DONEM: 23             CİLT: 1    YASAMA YILI: 1

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

 

9’uncu Birleşim

3 Eylül 2007 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.  GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.  GELEN KÂĞITLAR

III.  HÜKÛMET PROGRAMI

1. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi

IV. AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2. İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.

3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında 174 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 13/12/1983 Gün ve 174 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Kaldırılması ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında 202 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Yasa’nın 4’üncü maddesi uyarınca, 9 Devlet Bakanının görevlendirildiğine ve bunlardan 3’üne Başbakan Yardımcılığı görevinin verildiğine; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun atandığına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Hükûmet Programı’nın 31 Ağustos 2007 Cuma günü okunacağı açıklandı.

İçişleri Bakanlığına bağlı bulunan Darülaceze Müessesesi Müdürlüğünün Başbakanlığa, Başbakanlığa bağlı bulunan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin Dışişleri Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı bulunan Karayolları Genel Müdürlüğünün Ulaştırma Bakanlığına, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı bulunan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Çevre ve Orman Bakanlığına bağlanmasına; İçişleri Bakanlığı ile ilgili bulunan Türkiye ve OrtaDoğu Amme İdaresi Enstitüsü Genel Müdürlüğünün Başbakanlık ile ilgilendirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Bakanlar Kurulu Programı’nın 31 Ağustos 2007 Cuma günü okunması ile Bakanlar Kurulu Programı üzerinde 3 Eylül 2007 Pazartesi günü yapılacak görüşmelerin ve 5 Eylül 2007 Çarşamba günü yapılacak güven oylamasının gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve bu günlerde “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” ve işaret oyuyla yapılacak seçimler hariç başka bir konunun görüşülmemesine; 3 Eylül 2007 Pazartesi günü yapılacak olan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere saat 15.00’te başlanmasına; Hükûmet ve siyasi parti grupları adına yapılacak konuşmaların 40’ar dakika (bu süre iki konuşmacı tarafından kullanılabilir) kişisel konuşmaların 10’ar dakika olmasına, görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; Genel Kurulun 4 Eylül 2007 Salı günkü birleşiminde “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” ile işaret oyuyla yapılacak seçimler dışında başka bir konunun görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bakanlar Kurulu Programı okundu.

Bakanlar Kurulu Programı’nı görüşmek için, alınan karar gereğince, 3 Eylül 2007 Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.23’te son verildi.

 

Eyyüp Cenap GÜLPINAR

Başkan Vekili

 

 Fatoş GÜRKAN  Murat ÖZKAN

 Adana  Giresun

 Kâtip Üye  Kâtip Üye

 

No.: 5

II. GELEN KÂĞITLAR

3 Eylül 2007 Pazartesi

Sözlü Soru Önergeleri

1.   Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Gökçeler Barajı yapımının 2008 yılı programına alınıp alınmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/14) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

2.  Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, AntalyaAlara Çayından kullanılan içme suyuna ve Alaca Çayının çevresindeki arıtma tesislerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/15) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

3.  Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, AksekiCevizliBeyşehir yoluna ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/16) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

4.  Tunceli Milletvekili Kamer GENÇ’in, Türk Tarih Kurumu Başkanının bazı açıklamalarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/17) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

5.  Tunceli Milletvekili Kamer GENÇ’in, bir televizyon programında yaptığı konuşmaya ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/18) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

6.  Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, çiftçilere yapılan “kuraklık yardımı”na ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/19) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

7.  Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, Aksekiİbradı arasındaki yol genişletme ve yapım çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/20) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

Yazılı Soru Önergeleri

1.  Balıkesir Milletvekili Ergün AYDOĞAN’ın, bir milletvekili ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/29) (Başkanlığa geliş tarihi: 21/8/2007)

2.  Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT’ün, özel bir televizyon kanalında yayınlanan bir diziye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/30) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

3.  Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un, Karayolu Taşıma Yönetmeliğindeki engellilere yönelik ücret düzenlemesinin seyahat firmalarınca uygulanmadığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/31) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

4.  Adıyaman Milletvekili Şevket KÖSE’nin, Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/32) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

5.  İstanbul Milletvekili Ufuk URAS’ın, Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/33) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

6.  Manisa Milletvekili Şahin MENGÜ’nün, Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ve kurumun yapısına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/34) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

7. Konya Milletvekili Atilla KART’ın, bir davadaki hazine alacağına ve kanun yollarına başvurulup başvurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/35) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

8.  Ankara Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, Türk Tarih Kurumu Başkanınca yapılan açıklamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/36) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

9.  İstanbul Milletvekili Çetin SOYSAL’ın, bir Iraklı temsilcinin Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle ilgili yazdığı makaleye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/37) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

10.  Kahramanmaraş Milletvekili Durdu ÖZBOLAT’ın, Türk Tarih Kurumu Başkanının açıklamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/38) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

11.  İstanbul Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, seçilecek yeni Cumhurbaşkanına ve bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/39) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

12.  Afyonkarahisar Milletvekili Halil ÜNLÜTEPE’nin, TOKİ tarafından Afyonkarahisar’da yapılacak bir hastanenin inşaatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/40) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

13.  Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın, belediyelerce yapılan sosyal amaçlı yardımlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/41) (Başkanlığa geliş tarihi: 22/8/2007)

14.  Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un, Adana’da su kaynaklarının rasyonel kullanımına yönelik alınacak tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/42) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

15.  Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın, Giresun İlinin içme suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/43) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

16.  Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un, Adana Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/44) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

17.  Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER’in, AntalyaGazipaşa Devlet Hastanesinin bahçesine atılan tıbbi atıklara ve personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/45) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

18.  Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın, fındık destekleme fiyatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/46) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

19.  Aydın Milletvekili Özlem ÇERÇİOĞLU’nun, kuru incir üretimindeki sorunlara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/47) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

20. Kırklareli Milletvekili Turgut DİBEK’in, Trakya illerinin kuraklık yardımı kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/48) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

21.  Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ’nün, Tekirdağ’da kuraklıktan etkilenen tarımsal ürünlere ve zarar gören çiftçilere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/49) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

22.  Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın, OrduTireGiresun Havaalanı projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/50) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

23.  Gaziantep Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep Havaalanına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/51) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

24.  Giresun Milletvekili Murat ÖZKAN’ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından yapılan yardımlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati YAZICI)  yazılı soru önergesi (7/52) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

25.  Konya Milletvekili Atilla KART’ın, Filistin’den getirilen bazı vatandaşların yol ve konaklama giderlerinin tahsili için borçlandırıldığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/53) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

26.  Kırklareli Milletvekili Turgut DİBEK’in, KırklareliKofçazYukarıkanara Köyündeki ağaçlandırma çalışmalarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/54) (Başkanlığa geliş tarihi: 24/8/2007)

27.  Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’nin, Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/55) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

28.  Adana Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un, Ankara Kız Lisesinin bahçesinin kullanımı ile ilgili bir iddiaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/56) (Başkanlığa geliş tarihi: 23/8/2007)

3 Eylül 2007 Pazartesi

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan Candemir ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN  Türkiye Büyük Millet Meclisinin 9’uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.

III. HÜKÛMET PROGRAMI

1.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi

BAŞKAN  Sayın milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Görüşmelerde, İç Tüzük’ün 72’nci maddesine göre siyasi parti gruplarına, Hükûmete ve şahısları adına iki sayın üyeye söz verilecektir.

Genel Kurulun 31/08/2007 tarihli 8’inci Birleşiminde alınan karar gereğince, Hükûmet ve siyasi parti grupları adına yapılacak konuşmalarda süre 40’ar dakikadır. Bu süre iki konuşmacı tarafından kullanılabilecektir. Kişisel konuşmalarda ise süre 10’ar dakikadır.

Program üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini sırasıyla okuyorum:

Gruplar adına, şu ana kadar sadece Demokratik Toplum Partisi adına Grup Başkanı Sayın Ahmet Türk söz istemişlerdir.

Sayın Türk…

Sayın Türk şu anda Genel Kurulda yok.

Gruplar adına başka söz isteyen?

OKTAY VURAL (İzmir)  Sayın Genel Başkanımız Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşacak efendim.

BAŞKAN  Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Grup Başkanı Sayın Devlet Bahçeli.

Buyurunuz efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Bahçeli, süreniz kırk dakikadır.

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye)  Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetinin Programı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak amacıyla huzurunuzda bulunuyorum.

23’üncü Dönem çalışmalarının Türkiye’nin huzuru, güvenliği, kardeşliği ve mutluluğunun hayrına sonuçlar doğurması dileğiyle yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Bu duygularla, 22 Temmuz 2007 seçimleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olan değerli milletvekillerini kutluyorum. Türkiye’nin içinden geçtiği bu hassas dönemde, Anayasa’da çizilen çerçevede ve milletvekilliği yeminlerine sadık kalarak icra edecekleri görevlerinde kendilerine başarılar diliyorum. Bütün siyasi partilerimizin, yüce Meclisi bekleyen tarihî görev ve sorumlulukların bilinci içinde olduklarını ve sözleri ve fiilleriyle bunun gereklerini yerine getireceklerini ümit ve temenni ettiğimizi buradan belirtmek istiyorum.

Türkiye, 22 Temmuz seçimlerine, demokrasimiz açısından bir olgunluk sınavı sayılamayacak sancılı bir süreç sonrası gitmiştir. Sandık başında tecelli eden millî irade ortaya yeni bir siyasi tablo çıkarmıştır. 23’üncü Yasama Dönemi geniş bir yelpazeye yapılan farklı siyasi görüşlerin Mecliste temsil edildiği yeni bir açılımla başlamıştır. Katılımın yüksek olduğu seçimler, geçtiğimiz dönemdeki demokrasi çarpıklığını gidermiş ve Mecliste temsil oranı yüzde 85’ler düzeyini aşmıştır. Bugün itibarıyla Mecliste 4’ü grup kurma hakkı bulunan 7 siyasi parti temsil edilmektedir. Bunu,   Türk demokrasisinin geleceği açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak gördüğümüzü belirtmek istiyorum.

22 Temmuz seçimlerinde aziz milletimiz, Adalet ve Kalkınma Partisine ikinci dönem iktidar görevi vermiştir. Türk milletinin bu kararını herkes kabul etmek ve buna saygı göstermek durumundadır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Parlamenter demokrasilerde egemenliğin yegâne sahibi Türk milletidir. Demokrasiye inanan herkesin şimdi yapması gereken, bu millî iradeyi sorgulamak veya zafer sarhoşluğuna kapılmak değil, bunun anlamını çok iyi değerlendirmek ve bundan gerekli sonuçları çıkarmak olmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, aziz milletimizin bize verdiği muhalefet görevini ve sorumluluğunu saygıyla karşılamıştır. Önümüzdeki dönemde temel amacımız, bu takdire uygun olarak, ilkeli, seviyeli, dürüst, sorumlu ve etkili bir muhalefet anlayışı sergilemektir. Milliyetçi Hareket Partisi, kısır çekişmelerin ve gerginliklerin tarafı olmayarak, Türkiye’nin sorunlarının çözümüne, sarsılmaz ve değişmez ilke ve inançları doğrultusunda, yapıcı katkılarda bulunacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu konuda, siyaset geleneğimizin gelişmesine hizmet edecek bir örnek oluşturmaya kararlıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim sonrası dönemde iktidar partisinin sergilemesi beklenen tutum ve anlayışla ilgili olarak unutulmaması gereken bazı gerçekleri bu vesileyle kısaca hatırlatmak isterim. Bunlardan birincisi, demokrasinin ruhu ve gerçek anlamıyla ilgilidir. Demokrasi, Mecliste sandalye sayısına dayanan basit ve çıplak bir aritmetik denklemi veya işlemi değildir. Dürüst, temiz ve namuslu bir siyaset anlayışını gerektiren demokrasi, sağlam inançlara ve teminatlara dayanan bir ahlak, fazilet ve feragat rejimidir. Demokrasinin yaşaması ve kök salması için şart olan manevi iklimin temel unsurlarının, itidal, basiret, hoşgörü, karşılıklı anlayış, demokratik uzlaşma kültürü ve siyasi sorumluluk ahlakı olduğu unutulmamalıdır. Bu gerçekler karşısında, millî iradeyi bir kılıf olarak kullanarak demokrasiyi basit bir parmak hesabına dayanan Meclis çoğunluğuna indirgemek, demokrasinin özüne olan inançsızlığın bir ifadesi sayılacaktır.

Bu bahiste dikkatlerinize getirmek istediğim diğer bir husus, seçim sonuçlarının ifade ettiği anlamın, münhasıran, rakamsal sonuçlara bakılarak değerlendirilemeyeceği gerçeğidir. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonuçlarının AKP İktidarı açısından doğru okunması ve anlaşılması bu bakımdan büyük önem taşımaktadır. Seçimlerde AKP’nin oylarını önemli ölçüde artırdığı tartışmasız bir gerçektir, ancak artan bu desteğin ne anlam taşıdığı çok iyi anlaşılmalıdır. Türkiye, AKP’nin önceki iktidarında büyük bir yıpranma, yozlaşma ve yıkım dönemi yaşamıştır. Bunun ağır tahribatı ortada durmakta ve etkileri her alanda ağırlaşarak hissedilmektedir. 22 Temmuz seçimleri, bu karanlık dönemi aklamamıştır. Seçim sandığı başında tercihini ortaya koyan Türk milleti, ortak değerlerimiz olan millî kimlik, millî birlik, cumhuriyetin temelleri ve devletin kuruluş ilkelerinin tahrip edilmesi sonucunu doğuracak gaflet politikalarının sürdürülmesi için AKP’ye izin ve icazet vermemiştir. AKP İktidarının bu gerçekleri çok iyi görmesi ve bu ikinci dönemde geçmişteki hatalardan ders alması Türkiye’nin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye çok ağır bir bunalım sürecinden geçmekte, ülke ve millet olarak içine sürüklendiğimiz kriz ortamı giderek derinleşmektedir. Önümüzdeki bu nazik dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati görev ve sorumluluklarla karşı karşıyadır. Bu bunalım sürecinden çıkış yollarının aranacağı tek organ, millî iradenin tecelli ettiği yegâne yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Türkiye’nin sorunları, ortak aklın ve sağduyunun rehberliğinde, bu kutsal çatı altında çözülecektir. Bunun için, ilk önce, sorun alanları ve dinamikleri hakkında iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerin üzerinde buluşabileceği asgari bir müşterek zemininin oluşturulması hayati önem taşımaktadır. Bu yöndeki ortak çabalarda hareket noktamız, doğru tespit ve teşhislere dayalı, dürüst ve objektif bir değerlendirme yapmak olmalıdır. Temel sorun alanları önem ve öncelik itibarıyla üç ana noktada toplanabilecektir.

Bunlardan birincisi, Türkiye’nin karşısındaki çok ciddi iç ve dış güvenlik tehlikeleri ve tehditleridir. Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi ayrılıkçılık hevesleri ve etnik tahrikler, önümüzdeki en büyük sorundur. Bugün, Türkiye’de iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır. Türkiye’nin varlığına ve millî birliğine kastetmeyi amaçlayan kanlı terör son dönemde tırmanmış, etnik bölünmeye zemin hazırlamaya yönelik iç ve dış tahrik ve dayatmalar hız kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcı olan bütün ilke ve esaslar tartışmaya açılmış, millî devlet niteliğini ve üniter yapısını tasfiye etmeyi hedef alan bir kampanya başlatılmıştır. Türkiye, bilinçli, sistemli ve sinsi tahriklerle bir kavga ve iç çatışma ortamına çekilmek istenmektedir.

İkinci büyük sorun ise Türkiye’nin çok tehlikeli bir cepheleşme sürecine sürüklenmiş olmasıdır. Toplumsal huzursuzluk, gerginlik ve çatışma alanları her geçen gün genişlemekte, kamplaşma ve kutuplaşma sürecinin yıkıcı tahribatı Türkiye’yi için için kemirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri, demokratik rejim, millî ve manevi değerlerimiz, siyasi ve toplumsal çatışma alanı hâline getirilmiştir. Türk milleti ilericigerici, laikdindar, inançlıinançsız ayrımına dayalı kamplara bölünmüş, buna dayalı iki Türkiye tablosu çizilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin, bu gerginlik denklemini aşmak, bu kısır döngüyü kırmak zorunda olduğunu herkes kabul etmelidir. Her alana yayılan bu süreci durdurmak, Türkiye’nin birlik, bütünlük ve huzur içinde ve demokrasimizi koruyarak onurlu ve aydınlık bir geleceğe yürümesini sağlamak siyaset kurumunun önündeki en öncelikli görev ve sorumluluktur. Siyasi partiler, varlık nedenlerinin bu olduğunu anlamalıdır.

Üçüncü sorun alanını siyasi ve sosyal bünyemizle ilgili yapısal hastalıklar oluşturmaktadır. Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmıştır. Yozlaşma kültürü her alanda kök salmış, Türkiye yolsuzluk, vurgun, talan ve kanunsuzluklar ülkesi olmuştur. Bunun sonucunda devlete ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir; siyaset kurumu kirlenmiş ve toplum nazarında çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok genel çerçevesiyle çizmeye çalıştığım bu Türkiye manzarası her yönüyle karanlık bir tablodur. Siyasi partilerin ülke sorunları hakkında farklı görüş ve yaklaşımlara sahip olmaları doğaldır. Ancak, Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati meselelerde asgari müştereklerde buluşulması bir zarurettir. Burada, hepimizin aynı geminin yolcusu olduğu unutulmamalı, Türkiye’nin geleceğini her düşüncenin üstünde tutan millî bir seferberlik ruhu sergilenmelidir. Yüce Meclis, bu konularda, üzerinde birleşebileceğimiz millî hassasiyetler paydası oluşturmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi bu hususlardaki samimi düşüncelerini siyasi partilerin değerlendirmesine sunmak istemektedir.

 Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin önündeki en büyük sorun olan kanlı terör ve etnik bölücülük son dönemde tehlikeli boyutlar kazanmıştır. Türk milletinin kardeşliğini, devletin siyasi yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan etnik tahrikler pervasızca sürdürülmektedir. Millî kimlik ekseninde sürdürülen tartışmalar, Türk milletini parçalamayı ve üniter yapıda kurulmuş millî devlet niteliğini tasfiye etmeyi amaçlayan stratejinin ilk belirtisi olarak görülmelidir. Etnik köken temelinde bölünmeyi amaçlayan bu süreçte, Türk vatandaşlarının Türk milletine mensubiyet şuurunun zayıflamasına ve Türklüğün etnik bir alt kimlik konumuna itilmesine çalışılmaktadır. Etnik kimliklerin millî azınlık olarak tanınması, bu etnik özelliklere Anayasa teminatı altında siyasi ve hukuki statü kazandırılması, Türkiye’nin millî birliğini yıkarak Türk milletinden ayrı bir millet yaratma arayışlarının temel stratejisidir.

Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu hain oyunun nihai hedefi, “tek millet, tek devlet” esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin millî birlik, bölünmez bütünlük ve millî egemenlik anlayışının yeniden tanımlanması ve çok kimlikli, çok milletli, parçalı bir devlet yapısının devletin yeni kuruluş esası olarak kabul edilmesidir. Kanlı terörden beslenen etnik bölücülük sorununun temel hak ve özgürlük sorunu ve meşru bir kimlik talebi olarak tanımlanmaya çalışılmasının amacı budur. Toplumsal huzur ve barışın sağlanması için demokratikleşme alanının genişletilerek siyasi açılım yapılması çağrıları da aynı amaca yöneliktir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; “Türk milleti” ve “millî kimlik” kavramları ile devletin kuruluş ilkelerinin doğru anlaşılması hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin uzun tarihî geçmişine bakıldığında şu gerçekleri herkes teslim edecektir:  “Millet” kavramı, her dönemde, etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarını aşan kaynaştırıcı bir kavram olarak görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda “millet” kavramı bu niteliğiyle kabul edilmiştir. Ortak kültür, tarih bilinci ve paylaşılan ortak değerler esas alınmıştır; etnik köken, dil ve din gibi farklı özelliklere bakılmamıştır. Türk milletini oluşturan temel bağ, kan bağı ve soy birliği değil, kültür ve duygularda ortaklıktır. Ortak bir geçmişi paylaşan, ortak bir kültürü yaşayan ve ortak bir gelecek idealine inanan Türk vatandaşları, etnik kökenleri ne olursa olsun, Türk milleti kimliğinde birleşmişler ve Türk milletine ortaklaşa vücut vermişlerdir.

Bin yıla yakın bir süredir birlikte yaşayan, ortak bir kaderi paylaşan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı bütün Türk vatandaşları, Türk milletinin eşit ve onurlu bireyleri ve evlatlarıdır. Bu sarsılmaz millî bağ, Türk millî kimliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır. Türk millî kimliğinde bu şekilde birleşilmesi, Türk vatandaşlarının etnik kökenlerini, dil ve dinlerini inkâr veya yok saymak anlamına asla gelmemektedir. Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü, ne mutlu bu kimliği benimseyene anlamını taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir. (MHP sıralarından alkışlar) Şerefli Türk bayrağı ve İstiklal Marşımız, bütün Türk vatandaşlarının ortak mukaddesatıdır. Millî birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller, tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. Bu tarihî, kültürel, siyasi ve hukuki gerçekler karşısında, Türk devletine ve Türk milletine mensubiyetin “Türkiyelilik” gibi coğrafi bir terimle tanımlanması, hukuki bir statü olan vatandaşlık bağının üst kimlik olarak kabul edilerek kurucu millî kimliğin bir alt kimlik konumuna itilmesi ve bu sanal kavramlar temelinde Türk milletine kimlik arayışına girilmesi tek kelimeyle abesle iştigaldir. Türkiye’nin millî devlet niteliği, üniter yapısı ve millî birliğinin her türlü tartışmasının üzerinde tutulması Türk milletinin geleceğinin sigortası olarak görülmelidir.

Bu ilke ve esaslar Türk milletinin demokratik düzen içinde, bir arada ve kardeşçe yaşamasının asgari şartlarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en öncelikli görevi Türkiye’nin birliğine, huzuruna ve genç Türk demokrasisine sahip çıkmak olmalıdır. Ancak, millî kimlik, millî kültür ve paylaşılan ortak değerler yok sayılarak, etnik kimlikler okşanarak ve etnik farklılıklar kaşınarak demokrasinin, toplumsal huzur ve dayanışmanın geliştiği dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bölücü terörün siyasi gündemine hizmet edecek olan zorlamaların bir kardeş kavgasına davetiye çıkarmak olacağı artık idrak edilmelidir. Türkiye’yi bölme, etnik tahriklerle Türkiye’nin millî birliğini yıkmaya çalışma ve iç çatışma kışkırtıcılığı yapmanın demokratik hak ve özgürlüklerle savunulamayacağı ortadadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin temsil ettiği Türk milliyetçiliği ülküsü bu esaslara dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anlayışımızın temelleri de bunlardır. Milliyetçi Hareket kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen ve bunları sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklayan bir anlayışın sahibidir. Bu millî duruşumuzu, Türkiye’yi otuz altı etnik gruba bölen ve Milliyetçi Hareket Partisini etnik bölücülerle aynı denklemin çatışmacı diğer ucu olarak göstermeye çalışan Sayın Başbakana bu vesileyle bir kere daha hatırlatmak isterim. Bizim durduğumuz nokta buradır, budur. Bu ilkeler, Milliyetçi Hareket Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 23’üncü Dönem çalışmalarında değişmeyen rehberi olacaktır. Başta yeni anayasa olmak üzere, terörle mücadele ve siyasi reform konularındaki yaklaşımımıza bu ilkeler yön verecektir. Şimdi, başta iktidar partisi olmak üzere, bütün siyasi partilerden beklenen, bu millî konularda nerede durduklarını, özetlemeye çalıştığım bu değerler manzumesinin neresinde bulunduklarını sözleri ve fiilleriyle ortaya koymaktır.

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; cumhuriyet, demokratik rejim ve Türkiye’nin millî ve manevi değerleri, millî birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel temelleridir. Ülke ve millet olarak Türkiye’nin kaderi ve geleceği, her şeyden önce, bu temellerin sarsılmamasına bağlıdır. Türkiye’nin onurlu ve aydınlık geleceği ancak bu temeller üzerinde yükselecektir. Bunların iç siyaset malzemesi olarak kullanılması, Türkiye’nin millî birliğini zedeleyen bir husumet cepheleşmesinin zeminini hazırlamaktadır. Son dönemde laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü ekseninde hız kazanan kısır tartışma ve çekişmeler, bu bakımdan endişe vericidir. Laiklik ilkesi ve din ve inanç konuları, çok yönlü hassasiyetler taşıyan nazik konulardır. Bu konuları siyasi amaçlarla sürekli kaşıyan ve kullanan karşıt kutuplar, Türkiye’nin karşısına bir gerginlik denklemini çıkarmıştır. Bu ayrıştırıcı siyasi istismar politikaları sonucu, bu değerler, siyasi gerilim hattına dönüştürülmüştür. Türk milleti, hem cumhuriyeti ve demokrasiyi hem de manevi değerlerini birlikte yaşatma iradesine ve tecrübesine sahiptir. Burada temel sorun, bu temel değerler üzerinde nifak ve istismar siyaseti yapan çarpık zihniyetlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri ve manevi değerlerinin, siyasi ve toplumsal çatışma arenası olmaktan çıkarılması için, ilk önce, bu değerlerin iç siyaset malzemesi ve siyasi rant kapısı olarak görülmesinden vazgeçilmelidir.

Türk milletinin din ve inanç temelinde kamplara bölünmesinin çok tehlikeli bir husumet cepheleşmesi olacağını herkes görmelidir. Dinî inançlar cumhuriyete ve devlete meydan okuma aracı olarak kullanılmamalı, devlet ve kurumları da inançlarıyla kavgalı duruma düşmemeye, böyle bir görüntü vermemeye özen göstermelidir. Hem laiklik ilkesinin hem de Türk milletinin inanç ve değerlerinin sürekli gerginlik ve çekişme konusu olmaktan çıkarılması için, siyaset kurumu, üzerine düşen görev ve sorumluluğun gereklerini iyi niyetle yerine getirebilmelidir.

Kronik gerginlik kaynağı hâline gelen toplumsal huzursuzluk konuları, toplumumuzu kucaklayacak bir sağduyu ve hoşgörü ortamı yaratılması yoluyla gündemden çıkarılmalıdır. Bireysel hak ve özgürlükler, devletin temel ilkeleri, anayasal düzenin esasları ve hukuk sistemi bu konuda rehber olmalıdır. Herkes, bu yönde millî bir mutabakata varılması için ortak çaba göstermelidir. Burada en büyük görev iktidar partisinindir. Bunun için dürüst ve samimi olmaları yeterlidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi ve toplumsal bünyemizi zedeleyen kronik hastalıklarla mücadele Türkiye Büyük Millet Meclisinin önündeki en önemli konulardan birisidir. Dürüst ve namuslu bir siyaset anlayışının tesisi, siyasi ve ahlaki kirlilikle topyekûn mücadele ve gerginlikten beslenen çatışmacı siyaset kültürü yerine siyasi sorumluluk ahlakı ve demokratik uzlaşma kültürünün siyasi ve toplumsal hayatımıza hâkim kılınması, parlamenter demokrasinin geleceği bakımından hayati önem taşımaktadır.

Bu amaçla, öncelikli olarak ele alınması gereken temel konular şu başlıklar altında toplanabilecektir: Türkiye’de son dönemde, her alanda kurumsallaşan vurgun, soygun ve yolsuzluk hanedanlığı kurulmuştur. Bu hanedanlığın çökertilmesi, yolsuzluk ve kanunsuzlukların kökünün kazınması ve sorumlularından Türk adaleti önünde hesap sorulmasının sağlanması, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset kurumunun kaçamayacağı siyasi, vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasi ve ahlaki yozlaşmayla mücadelede Türk toplumuna örnek ve öncü olmak zorundadır. Devlet yönetiminde bulunanların, kamu gücünü, yetkilerini ve imkânlarını kullananların her yönüyle hesap verecek durumda olmaları, kendileri bakımından ahlaki bir vecibe olarak görülmelidir. Bu, aynı zamanda demokratik rejimin de sigortasıdır.

