuştuğumuz, görüşeceğimiz 1243
sıra sayılı Denizcilik Komitesinin 82. Oturumunun
-dikkat edin- 29 Kasım-8 Aralık Tarihleri Arasında
İstanbul'da Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti
ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat
Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı. Bu konuda Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım.
Değerli arkadaşlar, önce,
hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum; ancak, şimdi
görüşeceğimiz, onaylayacağımız mutabakat
muhtırası aylar önce yapılmış olan bir toplantıya
ilişkindir. O toplantı yapıldı, bitti. Biz -ne derler
halk arasında- istim arkadan gelsin mantığıyla yapılmış,
bitmiş toplantının yasal düzenlemesini, anlaşmasını
şimdi, üç dört ay sonra Meclis gündemine getiriyoruz ve onaylıyoruz.
Önce, tek başına bu gecikmeli uygulamanın, bu gecikmenin
hiç de doğru bir tutum olmadığını, yasa yapma
anlayışına, yasama organının saygınlığına
gölge düşüren bir nitelik taşıdığını
vurgulamak isterim.
Gerek kendi iç işlerimizle
ilgili olarak gerekse uluslararası örgütlerle ilgili olarak
çıkardığımız yasaların ya da çıkaracağımız
düzenlemelerin bu derece savsaklanması, bu derece bir tarafa
itilmesi, aslında gerçekte Hükûmetimizin, yasama organını
beş yıla yakın bir süredir nasıl önemsiz tutmak istediğinin
ayrı bir göstergesidir. Oysa yüzde 100'e yakın oranda yasalar
tasarı olarak geliyor, yani, Hükûmetin önerisi olarak geliyor,
milletvekillerinin yasa teklifi hazırlamaları çok
sınırlı kalıyor. Yasama denetimi yapılmıyor.
Haftalardır, ne haftalardır, aylardır sözlü sorular
görüşülemiyor. Yine, verdiğimiz onca araştırma
önergesi gündeme alınmıyor, bekletiliyor. Yine, verdiğimiz
yazılı soru önergeleri de ya çok gecikmeli yanıtlanıyor
ya da çoğu kez sorduğumuz soruya değil de başka konulara
ilişkin cevaplarla geçiştiriliyor.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
(xx)
1243 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bunlara değindikten sonra asıl konumuza gelelim. Asıl
konumuz şu: Biz, Nazım'ın dediği gibi, dört nala gelip
uzak Asya'dan bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan, bu
memleketin çok şanslı bireyleriyiz. Ancak şunu
baştan söyleyeyim ki, denizlerimizden yararlanma yönünde aynı
mutluluğu, aynı başarıyı, aynı beceriyi
gösterdiğimiz söylenemez. Üç tarafı denizlerle çevrili
olan bu ülkenin 73 milyon dolayındaki insanı denizlerden
yeterince yararlanamıyor.
Çok kolaydır, Yunanlılarla
kara suları sınırı nerede olacak, Ruslarla Karadeniz'i
nasıl kullanacağız ya da Montrö Anlaşması'nın
ülkemize sağladığı kazanımları nasıl
koruyacağız konularında konuşmak, ahkâm kesmek,
söz söylemek, ama iş, denizleri iyi kullanma, doğru kullanma,
onlardan halk yararına yararlanma noktasına geldiği
zaman bunun hiç de başarılı bir süreç izlemediği,
hiç de başarılı olmadığı çok açıktır.
Nasıl açıktır, hemen belirteyim:
Değerli arkadaşlar, önce
denizlerdeki taşımacılık, gerek yolcu taşımacılığı
gerek yük taşımacılığı, çok ucuz olmasına
karşın, çevre dostu olmasına karşın, çevreyi
kirletme düzeyi çok az olmasına rağmen bir türlü gelişmiyor.
Değerli arkadaşlar, önce
şunu söyleyeyim, bu konudaki istatistikler çok gecikmeli yayınlanıyor.
Elimizde İstatistik Enstitüsünün en son verilerine göre,
ulaştırma istatistikleri -denizcilikle ilgili olanlar-
2003'te sona eriyor. Aradan dört yıl geçti, -daha sonra başka
bir münasebetle değineceğim- İstatistik Enstitüsünün
özellikle bu konulardaki istatistiklerini çok daha hızlı,
çok daha kısa sürelerde yayınlamasında yarar var. Bu
veriler ne diyor? 1999'a göre, 2003'e kadar Türkiye'de yük taşımacılığında
kara yollarının payı hızla artmış, buna
karşılık deniz yollarının payı büyük ölçüde
azalmıştır. Önce, bunun üzerinde durmak gerekir. Kara
yollarının payı, yüzde 89,9'dan yüzde 91,4'e yükselmiştir.
Yolcu taşımacılığındaki kara yolları
payı da yüzde 94,8'den yüzde 95'e yükselmiştir, yani, yüzde
100'e yakın bir kara yolu ağırlığı vardır.
Peki, deniz yollarının durumu nedir? Yük taşımacılığında,
sadece yüzde 5'in altında, 4,9; demir yollarının payı
da yüzde 5. Yolcu taşımacılığına gelelim:
Yolcu taşımacılığında, deniz yolları
yok denecek durumda, demir yollarının payı 3,4; hava
yollarının payı -son yıllarda büyük ölçüde arttı,
onun da altını çizelim- yüzde 1,6; 2003 verileriyle.
Buradan şuna gelmek istiyorum:
Türkiye, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, büyük çabalarla,
1 Temmuz 1926'dan bu yana, kendi limanları arasında yük ve
yolcu taşımacılığının Türk bayrakları
taşıyan gemilerle yapılması hakkını elde
etti, ancak, bu konudaki gelişmeler hiç de arzu edildiği
gibi, istenildiği gibi gitmiyor. Son günlerin tartışmaları
bir kez daha gösteriyor ki, limanlarımız arasında kendi
gemilerimizle taşımacılıkta da kimi sıkıntılar
var ve bunların bir an evvel giderilmesi gerekiyor. Bu nokta
bir tarafa, denizlerimizde yolcu taşımacılığı
artık yapılmıyor. Devletin elindeki gemileri,
şimdiki ve ondan önceki hükûmetler sattılar, devletin, kamunun
elinde gemi kalmadı. Özel girişimimiz de ne kadar okşarsak
okşayalım, ne kadar özendirirsek özendirelim, deniz ulaşımına,
yolcu taşıma anlamında hiç de yakın durmuyor ve
Türkiye, bu nedenle, yük ve yolcu taşımacılığında
denizlerin kullanımı bakımından, gerçekten içler
acısı bir durumdadır, gerçekten yürekler acısı
bir durumdadır ve bunun mutlaka şu veya bu şekilde düzeltilmesi,
bunun şu veya bu şekilde yeniden ele alınıp, taşımacılığın
kara taşımacılığından deniz taşımacılığına
kaydırılmasında büyük yarar var. Bu sabah radyolarda
vardı. Türkiye'de ilk trafik kazası, karada tabii, 1910
yılında bugün olmuş. Türkiye, kara yollarında yük
ve yolcu taşımacılığında yüzde 95'lere
varan uygulamasıyla ve onca cana mal olan, onca mala mal olan kayıplarıyla,
denizlerini doğru ve iyi değerlendirememenin sıkıntısını
yaşıyor.
Özellikle, 1946'dan sonra, Amerika
Birleşik Devletleri'nin yardım komisyonlarının
da önerisiyle, Türkiye, demir yolu ve deniz yolu ağırlıklı
ulaştırma sisteminden tümüyle kara yolu ağırlıklı
ulaştırma sistemine geçmiş ve bu, ülkemiz için çok büyük
maliyetlere yol açan, çok büyük sıkıntılara yol açan
bir sonuç doğurmuştur. Bu durumun planlı, programlı
bir biçimde ve bir ulaştırma planıyla mutlaka düzeltilmesi
gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, denizlerden
yararlanma konusunda ikincil bazı önerilere geleceğim.
İkincil ama, hiç de önemsiz olmayan bir nokta var, o da şudur:
Türkiye, denizlerinin balık varlığından da yeterince
yararlanamıyor. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımın
balıkçılık komisyonu kurarak, ülkemizin üç denizinin
kıyılarında ve iç sularında balıkçılık
üzerine yaptıkları incelemeler şunu çok net olarak
gösteriyor ki, Türkiye, balık avlama ve yetiştirme ve de
kullanım yönünden dünya fukarası bir ülke özelliği taşıyor.
Türkiye'de kişi başına balık tüketimi, yılda,
2004'te 7,8 kilogramdır, yılda, yılda! Bu, dünyanın
sonuncu sıralarında yer alan bir orandır, çünkü, diğer
ülkelerde bu, kişi başına 10 ila 100 kilo arasında
değişmektedir balık tüketimi. Yine, 2002 verilerine
göre, dünya balıkçılık üretiminde Türkiye'nin payı
binde 6'dır ve bu pay ile Türkiye dünya balıkçılık
sıralamasında sonuncu sıralarda yer almaktadır.
Yine, bir başka nokta var: Türkiye'de deniz balıkçılığı
önemlidir, yüzde 70 dolayında paya sahiptir, ancak, deniz balıkçılığının
-gerek trolle avlanma gerek diğer nedenlerle- korunmadığı,
kollanmadığı ve bu nedenle de uzun dönemde zarar gördüğü
bilinmektedir.
