DÖNEM: 23 CİLT:
5 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
24’üncü
Birleşim
22 Kasım 2007 Perşembe
İ Ç İ N
D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.- Edirne Milletvekili
Necdet Budak’ın, Edirne’de meydana gelen sel felaketine
ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve Diş Sağlığı
Haftası’na ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne
ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
V.
- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR
1.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Öğretmenler Günü nedeniyle açıklaması
VI.
- BAŞKANLIĞIN GENEL KURU
A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin, raylı sistem ve
demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
2.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 33 milletvekilinin, Balkan göçmenlerinin
sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
VII.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına)
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/315) (S.
Sayısı: 33)
2.- Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 47)
3.- Tanık
Koruma Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/346) (S. Sayısı: 34)
4.- Ses ve Gaz Fişeği
Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı ve
İçişleri Komisyonu Raporu (1/437) (S. Sayısı: 54)
VIII.
- OYLAMALAR
1.- Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına)
Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması
IX.
- SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, akarsu ve göllerin kirlilik
ölçümlerine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
(7/374)
2.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, Porsuk Çayı’ndaki kirliliğe
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/375)
3.- Bursa Milletvekili
Abdullah Özer’in, Uludağ’da çöp ve moloz dökülen bir alana
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/376)
4.- Bursa Milletvekili
Osman Kaptan’ın, Antalya’nın su ihtiyacına yönelik
çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı (7/377)
5.- Adana Milletvekili
Nevin Gaye Erbatur’un, sosyal yardım yapan vakıf ve derneklere
uygulanan vergi muafiyetine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/484)
6.- İzmir
Milletvekili Abdürrezzak Erten’in, halkoylamasına katılmayanlara
uygulanacak para cezasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/520)
7.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Levent’teki
HSBC binasının onarım ihalesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/521)
8.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı
personeline ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said
Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/613)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı.
Mardin Milletvekili
Gönül Bekin Şahkulubey, Mardin’in düşman işgalinden
kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne ve Öğretmenler Günü’ne,
Bursa Milletvekili
H. Hamit Homriş, bölücü teröre,
İlişkin
gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Çanakkale Milletvekili
Ahmet Küçük’ün, Trakya’da yoğun ve şiddetli yağışlar
nedeniyle meydana gelen zararlara ilişkin gündem dışı
konuşmasına, Bayındırlık ve İskân Bakanı
Faruk Nafız Özak cevap verdi.
Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, uyuşturucu, alkol ve sigara
bağımlılığı ile kaçakçılığının
nedenlerinin, ulaştığı boyutların, sosyal ve
ekonomik etkilerinin araştırılarak (10/51),
Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, bal ve diğer arı ürünlerinin
üretiminde ve pazarlanmasında yaşanan sorunların
araştırılarak arıcılığın geliştirilmesi
için (10/52),
Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 milletvekilinin, belediyelerin
altyapı, katı atık ve atık su yönetimindeki sorunların
araştırılarak (10/53),
Alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının:
1’inci sırasında
bulunan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/438) (S. Sayısı:
50) görüşmeleri tamamlanarak;
2’nci sırasında
bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Besleme Kanunu Tasarısı
(1/431) (S. Sayısı: 49),
3’üncü sırasında
bulunan, Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/436) (S. Sayısı : 51),
Yapılan görüşmelerden
sonra;
4’üncü sırasında
bulunan, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine
Dair Kanun Tasarısı’nın (1/315) (S. Sayısı:
33) tümü üzerinde görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi;
Kabul edildi.
İstanbul
Milletvekili Ömer Dinçer, Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın,
konuşmasında şahsına sataştığı
iddiasıyla bir konuşma yaptı.
22 Kasım
2007 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat
14.00’te toplanmak üzere, birleşime 20.03’te son verildi.
Meral
AKŞENER
Başkan Vekili
Fatoş
GÜRKAN Harun
TÜFEKCİ
Adana Konya
Kâtip Üye
Kâtip
Üye
No.: 36
II. - GELEN KÂĞITLAR
22 Kasım 2007 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 32 Milletvekilinin, raylı sistem ve
demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
2.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 33 Milletvekilinin, Balkan göçmenlerinin
sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı
Soru Önergeleri
1.- Ankara Milletvekili
Zekeriya AKINCI’nın, Ankara’ya verilen suyun sağlık
sorunlarına yol açtığı iddiasına ve su sorununa
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/351)
2.- Denizli Milletvekili
Hasan ERÇELEBİ’nin, Oxford Üniversitesinin bir yayınına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/354)
3.- İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL’in, gezilere katılan
medya heyetlerinin seçimindeki kriterlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/359)
4.- Adana Milletvekili
Tacidar SEYHAN’ın, bazı illerin nüfuslarına ve yeşil
kartlı sayısına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/360)
5.- Ankara Milletvekili
Yılmaz ATEŞ’in, IMF ile ilişkilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/362)
6.- İzmir
Milletvekili Ahmet ERSİN’in, bir sözüne ve bazı derneklerin
faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/363)
7.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, Kuzey Irak’ta teröre karşı
operasyon yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/366)
8.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, zayıflama ve kilo alma amaçlı
kullanılan kapsül ve enerji içeceklerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/370)
9.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, yeşil kartlılara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/371)
10.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu
ÖZBOLAT’ın, Kahramanmaraş çöp depolama alanının
yer seçimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/372)
11.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, özürlülerin gümrüksüz
otomobil edinmede yaşadığı sorunlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/373)
12.- Samsun Milletvekili
Osman ÇAKIR’ın, Samsun-Ceyhan
petrol boru hattının başlangıç terminaline
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/388)
13.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN’ın, Burdur İlindeki doğalgaz çalışmalarına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/389)
14.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te kent içi ulaşım
ile ilgili bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/391)
15.- Hatay Milletvekili
Gökhan DURGUN’un, Antakya’da polisin açtığı
ateş sonucu ölen bir kişiye ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/392)
16.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bursa-Yıldırım’daki bir kavşağın
trafik güvenliğine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/393)
17.- İzmir
Milletvekili Bülent BARATALI’nın, ülkemize kaçak yollardan
giren yabancılara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/394)
18.- Bursa Milletvekili
Onur ÖYMEN’in, Balkanlardan Türkiye’ye yerleşen soydaşlarımıza
vatandaşlık hakkı verilmesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/395)
19.- Ankara Milletvekili
Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme ürünlerinin denetimine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/401)
20.- İstanbul
Milletvekili Sacid YILDIZ’ın, yatarak tedavi olan hastaya
ilaç ve malzemenin hastane tarafından karşılanmasıyla
ilgili tebliğe ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/402)
21.- İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL’in, yeşil kartta otomatik
vize sistemi uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/403)
22.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bursa Yenişehir Devlet Hastanesinin
personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/404)
23.- Ankara Milletvekili
Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme ürünlerine ithalat
izni verilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/405)
24.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te kuraklıkla
ilgili kararnamenin uygulamasına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/406)
25.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, tarım kesiminin çeşitli
yönlerden geliştirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/407)
26.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bilecik-Osmaneli-Bursa-Bandırma demiryolu
yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/408)
22
Kasım 2007 Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER : Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa)
BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşimini açıyorum.
III.
- YOKLAMA
BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için
beş dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin
oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini,
bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin
salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini,
buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla, beş dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı
ilk söz, Edirne’deki sel afetiyle ilgili söz isteyen Edirne Milletvekili
Sayın Necdet Budak’a aittir.
Buyurun Sayın
Budak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI
1.-
Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, Edirne’de meydana gelen
sel felaketine ilişkin gündem dışı konuşması
NECDET BUDAK
(Edirne) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Edirne’de yaşanan sel taşkını
hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Ardahan
Milletvekilimiz Sayın Saffet Kaya’ya, söz hakkını
devrettiği için teşekkür ediyorum.
Edirne’de yaşanan
sel afetinde öncelikli olarak can kaybımız yoktur. Tüm Edirnelilere
geçmiş olsun dileklerimi buradan bir kez daha iletiyorum. Özellikle
Edirne’de son yıllarda
sık sık sel taşkını yaşamamız Edirnelileri
gerçekten üzmektedir. Şu anda Edirne Valilik nezdinde il merkezde
ve bir iki ilçemizde kriz masası oluşturulmuş, özellikle
Karaağaç mahallesinde okullarımız dört gün tatil edilmiş.
Bölgede il savunma ve kurtarma ekipleriyle DSİ bölge yetkilileri,
yine tugay komutanlığı teyakkuz hâlindedir. Tahliye
edilen ev bulunmamaktadır. Su debisi de bugünden itibaren yavaş
yavaş düşmeye başlamıştır. Pazarkule Yunanistan
Sınır Kapımız kapatılmış, İpsala
üzerinden Yunanistan’a geçiş sağlanmaktadır. Yine,
Bulgaristan Kapıkule Kapısı küçük araçlara kapatılmış,
Hamzabeyli üzerinden geçiş sağlanmakta.
Tabii, tarihsel
olarak Edirne’de sık sık biz bu sel taşkınlarını yaşıyoruz. Bunun
en önemli nedeni de, buraya
gelen suyun yüzde 97’si Bulgaristan ve Yunanistan bölgesinden
gelmektedir, yüzde 3’ü Türkiye topraklarından gelmektedir.
Bulgaristan’ın yaklaşık on dört-on beş barajı
var, bu barajların kapaklarını aynı anda açması
nedeniyle, su yönetiminde gerekli özeni göstermemesinden kaynaklandığını
düşünüyoruz. Aralıklı olarak da bu sel taşkınını
biz uzun yıllardır Edirne’de yaşıyoruz.
Bu konuyu özellikle
dile getiriyorum. Geçtiğimiz dönemde uzun yıllardır
yaşanan bu sel taşkınlarına karşı bölgede
alınması gereken önlemlerle ilgili olarak ilk kez geçtiğimiz
dönemde, AK Parti Hükûmeti döneminde, bölgede kırk elli yıldır
tartışılan Suakacağı Barajı konusunda,
Hükûmet olarak, resmî girişimde bulunduk 8 Nisan 2005 tarihinde.
Bu baraja Bulgaristan uzun yıllar sıcak bakmıyordu, ancak
soğuk savaş döneminin bitmesiyle birlikte bu dönemde yeni
bir protokol imzalandı. Her iki ülkenin bakanları, Enerji,
Çevre Bakanları hem Sofya’da hem Türkiye’de bir araya geldik.
Tabii ki, uluslararası hukuk anlamında da önemli. Bulgaristan’ın
onay vermesi durumunda, ben biliyorum ki, Maliye Bakanlığımız
ve Hükûmetimiz bu barajın yapımına çok sıcak bakıyorlar,
potansiyeli de maddi anlamda çok büyük değil. Ancak, bu barajın
yapılacağı yerin yüzde 70’i Bulgaristan sınırlarında,
yüzde 30’u Türkiye sınırlarında olduğu için Bulgaristan’ın
onayı çok önemli. Yapılan yeni protokolle birlikte, ben,
her iki ülkenin Bakanlar Kurulunda alacağı kararla birlikte
bu projenin hayata geçeceğini, bu sel taşkınlarının
en azından biraz daha minimize olacağını düşünüyorum.
Tabii ki, bir
başka alınması gereken önlem: Bu bölgedeki nehir yatağı
yaklaşık 200 kilometre. 50’li yıllarda seddeleri ele
alınmış, 50’li yıllardan sonra bu seddeler hiçbir
şekilde güçlendirilmemiş. Geçtiğimiz bir yıl boyunca,
Hükûmetimizin çıkartmış olduğu maddi desteklerle
bölgedeki seddeler güçlendirilmiş ve bu taşkının
bu yıl biraz daha kontrollü, suyun yönetilebilmesi açısından
sağladığımız başarı, bu seddelerin
güçlenderilmesinden kaynaklanıyor. Tabii, bu da yeterli değil.
1923 Lozan Anlaşması’ndan
beri bu nehirlerde…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, Hatibi dinlersek…
Buyurun.
NECDET BUDAK
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...bu nehir yataklarının
her iki ülke arasında yapılacak anlaşmalarla temizlenmesi
gerekiyor. Çünkü nehrin yarısı Türkiye’ye ait, bir diğer
yarısı ise Yunanistan ve Bulgaristan’a ait. Bu nehir yataklarının
temizlenmesiyle ilgili olarak Avrupa Birliği fonlarından
yaklaşık 4 milyon euroluk her iki ülke arasında sınır
ötesi iş birliği kapsamında geliştirilmiş
bir proje var. Bu proje kapsamında bu yıldan itibaren bu nehir
yatağının ve oluşan adaların temizlenmesi
gündemde ve bu konuda çalışmalar hızla devam ediyor.
Tabii, Bulgaristan’ın
AB üyesi olmasıyla birlikte, Bulgaristan tarafından da
bölgede meteoroloji istasyonlarının geliştirilmesi,
yine taşkın tahmini ve kapasite geliştirilmesi ve
taşkınların kontrolü anlamında projeler Bulgaristan
tarafından Avrupa Birliğine sunulmakta. Bu konuda da çalışmalar
var. Ama Türkiye olarak biz, Türkiye-Bulgaristan Sınırötesi
İşbirliği Bölgesinde Taşkın Tahmini İçin
Kapasite Geliştirilmesi ve Taşkın Kontrolü Projesi
de -Bu da 4 milyonluk bir proje- şu anda Merkezi Finansman ve
İhale Biriminde. Bölgede her şey kontrol altında. Ancak
bu bölge çok uzun yıllar ihmal edilmiş. Buradaki yerel yönetimlerin
de zarar görmesi söz konusu. Ancak biz, Edirne Belediyesinin,
Hükûmet olarak, 30 trilyon elektrik altyapı projesini şu anda
yapmaktayız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NECDET BUDAK
(Devamla) – Bitiriyorum.
BAŞKAN –
Bir dakika süreniz var, tamamlayın lütfen.
NECDET BUDAK
(Devamla) – 30 trilyonluk projenin şu anda ihalesi yapılmış
ve inşaat çalışmaları devam ediyor.
Yine, Yağmur
Suyu Toplama Projesi, Hükûmetimiz tarafından finansman desteği
sağlanmış.
Yine, Edirne Belediyesi
mücavir alanlarında olmasına rağmen Edirne ana giriş
yolu -4,5 trilyonluk- projesi de tamamlanmış.
Yine, Edirne’nin
otuz kırk yıllık içme suyu projesini, belediyenin görevi
olmasına rağmen, Devlet Su İşleri aracılığıyla,
Hükûmet olarak bu projeyi yaptık ve belediyemize teslim ettik.
Şu anda burada
herhangi bir mağduriyet yok. O bakımdan, benim bunları
vurgulamamdaki amaç da şu: Biz, ülkemizde, özellikle sel felaketi
nedeniyle, sel taşkınları nedeniyle altmış
yetmiş yıldır yapılmayan bu projeleri yavaş
yavaş hayata geçiriyoruz. Yani, 64 yılında planlanan
bir Hamzadere Barajı’nın yüzde 1 temeli atılmış,
ama biz bunu aldık, şu anda yüzde 40 seviyesine getirdik,
2009’da bitirmek istiyoruz.
Yine, 19 Kasımda
bölgenin GAP projesi 520 bin…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Budak.
NECDET BUDAK
(Devamla) – Sürem var burada Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır,
bir dakika süreniz vardı.
NECDET BUDAK
(Devamla) – Peki Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim.
Gündem dışı
ikinci söz, Diş Hekimliği Haftası münasebetiyle söz
isteyen, Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse’ye
aittir.
Buyurun Sayın
Köse. (CHP sıralarından alkışlar)
2.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve
Diş Sağlığı Haftası’na ilişkin gündem
dışı konuşması
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bugün 22 Kasım.
İçerisinde bulunduğumuz haftanın Ağız ve
Diş Sağlığı Haftası olması nedeniyle
söz almış bulunmaktayım.
1908 yılında
askerî tıp kökenli Doktor Cemil Topuzlu ve Doktor Halit Şazi
Bey’in dişçilik mektebi kurmakla görevlendirilmeleri ile
diş hekimi eğitimi okullarda verildiği yeni bir dönem
başlamıştır. 28 Ekim 1909’da fiilen öğretime
başlamış olan okul ilk mezunlarını 30 Temmuz
1911’de vermiştir. Yüzüncü yılında, yani bugün ülkemizde
diş hekimi eğitimi dünya standartlarının altında
değildir. Dünyadaki bilimsel gelişmelere paralel olarak
Türkiye’deki diş hekimliği, çağdaş bilgi ve teknolojiyi
uygulamada yüz ağartıcı bir yerdedir. Ancak, toplumun
ağız ve diş sağlığı verilerine bakıldığında
bu durumun tam tersi veriler görülmektedir. Bildiğimiz gibi,
tüm vatandaşlara uygun ortamlarda eşit sağlık hizmetleri
sunmak devletin anayasal görevidir. Bu, ayrıca, sosyal devlet
olmanın da temel ilkelerinden biridir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; vücudun en önemli giriş
kapısı olan ağız ve bununla beraber dişlerin
insan sağlığının genel bir parçası olduğu
göz ardı edilmemelidir. Ağız ve diş sağlığı
bireyin vücut sağlığını doğrudan etkileyen
bir faktördür. Az önce, ülkemizde diş hekimliğinin gelişimi
üzerine söylediklerimle birlikte diş hastalarının
çok önemli olan kimi sorunlarına değinmeden geçmemek gerekir.
Hastaların
diğer tüm branşlarda sevk almadan özel sağlık kuruluşlarından
yararlandığını biliyoruz. Ancak, sadece diş
hastalarının resmî kurumlardan sevk alarak özel sağlık
kuruluşlarında hizmet görmesi önemli bir sorun olmaktadır.
Bu durum, eşit ve adil olmayan uygulamalar biçiminde ortaya
çıkmakta ve hasta mağduriyetine neden olmaktadır. Bu
mağduriyetin çözülebilmesi için diş hastaları da
özel kurum ve muayenehanelerden direkt başvuruyla tedaviden
yararlanabilmeli ve diş protezi yaptırabilmelidir.
Ayrıca,
Türk Diş Hekimleri Birliğinin yayınlamış olduğu
asgari ücret tarifesi ile Maliye Bakanlığının
açıkladığı diş tedavi yardımı arasında
rakamsal anlamda oldukça fark bulunmaktadır. Maliye Bakanlığının
diş tedavi ücreti düşük kalmaktadır bu açıdan.
Diş tedavi faturaları özelde Türk Diş Hekimleri Birliğinin
asgari ücret tarifesine göre düzenlenmektedir. Fakat, Maliye Bakanlığı
da kendi ücret tarifesine göre ödeme yaptığı için, arada,
ödenmemiş ve hasta aleyhine oldukça büyük fiyat açığı
ortaya çıkmaktadır.
Diş hastalarının
sorunlarıyla birlikte, diş doktorlarının en büyük
destekçisi olan diş teknisyenlerinin de performansa bağlı
özlük haklarının düzenlenmesi gerektiğine inanıyorum.
Sağlıkta
reform anlamında ele alınan sağlıkta dönüşüm
projesinde atılacak her adımda bütüncül bir yaklaşım
gerekmektedir. Sağlık sisteminin bütün aktörlerini dikkate
alarak ve fotoğrafın bütününü görerek politika geliştirmeye
ihtiyaç vardır. Bu anlamda, etkin ve iyi işleyen bir
ağız ve diş sağlığı için finansman,
eğitim, yaygın hizmet sunumu, hekim seçme özgürlüğü,
hekim dağılımı dengesi, kayıt dışılığın
ve sahteciliğin etkin bir şekilde ortadan kaldırılması,
etkin kontrol ve denetim sistemi gibi sorunlar ana başlıklar
altında toplanmalı ve bu konular önemle ele alınmalıdır.
İster kamuda
ister özel sektörde olsun, sağlık çalışanlarının,
haklarını işverenlere karşı koruyabilmesi
için uluslararası anlaşmalardan doğan çalışanlara
toplu sözleşmeli grev hakkı tanınmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle tüm meslektaşlarımın
Diş Hekimliği Günü’nü kutlar, hepinize sevgi ve saygılarımı
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Köse.
Gündem dışı
üçüncü söz, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle söz isteyen
Bursa Milletvekili Sayın İsmet Büyükataman’a aittir.
Buyurun Sayın
Büyükataman. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz
beş dakika.
3.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, 24 Kasım
Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
İSMET BÜYÜKATAMAN
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öğretmenlerimizin problemlerini 24 Kasım Öğretmenler
Günü münasebetiyle beş dakikalık süre içinde konuşmak
üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
24 Kasım
Öğretmenler Günü, yılda bir kez de olsa, öğretmenlerin
ve öğretmenliğin kamuoyu gündemine getirildiği bir
gündür. Her 24 kasımlarda yediden yetmişe, devlet başkanından
mahalle muhtarına kadar her yetkili pek çok süslü sözlerle
öğretmenliğin ne kadar ulvi, ne kadar kıymetli ve ne derece
yüksek bir meslek olduğundan bahseder. Kültürlerin ve medeniyetlerin
en büyük mimarları olan öğretmenlerimizi yılda bir
gün hatırlamak, lider ülke hedefimizi yılda bir gün hatırlayarak,
bu vesileyle rafa kaldırmak olacaktır. Bu nedenle kaliteli
öğretmen yetiştirerek, gelecek nesillerin, lider ülkeye
bizi kavuşturmalarını amaç edinmeliyiz.
Mustafa Kemal
Atatürk, Türk milletine dayalı Türkiye Cumhuriyeti devletini
kurarken, millî olma karakterini öğretmenlere emanet etmiştir.
Atatürk, “Öğretmenler, sizin başarınız cumhuriyetin
başarısı olacaktır. Cumhuriyet sizden fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” diyerek, öğretmenlere
verdiği değeri ifade etmiştir.
Öğretmenlik
mesleğini tek kelimeyle ifade etmek gerekirse bunun adı
“fedakârlık” olacaktır. Hâl böyle iken, memlekette öğretmenlerin
durumu nedir? Ne yaparlar? Ne yer, ne içerler? Dünyadaki meslektaşlarıyla
kıyaslandığında nasıl bir tablo ortaya
çıkmaktadır, bunu hepimizin bilmesinde yarar olduğu
kanaatindeyim.
Değerli
milletvekilleri, Türk Eğitim-Sen tarafından 24 Kasım
Öğretmenler Günü münasebetiyle bir anket çalışması
yapıldı. 1.700 öğretmen üzerinde uygulanan bu ankette,
Türk öğretmenlerinin içinde bulunduğu durum gözler önüne
serildi. Ankete katılan öğretmenlerimizin yüzde 23,5’i
görevlerinden arta kalan zamanda ek iş yaptıklarını
dile getirirken, yüzde 89,6’sı kredi kartı borcu ya da taksitleri
olduğunu belirtmektedir. Kart borcu olmayanların oranı
sadece yüzde 10,3’tür. Ankete katılan öğretmenlerimizin
yüzde 91,4’ü maaşından birikim yapamadığını
belirtirken, yüzde 58,3’ü kirada oturduğunu, yüzde 28,5’i ev sahibi
olduğunu ifade etmiş. Evi olan öğretmenlerimizin ise
büyük bir kısmı kendi birikimleriyle değil miras yoluyla
ya da ailesinin desteğiyle ev sahibi olabilmiştir.
Öğretmenlerimizin
yüzde 78’i bilimsel gelişmeleri takip edememektedir. Bunun nedeni
olarak ise ekonomik yetersizliği ifade etmişlerdir.
Öğretmenlerimizin
yüzde 72,7’si öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu
dile getirmesine rağmen, çocuğunun öğretmen olmasını
istememektedir. Öğretmenlerimize, “Çocuğunuzun niçin
öğretmen olmasını istemezsiniz?” sorusuna verilen
cevap da ne yazık ki ibret vericidir. Mesleğin itibarının
kalmadığını ifade eden öğretmenlerimizin
oranı yüzde 27 civarındadır.
Öğretmenlerimizin
en önemli sorunlarından biri de -bilindiği üzere- ücret yetersizliğidir.
Avrupa Birliği üyesi meslektaşlarıyla karşılaştırıldığında
Türk öğretmenleri oldukça az kazanmaktadırlar.
Saygıdeğer
milletvekilleri, öğretmenlerimizin ve üniversite öğretim
üyelerinin özlük hakları ve istihdam şartları çağdaş
standartlar düzeyine mutlaka çıkarılmalıdır.
Öğretmenlerimizin kendisini ve öğrencilerini en iyi
şekilde yetiştireceği ortam mutlaka hazırlanılmalıdır.
Öğretmenlerin terfisinde de başarı esas olmalı,
değerlendirme yapılırken, velilerin ve okul yönetimiyle,
öğrencilerin başarıları dikkate alınmalıdır.
Çoğumuzun
bildiği ve yakinen takip ettiği gibi, öğretmenlerimizin
çok değişik problemleri söz konusudur. Ancak, sınırlı
vaktimiz nedeniyle bunların çoğunu, maalesef, ifade edemiyorum.
Toplumumuzun
en müstesna şahsiyetlerinden oluşan eğitimcilerimiz,
irfan ordumuz, hak ettiği değer ve öneme mutlaka sahip olmalıdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
İSMET BÜYÜKATAMAN
(Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, öğretmene verdiğimiz
değeri yeniden gözden geçirmek zorundayız.
24 Kasım
Öğretmenler Günü’nü, tüm öğretmenlerimize sağlık,
huzur ve mutluluklar getirmesi dileğimle kutluyorum.
Bu vesileyle,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bölücü terör örgütünce katledilen
öğretmenlerimiz başta olmak üzere Hakk’ın rahmetine
kavuşan bütün öğretmelerimizi şükranla yad ediyor,
heyetinizi en derin saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim, Sayın Büyükataman.
Hükûmet adına
konuşmayı Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin
Çelik yapacaktır.
Buyurun Sayın
Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle 24 Kasım
Öğretmeler Günü dolayısıyla gündem dışı
bir konuşma yaparak öğretmenlerimizle ilgili Hükûmetimizin
bugüne kadar yapmış olduklarını, öğretmenlerimizle
ilgili düşüncelerimizi, onlarla ilgili bundan sonra yapmak
istediklerimizi bana da açıklama fırsatı verdiği
için Bursa Milletvekilimiz, değerli arkadaşımız
Sayın İsmet Büyükataman’a huzurlarınızda teşekkür
ediyorum.
Her ne kadar 24
Kasımda Türkiye'nin her tarafında, seksen bir vilayette,
il ve ilçelerde Öğretmenler Günü kutlamaları olacak ve o
gün gerekli mesajları vereceğiz ama, böyle bir konu gündeme
gelmişken, ben bütün öğretmenlerimizin, bugün hayatta olmayan
öğretmenlerimizin, şu anda işinin başında olan
öğretmenlerimizin ve bizlerin üzerinde büyük hakkı olan
ilköğretimden yükseköğretime kadar bütün öğretmenlerimizin,
eğitimcilerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum ve
öğretmenlik mesleğini hakkıyla yapan, gerçekten ilim,
irfan ordusunun mensubu olan değerli öğretmenlerimize
de buradan saygılarımı iletiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
ben, Sayın Büyükataman’ın, özellikle temennilerine katılıyorum.
Öğretmenlik çok saygın bir meslektir. Dünyada her meslek erbabının
ürününe bir değer biçilebilir, ama öğretmenin ürününe değer
biçilemez. Öğretmenlik, Büyük Atatürk’ün de ifade ettiği
gibi, bir fedakârlık, feragat mesleğidir, bir sevgi, şefkat
mesleğidir. Öğretmenliği ve öğretmenlik mesleğini
sadece maddi tatminle anlamlandırmak, ifade etmek mümkün değildir.
Öğretmenlerimize çok şey borçluyuz, ülke olarak çok
şey borçluyuz, bireysel olarak öğretmenlerimize çok
şey borçluyuz.
Tabii, bu arada
bir şeyin altını çizmek istiyorum. Bir ülkenin refah düzeyi,
bir ülkenin kalkınmışlık düzeyi bütün meslek gruplarına
bir şekilde yansır. Zaman zaman yapılan, özellikle sendikalar
tarafından yapılan bazı açıklamalarda Avrupa
Birliği ülkelerinden örnekler verilerek, İskandinav ülkelerinden,
Finlandiya’dan, Norveç’ten, İsveç’ten örnekler verilerek
orada öğretmenlerin aldıkları maaşlar Türkiye’yle
mukayese edilmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
şüphesiz ki, dediğim gibi, çok şeyimizi borçlu olduğumuz,
öğretmenlerimize, eğitim gibi bizim istikbal davamız
olan bir alanda çalışan arkadaşlarımıza daha
fazla maaş vermek, onların özlük haklarını düzeltmek,
onlara daha fazla sosyal haklar tanımak bütün iktidarlar tarafından
arzu edilen, istenen bir şeydir. Ancak, mesele şudur: Siz, ülkenizin
imkânlarıyla değerli öğretmenlerimizin ve kamu çalışanlarının
ihtiyaçlarını örtüştürmek, bütünleştirmek zorundasınız.