 Bu bakımdan, Parlamentonun itibarını korumak, demokratik rejimin geleceğine, millî irade ve millet egemenliğinin üstünlüğüne sahip çıkmak için elzemdir. Parlamentonun demokrasiyi korumak için elindeki en önemli vasıta, sergileyeceği ahlaki duruş, tasarruf ve davranışlarıyla Türk milletinin vicdanında kazanacağı itibardır. Demokratik rejimin teminatının aranacağı yegâne yer kamu vicdanıdır. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, vicdanları yaralayan bir kangren hâline gelen milletvekilliği dokunulmazlığı ayıbı ve özüründen bir an önce kurtulmalıdır. (MHP sıralarından alkışlar)

Türk milletinden aldığı yetkiyle ikinci dönem iktidar olan AKP, bu konudaki direnişinden vazgeçmek durumunda olduğunu artık idrak etmelidir. Bugün Türkiye’nin, IMF ve Avrupa Birliği çıpasından çok daha önemli olan siyasi ve toplumsal ahlak çıpasına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu yolu açacak olan da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu amaçla, milletvekilliği dokunulmazlığı yasama faaliyetleriyle sınırlı bir çerçevede süratle kaldırılmalı, yolsuzlukla topyekûn mücadele için millî bir program bu Parlamento çatısı altında uygulanmaya konulmalıdır. Bunun yanı sıra, siyasi partilerin ve üst siyasi yönetim kadrolarının her kademedeki faaliyetlerini etik esaslara bağlayan kapsamlı bir siyasi ahlak yasası çıkarılması öncelikli bir hedef olarak belirlenmelidir. Bununla bağlantılı olarak, sosyal ahlak üçgeni olarak tanımlanabilecek siyaset, medya ve iş dünyası ilişkilerinde hâkim olacak temel ahlak kuralları da behemehâl hayata geçirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet Programı’nın ağırlıklı merkezini oluşturan ekonomik ve mali politikalar bölümleri, saptırılmış ve kurgulanmış rakamlarla pembe tablolar çizmektedir. Bu konular elbette bütçe görüşmelerinde her yönüyle ele alınacak ve gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya konulacaktır, ancak bu vesileyle kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: AKP’nin ekonomik performansını, 2002 yılını referans alarak, cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak nitelendiren Hükûmet Programı, bundan önceki dönemi kayıp yıllar olarak mahkûm etmiştir. AKP 2002 yılında, krizlere karşı dayanıklılığı artırılmış, hesapları şeffaflaştırılmış, görev zararları tasfiye edilmiş, rekabet gücü artırılmış, Merkez Bankası bağımsız ve etkin bir şekilde görev yapacak hâle getirilmiş, bankacılık sistemi disipline edilmiş, sosyal güvenlik sisteminde önemli düzenlemeler yapılmış bir ekonomi devralmıştır. İktidara geldikten sonra yeni bir ekonomik program ortaya koyacağını söyleyen AKP, bunun yerine, sürekli eleştirdiği 57’nci Hükûmetin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nı aynen uygulamıştır. Bunun yanı sıra, AKP Hükûmetinin ortaya koyduğu ekonomik hedefler de aslında 57’nci Hükûmet döneminde hazırlanan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 2023 Vizyonu Belgesi’nde yer alan hedeflerdir.

Bu bakımdan, bugün gelinen noktada bu alanlarda övünülecek bir başarı varsa “kayıp yıllar” olarak topyekûn karalanan bu dönemin bunda sahip olduğu pay inkâr edilmez bir gerçektir. Bu hakkın teslim edilmesi siyasi ve ahlaki bir yükümlülüktür. Ancak, AKP Hükûmeti bunun icabını yerine getirme erdemini gösterememiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son vermeden önce Hükûmet Programı’nın “Dış Politika” bölümü üzerinde de kısaca durmak istiyorum.

Hükûmet Programı’nın en büyük zaafı, iç ve dış terör tehditleriyle mücadelede gereken asgari irade ve kararlılığı ortaya koyamamış olmasıdır. Irak’taki gelişmeler Türkiye’nin karşısına çok vahim bir güvenlik tehdidi çıkarmıştır. Türkiye, Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütünün fiili saldırısı altındadır. Kuzey Irak’taki gruplar terör kartını Türkiye’ye karşı bir tehdit silahı olarak kullanmakta ve millî birliğimizi hedef alan hayâsız tahriklerini sürdürmektedir. Bu gerçeklere rağmen AKP Hükûmeti, terörle mücadele konusunu yuvarlak ve içi boş sözlerle geçiştirmiştir, bu konuda asgari güçle desteklenen etkili bir siyasi caydırıcılık stratejisi uygulama iradesi ve cesareti olmadığını bir kere daha tescil etmiştir. Öte yandan, Program’da, Kuzey Irak’ta son aşamaya gelen Türkiye’ye düşmanlık temelindeki etnik siyasi yapılanmaya ve bu grupların saldırıları altında varlık mücadelesi veren Türkmen kardeşlerimize hiç yer verilmemesi, AKP Hükûmetinin temelden sakat Irak politikasını sürdüreceğinin bir itirafı olmuştur.

Hükümet Programı’nın “Kıbrıs ve Avrupa Birliğiyle ilişkiler” konusundaki bölümleri de, AKP Hükûmetiyle özdeşleşen teslimiyetçi politikalarda ısrar edileceğini göstermektedir. TürkiyeAvrupa BirliğiKıbrıs ilişkilerinin bir çıkmaza saplandığı, Türkiye’nin sanal Avrupa Birliği sürecinin Kıbrıs ipoteğine bağlandığı ve Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün Avrupa Birliği dayatmalarının boyunduruğu altına sokulduğu bir gerçektir. AKP Hükûmeti, bugüne kadar bu konuda, hem Rum tarafına hem de  Avrupa Birliğine ümit ve cesaret vermiştir.

60’ıncı Hükümet Programı, AKP’nin Türkiye’nin ve Türklüğün Kıbrıs’tan tasfiyesini öngören sürecin taşeronluğunu yapmaya devam edeceğini ortaya koymuştur. Program’da, Kıbrıs’ta bulunacak siyasi çözüme ilişkin Türkiye’nin vazgeçemeyeceği “güvenlik, garantörlük, iki kesimlilik ve siyasi eşitlik” gibi ilkelere hiç yer verilmemesi, bunun bir göstergesidir.

Bütün bunlar, AKP Hükûmetinin, Kıbrıs sorununun çözümünü, Rumların istediği bir çerçevede Avrupa Birliğine havale ettiğini ortaya koymaktadır. AKP Hükûmetinin sergilediği bu acz ve teslimiyet, Türkiye’nin karşısına, limanların açılmasından başlayarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma sonucunu doğuracak adımlar atması ve Kıbrıs’ta Rumların istekleri zemininde yeni bir çözüm süreci başlatması dayatmalarını çıkaracaktır.

Hükûmetin bütün bunları kabul edecek bir teslimiyet içinde olmasını esefle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Avrupa Birliğiyle ilişkiler, bugüne kadar AKP Hükûmeti tarafından bir meşruiyet sigortası olarak görülmüş ve Avrupa Birliğinin bu dayatmasının gereğini yerine getirmek, bir ev ödevi olarak kabul edilmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimleri nedeniyle Avrupa Birliğinden siyasi mola alan AKP’nin, önümüzdeki dönemde bu çarpık anlayışla, bıraktığı yerden yola devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu zihniyetin Türkiye’nin karşısına çıkaracağı tehlikeler ve sosyal bünyemiz üzerindeki tahribat, maalesef yaşanarak görülecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin önümüzdeki nazik ve güç dönemde sergileyeceği siyaset anlayışı bu ilke ve inançlardan feyzalacaktır. Parlamento çalışmalarında rehberimiz olacak bu ilkeler, Türkiye’yi seven herkesin arkasında duracağı ortak kırmızı çizgiler olarak görülmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, iktidarın bu çerçeve içinde kalacak ve Türkiye’nin hayrına olacak her icraatını desteklemeyi bir vatanseverlik görevi sayacaktır. Ancak Türkiye’nin bu kırmızı çizgilerinin çiğnenmesi, “demokratikleşme” ve “modernleşme” adı altında cumhuriyetin temel ilkeleri ve devletin kuruluş esaslarıyla oynamaya kalkışması hâlinde bunlara karşı en demokratik zeminde sonuna kadar direneceğimizi herkes çok iyi bilmelidir.

Hükûmet programları iktidarların siyasi hedeflerini ortaya koyan yol haritası niteliğinde siyasi taahhüt belgeleridir. Bunların siyasi iktidarların geçmiş sicillerinden soyutlanarak anlaşılması ve değerlendirilmesi doğru ve mümkün değildir. Bu bakımdan 60’ıncı Hükûmet Programı’nın AKP’nin geçmiş dönemindeki icraat sicilinin ve bunun ağır tahribatının ışığında değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Geride bıraktığımız bu dönemin vicdanlarda namuslu bir muhasebesi yapılmadan, yaşanan yolsuzlukların ve kanunsuzlukların hesabı yargı önünde görülmeden ve AKP Hükûmeti geçmişteki hatalarından dönme iradesini somut olarak ortaya koymadan, Sayın Başbakanın ifadesiyle “yeni ve ak bir sayfa” açılması düşünülemeyecektir. Geçmişin karanlığını sözde aydınlatmak mümkün değildir. AKP’nin bugüne kadar yaptıkları bundan sonraki icraatlarının bir göstergesi ve teminatıdır. En azından bugün itibarıyla, bu konuda elimizde güvenilir başka bir değerlendirme ölçüsü bulunmamaktadır. Bu düşüncelerle, MHP Grubu güven oylamasında ret oyu verecektir.

Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyor, hepinize şükranlarımı sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.

Söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grup Başkanı ve Mardin Milletvekili Sayın Ahmet Türk’te.

Sayın Türk, buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

AHMET TÜRK (Mardin)  Teşekkür ederim.

BAŞKAN  Sayın Türk,  söz süreniz kırk dakikadır

DTP GRUBU ADINA AHMET TÜRK (Mardin)  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından sunulan 60’ıncı Hükûmet Programı üzerinde görüşlerimizi açıklamak üzere Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan ve siz değerli milletvekili arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. 23’üncü Dönemde Parlamentonun, barışa, özgürlüklere, demokrasiye ve toplumsal refaha katkı sağlamasını diliyorum.

2007 milletvekili seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında yaratılan gerginlik sonucunda bir erken seçim olarak ülke gündemine oturdu. Tartışmalar, laikantilaik ekseninde geliştirilmek istendiyse de bu tartışmanın toplumdaki yansıması çok farklı oldu. Seçmenler gerginliğin iki tarafı arasında seçim yapmaya âdeta zorlandı. Toplumsal barış, özgürlükler ve ekonomik kalkınmada başarısızlığı ortada olan statükoya karşı, seçmen, değişim ve dönüşüm isteğini sandığa yansıttı. Bunun çok iyi okunması gerekiyor.

Son seçimin bir diğer temel özelliği de, partimiz Demokratik Toplum Partisinin, tüm yasal ve fiili engellenmelere rağmen, bağımsız adaylarla da olsa seçimlere katılmış olmasıdır. DTP’nin seçimlerde Parlamentoda grup kurabilecek bir düzeyi yakalamasını demokrasi mücadelesinin bir kazanımı olarak görmek ve değerlendirmek gerekir.

Bizler, seçim meydanlarında, Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm bulmak ve üretilen çözüm politikalarına destek vermek üzere Parlamentoda olmak istediğimizi ifade ettik. Bugüne kadar bu sorumlulukla davrandık. Bundan böyle de sorumluluğumuzun bilinci ve kararlılığı ile davranacağımızın bilinmesini istiyoruz.

Kimi düşüncelerimiz şimdiye kadar genel doğru gibi kabul edilen bazı söylemlerle çelişebilir, sorunlara farklı bir perspektiften bakıp, farklı, şimdiye kadar denenmemiş çözüm önerileri de olabilir. Bu, demokrasinin bir gereğidir. Düşünce zenginliği yaratılmadan, gelişim, değişim ve dönüşümün olmayacağı çok açıktır. Farklılıkların, çeşitliliğin bir arada yaşayabileceği bir kültürü geliştirmek, sağlıklı bir demokrasi tesis etmenin koşuludur. Karşılıklı sevgi ve saygı içinde, hoşgörü, tolerans ve empati duygularımızı geliştirmek zorundayız. Biz buna hazırız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 60’ıncı Hükûmetin Programı’nın, bir hükûmet programından çok, bir faaliyet raporu olduğu; 60’ıncı Hükûmetin yapacakları yerine, 59’uncu Hükûmetin yaptıkları üzerinde kurgulanmış bir metin olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıktı.

Oysaki, 58 ve 59’uncu Hükûmet Programlarındaki vaatlerin büyük bir bölümü yerine getirilmediği gibi, uygulamaya konulan politikalar da Türkiye’yi hak ettiği yere taşımaktan çok uzaktır.

AB üyelik süreci ile ivme kazanan demokratikleşme yolundaki reformlar askıya alınmıştır.

Türkiye’nin en temel sorunu olan gelir dağılımındaki adaletin sağlanması konusunda bir arpa boyu bile yol alınamamıştır.

Ekonomik büyüme iddialarına rağmen, vatandaşın yaşam koşullarında hiçbir şey değişmediği gibi, işsizlik ve yoksulluk daha da artmıştır.

Dış borç yükü azalmamış, ülke IMF’ye bağımlılıktan kurtulamamıştır.

Sivil bir anayasa yapma sözü tutulmamış, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırı genişletilememiştir.

60’ıncı Hükûmet Programı’nda ise, AK Partinin 58 ve 59’uncu Hükûmet Programlarına kıyasla özellikle demokratikleşme ve sosyal politikalar alanındaki tespit, öngörü ve taahhütlerden geri dönüş yaptığı görülmektedir.

59’uncu Hükûmet Programı’nda Sayın Başbakan “Toplumsal ve kültürel çeşitlilikler, demokratik çoğulculuğun üreteceği tolerans ve hoşgörü zemininde siyasete bir renklilik olarak katılmalıdır…” demişti ve devamla “Bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri hiçe sayan totaliter ve otoriter anlayışlar, sivil ve demokratik siyasetin en büyük düşmanlarıdır.” diye ifade etmişti.

Yine, Sayın Gül Hükûmeti olarak bilinen 58’inci AK Parti Hükûmeti Programı’nda ise, gelir dağılımı başta olmak üzere sosyal ve bölgesel dengesizlikleri gidermeye yönelik tedbirlerin alınacağı ifade edilmişti.

AK Partinin 58 ve 59’uncu Hükûmetleri, çağdaş, demokratik, toplumun tüm kesimlerinin mutabakatıyla bir yeni anayasa hazırlayacağını söylemiş, ancak, bunu gerçekleştirme konusunda herhangi bir çaba sarf edilmemiştir. Aynı hükûmet, siyasi partileri halka açmak, halkın partiler üzerindeki denetim ve etkinliğini artırmak, parti içi demokrasiyi ve şeffaflığı sağlamak ve istikrarı bozmayacak şekilde temsilde adaleti sağlamak üzere Siyasi Partiler Kanunu’nu ve seçim kanunlarını değiştireceğini ifade etmişti. Siyasi Partiler Kanunu’nda herhangi bir değişiklik yapılmadı. Seçim Kanunu’nda yapılan tek değişiklik ise, hiçbir konuda uzlaşma sağlayamadığı CHP ile uzlaşarak, üstelik birlikte anayasa değişikliği de yaparak, DTP’nin Parlamentoda temsilini minimal düzeye düşürmek amacıyla bağımsız aday listelerinin birleşik oy pusulalarında yer almasını sağlamak olmuştur. En büyük değişiklik de budur. (DTP sıralarından alkışlar)

Gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi, demokrasinin beşiği yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağını ifade etmişlerdi. Yerel Yönetim Yasası’nda herhangi bir iyileşme sağlanmadığı gibi, yeni Hükûmet Programı’nda da yerel yönetim reformunun rafa kaldırıldığı görülmektedir.

Bütün bunlar göstermektedir ki, AK Parti Hükûmeti, 60’ıncı Hükûmet Programı’nda iddia ettiği gibi ülkeyi kalkışa geçirmek yerine, yerinde saydırmaya adaydır. Açıklanan Hükûmet Programı, AK Partiye oy veren seçmenlerde bile hayal kırıklığı yaratmıştır. Renksiz, heyecansız, iddiasız, ülkenin temel sorunlarını görmezden gelen bu Program ile ülkenin yönetilmesi kabul edilemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Programda Avrupa Birliği üyeliği hedefinden söz edilirken, özellikle son iki yıldır demokratikleşme alanındaki reformların askıya alındığı, hatta Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu ile terörle mücadele konusundaki değişiklikler nedeniyle geriye doğru gidildiği gerçeğinden kaçınmamak gerekir. Hükûmetin sıkça söylediği “işkenceye sıfır tolerans” anlayışı bir türlü yaşama geçirilmemiş, 59’uncu Hükûmet döneminde de işkence olayları, işkenceyle ölüm olayları maalesef ki devam etmiştir. Son dört yıl içerisinde gerçekleşen işkence  şikâyetleri ile bunlara karşı yürütülen ve sonuçlandırılan soruşturma sayılarını incelediğimizde, rakamsal olarak, oranın yüzde 1’ine ancak tekabül etmektedir. Elbette ki, 90’lı yıllarla kıyaslandığında, işkence vakalarında yaygınlığın ve yoğunluğun düşüş gösterdiğini gözlemekteyiz. Ancak “kötünün iyisini vatandaşa kabul ettirme” gibi bir yaklaşım ile “sıfır tolerans” yaklaşımı çelişkilidir. İşkence vakalarının sıfıra yaklaşması, hem insan hem de toplum onuru açısından, aynı zamanda, devletvatandaş bağının güçlenmesi ve adalete olan inancın artması açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle, işkenceyle mücadele konusunda daha kararlı ve daha samimi olunmalıdır. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması konusunda Hükûmet, tarihî sorumluluğunu yerine getirmelidir.

Temel bütün hakların anası ve vazgeçilmezi, düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Ancak, önceki Hükûmet, bu konuda son derece başarısız bir pratik ortaya koymuştur. Mevcut Program’da da, başta Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesi olmak üzere Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer yasalardaki düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen maddelerin değiştirilmesine yönelik somut hiçbir öneri yoktur.

Sorunlarımızı demokratik usuller çerçevesinde konuşarak çözmeyi beceremeyeceksek, farklı düşüncelere tahammülsüzlüğü yasal güvencelere bağlayacaksak, demokrasi adına diğer konuları konuşmanın zaten hiçbir anlamı kalmayacaktır.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmanın en önemli yöntemi özgürlükleri genişletmektir. Hiçbir vatandaşın dinî inançlarından ya da felsefik görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulmadığı, horlanmadığı bir sistemi yaratmaya dönük anlayış mevcut Hükûmet Programı’nda somut ifadelerle tarif edilmemiştir.

İnançları gereği başörtüsü takan vatandaşlarımızın karşılaştığı insan hakları ihlallerinden tutalım, Alevi yurttaşlarımızın ya da gayrimüslim yurttaşlarımızın inanç özgürlüklerinin nasıl garanti altına alınacağına değinilmemiş, bu konuda hiçbir açıklama yapılmamıştır.

F tipi cezaevleri başta olmak üzere, cezaevlerinde tecrit ve izolasyon uygulamaları hâlen devam etmektedir. Cezaevlerinde isyanların yaşanmıyor olması sorunların bittiği anlamına gelmez.

Sivil siyaseti ve sivil toplumu güçlendirmenin en etkili yolu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü eksiksiz sağlamaktan geçer. Düşüncelerinden dolayı aydınların, yazarların öldürüldüğü, yargılandığı ve cezalandırıldığı ülkemizde, Avrupalılar istediği diye değil, insanlarımız buna fazlasıyla layık olduğu için harekete geçilmesi gerekir. Sivil toplumu güçlendirmek istiyorsak, Meclis çalışmalarına katılıp rapor sunmalarını sağlamak, en etkin katılımcılık örneğidir. Ne yazık ki, bu konuda Program’da bir tek kelime dahi yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bağımsız yargı için yeni adliye binaları elbette gereklidir. Hanlardan bozma, sağlıksız binalarda hizmet anlayışı çağ dışıdır. Araç ve gereçlerde teknolojik olanakları kullanmak doğrudur. Ancak, tüm bunlardan daha önemlisi, bağımsız yargının vazgeçilmez koşulu olan yargıç teminatını ve bağımsızlığını sağlamaktır. Bunun için, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun demokratik bir yapıya kavuşturulması ile yargıç ve savcı alımlarında partizanca davranışlardan kaçınmamız gerekiyor.

Adalete ayrılan bütçe artırılmadan, eksik yargıç ve savcı kadroları tamamlatılmadan, ihtiyaca göre yeni personel alınmadan, adliyelerin iş yükü azaltılmadan sağlıklı bir adalet hizmeti yaşama geçirilemezse Program’da bu konuda bir açılım olmadığı gibi yargıyı bağımsız bir hâle getirmenin de imkânı yoktur.

Askerî ve sivil bürokrasinin yargıya karşı dokunulmazlıkları kaldırılmadan bağımsız yargının etkili olması da mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet Programı’nda, rakamlarla oynanarak yanıltıcı bilgilerle ekonomide tozpembe bir tablo çizilmektedir. Kişi başına düşen millî gelir konusundaki rakamlar, halkın büyük çoğunluğunun yaşamına olumlu bir şekilde yansımamaktadır. Kişi başına düşen millî gelirin 5,477 dolara ulaştığından söz edilirken gelir dağılımındaki adaletsizliğe değinilmemektedir.

Bitlis, Hakkâri, Artvin, Çankırı, Muş, Van gibi onlarca ilde kişi başına gelirin 300400 dolar civarında olduğu saklanmaktadır. 2013 yılında millî gelir 10 bin dolara çıksa bile, ne Avrupa Birliği standartlarına ulaşılmış olacak ne de bölgesel dengesizlikler giderilmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’ye sermaye girişi ve çıkışını serbest bırakan ekonomik program, Türkiye’nin yüzde 80 ihracat ve ithalatını ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri ile yaptığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Yakın zamanda piyasada yaşanan ABD kaynaklı dalgalanmalar ciddi bir krizin habercisidir. Ekonomimizin dış şoklara dayanıklı olduğu tezi inandırıcı değildir. Dışa açık spekülatif sermaye anlayışı önlenmediği müddetçe zenginliklerin yabancı sermayeye peşkeş çekilmesine devam edilecektir ve bu da bizde ciddi kaygılara yol açmaktadır.

Bu ülkede ekonomik durumun iyi olup olmadığının en güzel ölçüsü sokaklardır. Hırsızlık, gasp, kapkaç olaylarının metropol kentlerde huzuru bırakmadığı, çetelerin cirit attığı, çeksenet mafyasının kol gezdiği bir ortamda ekonominin iyi olduğunu söylemek mümkün değildir.

Kamu disiplinini sağlamak, kamu borç yükünü düşürmek için alım gücünü yitiren memur ve işçilerin ücret ve mallarına göz konulması, enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında zam taleplerinin, bu yöndeki demokratik çıkışlarının engellenmesi, sosyal devlet anlayışıyla bağdaştırılamaz.

İşçi ve memurların çalışma koşullarının ve sendikal haklarının uluslararası standartların çok gerisinde olması, memurlara grev haklarının tanınmaması, üretici gücün belini kırarken sus paylarıyla idare edilmeye çalışılması, ekonomide halkçı politikaların kıyısından bile geçilmediğini göstermektedir. Üretimde eşit pay sahibi olmayı sağlama ve eşitsizlikleri giderme yerine, ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikalarıyla göz boyamanın devam edeceği görülmektedir.

Oysa, ülkemizin yer altıyer üstü zenginlikleri doğru değerlendirildiğinde, teknolojik üretim geliştirildiğinde ve özellikle de kâr amaçlı değil kullanım değerine göre bir üretim modeli esas alındığında, her türlü israf önlenecek ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler giderilecek, gerçek kalkınma hamlesi başarılmış olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizm sektörünü sahil kıyı şeridinden ibaret sayan anlayışla turizm sektörünün ilerlemesi imkânsızdır. Sadece sahil kordonu turizmi yerine Türkiye’nin her köşesine yayılan bir turizm politikasının yaşama geçirilmesi zorunludur. Alternatif, yerel turizmin desteklenmesi, teşviki Program’a alınmamıştır.

AK Parti Hükûmeti, doğal varlıklarımızın korunması, çevresel değerlerin geleceğe taşınması, yaşama ve ülkeye sahip çıkma noktasında önemli görev ve sorumluluk altındadır. “Önce doğa, önce insan” anlayışıyla, herkesin anayasal hakkı olan sağlıklı çevre hizmetlerine ulaşabilmesi, yaşam ve çevre hakkının temel alındığı gelişme politikalarının benimsenmesi gerekmektedir.

Ancak, 2002 yılından bu yana yaklaşık beş yıldır ülkemizin içme ve kullanma suyu, kanalizasyon, katı atık, atık su arıtma gibi altyapı eksiklikleri konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Hava, su, toprak, biyolojik çeşitlilik konusunda, ülkemiz, bulunduğu noktadan çok daha gerilere taşınmış; ormanlarımız, kıyılarımız, tarım arazilerimiz, doğal ve kültürel varlıklarımız yağma ve talan politikaları ile yönetilmiş; bilim ve hukuk tanınmamış; uzman kadrolar yeterli düzeyde ve doğru alanlarda istihdam edilmemiştir.

Türkiye’nin çevresel durumuna ve ülkeler arası sıralamadaki konumuna baktığımızda da, her fırsatta ülkeyi ileriye taşıdığını ifade eden AK Parti Hükûmetinin, çevre alanında pek çok konuda ülkemizi nereye taşıdığını da ortaya koyabiliriz: Hava kalitesi açısından 2002 yılında 11’inci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 20’nci sıraya gerilemiştir. Su kalitesi açısından 2002 yılında 41’inci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 142’nci sıraya gerilemiştir. Biyolojik çeşitlilik açısından 2002 yılında 91’inci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 129’uncu sıraya gerilemiştir. Arazi kullanımı açısından 2002 yılında 87’nci sırada olan ülkemiz, 2005 yılında 102’nci sıraya gerilemiştir.

Türkiye’de, yılda ortalama 13.500 hektar ormanlık alan, yakılarak veya yanarak yol oluyor. Amik Gölü, Avlan Gölü; Hotamış, Eşmekaya Sazlıkları gibi sulak alanlar kaybediliyor. Beyşehir Gölü, Tuz Gölü süratle kirlenmekte, yüzey alanları küçülmektedir. Dilovası’nda kanser oranı ülkemizdeki genel ortalamanın neredeyse 3 katıdır. Bu da sanayi atıklarından ve fabrikaların dumanlarından kaynaklanmaktadır. Alınan yargı kararlarına rağmen, BergamaOvacık altın madeni başta olmak üzere, birçok yerde siyanürle altın madeni işletmeciliği hâlâ devam etmektedir.

Tarihî ve kültürel mirasımız, kalkınma uğruna Hasankeyf, Fırtına Vadisi ve Munzur yok edilmeye çalışılmaktadır. Ilısu Barajı’nın yapılması planlanan alan içerisinde yüzlerce arkeolojik sit alanı bulunmaktadır. Ülke ve bölge tarihi ile kültürel zenginliği açısından çok önemli olan Yukarı Dicle Havzası’nın ellialtmış yıllık ömrü olan bir baraj için sular altında bırakılması, insanlık tarihi açısından büyük bir yıkımdır. Hasankeyf’in ve en az 289 arkeolojik sit alanının sular altında kalması, ülkemiz sularının barajlarla disiplin altına alınması gerektiği gerekçesiyle açıklanamaz. Kaldı ki, Ilısu vazgeçilmez değildir; vazgeçilmez olan, tarihî ve kültürel değerler, on iki bin yıllık insanlık mirasıdır, insanlık tarihidir.

Sayın Başbakan, Hasankeyf’te, proje değişikliğiyle, tarihî mirasın korunması mümkündür.

Türki cumhuriyetlere, Ahıska ve Kırım Türklerine kalkınma desteği verilmesi, KarakurumAbideler arası 50 kilometrelik kara yolunun yapılması çalışmaları doğru, yapılması gereken çalışmalardır, ancak aynı hassasiyetin tarihin mirası Hasankeyf ve diğer tarihî yerlerimiz için de yapılması gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.

Programda yer alan kırsal kalkınma stratejisi, Avrupa Birliği ve Dünya Bankasından gelen fonlar partizanca kullanılmış ve seçim yatırımı olarak görülmüş, KÖYDES, BELDES gibi çalışmalarda ayrımcılık yapılmıştır.