Bu çerçevede belirtilmesi gereken
kimi önlemlere de değineyim izninizle. Onlardan bir tanesi
şudur: Türkiye, kıyılarında bir master plan, bir
kıyı düzenleme planı yapmış değildir.
Kıyılarına nasıl sahip çıkacağının
planını, programını yapmayan bir ülke konumundayız,
bu ayıbın bir an önce giderilmesi gerekmektedir.
Bunun yapılmasının
ötesinde bir şey daha söyleyeyim bu kıyıları kötüye
kullanmamızın bir örneği olarak. Şimdi, değerli
arkadaşlar, Doğu Karadeniz şeridinde yapılan
yol tamamlanmak üzere, ülkemize, halkımıza hayırlı,
uğurlu olsun. Karadeniz insanı yolsuzluktan, her iki anlamda
yolsuzluktan çok çekti, ama, bu yola sahip olmak önemlidir, olumludur,
doğrudur, hayırlı olsun. Ama, başka bir şey var.
Doğu Karadeniz'de yapılan yolun -ki ben baştan beri bu
haliyle yapılmasına karşıydım, onu da vurgulayayım-
bu iyi olan yolun iki noktada irdelenmesi, değerlendirilmesi
gerekir. Bunlardan bir tanesi, bu yolun maliyetidir. Türkiye Cumhuriyeti
bu yolu kilometre başına kaç liraya mal etmiştir? Bu
yolun başta keşif bedeli ne kadardı? Şu anda, tamamlandığında,
o keşif bedeline göre ne kadar bir tutar, bir miktar ödenmektedir?
Bu maliyetin, halkımıza doğru dürüst ve açıkça söylenmesi
lazımdır. Yüce Meclisin en temel görevlerinden biri budur.
Doğu Karadeniz yolunun maliyeti nedir? Bunu niye söylüyorum?
Denizcilikle bağı olduğu için söylüyorum. İkincisi:
Yine aynı yolun, Doğu Karadeniz kıyı yolunun uzun
dönemde halkın denizle bağını keserek ülkeye vereceği
maliyet ne kadardır? Yani, Türkiye bu kıyı boyu yol yaparak
ne kazanmaktadır uzun dönemde, ne kaybetmektedir? Bunun da hesabının
çok doğru yapılmasında yarar var.
Değerli arkadaşlar, yine
Cumhuriyet Halk Partisinin araştırmalarının verilerine
göre, Türkiye denizlerinde 60 dolayında batık gemi vardır.
Karadeniz kıyılarında yine zehirli variller bir zamanlar
büyük bir dert oluşturuyordu. Denizlerimizin bu anlamda temizlenmesinde
çok büyük yarar olduğunu düşünüyorum, bu işin bir an evvel
yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak şunu söyleyeyim:
Denizcilik, kurumsal yapısı itibarıyla, çalışması
itibarıyla son zamanlarda gerek gemi yapımında gerekse
yat yapımında büyük gelişmeler kaydetmesine karşın
üvey evlat muamelesi görmemelidir. Yani, devletin, denizcilerin,
balıkçıların eğitiminden sosyal haklarına
kadar her konuda desteğe ihtiyacı olduğunu bilmesinde
yarar vardır. Yine, bunun gibi, karada kurulacak olan balıkçılık
tesislerinin, göllerin kenarında kurulacak balıkçılık
tesislerinin de çevreye zarar vermeyen bir özellik taşıması
ve kesinlikle yöre halkının istekleri doğrultusunda
çalışmalarının sağlanması gerekmektedir.
Bütün bunların yapılması
neyi getirecektir? Bütün bunların yapılması şunu
getirecektir: Türkiye, denizcilik açısından da hakkı
olduğu ve üç tarafının denizlerle çevrili olmasından
doğan olanakları, avantajları, getirileri doğru
kullanan, halkının yararına kullanan, onun refahı
için denizlerden yararlanan bir ülke durumuna gelecektir. Umarım,
bu tür toplantılar, bu tür anlaşmalar, bu tür konuşmalar,
böyle bir denizci Türkiye oluşumuna katkıda bulunur.
Bu düşüncelerle hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bu arada, millî maçımızda
da başarılar diliyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
süreyi tam kullandığınız için teşekkür ediyorum.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Ben teşekkür
ederim.
BAŞKAN - Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
DENİZ EMNİYETİ KOMİTESİNİN
82. OTURUMUNUN 29 KASIM 2006 - 8 ARALIK 2006 TARİHLERİ ARASINDA
İSTANBULDA YAPILMASINA DAİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ
İLE ULUSLARARASI DENİZCİLİK ÖRGÜTÜ ARASINDA MUTABAKAT
MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN
TASARISI
MADDE 1- 10 Mayıs 2006 tarihinde
Ankara'da imzalanan "Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun
29 Kasım 2006 - 8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da
Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası
Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat Muhtırası"nın
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rasim Çakır, Edirne Milletvekili.
Buyurun Sayın Çakır. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RASİM ÇAKIR
(Edirne ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Deniz Emniyeti Komitesinin 82'nci Oturumunun
29 Kasım-8 Aralık 2006 tarihleri arasında İstanbul'da
yapılmasına dair Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Uluslararası
Denizcilik Örgütü arasında mutabakat muhtırasının
onaylanması ile ilgili kanun teklifinin 1'inci maddesinde söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Uluslararası
Denizcilik Örgütü, Birleşmiş Milletlere bağlı
bir ihtisas örgütüdür. Merkezi Londra'da bulunan, 166 ülkenin üye
olduğu bir ihtisas örgütüdür. Deniz Emniyeti Komitesi de,
Uluslararası Denizcilik Örgütünün altı alt komitesinden
bir tanesidir.
Uluslararası Denizcilik Örgütü,
genel olarak, deniz kazalarının minimuma indirilmesi,
önlenmesi ve denizlerdeki çevre kirliliğinin, deniz kirliliğinin
önüne geçilmesi ile ilgili uluslararası kuralları belirlemeye
yetkili olan bir örgüttür. Bu örgüt, 82'nci oturumunda ilk defa Londra'nın
dışında bir başka kentte toplantının yapılmasına
dair bir karar almış ve bu yerin de İstanbul olması,
İstanbul'un ve Boğazların deniz emniyeti, deniz trafiği
ve kirliliği ile ilgili sıkıntılarının
bu örgüt üyesi ülkeler ve uzmanlar tarafından yerinde görülmesi,
tespit edilmesi ve bu sorunların, sıkıntıların
aşılmasına yönelik önlemlerin alınması, önerilmesi
noktasında, Türkiye açısından gerçekten çok önemli olmuştur
ve bu toplantı, Sayın Ulaştırma Bakanının
da katıldığı bir biçimde, 29 Kasım-8 Aralık
tarihleri arasında İstanbul'da yapılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
İstanbul Boğazı, her ne kadar, 45 milyon dolar para harcanarak
VTS sistemiyle donatılmış olmasına rağmen,
hâlâ, günümüzde deniz trafiği açısından risk taşıyan
ve her an, İstanbul'da oturan vatandaşlarımızın
büyük bir gemi kazasına maruz kalabileceği bir noktadadır.
Her ne kadar elektronik sistemler bu kazaların önlenmesine yönelik
önemli adımlar atılmasına sebep olmuşsa da, Boğaz'dan
geçen gemilerin kılavuz alma zorunluluğunun olmayışı,
Boğaz'ın kendine özgü akıntı ve yapısının
bulunması, kazaları belki sıfıra indirmek mümkün
değil ama, bugün de -geçtiğimiz günlerde yine şahit olduk-
İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında deniz kazalarının
zaman zaman olmasına sebep olmaktadır.
Türk Boğazları, özellikle
İstanbul Boğazı, 1953 yılından 2002 yılına
kadar 461 deniz kazasına şahit olmuştur. Bu kazaların
yüzde 10'u, 110 tanesi sol seyir düzeninden -bu, 1953 ile 1982 yılları
arasındaydı biliyorsunuz bu düzen- 269 tanesi sağ seyir
düzeninden, yani 1982 ile 1994 yılları arasında, 82 tanesi
tüzük döneminden, 1994 ile 2002 yılları arasında meydana
gelmiştir.
Yine, İstanbul Boğazı'nda
meydana gelen bu dönemdeki deniz kazalarının 209 tanesi
çatışma, 138 tanesi oturma, 77 tanesi kıyıya bindirme,
28 tanesi yangın veya patlama, 9 tanesi de dümen kilitlenmesi,
makine arızası, bayılma türündeki kazalardan
oluşmaktadır. Yani, alınan, Türkiye, Boğaz trafiğinin
emniyetiyle ilgili üzerine düşen vecibeleri yerine getirmesine
rağmen, Montrö Sözleşmesi gereği uluslararası gemilerin
kılavuz kaptan alma zorunluluğunun olmayışı,
hâlâ Boğazlarımızın her an tehlikeli bir kazayla
karşı karşıya olduğunu bizlere ifade etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bu toplantı 29 Kasım-8 Aralık tarihleri arasında
İstanbul'da yapılmış ve ülkemiz açısından
olumlu neticeler getirdiğine inanıyoruz.
