DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 3
10’uncu Birleşim
23 Ekim 2007 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM
Başkan Vekili Meral Akşener’in, Başkan Vekili seçilmesi
dolayısıyla teşekkür konuşması
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.-
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam’ın, son günlerde
yaşanan terör olaylarına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
2.- Bursa
Milletvekili Onur Öymen’in, son günlerde yaşanan terör olaylarına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı
3.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, son günlerde yaşanan terör
olaylarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 23 milletvekilinin,
Kırklareli ili Vize ilçesindeki bir araziyle ilgili iddiaların ve bu
arazi üzerinde kurulması planlanan çimento fabrikasının çevre
üzerindeki muhtemel etkilerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/12)
2.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, İzmir ili başta olmak
üzere Ege Bölgesi’nde su kaynakları yönetiminde yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
3.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 33 milletvekilinin, İznik Gölü’ndeki çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
4.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 milletvekilinin, Gediz Nehri’ndeki
kirliliğin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin, Uluabat Gölü’ndeki çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/16)
6.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin, Mavi Tünel Projesi’nin
Silifke Ovası ve Göksu Deltası’na muhtemel etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/17)
B) Tezkereler
1.- Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in İran’a
yaptığı resmî ziyarete Ankara Milletvekili Faruk Koca’nın
da iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/201)
2.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerika Birleşik Devletleri’ne
yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesi uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/200)
VI.-
ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.- (10/1),
(10/4), (10/5), (10/7), (10/9), (10/10) ve (10/11) esas numaralı Meclis
araştırması önergeleri ile aynı konudaki (10/13), (10/14),
(10/15), (10/16) ve (10/17) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin birlikte görüşülmesine ve
görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VII.-
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Ön görüşmeler
1.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 milletvekilinin,
Trakya’daki su kaynaklarının korunması ve su
kıtlığına karşı alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/1)
2.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, küresel
ısınmanın ülkemize etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/4)
3.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Çıldır Gölü’nde
meydana gelen kirliliğin sebepleri ve çözümlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/5)
4.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, su
kaynaklarının kullanımı ve korunması ile Ankara’da
yaşanan su sorununun araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/7)
5.- Konya
Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 milletvekilinin, Beyşehir Gölü’nün su
seviyesi ve ekolojik dengesiyle ilgili sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/9)
6.- Uşak
Milletvekili Nuri Uslu ve 20 milletvekilinin, küresel ısınma ve iklim
değişikliği sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/10)
7.-
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 milletvekilinin,
küresel ısınma ve küresel ısınmanın neden olduğu
su sorununun araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/11)
8.- İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, İzmir ili başta olmak
üzere Ege Bölgesi’nde su kaynakları yönetiminde yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
9.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 33 milletvekilinin, İznik Gölü’ndeki çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
10.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 milletvekilinin, Gediz Nehri’ndeki
kirliliğin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
11.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin, Uluabat Gölü’ndeki çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/16)
12.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin, Mavi Tünel Projesi’nin
Silifke Ovası ve Göksu Deltası’na muhtemel etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/17)
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) Yazılı Sorular ve Cevapları
1.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, Çine Barajı inşaatına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/16)
2.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya-Gazipaşa Devlet Hastanesinin
bahçesine atılan tıbbi atıklara ve personel ihtiyacına
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın
cevabı (7/45)
3.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin’in, Türk Bayrağını resmeden bir tabloya
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat
Pakdil’in cevabı (7/84)
4.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Millî Eğitim
Bakanlığına bağlanan turizm eğitim merkezlerinin
personeline ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/88)
5.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in, Tunceli’de İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi açılıp açılmayacağına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/91)
6.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, geri ödenmesinde sorun yaşanan konut
kredilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/104)
7.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, işsiz sayısına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/111)
8.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan’ın, Burdur’un fen lisesi ihtiyacına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/119)
9.- Adana
Milletvekili N. Gaye Erbatur’un, Tuzla tersaneler bölgesinde işçi
güvenliğine yönelik tedbirlere ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/126)
10.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, İstanbul’un
su ihtiyacına ve İSKİ’nin Istranca Dereleri projelerine
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/128)
11.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Çanakkale-Gökçeada’daki özel paralı avlak
alanı ihalesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı (7/130)
12.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, idari kadrolarda görev yapan din kültürü ve ahlak
bilgisi öğretmenlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/159)
13.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak,
Tunceli, Van, Yozgat, Bursa, Ağrı, Hakkari, Karabük, Karaman, Kars,
Iğdır, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis,
Kütahya, Mardin, Muş, Nevşehir, Niğde, Osmaniye, Rize, Sakarya,
Aksaray, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Bolu, Çankırı, Diyarbakır,
Düzce, Elâzığ, Erzurum ve Gümüşhane illerindeki
taşımalı eğitime ve kapatılan okullara ilişkin
soruları ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
(7/161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175,
176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191,
192, 193, 194, 195, 196, 197)
14.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, öğretmen atamalarına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/198)
15.- İzmir
Milletvekili Kemal Anadol’un, Bergama Cumhuriyet Lisesi öğrenci yurduna
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/201)
16.-
Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Gönen ilçesinde
onarımı süren bir ilköğretim okuluna ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/203)
17.- Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, İsrail’in Türk hava
sahasını ihlal ettiği iddialarına ilişkin sorusu ve
Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/231)
18.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, personel alımlarına
ve uygulanan projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik’in cevabı (7/232)
19.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Erzurum’daki öğretmen
ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/233)
20.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Talim Terbiye Kurulundaki
kadrolaşma iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/234)
I.
- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Yapılan
yoklamalarda toplantı yeter sayısı
sağlanamadığından, 23 Ekim 2007 Salı günü saat
15.00’te toplanmak üzere, birleşime 15.14’te son verildi.
Şükran
Güldal MUMCU
Başkan Vekili
Fatma
SALMAN KOTAN Yusuf
COŞKUN
Ağrı Bingöl
Kâtip Üye Kâtip
Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR No.: 14
19 Ekim 2007 Cuma
Süresi İçinde
Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye ERBATUR’un, 17 Ağustos 1999 depremi
sonrasında alınan önlemlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17)
2.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, Dünya Bankası
tarafından hazırlanan “Enerjide Türkiye” başlıklı
rapora ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/20)
3.- Aydın
Milletvekili Özlem ÇERÇİOĞLU’nun, Aydın’daki kuraklık
sorununa ve yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/26)
4.- Bilecik
Milletvekili Yaşar TÜZÜN’ün, geçmiş yıllara ait çiftçi alacaklarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/27)
22 Ekim 2007 Pazartesi No.:
15
Tasarılar
1.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Konsolosluk
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/427) (Dışişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.10.2007)
2.- Telsiz
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun Tasarısı (1/428) (Adalet;
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.10.2007)
3.- Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
(1/429) (Millî Savunma ve Anayasa Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.10.2007)
4.- Yedek
Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti
Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/430) (Plan ve
Bütçe ile Millî Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.10.2007)
5.- Türk
Silahlı Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı
(1/431) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ile Millî Savunma Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.10.2007)
6.- Yedek
Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
(1/432) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.10.2007)
7.- Millî
Müdafaa Mülkiyeti Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/433)
(Plan ve Bütçe ile Millî Savunma Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.10.2007)
8.- Geçici
İthalat Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/434)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile
Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.10.2007)
9.- Artvin
İli Yusufeli İlçesinin Merkezinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı
(1/435) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.10.2007)
10.- Askerlik
Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/436) (Adalet ve Millî Savunma
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.10.2007)
11.- Ses ve Gaz
Fişeği Atabilen Silahlar Hakkında Kanun
Tasarısı (1/437) (Adalet; Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile İçişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.10.2007)
12.- Gülhane
Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/438) (Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Millî Savunma
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.10.2007)
13.- Kamu
Hastane Birlikleri Pilot Uygulaması Hakkında Kanun
Tasarısı (1/439) (Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.10.2007)
14.- Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanlık Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği ile Arnavutluk Cumhuriyeti Avrupa Entegrasyon
Bakanlığı Arasında Avrupa Entegrasyonu Süreci
Çerçevesinde İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/440) (Avrupa Birliği Uyum ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.10.2007)
Teklif
1.- Kastamonu
Milletvekili Hakkı Köylü’nün; Türk Parasının
Kıymetini Koruma Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/21) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.10.2007)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Gaziantep
Milletvekili Akif EKİCİ’nin, yeşil kart verilen
kişilere ilişkin Sağlık Bakanından sözlü
soru önergesi (6/154) (Başkanlığa geliş tarihi:
4/10/2007)
2.- Artvin
Milletvekili Metin ARİFAĞAOĞLU’nun, Borçka
bağlantılı yollardaki tünellerin
aydınlatılmasına ilişkin Ulaştırma
Bakanından sözlü soru önergesi (6/155)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
3.- Artvin
Milletvekili Metin ARİFAĞAOĞLU’nun,
Ardanuç-Ardahan yoluna ilişkin Ulaştırma
Bakanından sözlü soru önergesi (6/156)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
4.- Artvin
Milletvekili Metin ARİFAĞAOĞLU’nun, Borçka-Camili
yoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru
önergesi (6/157) (Başkanlığa geliş tarihi:
5/10/2007)
5.- Artvin
Milletvekili Metin ARİFAĞAOĞLU’nun, Ankara-Batum
uçak seferlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından
sözlü soru önergesi (6/158) (Başkanlığa geliş
tarihi: 5/10/2007)
6.- Mersin
Milletvekili İsa GÖK’ün, Anayasa değişiklik
taslağı hakkındaki bir toplantıya ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Cemil ÇİÇEK) sözlü soru önergesi (6/159)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
7.- Yalova
Milletvekili Muharrem İNCE’nin, bir müsteşar
yardımcısına tahsis edilen odaya ilişkin Millî
Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/160)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
8.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin USLU’nun, kuraklıktan etkilenen
ayçiçeği üreticilerinin desteklenmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/161) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
9.- Karaman
Milletvekili Hasan ÇALIŞ’ın, kuraklıktan etkilenen
sebze ve meyve yetiştiricilerinin desteklenmesine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/162) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/10/2007)
10.- Ordu
Milletvekili Rıdvan YALÇIN’ın, TOKİ konutları
ve toplu açılış törenlerine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/163)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
11.- Ordu
Milletvekili Rıdvan YALÇIN’ın, TMO’nun fındık
alımına ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/164)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
12.- Mersin
Milletvekili Kadir URAL’ın, Mersin’deki bazı baraj ve
sulama suyu projelerine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sözlü soru önergesi (6/165)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
13.- Tokat
Milletvekili Reşat DOĞRU’nun, esnaf ve sanatkarların
kredi kullanımında yaşadığı bir soruna
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi
(6/166) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
14.- Manisa
Milletvekili Mustafa ENÖZ’ün, kuraklıktan etkilenen
çiftçilerin desteklenmesine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/167)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
15.- Ordu
Milletvekili Rıdvan YALÇIN’ın, fındık
üreticilerinin alacaklarının ödenmesine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/168)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
16.- Ordu
Milletvekili Rıdvan YALÇIN’ın, Ordu’ya Tıp
Fakültesi kurulmasına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/169)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Ankara
Milletvekili Zekeriya AKINCI’nın, Ankara’ya verilen suyun
sağlık sorunlarına yol açtığı
iddiasına ve su sorununa ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/351) (Başkanlığa
geliş tarihi: 4/10/2007)
2.- Antalya
Milletvekili Hüsnü ÇÖLLÜ’nün, uluslar arası tahkim
davalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/352) (Başkanlığa geliş tarihi:
4/10/2007)
3.- Antalya
Milletvekili Hüsnü ÇÖLLÜ’nün, Cumhurbaşkanlığına
gönderilen atama kararnamelerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/353) (Başkanlığa
geliş tarihi: 4/10/2007)
4.- Denizli
Milletvekili Hasan ERÇELEBİ’nin, Oxford Üniversitesinin bir
yayınına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/354) (Başkanlığa geliş tarihi:
5/10/2007)
5.- Sinop
Milletvekili Engin ALTAY’ın, kuraklıkla ilgili
kararnamenin Kastamonu’daki uygulamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/355)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
6.- Sinop
Milletvekili Engin ALTAY’ın, kuraklıkla ilgili
kararnamenin uygulamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/356) (Başkanlığa geliş
tarihi: 5/10/2007)
7.- Sinop
Milletvekili Engin ALTAY’ın, kuraklıkla ilgili
kararnamenin kapsamına alınmayan ürünlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/357)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
8.- Sinop
Milletvekili Engin ALTAY’ın, kuraklıkla ilgili
kararnamenin Sinop’taki uygulamasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/358)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
9.-
İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL’in, gezilere
katılan medya heyetlerinin seçimindeki kriterlere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/359)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
10.- Adana
Milletvekili Tacidar SEYHAN’ın, bazı illerin
nüfuslarına ve yeşil kartlı sayısına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/360)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
11.- İzmir
Milletvekili Canan ARITMAN’ın, iftar saatinde kamu
hizmetlerinin aksadığı iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/361)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
12.- Ankara
Milletvekili Yılmaz ATEŞ’in, IMF ile ilişkilere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/362)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
13.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, bir sözüne ve bazı
derneklerin faaliyetlerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/363) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8/10/2007)
14.-
İstanbul Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK’in, TMSF
bünyesindeki bir televizyon kanalının bir
programına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/364) (Başkanlığa geliş tarihi:
8/10/2007)
15.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, Devlet Bakanı Mehmet
ŞİMŞEK’in İngiltere vatandaşı
olduğu iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/365) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8/10/2007)
16.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, Kuzey Irak’ta
teröre karşı operasyon yapılmasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/366)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
17.-
Balıkesir Milletvekili Ergün AYDOĞAN’ın, Türkiye
Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ders
kitabında 10. Yıl Nutku’nun yer almamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/367)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21/9/2007)
18.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, 11. Cumhurbaşkanınca
kararnameleri imzalanarak asaleten atanan bürokratlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/368)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
19.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, TÜİK’in
işsizlik verilerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/369) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9/10/2007)
20.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, zayıflama ve
kilo alma amaçlı kullanılan kapsül ve enerji içeceklerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/370)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
21.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, yeşil
kartlılara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/371) (Başkanlığa geliş tarihi:
9/10/2007)
22.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu ÖZBOLAT’ın,
Kahramanmaraş çöp depolama alanının yer seçimine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/372)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
23.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, özürlülerin gümrüksüz
otomobil edinmede yaşadığı sorunlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/373)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
24.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, akarsu ve göllerin
kirlilik ölçümlerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/374) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5/10/2007)
25.-
Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat SÖNMEZ’in, Porsuk
Çayındaki kirliliğe ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/375)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
26.- Bursa
Milletvekili Abdullah ÖZER’in, Uludağ’da çöp ve moloz
dökülen bir alana ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/376) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5/10/2007)
27.- Bursa
Milletvekili Osman KAPTAN’ın, Antalya’nın su
ihtiyacına yönelik çalışmalara ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/377)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
28.- Amasya
Milletvekili Hüseyin ÜNSAL’ın, sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarına ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati
YAZICI) yazılı soru önergesi (7/378)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
29.- Aydın
Milletvekili Mehmet Fatih ATAY’ın, kuraklıktan
etkilenen vakıf zeytinliklerine ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati
YAZICI) yazılı soru önergesi (7/379)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
30.- Mersin
Milletvekili Mehmet ŞANDIR’ın, Habur Sınır
Kapısında bazı nakliye araçlarına ayrımcılık
yapıldığı iddiasına ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati
YAZICI) yazılı soru önergesi (7/380) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11/10/2007)
31.- Aydın
Milletvekili Mehmet Fatih ATAY’ın, Kuzey Afrika
ülkelerinden ham zeytin ithali ile ilgili iddialara ilişkin
Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru
önergesi (7/381) (Başkanlığa geliş tarihi:
8/10/2007)
32.-
İstanbul Milletvekili Hasan MACİT’in, dahilde
işleme belgesi verilen firmalara ilişkin Devlet
Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi
(7/382) (Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
33.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, Çin’den ithal edilen
oyuncakların denetimine ilişkin Devlet Bakanından
(Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi (7/383)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
34.- İzmir
Milletvekili Oktay VURAL’ın, Roj Tv yayınlarına
katılan milletvekillerine ilişkin Devlet Bakanından
(Mehmet AYDIN) yazılı soru önergesi (7/384)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
35.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, balık çiftlikleri
konusunda girişimlerde bulunduğu iddiasına
ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı
soru önergesi (7/385) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/10/2007)
36.- Bursa
Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Almanya ile imzalanan İstisna
Akdi Anlaşmasının uygulamasına ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/386) (Başkanlığa geliş tarihi:
2/10/2007)
37.- Bursa
Milletvekili Onur ÖYMEN’in, bazı AB ülkelerinde kabul edilen
göç yasalarına ilişkin Dışişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/387) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8/10/2007)
38.- Samsun
Milletvekili Osman ÇAKIR’ın, Samsun-Ceyhan petrol boru
hattının başlangıç terminaline ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/388) (Başkanlığa geliş tarihi:
4/10/2007)
39.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN’ın, Burdur İlindeki
doğalgaz çalışmalarına ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/389) (Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
40.- Aydın
Milletvekili Ali UZUNIRMAK’ın, Aydın şehir içi
doğalgaz dağıtım ihalesine ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/390) (Başkanlığa geliş tarihi: 10/10/2007)
41.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te kent içi
ulaşım ile ilgili bazı iddialara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/391) (Başkanlığa geliş tarihi: 4/10/2007)
42.- Hatay
Milletvekili Gökhan DURGUN’un, Antakya’da polisin
açtığı ateş sonucu ölen bir kişiye ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/392) (Başkanlığa geliş tarihi: 4/10/2007)
43.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bursa-Yıldırım’daki bir
kavşağın trafik güvenliğine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/393) (Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
44.- İzmir
Milletvekili Bülent BARATALI’nın, ülkemize kaçak yollardan
giren yabancılara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/394)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
45.- Bursa
Milletvekili Onur ÖYMEN’in, Balkanlardan Türkiye’ye
yerleşen soydaşlarımıza vatandaşlık
hakkı verilmesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/395)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
46.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bursa-Mustafakemalpaşa’da
taşımalı eğitimden yararlanan öğrencilerin
yatılı bölge okuluna nakillerine ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/396) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5/10/2007)
47.- İzmir
Milletvekili Bülent BARATALI’nın, Pratik İngilizce
Konuşma ve Yöntemleri Kursuna ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/397)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
48.- İzmir
Milletvekili Bülent BARATALI’nın, yardımcı
kitaplara ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/398) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8/10/2007)
49.- Adana
Milletvekili Yılmaz TANKUT’un, eğitim kurumlarında
yapılan yönetici atamalarına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/399)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
50.- Yalova
Milletvekili Muharrem İNCE’nin, bir müsteşar
yardımcısı vekiline ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/400)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9/10/2007)
51.- Ankara
Milletvekili Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme
ürünlerinin denetimine ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/401)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4/10/2007)
52.-
İstanbul Milletvekili Sacid YILDIZ’ın, yatarak tedavi
olan hastaya ilaç ve malzemenin hastane tarafından
karşılanmasıyla ilgili tebliğe ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/402)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
53.-
İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL’in, yeşil
kartta otomatik vize sistemi uygulamasına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/403) (Başkanlığa geliş tarihi: 5/10/2007)
54.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL’in, Bursa Yenişehir Devlet
Hastanesinin personel ihtiyacına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/404)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8/10/2007)
55.- Ankara
Milletvekili Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme
ürünlerine ithalat izni verilmesine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/405) (Başkanlığa geliş tarihi: 4/10/2007)
56.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te
kuraklıkla ilgili kararnamenin uygulamasına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/406) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8/10/2007)
57.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, tarım kesiminin
çeşitli yönlerden geliştirilmesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/407) (Başkanlığa geliş tarihi:
9/10/2007)
58.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL’in,
Bilecik-Osmaneli-Bursa-Bandırma demiryolu
yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/408) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8/10/2007)
59.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, SSK emekli
maaşlarındaki farklılığa ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı
soru önergesi (7/409) (Başkanlığa geliş tarihi:
5/10/2007)
60.- Yalova
Milletvekili Muharrem İNCE’nin, İngiltere
vatandaşı olup olmadığına ilişkin Devlet
Bakanından (Mehmet ŞİMŞEK) yazılı soru
önergesi (7/410) (Başkanlığa geliş tarihi:
8/10/2007)
61.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan ÇİRKİN’in, Abdullah
Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı
görüşmelere ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/411) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9/10/2007)
62.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, balık çiftlikleri
konusunda girişimlerde bulunduğu iddiasına
ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/412) (Başkanlığa geliş tarihi:
10/10/2007)
63.-
İstanbul Milletvekili Hasan MACİT’in, TEKEL’in alkollü
içkiler bölümünün satışına ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/413)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11/10/2007)
23 Ekim 2007 Salı No.: 16
Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Kırklareli Milletvekili Tansel BARIŞ ve 23 Milletvekilinin,
Kırklareli İli Vize İlçesindeki bir arazi ile ilgili
iddiaların ve bu arazi üzerinde kurulması planlanan çimento
fabrikasının çevre üzerindeki muhtemel etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/12) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10/10/2007)
2.- İzmir
Milletvekili Oktay VURAL ve 19 Milletvekilinin, İzmir İli başta
olmak üzere Ege Bölgesinde su kaynakları yönetiminde yaşanan
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16/10/2007)
3.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL ve 33 Milletvekilinin, İznik Gölündeki
çevre sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/10/2007)
4.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN ve 32 Milletvekilinin, Gediz Nehrindeki
kirliliğin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/10/2007)
5.- Bursa
Milletvekili Kemal DEMİREL ve 26 Milletvekilinin, Uluabat Gölündeki çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/16)
(Başkanlığa geliş tarihi: 18/10/2007)
6.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza ÖZTÜRK ve 24 Milletvekilinin, Mavi Tünel Projesinin
Silifke Ovası ve Göksu Deltasına muhtemel etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/17) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19/10/2007)
23 Ekim 2007 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa),
Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu Birleşimini açıyorum.
(Alkışlar)
Toplantı
yeter sayısı vardır.
III. - OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili Meral Akşener’in,
Başkan Vekili seçilmesi dolayısıyla teşekkür
konuşması
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, yüce heyetinizin şahsıma gösterdiği
teveccühle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekilliğine
seçildikten sonra bugün, ilk kez Genel Kurula Başkanlık ediyorum.
Büyük Türk milletinin yüksek iradesinin tecelligâhı olan, Mustafa Kemal
Atatürk’ün “En büyük eserim.” dediği bu yüce kuruma Başkan Vekili
olarak hizmet vermek, benim şahsımda Türk kadınının
aktif siyasi hayatın her sahasında öne çıkmasının yeni
bir göstergesi niteliğindedir. Bu onurlu görevi, Anayasa ve İç Tüzük
hükümlerinin gerektirdiği dikkatle ve tarafsızlık içerisinde,
azami titizlikle yapacağımdan emin olmanızı isterim.
Değerli
arkadaşlar, en son 12 Mehmetçiğimizin şehit edildiği hain
saldırılar vesilesiyle, kahraman şehitlerimize Allah’tan rahmet,
yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Türk milletinin,
hepimizin başı sağ olsun.
Vatanımızın bölünmez
bütünlüğünü hedef alan kirli emellerin iç ve dış
uzantılarının, Türk milletinin ve kahraman ordusunun
sarsılmaz iradesi ve kararlılığı
karşısında sonuca ulaşması mümkün değildir.
Şanlı tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Türk tarihinde kara
lekelerle dolu sömürgecilik geçmişi hiç olmamıştır. Tam
aksine, sömürge altındaki ulusların kurtuluş mücadelelerine
model oluşturmuş kahramanlıklar ve yiğitlikler vardır.
Her zaman, zor ve
tarihî başarılara imza atmış bu gazi Meclisimizin,
evlatlarımıza silah çeken, vatanımızı bölmeye kasteden
hainlerle baş edecek azim ve kararlılıkta olduğunu,
buradan, bir kez daha ilan etmek istiyorum. (Alkışlar)
Görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce, üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem
dışı birinci söz, terör konusunda söz isteyen, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam’a aittir.
Buyurun Sayın
Sarıçam. (AK Parti sıralarından alkışlar)
IV. - GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan
Sarıçam’ın, son günlerde yaşanan terör olaylarına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı
AHMET GÖKHAN
SARIÇAM (Kırklareli) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; öncelikle, hepinizi, sözlerime başlamadan önce
saygıyla selamlıyorum.
Yine, pazar günü
hain ve kalleş terör örgütünün askerlerimize yapmış olduğu
saldırı sonucunda kaybettiğimiz 12 kardeşimize rahmet
diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum, milletçe
başımız sağ olsun.
Gönül isterdi ki,
bugünkü gündem dışı konuşma daha basit, çözümü daha kolay
olan, yüreğimize bu kadar büyük acı vermeyen bir konunun çözümünü
dile getirmek üzerine olsun. Ama, maalesef, böyle bir olayı hep birlikte
yaşadık ve bunun acısını hâlâ yüreklerimizde
hissediyoruz ve böyle bir konuyu da konuşmak zorunda kaldık.
Bu konu defaatle
bu Parlamentoda konuşuldu. Bu konunun çözümü noktasında birçok
hükûmet ve o hükûmetle beraber hareket eden kurumlar, değişik
boyutlarda hareketlerde ve sonuç getirecek eylemlerde bulundular. Fakat, terör,
maalesef, bizim gibi devlet kültürü olan, güçlü askerî gelenekleri olan, güçlü
yapısı olan devletlerin karşısında, milletlerin
karşısında çözümü o kadar da kolay olmayan bir yapıya sahip
çünkü işin içinde kalleşlik var, çünkü işin içinde hainlik var.
Bunların
çözümü noktasında, büyük bir kararlılıkla, büyük bir gayret
içinde, hep birlikte olduğumuzu göstermek için bir tezkere
çıkardık. 508 milletvekilimiz, terörün karşısında
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla gerekli
adımları attığı takdirde arkasında
olacağını ve bu yetkiyi Hükûmetimize verdiğini açıkça
belirtti ve bunun üzerinden çok kısa bir zaman geçmeden bu meşum
saldırıyla karşı karşıya kalındı ve
tekrar yüreklerimiz dağlandı.
Bu
sorunların çözümü için teröristlerin ve terör örgütünün üzerine sadece
askerî birtakım tedbirlerle değil, bunun ötesinde, birçok siyasi,
sosyal, ekonomik önlemleri de alıp ilerlemek ve bu işi artık
geçici pansuman tedbirlerin ötesinde kökünden çözmek için birtakım
adımların atılmasının zamanı geldi ve bu
kararlılık Hükûmetimiz tarafından özellikle gösterilmekte. (CHP
sıralarından “Ne zaman?” sesleri)
İşin
dış boyutunu, dış uzantılarını hiçe sayarak,
sadece belli bir örgütün elemanları tarafından
yapılmış hareketler olarak olayı algılayıp bu
konuda adımlar atmak 70 milyonluk büyük Türkiye Cumhuriyeti’ne
yakışmaz. Onun için, şu anda devletin tepesinde sağlanan
mutabakat çerçevesinde güvenlik kuvvetlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin,
Dışişleri diplomatlarımızın Hükûmet
koordinasyonunda çalışmasıyla gerekli tedbirlerin alındığını
bilmek ve bu konuda Sayın Başbakanımızın kararlı
açıklamalarını dinlemek bizleri gerçekten rahatlatıyor,
kamuoyumuzda da aynı rahatlığı görüyoruz.
RECAİ
YILDIRIM (Adana) - Başbakan kamuoyunu rahatlatan hangi
açıklamayı yaptı?
AHMET GÖKHAN
SARIÇAM (Devamla) – İçimize düşen acının bizlere etkisiyle
ve bizlerde uyandırdığı kin ve öfkeyle kamuoyundan da
birtakım sesler yükseliyor. Bunlar gayet normal, bunların olması
lazım; bu kinin ve öfkenin, bu tepkinin bir şekilde belirtilmesi
lazım. Fakat, bunun toplumsal barışımızı
bozmayacak şekilde olması da bizim için çok önem arz ediyor. Çünkü,
terörün hedefi, düşük oranda güç kullanarak kamuoyunun dengesini bozmak,
kamuoyunda korku oluşturmak, bunun üzerinden de kamusal otoritede bir
zayıflık oluşturmak. Bunun üstesinden gelebilmek için, öncelikle,
terör hareketleri karşısında millî birlik duruşumuzu net
bir şekilde ortaya koymamız, hiçbir ayrım içinde olmadan, 780
bin kilometrekare, 70 milyonu aşkın insanımız olarak tek
yapı ve tek anlayışla bu işin karşısında
dikildiğimizi göstermemiz lazım.
Ülke çapında
pazar günü, pazartesi günü ve bugün yapılan gösteriler, eylemler,
söylemler de bu noktada, gerçekten, milletimizin büyük bir duyarlılık
içinde tepkisini ortaya koymasını göstermesi bakımından
büyük bir anlam ifade ediyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Hükûmet de duyarlı olursa olur.
AHMET GÖKHAN
SARIÇAM (Devamla) – Bu millet mayası sağlam bir millet ve ondan
dolayı, terör örgütünün yapmış olduğu hain
saldırılar karşısında, yüreğine ateş
düştüğü hâlde, teröre karşı dik durmayı bilip kendi
tepkisini ortaya koyarken de bunun sınırlarını gayet güzel
çizmekte ve böylece, terörü hedefine ulaşmaktan alıkoymakta. Bu çok
önemli ve bunun altını çizmek istiyorum. Terörün bizi getirmek
istediği noktaya hem Hükûmet olarak hem de millet olarak gelmememiz
lazım; kullanılan gücün orantısız bir şekilde toplumda
bir kaos, bir kargaşa ve bir güvensizlik ortamını
oluşturmasına, hep birlikte, fırsat vermememiz lazım.
Ben bu konudaki
hassasiyetinden dolayı bütün milletimize en kalbî duygularımla
teşekkür ediyor, teröre karşı gösterdiğimiz dünden bugüne,
bugünden yarına kararlı, azimli, dik duruşun ve mücadelenin
bundan sonra da bütün gayretimizle ve en üst seviyede devam edeceğine olan
inancımı bütün halkımızla ve sizlerle paylaşıyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederiz Sayın Sarıçam.
Gündem
dışı ikinci söz, aynı konuda söz isteyen Bursa Milletvekili
Onur Öymen’e aittir.
Buyurun
Sayın Öymen. (CHP sıralarından alkışlar)
2.- Bursa Milletvekili Onur Öymen’in, son günlerde
yaşanan terör olaylarına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
ONUR ÖYMEN
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz son
aylarda giderek şiddetlenen PKK terör örgütünün saldırılarıyla
karşı karşıya bulunmaktadır. Çok sayıda
askerimiz, polisimiz ve sivil vatandaşımızın hayatına
mal olan veya yaralanmasına yol açan bu saldırıları şiddetle
ve nefretle kınıyoruz. Şehitlerimize Allah’tan rahmet,
yakınlarına ve milletimize başsağlığı
diliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, terör olaylarında, terörist saldırılarda
ve bunun sonucunda verdiğimiz kayıplarda büyük bir artış
var. 2002 yılında bir yılda verdiğimiz şehit
sayısı 6’dan ibarettir, güvenlik mensubu şehidi 6’dan ibarettir.
2007 yılında, 2007 yılının ilk yedi ayında 91
güvenlik görevlimizi şehit verdik. Sadece son bir ayda, buna ilaveten, 42
şehit daha verdik. Sivil vatandaşlarımızı da
düşünecek olursak, 2002 yılında sivil
vatandaşlarımızdan kayıplarımız 45 kişiydi,
45 şehit ve yaralı vermiştik. 2007 yılının ilk
yedi ayında 472 kaybımız var.
Değerli
arkadaşlarımız, çok süratle bir artış oluyor. Size
şunu söyleyeyim: Dört yılda Irak’taki savaşa fiilen katılan
İngiltere’nin verdiği kayıplar -kaza sonucunda ölenler dâhil-
171 askerden ibarettir. Yani, bu, Türkiye’nin uğradığı
kaybın büyüklüğünü göstermektedir. Türkiye’nin son yirmi yılda
teröre verdiği zayiat, New York’ta İkiz kulelere yapılan
saldırı sonucunda ölenlerin tam 10 katıdır.
Değerli
arkadaşlar, bu niçin böyle oldu? Ülkemize yönelik terör nasıl
başladı, niçin başladı ve biz zamanında gerekli
tedbirleri alabildik mi? Şimdi, bu soruları sormanın ve
serinkanlılıkla düşünmenin zamanıdır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’ye yönelik, ülkemize yönelik örgütlü terör
faaliyetleri 1975 yılının başında
başlamıştır. Daha önce bütün dünyayı kasıp
kavururken terörizm, Türkiye’ye yönelik tek bir eylem yoktu. Niçin 75’te
başladı? Neyin sonucudur bu? Kıbrıs Harekâtı’nın
sonucudur. Türkiye’nin Kıbrıs Harekâtı sırasında EOKA
terör örgütü açıklama yaptı “Dünyanın her yerindeki Türk
hedeflerini vuracağız.” dedi ve ASALA Ermeni terörü o zaman
başladı; 40’tan fazla diplomatımızı şehit verdik,
pek çoğu yaralandı, Değerli Arkadaşımız Deniz
Bölükbaşı da bu saldırılar sonucunda yaralanan
arkadaşlarımızdan biridir.
ASALA terörü
biter bitmez PKK terörü başladı. Bu bir tesadüf müdür? Bu bir tesadüf
müdür? Biz, bu ülkemize yönelik terörün dış boyutunu
düşünmezsek, ülkemizde olup bitenleri, diğer terörist faaliyetleri
hiç anlayamayız. Onu mutlaka değerlendirmemiz lazım,
düşünmemiz lazım ve bunun gerektirdiği tedbirleri mutlaka
almamız lazım.
Size şunu da
hatırlatayım: Atina’da 1970’li yılların ortasında Rum,
Ermeni ve Kürt teröristlerden oluşan Küçük Asya Halkları
Kurtuluş Derneği kuruldu. Türkiye’ye yönelik bütün terörist
faaliyetlerin beyni orasıdır. Bundan haberiniz olsun.
Değerli
arkadaşlar, şu anda İmralı’da olan teröristbaşı
nerede yakalandı? Bir NATO ülkesinin Nairobi Büyükelçiliğinde,
Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçiliğinde. Cebinde ne pasaportu
taşıyordu? Kıbrıs Rum pasaportu. Bu bile birçok şeyi
bize izah etmeye yeterlidir. Bizim, Hükûmetten ricamız, bütün bu bilgileri
toplayınız, devlet arşivlerinde vardır. Öcalan’ı
Şam’da ziyaret eden Yunan Parlamento heyetinin fotoğrafı da
vardır. Bunları getiriniz Mecliste gösteriniz, herkes anlasın
Türkiye’ye yönelik terörün kaynağı neresidir. Yalnız Yunanistan
değil, Yalnız Kıbrıslı Rumlar değil, başka
ülkeler de var.
Sayın
Başbakan diyor ki, ”PKK’nın elinde tanklar var, toplar var.” Demek ki
birileri PKK’yı kullanarak Türkiye’ye karşı örtülü savaş
yürütüyor. Bunun farkında mıyız biz? İşte, bütün
bunların üzerine gitmek zorundayız.
Değerli
arkadaşlarım, bazıları, PKK’nın ülkemizin
güneydoğusundaki açlıktan yoksulluktan, vaktiyle yapılan
baskılardan eziyetlerden kaynaklandığına inanıyor. Bu,
aslında terör örgütüne katılanların sayısının
yüksekliğini bir ölçüde izah edebilir ama terörü izah edemez tek
başına. Çünkü başka ülkelere de bakıyoruz, dünyanın en
zengin ülkelerinde terörist faaliyetler olduğunu görüyoruz. İspanya’daki
ETA terörü ülkenin en zengin bölgesinde
çıkmıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Öymen, üç dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Diğer,
Almanya, Fransa, Japonya, İngiltere gibi ülkeler de fakir ülkeler
değildir.
Şimdi,
işin özü şudur: Başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de
terör, belli siyasi amaçları olan, bu amaçları gerçekleştirmek
için örgütlenen, iç ve dış destek alan bir örgütlenme biçimidir.
Bunların amacı, Türkiye’yi bölüp parçalamaktır, Türkiye’den bir
bölümünü topraklarıyla ve halkıyla birlikte Türkiye’den
kopartmaktır. İşte, biz, bu bilinçle, bu bilgilerle, bu
anlayışla mücadele edersek başarılı oluruz.
Değerli
arkadaşlarım, ne yazık ki, PKK’yla
yaptığımız mücadelede son yıllarda büyük zaaf
gösterdik. Bundan önceki başarılı politikalar bir tarafa itildi,
Kuzey Irak’a, bizim bütün uyarılarımıza rağmen, Hükûmet,
asker göndermemeyi tercih etti; 2 defa bu konuda Meclisten yetki aldı
-2003 yılında- ve uygulayamadı; Eve Dönüş Yasası
çıkarttı, dağdan kimse inmedi, hapisteki teröristler dağa
çıktı; Terörle Mücadele Yasası getirdi –açın 6’ncı
maddesini okuyun- terör örgütünün kurucusuna Pişmanlık
Yasası’ndan yararlanma hakkı verdi. Bunlar büyük hatalar. 21 Eylül
2003’te Dubai’de Amerikan Hazine Bakanı ile bugünkü Sayın
Dışişleri Bakanımız anlaşma imzaladı, 1
milyar dolarlık hibe karşılığında Kuzey Irak’a
asker göndermemeyi kabul ettik. Bunlar olacak şeyler değil!
Sayın
Başbakan dedi ki: “Efendim, NATO, nasıl Afganistan’da
savaşıyorsa teröristlerle, gelsin Kuzey Irak’ta savaşsın.”
Kuzey Irak’ta, Amerika’nın, bütün Irak’ta 150 bin askeri var. En büyük
NATO müttefikinizin yapmadığı işi Portekiz mi yapacak,
Belçika mı yapacak, Estonya mı yapacak, kim yapacak? Ondan sonra,
siz, bunun için, mademki böyle bir düşünceniz var, bir kere bu konuyu
NATO’ya getirdiniz mi, bir kere NATO’dan destek istediniz mi? Yani, bunlar,
insanın böyle her aklına geleni söyleyeceği konular değil.
Bir millî politika gerekir diyoruz. Sayın Genel Başkanımız
defalarca açıkladı. Millî politikalar, böyle her gün
aklımıza gelen düşünceleri söylememizi değil, iyi
düşünülmüş, iyi tasarlanmış politikaları yapmamız
içindir.
Sayın Devlet
Bakanımız Cemil Çiçek diyor ki: “Tezkere, dolapta tutmak için
değildir.” Doğrudur, ama kendisine soruyoruz: Niçin 2003
yılında çıkarttığınız tezkereleri hâlâ
dolapta tutuyorsunuz? Bunlar hâlâ dolaptadır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Hükûmetin izlediği politika, maalesef,
teröristleri teskin etmek, alttan alma politikasıdır. Bu
yanlış bir politikadır, bu politikayla hiçbir yere gidemeyiz.
Bugün, sınır ötesi harekât oluyor mu? Oluyor ama bunu teröristler
yapıyor. Niçin biz yapmıyoruz? Hukuk mu karşı? Hukuk bizden
yana. Gücümüz mü yok? Avrupa’nın en güçlü ordusu biziz. Nedir eksik? Eksik
olan siyasi iradedir.
Değerli
arkadaşlarım, Meclis tezkereyle yetki verdi Hükûmete. Hükûmet ne
yaptı? Silahlı kuvvetlere siyasi direktif verdi mi? Verdiğini
duymadık. İşte bu son olaylar bütün bunları düşünüp...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Öymen.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, müsaadenizle.
Evet bütün bu son
olaylar, bizim…
BAŞKAN – Çok
teşekkür ederiz Sayın Öymen. (AK Parti sıralarından “Süre
bitti” sesleri)
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Bitti de cümlemi tamamlayayım müsaade ederseniz.
BAŞKAN –
Buyurun.
ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, cümlemi tamamlıyorum
müsaade ederseniz. Yüce Meclise saygılar sunacaktım. Herhâlde bu sizi
rahatsız etmez.
Ben şunu son
cümle olarak söylüyorum: Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, millî bir
anlayış içinde, bu terörle mücadelede üzerimize düşen her türlü
görevi yapmaya hazırız ve Sayın Başbakanın böyle bir
birlik ve bütünlüğün gerektirdiği günde muhalefeti eleştirmesini
büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz, bunu yadırgıyoruz.
Çok teşekkür
ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim.
Gündem
dışı üçüncü söz, yine aynı konuda söz isteyen Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’a aittir.
Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın,
son günlerde yaşanan terör olaylarına ilişkin gündem
dışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle Değerli Başkan Vekilimizi sizler adına, grubumuz
adına yürekten kutluyorum, başarılar diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, son günlerde yaşadığımız acı
terör olayları üzerine gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Doğrusu, Sayın Hükûmetin gelip burada söz verip, bilgi
verip gruplara daha uzun konuşma hakkı verilmesiydi. Bu konu gündem
dışının konusu değil, bu konu Türkiye’nin temel gündem
maddesi. Dolayısıyla, bu konuyu beş dakikalık gündem
dışına hapsetmek, bana göre bu konuda Hükûmetin, maalesef bu
konuya verdiği önemin ifadesidir, üzülerek ifade ediyorum.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye tarihî bir kavşak
noktasındadır. Hayati bir yol ayrımındayız.
Karşımızdaki sorunun adını doğru koymak
zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Farkındaysanız,
özellikle Sayın Hükûmetimiz farkındaysa, son günlerde, son bir ayda
50’ye yakın insanımız hayatını kaybetti. Bölücü terör
örgütü, dünden farklı olarak artık, Türkiye Cumhuriyeti devletine,
Türk milletine savaş açtı, bir taarruz mahiyetinde kitlevi ölümlerle
sonuçlanan saldırılarda bulunmaktadır. Niye yapmaktadır
bunu? Amacını çok net ortaya koymak lazım. Bölücü terör örgütü
1984’te Eruh baskınıyla başlayan süreçte Türkiye’yi milletiyle,
toprağıyla parçalayıp bu topraklarda bir ayrı devlet kurmak
için yola çıktığını ifade etti ve sürekli ifade
ediyor. Bunu bir başka anlamda, kültürel haklar, özgürlükler,
barış arayışları falan diye değerlendirmek,
gerçekten bölücü terörü cesaretlendirmiştir ve bugünkü boyutlara
ulaştırmıştır.
Geliniz, gelinen
noktada gerçekleri birlikte telaffuz edelim. Bu alçak saldırılar
Irak’ın kuzeyinden kaynaklanmaktadır. Birinci gerçek bu. Terör
örgütünü yöneten kadrolar Irak’ın kuzeyinde yaşamaktadır. Terör
unsurları artık, Kandil Dağı’ndan da inmiş, Türkiye’de,
Irak’ın kuzeyinde mevziler tutmuş, saldırılar, taarruzlar
planlamaktadır. Tüm bu teröristleri ve terör örgütünün bu
saldırılarını maalesef -maalesef diyorum çünkü bu
gerçeği de kabul etmemiz lazım- Barzani korumaktadır,
sahiplenmektedir. Denilebilir ki, artık, PKK’yı İmralı
canisi değil, Barzani bizatihi yönetmektedir.
Muhatap kim? Bu
soruyu da doğru cevaplandırmamız lazım. Değerli
Hükûmete soruyorum: Türkiye’yi Türk milleti adına yönetmek sorumlusu kim,
terörle mücadelenin sorumlusu kim? Her defasında temennilerde bulunmak,
her defasında tribüne çıkıp terörü kınamak hakkına
öncelikle Hükûmet ve onun arkasındaki AKP Meclis Grubu böyle bir hakka
sahip değil. Terörün muhatabı, teröre karşı Türkiye’yi, insanımızın
can güvenliğini koruma sorumluluğu Hükûmete aittir.
Ne olmuştur? Gelinen noktada, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Türk Milleti adına, Hükûmete sınır ötesi
operasyon yapıp bu bölücü terörü durdurmasını, kökünü
kazıması yetkisini vermiştir. Bu bir görev emridir. Hükûmetimiz
ne yapmıştır? Beyanatları yan yana getirdiğimiz
takdirde göreceksiniz ki, Hükûmetin hiç sınır ötesi operasyon yapmak
gibi bir niyeti bulunmamaktadır. Hükûmetimizin yetkililerine, AKP Grubuna
soruyorum: Bugün şehitlerimizi kaldırıyoruz. Başbakan
nerede? Sayın Dışişleri Bakanı Bağdat’ta ne
aramaktadır?
RECAİ
YILDIRIM (Adana) – Bush’u bekliyor, Bush’u.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Hangi stratejik anlaşma, bugüne kadar yapılan
hangi stratejik anlaşma terörü caydırdı, terörün niyetini
caydırdı, eylemini azalttı?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Üç
dakika ek süre verdim Sayın Şandır.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – İngiltere’yle yapılacak stratejik
anlaşmayla veya Amerika Devlet Başkanı George Bush’la
yapılacak görüşmeye umut bağlamak, terörle mücadeleyi bu
görüşmelere bağlamak hakkına sahip misiniz? Size, millet,
Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla bir görev emri verdi böyle
bakmak lazım. Boşuna mı getirdiniz bu tezkereyi? Bu tezkere
nerede?
SÜLEYMAN TURAN
ÇİRKİN (Hatay) – Dolapta.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Bu tezkereyi uygulayacak mısınız,
kullanacak mısınız yoksa her gün şehit vermeye devam
mı edeceğiz? Dikkatlerinize ve vicdanlarınıza soruyorum.
Biz bu tezkereyi geçen hafta çarşamba günü oyladık, kabul ettik.
Eğer bu tezkerenin gereği yerine konulmuş olsaydı, bugün,
toprağa düşmüş 12 şehidimiz olmayacaktı, bu kadar
yaralımız olmayacaktı. Bu 8 askerimiz…(AK Parti
sıralarından gürültüler)
Bir zillettir!
Hiç yerinizden konuşmaya hakkınız yok. Türk Silahlı
Kuvvetleri ilk defa teröre karşı esir vermektedir. Bu, sizin iktidar
döneminizde oldu. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ
(Samsun) – Hadi oradan be! Hadi oradan!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Sayın milletvekilleri…
ERTEKİN
ÇOLAK (Artvin) – Siz kendi döneminize bakın.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Sayın milletvekilleri, ortada bir olay var. (AK
Parti sıralarından gürültüler)
RECAİ
YILDIRIM (Adana) – Rahatsız mı oldunuz?
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Ortada bir olay var. Bölücü terör örgütü Irak’ın
kuzeyinden geliyor, Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırıyor, 12
tane şehit veriyoruz. Halkımıza saldırıyor. Sonuç ne
olacak? Nereye varacak bu gidiş? Ne zaman harekete geçeceksiniz?
Milletimiz sokaklarda. Milletimiz tepkisini, millî hassasiyetini ortaya
koyuyor. Hükûmetimiz ne yapıyor? Irak’ta strateji, İngiltere’de
stratejik anlaşmalar peşinde.
ERTEKİN
ÇOLAK (Artvin) – Şehitler üzerinden
siyaset yapmayın.
SÜLEYMAN TURAN
ÇİRKİN (Hatay) – Rahatsız oluyor, rahatsız!
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Dışişleri Bakanı Bağdat’ta
uzlaşma ve diyalog arıyor. Buna bir hakkınız var mı?
Beş yıldır bu ülkeyi siz yönetiyorsunuz. Milletimizin önünde
konuşuyoruz, gerçekleri olduğu gibi konuşmak mecburiyetindeyiz.
Sayın Bakan
burada.
ALİ TEMÜR
(Giresun) – Cevap verecek size Sayın Bakan.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Sayın Bakan burada. Hükûmet adına gelip
toplantılar yapıyor, zirve toplantıları düzenleniyor. Ne
oluyor? Hangi sonuç alınıyor? Ne zaman? Biz emir vermek durumunda
değiliz? Akan kanın sorumlusu sizlersiniz, bu Hükûmettir. (MHP
sıralarından alkışlar) Bu ülkeyi Türk milleti adına
siz yönetiyorsunuz. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ
(Samsun) – Kan üzerinden siyaset yapıyorsunuz.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) - Sayın milletvekilleri, kan üzerinden siyaset
yapmıyoruz ama size sorumluluğunuzu hatırlatıyoruz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Kan üzerinden siyaset yapıyorsunuz. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Size sorumluluğunuzu hatırlatıyoruz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Kan üzerinden…
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bu millet, sizi can güvenliğini temin etsin diye
seçti. Bugün, laf üreterek, basını azarlayarak… (AK Parti
sıralarından “Sözlerinize dikkat edin.” sesi)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Hükûmet birazdan cevap verecek, sakin dinleyin
lütfen.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Niye asmadınız? Assaydınız ya!
BAŞKAN –
Tamamlayın lütfen Sayın Şandır.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Niye asmadınız? Niye asmadınız, niye?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bugün Hükûmet olarak laf üreterek, basını
azarlayarak, RTÜK’e yasaklar koyarak terörle mücadele edemezsiniz. Akan
kanı durdurma sorumluluğu size ait. Milletimiz sokaklardadır.
AHMET YENİ
(Samsun) – Hep kan üzerinden siyaset… Şehitler üzerinden siyaset
yapıyorsun.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Şundan endişeleniyoruz: Eğer terörle
mücadelede bu millet sizden umudunu keserse, esas tehlike o zamandır.
İşte, milletimize bu noktada…(AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN –
Sayın Şandır, tamamlayın lütfen.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Milletimize bu noktada sağduyu tavsiye ediyoruz,
suhulet ve sükûnet ve sabır tavsiye ediyoruz. Bu sebepten dolayı…
AHMET YENİ
(Samsun) – İşiniz gücünüz tahrik.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Tahrik etmiyoruz.
ERTEKİN
ÇOLAK (Artvin) – İç Tüzük’ü niye uygulamıyorsunuz Sayın
Başkan?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – Bu sebepten dolayı, Hükûmetimizin, milletin
kendisine verdiği bu desteğin de idrakinde, gücünü kullanarak, bu
bölücü terörü neredeyse…
BAŞKAN –
Sayın Şandır, tamamlayın lütfen.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) – …sınır ötesinde, sınır içerisinde
bitirmesini talep ediyoruz.
Muhterem
heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Gündem dışı konuşmalara Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek cevap verecektir.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi
dakikadır.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sözlerimin başında, şehitlerimize Allah’tan
rahmet, gazilerimize minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Bir önemli konuyu
konuştuğumuzun hepimiz farkındayız ve farkında
olmalıyız. Bu müzakereleri sadece burada bulunan değerli
milletvekilleri değil, Türkiye’nin her tarafından ve buradan
çıkacak sonuçlara, burada yapılacak değerlendirmelere göre
başkaları da takip etmektedir. O sorumluluk duygusu içerisinde ve siz
değerli heyetinizi bilgilendirmek maksadıyla söz aldım .
Değerli
milletvekilleri, iktidarların görevi doğruyu yapmaktır,
muhalefetin görevi de yanlışı yaptırmamaktır.
Burada dile
getirilen hususları, bunların bir kısmı gerçeklerle
örtüşmese bile, bir kısmı belki iç polemik olarak da
kullanılabilecek ifadeler olarak değerlendirilse dahi, ben, iyi
niyetle, içinden geçtiğimiz süreç ve duyduğumuz acının çerçevesinde
meseleyi böyle değerlendirmeye çalışıyorum.
Değerli
milletvekilleri, geçtiğimiz hafta çarşamba günü, biz, burada,
birlikte terör meselesini konuştuk, terörle mücadeleyi konuştuk. O
tezkereye destek veren, teker teker milletvekillerimiz ve partilerimizle
birlikte -ki bundan dolayı Hükûmet adına teşekkürlerimi kamuoyu
önünde ifade ettim, bir defa daha bu desteğinizden dolayı
teşekkürlerimi ve şükranlarımı ifade etmek istiyorum- o gün
yaptığımız müzakerede mutabık
kaldığımız -ben zabıtlara tekrar baktım- hem
Cumhuriyet Halk Partisi adına hem Milliyetçi Hareket Partisi adına
hem de teker teker bazı parti genel başkanlarımızın
beyanlarına tekrar baktım, mutabık
kaldığımız husus şu: Evvela, bir millî meseleyi
konuşuyoruz. Üslubumuz ona göre oluyor, olmalı. İkincisi, bir
devlet sorununu konuşuyoruz.
Bu belayla bugün
karşılaşmış değiliz. Hepimiz o konuşmalara
başlarken, çeyrek yüzyıllık bir meseleyi konuştuğumuzu
ifade ettik. Demek ki, en az yirmi beş yıllık geçmişi olan bir
konuyu konuşuyoruz ve bu süre içerisinde, bu tezkereye destek veren
partilerimizin önemli bir kısmı bu sorumluluğun içerisinde
bulundular, devletimizin imkân ve kabiliyetleri içerisinde milletimizden
aldığı güç ve destekle bu belayı ülkemizden defetmek
noktasında bir çaba sarf ettiler. Her hükûmet…
CANAN ARITMAN
(İzmir) – Sayın Bakan…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Müsaade ederseniz,
bakınız, laf atmak, bugün, burada olmaz. Laf atma noktasında
değiliz Sayın Arıtman, rica edeceğim. Benim de yüreğim
yanıyor. Ben, hem ASALA tarafından yakınları şehit
edilmiş hem PKK tarafından yakınları şehit
edilmiş olan birisiyim. Ben, bu acıyı her gün yaşayanlardan
birisiyim, yüreğim yanarak konuşuyorum. Bu kürsüye yüzlerce defa
çıktım, keşke çıkmasaydım, keşke böyle bir talihsizliği,
böyle bir acıyı yaşamasaydık. Onun için, lütfen, sözlerimi,
heyecanımı bu çerçevede değerlendirin.
Aslında, ben
şunu söylemek istiyorum: Bizi eksik bulabilirsiniz, bizi yanlış
bulabilirsiniz ama o tezkereye destek veren partilerle hepimiz aynı
saftayız, ülkemizin birliğinden ve bütünlüğünden yanayız.
Gelin, meseleye böyle bakalım, meseleyi böyle anlayalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR
(Edirne) – İcraat nerede? İcraatı görelim. Aynı safta
mıyız, değil miyiz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİCEK (Devamla) - Onun için, çözümü de bulacaksak,
birbirimizin cümlelerinden boşluk arayarak veya mefhumu muhalifinden mana
çıkararak veya işin aslını, esasını
öğrenmeden birbirimizi suçlarsak varmak istediğimiz noktaya
varamayız. Tam tersi, başkalarının istediği zeminde bu
konuyu tartışmış oluruz.
Diyorum ki:
Bakınız, bu bir millî mesele, bu bir devlet meselesi. Geçen hafta da
ifade ettim, bugüne kadar yeryüzünün gördüğü en kanlı terör örgütü,
arkasında en çok dış destek olan bir örgütten bahsediyoruz. Onun
için, yirmi beş yıl bitmedi,
her hükûmet mücadele verdi, devletin bütün birimleri mücadele verdi, veriyor.
Bugün, hükûmette biz olmasak da bir başka parti olsa, onlar da verecek,
verir. Bundan en ufak bir tereddüdüm ve şüphem yok. O nedenle, bizim,
bugüne kadar bu mücadelede çok başarılı olduğumuz noktalar
oldu ama tümüyle terör meselesi, ne ülkemizden ne bölgemizden ne de
dünyanın gündeminden kalkmadı. Onun için, birçok anlaşmalar yapılıyor,
birçok kuruluşta bu konu gündeme geliyor. Ama, en çok
samimiyetsizliğin olduğu bir konuyu da konuşuyoruz. En çok
alçaklığın ve ikiyüzlülüğün olduğu bir konuyu da
konuşuyoruz, yalnız burada değil, her mekânda, her zeminde
Türkiye’nin çektiği acıları, sıkıntıları…
Varsa bu manada ikiyüzlü davrananlar, onlara da uygun üslup içerisinde
bunların hepsi söylenmiştir, söylenmeye devam ediyor. Bir devlet
mücadelesi olarak konu gündemimizde olduğuna göre, devletin ilgili
birimleriyle bu iş götürülüyor.
Elbette, siyasi
sorumluluk bizdedir, bunda hiç tereddüt yok. Anayasa’daki ölçüler,
sınırlar çerçevesinde Türkiye’de yapılan her icraatın
sorumlusu hükûmettir. Biz, bu sorumluluğun gereğini yapmaya, gerekli
bilgiyi vermeye hazırız. Ancak bazı konularda kamuoyunun
doğru bilgi sahibi olması lazım. Hepimiz bu menfur cinayetler
karşısında, alçakça saldırılar
karşısında bir infial içerisindeyiz. Milletimizin tepkisi
haklıdır, infiali haklıdır ve asildir. Bizim arzumuz,
sadece bu infialin bu sınırlar içerisinde kalması,
başkalarını sevindirecek provokasyonlara vesairelere itibar
edilmemesidir. O noktada daha soğukkanlı, daha sağduyulu
davranalım. Çünkü, terörün varmak istediği şey bu ülkede
ayrıştırma meydana getirmek, toplumun kesimlerini biri
diğeriyle karşı karşıya getirmek, kamu düzenini
bozmak, ülkemizin birliğine, dirliğine zarar vermek. O nedenle,
hepimiz tabiatıyla, bugüne kadar alınan tedbirleri bu manada
değerlendirmemiz lazım.
Şimdi,
burada zaman zaman gündeme gelen bir konu oldu, geçen dönem de geldi. Gelin, bu
tartışmalara bir son vermek, doğru bilgi vermek adına size
bir teklifte bulunacağım. İç Tüzük’ümüzün 70’inci maddesine göre
kapalı oturum imkânı var. Mesela, şu pişmanlık
yasaları nasıl çıkmış? Nereden çıkmış?
Çünkü biz bunları kamuoyu önünde bütün açıklığıyla
konuşamıyoruz. Konuştuğumuz konu yaptığımız
mücadelenin özüne zarar veriyor. Ama bu işten sorumlu hükûmet olduğu
için de her defasında da benim Hükûmetim veya benden evvelki hükûmetler..
Çünkü sekiz defa pişmanlık yasası çıkmış. “Eve
dönüş” demişiz, “pişmanlık” demişiz. Her hükûmet zaman
zaman bu türlü tasarıları gündeme getirmiş. Ama ben baktım,
hiçbir hükûmetin seçim beyannamesinde ve hükûmet programında
pişmanlık yasası çıkarmak diye bir vaadi yok. Ne zaman ki
hükûmet olmuş, devlet sorumluluğunu üstlenmiş, bir devlet
ihtiyacı olarak o hükûmetin ya da o partilerin gündemine gelmiş. En
zor çıkarılacak yasalardan bir tanesidir.
Şimdi
söylemesi kolay. Ama neden böyle bir yasayı o hükûmetler, bizden evvelki
hükûmetler de çıkarmak lüzumunu duymuş? Açık olarak bir şey
söylüyorum, diyorum ki, devlet ihtiyacı olarak gündeme gelmiş.
Sayın Öymen de buna temas ettiği için söylüyorum.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sonucunu sordu, sonucunu.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sonucunu
soracağız, bir dakika…
CANAN ARITMAN
(İzmir) – Sayın Bakan, Öcalan’ı affetmek de mi devlet
sorumluluğudur?
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Kimse Öcalan’ı
affetmedi, affedemez.
CANAN ARITMAN
(İzmir) – Öcalan’ı affetmediniz mi?.. Yapmayın! Yapmayın!
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sayın Arıtman, yani, bu noktada,
bakınız, ben böyle bir sorumsuzluk içerisinde olmam. Deminden beri
ifade etmeye çalışıyorum.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ben devlet
sorumluluğunu taşıdığım süre içerisinde ne bu
kürsüden ne başka bir kürsüden aksi bir şey söylemedim, yalan bir
şey söylemedim. Devletimin, milletimin hilafına hiçbir kelime
söylemedim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hiç kimse de
söyletemez. Hiç kimse de bu terörist başının affına imza
atamaz ama yanlış bilgiler…
CANAN ARITMAN
(İzmir) – 6’ncı maddeyi biz koymadık, siz koydunuz.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sayın
Başkan, eğer Sayın Arıtman konuşacaksa ne âlâ!..
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri… Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakın bu türlü,
gayriciddi tavrınız, konuştuğumuz meselenin ciddiyetine
zarar veriyor. Bir hanımefendi olarak saygı duyuyorum yalnız bakınız
size diyorum ki, ikide bir, ikide bir…
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sayın Çiçek, Hükûmet sorumluluğunuzdan
bahsettim. Hükûmet sorumluluğunuzu sorguluyoruz biz.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sorguluyoruz…
Sorgulamanın yolu bu şekilde değil Sayın Şandır,
siz beni tanırsınız ben sizi tanırım.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Onu konuşuyoruz, ben de sizi tanırım ama
Hükûmet sorumluluğunuzu hatırlatıyoruz.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakınız,
siz konuşurken böyle bir sataşmayı siz de doğru
bulmadınız, ben de bulmadım.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Tamam…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ben bir
açıklık getiriyorum. Gelin, şu konuyu bir iç tüketim malzemesi
olmaktan kurtarmak istiyorsak -şu pişmanlık yasası zaman
zaman konuşuluyor- bakınız, 70’inci madde imkân veriyor, bir
kapalı oturum yapalım.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Siz isterseniz olur Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ee siz de isteyin
canım, siz gündeme getirdiniz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Hayır efendim, tek başına…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sizin de yetkiniz
var, sizin de yetkiniz var.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Tek başına siz isterseniz olur.
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bu sorumluluğu,
niye siz üzerinize almak istemiyorsunuz?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Tek başına siz isteyeceksiniz. Yetkiniz var.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakın ben size
teklif ediyorum çünkü ben bu işin nasıl olduğunu biliyorum.
Bilmek isteyen sizsiniz, o zaman getirin, 70’inci maddeyi kullanın, size
bu bilgiyi verelim.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Siz isteyebilirsiniz, yetkiniz var.
BAŞKAN –
Sayın Anadol…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ama siz niye
getirmiyorsunuz? Sayınız mı yetmiyor? (AK Parti
sıralarından alkışlar) Mademki…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yetkiniz var, yetkiniz…
BAŞKAN –
Sayın Anadol…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ama
sayınız yetmiyorsa destek verelim. Hâlbuki, orada 20 milletvekili
yeter.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yetkiniz var tek başına…
BAŞKAN –
Sayın Anadol…
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Tek başına yetkiniz var. 70’inci madde burada.
Yapmayın size yakışmıyor. Sizin ciddiyetinize
yakışmıyor.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bakınız,
her defasında gündeme getiren sizsiniz, ben Hükûmet üyesi olarak, benden
evvelki tasarıların da nasıl gündeme geldiğini biliyorum;
bunu bilme ihtiyacım yok. Bilme ihtiyacı olan sizsiniz, bunu siz
gündeme getiriyorsunuz. Ben de diyorum ki, bu bilgiyi size verelim.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ciddiyetinize yakışmıyor. Tek
başınıza isteme yetkiniz var.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Kapalı oturum
isteyin, ne var bunda? Niye istemiyorsunuz?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yapmayın…
BAŞKAN –
Sayın Anadol…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Kapalı oturum
isteyin verelim bu bilgiyi, bu bilgiyi verelim.
BAŞKAN –
Sayın Bakan, Genel Kurula hitap edin lütfen.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bu ihtiyacın
nereden geldiğini, kimin istediğini, neden istediğini
açıkça ortaya koyalım.
ATİLA EMEK
(Antalya) – Hiçbir şeyi gizleyemezsiniz. Bildiğiniz bir şey
varsa söyleyin.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Ondan sonra diyelim
ki, evet, siyasi sorumluluk bana ait olsa bile benden evvelki hükûmetlere ait
olsa bile konunun nasıl gündeme geldiğini çok açık olarak ortaya
koyalım. Aksi hâlde biz bunları böyle tartışmaya devam
ederiz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – İsteyin efendim…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Çünkü
taşıdığım sorumluluk, bu kürsüden, bu formatta, bu
şekliyle bazı gerçekleri açıkça söylemeye imkân vermez; çünkü
yürüttüğümüz davanın özüne zarar veriyor. Devlet açısından
verebileceği bir kısım sıkıntılar var, bir
zorluklar var, bunları paylaşmak adına -eğer
paylaşacaksak- ben bu bilgileri vereceğim, ben saklamıyorum.
Onun için, demek istiyoruz ki, böylesine acılı bir günde, eğer
bu konular, konuştuğumuz konunun sonuçlarına tesir icra
edecekse, daha köklü tedbirlerin alınmasına imkân verecekse,
birbirimizi anlamaya imkân verecekse, birliğimizin, beraberliğimizin
daha kuvvetlenmesine imkân verecekse, gelin, bu konuyu konuşuruz. Sonuçta
da -ne var ne yok- biz anlarız ki kamuoyunda tartışılan,
bir türlü mahiyeti anlaşılamayan bu meselelerin ne anlama
geldiğini, nereden kaynaklandığını açıkça ortaya
koymamız lazım gelir.
Şimdi
bakınız, bir şey daha ifade etmek istiyorum: Terörle mücadele
meselesi bir devlet meselesidir dedik. Bugüne kadar uygulanan politikalar da
bir devlet politikasıdır. Geçen hafta da böyle ifade edildi, ben de
buna aynen katılıyorum; devlet politikasıdır. Bir
başka hükûmet gelse, bu politikalara yenilerini ekleyecektir,
güncelleştirecektir ama ana istikameti, ana aksları
değişmeyecek. Onun için, biz de her olay vuku bulduğunda,
devletin, ister Genelkurmay ister Millî İstihbarat ister Jandarma ister
Emniyet veya başkaca birimlerden, Dışişlerinden, konuyla
alakası olan birimlerle bir araya geliyoruz. Eldeki bilgi ne, olayın
mahiyeti ne, varmak istediği nokta ne, alınan tedbirlerde nerede
eksiklik var, nerede sıkıntımız var, nerede zafiyetimiz
var, bundan sonra alınması gereken tedbirler ne? Dün
aldığınız tedbir bugün yetmiyor, bugün aldığınız
da yarın yetmeyecek.
Onun için, yeri
gelmişken buradan bir şey ifade ediyorum -bütün samimiyetimle-
değerlendirmesi size ait: Bakınız, pazar günü biz dört
toplantı yaptık. En son, Sayın Cumhurbaşkanının
başkanlığında yapılan toplantı; Sayın
Başbakan, ilgili bakanlar, Genelkurmay Başkanımız, kuvvet
komutanlarımız, MİT Müsteşarı. Olaylar bütün
ayrıntılarıyla burada konuşulmuştur. Verdiğiniz
tezkerenin kullanımı dâhil, verdiğiniz tezkerenin
kullanımı dâhil, hududu, şümulü, zamanı, dün
alınmış, geçtiğimiz günlerde alınmış, dün,
evvelsi gün aldığımız, yarın, öbürsü gün ve daha
sonraki alacağımız tedbirler konusunda devletin kurumları
arasında tam bir mutabakat vardır. Şimdi, tezkereyi
verdiğiniz doğrudur ama bu tezkereyi kullanacak devletin güvenlik
birimleridir; bunun zamanını, şümulünü, hududunu, elbette siyasi
hedef olarak biz koyacağız, zamanlaması kendilerine ait.
Bunların hepsinde bir mutabakatımız var, ama şimdi, bunu,
her yerde, aleni, açık söyleme imkânımız yok. Söylediğiniz
takdirde bu bir tedbir olmaktan çıkar, caydırıcı olmaktan
çıkar ama devletin sorumluluk taşıyan, canını ortaya
koyarak ister Kuzey Irak’ta ister Doğu, Güneydoğu Anadolu’da veya
Türkiye’nin herhangi bir yerinde mücadele veren güvenlik birimlerimiz bana
“Şu gün, şu tarih, şu saatte bu işi yapmam gerekir.” diyor
ise, bize düşen, işin icabı neyi gerektiriyorsa o noktadaki
kararı vermektir. Bu noktada ne benim Hükûmetimin
kararsızlığı olur ne de geçmişte ne de bundan sonraki
hükûmetlerin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Tekraren ifade ediyorum değerli
arkadaşlarım: Bakınız, verdiğiniz tezkere dâhil, yetki
dâhil alınan ve alınacak olan tedbirler konusunda -yarın da
Millî Güvenlik Kurulu var, başkaca tedbirler de oradan
çıkacaktır- devletin kurumları arasında zerre kadar fikir
ayrılığı, düşünce ayrılığı yoktur.
Geri kalanın zamanlaması bu sorumluluğu en üst düzeyde
hayatını ortaya koyarak sürdürecek olan kurumlarımızın
“şu tarih, şu zaman, şu büyüklükte” demesine bağlı.
Bunu ifade etmek istiyorum, bu özellikle önemli.
Bir başka
şeyi daha bugün burada ifade etmem lazım. Şimdi, Sayın
Başbakan bugün İngiltere’de, bazı arkadaşlarınız
Kuveyt’te ve Irak’ta. Şimdi biz bunları bu Kurulda pazar günü
konuştuk değerli arkadaşlarım, pazar günü konuştuk
Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında.
Sayın Başbakan, gidip gitmemeyi…İç politikada bu
yanlış değerlendirmelere konu olabilir, gidelim mi, gitmeyelim
mi. Ama orada yapılan değerlendirmelerin sonucudur ki, Sayın
Başbakan bugün İngiltere’dedir.
GÖKHAN DURGUN
(Hatay) – İngiltere’ye gideceğine buraya gelsin, hesap versin!
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Bir
arkadaşımız Kuveyt’te Irak’a komşu ülkeler
toplantısında Türkiye’nin davasını anlatmak, bu konuyu
anlatmak üzeredir. Sayın Ali Babacan da, bir süreden beri, Irak’a
komşu, en başta İslam ülkeleri, Arap ülkelerini ziyaret
etmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, konunun çarpıtmaya müsait yanları
vardır. Biz haklıyız ama en haklı davalarımızda
gerekli altyapı zaman zaman hazırlanmadığı için,
başta Kıbrıs olmak üzere… Kıbrıs’tan daha haklı
dış politika davamız oldu mu geçmişte? Ama geriye dönüp
baktığımızda Birleşmiş Milletlerde her
defasında kaybettik, başka tarafta kaybettik. Onun için, şimdi,
Irak bir Arap ülkesidir, Birleşmiş Milletlerin üyesi bir ülkedir.
Elbette sizin yaptığınız bir tasarrufun yarın fitne,
fesadı bol bir coğrafyada “Bu, Araplara karşıdır,
vesairedir.” deyip sizin tarihî geçmişinizle birleştirerek şu
veya bu istikamette istismar imkânları vardır. Biz bunları
devletin bilgisi içerisinde oturup konuştuktan sonra vardığımız
karar şudur ki: Sayın Başbakanın bugün İngiltere’ye günübirlik
gidip gelmesi… (CHP sıralarından gürültüler)
CANAN ARITMAN
(İzmir) – 1 Mart tezkeresi…
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) – Dinleyin!
GÖKHAN DURGUN
(Hatay) – Ne diyorsun?
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
…arkadaşlarımızın Kuveyt’teki toplantıya
katılması ve Sayın Dışişleri
Bakanımızın…
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
CANAN ARITMAN
(İzmir) – 1 Martta…
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) – Bir dinle, bağırma!
GÖKHAN DURGUN
(Hatay) – Otur yerine!
BAŞKAN – Sayın
Arıtman…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – …Arap ülkelerine,
İslam ülkelerine gidip Türkiye'nin en haklı davasını
anlayıp, yarın konu bir başka zeminde gündeme geldiğinde
destek istemesi, şimdiden bilgilendirmesi, bunların hiçbirisi,
hiçbirisi verilmiş olan karardan vazgeçmek anlamına değildir.
Bunun altını özellikle çiziyorum. Verdiğimiz,
vardığımız kararın, devletin ilgili birimleriyle
varmış olduğumuz mutabakattan vazgeçme anlamında
değildir. Ancak, bilgilendirmek ve mümkünse en haklı olduğumuz
bir davada olabildiğince geniş bir devletler topluluğunu bu
politikanın arkasına almak, terörle mücadelede önemli bir
adımdır, önemli bir unsurdur. Şimdi, ben olsaydım konuyu
şöyle sorardım: “Başbakan ne arıyor orada?” Ee, ben sebebini
söyledim. Bu, bir soru tarzında sorulmak vardır, bir eksiklik, bir
noksanlık olarak kamuoyunun gündemine getirilmek vardır.
Dolayısıyla, Hükûmet, insan aklının alabileceği,
devletin envanterinde bulunan imkân, kabiliyet, bilgileri değerlendirmek
suretiyle en doğru olanı yapmaya çalışıyor. Size de
her vesileyle bilgi vermeye hazırız.
GÖKHAN DURGUN
(Hatay) – Nerede bilgi?
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – İster bu
şekliyle, ister kapalı oturum, isterseniz -zaten onu planladık- Sayın
Elekdağ’ın geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı
toplantıda bir platform oluşturulması noktasında bir
teklifi oldu, biz buna olumlu baktığımızı söyledik.
Tezkereye destek veren partilerimizle bu konuyu görüşmeye her zaman
hazırız. Hiçbir zaman şöyle bir bencillik içerisinde de
olmadık, egoizm içerisinde de olmadık: “En iyi biz biliyoruz,
diğer bilgilerin hepsi yanlıştır.” da değil. Akıl
akıldan üstündür, sizin de katkınız olacaksa, ki olur, olmalıdır,
biz bunları almaya da hazırız. Çünkü söylediğim gibi, konuşmalarımız
birbirimiz açısından yeteri kadar anlaşılsa da
anlaşılmasa da tezkereye “evet” diyenler hep aynı
taraftayız; bunu unutmayın. Hepimiz aynı taraftayız,
hepimiz ülkemizin birliğinden ve dirliğinden yanayız. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bugün bu saat itibarıyla
alınması gereken ne tedbir varsa bunlar alınıyor,
alınmaktadır. Lütfen, devletimize güvenin. Devletimizin bu noktadaki
azmini, kararlılığını, lütfen, hepimiz sonuna kadar
destekleyelim, bugüne kadar olduğu gibi. (MHP sıralarından
“Devlete güveniyoruz, Hükûmete güvenmiyoruz.” sesleri)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Milletimiz her zaman
bu noktadaki azim ve kararlılığını göstermiştir.
Bu duygular
içerisinde hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Çiçek.
Gündeme
geçiyoruz.
ONUR ÖYMEN
(Bursa) – Sayın Başkan…
BAŞKAN –
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
ONUR ÖYMEN
(Bursa) – Sayın Başkan, Sayın Bakan biraz önce söylediğimiz
sözleri çarpıttı. Müsaade ederseniz, bir dakika sözlerimize
açıklık getirmek istiyoruz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, herhangi bir sataşma
söz konusu değil.
ONUR ÖYMEN
(Bursa) – Bir dakika müsaade ediniz.
SUAT KILIÇ
(Samsun) – Tamam tamam, gündeme geçti.
ONUR ÖYMEN
(Bursa) – Bize bir dakika müsaade edin, sözlerimizin
çarpıtıldığını açıklayacağım.
BAŞKAN –
Tutanakları getirtip bakalım Sayın Öymen, eğer öyle bir
çarpıtma varsa size bir dakikalık söz veririm.
Şimdi
gündeme geçiyoruz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, Hükûmete bir sorumuz var.
BAŞKAN -
Meclis araştırması açılmasına ilişkin altı
önerge vardır.
Önergeleri
okutuyorum:
V. - BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve
23 milletvekilinin, Kırklareli ili Vize ilçesindeki bir araziyle ilgili
iddiaların ve bu arazi üzerinde kurulması planlanan çimento
fabrikasının çevre üzerindeki muhtemel etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/12)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bir tarafta,
Kırklareli ili Pınarhisar İlçesinde halen faal olan Çimento
Fabrikası mevcutken, diğer tarafta Vize Evrencik Köyü civarında
200 dönüm arazi üzerinde yeni bir çimento fabrikası inşaatı
hızla devam ederken Vize Çakıllı Beldesinde bir başka
çimento fabrikasının fizibilite çalışmalarının
yapıldığı duyumları alınmaktadır.
Bu bölgede yeni
bir çimento fabrikasına hiç de ihtiyaç yokken, durup dururken Vize
ilçesine bağlı Çakıllı beldesinde, daha önce Askeri taburun
bulunduğu 583 dönümlük hazine arazisi, Milli Emlak Genel Müdürlüğü
tarafından 2 trilyon liraya, (başbakana yakınlığı
ve hemşerisi olarak medyamızda tanıtılan) Emrullah
Turanlı’ya ait Avrupa Çimento Sanayi Anonim Şirketi’ne çimento
fabrikasının kurulması ve iki yılda bitirilmesi planlanarak
satıldığı söylenmektedir.
Bahse konu olan
kamuya ait bu arazide, Ecevit Hükümeti döneminde cezaevi yapımı
girişiminde bulunulmuş, yöre halkının karşı
çıkması ile bu işten vazgeçilmiş. Duyumlarımıza
göre geçtiğimiz yıl ise AKP’li bazı kişilerin
hayvancılık yapmak üzere kiralamaya kalktıkları, “ALİ
DİBO” olaylarının patlak vermesi üzerine, halkın
tepkisinden çekinerek bu girişimden vazgeçilmiş.
Daha önce askeri
alan olarak kullanılan 538 dönümlük kamu arazisinin, yapılan Emlak
Vergi Değerlendirilmesi sonucu 13 trilyon lira olduğu, buna
karşın başbakana yakınlığı ile tanınan
Emrullah Turanlı’ya ait Avrupa Çimento Sanayi Anonim Şirketine 2
trilyon liraya satıldığı, bu satışın
duyulması ile başta Vize halkı olmak üzere, kamuoyunda çok büyük
endişe, rahatsızlık ve huzursuzluk yaratmıştır.
Vize
Malmüdürlüğü tarafından emlak vergi değerine yönelik
yapılan çalışma sonucu 13 trilyon lira değer biçilmesine
karşın, Milli Emlak Genel Müdürlüğünce Emrullah Turanlı’ya
2 trilyon liraya satılması ile daha işin başında
Emrullah Turanlı’ya 11 trilyon lira kâr sağlandığı
görülmektedir.
Yöre
halkımız, yeni iş alanlarının açılmasına,
fabrikanın kurulmasına karşı değildir. Vize ilçesinin
çevresinin çimento fabrikaları ile kuşatılmasına
tepkilidir. Çimento fabrikasının kurulacağı bölge aynı
zamanda Ergene Nehrinin de doğduğu yerdir. Bu bile bu bölgede çimento
fabrikasının kurulmasına engel iken, bir de çevreye
vereceği zararların boyutlarını düşündüğümüzde
yer seçimi olarak da doğru olmadığı ortaya
çıkmaktadır.
Bir taraftan
çimento fabrikası için yer seçimi ile yöre halkımız üzerinde
endişe, korku ve telaş yaratılırken, diğer taraftan
yetkili merciler tarafından emlak vergi değerinin 13 trilyon lira
değer biçtiği arazinin 2 trilyon liraya satılması
karşısında, araziyi alan firmanın
kayrıldığı, peşkeş çekildiği
düşünülerek, daha işin başında araziyi alan firmanın
11 trilyon lira kâra geçirildiği, bir de araziyi alan firmanın
başbakana yakınlığı ve hemşehrisi olarak son
zamanlarda hızlı bir yükselişe geçen işadamı Emrullah
Turanlı olduğu iddiaları yer alınca, bu satış
üzerindeki kuşkuları, şüpheleri, huzursuzlukları
artırmıştır.
İşte
tüm bu endişe, kuşku, şüphe spekülasyon, kayırmacılık,
peşkeş çekme gibi duyum ve iddiaların
araştırılması ile bu iddiaların ortaya
çıkmasına neden olan sorumluların kusurları,
kasıtları varsa ortaya çıkarılması ve çevreye
vereceği zararların tespit edilmesi ile alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacı ile Anayasamızın 98,
İçtüzüğümüzün 104 ve 105. maddeleri gereğince
Araştırma Komisyonu kurularak
araştırılmasını saygılarımızla arz
ederiz.
1) Tansel Barış (Kırklareli)
2) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
3) Turgut Dibek (Kırklareli)
4) Ahmet Ersin (İzmir)
5) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
6) Faik Öztrak (Tekirdağ)
7) Cevdet Selvi (Kocaeli)
8) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
9) Ali Arslan (Muğla)
10) Muharrem İnce (Yalova)
11) Çetin Soysal (İstanbul)
12) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
13) Gökhan Durgun (Hatay)
14) Zekeriya Akıncı (Ankara)
15) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
16) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
17) Orhan Ziya Diren (Tokat)
18) Hulusi Güvel ((Adana)
19) Osman Kaptan (Antalya)
20) Ali Oksal (Mersin)
21) Bülent Baratalı (İzmir)
22) Şevket Köse (Adıyaman)
23) Bilgin Paçarız (Edirne)
24) Mehmet Sevigen (İstanbul)
2.- İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19
milletvekilinin, İzmir ili başta olmak üzere Ege Bölgesi’nde su
kaynakları yönetiminde yaşanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/13)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemiz, sahip
olduğu farklı iklim ve toprak özelliklerine bağlı olarak
çok geniş ve yüksek olan tarımsal üretim potansiyelini değerlendirememektedir.
