DÖNEM: 23
YASAMA YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 7
29uncu Birleşim
4 Aralık 2007 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı: 57)
2.- 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S.
Sayısı: 58)
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR
1.- Maliye
Bakanı Kemal Unakıtanın, CHP Genel Başkanı Deniz
Baykalın, konuşmasında şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2.- CHP Genel
Başkanı Deniz Baykalın, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın, konuşmasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
3.- Adalet
Bakanı Mehmet Ali Şahinin, BBP Genel Başkanı Muhsin
Yazıcıoğlunun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili
açıklaması
V.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A)
Yazılı Sorular ve
Cevapları
1.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, vekâleten görev yapan bürokratların
atamalarının yapılmasına,
- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, 11inci Cumhurbaşkanınca
kararnameleri imzalanarak asaleten atanan bürokratlara,
İlişkin
Başbakandan soruları ve Devlet Bakanı Murat
Başesgioğlunun cevabı (7/236, 368)
2.-
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın, bir cezaevi
aracının ön yüzüne yazılmış olan yazıya
ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Mehmet Ali Şahinin cevabı (7/268)
3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüzün, Gaziantep Şahinbey Belediyesinin
haksız ve baskı ile bağış topladığı
iddiasına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahinin cevabı (7/269)
4.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Yenişehir Kocasu Deresindeki kirliliğe
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/438)
5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, orman yangınlarına ve
ağaçlandırma çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/441)
6.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Urasın, Kaz Dağlarındaki maden arama
çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/443)
7.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Özelleştirme İdaresinin Petkim
hisselerinin satışıyla ilgili açıklamalarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtanın cevabı (7/487)
8.- Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsalın, TRT ihalelerine,
- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, TRT Genel Müdür Vekilinin yurt
dışı gezilerine,
İlişkin
soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydının cevabı
(7/536, 538)
9.- Sinop
Milletvekili Engin Altayın, öğretmen ve öğrencilerin teröre
tepki eylemlerine katılımının yasaklanmasına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelikin
cevabı (7/547)
10.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, Ceyhan Adliyesine ikinci bir sulh ceza
mahkemesi kurulmasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahinin
cevabı (7/560)
11.-
Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcının, Bulgaristan
göçmenlerinin konut alma şartlarına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa
Said Yazıcıoğlunun cevabı (7/563)
12.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Bingöl-Kiğıdaki öğretmen
açığına,
Bingöl-Adaklıdaki
öğretmen açığına,
Bingöldeki
öğretmen açığına,
İlişkin
soruları ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelikin cevabı
(7/597, 598, 599)
13.-
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlunun, TRT
yapımlarının kiralanması ve satılmasına,
TRT
lojmanlarına yapılan bazı tahsislere,
Evrensel Hizmet
Fonundan TRTye kaynak aktarılmasına,
İlişkin
soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydının cevabı
(7/629, 630, 631)
14.- Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, bir müşavire ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelikin cevabı (7/650)
15.- Hatay
Milletvekili İzzettin Yılmazın, sigara
kaçakçılığının bölücü terör örgütüyle
bağlantısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcının
cevabı (7/658)
16.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaşın,
Diyanet İşleri Başkanlığından Millî Eğitim
Bakanlığına geçen personele ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlunun cevabı (7/660)
17.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkayanın TOKİ konutlarına ve imar
planı tadilatlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçekin cevabı (7/764)
18.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, vekâleten görev yapan personelden asaleten
atananlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat
Başesgioğlunun cevabı (7/858)
19.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, vekâleten görev yapan personelden asaleten
atananlara ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönülün
cevabı (7/859)
20.- Ankara
Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeşin,
Başbakanın milletvekillerinin etnik kökeniyle ilgili bir
açıklamasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Nevzat Pakdilin cevabı (7/862)
21.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, bir televizyon programında
yaptığı konuşmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçekin
cevabı (7/866)
22.-
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlunun,
Sayıştay yönetimiyle ilgili bazı iddialar ile eylem ve işlemlerine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat
Pakdilin cevabı (7/867)
23.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersinin, ABD seyahatinin maliyetine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçekin
cevabı (7/874)
24.- Antalya
Milletvekili Tayfur Sünerin, personel takip sistemine ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdilin cevabı
(7/971)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.03te açılarak dört oturum yaptı.
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, Van Gölündeki kirlenmenin
önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için (10/65),
İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 25 milletvekilinin, İstanbuldaki trafik
sorununun araştırılarak (10/66),
Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal ve 26 milletvekilinin, taş kömürü üretimindeki
sorunların ve Türkiye Taşkömürü Kurumunun durumunun
araştırılarak (10/67),
Alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kararlaştırılmış olan Tanık Koruma Kanunu
Tasarısı (1/346) (S. Sayısı: 34) komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.
2nci sırasında
bulunan, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunçun, 2802 Sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/63) (S. Sayısı: 65) yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi.
Adalet
Bakanı Mehmet Ali Şahin, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin,
Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürkün,
Konuşmalarında
şahıslarına sataştıkları iddiasıyla birer
konuşma yaptılar.
4 Aralık
2007 Salı günü, alınan karar gereğince saat 11.00de toplanmak
üzere, birleşime 01.33te son verildi.
Nevzat PAKDİL
Başkan
Vekili
Yaşar
TÜZÜN Canan
CANDEMİR ÇELİK
Bilecik Bursa
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Fatma SALMAN KOTAN
Ağrı
Kâtip
Üye
No.: 43
II.- GELEN KÂĞITLAR
3 Aralık 2007 Pazartesi
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesinin
Hibe Yoluyla Yapımına İlişkin Notaların
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/466) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.11.2007)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Rusya Federasyonu
Kültür ve Sinemacılık Federal Ajansı Arasında 2008
Yılında Rusya Federasyonunda Düzenlenecek Türkiye Cumhuriyeti Kültür
Yılına İlişkin Niyet Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/467) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26.11.2007)
3.- Dünya
Bankası Grubu ve Uluslararası Para Fonu Guvernörler
Kurullarının 2009 Yıllık Toplantıları
Münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Dünya Bankası Grubu ve
Uluslararası Para Fonu Arasında Düzenlenen Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/468) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti, Yunanistan Cumhuriyeti ve İtalya Cumhuriyeti Arasında
Türkiye-Yunanistan-İtalya Gaz Nakil Koridorunun Geliştirilmesine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/469) (Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007)
Tezkere
1.-
Sayıştayda Açık Bulunan 5 Sayıştay Üyeliği
İçin 832 Sayılı Sayıştay Kanununun
Değişik 6 ncı Maddesi
Hükmü Uyarınca Yapılacak Seçime Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/233) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2007)
Sözlü Soru Önergeleri
1.-
Çankırı Milletvekili Ahmet Bukanın, serbest veteriner
hekimlerin hak ediş bedellerinin ödenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/242) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.11.2007)
2.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, medyadaki kadın ve
magazin programlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet
Aydın) sözlü soru önergesi (6/243) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2007)
3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüzün, bir vakfın İstanbulda
yaptığı bir toplantıya ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Hayati Yazıcı) sözlü
soru önergesi (6/244) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
4.- Antalya
Milletvekili Tayfur Sünerin, yeni açılacak Antalya Devlet Hastanesine
ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/245)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
5.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Antalyada şehiriçi minibüslerin
yenilenmesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/246)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
6.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, sezon sonunda işsiz kalan turizm
çalışanlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/247) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
7.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğanın, Bandırmada
fosfat-asit fabrikası kurulmasına ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sözlü soru önergesi (6/248) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007)
8.- Muğla
Milletvekili Metin Ergunun, Milasın bazı köylerindeki toprak
tuzlanmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/249) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007)
9.- Muğla
Milletvekili Metin Ergunun, bir belediyenin kanalizasyon projesine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü
soru önergesi (6/250) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
10.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlının, Hazine arazilerini işleyen
çiftçilere doğrudan gelir desteği ödenmemesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/251)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
11.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Umurbey sulama projesine
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/252)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
12.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Celal Bayar anıt
mezarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/253) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun, sanayi ve ticaret sektörlerinin
sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi (6/254) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007)
14.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun, İzmirdeki sanayicilere ucuz
elektrik sağlanmasına ve maden firmalarına ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/255)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
15.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğrunun, DTP Genel Başkanı
hakkındaki bir iddiaya ve tahliye edilen terör suçlularına
ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/256) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebinin, Türkiye haritalı kazı kazan
kartına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/921) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, Irakta çalıştırılmak üzere
paralı asker arandığı haberine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/922)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
3.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Adalet Bakanının kaçırılan
askerlerle ilgili açıklamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/923) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
4.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersinin, bazı yakınlarının
yaptığı işlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/924) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
5.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlunun, Aydın Doğalgaz
Dağıtım ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/925) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
6.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun,
faydalanılamadığı iddia edilen Erdekteki bir gölete
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/926) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
7.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Antalyanın yer altı su
kaynaklarının durumuna ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/927) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
8.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barışın, bazı
bankacılık göstergelerine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet
Şimşek) yazılı soru önergesi (7/928)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
9.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, yerel yönetimlerin kullandığı
yabancı kaynaklı hibelere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet
Şimşek) yazılı soru önergesi (7/929)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
10.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Samsun Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/930)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
11.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/931)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
12.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, İzmir Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/932)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
13.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Kayseri Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/933)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
14.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/934)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
15.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Konya Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/935)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
16.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Mersin Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/936)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
17.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/937)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
18.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirelin, Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/938)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
19.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/939)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
20.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Bursa Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/940)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
21.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin
çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/941) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16.11.2007)
22.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Adana Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/942)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
23.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Adapazarı Büyükşehir Belediyesinin
çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/943)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
24.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/944)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
25.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Antalya Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/945)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)
26.-
İstanbul Milletvekili Atila Kayanın, Afganistandan gelen
soydaşların ikamet izinlerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/946)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
27.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgünün, terörle mücadelenin bedeline ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/947)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
28.- Antalya
Milletvekili Tayfur Sünerin, Antalyadaki hava kirliliğine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/948)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
29.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Antalyada şehir içi minibüslerin
yenilenmesi ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/949) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
30.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengünün, bir gazeteciyle ilgili bazı iddialara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/950) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
31.- Muğla
Milletvekili Metin Ergunun, Milasın Çökertme Köyünün içme suyu sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/951) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
32.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Urasın, Allianoi antik
sağlık merkezine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/952) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
33.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Antalyanın turizm master planına
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/953) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
34.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, turizm çalışanlarının
işsiz kaldıkları dönemlerde desteklenmesine ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/954)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
35.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barışın, 2007 Dünya
Gelişme Raporunun verilerine ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/955) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
36.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barışın, açlık ve
yoksulluk sınırı ile gelir dağılımına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/956) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007)
37.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlunun, futbol millî takımının
THYyi tercih etmemesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/957) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
38.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, öğretmenlerin özlük
haklarının iyileştirilmesine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/958)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
39.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürkün, öğretmen atamalarına ve özlük
haklarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/959) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
40.- Mersin
Milletvekili İsa Gökün, Aydıncık İlçesindeki bazı
ilkokullarda 10 Kasım anma etkinliklerinin yapılmadığı
iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/960) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
41.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemürün, Denizli Belediye Başkan
Yardımcısının İl Millî Eğitim Müdürü olarak
görevlendirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/961) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
42.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, zeytinliklerde
kuraklığa bağlı verim kaybının tespitine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/962) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
43.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlunun, ziraat mühendisleri ile
veteriner hekimlerin maaşlarındaki farklılığa
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/963) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
44.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Antalya örtü altı ürünleri kontrol
laboratuarının durumuna ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/964)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
45.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengünün, Manisa Bağcılık
Araştırma Enstitüsünün kapatılacağı iddiasına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/965) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
46.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, ABD Dışişleri Bakanı
ile Papanın kullandığı bir ifadeye ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/966)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)
47.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgünün, maden ruhsatları konusundaki düzenleme
çalışmalarına ve Karamanda verilen maden arama
ruhsatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/967) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007)
48.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, evrensel hizmet gelirine ve kullanımına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/968) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
49.-
İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgilin, izinsiz halka arz eylemi
gerçekleştirdiği iddia edilen bir şirketin denetimine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/969)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)
50.- Osmaniye
Milletvekili Hakan Coşkunun, Denizcilik Müsteşarlığı
bölge müdürlüklerinin kapatılacağı iddiasına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/970) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007)
51.- Antalya
Milletvekili Tayfur Sünerin, Personel takip sistemine ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi
(7/971) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2007)
No.: 44
4 Aralık 2007 Salı
Raporlar
1.- Çocuklarla
Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/304) (S. Sayısı: 59)
(Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Uluslararası Terörizm, Organize Suçlar, Uyuşturucu ve Psikotrop
Maddelerle Bunların Katkı Maddeleri ve Benzerlerinin
Kaçakçılığı ve Diğer Tiplerdeki Suçlarla Mücadelede
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/309) (S. Sayısı: 60)
(Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)
3.-
Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler
Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasına
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/338) (S. Sayısı: 61)
(Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)
4.- Avrupa
Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/339) (S. Sayısı: 62) (Dağıtma tarihi:
4.12.2007) (GÜNDEME)
5.- Sporda
Dopinge Karşı Uluslararası Sözleşmeye
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/348) (S.
Sayısı: 63) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)
6.-
Güneydoğu Avrupa Sivil-Asker Acil Durum Planlama Konseyi Kurulması
Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 66) (Dağıtma tarihi:
4.12.2007) (GÜNDEME)
7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında İki
Taraflı Askeri Teknik İşbirliği Çerçevesinde Kullanılan
ve Elde Edilen Fikrî ve Sınaî Mülkiyet Haklarının
Karşılıklı Korunmasına İlişkin Müşterek
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/285) (S. Sayısı: 67) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007)
(GÜNDEME)
8.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Konseyi
Arasında Askeri-Bilimsel ve Askeri-Teknik İşbirliği
Konusunda Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/294) (S. Sayısı: 68) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007)
(GÜNDEME)
9.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Veterinerlik Alanında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 69)
(Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)
10.- Türkiye
Cumhuriyeti ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Üyesi
Ülkeler Arasında Ekonomik İşbirliğine İlişkin
Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/322) (S. Sayısı: 70) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007)
(GÜNDEME)
04 Aralık 2007 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
BAŞKAN : Köksal TOPTAN
KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yusuf
COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündemimize göre,
2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine başlayacağız.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı
ve Teklifleri
1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426)
(S.Sayısı:57) (x)
2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S.Sayısı:
58) (x)
BAŞKAN
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Sayın
milletvekilleri, Komisyon raporları 57 ve 58 sıra
sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi, bütçe
kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını
yapmak üzere Hükûmete söz vereceğim.
Hükûmet
adına, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, buyurunuz
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu yeni dönemin Türkiye Büyük Millet
Meclisine hayırlı olmasını diliyorum.
17 Ekim 2007
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2008 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Kesin Hesap
Kanunu Tasarıları Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle
incelenerek son şeklini almıştır. Bugün de Genel Kurul
görüşmeleri başlamaktadır. Bu vesileyle, yorucu
çalışmalar sonucunda yaptıkları katkılar için Plan ve
Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyeleri ile görevlilerine,
bu sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu
idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.
Görüşmelerine
başlayacağımız 2008 bütçesinin ülkemize ve milletimize
hayırlar getirmesini, geleceğin Türkiyesini inşa etme yolunda
refah, huzur ve mutluluğumuza vesile olmasını içtenlikle
diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi AK Parti Hükûmetlerinin
altıncı, 60ncı Hükûmetin ilk bütçesidir.
Bütçeler,
hükûmetlerin bir yıl içinde millete sunacağı hizmetleri,
izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Bütçeler,
devletin nerelere ne kadar kaynak ayıracağını ve nerelerden
ne kadar kaynak toplayacağını gösterirler. Ekonomideki
ağırlıkları ölçüsünde ekonominin gidişatını
belirlerler. Bir ülkedeki ekonomik faaliyet düzeyi bütçelerle şekillenir.
Güçlü bütçeler,
güçlü ülkelerin işidir. Ülkemiz son yıllarda
gerçekleştirdiği yüksek büyüme ve kalkınma ile birlikte bir
imkânlar ve fırsatlar ülkesi olarak anılmaya başlandı.
Bütçelerimiz ne kadar sağlam, öngörülebilir ve güvenilir ise küresel
dünyanın etkin bir üyesi olan ülkemizin küresel ekonomi içindeki yeri de o
derece güçlü ve sağlam olacaktır. Nitekim, cumhuriyetimizin kurucusu
Atatürk, güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle mümkün
olabileceğini her fırsatta dile getirmiştir.
Bizden önce iyi
hazırlanmayan ve idare edilmeyen bütçeler yüzünden ülkemiz krizlere girdi
ve bunun bedelini de yüksek faiz olarak ödedi, ödemeye de devam ediyor.
Yüksek bütçe
açıkları ve kamu borç yükü milletimize sıkıntılar
yaşattı ve çok çile çektirdi. Toplanan vergiler faizlere bile
yetmediği dönemler oldu. Oysaki vergiler, millete sunulacak hizmetlerin
yerine getirilebilmesi için en sağlam finansman kaynağıdır.
Eğer vergiler sadece faiz ödemelerine giderse kamu hizmetleri borç almak
suretiyle yapılabilir. İşte böyle bir durumda, bütçe milletin
sırtında ağır bir yük olur.
Bizim
iktidarımızdan önce bütçe milletin sırtında böyle
ağır bir yüktü. Biz bütçeyi milletimizin sırtındaki yük
olmaktan çıkarıp milletimize hizmet eder hâle getirdik.
Hükümetlerimiz
döneminde hazırladığımız bütçelerle tekrar istikrar
sağlandı, güven getirildi, ekonomi düzeldi.
Nitekim, 2002
yılında bütçe açığının gayrisafi millî
hasılaya oranı yüzde 14,6 idi. Geçen yıl bu oran yüzde 0,8
olarak gerçekleşti. Bu yılı da hedeflenenin altında bir
açıkla kapatacağımızı kuvvetle tahmin ediyoruz. Bu ne
demektir? Bu, Maastricht Kriterlerine uyum konusunda fevkalade başarı
gösterdiğimizi, bu kriterleri bütçe açıkları yönünden
sağlamış bir ülke olduğumuzu ifade etmektedir. Bütçe
açıkları bakımından Avrupa ülkelerinin birçoğundan çok
daha iyi durumdayız. Almanya İtalya, ve Yunanistan gibi ülkelerden
çok daha düşük bütçe açığına sahibiz. Bu, ülkemizin mali
disiplin bakımından gelmiş olduğu seviyeyi açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Peki, bu bütçe
yüce milletimize ne getiriyor? Huzurlarınıza getirdiğimiz bu
bütçe, Türk milletinin tüm fertlerinin gelirini daha da arttırmayı
hedefliyor. Yani, bu bütçe ile milletimizin cebine giren para daha fazla olacak
demektir. Dolayısıyla bu bütçe, milletimizin refahını ve
hayat standardını yükseltmiş olacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizlere şimdi kısaca dünyadaki ekonomik
gelişmeler hakkında da bilgi vermek istiyorum. 2008 bütçesiyle ilgili
daha geniş açıklamalara geçmeden
önce dünya ekonomisiyle ilgili bazı hususlar şöyledir:
Küresel
ekonomideki büyüme süreci, 2007 yılında da devam etti. Özellikle yükselen piyasa ekonomileri olumlu bir
performans gösterdi. Küresel sermaye, mali istikrarın
sağlandığı yükselen piyasa ekonomilerine yönelmeye devam
etti. Piyasalardaki istikrar ve likidite bolluğu sürdü. Bu, ülkemiz için
olumlu bir durumdur.
Ancak 2007
yılının ikinci yarısında ortaya çıkan ABD konut
sektörüne ilişkin sıkıntılar küresel ekonomideki olumlu
havayı bozdu. Dünya genelinde borsa endekslerinde ciddi kayıplar
yaşandı. Bunun üzerine ABD Merkez Bankası FED, faiz
indirimlerine gitti. Faiz indirimlerinin ardından finansal piyasalardaki
dalgalanma azaldı, ancak piyasalardaki hareketlilik henüz bitmedi. Finans
piyasasında ortaya çıkan sorunların etkileri henüz tam olarak ortaya
çıkmadı. ABD ekonomisinin yavaşlayacağına ilişkin
endişeler, doların değer kaybetmesine neden olmaktadır.
Euronun dolar karşısında değer kazanmasının ise
AB ekonomilerini olumsuz etkilemesi beklenmektedir.
Dünya ekonomisi
bir belirsizlik dönemi içindedir. İleride ne olacağını tahmin
etmek güçtür. Bu bakımdan, bizim gibi ülkelerin gelişmeleri
yakından takip etmesi gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Bu
nedenle, ABD, Avrupa Birliği ve Japonya merkez bankalarının
alacağı kararları izlemeye değer buluyorum. Bu kararlar,
dünya ekonomisinin bundan sonra izleyeceği seyir açısından
önemlidir.
Bunun
yanında, emtia fiyatları artış eğilimini sürdürdü.