Yalnız, çevreyle ilgili, deniz
kirliliğiyle ilgili, yine, bu 22'nci Dönemde çıkardığımız
Çevre Yasası'na paralel olarak, Boğazlarda ve İstanbul
kıyılarında deniz kirliliği yönünden kontrol ve
ceza kesme yetkisi büyükşehir belediyelerine bakanlık
tarafından yetki devredildiği için, maalesef, bu konularda
henüz daha olumlu ve yeterli adım atabilmiş değiliz.
Kara sularımızda, gerek
Karadeniz'de gerek Akdeniz'de gerek Ege Denizi'nde, deniz kazaları
sebebiyle, çok ciddi, çok önemli deniz kirlilikleriyle maalesef
karşı karşıya kaldık petrol tankerleri ve diğer
kazalarla ilgili ve deniz kazaları, ülkemiz denizleri
açısından her zaman bir risk, bir tehdit olarak, maalesef, çözmek
zorunda olduğumuz bir sorundur.
Bu vesileyle yapılmış
olan bu toplantının hayırlı olmasını diliyorum
ülkemize ve anlaşma yasasına Cumhuriyet Halk Partisi olarak
olumlu oy kullanacağımızı ifade eder, hepinizi saygıyla
selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çakır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
18.27
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.37
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81'inci Birleşimi'nin Üçüncü
Oturumu'nu açıyorum.
1243 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi, tasarının
2'nci maddesini okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Halil Akyüz, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Akyüz. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALİL AKYÜZ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Uluslararası Denizcilik Örgütünün Deniz Emniyeti Komitesinin
İstanbul'da yaptığı toplantının şimdi
kararını almak üzere söz almış bulunuyorum, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Arkadaşlar, Deniz Emniyeti
Komitesinin toplantısı 29 Kasım-8 Aralık tarihleri
arasında İstanbul'da yapıldı. Biz, önce, bu toplantı
için bu kanunu, kararı buradan geçirecektik. Bu sözleşme,
Meclise, bu toplantı için gelmişti. Bu toplantıdan önce
de bu Meclisin gündemine geldi, fakat müzakere edilmedi, nedense
geri çekildi. Şimdi, biz, bu toplantının arkasından
gidiyoruz. Bütün olayların arkasından sürüklendiğimiz
gibi, bu olayın da arkasından sürükleniyoruz. Aslında,
bu, doğru bir şey değildir, uygulama yapılmıştır.
Türkiye, Deniz Emniyeti Komitesinin
Türkiye'de yapılmasını talep etmiştir. Uluslararası
Denizcilik Örgütü de bizim bu talebimizi onaylamıştır
genel kurulunda, 24'üncü genel kurulunda onaylamıştır.
Uluslararası Denizcilik Örgütü Deniz Emniyeti Komitesinin
toplantısı ilk defa Londra dışında bir yerde
yapılmaktadır. Bu, 82'nci toplantıdır ve 81 toplantının
tamamı Londra'da yapılmıştır. Niye Türkiye'de
yapılmasına karar verildi? Başka ülkeler talep etmiyor
mu kendi ülkelerinde bu toplantının yapılmasını?
166 üyesi olan çok önemli bir örgüt bu. Türkiye'nin talebi, İstanbul'un
ziyaret edilmesi bakımından, Boğazlardaki sorunların
yerinde görülmesi bakımından, 166 ülke, oy birliğiyle,
toplantının İstanbul'da yapılmasına karar
verdi. Tabii, İstanbul'u dünyada kim görmek istemez ki?
Derler ki, İstanbul dünyanın
önemli kentlerinden biri. Bu doğru değil; İstanbul dünyanın
en önemli kentidir arkadaşlar. Dolayısıyla, 166 ülke,
oy birliğiyle, bu toplantının İstanbul'da yapılmasına
bu nedenle karar vermiştir. Ama, biz, gene, misafirperverliğimizi
yapmışızdır. Sözleşmede olduğu üzere,
her türlü misafirperverliğimizi yapmışız, masraflarını
karşılamışız. Diplomatik muafiyetlerini tanımışız,
başka toplantılarda olduğu gibi. Ama, bunlara ne göstermişiz,
biliyor musunuz arkadaşlar? İstanbul'un kirli sahillerini
göstermişiz. Yani, dünyanın bu en önemli kentinin, en güzel
kentinin, en tarihî kentinin, sanatı ve kültürü en yüksek olan
kentinin sahillerinin kirliliğini göstermişiz.
Şimdi, İstanbul'da, gelmiş
geçmiş belediye başkanları ahkâm keserler; büyük hizmetler
yapmışlar
İyi de, Florya'dan denize girebiliyor muyuz?
Suadiye'den denize girebiliyor muyuz? Zaman zaman belediye
başkanları bir büyük çalışma yaparak sahili yüz
metre temizlerler, "gelin, denize girin, bakın, burada koli
basili yok" derler, bir yüz metre sahil, İstanbul'da denize
giriliyor izlenimini verirler, büyük hizmet yaptıkları
izlenimini verirler; fakat, birkaç hafta sonra oralarda ölçümler
yapılır, "koli basili insan sağlığı
için tehlikeli boyutlardadır, sakın buradan denize girmeyin"
kararı alınır.
AHMET ERSİN (İzmir) - Hangi
belediye başkanı?
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Tabii
Başka bir şey söyleyeyim
size: Eğer, Boğaz'da alttan ve üsten akıntı olmasaydı
var ya, bizim Karadenizliler Boğaz'a çoktan inşaatları
yapmıştı bile, çoktan Boğaz dolmuştu. Yani, Boğaz'ın
böyle temiz kalması, bizim başarımız değildir,
doğanın, tabiatın bir başarısıdır.
Şimdi, arkadaşlar, tabii,
bizim Boğazlardan seyrüsefer sorunlu. O nedenle bizim birtakım
engeller koymamız gayet doğaldır. Ama, koyduğumuz
engeller uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu
zaman bize ceza yazıyorlar, önümüzü kesmeye kalkıyorlar
ve bizim, Boğazlarda kaza yapan yabancı gemilerden
doğru dürüst bir tazminat aldığımız da vaki değil.
Yani, bu, çevreyle ilgili konuşurken, tabii, Çevre ve Orman Bakanı
dinliyor.
Benim beklentim şudur arkadaşlar:
İstanbul'un sahillerinden denize girilecek. Çünkü, İstanbul'un
sahillerini kirleten deniz değildir, balıklar değildir,
hatta, büyük ölçüde, geçen gemiler de değildir. Kirliliğin
yüzde 10'u geçen gemilerden kaynaklanıyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Kocaeli) - Yüzde 5'i.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yüzde
5'i kaynaklanıyor. Hesap etmişsiniz, güzel; üzerinde duracaksınız,
öyle anlaşılıyor.
Nereden kirleniyor deniz? Yerleşim
alanlarından kirleniyor. Yani, biz bu yerleşim alanlarında
doğru dürüst bir kanalizasyon sistemi kuramamışız
ve biz övünüyoruz! Arkadaşlar, İstanbul gibi kenti olan bir
ülkenin dünyada kredisinin hiç bitmemesi lazım, hiç bitmemesi
lazım. Böyle bir kente sahip olan bir ülke, dünyanın en
şanslı ülkesidir; ama, yaptırdığımız,
uyguladığımız şehircilik son derece ilkel;
kanalizasyonu olmayan, bütün atıklarını denize
akıtan bir kent! Olacak şey mi bu ya? Bu olacak şey mi ya?
NURİ ÇİLİNGİR
(Manisa) - Kule yapacağız! Kuleci bunlar, kuleci.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yani,
bunu önlemek zor bir şey mi?
Sevgili belediye başkanları,
İstanbul'da belediye başkanlığı yapmış
arkadaşlar; bu, önlenemeyecek bir sorun mudur?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Yapıyoruz işte.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Yapıyorsunuz!
Önce kaçak inşaatları yaptırıyorsunuz, ondan
sonra kanalizasyon yapmaya kalkıyorsunuz.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Biz yaptırmadık, bizden öncekiler yaptırdı onları.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Kaçak inşaatları yıkıyoruz. Uyum villaları
yıkıldı. Villalar yıkıldı Halil Bey!
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Şimdi, İstanbul kentinin bu büyük önemi karşısında,
bütün görevliler, bütün belediye başkanları, Çevre Bakanı
büyük bir seferberlik ilan ederek İstanbul'un sahillerini temizlemelidir.
Biz, İstanbul'u dünyaya tertemiz, pırlanta gibi, inci gibi
bir kent olarak sunmalıyız. "Ya, niye bize turist gelmiyor?"
İşte o zaman bakın, nasıl turist geliyor.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Kocaeli) - İki buçuk sene sonra İstanbul'un atık sularının
tamamı arıtılmış olacak.
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen,
karşılıklı konuşma usulümüz yok. Lütfen Sayın
Bakan. Olur mu Sayın Bakan!