Şüphesiz ki, Finlandiya’daki, Norveç’teki, Almanya’daki
öğretmen bizim öğretmenimizden daha fazla para alıyor.
Ancak, kişi başına düşen millî geliri 30 bin dolar
olan, 35 bin dolar olan bir ülkenin öğretmenlerinin refah düzeyi
ile bizim gibi bir ülkenin refah düzeyini ve öğretmenlerin maaşlarını
mukayese ederseniz bu sizi doğru bir sonuca götürmez. Aynı
hesap o zaman mühendis için de yapılır, doktor için yapılır,
hemşire için yapılır, işçi için yapılır,
her alanda çalışan insan için yapılır. Ama, bir rakam
vereyim: OECD ülkeleri içerisinde gayrisafi millî gelirden pay alma
itibarıyla öğretmen aidatları, öğretmenlerin
eline geçen para, öğretmenler için yapılan harcamalar
açısından biz OECD ülkeleri içerisinde 1’inci durumdayız.
İktidara geldiğimizde, bir öğretmenimizin, 1’inci derecenin
1’inci kademesinden maaş alan bir öğretmenimizin aldığı
maaş 722 YTL’ydi; ders ücretini buna dâhil etmiyorum, bugün itibarıyla
bu 1.416 YTL olmuştur. Toplam olarak öğretmenlerimizin maaşında,
enflasyondan arındırdığınız zaman -refah payı olarak artıştan
söz ediyorum- yüzde 43’lük bir artış olmuştur. Biliyorsunuz
1998’den beri öğretmenlerin ek ders ücretlerine zam yapılmamıştı.
İlk defa iktidarımız döneminde öğretmenlerin ek
ders ücretlerine yüzde 47’lik gibi bir artış sağlanmıştır.
Peki, bu yeterli midir? Elbette yeterli değildir. Keşke
-dediğim gibi- imkânlarımız, bütçemiz çok çok daha büyük
olsaydı, pastanın ebadı çok daha büyük olsaydı ve
öğretmenlerimize 1.000 YTL yerine, 1.400 YTL yerine keşke
3 bin YTL maaş verebilseydik.
Sevgili arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, bugün itibarıy
Değerli arkadaşlarım,
bir şeyi daha özellikle huzurlarınızda ifade etmek istiyorum:
Öğretmenlik mesleğinin saygınlığını
korumak, özellikle öğretmeni kuyrukta bekletmemek, bütün atamalarda
-ilk atamada, açıktan atamada, naklen atamada, il içi ve il dışı atamalarda- öğretmenlik
mesleğine yakışır şekilde, onların bütün
işlerini kolaylaştırmak ve onları kapılarda
bekletmemek, onları kuyrukta bekletmemektir. Biz iktidara
geldikten sonra, öğretmenlerimizin bütün iş ve işlemleri
-ilk atamalar dâhil olmak üzere- elektronik ortamda yapılmaktadır
ve mesai kavramı yedi gün, yirmi dört saate çıkmıştır.
Birisi, öğretmenlerimizin eline dilekçelerini alıp Bakanlığa
gelmesi, ilçe millî eğitim müdürlüklerine, il millî eğitim
müdürlüklerine gitmesi bile gerekmemektedir. Hatırlamaya
çalışın yıllar öncesini, Millî Eğitim Bakanlığında
öğretmen atamaları olacağı zaman Millî Eğitim
Bakanlığının koridorları âdeta panayır
yerini andırıyordu. Şu anda, atama dönemlerinde bile
orada insan göremezsiniz. 20 bin öğretmenin ataması on iki
dakikada yapılmaktadır, puan üstünlüğüne göre yapılmaktadır,
objektif kriterlere göre yapılmaktadır.
Eskiden öğretmenlerimiz
büyük merkezlerde toplanıyordu, dengeli bir dağılım
söz konusu değildi. Bu dengeli dağılım sağlanmıştır
ve nokta ataması sistemi getirilmiştir. A ilinin emrine
değil, Kütahya ilinin, Mardin’in, Artvin’in, Van’ın il emrine
öğretmen ataması değil, doğrudan ihtiyacın
olduğu nokta tespit ediliyor ve oraya öğretmen ataması
yapılıyor.
Peki, öğretmenler
yer değiştirmek istediği zaman, Keçiören’deki bir
okuldan Çankaya’daki bir okula gitmek istediği zaman ne yapıyor?
İnternette bütün açık pozisyonları görebiliyor ve
eğer puanı yetiyorsa –ki bu, kıdem vesair gibi, esas,
artılardan gelen puanlardır- oraya müracaatını
yapar. 20 kişi müracaat eder, diyelim ki 5 kişi gider ve bunu
da herkes bilir, niçin tayin edildiğini ve edilmediğini bilir.
Böylelikle, bu sefer, öğretmenlerimizin iş ve işlemlerini
kolaylaştırarak, biz, öğretmenlik mesleğinin saygınlığına
en büyük katkıyı yaptığımızı düşünüyoruz.
Öğretmenlerimizin
konut sahibi olması, özellikle büyük şehirlerimizde bizim
hedeflerimizden birisidir. Bugüne kadar yaklaşık üç bin
konut İLKSAN’la, TOKİ’yle iş birliği yapılarak
öğretmenlerimizin emrine tahsis edilmiştir. Bu gayretimiz,
çalışmalarımız bundan sonraki süreçte de daha
ucuz şartlarla, daha uzun vadeli taksitlerle öğretmenlerimizin
konut sahibi olması yönündeki gayretlerimiz de devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
eğitim, beş şart bir araya geldiği zaman gerçek anlamda
eğitim olur: Fiziki altyapı, teknolojik altyapı, donanım,
dokümantasyon, müfredat, öğrenci ve öğretmen bir araya geldiği
zaman. Bu şartların eğer beşi de mükemmelse, oradan
mükemmel bir eğitim alırsınız. Ama dünyanın en
iyi şartlarını getirin, çok iyi binalar yapın, bunları
teknolojik donanımla donatın, dünyanın en harika müfredatını
uygulayın, ama, eğer öğretmen kalitesinde bir sıkıntı
varsa istediğinizi gerçekleştiremezsiniz.
Biz de, buradan
hareketle, bir taraftan mevcut öğretmenlerimizi hizmet içi
eğitimlere alarak, bir kısım öğretmenlerimize
yüz yüze hizmet içi eğitim vererek, önemli bir kısmına
sanal ortamda hizmet içi eğitim vererek, 100 bine yakın
öğretmenimizi açtığımız kampanyalarla çok
ucuz şartlarda dizüstü bilgisayara sahip kılarak öğretmen
niteliklerini artırmaya çalışıyoruz. Hizmet
içi eğitim enstitülerimizde ve diğer kurumlarımızda
bu nitelikleri artırma yönünde gayretlerimiz var.
Değerli arkadaşlarım,
2002 yılının sonunda Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı 103 Anadolu öğretmen lisesi vardı. Peki, Anadolu
öğretmen lisesinin önemi ne? Öğretmenlik mesleğinin
ortaöğretimdeki ayağını oluşturmaktadır.
Eğer Anadolu öğretmen lisesinden öğretmenliğe geçerse
gençlerimiz, hepsini üniversitelerde burslu okutuyoruz. Bir
öğretmenlik mesleğini seçerse, öğretmen yetiştiren
bir yükseköğretim kurumunu seçerse kendilerine burs veriyoruz.
Bütün Türkiye’de 103 Anadolu öğretmen lisesi vardı, bizim
bu iktidarımız süresinde 77 adet daha Anadolu öğretmen
lisesi açılmıştır. Bütün amacımız, öğretmen
motivasyonunu ortaöğretimden itibaren temin etmektir ve
öğretmenlerin, öğretmen olacak kişilerin ortaöğretimde
en kaliteli öğrenciler arasından seçilmesi, en nitelikli
öğrencilerin öğretmenlik mesleğine kazandırılması
amacıyla 77 adet Anadolu öğretmen lisesi yurdun dört bir yanında
hizmete sokulmuştur. Bunlar son derece önemli şeylerdir.
Değerli arkadaşlarım,
eskiden bir öğretmenimiz sadece kademe ve derece artışlarından
bir artı alabiliyordu. Kırk sene, elli sene öğretmenlik
yaptığı zamanda, başladığı gün de
öğretmen, emekli olduğu gün de öğretmen oluyordu.
Şüphesiz ki, öğretmenlik tek başına büyük bir
şereftir, bu öğretmenlik mesleği büyük saygınlığı
olan bir meslektir. Ancak, insanlar verdiği emeğin karşılığını
almak isterler. Bunun için öğretmenliği kariyer meslek
hâline getirdik. Öğretmenimiz gayret gösterirse, girdiği
sınavlardan başarılı olursa, iyi sicil alırsa,
iyi performans ortaya koyarsa -ki, bunlar da objektif kriterlere
bağlanmıştır. Bununla ilgili kanun çıkarılmıştır-
öğretmenimizin uzman öğretmen olma ve başöğretmen
olma imkânı getirilmiştir ve her kademede de özlük haklarında
artışlar meydana gelmektedir. Yaklaşık 100 bin
öğretmenimiz şu anda uzman öğretmen ve başöğretmen
unvanlarına sahiptir. Bu da onlara hem saygınlık, meslekleri
itibarıyla yeni bir unvan hem de maaşlarında ciddi artışlar
sağlamaktadır.
Yine, malumunuz
bu maaşların bankaya yatırılmasıyla birlikte
ortaya ciddi bir kaynak çıkıyor, “promosyon” dediğimiz
bir para ortaya çıkıyor. Biz Millî Eğitim Bakanlığı
olarak bu işe öncülük ettik. Bu paraların yüzde 30’u yine
eğitim hizmetlerine harcanıyor, ama yüzde 70’ini biz
eğitim çalışanlarına iade ediyoruz. Millî Eğitim
Bakanlığının yapmış olduğu bu uygulama
diğer kurumlara ve birimlere de örnek oldu, bütün Türkiye’de
bu uygulama şu anda yapılıyor.
Değerli arkadaşlarım,
eskiden atamada “Zorunlu bölge” kavramı il bazındaydı.
Şimdi, ben Ankara’yı size örnek vereyim. Ankara dendiği
zaman eğer bizim aklımıza sadece Çankaya gelirse, Keçiören
gelirse büyük bir yanılgı içerisine gireriz. Ankara’nın
Evren ilçesi, Ankara’nın Haymana ilçesi, Ankara’nın
Şereflikoçhisar ilçesi -daha birçok ilçe sayabilirim- sahip
olduğu imkânlar, kalkınmışlık düzeyi itibarıyla
doğu ve güneydoğudaki ilçelerden farklı değildir.
Kastamonu’nun, Yozgat’ın bazı ilçeleri, Çorum’un bazı
ilçeleri bundan farklı değildir. Hatta ve hatta, bakın,
Balıkesir’in Edremit ilçesi ile Bandırma ilçesini
eğer siz Dursunbey’le eş değer görürseniz kalkınmışlık
itibarıyla, imkânlar itibarıyla büyük bir yanılgı
olur. Bursa’nın Gemlik ilçesi ile İnegöl ilçesini eğer
siz Orhaneli ilçesiyle aynı görürseniz büyük bir yanlışlık
olur. Dolayısıyla atamada “Zorunlu bölge” kavramını
biz ilçe bazına indirgedik. İlçeler zorunlu atama bölgeleridir.
Böylelikle, birçok öğretmenin gitmek istemediği Ankara’nın
bazı ilçelerinde, Ankara’ya çok yakın olan bazı vilayetlerde
bile o eksikliğini hissettiğimiz öğretmen açıkları,
daha doğrusu ciddi boyutlarda olan öğretmen açıkları
bu uygulamalar sayesinde gerçekten büyük bir düzene girmiştir
ve öğretmenlerimiz de bu uygulamadan son derece memnundur.
Değerli arkadaşlarım,
bir şeyin daha altını çizmek istiyorum. Bildiğiniz
gibi meslekler değişiyor, mesleklerin nitelikleri değişiyor,
yeni araç, gereçler, eğitimde kullanılan yeni teknikler ve
yöntemler itibarıyla öğretmenlerimizin ciddi manada kendilerini
yenilemeleri gerekiyor. İşte bu arada bilişim teknolojisi
devreye giriyor.
Bildiğiniz
gibi Türkiye’nin her tarafında okullarımıza bilgi
teknolojisi sınıfları kurduk, bilgisayar laboratuvarları
kurduk ve öğrenci kitlemizin şu anda yüzde 90’ı ADSL sistem
İnternet’ten yararlanıyor. Öğretmenlerimizin bilişim
teknolojilerini eğitimde olmazsa olmaz bir yardımcı
unsur olarak kullanması için uluslararası firmalar dâhil
kendi imkânlarımızı seferber ederek öğretmenlerimizin
hepsini bilişim okuryazarı hâline getirmek, sadece burada
bırakmayıp çok daha ötesine götürmek için ciddi gayretlerimiz
oldu, çok önemli mesafeler katedildi ve bundan sonra da bu gayretlerimiz
devam edecektir.
Bir şeyin
tekrar altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım:
Öğretmenlik mesleği şüphesiz ki çok çok büyük karşılıkları
hak eden bir meslektir. Öğretmenler saygınlıklarının
azaldığını -bazı öğretmen arkadaşlarımız-
düşünebilirler ama kesinlikle bu toplumda, yani Türkiye Cumhuriyeti
devletinde, Türk halkı arasında öğretmenin saygınlığı
dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar çok çok daha
yüksektir. Saygınlık sadece aldığınız maaşın
büyüklüğüyle ölçülmez, saygınlık biraz bireyin kendisiyle
ilgili bir meseledir.
Ben buradan değerli
öğretmen arkadaşlarıma da sesleniyorum: Bir eğitimci
düşünür der ki: Çocuklarına sevgiyle yaklaşmayan bir
eğitimci sabahtan akşama kadar soğuk demiri şekillendirmek
için döven demirciye benzer. Eğer demiri şekillendirmek istiyorsanız,
onu ısıtmalısınız. Eğitimde ısıtıcı
unsur sevgidir. Öğretmenimiz sabahtan akşama kadar
öğrencilere nasihat ederek öğrencileri şekillendiremez,
iyiden ve doğrudan yana değiştiremez. Öğretmenimiz
davranışlarıyla, hâl ve hareketleriyle onlara örnek
olduğu zaman, onlar için bir modellik yaptığı zaman,
model hâline geldiği zaman, esas, öğrenciler üzerinde tesiri
o zaman yapar, onlara o zaman etki eder ve saygınlığı
da o oranda artmış olur. Eskiler hep derler, lisanıhâl,
lisanıkal derler, yani davranış dili ve sözlü dil arasında
bir tercih yaptığınız zaman, davranış dili
her zaman sözlü dilden daha etkilidir, daha kalıcıdır
ve daha çok saygınlık uyandırır. Dolayısıyla,
öğretmenlik mesleğinin saygınlığını
artırmak, şüphesiz ki, Bakanlık olarak, öğretmenlerimizi
istihdam eden bir kurum olarak önce bizim görevimizdir ama öğretmenlerin
saygınlığını artırmak öğretmenlerin
görevidir, velilerimizin görevidir, onlarla iş birliği
içerisinde olacak olan anne- babaların, aynı zamanda ebeveynlerin
görevidir.
Değerli arkadaşlarım,
bakın bir şeyin daha altını çizmek istiyorum: Dünyanın
birçok yerinde insanlar ortaöğretim kurumlarında özellikle
öğretmenlik yapmak istemiyor. Birkaç sene önce Amerika Birleşik
Devletleri’nde Washington’da bulunduğum bir sırada, Türkiye’deki
bir üniversite, oradaki Kolombiya eyaletiyle bir protokol imzalıyorlar.
Protokolün özeti şudur: Bizim üniversitemiz onlara fizik, kimya,
biyoloji, matematik öğretmeni yetiştirecek ve Kolombiya
district’in içerisinde bulunduğu, daha doğrusu Washington’un
da içerisinde bulunduğu Kolombiya district’e gönderecek ve
orada bunlar istihdam edilecekler. Şimdi ilk akla gelen şu:
Amerika, fizikçi, kimyacı, biyolog, matematikçi, öğretmen
yetiştiremiyor mu? Mesele o değil değerli arkadaşlarım.
Ortaöğretim öğrencileri o kadar büyük bir disiplinsizlik
içerisindedir ki, o kadar ipler gevşemiştir ki, bu sadece
Amerika’da değil, İngiltere’de de böyledir, Kıta Avrupa’sının
birçoğunda da böyledir ve ortaöğretim kurumlarında,
hele hele bayan öğretmenlerin öğretmenlik yapması
çok büyük bir zorluk teşkil etmektedir. Ama bizim ülkemizde, bizim
millî hasletimizden, bizim millî kültürümüzden, bizim inancımızdan
ve geleneklerimizden gelen bir etkiyle bizim öğrencilerimiz
çok çok daha saygılıdır, öğretmenlerine karşı
çok daha saygılıdır ve biz de bundan dolayı öğretmenlik
kesinlikle o ülkelerdeki gibi bir kâbus değildir.
Bazen sendikalar
daha fazla üye yazabilmek için popülizm yaparlar. “Efendim, öğretmenin
maaşı şu kadar azdır, şu ülkeyle mukayese
edildiği zaman şunlar yapılmalıdır.” Biz de
hep bunları söylüyoruz. Ama, değerli arkadaşlarım,
tekrar bir şeyin altını çizmem lazım: Hollanda’nın
2,5 milyon öğrencisi için ayırdığı eğitim
bütçesi 20 milyar avrodur. Eğer bizim öğrenci sayısına
göre bir mukayese yaparsanız, bizim, Hollanda düzeyinde
eğitime bütçe ayırmamız için 205 katrilyon para
ayırmamız lazım. Zaten 205 katrilyon 2007 yılındaki
konsolide bütçemizin hepsidir, hatta 204 katrilyondur. Dolayısıyla
imkânlarımız arttıkça, bütçemizin ebadı büyüdükçe,
pastanın ebadı büyüdükçe, bu, öğretmenlerimize de
toplumun bütün kesimlerine de refah olarak, refah payı olarak
şüphesiz ki yansıyacaktır. “Kim ne verirse ben beş
fazlasını veririm.” zihniyeti Türkiye’yi büyük bir uçuruma
götüren zihniyettir. “Para basalım, bütün memurlara fazla para
verelim.” diyen zihniyet Türkiye’yi uçuruma götüren zihniyettir.
Biz Türkiye’de, dediğim gibi, ülkemizin imkânlarını,
ülkemizin sahip olduğu potansiyeli, yeter ki halkımızın,
yeter ki kamu çalışanlarımızın ve insanımızın
yararına bir şekilde…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın
Bakan, bir dakika ek süre veriyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Zaten beş dakika fazla vermiştiniz Sayın Başkanım.
BAŞKAN –
Onu makineden düzelttirdim içeride.
ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Düzeltilmedi.
BAŞKAN –
Tam yirmi dakikada kesildi,
şimdi bir dakika ekliyorum.
TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Düzeltilmedi Sayın Başkanım.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, yeter ki biz bu imkânları, dediğim gibi,
bütün ülkemizin yararına, herkesin yararına kullanmasını
bilelim.
Bu arada
şunu da belirteyim: Aslında Maliye Bakanlığı
öğretmenevlerinin kamu imkânlarıyla inşa edilmesine
yasak getirmesine rağmen, biz sivil toplum örgütlerini harekete
geçirerek, özel sektöre müracaat ederek, özellikle hayırseverleri
harekete geçirerek bu süreçte elli altı yeni öğretmenevi
yaptık, iki yüz altı yeni öğretmen lokali açtık.
Öğretmenlerimizin sosyal ve kültürel açıdan, özellikle gidip
oturabilecekleri, aileleriyle, çoluk çocuklarıyla gidip rahatlıkla
misafir olabilecekleri öğretmenevlerimizin sayıları
da her geçen gün artmaktadır.
Ben bu vesileyle
tekrar, Sayın Başkan, değerli arkadaşımız
Sayın İsmet Büyükataman’a Öğretmenler Günü dolayısıyla
bu meseleyi Meclisin gündemine taşıdığı
için ve sizlerle, öğretmenlerimizle ilgili duygularımızı
paylaşma fırsatı doğduğu için mutluluğumu
ifade ediyorum.
Hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Sayın Genç,
sisteme girmişsiniz…
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Efendim, Sayın Bakanın yaptığı konuşmayla
ilgili, öğretmenlerle ilgili çok önemli bir şey söylemek
istiyorum. Okullarda hizmetli yok, tuvaletleri öğretmenler
ve öğrenciler temizliyor.
BAŞKAN – Sayın
Genç, İç Tüzük’ün
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Çok kısa bir söz…
BAŞKAN –
Pek kısa söz hakkı için…
V.
- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR
1.-
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Öğretmenler Günü nedeniyle
açıklaması
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ayrıca da bu sözleşmeli öğretmenler 250 bin liraya
çalışıyor efendim, 250 bin YTL’ye çalışıyor.
Okullarda yakıt yok. Tunceli’deki öğretmenler, okullar telefon
ediyor, “Hâlâ Hükûmet, kış ayına gelmişiz, okullara
yakıt parasını göndermiyor.” diyor ve ayrıca da
yardımcı hizmetli yok okullarda ve öğretmenler tuvaletleri
kendileri temizliyorlar. Lütfen, biraz Diyanet İşlerine
alınan personel kadar okullara da yardımcı personel alsınlar
efendim. Bu Hükûmetin politikasının biraz değişmesi
lazım.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ben de teşekkür ederim.
BAŞKAN –
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin iki önerge vardır, okutuyorum:
VI.
- BAŞKANLIĞIN GENEL KURU
A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin,
raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıy
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gerekçesini
ekte sunduğumuz, ülkemiz için hayati önem taşıyan demiryolu
taşımacılığının gelişmiş
ülkeler seviyesine çıkartılması amacıyla, raylı
sistem ve demiryolu ulaşımındaki sorunların tespit
edilerek çözüm önerilerinin araştırılması ve bunun
için yapılacak yasal düzenlemeler dahil olmak üzere alınacak
önlemlerin tespiti için Anayasanın 98'inci İç tüzüğün
104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılmasını arz ederiz.
1) İsmet Büyükataman
(Bursa)
2) Necati Özensoy (Bursa)
3) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
4) Mehmet Şandır (Mersin)
5) Ali Uzunırmak (Aydın)
6) Beytullah Asil (Eskişehir)
7) Durmuşali Torlak (İstanbul)
8) Kürşat Atılgan (Adana)
9) Osman Durmuş ( Kırıkkale)
10) Şenol Bal (İzmir)
11) Cemaleddin Uslu (Edirne)
12) Süleyman Turan Çirkin (Hatay)
13) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
14) Alim Işık (Kütahya)
15) Akif Akkuş (Mersin)
16) Mustafa Enöz (Manisa)
17) Zeki Ertugay (Erzurum)
18) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir)
19) Yılmaz Tankut (Adana)
20) Mümin İnan (Niğde)
21) Hüseyin Yıldız (Antalya)
22) Metin Ergun (Muğla)
23) Ati
24) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
25) Hasan Özdemir (Gaziantep)
26) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
27) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
28) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
29) Kadir Ural (Mersin)
30) Behiç Çelik (Mersin)
31) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
32) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
33) Reşat Doğru (Tokat)
Gerekçe:
Gelişmiş
ülkelerde demiryolu, yolcu taşımacılığında
birinci sırada yer almaktadır. ABD ve Avrupa'da ulaşım
daha çok demiryolları ile yapılmaktadır. Hatta bu ülkelerde
demiryolları, havayollarıyla rekabet eder düzeye
ulaşmıştır. Hava alanları şehir dışındadır.
Bu alanlara ulaşana kadar bir hayli zaman geçmektedir. Demiryolu
istasyonları ise şehrin içindedir. Ayrıca ulaşım
maliyeti olarak demiryolu ulaşımı havayoluna göre
bir hayli düşüktür.
Ülkemizde ise
demiryolu ulaşımı yetersiz kalmakta olup daha çok karayolu
ulaşımı kullanılmaktadır.
Cumhuriyet öncesi
dönemde, yabancı şirketlere verilen imtiyazla, onların
denetiminde ve ülke dışı ekonomilere, siyasi çıkarlara
hizmet eder türde gerçekleştirilen demiryolları, Cumhuriyet
sonrası dönemde milli çıkarlar doğrultusunda yapılandırılmıştır.
Karayolu, 1950
yılına kadar uygulanan ulaşım politikalarında
demiryolunu besleyecek, bütünleyecek bir sistem olarak görülmüştür.
Ancak karayollarının
demiryollarını bütünleyecek, destekleyecek biçimde geliştirilmesi
gereken bir dönemde, Marshall yardımıyla demiryolları
adeta yok sayılarak karayolu yapımına başlanmıştır.
Bu yıllarda
uygulanan ulaştırma politikaları sonucunda,
ulaştırma alt sistemleri içerisinde 1960 sonrası planlı
kalkınma dönemlerinde, demiryolları için öngörülen hedeflere
hiçbir zaman ulaşılamamıştır.
Ülkemizde izlenen
yanlış ulaşım politikaları sonucunda, demiryolu
ve denizyolu ulaşımı yerine karayolu ulaşımına
ağırlık verilmiştir. Gelişmiş ülkelerde
bu durum tam tersinedir.
Ülkemizde karayollarının
büyük bir bölümü diri fayların yaratmış olduğu birinci
sınıf tarım ovalarının ortasına yerleştirilmiştir.
1980'li yıllardan
günümüze kadar artan bir şekilde ulusal servetimiz olan ovalarımızı
yok ederek yapılan otoyollar, dışa bağımlılığımızı
daha da arttırmıştır.
Ülkemiz daha
fazla vakit kaybetmeden, ulaşımda önceliği karayolları
yerine, denizyollarına ve demiryollarına vermelidir.
Otoyol dönemi
olarak anılan 1980 sonrası projelerde hatalı yaklaşımlar,
bilimsel gerçekler göz ardı edilerek sürdürülmüştür.
Karayollarının
büyük bir bölümü, diri fayların yaratmış olduğu
birinci sınıf tarım ovalarının ortasına
yerleştirilmiştir. 1980'li yıllardan günümüze kadar
artan bir şekilde ulusal servetimiz olan ovalarımızı
yok ederek yapılan otoyollar, dışa bağımlılığımızı
daha da arttırmıştır.
Otoban yapımında
demiryoluna oranla iki kat daha fazla arazi kamulaştırılmaktadır.
Bu hem maliyeti arttırmakta hem de verimli tarım arazilerinin
kaybına yol açmaktadır.
Ayrıca demiryolunun
ekonomik ömrünün 30 yıl gibi çok yüksek, buna karşın karayolunun
(otoban) ekonomik ömrünün 15 yıl gibi çok düşük düzeyde olması
yatırım tutarı/faydalı ömrün karşılaştırmasında
demiryollarının daha randımanlı olduğunu
göstermektedir.
Otobanda tüketilen
enerji demiryollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır.
Demiryollarında
elektrik enerjisi kullanılması imkânı vardır ki, bu
enerji fuel oil ve benzin gibi enerji türlerine göre daha ucuz,
dışa bağımlılığı daha az bir enerji
türüdür. Ayrıca çevre kirliliğine yol açmamaktadır.
Hızlı
trenlerle (ki saatte 300 -
Yük taşımacılığının
demiryollarına kaydırılması ile karayollarının
yükü azalacak, kazalar minimuma inecektir.
LPG, benzin, tüp
gaz gibi patlayıcı maddelerin taşınmasının
karayollarından demiryollarına aktarılması
ulaşım güvenliğini arttıracaktır.
Otobanlarda
meydana gelen kazalar da göstermiştir ki otobanlar çok fazla
ulaşım güvenliğine sahip değildirler.
Bu sorunların
tespit edilerek çözüme kavuşturulması amacı ile bir
Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Diğer
önergeyi okutuyorum:
2.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 33 milletvekilinin,
Balkan Göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Başta Bulgaristan
olmak üzere Bosna, Kosova, Makedonya, Sırbistan Karadağ,
Yunanistan, Romanya, Moldava gibi ülkelerden göç ederek ülkemize
gelip yerleşen, çifte vatandaşlık veya vatandaş
statüsü kazanmış olanlarla, geçici izinle ülkemizde bulunan
Balkan Göçmenlerinin her türlü sorunlarının araştırılması
ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa'nın 98,
İçtüzüğün 104 ve
1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Necati Özensoy (Bursa)
3) Hamza Hamit
Homriş (Bursa)
4) Mehmet
Şandır (Mersin)
5) Ali Uzunırmak (Aydın)
6) Beytullah
Asil (Eskişehir)
7) Metin Ergun (Muğla)
8) Kürşat
Atılgan (Adana)
9) Şenol Bal (İzmir)
10) Cemaleddin
Uslu (Edirne)
11) Gürcan
Dağdaş (Kars)
12) Süleyman Turan
Çirkin (Hatay)
13) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir)
14) Ahmet Duran
Bulut (Balıkesir)
15) Mümin
İnan (Niğde)
16) Alim
Işık (Kütahya)
17) Durmuşali
Torlak (İstanbul)
18) Akif Akkuş (Mersin)
19) Mustafa
Enöz (Manisa)
20) Recep Taner (Aydın)
21) Zeki Ertugay (Erzurum)
22) Yılmaz
Tankut (Adana)
23) Ati
24) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
25) Hüseyin
Yıldız (Antalya)
26) Mehmet Akif
Paksoy (Kahramanmaraş)
27) Hasan Özdemir
(Gaziantep)
28) Süleyman Latif
Yunusoğlu (Trabzon)
29) Mehmet Serdaroğlu
(Kastamonu)
30) Kadir Ural (Mersin)
31) Behiç Çelik (Mersin)
32) Reşat
Doğru (Tokat)
33) Ertuğrul
Kumcuoğlu (Aydın)
34) Mustafa Kemal
Cengiz (Çanakkale)
Gerekçe:
Anadolu, özellikle
on sekizinci yüzyılın sonundan itibaren belirli aralıklarla
yoğunluk kazanarak süregelen dış göç hareketleri ile
karşı karşıya kalmıştır.