Yükselen piyasalardaki güçlü büyüme eğilimi, petrol talebini de
artırdı. Stok seviyelerinin gerilemesi ve üretimin azalması,
petrol arzını düşürdü. Ham petrol fiyatları, arz ve talep
dengesizliği karşısında dalgalı bir seyir izledi.
Nitekim, 2007 yılının başında düşük seyreden
petrol fiyatları, mart ayından itibaren yükselişe geçti.
Yakın zamanda fiyatlar 100 dolar sınırına dayandı.
Dolardaki değer kaybı ve petrol arzının artan talebe
yetişmeyeceği konusundaki endişeler, petrol fiyatlarındaki
artışlarda etkili oldu. Fiyatlardaki bu gelişmelerin, petrolün
önemli bir enerji kaynağı olması sebebiyle, ülkemiz dâhil birçok
ülkeyi olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.
Ekonomik büyümeye
paralel olarak artan enerji ihtiyacımızı yükselen fiyatlarla
karşılamak, ülkemizin ödediği enerji faturasını
artırmaktadır. Petrol fiyatlarının artışı
bizim elimizde değildir. Türkiye, petrol ithal eden bir ülkedir. Dolayısıyla,
petrol fiyatlarının artması, Türk ekonomisini olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu bakımdan, petrol fiyatlarındaki
artışı dikkatle izliyoruz.
Görüldüğü
gibi, ülkemiz, dış piyasalardaki hareketlerden etkilenebilmektedir.
Bu, bizim, iç dinamikleri yerine oturmuş ve küresel olaylardan etkilenen
bir dünya ülkesi olduğumuzu göstermektedir. Piyasalardaki bu gibi
dalgalanmalara karşı bizim gibi ülkelerin yapması gereken,
yapısal reformlara, mali disipline ve özelleştirmelere devam
etmektir, bunun formülü budur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de Türkiye ekonomisine
ilişkin bazı gelişmelere değinmek istiyorum.
AK Parti
Hükûmetleri, iktidara geldiğinden bu yana öncelikle ülkemizde istikrar
ortamını sağlamak için çalıştı,
başarılı da oldu. Ülkemizin yıllarca hasretini çektiği
ekonomik ve siyasi istikrar sağlandı. Beş yıldır
ülkemizde istikrar var, güven var. Ülkemiz ekonomisi hiçbir dönemle
kıyaslanmayacak kadar sağlam, güçlü, dayanıklı ve dirençli
bir zemin üzerinde yol almaktadır. Önümüzdeki yeni dönemde de, ülkemizin
küresel ekonomide rekabet gücünü artıracak ve daha büyük küresel aktör
haline gelmesini sağlayacak politikalar izlenmeye devam edilecektir.
2003
yılından itibaren uyguladığımız basiretli
politikalar sayesinde ekonomimiz çarpıcı bir makroekonomik performans
sergiledi. Türkiye, iddialı, kararlı, ayakları yere sağlam
basan bir büyüme sürecine girdi.
1993-2002
yılları arasında ortalama yüzde 2,6 oranında büyüyen
Türkiye ekonomisi, 2003-2006 döneminde ekonomide sağlanan güven ve
istikrar ortamı sayesinde ortalama yüzde 7,3 oranında büyüdü. Böylece
ülkemiz, dünyanın 17nci büyük ekonomisi hâline geldi ve dünyanın en
hızlı büyüyen ülkeleri arasına girme
başarısını gösterdi.
Ekonomimiz 2007
yılının ilk altı aylık döneminde yüzde 5,2
oranında büyüdü. Böylece Türkiye ekonomisi, tarihinde ilk kez 22 çeyrektir
kesintisiz büyüme başarısına imzasını attı. 2007
yılında da yüzde 5 civarında bir büyüme bekliyoruz.
2002
yılında 181 milyar dolar olan gayrisafi millî hasılamız,
2008 yılında -yani bu bütçe ne getiriyor derken onu özellikle
belirtmek istiyorum- 520 milyar dolara ulaşacaktır. 181 ile 520yi
karşılaştırırsanız, nereden nereye
geldiğimizi çok iyi takdir edersiniz sayın milletvekilleri. 2008 yılında
da büyüme, verimlilik artışına ve ihracata dayalı bir
anlayışla, özel sektör ağırlıklı olarak devam
edecektir.
Makro ekonomik
istikrarın ve büyüme performansının kalıcı hâle
gelmesi, Hükümetimizin temel hedefidir. Önümüzdeki dönem, büyüme ve istikrar
ile birlikte milletimizin refahının arttığı ve kalıcı
hâle geldiği bir dönem olacaktır.
Burada bir
noktanın altını çizmek istiyorum: Birçok ülkede
yatırımlardan bahsedildiğinde toplam yatırımlar
kastedilir. Bir ülkenin ekonomisi toplam yatırımlarıyla ölçülür.
Ülkemiz için de durum aynıdır. Kamu yatırımları ya da
özel yatırımlardan ayrı ayrı değil de toplam
yatırımlardan ve bu yatırımların
artışından bahsetmek gerekir. Toplam yatırımların
artırılması da ancak yatırım ortamının
iyileştirilmesi ile mümkün olabilir. İşte bu bütçe,
yatırım ortamının iyileştirilmesine katkıda
bulunduğu için toplam yatırımların
artırılmasına da katkıda bulunan bir bütçedir.
Bu bütçe,
yatırım seviyemizi daha da yukarılara taşıyacak bir
bütçedir. Nitekim, 2002 yılında sabit sermaye
yatırımları toplamı cari fiyatlarla 47 milyar YTL iken,
2008 yılında bu rakam 155 milyar YTL olacaktır. Özel sektör
sabit sermaye yatırımları ise 2002 yılında sadece 30
milyar YTL iken, 2008 yılında, bu, 122 milyar YTL olacaktır. Bu
rakamsal gelişmeler, yatırım ortamının ve ikliminin
iyileştirilmesi bakımından önemli bir mesafe katettiğimizi
göstermektir.
Söz konusu
yatırım büyüklüğü, sürdürülebilir büyüme ve
kalkınmanın da teminatıdır. Bu bütçe, yatırım
iklimini daha da iyileştirecek ve ülkemizi geleceğe
taşıyacak bir bütçedir.
Yüksek büyüme
performansı, kişi başına millî gelir rakamlarında da
kendini göstermektedir. 2002 yılında 2.598 dolar olan kişi
başına millî gelirimiz, 2008 yılında 7 bin dolara
ulaşmış olacaktır. Bu da, büyüme ve istikrarın
milletimize yansıdığını, milletimizin satın alma
gücünün ve refah seviyesinin arttığını göstermektedir.
Satın alma
gücü paritesine göre kişi başına millî gelir seviyesindeki
gelişmelere baktığımızda, milletimizin
ulaştığı refah düzeyinin nereden nereye geldiğini çok
daha iyi görmekteyiz. Ülkeler arası gelir seviyelerini gerçek anlamda
karşılaştırma imkânı veren satın alma gücü
paritesine göre kişi başına millî gelirimiz 2002
yılında 6.550 dolar iken, 2008 yılında 9.681 dolara
ulaşmış olacaktır.
Bundan önceki
dönemde ekonomide normalleşmeyi sağladık. Bundan sonraki süreçte
ise, üretimde, klasik ürünlerden katma değeri yüksek ürünlere geçmemiz
gerekiyor. Onun için de makro ekonomik göstergeleri iyileştirmeye devam
ederek, ekonomiyi mikro ekonomik tedbirlerle destekleyeceğiz.
Böylece,
geldiğimiz bu seviyeyi daha da ileriye taşımak için önümüzdeki
dönemde de yatırımcıya, üreticiye, tüketiciye ve ilgili tüm
kesimlere güven veren bu ortamın geliştirilmesi yönünde önemli
adımlar atacağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyonla mücadelenin,
sürdürülebilir büyüme ve sosyal refahı artırma bakımından
ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Bu nedenle, iktidara
geldiğimiz günden bu yana, enflasyonu düşürerek istikrarlı bir
büyüme sağlamak temel önceliğimiz oldu.
Bu bilinçle
uygulamaya koyduğumuz para ve maliye politikaları ile
sağladığımız mali disiplin sayesinde, yapılamaz
denileni yaptık; son beş yılda yüksek büyüme ile eş
zamanlı olarak enflasyonda tarihî düşüşler yaşadık.
1993-2002 döneminde ortalama yüzde
70lerde olan enflasyon, bu yılın kasım ayında yüzde 8,4 olarak
gerçekleşti.
Enflasyon olgusu
ülkemizin gündeminden tamamen çıkana kadar mücadeleye devam edeceğiz.
Ama enerji ve gıda fiyatlarının bütün dünyada
arttığını düşünecek olursak, bu mücadelenin hiç de
kolay olmadığını belirtmek istiyorum. Hedefimiz, yüksek
büyüme ile düşük enflasyonun bir arada yaşandığı ve
geleceğe yönelik olumlu beklentilerle şekillenen bir ekonomik
yapıdır.
2001 krizi
sonrasında istihdamda daralma ve artan işsizlik şeklinde ortaya
çıkan olumsuz tablo, 2004 yılından itibaren düzelmeye başladı.
2007
yılı Ağustos dönemi itibarıyla toplam istihdam, geçen
yılın aynı dönemine göre Türkiye genelinde 269 bin kişi
arttı. Bu dönemde işsizlik oranı yüzde 9,2 seviyesinde
gerçekleşti.
Hepimizin
bildiği gibi, tarım sektöründen diğer sektörlere İstihdam
kayması yaşanmaktadır. Tarım sektörünün toplam istihdam
içindeki payı azaldı. İstihdamda tarım dışı
sektörlerin payı ise arttı. Tarım dışı
sektörlerde 2003 yılından 2007 yılı Ağustos dönemine
kadar 3 milyon kişiden fazla istihdam artışı
sağlandı.
Önümüzdeki
dönemde en önemli önceliğimiz işsizliğe çare bulmak
olacaktır. İşsizlik problemine eğilirken de ülkemizin
kalkınmasından asla taviz vermeyeceğiz. İstihdam
odaklı sürdürülebilir bir büyüme çerçevesinde; rekabetçi bir ekonomi ve
bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda nitelikli insan
kaynaklarının yetiştirilmesini, istihdam imkânlarının
geliştirilmesini, işsizliğin azaltılması ile iş
gücü piyasasının etkinleştirilmesini sağlayacağız
ve kalitesini artıracağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde uygulanan
ekonomi politikalarının olumlu sonuçlarını dış
ticaret rakamlarında da görmekteyiz. 2007 Ocak-Ekim döneminde 223 milyar
dolar olarak gerçekleşen dış ticaret hacmimizin, 2007
yılının sonunda 270 milyar doları aşmasını
bekliyoruz.
2007
yılı Kasım ayı itibarıyla on iki aylık verilere
göre ihracatımız 105,3 milyar dolara ulaşmıştır.
İhracatın dağılımına
baktığımızda, onlarca ülkeye bilgi ve teknolojiye
dayalı binlerce ürünün satıldığını görüyoruz.
Dolayısıyla bu ihracat büyüklüğü, Türkiyenin bilgi eksenli
üretim yapısına geçişini yansıtmaktadır.
İhracatımızdaki artışın devam ettirilmesi için
gerekli olan her türlü desteği sağlayarak, ihracatımızı
2013 yılında 200 milyar dolara, cumhuriyetimizin 100üncü
kuruluş yıl dönümünde de 500 milyar dolara ulaştırmayı
hedefliyoruz.
Hükûmetlerimiz
döneminde yaşanan hızlı ekonomik büyüme sürecinde ara
malları ve sermaye malları ithalatı artmıştır.
Ayrıca, 2002 yılında 23,4 dolar olan ham petrol varil
fiyatı, mevcut durumda 90 dolar civarında seyretmektedir.
Uluslararası petrol piyasasındaki bu fiyat artışı,
yurt içinde hemen hemen bütün sektörlerde kullanılan bir girdi olan ham
petrolün ithalat değerini yükseltmiştir. 2002 yılında 9,2
milyar dolar olan enerji ithalatının bu yıl sonunda 30 milyar
doları geçmesi beklenmektedir. Bahsettiğim bu gelişmeler
paralelinde, 2007 Ocak-Ekim döneminde 137 milyar dolarlık ithalat
yapılmıştır.
2001 krizi
sonrası dönemde artan özel sektör yatırımları,
hızlı büyüme, dünya hammadde fiyatlarındaki yükseliş ve özel
kesim tasarruf oranındaki düşüş, cari işlemler dengemizin
açık vermesine yol açmıştır.
Cari
açığın sürdürülebilirliği hususunda mevcut durumda bir
riskin olmadığını belirtmek isterim. Son yıllarda
ekonomimize olan güvenin artması, doğrudan yatırımlardaki
hızlı artışla birlikte, sermaye girişlerinin
ağırlıklı olarak uzun vadeli olmasını beraberinde
getirdi. Bu da cari işlemler açığının finansman
yapısında belirgin bir iyileşme ve kalite sağladı.
Çünkü, cari açık, eskisi gibi sıcak para gibi kısa vadeli
sermaye girişleriyle değil, doğrudan yabancı sermaye
girişleri ve uzun vadeli kredilerle finanse edilmektedir. Finansman
kalitesindeki bu artışta, sağlanan ekonomik ve siyasi
istikrarın etkisi büyüktür. 2007 Ocak-Eylül döneminde 15,3 milyar
dolarlık doğrudan sermaye girişi, cari açığın
yüzde 59unu finanse etti.
Büyük bir bölümü
özel sektörce kullanılan uzun vadeli krediler ise, 2007 Ocak-Eylül
döneminde 47,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Cari açıktaki
yükselişin temel nedeni olan özel sektör yatırımlarındaki
artışlar ağırlıklı olarak bu uzun vadeli sermaye
girişleriyle finanse edildi.
Cari
açığın kalıcı olarak düşürülmesi için
yapısal reformlar ve mikroekonomik tedbirlerle Türkiyenin rekabet gücünün
artırılması sağlanacak ve katma değeri daha yüksek malların
üretimine geçilecektir.
Şunu da
özellikle tekrar belirtmek istiyorum: Bizim makroekonomik göstergeler
içerisinde cari açığın yükselmesinden dolayı, bundan sonra
bu kürsüye gelecek olan konuşmacıların üzerinde sıkça ve
uzun duracağını tahmin ediyorum. Fakat şurası
unutulmasın ki finanse edilebilir bir cari açık hiçbir zaman bir risk
değildir, ama bu, finanse edilebilir bir cari açık diye de bunun
tedbirini almayacağız manasında değildir; son okuduğum
cümle. Mikroekonomik tedbirlere başvurmak ve Türkiyenin rekabet gücünün
daha artırılmasıyla ilgili tedbirlere başvurmak suretiyle,
yapacağımız yapısal reformlarla buna da kalıcı
çözüm getirmek için çalışmalarımız devam ediyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; doğrudan yabancı sermaye
açısından ülkemiz altın yıllarını
yaşamaktadır. Bunda, küresel doğrudan yabancı sermaye
akımlarının yüksek olmasının yanı sıra,
ülkemizin ekonomik ve siyasi istikrar bakımından gösterdiği
başarıların etkisi de yadsınamayacak kadar büyüktür.
Yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik
politikalarımızla ülkemiz doğrudan yabancı sermaye için bir
cazibe merkezi olma yolunda önemli bir aşama kaydetmiştir.
Şimdi, bize
bu hususta diyorlar ki: Efendim, çok çok özelleştirme yapıyorsunuz,
bundan dolayı yabancı sermaye geliyor.
Değerli
arkadaşlar, burada bir hususu belirtmek istiyorum: Türkiyede
özelleştirme 1980lerden beri gündemdedir. Yani, Türkiyedeki
özelleştirme yirmi beş seneden beri bu ülkenin gündemindedir. Bizden
önce de özelleştirme vardı. Madem özelleştirmeyle geliyordu bu,
daha önce niye gelmiyordu? Daha önce, 2002 yılı ve öncesini
düşünün, Türkiyeye gelen yabancı sermaye ortalama 1 milyar dolara
varmıyordu. Bu, Hükûmetlerimiz döneminde alınan tedbirlerle artmaya
başladı; ekonomimizdeki düzelmeyle, ekonomimizdeki güçlenme ve
istikrarla artmaya başladı. Nitekim 2005 yılında bu 10
milyar dolara çıktı, 2006 yılında 20 milyar dolara
çıktı. O zaman dediler ki: 2007de de devam edecek mi? Evet,
ekonominizi düzeltmeye devam ederseniz, yapısal reformlara devam ederseniz,
mali disipline devam edersek, bu, artmaya devam edecektir, hiç kimsenin
kuşkusu olmasın. O satıldı, bu satıldı meselesi
değildir. Eğer, ülke düzgünse, ekonomisi sağlam, güçlüyse,
istikrar varsa o ülkede yabancı sermaye artarak gelmeye devam edecektir.
Bunun yolu ve formülü budur değerli arkadaşlar.
O bakımdan,
2007 yılında da yabancı sermayenin -küresel sermaye diyelim-
küresel sermayenin Türkiyeye gelmesi, yüksek oranda gerçekleşmesi yine
beklenmektedir. Nitekim, ocak-eylül döneminde bu rakam 15,3 milyar
dolardır.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu borç yükünü azaltmak ve borç
dinamiklerimizi iyileştirmek maliye politikamızın temel
hedeflerinden biri olmaya devam edecektir. Sağlanan makro ekonomik
istikrar ve mali disiplin sayesinde kamu borçlarının
çevrilebilirliği yönündeki endişeler artık ortadan kalktı.
2002 yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî
hasılaya oranının 2007 yılı sonunda yüzde 40lar düzeyine
gerilemesini bekliyoruz. Yani, geldiğinizde yüzde 78 olan rakam şimdi
yüzde 40ların da altına iniyor bu, kamu net borç stoku
bakımından.
Ayrıca,
Avrupa Birliği standartlarına göre hesaplanan borç stokunun gayrisafi
millî hasılaya oranının da yüzde 60ların altına
inmesi suretiyle bu konuda da Maastricht Kriterlerini yakalamış
olacağız 2007 yılında. Çünkü, Maastricht Kriteri, borç
yapısının gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde
60ın altında olmasını istiyor. Bu sene Maastricht Kriterlerinin
dört tane kriteri vardır: Bütçe açıklarının yüzde 3ün
altında olması lazım, borç yapısının yüzde
60ın altında olması lazım, faiz ve enflasyonun da oradaki
ülkelerin seviyesinde olması lazım. Daha biz görüşmeleri
yaparken, ekonomi yönünden, Maastricht Kriterleri yönünden iki tanesini -bütçe
açıklarını ve borç yapısını- şu anda
yakalamış bulunuyoruz ve bu konuda da birçok Avrupa ülkelerinden de
iyi durumdayız.
Bu da neyi
gösteriyor? Borç yükündeki kırılganlığın artık
bittiğini, kalktığını gösteriyor. Türkiye, o
kırılganlıklarını, risklerini bir bir atmak suretiyle
ülke riskini düşürüyor ve genel global ekonomi içerisindeki yerini daha da
güçlendirmiş oluyor.
Yine, borç
yapımızda ayrı bir şey
2002 yılında döviz
cinsinden ve dövize endeksli borçların payı yüzde 58. Şimdi, bu,
yüzde 32nin altına iniyor. Yani ne oluyor burada? Borç stoku, kur riskine
karşı daha korunaklı bir yapıya kavuşuyor.
İktidara
geldiğimiz günden beri faiz oranları sürekli düşmektedir. 2002
yılının Ekim ayında yüzde 64 olan iç borçlanma faiz
oranları üç yıl içinde yüzde 20lerin altına indi. 2006 Nisan
ayında yüzde 14e kadar düşen faiz oranları dış
piyasalardaki dalgalanmaların etkisiyle bir ara yüzde 20lerin üzerine
çıktıysa da taviz vermeden uyguladığımız mali
disiplin sayesinde 2007 yılıyla birlikte yeniden düşüş
eğilimine girdi. Nitekim, bugünlerde yüzde 16lar seviyesine
gerilediğini de görüyoruz.
Değerli
arkadaşlar, bu politikalara devam ettiğimiz müddetçe, ülke riskini
düşürdüğümüz müddetçe, enflasyonu düşürdüğümüz müddetçe,
nominal faizler daha da düşecektir. Bunun hiç başka yolu yoktur,
düşmeye devam edecektir. Bunu da tek haneli rakamlara indirmeye gayret
ediyoruz. Yani, bununla ilgili gerekli politikaları uygulamaya devam
edeceğiz.
Yine, kamu kesimi
borçlanma gereği, yıllar sonra ilk kez 2005 yılında
Hükûmetlerimiz döneminde bu kamu kesimi borçlanma gereği negatife döndü.
Yani, sürekli olarak ülkenin borca ihtiyacı var; sürekli, devamlı
borç alacak, borç alacak, borç alacak. İlk defa bizim
zamanımızda mevcut borçların eksiye dönmesi demek, nominal
olarak da borçları düşürmeye başladık demektir.