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Sayın
Bakan, yani, öyle anlaşılıyor ki
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakana
söz hakkı verin.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Hayır,
hayır, Sayın Bakan diyor ki: "İki buçuk sene daha en
az bu görevdeyim. Yani, eğer beni bu görevde tutarsanız,
ben bu sahilleri temizleyeceğim." Ama, ne olursa olsun, kim
gelirse gelsin, kim giderse gitsin, İstanbul'u temizlemeliyiz
arkadaşlar.
Şimdi, biliyorsunuz, Boğazlar,
1918'de, yani Birinci Cihan Harbi'nden sonra bizim kontrolümüzden
çıktı, müttefik devletlerin kontrolüne verildi, taa 1933'e
kadar. 1933'te, Lozan Konferansı'yla aldığımız
hakkı, bir de bir ölçüde tescil ettik, ama 1936'da Boğazları
kontrolümüze alabildik.
Arkadaşlar, 1945 ve 1946
yıllarında, İkinci Cihan Harbi sonunda, Rusya Boğazlar
üzerinde hak talep etmeye başladı. Boğazlardan geçişin,
sadece, Boğazlarda kıyısı olan
Doldu mu zamanım?
BAŞKAN - Lütfen devam edin Sayın
Akyüz.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Birkaç
dakika vereceksiniz, çünkü Lozan'dan söz edeceğim, Boğazlardan
söz edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Akyüz, heyecandan
unuttunuz galiba, buyurun.
HALİL AKYÜZ (Devamla) -
Şimdi, 1945 ve 1946'da, İkinci Cihan Harbi bitti, Ruslar, harbe
girmemiş olan Türkiye'den, Birinci Cihan Harbi mağlubu sayılan,
ama bu mağlubiyeti asla kabul etmeyen Türkiye'den, İkinci
Cihan Harbi'nin sonunda intikam alacaklar, dolayısıyla,
Boğazların statüsünü kendi istedikleri gibi düzenleyecekler
Rusya bize iki tane nota veriyor ve bu iki notayı da, Türkiye
Cumhuriyeti reddediyor, kabul etmiyor. Şimdi, yakın geçmişimizde,
11 Eylül terör olayından sonra Amerika Karadeniz'de önemli bir
güç, deniz gücü bulundurmak istiyor. Tabii, Bulgaristan'da, Azerbaycan'da,
Ermenistan'da filan birtakım güçleri var, bir hayli güçleri
var, gerek ikili anlaşmalarla gerekse NATO çerçevesi içinde
birtakım güçlerini barındırmış, yerleştirmiş,
konuşlandırmış, ama, daha önemlisi, Karadeniz'de
birtakım güçlerini konuşlandıracak, oradan "Büyük
Orta Doğu Projesi"nin gerçekleşmesine katkı
sağlayacak, belki de İran üzerindeki projelerini gerçekleştirecek
Türkiye, bu talebi reddetmiştir. Tabii, reddetmesi gerekiyordu.
Çünkü, Karadeniz de bizim coğrafyamızdan.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akyüz, lütfen,
toparlayınız.
Buyurun.
HALİL AKYÜZ (Devamla) - Toparlıyorum.
Nasıl, Güneydoğu Anadolu
coğrafyamızı kullandırmadıksa, Karadeniz'deki
kara sularımızı da kullandırmaya izin vermedik.
Bu, doğru bir karardı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
çok önemli olan bu Deniz Emniyeti Komitesi, gerçekten, uluslararası
deniz sularında gemilerin sağlığı bakımından,
gemilerin denizleri kirletmemesi bakımından, seyrüseferlerin
ve ticari taşımacılığın daha sağlıklı
bir şekilde gerçekleşmesi bakımından gereklidir,
doğrudur, olumludur. Bu sözleşmeye, elbette, olumlu oy vereceğiz.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Akyüz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Erdal Karademir, İzmir
Milletvekili.
Buyurun Sayın Karademir.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ERDAL KARADEMİR
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Deniz Emniyeti Komitesinin 82. Oturumunun 29 Kasım 2006-8 Aralık
2006 Tarihleri Arasında İstanbul'da Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletlerin ihtisas organı
olan Uluslararası Denizcilik Örgütü IMO, denizde güvenlik,
seyrüsefer etkinliği, gemilerden kaynaklanan deniz kirliliğinin
önlenmesiyle ilgili kontrolü, bunlarla ilgili kural ve standartları
belirleyen uluslararası bir örgüttür. Merkezi İngiltere-Londra'da
olan Uluslararası Denizcilik Örgütü 1958 yılında kurulmuş,
166 üye ülkeden bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bu
örgütün Deniz Emniyeti Komitesi, örgütün en ana komitelerinden
bir tanesidir. Deniz Emniyeti Komitesinin 82'nci dönem toplantısını
29 Kasım-8 Aralık 2006 tarihleri arasında İstanbul'da
yapmış olması bizleri sevindirmiştir; ama, bu yasa
tasarısı, diğer konuşmacı arkadaşlarımızın
da ifade ettiği gibi, yapılmış bir toplantı;
ama, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bunu, yapılmış
bir toplantının kararlarını bu tarihte almamız
da bir eksiklik diye düşünüyorum.
Bu komitenin ilk defa İngiltere
dışında başka bir ülkede yapılmış olması
ve bu toplantının, yine, İstanbul'da yapılıyor
olması, ülkemiz için önemli bir kazanımdır. Bu anlamda,
bu kanun tasarısını önemsiyoruz, destekliyoruz. Bunu
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, bugüne kadar birçok uluslararası örgüt ve uluslararası
sözleşmeye katılan ve imzalayan bir ülkedir. Bu yaklaşım
bizleri sevindiriyor; ama, önemli olan, uluslararası örgütlere
katılmak veya uluslararası sözleşmelere imza atmak
değildir, bu örgüt ve uluslararası sözleşmelerin kararlarını
yaşama geçirmektir. Ne yazık ki, ülkemizi yönetenler, üyesi
olduğu uluslararası örgütlere göstermelik olarak katılıyorlar
ve alınan olumlu kararları da, ne yazık ki, Türkiye'de
uygulamıyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
Uluslararası Denizcilik Örgütünün en önemli görevlerinin başında,
deniz kirliliğinin önlenmesine yönelik kural ve standartları
oluşturmak ve uygulamasını denetlemektir. "Ülkemiz,
deniz kirliliğine yönelik kural ve standartları uyguluyor
mu" diye baktığımızda -sanırım denizlerimize
baktığımızda, gerek Karadeniz, gerek Ege Denizi,
gerek Akdeniz- hiç de bunun böyle olmadığını beraberce
görebiliriz. Bu sorunlara olumlu cevap vermek elbette mümkün değil.
"Neden" derseniz, denizlerimize, kıyılarımıza
hep beraber bakarsak, nedenlerini de anlamak mümkündür. Bunu biraz
daha geliştirirsek, tabii, ülkemizi yönetenlerin, önce,
başta Adalet ve Kalkınma Partisinin ve yine onun Çevre Bakanı
Sayın Osman Pepe'nin uygulamalarıyla çok somut görmek mümkündür.
Bu konuda çok somut örnekler vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, sizlere şunu hatırlatmak istiyorum: Deniz
kirliliğiyle ilgili, AKP Hükûmetinin ve Çevre Bakanı Sayın
Osman Pepe'nin tutumuyla ilgili çok somut bir örnek: 25/2/2000 tarihinde
İskenderun Limanı'na demir atan ve dört buçuk yıl orada
demirli iken 6/9/2004 tarihinde taşıdığı tehlikeli
atıkla birlikte batan Ulla Gemisini hatırlamanızı
istiyorum. Tehlikeli atık taşıdığı bilinen
Ulla Gemisi'nin tam dört buçuk yıl Türk kara sularında batmasına
resmen göz yumulmuştur. Bu olay için Çevre ve Orman Bakanının
açıklaması herkesi şaşırtmıştır.
Sayın Bakan Osman Pepe, aynen, bu olaydan sonra şu açıklamayı
yapmıştır: "Akdeniz'de akıntı vardır,
on beş-yirmi gün içinde akıntı bu tehlikeli atıkları
geminin battığı yerden alır götürür. Böylece,
İskenderun Körfezi de bu tehlikeli atıktan kurtulur"
demiştir.
EYÜP AYAR (Kocaeli) - Anlamamışsın.
ERDAL KARADEMİR (Devamla) -
Bakanın bu açıklaması, gemiyi zehirli atığıyla
İskenderun Limanı'na getirenleri, belki de batıranları
cesaretlendirmiştir. Yine bu açıklama, Hatay ve İskenderun
Körfezi'nde yaşayan insanları, balıkçıları,
turizmcileri, esnafları moral yıkıntısına
uğratmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Bakan, dört buçuk yıl içerisinde, geminin çıktığı
ülke olan İspanya Hükûmeti ile gerekli girişimleri zamanında
yapmayarak, uluslararası Basel Sözleşmeleri gereği
haklarımızı yeteri kadar da kullanmamıştır.
Gemi battıktan sonra ortaya çıkacak çevre kirliliğinin
araştırılması, su altı örneklerinin alınarak
zehirli madde miktarının net olarak tespit edilebilmesi,
AKP Hükûmetinin ve Çevre Bakanının büyük bir ihmalidir.