Bunun başlıca nedenleri; teknolojide süregelen çok hızlı
değişimin yakalanamaması, siyasi çıkarların öne
alınması, plansızlık ve vizyon eksikliği sonucunda
doğru ve sürdürülebilir bir tarım politikası
oluşturulamaması ve uygulanamamasıdır.
Aynı durum
ülkemizin tarımsal üretim değerinin % 21,4'ünü oluşturan ve
tarımsal üretim değerinde ülkemizin yedi bölgesi içinde 1.sırada
yer alan Ege bölgesi için de söz konusudur. Ege bölgesi ve İzmir'in
tarımsal üretimi açısından büyük önem taşıyan sulama
projelerinin bir türlü tamamlanamaması bunun en tipik örneğini
oluşturmaktadır.
Örneğin;
Beydağ barajı (Küçükmenderes-Beydağ Projesi) inşaatına
1993 yılında başlanmış, 2006 yılı sonuna
kadar baraj inşaatında ancak % 36 oranında fiziki
gerçekleşme sağlanabilmiştir. işin bu hızda
sürdürülmesi halinde proje 2027 yılında tamamlanabilecektir. Baraj
inşaatının bitirilmesi için ise sadece 25 Milyon YTL
ödeneğe (Sayın Başbakan için satın alınan ATA
uçağının yarısı kadar), baraj inşaatı ile
birlikte sulama inşaatının da paralel yürütülmesi için ise 22
Milyon YTL ödeneğe ihtiyaç vardır.
Yapılan
çalışmalarda projeden beklenen faydalar arasında, üretilen
ürünlerde mevcut durumda verim artışı (Pamukta % 25, Patateste %
30, sebzede % 40, Yem bitkilerinde % 50 ve buğdayda % 80)
sağlanması yanı sıra yüksek gelir getiren ürünlerin
yetiştirilme imkanının artırılması da yer
almaktadır. Mevcut durumda % 13 oranında olan II. Ürün
tarımının, projenin gerçekleşmesi ile % 40 oranına
ulaşacağı öngörülmektedir. Projenin, ürün desenindeki
değişim ile birlikte % 60'lık ek istihdam yaratacağı
kabul edilmektedir.
Yine 1986
yılında yapımına başlanan Bakırçay
Havzasında yer alan Bakırçay-Kınık Projesi kapsamında
bulunan Çaltıkoru ve Yortanlı Barajları ile Kınık Sol
ve Sağ Sahil Sulama Projeleri bir türlü tamamlanamamaktadır. Proje
kapsamındaki Yortanlı Barajının fiziki gerçekleşmesi %
100 olmasına rağmen İzmir II No'lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu, barajda su tutulmasının
ertelenmesi kararı almıştır. Söz konusu Allianoi antik kent
problemi giderilerek baraj hizmete sokulmalıdır. Proje
kapsamındaki Çaltıkoru Barajı fiziki gerçekleşme oranı
ise % 44 seviyesindedir. Yortanlı ve Çaltıkoru barajlarından
yapılacak Kınık Sağ Sahil Sulaması ve Kınık
Sol Sahil Sulaması için kurulacak sulama şebekesi için 43 Milyon YTL
ödeneğe ihtiyaç vardır.
Türkiye'de mevcut
sanayi domatesi üretiminin % 40'ı Kınık ovasındaki
tarım alanlarında yapılmaktadır. Bakırçay
Kınık Projesinin gerçekleşmesiyle sanayi domatesi üretiminde %
30'a varan bir verim artışı ve % 119 oranında ekim
alanları artışı gerçekleşecektir. Bu ürün
artışları bölgede yeni tarıma dayalı sanayi
tesislerinin gelişmesine neden olacak, doğrudan dış
satıma yönelik bu sanayi ile ülkemize önemli döviz girişleri
sağlanacaktır. Sadece Kınık sağ sahil
sulamasının 6.000 kişilik ek istihdam yaratacağı
hesaplanmaktadır.
Türkiye'de yer
alan 26 büyük akarsu havzasının 5'i Ege bölgesinde yer almakla
birlikte, bölge, potansiyel su itibariyle ülkenin ancak % 9'una sahiptir.
Küresel ısınma ve buna bağlı olarak su
kıtlığı tehdidi ile karşı karşıya
bulunduğumuz bir dönemde Ege bölgemizin kurak bir bölge durumundan çok
kurak bir bölge durumuna geçiş sürecinde olduğu ifade edilmektedir.
Bu nedenle sulama yatırımlarının
artırılmasının yanı sıra, su
havzalarının korunması ve tasarruflu su
kullanımını sağlayan kapalı sistem sulama
yatırımlarının teşvik edilmesinin hayati önemi
bulunmaktadır.
İzmir ili ve
Ege Bölgemiz tarımında ürün desenine yönelik dinamik
değişimler olmaktadır. Yeni ürünlerin ürün deseni içindeki
oranı hızla artmaktadır. Sulama gerektiren sanayi domatesi
yanı sıra salçalık biber, kornişon salatalık,
dış mekân ve kesme çiçekçilik, meyvecilik artış
göstermektedir. İzmir'deki sebze ve meyve tarımı her geçen gün
kuru tarım aleyhine gelişmektedir.
Son yıllarda
yaşanan kuraklık nedeniyle yeraltı suyunun aşırı
kullanımının yarattığı boşlukların
meydana getirdiği yer katmanlarının yer değiştirmesi
borularda büzülme ve eğrilmelere, bu da artezyenlerin devre
dışı kalmasına, yeraltı sularının daha
derinlere çekilmesi ve azalmasına neden olmakta ve sulama sezonundaki
yoğun enerji kullanımı nedeniyle enerjide görülen ani
düşmeler sonucu sık sık meydana gelen arızalar da sulama
maliyetlerini yükseltmektedir. Bu durum ek sulama maliyetine neden olmakta
işletmecileri zor durumda bırakmaktadır.
Yukarıda
açıklanan bu hususlar nedeniyle;
Su
kaynaklarının entegre yönetimi amacıyla eylem planı
hazırlanması ve bu kapsamda, İzmir ili master planının
hazırlanarak, su kaynakları ve kullanım miktarlarının
tespit edilmesi,
Yanlış
imar uygulamaları ile havzalar üzerinde oluşan nüfus ve sanayi
baskısının azaltılarak havza'larda kirliliklerinin
önlenmesi için alınacak acil önlemlerin belirlenmesi,
Kurumlar
arası koordinasyonsuzluğun giderilmesi,
Bilinçsizce yapılan
sulama ve ovalarda açılan sayısız sondajlar nedeniyle her geçen
gün azalan yeraltı kaynakları ve yeraltı su seviyesinin
artırılması ve taşkınlar ve erozyonun önlenmesi için
akarsular üzerinde yapılacak bent, gölet ve barajlar ile boşa akan
suların tutulması, bunun için on yıllardır süren sulama
projelerinin tamamlanması,
Daha önceki
yıllar yapılan küçük sulama tesislerinin rehabilitasyonu, Ege
bölgesinde ve İzmir ilinde bu kapsamda değerlendirilecek sulama
tesislerinin beklediği ödeneklerin gönderilmesi için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci İç
Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Oktay Vural (İzmir)
2) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
3) Şenol Bal (İzmir)
4) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
5) Ahmet Orhan (Manisa)
6) Erkan Akçay (Manisa)
7) Mustafa Enöz (Manisa)
8) Ali Uzunırmak (Aydın)
9) Ertuğrul
Kumcuoğlu (Aydın)
10) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
11) Recep Taner (Aydın)
12) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
13) Hasan Çalış (Karaman)
14) Reşat Doğru (Tokat)
15) Beytullah Asil (Eskişehir)
16) Behiç Çelik (Mersin)
17) Ümit Şafak (İstanbul)
18) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
19) 0sman Çakır (Samsun)
20) Faruk Bal (Konya)
3.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33 milletvekilinin,
İznik Gölü’ndeki çevre sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İznik
Gölü'nün karşı karşıya kaldığı kirlenmenin
gündeme taşınarak; göldeki doğal hayatın sürdürülebilir
hale getirilmesi, sahip olunan doğal kaynakların korunması ve
İznik gölünün turizmi geliştirmesi yönünün öne
çıkarılması ile bölge halkının, sulama ve geçim
kaynakları arasında bulunan su ürünlerine yeniden kavuşabilmesi
ve İznik Gölü'nün, yeniden hayata döndürülmesi için, gerekli
araştırmaların yapılarak, çözüm önerilerinin belirlenmesi
ve uygulanması konularında Yüce meclisimizin ve halkımızın
bilgilendirilmesi amacıyla, Anayasanın 98'inci, Türkiye Büyük Millet
Meclisi İç Tüzüğünün l04'üncü ve 105'inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Kemal Demirel (Bursa)
2) Ensar Öğüt (Ardahan)
3) Hulusi Güvel (Adana)
4) Şevket Köse (Adıyaman)
5) Tayfur Süner (Antalya)
6) İsa Gök (Mersin)
7) Abdulaziz Yazar (Hatay)
8) Yaşar Tüzün (Bilecik)
9) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
10) Bülent Baratalı (İzmir)
11) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
12) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
13) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
14) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
15) Çetin Soysal (İstanbul)
16) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
17) Tekin Bingöl (Ankara)
18) Erol Tınastepe (Erzincan)
19) Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
20) Fuat Çay (Hatay)
21) Turgut Dibek (Kırklareli)
22) Bilgin Paçarız (Edirne)
23) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
24) Ali Koçal (Zonguldak)
25) Nevin Gaye Erbatur (Adana)
26) Vahap Seçer (Mersin)
27) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
28) Nesrin Baytok (Ankara)
29) Fehmi Murat Sönmez (Eskişehir)
30) Gürol Ergin (Muğla)
31) Fevzi Topuz (Muğla)
32) Ali Oksal (Mersin)
33) Abdurrezzak Erten (İzmir)
34) Mehmet Ali Susam (İzmir)
Gerekçe
İznik Gölü;
298 km2’lik yüzölçümü ile Marmara Bölgesinin en büyük gölüdür. Uzunluğu
doğu-batı doğrultusunda 32 km, en geniş yeri 11,5 km'dir.
Derin göllerden olan İznik gölünün büyük kesiminde derinlik 30 m'yi
aşar. Gölün güney kıyısının açığında
kıyıya koşut olarak 13 km boyunca uzanan bir çukur vardır.
Yaklaşık 60 km genişliğindeki bu çukurun en derin yeri 65
m'yi bulur. Gölün su yüzeyi ise deniz yüzeyinden 85 m daha yüksektir.
Gölün su toplama
alanı 1.246 km2'dir. Yağış havzası çok küçük
olduğundan besleyici su kaynakları da o derece küçük ve sayıca
azdır. En önemli akarsuları güneyde Sölöz'de Kocadere,
kuzeybatıda Nadır kaynağı diye bilinen kaynağın
beslediği Olukdere, kuzeyde Kurudere, kuzeydoğuda Karadere ve
doğuda İznik ilçesi güneyinde Kırandere'dir. Göl bundan
başka dipteki karstik kaynaklar ve yağmur suları ile de
beslenir.
Havza içindeki
ekonomik faaliyetlerin en önemlisi tarımdır. İznik gölünün güney
sahili göl kotundan orman sınırına kadar zeytin bahçeleri ile
kaplanmış durumdadır. Gölün güney batısında
Bursa-İznik karayolundan, batısında ise Bursa-Yalova
karayolundan orman sınırlarına kadar zeytin bahçeleri devam etmektedir.
Bu arazide zeytin bahçelerinin yanı sıra, çeltik ekim sahaları,
meyve bahçeleri , bağlar ve sebze bahçeleri yer almaktadır.
Bölge özellikle
turizm açısından büyük önem taşımaktadır. Sahip
olduğu doğal yapı ve zenginlikler insanlarda hayranlık bırakmaktadır.
Geçtiğimiz yıllara kadar bir çok kuş türünün
yaşadığı alanlar, birkaç yıldır bu
özelliğini de yitirmeye başlamıştır. Çevre
halkının gölden faydalanışı su ürünleri, sulama suyu
ve sanayi suyu temini şeklindedir.
Göle
kıyısı olan yerlerdeki sanayi tesislerinden, çevredeki
yerleşim birimlerinden ve küçük zeytinyağı fabrikalarından
göle arıtılmamış atıklar karışmaktadır.
Ayrıca son
zamanlarda gölde aşırı yosunlaşma ve toplu balık
ölümlerinin görülmesi konuya verilmesi gereken önem ve aciliyeti ortaya
koymaktadır. Buradan hareketle;
1) İznik
gölündeki kirliliğin günden güne arttığı gözle görülür hâle
gelmiştir. Bu kirlenmenin ana nedenlerinin ortaya koyulması ve bu
konularda en kısa zamanda olumlu sonuca gidebilecek çözüm
yollarının geliştirilmesi gerekmektedir.
2) İznik
gölüne kıyısı bulunan yerleşim yerleri ve tarım
alanları son derece zengin topraklara sahip yerlerdir. Bölgede tarım
ve özellikle de zeytinciliğin son derece gelişmiş olduğu
ortadadır. Tarım ve zeytincilikte ağırlıklı
olarak kimyasal ilaçlama yapıldığı bilinmektedir.
Doğanın korunması ve kaynakların yok edilmemesi adına
bu bölgede gerek göle, gerekse çevreye zarar vermeyecek bir ilaçlama yöntemi
bulunması konusunda araştırmalar yapılmalı ve bölgede
yaşayanlar bu konuda eğitilerek bilinçli hâle getirilmelidir.
3) Son zamanlarda
küresel ısınma ve bunun getirdiği olumsuzluklarla ilgili konular
gündeme getirilirken, İznik gölünün içme suyu olarak da
kullanılabileceği bilinmektedir. Ancak gerekli önlemler yerinde ve
zamanında alındığı takdirde. Bu konuda geç
kalınmaması için en kısa zamanda çalışmaların
başlaması gerekmektedir.
4) Gölde
balıkçılık ve su ürünlerinin korunması ve
geliştirilmesi için çalışmalar başlatılmalı ve bu
konularda gerekli önlemler alınmalıdır.
4.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32
milletvekilinin, Gediz Nehri’ndeki kirliliğin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İzmir;
körfezinin kötü kokusu, kirliliği ve görüntüsü ile akıllarda yer
etmiş iken, 1960’lı yıllarda yapımına başlanan ve
40 yılı aşan sabır, emek ve 800 milyon dolara yakın
kaynak harcanarak tamamlanabilen Büyük Kanal Projesi, kenti bu çirkinlikten
kurtarmaya başlamıştır. Projenin tamamlanması ile
birlikte, kent içindeki evsel ve endüstriyel atıkların körfezi
kirletmeleri durdurulmuştur.
Ancak,
Kütahya’dan doğup Uşak, Manisa ve İzmir’in bazı ilçe, belde
ve köylerinden geçerek körfeze dökülen Gediz Nehri’nin, çevresindeki
yerleşim birimleri ile sanayi bölgelerinin evsel ve endüstriyel
atıkları, arıtılmadan Gediz’e ve oradan da körfeze
boşaltılmaktadır. Zira bu bölgelerdeki yerleşim birimleri
ile sanayi bölgelerindeki fabrika ve işletmelerin bazılarında
arıtma tesisi olmaması olanların da denetimsizlik ve
umursamazlık sonucu çalıştırılmaması nedeniyle
yaratılan kirlilik, hem insanlar dahil her türlü canlıları
tehdit etmekte ve hem de körfezi aşırı şekilde
kirletmektedir.
Böyle giderse,
körfezi kurtarmak ve İzmir’in makus talihini yenmek için harcanan emekler
ve paralar boşa gidecek, insan sağlığı daha
ağır tehlikenin içine girecektir. Ayrıca, EXPO 2015 için
hazırlanan ve bir dünya kenti olmaya aday olan İzmir’e ne Gediz’in ve
ne de körfezin bugünkü hâli ve görüntüsü hiç yakışmamaktadır.
Gerek çevre ve
insan sağlığı ve gerekse İzmir Körfezi’nin
temizliği için, Gediz Nehri’nin doğduğu yerden, denize
döküldüğü yere kadar, ıslah edilmesi ve evsel ve endüstriyel
atıkların, arıtılmadan nehre boşaltılması
önlenmelidir.
Gediz Nehri’nin
bu hâliyle yarattığı sorunlar, yalnızca bölgenin
değil, ülkenin sorunudur ve geciktirilmeksizin giderilmesi gerekir. Yerel
bazda, ilgili Valiler ve Belediye Başkanları, yıllardan beri
süren bazı çalışmalar yapmakta iseler de, sorun yerel
yönetimleri aşan boyuttadır.
Konu ile ilgili,
11.12.2003 tarihinde verdiğim Araştırma Önergesi, TBMM’de 22.
Dönem boyunca ele alınamamış ancak Gediz’in insan ve çevre
sağlığı için yarattığı tehdit ve tehlike
artarak devam etmiştir.
Sunulan
nedenlerle Gediz Nehri’nin kolları dahil, doğduğu yerden denize
döküldüğü yere kadar, yarattığı kirliliğin nedenleri
ile bu kirliliğin oluşmasında ihmalin olup
olmadığı ve Gediz’in bu haliyle insan ve çevre
sağlığı ve körfez temizliğine olan olumsuz etkilerinin
ve bu sorunların giderilmesi için alınması gereken önlemlerin
tespiti için, Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104. maddeleri
gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını
arz ederim.
1) Ahmet Ersin (İzmir)
2) Ensar Öğüt (Ardahan)
3) Şevket Köse (Adıyaman)
4) Tayfur Süner (Antalya)
5) İsa Gök (Mersin)
6) Abdulaziz Yazar (Hatay)
7) Yaşar Tüzün (Bilecik)
8) Tekin Bingöl (Ankara)
9) Kemal Demirel (Bursa)
10) Halil Ünlütepe (Afyonkarahisar)
11) Bülent Baratalı (İzmir)
12) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
13) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
14) Erol Tınastepe (Erzincan)
15) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
16) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
17) Çetin Soysal (İstanbul)
18) Fuat Çay (Hatay)
19) Hulusi Güvel (Adana)
20) Ali Arslan (Muğla)
21) Bilgin Paçarız (Edirne)
22) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
23) Ali Koçal (Zonguldak)
24) Nevin Gaye Erbatur (Adana)
25) Vahap Seçer (Mersin)
26) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
27) Nesrin Baytok (Ankara)
28) Fehmi Murat Sönmez (Eskişehir)
29) Gürol Ergin (Muğla)
30) Fevzi Topuz (Muğla)
31) Ali Oksal (Mersin)
32) Necla Arat (İstanbul)
33) Abdurrezzak Erten (İzmir)
5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin,
Uluabat Gölü’ndeki çevre sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/16)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Uluabat Gölü'nün
karşı karşıya kaldığı kirlenmenin gündeme
taşınarak; göldeki doğal hayatın sürdürülebilir hale
getirilmesi, sahip olunan doğal kaynakların korunması ve Uluabat
gölündeki kuş türlerinin devamlılığı ve
korunmasının sağlanması yönünün de öne
çıkarılarak, bölge halkının, sulama ve geçim kaynakları
arasında bulunan su ürünlerine yeniden kavuşabilmesi ve Uluabat
Gölü'nün, yeniden hayata döndürülmesi için, gerekli
araştırmaların yapılarak, çözüm önerilerinin belirlenmesi
ve uygulanması konularında Yüce meclisimizin ve
halkımızın bilgilendirilmesi amacıyla, Anayasanın
98'inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün l04'üncü ve l05'inci
maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
1) Kemal Demirel (Bursa)
2) Tekin Bingöl (Ankara)
3) Erol Tınastepe (Erzincan)
4) Mehmet Şevki
Kulkuloğlu (Kayseri)
5) Fuat Çay (Hatay)
6) Ali Arslan (Muğla)
7) Bilgin Paçarız (Edirne)
8) Şevket Köse (Adıyaman)
9) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
10) Ali Koçal (Zonguldak)
11) Nevin Gaye Erbatur (Adana)
12) Vahap Seçer (Mersin)
13) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
14) Nesrin Baytok (Ankara)
15) Fehmi Murat Sönmez (Eskişehir)
16) Ahmet Ersin (İzmir)
17) Fevzi Topuz (Muğla)
18) Gürol Ergin (Muğla)
19) Onur Öymen (Bursa)
20) Hulusi Güvel (Adana)
21) Ensar Öğüt (Ardahan)
22) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
23) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
24) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
25) Ali Oksal (Mersin)
26) Abdurrezzak Erten (İzmir)
27) Mehmet Ali Susam (İzmir)
28) Rasim Çakır (Edirne)
GEREKÇE
Uluabat Gölü,
15/04/1998 tarih ve 23314 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
Ramsar (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak
Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması)
Sözleşmesi Listesine dahil ettirilmiş ve RAMSAR ALANI olarak ilan
edilmiştir.
Dolayısıyla,
alanın doğal yapısı ile ekolojik karakterinin
korunması uluslararası düzeyde taahhüt edilmiştir. Ancak şu
anda halen; Mustafakemalpaşa Çayı, Güney Marmara ve Kuzey Ege'nin
bü-yük bir bölümünü drene etmesinden dolayı göle yüklü miktarda evsel ve
endüstriyel atık taşımaktadır.
Çevredeki
tarım alanlarından dönen sular da göle girmektedir. Bu kirlilik gölü
ötrafikasyon tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Artan kirlilik yüzünden gölün ilerleyen zamanla birlikte özelliklerini
kaybedeceği ve çevreye zarar vermeye başlayacağı
düşünülmektedir.
Uluabat gölü,
küresel ölçekte nesli tehlike altındaki küçük karabatak, tepeli pelikan,
bıyıklı sumru ve su samuruna da ev sahipliği yapıyor,
Türkiye'nin en geniş nilüfer yatakları bu gölde bulunuyor.
Sucul bitkiler
açısından Türkiye'deki en önemli göllerden biri olan Uluabat'ta,
ticari öneme sahip turna ve sazan başta olmak üzere 21 değişik
balık türü ve kerevit (tatlı su ıstakozu) bulunuyor. Göl çevresi
ve havzasında birçok tarihî ve arkeolojik alan yer alıyor.
Birçok
açıdan büyük bir öneme sahip olan gölün her geçen gün kirlenmesi ve
karşı karşıya olduğu sorunlar en kısa sürede ele
alınmalıdır. Bu bağlamda;
1. Bursa Uluabat
gölünün mevcut durumunun belirlenmesi,
2. Uluabat
gölündeki kirlilik sebeplerine yönelik olarak ne gibi çalışmalar
başlatılabileceğinin ortaya konulması,
3.
Uluabat'ın hak ettiği şekilde dikkatle ve geleceği göz
önünde tutularak incelenmesi ve durumunun değerlendirilmesi yönünde
önceden planlanan çalışmalarda hangi aşamaya gelindiği,
4. Bölgenin gelir
kaynakları olan su ürünleri ve turizm için yapılacak
çalışmaları eş güdüm içinde yapılması
gerektiği ve hizmetlerin birbirini öldürecek faaliyetleri ve düzenlemeleri
içermemesi gerektiği yönünde acilen neler yapılması
gerektiğinin saptanması,
5. Uluabat
Gölü'nün doğal ve ekolojik yapısını tahrip edecek
düzenlemelerden kaçınılması için alınacak tedbirlerin
ortaya konulması,
6. Susuzlukla
karşı karşıya kalındığı göz önünde
bulundurularak, su havzasının korunması için alınacak
önlemlerin hızlandırılması yönünde acilen
yapılacakların saptanması
Ayrıca
bunlar dışında ülkemizin doğal ve ekolojik
yapısının korunması ve gelecek nesillerimize
aktarılarak doğal mirasımıza gösterilmesi gereken özenin
ortaya konulması adına Uluabat Gölü ile ilgili
çalışmaların başlatılması gerekmektedir.
6.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24
milletvekilinin, Mavi Tünel Projesi’nin Silifke
Ovası ve Göksu Deltası’na muhtemel etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/17)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Konya Ovası
Projesine göre Bağbaşı mevkiinde Göksu ırmağı üzerine
yapılacak barajdan Mavi tünel ile Göksu Irmağından yılda
417 milyon metreküp suyun Konya Ovasına akıtılması
planlanmıştır. Konya Ovası sulanacak, Silifke Ovası
kurutulacaktır. Projenin faturasını özellikle Silifke halkı
ödeyecektir. Göksu Irmağı, Silifke'de delta oluşturarak Akdenize
dökülür. Göksu Irmağı, Silifke Ovasına can vermektedir. Göksu
Irmağının debisi 118 m3/sn ile 30 m3/sn arasında
değişmektedir. Yılda 3 milyar metreküp su taşmaktadır.
Göksu Deltası, taşınan tortular tarafından
oluşturulmuş olup süreç sürmektedir.
Göksu
Deltası Sulak Alanı, temel olarak Göksu Irmağının
getirdiği sular ve bu suların taşıdığı
yılda 6.85 milyon sediment ile beslenmektedir.Göksu Deltası; ekolojik
olarak eutropic (bol gıdalı) bir sulak alandır. Göksu
Deltası; toprak, su, bitki ve hayvan türleri ile besinler gibi fiziksel,
kimyasal, biyolojik elemanlardan oluşan sulak alanlar bölge ülke
ekonomisine olduğu kadar yaban hayatı için de büyük önem
taşırlar. Akdeniz bölgesinde doğal yapısını
koruyabilmiş ender alanlardan biri olan Göksu Deltası; uygun iklim
koşulları yanında farklı habitatları
barındırması nedeniyle çok sayıdaki su kuşuna üreme,
beslenme, kışlama ve konaklama olanağı sağlamaktadır.
Özellikle kış aylarında İç Anadolu bölgesinde sulak
alanların donması sonucu pek çok su kuşu kışı
geçirmek için deltaya gelmektedir. Sayıları gittikçe azalan Saz
horozu, Deltanın simgesidir. 332 kuş türü tespit edilmiştir.
Deltalar, balıkların yumurta döktüğü, yavru balıkların
beslendiği ve korunduğu alanlardır. Deltadaki göller
balıklar için üreme ve barınma alanıdır. Göksu deltası
sulak alan ekosistemi, Akdeniz ile deltanın iç kesimlerinde yer alan
tarım alanları arasında bir tampon oluşturmakta ve denizden
tuzlu su girişini engelleyerek bölgenin su dengesini düzenlemektedir. Bölgede
çok sayıda hayvan vardır. 34 sürüngen ve anfimi türü tespit
edilmiştir. Deniz kaplumbağalarının yuvalama alanları,
Deltadaki kumsallardır. Nesli tükenmekte olan Nil kaplumbağası
yaşamaktadır. Hayati öneme haiz olduğu içindir ki Özel Çevre
Koruma alanı içine alınmıştır. Göksu Deltası, 17
Mayıs 1994’te yürürlüğe giren Sulak Alanların Korunmasına
ilişkin RAMSAR Sözleşmesi ile korunmaktadır. Mavi tünel
gerçekleştiğinde ilk acı sonuçlarını Silifke
ovasında doğuracaktır. İlk etapta Göksu'nun
taşıdığı suyun % 25’i Konya Ovasına akacak gibi
gözükse de proje ile saniyede 36 metreküp suyun akıtılması
düşünüldüğünde yaz aylarında Göksu Nehri; Göksu deresi haline
gelecektir.
Mavi Tünel
projesinin faaliyete geçmesi sonunda, Silifke'nin yeraltı su
kaynakları kuruyacak, koskoca Silifke ovasının ekolojik dengesi
bozulacaktır. Silifke ovası tuzlanacaktır. Tarım ölecektir.
Zaten son yıllarda gerek Gezende Barajı ve gerekse
yağışların azlığı nedeni ile Silifke
ovasındaki yeraltı su seviyesi düşmüş, Silifke
ovasını ciddi bir tuzlanma tehlikesi ile karşı
karşıya bırakmıştır. Sadece Konya Ovası
düşünülmüş, Silifke ovaları düşünülmemiştir. ÇED
raporu sürecinde Silifke halkının görüşleri alınmamıştır.
Nehrin suyunun azalması ve yaz aylarında tamamen kuruması
halinde Silifke Ovası tuzlanacak, topraklar çoraklaşacaktır.
Tarım ve kıyı balıkçılığı bitecektir.
RAMSAR
Sözleşmesine göre Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ülkemiz
sınırları içindeki sözleşme kapsamına giren sulak
alanların (Göksu Deltası bu tip alandır) kaybedilmeleri halinde
bir daha geri gelmeyeceklerine inanarak kayıpları engellemeyi taraf
olarak kabul etmiştir.Açıklanan nedenlerle Mavi Tünel Projesinin
Silifke'de yaşamı, tarımı ve ekonomisini tamamen yok etme
projesine dönüşmemesi için bu projenin Silifke ovasına vereceği
zararların ve bu zararlara karşı alınması gerekli
önlemlerin objektif olarak araştırılıp saptanması ve
önlemlerin derhal uygulamaya konulması için Anayasamızın 98.
İçtüzüğümüzün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis
Araştırma Komisyonu kurularak konunun tüm boyutlarıyla
araştırılmasını saygılarımızla arz
ederiz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Tekin Bingöl (Ankara)
3) Kemal Demirel (Bursa)
4) Erol Tınastepe (Erzincan)
5) Fuat Çay (Hatay)
6) Turgut Dibek (Kırklareli)
7) Ali Arslan (Muğla)
8) Bilgin Paçarız (Edirne)
9) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
10) Ali Koçal (Zonguldak)
11) Nevin Gaye Erbatur (Adana)
12) Vahap Seçer (Mersin)
13) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
14) Fehmi Murat Sönmez (Eskişehir)
15) Gürol Ergin (Muğla)
16) Fevzi Topuz (Muğla)
17) Ali Oksal (Mersin)
18) Necla Arat (İstanbul)
19) Ensar Öğüt (Ardahan)
20) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
21) Abdurrezzak Erten (İzmir)
22) Mehmet Ali Susam (İzmir)
23) Şevket Köse (Adıyaman)
24) Hulusi Güvel (Adana)
25) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki ön
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın,
Anayasa’nın 82’nci maddesine göre verilmiş iki tezkeresi vardır,
ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:
B) Tezkereler
1.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler’in İran’a yaptığı resmî ziyarete Ankara Milletvekili
Faruk Koca’nın da iştirak
etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/201)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı M. Hilmi Güler’in, görüşmelerde bulunmak üzere bir
heyetle birlikte 18-20 Ağustos 2007 tarihlerinde İran’a
yaptığı resmi ziyarete, Ankara Milletvekili Faruk Koca’nın
da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu
Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın
82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN –
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer
tezkereyi okutuyorum:
2.- Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Amerika
Birleşik Devletleri’ne yaptığı resmî ziyarete iştirak
etmesi uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/200)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş
Milletler 62. Genel Kurul Toplantılarına katılmak ve
görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 20-29 Eylül 2007
tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri’ne
yaptığım resmi ziyarete ekli listede adları
yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş
ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın
82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Nazmi Haluk Özdalga Ankara
Milletvekili
Mustafa Öztürk Hatay
Milletvekili
Egemen Bağış İstanbul
Milletvekili
Prof. Dr. Edibe Sözen İstanbul
Milletvekili
BAŞKAN –
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Danışma
Kurulunun bir önerisi vardır. Okutup oylarınıza
sunacağım:
VI. - ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu Önerileri
1.-
(10/1), (10/4), (10/5), (10/7), (10/9), (10/10) ve (10/11) esas numaralı
Meclis araştırması önergeleri ile aynı konudaki (10/13),
(10/14), (10/15), (10/16) ve (10/17) esas numaralı Meclis
araştırması önergelerinin birlikte görüşülmesine ve
görüşme gününe ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 12 Tarihi:
23.10.2007
Genel Kurulun 9
Ekim 2007 tarihli 5 inci Birleşiminde 23 Ekim 2007 tarihinde,
görüşülmesi kararlaştırılan küresel ısınma ve su
kaynaklarına ilişkin 10/1, 10/4, 10/5, 10/7, 10/9,10/10 ve 10/11 esas
nolu Meclis araştırması önergeleri ile aynı konudaki biraz
önce okunan 10/13, 10/14, 10/15, 10/16 ve 10/17 esas nolu Meclis
araştırması önergelerinin birlikte görüşülmesinin Genel
Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
Köksal
Toptan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Nurettin Canikli Kemal
Anadol
Adalet ve Kalkınma
Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu Başkan
vekili Grubu
Başkan vekili
Mehmet
Şandır Ahmet
Türk
Milliyetçi Hareket Partisi
Demokratik
Toplum Partisi
Grubu
Başkanvekili Grubu
Başkanı
BAŞKAN –
Danışma Kurulu önerisi hakkında söz talebi yoktur.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.
Alınan karar
gereğince, bu kısmın 1’inci sırasında yer alan,
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 milletvekilinin,
Trakya’daki su kaynaklarının korunması ve su
kıtlığına karşı alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi; 5’inci sırasında yer alan, Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, küresel
ısınmanın ülkemize etkilerinin
araştırılması; 6’ncı sırasında yer alan, Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Çıldır Gölünde
meydana gelen kirliliğin sebepleri ve çözümlerinin
araştırılması; 8’inci sırasında yer alan, Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır ve 22 milletvekilinin, su
kaynaklarının kullanımı ve korunması ile Ankara’da
yaşanan su sorununun araştırılması; 10’uncu sırasında
yer alan, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 milletvekilinin, Beyşehir
Gölü’nün su seviyesi ve ekolojik dengesiyle ilgili sorunların
araştırılması; 11’inci sırasında yer alan,
Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 20 milletvekilinin, küresel
ısınma ve iklim değişikliği sorunlarının
araştırılması; 12’nci sırasında yer alan,
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 milletvekilinin,
küresel ısınma ve küresel ısınmanın neden olduğu
su sorununun araştırılması ile biraz evvel
aldığımız karar uyarınca, bugün okunarak bilgiye
sunulan, İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, İzmir
ili başta olmak üzere Ege Bölgesi’nde su kaynakları yönetiminde
yaşanan sorunların araştırılması; Bursa Milletvekili
Kemal Demirel ve 33 milletvekilinin, İznik Gölü’ndeki çevre
sorunlarının araştırılması; İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin ve 32 milletvekilinin, Gediz Nehri’ndeki
kirliliğin araştırılması; Bursa Milletvekili Kemal
Demirel ve 27 milletvekilinin, Uluabat Gölü’ndeki çevre sorunlarının
araştırılması; Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve
24 milletvekilinin, Mavi Tünel Projesi’nin Silifke Ovası ve Göksu
Deltası’na muhtemel etkilerinin araştırılması ve
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın
98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin
birlikte yapılacak ön görüşmesine başlıyoruz.
VII. - MECLİS
ARAŞTIRMASI
A) Ön görüşmeler
1.- Kırklareli Milletvekili Tansel BARIŞ ve 29
Milletvekilinin, Trakya’daki su kaynaklarının korunması ve su
kıtlığına karşı alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/1)
2.- Antalya Milletvekili Tayfur SÜNER ve 21
Milletvekilinin, küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/4)
3.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT ve 21
Milletvekilinin, Çıldır Gölünde meydana gelen kirliliğin
sebepleri ve çözümlerinin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/5)
4.- Mersin Milletvekili Mehmet ŞANDIR ve 22
Milletvekilinin, su kaynaklarının kullanımı ve
korunması ile Ankara’da yaşanan su sorununun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/7)
5.- Konya Milletvekili Özkan ÖKSÜZ ve 21 Milletvekilinin,
Beyşehir Gölünün su seviyesi ve ekolojik dengesiyle ilgili sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/9)
6.- Uşak Milletvekili Nuri USLU ve 20 Milletvekilinin,
küresel ısınma ve iklim değişikliği
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/10)
7.- Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan SARIÇAM ve 20
Milletvekilinin, küresel ısınma ve küresel ısınmanın
neden olduğu su sorununun araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/11)
8.- İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19
Milletvekilinin, İzmir İli başta olmak üzere Ege Bölgesinde su
kaynakları yönetiminde yaşanan sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/13)
9.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 33 Milletvekilinin,
İznik Gölündeki çevre sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
10.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32
Milletvekilinin, Gediz Nehrindeki kirliliğin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
11.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27
Milletvekilinin, Uluabat Gölündeki çevre sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/16)
12.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24
Milletvekilinin, Mavi Tünel Projesi’nin Silifke Ovası ve Göksu
Deltasına muhtemel etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/17)
BAŞKAN -
Hükûmet? Burada
Meclis
araştırması önergeleri sırasıyla Genel Kurulun
29/08/2007 tarihli 7’nci, 02/10/2007 tarihli 2’nci, 03/10/2007 tarihli 3’üncü,
04/10/2007 tarihli 4’üncü, 09/10/2007 tarihli 5’inci ve bugünkü
birleşimlerinde okunduğundan tekrar okutmuyorum.
İç
Tüzük’ümüze göre Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunda sırasıyla Hükûmete, siyasi parti
gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların
göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri
Hükûmet ve grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri için on
dakikadır.
Şimdi söz
alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükûmet adına Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu. Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Hüsnü Çöllü, Antalya; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Mümin İnan, Niğde. Önerge sahipleri, Tansel
Barış, Kırklareli; Tayfur Süner, Antalya; Ensar Öğüt,
Ardahan; Kemalettin Nalcı,Tekirdağ; Özkan Öksüz, Konya; Necdet Budak,
Edirne; Ahmet Gökhan Sarıçam, Kırklareli; Şenol Bal, İzmir;
Kemal Demirel, Bursa; Ahmet Ersin, İzmir; Rasim Çakır, Edirne; Ali
Rıza Öztürk, Mersin.
İlk söz,
Hükûmet adına Sayın Veysel Eroğlu’nda.(AK Parti
sıralarından alkışlar)
Yirmi dakika
zamanınız var Sayın Bakan.
ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Değerli Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce,
teröristlerce hain saldırı sonucu şehit olan Mehmetçiklerimize
Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı
diliyorum.
Bugün de
Afyonkarahisar’da 2 şehidimizin cenaze törenine iştirak ederek buraya
geldim. Bütün milletimizin başı sağ olsun. Terör
belasının sona ermesi milletimizin en büyük arzusudur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ısınma ve iklim
değişikliği için 22’nci Yasama Döneminde Kayseri Milletvekilimiz
Sayın Prof. Dr. Adem Baştürk’ün başkanlığında bir
araştırma komisyonu kurulmuştu.
Sayın
Baştürk zamanında, ben o zaman Devlet Su İşleri Genel
Müdürüydüm, takriben beş saat süren bir bilgi sunmuştum komisyona.
Ancak, komisyon, raporunu hazırlayıp sunmasına rağmen,
maalesef, Mecliste gündeme alınarak görüşülememişti, bu yüzden
kadük kalmıştı. Aslında, bu komisyon raporunda çok
faydalı bilgiler vardır. Yeni kurulacak komisyonun, tensip
buyrulduğu takdirde bu rapordan istifade etmesi faydalı olur
kanaatindeyim.
Bununla birlikte,
gerek gruplarımız ve çok değerli milletvekillerimizin
önergelerini dün gece bizzat okudum. Önergelerin gerekçeleri gerçekten güzel
hazırlanmış ve bu nedenle önerge sahipleri sayın
milletvekillerimizi gönülden kutluyorum, tebrik ediyorum.
Ben küresel
ısınma ve iklim değişikliği hakkında çok
kısa bir bilgi sunacağım: Bugün gelinen nokta itibarıyla
iklim değişikliği, fiziksel ve doğal çevre, şehir
hayatı, kalkınma ve ekonomi, teknoloji, insan hakları,
tarım ve gıda, temiz su ve sağlık olmak üzere
hayatımızın her safhasını etkilemektedir. Bu yüzden
idarelerimiz bu konularda çözüm gayretlerini ve
çalışmalarını hızlandırmak mecburiyetindedirler.
Türkiye,
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi kapsamında ve sürdürülebilir kalkınma ilkesi
doğrultusunda –altını bilhassa çiziyorum– bir yandan
kalkınmasını sürdürürken, diğer yandan iklim
değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasına
yönelik yürütülen küresel mücadelede yerini almayı hedeflemiştir.
Esasen, küresel
ısınma, bilindiği üzere, sera gazı
salınımlarındaki artışlara bağlı olarak
ortalama dünyadaki yüzey sıcaklıklarının
artışlarını ve iklimlerin değişikliklerini ifade
etmektedir.
Küresel
ısınmanın en önemli sebebi, bildiğiniz üzere, atmosferde
sera etkisi yapan karbondioksit ve metan gibi sera gazı
emisyonlarındaki ve konsantrasyonlarındaki hızlı
artışlardır. Özellikle fosil yakıtların
yakılması, arazi kullanım değişiklikleri, ormanların
tahribi ve çarpık sanayileşme gibi faaliyetler yüzünden atmosferdeki sera
gazı birikimleri hızla artış göstermektedir.