Osmanlı
İmparatorluğu'nun kuruluşu ile başlayan ve devletin
genişlemesi ve büyümesine yönelik politika olarak teşvik
edilen göçler sonucu Anadolu toprakları dışındaki
alanlarda önemli sayıda Türkçe konuşan topluluklar iskan
edilmiştir.
Modern bir devlet
olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti göçmen sorunlarını
geçmişinden kalan bir miras olarak devir almış ve yapılan
sistematik çalışmalarla sorunun çözümüne yönelik politikalar
geliştirilmiş ve uygulamalar yapılmıştır.
Cumhuriyet döneminde
ise büyük göç hareketi Lozan anlaşması hükümlerine göre
Türk-Yunan halklarının değişimi olarak 1922 yılında
başlayıp
Cumhuriyetin
kurulmasını izleyen yıllarda Anadolu'ya ikinci büyük
göç dalgası Bulgaristan'dan gelmiştir. Bulgaristan'dan göçler
aralıklarla 1989 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyet
döneminde ülkeye gelen toplam göçmenlerin % 48'ini oluşturan
790.717 kişi Bulgaristan'dan gelmişlerdir.
Bulgaristan'dan
1989 yılında Türk kökenli Müslüman Bulgar vatandaşlarının,
Bulgar hükümeti tarafından Türkiye'ye göçe zorlanmaları
ile yoğun bir göç dalgası yaşanmıştır. Göçmenler
kitleler halinde trenlerle Türk sınırına bırakılmışlardır.
Türkiye ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da görülen
bu en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık
üç aylık bir süre içinde kabul etmek durumunda kalmıştır.
Yugoslavya'dan
Türkiye'ye Cumhuriyet döneminde toplam 77.431 aileye mensup olarak
305.158 kişi göç etmiştir. Yine, Romanya'dan 19.865 aileye
mensup 79.287 kişi 1923-1949 yılları arasında iskanlı
göçmen olarak Türkiye'ye gelmişlerdir.
Ülkemize göç
ederek yerleşen göçmen vatandaşlarımız vatandaşlığa
geçme, yurt dışı çıkış harcı, sağlık
hizmetlerinden yararlanamama, çalışma sürelerinin birleştirilememesi
ve buna benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bütün bu sorunların
tespit edilerek çözüme kavuşturulması için bir Meclis
Araştırması açılması gerekmektedir.
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki ön görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmına geçiyoruz.
Birinci sırada
yer alan, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.-
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine
(Yön ve Kapsamına) Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/315) (S. Sayısı: 33) (x)
BAŞKAN – Komisyon?
Burada.
Hükûmet? Burada.
Şimdi, birinci
bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm
1 ilâ 17’nci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ordu
Milletvekili Rahmi Güner.
Buyurun Sayın
Güner. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına
Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu kanunun kaynağı olan Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme, 25/10/1980 tarihinde yapılmış
ve Türkiye bunu yirmi yedi sene sonra gündeme getirmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
bu kanun 1998 senesinde bizim ülkemiz tarafından kabul edilmiş
ve 1 Ağustos 2001 tarihinde
de yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 1’inci ile 17’nci maddesi
arasında görüşlerimi belirtmek istiyorum. Ayrıca
iki kısımda incelemek istiyorum yine.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de 1960 yıllarından itibaren yurt dışına
büyük bir göç başlamıştır. Bu göç tamamen… Avrupa’da,
Avrupa’nın birçok ülkelerinde ve başta Almanya olmak üzere,
kendi güçleriyle fabrikalarda ve oranın değişik
işlerinde çalışmak suretiyle kendi geçimlerini temin
etmişlerdir.
Biz, Türkiye
Cumhuriyeti olarak, bu yabancı ülkelere giden vatandaşlarımız
hakkında –araştırdığımızda- bir iyileştirme,
bir koruma şeklinde yasaların çıkarılmadığını
görmekteyiz. Bu, Almanya’da 3 milyon civarında bir Türk’ün olduğu,
bunun yanında İsveç, Norveç, Fransa, İngiltere gibi birçok
ülkelerde de yine Türk vatandaşlarının emeğiyle
ve iş gücüyle çalıştığını hepimiz biliyoruz.
Yine, dikkat edilirse, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve
Güney Amerika gibi birçok ülkelerde yine kendi iş gücü ile çalışan
vatandaşlarımızın olduğu da mevcuttur.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de sanayi kesiminin olmaması, iş sahalarının
açılmaması bunun en büyük nedeni olmuştur. Tabii,
şunu da söylemek istiyorum: Bu giden işçilerimiz, gittikleri
yerlerde resmî ve gayriresmî evlilikler yapmışlardır,
bu evliliklerden de çocukları olmuştur. Bu, gittikleri ülkelerin
ananeleri, görenekleri, yaşam tarzları, bizim halkımızın
ve bizim ülkemizin yaşamlarına çok karşı bir durum
vardır. Çocuklara karşı davranışları da
çok farklıdır. Bu yönden de karşılıklı çiftlerin
uyum sağlamaları zorlaşmıştır.
Değerli arkadaşlar,
bu anlaşmanın en büyük tarafı Türkiye’dir. 5-6 milyon
insanımızın Avrupa’da yaşadığını
ve dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşadığını
tespit ettik ve bu kişilerin birçoklarının benliğini
yitirmemesi, Türkiye’nin her türlü faaliyetlerinde yanında
olduğunu görüyoruz. Televizyonlarda da görüyoruz her zaman
bu vatandaşlarımızın bizi desteklediğini,
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün faaliyetlerine sahip çıktıklarını
görüyoruz.
Ama, karşımızda
bir yasa var. Bu, 25/10/1980 tarihli yapılan bir anlaşma. Bu
anlaşma, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye bir dayatması
şeklinde olmuş. Onu şu bakımdan söylemek istiyorum:
Çünkü, elimizdeki tasarının bütün maddeleri o sözleşmenin
maddelerinin aynısını kapsamaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de bir hukuk sistemi vardır. Hukuk sisteminde, biz, basit
usulü mahkeme ve genel bir mahkeme kurallarını işliyoruz.
Basit usulü yargılanan, yargılamada verilen karar, genel
olarak yargılamada hiçbir zaman hem delil niteliğinde dahi
değildir, geçici bir karar niteliğindedir. Bunu icra hukuk
mahkemelerinde açıkça görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
kanun maddesini okuduğumuz zaman, 1’inci madde tamamen amacını
bunun belirtmiş. Amacını aşağı yukarı
belirttim. Uluslararası sözleşmeye göre, kaçırılan
çocukların sorununu gündeme getirmiş.
Yine, kapsamı
da, bu kanun bir kişiye veya bir kuruma değil, değiştirmenin
veya alıkoymanın gerçekleştiği sırada fiilen
kullanılmakta olan velayet ve şahsi ilişkileri kapsamaktadır.
Yine, bu kanunda
“Merkezî Makam” diye geçen bir tabir var. Bu, doğrudan doğruya
Adalet Bakanlığıdır. Adalet Bakanlığı
adına bu işler de mahallî savcılar tarafından yapılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
yaş tahdidi konulmuş, “on altı yaşından küçük
çocuklar…” Birleşmiş Milletlerin bazı sözleşmelerinde
“on sekiz yaşından küçük çocuklar” diyor, ama burada on altı
yaşını kabul etmiş. Burada, daha çok, belirttiğim
gibi, velayet ve şahsi haklar ön planda gelmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bu şekilde bir talebi, bir kurum ve şahıs yaptığı
zaman, bunu merkezî makama yapıyor, merkezî makam bunu mahallî
cumhuriyet savcılığı aracılığıyla
yürütüyor. İlk talebinde tarafları barıştırma,
sulh şeklinde bu şeyi çözmeye uğraşıyor, ondan
sonra, eğer anlaşamazlarsa mahkeme safhası başlıyor.
Değerli arkadaşlarım,
bu, maddelerin bilhassa bizi ilgilendiren bir maddesi oluyor, çünkü
eğer anlaşma, uzlaşma olmazsa ya davalı ya da davacı
niteliğinde olan makam mahkemeye başvuruyor. Mahkeme de
görevli aile mahkemesidir. Aile mahkemesinin olmadığı
yerlerde aynı göreve verilmiş olan, yetki verilmiş mahkemeler
bakmaktadır, asliye hukuk mahkemeleri.
Değerli arkadaşlarım,
bizim hukuk sistemimize uymayan bir durum daha var. O da bu
şekilde başvurmalarda ileri sürülen belgelerin onaysız
ve tasdiksiz olması. Burada birçok hukukçu arkadaşım
var. Türkiye mahkemelerinde onaylanmayan, tasdik edilmeyen hiçbir
belge geçerli değildir, ama maalesef burada geçerlidir. Kaldı
ki “İade talebi şeklinde aile mahkemesine açılan davada,
eğer velayet davası açılmışsa velayet davası
o mahkeme kararını bekler, birlikte açılmışsa
velayet davası geri bırakılır, iade davası
görülür; yine, iade davası açıldıktan sonra velayet
davası açılmışsa velayet davası bekler, iade
davası görülür, reddine karar verilirse velayet davası
açılır; eğer iade kararı verilmişse o, mutat
ikamet etmiş olduğu memlekette gidip velayet davası
açabilir.” şeklinde kavramlar var değerli arkadaşlarım.
Bizim hukuk sistemimizde
yine, basit usulü mahkeme çok dar bir araştırma yapmak suretiyle
verilen bir karardır, ama velayet davası genel bir karardır ve mahkeme bütün delilleri,
bütün tarafların ileri sürdüğü belgeleri inceler, ama basit
usulü mahkemede bu incelenmez. Dikkat edilirse, belgeler de tasdiksiz,
ne olduğu belli değil.
Değerli arkadaşlarım,
bu husus, doğrudan doğruya vatandaşlarımızın,
hatta ezilen bu vatandaşlarımızın tamamen egemenlik
hakkının, onun mahkemelere başvurma hakkının
açıkça elinden alınmasıdır. Bu kanunun bu maddesini
gerçekten yerinde bulmuyoruz ve bunun, Türk medenî usulüne göre velayet
davasının asıl çözücü bir dava olduğu ve velayet
davası görüldükten sonra iade davasının gündeme gelmesinin,
daha, vatandaşlarımızın egemenlik haklarının
ve hukuki haklarının yasal hakları olduğu görüşündeyiz
değerli arkadaşlarım. Yine…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Güner.
RAHMİ GÜNER
(Devamla) – Şimdi, bizim ülkemizde Avrupa normlarının
aynen kabul edilmesi, kendi hukuk sistemimizin tamamen bertaraf
edilmesi gerçekten kabul edilir bir durum değildir. O bakımdan,
Türkiye’de çok değişik ortamlar var. Bunlardan bir tanesi,
dünyanın en genç nüfusu ve genç bir çalışma nesli mevcuttur.
Fakat, şunu
da ayrıca söylemek istiyorum: Bu gençlerimizin bir kısmı
bedenle çalışan, bir kısmı yetişmiş, üniversiteden
mezun olmuş, yabancı dille çalışan bir kesim ve bu
neslimizin, bu geleceğimizin, çocuklarımızın
geleceğinin her zaman daha iyi değerlendirilmesi, onlara
sahip çıkılması gerekmektedir.
Türkiye öyle
bir ortamda ki değerli arkadaşlarım, yabancı ülkede
gelecekte çok daha iyi iş kurması için, yabancı ülke tabiiyetine
geçmesinin daha kolay olması için, yabancı ülkeden…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ GÜNER
(Devamla) – Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Güner.
RAHMİ GÜNER
(Devamla) – Bir cümle ama...
BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Usulü bozmuyoruz.
RAHMİ GÜNER
(Devamla) – Efendim, yabancı ülkeden, çocuklarına doğum
yaptırıp belge alanlar da var, onu da belirtmek istiyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın
Reşat Doğru.
Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı’nın birinci bölüm maddeleri hakkında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce, 24 Kasımda kutlayacağımız
Öğretmenler Günü’nü candan kutlar, tüm öğretmenlerimize
saygılar sunarım.
Ayrıca,
dün akşam Avrupa Şampiyonası finallerine katılma
başarısı gösteren futbol millî takımımıza
şampiyonada başarılarının devamını
dilerim.
Ülkemizin kurucusu
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu anda içerisinde bulunduğumuz
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu olan 23 Nisan günü
kutlanan bayramı çocuklara armağan etmiş olmasının
bu yasa tasarısının görüşülmesinde ayrı bir
önemi olması gerekir. Toplumların geleceğini
oluşturacak olan çocuklar için her devlet, imkânları ölçüsünde,
kendi geleceği için gerekli önlemleri almaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti de Türk toplumunun temeli olan ailenin bir bireyi olan
çocuklar için gerekli tedbirlerini başta Anayasası olmak
üzere hukuk sistemine yerleştirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti,
gerek kendi ülkesindeki gerekse yabancı ülkelerdeki Türk vatandaşlarının
çocukları için Anayasa’mızın 41, 61 ve 62’nci maddelerinde,
çocukların korunmasından eğitimine, kültürel ihtiyaçlarından
sosyal güvenliklerinin sağlanmasına kadar gerekli tedbirleri
alınmıştır.
Bu kanunun amacı,
velayet hakkı ihlal edilerek, sözleşmeye taraf bir ülkeden
diğer bir taraf ülkeye götürülen veya alıkonulan çocuğun,
mutat meskeninin bulunduğu ülkeye iadesine veya şahsi
ilişki kurma hakkının kullanılmasına dair
25/10/1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki
Veçhelerine Dair Sözleşme’nin uygulanmasını
sağlamaya yönelik usul ve esasları düzenlemektir.
Türkiye
adına 21/01/1998 tarihinde imzalanan Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme, gerekli
hukuki prosedürlerin tamamlanmasından sonra ülkemiz açısından
01/08/2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, çocukların,
velayet hakkına sahip olmayan kişilerce bir ülkeden diğerine
haksız olarak götürülmesi olaylarının artması ve
bu olayların yol açtığı sorunlara etkili çözümler
getirilebilmesi için uluslararası düzeyde hukuki iş birliğine
duyulan ihtiyaç sonucunda hazırlanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bizim kanunlarımıza göre on sekiz
yaş ve altı, reşit olmayan bireyler olarak tanımlanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları
ancak on sekiz yaşında kendi gelecekleriyle ilgili kararları
verebilme yetkisine sahiptir. O zaman kamu haklarını tek
başına kullanabilmektedirler. Ancak, görüşmekte olduğumuz
kanun tasarısının 3’üncü maddesindeki tanıma göre
on altı yaşını tamamlamamış kişiler
“çocuk” olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla,
bu iki yıl farkı, bizim kanunlarımız ile bu uluslararası
sözleşmelere uyum amacıyla çıkardığımız
bu tasarının çelişki arz ettiğini düşünüyoruz.
Bu konuda yeni düzenlemelere de ihtiyaç olabilir.
Ayrıca, bu
kanunun 12, 13, 14 ve 15’inci maddeleri beraber incelendiğinde,
Türk insanları hakkında aleyhte sonuç doğurabilecek
konular olduğu görülecektir. Türkiye’ye gelen çocuk hakkında
getirilen ülkede mahkeme kararı varsa bu geçerli olmaktadır,
Türk mahkemeleri bu konuda karar veremeyecektir. Hatta bu konuyla
ilgili davacı Türk vatandaşı olsa bile, çocuk, gelmiş
olduğu ülkeye iade edilecektir. Türk mahkemesinin vatandaşı
hakkında karar verme hakkını sınırlayan düzenlemeye
karşıyız. Bu konu tekrar değerlendirilebilir mi?
Bu durumun hükümranlık hakkına müdahale olacağını
düşünüyoruz.
Görüştüğümüz
bu konuyla ortaya çıkan bir hukuki durumun sonuçlandırılmasına
yönelik mevzuat düzenlemesini gerçekleştiriyoruz. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, elbette bu tür kanunlar görüşecektir. Ancak,
inanıyorum ki bu çatı altında bulunan herkes, çocuk kaçırma
eyleminin yüz kızartıcı bir insanlık suçu olduğunu
düşünmektedir. İnşallah, böylesine acı bir durumu
hiçbir anne-baba, yani hiçbir aile yaşamaz. UNICEF verilerine
göre 1 milyonun üzerinde çocuk kaçırma eylemi dünyada gerçekleşmektedir.
Kaçırılan çocuk sayısının da ne kadar olduğu
bilinmiyor.
Çocuk kaçırma
eylemlerinin sebep ve müsebbipleri dünya genelinde incelendiğinde
karşımıza çok farklı, çok yönlü tablolar çıkmaktadır.
Kısaca baktığımızda şunlar sıralanabilir:
Misyoner teşkilatları, organ mafyası, fidye amacıyla
çocuk kaçırma, kapkaç, fuhuş (özellikle Güneydoğu Asya
ülkelerinde), evlatlık edinme ve benzeri amaçlı olarak kullanma
için özellikle çeteler tarafından yapılan kaçırmalar,
terör örgütlerince eleman kazanmak için yapılan kaçırmalar,
çocukların çalıştırılması amacıyla,
yani çocuk işçiliği konulu kaçırmalar, aile içi
şiddet, geçimsizlik ve parçalanmış aileler sonucu
boşluğa düşen çocukların durumundan yararlanmak
suretiyle kaçırmalar görülmektedir. Burada saydığımız
hususların tamamını, görüşülmekte olan kanunla
doğrudan ilgisi olmamakla birlikte önemli olduğu düşüncesiyle
hatırlatmakta yarar görüyorum.
Sayın milletvekilleri,
misyoner teşkilatları için kaçırılan çocukların
yurt içinde ya da yurt dışında tutuldukları bilinmektedir.
Son günlerde Darfurlu çocukların Çad üzerinden Fransa’ya kaçırılmak
istenmesi hafızalarımızdadır. Modern, uygar diye
bilinen Avrupalıların yaptıkları hafızalarımızda.
Basında yer alan haberlere göre, Çad polisi, çocukların tedavi
ettirilmesi bahanesi ile Fransa’ya götürülmek istendiğini
söylemesine rağmen, ancak, tutuklanan kişilerin asıl
amacının bu 103 çocuğu para karşılığında
Fransız ailelere satmak olduğu belirtilmiştir.
Ülkemizde de
bu amaçla kullanılan çocuk kaçırma eylemleri mevcut olabilir,
çünkü ülkemizde de artık misyonerlik faaliyetleri kontrol
edilemez hâle gelmiş, hiç Hristiyan vatandaşımız
olmayan yerlerde, âdeta yerden ot biter gibi, kiliselerin açılmakta
olduğu görülmektedir. Bunların sayısı bilinmemekle
birlikte, bunlara ruhsat verilmiyor diye, Türkiye, son açıklanan
Avrupa Birliği ilerleme raporlarında da şiddetli
şekilde eleştirilmektedir.
Ayrıca, organ
mafyasının da yine çocuk kaçırma eylemelerinde bulunduğu
bilinmektedir. Son zamanlarda, özellikle böbrek nakli ameliyatlarında,
yurt dışından gelen bazı haberler insanlarımızı
dehşete düşürmektedir. Çocukların organ mafyası
çeteler tarafından kullanıldığı, çeşitli
basın organlarında da bildirilmektedir.
Ayrıca,
fidye amacıyla çocuk kaçırma, aile içi şiddet ve geçimsizlik
sonucu boşluğa düşen çocukların durumundan yararlanma
suretiyle kaçırmalar ve kapkaç ve benzeri amaçlarda kullanmak
için çeteler tarafından yapılan çocuk kaçırma eylemleri
ise genel olarak yurt içinde de önümüze çıkan, karşılaşılan
problemler arasındadır. Fakat en önemli bir konu da terör örgütlerince
eleman kazanmak için yapılan kaçırmalar ise ülkemizi yakından
ilgilendirmektedir. PKK terör örgütü tarafından kaçırılıp
Kandil Dağı’na götürülen –bu konu, İsveç gazetesinde
röportaj veren, basında da çıkmıştır- yaşları
on beş ile on sekiz arasında değişen çocuklar olduğu
dikkate alındığında -görüşülmekte olan kanun
on altı yaş altı çocukları ilgilendiriyor- konunun
vahameti ortaya çıkmaktadır. Terör örgütlerinin elinde
on sekiz yaşından küçük çocuklar olduğu bildirilmektedir.
Acaba, bu çocuklar, ailelerinin bilgisi dâhilinde mi terör yuvalarına
götürülmüşlerdir? Bir basın organında yer alan habere
göre, Diyarbakır’daki çocuk kaçırma iddialarına
ilişkin olarak İl Valisinin “Çocuk kaçırma olayları
yok, ancak on dört ila on yedi yaş arasındaki çocukların
evlerini terk etme gibi olayları var, ama bunların nerede
olduğu, bizler ve aileleri tarafından biliniyor.”
şeklindeki beyanının anlamı da hep beraber, herkesi
düşündürmelidir. Bu konuda bir olumsuzluk varsa konunun detaylı
bir şekilde araştırılması gerekir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bunları açıklamak
ihtiyacı hissetmemin bir nedeni de kanunun uygulama aşamasına
gelmesini gerektiren olaylar karşısında, ülkemizdeki
durumun da ortaya konması noktasındadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Bir dakika ek süre vereceğim, tamamlayın lütfen.
REŞAT
DOĞRU (Devamla) – Bu konu, dünyada neden gerekli görülmektedir?
Emniyet Genel Müdürlüğünün istatistiklerine baktığımızda,
Emniyet Genel Müdürlüğünün 2006 yılı faaliyet raporuna
dayanarak rakamları veriyorum: Görüşmekte olduğumuz
tasarının konusunu oluşturan çocuk kaçırma ile
ilgili olarak ülkemizde 2006 yılında gerçekleşen çocuk
kaçırma olay sayısı 546 adettir. Tabii, burada, 546
olayda kaç çocuk kaçırıldı, bu bilinmiyor. Rakam olay
bazında verilmiş. En az 546 olduğu kesin. 2 Temmuz tarihinde
bu rapor yayınlandığında gazetelerin manşeti
aynen şöyledir: “Suç Patladı, Emniyet Üzerine Alınmadı”
şeklindeydi. Raporda diğer suçlar ile ilgili rakamlar da
vardır. Ancak önemli bir husus vardı ki burada esas konuşmamız
gereken odur. 2005 yılında gerçekleşen çocuk kaçırma
eylem sayısı 429, 2006’da 546, artış yüzde 27’dir. Çocuk
kaçırma eylemlerindeki artışı herkesin dikkatine
sunuyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru.
REŞAT
DOĞRU (Devamla) – Bu konuları da konuşmamın diğer
bölümlerinde, daha sonra sunmak istiyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Şimdi söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan’da.
Buyurun Sayın
Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
üyeler; bugün bu çocuk kaçırma sözleşmesiyle ilgili konuşmak
istememin kendimce çok haklı nedenleri var. Çünkü, bu konuyla
milletvekili olmadan önce en çok sorun yaşamış, hatta
bu konuda kitap yazmak noktasına kadar gelmiş bir arkadaşınız
olarak sizi birkaç önemli noktada, farklı noktalarda bilgilendirmek
istiyorum.
Yakın zamana
dönün ve Ben Bella’nın -Cezayir kurtuluş lideri- bir gün
Libya’dan Mısır’a uçakla giderken havaalanından
Fransız jetleri tarafından alınıp bir şatoya
hapsedildikten sonra 1,5 milyon insanının öldüğü çatışma
sürecinde Fransız ve Cezayir uyruklu olan yurttaşlarının
parçalanan ailelerinin yaşadığı dram, arkasından
Kanada’da çokça yaşanan çocuk kaçırma olayları ve yakın
tarihimizde Orta Avrupa’nın merkezinde, Bosna-Hersek’te ve
Yugoslavya’da yaşanan sorunlar. İsmi üstünde, uluslararası,
yani anne ve babanın farklı ülkelerden olduğu konuları
özellikle içeren bir sözleşme.
Bunun biraz daha
öncesine gidelim. Hague Sözleşmesi, Hag diye bilinen, Hag Sözleşmesi.
İşte, bu olaylar sonrası, 80 yılında Portekiz’in
de katılımıyla imzalanan çocuk kaçırma sözleşmesidir.
Bunu 88’de ABD, bir yıl sonra, 89’da Almanya imzaladı.
Bu sözleşmenin
başyazarı -benim de tanıma fırsatını bulduğum-
Amerika’dan Profesör Adair Dyer -ki, yakın zamana kadar, Sabancı
Üniversitesinde uluslararası hukuk konularında çokça
güzel çalışmaları hâlâ devam ediyor- 16 yaşından
küçük çocukların başka bir ülkeye haksızca götürülmesi,
alışkın olmadıkları yerlerde ikamete zorlanmaları
karşısında hükümler içeren bu sözleşmenin mimarıdır.
Sözleşme,
velayet davalarını çözmek için ceza vermek yerine kaçırılma
olaylarına etkili bir çözüm getirmeyi amaçlıyordu. Dolayısıyla,
sözleşmenin amacı, velayet hukukunun uygarca çözümünü
sağlamaktı, çünkü ait oldukları ülke mahkemelerine
gitmeleri gereken insanlar, bunun yerine kaçırma eylemine
başvuruyor ve gittikleri ülkede etkili bir hukuk yolu olmamasından
yararlanıyorlardı.
Değerli
üyeler, yakın zamanın sinema, magazin dünyasına da
bir göz atarsanız, Betty Mahmudi’nin “Kızım Olmadan Asla”
kitabı ve filminin arkasından, bu Hague Sözleşmesi’yle
Amerika’da oluşturduğu kampanyaları da görürsünüz.
Yakın zamanda Türkiye’nin, ülkemizin de başını
ağrıtan davalar oldu, çokça yansıdı, birçok arkadaşımız
burada açıkladılar. Bunlardan birisi de İzlandalı
bir annenin davasıydı. İşte, bu davalarda tek boyut
yok. Adalet Bakanlığını ilgilendiriyor uluslararası
hukuk işlerini, İçişleri Bakanlığını
ilgilendiriyor güvenlik boyutunu, Dışişleri Bakanlığını
ilgilendiriyor, uluslararası hukuk sözleşmelerini ilgilendiriyor,
adli yardım sözleşmelerini ilgilendiriyor, konsolosluk
evraklarının tasdik ve depo edilmesini ilgilendiriyor,
ülkeler arasında karşılıklılığı
ilgilendiriyor ve birçok boyutu var.
İşte,
iki ülke arasında sözleşme olmadığı zaman ve
böylesi bir sözleşme olmadığı zaman sıkıntının
boyutu büyüyor. Ülkemizde Osmanlı’dan cumhuriyete, bu yana
-resmî rakamlarını bilmiyoruz ama- 5-6 milyon yurttaşımızın
yurt dışında yaşadığı, bunların
büyük çoğunluğunun da yabancı uyruklu kişilerle
evli olduğunu gösteriyor.
Bazı arkadaşlarımız
örnek verdiler. Ben bu Sözleşme’nin anlaşılır
kılınması açısından basit bir örnek vermek istiyorum.
Bu Hague Sözleşmesi’nin temelini oluşturduğu Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı,
biraz da ülkemizin somut şartlarına, ulusal yasalarımıza
etkin bir şekilde adapte edilmiş bir sözleşme, ancak, kusuru,
yedi sene beklemiş olmasındadır. Yani, bu Sözleşme’nin
imzalandıktan hemen sonra çıkması gerekiyordu.
Bunun etkisini
şöyle izah edebilirim: Eğer, bir çocuk kaçırma varsa, o
çocuğu en kısa sürede, anında alıp, kaçırıldığı
yere teslim etmek esastır bu Sözleşme’de. İkincisi, velayet
davası konusudur. Üçüncüsü, en önemlisi, kişisel ilişkinin,
yani ebeveynlerin görüşmesinin sağlanmasıdır.