Hükûmetin modern tarıma yönelik ciddi bir politikası olmadığı gibi, özellikle ekolojik tarım konusunda takdir edilecek bir çalışması da yoktur, olmamıştır.

Tarım ve hayvancılığın, AB müzakere sürecinde en önemli başlıklardan biri olduğu bilinmektedir. Doğu ve Güneydoğu’da yayla yasağı uygulaması, hayvancılığın bitme noktasına gelmesine neden olmuştur. Bu nedenle, Hükûmet Programı’nda, Doğu ve Güneydoğu Bölgesi için özel kırsal kalkınma planı hazırlanmalı, bölgesel dengesizlik bu yönüyle de giderilmelidir.

Bölgenin doğal kaynaklarından ve enerji işletmelerinden (su, elektrik, petrol gibi) sağlanan üretim değerlerinin bir bölümü bölge kalkınmasına ayrılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı’nda yer alan “Gerçek anlamda huzur ve güvenlik, özgürlük ve adaletin tam anlamıyla yaşandığı bir toplumda mümkündür.” sözleri, Sayın Başbakana aittir, oldukça da anlamlı sözlerdir. Yine, önce adalet ve özgürlük olacak ki, arkasından huzur ve güven gelebilsin. Bu yaklaşım, ne yazık ki, Hükûmet Programı’nın genel mantığıyla boşa çıkarılmıştır.

Program bütünlüklü olarak ele alındığında, aslında özgürlük ve adalet sağlanmadan huzur ve güvenliğin sağlanmaya çalışılacağı anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu doğru değildir. Özgürlükler sağlanmadan ekonomik kalkınma olmaz, huzur olmaz.

Sayın milletvekilleri, bölgeler arası gelişmişlik farkının ayrımcılık yorumlarına haklılık kazandıracak ölçüde büyümesi, toplumsal huzuru ve güvenliği ciddi ölçüde tehdit etmektedir. Ancak, buradan hareketle, “Kürt sorunu bir geri kalmışlık sorunudur” demek de doğru değildir. Adalet ve özgürlük birbirlerinden ayrılmaz. Özgürlüğün, demokrasinin, eşitliğin olmadığı yerde ekonomik kalkınma da olmayacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, yıllarca bölgenin kalkınması için tek umut olarak gösterilen GAP projesinden de Hükûmet Programı’nda hiç bahsedilmemektedir. Oysa Güneydoğu Anadolu Projesi’nin kuruluş amacı çok kapsamlıdır.

Sayın Başkan, zamanım ne kadar? Ona göre ben ayarlayayım. Biraz uzun konuşmam.

BAŞKAN  Dokuz dakika var Sayın Türk.

AHMET TÜRK (Devamla)  GAP projesinde, bölgenin süratle kalkındırılması, altyapı, sanayi, tarım, enerji, ulaştırma ve diğer hizmetleri geliştirmek, yöre halkının eğitim düzeyini yükseltmek gibi çok iddialı amaçlar yer almaktadır.

Hedefler arasında 1,8 milyon hektar civarında arazinin sulanması varken, bugün bu konuda ciddi bir çalışma yapılmamış, âdeta bir enerji barajı olarak işletilmekte ve öyle bakılmaktadır. Oysaki, sulamanın yapılması durumunda 4 milyon insana iş bulma olanağı ortaya çıkacaktır.

Değerli milletvekilleri, tüm dünyanın en öncelikli konusu olan cinsiyet eşitliği konusunun Hükûmet Programı’nda bir tek cümle bile yer almaması oldukça düşündürücüdür. Kadınlara ilişkin politikalar, sadece aile kapsamında ele alınmış, bir tek cümleyle de kadına yönelik şiddetten bahsedilmemiştir. Oysa, başta Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi olmak üzere devletin altına imza koyduğu uluslararası sözleşmeler, cinsiyet eşitliği politikalarının hayata geçirilmesi konusunda devletlere sorumluluk vermiştir. Yasalarda eşitliği sağlama, uygulamaya geçirme, uygulamayı denetleme ve ilgili tüm tarafları bilgilendirme devlet adına hükûmetlerin görevidir. Ne yazık ki, AK Parti Hükûmeti, bu görevi yerine getirecek yaklaşım ve programa sahip değildir.

Değerli milletvekilleri, sosyal devlet anlayışı, sosyal adaletin sağlanmasını, insan haklarının geliştirilmesini ve kişilere insanca yaşam düzeyinin sağlanmasını öngörür. Sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak, siyasi iktidarlar, vatandaşlarının ekonomik ve sosyal haklardan eşit olarak yararlanmaları ve insanca yaşama koşullarına sahip olmaları için gerekli önlemleri alır. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hakkı başta olmak üzere tüm yurttaşlarının temel haklardan yararlanmasının koşullarını oluşturur, sosyal hizmet kurumları vasıtasıyla da ek destekler sunar. Her vatandaşın eğitim ve sağlık hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır. Hükûmetler de bu hakkın kullanımı için koşulları oluşturmak zorundadır.

AK Parti Hükûmeti, kamu sağlık hizmeti kavramını tahrip etmiştir. Kamunun sunması gereken sağlık hizmetlerini, kamu dışından satın alınan bir hizmet modeline dönüştürmüştür.

Kamu sağlık yatırımının yapılmadığı bir dönemde yıllık yaklaşık 20 milyar ABD doları özel sektöre, sevk, hizmet alımı gibi yöntemlerle harcanırken sağlık göstergelerinde iyileşme kaydedilmemiştir.

Sağlığın kamusal niteliği ortadan kaldırılmak istenerek vatandaşlarımızın nitelikli ve ucuz sağlık hizmetlerinden faydalanma imkânına zarar verilmiş ve sağlık hakkı gasbedilmiştir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ise, hem sağlık yatırımları hem sağlık hizmetleri son derece yetersizliği nedeniyle sorun daha da katmerli olarak yaşanmaktadır, yansımaktadır. Bölgede yaşayan nüfusun yüzde 30’unun, yeşil kart dâhil olmak üzere hiçbir güvencesi bulunmamaktadır.

BağKur’lu görünmelerine rağmen, borçları sebebiyle BağKur’un sağladığı sağlık güvencesinden yararlanmayanlar da eklendiğinde bu oran yüzde 40’lara, 50’lere çıkmaktadır.

İnsanlar her türlü kararlarını, sürekli olarak sağlık giderlerini ve sosyal güvence durumunu düşünerek vermekte ve sağlık alanındaki yetersizlikler herkes için bölgenin dışlanmışlığının bir özeti hâline gelmektedir.

Bölgedeki erkeklerin ve genç kadınların çoğu Türkçe bilmesine rağmen, özellikle birçok orta yaşlı ve yaşlı kadınlar, ilkokul çağına gelmemiş çocuklar Türkçe bilmemektedir.

Sağlık personelinin Kürtçe konuşmaması durumunda, koruyucu sağlık hizmetleri alanında ve genel olarak sağlık hizmetlerinin her aşamasında hastaların sağlık personeliyle iletişim kurması zorlaşmaktadır. Bu durum, bölgede sağlık göstergelerinin bu kadar kötü olmasının önemli nedenleri arasında yerini almaktadır.

Sayın milletvekilleri, konuşmamı biraz kesmek zorunda kalıyorum.

BAŞKAN  Üç dakika kaldı Sayın Türk.

AHMET TÜRK (Devamla)  Toparlıyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; etnisiteye dayalı siyasetin halklar için getirdiği felaketi çok iyi anlıyor ve görüyoruz. Etnik siyasetin halklar için ne kadar büyük tehlike ortaya koyduğunu gören insanlarız. Hele hele bugün Kafkaslarda, Orta Doğu’da yaşanan olaylar bizi biraz daha cesurca düşünmeye sevk ediyor.

Orta Doğu’da, özellikle Irak’ta etnik kökeni aynı olan Sünni ve Şii Araplar arasındaki  yüzyıla yayılan kan davasını, bugün Türkler ve Kürtler arasında da etnik milliyetçiliği tahrik ederek, ayrımcılık uygulayarak, provokasyonlar yaratarak bir çatışmaya dönüştürmek isteyen tehlikeli yaklaşımlar karşısında Meclisimiz tek vücut olmak zorundadır. Bu nedenle, Irak’a yönelik dış politikamızda barış dilini geliştirmeliyiz. Ötekileştirici, düşmanlaştırıcı, yabancılaştırıcı tüm söylemler terk edilmeli, siyasetin dili şiddete yol açan ayrımcılıktan ve ırka dayalı  milliyetçilikten arındırılmalıdır.

Bu yüce çatı altında herkesin bir rolü ve gereği vardır. Bizim rolümüz, varlık nedenimiz de, Kürt sorununu çözmüş, insan haklarından yana, demokrasisini geliştirmiş, ekonomisi güçlü, bölgede barışın ve özgürlüğün modelini oluşturmuş aydınlık bir Türkiye yaratma hedefine katkı sunmaktır.

Çağdaş dünyada olduğu gibi çok kültürlü ve çok dilli bir toplumu bir arada tutabilecek yegâne güvence anayasal demokratik vatandaşlıktır. Egemenliği yeniden üreten altüst kimlik yaklaşımlarıyla, etnik, dilsel ve dinsel vurgularla değil, özgüreşit vatandaşlıkla tarif edilmiş; kurucu ve düzenleyici rolünün ortak etnik kimliğe değil, farklılıklara verildiği bir anayasanın oluşturulması önemli bir adım olacaktır. Farklılıkları zenginlik olarak görmek, çelişkileri aynılaştırmak yerine onları olduğu hâliyle kabul etmek demektir, çoğulcu demokratik toplumun inşasına yönelmektir.

Farklılıkların bir arada ve etkileşim içinde, kendi kimliğiyle yaşaması ve ötekileştirici her türlü egemen anlayışa son verilmesi, ancak tekçi anlayışlara güç veren ayrımcı yasaların ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.

Farklılıkları zenginlik olarak kabul ettiğimiz zaman bunun yaşamda karşılığını bulması gerekir. Yoksa, demagoji ve yanıltmadan öte bir söylem olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Sayın Türk, bir dakikalık süre daha verdim, buyurun, bir dakika içinde bitirin.

AHMET TÜRK (Devamla)  Bitiriyorum Sayın Başkan.

Adını ne koyarsak koyalım, hepimizi ilgilendiren önemli bir sorunumuz var. Sayın Baykal’ın da, Sayın Erdoğan’ın da geçmişte adını koydukları Kürt sorunundan söz ediyorum. Genelkurmay, aslında askerî olarak yapılacak her şeyin zaten yapıldığını, asıl görevin siyasilerde olduğunu defalarca tekrarladı. Ancak, siyaseten gösterilen yetmezlikler ve cesaretten uzak yaklaşımlar nedeniyle, maalesef ki, bu sorundan kaynaklı acı sonuçlar yüzünden hâlâ yüreklerimiz yanıyor, içimiz acımaya devam ediyor. Yeni Hükûmet Programı’nda bu konuya hiç değinilmemiş, sorunun adını ne koyarsak koyalım sadece güvenlik penceresinden bakılmış olması, partimizin bir grupla Mecliste temsil ediliyor olmasının da yarattığı fırsatın görmezden gelinmesi büyük bir talihsizlik olur.

Türkiye’nin bütünlüğünü tartışmaya açmadan, üniter devlet yapısı içinde, birlik ve beraberlik ve kardeşliği esas alan bir anlayışla çözüm arıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET TÜRK (Devamla)  Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN  Lütfen Sayın Türk...

AHMET TÜRK (Devamla)  Yaşananların herkesin, hepimizin ortak acısı olduğu gerçeğinden hareket ediyoruz. Ancak, Hükûmet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan aldığı emanet oyların ne anlama geldiğini idrak edememiş gibi görünüyor. En azından, mevcut Hükûmet Programı’nda bu açıkça anlaşılmaktadır.

Her şeye rağmen, bizler umudumuzu korumaya, demokrasi ve kardeşlik adına katkı sunmaya devam edeceğiz.

Bu inanç ve duygularla, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Sayın Başkan ve değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Türk.

Değerli arkadaşlarım, kürsüde hatip konuşurken araya girmek yahut sözü kesmek çok güzel olmuyor, ama, takdir edersiniz ki, bu süreler ya İç Tüzük’te belirlenmiştir yahut da bir Danışma Kurulu önerisine dayalı olarak Genel Kurul tarafından kararlaştırılmaktadır. O nedenle bu süreyi korumak istiyoruz.

Gruplar adına başka söz isteyen?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Eğer AKP konuşmayacaksa müracaat edeceğim.

BAŞKAN  Şarta bağlı olmaz.

Gruplar adına söz isteyen var mı yok mu?

Konuşmayan Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu yöneticilerine son defa soruyorum: Grupları adına konuşma yapacaklar mı?

Sayın Anadol?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Onlar konuşmayacaklar herhâlde, beyanda bulunmuyorlar.

BAŞKAN  Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun efendim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, önce bir gerçeğin altını çizmekte yarar var: Biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, her Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaya, hatta onu aşmaya çaba harcamasını ve yüce Parlamentonun da bu çabayı desteklemesini istemişizdir. Çünkü, ulusal iradenin kalbi olan Parlamento, her şeyden önce ulusa vermiş olduğumuz sözlerin yerine getirildiği, getirmek istediği bir organ olarak görülebilir.

Sayın Başbakan burada Hükûmet Programı’nı okudu. Doğrusunu isterseniz, biz, Sayın Başbakanın okuduğu programın çok daha mükemmel, gelecek beş yılda nelerin öngörüldüğü, Türkiye’nin nerelere taşınmak istendiği, hangi sanayi alanlarına, sektörlerine ağırlık verilmek istendiğini çok daha net, açık izah edebilsin, ama, bu, bir Hükûmet Programı olmaktan çok bir seçim bildirgesi oldu. Biz öyle algıladık ve daha önemlisi, bu Program’da, geçmişte yapılanlara aşırı övgüden gelecekte yapılacakların büyük ölçüde unutulduğunu da gördük. Biz Hükûmete başarılar dilerken, elbette Hükûmetin yanlışlarını yeri geldiğinde en acımasız şekilde eleştirmeyi de doğal olarak bir görev biliyoruz.

Ben, Hükûmet Programını esas alarak, izninizle ayrıntılara girmek istiyorum.

Sayın Başbakan Hükûmet Programı’nı sunarken, “Hükûmet, Hükûmetimiz medyanın bağımsızlığına önem vermektedir.” diyor, bireylerin özgür haber alma haklarından söz ediyor, “Medyanın çoğulcu, şeffaf ve rekabetçi bir yapıda gelişmesinde gerekli adımlar atılacaktır.” diyor.

Bir: Medyaya bu kadar önem veren bir Başbakan, nasıl olur da bir köşe yazarının yazısını beğenmedi diye Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarmayı önerir? Bu doğru bir olay mıdır?

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Yok öyle bir şey.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Diyebilirsiniz ki, Sayın Başbakan böyle düşünebilir, ama, önemli bir şey var. Aynı konuda, geçmiş Cumhurbaşkanı hakkında aynı şeyi düşünen kişiyi, Sayın Başbakan pekâlâ özel uçağına alabiliyor. O zaman bu çelişkiyi sizlerin vicdanına teslim ediyorum.

İkinci önemli nokta, Sayın Başbakan yeri geldiği zaman medyayı tehdit ediyor. Diyeceksiniz ki nasıl tehdit ediyor?

1/3/2006 tarihinde Avrupa Kredi Konferansına katılmak üzere yurt dışına giderken şöyle bir açıklama yapıyor: Medyanın niçin geldiğini, medya mensuplarının kendisine niçin geldiğini, ellerinde bilgiler olduğunu, o haberlerin hangi gerekçeyle yazıldığını söylüyor. “…Ve bunun bir şeyler karşılığında olduğunun biz farkındayız. Bakın, bu konuda bu kadar ağır söylüyorum.” diyor.

Şimdi, ben, sizin, yüce Parlamentonun huzurunda Sayın Başbakana soruyorum: Bu haberler neyin karşılığında yapıldı ve bu kadar ağır bir konuşmayı hangi gerekçeyle yaptınız, lütfen, gelin, yüce Parlamentoya açıklayın.

Ben bunu sordum bir soru önergesiyle, ama bana gelen yanıt hiç bu konularla ilgili değil, ama ben sizin aracılığınızla Sayın Başbakana sormak istiyorum.

Medyada demokrasiden bahsedeceğiz, haber alma özgürlüğünden söz edeceğiz.

Bakın, değerli arkadaşlar, bir büyük gazetenin genel yayın yönetmeninin yaptığı açıklama. Diyor ki: “Son olarak, geçen hafta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yaptığı açıklamaları manşet yaptığımız gün, gece geç saatlerde gazeteye müdahale edildi. TMSF temsilcisi Medya Grup Başkanı, manşetin değiştirilmesini bana haber verilmeden talep etti. Buna direndik, ama direnmemize rağmen gazetenin manşeti değiştirildi. Ardından, TMSF Başkanıyla yaptığımız bir görüşmede, rakip grubun üst düzey yöneticilerinin TMSF aracılığıyla Sabah’ın satış politikasına müdahale etmeye çalıştıklarını gözledim. Dahası, Nazlı Ilıcak’ın üst düzey ilişkilerini kullanarak Sabah’ta yazmak istediği de iletildi. Bazı yazarların görevine son vermem istendi. Bunun üzerine, bu yazarların hiç değilse sayfalarının değiştirilmesi ve daha az görünür yerlere kaydırılması talep edildi.”

Şimdi, bana söyler misiniz değerli arkadaşlar, medya özgürlüğünden söz eden bir hükûmetin bunları yapmış olması, bunlar açıklandığı hâlde kamuoyuna karşı sessiz kalınması bir tutarlılık işareti midir? Yani, biz bunlara inanacak mıyız?

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Çarpıtıyorsunuz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Neyi çarpıtıyor canım?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Şimdi, çarpıtıp çarpıtmayacağımı, siz…  Sayın Başbakan gelir söyler. Biz burada her şeyi açıklıyoruz.

BAŞKAN  Lütfen arkadaşlar, lütfen.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Yerini, zamanını, her şeyini açıklıyoruz. Sadece bu mu?

Bakın, Avrupa Birliği Uyum Raporu’ndan bir cümle okuyacağım: “Gazetecilerin sendikalaşma ve toplu sözleşme konularında karşılaştıkları zorluklar sürmektedir.” Şimdi, diyeceksiniz ki, ne yapılmalı? Sayın Edibe Sözen’le birlikte katıldığımız bir toplantı vardı Gazeteciler Cemiyetinin. Orada önerilerimiz vardı, aynı önerileri söylüyorum, eğer gerçekten medyayı özgür kılacaksa.

Bir, hiçbir medya patronu kamu ihalelerine girmemeli. Bunun sözünü iktidar veriyor mu; bir. İki bu yetmiyor gazetecinin gerçek anlamda özgür olabilmesi için her ulusal haber yapan gazetecinin Gazeteciler Sendikasına üye olma zorunluluğu getirilmeli. Böylece, siz, gerçek anlamda bir medyayı, gerçek anlamda özgür gazeteciyi o zaman göreceksiniz. Bunların sözünü acaba Sayın Başbakan verecek mi?

 Sayın Başbakan yargının bağımsızlığından söz ediyor. Diyor ki bu bölümü okumadı yalnız konuşmasını yaparken “Yargının görevi hukuki denetim yapmaktır. Hukuki denetim yerine yerindelik denetimi yapılması yargının siyasallaşması anlamına gelir. Yargı görevini yaparken bağımsız olduğu kadar tarafsız da olmalıdır.”

Şimdi, Sayın Başbakana soruyoruz: Hangi yargı yerindelik denetimi yaptı ve hangi kararla yaptı? Dubai Kuleleriyle mi ilgili yaptı, yoksa Ofer’le mi ilgili yaptı? Burada, Sayın Başbakanın açıklamasını bekliyoruz.

Başka bir şey: Diyeceksiniz ki, yargı bağımsızlığı var da siz, gene, yanlış şeyler söylüyorsunuz, çarpıtıyorsunuz. Yargıtay Başkanlar bildirisi isteyen arkadaşlarımız, Yargıtayın İnternet sitesine girip görebilirler şöyle söylüyor: “Ortaya çıkacak ihtiyaç da gözetilerek 4 bin hâkim kadrosu alınmış, bu kadrolara ivedilikle atama yapılabilmesi için staj süresi kısaltılmış, avukatlıktan hâkimliğe geçiş koşulları da kolaylaştırılmıştır. Böylece, yeterli donanıma sahip olmayan ve dolayısıyla hâkimlik nosyonunu alamayan, mevcut kadronun da yarısını oluşturacak bu atamalar yoluyla önümüzdeki otuzkırk yıllık bir dönem şekillendirilmek istenmektedir. 2802 sayılı Kanun’da yapılan son değişikliklere yönelik tepkilerini demokratik yolla ortaya koyan hâkimler hakkında soruşturma açılması da yargı üzerindeki vesayetin bir ifadesi olup, açılan soruşturmalar üzüntüyle karşılanmaktadır.” Kim söylüyor bunu? Yargıtay Başkanlar Kurulu söylüyor.

Gelelim Avrupa Birliği İlerleme Raporu’na olur ya biz yanlış söylüyoruz onlar ne diyorlar: “Yargının bağımsız, tarafsız ve etkin şekilde işlemesine engel olan unsurlar mevcudiyetini korumaktadır.” Umuyoruz, Sayın Başbakan gelir, burada “biz yargının bağımsızlığı konusunda şunları yapacağız” der, seviniriz. Ne der? Gönül ister ki, Sayın Başbakan şunları söylesin:

1) Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna hiçbir bürokrat girmeyecek, siyasetçi girmeyecek.

2) Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun ayrı sekreteryası ve ayrı bütçesi olacak.

3) Adalet Bakanlığı müfettişleri Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olacak.

4) Yargıç, kendi özgür güvencesine de kavuşmuş olacak. Yani yargıç, Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna karşı da bağımsızlığını koruyacak argümanlarla donatılacak.

Bunları söylerse teşekkür ederiz.

Sayın Başbakan, yolsuzluklardan da şikâyet ediyor ve diyor ki: “Yolsuzluklar konusunda, karşısında Hükûmetimiz tavizsiz durumunu sürdürecektir.” Ne kadar güzel. Sayın Başbakana soralım. Üç tane rapor var enerji ihaleleriyle ilgili; 2,2 milyar dolarlık zarar var. Soru bir: Bu üç rapora karşın 5 dolarlık bir tahsilat yapıldı mı? 5 dolarlık! 2,2 milyar dolar… Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Sayıştay Başkanlığı ve Enerji Bakanlığının kendi teftiş kurulunun hazırladığı raporlar.

İki, TÜPRAŞ’ın 14,76’lık hissesi konusunda cumhuriyet tarihinde ilk kez yolsuzluk, bir mahkeme kararıyla tescil edildi. Şimdi, ben, mahkeme kararının ilgili bölümünü okuyayım, belki Sayın Başbakana sunmamışlardır: “TÜPRAŞ’ın 14,76 oranındaki kamu payının satışa sunulması sırasında gerekli aleniyet ve rekabet ortamı oluşturulmadığı gibi, hisse satış fiyatının da kamu yararına uygun olarak belirlenmediği sonucuna ulaşılmış ve dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.” Şimdi bana söyler misiniz arkadaşlar, kim yolsuzluklarla mücadele ediyor? Kim? Yolsuzluklarla mücadele eden, böyle bir hükûmet mi? 14,76’lık pay geri alındı mı? Alınamadı, alınamaz da. Alınamaz da…

Bakın, Müteahhitler Birliği Başkanı var Sayın Erdal Eren. Gazetelere verdiği demeç var, röportajlarda diyor ki: “İhale yapıyorlar bizim haberimiz olmuyor.” Nasıl oluyor bu iş? Ben söylemiyorum, kişi orada, Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı. Nasıl oluyor da bunlar oluyor? Ee, belki Sayın Başbakan açıklar.

Avrupa Birliği İlerleme Raporu’ndan okuyacağım şimdi size bir bölüm arkadaşlar. Şöyle diyor en son rapor: “Yolsuzluk, Türkiye’de yaygın bir sorun olmaya devam etmektedir. Yolsuzlukla mücadele için Hükûmet, Parlamento ve diğer kurumlar bünyesinde ihdas edilen çeşitli organların verimlilik ve etkinlikleri zayıf olup, bu yapılanmalar arasında eş güdüm ve iş birliği düzeyi yetersizdir.” Yine aynı raporda “Yolsuzluk geniş çapta devam etmektedir, yolsuzlukla mücadele makamları ve politikaları zayıftır.” Evet, Sayın Başbakanın bilgisine sunuyoruz.

Sayın Başbakan diyor ki Hükûmet Programı’nda: “Suçluların yakalanması önemli değil, biz suçun işlenmesini engelliyoruz baştan itibaren.” Hiç yorum yapmadan, size, Emniyet Genel Müdürlüğünün şahsa karşı işlenen suçlar 2005 rakamını veriyorum, 196 bin. 2006 rakamı, 321 bin. Mala karşı işlenen suçlar 2005 rakamı 289 bin; aynı rakam 2006 yılında 463 bin. Hükûmet Programı’nı hazırlayanlar acaba bu rakamlara lütfedip niye bakmıyorlar?

“Efendim, cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir” diyor bizim Hükûmetimiz, 20032007.

Bana söyler misiniz değerli arkadaşlar, Irak’a girmeyeceğiz diye bir anlaşmanın altına imza atan, 1 milyar dolarlık bağış karşılığında imza atan bir hükûmet nasıl olur da cumhuriyet tarihimizin en parlak hükûmeti olabilir? Bana söyler misiniz arkadaşlar, Türk askerinin başına çuval geçirilen bir hükûmet nasıl olur da cumhuriyet tarihinin en parlak hükûmeti olabilir? (CHP sıralarından alkışlar) Bana söyler misiniz arkadaşlar “O adamı delikten aşağı süpürmeyin, kullanın.” diyen bir danışmanı çalıştıran bir arkadaş, nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti’nin en parlak hükûmetlerinden birisi olarak bize takdim edilir?

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya)  Halk sizi gördü, gördü!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Efendim, deniliyor ki: “Türkiye gelişen ülkeler arasından bir yıldız, bir başarı örneği olarak dünyada anılır olmuştur.” Aynen öyle…

Şimdi ben size, bu başarıyı anlatan Uluslararası Para Fonunun mayıs ayı raporundan okuyorum: “2006 sonunda, Türkiye, kendine benzeyen yedi ekonomi arasında, uluslararası rezervlerinin kısa vadeli borçlara oranının en düşük olduğu ekonomidir. Cari açığın gayrisafi yurtiçi hasıla oranı en yüksek ikinci ekonomidir. Dış borcunun gayrisafi hasılaya oranı en yüksek ikinci ekonomidir.” diye devam ediyor, ama bir şey daha söyleyeyim “IMF Raporu” dedi arkadaşımız, bir de Dünya Bankasından okuyalım: “OECD ülkeleri içinde Türkiye verimlilik sıralamasında en son sıradadır. Ayrıca iş gücü kullanımı yönünden de Türkiye en alt düzeyde bulunmaktadır.” Arkadaşlar arzu ederlerse OECD raporlarına bakabilirler.

Ben bir şey daha söyleyeyim, bunu sadece OECD veya bir başka organ söylemiyor, Sayın Ali Babacan da söylüyor, isterseniz okuyayım:  “Eğer, Türkiye'nin mevcut ekonomik yapısında, güven ortamında bir değişiklik olur, yabancı sermaye girişi yavaşlarsa, borçlanmada vade kısalırsa o zaman 200 kilometre hızla giden aracın önüne duvar çekilmiş olur. Araç da duvara toslar. Aracın içindekilerin hâlini düşünmek bile istemiyorum.” İşte, yıldızı yükselen bir Türkiye'nin ekonomiden sorumlu bir bakanının anlattığı, ifadesi bu değerli arkadaşlar.

Dünyanın en yüksek faizini vereceksiniz, ondan sonra sıcak paraya mahkûm olacaksınız, bir avuç sıcak paracıya dünyanın en yüksek faizini verirken de hiç vergi almayacaksınız. Bakın, şu soruyu ben sizlerin sormasını çok isterdim: Sayın Başbakan, nasıl oluyor da bu ülkede tüyü bitmemiş yetim vergi öderken, milyarlarca dolar faiz geliri elde edenler niçin vergi vermiyorlar? Bunlara bu ayrıcalığı hangi hükûmet sağladı? Bu bir kapitülasyon değil mi? Soracaksınız arkadaşlar!