İskenderun'da yaşayan balıkçı esnafın, turizmcinin
yaşayacağı mağduriyetlerin giderilmesi konusunda
AKP Hükûmeti hiçbir girişimde bulunmamıştır. Geminin
batış nedeninin sabotaj olup olmadığı da
araştırılmamıştır. Bu olayla ilgili Belçikalı
bir parlamenter aynen Türkiye'ye yönelik şu ifadeleri kullanmıştır:
"Türkiye bir Avrupa ülkesi değildir. Türkiye'nin bir Avrupa
ülkesi olduğu söylenemez ve bu olay da bunun kanıtıdır."
demiştir. Eğer, bugün, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avrupa
Birliğiyle olan ilişkilerinde bu derece olumsuz bir sürece
gelmişse, bu olayların da bunda ne kadar yeri olduğunu
hatırlatmak istiyorum.
Bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Karademir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Deniz Emniyeti Komitesinin
82'nci Oturumunun 29 Kasım 2006-8 Aralık 2006 Tarihleri Arasında
İstanbul'da Yapılmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti
ile Uluslararası Denizcilik Örgütü Arasında Mutabakat
Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı oylama sonucu:
Oy sayısı : 215
Kabul : 215 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
7'nci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
8.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1233) (S. Sayısı:
1245) (xx)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1245 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi, üzerinde konuşmaya başladığımız
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansına ilişkin yasa AKP Hükûmetinin, zannediyorum, Türkiye
Büyük Millet Meclisi
tarihinde yarattığı ilklerden birisi
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
(xx)
1245 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
dahadır. Bir ilk daha yaratmıştır
AKP Hükûmeti. Çünkü, şimdi onayladığımız konferans,
şimdi onaylanmasını tartıştığımız
konferans olup biteli üç ay geçti. Konferans yapılmadan önce
gerçekleşmesi gereken onaylama, konferans yapılıp bitirildikten
sonra, üç ay sonra gündeme geliyor ve burada biz bunu onaylamayı
tartışıyoruz. Hem de nasıl bir konferans?
Bakın, sıra sayısının
gerekçesinden size bunun ne kadar önemli bir konferans olduğunu
Sayın Hükûmet yetkililerinin, Hükûmetin yazdığı
şekliyle okuyorum: Söz konusu anlaşma, yani, bu tartıştığımız
anlaşma ile konferansın Antalya'da yapılmasından
kaynaklanan ilave masraflar sağlıklı ve etkin olarak
yürütülmesi için ihtiyaç duyulan altyapı, sağlanacak
imkânlar, hizmetler, yerel personel, teknik donanıma ilişkin
hükümler düzenleniyor burada. Rastgele bir konferans değil
bu. Burada da yine ifade edildiği gibi, ITU'nun, yani, Uluslararası
Telekomünikasyon Birliğinin en üst düzeydeki konferansı
bu. Dört yılda bir yapılır ve Türkiye'de yapılacağı
dört yıl önce karar verilmiştir.
Yine gerekçeden okuyorum:
"ITU'nun (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği)
işleyişine yönelik olarak birçok yetkiyi uhdesinde bulunduran
Tam Yetkili Temsilciler Konferansına dünyanın her bölgesinden
çok sayıda bakan ile üst düzey yetkilinin de yer aldığı
2 bin civarında delegenin ve 240 civarında çalışanının,
Uluslararası Telekomünikasyon Birliği çalışanının
katılması beklenmektedir" denilen bu çok önemli konferansın
bitişinden üç ay sonra, biz, bu konferansın yapılması
için imzalanmış olan anlaşmayı onaylıyoruz.
Bu, AKP Hükûmetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihine sunduğu
ilklerden biridir tahmin ediyorum.
Bu tahminimin doğru olup olmadığını,
ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanına sordum.
Bu anlaşmanın onaylanmasına ilişkin bu yasa tasarısı
14 Aralık'a kadar gündemde durdu. 15 Aralık günü, ne zaman ki
bütçe görüşmeleri başladı, zorunlu olarak gündemden
çıkarıldı, daha sonra yine gündeme geldi. 18 Aralık
günü, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanına
yönelttiğim soruda, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde
böyle bir şey olup olmadığını sordum. Ayrıca,
onaylanmamış bir anlaşma ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden,
yani Başkanı olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinden
onaylanmamış bir anlaşma ile bu toplantının,
konferansın 6 Kasım-25 Kasım arasında yapılması
hakkında ne düşündüğünü sordum; bunun masrafları,
bunun ilgili tüm diğer planlaması, görevlendirilmesi hakkında
ne düşündüğünü sordum. Benim bu soruma Sayın Başkanın,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanının verdiği
cevabı aynen okuyorum: "Gündemin yoğunluğu ve gündemdeki
işlerin sırasında sonradan yapılan değişiklikler
nedeniyle anılan tasarı henüz görüşülmemiştir."
Ben görüşülmediğini biliyorum zaten. "Tasarı kanunlaşmadığı
veya İç Tüzük'ün 75'inci maddesine göre Hükûmet tarafından
geri alınmadığı takdirde dönem sonuna kadar gündemde
kalmaya devam edecektir." Sayın Başkan, benim soruma
cevap vermemiş oluyor bu şekilde; fakat, benim tahminim,
bu, Türkiye'de bir ilktir.
Nasıl yapıldı bütün
bu masraflar? Bu konuyu da Sayın Ulaştırma Bakanına
sordum. Yine, 18 Aralıkta vermiş olduğum soru önergesinde,
kendilerine "Türkiye Büyük Millet Meclisi onayı alınmadan
bu konferansın yapılıp bitmiş olması ile ne gibi
ihlaller söz konusu olmuştur?" diye sordum, yanıt yok.
Bu konferansta Türk delegasyonunun
seçimlerde
Bu konferansta seçimler de yapılıyor, bu uluslararası
önemli kuruluşun seçimleri de yapılıyor. Bu konferansta
Türk delegasyonunun seçimlerde ve alınacak kararlarda oy kullanabilmesi
için anlaşmanın yasal olması, yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından onaylanması gerekmiyor muydu? Türk delegasyonu
oy kullanabildi mi? Kullandı, ama, bu yasal mıdır? Kullandıysa,
bu yasal mıdır? Bu sorum da cevapsız kaldı. Yazılı
soru önergesinden okuyorum.
Bir diğer soru: Bu konferans
için ev sahibi olarak yapılan harcamaların toplam miktarı
nedir? Yasa çıkmadan, anlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisinde
onaylanmadan bu harcamaları kim, hangi kaynaktan ve hangi yetkiyle
yapmıştır? Cevapsız bir soru daha.
Diğer bir soru: Bu konferansa
katılmak için ödenmesi gereken miktar, yani, Türkiye Cumhuriyeti'nin
ödemesi gereken miktar, bir katılımcı olarak, 1 milyon
250 milyon franktır, İsviçre frangıdır. Bu, yaklaşık
2 milyon 250 bin yeni Türk lirasıdır, yani, eski parayla 2
trilyon 250 milyar. Bu miktarı kim, hangi bütçeden, hangi yetkiyle
ödemiştir? Yanıt yok. Bu konferansın yapılmasının
gerekçesinde aynen şöyle deniyor: "Ülkemizin Uluslararası
Telekomünikasyon Birliğinde daha etkin bir rol oynaması
imkânını sağlayacağı
" Böyle bir imkân
sağlanabilmiş midir? Cevap yok. Ülkemiz Uluslararası
Telekomünikasyon Birliğinde bu konferanstan sonra ne gibi konu
ve pozisyonlarda daha etkin bir konuma gelmiştir? Cevap yok.
Ayrıca, ayrıca, değerli
milletvekilleri, bu konferansta seçimler olmuştur. Genellikle
ev sahipliği yapan ülkenin bir adayı genel sekreter yardımcılığına
seçilir tabii o adayın yetkin birisi olması kaydıyla.
Bu konferansta gayet yetkin birisi aday idi ve onun adaylığı
Sayın Ulaştırma Bakanı tarafından da onaylanmıştı.
Son dakikada bu başarılı çalışma yürütmüş
adayı geri çektik, başka bir aday ileri sürdük ve genel sekreter
yardımcılığı seçimini farklı bir şekilde
kaybettik. Bu da zannedersem bir ilktir, yani, hem ev sahipliği
yapacaksınız hem de böyle bir seçimi kaybedeceksiniz.
Bütün bunların olup bittiği
konferansta Türkiye Büyük Millet Meclisinden onaylanmadan yapılan
masrafları, yetkilendirmeleri, donanımları, bütün
gelişmeleri düzenleyen bir yasa olmadan, bir anlaşma yasal
hâle gelmeden yapılan konferansta Sayın Başbakan da
bir konuşma yapmıştır. Sayın Başbakanın
konuşmasının tam metni önümdedir, elimdedir. Size oradan
da bir iki satır okuyacağım. Sayın Başbakanın
bu yasal olmadan yapılan uluslararası konferansta söylediği
bir cümle şudur: "Büyük bir memnuniyetle söyleyebilirim
ki, Türkiye, son yıllarda gerçekleştirdiğimiz büyük
atılımlarla artık, yirmi dört saat online bir devlettir."