Evet, nispi
olarak nerelerden nerelere geldiğimizi biraz önce arz etmeye
çalıştım ama nominal olarak da kamu kesimi borçlanma gereği
eksi verdi demek, biz borçları nominal olarak da düşürmeye
başladık demektir. Bu, 2005 yılında düşmeye
başladı, 2006da devam etti, daha yüksek seviyede kamu kesimi fazla
verdi ve 2007 yılında da yine devam edecek, 2008 yılında da
eksi 133 olarak gerçekleşmesini bekliyoruz bunun. Yani, ülkemizin kronik
borç sarmalından kurtulmaya başladığının
işaretidir bunlar.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, sosyal
refahta artış sağlamak, ekonomideki rekabet ortamını
iyileştirmek için özelleştirme konusuna da büyük önem veriyoruz. Bu
özelleştirme konusu çok sık dile geliyor.
Değerli
arkadaşlar, özelleştirme yapısal bir reformdur. Bu yapısal
reformu tamamlamadan ülkeler gelişmişlik seviyelerini
artıramazlar ve dünya ekonomileri içerisinde serbest piyasa ekonomilerini
tam olarak sağlayamazlar. Neden öyle? Bakınız, şimdi Demirperde
gerisi dediğimiz eski sosyalist ülkeler bile oralardan kurtulup
özelleştirmelerini tamamladılar.
Özelleştirmeden
maksat, devleti ekonomik faaliyetlerden kurtarmaktır. Ekonomik faaliyetler
özel sektör eliyle yapılır. O zaman yapıldığında
çok daha sağlam kaynaklarla, çok daha sağlam idari yapılarla,
çok daha sağlam adımlarla ekonomi gelişmeye devam ediyor. O
bakımdan, özelleştirmeyi yapmak kaçınılmaz bir vazifedir.
Özelleştirmeyle
ilgili olarak, daha önce Bütçe Komisyonunda yapıldığı için
söylüyorum, burada da tekrar Efendim, özelleştirme yapılıyor,
özelleştirmeleri dışarıdan gelip alanlar var.
Özelleştirmeleri yabancı sermaye alıyor
Değerli
arkadaşlar, sadece özelleştirme değil, devletin bütün ekonomik
faaliyetlerinde, Türkiyenin, bakın, bir problemi var, o da şu:
Türkiyede sermaye birikimi az, yetersiz. Tasarrufların
azlığından dolayı sermaye birikimi yetersiz.
Dolayısıyla, kalkınmak için muhakkak yatırım
yapılması lazım, yatırım yapılabilmesi için de sermaye
birikiminin yüksek veyahut da noksan sermaye birikiminden dolayı
dışarıdan bize sermayenin gelmesi lazım.
Bizden önceki
zamanları da bir hatırlayın. Gazeteleri hatırlayın,
çarşaf çarşaf gazeteler, Bize niye yabancı sermaye gelmiyor?
Küresel sermayeden niye payımızı alamıyoruz? diye
yakınmalar, yazılar, tahliller, her şey vardı. Şimdi
bunlar gelmeye başladı. Neden? Ülkemiz düzeldi. Bunlar gelmeye
başlayınca E bu yabancı sermaye niye geliyor?
Bırakın kardeşim, yatırım için geliyor. Efendim,
şunu niye satıyorsunuz? Biz bir yeri
Biz satıyoruz, onu
satıyoruz. Bir yerde ülkeden bir şey gitmiyor, satılan
fabrikalar gene burada, satılan bankalar da burada, satılan villalar
da burada. Bakın bakalım yurt dışına giderken,
çıkan gümrüktekilerin çantasında hiç fabrika var mı, bakın
bakalım villa var mı! (AK Parti sıralarından
alkışlar; CHP, MHP ve DTP sıralarından gülüşmeler)
Onlar bize paralarını getiriyorlar değerli arkadaşlar.
Bugün ülkeler
arasındaki en büyük rekabet, daha fazla küresel sermayeden pay alma
rekabetidir. Ülkeler bunun için vergilerini düşürüyorlar, ülkeler bunun
için teşvikler koyuyorlar, ülkeler bunun için tedbirler koyuyorlar, gelsin
diyorlar. Ama siz ülkenizi iyi idare ettiğiniz müddetçe, kaidelerinizi iyi
koyduğunuz müddetçe, kontrolünüzü iyi yaptığınız
müddetçe, her şey bu Hükûmetin ve hatta bu devletin
hükümranlığı altında. Onlar bize güvenerek geliyorlar. Bu
kaideleri iyi koyup iyi tatbik edersek, bundan korkulacak bir şey yok.
Böyle lüzumsuz korkularla hareket etmemiz mümkün değil. Bir dünyaya
bakın ne oluyor, ondan sonra da burada ona göre konuşma yapalım.
Evet, bunu da özellikle belirtmek istiyorum.
Ve
özelleştirmede
On sekiz-yirmi yıl boyunca -devamlı bizden önce
konuşuldu- yapılan özelleştirme 8 milyar dolar. Şimdi, biz,
geldiğimiz günden bugüne kadar yalnız Özelleştirme İdaresi
kanalıyla 25,5 milyar dolarlık özelleştirme yaptık, bitti.
Ayrıca, TMSF kanalıyla, Ulaştırma Bakanlığı
kanalıyla yaptığımız özelleştirmeleri dâhil
edecek olursak, Hükûmetimizin bu dönemde bugüne kadar yaptığı
özelleştirme 40 milyar dolardır değerli arkadaşlar.
Şimdi,
tabii, özelleştirmede bu derece bizim yol almamız, bizim ekonomik
görünümümüzü, uluslararası rekabetçi piyasada yerimizin
sağlamlaştırılmasını da sağlıyor.
Boşuna gelmiyor, adam buraya parasını getiriyor. Parasını
kolay kolay kimse getirmez insana.
BAYRAM ALİ
MERAL (İstanbul) Doğuda, güneydoğuda hiç yatırım
yapıyor mu?
ATİLLA KART
(Konya) Sayın Bakan, faizden söz edin.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Siz, şimdi, benim
anlattıklarımı anlamaya gayret ediniz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Laf atmayı bırakın. Bakın,
ben burada bir şey bahsediyorum, buna dikkat edin, bu konuşmalara
dikkat edin.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Doğru söylerseniz anlarız.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Her zaman da yapmam, ona göre. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde
çalışanlarımıza ve emeklilerimize Hükûmetlerimiz döneminde
sağladığımız mali imkânlarla ilgili bilgiler vermek
istiyorum:
2003 Ocak-2007
Kasım döneminde TÜFEdeki kümülatif değişme yüzde 65,3 olmuştur.
Buna karşılık, söz konusu dönemde aynı bazlı:
En düşük
memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 YTL iken, 2007
Aralık ayında 843 YTLye çıktı. Artış yüzde
115,1.
Ortalama memur
maaşı 2002 Aralık ayında 578 YTL iken, 2007 Aralık
ayında 1.090 YTLye çıktı. Artış yüzde 88,7.
Net asgari ücret
2002 Aralık ayında 184 YTL iken, 2007 Aralık ayında 419
YTLye çıktı. Artış yüzde 127,5.
En düşük SSK
emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 YTL iken, 2007
Aralık ayında 548 YTLye çıktı. Artış yüzde
113,1.
En düşük
memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 YTL iken,
2007 Aralık ayında 716 YTLye çıktı. Artış yüzde
90,3.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Reel olarak ne, reel?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Bu oranlar ve maaş tutarları,
çalışan, emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın
mali durumlarının 2002 yılına göre iyileştiğini,
gelirlerinde reel artışlar olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Yüzde kaç reel artış?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Önümüzdeki dönemlerde de bütçe imkânları
ölçüsünde dar gelirli vatandaşlarımızın durumunu daha da
iyileştirmek temel önceliklerimiz arasında yer almaya devam
edecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz ki, burada Kesin Hesap
Kanun Tasarısı da görüşülüyor. Görüşülecek olan 2006
yılı bütçesiyle de ilgili kısaca bilgili vermek istiyorum.
2006
yılında bütçe giderleri 178,1 milyar YTL, bütçe gelirleri 173,5
milyar YTL ve bütçe açığı 4,6 milyar YTL düzeyinde
gerçekleşti.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Yüzde kaç reel artış?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Faiz ödemeleri bir önceki yıla göre
yüzde 0,6 oranında artarak 46 milyar YTL oldu ve faiz dışı
fazla 41,5 milyar YTL olarak gerçekleşti.
Bütçe
açığının gayrisafi millî hasılaya oranı 2005
yılında yüzde 1,7 iken, 2006 yılında yüzde 0,8e
düştü, faiz dışı fazlanın gayrisafi millî
hasılaya oranı ise 2006 yılında yüzde 7,2 olarak
gerçekleşti.
Değerli
arkadaşlar, burada bir husus var: Şimdi, biz bütçeleri
konuşurken -bu sene biliyorsunuz 2008 yılı bütçesini
konuşuyoruz- aynı yılda da bir sene önceki, yani
bulunduğumuz değil de ondan öncekinin kesin hesap kanununu
görüşürüz. Kesin hesapta bütçeler burada konuşulur, o bütçeler
hakkında herkes uzun uzun konuşmalar yapar. Fakat, asıl
konuşmaların yapılacağı yer de
Ya, tamam bu bütçe
oldu da, nasıl neticelendi bu bütçe? Bu bütçe, acaba, söylediğiniz
gibi hedeflere uygun mu oldu, yoksa hedefleri aşan bir bütçe mi oldu?
Bütçe açıkları hedeflenenden daha az mı oldu, daha çok mu oldu?
Şimdi, bizim
dönemimizden önce, AK Parti Hükûmetlerinin döneminden önce bir
alışkanlık vardı. Şimdi, bunlar hiç konuşulmuyor,
hemen kaldır elleri, kondur, bitti. Değil, bunlar konuşulacak.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Siz de konuşmuyorsunuz, Hükûmet de konuşmuyor.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Bakın şimdi, bizim
Hükûmetlerimizden önce ne denilmişse, bütçe açıkları şu
olacak, ondan çok daha fazla olmuştur; giderler ne denilmişse ondan
çok daha fazla olmuştur, gelirler ne denilmişse ondan daha az
olmuştur. İlk defa bizim AK Parti Hükûmetlerinin zamanında, ne
demişsek; açık şu, ondan daha az açık gelmiştir;
gelirlerimiz ondan daha fazla, giderlerimiz ondan daha az olmuştur. Yani,
söylediğimizden çok daha iyi bir performans sergilemiştir Hükûmetlerimiz.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Cari açıkta da aynı şey var
mı Sayın Bakan?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Bu, AK Parti Hükûmetlerinin verdiği
sözlere ne kadar dikkat ettiğini gösteren, uygulamada ne kadar
başarılı olduğunu gösterendir. Yoksa, yazarsın
yazarsın ama uygulamazsın. Ne kıymeti var onun?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Cari açıkta rakam neydi Sayın
Bakan?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Cari açık
Cari açık! Buna uyuyor mu?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) İşte, AK Parti Hükûmetleriyle bu
ciddiyet geldi. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Kesinhesap kanununda
ayrıca görüşün, ayrıca konuşun.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Cari açık da tuttu mu? Cari açıkta da tuttu mu?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Cari açığı biraz önce çok anlattım
Sayın Anadol. İsterseniz sizin için özel bir daha
anlatırım.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Olur da, bu tarife sığmıyor.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Bir de hazine işlemlerinin raporunu
açıklayın?
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
Lütfen
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) Sayıştayın hazine raporunu da açıklar
mısınız?
BAŞKAN
Sayın Kılıçdaroğlu
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, sizlere 2007 yılı merkezî yönetim
bütçesinin Ocak-Ekim dönemini kapsayan on aylık uygulama
sonuçlarını da kısaca hatırlatmak istiyorum.
Bu dönemde 168,2
milyar YTL harcama yapılmış, 155,9 milyar YTL gelir elde
edilmiştir. Faiz dışı harcamalar 123,5 milyar YTL, vergi
gelirleri 123,8 milyar YTL düzeyinde gerçekleşmiştir.
Ocak-Ekim 2007
döneminde merkezî yönetim bütçe açığı 12,3 milyar YTL
olmuştur. Söz konusu dönemde oluşan bütçe açığı
yıllık bütçe açığı hedefi olan 16,8 milyar YTLnin
yüzde 72,9una tekabül etmektedir. Bu oran, yıl sonu bütçe
açığı gerçekleşmesinin bütçe hedefinin altında
kalacağını göstermektedir.
Diğer
taraftan, Ocak-Ekim dönemi faiz dışı fazla tutarı da 32,4
milyar YTL olarak gerçekleşmiştir.
2007
yılı merkezî yönetim bütçe gerçekleşme tahmini:
Konuşmamın bu bölümünde de kısaca 2007 bütçesi yıl sonu gerçekleşme
tahminimizi açıklamak istiyorum.
2007 yıl
sonu itibarıyla merkezî yönetim bütçe giderlerinin 202,9, bütçe
gelirlerinin 188, bütçe açığının 14,9, faiz
dışı fazla tutarının 34,1 milyar YTL olarak
gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Bununla birlikte,
yıl sonu bütçe açığı gerçekleşmesinin tahminimizin de
altında olacağını ümit ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle ilgili
açıklamalara geçmeden önce, 2008 bütçesi için temel alınan
makroekonomik büyüklükler ile maliye politikası hedeflerini açıklamak
istiyorum:
2008
yılı için gayrisafi millî hasıla büyüklüğü 716,6, büyüme
oranı 5,5, yıl sonu TÜFE 4, ihracat 117 milyar dolar, ithalat 182
milyar dolar, kişi başına millî gelir 7.000 dolar, satın
alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir 9.681 dolar
olarak hedeflenmiştir.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Sayın Bakan, bütçede dolar niye konuşuyorsunuz,
YTL yok mu?
BAŞKAN
Lütfen, arkadaşlar
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Uluslararası mukayeseleri daha iyi yapmak için.
2008
yılına ilişkin maliye politikası hedeflerimizi ise şu
şekilde sıralamak istiyorum:
Tesis edilen mali
disiplini devam ettireceğiz.
Enflasyonla
mücadele politikasını aynı şekilde desteklemeye devam
edeceğiz.
Kamu borç
stokundaki düşüş eğilimini devam ettirecek bir faiz
dışı fazla gerçekleştireceğiz.
Faiz giderlerinin
bütçe üzerindeki baskını hafifleteceğiz.
Bütçe
harcamalarını sağlam gelir kaynaklarıyla
karşılamak, kamu harcamalarının kalitesini artırmak,
makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir kalkınmayı
sağlamak, hesap verilebilirliği, mali saydamlığı
güçlendirmek, verimliliği ve üretimi teşvik edici bir tarımsal
destekleme politikası oluşturmak, kırsal kesimin altyapısını
güçlendirmek, sosyal politika ve programlarla gelir düzeyi düşük kesimleri
desteklemektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda mali yönetim ve
kontrol sisteminde gerçekleştirilen reformlar sonucunda bütçe sistemimiz
makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir kalkınmayı esas
alan, kaynakların etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde
kullanılmasını sağlayan bir yapıya
kavuşmuştur.
2008 bütçe
ödenekleri de uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun
olarak kamu kesimi açıkları ile enflasyonun düşürülmesi ve reel
ekonomideki canlandırmanın sürdürülmesine katkıda
bulunulması hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak
şekilde belirlenmiş ve kamu idarelerinin hizmet öncelikleri dikkate
alınarak gerekli kaynak tahsisleri yapılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, yazılı olarak da sizlerde bulunduğu için,
zamandan dolayı anlayışınıza sığınarak
bazı atlamalarda bulunacağım; onun için müsaade istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, 2008 merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 222,6 milyar
YTL, net bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, bütçe açığı 18 milyar
YTL, faiz dışı fazla 38 milyar YTL olarak öngörülmüştür.
222,6 milyar YTL
olarak belirlenen 2008 bütçe giderlerinin ekonomik
sınıflandırmaya göre dağılımı ise
şöyledir: Personel giderleri 48,7 milyar, sosyal güvenlik kurumlarına
devlet primi giderleri 6,4, mal ve hizmet alım giderleri 22,9, faiz
giderleri 56, cari transferler 69,2, sermaye giderleri 11,8, sermaye
transferleri 2,1 milyar, borç verme 3,9, yedek ödenekler 1,6 milyar YTLdir.
2008 gelir
bütçesi. Bütçe gelirleri (iadeler dâhil) 221,2 milyar YTL, vergi iadeleri 16,6
milyar YTL, bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, vergi gelirleri 171,2 milyar YTL,
vergi dışı gelirler 33,4 milyar YTL olarak tahmin edilmektedir.
Bu vergi
türlerine ilişkin gelir tahminlerimiz de şu şekildedir: Gelir
vergisi 38,1, kurumlar vergisi 14,5, dâhilde alınan KDV 17,7, ithalde
alınan KDV 30,5, özel tüketim vergisi 44,7 milyar YTL, motorlu
taşıtlar 3,9, BSMV 4, harçlar 5,4, damga vergisi 4,2 milyar YTLdir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, vergi
sistemindeki yapısal sorunların giderilmesi, sürdürülebilir bir
büyüme ve istihdam artışı için yatırım
ortamının iyileştirilmesini sağlayacak düzenlemeler hayata
geçirilmiştir. Bu bağlamda;
Enflasyon
muhasebesine geçilmiştir.
Gelişmişlik
düzeyi düşük olan illerimizde faaliyette bulunan mükelleflerimize gelir
vergisi stopajı teşviki, sigorta primi işveren paylarındaki
teşvik, yatırım yeri tahsisi ve enerji desteği
sağlanmıştır.
Katma değer
vergisiyle ilgili olarak tekstil, sağlık, eğitim ve gıda
sektöründe oran indirimine gidilerek yüzde 18den yüzde 8e çekilmiştir.
Bütün bunlar
ihracatı teşvik etmek, rekabet ve alım gücünü artırmak ve
kayıtlı ekonomiye geçiş sürecini hızlandırmak
amacıyla getirilen önemli indirim ve istisnalardır.
2008
yılı başından itibaren uygulanmak üzere, turizm sektöründe
KDV oranını yüzde 18den 8e indirdik. Böylece, turizm sektörünün
uluslararası rekabet gücü daha da artmış olacaktır.
Teknoloji
geliştirme bölgelerinde yapılan yatırımlardan elde edilen
gelirler vergiden istisna edilerek, araştırma geliştirme
faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, yeni
teknolojilerin geliştirilmesi ve inovasyon ile ilgili projelere önem
verilmesi bakımından önemli ölçüde teşvik edilmiştir.
Damga vergisi ve
harçların uygulama alanları büyük ölçüde daraltılarak, damga
pulu yapıştırma işlemi, damga vergisi tahsilatı
tamamen kaldırılmıştır.
Yurt
dışında yatırım yapan mükelleflerimizin bu
yatırımlardan elde ettikleri kazançların Türkiyeye intikali
önündeki tüm vergisel engeller tamamen ortadan
kaldırılmıştır.
Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda yer alan ve her ay
için yüzde 4 olarak uygulanan gecikme zammı oranı yüzde 2,5a
indirilmiştir. Buna paralel olarak, Kanunda yer alan, yıllık
yüzde 30 olarak uygulanmakta olan tecil faizi yüzde 24 olarak belirlenmiştir.
Vergi Usul
Kanununda yapılan değişiklikle, 2006 tarihinden sonra ortaya
çıkan, vergi cezası kesilmesini gerektiren fiiller için ceza
hukukunun genel prensiplerine paralel düzenleme yapılarak mevzuat ve
uygulama basitleştirilmiştir. Ayrıca, Hükûmetimiz zamanında
kurumlar vergisi yeniden düzenlenmiştir ve tamamen eskisi
kaldırılmış, yepyeni, basit, çağdaş ülkeler
düzeyinde bir kanun kabul etmiş bulunuyoruz. Yeni kurumlar vergisini
geçirdik biliyorsunuz, uygulamaya başladık. Aynı şekilde
Gelir Vergisi Kanununu da yeniden yazmaya başladık. 2008
yılında yüksek huzurlarınıza getireceğiz ve Gelir
Vergisi Kanunumuzu da basit, anlaşılabilir ve daha çağdaş
bir kanun hâline getireceğiz. Onu da, Vergi Usul Kanunu ve diğer
kanunlar takip edecektir.
Yine,
biliyorsunuz, ücretlerde asgari ücret indirimini getirdik. Bu uygulama ile de
Türkiye, istihdam üzerindeki vergi yükleri sıralamasında OECD
ülkeleri arasında yedi basamak daha iyi bir konuma geçmiş oldu
değerli arkadaşlar.