Ve Sayın Başbakan bir itiraf yapıyor, kendisini kutluyorum gerçekten, itirafı aynen şöyle: “Küresel sermayenin, özellikle mal ve hizmet üretimine yönelik yeni yatırımlara yönelmesi için gerekli ortam oluşturulacaktır.” Demek ki, bugüne kadar küresel sermaye hiçbir zaman yeni yatırıma gelmedi. Geldi, dünyanın en yüksek faizini veriyorsunuz, parasını aldı, hiç vergi ödemiyor, yurt dışına gitti. Japon ev kadınlarının en yüksek geliri, biliyorsunuz, Türkiye'den elde ettikleri faiz geliri! Hiç vergi ödemedikleri için Türkiye'de, Japon Hükûmeti onların elde ettiği geliri vergiliyor, çünkü diyor ki, siz Türkiye'de vergi ödemediniz, o zaman elde ettiğiniz geliri orada vergileyeceksiniz. Türkiye'de ödenmesi gereken bir vergi, Japonlara ödeniyor. İşte, yükselen yıldızın dökülen cilaları bunlar değerli arkadaşlar.

Şimdi, deniyor ki, dış ticaret şöyle büyüdü, ihracatımız 97 milyar dolara ulaştı. Ne garip bir durumdur arkadaşlar, içinde “ithalat” sözcüğü yok. “Dış ticaret” dediğiniz zaman… İhracat var, bakın, söylüyor, Sayın Başbakanımız övünüyor “97 milyar dolara çıktı, 100 milyar dolara çıkacak” diyor. Ne kadar güzel, kim istemez ihracatın artmasını? Peki, ithalat nerede? Yüce Parlamentoya bilgi verirken, siz, ithalat rakamını niçin vermezsiniz? Hangi gerekçeyle vermezsiniz?

Ve daha garip bir şey söyleyeyim: İhraç ettiğimiz ürünlerin içinde acaba ne kadar ithal girdisi var? Teknoloji ürünlerinde yüzde 98, diğer ürünlerde yüzde 70’lere çıkıyor. Niçin bu bilgiler yüce Parlamentodan gizlenir?

Ve bir şey daha: Dış ticaret rejimi denen bir şey var arkadaşlar, dâhilde işleme rejimi. Dâhilde işleme rejimi konusunda bir arkadaş inceleme başlatıyor. Portre, kendisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonuna verdiği yazıdan benim öğrendiğim kadarıyla 93 milyar dolar. Bu inceleme bakan talimatıyla durduruluyor “bu konuya girmeyeceksin” diyor ve bu bürokrat, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonuna dilekçe vermek zorunda kalıyor. Ne yapıldı? Hiçbir şey.

Efendim, Sayın Başbakan diyor ki: “Cari açığın finansmanında doğrudan küresel yatırımların payları önemli ölçüde artış göstermiştir.” Ee güzel. Bu, şu anlama geliyor: Biz, durumu idare etmek için yabancı sıcak paraya mahkûmuz. O olmazsa zaten mahvolduk. Sayın Ali Babacan da aynı şeyleri söylüyordu. Bakın Dünya Bankası raporunu okuyayım size arkadaşlar: “Gelişmekte olan yani yükselen ülkeler topluca ele alındığında cari dengelerinde şöyle eğilim gözlenmektedir: Cari denge 9799 döneminde eksidir.” Yani, bütün ülkelerde eksi, 27 ülke. “20002005 yıllarında ise artıya geçmiştir. Artı denge 2000 yılında azalmakta, sonraki yıllarda sürekli artmaktadır. Türkiye ise 2000 yılı sonrasında giderek artan cari açıklar içindedir.” O ülkeler içinde bir tek Türkiye, giderek artan cari açıklar içindedir. İşte, o “yükselen yıldız” denen yıldızımız maalesef bu.

Bakın, Dünya Bankası raporundan bir bölüm daha okuyayım: “Büyük cari açık, önemli sermaye akımı, yüksek faizler ve değerlenen para gibi özelliklerin hepsine sahip olan Türkiye gibi ülkelerin durumu özellikle endişe yaratmaktadır.” Bizim yıldızımızın ne kadar endişeli olduğu söyleniyor ve Sayın Başbakan burada Merkez Bankası rezervlerinden söz ederken, üstüne basa basa “Merkez Bankasının 70 milyar dolar rezervi var.” dedi ve AKP Grubundan da iyi alkış aldı.

Şimdi, şu soruyu sormak gerekiyor: 70 milyar dolarlık rezervi tutun diye IMF bastırıyor mu; daha fazla tutun diye? Niçin? O sıcak paracıların bir kriz çıkarsa güvencesi olacak o para. Güvencesi olacak, çünkü yine en başta onlar paralarını alacaklar. Geçmişte de oldu bu. Aynı şey güvence olarak tutuluyor. Aklınıza şu soru gelebilir: 70 milyar doları aldık, güzel. Ne yapıyor Merkez Bankası bunu? Yabancı ülkelerde değerlendiriyor.

Bakın, eğer Amerikan hazine bonosuna iki yıl vadeli yatırırsa, getirisi yüzde 4,10 dolar bazında, yıllık 4,10 faiz alıyor. Euro bazlı, eğer Avrupa bölgesine yatırırsa, iki yıllık getirisi 3,98 euro.

Siz, bakın, değerli arkadaşlar, paranızı yüzde 4 faizle yatırıyorsunuz, yüzde 4 faizle para yatırdığınız bankalar kendi fonları aracılığıyla Türkiye’ye geliyorlar, bizim paramızla, bizim devlet tahvili, hazine bonosunu alıyorlar, biz de onlara yüzde 1718 faiz ödüyoruz. Soyulan Türkiye’nin adı ne zamandan beri yükselen Türkiye oldu arkadaşlar! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, özelleştirmenin başarısından söz etti Sayın Başbakan. Satış konusunda hiçbir endişemiz yok, babalar gibi satan bir hükûmet elbette başarılı olur. Gözü kapalı, kim ne alırsa, kim ne satarsa, hukuk bir tarafta…

Bakın, Dünya Bankasının raporundan okuyorum: “Özelleştirmenin en önemli amaçları Türk sanayisini daha etkin, yenilikçi ve rekabetçi kılmaktır. Oysa bu asıl amaç ikinci plana itilmiş, temel amaç, mali sorunları gidermek için özelleştirme gelirlerini en çoğa çıkarmak olmuştur.” Dünya Bankası bile bizimle dalga geçiyor!

Bakın, mirasyedi mantığıyla bu iş gitmez. Borcu olan bir aile reisi, yatağı, koltuğu, televizyonları satarak düzelmez; çalışarak yapar, üreterek yapar. Bize, üretmeyin diyorlar. Bu dolar kuruyla biz üretemiyoruz. İmalat sanayimiz, bakmayın, o kadar iyi durumda değil. Bizim işadamımız niye Mısır’da kuyruğa giriyor?

Özelleştirmede Sayın Başbakana bir soru daha sormak istiyorum, belki bilgisi yoktur. Bir kuruluş özelleştirilirken değerli arkadaşlar, önce onun değer tespiti yapılır. Özelleştirildikten sonra, o değer tespitinin kamuoyuna açıklanması yasaya göre zorunludur. Bugüne kadar hiçbirisi açıklanmadı. Ama, ne yaptılar biliyor musunuz AKP Hükûmeti, kanun değişikliği yaptı, bu açıklamayı şöyle yaptı: En son yükümlülük yerine getirildikten sonra açıklanır. Niçin? Hani siz şeffaflıktan söz ediyordunuz, hani siz saydamlıktan söz ediyordunuz, hani hesap verilebilirlikten söz ediyordunuz, nedir bu arkadaşlar? Kimi kandırıyoruz? Niçin değer tespitini kamuoyuna açıklamıyoruz? Bu mal hükûmetin malı olsa hiç itirazım yok; bu mal devletin malı, bu mal bizim vergilerimizle oluşturulan bir fabrika, bir kuruluş.

Efendim, “cari açığın kontrol altına alınabilmesi mali disiplinle mümkündür” diyor Sayın Başbakan. Şimdi sorun, cari açığı kontrol altına almak ifadesi değil, yanlış da buradan başlıyor. Cari açık, sistem kontrol edilemediği için çıkıyor zaten, kontrol edilebilse cari açık mı çıkar; çıkmaz.

Bakınız, bugün, eylül ayı değil mi? Hiç sordunuz mu acaba, temmuz ayının sonuçları niye hiç bugüne kadar açıklanmadı Maliye Bakanlığı devlet bütçe harcamaları, oysa açıklanırdı. Kaç milyar YTL’lik bütçe açığı var, Sayın Başbakan gelip açıklayabilir mi? Ben bir rakam vereyim, 11,4 milyar YTL bütçe açığı var. Aynı dönemde geçen yıl neydi? Bütçe, 455 milyon YTL fazla veriyordu. Eğer Sayın Başbakan bu bilgileri doğrularsa veya düzeltirse mutluluk duyarız.

Efendim, deniyor ki, eğitim, sağlık, gıdada KDV’yi 18’den 8’e düşürdük. Sayın Başbakana iki küçük ayrıntı vermek isterim: Gıdada KDV indirimi 1992 yılında yapılmıştır, eğitim hizmetlerinde de 16/5/1993 tarihinde yapılmıştır. Ama bir şeyin hakkını verelim: İndirim oranları o tarihten başlamıştır, ama daha sonra AKP Hükûmeti bunların kapsamını genişletmiştir. Eğer Parlamentoya bilgi vereceksek, bu bilginin doğru olması lazım.

Efendim, kayıt dışılıkla mücadele önümüzdeki dönemde de aynen devam edecektir diyor. Şimdi, geçmiş dönemde ne yapıldı onu sizin bilginize sunayım. Sayın Güldal Akşit Devlet Bakanıyken kayıt dışıyla mücadelede bir komisyonun başına getirildi ve bir sefer toplandı. 2004’tü yanlış hatırlamıyorsam. Toplantıya sunulan raporlar ve toplantı tutanakları var. Bir sefer toplandı ve bitti. Şimdi, Sayın Akşit’in o dönemdeki görevi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumundan sorumlu Bakan olmasıydı. Hükûmetten sorumlu değil, daha doğrusu, özür dilerim, ekonomiden sorumlu değil, çalışma yaşamından sorumlu değil. Niçin Sayın Akşit o göreve getirildi?

Efendim, Plan ve Bütçe Komisyonunda defalarca şunu söyledim, dedim ki: Eğer siz kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmek istiyorsanız, önce bu kayıt dışı ekonominin bilimsel bir çalışmasını ortaya koyun. Ey Merkez Bankası, Türkiye İstatistik Kurumu, Devlet Planlama Teşkilatı niçin bunu yapmıyorsunuz? Şu ana kadar yapılmadı. Şu ana kadar yapılmadı. Hesap Uzmanları Kurulu bir çalışma yaptı, o çalışma da gizli, açıklanmıyor. Niçin gizli? Sayın Hükûmet bir KADİM Projesi hazırladı, yeni, Başbakanlığın İnternet sitesine koydu. Daha henüz bir yol alınmış değil, umuyoruz kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilir.

Bakın, önümüzdeki dönemde de mücadele edeceğiz derken, tabii, Sayın Başbakan kayıt dışı ekonomiyle bir dönem mücadele ettiğini de söylüyor.

Ben şimdi yine Sayın Ali Babacan’ın bir konuşmasından bir bölüm okuyacağım. Ne zaman yapmış? 24/11/2006’da. Nerede? Dünya Ekonomik Forumu Türkiye Zirvesinde. Şöyle diyor Sayın Ali Babacan: “Geçtiğimiz dört yıl içinde, Türkiye’deki kayıt dışılıkla ilgili belki hiçbir ilerleme kaydedemedik. Bunu itiraf ediyorum ve kabul etmek zorundayız. Çok talihsiz, ama, durum bu.” Sayın Başbakanın bilgisine sunulur.

Enerji sektörü… Türkiye’yi karanlık günler bekliyor. Konuşma sürem gittikçe kısaldığı için özet olarak şunu söyleyeyim: EPDK’nın İnternet sitesinde rapor var, “En erken 2009 tarihinde Türkiye karanlıklara gömülebilir.” Yatırım yok. Kamu yatırımlarını soruyorum, bakıyoruz kamu yatırımlarına, gayrisafi millî hasıla, oran olarak, 1,23’ten 2006’da binde 47’ye düşmüş. Denebilir ki, özel sektör yapacak. Özel sektöre bakıyoruz, binde 49’dan binde 26’ya inmiş. Tabii, Sayın Başbakana sizin huzurunuzda şu soruyu daha sormak istiyorum: Sayın Başbakan, IMF’ye bir niyet mektubunu verdiniz ve şöyle bir ifade var: “KİT ürünlerinin fiyatlarının enerji fiyatları dâhil program varsayımlarıyla uyumlu olması sağlanacaktır (sürekli yapısal kriter).” Acaba, bu, elektrik fiyatlarına zam sözü müdür? Bu konuda bilgi lütfederlerse seviniriz.

“Efendim, denizcilik sektörü iktidarımız döneminde altın çağını yaşamıştır.” Doğrudur, tüm mahdumlar gemi aldı, niye altın çağı yaşamasın! (CHP sıralarından alkışlar)

“Efendim, Hükûmetimiz, sağlık hizmetlerini temel bir insan hakkı olarak kabul etmektedir.” Çok doğru, hiçbir insan bu haktan mahrum bırakılamaz, aynen doğru, altına imzamızı atıyoruz. Ama bir sorun var. Nedir sorun? Borcu olan esnafa sağlık hizmeti verilmiyor. Niçin? Yasa böyle. Kim çıkardı? AKP. Peki, diyelim ki, esnafın borcu var, sağlık hizmeti vermiyorsunuz. Peki, karısının günahı ne? Yaşlı anne ve babasının günahı ne? Onlara da sağlık hizmeti verilmeyecek.

“Efendim, ILO normlarına uyulacaktır, AB ve ILO normlarına çalışma yaşamıyla ilgili olarak.” Siz, bu Hükûmet Programı’nda “Ekonomik ve Sosyal Konsey” diye bir laf duydunuz mu? Yok öyle bir şey.

“Emeklilere millî gelir artışından pay verilmeyecek.” Peki, emekliler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı mı? Kim düşünüyor? AKP düşünüyor. Ne adına düşünüyor? Yükselen Türkiye adına düşünüyor. Yükselen Türkiye’yi takdirlerinize bırakıyoruz!

Efendim, değişik bakanlıklarımızca vatandaşlarımıza ulaştırılan sosyal yardımların arttığı söyleniyor; 2002’de 1,4 milyar YTL iken 2006’da 5,7 milyar YTL’ye ulaştığı söyleniyor. Önce, hükûmeti, sosyal yardımları artırmasından ötürü kutlarız. Yoksul yurttaşa haklar tanınmalı, onların yoksulluğu giderilmeli. Ama, anlaşamadığımız bir nokta var. O da şu: Yoksulun yoksulluğunu gidermek iane mantığıyla olmaz, sadaka mantığıyla olmaz. Bakın Anayasa’nın 60’ıncı maddesini okuyalım: “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” Eğer, sosyal devlet değil de sadaka devlet yaratırsanız, o mantıkla hareket ederseniz doğru olmaz.

Sayın Yazıcıoğlu buradadır, çok saygı duyduğum bir eski bürokrat, Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, umuyorum yeni görevinde de çok nitelikli, güzel işler yapacaktır. Eski Diyanet İşleri Başkanına gönderilen bir mektubu sizin dikkatinize sunmak isterim. “Ankara’nın kenar bir semtinde ilkokul öğretmeniyim. Öğrencilerim genelde yardıma muhtaç ailelerin çocukları. Ramazan dolayısıyla bazı iş adamları, yöneticiler, kameralar eşliğinde gıda yardımı yapıyorlar, bu durum ise öğrencilerimde psikolojik problemler oluşturuyor. Sorum şu: Kişilerin psikolojisiyle oynamak ve insanların fakirliğini topluma teşhir etmek günah değil midir?” (CHP sıralarından alkışlar) Bunu Sayın Başbakanın bilgisine sunuyorum. Yoksulun yoksulluğunu giderme hakkını isteme hakkı vardır, sosyal devlet bunu gerektirir. Yoksula “bana minnet duy” diye gidemezsiniz. Bunun Müslümanlıkta da yeri yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

Bir şey daha sormak istiyorum. Sayın Başbakan, toplam yeşil kart sayısı 14 milyondu. Siz bu toplam sayının 5 milyon 347 binini Ağustos ayında mı iptal ettiniz ve şu anda aktif yeşil kartlı sayısı 8 milyon 683 müdür? Bu konuda bilgi verirseniz sevinirim. Ağustos ayını özellikle sizin dikkatinize sunmak isterim.

Efendim, “Hükûmetimiz deniyor ki ahlaki ve manevi değerlerin yaşatılması için gerekli çabayı gösterecektir.” Çok güzel! Ahlaki ve manevi değerleri yaşatmak, etik değerleri yükseltmek, toplumun genel kültür düzeyini yükseltmek, aklı özgürleştirmek, her çağdaş insanın temel görevlerinden birisidir, hükûmetimizin  de görevlerinden birisi olmak zorundadır ama bunu yaparken şu noktayı asla unutmamamız lazım: Dini siyasete karıştırmamamız gerekir. Din, kişilerin iç dünyasıyla ilgili bir olaydır.

Şimdi, ben size şu noktayı hatırlatmak isterim: Batılılar bize son zamanlarda “ılımlı İslam devleti” sözcüğünü kullanıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti için. Sayın Başbakana da tabii bu soruluyor. Sayın Uğur Dündar programda soruyor “Ne diyorsunuz?” diye. Sayın Başbakanın tepkisi aynen şu: “Ilımlı İslam yakıştırmaları çok çirkin şeyler. Bir defa, bu,  dinimize saygısızlıktır, hakarettir. İslam’ın ılımlısı falan olmaz; İslam, İslam’dır. O kadar.” Yani, Sayın Başbakanın rahatsızlığı, bizim, İslam devleti olarak görülmesinden değil, ılımlı İslam olarak tutulmasında. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından “Ne alakası var?”sesleri)

Efendim, şimdi bakın, özellikle bizi dinleyen bayan AKP milletvekillerinin dikkatine sunmak isterim. TRT’de bir program var, programda bir konuşmacı var ve şunu söylüyor: “Kadın yaşamak için çalışmak mecburiyetinde değildir. İslam’ın, bir kere, öngördüğü kural bu. Kadın kız iken babası onun masrafını karşılar, evliyken kocası; babası, kocası yoksa erkek kardeşi; o da yoksa amcası.” Dikkat edin, hep erkekler. Şimdi, bu nerede söyleniyor? TRT’de. Özel bir televizyon olsa hiç itirazım olmaz. Herkes düşüncesinde özgürdür. Bakın, düşünce özgürlüğüne bir şey demiyoruz. TRT’de söyleniyor bu.

BAŞKAN  Sayın Kılıçdaroğlu, dört dakikanız kaldı.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Tabii efendim.

İki… (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN  Arkadaşlar lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Bu bir tartışma programı da değil, bu bir tartışma programı olsa dersiniz ki, birisi tartışmada kendi görüşünü dile getiriyor.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Programla ne alakası var bunun?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Ya dinle be, dinle ya!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Hükûmet Programı’yla alakası olmayacak, peki bunu nerede söyleyeceğiz? (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN  Arkadaşlar, lütfen dinler misiniz. Rica ediyorum arkadaşlar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  TRT’de böyle bir şey olacak, devletin televizyonunda böyle bir şey olacak, hükûmet buna sessiz kalacak, siz de diyeceksiniz ki “Bunun Hükûmet Programı’yla ne ilgisi var?” Ee, günaydın, günaydın arkadaşlar. Kusura bakmayın.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Bağımsız bir program…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Ben, özellikle, bunun altını çizdim. Bize niçin Batılılar “ılımlı İslam devleti” yakıştırması yapıyor? İşte, bunlar nedeniyle. Hükûmetin bunlara karşı daha duyarlı olması lazım, bunları engellemesi lazım. Bizim söylemek görevimizdir.

Bakın, özellikle bayan milletvekili arkadaşlarımın dikkatini çektim, müdahale etmeliler ve doğru olmadığını her yerde, her ortamda söylemeliler. Ben, bunu bu kürsüde söylediğim zaman, Sayın Mehmet Ali Şahin “Bize yerini ve zamanını söylerseniz bunu yapanlara soruşturma açacağım” dedi. Tarihini, yerini, zamanını söyledik, ne oldu? Hiçbir şey olamaz. Ödün verirseniz sonunu alamazsınız.

Efendim, istihdamı teşvik yasasından bahsettiler.

Şimdi, değerli milletvekilleri, size bir soru, Sayın Başbakana da: Teşvik sonuçlarını hangi bakanlığın İnternet sitesinden alabilirsiniz? Hiçbir bakanlığın; hiçbir yerde yoktur, hiçbir yerde göremezsiniz. Niye yoktur? Zaman zaman bakanlar gelir, bir rakam verirler, o kadar. Ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olduğum için bakanları sıkıştırdık ve aldık teşvik yasalarının sonucunu.

Bakın, enerji desteği açısından Ardahan, Hakkâri, Iğdır, Muş, Şırnak’ta hiç tesis yok, yeni istihdam yok. Arsa tahsisi açısından Ağrı, Ardahan, Artvin, Bingöl, Bitlis, Hakkâri, Muş, Iğdır, Rize, Şırnak’ta, kırk dokuz ilden bunlarda hiçbir arsa tahsisi de yapılmış değil. “Teşvik” diyorsunuz. Hükûmetin buraya gelip gerçekten bölgesel dengesizlikleri kaldıracak, özellikle, Türkiye’yi, daha ihracat potansiyelini güçlendirebilecek, daha elle tutulur bir teşvik politikası buraya getirmesi gerekmez miydi? Yok.

Bir şey daha söyleyeyim: Sayın Başbakan, işsizlikle ilgili ”Yüzde 10,3’ten 9,9’a indirdik.” dedi. Türkiye İstatistik Kurumunun bülteni burada: 9,9’değil 2006’da 10,5; 10,3’ten 10,5’e çıkmış durumda. Diğer konulara giremiyorum.

Efendim “Bilime yatırım yapılacak.” deniyor. Kısaca dış politikayla ilgili bir iki şey söyleyeyim. “Biz, küresel vizyonu yönlendirici bir aktör hâline geleceğiz dış politikada.” diyor.

Şimdi benim sorularım: Irak’la ilgili, herhangi bir, Türkiye’nin kırmızı çizgisi kaldı mı, nedir bu?

İkinci sorum: Irak Hükûmetinin herhangi bir teröristi yakalayıp Türkiye’ye teslim ettiğini duyduk mu?

Hükûmetin, 2003 yılı Mart ve Ekim aylarında iki defa Meclisten yetki almasına rağmen bu yetkileri niçin kullanamadığını Hükûmet Programı’nda niye görmedik?

Kerkük konusunda Ankara’da yapılan uluslararası toplantılara acaba Hükûmeti temsilen niye kimse katılmadı?

Büyük Orta Doğu Projesi’nden bahsediyor. Niye burada herhangi bir söz yok? Sözde, Türkiye bunun çok önemli bir unsuruydu.

Kıbrıs konusunda ne oldu? Uzun bir şey anlatıyorlar Program’da. Şimdi biz ek protokolü imzalayacak mıyız imzalamayacak mıyız? Siz onu söyleyeceksiniz. “Kıbrıs şöyledir, Kıbrıs böyledir, Kıbrıs başarılıdır…” E, ben sorayım: Türkiye dışında Kıbrıs’ı tanıyan devlet var mı? Hangi başarıdan söz ediyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ (İstanbul)  Var, Pakistan tanıdı.

BAŞKAN  Sayın Kılıçdaroğlu…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Bağlıyorum efendim.

BAŞKAN  Bir dakika verdim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Tabi efendim.

Efendim, beş yıldan beri teslimiyetçi politika izlerseniz, edilgen bir dış politika izlerseniz siz başarısız olursunuz. Edilgen bir politika izlerseniz başarısız olursunuz.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)  Seçim kaybedersiniz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Değerli arkadaşım, biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşlarının verdiği oya saygılıyız, Adalet ve Kalkınma Partisine verilen oya saygılıyız. Bizim eleştirilerimizin tutarsızlığını söyleyeceksiniz siz. Eğer, eleştirilerimiz tutarlıysa, şapkanızı önünüze koyup düşüneceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, ekonomi ne durumda? Ekonomi ne durumda? Bakın, Hükümet Programı’nda şöyle diyor: “Ülkemizin itibarına itibar kazandıran siyasetimiz, yeni dönemde daha güçlü bir Türkiye için, milletten aldığı gücü yine milletimizin hizmetine sunacaktır.” Ne güzel ifade değil mi? Evet! Ama, buna ben yanıt vermemeyim. İzniniz olursa, Sayın Unakıtan’ın yaptığı bir açıklamayla yanıt verelim. IMF’yi kastederek Sayın Unakıtan diyor ki: “Onların bir raporu bizim günlerce…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Bağlıyorum efendim, bağlıyorum efendim.

BAŞKAN  Sayın Kılıçdaroğlu, hayır bağlamıyorsunuz. Son bir dakika. Uzatmam söz konusu değil. Lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Peki efendim.

IMF’yi kastederek şöyle diyor Sayın Unakıtan: “Onların bir raporu, bizim, günlerce, aylarca kendimizi anlatmamızdan daha etkili oluyor. Ben ağzımla kuş tutsam etkili olamazken, IMF’nin hazırladığı rapor, tüm dünya tarafından kabul görüyor.” Ne itibarlı bir ülkeyiz değil mi? Ne kadar güçlü bir ülkeyiz? Öyle bir şey ki, bizim Maliye Bakanımız, aylarca, günlerce uğraşıp bir şey anlatamazken, IMF’nin bir raporuyla her şey çözülüyor ve siz…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)  Tüm dünya için geçerli o.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Çarpıtma!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)  Bu söylediklerimin hepsi doğru, hepsi doğru. Bu söylediklerimin sizi rahatsız ettiğini ben biliyorum. Zaten rahatsız olun diye ben bunları anlatıyorum, çünkü rahatsız olacaksınız ki doğruyu bileceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu Hükûmetin gerçek yüzünü, süremin elverdiği kadar size sunmaya çalıştım. O nedenle, bu gerçek yüzü gördükten sonra, CHP Grubu olarak biz, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine güvenoyu vermeyeceğiz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ederim Sayın Kılıçdaroğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, iki sayın milletvekilimiz söz istedi.

İlk söz, Grup Başkan Vekili, Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli’nin.

Buyurun Sayın Canikli. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Sayın Canikli, süreyi eşit mi kullanacaksınız?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun)  Evet Sayın Başkan, eşit kullanacağız.

BAŞKAN  Buyurunuz.

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun)  Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetinin Programı üzerinde AK Parti Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu ana kadar, Meclisimizde grubu bulunan üç siyasi partinin değerli temsilcilerinin Program’la ilgili görüşlerini dinledik. Elbette bu konuşmalar Hükûmetimiz tarafından, bakanlarımız tarafından değerlendirilecek ve katkı sağlayıcı, olumlu, yapıcı eleştiriler var ise Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi konusunda gerçekten uygulanabilir, gerçekçi öneriler içeren ifadeler var ise onlar elbette değerlendirecekler. Tabii bulabilirlerse!

Evet değerli arkadaşlar, ben ağırlıklı olarak Program’ın ekonomik boyutu üzerinde değerlendirmelerimi sizinle paylaşacağım grup adına. AK Parti Programı’nın bana göre ekonomik açıdan en önemli, belirgin, öne çıkan özelliği, ülkenin, ülke insanlarımızın refahının yükseltilmesini hedef almasıdır. Aslında bu hedef, önceki iki AK Parti Hükûmetinin de belirgin özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu yaparken, bu hedefe ulaşırken tali unsurlar olarak programda enflasyonun tek hanede kalması hedefleniyor geçmiş dönemde olduğu gibi, keza nominal faizlerin tek haneye indirilmesi hedefleniyor, vergi indirimlerinin özellikle istihdam üzerindeki yüklerden, mali yüklerden başlamak üzere düşürüleceği öngörülüyor ve gelir dağılımının daha da iyileştirileceği öngörülüyor. Şimdi, tabii bu hedeflerin gerçekten realize edilip edilemeyeceğini, mümkün olup olmadığını anlamak için, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için bu kadronun, AK Partinin önceki dönemde benzer göstergeler için ortaya çıkardığı performansa bakmak gerekiyor. Bir başka ifadeyle Sayın Bahçeli de belirtti, ki katılıyorum geçmiş dönemde ortaya konulan performans gelecek açısından da yol gösterici olacaktır.