Online, yani, her an İnternet'ten erişilebilir bir devletmişiz
bu son zamanlarda yapılan çalışmalar sonucunda. Bu,
doğru değildir. Bunun doğru olmadığını
yabancı ülkeler de bilir. Sayın Başbakan devam ediyor:
"Türkiye'nin erişim dışı olduğu hiçbir alanın
kalmaması için, bilgi topluluğuna dönüşüm çalışmalarımızı
büyük bir hızla sürdürüyoruz." Sayın Başbakan bunu
söylüyor. Bu devletin online olması, yani, devletin İnternet
üzerinden topluma hizmet veriyor, her zaman hizmet veriyor, yirmi
dört saat -Sayın Başbakan öyle diyor- hizmet veriyor iddiası
yanlıştır. Daha henüz böyle bir hizmetin verildiği
bile yoktur. Bununla ilgili proje yürütülmektedir ve o projenin
ne kadar başarısız olduğu da Sayıştay raporuyla
belirlenmiştir. Sayıştay denetlemiştir bu e-devlet
uygulamalarını. Sayıştay denetlemiştir etkinliğini,
yararlılığını, işe yararlılığını
ve iki tane rapor üretmiştir. Bu raporların önce Plan ve Bütçe
Komisyonunda, daha sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılması
gerekir. Bu raporlar, Sayıştayın raporları, altı
yedi ay önce yayınlanmıştır, fakat hâlâ Türkiye Büyük
Millet Meclisinde umursanmamıştır bile bu raporlar.
Bu raporlar aslında, Sayın Başbakanın orada, 180
ülkenin önünde söylediği sözlerin
yanlış olduğunu da belgeliyor ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi yasal olarak, yasa gereği tartışması gerektiği
Sayıştay raporlarını henüz tartışmış
değildir.
Sayın Başbakan, devam ediyor:
"2004 yılından itibaren telekomünikasyon sektöründe
serbestleşmeyi sağladık. Sektörü, işletme ve altyapıya
sahip olma açısından serbest rekabete açtık. Hükûmet
olarak, en son bilgi ve iletişim teknolojilerini, ülkemizin
sosyoekonomik yapısını da dikkate alarak, insanımızın
yararına sunmanın gayreti içerisindeyiz."
Yanlıştır değerli
milletvekilleri ve bunun yanlışlığı AB ilerleme
raporunda da gösterilmiştir. Serbestleşme henüz gerçekleşmemiştir
telekomünikasyon sektöründe. Örneğin, kablo TV, henüz, yüzde
95 kullanılmayan, boş kapasiteyle
Güzelim kablo altyapımızın
yüzde 95'i kullanılmamaktadır, TÜRKSAT'ın tekelinde
duruyor. TÜRKSAT'ın tekelinde durması yanlıştır,
doğrudur demiyorum, yüzde 95'inin henüz kullanılmaması
ve serbestleşmenin olmamasından bir örnek veriyorum. Yeni,
Türk Telekomun önerdiği, Telekom Kurumunda kabul ettiği
tarifeler sonucunda, bu tarifeler, şehir içinde zam yapıyor.
Neden şehir içinde zam yapıyor? Çünkü, şehir içinde Türk
Telekomun rakibi yok, rakibi olmadığı yerde zam yapıyor,
uzak mesafede indirim yapıyor. Tekel olduğu şehir içi
görüşmede zam yapıyor, rekabetin olduğu uzak mesafede,
şehirler arasında, ülkeler arasında indirim yapıyor.
Bu şekilde, Türk Telekom, bir taşla iki kuş vuruyor, hem
rakiplerini elimine edebiliyor bu şekilde hem de çapraz sübvansiyonla,
tekel olduğu yerde yaptığı zamlar sayesinde, benim
hesaplarımca, bir yıl içerisinde, en az 700 milyon dolar,
muhtemelen 900 milyon dolar ek kâr edecektir bu yeni zamlar nedeniyle
ve bunun, işte, taksiti de, zaten ilk ödediği taksit 1 milyar
dolar. Bu 1 milyar doları halkın sırtından zamlarla
çıkarıyor.
Sayın Başbakanın bir
cümlesini daha okuyacağım: "Memnuniyetle ifade edebilirim
ki, bugün, Türkiye'de, bilgi teknolojilerinden en etkin şekilde
yararlanmasını mümkün kılan bir altyapı oluşturulmuştur."
Yanlış olduğunu herkesin bildiği cümleler. Bunlar,
maalesef, yasal olmadan toplanan uluslararası konferansta
180 ülkenin temsilcileri -bakanlar var, üst düzey temsilciler- önünde
söylenmiştir.
Bu arada, bütün bunlar olup biterken,
Uluslararası Telekomünikasyon Birliği de, 2006 sonunda
Enformasyon Toplumu Raporu'nu açıklıyor. Bu Enformasyon
Toplumu Raporu'yla, 2006'da, sayısal fırsat endeksi diye,
yani, üyesi olan 180 ülkenin bu sayısal, dijital de dediğimiz,
bilgi teknolojileri dediğimiz alandaki fırsat endeksini,
olanak endeksini hesaplamışlar. Bu hesaplamaya göre Türkiye
kaçıncı sırada? Türkiye bu hesaplamaya göre 58'inci
sırada. Türkiye'nin 58'inci sırada olduğu sayısal
fırsat endeksinde, 58'inci sırada olduğu bir ortamda,
Türkiye'nin, bilgi teknolojilerini en etkin bir şekilde kullanacak
altyapıya sahibiz demek, yani biz en etkini uyguladığımız
hâlde, ancak ve ancak 58'inci sırada olabiliyoruz demektir. Bunu,
ben bir Türk yurttaşı olarak, her şeyden önce reddediyorum;
Türkiye'nin, böyle bir Sayın Başbakanın bu söylediğinin
bizleri de kapsayan, bizleri de mahkûm eden bir davranıştır.
En etkin altyapıyla, biz dünyada sadece 58'inci sıraya gelebiliyoruz
demek ki.
Değerli milletvekilleri, yine,
Uluslararası Telekomünikasyon Birliğinin topladığı
"Dünya Enformasyon Toplumu Zirvesi" 18 Kasım 2005'te
toplandı, buna Türkiye Cumhuriyeti de bu zirve toplantısına
katıldı. Bu zirve toplantısında, Türkiye Cumhuriyetinin
de altında imzası olduğu bir anlaşma vardır,
bu anlaşmanın tamamı ihlal edilmektedir. Ben sadece
bir tanesini okuyacağım, en ilk, anlaşmanın 1'inci
maddesi. Toplum merkezli, bu bilgi teknolojilerinin toplum merkezli
olması diyor. Türkiye'de bilgi teknolojileri, e-devlet uygulaması toplum merkezli
değildir. Toplumun talebi bu gelişmeler içerisinde düşünülmemiştir;
sadece ve sadece, birtakım hizmetlerin teknolojik, elektronik
ortama aktarılması projesi yürütülmektedir, o da, yine
Sayıştay raporunun belirttiği gibi, doğru dürüst
yapılmamaktadır, fakat, sadece ve sadece, elektronik ortamda
birtakım hizmetlerin sunulması. Peki, bunu talep edecek
olan halkımızın bunu talep etme olanakları nedir?
Talep edecek olan halkımızın erişme olanakları
nedir? Talep edecek olan halkımızın ödediği ücretler
nedir? Dünyada bir tek Uganda vardı bizden daha fazla iletişim
teknolojilerinden vergi alan ülke, Uganda da azalttı vergisini;
Türkiye'dir, sadece Türkiye, en sondayızdır, iletişim
vergisi ve KDV iletişim teknolojileri kullanmanın,
İnternet ve diğer iletişim, telefon kullanmanın
Cep telefonunuzun faturasında göreceksiniz, yüzde 25 özel
iletişim vergisi vardır, yüzde 18 KDV vardır ve bu, dünyada
en fazladır.
Değerli milletvekilleri
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Son cümlem Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, elimizde görüştüğümüz yasanın
gerekçesinde de yazıldığı gibi, bu çok önemli, 180
ülkenin bakan düzeyinde bile katılımlar sağladığı
konferansın harcamaları nasıl yapıldı bilmiyoruz.
Burada yazıyor: "Toplantının yapılması
nedeniyle ortaya çıkacak maliyetlerin karşılanması."
Nasıl yapıldı bilmiyoruz. Ben soru önergesi verdim, yanıt
alamadım. "Toplantı esnasında alınacak güvenlik
önlemleri; anlaşmanın uygulanması sırasında
ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözüm usulü."
Bütün bunların bu anlaşmayla belirlenmesi gerekiyor;
ama, bu anlaşma onaylanmadığı için geçerli değil.