Küresel
sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak,
hidrolojik çevrimin değişmesi, kuraklık, çölleşme, kara ve
deniz buzullarının erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, iklim
kuşaklarının yer değiştirmesi ve yüksek
sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve
zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyoekonomik
sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan hayatını doğrudan
etkileyecek önemli değişikliklerin olabileceği tahmin
edilmektedir.
Küresel bir sorun
olan iklim değişikliğiyle mücadele için Birleşmiş
Milletler tarafından 1992 yılında imzaya açılan ve 1994
yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne ülkemiz, 2001
yılında Marakeş’de gerçekleştirilen Yedinci Taraflar Konferansı’nda,
Sözleşme’nin Ek -1 listesinde yer alan, diğer taraflardan farklı
bir konumda olan Türkiye’nin -özel koşullar tanınarak, ortak, fakat
farklı sorumluluk çerçevesinde- isminin Ek -1’de kalarak, Ek -2’den silinmesi
yönünde alınan karardan sonra, 24 Mayıs 2004 tarihinde
Sözleşme’ye taraf olmuştur. Ancak, 1997 yılında imzaya
açılan ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne
ise ülkemiz henüz taraf olmamıştır. Kyoto Protokolü konusunda
da, Bakanlığımız koordinasyonunda, ilgili kurum ve kuruluşlarla
birlikte çalışmalar devam etmektedir.
Değerli
Başkan ve saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye’nin, iklim
değişikliği alanında izleyeceği politikaların,
alacağı tedbirlerin ve yapacağı çalışmaların
belirlenmesi gayesiyle Bakanlığımız
başkanlığında Dışişleri
Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı ve Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliğinin üst düzey yöneticilerinin yer aldığı İklim
Değişikliği Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur.
İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu altında sekiz
adet alt çalışma grubu teşkil edilmiştir.
Yapılan
çalışmaları kısaca özetlemek istiyorum:
Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
kapsamındaki en önemli taahhütlerimizden birini yerine getirmek gayesiyle,
Bakanlığımız koordinasyonunda, ilgili bakanlıklar,
üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının da katılımıyla
İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirim Raporu
hazırlanarak sözleşme sekreteryasına iletilmiştir.
Bildirimle, 1990
ile 2004 yılları arasındaki sera gazının emisyon
envanteri, emisyon kaynakları ve bunlara bağlı olarak
azatlım potansiyeli, alınacak tedbirler, projeksiyonlar, tahminler,
iklim değişikliğinin ülkemizdeki etkileri, eğitim ve
kamuoyunu bilgilendirme gibi konularda ülkemizin yol haritası ortaya
konulmuştur.
Şubat 2007
tarihinde de Bakanlığımız, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıyla
“İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Yönetimi” konulu
ortak bir basın toplantısında bir araya gelerek, su yönetimi,
enerji tasarrufu ve küresel ısınma konusunda bireysel bazda
alınabilecek tedbirler kamuoyuna açıklanmıştır.
Ayrıca, Mart
2007 tarihinde Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısı
yapılmıştı. Bu toplantıda da özellikle
Bakanlığımıza, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığına koordinasyon görevi verilmiştir.
Değerli
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; özellikle şunu
vurgulamak istiyorum: Sera gazı miktarlarında, ülkemizin, özellikle
dünyadaki diğer ülkelere bakınca salım miktarları çok
düşüktür. 1990 yılında yaklaşık 170 milyon ton olan
sera gazı emisyon miktarı, 2004 yılında 297 milyon tona
ulaşmıştır. Her ne kadar 1990 ile 2004 yılları
arasında bir artış var ise de, ancak kişi başına
düşen sera gazı emisyonlarını değerlendirdiğimiz
zaman, ülkemizdeki -2004 yılı itibarıyla- kişi
başına düşen toplam sera gazı emisyonları 4,1 ton
karbondioksit eş değeri olmasına rağmen bu değer,
Avrupa Birliği ve ülkemizin de içinde yer aldığı OECD
ülkeleri ile Ek-1 listesi ülkelerinin ortalama değerinin
yaklaşık üçte 1’ine karşılık gelmektedir. Amerika
Birleşik Devletleri’nde ise kişi başına düşen sera
gazı emisyon miktarı yaklaşık 24 ton karbondioksit eş
değeridir. Yani, bizim ülkemizde Amerika Birleşik Devletleri’nin
altıda 1’i kadar bir salım olmaktadır. Halbuki Güney Kore’de
bile bu değer kişi başına yılda 9 ton karbondioksit
eş değeridir.
Burada şunu
belirtmek isterim: Biz de ülke olarak sera gazı emisyonlarını
kontrol altına almak için gerekli tedbirleri almak zorundayız.
Tabii, bu iklim
değişikliğinin muhtemel etkileri var. Kısaca onlardan
bahsedeceğim: Birincisi, özellikle, orman yangınlarının
frekansı, tesir alanı ve süresi artmakta. Nitekim, bu sene bunu
gördük.
Türkiye daha
sıcak ve kurak iklim kuşağının etkisi altında
kalabilecek.
Zirai üretim
sistemleri, hastalık ve zararlıların
artışlarından etkilenebilecek.
Türkiye’nin,
kurak ve yarı kurak alanlardaki ve şehirlerdeki su kaynaklarıyla
ilgili birtakım sıkıntıları olabilir.
Ayrıca,
kuraklığın süresinde ve şiddetindeki artışlar,
çölleşme süreçlerini, tuzlanma ve erozyonu destekleyebilecektir.
Sıcak
devredeki gece sıcaklıkları belirgin bir derecede artacak, bu da
havalandırma ve soğutma maksatlı enerji tüketiminin
artmasına sebep olabilecektir.
Ayrıca,
karla kaplı sürenin uzunluğu azalabilir; ani kar erimeleri,
çığlar ve taşkınların sıklığında
artış olabilir.
Peki,
bunların potansiyel diğer etkileri nedir diye
baktığımız zaman, bilindiği üzere, enerji üretimimizin
etkisi olabilir. Eğer hidroelektrik enerji üretimindeki su
miktarlarında azalma olursa, tabii ki, enerji üretiminde de bir azalma
olacaktır.
Ekosisteme etkisi
vardır, tarıma etkisi vardır. Bize göre en büyük etkisi
tarıma olacaktır. Kuraklık sebebiyle verim düşmekte, sulama
yapılamamakta, dolayısıyla ürün çeşitliliğinde ve ürün
miktarında azalmaya sebep olmaktadır.
1933
yılında Türkiye’nin ortalama yağış miktarı
yaklaşık 643 milimetredir. 1950 ile 2006 yılları
arasında ülkemizdeki ortalama yağış miktarlarına
bakıldığında, ülkemizdeki ortalama yağış
miktarları yılda 647 milimetreyken, bu değer 1956, 1973 ve 1990
yıllarında yaklaşık 500 milimetre civarında
olmuştur. Yani 647 milimetre yerine 500 milimetreye düşmüş bu
yıllarda. Bu yıl ise, yani Ankara ve İstanbul’un
yıllık ortalama yağış miktarı, ölçüm yapılan
1929 yılından bugüne kadarki en düşük değere sahiptir. Yani
Ankara ve İstanbul için. Bu yaşanan kuraklığın,
doğrudan iklim değişikliğiyle bire bir ilişkisinin
kurulmasının doğru olmadığını ifade etmek
isterim.
Değerli
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; özellikle alınması
gereken tedbirleri kısaca arz edeceğim: Birincisi, sera
gazını yutan orman, çayır, mera ve yeşil alanların
genişletilmesi ve iyileştirilmesine hız verilmesi gerekmektedir.
İkincisi,
karbondioksite göre 21 kat daha tesirli olan metan gazının
azaltılması maksadıyla düzenli çöp depolama
alanlarının oluşturulması şarttır.
Üçüncüsü, enerji
tüketiminde tasarruf sağlanması suretiyle sera gazı
emisyonlarının azaltılması gerekmektedir. Dört, ev ve
iş yerlerindeki su ve enerji kullanımına ilişkin kamuoyunun
bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Beşinci
husus, su kaynaklarının korunması, kirlenmesinin önlenmesi,
arıtma tesislerinin işletmeye alınması şarttır.
Altıncı
husus, evsel ve sanayi atık sularının geri kazanılarak
ziraatta, sanayide yeniden kullanılmasının teşvik edilmesi
gerekmektedir.
Yedinci husus da,
sıcaklık değişikliklerine uyum gösteren bitki
çeşitliliğinin geliştirilmesi çalışmalarına
ağırlık verilmesi gerekmektedir.
Özellikle,
ülkemizde araçlarda kullanılan yakıt kalitesinin iyileştirilmesi
ve biyoyakıtların kullanılması, yeni teknoloji ürünü
motorlara sahip taşıtların kullanılması, eski
araçların trafikten çekilmesi, büyük şehirlerde toplu
taşımacılığın teşviki için metro ve hafif
raylı sistemlerin kullanımının hızla
yaygınlaştırılması, önemli miktarda sera gazı
emisyonunu önleyecek olan, Asya ve Avrupa yakasını birbirine
bağlayacak olan İstanbul Boğazı Marmaray Tüp Geçit
Projesi’nin tamamlanması, hızlı tren hatlarını da ihtiva
eden demir yolu ağının artırılması ve
iyileştirilmesiyle ulaştırma sektöründe çeşitli
uygulamalara geçilmektedir, bazılarında da
tamamlanmıştır.
Sanayi sektöründe
ise, başta çimento ve çelik tesisleri olmak üzere enerji
verimliliğinin artırılması, daha kaliteli
yakıtların kullanılması ve alternatif yakıtların
kullanımı yönünde çalışmalar
başlatılmıştır.
Atık
sektörüne yönelik olarak, öncelikle atıkların kaynağında
azaltılması, geri kazanılması, düzenli depolanması ve
oluşan deponi gazının enerjiye dönüştürülmesi
çalışmaları büyük önem arz etmektedir.
Özellikle,
ülkemizde 2004 yılında yaklaşık olarak 74 milyon ton
karbondioksit eş değeri sera gazı emisyonu yutak alan olan
ormanlarımız tarafından karşılanmıştır.
Ancak, bu yutulan miktarın, karbondioksiti yutan orman
alanlarının daha da artırılması maksadıyla
şu anda, 2008 yılı itibariyle büyük bir ağaçlandırma
seferberliği başlamıştır. Özellikle,
yaklaşık olarak beş yılda 2 milyon 300 bin hektarlık
alan ağaçlandırılacaktır. Bu konuda bir eylem planı
hazırlanmış olup, Sayın Başbakanımızın
imzası alındıktan sonra bir genelge olarak seksen bir
vilayetimize gönderilecek ve seksen bir vilayette tam bir
ağaçlandırma seferberliği başlatılacaktır.
Ayrıca, her şehirde mutlaka bir şehir ormanı, kent
ormanı ve tabiat parkı tesis edilecektir. Gerçekten bu çok önemlidir.
Bu yüzden, 2008 yılını, biz “Ağaçlandırma
Seferberliği Yılı” olarak ilan ediyoruz.
Ar-ge
çalışmaları hızla devam ediyor değerli
milletvekillerim.
Bu arada, bir
miktar da su potansiyelimizden bahsetmek istiyorum. Özellikle, Türkiye’deki
yağışlar, zamana, bölgelere ve mevsimlere göre büyük
farklılıklar arz etmektedir. Bilhassa Karadeniz’de yıllık
yağış miktarı 2 bin 500 milimetre iken İç Anadolu’da
bu değer 250 milimetredir. Dolayısıyla, ülkemizdeki
yağışlar mevsimlere ve bölgelere göre çok
değişmektedir. Bu yüzden çok iyi bir su yönetimi şarttır.
Bilindiği
üzere, ülkemizde 112 milyar metreküp kullanılabilir su mevcuttur, ekonomik
olarak kullanabileceğimiz su miktarıdır. Bunun
yaklaşık olarak 29,6 milyar metreküpü, yani yüzde 74’ü sulamada, 6,2
milyar metreküpü, yani yaklaşık yüzde 15’i içme suyu ve kullanma
suyunda ve 4,3 milyar metreküpü de, yani bu da yüzde 11’e tekabül ediyor,
sanayide kullanılmaktadır. O hâlde, toplam olarak, bunları
topladığımız zaman, 2006 yılı sonu
itibarıyla, ülkemizde toplam kullanılan su miktarı -gerek
sulamada gerek içme ve kullanma suyu gerek sanayide- toplam 40,1 milyar
metreküptür, ortalama 40 milyar metreküp.
Değerli
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; su
kaynaklarımızı çok iyi bir şekilde yönetmek ve
kuraklıktan etkilenmemesi için alınacak birtakım tabii tedbirler
vardır. Özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Yatırımlar
zamanında yapıldığı, tedbirler alındığı
zaman ülkemiz kuraklıktan en asgari seviyede etkilenecektir. Bunun için
baraj ve göletlerin tamamlanması şarttır. Daha önce
belirttiğim üzere, yüce Meclise arz ettiğim üzere, biz, dört buçuk
yılda 111 adet baraj ve göleti tamamladık. Şu anda, bu mevcut
baraj ve göletlerin tamamlanması için büyük bir gayret içindeyiz.
Bunun
dışında, bilindiği gibi, 4628 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu ve Su Kullanım Hakkı Anlaşması
çerçevesinde, şu anda 15.230 megavat, yaklaşık 46 milyar kilovat
saat yılda, toplam olarak 1.083 adet HES (hidroelektrik santrali)
projesine özel sektör müracaat etmiştir. Bunun yatırım
tutarı yaklaşık 22 milyar dolardır. Yani, şu anda
boşa akan suları değerlendirmek maksadıyla, bugün
itibarıyla tam 1.083 hidroelektrik santrale özel sektör müracaat
etmiştir. Dolayısıyla, bunların da hayata geçmesiyle temiz
enerji kaynaklarımız devreye girecektir.
Bir diğer
husus da, tabii ki, görüldüğü gibi, az önce ifade ettiğim üzere,
suyumuzun yüzde 74’ü şu anda, hâlihazırda sulamada
kullanılmaktadır. Ancak, 2003 yılından itibaren, Devlet Su
İşlerinde iptidai, açık sulama sistemleri terk edilmiş,
mevcut projeler dahi kapalı dediğimiz basınçlı sulama
sistemlerine dönüştürülmüştür. Onu özellikle vurgulamak istiyorum.
Bunun
dışında, tabii ki, havzalar arasında su aktarma söz
konusudur. Bilhassa, Beyşehir Gölü’yle ilgili Derebucak Prof. Dr.
Yılmaz Muslu Barajı Gembos Derivasyonu tamamlanmış, Mavi
Tünel Projesi’nin temeli atılmış, Zamantı Tüneli
inşaatı inşallah yakın bir zamanda, bu yılın
sonunda bitirilecek. Bu şekilde…
Ayrıca,
bildiğiniz gibi, şehirlere su temininde önemli adımlar
atılmıştır. Bilhassa şehirlerde…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ilave ediyorum Sayın Bakan.
Sözlerinizi
tamamlayın.
ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir dakika içinde
tamamlayacağım Sayın Başkan.
Bildiğiniz
gibi, İstanbul’un su meselesinin çözümü için, bir sıkıntı
çekmemesi için, bu kuraklıktan etkilenmemesi için, Melen Projesi için,
mart ayında, biteceği tarih ve saat ilan edilmiş ve 20 Ekim saat
16.59 olarak ilan ettiğimiz bu Büyük Melen Projesi tam zamanında
İstanbul’a akıtılmıştır. Gerçekten, bu çok büyük,
devasa bir projedir.
Ankara için de
bildiğiniz gibi Kesikköprü’den su gelmektedir. Muhtemelen, kasım
ayı sonunda Ankara’ya da Kesikköprü Barajı’ndan su gelecektir.
Şu anda, 21
tane proje vardır, bu projeler devam ediyor. Şehirler için entegre su
yönetimini başlattık. Özellikle Düzce’den ta Edirne’ye kadar olan
entegre su yönetimi ile biz, bu bölgeleri tamamen susuz bırakmayacak
şekilde bir çözüm planladık. Özellikle şunu belirtmek istiyorum:
Gerçekte, bu şekilde sunulan böyle bir araştırma komisyonunun
kurulması çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum çünkü
ülkemizde su ve suyun yönetimi önemlidir. Milletvekillerimizin çok değerli
katkılarından istifade etmek, kamu kurum ve kuruluşları
arasında koordinasyonu sağlamak açısından önemlidir.
Bu duygularla
hepinizi -inşallah hayırlara vesile olması dileğiyle bu
çalışmaların- en derin saygılarımla selamlıyorum
efendim.
Sağ olun,
var olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederiz Sayın Eroğlu.
Gruplar
adına söz vereceğim.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA
HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
küresel ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının
sürdürülebilir yönetimi konusundaki araştırma önergeleriyle ilgili
olarak CHP Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce, iki gün önceki saldırıda
yaşamını yitiren askerlerimize rahmet, şehit
yakınlarına ve kederli ailelerine sabır diliyorum.
Saldırıda yaralanan askerlerimize de acil şifalar diliyorum.
Efendim, küresel
ısınma, son dönemde üzerinde sıklıkla durulan bir konu ve
yaşadığımız kuraklık, su kesintileri, Konya
Ovası’nın durumu, kuruyan göller ve o bölgelerdeki doğal
yaşamın bozulması gibi örneklerle de etkilerini çok
yakından hissettiğimiz bir süreçtir. Verilen araştırma
önergelerinin de bu etkinin Türkiye Büyük Millet Meclisine yansıması
ve Meclisin duyarlılığının, sorumluluğunun bir
göstergesi olduğunu düşünüyorum.
Önerge sahibi
arkadaşlarımız, küresel ısınmanın nedenleri ve
etkileri üzerinde ayrıntılarıyla duracaklardır. Ben, fazla
detaylara girmeden, genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Son dönemlerde,
bu alanda, pek çok ulusal ve uluslararası düzeyde toplantılar
yapılıyor. Genel değerlendirme, sanayileşmeyle birlikte
atmosfere salınan ve sera gazı adı verilen gazların
etkisiyle küresel düzeyde bir ısınma ve iklim
değişikliğinin yaşandığı yönünde. 1800’lü
yıllardan bu yana, sıcaklığın 0,5 ile 0,8 derece
arttığı ve 2100 yılına kadar da
sıcaklığın 1,8 ile 4 derece yükselebileceği üzerinde
durulmaktadır. Bu varsayımlara bağlı olarak birçok felaket
senaryosunun da zaman zaman kamuoyuna yansıdığını görüyoruz.
İklim koşullarındaki bu köklü değişiklikler,
doğal ve kıt kaynaklara erişimi güçleştirecek, bu durum,
ülkeler arası rekabete ve bölgesel savaşlara yol açabilecektir,
şiddetli soğuk nedeniyle güneye doğru büyük göçler
yaşanacaktır. Anlaşılacağı gibi, tam bir felaket
durumu, yani insanlık kendi kendini yok etmeye doğru ilerliyor.
Değerli
milletvekilleri, küresel ısınmaya ilişkin buna benzer pek çok
felaket senaryosu var. İnsanlık, bu süreci durdurma gücü ve
aklına sahip. Bunun için de uluslararası toplantılar,
çalışmalar yapılmış ve ortaya, Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve
Kyoto Protokolü çıkmış durumdadır. Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi, insanın
iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek düzeyde durdurmayı
hedefleyen uluslararası bir anlaşmadır. Kyoto Protokolü ise
ülkelerin ortak fakat farklı sorumlulukları ve özel
koşullarını dikkate alan, öncelikle gelişmiş ve
sanayileşmiş, yani dünyayı daha çok kirleten ülkelerin sera
gazı emisyonlarını azaltmaları yönünde yükümlülükler
getiriyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin Ek-1
listesinde bulunmakta, Kyoto Protokolü’nün ise Ek-B listesinde yer almamakta ve
dolayısıyla, herhangi bir emisyon sınırlamasına tabi
tutulmamaktadır.
Değerli
arkadaşlar, Kyoto Protokolü’nün ilk yükümlülük dönemi 2008 yılı
ile birlikte başlıyor. Bununla birlikte de yeni bir ticaret dönemi
başlayacak: Emisyon ticareti. Kısmen uygulamaları 2005
yılından beri sürüyor emisyon ticaretinin ama asıl uygulama 2008
yılında başlayacaktır. Buna biraz dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Kyoto Protokolü,
sera gazları olarak adlandırılan zehirli gazları, bu
gazı üretenleri bir bedel ödemeye mahkûm kılarak azaltmayı
hedefliyor. “Şirketler için belli kotalar konulacak, bu kotaları
aşanlar bunun bedelini ödeyecek.” deniyor. Şirketler belirlenen
kotayı aştıklarında ton başına ödeme yapacak.
Yani “kirleten öder” çerçevesinde bir uygulama hedefleniyor. Bir de bu hedefin
tutturulması için yeni bir sistem daha devreye giriyor: Kendi
yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanan ülkelere, bu konuda daha
başarılı olan ülkelerden kredi alma imkânı
tanınıyor. Yani, her ülkenin bir emisyon payı, yani dünyayı
kirletme payı var, hakkı var. Çok kirleten ülke diyecek ki: “Sen az
kirletiyorsun, sana şu kadar para vereyim, geri kalan kirletme
hakkını bana sat.”
Burada bir
çarpıklık yok mu? Böylece dünyayı kirletmiş olmaktan
mı kurtaracağız? Yani, ABD bir yandan kıyamet
senaryoları yazacak, “Şöyle felaket olacak, böyle savaşlar
çıkacak.” diyecek, bir yandan da “Ben kirletmeye devam edeceğim ama
bakın, bunun parasını ödüyorum.” diyecek. Bu
mantığı anlamak mümkün değil arkadaşlar. Böyle bir
çözüm olur mu? Kirlenen dünyadır ve bunun geri dönüşü yoktur. Yaşanacak
bir dünya kalmadığında verilen emisyon paralarının ne
işe yarayacağını, doğrusu, ben anlamakta güçlük
çekiyorum.
Tabii, dünya
kirlendiğinde yine bundan en çok etkilenen bizim gibi gelişmekte olan
ülkeler ve onların yoksul halkları olacaktır. Biz evrensel
sorumluluğumuzu yerine getireceğiz, dünyayı kirletmemeye
çabalayacağız. Bunu yaparken, aynı
duyarlılığı ve sorumluluğu, dünyanın
kaynaklarını kendi refahlarını sürdürebilmek için tüketen,
bunu tüketirken de dünyayı kirletenlerden de beklemenin hakkımız
olduğunu düşünüyorum.
Bir de burada
şu noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Şimdi Türkiye ve
bizim gibi gelişmekte olan ülkeler yabancı yatırım
bekliyor, bunun için de her türlü çaba gösteriliyor. Burada duyarlı
olunmalı, çevreyi en çok kirleten yatırımların
“yabancı yatırımlar” adı altında ülkemize
sokulmasına izin verilmemelidir.
Hükûmet nükleer
santral kurma yönünde inat ve ısrarını tüm
uyarılarımıza rağmen sürdürmektedir. Bu inadın sonunda
Türkiye’ye eski bir teknolojinin dayatılacağı yönünde ciddi
endişelerimiz vardır.
Türkiye, küresel
ısınma konusunda, acil değil, evrensel sorumluluğunu da
dikkate alan akıllıca politikalar ve çözümler üretmeli, kendi
topraklarının ve doğasının başka ülkelerin
emisyon ticareti pazarına dönüşmesine izin vermemelidir. Türkiye
Kyoto Protokolü’nü imzalayacaksa, sanayileşmiş ve gelişmiş
ülkelerden başlanarak sera gazı emisyonlarını
düşürmelerini isteyerek imzalamalıdır, daha ileri bir
adımı gündeme getirmelidir.
Değerli
milletvekilleri, peki ülkemiz bu alanda gerekli adımları atıyor
mu? Göstergeler pek de öyle olmadığını gösteriyor.
Dünyayı en fazla fosil yakıtlar kirletiyor. Biz ulaşım
sistemimizi kara yolu üzerine oturtmuşuz. İthal ettiğimiz
petrolü kara yollarında, hem de çevreyi kirleterek kullanmaya devam
ediyoruz. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde kabotaj dâhilinde deniz
taşımacılığını bir türlü
geliştiremiyoruz. Demir yollarını ikinci plana
atmışız. Şehir içi ulaşımda da toplu
taşıma sistemlerini yeterince geliştiremiyoruz. Duble duble
yollar yapmaya devam ediyoruz. Bu yollardaki sorunlar da ayrı bir
tartışma konusu.
Peki, elektrik
üretiminde durumumuz ne? Yenilenebilir yerli ve temiz kaynakları
geliştirebilmiş miyiz? Hayır. Türkiye elektriğinin yüzde 45
gibi bir bölümünü, yani yüzde 97’sini dışarıdan
aldığımız doğal gaz ile üretiyor. Türkiye bu konuda
ciddi adımlar atmalı, yerli, temiz, yenilenebilir enerji
kaynaklarına yönelmelidir. Ama biz ne yapıyoruz? Kendi
kaynaklarımızı bir tarafa bırakıp “al ya da öde”
anlaşmalarıyla dışa bağımlı ve pahalı
enerjiyi kullanmaya devam ediyoruz. Bu arada “Elektriğe yüzde 20 mi 25 mi
zam yapalım?” tartışmalarını sürdürüyoruz.
Türkiye
yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelirken de dikkatli olmalı, bu
alanda gelişen teknolojinin pazarı ve çöplüğü hâline
gelmemelidir. Bu alanda araştırma ve geliştirme için yeterli
kaynak ayrılmalı ve kendi teknolojimizin gelişmesine öncelik
verilmeli, kamu buna öncülük etmelidir.
Değerli
milletvekilleri, küresel ısınmanın ülkemizdeki en önemli etkisi
su kaynaklarımız üzerinde yaşanacaktır ve hatta
yaşanmaya da başlanmıştır. Konya Ovası kuruyor.
Birçok ilde ve yerleşim biriminde susuzluk yaşanıyor. Daha
geçenlerde seçim bölgem Antalya’nın Finike ilçesinde kuyulardaki su
seviyesinin çok azalması ve yeterli klorlamanın yapılmaması
nedeniyle 500’e yakın vatandaşımız dizanteri oldu. Bu
vesileyle, bir kez daha onlara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Türkiye son
dönemin en kurak kışını ve yazını
yaşadı. Bu kuraklığa da kuraklık mı, yoksa,
belediyecilik anlayışının iflası mı demek
gerekir, bilmiyorum. Ankara ve Ankaralılar bunu yakından
yaşadı. Ankara Büyükşehir Belediyesi “Suyumuz azalıyor.”
diyerek Ankara’nın suyunu kesti, sonra borular patladı, halka
ulaştırılamayan su yollara aktı, sonra bir mucize
gerçekleşti ve Ankara’nın dört beş ay daha yetecek suyu olduğu
ortaya çıktı ve o günden beri de sular kesilmiyor.
Ayrıca,
Ankara’ya taşınacak Kızılırmak suyundaki kirlilik ile
ilgili de pek çok tartışma sürüyor. Bence, bu konu da olumsuz bir
örnek olarak dikkatle incelenmelidir.
Arkadaşlar,
bu en basit bir örnek. Bugün çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan
su sorunlarının temelinde yönetim yanlışlıkları,
politika yetersizlikleri yatmaktadır. Tabii ki, iklim
değişikliğinin ve kuraklığın da etkisi
vardır. buna ilişkin önlemler alınmalıdır; ancak,
Türkiye su zengini bir ülke değil, ama su fakiri bir ülke de
değildir.
Sayın Bakan
geçen günlerde bu kürsüde anlattı. Türkiye’nin yıllık
kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metre küp düzeyinde, bunun 40
milyar metre küpünü tarımsal sulama, sanayi ve konutlarda
kullanıyoruz, yani, potansiyelimizin yaklaşık yüzde
35-40’ını geliştirebilmiş durumdayız; yani, bu alanda
yapılması gereken daha çok işimiz var, ama Hükûmetin aynı
duyarlılığı gösterdiğini söylemek pek mümkün
gözükmüyor.
DSİ’nin 2006
yılı faaliyet raporunda su potansiyelinin tam olarak
geliştirilebilmesi için 78 milyar dolarlık ek yatırım
gerektiği hesabı yer alıyor. Peki, Hükûmet bu alanda
yatırımları önceleyen bir politika izliyor mu? Hayır,
Hükûmet yatırımları kısarak borç ödemeyi temel alan maliye
politikasını beş yıldır sürdürüyor. DSİ’nin de
yatırım bütçesi 1 milyar dolar düzeyini çok geçemiyor. Umarım su
potansiyelimizi geliştirmek için yetmiş sekiz yıl beklemek
zorunda kalmayız.
Değerli
arkadaşlar, suya yatırım yapamıyoruz. Peki,
sularımızı koruyabiliyor muyuz? Trakya’da Ergene Havzası
kirleniyor. Kızılırmak’taki kirlilik ciddi boyutlarda.
Arkadaşlar, 1 litre atık su 8 litre temiz suyu kirletiyor. Peki biz
ne yapıyoruz? Evsel ve sanayiden çıkan atıkların büyük
bölümünü hiçbir arıtmaya tabi tutmadan akarsulara, denizlere deşarj
ediyoruz. Evsel atık suyun yüzde 35-40’ı, sanayide oluşan
atık suyun ise yaklaşık yüzde 65’lik bölümü hiçbir arıtmaya
tabi tutulmadan doğaya salınıyor.
İktidar ne
yapıyor? Bir yasa çıkarıp belediyelere ve sanayi
kuruluşlarına arıtma tesisi kurma zorunluluğu getiriyor.
Güzel. Sonra baskılara dayanamayıp, arıtma tesisi kurma süresini
on yıla çıkarıyorsunuz. Kaz Dağları’nda altın
arayacağız diye süren tahribat şu an gündemde. Türkiye’nin her
tarafı maden ocağı, taş ocağı hâline getiriliyor.
Doğanın tahrip edilmesine seyirci kalınıyor.
Eski Çevre ve
Orman Bakanı Sayın Pepe diyor ki: “Bu yasalarla doğayı
korumak mümkün değil. Ben bu konuyu Sayın Başbakana
iletmiştim.” diyor. Demek ki, sorumluluk Başbakana ait. Benim
kurulacak komisyona tavsiyem, Sayın Pepe’yi dinlemesi, doğayı katleden
uygulamalara nasıl izin verildiği, hangi referanslarla, hangi siyasi
bağlantılarla izin verildiği konusunda bilgi
almasıdır. Bu bilgiler, nelerin yapılmaması gerektiği
konusunda bize net açıklamalar verecektir. Zaten AKP
İktidarının da anlayışı bu, korumak ve
geliştirmek değil ki. Beş yıllık icraatlar ortada.
Yapmak yerine satmak tercih ediliyor. Sayın Maliye Bakanı babalar
gibi satıyor sonuçta! Şimdi sıra akarsulara geldi.
Hürriyet
gazetesinde bir haber… Sayın Yalçın Bayer yazmış.
Başlığı: “Nehirlerimiz de ‘satılıyor’…”
Yazıda “ ‘Bu iktidar, Türkiye'nin nehirlerini 3,1 milyar dolar
karşılığında yirmi dokuz yıllığına
satıyor; buna devral-işlet demek gerekiyor. Yani en değerli
varlığımız, sularımız da gidiyor.’… DSİ'de
yapılan ön çalışmalara göre, Fırat'ın yirmi dokuz
yıllık satış değerinin 950 milyon dolar, Dicle'nin 650
milyon dolar olacağı söyleniyor. 12-13 nehrin akarsu gelirlerinden
metreküp hesabıyla 3,1 milyar dolar bekleniyor. Yani Fırat ve Dicle
bir fabrika gibi düşünülüyor.” Bu anlayışla küresel
ısınmayla mücadele etmek mümkün değildir.
Arkadaşlar,
küresel ısınma ve iklim değişiklikleri konusunda Türk ve
yabancı pek çok bilim adamının, bu alanda faaliyet gösteren
sivil toplum kuruluşlarının, hatta kamu
kuruluşlarının da elinde yeterli bilgi oluşmuş
durumdadır. Yapılacaklar konusunda üç aşağı beş
yukarı ne yapılacağı da bellidir. Ama asıl sorun,
asıl mücadele edilmesi gereken, bu yönetim
anlayışıdır. Doğayı ve su
kaynaklarımızı korumak yerine satmayı önceleyen yönetim
anlayışının değiştirilmesi gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlar, su konusunda bir başka konuya da dikkatinizi çekmek
istiyorum. Geçmiş yıllarda petrol savaş sebebi oluyordu, hatta
bugün için de geçerli bir durum. ABD’nin Irak’ta ne yaptığı, ne
yapmaya çalıştığı da ortada.
Şimdi su ile
ilgili savaş senaryoları üretiliyor. Bu senaryoların önemli bir
bölümünde Türkiye’nin de adı geçiyor. Çünkü Orta Doğu gibi stratejik
bir bölgede en önemli su potansiyeline sahip ülkelerden biri ülkemiz.
Türkiye’nin pek çok, sınır oluşturan ve sınır
aşan suları var. Bu sularımız nedeniyle, Irak, Sureyi,
İran, Bulgaristan, Ermenistan, Azerbaycan gibi ülkelerle ileride sorunlar
yaşayacağımız ihtimal dâhilinde.
Türkiye’nin
toplam su potansiyelinin yaklaşık yüzde 25’ini oluşturan
Fırat ve Dicle’nin suları Avrupa Birliğinin bile gündeminde.
AB’nin su çerçeve direktifinde “bütünleşik havza yönetimi” diye bir kavram
var. Türkiye’nin AB’ye üyeliği on-on beş yıl sürecek, ama AB,
Türkiye’den, Fırat ve Dicle’nin sularının İsrail’i de
kapsayacak şekilde komşularıyla ortak yönetimi konusunda çaba
göstermesini istiyor, hatta 2006 yılı ilerleme raporunda Türkiye’nin
bu konuda hiçbir adım atmadığı eleştirisini de
yapıyor. Ayrıca, ABD’nin Irak işgali ve ABD’nin Orta Doğu’da
İsrail’i önceleyen bir şekilde yürüttüğü Büyük Orta Doğu
Projesi kapsamında Dicle ve Fırat sularının da masaya
getirilebileceği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bugün
yaşadığımız terörü de bu kapsama almak bile mümkün
aslında. Bu noktada Türkiye su geleceğini güvence altına almak
istiyorsa, ulusal güvenliğini de dikkate alan bir strateji
geliştirmeli ve bunu tavizsiz uygulamalıdır.
Değerli
arkadaşlar, dünya su konusunda bir başka konu da, bu alandaki
özelleştirme uygulamalarıdır. Dünya Bankasının bir
raporuna göre, su pazarı 1 trilyon dolarlık bir büyüklüğe
doğru gidiyor. Bizim Hükûmetimiz de satmaya ve özelleştirmeye
yatkın olduğundan, kısa bir süre sonra,
halkımızın sağlıklı içme suyuna erişme
olanağı kalamayabilir.
Bugün, dünyada
suyun yönetimi arz yönlü yapılmakta. Düşük maliyetle sübvanse
edilerek, ödeme gücüne bakılmaksızın, toplumsal
ihtiyaçların karşılanmasına yönelik hizmet
sunulmaktadır. Ancak, uluslararası su tekelleri ise, arz yönlü model
yerine talep yönlü yönetim modeline geçilmesi için baskılarını
sürdürüyor. Kaynak yetersizliği ve bu alandaki yatırımların
yapılamaması nedeniyle su kaynaklarının
özelleştirilmesi baskıları artıyor. Bu alanda Türkiye’nin
ekonomik sorunları gerçekçe gösterilerek gündeme getirilecek
özelleştirme uygulamalarına geçit verilmemelidir. Su ve halkın
geleceği, serbest piyasa ekonomisinin insafına ve uluslararası
tekellerin kâr hırsına terk edilmemelidir. Aksi takdirde,
özelleştirme uygulamalarıyla, üzerine kâr payı eklenerek
belirlenecek bir fiyat, gelir dağılımının adaletsiz
olduğu da dikkate alındığında, açlık ve yoksulluk
sınırında yaşayan vatandaşlarımızın
temiz ve sağlıklı suya kavuşma olanaklarına imkân
bırakmayacaktır.
Su kamusal bir
anlayışla planlanmalı, yoksul halkın suya erişimini
engelleyecek özelleştirme politikalarına geçit verilmemelidir.
Tercih, şirket çıkarları yerine, kamunun hakkını
korumak olmalıdır. Türkiye’nin su geleceği, Dünya Bankası
ve uluslararası tekellerin değil, halkın temel talepleri
doğrultusunda planlanmalıdır.
Değerli
arkadaşlar, su güvenliğimiz konusunda, hızlı nüfus
artışı, çarpık kentleşme ve çevreye duyarsız
sanayileşme, çevre politikalarının ve
yaptırımlarının uygulanmasındaki
kararsızlık, uluslararası gelişmeler, dikkatle
değerlendirilmesi gereken konulardır. Bu alanda, su potansiyelinin
geliştirilmesi, yer altı sularının stratejik kaynak olarak
saklanması, özellikle tarımda vahşi sulamaya son verilmesi,
suyun verimli kullanımını sağlayan teknolojinin zorunlu
tutulması gibi birçok öneri gündeme gelebilir, ama önemli olan, bu
önerileri bir politika hâline getirip tavizsiz uygulama iradesi
gösterebilmektir. Önemli olan budur.
Suyun temel bir
ihtiyaç olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İçecek su
ve yiyecek gıda bulunmadığında diğer sosyoekonomik
kaygıların hiçbir anlamı olmayacaktır. Bu bilinç toplumun
tüm kesimlerine kazandırılmalı, siyasal iktidar sorumluluktan
kaçmamalıdır. Çünkü, söz konusu olan burada geleceğimizdir.
“Babalar gibi
satarım”, “sat kurtul, ver kurtul”, “kaynak yok, özelleştirelim”
anlayışıyla bir çözüme
ulaştırılamayacağı dikkatlerden
kaçırılmamalıdır.
Benim önerim, bu
alanda tüm kesimlerin deneyim, birikim ve önerileri değerlendirilmeli, tüm
kesimlerin üzerinde uzlaşabileceği “su anayasası”
niteliğinde bir metin ortaya çıkarılmalıdır. Bu
çerçeve belirlenirken ulusal çıkarlar ön planda tutulmalı; tüm
insanlığın sorunu olduğu gerçeğinden hareketle de,
oluşacak bir krizden en fazla dünyanın diğer kesimlerindeki
yoksul insanların etkileneceği unutulmayarak tüm insanlık için
sorumluluğumuzun gereğini içeren hedefler belirlenmelidir.
Bir dönem
Türkiye’de “enerji krizi tehdidi” ve “karanlıkta kalacağız”
söylemiyle birlikte gündeme getirilen doğal gaza dayalı elektrik
üretiminde olduğu gibi, ülkemiz aleyhine olabilecek geçici çözümlerden
uzak durulmalıdır. Acil değil, akılcı çözümler
geliştirilmelidir. Suya yapılacak yatırımlarda,
susuzluğun başta tarım ve enerji sektörü olmak üzere
yaratacağı sıkıntılar ve ekonomik kayıpların
oluşturacağı maliyetler gözden
kaçırılmamalıdır. Suya yapılacak yatırımın
maliyetinin susuzluğun maliyetinden
daha fazla olmayacağı unutulmamalıdır. Küresel
ısınma…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayın sözlerinizi.
HÜSNÜ ÇÖLLÜ
(Devamla) – Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin
dünya üzerinde yaratabileceği tehditler dikkate alınarak, Orta
Doğu bölgesinin en temiz su kaynaklarına sahip olan ülkemiz için
oluşabilecek tehditler de değerlendirilerek, ulusal
güvenliğimizi güvence altına alacak stratejiler
geliştirilmelidir.
Toplumun da
doğanın ve suyun sınırlı ve kamusal bir kaynak
olduğunu anlaması ve geleceğe sahip çıkması gerekir.
Çevreyle ilgili her konuda sorumluluklarımızı yerine getirmek ve
gelecek kuşaklara, çocuklarımıza, tüm dünya çocuklarına
yaşanabilir, güzel ve temiz bir dünya bırakmak için çaba göstermek
bizlerin temel görevidir.
Bu anlayışla,
küresel ısınma ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi
konusunda çalışacak komisyonumuza başarılar diliyor,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak araştırma komisyonunun oluşturacağı
çözüm önerilerinin yaşama geçirilmesi için kararlılıkla çaba
göstereceğimizi bildiriyor, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Çöllü.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Mümin İnan.
Buyurun
Sayın İnan. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi
dakika.