Bir başka ifadeyle, AK Parti Hükûmeti, 58 ve 59’uncu Hükûmet olarak refahın yükseltilmesi, ekonominin iyileştirilmesi, makro göstergelerin istikrarlı ve sürdürülebilir bir noktaya getirilmesinde neler vaat etmiş, kamuoyuna hangi beklenti içerisinde olduğunu ifade etmiş ve hangi sonuçlar alınmış?

Dolayısıyla, eğer programda refahın yükseltilmesi için, gelecekle ilgili olarak 2013 yılında, yani dönemin sonunda, gayrisafi millî hasılanın 400 milyar dolardan 800 milyar dolara çıkartılması, kişi başına düşen millî gelirin 10 bin dolara çıkartılması hedefleniyor ve iddia ediliyor ise bunun gerçekçi, uygulanabilir bir hedef olup olmadığını anlamak için mutlaka geriye dönmemiz gerekiyor ve elimizde yeteri kadar da data ve zaman var. Yani, AK Partinin geçmiş dört buçuk yıllık süre içerisinde bu alanlarda ortaya koyduğu çalışma, sonuç ve performansa bakarak gelecekle ilgili olarak Program’da belirtilen ekonomik hedeflere ulaşıp ulaşamayacağı konusunda rahatlıkla bir fikir edinebiliriz.

Değerli arkadaşlar, bütün ekonomik programların hedefi ülkenin refahının, gelir düzeyinin yükseltilmesidir. Toplumun bütün insanlarının gelir düzeyinin yükseltilmesi, bu bir. İkincisi, gelirin de daha adil dağıtılır hâle getirilmesidir; yükselen bu millî gelirin, artan bu millî gelirin daha adil dağıtılabilir hâle gelmesidir.

Millî gelir rakamlarına geçmeden önce isterseniz enflasyondan başlayalım. Hükûmetimiz yeni dönem için, önümüzdeki dönem için enflasyon hedefini tek hane olarak belirlemiştir. Peki, bunu başarabilir mi? Başarabilir. Neden? Çünkü, geçmişte başarmış yani önceki hükûmet döneminde başarmış. Yüzde 29,75 olarak aldığı enflasyon oranını, 2006 sonu itibarıyla yüzde 10’un altına, yüzde 9,86’ya düşürmüş.

Aynı şey nominal faizler için de geçerli. Yüzde 64’ten devraldığı nominal faizleri bugün itibarıyla yüzde 18’lere düşürmüştür ve reel faizi Bunları biraz sonra tartışacağız. Sayın Kılıçdaroğlu da doğrulardan bahsetti, biraz sonra ben size doğruları, gerçek doğruları rakamlarla ifade etmeye çalışacağım yüzde 34 olarak devraldığı reel faizi, bugün itibarıyla yüzde 8’e, 9’a düşürmüştür. AK Parti Hükûmeti 2002 sonu itibarıyla devraldığında iktidarı, hükûmeti reel faiz yüzde 34 idi ve bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti devletinin, hatta dünyadaki bütün devletlerin ödediği en yüksek reel faizdi ve bundan sonra da hiçbir dönemde hiçbir ekonominin bu kadar yüksek bir reel faiz ödeyeceğini düşünmek mümkün değil. Soyulmaya örnek mi istiyorsunuz? İşte bu. Bakın, ülke nasıl soyuluyor?

Bir mantık hatası yapılıyor değerli arkadaşlar, bazı muhalefet sözcüleri tarafından mantık hatası yapılıyor. Şu anda 2007 bütçesinde ödediğimiz faiz toplamı yaklaşık 52 katrilyon lira. Öngörülen, ödenmesi öngörülen faiz bu, nominal faiz bu toplam rakam olarak. Bu da bütçenin toplamının yaklaşık yüzde 25’ine tekabül etmektedir. Yani, bugün itibarıyla, 2007 bütçesi itibarıyla Türkiye devleti, Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, toplam bütçe ödeneklerinin, bütçe büyüklüğünün yüzde 25’ini faiz olarak ödüyor. Bu da 2007 rakamlarıyla yaklaşık 52 katrilyon liradır.

Peki, bu daha önce ne kadardı, mesela Hükûmetimizin iktidarı devraldığında, yani 2002 yılında? 2002 tarihini kullanırken de kesinlikle hiçbir yere kasıtlı olarak bir atıf yapılmamaktadır, sadece ve sadece AK Parti Hükûmetinin devraldığı tarih olduğu için baz olarak kullanılmaktadır. Doğal olarak 2002 yerine başka bir tarihi kullanmamız mümkün değil dinamik bir tahlil açısından. Peki, nedir bu oran 2002 yılında? 2002 yılında bu oran yüzde 46. Yani, 2002 yılı bütçesinin, bütçe büyüklüğünün, toplam harcamaların, devletin bir yılda harcadığı rakamların toplamının yüzde 46’sı faiz ödemelerine aktarıldı, yüzde 46. Bugün ne kadar? Yüzde 25.

Eğer AK Partinin uyguladığı politikalar sonucunda olumlu veya olumsuz bir gelişme olmamış olsaydı faiz ödemeleri konusunda, aynen kalmış olsaydı, faiz ödemelerindeki oran aynen kalmış olsaydı yani 2007 bütçesi itibarıyla bütçe büyüklüğünün, bütçe harcamaları toplamının  yüzde 46’sını, hatta 47’sini biz faiz ödemelerine ayırmak zorunda kalmış olsaydık bu, 2002’de devraldığımız orandır 2007 itibarıyla ödememiz gereken rakam 100 katrilyon olacaktır değerli arkadaşlar.

Hangisi soygun? Hangisinde, bu ülkenin yatırıma gitmesi gereken ve gelir durumları itibariyle alt tabakada olan insanlara gitmesi gereken kaynaklar nasıl o dönemde ciddi anlamda faiz ödemeleri yoluyla toplumun üst gelir grubunda bulunan insanlara aktarıldı ve AK Parti Hükûmetlerinin uygulaması, akılcı ve sosyal politikaları sonucunda bu rakam, bu noktaya geldi? 100 katrilyon liradan 50 katrilyon liraya… Bu çok ciddi bir kaynaktır. Biraz sonra bu kaynağın nerelerde kullanıldığını sizlerle paylaşacağım.

Değerli arkadaşlar, biraz önce ifade ettim, elbette hedef ekonomide millî gelirin artırılması, insanların harcayabilecekleri gelirlerin artırılması, satın alma güçlerinin artırılması ama en az onun kadar da önemli olan, bu artan gelirin, gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasıdır.

Türkiye’de, gerçekten, gelir dağılımı son derece adaletsizdir. Bugün de adaletsizdir ama bir fark var, dün bugünden daha az adaletsizdi. Bir başka ifadeyle, son üç yılda, daha doğrusu 2003, 2004 ve 2005 yıllarında çünkü ondan sonra DATA yok elimizde, önümüzdeki günlerde çıkacak yeni rakamlar bu üç yılda, gelir dağılımında çok ciddi bir iyileşme olmuştur. 2003 yılında olmuştur, 2004 yılında olmuştur, 2005 yılında olmuştur.

Konuşan arkadaşlar rakam kullanmıyorlar değerli arkadaşlar, dikkat ederseniz rakam kullanmıyorlar gelir dağılımı konusunda. Çıkıyorlar, sadece, rakamsız ve belirli bir hedefi olan, içi boş bana göre, kusura bakmasınlar konuşmalar olarak ortaya çıkıyor. Bu tür iddiaların mutlaka rakamla teyit edilmesi gerekir. Özellikle meslekten gelen, özellikle bu işlerde uzman olan arkadaşlarımızın, bu gibi son derece önemli iddialarda bulunurken, mutlaka rakam kullanması gerekir ve rakamla teyit edilmesi gerekir bu iddianın. Aksi hâlde, iddianın hiçbir anlamı yoktur, bomboş bir iddiadır. Bu da, onlardan bir tanesidir.

Bakın, değerli arkadaşlar, gelir dağılımı rakamlarına bakalım: Millî gelirden, en zengin yüzde 20’lik kesimin aldığı pay, 2002 yılında yüzde 50,1; 2003 yılında yüzde 48,3’e düşüyor değerli arkadaşlar; 2004 yılında yüzde 46,2; 2005 yılında yüzde 44,4’e düşüyor. Bir yıl değil, iki yıl değil, üç yıl. Süreklilik söz konusu. Bu son derece önemli. Onun için, Hükûmet Programı’nda ifadesini bulan ve bütün, bugüne kadarki “AK Partinin uygulamalarının sosyal boyutu ön planda olan ve ağırlığı olan, ekonomi uygulamalardır.” ifadesi bu şekilde somuta dönüştürülmüş oluyor değerli arkadaşlar. Bu bir realitedir, bu bir gerçektir.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)  Yeşil kart niye arttı?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Bu rakamlara hiç kimse itiraz edemez, bu rakamların hiç kimse önünde duramaz. O zaman hepinizin, herkesin bu rakamlar üzerine şunu söylemesi gerekir: “Evet, AK Parti İktidarı döneminde gelir dağılımında istikrarlı bir iyileşme söz konusudur.” Bunu herkesin kabul etmesi gerekir. Aksini iddia eden var mı? Yok.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)  “Onun için mi yeşil kart arttı?” diyor. Ona cevap verin.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Evet değerli arkadaşlar, devam edelim.

Peki, en fakir yüzde 20’nin aldığı paya bakalım: Yüzde 5,3’ten yani toplumun en fakir yüzde 20’lik kesiminin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında sadece yüzde 5,3’ken, 2003 yılında 6, 2004 yılında 6 ve 2005 yılında 6,1’e yükseliyor. Hem zenginlerin aldığı payda ciddi bir azalma konusu ve uzun yıllardan sonra ilk defa bu trend yaşanıyor. Bu da çok önemli. Uzun yıllardan sonra ilk defa bu trend yaşanıyor. Bunların ortaya konulması gerekiyor ve bunların kayda geçmesi gerekiyor, tarihe not olarak düşülmesi gerekiyor. Uzun yıllardan sonra ilk defa AK Partinin döneminde, gelir dağılımındaki o büyük yolsuzlukta ciddi iyileşme ortaya çıkmaya başlamıştır ve inşallah devam edecektir. Gelecekte de devam edecektir. Bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz çünkü geçmişte bu Hükûmet bunu başarmış. Bu referansla rahatlıkla gelecekte de bunu yapabileceğini söyleyebiliyoruz. Hiç kimse bunun aksini iddia edemez.

Gelelim büyümeye, refaha. Esas konumuz bu, esas bugün irdelemeye çalışacağım konu bu. Ekonomi son yirmi bir çeyrektir büyüyor ve dört yılda büyüme oranı yüzde 7,4. Şimdi, değerli arkadaşlar, 2002 yılında 181 milyar dolardan aldık, 400 milyar dolara çıkardı bu Hükûmetimiz. Kişi başına düşen millî gelir de 2002 yılında 2.598 dolardan 2006 yılında 5.477 dolara çıktı. Bunları anlatıyoruz, bütün bakanlarımız söylüyor, Sayın Başbakanımız söylüyor, her zaman söylüyoruz. Fakat diyorlar ki bazıları: “Efendim, bunlar fiktif, bunlar gerçekçi değil, bunlar reel değil.” Peki, nedir reel? Nedir reel? İsterseniz bu reellere bakalım. Üretilen, tüketilen mal ve hizmetlerdir. Doğru mu? Evet. Gerçekten, son dört buçuk yılda kişi başına düşen millî gelir ve toplam millî gelirdeki inanılmaz artış bu artışın bazılarını rahatsız ettiğini biliyoruz ve anlayışla da karşılıyoruz ama bu rahatsızlık bu gerçekleri değiştirmiyor fiktifse, fiktif olmayanlara bakalım. Nereden başlayalım? İsterseniz konuttan başlayalım.

Bakın, 2002 yılında yapı ruhsatı izni verilen daire sayısı Türkiye’de 47.242, 2006 yılında 600.387. O fiktifse, bu nedir değerli arkadaşlar? (AK Parti sıralarından alkışlar) Aradaki 550 bin konut kime gidiyor? Kim satın alıyor? Uzaydan gelen insanlara mı satılıyor bu? Hayır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına satılıyor. 47.242’den, 600.387’ye.

Devam edelim. Nedir refahın göstergelerinden bir tanesi? Dayanıklı tüketim malları, buzdolabı, televizyon, vesaire. Bakalım rakamlara. Gerçekten, biraz önce ortaya koymaya çalıştığımız, 181 milyar dolar olarak devraldığımız ve 400 milyar dolara çıkardığımız bu millî gelir artışı fiktif mi değil mi? Bakalım, devam edelim. Buzdolabı: 2002 yılında satılan buzdolabı Türkiye’de değerli arkadaşlar, 1 milyon 88 bin, 2006 yılında satılan buzdolabının toplamı 6 milyon 102 bin. Çamaşır makinesi: 2002 yılında 823 bin adet çamaşır makinesi satılmış, 2006 yılında 5 milyon 375 bin adet çamaşır makinesi satılmış arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunların hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları alıyor, onlar kullanıyor, onların refahını yükseltiyor. Var mı bu rakamlara itirazınız? Var mı? Yok, olamaz, gerçek rakamlar çünkü.

SIRRI SAKIK (Muş)  Onların hepsi seçim öncesinde dağıtıldı.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Devam edelim, bakın, devam edelim.

Fırın: 2002 yılında 339.399 tane fırın satılmış bu memlekette, 2006 yılında 6 milyon 762 bin tane fırın satılmış değerli arkadaşlar.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)  Kömürü bilmiyor, buzdolabını biliyor!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, 2006 yılında 6 milyon 762 bin tane fırın tüketmiş. Televizyon: 12 milyondan 18 milyona çıkmış. Sadece bir yılda satılan televizyon 18 milyon adet. Bulaşık makinesi: 281 binden 1 milyon 179 bin adede çıkmış. Otomobile bakalım: 2002 yılında satılan otomobil toplamı 90 bin, 2006 yılında 373 bin. Evi artıyor, ev sahibi oluyor, çamaşır makinesi, beyaz eşya sahibi oluyor, otomobil sahibi oluyor, yani refahı yükseliyor değerli arkadaşlarım.

Bakın, hizmetlere geçelim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Kredi kartı borcunu da açıklayabilir misiniz?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Hepsine geleceğim Sayın Kılıçdaroğlu.

Bakın, uçak yolculuğuna bakalım: Türkiye’de, uzun yıllar, uçak yolculuğu, toplumun üst gelir grubunda bulunan insanların kullanabildiği ayrıcalıklı bir ulaşım yöntemiydi. Doğru mu? Öyle.

BAŞKAN  Sayın Canikli, dört dakikanız kaldı.

Önünüzde çok kart var!

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Rakamlar bunu teyit ediyor.

Bakın, 2002 yılında toplam iç hatlar uçuş sayısı, yani ağırlıklı olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kullandığı uçuş sayısı 8 milyon 700 bin 2002 yılında. 2006 yılında ne kadar biliyor musunuz değerli arkadaşlar? 28 milyon 740 bin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Son dört yılda 7 milyon vatandaşımız ilk defa uçağa binmiş. Şimdi, bazı siyasi partilerimiz araştırma yapıyorlar, AK Parti niye bu kadar başarılı oldu diye? Niye efendim, işte bu kadar oy aldı? Arkadaşlar, işte başarı burada! Başarı burada! Otomobil sahibi olabiliyor, ev sahibi olabiliyor, beyaz eşya sahibi olabiliyor, uçağa binebiliyor, eğlenebiliyor. Bakın, onların rakamlarını vereceğim size…

SIRRI SAKIK (Muş)  Anadolu’da çöp çıkmayan ilçeler var.

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep)  Kömürle yeşil karta gel…

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  …ve hızla artıyor… Dolayısıyla, bakın, sadece onlar değil, mobilya satışlarında artış yüzde 77. Mobilya satışlarındaki artış yüzde 77. Rakamların ayrıntılarını geçiyorum. Eğitim hizmetleri yüzde 69, eğlence yüzde 96. Hepsi var. Bütün alanlarda yani sadece bir alanda değil. Toplum tüm alanlarda zenginleşiyor, refah seviyesi yükseliyor. İşte, onun için AK Partiye bu kadar teveccüh var. Bunlar olmasaydı olur muydu? Ve test edilen de esas itibarıyla bu. Muhasebesi, esas itibarıyla 22 Temmuzda verilen de bu, değerli arkadaşlarım. Bütün bunların hesabı verildi ve takdirle ödüllendirildik ve bu takdir, vatandaşın bize verdiği bu takdir belgesini de her zaman gururla, şerefle taşıyacağız ve her yerde de ifade edeceğiz, dile getireceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kırmızı et, beyaz et, bal, süt… Bütün alanlarda inanılmaz artışlar var. Şimdi, belki şu soru… Bakın, sağlıkta çok ilginç bir rakam vereyim ben size: 2002 yılında, toplam poliklinik hizmet adedi, Türkiye’de toplam muayene sayısı, tedavi sayısı 175 milyon, 2006 yılında 311 milyon değerli arkadaşlar. Yani, önceki hükûmetler döneminde en temel, en insani bir hizmetten dahi mahrum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Bu sağlanıyor.

Değerli arkadaşlar, Karayolları, KÖYDES, onları geçiyorum.

Şimdi, peki, bunun kaynağı ne? Bu soru gelebilir. Bu soruyu sormak son derece doğal. Bunun iki tane kaynağı var. Yani, bu kadar harcamalar, artışlar var gerçekten, her alanda. Vatandaşımız daha çok tüketiyor, daha çok refah içerisinde, daha çok konforlu otoyollarda ve bölünmüş yollarda seyahat ediyor. Bunların hepsi refahın unsuru, refahı artıran unsurlar, faktörler. Peki, bunun kaynağı ne? İki tane kaynağı var: Bir, ücretlilerin maaşlarında, gelirlerindeki reel artışlar ve bir de biraz önce anlattığım, faizde elde ettiğimiz 2006 rakamları itibarıyla yıllık 50 katrilyon liralık tasarruf. İşte, bunlar bunun kaynağı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakın, asgari ücret, asgari ücretten başlayalım. Nasıl ücretlilerin satın alma güçleri reel olarak artırılarak bunun finansmanı sağlanıyor? 2002 yılında asgari ücret 184 YTL, 2007 itibarıyla 419 YTL; artış yüzde 130. Bu dönemde TÜFE artıştı, enflasyon artışı yüzde 58,8; yüzde 60 diyelim kabaca. Peki, acaba, bir asgari ücretli, 2002 yılında bu parayla ne kadar mal ve hizmet alabiliyordu, bugün ne kadar alabiliyor? Şeker: 2002 yılında 118 kilo, 2007’de 247 kilo. Aynı miktar şeker, aynı kalite, aynı marka. Un: 2002 yılında bir asgari ücretli maaşıyla sadece 253 kilogram un alırken, bugün 465 kilogram un alıyor. Yumurta: 1.226’dan 2.618’e çıkmış. Yağ, süt, ekmek, mazot, hepsi için geçerli. Kıyma: 28 kilodan 35 kiloya çıkmış. Dolayısıyla, satın alma güçleri arttığı için, vatandaşlarımızın biraz önce saydığımız o mal ve hizmetleri daha çok alma imkânı ortaya çıkmıştır.

Aynı şey SSK işçileri için geçerli. Bakın, 2002’de SSK emeklisinin maaşı 257 milyon lira. Biraz önce, Sayın Kılıçdaroğlu da emeklilerden bahsetti. Buyurun işte. Çok somut, net söylüyorum ve millî gelir artışından en çok katkıyı sağlayanlardan bir tanesi de emeklilerimizdir. Rakamları ifade edeyim, sizinle paylaşayım. SSK işçi emeklisinin 2002’deki aldığı maaş 257 YTL, bugün 547 YTL…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AKİF EKİCİ (Gaziantep)  420 milyon asgari ücreti biraz daha aşağıya çek!

BAŞKAN  Sayın Canikli, bitirmeniz için bir dakika ek süre.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Artış, yüzde 113, enflasyonun 2 katı. SSK tarım emeklisi, 216 YTL’den, 376… Bütün hepsi için geçerli, hiç istisnası yok, memurlar için de geçerli, diğer bütün çalışanlar için geçerli. Diğeri de yani bunun, biraz önce söylediğiniz bu artışın kaynaklarından bir tanesi de yıllık 50 katrilyon lira. Bu rakam daha da düşecek değerli arkadaşlar.

Bir mantık hatası yapılıyor borçlanmayla ilgili olarak. Bakın, deniliyor ki, efendim, işte, cari açık, kur düşük, vesaire, yüksek, çok büyük. Bakın, Türkiye’ye net döviz girişi devam ettiği sürece, bunun bedelini Türkiye Cumhuriyeti ödemiyor, eğer bir bedeli varsa. Yani, bundan iki yıl önce yüksek rakamdan TL’ye geçen ve bunu portföy yatırımına ya da başka bir yatırımda değerlendiren bir yabancı yatırımcı, bunu tekrar düşük dövizden yüksek getiriyle dışarıya çıkarmak istediği zaman, bunu başka birisi satın alıyor. Bakın, bu çok önemli bir ayrıntıdır arkadaşlar. Bunu kim satın alıyor? Başka bir yabancı satın alıyor. Türkiye açısından bunların hiçbirisi realize edilmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Sayın Canikli, size bir dakika daha verirsem Sayın Ergün’e ek bir dakika vermeyeceğim o zaman. İstiyor musunuz bir dakika?

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Evet, lütfen, tamamlıyorum.

BAŞKAN  Buyurunuz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Teşekkür ederim.

Dolayısıyla, hiçbir zaman, Türkiye bu açıdan bir kayba uğramamıştır. Neden? Her zaman, giren döviz çıkan dövizden fazladır, net olarak Türkiye’ye giren döviz fazladır. Dolayısıyla, bu, bir mantık hatasıdır. Sayın Kılıçdaroğlu, burada onu ifade etmeye çalıştı, kesinlikle mantık hatası yapıyor. Ne zaman olur? Ayrıca, diyelim ki, bu dalgalı kur politikası uygulanıyor, aşağı da gider yukarı da çıkar, kimse bunu bilemez, ne zaman çıkacağını, ne zaman ineceğini bilemez. Yarın bir şekilde çıkarsa, yarın dövize çok talep olursa, piyasa kuralları çerçevesinde dövizin fiyatı yükselir, hiç kimseye kur garantisi yok.

Bakın, değerli arkadaşlar, Merkez Bankası rezervlerinin hangi amaçla tutulduğunu ifade etti. Çok iyi biliyorsunuz ki Sayın Kılıçdaroğlu, bu amaçla tutulmuyor, çünkü kur garantisi yok uygulanan kur politikasında, kur garantisi yok. Daha önceki, 2001 Şubat krizinde kur garantisi vardı, bir bant içerisinde Merkez Bankasının taahhüdü vardı. Bütün alıcılara, Merkez Bankası, o aralık içerisinde döviz satmayı taahhüt etmişti, ama böyle bir şey yok. Dolayısıyla, diyelim ki yükseldi, yüksek dövizden almak zorunda ve zarar etmek durumunda o hâlde. Kim zarar edecek? Yine, yabancı zarar edecek. Sistem, kendi iç güvenlik mekanizmasını içermektedir, bu yönde bir sıkıntı yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla)  Teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, Grup Başkan Vekili ve Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün.

Sayın Ergün, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ERGÜN (Kocaeli)  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi olan AK Partinin 3’üncü ve cumhuriyetimizin 60’ıncı Hükûmetinin Programı hakkında Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken Hükûmet Programı’nda samimi bir şekilde vurgulanan, muhalefet partileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla ve ilgili tüm taraflarla diyalog, iş birliği ve başarıları paylaşma isteğinin önemine işaret etmek istiyorum. Katılımcı ve paylaşımcı bir yönetim anlayışının, programın başarısına yapacağı katkı açıktır. Dönemin hemen başında ortaya konan bu samimi yaklaşımın muhataplarından da içtenlikli bir karşılık bulmasını, diyalog ve iş birliği ortamını güçlendiren, samimi ilişkileri derinleştiren üslup, tutum ve beyanların öne çıkmasını diliyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, AK Parti ve hükûmetleri, kurulduğu günden beri, yazılı belgelerin ve sözlü beyanların arkasında durmaya özen göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, Anayasa’sı ve kalkınma planlarındaki hedefleriyle uyumlu hazırlanan parti programı, 2002 Seçim Beyannamesi, hükûmet programları ve acil eylem planlarındaki taahhütlerin büyük bölümünün gerçekleşmiş olması, bizlerin 60’ıncı Hükûmet Programı’na ve hedeflerin yakalanacağına olan güvenimizin başlıca nedenidir. Yakında hazırlanacak olan eylem planı ve 2008 yılı bütçesi ve uygulamaları ile Hükûmet üyelerimizin yüksek performansı, bizlerin ve toplumun güven ve heyecanını daha da artıracaktır. Cenabı Allah yardımcınız olsun ve mahcup etmesin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi istikrar ve güven ortamının ülkelerin kalkınması ve zorlukların aşılmasındaki büyük rolü hepimizin malumudur. 192338, 195060, 196569, 198390, 20022007 yılları arasındaki büyük atılımlar, istikrar ve güvenin sonucudur. Ne yazık ki, 70’li ve 90’lı yıllarımız istikrarsızlık ve kaos içinde heba olup gitmiştir.

Halkımız, 22 Temmuzda, bir kere daha, istikrar ve güvene büyük bir basiret ve dirayetle sahip çıkmıştır. Demokrasi, sade vatandaş rejimidir ve halkın bilincine, basiretine, iradesine güvenmeye, tercihlerine saygılı olmaya dayanır. Hükûmet Programı’nın, millete seçim beyannamesiyle verdiği taahhütleri önemseyen, sandıktan çıkan sonucun mesajını doğru okuyan, halkın çizdiği yol haritasına göre ilerleyen bir nitelikte olması da ayrıca takdire değer bir durumdur.

Geçtiğimiz dönemde AK Parti İktidarının bütün unsurlarının halkımızla kurduğu interaktif ve sıcak ilişki yeni dönemde de sürdürülecek, siyasi istikrar ve güven kalıcı hâle getirilecektir. Amacımız, 2012 ve 2017 genel seçimlerini de kazanarak, cumhuriyetimizin 100’üncü yılında ülkemizi daha demokratik, daha kalkınmış, daha zengin ve daha güvenli bir hâle getirmek, dünyanın en güçlü on ülkesinden birisi yapmaktır. Bu nedenle, daha az enerjiyle, daha kısa zamanda, daha uzun yol almamız gerekiyor. Enerjimizi içeride kısır çekişmelerle tüketemeyiz, çok değerli zamanları içi boş tartışmalarla geçiremeyiz, yolumuzun uzun ve zorluklarla dolu olduğunu unutamayız.