"Toplantıya katılacak görevlilere sağlanacak
imtiyaz ve dokunulmazlıklar." Onu da bu düzenliyor. Onu da
onaylamadık. Bunların bilinmediği, verilmiş olan
imtiyaz ve dokunulmazlıkların bilinmediği, yapılan
harcamaların hangi yetkiyle kim tarafından yapıldığı
bilinmediği, açıklanmadığı bir anlaşmanın,
eğer bu anlaşma gerçekten 6 Kasımda bu uluslararası
toplantı olmadan önce yapılmış olsaydı, memnuniyetle,
en heyecanla onaylanması gerektiğini, olumlu oy verilmesi
gerektiğini savunacak kişiyim. Fakat, bu kadar bilinmezin
olduğu, kimin nereden bulduğu parayı nereye harcadığı
belli olmayan, birtakım imtiyazların verildiği, kimin
nasıl verdiği belli olmayan bir anlaşmanın ancak
ve ancak konferans bittikten üç dört ay sonra önümüze getirilip onaylanması
gibi bir öneriyi ben ciddiyetsizlikten uzak olmanın da ötesinde
çok büyük bir saygısızlık olarak görüyorum. Dolayısıyla,
bu anlaşmanın onaylanmasında Cumhuriyet Halk Partisi
olarak bizim oyumuz çekimser olacak.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Tümü üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Malatya Milletvekili.
Sayın Aslanoğlu, süreniz,
kendi talebinizle beş dakika.
Buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli üyeleri;
tabii bu, uluslararası bir konferans, bir iletişim konferansı
ile ilgili bir anlaşma, ama bir iletişim. Uluslararası
bir konferansta Türkiye olarak, bunun en önünde olmamız gerektiğini
savunuyorum. Acaba, Türkiye'de, şu gün için vatandaşa verdiğimiz
hizmette, iletişim konusunda uluslararası düzeyde miyiz?
İki tane örnek vereceğim.
Değerli milletvekilleri,
Türk vatandaşı, iletişim konusunda, sosyal devletten
her türlü hizmeti almalıdır. Türk Telekomu sattık;
1) Satılırken, kurumlar
vergisinde yüzde 10 indirim biliniyor muydu? Bunun böyle yapılacağı
bilinseydi, Türk Telekomun fiyatı, acaba bu mu olurdu?
2) Sayın milletvekilleri,
bir ay önce veya iki ay önce yürürlüğe giren şehir içi,
şehirler arası tarifesini acaba kimse hesapladı
mı?
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Ben hesapladım,
yüzde 300.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Vadeli sattığımız bir Türk Telekomu,
2007 yılında sadece şehirler arası, şehir içi
farkını eşit hale getirmekle, bir kişi günde on telefon
görüşüyorsa arkadaşlar, en fazla iki telefon şehirler
arası görüşüyor, sekiz telefon şehir içi görüşüyor.
Buradan elde ettiği kâr nedir? Ben, vicdanlarınıza soruyorum:
Buradan elde ettiği kâr nedir? Bunun böyle olacağı
eğer bilinseydi, Türk Telekoma talip olan insanlara, acaba bu
fiyata, bu beylere gidecek miydi?
3) Kaç şirket kuruldu dışarıda?
Tüm alımları, Türk Telekoma gelen tüm ihaleler hangi
şirketlere veriliyor, bu şirketler kimindir?
Ne olursunuz, bu ülke bizim. Sadece
ödeyeceği taksitlerin -taksitli satıldı- ne kadarını
kurumlar vergisinden ettiği kârdan, ne kadarını yaptığı
zamdan karşılıyor? Lütfen, ne olursunuz, bu ülkenin bir
insanı olarak bir araştırın. Ben, hepinizin bilgisine
sunuyorum.
Yine, haberleşme özgürlüğü
anayasal bir haktır arkadaşlar. Burada defalarca söyledim,
Türkiye'de GSM operatörleri var. GSM operatörlerine, yine, buradan
böyle bir yasa geçerken sizin oylarınızla -hepimizin oylarıyla-
gizli numara uygulaması kaldırılsın
Arkadaşlar, Türkiye'de 55 milyon
cep telefonu var. Beni arayan insanı benim bilmem en tabii anayasal
hakkımdır. Bu yüzden, gizli numaralar hırsızlıkların,
uğursuzlukların, sahtekârlıkların, artık, bir
numaralı bir aracı oldu. Burada Sayın Ulaştırma
Bakanım -hatırlarsanız, yine, bu konuşmayı
yaptım- haklısınız
Çünkü hepimiz "En kısa
sürede gizli numara kaldırılsın" dedik. Ama, aradan
geçti iki yıl.
Değerli milletvekilleri, nasıl
uygulama biliyor musunuz? Sizi rahatsız eden, ailenizi rahatsız
eden veya tehdit eden her şey yapılıyor. Numarayı
öğrenmek için önce savcılığa gidip dilekçe vereceksiniz.
Daha sonra savcılık o dilekçeyi gönderecek; onlar cevabı
lütfedip size vermiyor, savcılığa veriyor. Bir daha
savcılığa gidip o numaraları alacaksınız.
Hayır arkadaş, benim ismimle beni arayan kişiyi ben
bilmek zorundayım. Bunun adı zulümdür. Türkiye'de eğer
hırsızlığın, birtakım tehdidin, birtakım
unsurların ortadan kalkmasını istiyorsanız
Bu
GSM'deki gizli numaralar kalkmadığı sürece büyük sorunlar
yaşarız değerli arkadaşlarım.
Onun için, hassaten rica ediyorum,
çok zor bir olay değil. Türkiye'de 55 milyon insanın cep telefonu
var arkadaşlar, zor bir olay değil veya bunun için süreç gerekiyorsa,
tüm numaraların
O zaman ben dilekçemi verdiğim anda, kendisine
faksladığım anda hüviyetimle beraber, bana cevap vermek,
bilgi vermek mecburiyetinde bu operatörler arkadaşlar. Bu,
bir zulümdür! Eğer, bu zulüm devam ettiği sürece arkadaşlar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Toparlıyorum.
Benim, hepinizin çoluğu çocuğu
var. Beni arayan insanı, sizi arayan insanı bilmek en tabii
hakkımızdır arkadaşlar. Sayın Ulaştırma
Bakanıma bir kez daha sesleniyorum: Burada, bir toplantıda
Telekomünikasyon Üst Kurulu Başkanı söz verdi hepinize,
"En kısa sürede halledeceğim." dedi. İki
yıl geçti
Hepinizden rica ediyorum, toplum adına rica ediyorum,
insanlarımız, rahatsız edilen insanlar adına rica
ediyorum, bunu düzenlemek, düzeltmek bizim görevimizdir.
Hepinize saygılar sunarım,
teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ULUSLARARASI TELEKOMÜNİKASYON BİRLİĞİ
ARASINDA 2006 YILI TAM YETKİLİ TEMSİLCİLER KONFERANSININ ORGANİZASYONU,
GERÇEKLEŞTİRİLMESİ VE FİNANSMANINA
İLİŞKİN ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU
HAKKINDA KANUN TASARISI
MADDE 1- 5 Haziran 2006 tarihinde
Cenevre'de imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği Arasında 2006 Yılı Tam
Yetkili Temsilciler Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına ilişkin Anlaşma"nın onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Yakup Kepenek, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın Kepenek.
Süreniz beş dakikadır Sayın
Kepenek, kendi isteğinizle.
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara)
- Değerli arkadaşlar, çok zamanınızı almayacağım.
Biliyorum üçüncü kürsüye gelişim ve bu -sizi de hani- özleminizi
gidermek için büyük ölçüde, başka bir nedenle değil. Maçta
da başarılar dilediğimi söyledim biraz evvel.
Değerli arkadaşlar, sürem
kısa o nedenle hemen konuya gireyim. Önce, arkadaşlarımın
da söylediği gibi, bu telekomünikasyon konusundaki uluslararası
anlaşmanın geç onaylanması, bizim yasamaya verdiğimiz,
Hükûmetin yasamaya verdiği ya da yasamaya ne kadar önemsemediğinin
bir göstergesi. Her iki konuda da burada olması gereken sayın
bakan, yani Ulaştırma Bakanı yok, ama bir başka bakanımız
var.
Değerli arkadaşlar, Telekom
konusunda söylenecek çok şey var, ama ben, özenle üç noktanın
altını çizmek istiyorum. Önce şunu belirtmekte yarar
var: 1980'li yıllarda Teletaşla başlayan yabancıya
satış süreci, bildiğiniz gibi, 2005'de Telekomun Oger
Telekoma satılmasıyla noktalandı. Oysa, aynı tarihlerde
-burada defalarca vurguladım- Yunanistan, Almanya, Fransa gibi
ülkelerde Telekomda kamu payı yarının üzerindeydi.
Peki, sattık da ne oldu? Sattık da ne olduğunun yanıtını,
birkaç gün evvel, 1 Martta yürürlüğe giren Telekom zamlarıyla
halkımız fazlasıyla aldı. Uluslararası görüşmelerde
indirime gitti Telekom, ama sabit ücretlerde ve şehir içi aramada
yüksek oranda zam yaptı. Bir hesaba göre yüzde 25, diğerine
göre yüzde 16, öbürüne göre yüzde 23. Şu veya bu, kontörü sayarsanız,
vergiyi sayarsanız yüzde 300 dolayında zam. Şimdi,
işçiye ve memura yüzde 5 artı 5 gibi zam verirken, Telekom
ücretlerine en çok kullanılan alanlarda getirilen bu fiyat artışı,
gerçekten halkın soyulmasından başka bir şey değildir.
Ha, diğer bazı alanlarda indirime gidilecekmiş de, evlere
İnternet götürülecekmiş de, bunlar işin süslemesidir.