MHP GRUBU ADINA
MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; küresel
ısınmanın etkileri ve su kaynaklarlarının
sürdürülebilir yönetimi konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi
araştırma önergelerinin birlikte yapılacak olan ön görüşmesi
için Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisine Başkan Vekili seçilen Sayın Meral Akşener ve
Sayın Güldal Mumcu Hanımefendileri de tebrik ediyor, onlara
başarılar diliyorum.
Yıllardan
beri yüreklerimizi yakmaya devam eden terör olaylarını, ayrıca
teröristleri, bunlara cesaret veren, destekleyen, hoşgörüyle bakan ve
onları lanetlemekten çekinenleri de kınıyorum.
Şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yakınlarına ve aziz
milletimize başsağlığı temenni ederken, bu konuda
artık sözlerin bitmesi ve eylemin şimdi zamanı olduğunu
ifade etmek istiyorum.
Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kâinatın bütün
dengeleri ve sistemi tamamen insan hayatı üzerine kurulmuştur.
Evrende yaşadığımız dünyadan başka canlı
hayatı barındıran herhangi bir gezegenin olup
olmadığını şimdilik bilmiyoruz, olma ya da olmama
ihtimalinin yüzde 50 olduğunu söyleyebiliriz belki. Bu gezegen
yaratıldığı günden itibaren kurulan dengesi ve sistemi
üzerinde iyi ve alışılagelen bir yörüngede giderken, sanayi
devrimiyle beraber, artık, dünya hayatı iyi gitmemeye
başlamıştır.
İnsanoğlunun
daha iyi ve lüks yaşama düşüncesinden kaynaklanan faaliyetleri
dünyanın alışılagelmiş ezberini bozmaya başladı
ve dünyamız hastalandı. Kısacası, dünyamızın
düzeni bozuldu. Bu düzen öyle bir ince hesaba dayanmaktadır ki, dengeyi
sağlayan elemanlardan biri değişime
uğradığında ya da ortadan
kaldırıldığında canlı hayatı birbiri
ardınca zora girmeye başlıyor. İnsanoğlu sadece
kendisi için kurulmuş bu sisteme kendi elleriyle hastalık
bulaştırıyor ve dünya hastalanıyor. Kısacası
dünyanın ateşi yükseliyor. “Küresel ısınma” dediğimiz
dünyanın normal iklim ısısını yükselmesi,
insanoğlunun bugüne kadar karşı karşıya kaldığı
en büyük imtihandır.
Endüstri
devrimine kadar atmosferimizin içermiş olduğu karbondioksit
miktarı, tahminlere göre milyonda 280 parçacıktı ve bu,
yaşam için normaldi. Moleküler yapısı gereği karbon, dünya
yüzeyinde uzaya geri dönecek ısıyı emmekte, bu da dünya
ısısını dengede tutmaktaydı. İnsanlık,
sanayi devrimine bu yapıyla ulaştı. Yeni uygarlıkla,
elektrik için, kömür, petrol, doğal gaz, kısacası fosil
yakıtlara geçtiğimizde, atmosferdeki karbondioksit oranı
1950’lerde yapılan ölçümlerde 315 seviyelerine
ulaşmıştı bile. Bugün ise değer 380 seviyelerindedir.
Her yıl milyonda 2 parçacık artmaktadır. Bu, bize asla küçük
gelmemelidir. Bu artış aynı oranda devam ettiği anda, otuz
beş yıl sonra, bilim adamlarının tehlike
sınırı olan 450 parçacığa ulaşması mümkün
olur. Bundan sonraki artışlar hangi oranda olabilir, onları
tahmin etmek de imkânsız. Fakat, şu anda bile, bu ısı,
dünya üzerindeki kutuplarda donmuş en büyük su kaynaklarını
eritmeye başladı bile.
Peki, şu
anda küresel ısınmayı durdurabilir miyiz? Buna vereceğimiz
cevap “Hayır.” Ne yaparsak yapalım, bugün bunun önüne geçme
şansımız yok. Çünkü, ısı, atmosferde etkisini belli
bir müddet sonra göstermektedir. Yapılmasını öngöreceğimiz
tedbirler, zarar ve zararlıları kontrol altına almak
olmalıdır. Tehlikenin bu kadar büyük olmasına rağmen,
şu anda bile bu mümkün görünmemektedir. Yakın zamanlara kadar bu
tehlikenin boyutları hakkında elimizde ciddi bilgiler yoktu.
Araştırmacıların tehlikeli çizgi olarak gördükleri milyonda
450 parçacığa yavaş yavaş ulaşmak için insanlık
hızlı bir biçimde adım atmaktadır.
Sera gazı
emisyonları, atmosferin enerji emme durumunu artırmak suretiyle,
gelen ve giden enerji arasındaki dengeyi bozmaktadır. Bilim
adamları iklim sistemini kontrol eden sistemin motorunun
değişmekte olduğunu ve bu imtihanın atlatılması
için bazı şeylerin değişmesi gerektiğini
öngörmektedirler. Çünkü, sanayi devrimiyle tabiat ve insan arasındaki
dengenin olumsuz ve kalıcı bir biçimde canlıların aleyhine
bozulduğunu söyleyebiliriz. Bunlara dayalı olarak 1992 tarihli
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi son, dönemde gerçekleştirilen ve ülkelerin bu büyük
sorunla baş edebilmek için bir araya gelmiş oldukları önemli bir
düzenlemedir.
Küresel iklim son
derece karmaşık bir sistem olduğundan, bunun bizi ne oranda ve
nasıl etkileyeceğini net olarak bilmek son derece güçtür. Milyonlarca
insanın hayatlarını bağladıkları iklimin belirli
belirsiz birçok sorunu beraberinde getirmesi, zaten dünyada var olan sorunlarla
beraber doğrudan artan kıtlık, açlık ve felaketlere yol
açabilecektir.
Sözleşme
üzerinde anlaşmaya varan ülke sayısı bugün 175
civarındadır. Burada önemli olan, bu ülkelerin bu sözleşmeyle
ortada ciddi bir sorunun varlığını kabul etmeleridir. Bu
sözleşme 21 Mart 1994 tarihinden itibaren yürürlüktedir. Sözleşme,
atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemine tehlikeli insan
kaynaklı müdahaleleri önleyerek belirli bir düzeyde tutmak gibi nihai bir
hedef koymaktadır. Ayrıca, söz konusu düzeyin ekosistemlerin iklim
değişimine doğal olarak uyum sağlamasına, gıda
üretiminin herhangi bir tehdide uğramamasına ve ekonomik
kalkınmanın sürdürülebilir bir biçimde devam etmesine imkân
tanıyacak bir zaman süresi içinde tutulması gerektiğini de
belirtmektedir.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; iklim
değişikliği insanlık için bir tehlikedir ve bunun
gelecekteki olumsuz etkilerini net olarak kimse bilememektedir. Mesela,
bölgesel yağış sistemleri değişebilir, daha çok
yağmur yağsa bile zamansız ve dengesiz yağışlar,
daha çabuk buharlaşma ve kuraklıklara yol açabilir. Özellikle yoksul
ve gelişmekte olan ülkeler, tatlı su kaynağı
sıkıntıları ve halk sağlığıyla ilgili
sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Şimdiden küresel
ekonomi, küresel su kaynakları üzerinde ciddi tehditler oluşturmaya
başlamıştır bile. İklim ve tarım
kuşakları kutuplara doğru kayabilir, orta enlemdeki ovalar
kuraklıkla karşı karşıya kaldığı için
gıda üretiminde ciddi düşüşler görülebilir. Eriyen buzullar
deniz suyunun yükselmesine yol açtığından, nüfusu yoğun
olan sahil bölgelerinden içlere doğru göçler oluşabilir.
Sözleşme,
daha sonraki somut girişimler için bir nirengi noktası
oluşturmaktadır. Sözleşme, bugün için anlamlı
oldukları tartışılmaz ön adımlar atmaktadır. Buna
bağlı olarak ülkeler, iklim değişikliğini
yavaşlatacak millî politikalar ve programlar hazırlama konusunda da
anlaşmaya varmışlardır.
Sözleşme,
iklim değişikliğine ilişkin bilimsel
araştırmaları da düzenlemektedir. İklim
değişikliği sorunu, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler arasında var olan birçok sorunu daha da gerginleştiren
ortamı oluşturmaktadır. Bugün iklim
değişikliğinin en büyük sorumluları gelişmiş
ülkelerdir. Sözleşme, zengin ülkelere bu konuda daha çok sorumluluk
yüklemektedir. Yoksul ülkelerin ekonomik kalkınma haklarını
tanıyan sözleşme, bu ülkelerin iklim değişikliğine
açık olduğunu kabul etmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; dünya nüfusu
arttıkça insanın çevreye yönelik talepleri de artmaktadır ve
insanlar daha iyi bir yaşam talep etmektedirler: Daha çok ve daha iyi
yiyecek, daha çok içecek, daha temiz su, daha fazla elektrik, daha çok konut
istekleri vardır. Milyarlarca insanın tatlı su temininde zaten
giderek artan ciddi sorunları varken, göllerden ve nehirlerden tarım
için daha çok su çekilmekte ve tüketilmektedir. Bu doğal su depoları
tüketildiğinde tarımda da büyük sorunlar yaşanacaktır ve
dünyanın birçok yöresinde insanlar açlıkla karşı
karşıya gelecektir. İnsanlık, bir yolunu bulup da
doğal çevreyi tahrip etmeden sürdürülebilir kalkınmayı
başarmak mecburiyetindedir. Sağlıklı teknoloji ve bilgi
birikiminin geliştirilmesini sağlayabilirsek, mesela güneş
enerjisi gibi temiz enerjinin daha pratik yollarını bulabilirsek,
kömür ve petrol gibi fosil yakıtların tüketimini azaltabiliriz. Bunun
için bütün insanlığın iklim değişikliği konusunda
eğitilmesi gerekmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1992
yılında imzalanan İklim Sözleşmesi’nden sonra hükûmetler
kamuoyu baskısına dayanamayarak, 1997 yılında Kyoto
Protokolü’nü de imza etmişlerdir, ancak bu protokol daha
karmaşık ve farklı, ayrıntılı hükümler
getirmektedir. Bu, sera gazı emisyonlarını kontrol altına
alma gibi çok güç bir işin ortaya çıkmasıdır. Farklı
ekonomik ve siyasi çıkarları olan ülkeleri aynı ortamda
buluşturmak da son derece güçtür. Bundan dolayıdır ki,
dünyayı en çok kirleten, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak
üzere, Protokol’e henüz imza koymamışlardır.
Kyoto Protokolü
ekonomik hayatın başlıca sektörlerini etkileyeceğinden,
çevre ile sürdürülebilir kalkınma alanında bugüne kadar kabul edilen
en kapsamlı anlaşmadır.
Protokol, belli
başlı 6 sera gazını ele almaktadır. Gelişmiş
ülkelerdeki emisyonların azaltılmasına yönelik
bağlayıcı hedefler ve zaman süreleri belirlenmektedir.
Ayrıca, bu azalmaların inandırıcı ve
doğrulanabilir olmasını da öngörmektedir. Ekonomileri geçiş
sürecinde olan ülkelere ise ek esneklikler getirmektedir.
Kyoto Protokolü
nihai bir sonuç durumunda değildir, ancak zamanla güçlendirilecek, üzerine
yeni şeyler konacak bir belgedir. Ortak uygulama projeleri, diğer
gelişmiş ülkelerdeki projelerin finansmanlarında da
yararlanılacak emisyon birimlerini öngörmektedir. Oluşturulacak temiz
kalkınma mekanizması, gelişmekte olan ülkelerde emisyon
azaltıcı, önleyici projelerin finansmanı için kredi
sağlayacaktır.
Küresel
ısınma sonucunda, dünyanın birçok yerinde su kaynakları ile
insanların su talepleri arasındaki açı giderek büyümektedir.
Yüzey ve taban suyu seviyesi düşüyor, ırmaklar kuruyor ve giderek
azalan su kaynakları için rekabet alabildiğine büyüyor.
Kuraklığa karşı en büyük güvencemiz olan su desteğini
de bu şekliyle kaybediyoruz. İnsanın
yaşadığı dünyada emniyette olması için gıda
üretimine, su ortamının sağlığına ve sosyopolitik
istikrara ihtiyaç vardır. İnsanlığı tehdit eden bu
konuya karşı bilim adamlarının uyarılar yapmasına
rağmen, devletler bu konudaki tedbirleri almakta çoğu zaman ayak
sürümektedirler.
Su olmazsa hayat
ve büyüme son bulur. Dünya nüfusunun hızla artması, buna
bağlı olarak daha çok gıda tüketimi isteği ve bunu
üretebilmek için çiftçilere daha çok su.
Dünyada göl,
ırmak ve su kaynaklarından insan faaliyetleri için çekilen suyun
yüzde 10’u evlerde ve belediyelerde, yüzde 10’u endüstride ve yüzde 65’i
tarımda kullanılmaktadır. Tarımın genel
itibarıyla su ağırlıklı bir sektör olduğunu ele
alırsak, geleneksel yöntemlerle 1 ton tahıl üretmek için bin ton su
kullanmamız gerekmektedir.
Topraktan
sızan ve buharlaşan su miktarı, etkin olmayan yöntemlerden
dolayı çok fazladır. Bu sebepten dolayı, sulanabilir tarım
alanları küresel gıda üretimi açısından son derece büyük
önem taşımaktadır. Bugün, tüm dünyada sulanan alanlar
dünyanın yüzde 16’sını oluşturmasına rağmen, bu
alanlarda üretilen gıda miktarı da yüzde 40’ları
bulmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yirmi yıl
sonra tahmin edilen dünya nüfusunun tahıl ihtiyacını
karşılamak için 780 ila 800 milyar metreküp ek suya
ihtiyacımız vardır, ama, dünya, şu anda bu suyu nereden
bulacağını da bilmemektedir.
Gelecekte
gıda ihtiyacını karşılamak için ekinlere daha çok su
bulmak zorundayız. Bu konuda ciddi sıkıntılar vardır.
Irmak akışlarının azalması, taban suyunun
düşmesi, yani tedarik projeleri için ekonomik ve çevresel açıdan
sağlıklı alanların olmaması, ayrıca kentsel su
kullanım miktarının artması, tarım için su
miktarının kısıtlanmasına neden olmaktadır.
Yer altı
sularının aşırı çekimi ve su yataklarının
hızla boşalması, dünyanın sulama bölgelerinin
tamamında olduğu gibi, ülkemizin birçok bölgesinde de mevcuttur.
Mesela, Konya Ovası’nda ve Niğde’mizde buna bağlı olarak
toprak çöküntülerini çıplak gözle bile görmek artık mümkündür. Yer
altından çekilen suyun aynı oranda doğal sistemle oralara
eşit miktarda dolmamasından dolayı, taban suyu derinlere
inmekte, tuzlu su ve deniz suyunun tatlı su kaynaklarına
karışmasına neden olmaktadır. Ayrıca, suyun
boşalması, su yatağının jeolojik malzemelerinin
sıkışmasına neden olarak, suyu tutacak gözenek ve delikleri
yok edip, yer altı depolama kapasitesini de düşürmektedir. Bunun da
telafisi mümkün değildir ve bunun bedeli ileride çok ağır
olabilir.
Ayrıca,
aşırı su kullanımı neticesinde dünyadaki sulanabilir
arazilerin yüzde 10’unu aşkın bir bölümünün aşırı
tuzlanmadan dolayı devre dışı kaldığını
biliyoruz. Bu oranın Türkiye’mizde çok daha fazla olduğu tahmin
edilmektedir.
1950’den bu yana
dünyadaki su kullanma ihtiyacı 3-4 kat artmıştır. Buna
bağlı olarak, büyük baraj projeleri ve ırmak
saptırmalarıyla sudan azami yararlanma hayata geçirilmeye
çalışılırken, doğal hayatın dengesinin
korunmasına aynı oranda özen gösterilmemiştir. Bu
başarısızlık sonucunda temel ekolojik denge bozulurken,
birçok kuş, bitki, balık ve canlı türünün yok olduğuna,
göllerin yok olduğuna, sazlıkların kuruduğuna, sulak
alanların ortadan kalktığına şahit oluyoruz. Son
dönemde büyük şehirlerimize ırmak saptırmalarıyla
getirilecek suların yaratacağı çevresel etkiler çok iyi hesap
edilmelidir.
Su
kaynaklarının giderek ihtiyaçların altında kalması,
ülke içinde ve ülkeler arasında su rekabetinin artmasına neden
olmaktadır. Eşit olmayan su dağılımları ve zengin
ülkelerin kaynakları ele geçirme imkânlarını elinde
bulundurması, yeni ve büyük su projeleri, yeni gerilim kaynakları
oluşturmaktadır. Devletler arasında kaynak savaşına
yol açması en muhtemel kaynağın önümüzdeki dönemlerde su
olduğunu söyleyebiliriz. Suyun alt tarafındaki ülkelerin suyu kontrol
eden ülkelerden güçsüz olması durumunda çatışma olma ihtimali
azdır. Fakat, tersi durumlarda çatışmalar ve politik
istikrarsızlıklar ortaya çıkabilir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; günümüzün su
konusunda çatışma yaşanması potansiyelini taşıyan
sıcak bölgelerin hiçbirinde tüm tarafları içeren uluslararası
anlaşmalar yoktur. Uluslararası resmî yaptırım hukuku
olmadığı için, ilgili ülkeler arasında yapılacak
anlaşmalara, bunlara bağlı kalınabilir.
Dicle ve
Fırat, bizim açımızdan bakıldığında bize
önemli avantajlar getirmektedir. Zaman zaman Dicle ve Fırat’ın
uluslararası bir yönetime bırakılması gibi Batı’dan
gelecek isteklere de millet olarak sağlam bir biçimde ayakta
durmalıyız. Ayrıca son zamanlarda suların, nehirlerin,
barajların özelleştirilmesi gibi konularda hata yapmamalı ve
bunlar devletin mutlak kontrolünde olmalıdır diye düşünüyoruz.
Ülkeler kendi
içinde ve dünya için yeni su stratejisi oluşturmalıdır. Kaynak
bolluğunun yaşandığı bir dünyada aşırı
su tüketimi insanlığa hizmet etmiştir, ancak su
kaynaklarının kıt olduğu bir dünyada su tüketimi, bizi
felaketlere götürebilir. İyi bir planlama, ekonomik
gelişmişlikle beraber ekosistemlerin korunması arasındaki
bağın doğru kurulması ve insanın buna
katılımının mutlaka sağlanması gerekmektedir.
Suyun ekonomik yarar olarak görülmesi şarttır.
Tüm dünya su
kullanımının üçte 2’sini tarımda kullanmaktadır.
Tarımda yapılacak küçük tasarruflar ile şehirlere ve çevreye
büyük oranlarda su aktarılabilir. Bunun için, tarımda kullanılan
suyun mutlaka damlama sulama yöntemiyle yapılması
kaçınılmaz bir zorunluluktur. Damlama suyuna geçen çiftçilerimizin su
kullanımını yüzde 30 ila yüzde 60 arasında
azalttıklarını ve verimlerini artırdıklarını
görüyoruz. Damlama ve yağmurlama su sistemlerini tercih eden
çiftçilerimizin mümkün olduğu kadar desteklenmesi de şarttır.
Tarımsal
üretimde verimliliğin ve kalitenin arttırılması, üretim
giderlerinin düşürülerek kârlılığın
sağlanması ve su kaynaklarının verimli olarak
kullanılması ancak bu metotlarla mümkün görülmektedir.
Bugün ülkemizin
birçok yöresinde olduğu gibi Niğde’mizde de taban suyunun derinlere
inmesi sonucunda, bu suyun elektrikle çıkartılması
çiftçilerimize önemli elektrik maliyetleri yüklemektedir.
Anadolu çiftçisi
kuraklığın da etkisiyle sıkıntılı günler
geçirmektedir. Buna bağlı olarak üst üste gelen tarımsal sulama
elektrik borçları ödenmesi artık imkânsız hâle gelmiştir.
Bu borçların çiftçinin ödeyebileceği düzeyde yeniden
yapılandırılması hem devletimizin hem de çiftçilerimizin lehine
olacaktır diye ifade etmek istiyorum.
Diğer
taraftan, şehir içme suyu şebekelerinde kaçak ve kayıpların
önüne geçebilmek amacıyla yeni isale hatları için belediyelere özel
destekler de verilmesi gerekmektedir.
Ayrıca,
evlerdeki israfın önlenmesi için de bir bilinçlendirme kampanyası
yapılmalıdır. Bütün belediyelerde ve sanayi tesislerinde
atık su arıtmalarının kurulmasına destek olunmalı
ve atık suyun tarımda kullanılabilir hâle getirilmesi
sağlanmalıdır. Ayrıca, sanayi tesislerine takılacak
filtrelerle, sera gazı etkisi yapan gazların
salınımının kontrol edilmesi ve yine, karbondioksit emen
ormanlarımızın korunması ve yeni orman
alanlarının oluşturulması için, acilen gerekli tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
Su için en önemli
tasarruf faydalı kullanımdır. İnsanın faydasına
olmadan bir damla suyun bile denize gitmesi kabul edilebilir bir şey
değildir. Özellikle ülkemizin su kaynakları göz önüne
alındığında, bunun, daha da dikkate alınması
gerekmektedir. Ancak, su kaynaklarının planlanması ve yönetimine
dair yaşanan sorunlar, sanayileşme ve kentleşme sürecinin
plansız seyri, yenilenebilir su miktarlarında olumsuz
değişmelere yol açmış durumdadır. Gelecekte büyük
sorunlar doğuracak su kıtlığının önüne
geçilebilmesi için, acil olarak, dünya çapında, su kaynaklarının
kullanımında olumlu sonuçlar verecek alternatif çözümler
gerekmektedir. Yoksa, karmaşa dolu bir geleceğe doğru
hızlı bir biçimde gitmekteyiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; önerge sahibi
arkadaşlarımızın, Türkiye’nin farklı bölgelerinden
aynı konuyu dile getirmelerinden anlaşılan, sorunların
ortak olmasıdır. Önerge sahibi arkadaşlarıma,
duyarlıkları için, grubumuz adına çok teşekkür ediyorum.
Dünyanın gelecekteki iklimini koruma gerekliliğine ilişkin
süreçte, bütün devletlerin ve insanların, çözüme yönelik kararlara
katkı sağlaması gerekmektedir. İklim
değişikliği insanın denetimi dışına
çıkmadan hemen şimdi, işe başlama zamanıdır diye
düşünüyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MÜMİN
İNAN (Devamla) - Bu sebeple, 21’inci Dönem ve 22’nci Dönem Parlamento
çalışmalarının içerisinde, küresel ısınmanın
neden olduğu sorunların oluşturduğu riskin
araştırılarak gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla hazırlanan
Meclis araştırma komisyonu raporlarından da faydalanmak
suretiyle, daha uzun süreli, yeni tespitler ve güncel önerilerde bulunması
için, araştırma komisyonu kurulmasının yanı, sıra
toprak ve su için ayrı, hava ve küresel ısınma için de ayrı
olmak üzere iki alt komisyonun kurulmasını da öneriyoruz,
faydalı olacağı inancındayız. Bu önerilerin
arasına Niğde ilinin su kaynaklarının ve Akkaya
Barajı’nın da inceleme kapsamına alınmasını
istirham ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak da komisyonların kurulmasını destekliyor,
kurulacak komisyonlara başarılar temenni ediyorum, bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.(MHP
sıralarından Alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın İnan.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Nazmi Haluk Özdalga
söz alacaktır.
Buyurun
Sayın Özdalga.(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA NAZMİ HALUK ÖZDALGA (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasa ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’ne göre küresel
ısınma ve su konusunda bir Meclis araştırması
başlatılması ve o amaçla özel bir komisyon kurulması
konusunda AK Parti Grubunun görüşlerini bildirmek üzere söz
almış bulunuyorum.
Konuşmamın
başında, pazar günü terör örgütünün saldırısı sonucu
şehit düşen 12 evladımızın Asteğmen Mehmet
Bozkuş’un, Astsubay Soner Özübek’in, Çavuş Mustafa Uysal’ın,
Çavuş Selçuk Gürdal’ın ve sevgili erlerimiz Mehmet Cücük’ün, Yavuz
Öztürk’ün, Zekeriya Yatı’nın, Abdurrahman Doğan’ın,
Tarık Emeket’in, Vedat Kutluca’nın, Samet Saraç’ın, Lokman
Eker’in aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. 12
evladımıza ve bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet
yakınlarına başsağlığı ve sabır
diliyorum.Milletçe acımız derindir.
Bu vesileyle iki hususa işaret etmek
istiyorum: Birinci olarak, Türkiye, hiçbir koşul altında komşu
bir ülke toprağının kendisine dönük saldırılar için
bir askerî mevzi olarak, geri üs olarak kullanılmasına izin veremez
ve vermeyecektir. Komşu bir ülke toprağının kendisine
yönelik saldırılar için lojistik ve ikmal sahası olarak
kullanılmasına izin vermesi asla söz konusu olmayacaktır.
Soğukkanlılığını kaybetmeden, fevri
davranışlara kapılmadan, ülkenin karşı
karşıya olduğu bu millî meseleyi, kısa süre önce
yapılan demokratik seçimlerde arzu ettikleri sonuç
çıkmadığı için bir iç siyasi hesaplaşma vesilesi görüp
tahrik ve provokasyon peşinde olanlara aldırmadan, diplomatik ve
askerî hesaplarını en iyi bir şekilde yaparak, gerekirse bir
değil birkaç ve defalarca operasyon yaparak meşru savunma
hakkını kullanacak ve o saldırı üslerini behemehâl bertaraf
edecektir.
İşaret
etmek istediğim ikinci husus şudur: Son dönemde
yaşadığımız gelişmelerin, özellikle Kuzey
Irak’taki yerel liderliğin tutum ve davranışlarının
önemli sonuçlar doğuracağı muhakkaktır. Kuzey Irak
yönetimi, Türkiye'nin dostluğunu aramak yerine, açıkça hasmane bir
tutum içine girmiştir. Daha şimdiden ve mevcut koşullarda
yürütülen bu hasmane siyasetin, önümüzdeki dönemde bölgede ortaya
çıkabilecek yeni oluşumlara karşı Türkiye'nin iradesini
daha yüksek bir düzeye taşımak ihtiyacını ortaya
çıkardığı aşikârdır. O bakımdan, Kuzey
Irak’taki yerel liderlerin hayati bir yanılgı içinde
bulunduklarını vurgulamak istiyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ısınma, iklim
değişikliği ve su konusuyla ilgili olarak, öncelikle, bu konuda
Meclis araştırması önergesi veren bütün arkadaşlarıma,
Kırklareli Milletvekili Sayın Tansel Barış ve 29
arkadaşına, Antalya Milletvekili Sayın Tayfur Süner ve 21 arkadaşına,
Uşak Milletvekili Sayın Nuri Uslu ve 21 arkadaşına,
Kırklareli Milletvekili Sayın Ahmet Gökhan Sarıçam ve 19
arkadaşına ve ayrıca bugün yeni önergeler veren bütün
milletvekili arkadaşlarıma içten teşekkürlerimi sunuyorum.
İklim
değişikliği, küresel ısınma ve onlarla yakından
bağlantılı su konusu, bugün insanlığın
karşı karşıya olduğu en büyük çevre tehdidini
oluşturmaktadır. Denilebilir ki, iklim değişikliği
bugün uluslararası diplomaside ve uluslararası iş birliği
platformlarında, güvenlik ve terör konusundan sonra gündemde bulunan
ikinci önemli konudur.
İklim
değişikliği ve küresel ısınmaya yol açan şeyin
karbondioksit, metan, ozon gibi “sera gazları” olarak
adlandırılan gazlar olduğu konusunda bilim adamları
arasında geniş bir mutabakat vardır.
Dünyanın
iklim sisteminin temelini 150 milyon kilometre uzakta bulunan ve
ışınlarıyla enerji sağlayan güneş
oluşturuyor. Güneşin enerji yayan ışınları, yani
radyasyonu çok kısa dalga boyuna sahiptir ve o nedenle, geçtiği
atmosfer ortamını ısıtmadan dünyaya ulaşır ve
yerküre tarafından emilir. Atmosferin ısınması, dünyamızın
atmosferinin ısınması, güneş
ışınlarıyla ısınan dünyanın tıpkı
güneş gibi yaydığı radyasyon ile olur. Ama, dünyanın
saldığı radyasyon uzun dalga boyuna sahiptir ve o nedenle
atmosferi ısıtır.
En basit
şekliyle anlattığım bu işleyiş, milyonlarca
yıl sonunda dünyanın mevcut iklim sistemini oluşturmuştur.
Dünyanın iklim sistemi çok hassas fiziki, kimyasal ve biyolojik süreçler
üzerine kuruludur. İnsan faaliyetleri sonunda salınan sera
gazları atmosferde birikmektedir ve bu gazların özelliği, dünya
tarafından yayılan radyasyonun bir kısmını emerek
tekrar geriye vermeleri ve o şekilde atmosfer
sıcaklığının yükselmesine yol açmalarıdır.
İklim
değişikliği konusunda çalışmalar pek çok on
yıllar önce başlamış ve başlangıç döneminde bu
çalışmalar sadece bilim insanları ve küçük bir uzman grubu ile
sınırlı kalmıştır. Ama zamanla yavaş
yavaş daha geniş kamuoyunun ve siyasetçilerin dikkatini çekmeye
başlamış ve nihayet ilk önemli sonuç 1992’de Rio de Janeiro’da
Dünya Zirvesinde alınmıştır, burada benden önce konuşan
arkadaşlarımızın da belirttiği, Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin
kabul edilmesiyle. Bu Sözleşme 1994 yılında yürürlüğe
girmiştir ve Türkiye tarafından, on yıl gecikmeyle, 2004
yılında onaylanmış ve öylelikle Türkiye bu Sözleşme’ye
taraf olmuştur.
Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, söz
konusu sera gazlarının emisyonunun azaltılmasını
öngörmektedir, ama bu konuda ülkeler için zorunlu sınırlar getirmemiştir;
o nedenle hukuki bir bağlayıcılığı yoktur. Ancak,
o sözleşmeyi imzalayan taraflar, her yıl bir konferans, “taraflar
konferansı” adı verilen bir konferans düzenlemekte ve ek protokoller
oluşturmaktadır. Bu ek protokollerden en ünlüsü, en çok bilineni,
şöhreti ana sözleşmeyi de aşmış bulunan Kyoto Protokolü’dür,
Japonya’nın Kyoto şehrinde 97’de imzalanan ve 2005’te yürürlüğe
giren protokol.
Burada amaç,
sanayileşmiş ve büyük çoğunluğu geçiş döneminde
bulunan Avrupa ülkelerinin emisyonlarının ortalama yüzde 5-6
civarında azaltılmasıdır ve o doğrultuda bağlayıcı
mükellefiyetler getirilmiştir. Uygulamada ise, söz konusu indirim
2008-2012 yılları arasında gerçekleştirilecektir. 2012
sonrası dönem için yeni katılım ve işleyiş
mekanizmaları üzerinde çalışılmaktadır. Ancak,
Türkiye, Kyoto Protokolü’ne taraf olmadığı için 2012
sonrasına dönük bu çalışmalar içinde de etkili bir şekilde
yer alamamaktadır.
Yüz yetmiş
civarında ülke Kyoto Protokolü’nü imzalamış ve
onaylamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya
-iki ülke- bu Protokolü imzalamış, fakat daha sonra kendi millî
meclislerinde onay işlemini yerine getirmeyeceklerini beyan
etmişlerdir.
Türkiye ise henüz
Kyoto Protokolü’nü onaylamamıştır. Ancak, bilindiği gibi,
Sayın Başbakanımız, birkaç hafta önce, eylül sonunda
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı
konuşmada, özel durumu ve özel koşulları dikkate alınmak
kaydıyla, Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü onaylamaya sıcak
bakabileceğini, bu olasılığı ciddi bir şekilde
değerlendirebileceğini açıklamıştır.
İklim
değişikliği bugün insanlığın karşı
karşıya olduğu en büyük çevre tehdididir ve hızlı,
kararlı hareket edilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, en fazla sera
gazı üreten sanayileşmiş ülkelerin, iklim
değişikliğinin en büyük sorumlusu olduğu ortadadır.
İşin en adaletsiz yönlerinden biri, iklim değişikliğinden
en çok zarar gören ve görecek olan ülkelerin en az sera gazı üreten
ülkeler olmasıdır. En çok kuraklık, susuzluk ve yoksulluk çeken
ülkeler, mesela Sahra altı ülkeleri iklim değişikliğinin
bedelini en çok ödeyecekler arasındadır. O nedenle, iklim değişikliğiyle
mücadele edilirken, emisyonlar azaltılırken, yoksulluk içinde
yaşayan insanların ihtiyaçlarını görmezlikten gelmemeliyiz.
Bütün bu nedenlerle makul ve adaletli ilkeler etrafında mutabık
kalınması önem taşımaktadır. En fazla emisyon yapan
ülkeler, hemen ve hızlı bir indirime gitmelidir. Gelişmekte olan
ülkeler, makul bir süre içinde emisyonlarını sabitleştirip sonra
düşürmeye başlamalıdır. En az emisyon yapan, en az
gelişmiş ülkeler ise, durumları iyileşene kadar bir süre
daha artırmayı sürdürebilmeli, ondan sonra emisyonlarını
düşürmelidir. Bütün ülkelerin sera gazı emisyonları
arasında ise nihai olarak bir yakınsama, birbirine yaklaşma,
adaletli bir yaklaşma sağlanmalıdır.
Yukarıda
özetlenen türden adil bir emisyon azaltma süreci üzerinde mutabık
kalınması gerekmektedir, ama dünyanın toplam emisyon
miktarı -tekrar vurgulayarak söylüyorum- hemen azalmaya
başlamalıdır. Bu, siyasi açıdan çok zor ve
karmaşık bir görevdir, çünkü çok farklı koşullara sahip çok
sayıda ülke arasında kapsamlı bir konsensüs, mutabakat zemininin
yaratılması gerekmektedir. Şuna işaret etmek istiyorum ki,
bilim ve teknolojinin gücünün sağduyuyla kullanılmasıyla,
dünyanın giderek artan enerji ihtiyacının giderek daha temiz ve
daha ucuz bir şekilde karşılanması mümkündür.
Türkiye, iklim
değişikliği tehdidi karşısında üzerine
düşenleri, Sayın Başbakanımızın son
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı
konuşmada belirttiği çerçevede, Sözleşme’nin, İklim
Değişikliği Sözleşmesi’nin “ortak ve
farklılaşmış sorumluluklar” prensibi doğrultusunda
yerine getirmeye hazırdır. Diğer taraftan, Türkiye’nin iklim
değişikliği konusunda yeni ve güçlü bir kurumsal yapılanma
içinde olmasında büyük bir fayda vardır. Türkiye, emisyonlarla ilgili
tüm bilgileri şeffaf bir şekilde açıklamaktadır ve
açıklamaya devam edecektir.
Bu çerçevede
şu istatistiklere de dikkatinizi çekmek isterim: 2005 verilerine göre
yaratılan 1.000 dolarlık gayrisafi hasılaya karşı
atmosfere salınan karbondioksit gazı için dünya ortalaması 1,83
tondur. Aynı değer, Avrupa Birliğinde, ortalama olarak, dünya
ortalamasının 2 katı kadardır, 3,78 tondur. Türkiye için bu
değer, dünya ve Avrupa Birliği ortalamasının
altındadır ve sadece 1,63 tondur. Bu rakamlar, aslında, Türkiye’nin,
küresel iklim değişikliğinin sorumlusu ülkelerinden biri
değil, küresel ısınma mücadelesine olumlu katkı yapan bir
ülke olduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin,
önümüzdeki dönemde, küresel emisyon azaltma ve iklim
değişikliğiyle ilgili mücadelede, o doğrultudaki çabalarda
giderek daha etkili bir şekilde yer alması uygun olacaktır. Bu
çerçevede önemli gördüğüm iki hususa daha işaret etmek istiyorum:
Bilindiği
gibi, Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde rotasyona tabi
geçici üyeliklerden birini almayı hedeflemektedir. Birleşmiş
Milletlerin en önemli çevre sözleşmesi karşısında
kararsız bir duruşa sahip olması, söz konusu hedef
açısından avantaj sağlayan bir durum değildir. Buna
karşılık, olumlu ve güçlendirilmiş bir pozisyon
değişikliği, Güvenlik Konseyinde geçici üyelik elde etme
şansını da artıracaktır.
İkinci husus
ise şudur: Kyoto Protokolü’nü müktesebatının bir parçası
kabul eden Avrupa Birliği, esasen şu anda dünyada emisyon
azaltılması çabalarının ve Kyoto Protokolü’nün en güçlü
savunucusu durumundadır. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin Avrupa
Birliği üyeliği daha kuvvetli bir ihtimal hâline gelmesi durumunda,
Kyoto Protokolü koşullarının Avrupa Birliği-Türkiye
müzakerelerinin bir parçası olarak önümüze gelmesi beklenmelidir. Nitekim,
2004’te Avrupa Birliğine katılan on ülkeye o doğrultuda benzer
taleplerle gitmiştir Brüksel.
Diğer
taraftan, Türkiye, bir Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa ülkesi
olarak, dünyanın iklim değişikliğinden en olumsuz
etkilenecek bölgelerinden birinde yer almaktadır. Günümüzün en önemli
küresel diplomatik iş birliği zeminlerinden birini oluşturan
iklim değişikliği tartışmalarından uzak durmak,
sorumluluk almaktan kaçıyormuş ve sadece olup bitenleri
seyrediyormuş izlenimi vermek, önemli bir küresel oyuncu ve bölgesel güç
olmak isteyen Türkiye’ye yakışan bir tercih olarak da kabul edilemez.
Türkiye bir taraftan kendi çıkarlarını ve iktisadi kalkınma
hedeflerini gözetirken, küresel iklim değişikliği
tartışmalarına ve çabalarına önümüzdeki dönemde daha aktif
bir şekilde katılmalı ve katkıda bulunan bir ülke
olmalıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yukarıda anlatmaya
çalıştığım nedenlerle AK Parti Grubu, küresel
ısınma ve su konusunda bir Meclis araştırması
başlatılmasını ve o amaçla bir özel komisyon
kurulmasını öngören teklife olumlu oy verecektir.
Son olarak, geride
bıraktığımız 22’nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi
çalışmaları sırasında ”Küresel Isınmanın
Neden Olduğu Sorunların ve Oluşturduğu Riskin
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi” başlığını taşıyan bir komisyon
kurulmuş olduğunu ve bu komisyonun çalışmalarını
tamamlayarak raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına vermiş olduğunu belirtmek isterim.
Söz konusu komisyon raporu dikkate değer bir çalışmanın
ürünü olarak ortaya çıkmıştır ve pek çok kıymetli
bilgiyi, tahlili ve öneriyi içermektedir. Huzurunuzda geçtiğimiz dönemde
bu değerli çalışmayı yürüten milletvekili
arkadaşlarıma ve katkısı bulunan diğer herkese
teşekkür ediyorum.
Eğer yüce Meclisiniz
öyle karar verir ve yeni bir komisyon kurulmasını uygun bulursa,
geçtiğimiz dönemde yapılmış çalışmanın
önemli bir temel teşkil edeceğine inandığımı
belirtmek isterim.
Eğer yüce
Meclisimizin iradesi o şekilde tecelli eder ve küresel ısınma,
su konusunda yeni bir araştırma komisyonu kurulması karara
bağlanırsa, o komisyonun çalışmalarına katılacak
milletvekili arkadaşlarımın hepsini yoğun, önemli ve
gerçekten özverili bir çalışmanın beklediğini de vurgulamak
istiyorum.
Kendilerini
bekleyen bu özverili çalışmanın sadece bir boyutunu belirtmek
için, geçtiğimiz dönemde aynı komisyonda görev yapan milletvekili
arkadaşlarımızdan büyük çoğunluğunun, benim
yaptığım hesaba göre, yüzde 72’sinin, yani yaklaşık
dörtte 3’ünün tekrar milletvekili seçilme şansı
bulamadığını bilgilerinize sunmak istiyorum.
Çok teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Özdalga.
Şimdi
birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.56
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.14
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER :Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan
CANDEMİR ÇELİK (Bursa)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 10’uncu
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Şimdi, ilk
söz, önerge sahipleri adına, Kırklareli Milletvekili Tansel
Barış’a aittir.
Buyurun
Sayın Barış.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, Hükûmet yok, kaçmış. Hükûmet
kaçtığına göre müzakere yapamazsınız.
ASIM AYKAN
(Trabzon) – Ne demek kaçmış ya! Hayret bir şey ya!
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hani nerede?
BAŞKAN –
Şimdi geliyor.
AHMET YENİ
(Samsun) – Tecrübeli adamsın be! Ağzından çıkanı duy.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hani nerede?