Saygıdeğer milletvekilleri, cumhuriyetimizin temel nitelikleri olan demokratik devlet, laik devlet, sosyal devlet ve hukuk devleti gibi değerleri bir bütün hâlinde savunan, tekâmül ettiren ve güçlendiren bir yaklaşımla, toplumsal sözleşme özelliğine sahip sivil bir uzlaşma anayasası, Hükûmet Programı’nın en güçlü yanlarından biridir. Çünkü, tarihimizde, anayasalar, ya mutlakiyetten meşrutiyete geçerken 1876 ve 1908 Anayasaları gibi ya meşrutiyetten cumhuriyete geçerken 21 ve 24 Anayasaları gibi veya askerî darbelerden sonra 61 ve 82 Anayasaları gibi yapılabilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisine kalan ise, aksayan yönlerine tadilat ve tamirat yapma işleri olmuştur. Yüzde 85’e varan yüksek temsil oranıyla ve milletten aldığı taze güçle, 23’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21’inci yüzyılın ruhuna uygun bir anayasa  metni üzerinde uzlaşabilmek için, ön yargısız bir tutumla çalışmalıdır. Çok çalışalım, uzun uzun tartışalım, ancak, özellikleri Hükûmet Programı’nda da açıklanan bir anayasayı sivil iradenin de yapabileceğini gösterelim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz dünyasının en önemli sorunlarından biri de, ulusal, bölgesel ve küresel terör olaylarının tırmanmasıdır. Bölgemizdeki bazı sosyal ve ekonomik sorunlar ile kültürel hassasiyetlerin istismarını bir kamuflaj elbisesi olarak giyen, ancak, özünde etnik, bölücü amaçlar taşıyan terör belası yüzünden otuz yıldır ağır bedeller ödüyoruz. Toplumun kültürel haklar ve özgürlükler alanındaki sorunlarını demokratikleşme adımlarıyla, sosyal ve ekonomik problemlerini ise genel bir kalkınma hamlesiyle çözmeye başlayan AK Parti iktidarları, bir yandan giydirilmiş terörün, çıplak bir şekilde, etnik, bölücü bir terör olduğunu tüm dünyaya göstermiş, terörle mücadelenin hukuki ve uluslararası zeminini daha da güçlendirmiştir, diğer yandan ise, 90’lı yıllar boyunca Türk siyasetine ve idaresine küsmüş olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın devletiyle, vatanıyla, bayrağıyla, milletiyle, Türk siyaseti ve Türk idaresiyle bağları 3 Kasım 2002’den itibaren yeniden güçlenmeye başlamıştır. Beş yıl önce sadece yüzde 8, yüzde 10, yüzde 15 oranında oy aldığımız şehirlerden ve köylerden 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 40, yüzde 50, yüzde 70 oranında oy almamızın, her hâlde, bir nedeni ve bir anlamı vardır.

Biz, bu oyları, Diyarbakır meydanında, 7080 bin vatandaşımızla “tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet” sözlerini birlikte haykırarak aldık. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, biz, beş yıl boyunca insanlarımıza daha ileri demokrasi, daha çok hak ve özgürlük götürdük ve güven verdik; daha çok okul, hastane ve sağlık ocağı yaptık; öğretmen, uzman doktor, ebe, hemşire, kar ambulansı gönderdik; her köye yol yaptık, her eve su götürdük. Depremde, selde, dar zamanda sosyal devlet halkımızın yanında, yakınında oldu. Başbakanımız, bakanlarımız, milletvekillerimiz, halkın hep içinde oldu. Parti teşkilatlarımız hep açık kaldı ve başardık. 60’ıncı Hükûmetle daha fazlasını da başaracağız.

Terörü ve terörün kaynaklarını kurutacağız.

Hükûmetimize ve programına güveniyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Hükûmet Programı hakkında eleştiri yapan bazı siyasilerimiz, programda heyecanlandırıcı somut hedefler olmadığını ve programın bir savunma psikolojisiyle hazırlanmış olduğunu, sık sık 2002’deki olumsuz rakamlara atıf yaparak geçmiş beş yılın hesabını vermekten kaçıldığını iddia etmektedir.

Değerli arkadaşlar, her yıl ortalama yüzde 7’lik büyüme hızının devamı, 800 milyar dolarlık millî gelir hedefi, 10 bin dolarlık fert başına millî gelir hedefi, yüzde 5’in altında enflasyon, altı sıfırdan kurtulmuş güçlü Türk lirası, 200 milyar dolarlık ihracat hedefi, 20 milyar dolar yıllık yabancı sermaye yatırımı, 70 milyar doların üzerindeki döviz rezervi, kamu açıklarının ortadan kalkması, bütçe açıklarının giderilmesi ve denk bütçeye doğru gidilmesi, faiz oranlarının yüzde 10’un altına çekilecek olması, vergi indirimlerine devam edilecek olması, 40 milyar doları aşacak olan turizm gelirleri, doğal gazın 81 ile yaygınlaştırılarak insanımızın hayat kalitesinin artırılacak olması, 15 bin kilometrelik duble yol ağı, Ankaraİstanbul, Konya, Sivas, Afyonkarahisar, İzmir hatlarında hızlı tren çalışmaları ve daha onlarcasını sayabileceğimiz hizmet ve hedefler somut değilse nedir? (AK Parti sıralarından alkışlar) Sizde heyecan kalmadıysa, bu hedefler sizi heyecanlandırmıyorsa siz ölmüşsünüz, ağlayanınız yok; biz ne yapabiliriz? (AK Parti sıralarından alkışlar)

2002’deki bazı rakamlara atıf yapılmasının nedeni, sadece dünü, bugünü ve yarını birlikte görmek ve değerlendirmek içindir. Yoksa amacımız, 2002’deki kötü tabloya neden olanları mahcup etmek, onların yüzünü kızartmak değildir. Biz, siyasi hesabı milletçe sandıkta, hukuki hesabı mahkemelerce görülmüş ve görülmekte olan karanlık geçmişin değil, aydınlık geleceğin peşindeyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar) O günlere girersek boş tartışmaların içine girmiş oluruz. Sadece, Kemal DervişAli Babacan mukayesesini yapmak bile, o günlerle bugünleri anlamak açısından çok daha önemli ve değerlidir.

AK Parti İktidarının geçmiş beş yılında savunulamayan, hesabı verilemeyen bir iş yoktur. 22 Temmuz öncesi seçim meydanlarında ve televizyon ekranlarında söylenmedik söz, ortaya atılmadık iddia kalmadı. Millete gidildi ve hesaplar ibra edildi. “Namuslu bir hesaplaşma yapılsın.” deniliyor. En namuslu muhasebe, milletin vicdanındaki muhasebedir ve millet muhasebesini yapmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Yeniden 22 Temmuz öncesine dönmek bana bir fıkrayı hatırlattı. Temel yeni bir araba almış, İstanbul’da gezmek istiyor. Çıkmış Eminönü’nden yola, Beşiktaş’tan Taksim’e doğru çıkmış. Taksim Meydanı’nda bir tur atıyor, iki tur atıyor, üç tur atıyor, beş tur atıyor, on beşyirmi tur olunca polis kendisini durdurmuş, “Hemşehrim ne tur atıyorsun, eşkıya mısın, terörist misin, ne işin var burada, bu kadar tur atılır mı Taksim Meydanı’nda, ne oldu?” demiş. Temel de polis memuruna “Bir şey olmadı memur bey, sinyal takıldı da.” demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, yeniden 22 Temmuz öncesine dönmek, sinyali takılan bir adamın Taksim Meydanı’nda nihayetsiz tur atmasından farklı değildir. Milletimiz, geçmiş iktidar sahiplerini de diğer muhalefet partilerini de yeniden Meclise taşımıştır, Meclise göndermiştir. Meclise göndermekle, kendisine olan borcun ödenmesini ve hataların düzeltilmesi için yeni bir fırsat vermiştir. Ne mutlu bu fırsatı iyi değerlendirenlere.

Değerli milletvekilleri, son olarak değinmek istediğim konulardan biri de, AK Parti İktidarı döneminde Türkiye’nin stratejik önemini ve değerini artıran projelerin gerçekleşmiş, gerçekleşiyor ve gerçekleşecek olmasıdır. Bunlar, insanı gururlandırıyor ve heyecanlandırıyor. Öncelikle, Türkiye, çok önemli bir enerji ve dağıtım merkezi hâline gelmektedir. Mavi Akım Projesi’yle Rus doğal gazı Karadeniz’in altından Samsun’a gelmiştir. SamsunCeyhan gaz ve boru hatlarıyla ilgili çalışmalar devam etmektedir. BaküTiflisCeyhan boru hattı bitirilmiş, Hazar havzası doğal gazı, Hazar havzası petrolleri Türkiye’ye getirilmiştir. Şimdi, Şahdeniz Projesi devam etmekte ve aynı güzergâhtan doğal gaz getirilmektedir. Nabuko Projesi’yle, Hazar, İran, Orta Doğu, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya hatlarıyla bu bölgelerin doğal gazı Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına sunulabilecektir. Aynı şekilde, Türkmen doğal gazının İran üzerinden Türkiye’ye getirilebilmesinin çalışmaları devam etmektedir. Mısır doğal gazının Suriye üzerinden Ceyhan’a getirilmesinin çalışmaları sürdürülmektedir. Türkiye, Yunanistan ve İtalya arasında Adriyatik Denizi’nin altından bir enerji koridoru Türkiye tarafından gerçekleştirilmektedir.

İkinci olarak da, sessizce yürütülen bazı ulaştırma projelerinden söz etmek istiyorum. KarsTiflisBakü tren yolu hattı bu, tek başına sadece Kars’ı Bakü’ye bağlayan bir hat olarak düşünülmesin Marmaray Projesi’yle birlikte düşünüldüğünde, İstanbul Boğazı’nın altından sadece İstanbul’daki şehir içi ulaşımını değil, Londra’dan Çin’e kadar bir trenin yük taşımacılığı yapabileceği yegâne ülkenin Türkiye olabileceği bir projeye işaret etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Aynı zamanda, Şanlıurfa’da bir dağın arkasında sessizce devam eden Orta Doğu’nun en büyük kargo havalimanı inşaatı ve GAP’ın bitirilmesi çalışmalarıyla birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarının ne kadar aydınlık ne kadar parlak olacağı açıktır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, Balkanlar ve Avrupa Birliğiyle, Kıbrıs ve Orta Doğu’yla, ABD ve Afrika’yla, Rusya ve Kafkasya’yla yakın, orta ve uzak Asya’yla ve münhasıran Türk dünyası, İslam dünyası ve buralardan kaynaklanan sorunlar ile ilgilenmek zorunda olan ender ülkelerden biridir. Bizim dış politika ilişkilerimiz, en az ABD’nin dış politika ilişkileri kadar yoğun ve karmaşıktır. Bu durum, hem bulunduğumuz coğrafyadan hem de uzun, etkileyici ve derin izler bırakan tarihimizden kaynaklanıyor. Bu nedenle Türkiye, dünyadaki herhangi bir ülke değildir ve öyle de yönetilemez.

Evet, bugünkü topraklarımız bir imparatorluk toprakları kadar geniş değil. Ancak, nüfusumuzun ve ilişkilerimizin çeşitliliği ve dinamizmi bir imparatorluk kadar zengin. Önümüzdeki yıllarda iç ve dış ilişkilerimize bu perspektiften bakarak güçlü ve çağdaş bir demokrasi, güçlü bir ekonomi ve güçlü bir orduya olan ihtiyacımızın açık ve vazgeçilmez olduğunu görüyoruz. Çok şükür ki Türkiye bu yolda hızla ilerlemektedir.

Bugünün Türkiyesi, Kosova, Bosna, Lübnan ve Afganistan’da güvenlik ihtiyacının yanında eğitim, sağlık, yol, su gibi temel insani ihtiyaçları da karşılayan yatırımlar da yapmaktadır. Sadece Afganistan’da yapılan hastanelerde on binlerce Afganlı tedavi olmuş, yapılan okullarda ilk defa binlerce Afganlı kız çocuk okula gitme şansı elde etmiştir.

Türkiye, bir yandan Kıbrıs’ı ekonomik açıdan kalkındırıyor, diğer yandan ise siyasi statüsünü yükseltiyor. Aynı zamanda Bulgaristan ve Batı Trakya’daki Türk köylerine de TİKA vasıtasıyla hizmet götürüyor.

Bir taraftan Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı eserleri ihya ediliyor, diğer taraftan Orhun Abideleri’nin yolu, Türkmenistan’da Sultan Sencer’in türbesi yapılıyor.

Pakistan ve Endonezya’da, TOKİ, okul, hastane, konut inşaatlarını sürdürürken; Devlet Su İşleri, Afrika’da, Afrika çöllerinde, Sudan’da, Darfur’da sondaj vurarak su temin ediyor.

Komşumuz Irak’ta, Lübnan ve Filistin’deki olumsuz durumdan etkilenen herkese ayırım yapmaksızın yardım elimiz uzanıyor.

Dünyanın neresinde bir zorluk varsa Türkiye oradadır ve bayrağımız orada dalgalanmaktadır. Türkiye’miz bugün yardım alan ülkeler sınıfından yardım eden ülkeler sınıfına atlamıştır ve milletimiz bundan gurur duymaktadır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dış politikadaki bu başarı çizgisinin de devam edeceğine olan inancımız tamdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı bitirirken büyük bir huzur ve güven içinde şunları söyleyebilirim: Önümüzdeki beş yılda TOKİ 500 bin konut hedefine ulaşsın. Ancak, öyle çalışalım, öyle çalışalım ki, cumhuriyetimizin 100’üncü yılında evi olmayan bir tek insanımız kalmasın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sağlık hamlemizi sürdürelim ve her ailenin doktoru olsun ve her vatandaşımız beş yıldızlı hastanelerde tek kişilik odalarda tedavi görsün. Eğitime bütçeden en yüksek payı ayırmaya devam edelim ve bütün çocuklarımız tekli eğitime geçsin, 30 kişinin altında sınıflarda okusun, hepsi bilgisayar kullanabilsin. Sosyal devlet daha da güçlensin. Özellikle özürlü, kimsesiz ve korunmaya muhtaç insanlarımız daha mutlu bir hayat sürsün. KÖYDES ve BELDES geliştirilsin. Asfaltsız yol, susuz ev kalmasın. Karadeniz Sahil  Yolu, Bolu Dağı Tüneli, GaziantepŞanlıurfa Otoyolu ve diğer bölünmüş yollar gibi İstanbul’u Ege’ye  bağlayacak  olan DilovasıHersek arasındaki Körfez Köprüsü geçişi ve İzmir Otoyolu da bitsin ve güvenli ulaşım ağlarımız genişlesin.

BAŞKAN  Son bir dakika Sayın Ergün.

NİHAT ERGÜN (Devamla)  60’ıncı Hükûmetin 59’uncu Hükûmetten daha çok iş başaracağına ve hizmet üreteceğine yürekten inanıyor ve destekliyoruz. Çünkü, görünen köy kılavuz istemiyor, çünkü “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, görünür rütbei aklı eserinde.” diyor Ziya Paşa.

Eleştiriler bizi heyecanlandırır ve azmimizi artırır. Çünkü, biz, toprak gibi bu ülkenin sadık bir dostu ve hizmetkârıyız. Yolumuz Mevlânâ’nın, yolumuz Yunus’un, Hacı Bektaş’ın yoludur. Aşık Veysel’in dediği gibiyiz: “Karnın yardım kazmayınan belinen/Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine karşıladı beni gülünen/Benim sadık yarim kara topraktır.” diyor ya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, biz taş atana gül vermeye devam edeceğiz; ama, bizimki sarı gül olmayacak. (AK Parti sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)

60’ıncı Hükûmetin ve Programı’nın milletimize ve memleketimize hayırlı olmasını diliyor, AK Parti Grubu olarak bu Program’ın ve Hükûmetimizin arkasında dimdik duracağımızı bütün ülkemize ve bütün dünyaya ilan ediyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Ergün.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, şahıslar adına söz istekleri vardır.

İlk söz Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’in.

Sayın Genç, süreniz on dakikadır, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli)  Sayın Başkan, daha gelmeden işletmişsiniz, bari şunu yeniden başlatın. Evet, Sayın Başkan, aslında usulle ilgili bir şey soracaktım, ama, siz süremizi hemen başlattınız, neyse.

Değerli milletvekilleri, şimdi, AKP’liler diyorlar ki: “Biz herkesi kucaklıyoruz.” diyorlar da evvela size saygılarımı sunayım da biraz da bizim bu Tunceli’yi kucaklayın. Yani, kucaklarken doğru tarafından kucaklayın, ters tarafından kucaklamayın.

Bakın, ben size bir şey söyleyeyim. 1992 yılında Tunceli’de bir idari ve iktisadi bilimler fakültesi kurulması kanunu o zaman benim zamanımda çıktı, hâlâ bu fakülte açılmadı. Bugün Tunceli’de tek yüksekokul var, onun da pansiyonu kapatıldı. Önümüzdeki dönem, oradaki Yükseköğretim tarafından yapılan, daha doğrusu Yurtlar ve Krediler bünyesinde bulunan aşağı yukarı 500 kişilik öğrenci pansiyonunu da Millî Savunma devraldı. Lütfen, biz orada o üniversiteyi, fakülteyi açmayı düşünüyoruz da, hiç olmazsa, bu yurdu ya Millî Savunma orada başka bir yer alsın veyahut da onu öğrencilere tahsis etsin ve Türkiye’nin her ilinde üniversite açıldı, Tunceli’nin de içinde bulunduğu 8 ilimiz veya 9 ilimizde üniversite yok. Üniversitenin bir ile katkısı çok önemlidir ve diliyoruz ki, bu dönemde, burada da bu üniversite açılacak.

Ayrıca, bizde eğitim faaliyetleri çok sıkıntılı yapılıyor. İşte, geçmiş, terör zamanında bütün köy okullarının yakılması dolayısıyla bölge yatılı okulları yapıldı. Bölge yatılı okullara yedi yaşındaki çocuklar alınıyor, on beşyirmi gün ailesinden uzaklaştırılıyor ve böyle bir sistemle okutuluyor. Hâlbuki, biz, o zaman, daha geçmişte de bunu önerdik, şimdi de öneriyoruz; bu yedi ve hiç olmazsa on iki yaşındaki çocuklar, sabah, taşıma sistemiyle evlerinden alınsınlar, bölge okullarına verilsinler dördüncü, belki beşinci sınıftakiler yatılı kalabilirler akşam yine getirilsin. Tunceli’de böyle bir uygulama yapılmasında yarar var.

Ayrıca, tabii, Tunceli’de doktor kıtlığı var, oralarda geziyoruz. Yani, bir belde, bir nahiye düşünün ki, orada bölge yatılı okulu var, büyük bir insan nüfusu var, fakat orada bir doktor yok, bir ebe yok, bir hemşire yok.

 Tunceli’yi eğer kucaklamak istiyorsa, bu Hükûmete bir öneride bulunuyorum: Pülümür Dağı, bakın, geçen gün de söyledim. Münih Belediye Başkanı dedi: “Otuz beş sene geldim, tozda toprakta boğuldum, yine aynı tozda toprakta boğuldum.” Pülümür Dağı ile Mutu arasındaki 15 kilometrelik yolu lütfen asfaltlasınlar, bir. İkincisi, bunun diğer bir önemli yeri de Pertek köprüsüdür. Bu, kuzeyi güneye bağlayan bir banttır ve bu Pertek köprüsü yapılması konusunda, Başbakan oraya gittiğinde “Ya, artık bu köprünün de temeli atılması lazım.” diye bir taahhütte de bulundu. Lütfen, bu taahhüdünüzün de yerine getirilmesini diliyorum. Böylece de işte, orada…

Bakın Tunceli tek milletvekili çıkarmadığınız il. O zaman, bu insanlara karşı, sizler de orada ciddi bir yatırım yapın. Burada geçmişte birtakım şeyler söylendi, ama, ben buraya da fazla girmek istemiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, hepimiz Türkiye’de yaşıyoruz, hiçbirimiz gökte yaşamıyoruz. Bir program gelmiş, hükûmet programı demek için… Yani, neyi söylüyor? İşsizliğe çare buluyor mu? Hayır. Emekliye çare buluyor mu? Hayır. Emeklinin tek sorunundan bahsediyor mu? Yok. Sanki emekliler bu memlekette yokmuş gibi.

Efendim, başta diyorlar ki: “Biz yolsuzluğu kestik, hortumu kestik.” Nereye kestiniz? Kime bağladınız bu hortumu? Ben size bağlayayım.

Şimdi, değerli milletvekilleri, evvela, AKP İktidarı 2003 yılında, iktidara gelir gelmez evvela bir Vergi Affı Kanunu çıkardılar. Bu Vergi Affı Kanunu’nun her safhasında, bugünkü Maliye Bakanı olan kişinin geçmişte sahtecilik suçundan dolayı olan suçunu affetmeye çalıştılar, ama, Yargıtay aşağı yukarı tarihini de vereyim de 11. Ceza Dairesi, 2004’te verdiği 4038 sayılı Karar’la bu kişinin sahtecilik suçundan yargılanması gerektiğine karar verdi. Bu karar hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisinin salonlarında. Gerçi bu dosyalar kayboldu, gitti, geri kayboldu da…

Şimdi, bu kişi yine Maliye Bakanı. Yine, bugünkü Hükûmet içinde birçok bakanların çocukları ticaretle uğraşıyor. Hem siz Kabinede olacaksınız hem devleti yöneteceksiniz hem de ticaretle uğraşacaksınız. Yahu, ticareti bırakın başkaları yapsın arkadaşlar.

MEHMET NİL HIDIR (Muğla)  Boş mu kalsın Sayın Kamer Genç? Aç mı kalsın?

KAMER GENÇ (Devamla)  Ee, boş kalsın tabii canım! Bakın, devletin gelenekleri var.

BAŞKAN  Arkadaşlar, kürsüye müdahale etmeyin lütfen.

KAMER GENÇ (Devamla)  Dünyanın hiçbir yerinde başbakanlar ticaretle uğraşamaz, bakanlar ticaretle uğraşamaz. Yani, özellikle, bakanlar ve başbakanlar düğün yapıp da on binlerce kişiye, devlete iş yapan müteahhitlere davetiye gönderip de çuvalla para toplayamaz. Bu, devlet yönetmenin belli bir geleneğidir.

Şimdi, bu Hükûmet devleti hiçbir yerde savunmuyor arkadaşlar, doğru dürüst savunmuyor. Yani nasıl savunmuyor, size söyleyeyim. İşte, mesela, El Kadı davasında, bir müfettiş… Birleşmiş Milletlerin kararı var, diyor ki: “Arkadaş, bu kişi teröre yardım eden kişi ve bunun siz hesaplarını inceleyin.” Bir Maliye müfettişi tayin ediliyor, Maliye müfettişi, maalesef, görev, iş yapamaz hâle geliyor. “Yahu, sen Müslümanların üzerine niye gidiyorsun?” diyor. Bunu kim söylüyor? Maliye Bakanı söylüyor ve kendi de görevinden alınıyor, sudan sebeplerle başka yerlere atanıyor.

Şimdi, arkasından, bu El Kadı’nın, efendim, malları üzerine 2,5 trilyon liralık haciz konuluyor. Bu hacze, El Kadı, Danıştay 10. Dairede dava açıyor. Dava, tabii Hükûmet devleti savunmadığı için, o davada 10. Daire, tutuyor, El Kadı’yı o listeden düşürüyor, ama arkasından, nasıl olmuşsa bir boşa gelmişler, hem Dışişleri Bakanı hem Başbakanlık, Hazine, bu davayı Danıştay İdari Dava Dairelerine gönderiyor. Bunun üzerine fark ediliyor, Başbakan bir yandan bastırıyor, Dışişleri Bakanı bir yandan bastırıyor ve feragat dilekçesini veriyorlar ve bu verdikleri feragat dilekçeleri Danıştay İdari Dava Daireleri tarafından kabul edilmiyor sayın milletvekilleri. Dünyada, adalet tarihinde görülmemiş bir olay ki, yani, siz, davacı olacaksınız, davanızdan feragat edeceksiniz, ama yargı sizin feragat dilekçenizi kabul etmeyecek.

İşte, burada, bu Hükûmetin zihniyeti, bu Hükûmetin devleti savunması şöyle: Özellikle türban konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davalarda devlet savunulmuyor. Ya, sen kendin (A) düşüncesinde, (B) düşüncesinde olabilirsin, ama belli bir görevlere geldiğin zaman, devleti her türlü örgütlerin önünde, her türlü kurumlarda savunacaksın.

Şimdi, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi dolayısıyla dış basında çok önemli yorumlar var veya Türkiye’de de var. Diyorlar ki: “Abdullah Gül ikinci cumhuriyetin birinci Cumhurbaşkanı.”

Şimdi, bu doğru mu, değil mi? (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun)  Ne alakası var? Oradan oraya geçiyorsun!

BAŞKAN  Sayın Genç, Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Devamla)  Şimdi, Sayın Başkan, benim konuşmama müdahale etmeyin.

BAŞKAN  Bir dakikanızı rica ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla)  Ben Hükûmet Programı üzerinde konuşuyorum.

BAŞKAN  Hayır, sürenizi hatırlatıyorum. Bir de, Sayın Cumhurbaşkanından bahsederken…

KAMER GENÇ (Devamla)  Efendim, bir dakika…

BAŞKAN …biraz daha dikkatli olmanızı rica ediyorum.

Buyurunuz.

Son iki dakikanız.

KAMER GENÇ (Devamla)  Benim kimseyle ilgili konuştuğum yok. Ben, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ilgili dış basında yapılan yorumlara bu Hükûmetin bir cevap vermesini istiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ikinci cumhuriyet mi yaşıyor? Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel felsefesini oluşturan, Kurtuluş Savaşı’nı veren Yüce Atatürk’ün kurduğu laiklik kurumu, o felsefeye uygun olarak yürütülecek mi, yoksa bundan vaz mı geçilmiştir? İşte, bunun burada söylenmesi lazım Sayın Başkan. Sizin söylemeniz lazım. En azından, basında bu haberler yer aldığı zaman, herkes… Demek ki buna karşı bir şey edilmediği takdirde buna birilerinin cevap vermesi lazım, bunları dile getirmemiz lazım.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu Hükûmet zamanında vergi incelemeleri kaldırıldı. Bakın, vergi incelemeleri kaldırıldı. Bakın, vergi incelemeleri kaldırıldı. Söylesinler... Maliye müfettişlerinin yetkileri alındı.

Şimdi, ihaleler yapılıyor, kimler, nasıl yapılıyor? Belediyelerde bu kadar yolsuzluklar var, üzerine gidiliyor mu? Bu belediyelerde her gün yeni yeni ağaçlar alınıp dikiliyor; yeni yeni yeşil alanlar, bir kurutuluyor, tekrar kaldırılıyor. Kaldırımlar… Bu ihaleler kime veriliyor? Bunları araştırmamız lazım. Bunları araştırmadan “Biz soyguncuların üzerine gidiyoruz.” diyemezsiniz. Lütfen, sizin iktidarınız zamanında hangi soygun faaliyetini yakaladınız? Beş senedir iktidardasınız. Hangisi? “Geçmişte.” diyorsunuz, ama, siz soygunları incelemiyorsunuz. Müfettiş raporları olmadan neyi inceleyeceksiniz siz? İhalelerde o kadar şaibeler var. Özelleştirdiğiniz her türlü… Tabii, aslında süremiz çok kısa olduğu için çok ayrıntılı da konuşmuyoruz. Siz, hangi özelleştirmelerde değer tespitini kimin yaptığını, hangi usullerle yaptığını belirtiyor musunuz? Bilakis, bunlar çok sıfır değerle, yani, devletin zararına yapılıyor bu değerlendirmeler ve bunlar yandaşlarına veriliyor. Bunları, tabii zaman zaman ben dile getireceğim, hiç merak etmeyin.  Zaten daha buradayız. Ne kadar zaman buradayız, o belli değil de.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Sayın Genç, sözünüzü bitirmeniz için bir dakika ek süre veriyorum.

KAMER GENÇ (Devamla)  Efendim, tamam.

Sayın Başkan, çok acelecisiniz. (Gülüşmeler) Rica ediyorum, bu kadar acele etmeyin. Burası Parlamento, burada insanlar fikirlerini söylesin. Bu kadar baskıcı bir Başkan olmayın. Bakın, bundan önceki hükûmet programlarının müzakerelerini incelerseniz, her hükûmet programı üzerinde konuşmalarda liderlere yarım saat bile verilen zamanlar var. Lütfen, bu kadar şey etmeyin.

Ha, şimdi, efendim, konuşmamızda o kadar… Biz yine konuşmasını biliriz de ama şunu bilmenizi istiyorum ki, bundan sonra, yani, o 2002 ile 2007 arasındaki her türlü faaliyetleriniz kamuoyunun denetimi dışında kalmış gibi görmeyin. Bu 22 Temmuz seçimlerinde sizin niye kazandığınızı burada açık açık söyleyeceğiz. Halka yanlış bilgi verildi, basına ambargo koydunuz. Basınla, bazı basın patronlarına büyük avantajlar sağladınız ve doğru haberler verilmedi. Ama, biz bunları dile getireceğiz. Bundan sonra, ben diliyorum ki…

OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ (İstanbul)  Bravo!

KAMER GENÇ (Devamla)   Hükûmet Programı’nın ülkeye faydalı olmasını diliyorum. Olmazsa yine gereğini yapacağız sayın milletvekilleri. (Gülüşmeler)

Saygılar sunarım.

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade etmek gerekirse, bu süreler ya İç Tüzük’te belirlenmiştir veyahut da yüksek heyetinizin vermiş olduğu bir karara göre uygulanmaktadır. Başkanlık Divanının yaptığı ya İç Tüzük’ün yahut da yüce heyetinizin almış olduğu kararın gereğini yerine getirmekten ibarettir.