Ne yazık ki, az gelişmiş ülkelerde bu etkili olamıyor
ve kaçırılan çocuğun gittiği yurttaş, kendi
ülkesinde koruma buluyor. Çocuğu mahkeme kararına göre
görüştürmemenin Türkiye’de cezası otuz gündür. Bunu paraya
çevirdiğiniz zaman komiktir. Yabancı uyruklu birisi 10
bin dolar uçak parası verir gelir. Yedi defa mahkeme kararını
ihlal eden bir kişi ise, sanık olarak çıktığı
zaman 45 dolar para cezasına çarptırılır.
İşte, bu adaletsizliği bu gideriyor bir yanıyla.
Diğer yanıyla
bir örnek vereceğim. Fransa Henry ve Michele Tyszka davası Amerika’da örnek bir dava
olarak çok anlatılır. Michele Fransız, Henry ABD’li. Bu
çiftin, biri dokuz aylık, diğeri on dört yaşında çocukları
var. Büyük çocuk bulunduğu yerde, Fransa’da eğitime
başlıyor. 90 yazında, Henry, kendisi ve çocukları
için Michigan’a gidiş dönüş uçak bileti alıyor. Michele
de onları havaalanına götürüyor. Üç ay sonra Henry dönmek yerine Michigan’da
boşanma davası açıyor ve işte bu sözleşme uyarınca
Michele Fransa’da mahkemeye başvuruyor ve mahkeme hemen karar
veriyor: “Henry’nin çocukları haksız yere ABD’de de tutuluyor.
ABD, velayet konusunda yargı hukukunu işletemez, derhâl
çocukları teslim etsin.” Ve alıyor.
Bir başka
örnek daha vereceğim vatandaşlarımızla ilgili.
ABD’de yaşayan -çok da basına yansıyan bir olay bu- bir
Türk yurttaşı -bir ailede Türk yurttaşı anne, baba
Amerikalı- anne kızını Türkiye’ye kaçırıyor,
babanın görüşmesini engelliyor. Baba, bu sözleşmeye
dayanarak başvuruyor, Amerika’da hakkında tutuklama kararı
çıkarıyorlar. Bir gün ailesi bana geldi, Interpol yakalamış,
“Ne yapacağız?” diye. Yapacak hiçbir şey yok, çünkü Türkiye’nin
böyle bir sözleşmesi yok, Türkiye’nin hukuku yok.
MHP’den bir arkadaşımız demin, bir önceki gün bir olayı örnekledi
Amerika’da bir profesörle ilgili. Eğer vatandaşlarımızı
korumak istiyorsak, onların milletlerarası özel hukuktan
doğan haklarını korumak istiyorsak, eğer kültürünü,
eğer kimliğini, eğer dinini yaşamasını
istiyorsak özgürce, eğer miras hukukunu, hakkını yaşamasını
istiyorsak, tabii ki bu yurttaşlarımıza böylesi güvenceleri
kazandırmamız gerektiğini düşünüyorum.
98 yıllarına
bakıyorum, imzalanan tarih ve bu imzalanan tarihte ben tam 7
bakanla, 16 diplomatla ve sayısız milletvekiliyle görüşmüşüm
bu konularda. İçişleri Bakanlığımız 95
yılında yazı yazıyor, “Milletlerarası Ahvali
Şahsiye Komisyonuna üye miyiz değil miyiz?” Bir sürü
şeyi soruyor. Arkasından, Dışişleri Bakanlığımız,
97’de soruyor Konsolosluk, Hukuk ve Emlak Genel Müdürlüğüne,
kaşeli yazıyla. Gelen cevaplar var. Arkasından, 98
yılında, ağustos ayında yine İçişleri Bakanlığı…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bir dakika sürem var mı Sayın Başkan?
BAŞKAN – Tabii.
Bir dakika süreniz var, tamamlayın lütfen.
HASİP KAPLAN
(Devamla) – Arkasından aynı tarihte Dışişleri
Bakanlığımız ve ben Norveç’te o Oslo Büyükelçiliğine
gittiğim zaman, Büyükelçi bana sarılmıştı,
önüme üç klasör koyup “Ne olur, Kaplan, söyleyin yetkililere bizi
bundan kurtarsınlar.” demişlerdi. O yıl, işte 98 yazında
bu sözleşmeyi imzaladık, bugün de onayınıza geldi.
Umuyorum, sanıyorum, onaylanacaktır. Vatandaşlarımızın
böyle bir hukuka ihtiyacı var.
Teşekkür
ediyorum. (DTP ve AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan.
Şimdi, söz,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili
Sayın Ahmet Aydın’da.
Buyurun Sayın
Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
AK PARTİ
GRUBU ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 33 sıra sayılı Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Tasarı’nın
birinci bölümü üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında,
dünden itibaren görüşülmekte olan söz konusu tasarı, ifade
edildiği gibi, mevcut uluslararası sözleşmelerin getirdiği
bir gereklilik ve zorunluluk. Söz konusu bu tasarı, bir taraftan
Türkiye’nin de imza attığı, 21 Ocak 1998’de imzaladığı
ve 1 Ağustos 2000 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’ye
istinaden hazırlanmış, Adalet Komisyonuna ve akabinde
Genel Kurula gelmiş ve şu anda mevcut kanun tasarısını
hep birlikte görüşüyoruz.
Yine, aynı
şekilde söz konusu tasarı, yine Türkiye’nin taraf olduğu
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin
9, 10 ve 11’inci maddelerinin tatbik edilmesi açısından da
gereklilik arz etmektedir.
İzah etmeye
çalıştığım üzere, görüşmekte olduğumuz
ve kanunlaşmasına çalıştığımız
kanun tasarısı, aslında Türkiye’nin taraf olduğu
ve zaten Anayasa’mıza göre uygulamak zorunda olduğumuz
uluslararası sözleşmenin getirdiği bir gereklilik.
Böylece, Türk hukuk mevzuatı ile uyum sağlanması amaçlanmıştır
ve bu çerçevede de özel nitelikli bu düzenlemeye ihtiyaç vardır.
İşte
bu nedenlerle ahdî yükümlülüğümüzün gereğini aslında
yerine getiriyoruz ve bu manada da özel düzenlemeler getiren bu sözleşmenin
amacına uygun ve her yerde aynı şekilde uygulanmasını
sağlamak üzere, Sözleşme’ye taraf ülkelerin uygulamalarından
da istifade edilmek suretiyle söz konusu tasarının yasalaşması
gerekmektedir.
Tabii, tasarıda
özellikle söz almış olduğum birinci bölüm ilk 17 maddeyi
kapsamaktadır. Burada kanunun amacı izah edildi, kapsamı
izah edildi. Kanun tasarısında geçen tanımlar bir bir
yer alıyor. Ayrıca, merkezî makam olarak tasarıda belirtilen
tabii ki Adalet Bakanlığıdır. Adalet Bakanlığının
bu konuda üstlenmiş olduğu görevler sıralanıyor.
“Görevli ve yetkili mahkemeler” ifadesi var ve aile hukuku kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği, yine önemine binaen adli
tatilde dahi bakıldığı, ara verilmeksizin bakıldığı,
basit yargılama usulüne tabi olduğu, işte bütün bu hususlar
kanunun önemini bize izah etmeye çalışmaktadır.
Aynı zamanda,
değerli arkadaşlar, aslında bu hususlarla ilgili de
pek bir tartışma yok. Yani, geneli itibarıyla bütün
-zannediyorum- gruplar bu tasarının çıkması gerektiğini
düşünüyor. Ancak, ihtilaf konusu birtakım hususlar var.
Değerli arkadaşlar,
bakın “velayet” hususunu özellikle dile getirdiler ve aynı
zamanda da herhâlde tartışılan bir başka husus “egemenlik”
hususu. Tabii, bizlerin katılmadığı bu tartışmalar,
bence ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunca yerinde değildir.
Zira, biz şunu ifade ettik: Bu Sözleşme, yani Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme
taraf bütün ülkeleri bağlar. Siz, hem o Sözleşme’ye imza
atacaksınız hem o Sözleşme’ye boyun eğeceksiniz
bir bakıma ve aynı zamanda da yerelde yasal düzenleme yaparken
de bu sözleşmeye aykırı hükümler getireceksiniz. Bu,
kabul edilemez. Bu tasarının 12’nci, 13’üncü ve 14’üncü maddeleri
bunu çok açık bir şekilde izah ediyor. Velayet hususuna
ilişkin düzenlemenin imzalamış bulunduğunuz Sözleşme’ye
aykırılık teşkil edeceği, Sözleşme’nin
17’nci ve 19’uncu maddelerine aykırılık teşkil edeceği
çok açıktır ve bu nedenle, zaten bu Sözleşme’ye göre
siz velayete ilişkin karar alsanız dahi, bu, iade talebinin
reddine gerekçe olmuyor. Bu yüzden, öncelikle iade kararı görüşülecek,
iade davası sonuçlandırılacak, iade davasını
sonuçlandırdıktan sonra siz velayete ilişkin düzenlemeye
geçebileceksiniz. Eğer çocuğun iadesine karar verilmişse,
zaten velayet hususunu düzenlemeye de gerek kalmıyor.
Değerli arkadaşlar
-ben az önce de ifade ettim, aslında konuşmacı arkadaşlarımız
da ifade etti de- bu Sözleşme hangi tarihte yürürlüğe girmiş?
1 Ağustos 2000 tarihinde. Peki, bu Sözleşme yürürlüğe
girdiği tarihte kimler iktidardaydı? Biz iktidarda değildik
ve şu anda en çok egemenlik tartışmasına takılan,
zannediyorum, yanlış hatırlamıyorsam Milliyetçi
Hareket Partisi herhâlde o dönemde iktidardı. O dönemde iktidarsınız.
Madem egemenliğinizi zedeliyorsa peki niye imzaladınız?
Niye Türkiye’yi böyle bir düzenleme yapmak zorunda bıraktınız?
Bakın, ben
katılmıyorum, partim katılmıyor. Ancak, sizlerin
iddia ettiği böyle bir egemenlik hususunda, hükümranlık
hususunda Türkiye aleyhine hükümler varsa neden imzaladınız?
Bir ikinci husus,
değerli arkadaşlar, bizler… Bu Sözleşme aynı zamanda
kaçırılan Türk çocuklarının hakları için de
geçerli. Hep eleştirildi. Sözleşme’yle sanki Türkiye bir
yükümlülük altına sokuluyor ve sadece ve sadece Türkiye’yi
bağlayan bir hüküm olarak gösteriliyor. Bu, taraf olan bütün ülkeleri
bağlar. Bu sözleşmeye eğer tarafsanız, sizi
bağladığı gibi, taraf olan diğer ülkeyi de
bağlar; karşılıklıdır, mütekabildir. Bu
manada da bu konuda bence eleştiriler kesinlikle yersiz ve haksızdır.
Bu Sözleşme’yi dediğim gibi, zaten siz getirmeseniz, burada
bu kanunu çıkarmasanız dahi, Anayasa’mıza göre uygulamak
zorundasınız. Sadece yürürlükteki birtakım eksikleri
gidermek, uygulamada birlikteliği sağlamak adına
siz bu tasarıyı çıkarmak durumundasınız.
Bu manada da
ben bu eleştirilerin yerinde olmadığı kanaatiyle,
şahsım ve partim adına bu tasarının kanunlaşacağı
ümidiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydın.
Şahısları
adına söz talepleri vardır. İlk söz, Ordu Milletvekili
Sayın Rahmi Güner’indir.
Buyurun Sayın
Güner.
Süreniz
beş dakika.
RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçen konuşmamda
bu yasanın bizim vatandaşlarımızın egemenlik
haklarına gerçekten bir engelleme olduğunu belirtmiştim.
Değerli arkadaşlarım, bu yasanın öngördüğü
maddelere bizim mahkemelerimiz ve Adalet Bakanlığımız,
mahalli savcılıklarımız uyma zorunda ve gerçekten
de uygulama durumları var. Yalnız şu var: Türk vatandaşı
olup da mahkemeye çocuğunun velayetini almak için müracaat
etmesi de, sanki basit, usulü bir mahkeme kararının engel
olması da o vatandaşımızın yasal haklarını
engellediği gibi, Türkiye’nin egemenlik haklarını
da engellemektedir.
Değerli arkadaşlarım,
elimde bir belge var. Bu belge: Norveç’te yaşayan bir ailenin 2
tane çocuğu alıkonulmuş elinden, bir koruyucu aileye
verilmiş. Bu aile çocukları almış, Türkiye'ye getirmiş.
Manavgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde de esas çocuğun annesi,
babası mahkemeye başvurmuş velayet için. Mahkeme
derhâl bu çocukların pasaportlarına el konulmasına
ve bu çocukların da Sosyal Hizmetlere teslim edilmesine dair bir tedbir kararı
vermiş, bu kararı da tüm yetkili makamlara, çıkış
yapmaması için ilgili mercilere de bildirmiştir. Fakat
her nasılsa bu çocuklar Norveç’e kaçırılmış.
Değerli arkadaşlar,
Norveç’te, ailenin iddiasına göre, çocuklar, tacizci bir ailenin
yanında olduğunu söylüyorlar ve mahkemeye başvuruyorlar,
mahkeme hiç ciddiye almıyor. Norveç asıllı bu Türk ailesinin
avukatı şöyle bir şey söylüyor: “Türk hükûmetinin, Türk
devletinin egemenliği ve bağımsızlığıyla
açıkça alay ediliyor.” Norveç mahkemesinde, Norveç’te.
Değerli arkadaşlarım,
bizim endişelerimiz buradan geliyor. Biz bu maddelere uyuyoruz,
ama karşımıza idari nitelikte, mahkemelerin üstünde
bir taleple geliniyor. Basit usulü muhakemeyle yargılanıyor
ve aynı zamanda, dikkat edin, maddede, bu ileri sürülen belgelerin
onaysız, tasdiksiz olduğu da belirtilmiştir. Bu, bizim
hukuk sistemimize yüzde yüz ters, hukuk sistemimizle bağdaşmayan
bir uygulamadır.
Değerli arkadaşlar,
çocuklarımız geleceğimizdir. İsterse yurt dışında
olsun isterse Türkiye'de olsun, biz bunları en iyi şekilde
yetiştirmek zorundayız. Ama şunu da belirtmek istiyorum:
Bizim çocuklarımızı, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî
duyguları, Türkiye Cumhuriyeti’nin örf ve âdetlerine göre
yetiştirmek de zorundayız. Yabancı bir ülkede, tamamen
el konulan, yabancı ülkenin örf ve âdetlerine göre, yabancı
ülkenin kültürüne göre yetişmiş gençlerimizin Türkiye
geleceği açısından hiçbir faydası olmayacağı
görüşündeyim.
Değerli arkadaşlarım,
biz, yabancı ülkelere giden bu çalışan insanlarımızın
sosyal haklarını, geleceğini en iyi şekilde korumak,
onları en iyi duruma getirmek zorundayız. Bizim, bu,
Hükûmet olarak, devlet olarak en büyük görevimizdir. Çünkü, o giden
kişiler, Türkiye’nin en dar zamanlarında -çalışmalarıy
Bu konuda endişelerimi
yine söylüyorum: Türkiye devletinin, vatandaşımızın
hukuksal hakkı gasp edilmektedir. Onu da ayrıca belirtiyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Güner.
İkinci söz,
Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru’ya aittir.
Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)
Beş dakika
süreniz var.
REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü hakkında söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Doğrudur,
bu kanun, Milliyetçi Hareket Partisinin de ortak olduğu, 2000
tarihinde çıkartılmıştır. Ancak, çıkartılan
kanunda eksiklikler varsa bu eksikliklerin tamamlanması da
gerekmez mi?
Türkiye’nin
dışında, yaklaşık olarak, başta Almanya
olmak üzere dünyanın birçok yerinde Türkler yaşamaktadır.
Yaşayan Türklerin de en fazla sorunlarının başında
bunlar gelmektedir. Yani, çocuklarını kendi ülkelerine
getirme noktasında çok büyük sıkıntılarla karşı
karşıyadır. Tabii oralarda kanunlar noktasında
bazı kararlar veriliyor, ama Türkiye’ye getirilme noktasında
veyahut getirildiği zaman da bunları, buraya gelerek, o
ülkenin vatandaşları, buradan alıp götürebiliyorlar
ve o anne ve baba –anne ise veyahut babaysa- çok büyük sıkıntılar
içerisinde kalıyor. İnanıyorum ki, bu kanundaki eksikliklerin
tamamlanmasıyla beraber bu konularda da ciddi manada mesafeler
alınmış olur. Uluslararası konumda da yapılması
gereken bir şey varsa, Türk vatandaşlarının hakkının
korunması noktasında da o türlü çalışmaların
yapılması gerekir diye de düşünüyorum.
Sayın milletvekilleri,
emniyetin bilgileri dışında, ayrıca jandarmanın
elinde de çocuk kaçırmalarla ilgili çok çeşitli bilgiler
vardır. Jandarmanın yapmış olduğu görev sahası
içerisinde gerçekleşen olayları incelemiş olduğumuz
zaman da yasa dışı göç ve insan ticareti olarak verilmiş
çok önemli göstergelerin olduğu da görülmektedir. Bir fikir
vermesi açısından rakamlara baktığımızda,
2005 yılında jandarma bölgesinde de 2.713 olan olay sayısı,
2006 yılında 3.795’e çıkmıştır, burada rakamların
ayrıntısı yoktur. Bu olayların bir kısmı
uluslararası şebekeler tarafından ülkemizin transit
olarak kullanılmasından kaynaklanan rakamlar olabilir.
Ancak bu olayların içerisinde çocukların olduğu da bilinmektedir.
Burada da gerçekleşen olay sayısında yıllar itibarıyla
artış söz konusudur. 2005 yılına göre yüzde 40 artış
söz konusu olmakla birlikte, yakalanamayıp arananlardaki artış
ise 3 kattan fazladır.
Ayrıca, ülkemizde
çocuklara karşı işlenen suç sayısında gözle
görülen, insanımızı dehşete düşürmesi gereken
artışlar da görülmektedir. Okullarımızda öğrenciler
arasında yaşanan şiddet olayları sayısı
gün geçtikçe artıyor. Türkiye’mizde önlem alınmaz ise her
gün onlarca çocuğun kaçırıldığı Meksika
gibi ülkeleri biz çok süratli bir şekilde geçebiliriz. Bugün
Meksika’da orta ve yüksek gelirli aileler çocuklarını
okullara özel güvenlik mensuplarıyla gönderiyorlar. 03/07/2005
tarihinde kabul edilen Çocuk Koruma Kanunu iyi düşüncelerle
çıkarılmıştır. Ancak, altyapısının
yetersiz olması konunun faydalarını kamuoyuna getirememiştir.
Çocukların korunması, suç örgütlerinin eline geçmemesi,
toplumun dokusunun bozulmasına engel olunması gerekmektedir.
Bu kanunun 21’inci maddesi, çocuklara hapis cezası verilmesini
engelleyip topluma kazandırılmasını sağlarken,
daha büyük suçlara karışmasını da sağlamaktadır.
Hırsızlığı çocuklara yaptırıyorlar,
yakalanınca da serbest kalıyorlar, çocukların ceza
almadığını gören bazı aileler kendi yapacaklarını
bunlara yaptırıyorlar. Ülkemizde yaşanan işsizlik,
gelir dağılımındaki uçurum gibi ekonomik problemler
organize suçları artırmaktadır. Çocukların organ
ticareti, fuhuş, pornografide kullanılması gibi
olaylar konusunda, AB ülkeleri de dâhil acil önemler alıyorlar.
Bu konuda bizim ülkemizde de acil önlemler alınmalıdır.
Uyuşturucu kullanım yaşı on bir yaşına inmiştir.
Sokaklar madde bağımlısı çocuklarla doludur. Yuvalar
kimsesiz çocuklarla doludur. Çocuklar tecavüzler, intiharlar ve
niceleriyle toplumda karşılaşıyorlar. Bu güvensizlik
ve huzursuzluk ortamının vebalinin, herhâlde, mevcut iktidarda
olması gerekir ve gereken önlemi de iktidarın alması
gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, yasama organı olarak denetim görevimizden
birisi de yürütmenin denetimidir. 2006 yılına göre
işlenen suçlarda suçun aydınlatılma oranlarında
ciddi manada düşüşler vardır. Bunun da ciddi olarak değerlendirilmesini
bekliyoruz. Hükûmetten istediğimiz, ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın
karşı karşıya kaldığı asayiş problemlerinin
çözümünde daha titiz çalışılmasıdır. Burada,
Parlamento olarak yapmamız gereken neyse gereğini yapmak,
her türlü desteği vermek görevimizdir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Bir dakika ek süre veriyorum.
REŞAT
DOĞRU (Devamla) – Artık suçların aydınlatılması
için teknoloji kullanılmaktadır.
Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bu ülkede huzurun sağlanması için istenecek
desteğe hazırız, yeter ki huzur olsun, insanlar akşam
evlerine döneceklerinden endişe etmesin, çarşıya
pazara çıkanlar kapkaç endişesi yaşamasınlar.
Çünkü, asayiş ve huzurun olmadığı yerde hiçbir
şeyi konuşmaya gerek yoktur. Hele hele görüşmekte olduğumuz
tasarının konusunu oluşturan çocuk kaçırma eylemlerindeki
artışın önlenmesini, belki de hiç olmamasını
yasama organı olarak yürütme organından istemenin herkesin
hakkı olduğunu düşünüyorum. Konu masum çocuklar olunca,
Türkiye’ye ve diğer ülkelere her ne sebeple, kendi rızası
dışında getirilen çocuklar, velayetine sahip kimselere
teslim edilmelidir. Bu kanun, çocukları korumak için hazırlanmıştır.
Devlet de çocuklara sahip çıkarken güvenli bir şekilde ailelerine
teslim etmek mecburiyetindedir. Ancak, çocukların hayat kalitesini
iyileştirmek, geleceklerini teminat altına almak, ailelerine,
topluma ve devlete karşı…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru.
REŞAT
DOĞRU (Devamla) - …sorumluluk duygularının geliştirilmesi
yolunda çaba sarf etmelidir.
Çocuk kaçırma
eyleminin yüz kızartıcı bir insanlık suçu olduğunu
düşünüyor, bu tür olayların gerçekleşmemesi ve bu kanunun
uygulanmasına gerek kalmaması temennisi ile yüce heyetinizi
saygı ile selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru.
Birinci bölüm
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, birinci
bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
Herhangi bir
önerge yoktur.
1’inci maddenin
başlığını okutuyorum:
ULUSLARARASI
ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKÎ YÖN VE KAPSAMINA DAİR
KANUN
TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç
Madde 1-
BAŞKAN –
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2’nci maddenin
başlığını okutuyorum:
Kapsam
Madde 2-
BAŞKAN –
Maddeyi oylarınıza…
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN –
Şimdi arayacağım.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.56
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.13
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP
ÜYELER : Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
33 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet burada.
Tasarının
2’nci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi 2’nci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
2’nci maddeyi
kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar
yeter sayısı vardır.
3’üncü maddenin
başlığını okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 3 –
BAŞKAN – Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri
önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra
aykırılık sırasına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 33 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 1. Bölüm 3. Maddesi (c) bendinde yer alan
“Onaltı” ibaresinin “Onsekiz” olarak değiştirilmesini
öneririz.
Saygılarımızla.
|
Hakkı Suha Okay |
Enis Tütüncü |
Ali İhsan Köktürk |
|
Ankara |
Tekirdağ |
Zonguldak |
|
Birgen Keleş |
R. Kerim Özkan |
|
|
İstanbul |
Burdur |
|
BAŞKAN – Şimdi en aykırı önergeyi okutuyorum
ve işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 33 sıra sayılı kanun
tasarısının 3. maddesinin (c) ve (h) bentlerinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve talep ederiz.
|
Sevahir Bayındır |
Sırrı Sakık |
Bengi Yıldız |
|
Şırnak |
Muş |
Batman |
|
Şerafettin Halis |
Nuri Yaman |
|
|
Tunceli |
Muş |
|
c- Onaltı yaş yerine 18 yaş kullanılmalıdır.
h- Pedagog tabiri, çocuk gelişim uzmanı ile değiştirilmelidir.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Efendim, tasarıdaki on altı yaş, Sözleşme’nin
4’üncü maddesinin uyarlanmasından ibarettir. Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki on sekiz yaşa
gönderme yapmamak gerekir. Çünkü, kaçırma, velayet hakkının
ihlalinde, on altı yaş, çocuğun kendisinin menfaatini
koruması bakımından yeterli bir yaştır. Önergeye
katılmıyoruz.
Sonra, terminoloji… “Pedagog” tabirinin konması
değil… İfadeyi ve amacı karşılayan metinler
vardır, sosyolog çalışma gibi, (h) bendi.
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutalım, konuşacak
mısınız?
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Gerekçeyi…
Madde gerekçesi:
c- Çocuk yaşı Birleşmiş Milletler Çocuk
Hakları Sözleşmesi, TMK, ILO Sözleşmesi ve Çocuk Koruma
Yasası gibi ulusal yasalarımızda 18 olarak kabul edilmiştir.
Bu yaşın bu sözleşmeler ve yasalarla uyumlu olarak 18
olarak düzeltilmesi gerekmektedir.
h- Bu maddede bahsi geçen uzmanlar arasındaki pedagog
meslek grubu artık ülkemizde bulunmamaktadır. Üniversitelerin
bu konuyla ilgili olarak “çocuk gelişimi” bölümleri vardır.
Bu yüzden pedagog yerine çocuk gelişim uzmanı tabiri daha
yerinde olacaktır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi işleme aldırıyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte olan 33 Sıra Sayılı Kanun
Tasarısının 1. Bölüm 3. Maddesi (c) bendinde yer alan
“Onaltı” ibaresinin “Onsekiz” olarak değiştirilmesini
öneririz.
Saygılarımızla.
Hakkı Suha Okay (Ankara)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Aynı gerekçelerle katılmıyoruz, biraz önceki
beyanımla.
BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge hakkında…
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Enis Tütüncü konuşacak.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Tütüncü.
Konuşma süreniz beş dakika.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Önergeyle ilgili görüşlerimize geçmeden önce, görüştüğümüz
bu tasarının insan hakları tarihinde üçüncü kuşak
insan hakları kapsamında olduğunu dikkatlerinize
sunmak istiyorum. Bildiğiniz gibi, insanlık tarihinde üç
kuşak hâlinde insan hakları gelişmiş. Birinci kuşak
insan hakları 1789 Fransız Devrimi’nden sonra gündeme gelmiş
ve bildiğimiz klasik temel hak ve özgürlükleri içeriyor, mülkiyet
hakkı, seçme-seçilme hakkı, düşünce özgürlüğü gibi.
İnsanlık bu hakları kullanarak Birinci Dünya Savaşı’nın
o yıkımına kadar gelmiş. Çünkü bu hakları kullanarak
İtalya’da Nazizm, daha doğrusu Avrupa’da faşizm yükselmiş,
ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünyada
ikinci kuşak insan hakları gündeme gelmiş, toplu sözleşme
hakkı, sendika kurma hakkı, sağlık hakkı, sosyal
güvenlik hakkı gibi ve 20’nci yüzyılın ikinci, üçüncü yarısından
itibaren daha doğrusu, insanlık tarihinde üçüncü kuşak
insan hakları gündeme gelmeye başlamış. Bunlar
çevre hakkı, çocuk hakları, kadın hakları, hayvan
hakları gibi haklar.
Şimdi, üç kuşak insan haklarından olan çocuk
haklarıyla ilgili bir yasa tasarısını görüşüyoruz.
Vurgulamak istediğim konu şudur: Türkiye, ne yazık ki,
içinde bulunduğumuz koşullarda, üç kuşak insan haklarıyla
ilgili sorunlarla uğraşıyor ve Batı dünyasının
çok geride bıraktığı birinci ve ikinci kuşak
insan haklarını da yaşama geçirme mücadelesini veriyor.
Bu genel görüşten sonra, önergemiz, bu tasarıda
getirilen çocuk kavramının, Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki çocuk kavramına oturtulmasını
amaçlıyor.
Bakınız Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Komisyon ve Hükûmet katılmadı. Elimde Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi var. Bu sözleşmenin 1’inci
maddesi çocuk kavramını düzenlemiş ve on sekiz yaşına
kadar olan insanları çocuk olarak kabul etmiş. Türkiye, bu
sözleşmeyi, yani, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi’ni 1990 yılında imzalamıştır
ve görüştüğümüz bu tasarı ise, esasta bu sözleşmenin
9’uncu, 10’uncu ve 11’inci maddelerini yaşama geçirme amacını
taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye, 21 Ocak 1988’de,
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Sözleşme’yi imzaladı ve bu sözleşme, Türkiye bakımından
1 Ağustos 2000 yılında yürürlüğe sokuldu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
işte, bu nedenle vermiş olduğumuz önerge, görüştüğümüz
bu tasarının özüne dönük, yani Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dönük, özüne, esasına dönük
bir düzenlemeyi öngörmektedir. Az önce de belirttiğim gibi,
bu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi,
on sekiz yaşına kadar olan her insanı çocuk sayıyor.