Ve yine,
mükelleflerimizin vergi ödemedeki kolaylıklarını artırmak,
vergiye gönüllü uyumunu artırmak için teknolojik imkânlardan oldukça
faydalanıyoruz. Şimdi, aldığımız beyannamelerin
yüzde 92si artık İnternet ortamından alınıyor. Yani,
eskisi gibi, kimse, vergi daireleri önünde beyannamelerini vermek için uzun
uzun kuyruklar oluşturma artık kalktı, tarihe kavuştu
bunlar. Hatta, geçenlerde bir gazetede okuyorum: Beyannamemi vermeye gittim,
vergi dairesi bomboş, yanlış mı geldim? diyor, sonradan da
bunu anlatıyor. Yani, kimse artık beyanname vermek için uzun uzun
vergi dairesine
Oturduğu yerden beyannameler veriliyor. Oturduğu
yerden vergi borçları ödeniyor artık. Yani, paraları ele
alıp da vergi dairelerinin kapısına kimse gitmiyor, düğmeye
basınca vergisi de otomatikman ödeniyor. Bankalar vasıtasıyla,
İnternet yoluyla vergiler de ödenmeye başlandı.
Tabii, bu
teknolojik ilerleme bizim vergi incelemelerinde de kullanılmaya
başlayınca, o zaman birçok vergi kaçağı çok daha kolay
ortaya çıkıyor. Sadece 2007 yılında, yani bugüne kadar -bitmedi
daha 2007 çünkü- 111.548 vergi incelemesi yapılmış. Bu vergi
incelemeleri eskiden yapılırdı, raporlar
yazılırdı Haydi mükellefler mahkemelere! yıllarca
mahkemeler sürerdi. Şimdi, artık, uzlaşma müessesesine daha
fazla geliniyor ve bu uzlaşma sayesinde, yalnız 2007
yılında yapılan incelemeler neticesinde, vergi aslı ve
gecikme faizi birlikte 1 milyar 722 milyon YTL nakit para tahsil edilip
hazinenin kasasına girdi.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Silinen parayı da öğrenebilir
miyiz Sayın Bakanım?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Tabii, tabii
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Ne kadar efendim?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Yaz bir şey
Yazılı bir
şey ver, bildirelim.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sorduk da Gizlidir. diye verilmedi.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde hantal, merkeziyetçi ve formalitelere
boğulan bir yönetim anlayışı yerine, hizmet kalitesini,
hızını ve kapsamını ön planda tutan bir
anlayışı benimsedik ve bunu da safha safha uyguluyoruz.
Makroekonomik
politikalara ilave olarak istihdam, KOBİler, çalışma
hayatı, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, tarım, konut
ve enerji gibi alanlarda izlenen politikalar, sosyal etkileri
bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur, daha da
doğuracaktır.
Bugüne kadar
huzurlarınıza getirdiğimiz tüm bütçeler, milletimizin
refahını nazarı itibara dikkate almıştır. 2008
bütçesi de istikrarı, büyümeyi ve refahın
artırılmasını dikkate alan bir bütçedir, sosyal devlet
anlayışını benimseyen bir bütçedir. 2008 bütçesi, ülke
ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun olarak hazırlanmış ve
huzurunuza getirilmiştir. Bu bütçe, şeffaf, samimi ve gerçekçidir.
Cumhuriyetimizin
kurucusu Atatürk diyor ki: Tam bağımsızlık ancak mali
bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi
bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayat
ışıklarında bağımsızlık felç olur. 1
Mart 1922.
Bunu da
soruyordunuz Ne zaman söyledi? diyordunuz, bu da size bir cevaptır. [CHP
sıralarından alkışlar(!)]
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Bravo!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Tamam, teşekkür ederim. Bizi
alkışlamaya devam edeceksiniz, devam edin. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Atatürkü alkışladık sizi değil.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Evet, teşekkür ediyorum.
Şimdi, büyük
Atatürkün gösterdiği yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Bu hedefe,
kararlı ve disiplinli adımlarla ulaşacağız. Önümüze
koyduğumuz hedeflerden hiç taviz vermedik ve vermeyeceğiz.
Kalkınmada
en önemli faktör, istikrar, birlik ve beraberliktir. Dünyanın 17nci büyük
ekonomisi olan ülkemiz, istikrarın devam etmesi hâlinde, yakın
zamanda, dünya ekonomileri içinde çok daha yüksek seviyelere
çıkacaktır.
Bu yolda bizi her
zaman destekleyen Sayın Başbakanımız başta olmak üzere
Hükûmetimiz üyelerine, kamu idarelerine ve bütün
vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi, ülkemiz ve milletimize
hayırlı olsun. Yapacağınız yoğun ve yorucu
çalışmalar için, Hükûmetim ve şahsım adına sizlere
şimdiden teşekkür ediyorum.
Bu duygu ve
düşüncelerle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 27/11/2007 tarihli 25inci
Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp
dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasi parti grupları ve
Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş
konuşması hariç, birer saat (bu süre, birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel
konuşmalarda onar dakikadır.
Kişisel
konuşmalarda, bütçenin tümü üzerinde, lehte ve aleyhte olmak üzere, birer
üyeye söz verilecektir.
Bildiğiniz
gibi, yine, alınan karar gereğince bu müzakereler sonunda soru sorma
işlemi yoktur.
Değerli
milletvekilleri, şimdi, bütçenin tümü üzerinde, grupları ve
şahısları adına söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini sırasıyla okuyorum:
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın
Şaban Dişli ve Sivas Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa
Açıkalın; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Van
Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan ve Şırnak Milletvekili
Sayın Hasip Kaplan; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel
Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın
Devlet Bahçeli.
Şahısları
adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit, Antalya
Milletvekili Sayın Tayfur Süner, Ağrı Milletvekili Sayın
Abdulkerim Aydemir, Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas; aleyhinde,
Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil, Sivas Milletvekili
Sayın Muhsin Yazıcıoğlu.
Şimdi, söz
sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya
Milletvekili Sayın Şaban Dişlide.
Buyurun
Sayın Dişli. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın
Dişli, otuzar dakika olarak mı kullanacaksınız süreleri?
ŞABAN
DİŞLİ (Sakarya) Evet Sayın Başkan, otuzar dakika
olarak kullanacağız.
BAŞKAN
Buyurunuz.
AK PARTİ
GRUBU ADINA ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor,
2008 yılı bütçesinin ülkemize ve Türk milletine hayırlı
olmasını diliyorum.
2008 mali
bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye
Bakanımıza, bakanlarımıza ve bürokratlarına, Plan ve
Bütçe Komisyonu Başkan ve üyelerine ve personeline teşekkürlerimi
sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, görüşeceğimiz 2008 yılı bütçesi AK Parti
Hükûmetlerinin altıncı bütçesi olacaktır, 2003 yılı
geçici bütçe hariç. Hepimiz biliyor ve inanıyoruz ki, bundan önceki
bütçelerde olduğu gibi 60ıncı Hükûmetimizin bu bütçesi de çok
başarılı olacak ve hedeflerini tutturacaktır.
2002
yılından bu yana Türkiyenin içinden geçtiği gerek iç gerek
dış etkenlerden kaynaklanan bazı olumsuzluklara rağmen,
Türkiye, yirmi iki çeyrek kesintisiz kalkınmasını ve büyümesini
sürdürerek dünyada örnek gösterilen bir performans sergilemiştir.
Şimdi, ekonomisiyle, sosyal kalkınmasıyla, dış
politikadaki dinamizmiyle ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde perçinleşen
siyasi istikrarıyla, içeride ve dışarıda itibarı ve
saygınlığı her geçen gün artmış ve artmaya devam
eden bir ülke konumuna gelmiştir. Artık, hepimiz, önümüzü görür,
geleceğe güvenle bakar hâle geldik.
AK Parti
Hükûmetlerimiz toplumun her kesimiyle iletişim içindedir. AK Parti
Hükûmetlerimiz açık, planlı ve programlı
çalışmayı kendine hedef seçmiş, yönetimiyle siyasi istikrar
ve güven, yani siyasi kredibilite tesis etmiş, ekonomik istikrarın
devamlılığını sağlamıştır.
Ekonomik istikrar da kendini, biraz sonra değineceğim ekonominin
temel göstergelerine tüm bu geçmiş iktidarımız döneminde
yansıtmıştır, yansıtmaya da, Sayın Bakanımızın
az önce söylediği gibi, devam edecektir. Yani enflasyona
yansıtmıştır, faizlere yansıtmıştır,
kurlara yansıtmıştır, büyüme ve istihdama
yansıtmıştır, ekonominin temel göstergelerine ve
toplumumuzun her kesiminin hayat kalitesini yükseltmesine yansıtmıştır.
Küresel ekonomi içinde Türkiyenin yerini yukarılara, saygın
seviyelere taşımış ve taşımaya devam edecektir.
Bazı
göstergelerde, özellikle dış dinamiklerden kaynaklanan geçici
değişimler olmuştur. O durumda dahi, dalga boyuna
baktığımızda, gene ekonomimizin
kırılganlıklara ne kadar dirençli hâle geldiğini görmek
mümkündür. Bu sıkıntıların herhangi birisi
iktidarımızdan önce olduğunda, Türkiyenin
karşılaştığı krizleri ve sorunları hepimiz
biliyoruz. Bunları, maalesef, geçmiş dönemlerde hep birlikte
yaşadık.
Değerli
milletvekilleri, şunu söylemek istiyorum: Biz yönetmeyi bilen bir
hükûmetiz. Hiçbir sorunu hasıraltı etmeden, sorunların birer
birer üstüne gidiyor ve krizleri ülkemiz lehine fırsatlara çeviriyoruz.
Bizim dönemimizi
bir başka açıdan değerlendirecek olursak, en önemli faktörlerden
birisi, mali disiplin ve mali politikalarımızdaki başarı
-ki Sayın Bakanımız bu noktayı çok detaylı
anlattı- ve özel sektöre sağlanan imkânlarla, yani yatırım
ortamının iyileştirilmesi, devletin özel sektörün
üretebileceği, yapabileceği ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gibi,
özel sektör yatırımları büyümenin motoru olmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, dünyaya bir
bakalım. Küresel ekonomideki globalleşme süreci ve Türkiye ve benzeri
yükselen piyasaların performansı dünyada büyümenin 2006 ve 2007
yılında da devam etmesini sağladı. 2005 yılında
tüm dünya yüzde 4,8 hızla büyürken, 2006 yılında dünya büyümesi
yüzde 5,4 olarak gerçekleşti. 2007 yılında yüzde 5
civarında, 2008 yılında da yüzde 4,5 civarında büyüme
beklenmektedir.
Dünya
ekonomisinin esas büyümesi, Türkiye ve diğer yükselen piyasaların
ekonomik büyümeleriyle sağlandı. Türkiyenin bütün dünyada saygı
gören ve 2007-2008 sürecinde de devam edecek büyüme performansını
ileriki bölümlerde anlatacağım.
2008
yılı içinde Amerika ekonomisinin bir ölçüde yavaşlayacak
olması beklenmektedir. Avrupa Birliği ve ülkemizde büyüme sorunu
beklemiyoruz.
Dünya
çapındaki büyüme, bazı alanlarda talep artışına
dayalı fiyat artışları yarattı. Bu talep baskısı
özellikle enerji fiyatlarında ve emtia fiyatlarında büyük
artışlar gündeme getirdi. Artık bir dünya öncüsü olan Türkiye de
bu olası gelişmelerden bir ölçüde etkileniyor. Ancak, Türkiyenin
enflasyonu düşürme ve mali disiplin sağlama başarısı
ve bunların sonucu olarak 2006 ve 2007 yıllarındaki küresel
dalgalanmalardan ülkemizin minimal ölçüde etkilenmiş olması Türkiye
ekonomisinin kırılganlığının büyük ölçüde
azalmış olmasının ve ekonomik direncinin yükseldiğinin
önemli bir kanıtıdır.
Bildiğiniz
gibi, geçtiğimiz günlerde petrol fiyatları varil başı 100
dolar değerini zorladı. Sonra biraz geriledi ve bu hafta sonu
itibarıyla de yeniden 90 dolarlara doğru düştü. Bu
gelişmenin cari dengeye önemli etkisinin bilincindeyiz. 2002
yılında, bildiğiniz gibi, ham petrolün varil fiyatı sadece
23,4 dolardı ortalama.
Talep ile artan
emtia fiyatları da tüm dünya açısından enflasyonist bir risk
yaratmaktadır. Bu riskler, ülkemizde üretimde sağlanan faktör
verimliliği nedeniyle minimize edilmiştir. Son bir yılda dünya
çapında toptan gıda fiyatları endeksi yüzde 30,8 civarında,
gıda dışı sanayi ürünleri fiyatları da yüzde 30,5
artış sergilemiştir.
Dünya, son iki
yılda bir finansal kriz riski altında yaşadı. Amerika
Birleşik Devletleri'nde subprime denilen düşük gelirlilere verilen
konut kredilerinin artan faiz oranlarından etkilenmesi ile başlayan
sorunlar, bu tür riskli kredileri paketleyen varlığa dayalı
menkul kıymet kuruluşları ve bankaları, bu tür
varlıkları satın alan hedge fonu denilen kurumları ve
bu hedge fonlarını
kredilendiren bankaları büyük zararlara uğratmış ve kredi
veren bankalar, bu dalgayla Amerika Birleşik Devletleri ve AB içinde
zararlara uğramışlardır.
Birçok merkez
bankaları hem piyasaya para sürme hem faiz düşürme hem de sorunlu
mali kuruluşlara kredi verme mecburiyetinde kalmıştır.
Yani, daralan kredi akışkanlığını açmak için
merkez bankaları piyasalara likidite sağlamışlar. Her ne
kadar ortadaki sorunlu mali kuruluş zararları 800 milyar dolar
civarında olarak tahmin edilse de bu rakam söz konusu ekonomilerin ve
finans piyasalarının hazmedebileceği bir rakamdır.
Bugün
itibarıyla gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının
kredi piyasasında verdikleri destek ve güvencelerle sorunu kontrol
altında tuttukları görülüyor yani kriz henüz Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Birliğinde reel sektöre yansımamış. Bu
gelişmeler, ülkemizin attığı finansal sektördeki reform
adımları nedeniyle ekonomimizi artık çok az etkileyebilmektedir,
hatta ülkemiz için bazı olumlu fırsatlar da yaratabilecektir.
Finansal
dalgalanmalar çok kısa zamanda bütün dünyaya yayılsa da reel
dalgalanmaların, reel sektör krizlerinin bir ülkeden diğer ülkesine
geçmesi zaten uzun zaman alır. Bu nedenle de henüz bizim gibi gelişen
ülkeler ve yükselen piyasalar grubu ülkelerde Amerika Birleşik Devletlerindeki
sorunların büyük etkisi
görülmemektedir.
İthal enerji
ve enerjide bağımlılık sorunu, dünya piyasalarında
arz-talep dengelerine ve fiyatlara büyük ölçüde endekslidir. Ayrıca,
bulunduğumuz bölgede İran -Amerika Birleşik Devletleri ve
İran- yine Amerika Birleşik Devletleri arasındaki gerginlikler
de daha da artan gerilime ve çekişmelere yol açtığı
takdirde ülkemizin etkisini etkileyebilir. Ancak bu tür gelişmelere
karşı en önemli sigorta poliçesi, Türkiyenin kendi
ayağının üzerine daha da sağlam basmasıdır. Bunun
en güçlü yolu da Hükûmetimizin, az önce Bakanımızın
açıkladığı gibi, sıkı maliye
politikasını sürdürmesi, yapısal reformlara devam etmesi,
özelleştirmeler ve Avrupa Birliği çıpasını devam
ettirmekten geçmektedir. Hükûmetimiz ve partimiz bu bilinçtedir. Avrupa
Birliği konusu, toplumumuz tarafından çok yakından takip
ediliyor, sivil toplum kuruluşlarınca geniş ölçüde destekleniyor
ve Hükûmetimizin kararlılıkla yürüttüğü önemli bir projedir.
Burada bilinmesi
gereken, Avrupa Birliği ile müzakerelerin devam etmesi, genel kriterlerin,
yani Maastricht Ekonomi ve Kopenhag Siyasi Kriterlerinin birer birer
tutturulması, AB ilerleme raporlarında da kayıt altına
alındığı gibi, ekonomimizin işleyen serbest piyasa
ekonomisi şartlarını sağlamış olması ve
Avrupa Birliğinden gelebilecek ekonomik rekabet baskısına
karşı direncimizin olmasıdır.
Avrupa
Birliği süreci, ekonomimize uzun vadeli bir perspektif
sağlamaktadır. Hükûmetimizin hedefi ise, bu süreçle beraber, hak
ettiğimiz gibi, ülkemizde demokrasimizi daha da güçlendirerek ve
sürdürülebilir bir büyümeyle ekonomik zenginliğimizi Avrupa Birliği
düzeyine çıkarmaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, ekonomimizin kendi genel
durumunu geçmiş beş yıllık performansına da bakarak
rakamlarla ve 2008 bütçe beklentilerimizi bazı rakamlar çerçevesinde
değerlendirmek istiyorum: 1993-2002 yılları arasında
ortalama olarak sadece yüzde 2,6 oranında büyüyebilen Türkiye ekonomisi,
2003-2006 yılları arasında bu oranın neredeyse 3
katına yakın bir oranda yani yüzde 7,3 oranında büyüme
kaydetmiş; 2007 yılı sonunda da büyümenin hedefin üzerinde,
yüzde 5,2 olması beklenmektedir.
2002
yılında 183 milyar dolarlık millî gelir seviyesiyle dünya
ekonomileri arasında 26ncı sırada yer alan ülkemiz, 2006
yılında 400 milyar doların üzerinde millî gelir seviyesiyle
dünyanın 17nci büyük ekonomisi hâline gelmiştir. Millî gelirimizin
2007 yılında 489 milyar dolar seviyesine çıkması
beklenmektedir. Bunun kişi başı millî gelire yansıması
ise, aynı dönemler göz önünde bulundurulduğunda, 2002
yılında 2.598 dolardan 2007 yılında 6.625 dolara
çıkmasıdır. Bu rakamlar şunu göstermektedir: Büyüme
açısından ülkemiz farklı bir platoya
sıçramıştır. Büyümenin sürdürülebilirliğini
sağladık, yirmi iki çeyrek büyüdük. İç ve dış
kaynaklı herhangi bir olumsuzluk olması durumunda ise
kırılganlığın dalga boyunu azalttık, yani
verimliliğe dayalı, sürdürülebilir bir büyüme çizgisi yakaladık.
Bu büyüme
hızıyla birlikte enflasyonda da ciddi düşüşler
yaşadık. Sağladığımız siyasi istikrar ve
güvenin yanında, hükûmetlerimiz döneminde uygulanan para ve maliye
politikaları sayesinde enflasyonist beklentiler
kırılmış ve enflasyon, tek haneli rakamlara
gerilemiştir.
Hedeflerde ufak
sapmalar da olsa, önemli olan ivmenin belli bir bant içinde
aşağıya doğru olmasıdır. Böylece, ekonomi
içindeki oyuncular önünü makul bir sürede görebilir hâle gelmiştir.
Enflasyon, 2002 yılında yıllık yüzde 29 nokta
seviyelerinden 2006 yılında yüzde 7,72ye gerilemiş, 2007 yılında
da yüzde 8 civarı olması beklenmektedir. Bildiğiniz gibi,
kasım ayı sonu itibarıyla TÜFE, yıllık bazda yüzde 8,4
olmuştur.
Aynı
periyotlara bakacak olursak, faizlerde 2002 yılı başından
bu yana, nominal faizler yüzde 70lerden yüzde 15-16lara kadar düşerken
reel faizler yüzde 20-30 aralığından yüzde 10un altına
kadar gerilemiş ve Ekim 2007 itibarıyla yüzde 9,8 olarak
gerçekleşmiştir.
Para ve maliye
politikalarında gösterdiğimiz kararlılık ve beklentilerin
iyi yönetilmesiyle orta ve uzun vadeli reel faizlerin düşmesi devam
edecektir. 2002 Ekim ayında yüzde 64 olan YTL cinsi iskontolu devlet iç
borçlanma senetlerinin faiz oranı, 2006 Nisan ayında yüzde 14e kadar
düşmüştür, 2007 Ekim ayında da yüzde 16 seviyesinde.
Beklentilerimiz 2008de bunun daha da düşeceği yönündedir. Bu
ortamın kamu maliyesine yansımasının etkileri ise son
beş yıldır verdiğimiz faiz dışı fazla bütçe
açığının iyileşmesi, borç stokunun gayri safi millî
hasılaya oranında iyileşme ve borç stokunun kompozisyonundaki
değişimlerde görülmektedir.
Benzeri
gelişmeleri istihdamda da yaşadık. İstihdamda yapısal
bir dönüşüm yaşıyoruz. 2002 yılından bugüne
tarımdan tarım dışı sektörlere hızlı bir
geçiş gerçekleşmektedir. Tarım istihdamında birikimli
olarak son dört yılda yüzde 19 azalma görülmüş, buna karşı
sanayi sektöründe yüzde 17,2 oranında yeni istihdam
sağlanmıştır. Daha çarpıcı gelişme ise
hizmet sektöründe olmuş, 2002den bu yana en fazla istihdam alan sektör
hizmet sektörü olmuştur. Bu sürecin önümüzdeki dönemde de devam etmesini
bekliyoruz. Toplam işsizlik oranı ise, az da olsa bir düşüş
ile, 2002 yılında yüzde 10,3ten 2007 yılı sonunda yüzde
9,2 seviyesine gerilemiştir.