Hükûmet adına Sayın Başbakan, buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından “Bir kişi daha var.” sesleri)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Bir kişi daha var Sayın Başkan. Neyse, o AKP’li, vazgeçse de olur Sayın Başkan. Sayın Başbakan konuşsun. Aynı şeyleri söyleyecek nasıl olsa.

BAŞKAN  İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk, buyurunuz efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakikadır Sayın Öztürk.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir)  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Demokratik Sol Parti milletvekili olarak, 60’ıncı Hükûmet Programı üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, Program lehinde görüşlerini ifade etmek üzere söz alan sayın AK Parti milletvekili arkadaşıma, söz hakkını bana devretme inceliğinde bulunduğu için teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, geçmişte olduğu gibi gelecekte de Demokratik Sol Parti olarak muhalefet anlayışımız bardağın sadece boş tarafını gösterme şeklinde olmayacaktır, bardağın dolu tarafını da göstereceğiz. Bu bağlamda, Program’ın ülkemiz için öncelikle hayırlı olmasını diliyorum.

Evet, ekonominin 2002 yılından bu yana büyüme trendinde olduğu, enflasyonun gerilediği, ihracatımızın 100 milyar dolara yaklaşmış olduğu doğrudur. Ancak, görmezlikten gelinen ve bir an önce yüzleşmemiz gereken başka doğrular da vardır. Kamunun eğitim, sağlık ve güvenlik gibi zorunlu hizmetlerini yerine getirmesini engelleyen, çalışanlar ve emeklilerin reel ücretlerinde gerileme sonucunu doğuran, yeni yatırım ve istihdam yaratılmasını önleyen, faiz dışı fazlayı artırmakla övünen Hükûmet, bu fedakârlıklara rağmen, borç yükünü ne yazık ki artırmıştır. Artan bu borç ve faiz ödemeleri yükünden ülkenin nasıl çıkarılacağına dair, programda, alternatif çözümler ortaya konulamamaktadır.

2002 yılı başından itibaren ekonomimizin sürekli büyüyor olması sevindirici bir gelişmedir. Bu büyümede payı olan tüm sektörlerimizi buradan kutluyor ve destekliyoruz. Ancak bu büyümenin büyük ölçüde ithalata, yani dış ticaret açıklarına dayalı bir büyüme olduğu bugün herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bu büyüme modelinin ortaya çıkardığı cari açık, sağlıklı olmayan sıcak para girişiyle karşılanmakta olup, sürdürülebilir değildir. Aynı zamanda düşük kur ve yüksek reel faizle desteklenen bu model, ekonomimizi giderek dışa bağımlı hâle getirmektedir. Bu da yerli sanayimizin ve esnafımızın çöküşüne yol açmaktadır.

AKP Hükûmeti, Program’ında, ekonomiyi dışa bağımlılıktan ve bu kırılgan yapıdan kurtarma konusunda somut öneriler ortaya koyamamaktadır. Ekonomik büyümemiz bu belirsizlikten mutlaka kurtarılmalıdır. Dolar bazında kişi başına millî gelir hesapları gerçekçi döviz kuruna dayanmadığından, vatandaşın cebine yansımadığından ve gelir dağılımındaki bozulmayı göstermediğinden anlamlı değildir. Ayrıca, 2005 yılı kişi başına millî gelirin 5 bin doları aştığını söyleyebilmek için, 2003 ve 2004 yıllarında 1,6 ve 1,5 olarak alınan nüfus artış hızının, 2005 yılında 0,4 alınması manidardır. Bu sayededir ki, 2005 yılı kişi başına millî geliri 5.008 dolar olmuştur.

Programda yüksek reel faiz için sıcak paranın nasıl yeni yatırımlara ve üretime yönlendirileceğine, nasıl istihdam ve ihracat artışı sağlaması gerektiğine, nasıl yeni teknoloji getireceğine ilişkin somut önerilere de yer verilmemektedir.

Bankacılık sisteminin kur riskine karşı korunaklı hâle geldiğinden söz edilirken, yabancıların bankalardaki payının ulusal çıkarlarımıza zarar vermeyecek bir düzeyde kalması yönünde tedbir alınması gerektiğine ilişkin bir işaret de programda görmemekteyiz.

Programda, Hükûmet, geçtiğimiz iktidar döneminde işsizliğin artmadığını, hatta bir miktar azaldığını iddia etmektedir, bu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü, dört yıllık dönemde çalışabilir çağa gelen nüfus her yıl 900 bin kişi artmıştır. Dört yılda sağlanan ek istihdam sadece 976 bindir, yani yaklaşık 2 milyon 700 bin kişi bu dönemde mevcut işsizlere eklenmiştir. İş gücüne katılma oranlarında oynayarak bu kişileri kâğıt üzerinde iş aramayanlar grubuna atabiliriz, ancak onların işsiz oldukları gerçeğini değiştiremeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyonun kâğıt üzerinde düştüğü doğrudur, ancak dar gelirli vatandaşlarımızın bütçesinde önemli ağırlığı alan kira artışlarının yüzde 20’lerde, keza meyve ve sebze fiyatlarındaki artışın da iki haneli rakamlarda seyrettiği de bir gerçektir.

İhracatın arttığı doğrudur, ancak ithalatın ihracatımızdan daha çok arttığı da doğrudur. Gümrük birliğine girildikten bu yana, on bir yılda, toplam cari açığımız 100125 milyar dolar iken sadece 2006 yılındaki cari açığımızın 30 milyar doları aşmış olması da ülkemizin bir başka gerçeğidir. Başımızı kuma gömmemiz bu gerçeği değiştirmemektedir.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı’nda kamu personel alımında ve yükselmelerde liyakat ve kariyerin esas alınacağından ve siyasi kadrolaşmanın sürdürülmeyeceğinden söz edilmemektedir. Kamu görevlileri ile emekli, dul ve yetimlerinin reel ücret kayıplarının giderileceğinden, aralarındaki maaş ve ücret adaletsizliğine son verileceğinden, memurlara, onayladığımız ILO sözleşmeleri çerçevesinde grevli toplu sözleşme hakkı tanınacağından da söz edilmemektedir. Personel harcamalarının toplam bütçe harcamaları içindeki payının arttığı ifadesi de gerçeği yansıtmamaktadır. 2003 yılında personelin bütçeden aldığı pay yüzde 21,5 iken 2006 yılında bu oran yüzde 19,7’ye düşmüştür.

BAŞKAN  Sayın Öztürk, iki dakikanız kaldı.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla)  Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Aynı gerilemeyi personel harcamalarının gayrisafi millî hasılaya oranına baktığımızda da görmekteyiz.

Ülkenin en önemli ve bütün dengelerini altüst eden kayıt dışı ile nasıl mücadele edileceği yönünde inandırıcı çözümler de ortaya konulamamaktadır.

Yolsuzluklarla mücadele sözüyle ilk kez iktidara gelen Hükûmet, geçtiğimiz dönemde bu konuda en küçük bir çaba göstermemiştir. Bu nedenle, bugün yeniden yolsuzlukla mücadele edileceğini ifade etmesine güvenmemiz mümkün değildir.

Programda, bölgeler arası gelişmişlik farkının nasıl giderileceğine, gelir dağılımının nasıl iyileştirileceğine, işsizliğin nasıl önleneceğine dair hiçbir somut öneriye de yer verilmediğini görmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti milletvekili olarak, içtenlikten ve ülke sorunlarına somut öneriler getirmekten uzak bulduğum 60’ıncı Hükûmet Programı’na ret oyu kullanacağımı bildirir, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Yapılan konuşmaları ve eleştirileri cevaplandırmak üzere Hükûmet adına Sayın Başbakan, buyurunuz efendim. (AK Parti ve Hükûmet sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz kırk dakikadır Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul)  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 22 Temmuz seçimlerinde millî iradenin bir tezahürü olarak oluşan bu Meclis tablomuzu o yaz sıcağında gerçekleştiren milletimize, bu kutsal çatı altından, partim, grubum adına en kalbî duygularla sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Benden önce söz alarak Hükûmet Programı’mız üzerinde görüş ve eleştirilerini ortaya koyan değerli konuşmacılara özellikle teşekkür ediyorum.

Maalesef, Parlamentomuzda bir alışkanlık var: Hükûmet programları okunur. Fakat hükûmet programı okunurken, bu hükûmet programında yanlışlar varsa burada eleştiri ve ikazların yapılmasını ve bir de bu Parlamento Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu olduğuna göre, bu hükûmet programının daha başarılı olması için ne gibi katkıda bulunabiliriz veya şu şöyle yapılırsa daha isabetli olur, şu konuda şu eksik var, eğer bu hükûmet bunu da yaparsa çok daha isabetli olur, yapmadığı takdirde biz de bunun hesabını sorarız yaklaşımını hiç göremedim.

Aslında, bu alışkanlıklardan kurtulmamız gerekiyor, çünkü bu Parlamentonun bana göre asgari müştereği yok, bu Parlamentonun bana göre azami müştereği var, çünkü bizim ortak paydamız Türkiye, bizim ortak paydamız Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmak. Burada olan insanların asgari müştereği olmaz, burada olanların azami müştereği olur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ben, tabii, muhalefetten gelen bütün yapıcı eleştirileri saygıyla karşılıyorum ve bunlardan nasibimi de alıyorum, almak durumundayım, vatanım adına, milletim adına almak durumundayım. Bunun için de özellikle bu yaklaşımı çok aradım, ama bu yaklaşımı, maalesef, aradığım oranda bulamadım.

Tabii, hepimiz millete hizmet için varız ve siyasi partiler demokratik rekabet içerisinde farklı siyasetler izleyecektir. Değerli milletvekili arkadaşlarım, unutmayalım, biz bir 3 Kasım geçirdik, arkasından bir 22 Temmuz geçirdik, bütün bunlar aslında o millî iradenin, o kutlu iradenin bir tecellisidir. Bunu yok farz etmediğimize göre, bunu saygın gördüğümüze göre, buna saygı duymak mecburiyetinde olduğumuza göre, o zaman, demek ki millet, bu ülkede AK Parti İktidarının Hükûmet Programı’nı başarılı bulduğu için bu oylarını artırarak devam ettirdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve tabii, ilginç olan şu: Sene 1954, rahmetli Menderes’in iktidarda oyunu artırarak süreci devam ettirmesi ve sene, buyurun, 2007, şimdi de AK Parti İktidardayken oyunu artırarak devam ediyor. Burası çok önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu görmezlikten gelemeyiz, bunu bir kenara koyamayız.

Tabii, farklılıklardan bahsediliyor; şüphesiz ki, farklılıklarımız yıkıcı olmayacak. Tabii ki, farklılıklarımız zenginliğimiz olacak, ancak bu ifadeyi kullananlar şunun da altını çizerek söylüyorum bu ülkede bölücü teröre destek veren terör örgütünü de terör örgütü olarak ilan ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu, Avrupa Birliği üyesi ülkeler yapıyor, Amerika’sı yapıyor, şurası yapıyor, burası yapıyor da, benim ülkemde bu kutlu çatı altında olanlar niye yapmıyor? Onlar da yapması lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onlar da yapması lazım. Bundan çekinmeyecek. Niye? Çünkü, bu çatı altında biz ortak değerler için bir mücadele vereceğiz, farklılığımız o zaman zenginliğimiz olur, ama bunu görmezden gelemeyiz, kusura bakmayın.

Ve tabii ki, biz, şunu özellikle vurgulamak durumundayız, o da şudur: Bu yaklaşım tarzlarımız birbirinin de tamamlayıcısı olacak ve Hükûmet Programı’ndaki, ben, bu eleştirileri bu noktadan da ele almak durumundayım. Örneğin, burada, ana muhalefet partisi sözcüsünün sergilediği yaklaşım, bir hükûmet programının eleştirisi değildi aslında. Sadece gazete kupürlerine dayalı olarak yalan yanlış ne varsa onların ortaya konulduğu bir ifade tarzı, bir yaklaşım, bir üsluptu. Örneğin, gemi inşa sektörüyle alakalı bir ifade kullanıyor: “Gemi inşa sektörü yükseliş içerisinde.” Evet, aksini iddia edebilir misin? Efendim, işte, neymiş, buradaki, “İşte, Başbakanın, şunun, bunun filan çocuklarının, kardeşlerinin gemileriyle tabii ki…” diyor… Vallahi iyi aktör olursun! (CHP sıralarından “Yalan mı?” sesleri)

RASİM ÇAKIR (Edirne)  İnkâr edebilir misiniz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Gemi inşa sektörü Türkiye’de 2015’e kadar şu anda bağlanmış durumdadır. 2015’e kadar gemi inşa sektörünün bağlanması bu dönemdeki bir sıçramadır ve bu sıçrama şu anda yeni, bu sektördeki, adımların atılmasını sağlamıştır ve ilk defa Türkiye 150 bin dead weight ton gemi kızağa çekecek noktaya gelmiştir. Bu önemli bir olaydır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu görmezlikten gelemezsiniz. Önce bunu takip edin, bunu iyi öğrenin.

ATİLLA KART (Konya)  Sorunun cevabı değil bu!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bunu iyi öğrenin. Ve Hükûmet Programı’nda söylenen şey gemi inşa sektörü. Kusura bakmayın, gemi inşa sektörünün yükselmesine cevap mıydı sizin yaklaşımınız? Değildi. Uçuyorsunuz. Gerçekleri konuşun. Ben gemi inşa sektörünün Türkiye’de parlamasını konuşuyorum, Hükûmet Programı’nın içerisinde bu var, ama siz kalkıyorsunuz, olayı bireyselleştiriyorsunuz. İşte bu küçülmedir. Ve bir diğer konu…

OĞUZ OYAN (İzmir)  Niye yalanlamıyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bunlarla ilgili cevapları verdim, gerek yok.

Ve tabii ki burada özellikle bir gerçeği ortaya koymamız lazım, o da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı konusu.

Değerli arkadaşlar, bu konuda ben inanıyorum ki bu çatının altında burada bir endişenin olması söz konusu olamaz. Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı tanımlanmıştır, iş bitmiştir. Bunun üzerinde spekülasyona gitmenin anlamı yok. Ben “üst kimlik” diye bir tanım yaptım. Sayın Baykal farklı yaklaşım ortaya koydu. Ben aynı iddialarımın arkasındayım. Sayın Baykal da aynı iddialarının arkasında olabilir. Ben ona da saygı duyarım. Kendisi saygı duyar, duymaz, beni ilgilendirmiyor. Ama ben bunu bir düşüncenin ürünü olarak ortaya koyuyorum, bilimselliğini ortaya koyarak iddia ediyorum ve Atatürk’ün Söylevi’ni ortaya koyarak, oradan sayfalar açarak getirdim burada okudum ve burada da söyledim ve aksini iddia etmesi mümkün değildi. Bu bir vakıa. Ve biz üç kırmızı hattımızı söyledik. Bunlardan bir tanesi, etnik milliyetçiliğe biz karşıyız. Bölgesel milliyetçiliğe karşıyız. Dinsel milliyetçiliğe de karşıyız. Bunları hep söyledik. Çünkü, biz, bir defa, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasında biriz, beraberiz, bütünüz. 780 bin kilometre kare bu Türkiye Cumhuriyeti topraklarında hepimiz aynı muameleye tabiyiz. Eğer ihmaller varsa, dikkat edin, bu dönemde bu ihmaller ortadan kalkmıştır.

Ülkemizde neler yapıldığının farkında değil bazı arkadaşlar. Bakınız, güneydoğu ve doğuya bu dönem içerisinde yapılan devlet yatırımlarının tutarı 5,5 katrilyondur. Eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, enerjide, bütün o KÖYDES projelerinde bu adımlar atıldı.

Şunu söyleyeyim: Partim için “emanet oylar” ifadesini kullananlar, eğer kendilerine güveniyorlarsa, parti olarak seçime girseydiler, niye giremediler? (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve nerelerden nasıl oylar alındığını da gayet iyi biliyoruz. Bunları da çok iyi biliyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli)  Barajı düşürseydiniz o zaman.

BAŞKAN  Lütfen laf atmayın arkadaşlar, çok rica ediyorum, lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ve bütün bunlara rağmen, AK Parti, hamdolsun, güneydoğuda, doğuda ortaya çok farklı bir performans koyarak, o verdiği hizmetlerin neticesini almıştır. Ta Hakkâri’sinden tutunuz, Van’ına, Muş’una, Bingöl’üne, her yere…

Mesela, yine, bakıyorum, ana muhalefet partisi temsilcisinin haberi yok, Bitlis’e, Teşvik Yasası’yla ilgili olarak, bir şeyin gitmediğinden bahsediyor; takip etmiyorsunuz, onun için. Bitlis’te yapılan yatırımlar var. Fakat yatırımları biz yapmayacağız, oraya artık özel sektör yapacak. Biz şu anda Bölgesel Teşvik Yasası’nı uyguluyoruz. Ama şimdi yeni dönemde sadece Bölgesel Teşvik Yasası değil, bir adım daha atacağız, Sektörel Teşvik Yasası’nı da incelemeye alıyoruz, onu da değerlendireceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Tabii, burada, üniter yapımız konusunda aslında farklı bir yaklaşım içerisinde değiliz, aynı şeyi düşünüyoruz, ama, buna, ben üst kimlik diyorum, bir başkası başka bir yaklaşım koyuyor, fakat, temelde aynı şeyleri düşünüyoruz. Fakat, burada bir şeyi özellikle vurgulamak istiyorum. Zaten burada da ifade edildi, ondan dolayı da ayrıca memnunum. Biz de bunu meydanlarda çok vurguladık. Değerli arkadaşlar, bütün bunların hepsi, bizi, dört tane kavramda aslında topluyor. Az önce arkadaşım da söyledi. O da: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Bu da bizi bağlıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ve cumhuriyetimizin temel değerleri üzerinden siyaset yapma dönemini bir kenara koymamız lazım. Bunun üzerinden siyaset yapmayalım ve bu fayda getirmiyor. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu tartışılmaz ve bu konu üzerinde de, zaten, şu ana kadar yapılan iftiralar tutmadı, tutmayacak. Niye? Milletimiz gerçeği görüyor da onun için. Ve demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinde biz hep şunu söyledik: Bakın, bunların herhangi bir tanesini reddedemezsiniz dedik. Hepsi bir arada olduğu anda ideal devlet olur. İşte, biz, bunun savunucusuyuz. Demokrasiyi bir kenara koyamazsın. Laikliği bir kenara koyamazsın. Sosyal devleti bir kenara koyamazsın. Hukuk devletini bir kenara koyamazsın. Hem demokratik olacak hem laik olacak hem sosyal olacak hem de hukuk devleti olacak, mesele bu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Millî hassasiyetler hepimizin ortak değeri, kimsenin tekelinde değil ve millî değerlerimiz noktasını da, manevi değerlerimiz noktasını da hep beraber sahiplenmemiz lazım. Sahiplenmediğimiz takdirde zaafa düşeriz ve bu bize kaybettirir, kazandırmaz. Ve bunun için de, bana göre, AK Parti kurulduğu günden bu yana çatışmacı kimlik siyaseti yerine, kucaklayıcı bir Türkiye siyaseti gütmektedir. Biz bunu yapıyoruz ve bundan sonra da bunu yapmaya devam edeceğiz ve AK Parti, hareketinin merkezine hiçbir zaman tek bir etnik, mezhebî, dinî, sınıfsal anlayışı yerleştirerek “biz ve diğerleri” ayrımı yapan kutuplaştırıcı siyaset tarzları yerine, her türlü farklılığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydasında buluşturan kucaklayıcı bir siyaset tarzına sahiptir ve bundan sonra da bunu bu şekilde geliştireceğiz. Çünkü biz Türkiye partisiyiz ve tüm Türkiye’nin hükûmetiyiz, 70 milyonun hükûmetiyiz, bir ayrım olamaz.

Sayın milletvekilleri, tabii ki, bu seçimler esnasında birçok şeyleri hep birlikte yaşadık, ama, bir gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, o da şudur: İşin başından itibaren, göreve geldiğimiz andan itibaren, nasıl bir Türkiye teslim aldık? Beş senede nereye geldik? Şimdi hedefimiz ne? Bunu hep söylüyorum, ama, bu, nedense bazı çevreleri rahatsız ediyor. Ben işin muhasebesini yapıyorum, yapmak durumundayım. Çünkü, muhasebe sadece para kayıtlarında olmuyor, siyasetin de bir muhasebesi var. Bu muhasebeyi yapmak durumundayız. Nasıl bir Türkiye devraldık? Şu anda nereye geldik? Bundan sonra nereye gideceğiz? Bu Program’ı da bunun için burada takdim ettik, bunun için bugün buradayız ve bundan dolayı kimsenin rahatsız olmaması lazım. Ve verdiğim rakamlar benim rakamlarım değil, Devlet Planlama Teşkilatının, TÜİK’in, Hazinenin veya Merkez Bankasının rakamlarıdır ve bu rakamlarla konuşuyorum. Bu rakamların dışında bir rakam yok. Öyle zannediyorum ki, gazete rakamları zaman zaman bazı siyasileri de yanıltıyor olabilir. Yani, bu yanılgının içerisine düşmemek gerekiyor. İşte burada, şimdi birçok, bu tür yanılgılar var. Gönlüm arzu ederdi ki bu tür yanılgıların içerisine düşmeyelim. Bunların içerisinde, örneğin “Vurgun, soygun, yolsuzluk; bunlar yaygınlaştı.” deniliyor. Allah aşkına, düşünebiliyor musunuz, biz göreve geldiğimizde 22 banka Fona devredilmişti. Hangi iktidar döneminde 22 banka Fona devredildi? Bunun Türkiye’ye maliyeti neydi? 40 milyar dolar ve şu anda, soruyorum, madem vurgun, madem yolsuzluk var, acaba bu dönem içerisinde yolsuzluğa karışan, iflasa giden veya Fona devredilen bir tane banka var mı? Bakın, 50 banka… (CHP sıralarından “İmar Bankası” sesleri)

İmar Bankası, geçmiş dönemin Fona hazır olan bankasıydı, Fona hazır olan bankasıydı.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul)  Alakası yok.

BAŞKAN  Çok rica ediyorum arkadaşlar. Bakın, bütün parti sözcülerini Genel Kurul dikkatle dinledi.

KAMER GENÇ (Tunceli)  Efendim, soru soruyor, sorusuna da cevap veriyorlar.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Ama bu, yolsuzluk ilerleme raporunda var Sayın Başbakan.

BAŞKAN  Sayın Anadol, rica ediyorum…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  İlerleme raporunda da ben sizlere gerekli olan cevabı burada vereceğim, çünkü doğru konuşan temsilcileriniz olduğu için ben de sizlere onun cevabını burada gayet güzel bir şekilde vereceğim, merak etmeyin.

Ve bu dönemde 4 tane finans kuruluşu, 46 banka olmak üzere hepsi kârdadır, hiçbirisi devlete yük değildir, tam aksine devlete vergisini öder duruma gelmiştir. Biz bu hâle getirdik.

Değerli arkadaşlar, bakınız “Yolsuzlukta Türkiye gerilere doğru…” veyahut da “Çok daha yolsuzluk hacmi artıyor.” gibi bir çirkin yaklaşım. Buyurun, Uluslararası Saydamlık Örgütünün raporunu ben size açıklıyorum: Örgütün 2004 yılındaki raporunda yolsuzluk sıralamasında 77’nci sırada olan Türkiye 2005’te 65’inci sıraya çıkmıştı, Türkiye bu yılki raporda 60’ıncı sıraya yükseldi ve Türkiye araştırmada 3,8 puan aldı. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buyurun.

Şimdi, işimize geleni burada okuyup işimize gelmeyeni göz ardı etmenin anlamı yok. Burada birbirimizi aldatmayalım, tereciye de tere satmayalım, kusura bakmayın.

Bakın, görev zararları stokundan bahsettiniz. Buyurun, görev zararlarını okuyorum şimdi de. Hadi inkâr edin bakalım. 1999: Ziraat Bankasının görev zararı 6,2 katrilyon, Halk Bankasının görev zararı 4,2 katrilyon. 2000’de 8,2 katrilyon Ziraat Bankasının görev zararı, Halk Bankasının 6,9 katrilyon; 2001’in 12,1 katrilyon, Halk Bankasının 10,8 katrilyon, toplam 22,9 katrilyon ve buna ben, ayrıca batık kredi var, yani Türkiye Emlak Bankasının faaliyetlerinin durdurulduğu 6/7/2001 tarihi itibarıyla Ziraat ve Halk Bankalarına 2,3 milyar yeni Türk liralık zarar devredilmiş, onu katmıyorum, o ayrı ve bu rakamlar, biliyorsunuz, IMF ile yapılan anlaşma gereği ondan sonra, artık, görev zararları olayı kaldırıldı, bizim dönemimizde, dikkat edin, görev zararı diye bir olay yok, bu iş bitti. (AK Parti sıralarından alkışlar) Acaba, görev zararı var diyebilecek misiniz?

Şu anda Ziraat Bankası Avrupa’nın sayılı bankaları arasında yer alıyor, Halk Bankası hakeza öyle, Vakıfbank hakeza öyle ve şimdi bunlar ortaklarına da kâr dağıtır hâle geldiler. Bakın nereden nereye. Bu rakamları lütfen görelim ve Türkiye’nin şu anda en yüksek faiz uygulamasını yaptığından bahsediyorsunuz. Ayıptır, gerçekleri yansıtmayalım, aldatmayalım halkımızı.

Değerli arkadaşlar, biz göreve geldiğimizde Türkiye’de nominal faiz, eğer biraz ekonomi biliyorsanız, yüzde 64’tü, ama şimdi, buyurun, 1719 aralığında.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul)  Reel faiz…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Reel faize geleyim, onu da söyleyeyim: Sayın Baykal’ın bu ülkede Maliye Bakanı olduğu zamanlarda, reel faiz yüzde 40’tı, yüzde 40…

DENİZ BAYKAL (Antalya)  Hiç alakası yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Şimdi ise yüzde 8…(AK Parti sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya)  Hiç alakası yok. Atıyorsunuz, atıyorsunuz…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Yüzde 8… Fark burada.

Döneminizin bütün resmî rakamlarını, Sayın Baykal, hepsini indirdim, hepsine baktım, hepsi de gayet ortada, güzel.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Sayın Başbakan, dünyada bizden daha fazla yabancı paraya faiz veren ülke var mı?

BAŞKAN  Arkadaşlar, lütfen dinleyelim, laf atmayalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Şimdi, bakınız, neyi söylerseniz söyleyin…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Hayır, hayır, var mı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bakın…

BAŞKAN  Çok rica ediyorum…

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Ne isterseniz onu söylüyorsunuz zaten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bakın, ben sizi gayet sakin bir şekilde dinledim.

BAŞKAN  Sayın Anadol, Sayın Kılıçdaroğlu, sizin örnek olmanız lazım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Lütfen siz de dinleyin. Lütfen siz de dinleyin.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Hayır, dinliyoruz ama, sizin sorularınıza yanıt veriyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Böyle laf atmayla bu işler olmaz.

BAŞKAN  Rica ediyorum arkadaşlar!

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Ama, rakamları çarpıtmayalım. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)   Ve, bakınız, değerli arkadaşlar… 

BAŞKAN  Sayın Canikli, Sayın Ataş, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  … yüzde 64 nominal faizle bu ülkede siz kredi verdiğiniz zaman, yabancıya o zaman da çok çok daha yüksek parayla bunu veriyordunuz. Şimdi ise yüzde 1719 aralığında bu uygulamayı yapıyorsunuz. Haa, biz bunu savunuyor muyuz? Savunmuyoruz. Ama, 64’ten 17’ye gelmeyi de lütfen takdir edin. Beş senede üç haneli rakamlardan 64… Oradan teslim aldık ve 64’ten de bunu 1719 aralığına indirdik ve bunu görmemezlikten gelemezsiniz.

Öbür tarafta, buyurun, işte enflasyon ortada. Şu anda bu ayınkini de sizlere söyleyeyim 7,39 yıl sonu itibarıyla olacak ve şimdi sizlere hemen vereyim: Yüzde 10, azami reel faiz şu anda yüzde 10. Bu kadar! (AK parti sıralarından alkışlar) Yani, halkımızı aldatmanın anlamı yok, halk aldanmıyor, işte 22 Temmuzda da aldanmadı, ortaya koydu gerçekleri. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ve bir başka gerçek daha burada var: Enflasyon. Niye enflasyonu görmüyorsunuz?