Oysa getirilen tasarı on altı yaşına kadar olan
insanları çocuk sayıyor. Böylece bu tasarıy
Bu çerçevede önergemizin kabulünü diliyoruz. Artık
top sizde.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4’üncü maddenin başlığını okutuyorum:
İKİNCİ BÖLÜM
Merkezî Makamın Alacağı Tedbirler
Merkezî Makam
MADDE 4-
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Merkezî Makamın görevleri
MADDE 5-
BAŞKAN – Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 33 sıra sayılı kanun
tasarısının 5. maddesinin (c) bendinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.
|
Sırrı Sakık |
Bengi Yıldız |
Nuri Yaman |
|
Muş |
Batman |
Muş |
|
Şerafettin Halis |
Sevahir Bayındır |
|
|
Tunceli |
Şırnak |
|
Madde 5:
c- “Cumhuriyet Başsavcılarının en
kısa sürede (1 ay) dava açması sağlanmalıdır.”
ibaresi eklenmelidir.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Efendim, dava yolu ayrı bir maddede düzenlenmiş.
Ayrıca buradaki düzenleme farklı bir amaca yönelik, koruma
önlemi. Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçe mi okunsun?
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Madde gerekçesi:
Tasarının 5. maddesinde yapılacak işlemler
için Cumhuriyet başsavcısına 1 ay gibi kısa bir süre
tanınması gerekmektedir. Zira işlemin hızla ve
basit yargılama sistemiyle çözümlenmesi düşünüldüğüne
göre merkezi makam adına hareket edecek Cumhuriyet Başsavcıları
en geç bir ay içinde işlemi bitirmeye ve dava açmaya zorlanmalıdır.
Belirlenen bu süre İngiltere’de de bir aydır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6’ncı maddenin başlığını okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Usul Hükümleri
Görev ve yetki
MADDE 6-
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7’nci maddenin başlığını okutuyorum:
Başvuru usulü
MADDE 7-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
8’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Sulh yoluyla çözüm
MADDE 8-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9’uncu maddenin başlığını okutuyorum:
Yargılama usulü
MADDE 9-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
10’uncu maddenin başlığını okutuyorum:
Geçici koruma tedbirleri
MADDE 10-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
11’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Şahsî ilişki kurulması
MADDE 11-
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12’nci maddenin başlığını okutuyorum:
İade davasında velâyet
MADDE 12-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13’üncü maddenin başlığını okutuyorum:
Velâyet kararının iade davasına etkisi
MADDE 13-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14’üncü maddenin başlığını okutuyorum:
Bekletici mesele
MADDE 14-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Davaların ayrılması
MADDE 15-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16’ncı maddenin başlığını okutuyorum:
Adlî tatil
MADDE 16-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17’nci maddenin başlığını okutuyorum:
Kararın kesinleşmesi
MADDE 17-
BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm, geçici 1’inci madde dâhil, 18 ila 31’inci
maddeleri kapsamaktadır.
İkinci bölüm üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk.
Buyurun Sayın Köktürk. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın
ikinci bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuzun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, içinde bulunduğumuz haftanın
Diş Hekimleri Haftası olması nedeniyle diş hekimlerimizi
ve 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle de tüm öğretmenlerimizi
buradan sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği
ve dün tasarının geneli üzerinde görüşlerini bildiren
değerli milletvekilimiz Sayın Canan Arıtman’ın
da ifade ettiği gibi, 20 Kasım tarihi Dünya Çocuk Hakları
Günü’ydü.
Yasa tasarısı hakkındaki görüşlerimizi
açıklamadan önce, tüm dünya çocuklarının bu anlamlı
gününü yürekten kutluyor ve konumuzla ilgisi nedeniyle sözleşme
hakkında ve ülkemiz çocuklarının gerçekliği hakkında,
kısaca da olsa, burada değinmeyi bir görev sayıyorum.
Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi tarafından
20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen ve 2 Eylül 1990 tarihinde
yürürlüğe giren bu Sözleşme, üzerinde pazarlık yapılması
olanaklı olmayan standartlar ve yükümlülükler içermektedir.
Nerede doğduklarına, kim olduklarına, cinsiyetlerine,
dinlerine ya da sosyal kökenlerine bakılmaksızın tüm
dünya çocuklarının yaşama hakkı, eksiksiz biçimde
gelişme hakkı, zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden
korunma hakkı, aile, kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma
hakkı ve diğer vazgeçilmez, devredilmez haklarını
düzenlemekte ve güvence altına almayı amaçlamaktadır.
Değerli milletvekilleri, bizler dünyada, ilk çocuk
bayramını kutlayan, bunu uluslararası bir şenliğe
dönüştüren bir Meclisin üyeleri olarak, çocuk haklarını
azami ölçüde gerçekleştirmeyi asli sorumluluğumuz ve görevimiz
olarak kabul etmeli, bunun için de, öncelikle, ülkemiz çocuklarının
içinde bulunduğu şartları gerçekçi bir şekilde ortaya
koymalıyız.
Değerli milletvekilleri, Ankara’nın merkezi
Kızılay’a doğru indiğimizde, bir yanda Güvenpark,
diğer yanda Sakarya Caddesi ve Konur Sokak; gidip baktığımızda,
onlarca çocuğun o sokaklarda çalıştırıldığını,
dilendirildiğini ve sokakta yaşamlarını sürdürdüklerini
görmekteyiz. Ayrıca, bu durum sadece o sokak ve caddelerimize
has bir tablo değildir. Ülkemizde, ülkemizin pek çok yerinde bu
görüntülere tanık olmaktayız. Bu tabloda diğer etkenlerin
yanı sıra en temel etken, yoksulluk olarak karışımıza
çıkmaktadır. Türkiye’de, tahminlere göre, 9 milyon çocuğumuz
yoksulluk sınırının altında yaşamını
sürdürmektedir. Ülkemizde her 3 çocuktan 1’i de, ne yazık ki, gelişme
çağlarında yeterince beslenemiyor. Yeterince beslenemedikleri
için, boyları uzayamıyor, kemikleri gelişemiyor ve
bedensel gelişimleri tamamlanamıyor. 500 bin kadar da sokak
çocuğumuz veya sokakta çalışan gencimiz var. Yoksul
bir ailenin çocuğu olmak, çocuklar için pek çok olanaktan yoksun
olmanın yanı sıra, okula gitmek yerine erken yaşta
çalışmaya başlamak anlamına da geliyor. Çocuk
Vakfının hazırladığı 23 Nisan 2007’de Türkiye’nin
Çocuk Gerçeği Raporu’na göre, 6-14 yaş grubunda 1 milyonun üzerindeki
çocuk fiilen çalışmaktadır. Bu çocuklar her türlü istismar
ve ihmale açık çocuklardır ve bu durum, hem toplumsal hem de
kişisel olarak vicdanlarımızı ciddi anlamda rahatsız
etmektedir. Bu çocukların yüzde 71’i okullarını
bırakmakta, sigaraya ve uyuşturucuya alışmaktadır.
Ayrıca, çalışan 420 bin civarındaki çocuğumuz
da yapmış olduğu işlerin karşılığında
herhangi bir ücret almamaktadır. Yine ülkemizde çoğu zaman
şiddetin bir terbiye biçimi olarak algılanması, bunun
hem aile içinde hem de kamusal alanlarda meşru olarak görülmesi,
şiddetin hem gizlenmesine hem de tekrarlanmasına yol açmaktadır.
Sayın Devlet Bakanımız Nimet Çubukçu tarafından
da ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin yüzde 46 oranında
olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün
2006 yılı verileri, bali, tiner gibi uyuşturucu madde
kullanan çocuk sayısının 31.761 olduğunu ortaya
koymuştur. Söz konusu veriler, sigaraya başlama yaşının
9 ile 10 yaşlarına kadar gerilediğini, alkol kullanma
yaşının da 14 ve 12 yaşlarına kadar gerilediğini
ortaya koyuyor. Ayrıca, çocuklarımız, eğitim ve
öğretim hakkından da gerektiği gibi yararlanamamaktadır.
2006-2007 eğitim-öğretim döneminde, ilköğretim çağı
nüfusunda olup ilköğretime devam edemeyen 667 bin kız, 444
bin erkek çocuğumuz bulunmaktadır. Yine Türkiye’de çocuklarımızın
ancak dörtte 1’i okul öncesi eğitime ulaşabilmektedir.
AÇEV Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı
Ay
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç
olarak ülkemiz açısından çocuk haklarına baktığımızda,
övünülecek bir durumda olmadığımız açık bir
şekilde görülmektedir. Bu durumu düzeltmek Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, yani bizler başta olmak üzere devletimizin tüm kurumlarının
temel görevidir.
Bu duygu ve düşüncelerle tüm çocuklarımızın
insanca yaşamlarını sürdürebilecekleri bir geleceğe
ulaşmalarını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşmekte olduğumuz Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’na baktığımız da ise
gerek kullanılan bazı kelimeler gerekse içerik açısından
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak uygun bulmadığımız
yönleri vardır.
Hepimizin bildiği gibi aile birliğinin çeşitli
nedenlerle bozulması, müşterek çocuklara yönelik olarak
velayet, vesayet, kişisel ilişki kurulması çocuğun
iaşe ve gözetimi gibi sorunları beraberinde getirmektedir.
Bu sorunlar uluslararası niteliğe büründüğünde ise
daha karışık bir durum arz etmekte ve ülkeler açısından
da önemli bir sorun hâline gelmektedir. Bu da ülkeler açısından
uluslararası antlaşmalara taraf olmayı zorunlu
kılmaktadır. Ülkemiz de bu nedenlerle 25 Ekim 1980 tarihli
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yönlerine İlişkin Lahey
Sözleşmesi’ni 21 Ocak 1988 tarihinde imzalamış ve
3/11/1999 tarih ve 4461 sayılı Kanun’la onaylanması uygun
bulunmuştur. Genel Kurulda görüştüğümüz kanun tasarısı
da bu Sözleşme’yi uygulanabilir kılmak amacıyla hazırlanmıştır.
Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, tasarıya,
Anayasa’mızın 90’ıncı, son maddesi gözetilerek
iç hukukumuza uygunluğu açısından baktığımızda
uygun bulmadığımız tanımlamalar ve madde düzenlemeleri
mevcuttur. Öncelikle, kanun tasarısının başlığında
bulunan “çocuk kaçırma” terimi yanlış anlaşılmaya
mahal verebilecek mahiyettedir. Lahey Sözleşmesi kurucuları
dahi, medya ve halk arasında geliştirilmiş “çocuk kaçırma”
teriminin kullanılması hâlinde, Sözleşme’nin, ceza
hukukuna ilişkin olduğu yolunda yanlış bir kanı
oluşabileceğinin anlaşılmış olması
nedeniyle “çocuk kaçırma” terimini sadece Sözleşme
başlığında kullanmışlar, Sözleşme
metninde ise bu terime hiç yer vermemişlerdir. Bu nedenlerle,
kanun tasarısının başlığı, Sözleşme
içeriğinde olduğu üzere “çocuğun haksız olarak yerinin
değiştirilmesi” veya “alıkonulmasının hukuksal
yönlerine ilişkin kanun tasarısı” olarak düzeltilmelidir.
Ayrıca, dün Sayın Arıtman’ın da ifade
ettiği gibi “veçhe” kelimesi yine aynı anlamda fakat günümüz
Türkçesine daha uygun, daha anlaşılabilir olan “yön” kelimesiyle
değiştirilmeli “yön” kelimesi kullanılmalıdır.
Tasarının 20, 21 ve 25’inci maddeleri 2004 sayılı
İcra İflas Kanunu’nun 25/B, 81 ve 341’inci maddeleri karşısında
mükerrer düzenlemeler olup gereksiz olan bu maddeler metinden
çıkarılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – Yine, geçici 1’inci
madde, kanunun 1/8/2000 tarihinden sonra meydana gelen kanun kapsamındaki
dava ve işlerde uygulanacağını belirtmektedir.
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yönlerine
Dair Lahey Sözleşmesi ülkemiz açısından 01/08/2000 tarihinde
yürürlüğe girmiş olmakla birlikte, Sözleşme’nin 35
ve 38’inci maddeleri uyarınca ülkemiz açısından yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren meydana gelen Sözleşme kapsamındaki
tüm olaylara uygulanması söz konusu değildir. Sözleşme,
taraf devletler arasında sözleşmenin iki devlet bakımından
yürürlüğe girmesinden sonra meydana gelebilecek haksız
yer değiştirme veya alıkonulma olaylarına uygulanacaktır.
Öte yandan, sözleşmeye katılan devletler bakımından,
Sözleşme, katılan devletle katılmayı kabul ettiğini
beyan eden devlet arasında kabul beyanının tevdiinden
sonraki üçüncü ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. Bu itibarla…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Köktürk.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle,
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’ta.
Buyurun Sayın Çalış (MHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 33 sıra sayılı
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun ikinci bölümü
hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün itibarıyla
Öğretmenler Günü’nü kutlayabileceğimiz daha uygun bir
gün olmadığı için,
öğretmen okulu sıralarından yetişip buralara
gelmiş bir kardeşiniz olarak bütün öğretmenlerimizin
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum; bütün öğretmenlerimize
mutluluk, başarı ve sağlık dolu bir hayat diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sözleşme, çocukların,
velayet hakkına sahip olmayan kişilerce ülke dışına
kaçırılma olaylarının artması üzerine, bu
olayların yol açtığı sorunların etkili bir
şekilde çözülmesi ve yasal boşlukların doldurulması
için uluslararası iş birliği ihtiyacının artmasından
dolayı hazırlanmıştır.
Sözleşme, aynı zamanda, Türkiye’nin de taraf
olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin,
âkit devletlere çocuğun ana ve babasından onun rızası
olmadan ayrılamayacağı hakkını güvence altına
almakta, annesinden veya babasından veya her ikisinden birden
ayrılma durumu vuku bulursa, ruhsal gelişimine ve çocuğun
çıkarlarına aykırı bir durum yoksa, ebeveynleriyle
düzenli görüşme hakkını güvence altına almaktadır.
Yine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi,
çocuğun, hangi biçimde olursa olsun ayrımcılıktan
korunması ve haklarının savunulmasını, çocukla
ilgili bütün girişimlerde çocuğun yararının gözetilmesini,
velilerin bu görevi yerine getirmede
acziyet içine düşmesi hâlinde, devletin sorumluluğunu,
ana-babaların ve geniş ailelerin çocuğun yeteneklerinin
gelişmesi açısından uygun biçimde yönlendiricilik
yapma hak ve sorumluluklarını, yaşam ve gelişmesine,
isim ve vatandaşlık hakkına, kimliğini koruma hakkını,
ana baba ile beraber yaşama hakkını, yasa dışı
yollardan yurt dışına çıkarılırsa geri
dönme hakkını, kendisiyle ilgili işlemlerde görüşünün
dikkate alınmasını; ifade, din, vicdan, düşünce özgürlüğünü;
dernek kurma hakkını, özel yaşantısının korunmasını, gerekli bilgelere
ulaşma hakkını, ana ve babanın sorumluluklarını,
suistimal ve ihmalden korunma hakkını, sosyal güvenlik ve
asgari yaşam standardı hakkını, eğitim hakkını
güvence altına almıştır. Özürlü çocukların
mümkün olan en üst düzeyde özgüvene ve sosyal güvenceye kavuşma
hakkını, çocuk işçilikten, çocuk askerlikten,
uyuşturucu ve psikotrop madde kullanılmasından ve bu
tür maddelerin üretimine, kaçakçılığına alet olmaktan;
fuhuş, pornografi dâhil cinsel sömürü ve suistimallerden, çocukların
satılma, kaçırılma, fuhşa zorlanma, işkence
ve özgürlüklerden yoksun bırakılma, silahlı çatışmalardan
korunma, suçlu duruma düştüğü zaman özel yargılanma
hakkına sahip olma gibi önemli güvenceler sağlanmıştır.
Kısaca, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren
doğum ve sonrasında reşit olana kadar mutluluk, sevgi
ve anlayış havası içinde, aile ortamında özgürce
gelişmesini sağlamasını güvence altına almaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
konuda Çocuğun Korunması ve Esenliğine İlişkin
Toplumsal ve Hukuksal İlkeler Bildirisi, Çocuk Mahkemelerinin
Yönetimi Hakkında Birleşmiş Milletler Asgari Standart
Kuralları ve Acil Durum ve Silahlı Çatışmalarda
Kadın ve Çocukların Korunmasına İlişkin Bildiri
ve uluslararası ve ulusal düzeyde değişik tedbirlere
rağmen, ne yazık ki dünya genelinde çocukların pek çok
problemi devam etmektedir. Var olan problemleri asgariye indirmek
için yapılan bu düzenlemelerin mevcut problemleri çözmesini
temenni ediyoruz. Çünkü, her ne kadar yasal düzenlemeler olsa da,
bu alanda ciddi bir rant ve bu ranttan yararlanmak isteyen kötü niyetli
insanlar ve suç örgütleri var oldukça, bu insanlar herkesin çocuğunu
kendi çocuğu gibi görecek bir vicdan ve anlayış mantalitesine
ulaşmadıkça olaylar var olmaya devam edecektir, tabii ki
mücadele ve yasal düzenlemeler de devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, daha önce diğer milletvekili
arkadaşlarımızın da üzerinde durduğu gibi,
çocuk tanımını birazcık irdelemek istiyorum.
Çocuk tanımında, Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci maddesi, ulusal yasalarca
reşit sayılma yaşı hariç, yani ulusal yasalarda
reşit sayılma yaşı farklı kabul edilmemişse,
on sekiz yaşındaki insanları, yani on sekiz yaşına
kadar çocuk kabul etmektedir. Bizim hukukumuz da bu yöndedir. Ayrıca,
ILO sözleşmeleri de bu yöndedir. Ama, bu kanun tasarısının
3’üncü maddesinin (c) fıkrasında da “onaltı yaş”
olarak tarif edilmektedir.
Biraz önce değerli milletvekili arkadaşımın
önergesi görüşüldü, ne yazık ki kabul edilmedi. Bu tezadın,
özellikle bizim ilişkilerimizin AB ülkeleriyle bu konuda olacağını
düşünürsek, ileride aile bütünlüğünün bozulması durumunda,
özellikle yabancı evliliklerden, yabancılarla evliliklerden
doğan çocuklarla ilgili anlaşmazlıklarda, vatandaşlarımızın
hakkını koruma yönünden bir risk yaratabileceğini
düşünüyoruz. Bu konuda Sayın Bakanın bizleri aydınlatmasını
bekliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
uluslararası çocuk kaçırma olaylarını sebepleri
itibarıyla ikiye ayırabiliriz: Bebek kaçırma ve çocuk
kaçırma.
Bebek kaçırma, aile birliğinin bozulması
sonucu çocuğun kimin yanında kalacağı konusunda
eşlerin anlaşamaması ve çocuk sahibi olamayan bazı
ailelerin yasal yollardan evlat edinememe durumunda gayri yasal
yollardan evlat edinme çabalarıyla karşımıza gelmektedir.
Tabii ki, işte burada biraz önce işaret ettiğimiz durum
önemli olmaktadır, ama yasal ve gayri yasal yollarla çocuk edinme
gayreti karşımıza geldiği zaman, böyle ailelerin
taleplerinin karşılanması için, hâliyle suç örgütleriyle
iş birliği durumu ortaya çıkabiliyor. Gerçi tıptaki
hızlı gelişmeler, kamuoyunda “tüp bebek yöntemi” olarak
bilinen yöntem gibi gelişmeler bu tür ailelerin taleplerini
önemli ölçüde azaltmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çalış, bir dakika süre veriyorum,
tamamlayın lütfen.
HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Tabii ki, böyle örgütlerin
hedefi, kayıtların düzgün tutulmadığı hastaneler
ve kamuoyunca istenmeyen bebek durumuna düşmüş olan çocuklardır.
Burada önemli bir husus önümüze çıkabilmektedir: Bu tür çocuklar
kaçırıldığı zaman sahte belge tanzimi söz konusu
olmaktadır. İşte, sahte belgeyle kaçırılan
ve izi kaybettirilen çocuklar bulunduktan sonra, öncelikle çocuğun
kimliğinin tespiti konusunda önemli çalışmalara ihtiyaç
vardır. Bu konuda da gerçekten bu yasada eksiklik vardır.
Bunların tamamlanması yönünde çalışmalara Türkiye’nin
öncülük yapması daha iyi olur diye düşünüyorum. İleriki
kısımdaki sözlerimde de kalan bölümlerdeki fikirlerimi
söylemeye devam edeceğim.
Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış.
Gruplar adına üçüncü söz, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’a
aittir.
Buyurun Sayın Tunç.
On dakika süreniz var.
AK PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukukî Yön ve Kapsamına Dair Kanun Tasarısı’nın
18’inci maddesinden 31’inci maddesine kadar olan ikinci bölümü hakkında
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Bir hususu da düzeltmek ihtiyacı hissettim. Biraz
önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan arkadaşımız,
kanun tasarısının adındaki “veçhe” yerine “hukuki
yön” şeklinde olması gerektiğini belirtti. Komisyonda
bu husus zaten düzeltilmiş ve yasa tasarısının
adı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yön ve
Kapsamına Dair Kanun Tasarısı olarak düzeltilmiş
oldu.
Değerli milletvekilleri, Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Sözleşme 1 Ağustos 2000 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Sözleşme, çocukların velayet hakkına
sahip olmayan kişilerce bir ülkeden diğerine haksız
olarak götürülmesi olaylarının artması ve bu olayların
yol açtığı sorunlara etkili çözümler getirilebilmesi,
uluslararası düzeyde hukuki işbirliğine bu noktada
duyulan ihtiyaç sonucunda hazırlanmıştır.
Sözleşme uyarınca, Adalet Bakanlığının
üstlendiği görevler kapsamında, çocuğun iadesi veya
çocukla şahsi ilişki kurulması davasının
açılma usulü, taraf ehliyeti ve temsil, davanın açılacağı
mahkemenin görev ve yetkisi, yargılama usulü, davaların
en hızlı usullerle görülüp sonuçlandırılması,
iade davasının hukuki niteliği, çocuğun bulunduğu
yerin tespiti, rıza ile teslimi, yararlarının korunması
ve çocuğun yerinin değiştirilmemesi için alınacak
idari tedbirler gibi hususlarda iç hukukumuzda düzenleme boşluğu
bulunmaktadır. Bu nedenle, Adalet Bakanlığımızın
sözleşmeyle üstlendiği görev ve işlerin yasal çerçevesini
oluşturmak ve bu suretle Türk hukuk mevzuatıyla uyum
sağlamak amacıyla bir uygulama kanunu çıkarılmasında
zaruret görülmüştür. Sözleşmenin amacına uygun, etkin,
süratli ve yeknesak bir şekilde uygulanmasını sağlamak
üzere, başta sözleşmeye taraf Avrupa Birliği üyesi ülkeler
olmak üzere, taraf devletlerin bu konuya ilişkin uygulama kanunları
da göz önünde tutularak hazırlanan bu tasarıyla, velayet
hakkı ihlal edilerek sözleşmeye taraf bir ülkeye götürülen
veya alıkonulan çocuğun, mutat meskeninin bulunduğu
ülkeye iadesine veya şahsi ilişki kurma hakkının
kullanılmasına dair Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’nin uygulanmasını
sağlamaya yönelik usul ve esasların düzenlenmesi amaçlanmıştır.
Tasarının 18’inci maddesiyle, uluslararası
nitelik taşıyan çocuğun iadesi veya şahsi
ilişki kurulması hakkında ilamların yerine getirilmesi
2004 sayılı Kanun’un hükümlerine tabi tutulmuştur.
Maddenin birinci fıkrasında 2004 sayılı Kanun’un
25’inci maddesi kısmen değiştirilmek suretiyle, çocuğun
iadesine veya şahsi ilişki kurulmasına dair ilamların
icra emri tebliğ edilmeksizin yerine getirilmesi uygun görülmüştür.
Bu suretle, çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması
kararlarının sözleşmeye uygun olarak en hızlı
usullerle yerine getirilmesi ve uygulamada zaman zaman
şikâyetlere sebep olan icra emri süresi içinde çocuğun tekrar
kaçırılmasının önüne geçilmesinin sağlanması
açısından faydalı bir düzenlemedir.
Tasarının 19’uncu maddesiyle, çocuğun iadesi
veya şahsi ilişki kurulmasına dair ilamın icrası
sırasında çocuğun yanında bulunduğu kişi
bulunmaz veya hemen bulundurulması mümkün olmaz ise ilamın
gıyabında yerine getirileceği, çocuğu alıkoyan
kişi çocuğun bulunabileceği yerleri göstermekle zorunlu
tutulmuş ve icra müdürünün bu yerleri gerektiğinde zorla
açtırma yetkisine sahip olduğu belirtilmiş; 20’nci
maddeyle de kolluk kuvvetlerinin icra müdürlüğünün emirlerini
yerine getirmesinde yardımcı olacağı düzenlenmiştir.
21’inci madde çocuğun korunması açısından
önemlidir. İcra ve İflas Kanunu’nun çocukların teslimine
ve çocukla şahsi ilişki kurulmasına dair ilamların
icrasında icra müdürü ile birlikte Sosyal Hizmetler ve Çocuk
Esirgeme Kurumu tarafından görevlendirilen sosyal hizmet uzmanı,
pedagog, psikolog veya çocuk gelişimcisi bir uzmanın bulunması
zorunluluğu, çocukların korunmasını amaçlamaktadır.
22’nci maddede, çocuğun iadesi veya şahsi
ilişki kurulması hakkındaki kararın yerine getirilmesi,
çocuğun fiziksel ve duygusal yönden gelişimini
ağır bir tehlike içerisinde bırakması durumunda
icranın ertelenmesi hükmü, çocukların bir meta olarak değil,
bir insan olduğu düşüncesine dayanmaktadır.
23’üncü madde, iade veya şahsi ilişki kurulmasına
dair kararların icrası suretiyle çocuğun iadesi,
başvuruda bulunanın veya tayin edeceği kişi yahut
kurum yetkilisinin hazır bulunması şartına
bağlanarak, uygulamada genellikle başvuran
şahıs veya kurum, yabancı ülkede bulunduğu için iade
veya şahsi ilişki kurulmasına dair kararın icrasında
çocuğun kime teslim edileceği sorununu ortadan kaldıran
olumlu bir düzenlemedir.
Çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması
işlemleri devam ederken veya iade sürecinde çocuğun yanında
bulunduğu kişi tarafından kötü niyetli olarak adresinin
değiştirilmesi, hatta kaçırılması sebebiyle
teslim edilememesi, uygulamada ciddi sorunların ortaya
çıkmasına yol açmaktadır. 24’üncü maddede getirilen
tedbirlerle bu sorunların çözülmesi sağlanmış olmaktadır.
25’inci madde ile çocuğun iadesi veya şahsi
ilişki kurulması konusunda verilmiş bir karara aykırı
olarak çocuğu gizleyen veya ilamın icrasından sonra,
tekrar kaçıran taraf ile bu eylemlere iştirak edenlerin
İcra ve İflas Kanunu’nun 341’inci maddesine göre yaptırıma
tabi tutulması, ilamların icrasını da kolaylaştıracaktır.
Tasarının 26’ncı maddesinde, küçüğün
giderlerinin devlet tarafından karşılanacağı,
27’nci maddesinde de bu kanunun uygulanmasından doğan dava
ve işlerin harca tabi olmadığı ve 28’inci maddede
de bu kanunun uygulanmasında başvuruda bulunanın adli
yardımdan yararlanabileceği, 29’uncu maddede de usul hükümleri
düzenlenmiştir.
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine
Dair Sözleşme’nin uygulanmasını sağlamaya yönelik
olan bu kanun tasarısının hayırlı olmasını
temenni ediyor; öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü,
diş hekimlerimizin de Diş Hekimleri Haftası’nı
kutluyor, yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç.
Şahısları adına söz talepleri vardır.
İlk söz, Mersin Milletvekili Sayın Vahap Seçer’e
aittir.
Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî
Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümüyle
ilgili, şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, yarınımızın güvencesi
çocuklarımızın eğitimini onların ellerine
teslim ettiğimiz değerli öğretmenlerimin 24 Kasım
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Ayrıca, geçtiğimiz
20 Kasım, Çocuk Hakları Günü idi. Geleceğimizin teminatı
olan çocuklarımızın Çocuk Hakları Günü’nü kutluyor,
çocuklarımızı sevgiyle kucaklıyorum.
Değerli milletvekilleri, çocuklarımızı
korumak, hem vicdani hem de Anayasal bir sorumluluğumuzdur. Ancak,
çocuklarımızla ilgili son yıllarda artan sorunlar
ulusal bir gerçektir. Çocuklarımız, âdeta, yasa dışı
işlerde kullanılan bir maşa konumuna gelmiştir.