Ara vermek
zorundasınız Sayın Başkan.
AHMET YENİ
(Samsun) – Meclis Başkan Vekilliği yapmış birisisin.
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Hükûmet de gelsin otursun. Bağırıyorsunuz da,
Hükûmet nerede? Onu söyleyin.
KAMER GENÇ
(Tunceli) – Biz size doğruları söylüyoruz, anlamıyorsunuz ya!
Sayın
Başkan, Hükûmetin orada olması lazım.
BAŞKAN –
Buyurun Sayın Barış, süreniz on dakika.
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Trakya Bölgemizin, küresel ısınma, çarpık sanayileşme ve
hızlı nüfus artışı da göz önüne alınarak su
kaynaklarımızın potansiyelinin tespit edilerek, korunması,
bilinçli kullanılması ve ileride karşılaşılacak
su kıtlığına karşı alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla, arkadaşlarımla beraber vermiş
olduğumuz araştırma önergesi için söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti saygılarımla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce,
geçtiğimiz günlerde teröristler tarafından şehit edilen
askerlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine sabırlar diliyorum,
kayıp 8 askerimizin de bir an önce aramıza kavuşmasını
diliyorum. Türk milletinin başı sağ olsun. Değerli
milletvekilleri, davul zurna ile askere gönderdiğimiz Mehmetçiklerimizi
cenaze marşıyla karşılamak istemiyoruz. Artık, buna
“Yeter” diyoruz ve Hükûmetin, tezkerenin gereğini yerine getirmesini
istiyoruz.
Sayın
Başkanım, sizi kutluyorum ve görevinizde başarılar
diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, küresel ısınma her yerde olduğu gibi Trakya’da
da kuraklık ve susuzluk olarak etkilerini göstermeye
başlamıştır. Büyük oranda, sanayileşmiş ülkelerin
atmosfere saldıkları gazlar dünyamız üzerinde sera etkisi
yaratmakta, bunun sonucu olarak da dünyamızın doğal dengesi
bozulmakta, sıcaklık hızla artarak “Küresel ısınma”
dediğimiz olay meydana gelmektedir. Küresel ısınma, kısaca,
dünya ısısının artması. Bu denge bozulmakta
arkadaşlarım. Geçtiğimiz yüzyılda 0,8 derecelik bir
artış yaşadık. Önümüzdeki yüzyılda ise 2-4 derecelik
artış beklenmekte. Bilim adamları böyle diyor. Acaba 4-5
derecelik bir artış dünyanın sonu olur mu bilemiyorum ama büyük
bir felaket olduğuna inanıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; küresel ısınma
sonucunda neler olabileceğini Sayın Bakanımız da
anlattı, grup adına konuşanlar da izah etmişlerdir.
Kısa dönemde, on beş-yirmi yıl içerisinde, iklim
değişiklikleri, kuraklık, seller, orman yangınları,
bunun yanında, değişik türde hastalıklar muhakkak ortaya
çıkacaktır. İlerleyen zamanlarda, 2050’lerden sonra ise,
artık, deniz suyu yükselmeleri, kıyı kentlerin çökmesi,
adaların kaybolması, inanılmaz göçler, salgın hastalıklar,
tüm bunlar dünyayı tehdit edecektir. Tabii ki, bitki türleri, hayvan
türleri, nesilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
kalacaktır; insanların hayatları tehlikeye girecektir. Yani, bu
tehdit büyük bir tehdit. Hep beraber, tüm ülkeler, bu konu üzerinde iyice
çalışmalı ve en az zararla dünyayı ve dolayısıyla
ülkemizi kurtarmaya çalışmalıyız.
Atmosfere
gazlarını salan gelişmiş ülkeler, sanayi ülkeleri, bunun
yanında, kendi halklarının bu olaydan en az zararla
çıkması için bilinçlendirme çalışmalarına da
başlamışlardır. Ama bizim ülkemizde konunun ciddiyeti yeni
yeni anlaşılmaya ve tartışılmaya
başlanmıştır.
Ülkemiz çok kurak
bir yıl geçiriyor. Tarım ürünlerinde yüzde 40-50’ye varan rekolte
kayıpları yaşanıyor. Çoğu il ve ilçelerimizde mevcut
susuzluk, kuraklığın da etkisiyle artarak devam ediyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarında Kırklareli -benim
bölgem- bu yıl Türkiye’nin en kurak ili seçilmiştir, daha
doğrusu görülmüştür. Kırklareli Istıranca
Dağları’nın eteklerinde bir orman kenti sayılabilir.
Kuzeybatı, yani güneyde olmayan bir kent bu yıl 45 derece
sıcaklığa kadar ulaşmıştır arkadaşlar.
Yani bu ısınmanın, küresel ısınmanın, hangi
boyutlarda olduğunu buradan görebiliyoruz. Benim bahsettiğim yer
Antalya değil, Kırklareli; 45 derece ısı...
Zaten,
çarpık bir kentleşme yaşıyoruz, çarpık bir
sanayileşme yaşıyoruz, bunun yanında kentlere
hızlı bir nüfus akımı var. Bütün bunların da
yarattığı su yetersizliği, susuzluk gibi sorunlarla
baş başayız. Benim bölgem böyle, Kırklareli, Lüleburgaz…
Daha düne kadar, on beş- yirmi yıl öncesine kadar, 5 metreden
Trakya’da su fışkırıyordu arkadaşlar, ama bugün
gelinen noktada 50 metrede bir damla su bulamıyoruz. Yirmi yıl önce
içme suyumuzu 150 metreden çıkarıyorduk, ama şimdi 300 metreyi
aşmış. Bu kuraklıkla ileride su sorununun ne hâle
gelebileceğinin hesabını yapmak lazım.
Bu arada, benim
Ergenem var. Trakya’nın gözbebeği Ergene, şu anda içinde bir
damla su yok, tamamen zehir akıyor. 22’nci Dönemde, burada, bu konuyla
ilgili bir komisyon kuruldu, araştırma komisyonu.
Arkadaşlarım çok iyi çalışmış, onlara
teşekkür ediyorum, Ergene’nin kurtulması için çok iyi
çalışmışlar, güzel çözüm önerileri
hazırlamışlar, burada Türkiye Büyük Millet Meclisi bu önerileri
kabul etmiş, bu raporu kabul etmiş, ama Hükûmet “Para yok” dedi.
Umarım, Hükûmet, Ergene için daha hassas davranacaktır ve bu konuda,
Ergene’nin kurtulması için parayı bulabilecektir.
Ülkemizin iki
büyük kenti İstanbul, Ankara; su sorunu o kadar ciddi boyutlarda ki,
yaşadığımız günler hepinizin hatırında.
Başkenti zor günler bekliyor. Barajlar boşalmış. Küresel
ısınma yıllardır tehlike sinyallerini vermesine rağmen
maalesef gerekli tedbirler alınmamış ve şu anda baraj
seviyesinin ne olduğunu hepimiz izliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım “Vermedi Mabut ne yapsın Mahmut” diyemez sayın
yetkililerimiz. Sayın yerel yöneticiler “Allah yağmur vermedi biz ne
yapalım” deme noktasında değiller. Çünkü, Allah akıl verdi,
ihsan verdi, herkes de bu aklı, ihsanı kullanacak, teknolojiyi kullanacak
proje üretecek ve Ankaramızı, Türkiye’nin vitrinini,
Başkentimizi susuz bırakmayacaktır.
İstanbul
için durum farklı değil. “Üç, dört aylık bir suyumuz kaldı”
deniyor. Tabii ki, burada, yöneticiler hassas davranmalı, İstanbul’u
susuz bırakmamalı ve de artık, suyu nereden getireceklerse,
deniz suyu mu arıtılacak, Büyük Melen Projesi hayata mı
geçirilecek bir an önce, artık bu konuları İstanbul için duymak
istemiyoruz. (AK Parti sıralarından “akmaya başladı”
sesleri)
Teşekkür
ediyorum arkadaşlar, mutlu oldum.
Değerli
arkadaşlarım, ben bunları söylerken İstanbul ve Ankara
büyükşehir belediye başkanları AKP’li olduğu için
söylemiyorum…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika süre ekledim Sayın Barış; sözlerinizi tamamlayın
lütfen.
TANSEL BARIŞ
(Devamla) – …o belediyelerde bugün Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarım olsa bu eleştiriler yine yapılacaktı.
Çünkü, küresel ısınmanın siyaseti olmaz, susuzluğun ve
kuraklığın siyaseti olmaz. Bu nedenle, bu eleştirilerim
yapıcı eleştirilerdir ve şu anda, buradan tüm belediye
başkanlarıma sesleniyorum: Yarınlarda bugünü aramak
istemiyorsanız, hemen işe koyulun.
Değerli
arkadaşlarım, sürem azaldığı için konuşmamı
kısaltıyorum. Gün, konuşma günü değildir diyorum; gün,
tedbirlerin alınması gereken gündür; gün, dünyayı hızla
kasıp kavuran susuzluk ve kuraklıkla mücadele günüdür; gün,
içilebilir suyun tasarruflu kullanılması günüdür diyorum ve bu
önergemizi hepinizin destekleyeceğine inanıyorum. Çünkü, bu önergeyi
yarınlarımız için, çocuklarımız için ve tüm ulusumuz
için verdik.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Barış.
İkinci
konuşma, önerge sahipleri adına Antalya Milletvekili Tayfur Süner;
buyurun Sayın Süner. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm
yerkürenin yakın gelecekteki en büyük tehdidi olan küresel
ısınmanın ülkemize etkilerinin araştırılması
amacıyla vermiş olduğumuz araştırma önergesinin
gündeme alınması konusunda söz almış bulunmaktayım.
Ancak, sözlerime başlamadan önce, başta, tüm şehitlerimizin
aileleri olmak üzere bütün ülkemizin başı sağ olsun.
Hükûmet, terör
konusunda vurdumduymaz bir politika uygulamaktadır. Her seferinde “Hiç
merak etmeyin, kanları yerde kalmayacaktır.” veya “Değerlendirme
yapıyoruz.” şeklindeki açıklamaları duymak istemiyoruz.
AHMET YENİ
(Samsun) – Konuya gel.
TAYFUR SÜNER
(Devamla) - Yeter artık susun ve eylemde bulunun! ABD’den icazet
beklemeyin. ABD bize hiçbir şey yapmaz, yapamaz. Çünkü, siz, tüm
cumhuriyet hükûmetlerinin kazanımlarını birer birer
sattınız. Yabancı güçler kendi mülklerini mi bombalayacaklar?
Yeter artık! Milletin sesini dinleyin!
MEHMET NİL
HIDIR (Muğla) – Ne alakası var?
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Hangi kitapta yazıyor?
TAYFUR SÜNER
(Devamla) - Habur Sınır Kapısı’nı Genelkurmaya teslim
edin. Kuzey Irak’taki müteahhitlerimizi ve tüm sivil
vatandaşlarımızı geri çağırın. Artık
yeni bir millî politikaya ihtiyaç vardır. İktidarı, muhalefeti
ve askeriyle, hepimiz tek yürek olmalıyız. En son Türk ölene kadar bu
memleketi parçalatmayız.
AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan… Tahrikten başka bir şey yok.
BAŞKAN –
Sayın Süner… Sayın Süner…
TAYFUR SÜNER
(Devamla) – İçimiz yanıyor, milletin sesine kulak verin!
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, konuya gelmesini söyler
misiniz.
BAŞKAN –
Konunuza dönün Sayın Süner.
TAYFUR SÜNER
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri…
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Niye?.. Haluk Özdalga beş dakika konuştu bunları.
5 dakika konuştu…
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
GÜROL ERGİN
(Muğla) – Haluk Özdalga’ya siz izin verdiniz, beş dakika bunları
konuştu.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri…
GÜROL ERGİN
(Muğla) - Tabii zor geliyor şimdi dinlemek değil mi?
Doğruları söyleyince zor geliyor. (CHP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
TAYFUR SÜNER
(Devamla) – Size de gelecek, size de gelecek…
BAŞKAN –
Sayın Ergin… Sayın milletvekilleri…
TAYFUR SÜNER
(Devamla) – Mandacılığa
alışmışsınız.
Küresel
ısınma, sera gazlarından biri olan karbondioksidin küresel
düzeyde artışı, fosil yakıt türlerinden petrol, petrol
türevleri ve kömür kullanımından ormanların yok edilmesinden ve
yanlış tarım uygulamalarından kaynaklanmaktadır.
Küresel ısınmanın son elli yılda yüzde 90 insan eliyle arttığı
ve asırlarca süreceği resmen ilan edilmiştir.
Ülkemizin
Birleşmiş Milletlere sunduğu Birinci Ulusal İklim
Değişikliği Raporu’nda Türkiye’deki toplam sera gazı
emisyonu, 1990’da 170 milyon ton iken, 2004’te 297 milyon ton olmuştur.
Son on dört yıl içinde yüzde 72’lik bir artışla, atmosferi
kirletme konusunda dünyada en hızlı artış kaydeden ülke
olmamız endişe verici bir durumdur.
Hükümetler
Arası İklim Değişikliği Paneli Raporu’nda denizlerin
18 ile 59 santim arasında yükseleceği söylenmektedir. Antarktika’daki
buzulların erimesiyle oluşacak yükselmelerle birlikte bu oranın
daha da artacağı tahmin edilmektedir.
NASA Goddard
Enstitüsüne göre, iklim değişikliği konusunda, en fazla on
yıl içerisinde gerekli önlemleri almaya başlamazsak iklimin bir daha
geri dönülemez şekilde çığırından
çıkacağı net bir biçimde ifade edilmektedir.
Kuşkusuz, bu
konuda öncelikle Meclisimizin hızla harekete geçmesi ve
yaşadığımız dünyanın yeni durumuna uygun bir
politikanın üretilmesi gereklidir. Küresel ısınmayı önlemek
için bütün sektörlerde bugüne kadar uygulanan yanlış
politikaların köklü bir biçimde değiştirilmesi zorunlu bir hâl
almaktadır. Yani sanayi, tarım, ulaşım, enerji ve su
politikalarının, hiç zaman kaybetmeden, yeniden üretilmesi ve
uygulanması gerekmektedir.
Küresel
ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi
sağlamaya yönelik uluslararası tek anlaşma Kyoto Protokolü’dür.
Bu Protokol’ü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan
diğer gazların salınımını azaltmaya veya bunu
yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını
arttırmaya söz vermişlerdir. Birleşmiş Milletlerin 1997’de
gündeme getirdiği Kyoto Protokolü, küresel ısınmayı önlemek
için her ülkenin sera gazı seviyesini 1990’dakinden yüzde 5
aşağıya çekmesini öngörmektedir.
Bu önemli
anlaşmayı ülkemiz henüz imzalamamıştır. AKP Seçim
Beyannamesi’nde ve Hükûmet Programı’nda da iklim
değişikliği ve küresel ısınmanın önlenmesinde
araç olacak ve hemen hemen bütün ülkelerin kabul ettiği bu Protokol’den
hiç söz edilmemektedir. Bu çok büyük bir eksikliktir, acilen bu Protokol’ü
gündeme almak ve imzalamak gereklidir.
Bunun
yanında, küresel ısınma konusunda uluslararası bilimsel
çalışmalara bilim adamlarımız ve her kademede etkin
katılımı mutlaka sağlamalıyız.
Değerli
milletvekilleri, küresel ısınmanın ülkemizdeki
sıcaklık değerlerinde de önemli bir biçimde değişime
yol açacağı gerçek olarak önümüzdedir. Türkiye’de yıllık
ortalama sıcaklık artışı 2,5-4 derece arasında
gerçekleşecektir.
Bu
değişimin asıl nedeni, yaz aylarında Avrupa kaynaklı
sıcak hava dalgasının ülkemizi etkilemesidir. Ortalama
sıcaklıktaki bu düzeyde bir yükselmenin, orman
yangınlarından hayvan ve bitki çeşitliliğine ve insan
sağlığına kadar çok çeşitli alanlarda etkilerinin
olacağı da açıktır.
Sıcaklık
artışı ayrıca mevsim geçişlerini de etkileyecektir.
Yaz mevsimi, ilkbahar ve sonbahar aylarını da kapsayacak şekilde
genişleyecektir. Bununla birlikte, rüzgâr sistemindeki değişim
güney bölgelerine nem girişini yavaşlatacak ve
yağışın azalmasına neden olacaktır. Bu yüzden
ülkemizin güneyi ciddi kuraklık tehlikesiyle karşı
karşıya kalacaktır. Özellikle Ege, Akdeniz ve Güneydoğu
Anadolu’yu da kapsayan bölgelerde önlem alınmadığı
takdirde, yağışta yüzde 20 ila 50 arasında önemli bir
azalma görülecektir.
Söz konusu
bölgelerdeki su havzaları da ciddi tehlike altındadır. Karadeniz
Bölgesi ise önemli ölçüde yağış artışlarıyla ve
sellerle karşı karşıya kalacaktır. Birbirine ters bu
durum, küresel ısınma değişiminin bir sonucudur ve bölgesel
ölçekte yansımasıdır. Doğu Anadolu’da ise sonbahar
aylarında yüzde 50’yi aşan artışlar beklenmektedir.
Ülkemizle ile
ilgili açıkladığım bütün bu olası iklim
değişimlerine karşı uyum çalışmaları
yapılmazsa, gelecekte meydana gelmesi kuvvetle olası bu yeni durum
daha tehlikeli sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel ısınmanın atmosferdeki
sera gazlarının çok büyük miktarda artmasının sonucunda
gerçekleşeceğini biliyoruz. Bu durumu engellemek için, mevcut enerji
kullanımımızdan yavaş yavaş vazgeçerek, yeni enerji
kaynaklarının kullanımına yönelmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
Dünyadaki enerji
ihtiyacının yaklaşık yüzde 65’i petrol, kömür ve doğal
gazla karşılanmaktadır. Bu fosil yakıtlar
toprağın altında yüzbinlerce yılda oluşmaktadır.
Tüketimleri ise bu yüzbinlerce yıl ile kıyaslanmayacak denli
kısa bir zamanda gerçekleşmektedir. Bu dönem itibarıyla dünya
petrol rezervinin yarısı tükenmiş durumdadır. Bu
orantısızlık, sonsuz olmayan fosil yakıtlarının
karşısına yeni enerji kaynakları arayışını
bir alternatif değil, gereklilik olarak ortaya koymaktadır.
Ülkemizde
yenilenebilir enerji kaynakları mevcuttur. Bunların en önemlisi
güneş enerjisidir. Güneş enerjisi yaygın biçimde
kullanılarak tarımsal ve endüstriyel ürünlerin kurutulması,
seraların ısıtılması, sıcak su ve buhar elde
edilmesinde, klima işlemlerinde ve güneş pilleriyle elektrik enerjisi
üretilebilmektedir.
Yenilenebilir
enerji kaynaklarının bir diğeri biyolojik yakıtlardır.
Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir
araştırmaya göre, 2050 yılına kadar bugünkü enerji
gereksiniminin yüzde 55’inin biyokütle enerjisine yönelik
yetiştirilmiş bitkiler tarafından
karşılanabileceği öngörülmektedir. Bitki ve hayvan
atıklarıyla birlikte orman ve ağaç ürünleri atıkları
kullanılarak elde edilen enerji “enerji ormancılığı”
ve “enerji tarımı” olarak adlandırılmaktadır. Bu
enerji biçimi, ülkemizde yakın zamanda çok önemli yer alacaktır.
Şu anda, bu atıkların yüzde 15’i bu amaçla değerlendirilmektedir.
Kalan yüzde 85’in de bir an önce bu uygulama içine sokulması ülkemizdeki
sera gazının etkisini ciddi oranda azaltacaktır.
Bir diğer
çok önemli enerji kaynağı da rüzgârdır. Rüzgâr türbinleri fosil
yakıt santralleriyle
karşılaştırıldığında daha ekonomik
üretim yapılabilmektedir. Bozcaada’daki rüzgâr türbinlerinde 1 kilovat
saat kapasite maliyeti bin dolardır. Bu rakam, hidroelektrik
santrallerinde 2 bin ila 4 bin dolara çıkmaktadır. İşletme
maliyetinin de sıfır olduğunu hesaba katarsak, rüzgâr çok
ekonomik bir enerji kaynağı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ekliyorum, lütfen tamamlayın.
TAYFUR SÜNER
(Devamla) – Üstelik, ülkemiz de rüzgâr enerjisi açısından yüksek
potansiyele sahip bir coğrafyada yer almaktadır. Rüzgârı
doğru bir biçimde kullanabilirsek fosil yakıtların
oranını azaltabiliriz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gerek devasa mali
yatırımlar gerekse kaybedilen sosyal ve kültürel değerlerle
büyük bedeller ödeyerek elde ettiğimiz bu kıymetli
sularımızın yüzde 15’i yerleşim yerlerimizde içme ve
kullanma suyu, yüzde 10’u sanayimizde, kalan yüzde 75’i de
tarlalarımızda sulama amaçlı kullanılmaktadır. Ancak,
su dağıtımındaki açık kanallarla taşıma
yöntemi yüzünden yaşanan sızıntılar, kaçaklar ve
buharlaşma yüzünden, barajlarda tutulan suyun yarısı daha
tarlaya ulaşmadan yok olmaktadır. Tarlaya ulaşabilen suyun
tasarruflu kullanımı ve uygun ürünler üzerinde de, ne yazık ki,
yeterince durulamamaktadır. Ülkemizde bütüncül bir su politikamız ve
suyun yönetimiyle ilgili temel ilke ve yöntemlerin çerçevesini belirleyen bir
su çerçeve yasamız bulunmamaktadır. Böyle bir yasanın
hazırlanarak acil olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
alınması gereklidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; burada yapmış
olduğumuz önerilerin acilen uygulamasına geçilip, kapımıza
dayanan küresel ısınma tehdidine karşı ciddi önlemler
almamız gerektiği açıktır.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Süner.
Üçüncü söz, Ensar
Öğüt, Ardahan Milletvekili.
Buyurun
Sayın Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
Çıldır Gölü’nde meydana gelen kirliliğin
araştırılarak gerekli önlemlerin alınmasıyla ilgili
söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, ben de tüm
Mehmetçiklerimize, şehit olan Mehmetçiklerimize Allah’tan rahmet
diliyorum, ailelerine ve milletimize başsağlığı
diliyorum.
Değerli
arkadaşlar, Doğu Anadolu’da Van Gölü’nden sonra en büyük göl olan
Çıldır Gölü’nün 1959 metre denizden yüksekliği var, 15-16 metre
derinliği var, 124 kilometre alanı var. Bu Göl’de on çeşit
balık yetişir. Ayrıca, tatlı su kereviti yetişir. O
bölgedeki insanların geçim kaynağı olan Göl’deki kerevitlerin
tamamı ihraç olunur, ama ne yazık ki, Göl, beş yıldan beri
korkunç derecede kirlenmeye yüz tutmuş ve terk edilmiş bir
durumdadır. Ben geçen dönem de çok sayıda soru önergesi verdim, çok
sayıda konuşma yaptım ama bir türlü tedbir alınmadı.
Sayın Bakanımla şifahen daha önce de konuştum. Sağ
olsun, bu defa ciddi bir şekilde araştırma altına alıp
Çıldır Gölü’nü kurtaracağını söylediler.
Yazın
Çıldır Gölü’ne yurt içi ve yurt dışından çok
sayıda turist gelir. Çıldır Gölü’nün Akçakale adası var. O
adada yer altı şehri var, tarihî bir şehirdir, 6 bin yıl
önceden. Bir de bir kazı yapıldı. O kazıyı
İstanbul Milletvekilimiz Sayın Profesör Esfender Korkmaz
başkanlığında -benim de bulunduğum zaman- yaptık.
Çok güzel, tarihî kalıntılar da çıktı.
Böyle tarihî bir
Göl’de, Göl’ü besleyen bir kanal var. Aşağıcanbaz,
Yukarıcanbaz, Damlıca köyünden gelen bir kanal Göl’ü beslemek için
yapılmış. Ama, bu kanaldan köydeki çöpler -üstü açık
olduğu için- dağdan gelen pislikler, hayvan gübreleri, kanal üzerinden
atlamak isterken Göl’e düşüp ölen hayvan leşleri olduğu gibi
Göl’e akmaktadır. Bu da, Göl’ü korkunç derecede, hızlı bir
şekilde kirletiyor. Balık türü sayısı azalmaya
başladı. Önceden içilmekte olan Çıldır Gölü’nün suyu,
bugün, artık, 240 kolibasili mikrop taşıyor. Küreselleşen
bir dünyada Çıldır Gölü, yani 1959 metre yükseklikte olan
Çıldır Gölü çok önem taşıyor.
Şimdi,
Çıldır Gölü’nün özelliği, kışın buz tutar. Buz
60-70 santim olur. Balıkçılar, eskimolar gibi -belki televizyonda da
görmüşsünüzdür- o buzu kırar, balık tutar. Orada da ayrı
bir kış turizmi gelişmiş oluyor.
Şimdi, böyle
doğa güzelliği olan bölgelerimiz varken, küresel ısınmadan
dolayı etkilenen bir dünyada Çıldır Gölü’ne sahip çıkmamak
gibi bir hata olamaz. Ben o bölgenin milletvekili olarak Sayın Hükûmetten
ve Bakandan istirham ediyorum: Acilen Çıldır Gölü’nü kurtaracak
şekilde bir entegre proje yapılsın ve bunu kurtaralım.
Şimdi,
Çıldır Gölü sadece kanaldan kirlenmiyor değerli arkadaşlar.
Çıldır Gölü’nün etrafında köyler var. Bu köylerde
hayvancılık yapılıyor. Hayvancılık
yapıldığı için hayvan gübreleri dışarı
atılıyor. Yağmur yağınca yağmur sularıyla
beraber hayvan gübreleri olduğu gibi göle akıyor. O da bir kirlilik
oluşturuyor tabii. Bu nedenle, o Çıldır Gölü’nün etrafında
çok güzel bir şekilde ağaçlandırma yapıp, arıtma
tesisleri yapıp ve entegre tesislerle gölü kurtarabiliriz.
Burada, tabii,
Çıldır Gölü’nün ötesinde, bir de akarsularımız var.
Meşhur Kura Nehri’miz var. Kura Nehri Ardahan’dan doğar Hazar
Denizi’ne dökülür. Bu Kura Nehri’ne Ardahan Belediyesi ve çevredeki diğer
kuruluşlar kanalizasyonlarını akıtırlar ve korkunç
derecede, orada, hakikaten bir kirlilik var yani öyle bir kirlilik var ki, o
sudan içen hayvanlar hastalanıyor ve ölüyor. Kura Nehri’nin ötesinde Göle
Deresi var. Göle Deresi’nden kalkan su, Dereboyu köyünden diğer köylere
gidiyor ve köylülerin yüzde 100’ü hayvancılıkla geçindiği için,
o sudan içen hayvanlar da ölüyor ve Göle Belediyesi de maalesef çok
duyarsız kaldı bu konuda. Ben kendilerini buradan da ikaz ediyorum,
Sayın Bakanımızdan da istirham ediyorum, Göle Belediyesine ya
arıtma yapın ya da bunu önleyin. Çünkü, orada hayvanlar ölüyor, yani
resmen hayvanlar ölüyor ve bende köylülerden çok şikâyet dilekçesi var.
Böyle bir
konumda… Bir de Yeniköy var bizim, Göle’nin Yeniköyünde, Kura Nehri’nin bir
kolu vardır. Bu kol da hem kirleniyor hem de köye giden yola olduğu
gibi taşmış, yolu almış ve yolu öyle bir duruma
sokmuş ki, artık, köye giriş çıkışlar… Köye
girilemez bir durumda. Yol gitmiş, su götürmüş. Yolu su
götürmüş. Ben DSİ’yi aradım, bölge müdürünü aradım, genel
müdürünü aradım, soru önergesi verdim, halen yapılacak Sayın
Bakanım. Bunu sizden rica ediyorum yani buna bir talimat verin, Göle’nin
Yeniköy’ündeki yol sorunu ve su sorunu bitsin.
Onun
dışında, bizim güzellikler içerisinde Damal ve Posof ilçelerimiz
var. Posof ilçemizde çok sayıda gölet var, çok sayıda akarsu var
arkadaşlar. Bu gölette devamlı piknikler yapılır, mesire
yeridir. Bu gölet ve akarsularda “Kafkas alası” dediğimiz
alabalık yetişir. Bu alabalığın da bu göletler ve
akarsular kirlendiği için nesli tükenmeye başladı. Aynı
derecede Damal Dderesi var. Damal Deresi’nde, cumhuriyet kurulduğundan bu
yana, DSİ gidip Damal Belediyesinde ne oluyor diye bakmamış.
Şimdi, Damal Belediyesi ile askeriyenin lağımını
vermişler; olduğu gibi, alabalıkların hepsi ölmüş ve
kalmamış.
Şimdi,
buradan, sizden istirham ediyorum: Bu güzel akarsularımızı,
göletlerimizi burada mutlak surette, küreselleşen bir dünyada, yani
denizden 1.800, 1.900, 2.000 metre yüksek olan bir bölgeyi korumamız
lazım. Hakikaten Türkiye’deki araştırmalara göre de Ardahan
ortalaması denizden 2.000 metre yüksek olduğu için küresel
ısınmadan etkilenmiyor. Göreceksiniz inşallah, geleceksiniz
-Ardahan’da görev yapanlar da var burada, Sabahattin Çakmakoğlu,
Sayın Kaymakamım da Çıldır Kaymakamlığı
yaptı, çok iyi bilir- o bölge çok cennet gibi bir bölge, tabiatı çok
güzel. Balı çok güzel, bitki örtüsü çok güzel arkadaşlar. Her
şey organik orada. Şimdi, böyle bir bölgeye Büyük Millet Meclisi
olarak, Hükûmet olarak, Türkiye olarak sahip çıkmalıyız diye
düşünüyorum.
Bu nedenle, ben
Sayın Bakanımdan, bu soruları, benim konuştuğum
tutanakları alıp, buna göre talimatlar vererek, oradaki
çalışmaları hızlandıracağını umuyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Öğüt.
Şimdi, söz
sırası Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’da. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun
Sayın Nalcı.
KEMALETTİN
NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum ve bu
arada, iki gün önce hain saldırıda hayatlarını kaybeden
şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve aziz Türk milletine
başsağlığı diliyorum.
Türkiye, son
kırk yılda mevcut su kaynaklarının yarısını
kaybetmiş durumdadır. Bunun nedeni sadece küresel ısınmayla
bağlantılı değildir. Bizler burada olayı sadece
küresel ısınmaya bağlarsak bir yanılgıya
düşmüş olacağız. Türkiye, Sayın
Bakanımızın da, diğer milletvekili
arkadaşlarımızın da bahsettiği gibi, kesinlikle su
zengini bir ülke değiliz. Su zengini sayılabilmemiz için kişi
başına düşen suyun 8 bin metreküp olması gerekiyor. Bu ise
bizim ülkemizde 1.600 metreküp civarındadır.
Sayın
milletvekilleri, Değerli Başkan; zaten dünyamız kaynakları
olarak da sudan fazlasıyla, kullanabileceğimiz, yenilenebilir
dediğimiz sudan fazlasıyla nasibimizi alamamaktayız. Dünya
üzerinde bulunan tüm suyun yüzde 96’sı zaten denizlerde, tuzlu su.
Diğer kalan suyun yaklaşık olarak yüzde 2’yi geçen
kısmı kutuplarda saklı. Diğer yüzde 1’i mertebesindeki yer
altı suları. Ancak bizim kullanımımızda bulunan
kısmı yüzde 1’i geçmemektedir.
Tabii, bunlara
bakıldığı zaman, 2050 yıllarına geldiğimiz
zaman elli dört ülke su sıkıntısı çekecek ülkeler
arasında. Maalesef, bu ülkeler içinde bizim Türkiye’miz de var.
Şimdi burada
ben bazı veriler vermek istiyorum. Sayın Bakanım ve diğer
milletvekili arkadaşlar da buna değindi. Şimdi Türkiye’nin
kullanılabilir su miktarı 110 milyar metreküp. Bunun 95 milyar
metrekübünü kendi sınırlarımız içinde doğan
akarsulardan ve göletlerden sağlıyoruz, yüzde 3’ünü yurt
dışından gelen nehirlerden sağlıyoruz ve diğer
kalan yüzde 12’sini de yer altı sularından sağlıyoruz. Bu
da şunu gösteriyor ki, kişi başına düşen su
miktarımız 1.600 metreküp olduğu için su zengini bir ülke
değiliz ama su potansiyelimiz 3 bin 400 metreküptür.
Şimdi, size bazı veriler vermek
istiyorum: Bu oran Gürcistan’da 12 bin, Yunanistan’da 6 bin 900, Afrika’da bile
7 bin metreküp civarında. Bunun için yapılması gereken en önemli
konu, suyu tasarruflu kullanmamız. Yani, biz, küresel
ısınmayı şu saatten sonra
durduramayacağımıza göre, küresel ısınmanın
etkilerini kısa sürede bertaraf edemeyeceğimize göre, suyu havzalarda
tutup şehirlerde ve sanayide kullanmış olduğumuz
suları arıtarak geri çevrimlerini sağlamamız lazım.
Çünkü, biz, suyu yerin altından çıkartıyoruz; aynı suyu
tarlada kullanıyoruz, aynı suyu caddede kullanıyoruz, aynı
suyu kendi evimizde kullanıyoruz. Bunların kesinlikle geri
dönüşüm projelerinin, metropollerde, şehirlerde gerçekleşmesi
lazım.
Burada, daha
önceki birleşimlerde ve daha önceki dönemde, 21 ve 22’nci, özellikle
22’nci Dönemin almış olduğu kararlarda -Sayın Bakanım
da buna değindi ama- belediyeler, şu dört yıl içinde
arıtmalarını ve çöp tesislerini yapmak zorunluluğunda. Ben
soruyorum: Hangi belediye, imkânsızlıklar içinde, bu arıtmalara…
Büyük belediyelerin yapma şansı var çünkü bizim en büyük
sıkıntımız, kirletmiş olduğumuz suyun…
İşte Ergene veya demin burada bahsedildi, Ege’deki bir suyu kirletip
temiz suya veriyoruz, o da gidiyor diğer havzaları kirletiyor. Bizim,
bunun önüne geçmemiz lazım. Bunun önüne de geçebilmemiz için, çok ciddi
bir su politikası yani havza politikası olması lazım.
Burada hep söyleniyor, İstanbul, Ankara… Güzel. İstanbul Melen
Projesi’nden suyu götürüyor ve buradan, ben Sayın Bakanımdan
özellikle rica ediyorum Tekirdağ olarak. Şimdi, yeniden Rezve Projesi
gündemde. Rezve Projesi Trakya’dan alındığı zaman- bari,
şu an için değil ama ileride su ihtiyacı olduğu zaman
-Tekirdağ’a oradan, Trakya’dan su hakkı sağlanmak zorunda.
Eğer havza politikanız yoksa, suyu bir yerden alıp bir yere
götürüyorsanız, aldığınız yeri bu sefer mağdur
durumda bırakıyorsunuz.
Şimdi,
bundan altı yıl önce, yani 2001 yılında, bu Mecliste,
Meclis araştırma komisyonu bir rapor düzenlemiş- ben bugün
İnternet’ten indirttim- ve bu araştırma komisyonunun vermiş
olduğu rapora göre, eğer o günlerden tedbir alınmış
olsaydı, bugün, biz bu sıkıntıların en azından
yarısını çekmemiş olacaktık. Çünkü, bizim
sıkıntımız sadece küresel ısınma değil
-bunun altını özellikle çizmek istiyorum- bizim
sıkıntımız, su rezervlerimiz de yeteri kadar değil. Su
rezervlerimizi dikkatli kullanmadığımız zaman, buraya
çıkan tüm arkadaşların da bahsettiği gibi, 2050
yılına geldiğimiz zaman ülkede su bulmakta
zorlanacağız.
Ben şuna da
değinmek istiyorum: Sayın Bakanımız DSİ Genel
Müdürüyken zannedersem, Ankara Belediyesiyle bir protokol yapılmak
isteniyor. Burada, kendisi de bilir. Çünkü, kendi konusunda uzman birisidir
-ben Bakanımı tanırım- alınacak önlemler, göletler,
havza yönetimi konusunda. Ne yazık ki, Ankara Belediyesi bu
sözleşmeyi imzalamaktan kaçmıştır. Neden olarak da mevcut
su kaynaklarının yeterli olduğunu… Bakın, bugün
Kızılırmak’tan gelen… Bu bir suçlama değil,
yanlış anlamayın, geç kalınmaması lazım. Bugün,
biz, sadece Ankara, İstanbul’u konuşuyoruz. Yarın, bu sorun
Tekirdağ’da olacak. Yarın, bu sorun İzmir’de olacak. Yarın,
bu sorun Türkiye’nin her tarafında olacak. Onun için, buna, burada, Meclis
olarak, sayın milletvekilleri, çok önem vermemiz lazım. Eğer,
2004 yılındaki… Çünkü, proje olarak Gerede’den getirilecek su 30
kilometrelik bir tünelle gelmesi lazım ve Çamlıdere Barajı’na,
bir yılda, 1,2 milyar metreküp su bırakıyor. Ben, size, şöyle
bunu özetleyim: İstanbul’un tüm su ihtiyacından daha fazla bir su, ki
bugünkü Kızılırmak’tan getirilen su 2020 yılından
sonra planlanan bir olay ama tabii, bunun yapılabilmesi için üç sene
geçmesi gerektiği için, tünelle gelecek bir proje… Bugün, Ankara’nın,
veya büyük kentlerin çekmiş olduğu su konularının
başında gelen konu, bu küresel ısınmayla birlikte su
probleminin ciddiye alınmamasıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, ben, azıcık,
dünyadaki bu küresel ısınmayla ilgili, burada çıkan tüm
milletvekili arkadaşlarımız ve Bakanımız, küresel
ısınmayı, Meclisimize ve artık, Türkiye’ye… Bilmeyen
kalmadı yani karbondioksitten kaynaklanan… Fakat bunun bir şeyi var
bakın, şimdi, Türkiye’de –demin de şey oldu- Kaz
Dağları… Hiç kimse altın çıkartılmasına
karşı değil ama bugün dünyada 550 milyon binek otomobilin
doğaya bırakmış olduğu ve kömürle işletilen
elektrik santrallerinin bıraktığı 6 milyar tonken
ormansızlaşmanın getirmiş olduğu, doğaya
bırakılan karbondioksit de 1,5 milyar tondur. Onun için ki bizim…
Ben, demin burada dinlerken, tüm arkadaşları dinlerken -konuları
herkes çok iyi biliyor ama- Sayın Bakanım da söyledi, 22’nci Dönem
zamanında da komisyonların kurulduğunu, bu komisyonların
çalıştığını ve Meclise getirildiğini,
bunların çok doğru şeyler olduğunu fakat uygulamaya
geçilmediği söylendi. Bizim, burada, Milliyetçi Hareket Partisi olarak tek
ricamız şu: AKP Hükûmetinden ve bakanlardan, gerçekten,
geleceğimiz olan çocuklarımıza bırakabileceğimiz,
bırakın çocukları…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Nalcı, bir dakika süre ekliyorum, sözlerinizi bitirin lütfen.
KEMALETTİN
NALCI (Devamla) – Peki.
…kendi
yaşlılığımıza, çocuklarımıza,
torunlarımıza bırakabileceğimiz bir Türkiye, dünya
istiyorsak ciddi bir devlet politikası olması lazım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu su konusunun yerel yönetimlere
bırakılmaması şart. Su konusunun -burada hemfikir
olduğumuz tek bir şey- tek elden yönetilmesi ve havza yönetimi
şeklinde olması şart.
Geri dönüşüm
projelerinin, bir an önce, ki bunu yerel yönetimlerin yapması
imkânsız, bunlara Hükûmet olarak kaynak bulunup… Bu geri dönüşümlerin
tarıma veya sanayiye veya park bahçe sulamalarında, büyük
şehirlerde kullanılmasının şart olduğu, zaten
burada konuşmacılar ve Sayın Bakanımız tarafından
belirtildi.
Ben, bu duygu ve
düşüncelerle, kurulacak komisyonun alacağı kararların,
inşallah, Hükûmet tarafından ve bizler tarafından
uygulanması dileğiyle, hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Teşekkür
ederim. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Nalcı.
Şimdi söz,
Konya Milletvekili Özkan Öksüz’de.
Buyurun
Sayın Öksüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
ÖZKAN ÖKSÜZ
(Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Beyşehir Gölü’nün sorunlarının
araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla milletvekili arkadaşlarımla birlikte vermiş
olduğum araştırma önergesi üzerinde söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Bu ara,
şehit olan şehitlerimizin ailelerine başsağlığı
diliyor ve kaybolan erlerimizin de bir an önce bulunmasını temenni
ediyor, ailelerine sabırlar diliyorum.