Temel
göstergelerdeki bu gelişmeler ekonominin dengelerine nasıl
yansımış diye bakacak olursak: Bütçe dengesi, mali disiplinin
başarısıyla, bütçe açığının gayri safi millî
hasılaya oranı 2002de yüzde 14,6dan 2006 yılında binde 8
olarak gerçekleşmiş, 2007de bu oranın, seçim yılı
olmasına rağmen, yüzde 2,3 olarak gerçekleşeceği tahmin
edilmektedir. Görüleceği gibi, bu alanda da Türkiye, mali popülizmle
mücadelede örnek gösterilen bir ülke olmuştur.
Dış
ticaret dengesine bakacak olursak, yıllık ticari
açığımız büyük seviyede, buna bağlı olarak da
yıllık cari açığımız 34-35 milyar dolar
seviyelerinde. Cari açık konusunda bilmemiz gereken şu: Açık
nereden kaynaklanıyor, nasıl finanse ediliyor ve bu
açığı yönetip yönetemeyeceğimiz. Ticaret
açığının net 13 milyar doları yatırım için
gerekli olan makine ve teçhizat ithalatından kaynaklanmaktadır. Bu açığın
30 milyar dolara yaklaşan bir kısmı ise enerji ithalatından
kaynaklanıyor. Bunun finansmanını nasıl yapıyoruz?
Doğrudan yatırım 15 milyar dolar finansman sağlıyor.
Tüketim mallarında dış ticaretimiz net 25 milyar dolar fazla
veriyor. Mali fon girişi 15 milyar dolar ve özel sektörün borçlanması
ise 23,5 milyar dolar finansman getiriyor. Görüldüğü gibi, cari
açığın yüzde 60a yakın kısmı doğrudan
küresel yatırımla finanse ediliyor.
İktidarımız
döneminde yerleşen istikrar ve güven ortamı sayesinde, doğrudan
küresel yatırımların önümüzdeki dönemde de artarak devam
edeceği beklenmektedir. Uzun vadeli kredi ve sermaye, doğrudan
küresel yatırımla beraber cari açığın finansman
kalitesini büyük oranda geliştirmiş, bu da
kırılganlıkları azaltmıştır. Cari açık,
geçmiş yıllardaki gibi devletin borçlanmasıyla değil, büyük
bir kısmı özel sektör kaynaklı sermaye hareketleriyle finanse
edilmektedir. Türkiye ekonomisinin göstergelerinde gözlenen düzelme, kamu
borçlanmasının gelişimine baktığımızda da
kendini gösteriyor. 2002 yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun
gayri safi millî hasılaya oranı 2006 yılında yüzde 45e
geriledi. Bu oranın 2007 yılı sonunda daha da düşerek yüzde
39-40 seviyelerine gelmesi beklenmektedir.
Bu arada
değinmekte fayda var: Uluslararası Para Fonuna olan toplam borcumuz,
2002 yılı sonunda 26 milyar dolar olan seviyesinden, 22 Kasım
2007 itibarıyla 7,4 milyar dolar seviyesine gerilemiş, 2003
yılı başından itibaren Türkiye net borç ödeyen ülke
konumundadır.
İç
borçlanmanın vadesi, 2002 yılında ortalama dokuz aydan, 2007
yılında ortalama otuz altı aya kadar
çıkarılmış, böylece mevcut borç stokunun ortalama vadesi de
yirmi ki aya kadar yükselmiştir. Yani, borçlanmalarımız, risk ve
maliyet unsurları gibi piyasa koşulları da göz önünde
bulundurularak, 2007 yılında da ağırlıklı olarak
YTL cinsi ve sabit faizli, mümkün olduğunca uzun vadeli ve yeterli düzeyde
nakit rezerv bulundurulacak şekilde gerçekleşmiştir.
Diğer
yandan, merkezî yönetim toplam borç stoku içindeki döviz cinsinden ve dövize
endeksli borçların payı, 2002 yılında yüzde 58 iken, 2006
yılı sonunda bu oran yüzde 37ye düştü. 2007
yılının eylül ayında bu oran yüzde 33ün altına indi.
Bu gelişmeler borç stokunun kur riskine karşı daha
korunaklı bir yapıya kavuşmasını sağladı.
Genel borç profiline baktığımızda ise, özel - kamu
dağılımı olarak, özel sektör borç stokunda bir
artış olduğunu görüyoruz.
Dış
faaliyeti bulunan özel sektörümüzün büyük özelleştirmelerde dış
finansman sağlayabilmesi, risksiz ve takdir edilmesi gereken bir olgudur.
Kaldı ki, 100 milyar doları aşan ihracatıyla Türkiye
artık dış dünyaya entegre olmuş ve güçlü bir küresel
oyuncudur. Yani, Türk ekonomisinin oyuncuları da artık finansman
ihtiyaçlarını gereken vadede, istedikleri meblağda ve uygun
fiyatlarla, uluslararası veya yerli finans kuruluşlarından,
bankalardan karşılayabilir duruma gelmiştir. Özel sektörümüz,
kur riskine karşı, serbest kur rejiminin bilincindedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu gelişmelerin küresel
sistemde Türkiyeyi nereye taşıdığına bakacak olursak,
Türkiyenin, uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca notu, 2002
yılından bu yana üç kademe artmıştır. Ülkemiz, Rekabet
Gücü Endeksinde 73üncü sıradan 53üncü sıraya
çıkmıştır. OECD Raporuna göre Türkiye, son on yılda en
çok doğrudan küresel sermaye çeken yedi ülke arasında
gösterilmiştir. Türkiye, dünyanın 17nci büyük ekonomisine sahip bir
ülke konumuna gelmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri içinde bütçe
açığı en düşük ülke olmuştur. Gene, Dünya
Bankasının İş Ortamı 2008 Raporunda -ki, bu rapor
ülkelerin yatırım ortamlarının iş yapma
kolaylığına göre kıyaslandırıldığı
rapor- Türkiye, geçen yıla göre 34 sıra atlayarak, 175 ülke
arasından 57nci sıraya yükselmiştir.
Ülkemizin son
yıllarda gösterdiği güçlü ekonomik performansın bir sonucu
olarak da, IMF nezdindeki oy gücümüz geçtiğimiz yıl artmış,
ayrıca, Dünya Bankası, IMF 2009 yıllık
toplantısının 6-7 Ekim 2009 tarihinde ülkemizde,
İstanbulda yapılmasına karar verilmiştir. Dünyanın en
önde gelen finans kuruluşlarının bir araya geleceği ve
yaklaşık 10 bin kişinin katılması beklenen bu
toplantı, IMF, Dünya Bankası toplantısı ülkemizin
tanıtımında da önemli katkıda bulunacaktır.
Son olarak,
ekonomik gelişmelerin toplumumuzun genel hayat kalitesine
yansımasına bakacak olursak, Hükûmetimiz, eğitim
harcamalarında, sağlık harcamalarında, sosyal koruma ve
sosyal yardım programlarında büyük oranda artışlar
yapmıştır.
İlk defa,
hükûmetlerimiz, bütçelerinde en fazla payı Millî Eğitim
Bakanlığına ayırmışlardır.
Bunun
yanında, duble yollarla, hava ve tren yolu ulaşımındaki
gelişmelerle, toplu konut üretimiyle, doğal gaz kullanımındaki
artışla, son olarak da KÖYDES ve BELDES programlarıyla,
toplumumuzun tüm kesimlerinin hayat kalitesi artmıştır.
Sonuç olarak,
Türkiye bir fırsatlar ve beklentiler ülkesi olmuştur. Elbette bu
oluşumu devam ettirmek ve yönetmek için, güven verme, yetkin olma, hem de
sorumluluk sahibi olmaya devam edeceğiz. Siyasi istikrar devam ettikçe,
demokratik yapımız güçlendikçe, ekonomik performansımız
sağlıklı bir şekilde artarak sürdürülebilir bir yapıya
kavuşacaktır.
Bu duygu ve
düşüncelerle, tekrar 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Dişli.
Değerli
arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci
konuşmacı Sivas Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa
Açıkalın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın
Açıkalın, buyurun.
Süreniz otuz
dakika.
AK PARTİ
GRUBU ADINA MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde grubum adına konuşmak üzere söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, bu yasama döneminin ve 60ıncı Hükûmetin ilk
bütçesi olan 2008 merkezî yönetim bütçesinin ülkemize, milletimize
hayırlı olmasını diliyorum.
Sunumumu genel
olarak, iç ve dış siyasi, ekonomik gelişmeler, 2007
yılı içerisinde yaşanan, bu gelişmeler
karşısında Türkiye ekonomisinin birtakım göstergeler
bakımından oluşturduğu yer, dengeler, özellikle genel
denge; yatırım, tasarruf dengesi; iç denge, bütçe dengesi;
dış denge, dış ödemeler dengesi, açısından
sürdürmek istiyorum.
İkinci
bölümde de merkezî yönetim bütçe ödenekleri, bütçe büyüklükleri, 2008 maliye
politikaları, bu politikalara ulaşmak için yerine getirilmesi gereken
reformlar, yasal düzenlemeler ve son olarak da 2008 bütçesinin özellikleriyle
konuşmamı bitirmek istiyorum.
2007
yılı içerisinde, bilindiği üzere, ülkemizde iki seçim
yaşanmıştır, bunlardan birisi genel seçimler diğeri
Cumhurbaşkanlığı seçimidir ve bir de Anayasadaki bazı
maddelerin değiştirilmesine ilişkin olarak referandum
yapılmıştır.
Dış
dünyaya baktığımızda, yükselen piyasalarda dalgalanma
olmuştur. Özellikle gıda fiyatlarında, metal fiyatlarında,
altın fiyatlarında ve enerji fiyatlarında, özellikle petrol
fiyatlarında dünyada önemli yükselişler olmuş, tarihî rekorlar
kırılmıştır. Petrol 100 dolardan geri dönmüştür.
Bütün bu
olumsuzluklara karşı ve yükselen faizlerin önüne geçmek ve
enflasyonist baskıları azaltmak için Avrupa, Asya bankaları faiz
yükseltmesine gitmişlerdir. Dünyadaki likidite bolluğu bu dönem de
devam etmiştir. Ancak, bütün bu iyi gelişmeler uzun sürmemiş,
temmuz ayından itibaren de, bilindiği üzere, Amerikan Mortgage
piyasalarında özellikle düşük ve orta gelirli gruplara verilen konut
finansmanındaki geri dönüşlerin zorluğu
karşısında Amerikan Merkez Bankası (FED) faizleri
indirmiş, borsalar aşağıya çekilmiştir, borsalarda
düşüşler yaşanmıştır.
Dünyadaki ve
ülkemizdeki bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye
ekonomisi nerede bulunmaktadır? Türkiye ekonomisi, dünyanın 17nci,
Avrupanın 6ncı büyük ekonomisidir, bilindiği üzere. 2007
yılındaki hedefimiz 647 milyar -bu yıl gerçekleşmeleri
olarak- gayrisafi yurt içi hasıla,
6.625 dolar fert başına gelir, satın alma gücü paritesi
itibarıyla da 9.073 dolar gelir sağlanmasıdır.
2003-2007
arasında sürekli olarak ülke ekonomimiz ortalama bazda yüzde 7,3
mertebesinde büyüme gerçekleştirmiştir. Oysa, bundan önceki
dönemlerde on yılda bir yaşanan krizler beş yıla, hatta
kriz aralıkları iki yıla kadar inmiştir.
Biraz önce de
ifade edildiği gibi, Rekabet Edilebilirlik Endeksince 131 ülke
arasında 53üncü sıraya, Dünya İş Rekabet Edilebilirlik
Endeksinde de 46ncı sıraya oturmuş bulunmaktadır.
Bu endekslerin
Türkiye bakımından ifade ettiği anlamı vermek
bakımından, İtalya, birinci endekste 46ncı sırada,
İspanya, 29uncu sırada, Rusya, 59uncu sıradadır. Dünya
İş Rekabet Edilebilirlik Endeksinde de Brezilya -yükselen ekonomilerden,
benzer ülkelerden biri olarak- 59uncu sırada, Çin 57nci sırada,
İtalya 40ıncı sırada bulunmaktadır.
Türkiye, bütçe
açığı bakımından da Maastricht Kriterlerini
yakalamıştır. Bilindiği üzere, bütçe
açığının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde
3tür. Aynı şekilde borç stoklarının gayrisafiye, yurt içi
hasılaya oranı bakımından da yüzde 60 olan Maastricht
Kriterlerini yakalamıştır. Fransanın, bütçe
açıkları bakımından bu kritere uymaması
dolayısıyla geçmiş dönemde Avrupa Birliğinden ihtar
aldığını biliyoruz.
Türkiye,
dış ticaretini bu yıl itibarıyla 270 milyar dolar, 2008
hedefi olarak da 300 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi
öngörmüştür. Dış ticaret hacminin önemli problemlerinden biri
olan cari açığa ben de, önemi dolayısıyla, ileriki
konuşmamda, konuşmamın ileriki bölümlerinde
değineceğim.
Yabancı sermaye
girişi bakımından, ifade edildi, dünyada 17nci sırada.
Gelişmekte olan ülkeler arasında 5inci sırada, son on
yılda da OECD verilerine göre 6ncı sırada bulunmaktadır.
Yabancı sermaye girişinin likitide bolluğuyla olan
ilişkisini de yine ödemeler dengesi bahsinde açıklamak istiyorum.
Kredi notu
bakımından, bilindiği üzere BB eksi durağan seviyesine
getirilmiş ve üç defa kredi notu dönemimizde yükseltilmiştir.
Dünyada
yabancı sermaye girişlerinin yüzde 68i şirket satın
almaları yoluyla olmaktadır. Ülkemizdeki yabancı sermaye
girişi de aşağı yukarı bu mertebededir. Yabancı
sermayenin kâr transferlerine baktığımızda, 2002
yılı içerisinde Türkiye'de yabancı sermaye 401 milyon dolar,
2005 ve 2006 yıllarında da 1 milyar dolar mertebesinde kâr transferi
yapmıştır.
Sayın
milletvekilleri, tabii kâr transferinin anlamlı ölçüsü, kâr transferinin
yabancı sermayeye oranıdır. Ülkemiz bakımından kâr
transferinin yabancı sermayeye oranı, 2002 yılında, yüzde
2,5 olmuştur, 2006 yılında da 1,2 olmuştur;
İngilterede bu oran -dünyanın en çok yabancı sermaye çeken
ülkelerinden biri olarak- 2,4tür, Polonyada -gelişmekte olan ülke
itibarıyla, bize benzer bir pozisyondaki ülke
sayıldığı takdirde- yüzde 5,5tur, Çek Cumhuriyetinde
yüzde 11dir.
Bu bölümde genel
olarak, yatırım-tasarruf dengesi, bütçe dengesi ve dış
ödemeler dengesi üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum. Tabii,
ekonomideki genel yatırım-tasarruf dengesinin bozukluğu
enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütçe
dengesinin bozulması, bütçe açıkları, dış ödemeler
dengesindeki olumsuzluk da bütçe açığı olarak önümüze
gelmektedir.
Ağırlıklı
olarak bütçe dengesini konuştuğumuz takdirde karşımıza
çıkan kavramlar: Mali disiplindir, fiyat istikrarıdır,
büyümedir. Öncelikle, büyüme açısından baktığımızda,
ülkemiz 2001 yılından 2007 yılı ortasına kadar
gayrisafi millî hasıla büyümesi olarak reel bazda, ama birikimli olarak
yüzde 46,6 ve ortalama olarak da yüzde 7,2 büyüme gerçekleştirmiştir.
Bu dönemde sanayi
sektörü 2002 yılından itibaren büyümeye en büyük katkı
sağlayan sektör olmuştur. Ticaret, aynı zamanda, yüksek büyümeyi
sağlayan diğer bir sektördür. Dünya ekonomisiyle bütünleşmeye,
artan rekabete paralel olarak ihracatın da artan ölçüde büyümede payı
olmuştur.
Türkiye'deki
büyümenin diğer bir yönü ve özelliği, özel sektör
ağırlıklı büyüme olmasıdır ve özel sektör, 2001
yılından itibaren, büyümenin lokomotifi olmuştur. Gerçekten,
ülkedeki büyüme oranlarına ve bunun özel sektör katkısının
payına baktığımızda, 2002 yılında özel
sektörün katkısı büyümeye menfi olmuştur. 2003 yılında
5,9luk büyüme içerisinde özel sektörün payı 2,6dır. 2004
yılında 9,9 -dönemimizde gerçekleştirdiğimiz en büyük
büyümedir- bunun içerisinde özel sektörün katkısı 6,6dır. 2005
yılında 4,6; 2006 yılında da özel sektörün büyümeye katkısı
3,4 mertebesinde gerçekleşmiştir. 2001 yılı ile 2007
yılı ikinci çeyreği arasındaki dönemde özel sektör
yatırım ve tüketim harcamaları, reel olarak,
sırasıyla, yüzde 146,8 ve yüzde 37,7 oranında artış
kaydetmiştir.
Sürdürülebilir
yüksek büyüme için en önemli şartlardan bir tanesi de verimlilik
artışıdır. Bizim dönemimizde verimlilik
artışları yüksek büyüme performansında önemli bir rol
oynamıştır. Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı
1996 ve 2000 döneminde yıllık ortalama yüzde 24,5 düzeyinde iken,
2001-2005 döneminde bu, yüzde 42ye yükselmiştir. 2006 yılında
toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı yüzde 38,2dir.
2007 ve 2013 dönemi için de bu verimliliğin katkısının
yüzde 37 olması öngörülmüştür.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; diğer bir konu fiyat
istikrarıdır. Bütçe dengesi bakımından önümüze çıkan
önemli bir konu, fiyat istikrarıdır. Bilindiği üzere fiyat
istikrarı, ekonomik birimlerin, yatırım, tüketim ve tasarrufa
yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde
düşük bir enflasyon oranını ifade eder. İstikrarlı
fiyatlar, iyi işleyen bir piyasa ekonomisinin temel
taşıdır. Fiyat istikrarının
sağlanamamasının sonuçları, başka bir ifadeyle
enflasyonun ekonomik ve toplumsal alanlarda neden olduğu yıpranma,
ülkemizde son yıllarda net bir şekilde yaşanmış ve
hissedilmiştir. Karar alma süreçlerinde göreli fiyat
değişimlerinin ayırt edilememesi, yurt içi kaynakların
verimli olarak yatırıma dönüştürülememesi ve üretken olmayan
alanlara yönelmesi, bireylerin karar alma süreçlerinde geleceğe bakmaktan
çok geçmişe endeksleme alışkanlığının
yerleşmesi, ekonominin dış piyasalarda rekabet gücünün
zayıflaması ve yurt dışı sermaye piyasalarına erişimin
kısıtlanması, uzun vadeli yabancı sermaye girişinin
azalması, para ve kredi piyasalarında vadelerin
kısalığı, mali piyasaların sığ
yapısı bu yüksek ve kronik enflasyonun başlıca
sonuçlarıdır. Aynı zamanda, enflasyonun toplum hayatında
icra ettiği en büyük menfiliklerden bir tanesi de, bilindiği üzere,
gelir dağılımı adaletini bozmasıdır.
Adalet ve
Kalkınma Partisi İktidarı dönemlerinde, gelir
dağılımı adaleti konusunda gelişmeler nasıl
gerçekleşmiştir? Buna baktığımızda, birinci
olarak enflasyonun aşağıya çekilmiş olması, asgari
ücretteki yapılan ayarlamalar, düşük memur maaşlarına yüksek
memur maaşlarına nispetle daha yüksek oranda artış
verilmesi, sosyal ve kırsal kesime yapılan destekler,
Dayanışma Fonundan yapılan ödemeler gelir
dağılımı adaletini sağlama konusunda olumlu
gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Örnek vermek icap
ederse, en düşük yüzde 20 gelir grubuna sahip olan kesim 2002
yılı içerisinde toplam gelirin yüzde 5,3ünü alırken, 2005
yılı itibarıyla, bugün, 6,1ini almaktadır. 2002
yılı içerisinde toplam gelirden en yüksek beşinci dilim olan-
payı alan kesim yüzde 50,1 alırken, 2005 yılı içerisinde
yüzde 44,4e gerilemiştir. Demek ki, en yüksek kesimin toplam gelir
içindeki aldığı pay azalmış, buna mukabil, en alt
kesimin toplam gelir içerisinde aldığı pay artmıştır.