Ülkemizde son yirmi-yirmi beş yıllık süreçte yaşanan
birtakım yapısal değişiklikler çocuklarımız
üzerinde maalesef olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Bu yapısal
değişiklikler, göç, hızlı kentleşme, denetimsiz
nüfus artışı, gelir dağılımındaki
adaletsizlik olarak sınıflandırılabilir.
Özellikle son on yıl içerisinde, Avrupa Birliğine
uyum süreci içerisinde tarım politikalarındaki birtakım
değişiklikler kırsalda yaşayan insanlarımızı
işsiz konuma getirmiştir. Nitekim, bu politikalar,
hız
Bu çocuklarımız, bu ailelerin çocukları,
tabii ki aile kendi geçim derdi içerisinde, sıkıntısı
içerisinde bu çocuklarımıza gerekli ilgi ve şefkati
gösteremediler ve çocuklar sokaklarda çalışmaya terk
edildi, çocuklar sokaklarda yaşamaya terk edildi, bunlar da beraberinde
birtakım sorunları getirdi. Nedir onlar?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum, tamamlayın lütfen.
VAHAP SEÇER (Devamla) – Toparlıyorum.
Özellikle yasa dışı birtakım organize
suç örgütleri, terör örgütleri, çocukları, âdeta, yasa dışı
işlerinde bir maşa gibi kullanmaya başladılar,
bu çocukların yarınları tehlike altına girdi.
Tabii ki burada, Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerine
düşen görevi yaptı mı, bunu sorgulamak lazım. Aslında,
yasalar incelendiğinde, bakıyorsunuz, bu meseleyle ilgili
bütün detaylar düşünülerek gerekli zamanda gerekli yasalar
çıkartılmış ama maalesef, bu yasaların uygulamasında,
hayata tatbikinde sıkıntılar olduğu ortaya
çıkıyor. Dilerim, bu süreçte ve bundan sonraki süreçte,
mevcut Hükûmet bu işin ciddiyetini kavrar ve bu hususta gerekli
tedbirleri alır diye düşünüyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Seçer.
Şimdi Komisyona söz vereceğim.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı Sayın
Ahmet İyimaya.
Buyurun Sayın İyimaya.
On dakika süreniz var.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Sayın Başkanım, yüce kurulun değerli
üyeleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Genel ve bölümler üzerindeki görüşmelerde ortaya
atılan düşünceler üzerine, yanlış anlaşılmaya
mahal vermemek ve uygulamaya ışık tutmak sınırında,
birkaç noktada kurmakta olduğumuz hukukun muhtevasını
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, gerek 2005 yılında
gerek daha önceki yıllarda değişiklik yapılması…
Değiştirilen, Anayasa’mızın 90’ıncı maddesi
hükmüne göre insan haklarına, temel hak ve hürriyetlere
ilişkin katıldığımız sözleşmeler iç
hukukun bir parçasıdır ve 1 Ağustos 2000 yılında
bu Sözleşme onaylanarak yürürlüğe girmiştir, o zamandan
bu zamana zaten uygulanıyordu. Peki, neden bu kanun çıkarılıyor?
Tabii, o Sözleşme bir ahdî mükellefiyet ve iç sorunlardan kaynaklanan
uygulama problemlerimiz var. Siz, bu Sözleşme’ye göre, içeride,
Sözleşme kapsamında kurmak zorunda olduğunuz organları
ancak yasayla kurabilirsiniz, Anayasa madde 6. Yine, burada yargı
organlarını yetkilendiriyor, görevlendiriyor veya yargıyla
ilgili usul hükümleri üretiyorsanız, mecburen Anayasa’mızın
142’nci maddesine göre yasayla çıkaracaktık. Hem bu boşlukları
gidermek hem genelgelerle -tam belirlilik değil- yapılan
uygulama belirsizliklerini ortadan kaldırmak için, yüce Kurul,
bu konudaki ihtiyacı karşılamakta, bu amaçla da bu hukuku
kurmakta.
Ad üzerinde tartışmalar yapıldı.
Doğrudur. Bizden önceki Komisyon, bundan önceki yasama dönemindeki
Komisyon, Komisyon raporumuzdaki adı kurdu, “Veçheler” yerine
“Yön ve Kapsam” ibaresini geliştirerek adını değiştirdi.
Aslında, Sözleşme’nin uygulanması anlamındaki
kanunda, Sözleşme’nin adını Türkçeleştirerek veya
kavramsal olarak aynen tekrar etmenin bir gereği de yok. Burada
velayet hukukuna aykırı olarak “bir ülkeden diğer ülkeye
yerleri değiştirilen çocuklar hakkında kanun” veya
“çocukları koruma kanunu” diyebilirdik. Bizim Tüzük’ümüzün
77’nci maddesi kapsamında, muhtevaya müdahale etmediğimiz
için, Adalet Komisyonumuzun önceden benimsediği adı benimsedik.
Yine, bazı arkadaşlarımız iade davası
ile velayet davasının çakışmasında millî egemenliğe
hükümranlık hakkına aykırı davranıldığı
görüşünü ortaya attılar. Burada, katiyen, iade hâlinde
zaten iade edilecek ülkenin hukuku uygulandığı için,
biz burada bir velayet hakkı kursak, nihayet gümrük kapılarımızın
terkinden sonra o hükmün bir anlamı olmayacaktı. O da egemenliğe
değil, bilakis milletlerarası hukukun ve çocuk koruma hukukunun
yapısına uygun bir düzenlemedir.
On altı yaşa çok takınıldı. Burada,
yasanın ve Sözleşme’nin temel amacı velayet hakkında
çatışan kişilerin, genellikle anne babanın menfaatlerini
değil çocuğun menfaatlerini korumak. Tabii, Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin düzenlediği
tarih ile şu anda katıldığımız Sözleşme’nin
düzenlendiği tarih arasında epeyce fark var, gelişme
var; çocuk gelişiminde, tıpta, değerlerde gelişmeler
var ve hem sözleşme koyucu hem yasa koyucu olarak, on altı
yaşında bir çocuğun anne babasının telkinlerine
veya ihtiraslarına veya değerlendirmelerine bağlı
kalmaksızın daha doğru karar verebileceğinden
hareketle -Sözleşme de öyle- biz de on altı yaşı benimsedik
ve ayrıca, geçen dönemde yasama organının bu fiilleri
suç sayan Ceza Kanunu’ndaki düzenlemesinde, zannediyorum 234’üncü
maddenin birinci bendinde de on altı yaş benimsendi.
Bilhassa Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan
değerli arkadaşımız geçici maddenin gereksiz olduğunu
ifade ettiler veya Sözleşme’yle çatışma içinde olduğunu
ifade ettiler. Aslında, burada birlikte yürüyen hukuk var, milletlerarası
hukuk ile iç hukukun birlikte yürümesi sorunu var. Bizim normların
zaman bakımından etki doğurması veya yürürlüğü
sorununda temel ilke, yasanın yürürlüğe girdiği anda
derhâl etki doğurması -intikal hukukunun temel prensiplerinden
birisi- geleceği erteleyebilirsiniz, geçmişi erteleyebilirsiniz.
Geçici madde, Sözleşme’nin yürürlüğü tarihine, geriye
gitti. Aslında, ihtilaf hâlen varsa, anlaşmazlık hâlen
varsa, zaten, bu kanunun Resmî Gazete’de yayımı anında
bu kanun uygulanacağı için, geçici 1’inci maddenin varlığı
zarar değil, yokluğu da gerekli değil, yani varlığı
gerekli değil yokluğu da bir boşluk doğurmuyor ama
bir fazlalık, faydalı bir fazlalıktır.
Yüce Kurulu, sadece bu konuda teknik olarak bilgilendirmek
istedim, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İyimaya.
Şahıslar adına son söz, Karaman Milletvekili
Sayın Hasan Çalış’ta.
Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakika.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tekrar, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Birinci bölümde, bebek kaçırma ve çocuk kaçırma
olarak, nedenleri itibarıyla, kaçırmaları izah etmeye
çalışmıştım. Çocuk kaçırma olayında
da bebek kaçırmadaki nedenlerin yanında, karşımıza,
organ kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, savaş,
terör, fuhuş, pornografi gibi alanlarda faaliyet gösteren suç
örgütleri çıkmaktadır.
Tabii ki bu yasanın özü itibarıyla, ikinci bölümde,
söz konusu olan çocuğun iade kararı verildiği andan
itibaren, velayet hakkı sahibi olan kişiye teslimine kadar
olan işleri, yapılacak tedbirleri arka arkaya sıralamıştır
maddeler hâlinde yani çocuğun nasıl teslim alınacağı,
nasıl teslim edileceği, bu aşamada nasıl muhafaza
edileceği vesair. Ancak, anlaşmazlık durumunda
eğer kimlik değiştirilmişse kimliğin anlaşmazlığının
tespiti, gerçekten, belki de bu uluslararası Sözleşme’nin
yayınlandığı tarih itibarıyla, tıptaki
gelişmelerin gözden kaçmasıyla ilgili olarak, bunu ben
bir eksiklik olarak görüyorum. Bu konuda, Birleşmiş Milletler
nezdinde, yetkililerimizin girişimde bulunmasının
insanlığa faydalı bir iş olacağını
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki bugün
itibarıyla, Birleşmiş Milletlerin, ulusal ve uluslararası
düzeyde pek çok gönüllü kuruluşun çalışmasına ve
yasal düzenlemelere rağmen, otuzdan fazla ülkede, UNICEF kayıtlarına
göre, 2007 yılı kayıtlarına göre, 246 milyon çocuğun
emeği sömürülüyor; 1,2 milyon çocuk, çocuk ticaretine maruz
kalıyor; 2 milyon çocuk, seks ticaretinde kullanılıyor;
300 binden fazla çocuk savaştırılıyor. Çocukların
bazıları kaçırılırken bazıları yabancı
yerlerde iş ve eğitim vaadiyle kandırılıyor.
Uluslararası çocuk kaçakçılığını
önleyebilmek için alınan yasal tedbirlerin yanında, bu
alanda faaliyet gösteren suç örgütlerinin beslendiği bataklıkları
kurutmak, sosyoekonomik ve sosyokültürel problemleri hızla
çözmek ve bu konuda toplumun bilincini yükseltmek, son derece önemlidir
ancak toplum bilinci ve toplum yönlendirilmesi açısından,
televizyonların, gazetelerin, iletişim organlarımızın
sorumluluğu büyüktür. Ne yazık ki bugün itibarıyla
oluşturma gayretinde oldukları popüler toplum, popüler
kültür özentisinden, çocukların evden kaçma sebeplerinin de
arkasında sorumsuz yayın anlayışı vardır
arkadaşlar ama bunun ötesinde, toplum bilincini yükseltmek
açısından da iletişim organlarımıza, gerçekten,
çok önemli görevler düşmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu çocuk kaçakçılığında,
yukarıda söylediğimiz sebeplerin yanında, savaşın
yarattığı ortamı ve terör ortamını da
dikkate almak durumundayız. Yakın tarihte, gözlerimizin
önünde, Bosna’da seyrettiklerimizin, Irak’ta seyrettiklerimizin
çocuk kaçakçılığı için ne kadar uygun bir ortam olduğunu
hepimiz, yüreğimiz sızlayarak izledik değerli arkadaşlar.
Hepimizin bildiği gibi, masum isteklerle çıkan terör örgütleri,
bir gün, yavrularımızı aldı, sınırların
ötesine götürdü, sokakta kullandı, kapkaç çetesinde kullandı,
her türlü suç makinesi hâline getirdi. Bunu da bitirmemiz çok önemlidir
değerli arkadaşlarım.
Bu arada, bütün bunların yanında, çocuklarımızın
ne kadar kıymetli olduğunu gözümüzün önüne getirip tedbirler
alırken bunu hiç unutmamamız gerekmektedir değerli arkadaşlarım.
Bu bilinci yükselttiğimiz zaman…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika süre veriyorum Sayın Çalış.
HASAN ÇALIŞ (Devamla) - … inşallah, gelecek zaman
içerisinde, bu alanda faaliyet gösteren suç örgütlerinin vicdanlarını
sızlatacak bir toplumsal anlayış oluşturabiliriz.
Bu anlayışın oluşturduğu refah toplumu ortamında
bu suçları, bu suçluları inşallah bu kürsülerde konuşmayacağımız
bir ortam oluşur diyorum.
Bu kanunun hayırlara vesile olmasını, hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış.
Şimdi, soru-cevap işlemi yapacağız.
İlk soru Sayın Tütüncü’ye ait.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Şimdi, bu bölümdeki 29’uncu maddeye göre, bu kanunda
hüküm bulunmayan hâllerde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
ile Çocuk Koruma Kanunu hükümleri uygulanıyor. Bu kanunlardaki
çocuk yaşı sınırı kaçtır; on sekiz midir,
on altı mıdır? On sekiz yaş ise, bu Sözleşme’nin
uygulanması çocuk on altı yaşına geldiğinde
sona ereceğine göre, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Kanunu ile Çocuk Koruma Kanunu nasıl uygulanacaktır?
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon mu cevap verecek, Sayın Bakan
mı?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ
EKER (Diyarbakır) – Komisyon cevap versin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın İyimaya.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Bu bir atıf maddesidir. On altı yaş konusunda
bu yasada bir duraksama olmadığı için atıf konusu
olmaz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Başka soru yoktur.
İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde
üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı
ayrı oylarınıza sunacağım.
18’inci maddenin başlığını okutuyorum:
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kararların Yerine Getirilmesi
Kararın yerine getirilmesi
MADDE 18-
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
19’uncu maddenin başlığını okutuyorum:
İcra müdürlüðünün yetkisi
MADDE 19-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
20’nci maddeyi okutuyorum:
Kolluk kuvvetlerinin görevleri
MADDE 20-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
21’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Koruma tedbirlerinin yerine getirilmesi
MADDE 21-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
22’nci maddenin başlığını okutuyorum:
İcranın ertelenmesi
MADDE 22-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
23’üncü maddenin başlığını okutuyorum:
Çocuðun iadesi
MADDE 23-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
24’üncü maddenin
başlığını okutuyorum:
Çocuðun yerinin deðiştirilmemesi
MADDE 24-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
25’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Yaptırım
MADDE 25-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
26’ncı maddenin başlığını okutuyorum:
Çocuğun giderleri
MADDE 26-
BAŞKAN – Komisyon Başkanının düzeltmeyle
ilgili bir talebi var, kendisine söz veriyorum.
Buyurun Sayın İyimaya.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Sayın Başkanım, 26’ncı maddenin (1)’inci
fıkrasında yer alan “küçüğün” ibaresi, “çocuğun”
olarak düzeltilecektir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Bu düzeltmeyle maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
27’nci maddenin başlığını okutuyorum:
Yargılama masrafları
MADDE 27-
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
28’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Adlî yardım
MADDE 28-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
29’uncu maddenin başlığını okutuyorum:
BEŞİNCİ BÖLÜM
Son Hükümler
Usul hükümleri
MADDE 29-
BAŞKAN – Komisyonun söz talebi vardır.
Buyurun Sayın İyimaya.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA
(Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Yine, bu maddede yer alan “9.1.2001” rakamlı ibareleri
“9.1.2003” olarak düzeltilecektir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Düzeltilmeyle birlikte maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
GEÇİCİ MADDE 1.-
BAŞKAN – Geçici madde 1’i oyluyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
30’uncu maddenin başlığını okutuyorum:
Yürürlük
MADDE 30-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
31’inci maddenin başlığını okutuyorum:
Yürütme
MADDE 31-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir.
İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları
tamamlanmıştır.
Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde
sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini,
bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar
var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını
da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen
3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN – Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Yön ve Kapsamına Dair Kanun Tasarısı’nın
açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 229
Kabul : 229 (x)
Tasarı kabul edilmiştir, kanunlaşmıştır,
hayırlı olsun.
2’nci sırada yer alan, Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2 - Milletlerarası Özel
Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 47) (xx)
BAŞKAN – Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 47 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince,
bu tasarı, İç Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında görüşülecektir.
Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp
maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra, bölümler hâlinde görüşülecek
ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın
Şahin Mengü.
Buyurun Sayın Mengü.
CHP GRUBU ADINA ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2675 sayılı Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un değiştirilmesi
yönündeki tasarı ve komisyon raporu hakkında Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım.
BAŞKAN – Sayın Mengü, bir saniye…
Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibi dinler misiniz.
Buyurun Sayın Mengü.
ŞAHİN MENGÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
huzurunuzdaki tasarı, hukukun çok özel kısımlarını
ilgilendiren bir yasa tasarısı. Bu nedenle, bunun bir temel
yasa olarak dahi tartışılmaması, görüşülmemesi
gerekirdi. Ancak, komisyondan böyle geçtiği için, bu tasarıya
bir temel yasa gibi bakarak tartışacağız.
Toplumların gelişmesi, değişen ekonomik
ve sosyal şartlar, zaman zaman yasaların değişmesi
zaruretini yaratır.
Değerli milletvekilleri, 2675 sayılı Yasa,
yani şu anda yürürlükte olan, kabul edeceğimiz tasarı,
görüşeceğimiz tasarı kabul edildiği takdirde yürürlükten
kalkacak olan tasarı, evvela 1976 yılında, İstanbul
Üniversitesinde bir bilim bölümü tarafından üstünde çalışmalar
yapılan, 1978’de bir sempozyumda tartışılan, akabinde
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
ve Adalet Bakanlığında da çalışmalar yapılarak
gündeme getirilen, son şekli verilen İstanbul’daki tasarının,
İstanbul tasarısının esas metin kabul edildiği
ve bu nedenle ancak ta 2002 yılında kanunlaşabilen bir
yasa tasarısıdır ve huzurlarımızda kanun
olarak bulunmaktadır. Yani, bir yasa tasarısının
hazırlanması, nereden bakarsanız bakın çok uzun
süre almıştır.
Bütün bunlar, bu yasa tasarısının ellenmeyeceği
anlamına gelmez. Elbette 2002’den günümüze kadar değişen
sosyal ve ekonomik şartlar, hukuki şartlar, Türkiye’nin
yaptığı ikili anlaşmalar, çok taraflı anlaşmalar
zaman zaman kanunların değişmesi gerektiğini bize
gösterir. İşte sözü edilen, huzurlarınızda tartışılan
yasa tasarısı da bir değişiklik ihtiyacından
doğduğu ileri sürülmektedir. Ancak, gerek bilim adamlarıyla
yaptığımız konuşmalarda gerek bu işlerle
uğraşan bir avukat meslekli arkadaşınız olarak
ben, henüz, bu yasanın bir tıkanıklığa sebep
olduğunu, mahkemelerin uzamasına neden olduğunu kesin
olarak bizlere verecek verilerin ortaya çıkmadığı
inancındayım. Maalesef, 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de
yaygın bir yasalaşma olayında bazı insanların
kanunlara adını verdirmek gibi bir özel çabaları oldu.
Örneğin, dünyanın her tarafında temel yasalar bizdeki
gibi tümden değiştirilip yeni bir kanun hâline getirilmezler.
Örnek, biz Türk Medeni Kanunu’nu sil baştan yazdık. Türk Medeni
Kanunu’nun eksik tarafı yok muydu? Elbette vardı. Ancak,
1800’lü yıllarda yürürlüğe giren Code Napolyon, Fransa’da
hâlâ aynı Code Napolyon’dur. Fransa’da değişiklik ihtiyacı
olmadı mı? Gayet tabii oldu. Ne yaptı Fransızlar? O
maddelere zaman zaman A, B, C, D gibi harfler vererek ekler yaptılar.
Biz böyle yapmıyoruz, biz kanunları olduğu gibi tümden
değiştiriyoruz.
İşte, huzurunuza gelen kanun da İstanbul
Üniversitesinden bazı bilim adamlarının –tabirimi
mazur görsünler- kişisel kaprisleri, kişisel arzularıyla
hazırlanmış bir yasadır. Şimdi, tabii, biliyorum,
Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Bakan hemen diyecekler
ki: “Olur mu efendim? Adalet Bakanı sahiplendi.” Doğrudur,
Adalet Bakanlığı sahiplenmiştir, çünkü tasarı
hâline geldiğine göre. Ancak, herkesin bildiği, nitekim
kendilerinin dahi dayanamayıp Komisyonda tartışırken
birçok maddelerini değiştirdikleri bir tasarıdır.
Hâlen bu tasarı -şu anda dışarıda onlarca değişiklik
önergesi hazırlanmaktadır- yani, çok ciddi tartışılmadan,
bir grup profesörün kendi arzularıyla yaptıkları bir
yasa tasarısıdır. 2675 sayılı Yasa’da değişiklik
ihtiyacı var mıdır? Vardır. Ama böyle, tümden yasayı
atalım, yeni bir yasa yapalım denecek durumda değiliz.
Öncelikle 2675 sayılı Yasa’nın –zaten bu tasarıda
da öyle- ilk yirmi maddesinde bir değişiklik yok, yani maddenin
sıralamasında yok. Akabinde gelen maddelerde değişiklik
yapılmış.
Şimdi, yıllardır, çok özel bir kanun olduğu
için, hâkimlerin bu kanuna dahi, 2675’e intibak etmeleri dahi çok
uzun zaman aldı. Hâkimlerin yeni öğrendiği, yeni uygulamaya
başladığı… Çünkü, bir yabancı hukukun uygulanması
kanunu bu kanun. Bu, her mahkemenin, her ilçe mahkemesinin uyguladığı
bir kanun değildir. Daha çok büyük kentlerdeki hâkimlerin uyguladığı
bir yasadır. Bu nedenle uygulanması ancak oturmuş bir
kanun tasarısıdır. Tüm yürürlük süresi yirmi beş
senedir. Dünyanın her tarafında kanunlar eskidikçe
kıymet kazanırlar. Bu, anayasalar için de böyledir, kanunlar
için de böyledir. Çünkü, kanunun uygulanması uzadıkça, üstündeki
tatbikat geliştikçe yorumlanması da günlük farklılıklar
göstermeye başlar. Ancak, Bakanlık yeni bir tasarı hazırlanmasına
karar vermiş, tasarı huzurlarımıza geldi.
Elbette, maddeler hakkında görüşmeler yapılacağı
zaman her madde hakkında da birçok şey söylenecek. Ancak, bazı
şeyleri çok kaba hatlarıyla söyleyerek geçmek istiyorum.
Örneğin, bu yasanın temelini oluşturan yabancı
kanunların Türkiye’de uygulanmasında 2’nci madde sadece
kişinin hukukuyla aile hukukunun uygulanmasında yabancı
yasanın uygulanacağını öngörmüş. Şimdi,
yasanın gerekçesine baktığınız zaman,
işte, Avrupa Birliğine uyum deniliyor, tıkanıklık
deniliyor, Türkiye’nin ihtiyaçları deniliyor; arkasından
da bir başka madde gerekçesinde hâkimlerin yabancı kanunlara
ulaşabilmesindeki zorluktan bahsediliyor. Şimdi, bilişim
teknolojilerinin bu kadar hızlı geliştiği, artık,
evdeki çoluk çocuğun dahi bilgisayarlardan dünyanın her
tarafındaki bilgiye ulaşabildiği bir dönemde bir mahkemenin
–ki, bugün hemen hemen, bildiğim kadarıyla, bütün mahkemelerde
bilgisayar ağı var- bir hâkimin herhangi bir yasaya ulaşamayacağını
düşünmek mümkün değil.
Ayrıca, özel hukukta davanın, dosyanın tarafları
var, davalısı var, davacısı var. Uygulanması
gereken yasa maddesini zaten bunlar sizin önünüze getirecektir.
Bu nedenle, bu yasa tasarısında sadece incelemeyi kişi
hukukuna indirmek, aile hukukuna ilişkin yasalarda yabancı
hukukun uygulanacağını, diğer işlemlerde
uygulanmayacağını söylemek çok da makul gelmemekte.
Bu yasada beni çok rahatsız eden bir başka
şey var. Eski kanunda, yani, şu anda yürürlükte olan kanunda
açıkça bir kanun seçilirdi, uygulanacak kanun taraflarca
açıkça tespit edilirdi. Bu kanuna baktığınız
zaman üstü kapalı, örtülü de bir hukuk seçimi söz konusu. Aynen
şu: Sözleşme hükümlerinden veya hâlin
şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde, anlaşılabilen
hukuk seçimi de geçerlidir. Bu çok subjektif bir şey. Bana göre
çok açık olan bir şey, bir başkasına göre çok müphem
olabilir. Bu tip, yasayı ileride uygulayacak olan insanları
sıkıntıya sokacak, davaları uzatacak birçok sakıncası
var gibi geliyor.
Bir başka tehlikeli
bölüm: Zaman zaman, çok uluslu şirketlerin kendi aralarında
yaptığı sözleşmelerde görülen bir şey vardır;
bu sözleşmenin şurasına İspanyol hukuku, burasına
İsviçre hukuku uygulanır denir. Biz, her yurt dışında
olan şeyin, sanki çok doğruymuşçasına, uygulamalarına
bakmadan, kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Örneğin
-bu söylediğim şey, tasarının 23’üncü madde, 2’nci
fıkrası- “Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına
veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.”
diyor. Özellikle, taraflar arasında yapılan sözleşmenin
tüm maddeyle bütünlük arz ettiği durumlarda böyle bir bölünmenin
çok ciddi sakıncalar yarattığını kabul etmek
lazım.
Ayrıca arkadaşlar, bu yasanın dilinde de
büyük sorunlar var. Öyle kelimeler kullanılmış ki,
Türk hukukunda da bugün, daha henüz geçerli olmayan, yani uygulamada
da kabul edildiği şüpheli olan, tam karşılığını
bulamadığımız kelimeler var. Hatta o kadar var
ki, tasarının gerekçesini incelerseniz, bir kelime var
burada, tasarıda yazdığı için bunu kullanmak istiyorum,
bizim hukukumuzda “ikametgâh” diye geçen -eski tabirle ikametgâh,
yeni tabiriyle Medeni Kanun’da başka şey- kelimenin
İngilizce dilindeki söylemi -sizlerden çok özür dileyerek söylüyorum-
domicile. Ama biz bunu getirmişiz, o anlamdan, yani bu domicile’ın
anlamından çıkartmış başka bir kelime koymuşuz.
Bu konuyu teknik olarak bilen arkadaşlarım bilir, bizim
kullandığımız, yani şu anda kanunda adapte
edilen hüküm -gene özür dileyerek tasarıda olduğu için söylüyorum-
“establishment“ kelimesinin karşılığı. Ama
unutmayın ki bu yasayı sadece bizler uygulamayacağız,
bu yasayı yabancılar da uygulayacak.
Şimdi, bu tür, böyle bir kelime sıkıntısı
var. Onun dışında, işte -biraz evvel de tek tek
çıkarttım bunları sizlere arz etmek üzere- birçok kelimeyi,
Türkiye'de daha hukukumuzda yerleşmemiş kelimeleri biz
bu yasa tasarısına adapte etmişiz
Şimdi, bütün bu sıkıntılar, bu yasa tasarısının
çok alelacele getirildiğini… Arkadaşlar kusura bakmasınlar,
çok çalışmışlar, bakarsanız da listeye, bir sürü
ilim adamının adı geçiyor, ancak bu tasarı, Komisyonda
-gene söylüyorum- benim partimin de katkılarıyla, bir temel
kanun gibi -eskiden görüşülmüş- 77’nci maddeye göre getirilmiş,
geçirilmiş, ama bu maddelerin oturulup tek tek tartışılarak
yapılması lazım, tekrar Komisyona iadesi gerekiyor.
Şu anda dışarıda 2 tane arkadaşım
-gelmişler herhâlde buraya- gerek Cumhuriyet Halk Partisinden
bir arkadaşım gerekse Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşım,
herhâlde on kadar değişiklik önergesi hazırladılar.
Düşünebiliyor musunuz, kırk altı-elli maddelik bir yasa
tasarısında en az on-on iki tane değişiklik önergesi
vereceğiz. Böyle bir yasa tasarısı, baştan, çok
ciddi sıkıntılar yaratır. Bence, Komisyonun yapması
gereken, Bakanlığın yapması gereken, bu tasarıyı
çekip evve
Bu kanun siyasi bir kanun değil; bu kanun, hiçbir siyasi
partinin kendine bir siyasi prim yapacağı bir kanun değil.
Bu, çok teknik bir kanun. Yarın, avukatıyla hâkimiyle uygulanacak
bir kanun. Elbette, her kanunu hâkim, avukat uygular, tatbikatı
böyledir ama bu kanun, yani, bir siyasi çıkarı olan, bir siyasi
altyapısı olan, bir siyasi konuşmanın yapılabileceği
bir kanun değil. Bu kanun, çok teknik, yabancı hukukun Türk
mahkemeleri tarafından, yani Türk mahkemelerinin yetkisi
açısından hazırlanan bir yasa tasarısı, usul
kanunu gibi. O nedenle, bu yasa tasarısının, tekrar
tekrar gözden geçirilerek uygulanması gerekir.