Sayın Coşkunoğlu'nun da belirttiği gibi, buradan
elde edilecek yıllık gelir, Telekomun bedeli olan 5,5 milyarın
yıllık taksiti olan 1 milyara yakındır. Yani, Telekom
şirketi, bu zamlarla, taksitini de Türkiye tüketicisinin
sırtından çıkarma olanağını elde etmiştir;
ne bakanlığın ne Telekomünikasyon Üst Kurulunun bu
konuda bir girişimde bulunmamasını halkımız
hayretle karşılamaktadır. Tüketiciler Birliği,
bu konuyu "telekazık" olarak -izninizle, kusura bakmayın
bu terim için gecenin bu saatinde- niteliyor. Bizim Telekomla geldiğimiz
nokta, üzülerek belirteyim ki, budur. Bu, böyle olmamalıydı.
Yine, geçtiğimiz günlerde
800 dolayında Telekom çalışanı başka kurumlara
gönderilmek üzere havuza atılmıştır. Bu da çok sakıncalı
bir gidiştir, gelişmedir. Bunun da doğru olmadığını
-bu konuda zaten yasanın iptali için Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun Anayasa Mahkemesine iptal davası açtığını
biliyorsunuz- bilginize sunarım.
Son bir noktaya daha değineyim,
o da şu: Değerli arkadaşlar, Türkiye'de üniversitelerin
çoğalması hepimizin isteğidir ve bu konuyla doğrudan
bağlantılıdır. Sayın Akgün, Mevlüt Akgün arkadaşımız,
bu sabah, gündem dışı konuşmasında YÖK'ün yeni
kurulacak on yedi üniversiteye karşı çıktığını
ağır eleştirilerle belirtti. Hemen şunu söyleyeyim:
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak veya burada herhangi bir kimse
yeni üniversite kurulmasına karşı değildir.
Doğru söyleyelim. Yanlış olan, yanlış yapılan,
aceleyle, hazırlıksız, altyapısız üniversite
kurulması yoluna gidilmesidir. Sonuçta ne araştırma-geliştirmede
iyi bir sonuç alabiliyoruz ne doğru dürüst üniversite kurabiliyoruz.
Kurduğumuz üniversitelerin rektörlerini atayamamamız
bunun ayrı bir örneğidir. Buradaki sıkıntı
varlığını sürdürüyor. Bunu, şunu veya bunu
suçlamak için söylemiyorum. Bir vakıadır, bir olgudur bu.
Bunun tekrar etmemesi gerekir.
Son bir şey daha söyleyeyim:
Ben, YÖK tarafından üniversiteden atılan bir arkadaşınızım,
YÖK Başkanı imzasıyla, 1983'te. YÖK'ü savunmam. Ama, YÖK
bir evrim geçirdi, gelişti, değişti, o ayrı. Ama
başka bir şey doğru: YÖK, geçen yıl, kendisini ele
alan bir rapor hazırlattı. Türkiye'de bir kurum, bilim insanlarına,
yerli-yabancı, -YÖK kendisini ele alan- düzgün bir rapor hazırlattı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kepenek,
lütfen toparlayın.
Buyurun.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Ne
Hükûmetimiz, Sayın Millî Eğitim Bakanımız ve diğerleri,
ne yüce Meclis bu kurum kendi kendini yenilemek, geliştirmek
için bir rapor hazırladı. Burada ne oluyor diye, en azından,
merak bile duymadı. Ha, sonuç ne oluyor? Sonuç, İstatistik
Enstitüsü, araştırma-geliştirme verilerini yayınlamıyor,
Türkiye bu konuda hâlâ yaya kalıyor ve biz yerimizde sayıyoruz.
Bir başka Telekom, Oger Telekom geliyor, Batı'dan alacağı
teknolojiyi, üstüne zam koyarak, Türk halkını soyma yoluyla
kazanç elde ediyor, bu işin ticaretini yapıyor ve biz de seyrediyoruz.
Böyle olmamalıydı, böyle olmamalıdır. Bu konudaki
araştırma ve soruşturma önergelerimiz lütfen gündeme
alınsın.
Hepinize saygılar ve sevgiler
sunuyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kepenek.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği Arasında 2006 Yılı Tam Yetkili Temsilciler
Konferansının Organizasyonu, Gerçekleştirilmesi
ve Finansmanına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı oylama
sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 197
Kabul
: 181
Çekimser :
16 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
Çevre ve Orman Bakanı Osman
Pepe teşekkür konuşması yapacaktır.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
uluslararası anlaşmaların iktidar ve muhalefet milletvekili
arkadaşlarımız tarafından bugün, burada kabul
edilmiş olması gerçekten takdire ve teşekküre layıktır,
ben de teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Erdal
Karademir, İzmir Milletvekili arkadaşımız
İskenderun Körfezindeki Ulla Gemisi'yle alakalı herhangi
bir iş ve işlem yapılmadığından bahsettiler.
Bu, tabii, doğru değildir. Çünkü, 2000 yılı Mayısında
İskenderun Körfezine gelen ve 2004'ün Eylül ayında batan Ulla
Gemisi'yle alakalı gerek Türkiye'de gerek Cenevre'de ve gerekse
İspanya'da pek çok toplantı yapılmıştır.
Geminin battığı ilk günden itibaren Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi
Su Denizcilik Bilimleri Enstitüsü, birlikte, Deniz Kuvvetleriyle
de koordinasyon içerisinde yapmış olduğumuz çalışmalarda,
bölgede insan sağlığını, bölgede çevre
sağlığını, bölgede yaşayan deniz canlılarının
sağlığını tehdit edecek herhangi bir kirliliğe
rastlanmamıştır. Geminin battığı ilk haftadan
itibaren, bölgede, Tarım Bakanlığı ve ilgili bütün
üniversiteler, bahsetmiş olduğum üniversiteler, sürekli
olarak ölçümleri yapıp balıklar üzerinde araştırmalar
yapmaktadırlar ve balıkların, insan sağlığı
üzerinde, bölgenin ekosistemi üzerinde herhangi bir kirlilik yükü
meydana gelmemiştir.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
Lafarge firması, biliyorsunuz,
Fransız firmasıydı. Bu gemi battıktan sonra kendilerinden
1,5 milyon dolarlık bir yardım alındı ve geminin ambarlarındaki
atıklar 2.200 ton atığın içerisinde 3 kilogram krom
6 vardı- bu atığın çıkartılmasıyla
alakalı yapılan çalışmalar malzeme taşlaştığı
için, maalesef, çıkartılamamıştır. Yüzde 30
kadarı çıkartılmıştır. 22 Mart, yani, bundan
dört beş gün önce İngilizlerin Titan firmasıyla yapılan
çalışma "gemi bütün olarak çıkartılacak"
kararı verilmiştir. Bir ihaleyle bu mesele çözülecektir.
Şunu ifade edeyim
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen,
teşekkür konuşması
Buyurun.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
(Devamla) - Hemen son cümlelerimi söylüyorum:
Lafarge firmasının buradaki
ikircikli tavrından dolayı Bakanlık olarak kendilerine
uygulamış olduğumuz yaptırımlar neticesinde
Lafarge firması Türkiye'de el değiştirmiştir; yani
Türkiye'deki çimento fabrikaları el değiştirmiştir.
Bakanlığımızın "Lafarge"a uygulamış
olduğu yaptırımlar neticesinde buraya gelinmiştir.
Türkiye'nin Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de, yani Türkiye'nin bütün denizlerinde,
daha önce hiç olmadığı kadar istasyonlar kurduk, izleme
istasyonları kurduk. Atık su arıtma tesislerini faaliyete
geçiriyoruz, yapılmasını teşvik ediyoruz. Herkesin
şunu bilmesi lazım ki, 13 Mayıs 2006 tarihinde çıkan,
sizlerin destekleriyle çıkartılmış olan Çevre Kanunu
Bakanlığımızın inisiyatif alanlarını
fevkalade genişletmiştir. Hangi aktör olursa olsun, kim
olursa olsun elimizdeki bu kanunun güç ve imkânlarıyla yanlış
yapana yanlış yapma imkân ve fırsatı vermiyoruz.
Ulla meselesini yakından takip ediyoruz ve bunu, kamuoyunun
ve siz değerli milletvekili arkadaşlarımızın
bilmesini arzu ettim.
Hepinize saygılar sunuyorum
ve bu uluslararası anlaşmalar hayırlı olsun diyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
8'inci sırada yer alan, Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
9.-
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/1300) (S. Sayısı:
1342)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
9'uncu sırada yer alan,
17/1/2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Anayasanın
89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
10.-
17.1.2007 Tarihli ve 5574 Sayılı Türk Petrol Kanunu ve Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(1/1301) (S. Sayısı: 1352)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
10'uncu sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
11.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, Millî
Futbol Takımımız, bu gece, 2008 Avrupa Kupası Eleme
Karşılaşmalarında Norveç ile karşılaşacaktır.
Millî Takımımıza, bu karşılaşmada, Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına başarılar diliyoruz. (Alkışlar)
Diğer kanun, tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesi için de komisyonların hazır
bulunamayacağı anlaşıldığından,
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 29 Mart 2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince
saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
19.54