Aynı iyileşmeleri, en alt dilimi takip eden ikinci, üçüncü, dördüncü
yüzde 20lik dilimler için de gerçekleşmiş görmekteyiz. Nitekim 9,8
rakamı 11,1e çıkmış, 14,1 ise 15e çıkmış,
20,1lik dördüncü dilim de 22,6 seviyesine yükselmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik istikrar nasıl
sağlanacaktır? Bu kavramda karşımıza çıkan önemli
bir yapı da mali disiplindir, her zaman üzerinde durduğumuz ve
vurguladığımız gibi. Bilindiği üzere, Türkiye, uzun
yıllar boyunca faiz oranlarının yüksek seviyelerde
seyretmesinden dolayı kronik kamu açıklarıyla karşı
karşıya kalmıştır. Özellikle, bu kronik kamu
açıklarında, KİTlerin görev zararları ve KİTlere
yapılan sermaye transferleri ve sosyal güvenlik kuruluşlarına
yapılan ödemeler en başta gelen unsurlar olmuştur.
Bilindiği üzere, yapılan özelleştirmeler ve KİTlerin daha
verimli işleyişini sağlayan görev zararı verilmeyen
-özellikle bankalara- gelişmeler karşısında bütçe
açıklarının KİTlerden kaynaklanan kısmı sona
ermiş, ancak sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan
transferler, hâlâ bütçe kalemleri içerisinde en önemli gider kalemlerinden
birini oluşturmaya devam etmiştir.
Kamu kesimi
borçlanma gereğinin azaltılması, borçlanma vadelerinin
uzatılarak borç çevirme oranının düşürülmesi ve kamu borç
yükünün hafifletilmesi sonucu, dönemimizde, faiz oranlarında önemli düşüşler
gerçekleşmiştir. Gerçekten, kamu net borç stokuna
baktığımızda, 2001 yılında yüzde 9,4 mertebesinde
olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı 2006
yılında yüzde 45e, bu yılki gerçekleşme olarak da yüzde
40,7 seviyesine inmiştir. Bilindiği üzere, kamu brüt borç stokundan
Merkez Bankasındaki net varlıklar, kamu mevduatı ve
işsizlik sigortasındaki fonlar düşülmek suretiyle kamu net borç
stokuna ulaşılmaktadır. Aynı şekilde, borçlanma
vadelerinde de olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Hem borç
stokunun ortalama vadesinde, nakit iç borç stokunun ortalama vadesinde ve hem
de nakit iç borçlanma ortalama vadesinde iyileşmeler olmuştur. Örnek
vermek gerekirse, 2002deki 13 olan oran, 2007 üçüncü çeyreğinde yirmi
yediye -ay olarak- aynı şekilde 2002deki 11 olan oran da, yani nakit
iç borçlanma ortalama vadesi de 2007 çeyreğinde otuz beş ay olarak
gerçekleşmiştir.
Nominal faiz
oranı nasıl indirilir veya tek haneli nominal faiz oranı
nasıl sağlanır? Faizler genel düzeyine
bakıldığında, istikrarda alınan mesafeye
bağlı olarak, nominal ve reel faizlerin önemli ölçüde
düştüğü görülmektedir. 2002 yılı başından bu yana
nominal faizler yüzde 70lerden yüzde 15-16lara kadar düşerken, reel
faizler de yüzde 20-yüzde 30 aralığından yüzde 10un altına
kadar gerilemiş, Ekim 2007 itibarıyla da yüzde 9,81 olarak
gerçekleşmiştir.
Enflasyon
düşüşüne başka bir açıdan, TÜFE olarak
baktığımızda, 2002 yılında 29,7 olan TÜFE, Eylül
2006da 10,6ya, Eylül 2007de de 7,1e inmiştir. Bu yıl sonu
gerçekleşmesinin bu rakamın biraz üzerinde gerçekleşeceğini
tahmin etmekteyiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; faizlerdeki indirim bütçe
açıklarına nasıl yansımıştır? Faiz
giderlerinin gelişimi ne olmuştur ve vergi gelirleri ile faiz
giderlerinin karşılaştırmasını
yaptığımızda nasıl bir tabloyla
karşılaşmaktayız?
Bütçe
açığı açısından baktığımızda,
bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı
2002 yılında yüzde -14,6dır. İçinde bulunduğumuz
yıl gerçekleşmesi -2,3 olacaktır. 2008 bütçesinde de
öngördüğümüz rakam 2,5tur.
Faiz giderlerinin
gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2002 yılında 18,8den
2007 yılında 7,6ya gerilemiştir. 2003, 2004, 2005 ve 2006
yıllarında buna paralel olarak inişler
gerçekleşmiştir.
Aynı
şekilde faiz giderlerinin vergi oranı karşısındaki
durumu nedir diye baktığımızda, 2002 yılında faiz
giderlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 83,8dir, yani 100 birimlik
vergi gelirinin 83,8i faiz giderlerinin ödenmesinde
kullanılmaktadır. Bu oran, 2003, 2004te kademeli olarak inmiş
ve son olarak 2007 yılında vergi gelirlerinin faiz gelirlerine
nispeti 32,4 olmuştur, yani toplanan 100 birimlik vergi gelirinin 32,4ü
içinde yaşadığımız cari yılda faiz giderlerine
gitmiştir.
Elbette, nominal
ve reel faizler daha fazla düşecek mi? Evet. Bunun gerçekleşebilmesi
için, her şeyden önce, bilindiği üzere, başta enflasyon olmak
üzere belirsizlik alanlarının azalması lazımdır. Kamu
borç stoku azaltılıp kamu finansmanı sürdürülebilir bir
yapıya kavuşması icap etmektedir.
Yapısal
reformlar: Ekonomimizin iç ve dış şoklara karşı daha
dayanıklı hâle gelmesi icap etmektedir. Makro dengeler ve güven
ortamının kalıcı bir şekilde tesisine yönelik
adımlar kararlı bir şekilde Hükûmetimiz tarafından
atılacaktır. Aynı şekilde, özel kesimin enflasyon
tahminleri, beklentileri iyileşip, güven artacaktır. Bütün
bunların sonucunda da, kalıcı bir şekilde, enflasyonun arzu
edilen seviyelere inmesi beklenmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; son denge, bilindiği üzere,
ödemeler dengesi ve bunun bozulmasının da cari dengedeki açık
olarak ortaya çıktığını ifade etmiştim. 2007
yılında cari açık yatay bir seyir izlemiştir. Yüksek enerji
fiyatları, cari açığa 2006 yılında 4,1 puanlık
bir katkı yapmıştır.
2007 Eylül ayı itibarıyla da cari açık, yıllık bazda
34,4 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir.
Cari
açığın ortaya çıkmasında önemli kalem, bilindiği
üzere, enerji faturasıdır. Bugün Türkiye, 2002 yılı
ihracatı seviyesinde olsaydı, petrol faturasını, enerji
faturasını ödeyemeyen bir ülke konumunda kalacaktı.
Cari açık,
sadece ülkemize has bir olay mıdır diye
baktığımızda etrafımıza, Avrupa
gelişmiş ülkelerinden örnek vermek gerekirse, 2006 yılında
Fransanın cari açığı 27,7, İngilterenin cari
açığı 77,24, İspanyanın cari açığı
106,40, İtalyanın cari açığı 45,22, Portekizin cari
açığı 18,28, Yunanistanın cari açığı 29.
Elbette cari
açık vermeyen ülkeler de vardır. Bunlar, başlıca, enerji
ihraç eden ülkelerdir. Aynı şekilde, ekonomisini, Avrupada Almanya
örneğinde olduğu gibi, Uzak Doğuda Japonya örneği
olduğu gibi, ekonomik gelişmesini yıllar önce
tamamlamış ve ihracatını oturtmuş ülkelerdir.
Ayrıca, Avrupadaki küçük ülkeler de cari açık vermeyen ülkelerdir.
Cari açıkta
olumlu bir gelişme, Ocak-Eylül 2007 döneminde ihracat artış
hızı yüzde 24,1 seviyesindedir. İhracattaki yıllık
artış oranı 2007 yılı Mart ayından itibaren,
ithalatın yıllık artış hızının
üzerindedir. Dolayısıyla, bunu, cari açığın
kapatılmasında olumlu bir gelişme olarak ifade etmek icap
etmektedir.
Cari açık, diğer yönden, büyüme oranlarıyla
doğrudan ve çok güçlü bir ilişki içerisindedir bilindiği üzere.
Yüksek yatırım artışı, aynı zamanda,
açığın temel sebeplerinden bir tanesidir. İstikrar
ortamı ve düşen faizler tüketim ve yatırım talebinde
artışa yol açmakta, ekonominin yapısal özellikleri artan toplam
talebin karşılanabilmesi için özellikle ara malı
ithalatını zorunlu kılmaktadır.
Cari
açığın finansmanına baktığımızda, uzun
vadeli kredi ve sermaye, doğrudan yatırım ile birlikte cari
açığın finansman kalitesi açısından büyük bir önem
taşımakta ve cari açığın
kırılganlığını azaltmaktadır. Son on iki ay
itibarıyla kısa vadeli sermaye girişi negatif olmuştur. Doğrudan
yatırımların cari açığı karşılamadaki
payı, 2000 yılında yüzde 10,4 iken, Eylül 2007de bu oran 64,5e
ulaşmıştır. En çok endişe konusu olan sıcak
paradır cari açığın finansmanında. Sıcak
paranın cari açığa oranını aşağıdaki
tablodan ifade etmek mümkündür.
Sıcak
paranın yıllık birikimi olarak cari açığa oranı
2002de 90,1dir, 2003te yükselmiş, 127,6 olmuş, bu tarihten
itibaren azalmaya başlamış, 2004te 95,1; 2005te 81,1; 2006da
22,9 ve 2007 Eylül itibarıyla sıcak paranın cari açığa
oranı 11,4tür.
Biraz önce ifade
ettiğim gibi, cari açığın finansmanında doğrudan
yabancı yatırımlar en önemli bir kalem hâline gelmiştir.
2007 Eylül itibarıyla net giriş 19,8 milyar dolardır. Bu, cari
açığın finansmanında en yüksek paya sahip kalemlerden
biridir. Doğrudan yabancı yatırımların temel
belirleyicisi de istikrardır ve cari açığın
sürdürülebilirliği açısından da bu son derece önemlidir.
Burada,
doğrudan yabancı yatırımlarla likidite arasındaki
ilişkiyi endeksten, global likidite endeksi gelişiminden ifade etmek
istiyorum. Zira, ülkemizin yatırım ortamının
iyileştirilmesinden bağımsız olarak, dünyadaki global
likidite bolluğunun ülkemize doğrudan yabancı yatırım
girmesi konusunda tek etken olduğu konusunda görüşler ifade
edilmektedir. Oysa, bu endekse baktığımızda, her
şeyden önce ifade etmek gerekir ki, Türkiyenin, yabancı sermaye
girişi rakamı itibarıyla dünyadaki likiditenin bolluk düzeyine
gelmesi gerekmemektedir.
İkinci
olarak, likidite bolluğu sadece partimizin iktidarda olduğu
dönemlerde olmamıştır. On yıllık bir periyoda
baktığımızda, bu endekste, 96 ve 2006 yılları
içerisinde, 1999 ve 2001 yılları içerisinde likidite yükselişe
geçmiş, 2004 yılı içerisinde zirve olmuş, 2005ten itibaren
de alçalmış ve bugün, 2006nın yedinci ayı itibarıyla
2001 seviyesine düşmüştür.
Yabancı
sermaye girişlerine baktığımızda, ülkemize, zirve
olduğu yılda, yani 2004te 2,8; alçalışa geçtiği
dönemde, dünyadaki likidite bolluğunun alçalmaya
başladığı 2005 yılı içerisinde 10,027; 2006
yılında, yani 2001 yılı seviyesine geldiği dönemde de
-dünyadaki likidite bolluğunun- Türkiyeye yabancı sermaye
girişi zirveye ulaşmış, 20 milyar dolar seviyesinde
gerçekleşmiştir.
BAŞKAN
Sayın Açıkalın, üç dakikanız kaldı.
MEHMET MUSTAFA
AÇIKALIN (Devamla) Teşekkür ederim.
Oysa, bu on
yıllık periyotta dünyada likidite bolluğunun yükselişe
geçtiği dönemlerde, yani 1999 ve 2001 yıllarında Türkiye
maalesef krizler yaşamıştır. Demek ki, dünyadaki likidite
bolluğu, bir ülkeye yabancı sermaye akışı
bakımından otomatik olarak gerekli şart değildir.
Sermaye
hareketleri, doğrudan yabancı yatırımlarda, yine, 2007
Eylül ayı itibarıyla, son on iki ayda, yıllık bazda 19,8
milyar ABD dolarıdır. Evet, bunu daha önce ifade ettim.
Son olarak,
sermaye hareketlerinde uzun vadeli kredi girişi de -Türkiyeye- güçlü bir
görünüm arz etmektedir. 2007 Eylül itibarıyla, yine yıllık
birikimli net giriş 33,8 milyar ABD doları olmuştur.
Bankacılık sektörüne giriş 11,6 milyar ABD doları, özel
sektöre uzun vadeli kredi girişi 22,6 milyar dolar olmuştur. Özel
sektör yatırımlarındaki hızlı artış, bu
kalemde önemli, belirleyici rol oynamıştır. Uzun vadeli kredi ve
sermaye girişi, bilindiği üzere, cari finansmanın kalitesini
artıran, kırılganlığı azaltan diğer bir
unsurdur. Ayrıca yüksek orandaki Merkez Bankası rezervleri, aynı
şekilde benimsemiş bulunduğumuz -uzun bir dönemden beri
benimsemiş olduğumuz- dalgalı kur rejimi ve Türkiyedeki
bankacılık sisteminin sermaye yapısının kuvvetli
bulunması da cari açığın finansmanını
kolaylaştıran, cari açığın
kırılganlığını azaltan faktörlerden bir
tanesidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle merkezî yönetim
bütçesi gideri olarak 22,6 milyar ödenek öngörülmüştür. Faiz hariç bütçe
giderleri 166,3tür. Faiz giderleri 56dır. Merkezî yönetim bütçe
gelirleri, Bütçe Komisyonunda yapılan ödenek artışıyla
birlikte 204,6dır. Vergi gelirleri bunun içerisinde en büyük paya sahip
sağlam kaynak olarak 171,2dir. Bütçe açığı 2008 için 18,0;
faiz dışı fazla da 38,2dir.
Merkezî yönetim
bütçe gelirleri 2008de 221,150; iadeler hariç 204,555. Vergi gelirleri, bunun
içerisinde, biraz önce ifade ettim, 171,2; vergi dışı gelirler
33,350; vergi iadeleri de 16,5tir.
Vergi
gelirlerinin, vergi türleri itibarıyla işlem vergileri, katma
değer vergisi, kurumlar, gelir vergileri itibarıyla detayları
vardır. Zamanım olmadığı için bunları
detaylı açıklamaktan vazgeçiyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Açıkalın, bir dakikalık ek süre
MEHMET MUSTAFA
AÇIKALIN (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son olarak
detayları Sayın Maliye Bakanımızın
konuşmasında da açıklanan maliye politikalarının
gerçekleştirilmesi için yapılması gereken reformları ve
yapılması gereken kanuni düzenlemeleri saymakla sözlerime son vermek
istiyorum.
Birinci olarak,
bu maliye politikalarının yerine getirilmesi için hâlen Meclisimizin
gündeminde bulunan sosyal güvenlik reformunun tamamlanması icap
etmektedir. İkinci olarak, ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesine
ilişkin kanun çıkarılacaktır, bilindiği üzere,
5084ten sonra, Teşvik Yasasından sonra.
Üçüncü olarak,
kamu personel reformu gerçekleştirilecektir.
Aynı
şekilde, özelleştirme uygulamalarına devam edilecektir.
Diğer bir
tasarı ve reform konusu, kamu-özel sektör işbirliği konusunda
çıkarılacak bulunan kanunla ilgilidir. Böylece, özel sektörün kamu
finansmanında rolü artacaktır.
Mahallî
idarelerin yapısı güçlendirilecektir.
Sayıştay
Kanunu çıkarılacaktır.
Son olarak da,
Türk Ticaret Kanunu çıkarılacaktır.
2008
yılı bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını
diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Açıkalın.
Sayın
milletvekilleri, saat 14.00te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.06
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN : Köksal TOPTAN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN
(Adana)
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi, tümü
üzerinde söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Van
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Fatma Kurtulana ait.
Buyurun
Sayın Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar)
Sayın
Kurtulan, iki kişi kullanacaksınız değil mi?
FATMA KURTULAN
(Van) Evet Başkanım.
BAŞKAN
Süreniz otuz dakika.
Buyurun.
DTP GRUBU ADINA
FATMA KURTULAN (Van) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
tümü üzerinde görüş belirtmek üzere Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikli olarak,
Türkiye ekonomisinin 2007deki gidişatı üzerine bilgi sunan önemli
istatistiklerin Haziran-Eylül aylarına ait olanlarını kullanarak
genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum: Bilindiği üzere,
birinci AKP İktidarı son derece elverişli bir uluslararası
konjonktüre denk gelmişti. Bu dönemde 1997yi izleyen finansal
çalkantı ve kriz dönemi son bulmuş, uluslararası sermaye
akımları yeniden canlanmaya başlamıştı.
Türkiyeye giren dış kaynaklar, kaynak akımları bu yeni
konjonktürü izleyerek 2003-2006 arasında kesintisiz yükseldi. Beş
yıl boyunca yabancı kökenli sermaye girişlerinin toplamı
114 milyar dolara ulaştı. AKP İktidarı da uluslararası
sermayenin isteklerine harfiyen ayak uydurarak dış kaynakların
sağladığı belli bir büyüme evresinin nimetlerini derledi,
ekonominin dibe vurduğu bir dönemin ertesinde iktidar olmanın özel
koşullarından yararlandı. Ancak, birçok iktisatçının
yaygın teşhisine göre, bu konjonktür bugünlerde son bulmaktadır.
Nitekim bu eylemin dünya ölçeğinde emareleri de gözlenebilir hâle
gelmiştir.
Ülkemizde, kısa
dönemde millî gelir hareketlerinin dış kaynak hareketlerine
bağımlı hâle gelmesi öteden beri gözlenen bir olgudur. Bu
bağlantının 2007de de pozitif doğrultuda seyrettiği
gözleniyor. Farklı tanımlara göre, ilk dokuz ayda Türkiye ekonomisine
giren dış kaynak önceki yıla göre yüzde 6 ile yüzde 15
arasında artış göstermiştir. Bu etkinin 2007de de
ekonomiye genişletici etkiler taşıyacağı
anlaşılmaktadır. Ancak, bu durumun büyüme doğrultusundaki
katkısı giderek zayıflamaktadır. Son yılların
olağanüstü boyutlu yabancı sermaye girişleri, sermaye birikimini
ve büyüme potansiyelini yukarı taşımak yerine ulusal tasarruf
oranlarını aşağı çekmiş, özel tüketim
artışlarına dayalı talep genişlemesine katkı
yapmıştır. Sıcak para girişlerine
bağımlılığın 2005 sonrasına düştüğü
bilinmektedir. Ancak, geçmiş yılların tortusunu oluşturan
devasa sıcak para stoku ciddi bir potansiyel sorun kaynağı
olmayı sürdürmektedir. Bu etkinin yol açtığı YTL kredi
faizlerinin yüksek olması, gücü ve imkânı olan özel sektörü dövizle
ve dışarıdan borçlanmaya yönlendiriyor. Çok yüksek tempolu
yabancı sermaye girişlerinin büyük bölümü özel sektörün dış
borçlanmasından oluşuyor. Böylece, 2007 yılının
ortalarında Türkiyenin dış borçları -çoğu sermaye
gruplarına ait olmak üzere- 226,4 milyar dolara
ulaşmıştır. Ani bir kur yükselmesi, lirayla kazanıp
dövizle borçlanmış şirket ve bankaları çöküntüye
sürükleyebilecektir. Zira, dış borç stokunun 135 milyar doları
sermaye gruplarına aittir. Böyle koşullar patlak verdiğinde ne
olacaktır? Özel sektörün borcunu da Türkiye Cumhuriyeti hazinesi mi
yüklenecektir?
Ekonominin
gidişatına dair bir diğer güvence öğesi olarak,
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının son
yıllardaki çarpıcı artışları gösterilmektedir. Bu
tür yabancı sermayenin sıcak para gibi ani çıkışlara
yönelmediği doğrudur. Ancak, bu yatırımlardaki kapasite
artışlarında ihracata ve ithal ikamesine dönük bir
yatırım olgusu istisnaidir. Son iki yılda doğrudan
yabancı sermaye girişlerinin yüzde 80-90ı gayrimenkul
alımlarına ve iç hizmetler sektörüne yönelik olarak
gerçekleştirilmiştir. Türkiye, büyüme hızı düştükçe
cari işlem açığını yükselten patolojik bir ekonomik
yapıya geçmiştir. Gümrük birliğinin bu doğrultudaki
etkileri özellikle dövizin hızla ucuzladığı son beş
yılda ortaya çıkmış, özellikle sanayinin girdiler yoluyla
bağımlılığını aşırı derecede
artırmıştır.