Örneğin, öyle tabirler var ki değerli arkadaşlarım,
47’nci maddede -hemen aklıma, şurada, önümde notumda gördüm
de- “yabancı gerçek ve tüzel kişiler” diyor. Peki, yabancı
olan gerçek ve tüzel kişilerin dışında, o ülkenin
kamu kurumu, örnek, o ülkenin demir yolları kurumu, onu nasıl
tarif edeceğiz? Eski kanunda da yanlıştı bu kelime,
oraya “yabancılar” tabirini koyarsınız, “yabancı”
dediğiniz zaman, bunun içine hepsi birden girer. Yani, buradaki
kimseyi sıkıntıya sokmaz. Yarın herhangi bir davada
yabancıların bazı şeylerden kurtulması için
imkân sağlamamış oluruz. Bu nedenle bu yasa tasarısını
baştan tekrar bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Her kanun gibi
–baştan da aynı şeyleri söyledim- çok temel bir kanun,
ama temel kanun derken, bir Medeni Kanun, bir Borçlar Kanunu, bir Ticaret
Kanunu değil, özelliği olan Türk mahkemelerinin uluslararası
yetkisini tartıştığımız bir yasa tasarısı.
Bu nedenle, hem kendi hükümranlık haklarımıza sahip
çıkarak hem de bu yasayı uygulayacak insanların bu
işi rahat uygulaması için gereken imkânı sağlayalım.
Yasa tasarısının tümüne bakarsanız
-içinizde birçok çok değerli avukat arkadaşım var, onların
da bu yasayı tatbik edenlerini biliyorum- geçtiğimiz,
şu anda yürürlükte ki olan 2675 sayılı Yasa’yla ilgili
hiçbirimizin bir derdi yok, kim “var” diyorsa olayı biraz abartıyor.
Şimdi, burada, bunları hiç söylemek istemezdim ama, bir
İstanbullu profesörün, ta Pakistan devletinin avukatı olarak
Türkiye’de açtığı bir davadaki arzuları yönünde
hazırlanmış bir tasarıdır. Sağ olsunlar,
sonra o komisyonda bu tasarıdan o arzuları çıkartmışlar,
ama tasarının temelinde yatan arzu, İstanbul Hukuk Fakültesinden
bir profesörün kendi arzusuyla, kendi kaprisiyle huzurlarımıza
getirdiği bir tasarı. Bu kadar teknik bir tasarıda,
lütfetsinler, bu tasarıyı geri çekelim –yine söylüyorum
siyasi bir tasarı değil, bu çok teknik bir tasarı- yarın
üç günde bir yasa değiştirmek mecburiyetinde kalmayalım.
Yarın, yine sıkışacağız –Sayın
İyimaya da avukatlıktan gelme bir arkadaşımdır-
defalarca yasa maddesi değiştirmeyelim, Türkiye bunu yaşadı.
Bu 12 Eylül askerî rejimde de sabahleyin kanun çıkardı, üç
gün sonra kötü olduğu anlaşılırdı.
İşte, hep beraber yaşadık, şimdiki 301’le ilgili
bir araştırma yaptım, bugüne kadar 12 kere mi,15 kere mi
ne değişmiş. Neden değişmiş? Çünkü, biz hiçbir
şeyi incelemeden, o günkü atmosfere göre, o günkü siyasal konjonktüre
göre, rüzgâra göre yasa yapıyoruz. Şimdi, bu yasaları
da –lütfen bu çok teknik bir konu- geriye çekelim, çünkü bu yasanın
gecikmesinde hiçbirimizin ne menfaati var ne bundan bir kaybı
var. Türk mahkemelerinin uluslararası yetkisini konuşuyorsak
bunu çok sağlıklı ve sağlam yapalım. Eğer
bunu sağlıklı yapmıyorsak yarın çok daha büyük
sorunlara, mahkemeleri çok daha büyük tıkanıklıklara
sebebiyet vereceğiz, Söylüyorum: Kanunda daha Türk hukukunda
yerleşmemiş terimler kullanılıyor. Çok komik gelen
bir kelime vardı bana, “en yakın hukuk” falan gibi, “en alakadar
hukuk” gibi. Böyle bir kavram yok Türk hukukunda, hangisinin var olduğunu
da söyleyemeyiz. Daha hâlâ hukukçuların tartıştığı
kavramları yasa tasarısının içine koymuşuz.
Bu kadar teknik bir yasanın bu kadar oldubittiye getirilmemesi
lazım. Bakın, 2675 hazırlanırken altı yıl
çalışılmış. “Altı yıl çalışalım.”
demiyorum, ama en azından bir müddet daha, Komisyonda bunun maddelerini
tek tek yapalım. Şimdi, burada hazırlanan önergeleri
gündeme getir, her dakika konuş, her önergede önerge sahibi
beş dakika konuşsun… Bunları yapacağımıza,
yüce heyeti bununla işgal edeceğimize, hiç olmazsa Komisyonda
oturalım, hep beraber dirsek dirseğe verelim, bu işi uygar
ülkelerin uygar evlatları gibi, yüce Meclisin çatısına
yakışan bir şekilde çözelim.
Bu nedenle, bu konudaki düşüncelerimi arz ettim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mengü.
Gruplar adına başka söz talebi yoktur.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Var efendim…
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Var efendim, var…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz bildirmiştik, Sayın
Faruk Bal bizim grubumuz adına konuşacaklar.
BAŞKAN – Söz taleplerini diğer gruplar da lütfen
yazılı olarak iletirlerse yanlış yapmayız.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili
Sayın Faruk Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bal.
Yirmi dakika süreniz var.
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi
Hareket Partisi adına görüşülmekte olan kanun tasarısıyla
ilgili olmak üzere düşüncelerimizi açıklamak için söz almış
bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Tabii, milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku dediğimiz
zaman, hızla gelişen bilginin ve teknolojinin küçülttüğü
dünyanın yaratmış olduğu iç içe girmiş, beşerî,
ticari, siyasi ve iktisadi olayların çözümüyle ilgili yargısal
sorunları görüşüyor oluyoruz.
Böyle bir kapsamlı işte temenni edilirdi ki, bu
kanun tasarısı komisyonlarda
çok ciddi bir şekilde görüşülsün, tartışılsın;
ülkemizin yabancı bir ülke mahkemesinde mütebessim yüz ile
karşılaşılmadan, eleştirilmeden, vakur bir
şekilde temsiline imkân sağlayan bir yasa hazırlayabilelim.
Bu kanun tasarısı, İç Tüzük’ün 77’nci maddesinde
geçtiğimiz haziran ayı içerisinde yapılan bir değişiklik
neticesinde Adalet Komisyonunda ciddi bir şekilde görüşülememiştir.
İç Tüzük’ün 77’nci maddesinde yapılan değişikliğin
sonunda, bir önceki dönemden kalan kanun tasarı ve teklifleri
bütünüyle Komisyonda benimsenmek suretiyle Genel Kurula indirilebilir
hâle gelmiştir. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi
geçen dönemde Mecliste bulunmadığı için, bu kanun hakkındaki
düşüncelerini maddeleri itibarıyla komisyonda değerlendirememiş
durumdadır. O bakımdan, Genel Kurula geldikten sonra ayrıntılı
bir inceleme ve netice itibarıyla bu kanunu değerlendirme
imkânını bulabildik. Şimdi, sırasıyla bunları
yüce heyetinize sunmaya çalışacağım.
Değerli milletvekilleri, sanayi toplumunu tarım
toplumundan tevarüs eden dünya 21’nci yüzyılın başından
itibaren de bilgi toplumuna geçmiştir. Aradaki tarım toplumunun,
sanayi toplumunun dünya ülkeleri ve o ülkelerde yaşayan vatandaşların
birbirleriyle münasebetleri açısından değerlendirdiğimizde,
bu münasebetler çok daha girift, çok daha derin, çok daha geniş
bir hâle gelmiştir. İnsanlar ve ülkeler arasındaki bu derin,
girift ve geniş ilişkiler muhakkak ki ihtilaflara sebep olmuştur.
Doğan ihtilafların çözüm yeri de hukukun üstünlüğü
ilkesini kabul etmiş olan bütün ülkelerde olduğu gibi bizim
ülkemizde de yargı yeridir. Fakat, bugün gündemimizde bulunan
yargı yabancı unsur taşıyan ihtilaflarla ilgili
bir yargıdır, dolayısıyla özelliği biraz daha
farklıdır. Niçin farklıdır? Çünkü “yabancı unsur
taşıyan ihtilafların çözümünde hangi kanun uygulanacaktır”
sözünün cevabı, bizi, “kanunlar ihtilafı” dediğimiz
çetrefilli bir meseleye götürür. Kanunlar ihtilafı, hukuk tarihi
boyunca ülkeler arasında ve ülkelerin bilim adamları arasında
tartışma mevzusu olmuştur. Bu tartışmalar belirli
anlayışlara doğru yönelmiş ve neticesinde de
uluslararası sözleşmeler doğmuştur.
Kanunların arasındaki ihtilafı bu sözleşmelerle
halleden hukuk dünyası, daha sonra ikinci bir sorunla karşı
karşıya kalmıştır. Bu ihtilafı hangi ülkede
çözeceğiz, yani “ülkeler arası yetki” dediğimiz kavram
karşılığında çıkmaktadır. “Ülkeler
arası yetki” dediğimiz kavram da, yine ülkelerin menfaatleri
ve o ülkelerin kendi vatandaşlarını ve kendi vatandaşlarının
kurmuş olduğu hükmi şahsiyetleri koruma içgüdüsüyle
davranmalarına neden olmuştur. Uzun süren hukuk tarihi boyunca
tartışmaların neticesinde, yetki mevzusunda da uluslararası
anlayışlar belirginleşmeye başlamış ve
bu çerçeve içerisinde de uluslararası yetki kurallarını
düzenleyen anlaşmalar gündeme gelmiş ve pek çok ikili ve
çok taraflı anlaşmayla bunlar da, ülkemizin de taraf olduğu
sözleşmelerle halledilebilmiştir.
Bu şekilde yetki ve kanunlar ihtilafını hallettikten
sonra, ülkelerin kendi içlerinde bu sorunları hangi usul ve
esaslara göre tanzim edecekleri ve hangi sözleşmelerin hangi
hükümlerini kendi iç hukuklarına nasıl yansıtacakları
sorusunun cevabına geliyoruz ki, önümüzdeki kanun da işte
bunu düzenlemektedir.
Başından beri ifade ettiğim gibi, bu yasa
tasarısında ciddi eksiklikler, ciddi yanlışlıklar
bulunmakla beraber, bu yasa tasarısı, 21’inci yüzyıla
giren Türkiye’de artık modern bir milletlerarası özel hukuk
ve usul hukuku kanununa ihtiyacımızın bulunduğu
gerçeğini gizlememektedir.
Bundan önce kısaca bilginize sunmak istiyorum: Gerek
uluslararası yetki gerek kanunlar ihtilafı ve gerekse yabancı
unsur taşıyan ihtilaflarda, 17’nci yüzyıla kadar kolonicilik
anlayışına sahip olan ülkeler -başta İngiltere,
Portekiz, İspanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika gibi
ülkeler- benim dediğim dediktir diyerek, kendi usullerini diğer
ülkelere kabul ettirmiştir. Ancak, 17’nci yüzyıldan sonra
İngiltere’de “common law” dediğimiz “hâkimlerin hukuku”
anlamına gelen yeni bir anlayış belirmiştir. Bu
anlayış da İngiliz mahkemesi kararlarının diğer
ülkelerde tanınmaması endişesinden kaynaklanan bir
anlayıştır. Yani, İngiltere’deki bu anlayış
o derecede kendi mahkemesine, kendi hâkiminin kararına inanıyor
ve itibar ediyor ki, bunun bütün dünyada kabullenilmesi ve uygulanılması
gerektiğine inanıyor. Bunun uygulanmamasının
doğuracağı sonuçtan kurtulabilmek için yabancı
mahkeme kararlarının da İngiltere’de tanınması
ve tenfizi noktasına kadar gelebilecek bir yargı sürecini
başlatmış bulunuyorlar. İşte, 17’nci yüzyılda
İngiltere’de başlayan bu anlayış daha sonra diğer
ülkeler tarafından da önce içtihatlar şeklinde, daha sonra
da kanunlar ve uluslararası sözleşmeler şeklinde gelişmiştir.
Tarihimize baktığımız zaman, Osmanlı
İmparatorluğu’nun böyle bir şansı olmamıştır.
Çünkü Osmanlı İmparatorluğu kolonici ve sömürgeci
bir anlayışa sahip olmadığı için ve hukuk düzeni
itibarıyla da diğer ülkelere zorla kabul ettirebilecek
bir anlayışı benimsemediği için bu hukukî gelişmelerin
gerisinde kalmıştır. Tabii ki, bu boşluk mutlaka
doldurulacaktı, nitekim doldurulmuştur. Nasıl 16,
17’nci yüzyıldan sonra gelişerek Osmanlı İmparatorluğunu
önce duraklama, sonra gerileme, daha sonra çöküş seviyesine
götüren kapitülasyonlar hasıl olmuş ise, hukuk sistemimizde
de bu kapitülasyonlar kendisini göstermiştir.
Netice itibarıyla, Osmanlı, bağımsız
bir devlet olmasına rağmen, üç kıtada altı yüz
yıl hükümran olmasına rağmen, bu hukuk alanını
geliştiremediği için bu hukuk alanındaki boşluklar
sonuç itibarıyla konsolosluk mahkemeleriyle doldurulmuştur.
Konsolosluk mahkemeleri öyle vahim neticelere ülkeyi götürmüştür
ki, artık, Osmanlı vatandaşları bile yabancıların
hukukuna ve adaletine sığınır hâle gelmişler,
yabancıların konsolosluk mahkemelerindeki imtiyazlı
durumlarından yararlanabilmek için Osmanlının tebaasından
olan tacirler, tüccarlar, velhasıl yabancılarla ilişkili
ticaret ve beşerî münasebet kurmuş olan kişiler de Osmanlı
hukukundan uzaklaşmış ve bu ülkelerin, yani kapitülasyon
sahibi olan ülkelerin hukuki himayesine sığınmak suretiyle
konsolosluk mahkemelerinde dava açar hâle gelmişlerdir. Ne zamana
kadar? 1330 yılına kadar. 1330 yılı 1914 yılına
tekabül etmektedir. 1914 yılında Osmanlı, çöküşün
bir nedeninin de bu olduğunu fark etmiş, işte Birinci
Dünya Savaşı’nın başında bir Ecnebilerin
Hak ve Vezaifine Mütedair Muvakkat Kanun adı altında
beş maddelik kanun çıkarmıştır. İşte,
o dönemdeki beş maddelik Kanun, kapitülasyonlara ve konsolosluk
mahkemelerinin görevlerine bir ölçüde son verebilmiş ve bu
Kanun, iki kutuplu dünyada da hükmünü cari kılarak 1982 yılına
kadar yürürlükte kalmıştır. 1982 yılında, 2675
sayılı Kanun –ki, halen yürürlükte olan kanundur- çıkarılmıştır
ve bu 2675 sayılı Kanun, daha önceki 1330 tarihli Kanunu Muvakkat’a
göre daha etraflı, daha düzenli, daha çerçeveyi belirleyen
bir anlayışla yürürlüğe konulmuş olmasına
rağmen -sözlerimin başında ifade ettiğim- dünyanın
gelişmesi, bir başka ifadeyle ilimde, teknolojideki gelişmelerin
dünyayı küçültmesi neticesinde, beşerî münasebetlerin,
ticari münasebetlerin, iktisadi münasebetlerin sıklaşması,
mahiyetlerinin genişlemesi, ilişkilerin derinleşmesi
neticesinde bugünkü milletlerarası özel hukuk ve hukuk usulüne
ilişkin anlayışa cevap veremez hâle gelmiştir.
Elbette ki külliyen reddetmenin bir anlamı yoktur,
mutlaka muhafaza edilecek olan hükümleri vardır, ancak yeni
tasarının da 1982 yılından sonra gelişen uluslararası
ilişkilerde ortaya çıkan sözleşmeler çerçevesi içerisinde
yenilenmesi gerekmektedir. Yenilenirken, bu kanun hazırlanırken
ciddi bir akademik destek alındığı bellidir, ciddi
bir bürokratik destek alındığı bellidir, ancak bu
belirliliği olan hususlara rağmen ciddi hataların ve
eksikliklerin de varlığı bir gerçektir. Ben, izninizle,
madde başlıkları hâlinde bunları yüce heyetin bilgisine
sunmak ve bölümlere ilişkin görüşmelerde de buna ilişkin
önergelerimizle bu eksiklikleri gidermek ve yanlışlıkları
düzeltmek azmi içerisinde bulunduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak amacımız bu kanunu
mükemmelleştirmektir. Mükemmeli elde edemesek bile mükemmele
yakın bir noktaya getirebilmektir.
Öncelikle, bu kanunda çok belirgin bir dil hatası bulunmaktadır.
Bu dil hatası, ağırlıklı olarak eleştiri
konusu olan “ikametgâh” kelimesinden kaynaklanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu “ikametgâh” kelimesi,
esasen tasarının gerekçesinde de yanlışlığı
ifade edilmekte ve sanki tasarının gerekçesi bağıra
bağıra beni buradan değiştirin diyor.
Ama ben size bu “ikametgâh” kelimesinin nereden nereye
geldiğini izin verirseniz anlatmak istiyorum.
Medeni Kanun Tasarısı Adalet Bakanlığında
tartışılır iken o zamanın Komisyon Başkanı
Profesör Doktor Turgut Akıntürk idi. O zamanın heyeti
teşkil edilirken Dil Kurumundan da bu heyetin içerisine birkaç
tane uzman alınmıştı. Bu uzmanlar o tarihte nerede
bir yabancı kelime diye ifade ettikleri Arapça veya Farsça’dan
gelen kelime varsa, onun yerine buldukları bir kelimeyi ikame
etmek üzere gayret içerisindedirler. Başka da bir, Medeni Kanun’un
hazırlanmasına katkıları olmamıştır.
Burada çok gülünç kelimeler de ifade edilmiş olmakla beraber
“ikametgâh” kelimesi bu uygulamaya kurban edilmiş, netice itibarıyla
“yerleşim yeri” olarak Medeni Kanun’a girmiştir.
Tasarının gerekçesinde açıklandığı
üzere “yerleşim yeri” uluslararası hukuk terminolojisinde
“establishment” diye İngilizce ifade edilen bir kelimeye tekabül
etmektedir. Ancak uluslararası hukuk terminolojisinde “ikametgâh”ın
karşılığı bu kelime değildir, onun karşılığı
yine İngilizce ifadesiyle “domicile” denilen bir başka kelimedir.
İşte bu Kanun’da “ikametgâh” kelimesi kullanılması
gerekir iken tasarıda Medeni Kanun’a uyum sağlayalım
düşüncesi ile “yerleşim yeri” kabul edilmiştir. Medeni
Kanun’da “yerleşim yeri” kabul edilmesi bir açıdan mazur
görülebilir. Neden? Çünkü, yani bu, Türkiye’de uygulanan bir kanun
filan denilebilir, burada anlaşılabilir denebilir, fakat
bu kanunlar Türklerin ilişkili bulunduğu bir davada yabancı
bir ülkeye tercüme edilirken “yerleşim yeri” biraz önce de ifade
ettiğim “establishment” kelimesi olarak tercüme edilecektir
ve o kelimenin doğurduğu hukuki sonuca göre bir çözüm bulunacaktır.
Oysaki “ikamet” kelimesinin doğurduğu hukuki sonuç çok
daha farklıdır. Bu kadar bariz bir hatanın bu tasarıda
yer almamasını dilerdik, ancak yer almıştır,
düzeltilmesi gerekir.
Muhtelif maddelerinde bu tekrarlanmaktadır. Her
madde için gerekçeli önergemizi sunacağız. Bu önergelerin
diğer parti gruplarınca da olumlu karşılanacağını
ümit ediyorum.
Bir başka dil hatası, “ülke hukuku…” Kanunlar
uygulanırken, kanun ihtilafları doğduğunda “ülke
hukuku” tabiri kullanılması gerekir. Bazı maddelerde
“ülke hukuku” tabiri kullanılmış olmakla beraber,
başka maddelerde “yer hukuku” tabiri kullanılmıştır
ki yer hukukunu yabancı bir ülkenin lisanına çevirdiğiniz
zaman “ülke hukuku” tanımını ortaya koyabilecek bir
kelime bulunmakta müşkülat çekilebilir.
Ayrıca kanunun dilinde birliğin olmaması
da, bu kanunun başka bir zafiyet yönüdür.
Kanun tasarısında gereksiz tekrarlar bulunmaktadır
değerli milletvekilleri. Bu, önergeler sırasında tartışılacaktır.
Bize göre, kanun tasarısının 13/1 maddesinde Komisyon
tarafından ilave edilen metin, 12’nci maddenin üçüncü fıkrasının
aynen tekrarıdır. Bir madde üstündeki hükmün bir madde altında
tekrar edilmesi, o kanunun bilimsel değerine bir zafiyet yükler
ki yüce heyetten böyle bir değeri zafiyete uğramış
kanunun çıkmasını beklemek mümkün değil. Aynı
tekrar 14’üncü maddenin birinci fıkrasında da yapılmıştır.
Tasarının 20’nci maddesinde gayrimenkullere
ilişkin yetki kuralı belirlenirken… “Gayrimenkulün bulunduğu
yer mahkemesi yetkilidir” kuralı genel bir kural olarak bellidir.
Fakat bu kural, mirasla ilgili 14’üncü maddeye aynen tekrar edilmek
üzere alınmıştır.
Bir eksiklik, ki vahim bir eksikliktir bizde, bizim hukukumuzda
koruyucu kurallar vardır. Kamu kuralları niteliğindedir
bunlar, kamu düzenine ilişkindir. Kamu düzenine ilişkin
kurallar resen hâkim tarafından uygulanır. Bu kamu düzenine
ilişkin kurallar uygulanırken yabancı hukuk ne diyor
ne demiyor ona bakılmaz, çünkü bu bizim kamu düzenimizle ilgilidir,
bunu uygularız. İşte, bu kamu kurallarının
yanında, kamu kuralları kadar hukuki güçte olmamakla beraber,
hâkimin uyguladığı müdahaleci kurallar vardır.
Bu müdahaleci kurallar da, kendisini, en ağırlıklı
olarak, 6570 sayılı Gayrimenkul Kirası Hakkındaki
Kanun’da göstermektedir. İşte, müdahaleci kurallar, bütün
ülkelerin milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku kurallarında
yer almasına rağmen, bizim tasarımızda sadece
30’uncu maddede yer almıştır. Ancak 30’uncu maddede de
üçüncü ülkelerin koruyucu kurallarının Türk hâkimi üzerindeki
etkisi kararlaştırılmıştır. Türk koruyucu,
müdahaleci kuralları bir madde hâlinde düzenlememiştir.
Biz bunun, tasarının genel hükümler maddesine yeni bir madde
olarak ilave edilmesini önereceğiz. Temenni ediyoruz ki, Türk
hukukunun uygulamasında bir boşluk varsayılarak, o
boşluğu hâkim kararıyla doldurmak gibi dolaylı
bir yoldan giderek sonuca ulaşmak yerine, doğrudan kanunun
içerisine Türk hukukunun müdahaleci kurallarını da koymak
suretiyle tasarıyı olgun hâle getirebiliriz.
Bir diğer eksik olan husus ise, hukuktaki geçici himaye
tedbirleri dediğimiz ama bilinen adıyla ihtiyati tedbir
diye nitelediğimiz hususun, sadece 18’inci maddedeki nafaka
ve 32’nci maddedeki borç ifasına ilişkin hususlarda yer almış
olmasıdır. Halbuki geçici…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum.
FARUK BAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
…himaye tedbirleri hukukun bütün alanlarını
ilgilendirir. Dolayısıyla, bir genel hüküm olarak 8’inci
madde şeklinde tasarıya ilave edilmesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, tabii ki, bu sıralayacağım
hususlar biraz liste olarak kabarık. Sanıyorum zamanımız
yetmeyecek ama yettiği ölçüde ben bunları sizlere arz etmeye
devam edeceğim.
Ama asıl üzerinde durmamız gereken… Sayın
Başkanım, eğer birkaç saniye daha sözüme ilave edebiliyorsanız,
önemli bir hususu açıklayacağım değerli milletvekillerine.
Değerli arkadaşlarım, tanıma, tenfiz
ve yabancı unsurlu mahkeme kararları özel bir bilgiyi ve
tecrübeyi gerektiren davalardır. Bizim şimdiye kadarki
uygulamamızda Şemdinli’deki mahkeme, İpsala’daki
mahkeme, Patnos’daki mahkeme, Anamur’daki mahkeme ve Ankara,
İstanbul, İzmir’deki mahkemelerle eşit düzeyde kabul
edilmiş ve bu mahkemelerdeki mesleğe daha yeni başlamış,
bilgisi, tecrübesi yeterli olmayan hâkimlerimizin omuzuna
ağır bir yük verilmiştir. Dolayısıyla, bu gibi
yerlerdeki…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.
FARUK BAL (Devamla) – …buralardaki ağır yükü
Türk hâkiminin üzerinden almamız lazım. Bu, Türkiye’nin nevi
şahsına münhasır bir düzenleme olmayacaktır.
İngiltere gibi bir ülke, bu gibi davaları yüksek mahkemede
tek mercide çözmektedir. O zaman, bizde -sanıyorum diğer
partilerin grup başkan vekilleriyle de yapılan görüşmeler
olumlu sonuç verecektir- bunu il düzeyindeki mahkemelere yansıtmak
suretiyle, il düzeyindeki mahkemeleri görevli ve yetkili
kılmak suretiyle bir düzenleme yapılması gerekmektedir.
Bu kadarlık açıklama sanıyorum yeterli olmayabilir,
ama maddelerin görüşülmesi sırasında, bölümlerin görüşülmesi
sırasında, bunları, ayrıntılı gerekçeleri
yüce heyetinize sunmaktan mutluluk duyacağım. Ben Milliyetçi
Hareket Partisi adına görüşmelerimizi sunduk, dinlediğiniz
için teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sabrınıza da teşekkür
ediyorum, sağ olun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bal.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili
Sayın Mehmet Tunçak.
Buyurun Sayın Tunçak.(AK Parti sıralarından
alkışlar)
Yirmi dakika süreniz var.
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET TUNÇAK (Bursa) – Değerli
Başkanım, değerli milletvekilleri; 47 sıra sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi, bu vesileyle, saygıyla selamlarım.
Milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku alanında
neden bir reform ihtiyacının olduğu, tasarının
hedefleri ve içerik olarak da uluslararası standartlara uyan
ilkeler, kurallar, milletlerarası sözleşmelerde görüş
ve ilkelerin ana çekirdeği, çağdaş doktrin ve yaklaşımlara
uygun düzenlemeler hakkında ve genel anlamda fevkalade önemli
tasarı hakkında bazı bilgileri sizlerle paylaşmak
isterim. Bizlerden önce konuşan değerli konuşmacıların
değerlendirme ve katkılarına teşekkür ediyoruz.
Bazı maddeler hakkında tereddüt ifadelerine
gereken cevapların maddeler sırasında verileceğini,
terminoloji konusunda ve madde içerikleri konusunda Komisyonda
ve akademisyenler arasında uzun tartışmalar neticesi
uzlaşmalarla tasarının oluşturulduğunu, kanunların
eskimesiyle kalitelerinin artmadığını, eksiklerin
giderilmediğini, tam tersine uluslararası anlaşmalar
ve gelişmelerin, uluslararası ilişkilerin güncellemeyi
gerekli kıldığını belirterek, öncelikle, neden
böyle bir reforma ihtiyaç duyulduğunu arz etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hâlen yürürlükte bulunan 20/5/1982 tarih ve 2675 sayılı Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, Türkiye’de milletlerarası
özel hukuk konusunu kodifiye eden ilk kanundur. Bu Kanun’dan önce,
Türkiye’de milletlerarası özel hukukun tek kaynağı
Osmanlı İmparatorluğu zamanında çıkarılmış,
1914-1915 tarihli beş maddelik Ecnebilerin Hak Ve Vazifeleri
Hakkında Geçici Kanun’un 4’üncü maddesiydi. Söz konusu Geçici
Kanun’un bu tek maddesinde, yabancı unsurlu uyuşmazlıklarda
hem mahkemelerin yetkisine hem de uygulanacak hukuku tespit etmeye
ilişkin kuralları belirlemeye yönelik temelleri bulmak
gerekiyordu. Bu belirleme ve nitelendirme çalışması
o tarihlerde bilim adamlarının ve uygulayıcıların
zorlu bir uğraş alanıydı. Zaman
Söz konusu gelişmelere Avrupa Birliği bağlamında
hemen hemen her hukuk branşında etkili olan, bu arada da milletlerarası
özel hukuk alanında başlayan ve ilerleyen Avrupalılaşma
akımını eklemek gerekir. Avrupalılaşma
hâlen devam eden bir süreçtir.