Konya
Havzası’nda meydana gelen iklimsel değişiklikler: Tarımsal
sulama ve planlama hataları nedeniyle su kaynakları azalmakta, yüzey
suları tükenmekte ve yer altı suları can çekişmektedir.
Bunlara ilave olarak yer altı sularındaki kirlenme ve ani seviye
değişimi ve aşırı su kullanımı nedeniyle
topraklarda çoraklaşma yaşanmaktadır. Mevcut durum sürdüğü
takdirde, Türkiye’nin tahıl ambarı durumundaki Konya
Ovası’nı su kaynakları bakımından yok oluş ve
çölleşme beklemektedir. Bunun bilincinde olarak, 18 ve 20 Ekim tarihleri
arasında Büyükşehir Belediyemiz “Uluslararası Küresel İklim
Değişikliği ve Çevresel Etkinlikler” adı altında,
geçen hafta bir konferans düzenlemişti ve bu konferans üç gün sürdü.
Konferansa Rusya, Amerika, Azerbaycan, Danimarka, Türkiye’deki çeşitli
üniversitelerimiz ve kurumlarımızdan -46 kuruluş
katılmış olup- 116 bilim adamı katıldı ve 66
bildiri sunuldu. Burada yedi tane başlık altında küresel
ısınmayla ilgili bildiriler yayımlandı. İnşallah
bunları en kısa zamanda kitaplaştırıp sizlere de
ulaştıracağız.
Şimdi,
Türkiye’de aşırı bir derecede vahşi sulamayla
karşı karşıyayız. Bugün, vahşi sulamada 1 dekar
araziye sarf edilen su 90 ton civarındadır. Fıskiyeli sulamayla
yaptığımız sulamada 1 dekara giden su 45 metreküp
dolayında, ama damlama sulama sistemiyle yapmış olduğumuz
sulamada ise bu birkaç tona inmektedir ve bunu gören 59’uncu Hükûmetimiz bu
konuyu çiftçilerimize anlatarak şu anda hızlı bir şekilde
damlama sisteminin uygulanması için bir çalışma
başlatmıştır. Çiftçimizin bununla ilgili yapmış
olduğu harcamanın yüzde 50’sini devlet karşılıyor, geri
kalan yüzde 50’sini Ziraat Bankasının vermiş olduğu
beş yıllık sıfır faizli krediyle şu anda
çiftçilerimiz bu şeyden yararlanmaktadır ve inşallah en
kısa zamanda bu ülke, vahşi sulamadan kurtulup damlama sistemine
geçildiği anda belki kuraklıktan ve… Daha doğrusu, şu anda
Konya’mızda beş altı tane gölümüz kurumayla karşı
karşıyadır. Hatta, Beyşehir Gölü’müz, Meke Gölü’müz,
Kulu’daki 187 cins kuşu barındıran Düden Gölü’müz de
kuraklıkla karşı karşıyadır. Bugün burada dile
getireceğim Beyşehir Gölü’müz Türkiye’mizin en büyük göllerinden
biridir. Şu anda bu gölümüzü de kaybetmekle karşı
karşıyayız.
Bunun için bunu
bugün Meclis gündemine getirdik. İnşallah bir komisyon kurulur. Daha
önce de biz Tuz Gölü’yle ilgili araştırma önergesi vermiştik,
Meclisimizde kabul edilmişti ve şu anda şunu iddia ediyorum: Tuz
Gölü’müzü kurtarmaya azmettik ve bir sürü arıtma sistemleri kurarak
inşallah Tuz Gölü’müzü en kısa zamanda da -ki, bunlar
başladı- bu şeyden kurtarıyoruz.
Beyşehir
Gölü’nün su seviyesinin düşmesi, göl tabanında yaşanan otlanma,
yosunlanma, göl çanağının dolması, kirlilik,
aşırı ve bilinçsiz avlanma, kontrol ve denetim hizmetlerindeki
yetersizlik ile idari ve yönetimdeki çok başlılık gibi sorunlar
her geçen gün yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Gölü besleyen
su kaynaklarının azalması, küresel ısınmaya
bağlı yaşanan kuraklık, erozyon ve tarım
alanlarının sulanması için çekilen su miktarında ölçünün
kaçması problemlerin ilk ayağını oluşturmaktadır.
Gölün su seviyesinin düşmesiyle göl tabanına ulaşan güneş ışınları
otlanmaya, çürüyen otlar kirliliğe ve yosunlanmaya neden olmaktadır.
Ayrıca, avcıların göle bıraktıkları eskiyen av
malzemeleri ve erozyonla taşınan maddeler de göl
çanağını doldurmaktadır.
Bu olumsuzluklar
göldeki ekosistemi etkileyerek su ürünleri sorunlarını
tetiklemektedir. Balıkların çoğalması dönemlerinde gölden
sulama amaçlı çekilen aşırı su nedeniyle gölün
kenarındaki sığ sulara yumurtasını bırakan
balık türleri yok olmuşlardır. Buna bir de aşırı
avlanma ve yasak dönemlerde kaçak avlanmayı da ekleyince, balık
türleri yok olmaktadır.
Bu nedenle,
gölden balıkçılıkla geçimini sağlayan yaklaşık
1.500 balıkçımız ve ailesi açlıkla karşı
karşıya gelmiştir. Göl kenarındaki sazlıklar
kuruduğu için, göl kenarındaki sazlıktan hasır örerek geçimlerini
sağlayan insanlarımızın gelir kaynakları yok
olmuştur.
Göl içindeki
kuş popülasyonunda ciddi bir azalma görülmektedir. Milyonlarca kuş
yaşamaktaydı burada.
Göl
sularının çekilmesiyle geniş bir saha karalaşmış,
çevrede yaşanan erozyona bağlı olarak göl tabanı dolmakta
ve göl sığlaşmaktadır.
Beyşehir
Gölü havzasından direkt ya da dolaylı olarak 12 bin ailede 60 bin
kişinin nafakasını temin ettiği sanılmaktadır.
Beyşehir’den Çumra’ya, Konya Ovası’na kadar on binlerce ailede yüz
binlerce insanımızın tarım alanlarını sulayarak
hayat veren, yine, Isparta bölgesiyle Kıreli sulama alanlarının
hayat pınarı olan Beyşehir Gölü yok olma durumuyla
karşı karşıyadır.
Mevcut uygulama
ve sorunların devam etmesi durumunda Beyşehir Gölü bataklık
hâline gelecek, istenmeyen bir çevre felaketiyle karşı
karşıya kalacağız. Bunun sonucu olarak Beyşehir ilçesi
ve civarı yerleşim bölgelerinden, merkezlerinden zorunlu göçler
başlayacaktır.
Bu nedenle,
Beyşehir Gölü’nün su seviyesinin korunması, gölde ve çevresindeki
ekolojik dengelerin yeniden sağlanması, gölün yeniden yöre
halkının ekonomik kaynağı hâline dönüştürülmesi için
teknik bilgi birikimine sahip uzmanlardan kurulu, tam yetkili bir göl yönetim
birimi oluşturulmalıdır.
Gölü besleyen
derelerin ve kaynakların ıslahları sağlanmalıdır.
Göl çevresinde
erozyonu önleme çalışmaları için bitki deseni ve ağaçlandırma
çalışmalarına hız verilmelidir.
Göl su
girişiyle su çekimi dengeleriyle ayarlanmalı, kod seviyeleri
dengelenmelidir.
Gölde
aşırı avlanma önlenmeli, planlı ve verimli avlanma
yapılmalı, balıkçılar bu amaçla eğitimden
geçirilmelidir.
Göle
kıyısı bulunan köy ya da yerleşim alanlarının köy
şeridine balıkçı barınakları yapılmalı,
göldeki teknelerin bakım ve onarımı, yağ, benzin ve motor
atıklarını gölden tecrit edecek altyapı
kurulmalıdır ve uymak zorunluluğu getirilmelidir.
Av malzemelerinin
eskiyenleri mutlaka gölden uzaklaştırılmalıdır.
Avcı malzemelerinin korunması sağlanmalı ve yasak dönemde
kurallara uymayanlar anında cezalandırılmalı ve çok
caydırıcı yasa ve yönetmelikler geliştirilmelidir.
Göldeki
balık kapasitesini artıracak tedbirler ve araştırmalar
yapılmalıdır. Bir dönem salgın hastalıklarla yok olan
kerevit ile azalan ya da yok olan balık türleri için araştırma
ve geliştirme çalışmaları yapılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, yeni göllerin kurumaması için akılcı ve
sürdürülebilir su kullanımına geçişte, kararlılık ve
siyasi iradeyle ülkemizin geleceğinden sorumlu olan bizler, küresel
düşünmek ve bölgesel gerçeklere göre sürdürülebilir yeni bir yaşam
tarzı uygulamak ve gerekli önlemleri almak zorundayız. Bu alanda hepimize
görev düşmektedir.
Beyşehir
Gölü’yle ilgili araştırma önergemizin kabulünü talep ediyorum. Yüce
Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Öksüz.
Şimdi, söz
sırası Necdet Budak, Edirne Milletvekili.
Buyurun Sayın
Budak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NECDET BUDAK
(Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel
ısınmayla ilgili araştırma önergesi hakkında
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan önce hain terör saldırıları sonucunda
hayatını kaybeden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Milletimizin ve tüm şehit ailelerimizin başı sağ olsun.
Şunu
özellikle vurgulamak isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar
hiçbir iç ve dış kaynaklı hain saldırılara ve ülke
bütünlüğünü bozmaya yönelik perde arkası oyunlara boyun
eğmemiştir, bundan sonra da eğmeyecektir. Biz dün olduğu
gibi bugün, bugün olduğu gibi yarın da dostluk ve kardeşlik
içerisinde birbirimize kenetlenerek yaşayacak, devleti, milleti ve bütün
kurumlarıyla birlikte terörü ve terör faaliyetlerini bitirecek ve ülkemizi
aydınlık yarınlara hep birlikte kavuşturacağız.
Bizler, bunun için bu Parlamentodayız.
Küresel
ısınmayla, araştırma önergesiyle ilgili, tabii ki, buradaki
konuşmacılara ve önerge sahiplerine, gerçekten çok teşekkür
ediyorum. Su savaşları milattan önce 3000 yıllarında ortaya
çıkmış ve su tarih boyunca kutsal bir kaynak olarak
görülmüş, hürmete ve saygıya layık olarak
değerlendirilmiş ve su tüm yaşam kaynağıdır. Çok
fazla su ya da çok az su, yaradılışı yok edebilir.
İnsanın vücudunun yüzde 80’i su, dünyadaki su miktarı yine
toplam kıtanın ¾’ünü oluşturuyor.
Suyun önemini
burada konuşan arkadaşlarımızın hepsi dile getirdiler.
Yerkürenin ısındığını dile getirdik ve bu konuyla
ilgili, aslında, son yirmi yılda tüm dünyada tartışmalar
hızla ortaya çıktı, özellikle Birleşmiş Milletler
nezdinde 88 yılında İklim Değişikliği Paneli ile
dünya gündemine oturdu. Geçtiğimiz haziran ayında farklı
ülkelerden 2.500 bilim adamı bu konuyu tartıştılar. Yine
İngiliz iktisatçı Nicholas Stern, dünya çapında kapsamlı
bir iklim değişikliği raporu ortaya koydu. Bütün bunların
ortak noktası, dünyanın önümüzdeki süreçte doğal afetlerle yüz
yüze kalabileceğini göstermektedir.
Küresel
ısınmanın nedenlerini yine arkadaşlarımız dile
getirdiler. Kömür kullanımı, petrol kullanımı,
karbondioksit miktarının havada artması gibi bütün bunlar
sayıldı, ki bunlar gerçekten doğru. Bu felaketlerin sonucunda
deniz seviyesinin 60 metreye kadar yükseleceği söyleniyor.
Tabii
Amerika’nın nüfusu dünya nüfusunun yüzde 4’ü. Amerika’nın dünyada
kullandığı enerji toplam enerjinin yüzde 42’si, dünyada kirlenme
oranı bakımından da yüzde 26 paya sahip. Kyoto Protokolü’ne tam
anlamda uymuş değil ve bütün bunlara baktığımızda,
gelişmekte ve gelişmemiş olan ülkeler, küresel
ısınmadan, gelişmiş ülkelere göre, özellikle ekonomik
durumları nedeniyle çok daha fazla zarar görecekler.
Tabii, dünyadaki
bu gelişmeleri Türkiye olarak bizler de takip ediyoruz. Hükûmetimiz,
geçtiğimiz dönemde de bu dönemde de takip ediyor. Bütün bunlara bizim
duyarsız kalmamız mümkün değil ve bu Parlamento döneminde de
bütün siyasi partiler bu araştırma önergesine destek veriyorlar.
Geçen dönemde, maalesef, seçim sırasına denk geldi. Rapor da tamamlanmıştı
ama bu dönem bunun tamamlanması söz konusu. Bu konuya gerçekten millî bir
mesele olarak bakıyoruz.
Dünyadaki bu
gelişmelerin yanı sıra, Türkiye olarak bizim yapmamız
gerekenler var. Bu konuda da gerçekten ben… Geçtiğimiz dönemde DSİ
Genel Müdürümüzdü şu anki Sayın Bakanımız. Cumhuriyet
tarihinde 2,8 milyon hektar sulanabilir alan açılmış ama sadece
ben şunu biliyorum, geçtiğimiz dört beş yıl içerisinde biz
550 bin hektarı sulanabilir hâle getirdik.
Bunun yanı
sıra, yine, Tarım Bakanlığımız nezdinde ve de
Çevre ve Orman Bakanlığımız nezdinde “Kuraklıkla
mücadele” adı altında tarımsal kuraklık yönetimi
çalışmaları bir ekip hâlinde ele alındı
geçtiğimiz yıl içerisinde; bunu da takip etmemiz gerekiyor. Ben,
buradan, Bakanımıza gerçekten teşekkür etmek istiyorum.
Özellikle Trakya, GAP gibi projelere el atıp bu projelerin hayata
geçirilmesi, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına küresel
ısınmadan Türkiye’yi korumak adına, Türk tarımını
korumak adına… Çünkü en fazla etkisi olduğu alan tarım olacak,
Türkiye’nin gıda üretimi olacak.
Bu konuda,
Trakya’da -ben 64 doğumluyum- 64 yılında planlanan baraj
projeleri var. Bunlar yıllardır sürüncemede, orada makineler
çürümüş vesaire. Biz, 2009 yılında inşallah Hamzadere
Barajı’mızı bitireceğiz. Yine, bu kasım ayı içerisinde
Türkiye’nin bir GAP’ı olan Trakya’da -Çakmak Barajı- 550 bin dönüm
arazi sulanacak. Burada da bir baraj söz konusu ve kasım ayında da
ihalesi yapılacak.
Yine, Ergene
Nehri kirliliğiyle ilgili geçen Parlamento döneminde kurduğumuz
komisyon gereğince çok yoğun çalışmalarımız var.
Ergene’den Meriç
Nehri yıllarca aktı ama biz, oradan suyun kendi cazibesiyle
akacağı 12 kilometrelik kanalı -bir sürü hükûmetler gelip geçti-
yapamadık, bu Parlamento yapamadı, ama geçtiğimiz dönemde biz
bunun proje ihalesini yaptık, bu kasım ayında da, önümüzdeki
ayda da yine bunun yapım ihalesi yapılacak. Bunu örnek vermemin
nedeni, Ergene Nehri kirliliği havzası gibi Türkiye’de farklı
bölgelerde nehir kirliliği havzaları var. Bunları tek tek ele
almamız gerekiyor, ki bu yönde yoğun çalışmalar var. Ben
inanıyorum ki, bu dönemde, hep birlikte, Türkiye’nin sigortası
olabilecek, yüzde 90 Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki şehirlerin
içme suyu teminini de sağlayan GAP projesinin, yap-işlet-devret
modeliyle, Bakanlığımız da çalışmalarını
yapıyor. Bunları da takip ediyoruz.Bunları hep birlikte takip
etmemiz gerekiyor.
Ben şunu özellikle vurgulamak istiyorum:
Bizim, suyun kıymetini bilmemiz, bu damlama sulamadaki hibe
çalışmalarına çiftçilerimizi bilinçlendirmemiz ve Türkiye’nin
meteorolojik iklim haritasını, bitki örtüsü haritasını
çıkartıp… Dünyada şu anda, kuraklık nedeniyle, İsrail
gibi ülkeler, kuraklığa dayanıklı bitki ve hayvan gen
kaynaklarını, biyoteknolojiyi, hatta daha üst düzeyde nanoteknolojiyi
kullanarak yeni çeşitler ortaya koyuyorlar. Biz de bu anlamda TÜBİTAK
ve DPT’ye -ki geçtiğimiz dönemde tarihinde en yüksek bütçeleri
ayırdığımız kurumlar- bunlar
aracılığıyla, bu kurumlar aracılığıyla,
üniversitelerimizde küresel ısınmayı dikkate alarak, Türkiye’nin
bu yönde araştırma yapmasını ve sonuçlar üretmesini
sağlamak yönünde politikaları teşvik etmemiz gerekir. Bunun da
yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Tabii, tarım
ve su politikaları kesinlikle paralellik arz ediyor. Tarım ve
hayvancılık, aynı zamanda ülkenin su politikalarıyla
paralellik arz eder. Eğer siz fenni yemle hayvanlarınızı
besliyorsanız ve yemle ilgili, suya dayalı yem üretimini
sağlayamıyorsanız hayvancılıkta rantabl olmanız
mümkün değil. Yine bitkisel üretimde, özellikle yağlı tohumlarda
petrolden sonra en fazla döviz ödediğimiz bu kaynakta sulama
alanlarını genişletip bu alanlarda yağlı tohumlar ve
Türkiye’nin ihtiyacı olan yağlı tohum
açığını kapatma imkânımız yine bu su kaynaklarının
teminiyle söz konusu. Türkiye’de şu anda 27 milyon hektarlık
tarımsal alan var, 8,5 milyon hektarı sulanabilir. Biz, şu anda
bunun 5 milyon hektarını kullanabiliyoruz. Su kaynağı
bakımından da 110 milyar metreküpe sahibiz. Biz, şu anda bu
suyun yüzde 27’sini kullanabiliyoruz. Bu suyu, biz… İnanıyorum ki,
tüm dünyada, bu protokoller, yapılan çalışmalarda bütçenin yüzde
1’i bu su politikalarına ayrılırsa tarım ve
hayvancılık politikalarında olduğu gibi, DSİ
çalışmalarında da, orman çalışmalarına kadar,
ülkenin ekolojisi, bitki florası bakımından da çok olumlu
katkılar olacağını düşünüyorum.
Biz, genellikle,
uçağa bindiğimizde, milletvekilleri olarak Türkiye’yi şöyle bir
gezdiğimizde, helikopterle baktığımızda, gerçekten
insan üzülüyor.
Biz, burada,
geçtiğimiz dönemde, orman vasfını kaybetmiş arazilerin
köylülere bedava tahsis edilmesi ve köylülerin bunları kendi
adlarına, üretim yapmak adına -meyve olabilir, normal çam
fıstığı olabilir, farklı alanlara, ekolojik duruma
göre- ağaçları yetiştirmesinin ülke ekonomisine çok büyük katkıları
olacağını düşünüyorum.
Bu tür
politikaları, ben inanıyorum ki, buradaki tüm siyasiler el
birliğiyle birlikte geliştirebiliriz. Terör konusunda olduğu
gibi, iklimsel değişiklikte de, su politikalarında da, özellikle
tarım ve hayvancılık politikalarında bunlara makro
bakıp, bunları geliştirirsek, diğer ayrıntı
konularda çok daha kolay anlaşabileceğimizi düşünüyorum.
Ben, bu
araştırma önergesine destek veren tüm arkadaşlara buradan
teşekkür ediyorum ve ülkemizin, özellikle, Ege, Akdeniz, İç ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde küresel ısınmayla birlikte tarım
ürünlerindeki ürün deseninin değişeceğini ve ülkemizin yağ
açığı nedeniyle ayçiçeğinden sonra, kışlık
kanola gibi ürünlerin…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NECDET BUDAK
(Devamla) – Bitiriyorum.
BAŞKAN –
Buyurun.
NECDET BUDAK (Devamla)
- …bu iklimsel değişikliğe dayalı olarak genetik, çevre ve
stabilite analizleri yapılarak bölgemize ve ülkemize
kazandırılması sayesinde ülke ekonomisine büyük
katkısı olacağını düşünüyorum.
Ben, tekrar, bu
önergeye Parlamentonun sahip çıkması dolayısıyla, herkesin
el birliği içerisinde sahip çıkması nedeniyle, şahsım
adına, bir tarımcı olarak teşekkür ediyor,
hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Budak.
Şimdi söz
sırası Uşak Milletvekili Nuri Uslu’da.
Buyurun
Sayın Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NURİ USLU
(Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 21 milletvekili
arkadaşımla birlikte vermiş olduğumuz küresel
ısınma ve iklim değişikliği sorunlarının
araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılması konusunda söz almış
bulunuyorum.
Konuşmama
başlamadan önce, artan terör saldırılarıyla şehit
düşen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize de
başsağlığı diliyorum. Bugün cenaze törenine Uşak
Milletvekili arkadaşım Sayın Mustafa Çetin’le birlikte
katıldığımız Uşaklı Asteğmen Mehmet
Bozkuş da yapılan hain saldırı sonucunda hayatını
kaybetmiş ve şehit olmuştur. Bugün binlerce Uşaklı
hemşehrimin vakur duruşu ve duaları arasında ebedi makamına
uğurladığımız kardeşimize de Allah’tan rahmet ve
merhamet diliyorum. Ayrıca, onunla birlikte olup da yaralanan tüm vatan
evlatlarımıza da Allah’tan acil şifalar diliyorum.
Sayın
milletvekilleri, küresel ısınma ve buna bağlı olarak
oluşan iklim değişikliği insanlığın en
önemli sorunlarından biri hâline gelmiştir. Küresel
ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliğine
bağlı sıkıntılar insanlık için her geçen gün daha
ağır bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır.
Küresel ısınma, sıcaklık, yağış, nem, rüzgâr
gibi iklim etmenlerinde bölgesel ve küresel bazda değişimlere neden
olmaktadır. Fosil yakıtların yakılması, sanayinin
plansız ve düzensiz gelişmesi, arazi kullanımındaki
değişimler, ormansızlaşma, orman yangınları ve
benzeri etkenler sera gazlarının atmosferdeki miktarının
hızla artmasına ve son yüzyılda yeryüzündeki ortalama
sıcağın 0,74 °C yükselmesine neden olmuştur. İklim
değişikliği ve küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının
atmosfere en fazla enerji sektörü tarafından verildiği bilinmektedir.
Ülkemizde 1990
yılından bu yana toplam sera gazı salınımı, on
beş yılda yaklaşık 2 kat artış göstererek, 2004
yılında 286 milyon tona çıkmıştır. Bu
salınımın yüzde 76’sı enerji kaynaklıdır. Yutak
alanlarıyla net salınım 230 milyon tona inecektir.
Küresel
sıcaklıktaki artışlara bağlı olarak hidrolojik
döngünün düzensizleşmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi,
deniz seviyesinin yükselmesi, sıcak hava dalgalarının
şiddet ve seviyesinin artması bazı bölgelerde ekstrem
yağışların ve taşkınların artmasına,
bazı bölgelerde ise kuraklıkların daha şiddetli ve sık
olmasına, dolayısıyla ekolojik sistemleri ve insan
yaşamını doğrudan etkileyecek önemli
değişikliklerin oluşmasına neden olmaktadır.
İklim
değişiklikleri hayvan ve bitkilerin doğal yaşam
alanlarında da değişikliklere yol açacak, yaşam
alanları daralacak ve büyük göçler yaşanabilecektir. Yeni
koşullara uyum sağlayamayan çok sayıdaki bitki, böcek ve
kuş türünün ortadan kalkacağı bilim otoritelerince
söylenmektedir.
İklimdeki bu
değişiklikler tarım bitkilerinin bir kısmında da
değişime neden olacak, bitkilerin ekim ve dikim tarihleri ile
çeşit ve türlerinde önemli değişiklikleri beraberinde
getirecektir.
Artan
sıcaklıkla beraber buharlaşma da artacağından,
özellikle sulanan alanlarda tuzlanma ve çoraklaşma daha da artacaktır.
Sıcaklık
artışıyla birlikte tarım alanlarında sulama
ihtiyacı artacağından, şu anda su tüketiminin büyük bir
kısmını oluşturan tarımsal sulamada kullanılan su
ile ev ve sanayide kullanılan su rekabeti büyüyecek, özellikle büyük
kentlerde su kaynaklarındaki sorunlara yenileri eklenecektir.
İçme
amaçlı su ihtiyacı daha da artacaktır. Yer altı su
seviyelerinde de önemli ölçüde azalmalar görülecektir. Su kaynaklarına
olan ihtiyacın artması, ulusal ve uluslararası su
ihtilaflarının artmasına neden olabilecektir.
Günümüzde ve
gelecekte, su en çok ihtiyaç duyacağımız maddelerin
başında gelmektedir. Bu nedenle, su kaynaklarının temiz
olarak muhafaza edilmesi, dağıtımının,
dağıtım sistemindeki kayıpların önlenmesi, tasarruflu
kullanılması ve kullanıldıktan sonra toplanıp
temizlenmesi ve tekrar kullanıma verilmesi çok büyük önem arz etmektedir.
Türkiye, küresel
ısınmanın etkileri açısından yüksek risk grubu ülkeler
arasında yer almaktadır. Yapılan araştırmalarda
küresel ısınmadan dolayı oluşacak iklim değişikliğinden,
özellikle su kaynaklarının azalması, orman yangınları,
kuraklık ve çölleşmeyle, bunlara bağlı ekolojik
bozulmalardan ülkemiz olumsuzca etkilenecektir.
İklim
değişikliği sonucu iklim kuşaklarının Ekvator’dan
kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabileceği, bunun sonucunda da,
Türkiye, bugün, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da hâkim olan sıcak ve kurak
iklim kuşağının etkisine girebileceği, özellikle
çölleşme tehlikesi bulunan İç Anadolu, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu
Anadolu Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerde,
tarım, ormancılık ve su kaynakları açısından
olumsuz etkilere yol açabileceği düşünülmektedir.
Sayın
milletvekilleri, özellikle Ege, Akdeniz, İç ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde aşırı sıcaklık, gece,gündüz ortalama
sıcaklık farkları, yağmur ve kar
yağışlarında azalmalar, iklimdeki mevsimsel
değişiklikler, ekstrem sıcaklık ve soğukluk
artışları söz konusu olabilecektir. İklim
kuşaklarındaki bu değişime uyum gösteremeyen flora ve
faunanın belli oranda mutasyona uğrayacağı veya kaybolacağı
bilim otoritelerince kabul edilmektedir.
Tarım, iklim
değişikliği ve kuraklık karşısında en fazla
etkilenecek sektörlerin başında gelmektedir. Yağış
miktarında ve rejimindeki değişmeler, su kaynaklarının
kullanım stratejilerinin yeniden belirlenmesini zorunlu
kılmaktadır.
7 Ağustos
2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
Tarımsal Kuraklık Yönetimi çalışmaları titizlikle
takip edilmelidir. Doğa, su, toprak ve ormanlar koruma kullanma dengesi
altında kullanılmalıdır.
Ülkemizde,
kısa, orta ve uzun vadede iklim değişikliği sonucu
etkilenecek sektör ve alanlar tespit edilerek plan ve projeleri yapılarak,
zamanla etkisini daha da artırması beklenen iklim
değişikliği sorunlarına hazırlıklı
olmalıyız.
Yapılacak bu
çalışmalarla, bu konuda ilgili tüm kurum ve kuruluş ve
kişilerin alacakları tedbirlere ışık tutacak
bilgilerin ortaya konulması gerekmektedir. Küresel
ısınmanın, ülkemiz ve bölgemiz doğal kaynaklarına, ormanlarına
ve su kaynaklarına olan olumsuz etkilerine karşın, ulusal,
bölgesel ve bireysel bazda çözümler üretmek mecburiyetindeyiz.
Sera
gazlarındaki artışların olumsuz etkilerinin en aza
indirilmesi ve atmosferdeki sera gazlarının dengesinin yeniden
kurulabilmesi için, bir yandan sera gazı salınımının
azaltılması bir yandan da karbon yutaklarının
artırılması gerekmektedir. En önemli karbon
yutaklarını ise sulak eko sistemler ile karasal eko sistemler
içindeki ormanlar ve meralar teşkil etmektedir. Bu nedenle, orman varlığının
artırılması, bozuk orman alanlarının rehabilite
edilmesi, meraların ıslahı çok büyük önem arz etmektedir.
Ülkemizdeki karbon yutakları olan orman, mera, tarım ve sulak alan
eko sistemleri toplam emisyonun ancak yüzde 25’ini tutabilmektedir.
Bu nedenle, iklim
değişikliği ile mücadele kapsamında birinci öncelik, temiz
enerji kaynaklarının kullanımı olmalıdır. Temiz
enerji kaynağı olarak hidroelektrik santrallerini, rüzgâr, güneş
ve nükleer enerji santrallerini sayabiliriz.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; özet olarak, küresel ısınma
ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin
azaltılması için yapılması gerekenleri de şöyle
sıralayabiliriz: Küresel ısınma ve etkileri konusunda kamuoyu
bilgilendirilmeli ve halkın duyarlılığı
artırılmalıdır, bunun için eğitim
çalışmalarına hız verilmelidir. Hükûmetlerarası
İklim Değişikliği Paneli’nin tüm süreçlerinde Türkiye’nin
aktif katılımı sağlanmalıdır. Bozkırlar
ağaçlandırılmalı, bozuk orman alanları süratle
rehabilite edilmelidir. Su sıkıntısı yaşanması
muhtemel bölgelerdeki gölet ve baraj projeleri ile havzalar arası su
aktarma projelerine öncelik verilmelidir. Su yönetimi tek elden ve etkince
yürütülmelidir. Yeni sulama projelerinden, su tasarrufu sağlayan
kapalı sistemler yapılmalı, geçmişte yapılan tesisler
gözden geçirilerek yenilenmeli, damlama ve yağmurlama sulama sistemlerinin
yaygınlaştırılması için verilen destekler
artırılmalıdır. Sera gazlarını yutan, orman,
çayır, mera ve yeşil alanların genişletilmesi ve iyileştirilmesine
hız verilmelidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika süre tanıdım. Lütfen sözlerinizi tamamlayın.
NURİ USLU
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ülkemizde
yaygın olarak mevcut bulunan vahşi çöp depolama alanlarına son
verilmeli, düzenli çöp depolama bertaraf tesisleri kurulmalıdır. Enerji
üretiminde yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalı ve
yaygınlaştırılmalıdır. Su kaynaklarının
korunması, kirlenmenin önlenmesi, arıtma tesislerinin faaliyete
alınması, endüstriyel ve evsel atık suların geri
kazanılarak, tarımda, sanayide yeniden kullanılmasının
teşvik edilmesi sağlanmalıdır. Organik tarım ve
hayvancılık desteklenmeli ve
yaygınlaştırılmalıdır. Ev ve iş yerlerinde
suyun tasarruflu kullanımına ilişkin hazırlanacak
belgeseller ve fragmanlar ile görsel ve yazılı medya
aracılığıyla kamuoyu bilinçlendirilmelidir. Küresel
ısınmayla ilgili alınacak tedbirler ve uyum projeleri Bilim ve
Teknoloji Yüksek Kurulu gündemine alınarak desteklenmeli ve
yaygınlaştırılmalıdır.
Sayın
milletvekilleri, bu amaçlarla Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir araştırma
komisyonu kurularak konu tüm boyutlarıyla incelenmeli, ulusal ve bölgesel
bazda alınması gereken tedbirler zamanında, eksiksiz
alınmalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURİ USLU
(Devamla) – Bu duygularla hepinizi selamlıyor, önergenin kabulünü
saygılarımla arz ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Uslu.
Şimdi söz
sırası İzmir Milletvekili Şenol Bal’da.
Buyurun
Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on
dakika.
ŞENOL BAL
(İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
konuşmama başlamadan önce, acımı ve duygularımı
anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kaldığı, şehadet
mertebesine erişmiş tüm vatan evlatlarımıza yüce Allah’tan
rahmet, kederli ailelerine ve aziz milletimize sabır ve metanet, yaralılarımıza
da acil şifalar diliyorum.
Yine, bugün,
Meclisi yönetme görevini layıkıyla yürüten Sayın Akşener’i
kutluyor, Türk kadınını temsilen, hem Sayın Akşener
hem de Sayın Mumcu Hanımefendilerin o makama çok
yakıştıklarını huzurlarınızda ifade etmek
istiyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde su sorunu, günlük, politik
veya duygusal yaklaşımların dışında, bir idrak ve
bilgi çerçevesinde değerlendirilmesi ve üzerine gidilmesi gereken bir
konudur. Bilimsel olarak bir strateji, yönetim ve eylem planı ortaya
konmalıdır. Su meselesi, yerel ve merkezî yönetimlerin iç
çekişme alanı olmaktan mutlaka kurtarılmalıdır.
Ülkemizin su kaynakları, bölgede önemli bir potansiyel olarak görülmesine
rağmen, Sayın Nalcı’nın da dediği gibi, su zengini
sayılabilecek bir ülke değiliz. Akarsular, barajlar ve göllerimiz,
evsel ve endüstriyel atık sularıyla kirlenmekte, buralardan da
tarımsal amaçla sulamalar sonucunda insanlarımıza ve çevre
sağlığına önemli zararlar vermekte, toprakta telafi
edilmeyecek bozulmalar görülmekte, su havzaları kirlenmekte ve su
kaynakları kurumaktadır.
Son yirmi
yıl içinde artan nüfus, kontrolsüz kentleşme, bunun sonucu artan su
talebi ve küresel ısınma dünyada küresel bir su krizini gündeme getirmiştir.
Buna bağlı olarak, bugün, ekonomik, politik ve çevresel konulardaki
mücadeleler ve çekişmeler çok daha yaygın ve ciddi boyutlara
ulaşmıştır. Böyle giderse artık savaşlar petrol
için olmayacak, su için yapılacaktır.
Bu sorunlarla
baş etmek için, ülkemizin yer altı kaynaklarının ve su
havzalarının ne durumda olduğunu tespit etmek için, öncelikle
güvenilir bir envanter çıkarılmalıdır. Su kaynakları
ciddi bir şekilde koruma altına alınmalı ve çevre
kirliliğinin önüne geçilmelidir.
Sayın
milletvekilleri, su kıtlığı tehdidiyle karşı
karşıya bulunduğumuz bu dönemde İzmir’in kurak bir bölge
durumundan çok kurak bir bölge durumuna geçiş sürecinde olduğu
görülmektedir. Ülkemizin önemli tarımsal üretim merkezlerinden biri olan
İzmir’in tarımsal üretimi açısından büyük önem
taşıyan sulama projelerinin bir türlü tamamlanamaması
düşündürücüdür.
Yine, su
havzalarının korunması ve tasarruflu su
kullanımını sağlayan kapalı sistem sulama
yatırımlarının teşviki ve hayata geçirilmesi
gecikmektedir. Ayrıca, su havzalarının kontrollü olarak organik
tarıma açılması sadece sözde kalmaktadır.
İzmir
açısından su meselesini ilk önce içme ve kullanma suyu
açısından değerlendirmek isterim. Bugün için, yetkililer içme
suyu sıkıntısı olmadığını ifade
etmektedirler. İzmir’in şu andaki su ihtiyacının yüzde 38’i
Tahtalı ve Balçova Barajlarından, yüzde 62’si ise Sarıkız,
Göksu, Menemen, Halkapınar ve Pınarbaşı’ndaki yer altı
su kaynaklarından sağlanmaktadır.
Barajlardaki su
seviyesinin giderek azalması ve yer altı sularının seviyesinin
giderek düşmesi tehlike alarmı vermektedir. Bir an önce Gördes
Barajı’nın tamamlanması ve sadece söylemde kalan Çamlı,
Değirmendere, Bostanlı ve Yiğitler Barajları projelerinin
hayata geçirilmesi için çalışmalara başlanması en büyük
temennimizdir.
İzmir için
çok önemli olan Çamlı Barajı Projesi, Çamlı Barajı
havzasının su toplama havzası içinde yer alan Menderes ilçesi
Efemçukur yöresinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
tarafından altın işletme ruhsatı bir şirkete
verildiğinden bir kördüğüme dönüşmüştür. Bu konunun ülke
menfaatine uygun olarak acilen çözülmesi gerekmektedir.
İzmir’de
içme suyu sıkıntısı yok dense de birçok köy -ki, gezdik bu
köyleri- örneğin, Ulaşlar, Ulamış, Düzce gibi köyler
mahalle olarak belediyelere bağlandığından aylardır susuzluk
çekmektedir.
Seferihisar’da
içme suyu amaçlı Gelinalan Çayı Barajı’nın, Orhanlı
köyü içme ve sulama amaçlı göletinin proje ve etüt
çalışmaları bile bitirilmemiştir. Kiraz’da 13 köyde,
Karaburun ve Dikili’de içme suyu yok denilecek kadar yetersizdir. Bilinçsiz
endüstrileşme nedeniyle İzmir’in çevresindeki su kaynakları
hızla kirlenmektedir. Uşak ve Manisa il hudutları içinde sanayi
ve çevre atıklarını alarak İzmir il hudutlarına giren
Gediz Nehri, Menemen ilçesi köyleri başta olmak üzere, denize dökülünceye
kadarki yatak çevresi ve havzanın genelinde önemli bir çevre ve
sağlık tehdidi hâline dönüşmüştür. Torbalı’da Fetret
ve Çevlik Çayı kirlenmesi ve arıtma tesislerinin olmaması büyük
problemdir. Kemalpaşa’da yakın bir gelecekte su sorunu ciddi boyutlarda
olacaktır. Tarımsal sulamalar yer altı sularıyla
yapılmaktadır. İlçedeki altı belde, otuz iki köy
yerleşim birimlerine ait evsel atık, doğrudan Nif Çayı’na
ya da ona ulaşan dereciklere verilmektedir.
Sayılan
birçok ilçede ve bilhassa Menderes havza içinde köylerde, Karaburun’da
kanalizasyon sistemleri eski ve yetersizdir. Yine, yeterli su
olmadığından çok önemli tarım bölgelerinden Selçuk
ilçesinde tarım alanlarının büyük bir bölümü
sulanamamaktadır.
Balçova’da yer
altı sularının giderek tuzlanması ve azalması,
tarımsal üretime ket vurmaktadır. 93 yılında
başlatılan Beydağ Barajı’nın, yani Küçük
Menderes-Beydağ Projesi inşaatının daha yüzde 36’sı
tamamlanmıştır. Bayındır, Ödemiş, Beydağ
Ovalarının yararlanacağı bu projenin bir türlü
tamamlanamaması hem İzmir’in hem de Türkiye’nin ekonomisi
açısından büyük bir kayıptır.
Yine, 1986
yılında yapımına başlanan Bakırçay
havzasında yer alan Bakırçay-Kınık Projesi kapsamında
bulunan Çaltıkoru ve Yortanlı Barajları ile Kınık Sol
ve Sağ Sahil Sulama Projeleri bir türlü bitirilememiştir.
Türkiye’de mevcut
sanayi domatesi üretiminin yüzde 40’ını gerçekleştiren
Kınık Ovası’nda bu proje tamamlanmış olsa, üretim
yüzde 30 daha artacaktır. Buna bağlı olarak, bölgede tarıma
dayalı sanayi tesisleri, dış satım ile döviz girdisi
sağlanacak, aynı zamanda ek istihdam yaratma imkânı
doğacaktır.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; açıklanan bu hususlar nedeniyle,
su kaynaklarının entegre yönetimi amacıyla, eylem planı
hazırlanması ve bu kapsamda İzmir ili master planının
hazırlanarak su kaynakları ve kullanım miktarlarının
tespit edilmesi, yanlış imar uygulamalarıyla havzalar üzerinde
oluşan nüfus ve sanayi baskısının azaltılarak
havzalarda kirliliklerin önlenmesi için alınacak acil önlemlerin
belirlenmesi, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması,
bilinçsizce yapılan sulama ve ovalarda açılan sayısız
sondajlar nedeniyle her geçen gün azalan yer altı kaynakları ve yer
altı su seviyelerinin artırılması, taşkınlar ve
erozyonun önlenmesi için akarsular üzerinde yapılacak bent, gölet ve
barajlar ile boşa akan suların tutulması, bunun için on
yıllardır süren sulama projelerinin tamamlanması ve daha önceki
yıllarda yapılan küçük sulama tesislerinin rehabilitasyonu, Ege
Bölgesi’nde ve İzmir ilinde bu kapsamda değerlendirilecek sulama
tesislerimizin beklediği ödeneklerin gönderilmesi için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla önerge sahipleri adına
Meclis araştırması açılmasını arz ediyorum.
Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Bal.
Şimdi söz
sırası Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in.
Buyurun
Sayın Demirel. (CHP sıralarından alkışlar)
KEMAL
DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gerçekten çok önemli bir gündem maddesiyle toplantımızı
yapıyoruz.
Öncelikle, pazar
günü, Hakkâri’de bu vatanı korumak için görev yapan ve şehit olan
askerlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Bunlardan bir tanesi de bizim,
Bursa’dan Samet Saraç. Yine, şu anda tedavisi devam etmek üzere olan Ufuk
Çelik arkadaşımızın da kendisine acil şifalar
diliyoruz. İnşallah, temennimiz terörün bir an evvel
noktalanması, artık şehitlerimizin ve askerlerimizin
hayatlarını kaybetmemesi ve ocakların sönmemesi. Türkiye’nin
birinci gündem maddesi bu. İnanıyorum ki, birinci gündem maddesi konusunda,
başta Hükûmet olmak üzere, herkes üzerine düşen görevi
layıkıyla yapacak ve bu sorun kısa zaman içerisinde
çözülecektir.
Değerli
arkadaşlar, bugün birçok milletvekili arkadaşımızın
vermiş olduğu araştırma önergeleri, işte, küresel
ısınmayla ortaya çıkan son yıllardaki en önemli ve hepimiz
açısından gelecekle ilgili kaygılar taşıyan, sulama
kaynaklarımızın, nehirlerimizin, göllerimizin bu zaman
zarfında tehlikeli boyutlarda yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalması.
Bu noktada
verdiğimiz araştırma önergelerinden, Marmara Bölgesi için çok
önemli olan İznik Gölü ve Uluabat’la ilgili görüşlerimi ortaya koymak
ve bu çerçevede her iki gölün karşı karşıya
kalmış olduğu kirlilik ve o kirlilikle ilgili olarak, o göllerin
gelecek kuşaklara aktarılması noktasında büyük
sıkıntılar yaşandığını ortaya koymak
amacıyla söz almış bulunuyorum.
Gerçekten,
İznik Gölü bugün Marmara Bölgesi’nin en büyük gölü. Bu Göl 298
kilometrekare yüz ölçümü içerisinde ve su toplama alanı da 1.246
kilometrekare. Genellikle yağışlarla beslenen, onun ötesinde yer
altı su kaynaklarıyla da kendisini dolduran bir gölümüz. İznik
Gölü’nün aynı zamanda çevresi meyve bahçeleriyle, zeytin
ağaçlarıyla, bağlarla örülü. İznik, aynı zamanda
tarihî özelliği olan bir göl ve yerleşim alanlarının içerisinde
bulunan bir su kaynağı.
İznik
geçmişte gerçekten çok önemli bir göl olduğu çerçevede, hem
çevresindeki yaşayan insanlara sulama alanında destek olan hem de
tertemiz suyuyla balıkçılıkla oradan hayatını,
geçimini sağlayan binlerce ailemizin yaşam kaynağıydı.
Fakat, son
yıllarda ne yazık ki İznik Gölü de bu kirlilikten nasibini
almaya başladı. Çevresinde oluşan küçük fabrikaların
atıklarının, evsel atıkların ve tarımda
kullanılan ilaçların suya karışması, göle
karışması, nehirlere karışması neticesinde,
İznik Gölü de gerçekten kirlilik tehlikesi altında. Eskiden çok daha
fazla balıkların çeşitlerinin bulunduğu bu göl, ne
yazık ki, şu anda balık çeşitlerinin
azaldığı ve topluca ölümlerin meydana geldiği bir göl.
Şimdi, küresel ısınmadan bahsediyoruz, küresel
ısınmanın tehlikelerinden bahsediyoruz, ama biz bundan
bahsederken, küresel ısınma çerçevesinde, bu gölün
yaşatılması, gelecek kuşaklara aktarılması,
torunlarımız ve çocuklarımız açısından bu kadar
önemli olan bir gölün kurtarılması ve kirlilikle ortaya çıkan
tehlikeler karşısında bir an evvel tedbir alınması
noktasında Türkiye Büyük Millet Meclisini göreve
çağırıyoruz. Çünkü, kirliliğin önüne geçmek çok önemli. O
kirlilik gerçekleştikten sonra, onu eski günlerine geri getirmek gerçekten
çok daha zor.
Bu çerçevede,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler, bir an evvel, bu konuda, İznik
Gölü’yle ilgili olsun, Uluabat’la ilgili olsun Parlamentoyu göreve
çağırıyoruz. Çünkü, giden, çok zor şartlar altında bir
daha geri gelecek. Aynı zamanda bu göl kuşların da geçiş
noktası içerisinde. Kuşlarımızın da
hayvanlarımızın da bu geçiş noktasında İznik
Gölü’nden ve Uluabat Gölü’nden yeterince yararlanması çok önemli.
Bakın
değerli arkadaşlarım, daha geçen gün Uluabat’a gittim. Uluabat
Gölü’nde, oradaki köylülerle, çiftçilerle yapmış olduğum
toplantıda şu gerçeği dile getirdiler: “Eskiden biz bu gölden
içme suyu dâhil faydalanma noktasında yararlanabiliyorduk. Fakat, şu
anda, ellerimizi bile yıkamak istemiyoruz.” dediler. Gölün geldiği
noktayı söylemek istiyorlar. Ellerimizi dahi gölde yıkamak
istemiyoruz, ama ne yazık ki, o gölden çıkan balık ürünlerini
yiyebiliyoruz ve Uluabat Gölü’nde geçmişte 21 çeşit olan göl
balığı, şu anda, 3 çeşide düştü. Bu da, kirliliğin
getirdiği büyük bir boyut.
Onun ötesinde,
yine Uluabat Gölü’nde geçmişte –bizim köylülerimizin, çiftçilerimizin,
balıkçılarımızın verdiği bilgilerle ortaya
çıkan bir tablo var– tatlı su ıstakozu önemli oranda
yetiştiriliyordu. Fakat, şu anda, tatlı su ıstakozuyla
ilgili verilen bilgiler gerçekten çok vahim. Geçmişte, günde 30 ton
tatlı su ıstakozu çıkarılan ve ihracatta önemli bir kalem
olan bu ürün, ne yazık ki, şu anda 1 kilo dahi
çıkarılamıyor ve balıkçılarımız şunu
söylüyor: “Biz şu anda Uluabat Gölü’nü kiralıyoruz 45 milyar liraya
yıllık. Eğer tatlı su ıstakozu olmuş olsaydı
150 milyara kiralayabilecektik.” Bu da şu demektir: Hem devlet
kazanacaktı hem balıkçımız kazanacaktı hem ülkemiz
bundan yararlanacaktı.
Şimdi, tabii
küresel ısınmayı kim yaratıyor? Doğa kendisi
yaratmıyor, doğa kendi kendini yok etmiyor. Doğayı yok
edecek olan insan. Demek ki insan faktörü her şeyin önünde. Bu noktada,
çevreyi kirleten, doğayı yok eden insanın bu noktada
sorumluluğu çok. Bu çerçevede, doğayı koruma noktasında, insanlarımız
kendi bölgesindeki nehirlerin, göllerin ve çevrenin korunması
noktasında ayrım yapmadan, yani bu konuda şu parti, bu parti
ayrımı yapmadan, gerçekten hassasiyet noktasında herkes el
birliğiyle bu konunun üzerine gitmeli. Yani, “Çünkü giden geri gelmiyor.”
dedik. Bu göller kolay kolay oluşmadı. On binlerce, yüz binlerce
yıldan beri gelen bu göllerimizin gelecek kuşaklara
aktarılması noktasında sorumlu olduğumuzu vurgulamak
istiyorum. Yani, bu gölleri gelecek kuşaklara bırakmak bizim
görevimiz.
Bu noktada
şunu söylemek istiyorum: Artık, millî bir politikaya ihtiyaç var.
Yani, sulamayla olsun, göllerle olsun, barajlarla olsun, ülkemizin
geleceğiyle ilgili, suyun önemini -bölgeyi de iyi
tanıdığımız için, çevremizdeki ülkeleri
tanıdığımız için- bu suyun ne kadar hayatiyet
taşıyan bir noktada olduğunu, çünkü suyun
olmadığı yerde hayatın olmadığını…
Eğer bakarsanız geçmişteki göçlere, sular ortadan
kalktıktan sonra, su kaynakları kuruduktan sonra göçlerin olduğu
ortaya çıkıyor. Bu noktada da, bizim, Türkiye’deki bu su
kaynaklarının korunması, gelecek kuşaklara
aktarılması noktasında millî bir politikaya
ihtiyacımız var. Artık, yani, hükûmetler gelir geçer, ama bu
noktada, hükûmetler gelip geçse bile, suyla ilgili konuda, hiç kimse kendine
dönük politikalarla değil, tam tersine, oluşan bir millî politikayla,
millî su politikasıyla Türkiye bu sorunları aşmalı ve
kaynakların, bu suların korunması noktasında da üzerine
düşeni yapması lazım diyorum.
İşte,
Uluabat’tan bahsettik, İznik’ten bahsettik. Bunlar
yaşatıldığı zaman çevresinde yaşayan on binlerce
insana fayda sağlayacaktır, Türkiye’ye fayda sağlayacaktır,
dünyaya fayda sağlayacaktır.
Uluabat… Ünlü
Ramsar Sözleşmesi var. Değerli arkadaşlarım, bakın,
bunu özellikle vurgulamak istiyorum: 1971 yılında İran’da
imzalanan bu Sözleşme’ye Türkiye kaç yılında taraf olmuş?
1993. 1971 nerede, 1993 nerede? Ne kadar geriden geldiğimizin ortaya
konulması açısından vurgulamak istiyorum. Yönetmelik ne zaman
hazırlanmış? 1994’te. Uygulamak için ne zaman tekrar gündeme
getirilmiş? 2002’de. 2005’te bir daha revize edilmiş. Yani,
tehlikenin boyutu 1971 yılında ortaya konuyor, biz 2005
yılında yönetmeliklerle bu işin üzerine gitmeye
çalışıyoruz. Yani, biz o kadar geriden gidersek bunları ne
kadar koruyabileceğiz? Gelecek kuşaklara, torunlarımıza,
çocuklarımıza temiz bir dünyayı, temiz bir Türkiye’yi, temiz bir
bölgeyi nasıl sağlayacağız? Bunu düşünmemiz
lazım.
O yüzden, Türkiye
Büyük Millet Meclisi bu konuda, bu kadar çok arkadaşımız sulama
ve kaynaklarımızla ilgili araştırma önergeleri vererek
,hassasiyetini ortaya koymuş. Ama, bu hassasiyet yetmez. Bu konuda Türkiye
Büyük Millet Meclisi çok ciddi anlamda girişimlerde bulunmalı ve bu
kaynakların üzerine gidilmeli. Çocuklarımıza ve gelecek
kuşaklara yaşanabilir bir Türkiye bırakmak istiyorsak bunu
yapmalıyız diyorum. Hepinizin bu anlamda gerekli hassasiyeti
göstereceğinize inanıyorum.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP, AK Parti ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Demirel.
Şimdi söz
sırası İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’de.
Buyurun
Sayın Ersin.
AHMET ERSİN
(İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmir
için, Manisa, Uşak ve Kütahya için, daha doğrusu Ege Bölgesi için çok
önemli bir su kaynağı olan Gediz’in aşırı biçimde kirletilmesi
nedeniyle verdiğim araştırma önergesi hakkında
açıklamalar yapmak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Gediz Nehri Kütahya’nın Murat Dağı’ndan
doğan ve 401 kilometre uzunluğu olan bir nehir. Murat
Dağı’ndan doğduktan sonra Kütahya, Manisa, Uşak illerimizden
geçerek, İzmir’in Menemen ilçesinin Maltepe beldesinden körfeze, denize
akıyor. Çevresiyle birlikte ele alındığında Gediz’in
kapsadığı havza, Gediz havzası, Türkiye yüzölçümünün yüzde
2’sinden daha fazla bir alan toprak kaynakları açısından,
böylesine bir alanı kapsıyor. Tarıma elverişli 521 bin
hektarlık bir alana sahip olan Gediz havzası, ayrıca, Gediz
Nehri itibarıyla 2 milyar metreküpten fazla su potansiyeli olan bir
doğal su kaynağımız. Gediz havzası 18 bin
kilometrekarelik bir alana sahiptir ve havzadaki 478 yerleşim biriminde 4
il, 19 ilçe ve 70 belde belediyesi bulunmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, tarıma elverişli 521 bin hektarlık
alanın 386 bin hektarlık alanı doğrudan sulanabiliyor ve
125 bin hektarlık alanı da sulama birlikleri vasıtasıyla sulanan
Gediz havzası, Batı Anadolu’nun tarım merkezidir, Batı
Anadolu’nun sebze ve meyve ambarıdır.
İşte,
Türkiye tarımı için son derecede önemli olan Gediz havzası
çevresindeki yerleşim birimleri, fabrika ve işletmeler
tarafından aşırı biçimde kirletilen Gediz Nehri, bu
alanı sulamaktadır.
Gediz bize
doğanın bahşettiği en büyük zenginliktir. Eğer Gediz
Nehri olmazsa, Türkiye’nin tarım ambarı olan havzası ve bu
verimli topraklar çöl olur. Ancak, ne yazık ki, Gediz yıllardan beri
hasta ve göz göre göre yavaş yavaş ölüyor.
Gediz Nehri
Kütahya’nın Murat Dağı’ndan bir pınar suyu kalitesinde
tertemiz doğuyor, suyu içilebiliyor. Ancak, 30 kilometre sonra
adını alan Gediz ilçesinden itibaren kirlilikle tanışmaya
başlıyor, zehirlenmeye ve etrafını zehirlemeye
başlıyor.
Uşak’taki
tekstil, iplik, seramik ve deri fabrikalarının çoğu, arıtma
yapmadan atıklarını Gediz’e bırakıyorlar. Keza
Manisa’da 9 ilçe, 23 belde ve 70 köyün kanalizasyonu denize
akıtılıyor. Daha doğrusu, Gediz havzasında ve Gediz’in
iki yanındaki yerleşim alanlarında bulunan belediyeler, Gediz
Nehri’ni âdeta bir kanalizasyon olarak kullanıyorlar. Yine, İzmir’de
2 ilçe, 12 belde ve birçok köy kanalizasyonu Gediz’e
boşaltılıyor ve böylece Gediz Nehri 401 kilometrelik uzun
yolculuğunda hemen hemen her yerleşim birimi ve hemen hemen her
fabrika ve işletme tarafından kirletiliyor. Doğduğu yerde
pınar suyu kalitesinde olan nehir, tarım alanlarını,
sebze-meyveyi ve dolayısıyla insanları zehirleyen özelliklere
sahip oluyor.
Dolayısıyla
bu nehirden sulanan tarım ürünleri, insanlar, diğer canlılar ve
çevre için son derecede ciddi tehdit oluşturmaktadır. Nitekim,
Gediz’den gelen sularla sulanan topraklardaki otları yiyen büyük ve küçük
baş hayvanlarda çeşitli hastalıklar görülüyor. Yine, Gediz
havzasında üretilen ve başta üzüm olmak üzere ihraç ettiğimiz
bazı ürünler yabancı ülkelerden geri gönderiliyor.
Kirletilen ve
zehir saçan Gediz, döküldüğü alandaki İzmir Körfezi’ni de son
derecede olumsuz etkiliyor. Yine, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve
Teknolojisi Enstitüsünün yaptığı ölçümlere göre, İzmir
Körfezi’ne yılda ortalama 1.893 kilogram nikel, 379 kilogram bakır,
790 kilogram çinko ve 148 kilogram cıva getirerek toplu balık
ölümlerine neden oluyor.
Değerli
milletvekilleri, İzmir, birkaç yıl öncesine kadar körfezinin
ağır kokusu -ve kötü kokusu kuşkusuz- kirliliği ve
görüntüsüyle akıllarda yer etmiştir. İzmir denince akla önce
körfezin neden olduğu bu olumsuzluklar gelmekteydi ve Türkiye’nin üçüncü
büyük kentiyle bütünleşmiş hâldeydi bu çirkinlikler. Ancak,
1960’lı yıllarda yapımına başlanan ve kırk
yılı aşan sabır, emek ve 800 milyardan fazla kaynak
harcanarak geçtiğimiz yıllarda tamamlanabilen Büyük Kanal Projesi
kenti bu olumsuzluklardan kurtarmaya ve körfeze bir canlılık
getirmeye başlamıştır. Projenin tamamlanmasından sonra
kent içindeki evsel ve endüstriyel atıkların körfezi kirletmeleri
durdurulmuştur. Artık kent içindeki evsel ve endüstriyel atıklar
büyük arıtma tesislerinde arıtılmaktadır. Fakat, üzüntüyle
belirtmek gerekir ki, onca emek, kaynak harcanarak temizlenme yoluna giren
körfez son yıllarda yine eski kokusuna, kirliliğine ve çirkin
görüntüsüne doğru doludizgin yol almaktadır ve böyle giderse
İzmirlilerin utanç duyduğu eski hâline dönecektir.
Değerli
milletvekilleri, insan ve çevre sağlığı için büyük bir
tehdit ve tehlike oluşturan Gediz’in kirliliğini önlemek için 1999
yılından itibaren yerel bazda bazı kurumlar oluşturuldu.
Nitekim, bunlardan birisi, Gediz Havzası İlleri Çevre Koruma Hizmet
Birliği, bölgedeki valiler, bazı belediye başkanları ve il
özel idarelerinin öncülüğünde kurulan bir birlikti. 1999
yılından itibaren bu birlik kurulmuş olmasına
karşın Gediz’in temizlenmesi ve kirlilikten arınması için
herhangi bir olumlu gelişme sağlanamadı.
Değerli
arkadaşlarım, küresel ısınma bütün dünyayı son
derecede olumsuz etkilemektedir. Özellikle su kaynakları
azalmaktadır. Dünyayı ve dolayısıyla Türkiye’yi bekleyen en
büyük tehlike de budur. Doğduğu yerde pınar suyu kadar temiz ve
içilebilen Gediz, küresel ısınma nedeniyle kuruyan su kaynakları
dikkate alındığında bulunmaz bir nimettir ve bölgenin
yaşam kaynağıdır. Dolayısıyla, bugün zehir saçan
Gediz’in kirlilikten arındırılarak insanlığın ve
çevrenin hizmetine sunulması gerekir. Ayrıca, İzmir, EXPO 2015
etkinliği için İtalya’nın Milano kentiyle
yarışmaktadır. Konu ile ilgili yabancı konuklar ve
delegeler, her iki kenti gezerek EXPO 2015’in hangisine verileceğine karar
verecekler, bunun için bir kanaat sahibi olmaya çalışıyorlar.
Büyük oranda Gediz’in neden olduğu körfez kirliliği, dünya kenti olma
yolunda hızla ilerleyen İzmir’imize EXPO etkinliğinde zararlar
verebilir, şansını olumsuz etkileyebilir. Bu yönüyle de
değerlendirilse bile Gediz’in ıslahı gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlarım, bu Gediz Nehri’nin yarattığı kirlilik
nedeniyle 2003 yılı Aralık ayında yine bir
araştırma önergesi vermiştim. Ama, aradan geçen dört
yıllık sürede, maalesef, bu araştırma önergesi
görüşülemedi ve bir komisyon kurulamadı. Bunlar olmadı ama bu dört
yıllık sürede Gediz Nehri daha da fazla kirlenmeye devam etti ve
çevresini daha fazla rahatsız etmeye devam etti, çevresine daha fazla
tehdit olmaya ve tehlike olmaya devam etti. Umuyorum, bugün kurulacak olan, bu
Meclis’te kurulacak olan komisyon, küresel ısınmayla birlikte,
küresel ısınmanın su kaynakları üzerindeki etkileriyle
birlikte, Gediz’inde, Ege Bölgesi için çok önemli bir su kaynağı olan
Gediz Nehri’nin de ıslahı için, Gediz Nehri’ndeki
canlıların, etrafındaki yaşam birimlerinin, insanların
daha rahat bir ortama kavuşabilmeleri ve doğanın bölgeye
bahşettiği bu büyük kaynaktan, bu büyük nimetten herkesin daha
sağlıklı bir şekilde yararlanabilmesi için, kurulacak olan
bu araştırma komisyonu, umuyorum ki, bir yol haritası ortaya
çıkaracaktır ve bu temizliği…
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Buyurun Sayın Ersin.
AHMET ERSİN
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bir
dakikanız var, sözlerinizi tamamlayın, lütfen.
AHMET ERSİN
(Devamla) – Sözlerimin başında unuttum, affınıza
sığınıyorum. Size de Sevgili Başkan, görevinizde
başarılar diliyorum. İnanıyorum ki sağlıklı
ve başarılı bir görev dönemi yapacaksınız,
hazırlayacaksınız ve hepimize, Türkiye Büyük Millet Meclisine
önemli hizmetler yapacaksınız.
Değerli
arkadaşlarım, sözlerimin sonunda şunu belirtmek isterim: Gediz
Nehri’nin gerçekten bölge için çok büyük bir önemi var, bölge tarımı
için çok büyük önemi var. Gediz Nehri etrafında konuşlanmış
olan fabrikaların, işletmelerin ve yerleşim birimlerinin
artık evsel ve endüstriyel atıklarının bu Gediz Nehri’ne
boşaltılmasına engel olmak lazım. Birçok işletmenin,
işletmelerden birçoğunun arıtma tesisleri var ama
çalıştırılmıyor. İşte bunlar çevre için
yapılabilecek en büyük kötülüklerdir. Dolayısıyla, bundan sonraki
süreçte umuyorum ki artık bu tür sorunlarla
karşılaşmayız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Ersin.
AHMET ERSİN
(Devamla) – Teşekkür etmeme izin verir misiniz Sayın Başkan.
Sadece teşekkür…
BAŞKAN –
Buyurun.
AHMET ERSİN
(Devamla) – Umuyorum ki bu sorunların giderilmesinde, kurulacak olan
araştırma komisyonu ciddi bir rapor ortaya çıkarır ve iyi
bir yol haritası ortaya çıkarır.
Hepinize
saygılar sunuyorum, başarılar diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Ersin.
Şimdi söz
sırası Edirne Milletvekili Rasim Çakır’da.
Buyurun
Sayın Çakır.
Süreniz on
dakika.
RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkana seçilmiş olduğu yeni
görevinde başarılar diliyorum.
Birkaç gündür,
sözü her alan arkadaşım başsağlığı
mesajıyla konuşmasına başladı, her çıkan en
şahin konuşmayı ben nasıl yapabilirim gayreti içerisindeydi
-Ulusumuzun başı sağ olsun- ama çözüme yönelik, doğru
tespitleri yapmaya yönelik ne Sayın Bakandan ne diğer konuşmacılardan
ciddi bir şey duyamadık.
AKP
İktidarı 2002’de işbaşına geldiğinde Türkiye’de
terörizm yok denecek noktadaydı ve o günden sonra, mayınla terörist
faaliyetler yapma dönemi başladı. Bu bir dönemdir. iradi bir
dönemdir. Yani mayını döşersiniz, askerî birliklerle sıcak
temas sağlamazsınız, onu uygun bir zamanda
patlatırsınız ve uzaktan askerlere zarar verirsiniz. Biz, bu
durumu, şu kürsüde, defalarca, önlem alınmasıyla ilgili,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak grubunuzu uyardık.
Şimdi
geldiğimiz nokta yeni bir dönemdir. Yani teröristin bir silahlı
birliğe belirli bir, uygun gördüğü zamanda saldırması, imha
etmeye çalışması ve uygun bulabildiğini,
yakalayabildiğini de alıp dağa götürmesi. Bu, dünyada
gayrinizami harbin bir aşamasıdır. Bu, bilimsel bir
olaydır, sır değildir.
Şimdi,
bundan sonraki süreç, o birlikleri fiilen, belirli bir süre için işgal
etme sürecidir. Bugün karşı karşıya olduğumuz durum
ile ilgili Parlamentonun vermiş olduğu yetkiyi doğru bir biçimde
kullanma cesaretini şu veya bu şekilde bulamazsak eğer,
gayrinizami harbin bir aşaması olan bundan sonraki sürece
gelindiğinde, bugünlere geri dönebilmek için karar almak takatimizi
yitirmiş oluruz. Bunu, bugün, bu saatte, kayıtlara geçmesi
bakımından söylüyorum. Yoksa, sorun tabiî ki hepimizin sorunu, sorun
tabiî ki ülkenin sorunu, tabiî ki siyasi partileri olmayan, bütün siyasi
partilerin ortak olması gerektiği bir sorun, ama bu noktada kan
üzerinden siyaset yapma veya yapmama değil, sorunu gerçek anlamıyla
tespit edip bugünden, hâlâ dinç, güçlü ve irademizin sağlam olduğu
bugünlerde, belirli dış mihraklara bakmadan, ulusal irademize
dayanarak, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinin vermiş olduğu karara
dayanarak kalıcı çözümü yaratmak mecburiyetindeyiz.
Geçtiğimiz
hafta tezkere oylamasında -parantez içerisinde söylemek istiyorum- izinli
olduğum için bulunamadım ama -kayıtlara geçmesi
bakımından söylüyorum- katılabilmiş olsaydım oyum bir
kere değil bin defa “evet” olacaktı.
Değerli
arkadaşlarım, bu uyarıyı yaptıktan sonra, izin
verirseniz küresel ısınmayla ilgili bilgilerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Geçtiğimiz
dönem, 22’nci Dönem Parlamentosunda, yine, küresel ısınma, yer
altı, yer üstü su kaynakları ile ilgili önergeler verildi ve bu
önergeler kabul edilip bir araştırma komisyonu kuruldu. Ben de bu
komisyonda görev almış, çalışmış bir
arkadaşınızım, hasbelkader bu dönem de sizlerle beraber
olma fırsatını bulmuş arkadaşınızım.
Biz raporumuzu hazırladık, raporumuz bu, fakat komisyon çok ciddi
çalışmalar yapmış olmasına rağmen, çok önemli bir
rapor hazırlamış olmasına rağmen, maalesef, seçim
gündeme geldiği için bu raporu Genel Kurula getirip onaylatma
fırsatını bulamadık. Diliyorum, bugün bu
yaptığımız çalışma neticesinde değerli
oylarınızla kurulacak olan yeni komisyon, bu raporu da dikkate alarak
soruna kalıcı çözümleri üretmeye yönelik Meclisimize yeni bir rapor
hazırlayacaktır diye umut ediyorum.
Esasen, küresel
ısınma… Dünyanın tek enerji kaynağı güneştir yani
dünyanın başka enerji kaynağı yoktur. Dünyadaki diğer
enerji kaynakları yani petrol gibi, kömür gibi, rüzgâr gibi, bunların
hepsinin kaynağı yine güneştir, yani güneş enerjisinin bir
türevidir bunlar. Dolayısıyla, bugün yine değerli Çevre
Komisyonu Başkanımızın da ifade ettiği gibi, sorun,
dünyaya gelen güneş enerjisinin geri dönerken, sera gazlarının
atmosferde yarattığı yoğunluk nedeniyle bir
kısmının atmosferde tutulmasından dolayı, güneşe,
tekrar uzaya dönememesinden dolayı dünyanın atmosferinin ısısının
bir miktar artıyor olması meselesidir. Yalnız, burada, Sadece
karbondioksit gibi sera gazlarının yanında, atmosferde
yoğunluğu artıran en önemli gaz da -sera gazı da- su
buharıdır. Yani, küresel ısınmanın, atmosferin
ısınmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi metropolleri
oluşturmuş olmamızdır, yani İstanbul gibi, Ankara gibi,
İzmir gibi metropol kentleri oluşturmuş olmamızdır.
Çünkü, bu kentlerin, bu betonlaşmanın neticesinde atmosfer biraz daha
fazla ısınma durumundadır. O bakımdan, insanları
metropollere toplayıp o metropollere de havzalar aşarak, dağlar
aşarak, tüneller delerek sular taşımak mantıklı bir
çözüm yolu değildir.
Daha önceki,
22’nci Dönemde de konuşuldu, bugün de söylendi, Türkiye’de kişi
başına atmosfere verilen sera gazı miktarı 4,1 ton,
Amerika’da 25 ton. Türkiye’de kişi başına atmosfere verilen sera
gazı salımı kesinlikle artmaz. Yani, bizim
fabrikalarımız artar ama kişi başına düşen
artmaz. Neden artmaz? Çünkü çok çocuk yapıyoruz da ondan. O bakımdan,
sorun bütün dünyanın sorunudur, Türkiye’nin de bu sorunun çözümüne
katkı yapmak gibi bir görevi vardır. PKK’yla mücadele ne kadar
önemliyse, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına sahip çıkmak,
onları kirletmemek, onları doğru ve iyi kullanmak, atmosferi
kirletmemek en az terörle mücadele kadar önemlidir. Çünkü başka bir dünya
yok, gideceğimiz başka bir dünya yok, Çünkü bu dünya bize
torunlarımızdan emanet. Eğer biz bu emaneti doğru
kullanırsak, birtakım kâr dürtüsüyle, kapitalist dürtülerle bu
dünyayı kirletmezsek, çocuklarımıza temiz bırakırsak,
zannediyorum, onlara karşı en birinci vazifemizi yerine getirmiş
olacağız.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlarımın vermiş olduğu önergeler
neticesinde, inanıyorum ki, sizlerin de oylarıyla küresel
ısınma ve yer altı-yer üstü su kaynaklarının
kirliliği ve bu kirliliğin önüne geçilmesine yönelik bir komisyonu
oluşturacağız. Daha önce de böyle komisyonlar kurduk başta
Ergene ile ilgili komisyon olmak üzere. Sayın Bakanın bu dönemde
bakan olmasını, ben, kişisel olarak bir şans olarak
görüyorum. Şu anlamda: Su konusuna çok yakın olan, yakinen bilen,
Devlet Su İşlerinde ciddi görevler yapan bir insan olması
bakımından. Daha önce Ergene Komisyonunda da Devlet Su
İşleri Genel Müdürü iken hemen kanalın açılmasında çok
değerli katkıları oldu. Ama, maalesef, nehir yatağını
temizledikten sonra, millî iradenin öngörmesine rağmen, raporu kabul edip
“evet” demesine rağmen, yürütme, Ergene Nehri Komisyonunun
yazmış olduğu bu raporu dikkate alarak nehri temizlemeye yönelik
ciddi bir şey yapmadı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir
dakika ilave süreniz var.
RASİM ÇAKIR (Devamla)
– Tam tersine, Suakacağı Barajı’nı planlamaya koyup
Suakacağı Barajı’ndan İstanbul metropolüne nasıl su
götürürüze -yani, Trakya’nın suyunu çalmaya- yönelik bir girişim,
Trakya’nın planlarını, 1/25.000’lik planlarını
İstanbul Büyükşehir Belediyesine vererek Trakya’nın nüfus
yoğunluğunu artırmaya yönelik, daha fazla sanayileşmesine
yönelik bir girişim oluşturuldu. Bunlar olumsuz girişimlerdir.
Çünkü doğanın bir kapasitesi vardır, bu kapasiteyi
aşabilmemiz mümkün değildir. Yanlıştan, bu anlamda, dönülmesi
şarttır. Biz, ana muhalefet partisi olarak, sizlere
uyarılarımızı önümüzdeki süreç içerisinde de yapmaya devam
edeceğiz. Diliyorum bu komisyon ülkemize hayırlı olur.
Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Çakır.
Şimdi söz
sırası Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’te.
Buyurun
Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)
Zamanınız
on dakika.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
öncelikle, Sayın Başkanın seçilmiş olduğu bu yeni görevi
nedeniyle kendisini kutluyorum, görevini yansızlıkla, özen içinde
yapacağına inanıyorum.
Ardından,
son günlerde ülkemizde yaşanan terör olayları nedeniyle şehit
düşen evlatlarımızın acısı tüm Türk ulusunun
bireylerinin yüreğini yaktığı gibi benim de yüreğimi
yakmıştır, canımı acıtmıştır.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabır
diliyorum, Türk ulusunun başı sağ olsun diyorum. Ancak, her
terör olayının ardından insanlarımızın
şehitlerinin arkasından güzel sözler söylemek yerine, artık, bu
konudaki, terör konusundaki kararlı, caydırıcı
politikaların uygulanması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Türk milletinin kendisine verdiği mesajı
almıştır, bu konuda siyasi iradesini ortaya koymuştur. Umut
ediyorum ve diliyorum ki siyasi iktidar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ortaya
koyduğu bu siyasi iradeyi doğru algılar, başka yerlerin
irade açıklamasını beklemeksizin terörü sona erdirir, bu ülkede
kan akmasını durdurur. Bunu bekliyorum, bunu diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Bakanımızın 4 Temmuz günü Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada 6 Temmuz 2007’de
temelini attığını belirttiği Konya Ovası’yla
ilgili Mavi Tünel Projesi’nin özellikle Silifke Ovası’na vereceği
zararlarla ilgili araştırma önergesi hakkında söz
almış bulunuyorum.
Bu Proje, 6
Temmuz 2007 tarihinde temeli atıldığına göre, 22 Temmuz
seçimlerinden onaltı gün önce temeli atılmış bir projedir.
Buradan da anlaşılacağı üzere, bu projenin ekonomik,
çevresel ve sosyal açıdan etkileri incelenmeden ve bunun sonuçları,
doğuracağı sonuçlar bilimsel ve teknik olarak incelenmeden seçim
yatırımı olarak, Konya seçmeninden oy almak üzere
getirildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği
gibi bu projeyle planlanan şey, Göksu Irmağı üzerinde
Bağbaşı mevki’sinde yapılan barajla yılda 417 milyon
metreküp suyun Konya Ovası’na akıtılmasıdır.
Bu projenin en
önemli acı sonuçları Silifke Ovası’nda meydana gelecektir.
Bildiğiniz üzere, Göksu Irmağı Konya’nın Hadim ilçesi
yakınlarından, Taşeli’den doğar bir kolu, bir kolu da
Ermenek Çayı’yla gelir, Geyik Dağları’nın sularıyla
beslenerek, kanyonların içinden akarak Silifke’den geçer, Akdeniz’e
dökülür. Akdeniz’e dökülen Seyhan ve Ceyhan nehirlerinden sonra en büyük
ırmaklarımızdan birisidir.
Göksu Nehri,
Göksu Irmağı Akdeniz’deki hayatı besleyen, Silifke’deki
hayatı besleyen, Silifke’ye can veren, Silifke Ovası’na can veren bir
ırmaktır. Silifke’yi Göksu Irmağı olmadan
düşünemezsiniz. Göksu’yu da Silifke’siz düşünemezsiniz. Böyle bir
proje yapılırken bu projenin Silifke Ovası’na vereceği
muhtemel zararların iyice hesaplanması gerekirdi. Göksu
Irmağı, Silifke Ovası’nda Akdeniz’e dökülürken, bir delta
oluşturarak denize dökülür. Bu delta oluşma süreci halen devam
etmektedir.
Göksu
Irmağı’nın taşıdığı sular ve bu sular
içerisindeki 6,85 milyon sediment bu havzada taşınmaktadır.
Göksu deltasında sulak araziler vardır, göller vardır. Burada
sadece insanlar hayat bulmuyor. Bin bir çeşit yaban hayvanı,
beslenmesi, üremesi, varlığı suya bağlı olan su
kuşları ve diğer bin bir çeşit kuş vardır. 34
adet sürüngen tespit edilmiştir bu havzada. Saz horozları, âdeta bu
Göksu deltasının simgesi durumuna gelmiştir. Bu Göksu
deltası, aynı zamanda Akdeniz ile gerisindeki tarımsal
ovaları birbirinden ayırarak tampon görevi görür,
dolayısıyla denizin tuzlu sularının tarımsal
alanları etkilemesini önlemektedir.
Şimdi, bu
projeyle burada hayat sona erecektir. Çünkü, her ne kadar Göksu
Irmağı’ndan yüzde 15 gibi bir suyun Konya-Çumra havzasına
akıtılması öngörülmekteyse de bu ırmak düzensiz olduğu
için, yaz aylarında debisi 20 metreküp saniyenin altına
düşmektedir. 36 metreküp saniyelik bir suyu siz Konya Ovası’na
akıttığınız zaman Silifke’nin içerisindeki köprüleri
yazın kullanmaya hiç gerek yok, kuruyan ırmağın üzerinden
karşıya geçebilirsiniz.
Elbette ki
Konya’nın ve Konya Ovası’nın sorunları çözülsün, buna
karşı değiliz, ancak bir yandan yaparken bir yanı
yıkmak doğru değildir. Bu proje, bu haliyle, Silifke’de
tarımı perişan edecektir, hayatı öldürecektir ve Silifke’de
65 000 hektar tarım arazisi vardır. Bunun 12 000 hektarı
ovadır. Burada Göksu deltasında yer alan başta Kurtuluş
köyü, Çeltikçi, Sökün köyü, Gülümpaşalı köyleri buradan
beslenmektedirler.
Şimdi, bir
yandan “özel çevre koruma” adıyla bu köylerde inşaat yapmayı
dahi yasaklarken ve Silifke’nin en önemli ihtiyacı olan Kayraktepe
Barajı’nı Göksu deltasına zarar vereceği gerekçesiyle
yatırım planından çıkarırken, öbür taraftan bir proje
yapılıyor ve bu projenin Göksu deltasına vereceği zarar hiç
düşünülmüyor. Yetkililer -ikide bir söyledikleri laflardan en önemlisi-
“Biz Akdeniz’e boşuna akan suları Konya Ovası’na
akıtıyoruz” diyorlar.
Sevgili
milletvekilleri, saygıdeğer milletvekilleri; bu sözleri daha önce
Mısır Devlet Başkanı Nasır da söylemişti, Assuan
Barajı’nın başlangıcında Nil sularının
boşuna aktığını ve barajla bunu önlediğini
söylemişti. Ancak, Akdeniz’deki sardalya stokları birdenbire yüzde 80
oranında düşünce olayın ciddiyetini kavradılar. Irmaklar
denize boşa akmaz. Denizdeki hayatı besleyen ırmaklardır,
oradaki canlıları besleyen ırmaklardır. O nedenle, bu
konuya da dikkat edilmesi gerekiyor.
Konya
Ovası’nın sulanmasıyla ilgili olarak, öteden beri, cumhuriyet
tarihinde çok ciddi projeler yapılmış. İlk Almanlar
tarafından -demin benden önce Konya Milletvekili arkadaşım da konuştu-
Beyşehir’in sulak alanlarına giden sular bu Çumra Ovası’na
akıtılmış. Fakat, o zamanlar, sulamanın olduğu
zamanlar, drenaj nedir bilinmediği için, sulamadan artan sular depolanacak
yer bulunamadığından dolayı -ki, drenaj sorunu 1950’lerde
öğrenildi- tüm arazi tuzlanmıştır. Çumra Ovası suyu
görünce toprağın altındaki dev uyanmıştır, tuz
uyanmıştır. Tuza karşı en önemli bitki örtüsü olarak
pancar geliştirilmiştir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Öztürk, bir dakika ilave ediyorum, lütfen sözlerinizi toplayın.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Devamla) – Pancarda su doymak bilmemiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bu önergeyle amacımız, Konya Ovası’nın
sulanmasını engellemek değildir, Silifke’yi düşünmektir, bu
projenin Silifke’yi yok etme projesine dönüşmemesi için gerekli
tedbirlerin uygulamaya konulmasını sağlamaktır. Karakaya
Barajı yıllardan beri yapılmamıştır, bunun
yapılması gerekir. Sayın Bakanım yüz on bir tane gölet ve
baraj yapıldığını söyledi, ancak Erdemli ve Silifke
arasındaki Aksuvat projesi de bir türlü faaliyete geçirilememiş
yıllardan beri ve iki ilçenin halkı su sıkıntısı
nedeniyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu
sorunların çözülmesi gerekir ve bu sorunların bir birliktelikle ele
alınması gerekir, eş güdüm içinde çözümlenmesi gerekir. Bu
projeyle ilgili ÇED raporu, Silifke halkının haberi olmadan
yapılmıştır, tek yanlı bir rapordur, bilimsel
değildir, hem çevre bakımından hem sosyal bakımdan
yanlıştır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Öztürk.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Devamla) – Önergemizin desteklenmesini istiyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Meclis araştırması önergeleri üzerindeki ön görüşme
tamamlanmıştır.
Şimdi,
Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususunu oylarınıza sunacağım: Meclis
araştırması açılmasını kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Meclis
araştırmasını yapacak komisyonun 16 üyeden
kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma
süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi
tarihinden başlamak üzere, üç ay olmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun,
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Alınan karar
gereğince kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 24 Ekim 2007 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.29