Bütün bu olgular
değerlendirildiğinde Türkiyeye dönük uluslararası sermaye
hareketliliğinin sadece durgunlaşmasının bile, ekonominin
büyüme hızını ciddi boyutlarda aşağıya doğru
çekebileceği görülmektedir.
İlaveten bir
sınır ötesi operasyon gündemiyle kaçacak olan sermaye de hesaba
katıldığında, ekonominin ulaşacağı
kırılganlık düzeyi tasarruf edilebilinir.
Bu
gelişmenin toplumsal yansımalarına bakarsak, ilk olarak 2001
krizinin emekçilerin göreli durumlarının dramatik boyutta
bozulmasına yol açtığını hatırlamamız
gerekmektedir. AKPnin iktidar yılları olan 2002-2006 içinde
geniş anlamda işsizlik artmış, tarımsal istihdam
düşmüş, reel ücretler ve tarım-sanayi fiyat makasları
gerilemiş, kısacası bölüşüm ilişkilerinin emek
aleyhine bozulması süre gelmiştir.
Böylesi bir tablo
karşısında, 2008 yılı merkezî yönetim bütçesine
yönelik değerlendirmelerimizi sunarken belirleyici ölçütlerimizin,
öngörülen refah düzeyi, adaletli ve eşitlikçi vergi
dağılımı, hedeflenen kalkınma seviyesi,
kapsayıcı sosyal politikalara yaklaşım ve nitelikli
istihdam olacağını belirtmek isteriz.
Yine öncelikli
olarak söylenmesi gereken bir nokta, bütçenin hazırlanmasında
katılımcılık ve çoğulculuk ilkesinin göz ardı edilerek,
çoğunlukçu bir yaklaşımın sergilenmiş olduğudur.
Bu bağlamda demokratik toplumlarda, çağdaş hukuk devletlerinde,
bütçenin kaynağını teşkil eden, vergileri veren
yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ve
denetimi sağlanmamış, görüşlerinin alınmamış
olması şeffaf bütçe oluşturmasında büyük bir eksikliktir.
Merkezî bütçenin hazırlanmasında sağlıklı bir planlama
yapılmasının öncelikli şartının yaşanan
sosyal dönüşümlerin doğuracağı sosyal risklerin dikkate
alınması olduğu gerçeği ihmal edilmiştir.
Zira 2008 Mali
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
içeriğine bakıldığında da bir borç ödeme bütçesi
olarak hazırlandığı, bu hâliyle işçilerin, emekçilerin
ve yoksul halkın beklentilerine cevap vermek ve artık önemli bir
toplumsal sorun hâline gelmiş olan işsizliğe yönelik olarak
istihdam artırıcı tedbirler sağlamak konusunda gereken
düzenlemelerden yoksun olduğu görülmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Maliye Bakanı
Yapısal reformlar, mali disiplin ve özelleştirmeye devam
edeceğiz. demektedir. Bunun anlamı, vatanın zenginliklerini
satışa çıkararak bütçe denkleştirmektir. Bunun anlamı,
sermaye ile işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunun daha da
açılması ve yoksul halkın satın alma gücünün daha da
düşürülmesidir. Bunun anlamı, sosyal devlet ilkesinin dönüşsüz
olarak terk edilmesi, geniş halk yığınlarını
piyasada tüketici yurttaş konumuna getirmektir. Alt başlıklar
olarak her birini açacağız.
2008 bütçesinde
hedef olarak, 114,5 milyar YTL dolaylı vergi, 56,6 milyar YTL gelir ve
kurumlar vergisi belirlenmiştir. Ağır dolaylı vergilerin
devamının öngörülmesi bütçede vergi adaletinin
olmadığını göstermektedir.
Bir ülkede sosyal
adaletin sağlanması, hakça paylaşımın
gerçekleşmesi için vergi adaletinin sağlanması esastır. Bu
da halk yığınlarından dolaylı ağır vergi
almakla değil, kazanandan kazandığı oranda vergi
alabilmekle olur. AKP Hükûmeti, 2008 yılında bu doğrultuda bir
adım atmayı değil, tam tersine, esnafın ve emekçi
kesimlerin üstündeki baskıyı artırmayı hedeflemektedir.
2008 bütçesinden
bazı rakamlara bakıldığında, bütçede 35,5 milyar YTL
gelir vergisi, 17 milyar YTL kurumlar vergisi beklentisi olduğu
görülmektedir. Petrol ve doğal gazdan alınan ÖTVden 26 milyar YTL
civarında gelir beklenmektedir. Sigaradan, içkiden alınacak
vergilerde büyük artışlar hedefleniyor ki, bu da sigara ve içkiye
2008 yılında yeni zamların yapılacağının
habercisidir. Ek olarak, Türkiyede çok yüksek olduğu bilinen
iletişim vergilerinde de bir indirim görülmemektedir. Bu nedenle,
Sayın Bakanın 2008de yeni vergiler yok. söyleminin de gerçekçi
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum bir vergi
reformunun da acil ve kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Gelir
Vergisi Kanunundan vergi muhakemelerine kadar birçok ilgili mevzuatın
değiştirilmesi gerekmektedir.
Bütçede en büyük
pay faiz ödemelerine ayrılmakta, son yıllarda bütçenin temel harcama
kalemini borç ve faiz ödemeleri oluşturmaktadır. İşçi ve
emekçilerden toplanan vergiler, ne yatırımlar ne de toplumsal
ihtiyaçların karşılanması için kullanılmakta, bu gibi
alanlarda ayrılan kaynaklar göstermelik düzeyde tutulmaktadır.
Türkiyenin iç ve
dış borç stoku 450 milyar dolar civarında seyretmektedir ki bu
miktar, 2008 yılı merkez yönetim bütçesi hedefinin yaklaşık
2 katıdır. 2008 yılı bütçesinde öngörülen 56 milyar YTLlik
faiz ödemesi, 2007 yılına göre yüzde 14,3lük bir artış
anlamına gelmektedir. Buna karşın tüm bütçenin yüzde 8,1,
personel harcamalarının yüzde 10,3, yatırım
harcamalarının ise yüzde 0,7 artış göstermesi bekleniyor.
Bu hâliyle de 2008 bütçesi, genel anlamda bir borç ödeme bütçesi olarak
hazırlandığını ortaya koymaktadır.
Gündemde olan
Kuzey Irak operasyonunun bütçede değişiklik yapılması
anlamına geldiği, maliyetin yine sağlık, eğitim,
adalet kalemlerinden karşılanacağı, Hükûmetin yeni
dolaylı vergiler ve zamlara yöneleceği açıkça görülmektedir.
Genelkurmay
Başkanlığının tanımlamasıyla düşük
yoğunluklu çatışma için 2007 yılında yıl içinde
arttırılan ödenekler bile harcamaları karşılayamaz
durumdadır. Bu durum, 2008 bütçe taslağının daha Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülmesinden önce dengesinin bozulmuş
olması, bütçe açığının büyümesi anlamına
gelmektedir.
2007 merkezî
hükûmet bütçesinde Millî Savunma Bakanlığına 13,1 milyar,
jandarmaya 3,1 milyar, emniyete 6,5 milyar YTL ödenek ayrılmış,
ancak yıl içinde bu rakamlar yükseltilmiş ve Millî Savunma
Bakanlığı bütçesi 18,2 milyar, jandarmanınki 3,2 milyar
YTLye çıkarılmıştır.
Ortaya çıkan
şiddet ortamından dolayı eğitim ve sağlıktan
kısılan kaynaklar güvenlik harcamalarına yönelmiş ve
şiddet ikliminden dolayı yöre insanının geçim
kaynakları büyük oranda ortadan kaldırılmıştır.
Diyarbakır, Van, Urfa gibi şehirlerimiz göç sonucu
kalabalıklaşan nüfusun getirdiği işsizlik sorunuyla
boğuşmakta, ancak, ne yazık ki, bölgenin istihdam ve kalkınma
için ihtiyacı olan sermaye de batıya göç etmiş
bulunmaktadır. Barış ortamının
oluşturulmasıyla güvenlik harcamalarının sivil harcamalara
dönüştürülmesi bölge insanının beklentilerine daha çok cevap
verecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmanın bundan sonraki
bölümünü bütçe tasarısının sosyal harcamalar için ayrılan
kalemleri değerlendirmesini yaparak sürdürmek istiyorum.
Öncelikli olarak,
kamu hizmetleri için ayrılan kaynağa bir bütün olarak
baktığımız zaman, 2008 için yüzde 23,2, 2009 için yüzde
22,7 ve 2010 için de yüzde 21,9 olarak belirlendiğini görüyoruz. Yani,
bundan böyle yurttaşların sosyal devletin sınırları
içinde bir hak olarak faydalandıkları kamu hizmetleri, artık
piyasada yine aynı yurttaşların hizmetine sunulmaktadır,
ancak bir tüketici olarak bu hizmetleri satın almaları
şartıyla. Peki, bu düzenlemeden ülkemizin yoksul halkının
payına ne düşmektedir? Daha evvel konuşmamızda da
belirttiğimiz üzere, burada yine kritik önem taşıyan nokta,
nitelikli kamu hizmeti sunumu için gerekli olan kamu gelirleri yükünün
dolaylı vergilere dayalı yapısının
değiştirilmesi ve bu yükün toplumun yoksul ve emekçi kesimlerinden
alınıp, gelirin doğru orantılı hale getirilmesi gerekmektedir.
Oysa, bütçe tasarısı bu hâliyle, yoksul insanımızı
tamamen piyasanın insafına terk etmekte, paran kadar
sağlık, paran kadar eğitim diyerek toplumdaki mevcut
eşitsizlikleri derinleştiren bir görünüm arz etmektedir.
Bütçede en önemli
açık olarak görülen sosyal güvenlik harcamaları, sosyal devlet
olmanın anayasal güvenceleriyle ele alınmalıdır. Elbette ki
sosyal güvenlik sisteminin işleyişinde yapılacak bir reform,
kimi denetimsizlikler ve israfları, aşırı bürokratik
uygulamaları ve dağınık yapıyı düzenlemek
açısından son derece gereklidir. Ancak, yapılacak olan herhangi
bir düzenlemenin, devletin bu alana dair yükümlülüğünü,
katkısını esirgemeden ve sistemin
yapılandırılmasında özel kurumların teşvikini
esas almadan hayata geçirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Zira, Anayasa
Mahkemesinin 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Yasasıyla ilgili olarak verdiği iptal
karanının genel değerlendirme bölümünde şu saptama yer
almaktadır: Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında
oluşan sosyal risklerin kendilerini ve geçindirmekle yükümlü
oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama
artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca
sağlıklı bir asgari hayat standardını güvence
altına alabilmektedir. Ancak, yeni düzenleme ile sosyal devletin
güvencesinde olan halk anlayışının yerini takdire
dayalı bir yardım anlayışı almıştır.
Sağlık,
her yurttaş için eşitlik ve hak temelinde erişilebilecek ve
yararlanılabilecek bir kamu hizmeti olarak düzenlenmelidir. Piyasa
kurallarının belirleyici olduğu ve özel
sigortacılığın esas alındığı bir
sağlık sisteminin uygulanması, ülkenin içinde bulunduğu
ekonomik koşullar, kayıt dışı
çalışanların oranı ve bölgesel eşitsizlikler nedeniyle
mümkün değildir. Geniş toplumsal kesimlerin
sağlığını kaybetmesi anlamına gelecek böyle bir
model yerine vergilendirilmeyen kazançlardan alınacak vergilerle ve Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonunun da dâhil edildiği
diğer kamu kaynaklarıyla karşılanacak bir sağlık
sistemi gerçekleştirilmelidir.
Sosyal
yardımlar yasa ile düzenlenmeli, iane ve bağışlama
görüntüsü yerine yurttaşların devletten talep etme hakkı
kapsamında bir hak olarak görülmeli ve sosyal devletin gerektirdiği
kurumsal ilişkiler ağı aracılığıyla
uygulanmalıdır.
Sosyal güvenlik
sisteminin iyileştirilmesi, gelir-harcama arasındaki kurulan iktisadi
dengeden ve Sosyal Güvenlik Kurumunun kâr-zarar tablosuna indirgenmiş
işletmecilik anlayışından daha derinlikli bir
algıyı ifade etmek durumundadır.
Sosyal güvenlik
reformu ise bu hâliyle tüm sigortalıların,
çalışanların hak temelinde eşitliğini değil,
yoksulların yoksullukta eşitliğini hedefleyerek en azda
birleştirmeyi öngörmektedir.
5510
sayılı kanun tasarısında değişiklik öngören
düzenleme daha önceki taslağın birçok olumlu hükmünü de ortadan
kaldıran bir içeriğe sahiptir. Emekli aylığı
bağlanma oranlarında alt sınır
kaldırılmış, emekli aylıklarının
düşürülmesi hedeflenmiştir. Ölüm aylığı bağlanma
şartı dokuz yüz günden bin sekiz yüz güne çıkartılmıştır.
Geçici iş göremezlik ödeneği günlük kazancın üçte 2siyken
beşte 3üne düşürülmüştür. Engellilerin emekli olabilmesi için
gerekli on beş yıllık çalışma şartı on sekiz
yıla çıkarılmıştır. Tasarının
getirdiği en önemli düzenlemelerden biri olan genel sağlık sigortası
primi konusunda ise akıl almaz bir durum yaşanmaktadır.
Aylık geliri 139,6 YTL üzerinde olan insanlarımızdan
alınacak olan 73 ile 475 YTL arasındaki aylık miktar
dışında, yatan hastaların tedavi bedellerinden de
katkı payı alınacağı bilinmektedir. Herhâlde, bu
durumda düşük gelirli yurttaşlarımızın devayı
modern tıbbın sunduğu olanaklarda aramaya
kalktıklarında, ayın geri kalanında ilaçla
beslenebileceği düşünülmektedir. İlaveten, asgari ücretin üçte
1inden düşük gelire sahip olan yurttaşlarımızın genel
sağlık sigortası primi ödemelerine devletin katkısı
asgari düzeyde tutulmuştur.
Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten sonra işe başlayacak
işçilerin emekli olduktan sonra bir daha çalışmayacakları
öngörülüyor. Bu uygulanırsa, yeni sistemde çalışacak olan
işçiler emekli olduktan sonra bir işte çalışırlarsa
emekli aylıkları kesilecek.
Tarım sektöründe
çalışanların prim borçlarına karşılık
yapılacak kesinti miktarı da artırıldı. 1 ile 3
arasında olan rakamın 1-5 arasında olması öngörülüyor.
5510
sayılı Kanunun kamu yararına olan maddelerinden biri de
sigortalıların yeni doğan bebekleri için altı ay süreyle
üçte 1i tutarında, yani aylık 195 YTL emzirme ödenmesini düzenleyen
hükmüydü. Bu madde son hâliyle şöyle düzenlendi: Emzirme ödeneğinden
yararlanmak için son bir yıl içinde en az yüz yirmi gün prim ödeme şartı
getirildi. Bununla da yetinmeyip, altı ay yerine bir defaya mahsus 195 YTL
emzirme yardımında bulunmaya karar verdiler. Bu çerçevede
yapılmış olan düzenlemeler, bir insan hakkı olarak tanımlanması gereken
sağlıklı yaşama hakkını yoksul
yurttaşlarımızın elinden almakta ve
kadınlarımızın yararına olan yasal düzenlemeleri de
ortadan kaldırmaktadır.
Cezaevindeki
sağlık politikasının da önemli ölçüde iyileştirmeye
tabi tutulması gerektiği düşüncesindeyiz. Hangi suçtan olursa
olsun devletin bir yurttaşı cezaevine konulmuşsa, o kişinin
vücut bütünlüğü ve sağlığından devlet sorumlu hâle
gelmiştir. Bu konuda çok ciddi ihlaller olduğu, ölümcül ve
ağır hastaların koğuşlarda bekletildiği
bilinmektedir. Durum, acil çözüm isteyen vahim bir noktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Avrupadaki
refah devleti sistemleri ve uygulamaları, artan uluslararası rekabet
koşullarına uyum sağlamada karşılaşılan
zorluklar, nüfusun yaşlanması, Avrupaya artan göç akını ve
sistemin kendisinden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle 1980li
yıllarda ciddi bir sarsıntıyla karşı karşıya
gelmişti. Ancak, 90lı yıllarda bu konuda önemli bir
toparlanmaya gidilerek Sosyal Avrupa kavramı etrafında emek
piyasalarındaki değişimleri de dikkate alan bir
yaklaşım geliştirildi. Bu yaklaşım, sosyal
hakların en temel vatandaşlık hakkı olduğundan
hareketle, devletin toplumdaki bütün bireylerin eşit vatandaşlar
olarak topluma katılmasındaki sorumluluğunun altını
çizmektedir. Bu bağlamda, çağdaş ülkelerde de farklı
arayışlar gelişmiş, birçok ülkede sosyal politika
harcamaları, yoksullukla mücadele yöntemleri içerisinde doğrudan
gelir transferini içeren bir eğilim ortaya çıkmıştır.
Bu anlayış, hiç şüphesiz ki bir hayır kurumu
mantığıyla muhtaçlara yardım yapar gibi değil,
yurttaşların hak ve özgürlüklerini güvenceye alan mekanizmaların
sosyal devlet güvencesinde oluşturulması yoluyla hayata
geçirilmelidir.
Ülkemizde
yaşanan yoksulluk sorununun bugün geldiği noktada ise, 2 milyona
yakın yurttaşımız açlık sınırının
altında yaşamaktadır. Türkiyede yoksulluğun yeni biçimleriyle
mücadele ivedilikle ele alınması ve çok çeşitli araçlarla
yürütülmesi gereken bir husustur. Yine, ülkemizdeki işsizlik
oranındaki yükseklik ve nitelikli istihdam yaratılması
ihtiyacı ise hepimizin malumudur. İşsizliğin önünün
alınamamasında bölgeler arası gelişmişlik
farklarının çok büyük olmasının da önemli bir etken
olduğu bilinmektedir. Yine, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine
göre, 2006 yılında Türkiye genelinde istihdam oranı yüzde 43,2
iken, Doğu ve Güneydoğudaki yirmi bir ilin ortalaması yüzde
37,5te kalmıştır.
Yoksulluğun
önlenmesinde istihdam arttırıcı gelişmeler elbette çok
önemlidir. Ancak, yoksulluğun genel anlamda iktisadi krizden
kaynaklandığı ve ekonomik göstergeler yükselişe
geçtiği takdirde ortadan kalkacağı önermesi
kaynağını, büyük oranda, hakim neoliberal söylemin devletin
sosyal politika alanındaki katkısını sınırlı
tutma eğilimi ve girişiminden almaktadır. Birçok Avrupa
ülkesinin deneyimleri göstermiştir ki, yoksulluğun yeni biçimleri
ekonominin iyiye gitmesiyle ortadan kalkmamaktadır. Zaten, iktisat
terminolojisinde de bu duruma işaret eden istihdamsız büyüme diye
bir kavramın bulunduğunu biliyoruz. Kaldı ki, günümüzde
sermayenin artan hareketliliği, emek yoğun sektörlerin ücretlerin
düşük olduğu kadın ve çocuk emeğinin istihdam edildiği
alanlara kaymasını kolaylaştırmış, teknolojik
gelişmeler ise az sayıda işçi istihdam ederek üretim
yapılmasını mümkün kılmıştır. Ülkemizde de
özelleştirme, küreselleşme ve artan rekabet ortamının
getirdiği taşeronlaştırma gibi uygulamalar nitelikli
istihdam yapılmaması sonucunu getirmiş, nüfusun önemli bir
bölümünü yoksulluk sınırında yaşamaya mahkûm etmiştir.
Yine, emek piyasasının değişen ve esneyen yapısı,
düzensizleşen iş koşulları, düşük ve bazen
alınamayan ücretleri, sosyal güvencesiz çalıştırmayı
beraberinde getirmiştir. Bunun da ötesinde, ülkemizde sosyal yardım
kurumlarının politize olması, hizmetlerin kalitesiz, verimsiz ve
kayırmacılıkla malul olarak yürütülmesi çok büyük bir sorun
olarak önümüzde durmaktadır. Sosyal yardım kurumları bugüne
kadarki tüm siyasi iktidarların yan kuruluşu hâline gelmiş ve bu
kurumların hizmetlerinden faydalanmak, ne yazık ki, iktidara
yakın bir konum içerisinde bulunmayı zorunlu
kılmıştır.
Türkiyenin
Avrupa Birliğine aday ülke statüsünde olduğu gerçeğinden hareket
edildiğinde, sosyal yardım uygulamalarının da Avrupa
Birliğindeki yaklaşımlarla uyum sağlaması
gerektiği açık olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa
Birliğinde geçerli olan yaklaşım doğrultusunda, yoksulluk
bir sosyal dışlanma sorunu olarak ele alınmak ve sosyal içermeyi
amaçlayan politikaların konusu hâline getirilmek durumundadır. Bu
yaklaşımın temel özelliklerinden biri, yoksulluğu,
insanların topluma eşit ve özgür bireyler olarak katılmalarını
engelleyen, değişik unsurların tanımladığı
çok boyutlu bir sorun olarak ele almasıdır. Bu bağlamda, Avrupa
Birliği düzeyinde yoksulluk riski altındakiler, her üye ülkede,
ülkenin ortanca gelirinin yüzde 60ının altında gelire sahip
bireyler olarak tanımlanmaktadır. Ancak, bu tanıma ilaveten,
özel risk gruplarını oluşturan kadınlar, çocuklar,
yaşlılar ve engelliler dışında etnik azınlık
mensubu oldukları için ayrımcılıkla
karşılanabilecek grupların sorunları da ön planda
tutulmaktadır.