Milletlerarası özel hukuk ile ilgili olarak bir taraftan
Avrupa Birliği düzeyinde ortak hukuk yaratmak ve millî hukuklar
arasındaki uyumlaşmayı sağlamak, diğer taraftan
da çeşitli sorunların çözümünde uzlaşma metinleri
ortaya koymak faaliyeti de hız kazanmıştır. Bu faaliyet
de Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir,
çünkü Türkiye, Avrupa Birliğinin Helsinki Zirvesinde tam üye
adaylığına kabul edilmiştir. Bu konumunun sonucu
olarak, topluluk müktesebatı ile Türk hukukunun uyumlaştırılması
bir gereklilik olmuş, tam üyelik müzakerelerinin başlaması
da bu gerekliliği pekiştirmiştir.
Burada bir hususun açıklığa kavuşturulması
gereklidir, o da Avrupa usul hukukunun bir parçası olan 1968 tarihli
Brüksel Sözleşmesi. Bu Sözleşme 1978, 82, 89 ve 97 tarihlerinde
gerçekleşen, topluluğa yeni üyelerin katılımı
esnasında değişikliklere uğramış ve sonunda
bir tüzük hâline gelmiştir. Bu önemli düzenlemenin hükümleriyle
bunun son şekli dikkate alınmış olmalarına
rağmen bunlar tasarıya doğrudan yansıtılmamıştır.
Çünkü, özellikle mezkur sözleşmelerin, mahkemelerin yetkisine
ilişkin hükümler iç hukukta yer almakla beraber devletlerin
egemenlik haklarıyla ilişkilidir. Sözleşme hükümlerinin
bu nitelikleri onların ancak üye devletler arasında uygulanmasına
imkân vermektedir. Şu an Türkiye’nin bu hükümleri hukukuna aktarması
mümkün değildir. Diğer taraftan, Türkiye Avrupa Birliğine
tam üye olunca her türlü düzenlemelerin uygulanması zaten kendiliğinden
gerçekleşecektir.
Bugün yürürlükte olan Kanun, uygulanmakta olduğu
yirmi beş yıl içinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır.
Oysa, bu süre içinde dünyada, özel hukuk alanında, haksız rekabette,
tüketicinin korunmasında, taşınma hukukuyla özel sigorta
konularında yeni açılımlar olmuş, modern yaklaşımlar
kabul edilmiş, her alanda değişiklikler gerçekleşmiştir.
Bunlar milletlerarası özel hukuku zorunlu olarak ve bazen de
esaslı şekilde etkilemiştir. Avrupa Birliği ülkeleri,
milletlerarası özel hukuk ile usul hukukuna ilişkin ve kendi
aralarında uyguladıkları sözleşmeler çerçevesinde
kanunlarını ve hatta anılan sözleşmeleri değiştirmişler
veya değişiklik için çalışmalar yapmışlardır.
Avrupa Topluluğunun 1980 tarihli borç ilişkileri hakkındaki
Roma-1 Sözleşmesinin tüzükleştirilmesine ilişkin çalışmalarla
sözleşme dışı borçlara ilişkin AT tüzüğü
tasarıları ve komisyonun çeşitli konulurla ilgili
olarak hazırladığı green book’lar bunun en
açık örnekleridir. Tüzük çalışmalarında sadece
sözleşme dışı borçlara ilişkin düzenleme
11/07/2007’de onaylanmış olmakla beraber 2009 yılında
yürürlüğe girecektir.
Mevcut Kanun’un uygulanmakta olduğu yirmi beş
yıl içinde milletlerarası özel hukukla ilgili birçok milletlerarası
sözleşme yürürlüğe girmiştir. Küreselleşmenin
bir ürünü olan World Trade Organization’ın (Dünya Ticaret Örgütünün)
bu alanı etkilediğinden şüphe edilmemelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şimdi de tasarının hedefleri üzerinde kısaca durmak
istiyorum.
Uluslararası standartlara uyan ilkeler ve kurallar
açısından Türkiye’de yapılan son Anayasa değişikliklerinin
hedefleri ile hazırlanan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın,
Borçlar Kanunu Tasarısı’nın, Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu Tasarısı’nın, yani, başlıca temel kanunların
tasarılarının hedefleri bu tasarıda da dikkate
alınmıştır.
Ana hedef şudur: Türkiye, uluslararası toplumun
güvenilir bir üyesi olarak, kanunlarında uluslararası
standartlara, ilkelere, hükümlere ve mekanizmalara yer vermelidir.
Çünkü, basit bir koruyuculuk anlayışı yerine tarafsızlığa
ve nesnel adalete dayanan, insan ve hukuka saygılı evrensel
bir yaklaşımın düzenlendiği kanunların hâkim
kılınması Türk kanun koyucunun da vazgeçemeyeceği
önceliklerdendir. Artık ulusal bir düzenleme, uluslararası
standartlarla örtüştüğü oranda sürdürülebilir bir stratejik
hedef ve amaç olabilir. Bu nedenle kanunda, kişinin ve ailenin
korunmasından miras ve eşya hukukuna, ticari ve ekonomik
ilişkilerden fikrî mülkiyet ilkelerine kadar her yeni kanunda
yeni görüşlere ve açılımlara ilişkin düzenlemeler
yapılması, öncelikli ve ağırlıklı hedefler
arasında yer almıştır.
Milletlerarası sözleşmelerdeki görüş ve
ilkelerin ana çekirdeği oluşturulması açısından
kanunun ikinci hedefi, milletlerarası özel hukuk alanında,
özellikle son yıllarda çıkarılmış bulunan milletlerarası
sözleşmelerde hâkim olan ana felsefenin ve tercih edilen ilkelerin
Türk hukukuna gereği gibi yansıtılmasıdır.
Bu bağlamda, diğerleri arasında tasarıya
aktarılan şu sözleşmeleri sayabiliriz:
Nafakaya Uygulanacak Hukuk Hakkında Sözleşme:
02/10/1973 tarihli. 1982 tarihinde Türkiye tarafından onaylanmıştır.
Acentalık İlişkisine Uygulanan Hukuk Hakkında
Sözleşme: 14/03/1978 tarihli.
Borç Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk Hakkında
Avrupa Topluluğu Sözleşmesi (Roma I): 1980 tarihli.
1990’da yürürlüğe girmiştir.
Çocukların Korunmasına ve Ülkelerarası
Evlat Edinme İşbirliğine Dair Sözleşme: 29/05/1993
tarihli. 2004 yılında Türkiye tarafından onaylanmıştır.
Söz konusu sözleşmeler, bir yandan Türkiye tarafından
kabul edilmemiş olsalar bile, kolektif aklı yansıtmaları,
genel olarak üzerinde uyum sağlanmış metinler olmaları
ve başarılı bir ortak uygulamaya sahip bulunmaları
sebebiyle yararlanmaya değer niteliktedirler. Diğer yandan,
anılan milletlerarası sözleşmelerden Türkiye tarafından
kabul edilmiş olanların tasarıya da yansıtılmış
olmaları sebebiyle, iç ve dış kanunlar uyumunu
sağlayarak olası çelişik mahkeme kararlarıyla
karşılaşmak riskini minimuma indirecek, yani iç ve
dış mahkeme kararları arasında uyumu sağlayacaktır.
Çağdaş doktrin ve yaklaşımlara uygun düzenlemelere
yer verilmesi açısından da, özellikle bağlama sebeplerinin,
görüşlerin ve sistemlerin ya farklı algılanmalarına
veya tamamen değişmelerine sebep olmaktadır. Bu gelişim
de kanunlarda reform yapılmasını zorunlu hâle getirmektedir.
Yeni düzenleme de bu nitelikte olup, özellikle ilke ve anlayış değişikliklerine işaret
edilmesi yararlı olacaktır diye düşünüyorum.
Aile hukuku ve yerleşim yeri kriterlerinin terk
edilmesi bağlamında, özellikle aile hukuku alanında
mevcut Kanun’da düzenlenen basamaklı bağlama kuralları
sistemi yeni düzenlemede de aynen korunmuştur. Ancak, basamaklardan
ikincisi olan yerleşim yeri bağlama kriterine yeni kanunda
yer verilmemiştir. Çünkü, bu kriterin mutat mesken yanında,
özellikle aile hukukunda fiilî duruma uymadığı,
eşitlikçi ve gerçekçi bir uygulamayı önlediği fikri
genel kabul görmüştür. Böylece, tasarıda, evlenmenin hükümlerine
madde 12/3, boşanmada madde 13/1 ve 3, evlilik mallarında
14/1, soy bağında madde 15/1 ve nafakada madde 18... Yürürlükteki
kanunda yer verilen “ikametgâh” -yani “yerleşim yeri” yeni tabiriyle-
kavramı kanunda herhangi bir işleve haiz değildir.
Açık bir ifadeyle, tasarıda müşterek millî hukukun ardından
ikinci sırada müşterek millî hukuk yoksa, uygulanmak üzere
gerçek ve fiilî durumla özdeşleşen müşterek, mutat mesken
hukuku yer almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
borçlar hukuku anlamında, özellikle de borç sözleşmeleri
ve ifa yeri kriterinin terk edilmesi ve yeni düzenlemeleri içeren
tasarıda borç sözleşmeleri on maddeyle düzenlenmiştir.
Bu hükümler bir genel hüküm yanında özelliği olan bazı
borç sözleşmeleri hakkında öngörülmüştür. Ayrıca,
susmanın hukuki sonuçları, müdahaleci kurallar gibi bazı
hukuki sorunlarla ilgili hükümler de sevk edilmiştir.
Borç sözleşmelerine ilişkin genel hüküm olan
23’üncü maddede bir konsept değişikliği yapılmıştır.
Bu değişiklik Avrupa Topluluğunda üye devletler arasında
1990 tarihinden itibaren yürürlüğe girerek uygulanan borç sözleşmelerine
dair Roma Sözleşmesi’nden esinlenerek tasarı kaleme
alınmıştır. Roma I’in temel kriterler itibarıyla
kanuna yansıdığına işaret edilmelidir. Türkiye
henüz Avrupa Birliğine dâhil değildir ve Milletlerarası
Özel Hukuk Kanunu, Avrupa Birliği üyesi devlet vatandaşı
olsun olmasın tüm milletlerarası ilişkilerde uygulanacaktır.
Mevcut Kanun’umuzda yer almayan, bu nedenle uygulamada
eksikliği duyulan ve doktrinde de eleştiri konusu yapılan
birçok konu yeni kanunda düzenlemeye kavuşturulmuştur.
Bu konuların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz:
Taşıma araçlarının mülkiyeti, fikrî mülkiyete
ilişkin haklar, taşınmazlara ilişkin borç sözleşmeleri,
taşıma sözleşmeleri, tüketici sözleşmeleri, iş
sözleşmeleri, temsil yetkisi, müdahaleci kurullar, kişilik
haklarının ihlalinde sorumluluk, üreticinin sorumluluğu,
haksız rekabet ve rekabetin korunması gibi.
Haksız fiillerle ilgili olarak da, mevcut Kanun’umuzda
haksız fiiller tek bir madde ile düzenlenmişken, tasarıda
bir genel madde yanında kişilik haklarının ihlali
hâlinde sorumluluk, tüketicinin sözleşme dışı sorumluluğu,
haksız rekabet ve rekabetin korunması konularında
yeni hükümler ve bağlama kuralları getirilmiştir.
Milletlerarası usul hukuku ve yabancı mahkeme
ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi ile ilgili
olarak -özellikle milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemeler-
tasarıda milletlerarası usul hukuku alanında büyük
değişiklikler yapılmamıştır. Tatbikatın
ihtiyaçları göz önünde tutularak yanlış anlaşılmaya
elverişli bazı terimlerin ve kavramların yerine yenileri
konulmuş, sorun yaratan ifadeler düzeltilmiş ve yorum güçlüklerine
yol açan düzenlemelere açıklık getirilmiştir.
Milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemelerle
ilgili olarak anılması gereken en önemli yenilik, tasarıda
birinci kısım ikinci bölümde düzenlenen iş sözleşmelerine,
tüketici sözleşmelerine, taşınmaz sözleşmelerine
ve benzeri korunması gerekli kişilerle ilgili özellikli
bazı sözleşmeler hakkında yetkili mahkemeleri belirleyen
özel hükümler konulmuş olmasıdır.
Yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması
ve tenfizi, özellikle mevcut Kanun’umuz uygulanırken zorluk doğuran
konularda bazı değişiklikler yapılmıştır.
Bunlara ilişkin bazı örnekleri şu şekliyle sayabiliriz:
Tasarıda, mevcut Kanun’umuzda bulunmayan “ihtilafsız
kaza” konusunda özel bir hüküm öngörülmüştür. Yeni hükme göre,
ihtilafsız kaza kararları da tanıma ve tenfiz hükümlerine
tabi olacaktır. Ancak hasımsız, ihtilafsız kaza
kararlarında tebligata dair hükümler uygulanmayacaktır.
Tasarının 58’inci maddesinde, yabancı ilamın,
hangi andan itibaren kesin hüküm ve kesin delil etkisi göstereceğine
ilişkin yeni bir hükme de yer verilmiştir. Böylece tatbikatta
duyulan tereddütler giderilmiş, tasarıya göre yabancı
mahkeme kararı kendi hukukuna göre kesinleştiği andan
itibaren kesin hüküm ve kesin delil yetkisine, etkisine sahip olacaktır.
Tasarının 59’uncu ve diğer madde hükümlerinde,
kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış hakem kararları
yanında, taraflar için bağlayıcı olan hakem kararlarının
da tenfiz edileceğine ilişkin yeni bir hükme yer verilmiştir.
“Taraflar için bağlayıcı olan hakem kararı” terimi,
Hakem Kararlarının Tenfizi Hakkındaki New York Sözleşmesi’nden
beri kullanıldığı ve genel bir geçerliliği
haiz bulunduğu hâlde, 2675 sayılı Kanun’da sadece “kesinleşmiş
ve icra kabiliyeti kazanmış hakem kararları” terimiyle
yer alıyordu. Bu terim de Türk hukuk tatbikatında değişik
tereddütlere yol açmıştır.
Tasarının bu konudaki bir diğer yeniliği
de, yabancı hakem kararlarının tanınmasına,
hüküm bulunmayan mevcut Kanun’un bu boşluğunu doldurmuş
bulunmasındadır. Yabancı hakem kararlarının
tanınmasına da, tenfizine de ilişkin hükümler bu
şekilde uygulanacaktır.
Sonuç olarak, tasarıyla özel hukuk alanında yakın
insani ve ticari ilişkilerimiz bulunan ülkelerin kanunlarıyla,
milletlerarası uygulamayla ve Avrupa Birliğiyle uyumu
sağlayan, artan ihtiyaçlara cevap veren, modern açılımları
içeren, bazı konularda duyulan tereddütleri ortadan kaldıran
çağdaş bir düzenleme getirilmeye çalışılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin
sonunda, reform niteliğinde ve fevkalade önem taşıyan
bu kanunun hazırlık çalışmalarında emeği
geçen tüm akademisyenlere, özellikle Sayın Profesör Gülören
Tekinalp Hanımefendi’ye, Adalet Bakanlığı ve
Dışişleri Bakanlığı bürokrasisine, eski
ve yeni dönem Adalet Komisyonu Başkan ve üyelerine teşekkürlerimizi
bir borç biliyor, ülkemize ve hukuk sistemimize hayırlı
olması temennisiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunçak.
Şimdi, şahısları adına söz talepleri
vardır.
Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili? Yok.
Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; 47 sıra sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı
üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1982 yılında kabul
edilen ve aynı yıl yürürlüğe giren 2675 sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un,
yirmi yılı aşan tatbikatında bazı ihtiyaçları
karşılamakta yetersiz kaldığı görülmüştür.
Söz konusu yetersizliğin giderilmesinin, artan milletlerarası
ilişkilerin yoğunluğu da göz önünde tutulduğunda,
zorunlu hâle geldiği bir gerçektir.
Bunun yanı sıra, hazırlanan çalışmalarda,
komisyonun çalışmalarında, başlangıcında
uygulayıcılar bakımından ve yazılmış
eserlerle ilgili, yeni yazılacaklar açısından Kanun’un
madde numaralarının aynen korunması ve yeni maddelerinin
a, b, c gibi harflerle ifade edilmesi düşünülmüş, ancak, Kanun’un
bölüm ve kısım sistemi değişmemekle beraber, yürürlük
ve yürütme maddeleri hariç, 46 maddesinden sadece 10 maddesinin
aynen alınması, 29 maddesinin değiştirilmesi ve
Kanun’a 23 yeni madde eklenmesi karşısında duyulan
tereddütler, tasarının yeni bir kanun tasarısı
olarak takdimini zorunlu hâle getirmiştir.
Bu manada, görüşmekte olduğumuz bu kanunun milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönül.
İzmir Milletvekili Sayın Recai Birgün? Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras? Yok.
Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin Pazarcı,
buyurun.
Beş dakika süreniz var.
HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanun Tasarısı hakkında söz
almaya niyet ettiğimde çok geç öğrendim bunun gündeme geldiğini.
Ayrıca AB Uyum Komisyonundayım. Bunun, tali komisyon olarak
önceden, Adalet Komisyonundan önce bize gelmesi gerekirdi. AB uyumuyla
ilgili çok büyük sorunlar söz konusu olmayacak bu kanun içeriği
itibarıyla, ama yine de belki bizlere bazı görüşleri
ifade etme olanağı tanınmış olacaktı, bu
da gerçekleşmedi. Çünkü, Adalet Komisyonu kararını
aldıktan sonra, bu, tali komisyonun önüne geldi ve tali komisyona
-İç Tüzük’e aykırı bir şekilde- danışılmadan
bu kanun tasarısı geçmiş oldu. Dolayısıyla,
bu durumu bilgilerinize arz etmek istiyorum ve Sayın Komisyonumuzun
biraz daha dikkat etmesini ve bu tür, son derece önemli yasaların
gereği gibi incelendikten sonra Genel Kurulun önüne gelmesinin
çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.
Nitekim, benden önceki konuşmacılar, gerek Cumhuriyet
Halk Partisi temsilcisi gerek Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi,
eski yasanın bir hayli iyi yapıldığını,
bazı noksanları olduğunu, bunun güncelleştirilmesinin,
modernleştirilmesinin yararlı olacağını
ifade ettiler, ama birtakım kusurların veyahut iyi incelenmeden
verilmiş kararların bulunduğunu da belirttiler.
Bu çerçevede, ben, konunun genelinde bir noktaya dikkat
çekmek istiyorum: Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun, yabancılık unsuru içeren hukuk konularında
-ceza davaları, ceza konuları bunun dışında-
hangi devletin yasalarının uygulanacağını,
özellikle kanunlar çatışması çerçevesinde düzenler.
Bu açıdan da son derece önemlidir.
Şimdi, özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin temsilcisi,
devrinde bu usullerin oluşmasında sömürgeci dönemin devletlerinin
kolonici, sömürgeci yaklaşımlarının da birtakım
etkileri olduğunu ve bunları kendi vizyonları çerçevesinde
etkilediklerini ifade ettiler.
Şimdi, bugün bu kanunla ilgili değerlendirmelerimizi
yaparken modernleşeceğiz, güncelleşeceğiz, güncel
dünyanın sorunlarını iyi inceleyeceğiz ve ona göre,
hakikaten, mevzuatımızı oluşturacağız
yaklaşımı doğrudur. Ama, bunu, politik vizyonu
göz önünde bulundurarak yapmamız gerekmektedir. Dolayısıyla,
sadece uzman hukukçuların değil, siyasetçinin de devreye
girmesi gerektiği noktalar vardır.
Biliyorsunuz, günümüz küreselleşme dönemi. Küreselleşmeyle
birlikte kişiler arasındaki ilişkilerde, devletlerin
bir hukuk düzeni içinde kalma yerine, kendi ulusal devletlerinin
hukuk düzeni içinde kalma yerine başka devletlerin ulusal hukuk
düzenlerinin de uygulanmasına olanak verecek şekilde düzenlemeye
gidilmektedir bu küreselleşme çerçevesinde. Bu küreselleşme
çerçevesinde biz vatandaşımızın haklarını
en iyi koruyabilecek şekilde bu milletlerarası özel hukuku
ve usul hukukunu düzenlemek zorundayız. Birçok davada artık
eskiden mahkemelerin yetkisi varken, bugün uluslararası hakemlik
organlarının yetkisi tanınma yoluna girilmektedir
ve bu bazen ekonomik olarak bazen de hukuk bilgisinin vatandaşımızda
yeterince yerleşmemiş olmasına bağlı olarak
bizim vatandaşımızı daha kaybeden konumuna getirebilmektedir.
Dolayısıyla, bu hususa dikkatinizi çekmeyi ve bu yasada,
eğer zaman olup daha iyi incelenseydi, çok daha olumlu bir değerlendirmeye
gidilebileceğini dikkatlerinize bu vesileyle sunmak istiyorum.
Birtakım teknik konular var. Sadece birisiyle ilgili
bir değişiklik önergesi verdim. O zaman göreceksiniz, hakemlikle
ilgili örneğin, bir noksanını da -en azından benim
anlayışıma göre- sizlere takdim edeceğim ve değerlendirmelerinize
sunacağım.
Saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pazarcı.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının
aranmasını istiyorum.
BAŞKAN – Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum.
Karar yetersayısı arayacağım Sayın
Genç.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir,
karar yetersayısı…
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısı yok Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Genç lütfen… Karar yetersayısı
vardır.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.41
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.50
BAŞKAN: Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
47 sıra sayılı tasarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 20’nci maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe.
Buyurun Sayın Ünlütepe.
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Efendim, Sayın Halil Ünlütepe
yerine ben konuşacağım.
BAŞKAN – Grup Başkan Vekiliniz burada mı?
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Geliyor efendim.
BAŞKAN – Yetkilendirmeniz gerekiyor.
Diğer gruba söz verelim.
Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal’da.
Buyurun Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Milletlerarası Özel
Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun Tasarısı’na ilişkin olmak üzere Milliyetçi Hareket
Partisinin birinci bölümle ilgili düşüncelerini açıklamak
üzere huzurlarınızdayım.
Kanunun geneli üzerine yaptığım konuşmada
ifade ettiğim gibi, bu tasarı, Türkiye’nin dünyaya
açılan penceresi olacaktır. Bu tasarı kanunlaştığı
takdirde Türkiye’nin hukuk dünyasında muasır medeniyet
seviyesine ulaşabilme hedefine bir adım olacaktır.
Dolayısıyla, bu tasarının yüce Meclisin elinden
geldiği çerçeve içerisinde mükemmel hâline getirilebilmesi
için Milliyetçi Hareket Partisi olarak katkılarımızı
sunacağız, eleştirilerimizi yapacağız.
Şimdi, bu çerçeve içerisinde dil meselesine tekrar
dönmek istiyorum. “İkametgâh” yerine “yerleşim yeri” tabirinin
kullanılmış olması, hukuk dünyasında, Türkiye’yi,
tebessümle karşılanabilecek, alaylı sözlerle
eleştirilebilecek bir noktaya götürebilir. Bu bakımdan,
mutlaka bu dil meselesinin çözümlenmesi gerekmektedir. Bizim, burada,
Medeni Kanun’a değil, uluslararası sözleşmelere ve
uluslararası kabul görmüş tercümelere uygun bir kanun yapmamız
gerekmektedir. Medeni Kanun’daki “ikametgâh” yerine kaim edilmiş
olan “yerleşim yeri”nin düzeltilmesi de inşallah bu Meclise
nasip olur ve bu şekilde de yapılmış bir hata düzeltilmiş
olacaktır.
Değerli milletvekilleri, bu bölümde, yine ülke hukuku,
yer hukuku, hukuk ve kanun gibi farklı farklı anlamlara gelebilecek,
fakat aynı amaç için yazılmış olan, dil birliğinin
sağlanması noktasında da katkılarımızı
önergelerle sürdüreceğiz. Ancak, asıl olarak, bu bölüme,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, iki yeni maddenin eklenmesi
için önerge vereceğiz, grupların buna desteğini talep
ediyoruz.
Bunlardan bir tanesi: Türk hukukunun müdahaleci kurallarının,
bu kanunun “Genel Hükümler” bölümüne uygulanabilir bir şekilde
yerleştirilmesi gerekmektedir. Gerçekten, tasarının
30’uncu maddesinde üçüncü ülkelerin müdahaleci kurallarının,
hâkimin, özellikle Türk hâkiminin yabancı unsurlu kararlarında
dikkate alacağı yazılı olmasına rağmen,
“Türk hukukun müdahaleci kuralları” yazılmış olmaması
ileride sıkıntı yaratabilir. Kanunda bulunmayan bir
hâlin uygulanması içtihada bırakılabilir, içtihatlar
da zaman kaybına neden olur, o zaman içerisindeki hak kaybının
vebali de bu Meclisin üzerinde olur. Müdahaleci kurallar, tabii ki
kamu menfaatinin eş değerinde değildir, ama hâkimin
müdahalesini gerektiren Türkiye’nin yüksek menfaatleri, ekonomik,
sosyal ve siyasi açıdan dikkate alması gereken değerler
olarak anılmaktadır ve bu değerlerin uluslararası
ihtilaflarda göz ardı edilmemesi için genel hükümler çerçevesi
içerisinde yeni bir maddenin tesisi gerekmektedir. Bu maddenin de
diğer maddeler teselsül ettirilmek suretiyle kanun metninde
yer alması için elimizden gelen gayreti gösterdik ve önergeler
hâlinde sunuyoruz.
Bir diğer ilave edilmesi gereken madde ise geçici himaye
tedbirleridir. Geçici himaye tedbirleri bu yasada iki maddede
yer almıştır, nafakayla ilgili 18’inci maddede ve borç
ifasına ilişkin 32’nci maddede yer almıştır. Yani
geçici himaye tedbiri, bu iki maddede yer aldığına göre,
genel hükümler içerisinde de yazılmamış olduğuna
göre, ileride uygulayıcılar tarafından, kanun tarafından
düzenlenmemiş bir husus olarak değerlendirilebilir ve
uluslararası hukukla ilgili yabancı unsur taşıyan
davalarda, ihtiyati tedbir konusunda hâkimler tereddüde düşebilir.
Bu tereddüdün izale edilmesi gerekmektedir. İzale edilebilmesi
için de kanunun tümünü kapsayan giriş bölümünde, umumi hükümler
bölümünde geçici himaye tedbirlerinin yer alması gerekmektedir.
Bu bölümde bir diğer eksik ise mirasla ilgili 19’uncu
maddenin ikinci fıkrasındadır. Mirasla ilgili 19’uncu
maddenin ikinci fıkrası mirasın açılmasını,
iktisabını düzenler iken usuli hükümleri hüküm altına,
kanun hâline getirmektedir, fakat usuli hükümler kanun hâline getirilirken
“hüküm” ifadesi ya da “kural” ifadesi kullanılmış. Onun
başında usuli hüküm anlamına gelen bir sıfat, bir
tanımlama yapılmadığı için usul hükmü, artı,
maddi hukuku kapsar bir şekilde algılanabilir, anlaşılabilir.
Bu, zaten eski Yasa’mızda da, yani şu anda yürürlükte olup
da değiştirmek üzere bulunduğumuz Yasa’mızda da
bu şekildedir. Bu şekilde olduğu içindir ki doktrinde büyük
bir tartışma vardır. Bu tartışma halledilememiş
durumdadır, işte hâl yeri burasıdır. Yüce Meclis
bir tek kelimeyi, yani “usuli” kelimesini 19’uncu maddenin ikinci
fıkrasına ilave etmek suretiyle doktrindeki tartışma
ortadan kalkmış olacaktır, doktrindeki tartışmaya
dayalı olarak farklı hukuki yorumlar ortadan kalkmış
olacaktır ve buna dayalı olarak da farklı farklı
mahkeme kararları, artık bir doğrudan hareket ederek,
bir doğru kuraldan hareket ederek hakkı makul sürede teslim
edebilecek bir hâle gelecektir.
Bu bölümle ilgili olmak üzere, benim yüce Meclise arz etmek
istediğim hususlar bundan ibarettir. Yüce Meclise saygıyla
teşekkürlerimi sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.
Gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner’e aittir.
Buyurun.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yok, konuşmayacağız
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şahısları adına söz talepleri
var.
Sayın Halil Ünlütepe, Afyonkarahisar Milletvekili…
Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili…
Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili…
Sayın Faruk Bal, Konya Milletvekili…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok efendim, konuşmayacağız.
BAŞKAN – Birinci Bölüm üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.59
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.10
BAŞKAN: Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER : Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
47 sıra sayılı Tasarı’nın
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 3’üncü sırasında yer alan, Tanık Koruma
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
3.- Tanık Koruma Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/346) (S. Sayısı: 34)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4’üncü sırada yer alan, Ses ve Gaz Fişeği Atabilen
Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Ses ve Gaz Fişeği
Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri
Komisyonu Raporu (1/437) (S. Sayısı: 54)
BAŞKAN – Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Komisyonların bulunmayacağı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince,
sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 27 Kasım 2007 Salı günü saat 15.00’te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.12