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul)  Kredi kartı faizi yüzde 106.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Biz göreve geldiğimizde enflasyon neydi? Yüzde 30…

ABDULLAH ÖZER (Bursa)  Enflasyonun 2 katı faiz var.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  … şimdi 7,39; burada.

Arkadaşlar, ülkemde, Ziraat Bankası, çiftçime yüzde kaç faizle veriyordu krediyi? Yüzde 59. Şimdi, 7 ile 13 aralığında. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bak nereden nereye geldik, niye bunu görmüyorsunuz? Öbür tarafta esnaf… Halk Bankası yüzde kaçla veriyordu? Yüzde 47 faizle veriyordu. Yani bunları ben söylerken, 2002 öncesini ortaya koyma bakımından söylüyorum.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul)  Sayın Başbakan, kredi kartı faizi yüzde 106.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)   Daha gerilere gidersek, daha gerilerde bu çok daha yüksekti.

BAŞKAN  Lütfen arkadaşlar…

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul)  Kredi kartı faizinden bahset!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ve bakınız, esnafa verdiğimiz kredi ise yüzde 47’den 13’e düştü bizim dönemde, düşürdük.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon)  Yüzde 47, enflasyonun altında o zaman Sayın Başbakan, şimdi üzerinde.

BAŞKAN  Arkadaşlar, Parlamentoda böyle bir müzakere usulü var mı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Akif Bey, sen de ekonomiyi biraz öğren. Bu, defterdarda vergi memurluğuna benzemez. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ona benzemez.

Ve tabii bir karanlık tablodur gidiyor, nasıl bir karanlık tabloysa onu anlamakta da zorlanıyorum. Fakat, ben ortaya resmî rakamları koyuyorum ve resmî rakamlarla konuşuyorum ve resmî rakamlar da bu gerçeği ortaya koyuyor ve gerçekler burada.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Vergi memuru olmak ayıp bir şey mi Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bakın, şurada bir başka şey daha var. Nedir o? Mesela vergi. Vergide, deniyor ki: “Döneminizde vergi tahsilatında düşüş var.” Neye göre söylüyorsunuz? Bilerek mi söylüyorsunuz? Kim bunu size  söyledi? Değerli arkadaşlar, bakınız, vergide, vergi tahsilatında, 2002’de bizim vergi tahsilatımız, değerli arkadaşlar, 2002 sonu itibarıyla rakamı veriyorum…

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Kim dedi efendim bu vergi tahsilatında düşüşü?

BAŞKAN  Sayın Anadol, çok rica ediyorum… Sayın Anadol…

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Kim söyledi efendim?

BAŞKAN  Değerli arkadaşlarım, Sayın Anadol…

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Kim söyledi merak ediyorum.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ben, kim söylediyse cevabımı ona veriyorum.

BAŞKAN  …çok rica ediyorum...

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Kim o?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Biz böyle bir konu gündeme getirmedik ki siz cevap veriyorsunuz.

BAŞKAN  Sayın Anadol, Sayın Başbakana oradan ikide bir niye laf atıyorsunuz?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Nasıl?

BAŞKAN  Hayır, niye laf atıyorsunuz? Yani sizin hoşunuza giden şekilde konuşmaya mecbur mu Sayın Başbakan?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Hayır, öyle bir mecburiyeti yok da, gerçeği konuşmak mecburiyetinde.

BAŞKAN  Nasıl ki sizin sözcünüzü bütün Genel Kurul dikkatle, sessizce dinledi, siz de dinlemek zorundasınız, rica ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çok rica ediyorum arkadaşlar.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)  Ben laf atmıyorum, soru sordum.

BAŞKAN  Hayır, oradan soru sormak gibi bir usul var mı yani? Böyle bir şey olabilir mi? Çok rica ediyorum arkadaşlar.

Buyurun Sayın Başbakanım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Ama, yapılan eleştiriye cevap veriliyor, olmayan eleştiriye cevap verilmez ki Sayın Başkan.

BAŞKAN  Aman efendim, size mi soracak nasıl konuşacağını? Nasıl isterse öyle konuşur, Sayın Kılıçdaroğlu nasıl konuştuysa. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K.KEMAL ANADOL (İzmir)  Usullere uyacağız, sürede de uyacağız biraz sonra.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)  Daha on üç dakika var, dur bakalım.

BAŞKAN  Süreye uyacağız.

Buyurun Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ben, merak etmeyin, süreyi falan ihlal etmem, hiç ihlal etmedim bugüne kadar, dikkat ederim. Ne kadar müsaade edilirse o kadar konuşurum.

Ve vergi noktasındaki rahatsızlığa fazla değinmeyeyim. Fakat, mesela turizmle ilgili burada bir eleştiri yapıldı. Değerli arkadaşlar, vergide olan bu sıçrama turizmde de kendisini gösterdi. Bakın, turizmde, biz göreve geldiğimizde 8,9 milyar dolarlık bir gelirimiz vardı. Ama, 2006 sonu itibarıyla bu, 17 milyar dolara çıktı. İnşallah, bu yıl bu rakam çok daha fazlasıyla bir artış ortaya koyacak. 2005 yılı rekordu; 2007, 2005’i aşacak, bunu ortaya koyuyor. Tabii, burada şu söylendi, dendi ki: Türkiye’de turizm denince, işte maalesef, sadece hava, deniz, kum anlaşılıyor. Bizim iktidarımız bu anlayışı yıktı. Buna yayla turizmini, buna dağ turizmini, buna kültür turizmini, buna sağlık turizmini, buna kongre turizmini, hepsini ilave etmek suretiyle, örneğin, şu anda herhâlde İstanbul’un turizmi, hava, deniz, kum değildir değil mi? İstanbul’un turizmi tamamen kongre turizmi ağırlıklıdır ve İstanbul’un otelleri full çalışmakta. Daha önce böyle bir şey söz konusu değildi.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)  Memnun oluyoruz bunlara.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Çok teşekkür ediyorum.

Ve bu hızla gidiş Antalya’ya da yansıdı. Antalya’da da, biliyorsunuz, artık, yüzde 100, doluluk oranı full ve ekim sonu itibarıyla da, şu anda otellerimiz Antalya’da dolu. Temenni ediyoruz ki, yıl sonuna kadar bunu yayalım ve Antalya, o da artık, şu andaki bütün mevcut destinasyon merkezlerini daha da artırarak, sadece bir hava, deniz, kum değil, kongre turizminin de inşallah yaygınlaştığı bir alan hâline geliyor.

Bakın, dünyanın bütün meşhur iş adamları golf için Antalya’ya geliyorlar. Antalya’ya bu geliş, Türkiye’nin dışarıda tanıtımı için de çok çok olumlu bir bizim için hareketlenmedir. Bu da devam ediyor.

Bir diğer konu, suyla ilgili konu.

MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri)  Su yok ki memlekette?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bu konuda, tabii ki, şu anda birçok yatırım var. Mesela HES projelerimiz var özel sektöre ihale edilmiş olan. Bir diğer taraftan, şu anda Yusufeli Barajı’nın inşallah temelini atıyoruz. Bir diğer taraftan, şu anda Ilısu Barajı’yla ilgili temelimizi attık, çalışmalarımız hızlanıyor. Bir diğer taraftan, AfşinElbistan’ın (C) ve (D) termik santrallerinin inşallah temelini atıyoruz, ihalesi yapılacak, o süratle gelişecek. Diğer birçok ildeki barajlarımızda şu anda hızlanma sürecine giriyoruz.

Tabii, burada bir konuyu özellikle vurgulamam lazım. Ilısu Barajı’na ideolojik yaklaşımı lütfen bırakın. Bakın, bu bir ideolojik yaklaşımdır. (DTP sıralarından gürültüler)

GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır)  Kültürel yaklaşım…

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak)  On iki bin yıllık tarih…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Hasankeyf konusunda iktidarımızın gösterdiği hassasiyeti kimse gösteremez. Onunla ilgili atılması gereken adımların biz hepsini attık. Orada tarihi sular altında bırakma anlayışı diye bir şey yoktur. Bütün oradaki… (DTP sıralarından gürültüler)

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır)  Birkaç taşı taşıyacaksınız!

AHMET TÜRK (Mardin)  Nasıl taşınacak?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Artık teknoloji gelişti, sizin bunlardan haberiniz yok.

SIRRI SAKIK (Muş)  Bütün her şeyden senin haberin var, başka kimsenin yok!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Oradaki bütün o yapıların hepsi, bütün numaratajlarıyla birlikte bunlar yapılmıştır ve ondan sonra, en uygun olan mahale onlar oradan taşınacak ve yeni bir Hasankeyf orada tesis edilecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak)  Nereye taşıyacaksınız?

Şimdi, bir taraftan su diyoruz. Hasankeyf olmazsa olmaz diyemeyiz, ama Ilısu olmazsa olabilir… Yok öyle bir şey.

AHMET TÜRK (Mardin)  Taşıdıktan sonra ne anlamı kalır Sayın Başbakan?

BAŞKAN  Sayın Türk, lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Bunu yapmak durumundayız, yapacağız ve yapıyoruz, bunda kararlıyız.

Bütün çalışmalar bitti, ama ülkemizden de birilerinin, Avrupa’da, Ilısu Barajı’yla ilgili kredi verilmemesi konusundaki çalışmalarını da çok iyi biliyoruz. Lütfen burada herkes kendine çekidüzen versin.

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Birilerini açıklayın Sayın Başbakan.

AHMET TÜRK (Mardin)  Açıklayın Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ve bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar doğru değil. Bakın ne dedim, burada hep beraber el ele vereceğiz, el ele vereceğiz ki, ülkemizde su noktasında sıkıntı yaşamayalım. Yarın kalkıp da bir Ilısu’nun Güneydoğu için ehemmiyetini bir kenara koyabilir misiniz? Koyamazsınız. Bunlar yapılacak.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır)  Sayın Başbakan, bir baraj yerine iki baraj yaparsanız Hasankeyf kurtulur.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ve bu adımlar atılıyor ve bunların bütün teknik çalışmaları en ince teferruatına varıncaya kadar ekiplerimiz tarafından yapılmıştır ve adımlar da buna göre atılmıştır.

Aynı şekilde, diğer tüm illerde… Mesela Yusufeli’ni yapıyoruz. Biz, Yusufeli’nde şu anda bir ilçeyi kaldırıyoruz Yusufeli Barajı’nı yaparken…

AHMET TÜRK (Mardin)  Biz barajlara karşı değiliz Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ama, ilçeyi bir başka bölgeye taşımak suretiyle, orada farklı bir ilçe meydana getiriyoruz. Bütün bu adımlar buna göre atılıyor.

Yani, bir şeyi söylerken, biz, ülkemizin ve insanımızın menfaatini öne çıkararak öncelikle bunu konuşalım.

Turizmde bizim özellikle kültürel değerlerimize, eserlerimize bu dönemde verilen değer hiçbir dönemde verilmemiştir. Şu anda, gerek Vakıflar Genel Müdürlüğümüz olarak gerekse Kültür ve Turizm Bakanlığımız olarak son beş yıl içerisinde yapılan renovasyon ve restorasyon çalışmaları yaklaşık dört bine ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlar, hiçbir dönemde bunlar yapılmadı. Ve Vakıflar Genel Müdürlüğü… Onu da burada hatırlatmamda fayda var, yani millî bütçeden değil, daha çok Vakıfbankın dağıttığı temettüden payını almak suretiyle bu yatırımları gerçekleştirmiştir. Yolsuzlukların içerisinde olan bir hükûmet olmuş olsa, bu yatırımları siz neyle yapacaksınız? (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunlar böyle yapıldı. Ama, tabii, Türkiye’de haber kanalları farklı çalışıyor. Haber kanallarının farklı çalışması sebebiyle de, tabii, gerçekler devamlı saptırılıyor.

Ve Güneydoğu ile ilgili ekolojik yatırımlar noktasında, arkadaşlar, çok ciddi yatırımlar burada yapıldı. Mesela sadece Güneydoğu ve Doğu ile ilgili söylüyorum: 849 proje uygulandı. Türkiye genelinde 1.874 proje uygulandı.

“Doğu ve güneydoğuda hayvancılığa önem verilmiyor!” İnsaf! Şu anda doğu ve güneydoğu başta olmak üzere en büyük yatırım bu noktada tarım ve hayvancılıkta doğu ve güneydoğuya yapılmıştır. Bakınız, biz, özelleştirmeden doğu ve güneydoğudaki Et ve Balık Kurumunun bütün fabrikalarını çıkardık. Niye? Şu anda oradaki besiciliği destekleyelim diye bunu yaptık. Çünkü, orada vatandaşlarımız hayvanlarını kestiremiyorlardı ve güçleri elvermediği için batıya da bunları satamıyorlardı ve hayvan kilo kaybından dolayı da benim oradaki köylüm zarara uğruyordu. Biz o zarardan onu kurtaralım diye onlara orada “Et ve Balık Kurumu olarak burada artık faaliyetlerimiz devam edecek ve sizleri mağdur etmeyeceğiz.” dedik. Ve Et ve Balık Kurumunun bir iki tane yeni fabrikasının açılışını da bizzat kendim gittim yaptım. Bunlardan bir tanesi Ağrı’da. Gittim yaptım. Niye? Derdimiz başka bizim. Türkiye’nin seksen bir vilayetinin burada hesabını veririm. Çünkü, seksen bir vilayetinin nerede olduğunu çok iyi biliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Dört dakikanız kaldı Sayın Başbakan.

SIRRI SAKIK (Muş)  Sayın Başbakan, Hakkâri ve Şemdinli’nin hesabını verin. Şemdinli’de ne oldu?

BAŞKAN  Sayın Sakık, rica ediyorum.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Ve değerli arkadaşlar, bakınız burada yine özellikle bir şeyi vurgulamak istiyorum. O da, bizim bu dönem içerisinde sıfır tolerans, işkence noktasında… Evet, iddialı olarak söylüyorum, işkencede sıfır tolerans. (AK Parti sıralarından alkışlar) İspatınız varsa çıkar konuşursunuz. Öyle lafla, belli mahfilleri yanlarına, arkasına alarak bunu söyleyemezsiniz. İspat gerektirir bu. Varsa ispatınız söylersiniz, biz de gereğini yaparız. Bizim Hükûmet olarak sorumluluğumuz, bu tür bir ispat olduğu zaman gereğini yapmaktır. Ama, iddia da, müddei de, iddiasını ispatla mükelleftir. Ve ülkemde benim şu anda işkence diye bir olay yoktur ve bunu bildikleri hâlde, birilerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesini de Avrupa Birliğine giderek yalan yanlış haberler taşımasını da anlamak mümkün değildir, bunu da burada söylemek zorundayım ve biz, bunların da gidip belli yerlerde kavgasını veriyoruz, onu da anlatmak durumundayım. Biz burada hep beraber el ele vereceğiz…

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır)  İşkenceyi örteceğiz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  … ülkemizin menfaati neyi gerektiriyor, bunun peşinde koşacağız. Eğer biz bunu başarırsak, Türkiye o zaman işte o arzu edilen sıçramasını yapacaktır. Ekonomi konuşmamda ne dedim Hükûmet Programı’nı okurken demokrasiyle atbaşı gidecek dedim. Birisi ileride, birisi geride olmaz, atbaşı giderse, o zaman başarı olur ve biz bunu başaracağız. Bunun bedellerini ödeyerek buralara geldik, zembille sarkıtılmadık, damdan düştük, dolayısıyla da bunun ne getirdiğini ne götürdüğünü iyi biliyoruz. Ama kalkıp da kişi başına millî gelirin ne demek olduğunu bilmezse bir insan ben ne diyeyim? Yani ekonomide, bir ülkenin kalkınmasında ölçü şudur: Kişi başına millî gelir nedir veya toplam millî gelir nedir? Bakınız, şu anda bizim nüfusumuz 73 milyon diye gösteriliyor ve 73 milyon diye biliyoruz, ama şimdi biliyorsunuz ciddi bir sayım yapılıyor, bu sayımın neticesinde bu rakam daha da kesinleşecek, net olarak ortaya çıkacak ve inşallah, geldiğimiz bu 400 milyar dolar millî gelir seviyesini Türkiye artık aşacak, daha yukarılara çıkacağız. Bundan memnun olalım, bundan mutlu olalım. Niye rahatsız oluyoruz? Ve ben isterim ki, bu konuda katkınız ne olabilir? Ve biz bu işin hizmetkârlığını yapalım, hamallığını yapalım, sizin de bu noktada katkılarınız olsun ve bu katkılarınızı biz değerlendirelim. Değerlendirmediğimiz zaman da istiyoruz ki burada her türlü eleştiriyi tabii ki yapacaksınız, buna bizim saygımız var, aksini iddia edemeyiz. Ama, el ele vereceğiz, omuz omuza vereceğiz ve Türkiye’mizi o arzulanan hedefe hep beraber taşıyacağız.

Değerli arkadaşlarım, IMF’yle ilgili konu: Tabii, IMF, Avrupa Birliği, bu konudaki hassasiyetler de enteresan. Şunu söylemem gerekiyor: Yani göreve geldik, IMF’e Türkiye’nin borcu 23,5 milyar dolardı. Ama, bakın, şu anda IMF’e Türkiye’nin borcu 7 milyar 777 milyon dolara düştü. Oradan buraya. (AK Parti sıralarından alkışlar) Aynı şekilde, Merkez Bankasının rezervi 26,8 milyar dolardı. Şimdi ise 69,2 milyar dolara çıktı. Şimdi, burada deniyor ki o da çok enteresan “Efendim, bu, Türkiye’ye gelen sıcak paranın karşılanması içindir.”

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Garantisi için.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Yani, hakikaten bunu anlamak mümkün değil.

ABDULLAH ÖZER (Bursa)  Sıcak para ne kadar?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  “Bunun karşılanması içindir.” vesaire… Bunları anlamak mümkün değil.

ABDULLAH ÖZER (Bursa)  Vergi ödemeden nasıl duruyor sıcak para Türkiye’de?

BAŞKAN  Lütfen!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Değerli arkadaşlar, sıcak para nasıl gelir, nasıl gider? Doğrudan yabancı sermaye Türkiye’ye nasıl geliyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN  Sayın Başbakanım, bir dakika lütfen.

İki dakika süreniz. Lütfen, bitiriniz efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)  Özellikle, ben şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, sıcak paranın gelişi gidişi, menkul kıymetler içerisinde bir sirkülasyon olayıdır, ama doğrudan yabancı sermaye olayı farklıdır. Burada doğrudan yabancı sermaye ile sıcak paranın karıştırıldığını da gördüm. Bir defa, doğrudan yabancı sermaye Türkiye’ye girdiği zaman ileri teknolojiyi getirdiği gibi bir de dünya pazarını getiriyor. Yani, bizim dünyada bir pazar bulma sıkıntımız olmuyor, çünkü onların dünyada zaten pazarı var ve nedir buraya gelirken onların tek hedefi? Bir: Emeği burada daha ucuz buluyor, doğru ve bunun dünyaya pazarlanması noktasındaki gücünü ortaya koyuyor. Ama, unutmayalım, bakın, geçen yıl 20,1 milyar dolar, bu yıl da şu andaki gidişi, inşallah, fevkalade bir aksilik olmazsa 25 milyar dolara ulaşacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve ülkemizin bu şekilde her tarafı inşallah imar olacak.

Ben, sözlerimi burada toparlıyorum ve tüm bu Programımıza katkısı olan arkadaşlarıma ve bunun yanında tüm eleştirilerini olumluolumsuz yapan Parlamento çatısı altındaki grup ve milletvekili arkadaşlarıma, huzurunuzda Partim ve Grubum adına çok çok teşekkür ediyorum ve sonucunun ülkemiz, milletimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Başkan…

BAŞKAN  Son söz milletvekilinindir kuralı gereğince, Sakarya Milletvekili Sayın Ayhan Sefer Üstün’e söz vereceğim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Üstün, süreniz on dakikadır.

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya)  Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 60’ıncı Hükûmet Programı üzerinde şahsım adına söz aldım, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 22 Temmuz seçimleriyle birlikte Türkiye demokratik bir süreç yaşadı. Bu süreçle birlikte, demokratik makamlar bir bir sahiplerini buldu. Ben hepsine ayrı ayrı başarılar diliyorum. Artık, sürecin sonuna yaklaştık. Bugün, burada, 60’ıncı Hükûmetin Programı üzerinde görüşmeler yapıldı, değerli partilerimizin sözcüleri eleştirilerde bulundu, milletvekillerimiz de görüşlerini serdetti. Sayın Başbakanımız, çok veciz bir dille bu görüşleri, bu eleştirileri cevapladı. Bu saatten sonra, benim, bunun üzerine bir söz söylemem gerçekten şık olmaz.

Milletimiz 60’ıncı Hükûmet için, başarılı olması için dua ediyor. Ben de başarılı olacağına inanıyorum. Bir Türk vatandaşı olarak ben de dua ediyorum. İnşallah başarılı olacaklardır. Bir milletvekili olarak da başarılı olmaları için bu Mecliste elimden gelen katkıyı sağlayacağım. Allah yâr ve yardımcıları olsun. Cenabı Allah onları başarılı kılsın diyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Üstün.

DENİZ BAYKAL (Antalya)  Sayın Başkan…

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Başkan…

BAŞKAN  Bir dakikanızı rica ediyorum.

BAŞKAN  Sayın Baykal, buyurunuz

DENİZ BAYKAL (Antalya)  Sayın Başkan, Sayın Başbakan konuşmasında, benim Maliye Bakanlığı yaptığım 1974 yılıyla ilgili reel faiz oranlarını telaffuz etti. Söyledikleri ile ilgili bir küçük açıklama yapmam lazım.

BAŞKAN  Sadece bu konuyla ilgili olmak üzere buyurunuz efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

IV. AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

DENİZ BAYKAL (Antalya)  Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın yaptığı konuşmayla ilgili olarak bir genel değerlendirme yapabilmeyi çok isterdim, söylenecek çok konu olduğu açık. Arkadaşlarımız bu çerçevede gerekenleri yaptılar, şimdi, gene, usulün verdiği imkânla ek cevaplarını verecekler. Ben buraya sadece somut bir konu için geldim; küçük, fakat çok önemli. Sayın Başbakanın anlayışını, bu konulardaki yaklaşımını ortaya koyan fevkalade önemli bir küçük örnek olduğu için geldim.

Hepimiz biraz önce burada tanık olduk. Sayın Başbakan, büyük bir iddia ile rakamlar telaffuz etti, hedefler gösterdi, suçlamalar yaptı, eleştiriler yaptı ve durduk yerden, bence hiç icabı yokken, 1974 yılında, benim Maliye Bakanı olduğum dönemde, Türkiye’deki reel faiz oranlarıyla ilgili iddialı bir rakam telaffuz etti. Açıkça dedi ki: “Deniz Baykal’ın Maliye Bakanlığı zamanında, 1974 yılında, Türkiye’de reel faizler yüzde 40’tı.” Şimdi, bu değerlendirmenin, Başbakanın yakın siyasi tarihimiz hakkındaki bilgisiyle, ekonomik durumumuzun geçmiş tablosuyla ilgili anlayışıyla, bilgisiyle ne ölçüde ilgili olduğunu takdir etmeyi milletimize bırakıyorum, sadece somut veriyi söylüyorum. Başbakan diyor ki: “Yüzde 40.” Ben, tekrar soruyorum: Öyle mi Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul)  9395 dönemi…

BAŞKAN  Karşılıklı konuşmayın Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla)  Reel faizler, 1974 yılında… (Gürültüler)

BAŞKAN  Sayın Baykal, lütfen, Genel Kurula hitap edin.

AHMET YENİ (Samsun)  Benzini söylemedi.

BAŞKAN  Arkadaşlar, lütfen…

DENİZ BAYKAL (Devamla)  Değerli arkadaşlarım, burada, hiç uzatmadan, açıkça söylüyorum: Benim Maliye Bakanı olduğum dönemde, 1974 yılında reel faizler yüzde 40’tı diyor Başbakan tasarruf mevduatı faizi yüzde 9, Merkez Bankası reeskont faizi yüzde 9. Durum bundan ibarettir. Sayın Başbakanın ve milletin takdirine sunuyorum, Meclise de sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir talebi var.

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Başkan…

BAŞKAN  Bir dakikanızı rica ediyorum Sayın Kaplan.

Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki: “Sayın Başbakan, Hükûmet Programı’nın savunmasında, ana muhalefet partisi sözcüsü yalan yanlış gazete kupürlerinden kestiği haberlerle konuştuğumu ifade etti. Bir: Yalan ve yanlış konuşmadım. İki: Gazete kupürlerini kaynak göstermedim.”

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)  Gazete kupürleri de vardı Sayın Başkan.

BAŞKAN  “Yalan konuşma yaptığım ifadesiyle kişiliğime sataşma yapılmıştır. İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre tarafıma açıklama hakkı verilmesini arz ederim.” diyor.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)  Açıkladılar zaten Sayın Başkan.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)  Sayın Kılıçdaroğlu’na hiç söz vermedi, yapmayın.

BAŞKAN  Ben, Sayın Başbakanın konuşmasında, 69 kapsamında bir kişiliğe sataşma görmedim. Zaten…

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Başkan, sataşma değil itham var.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Sayın Başkan…

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Sayın Başkan, itham var.

BAŞKAN  Hayır. Zaten, Sayın Kılıçdaroğlu, siz de diyorsunuz ki “Yalan yanlış gazete kupürlerinden kestiği haberlerle” diyor. Yani, sizin dilekçenizde de benim söylediğimi destekler mahiyette bir ifade var…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Sayın Başkan…

BAŞKAN  Ama, ısrar ediyorsanız…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Evet efendim, yeni tartışmaya yol açmadan cevap vereceğim efendim.

BAŞKAN  Peki, çok kısa, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Üç dakikalık bir süre verdim, buyurunuz.

2. İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)  Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben, yeni bir tartışmaya yol açmak amacıyla buraya gelmedim. Sayın Başbakan beni tanımayabilir. Sayın Başbakanla bizim beraber bir mesaimiz de olmadı. Ama, Sayın Başbakanın şunu çok iyi bilmesini isterim: Burada söylediklerimin hiçbirisi bir gazete kupürüne dayanmıyor. Eğer bir habere dayanıyorsa, Sayın Başbakan şunu çok iyi bilsin, o haber mutlaka Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberdir. Yani, devletin haber kaynağından alınmış bir haberdir. Hiçbir yerde, hiçbir zamanda, bir yerde doğrulatmadığım bir haberi konuşmam. Burada söylediğim bütün belgeler, benim kişisel görüşlerimin dışında söylediğim… Dünya Bankası raporundan söz ettim, IMF’in raporundan söz ettim. Sayın bakanların konuşmalarının tümünü de, ben, Anadolu Ajansı çıktısı olarak aldım. Eğer sayın bakanlarımız Anadolu Ajansı çıktılarına “Doğru değildir.” diyorlarsa, kabul ediyorum, ama, bugüne kadar o haberlerin hiçbirisine de yalanlama gelmedi.

Bir önemli nokta: Hiçbir ülkenin başbakanı “yalan” sözcüğünü bu kadar kolay kullanmamalı. Eğer bunu kullanabiliyorsak, o zaman, bu Parlamentonun çatısı altında birbirimizin yüzüne daha rahat bakamayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  Teşekkür ediyorum.

Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Efendim, sataşma değil, itham olduğu için cevap vermek zorundayım.

BAŞKAN  Kime itham?

HASİP KAPLAN (Şırnak)  Efendim, bir: “Nereden oyların alındığını biliyorum.” İki: “Hasankeyf’le ilgili Avrupa’da birileri çalışma yapıyor.” Üç: “Sıfır toleransla…” Üçü, sataşma değil, ithamdır; cevap vermek zorundayım.

BAŞKAN  Size dönük hiçbir itham söz konusu değil.

III. HÜKÛMET PROGRAMI (Devam)

1. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı’nın görüşülmesi (Devam)

BAŞKAN  Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Güven oylamasının, Anayasa’nın 110’uncu, İç Tüzük’ün 124’üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir.

Buna göre, güven oylaması, 5 Eylül 2007 Çarşamba günü yapılacaktır.

Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Başkanlığın Genel Kurula sunuşlarını ve işaret oyuyla yapılacak seçimleri yapmak üzere 4 Eylül 2007 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Teşekkür ediyorum.

Kapanma Saati: 19.06