Yoksulluk
sorununun önemli bir boyutunu işsizlik olgusunun oluşturduğu
doğrudur. Türkiyede potansiyel iş gücünün yalnızca yüzde
45inin çalıştığı düşünülürse bunun ne kadar
hayati bir sorun olduğu ortaya çıkar. Ancak, işsizlik olgusu da
çoğu zaman yalnızca yoksulluğa yol açtığı ölçüde
gündeme gelmektedir. Oysa, kırsal bölgelerden farklı olarak kentte
işsiz kalmak ve toplumsal faaliyetlere katılmamak, aynı zamanda
toplumla bütünleşme yollarının da tıkanması
anlamına gelmektedir. Bu husus da göz önünde bulundurularak yürütülecek
sosyal politikalarda toplumla bütünleştirmeyi esas alan projelerin
geliştirilmesi gereklidir.
Yalnızca
politik beyanlarda bulunarak işsizliğin
azaldığını söylemek, iş alanlarının
arttığını gerçek olmayan rakamlarla, ifadelerle göstermek,
halkın içinde bulunduğu işsizlik sorununa iyimser bir
bakış açısı bile kazandırmamıştır.
2006da yüzde 9,9
olan işsizlik oranı bugün yüzde 12lere
çıkmıştır. Genç nüfusun fazla olmasını bir
avantaj durumuna dönüştüremeyen Türkiye, işsiz, kendi alanında
herhangi bir istihdam alanı bulunmayan binlerce üniversite mezununun ve
her kesimden insanımızın yaşamla olan çaresiz
savaşlarına yenik düşen ve bunların içinde bu nedenden
dolayı hayattan kopan insan hikâyelerine tanıklık ediyor.
Bütün bu
olumsuzluklardan nasibini alan kadın, son Birleşmiş Milletler
İnsani Gelişme Raporunda da gösterildiği gibi, cinsiyet
eşitliği göz önünde bulundurulduğunda daha alt sıralara
düşüyor. Bu eşitsizliğin temel nedenlerinden biri ve önemlisi,
yürütülen yanlış ekonomik politikalardır.
Okuma yazma
oranının kadınlarda daha düşük olması kadın istihdamını
daha da aşağıya çekiyor. Sosyal hayattan uzak tutulan, seçim
sandıklarına kocasıyla ya da bir başkasıyla aynı
fikirde olmaktan daha başka seçeneği olmadan giden kadın iyice şiddetin
içine sürüklenmiştir.
BAŞKAN
Sayın Kurtulan, üç dakikanız kaldı ama, Sayın Kaplan izin
verirse onun süresini kullanabilirsiniz.
FATMA KURTULAN
(Devamla) Kaplandan almak çok zor olabilir Başkanım.
BAŞKAN O
zaman üç dakikanız kaldı.
Buyurun.
FATMA KURTULAN
(Devamla) Asgari gelir desteği politikası, bugün farklı kamu
kurumları, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever
bireylerin yaptığı çok sayıda bölük pörçük yardımdan
yararlanmak için uğraşan yoksul kesimlerin yardıma muhtaç
zavallılar görüntüsünden kurtulmasını sağlayacaktır.
Yine, bu
politika, satın alma gücünü yükselterek piyasanın
işleyişine önemli bir müdahalede bulunmaksızın üretimi ve
istihdamı artırıcı rol oynayabilecektir. Ekonomik faaliyet
düzeyinin düşük olduğu yoksul bölgelerde bu türden bir politikanın
ne kadar önemli olacağı açıktır.
Faaliyet
koşullu asgarî gelir desteği, doğrudan ücretli istihdam
yaratmaya dönük bir politika olmamakla beraber, istihdam politikalarıyla
birlikte uygulanma özelliğine sahiptir.
Sonuç olarak,
2008 bütçe rakamlarını yalnızca iyimser bir bakış
açısı olarak görüyoruz. Verilen bu iyimser tabloya geride
bırakılan bütçe politikaları ve rakamlarla ulaşmak çok zor
görünmektedir. Halk, Hükûmet tarafından dillendirilen rakamların,
biraz daha katlanın söylemlerinin ekonomik, toplumsal mutsuzluğa
çare olmadığını anlamıştır.
Ülke
kaynakları eşit şekilde yararlanılabilecek gibi tahsis
edilmiyor. Bunun önünü açacak yasal düzenlemeler yapılmıyor. Bütün
bunlar dikkate alınarak, eğitim her kesimi, her bölgeyi kapsayacak
şekilde sosyal adalet ilkesini gözeten, barışçı ve özgür
bireyler yetiştirmeyi hedeflemeli ve bu temelde verilmelidir.
Kadının
toplumda etkin bir yurttaş olabilmesinin, Hükûmetin
geliştireceği cinsiyet eşitliği politikalarıyla
bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Halkın
içinde bulunduğu darboğaz göz önüne alınarak, sağlık
hizmeti verilirken vatandaşın sağlık sorunlarına
zamanında ve doğru tedavi bulabilmenin yolu açılmalı,
hizmetler ne hastayı ne görevliyi mağdur etmeden sosyal devlet
anlayışına uygun olarak verilmelidir.
Tüm bu iç
karartan tablodan sonra, biz de büyük bir iyimserlikle diyoruz ki, birlikte ve
barış içinde, sosyal, siyasal ve kültürel hakların Anayasal
güvence altına alındığı, kimsenin yok
sayılmadığı, farklılıkların kabul edildiği,
muhalefetin kamu yararına ve barış için
yapıldığı bir Türkiye yaratmak bizim elimizde. Böyle bir
Türkiyede eğitimden, sağlıktan, adaletten kesilerek finanse
edilen, sınırların ötesine savrulan harcamaları ait
olduğu yere döndürmek, barışçı ve çağdaş bir
yaşam seçeneğinin bütçesini oluşturmak daha kolay olacaktır
diyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kurtulan.
Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Şırnak
Milletvekili Sayın Hasip Kaplan. (DTP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Kaplan, buyurun.
Süreniz otuz
dakikadır.
DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükûmetin -60ıncı- Programını burada hep
beraber dinledik. Maliye politikaları da bir bakıma bu politikalara
bağlı olarak şekillenir. Tabii ki, dünyanın en önemli
bölgesinde yer alan Türkiyenin istikrarlı bir ekonomi için bütün
riskleri, bütün olasılıkları hesaba katıp ona göre bir
düzenleme yapması, yaparken de, demokrat olması, demokrasiyi
işletmesi, katılımcı olması, çoğulculuğu
özümsemesi ve vergi alırken zalim olmaması, dağıtırken
de adil olması gerekiyor.
Bunu neden
söyleme gereğini duydum. Demokratik Toplum Partisi olarak birinci
sunuşlarımızda genel olarak birçok konuya değindik. Ancak,
bu bütçede, gelirler ve giderlerde, alınırken ve verilirken kimler daha
çok yararlanıyor, kimler daha çok kazanıyor, kimlerin daha çok
sırtında yük, kimlerin cebinden vergiler çıkıyor ve nereye
harcanıyor? Bizim aslında burada muhalefet olarak önemle, özenle
üzerinde durmamız gereken de bu.
Sayın Bakan
bir konuştu, güllük gülistanlık bir anlattı bir anlattı,
vallahi bu Komisyonda bir ay çalışmasaydım, acaba öyle midir
derdim. Yani, ilk gün Komisyona oturduk, hemen, 2002de, Türkiyede rekor
milletvekili sayısıyla tek başına iktidar olmuş,
karşısında tek muhalefet partisi olan 59uncu Hükûmet, beş
yıl sonra 60ıncı Hükûmet olarak, bize, bütçenin sunuşunu
enkaz devraldıkla yapıyor. Beş yıl sonra!
Altıncı bütçesini yaparken AKP Hükûmetinin, hele hele iki vatandaştan
birisinin oyunu aldım çoğunluğunu da yakaladıktan sonra,
buraya gelip hâlâ bu enkaz edebiyatının ardına
sığınmasının hiçbir haklı gerekçesi
kalmamıştır artık.
Şunu çok
açık ifade etmekte yarar var: Bütçenin sunuşunda, her şey çok
mükemmel, güllük gülistanlık, disiplin işliyor, paralar geliyor.
Hani, geçenlerde, Komisyon toplantısı bitince Sayın Bakan bir
yemek vermişti Mecliste ve basına yansıdı,
bıldırcın hesabı 3e aldım 5e verdim, kâr ettim.
Şimdi bakacağız, bu bütçede, 3e alıp 5e vermek, kâr etmek
var mıdır, yok mudur? Bıldırcın hesabı bu bütçede
tutuyor mu, tutmuyor mu?
Şimdiye
kadar, AK Partili arkadaşlarımız mükemmeliyeti devam ettirdiler,
anlattılar. Şimdi, biz de, biz değil, onu DTP değil,
başkaları ne diyor, oradaki birkaç veriden, sizlerin biraz kendinize
gelmenizi sağlayacak birkaç veriden bahsetmek istiyorum.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani
Gelişme Raporunda -insani gelişme endeksini açıkladı
biliyorsunuz bu hafta- ülkelerin ortalama ömür, eğitim ve
ayarlanmış gerçek gelir alanlarındaki seviyelerini ölçen
İnsani Gelişme Endeksinde, Türkiye, 177 ülke arasında 84üncü
sırada. Dikkatinizi çekmek istiyorum, 84üncü sırada, Afrika ülkeleri
düzeyinde. OECD bölgesi ülkeleri içinde ise son sırada, son
Sonuncu.
Bunu, ben demiyorum, bakın, sakın, Hasip Kaplan demiyor bunu.
İnsani Gelişmişlik Endeksi de eğitim, sağlık, çok
insani şeyler
Yani bunlara sosyal güvenlik reformu
Bunlar ekseninde.
Şimdi, yine,
bir daha bir sunuş yapmak istiyorum. Bunu, yine ben söylemiyorum. Bunu,
Hazine Müsteşarlığına bağlı Sayın
Bakanlığınız söyledi, Bakanlığınızın
söylediği sunumdan aldım. Diyor ki Ekonomimizde sağlanan olumlu
gelişmeler kredi notlarımıza da yansımıştır.
Kredi notumuz 2002de B(-) negatif görünüm iken, üç kademe artarak, bugün
itibarıyla BB(-) durağan görünüm seviyesine yükselmiştir. Ee
kardeşim, bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, bir taraftan take-off
uçuşa geçirdiniz Türkiyeyi. Hangisi doğru? Bunun, bu bütçeyle
doğrusunu bulmak lazım. Uçuşa mı geçtiniz? Düşüşe
mi geçtiniz? İkisi arasında öyle yakın bir mesafe yok.
59uncu Hükûmet
döneminde üretime, ihracata yeterince önem verilmedi. Global likidite
bolluğundan da yararlanılamadı. Bir konjonktür şanstı
AKP için. Özelleştirme, sıcak para, sermaye girdileri de heba edildi.
2007 seçim hesapları aslında bütçeyi sarstı. İşsizlik
arttı. Artan borç yükü hedeflerde sapma getirdi. Risklere karşı
korunaksız olunması nedeniyle 2008 Mali Yılı Bütçe
Tasarısı da beklentileri karşılamaktan uzaktır.
Şunu ifade
edelim: Hükûmetin 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanununda
öngördüğü 16,8 milyar açığı seçim öncesi 8 milyara
çekmesine ve 22 Temmuzda Seçim ekonomisi uygulamayacağız. demesine
rağmen 14,9 milyar olarak revize etmek zorunda kalması, yaşanan
sapma, bal gibi seçim ekonomisi uygulandığının da işaretidir.
Biz bunu, sel felaketlerinde, bekletilip son dakikada ödenen yardımlarla
bire bir gördük, yaşadık.
Vergi
politikalarındaki adaletsizlik, yüksek kazanç sağlayan kesimlerin
vergi yükünün azaltılması, dolaylı vergilerin
artırılarak vatandaşa yüklenmesi, Sosyal Güvenlik Reformu Yasa
Tasarısı çalışmalarıyla halkın
sıkıntılarının daha da artırılması,
kayıt dışı istihdam konusunda, haksız rekabeti
önlemede isteksiz bir yaklaşım sergilenmesi, özelleştirmeye ağırlık
verilmesi ve dolaylı vergilerden bütçenin gelirlerinin
sağlanması, sosyal adaleti de, vergi adaletini de sağlamaktan
uzak ve eşitlikçi değildir.
Bütçe
harcamalarının yüzde 9,7; gelirlerin yüzde 8,8 artması hedefi,
aslında bütçe açığının da habercisidir. Vergi
gelirlerinde yüzde 13,3 artış öngörülmesine rağmen, enflasyon
hedefinin yüzde 5lerde değil, daha yüksek seyredeceği, Merkez
Bankasının yaptığı açıklama ile çelişiyor.
Üç gün önce yapılan açıklamada, yüksek düzeyde cari işlemler
açığının küresel finans sektöründeki
kırılganlıklar dolayısıyla, Türkiye ekonomisinde,
finansal istikrar açısından en önemli risk unsuru olmaya devam
ettiğini açıklamıştır. Cari açık, kur riski,
firmaların döviz pozisyonlarında açık, bankacılıkta
açık pozisyon, piyasalar üzerindeki baskı ve vergi hedefinin de
altında kalınması, olası etkenler olarak
sayılmaktadır. Hükûmetin 2008 mali bütçesinin dış
şoklara dayanıklı olduğu tezini de çürütüyor. Memur
maaşlarında yüzde 2 artış ile birlikte, 10 ve 20 YTL
miktarındaki ek artışlar, geçmiş yıl kayıplarını
karşılamadığı gibi, yine, sınır ötesi ve
tezkere sıcak ortamı arasında, çaktırmadan, suya,
elektriğe, Tekel maddelerine, doğal gaza, akaryakıta,
ekmeğe ve diğer mamullere yapılan zamlarla, bu memur zammı
da katbekat geri alınmıştır.
Uluslararası
Yatırım Bankası Deutsche Bank, Türkiye Raporunda diyor ki:
Petrol, Orta Doğuda, istikrarsızlık sonucu artar da bir varil
80 YTL olursa, Türkiyenin 2008 yılı bütçe açığı 40
milyar lira. Şimdi, Sayın Maliye Bakanımız, sabahki
konuşmasında dedi ki sunumlarda Bir varil 90 dolar olursa
Olursa
Sayın Bakan, ne olacak memleketin hâli, demek durumundayız muhalefet
olarak diye düşünüyorum.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; bu, Komisyon sunumu; bu da bugünkü sunumu
Sayın Bakanın. Birbirine benziyor, alttaki tarihler
değişik. Bunların sonunda, ikisinde de sunuşlar bitince
deniliyor ki: Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki
Her sunuşun
sonunda bu var. Tam bağımsızlık ancak mali
bağımsızlık ile mümkündür. Devam ediyor.
Şimdi, madem
öyle, madem her sunuşun sonunda bunu söylüyorsunuz da, Allah
aşkına, IMF Türkiye Şefi Lorenzo Giorgianninin
başkanlığındaki heyetin, faiz dışı fazla,
büyüme hedefi ile vergi gelirlerine ilişkin rakamlarda müdahaleleri
sonucu, son dakika, saat 23.55te, Meclis Başkanlığına
bütçe tasarısını teslim etmek, samimi mi, yoksa fevkalade
icazetli midir? Bunu da Sayın Kurulun takdirine sunuyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
IMFye ve Dünya
Bankasına, onların 2000, kısa vadeli -Devlet Planlama
Teşkilatının hazırladığı orta vadeli program
değil- 2025 yılına kadar Türkiye ekonomisini belirleyen, boyun
eğen, direktiflerini savunanların, bu yüce Mecliste,
bağımsızlıktan, milletin özgürlük ve iradesinden de söz
etme hakları olmadığını düşünüyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
Bütçe
tasarısında Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare edilmeyen
bütçeler ülkemizi krizlere soktu.
deniliyor. 2001 krizini hepimiz yaşadık, biliyoruz devalüasyonu. Ama,
ondan önce de bir kriz vardı. Hatırlarsak, 98, yine böyle bir
devalüasyon. Yani, konjonktürel dönemlerde bu yaşanan krizlerde, o
dönemlerde şu veya bu şekilde payı olanların, o günlerde
şu veya bu şekilde bu Mecliste yer alanların, bunları,
artık, yine çoğunlukla iktidar oldukları altıncı
yılda dile getirme hakları olmamalı diye düşünüyoruz ve
yine bütçe sunumunda, bu mazeretin, aslında, borç ödeme bütçesine
ilişkin gerekçesidir.
Sayın Bakan,
bu kadar güzel biliyorsunuz ekonomiyi, Türkiyeyi bu kadar güzel
yönetiyorsunuz, memleketi düze çıkardınız, şaha
kaldırdınız, uçuşa kaldırdınız; lütfen,
şu kürsüde, Başbakan çıksın, desin ki, ben IMFye olan
borcumu şu tarihte bitireceğim, Türkiye bu tarihte borcu olmayan bir
ülke durumuna gelecek ve take off durumuna geçecek. Biz bunu bu Mecliste
istiyoruz, bunun sözünü bugün Sayın Başbakan vermelidir diye
düşünüyoruz.
Bütçe
şoklara açık. dedik. Neden? 60ıncı Hükûmet
Programında Başbakan dedi ki -altını çizdim- Bizim
ekonomimiz çok güçlüdür. Şoklara dayanıklıdır, iç ve
dış şoklara dayanıklıdır. Allah göstermesin,
tarih bize çok büyük musibetlerin var olduğunu gösteriyor. Doğal
olabilir, insani olabilir. Bunları demiyorum ama normal sürecinde Türkiye
giderken, mortgage konut kredisiyle başlayan ABDdeki bir kriz nasıl
ki İngilteredeki piyasayı, Japonyadaki piyasayı etkiliyorsa,
Türkiye de etkileniyor, buna etkilenmiyor diyemezsiniz. Uzak Doğu
piyasası hapşırdığı zaman, Türkiyede ekonominin zatürre
olabileceğinin hesabını yapmayan bir bütçe planlaması da
gerçekçi değildir.
Size bütün
bunların dışında acı, ama acı olduğu kadar
vurgulamam gereken bir gerçeği daha ifade ederek bunun tehlikesine dikkat
çekmek istiyorum. Bir ülkenin dış politikası sağlam
oturmazsa, ekonomisinin de sağlam oturmasını bekleyemezsiniz.
Yani istikrarı yakalamadığınız zaman dış
politikada, ülkenin geleceğindeki rotanızda da
sağlıklı bir yaklaşım sergileme
şansınız yoktur.
Avrupa
Birliği sürecini en iyi yürütüyorum. diyen Hükûmet, iki yıldır
aslında AB müzakere sürecini birinci vitese taktı, birinci viteste
gidiyor. Yani durmuyor yerinde ama AB müzakere sürecini isteksizce götürüyor,
birinci viteste. Mademki birinci viteste götürüyorsunuz, o zaman ekonomimize
müdahale anlamına gelen 30 bin küsur mevzuatı niye bize zorla kabul
ettiriyorsunuz? Yani, Avrupa Birliğini bir taraftan
uygulayacağım diyorsunuz, her bakanın sunuşunda "35
tane müktesep başlığının 30unu hayata geçirdik,
40ının 35ini hayata geçirdik. Açıklamalar var. Bu
açıklamaların hepsi vergi, hepsi yükümlülük, hepsi Türkiyenin
altına attığı imzalar. O zaman, kardeşim, şu
ekonomiyle beraber insan haklarını, hukuku, demokrasiyi ve bu yüce
Mecliste demokrasiyi de hayata geçirmenin azıcık gayretini
göstermeniz gerekmiyor mu?
Yani, 2
kişiden 1inin oyunu aldınız. Yani, bu Mecliste
çoğunluksunuz. Parmak sayınız da her şeye yeter. Bunu da
anladık, ama, yani, bu bütçeyi oluştururken, şu ülkede emek,
meslek, sivil toplum örgütlerinin, Türk-İşin, DİSKin,
Hak-İşin, TÜSİADın, TOBBun, İSOnun, büyük
örgütlerin temsilcilerini çağırıp, bu bütçenin
planlamasında azıcık fikir sorsaydınız demokrasiniz mi
eksilirdi? (DTP sıralarından alkışlar)
Yine, çok önemli
bir konuda bir eksikliğe dikkat çekmek istiyorum. Bütçe sadece rakamlardan
ibaret değildir. Bütçe, gerçek adaletin halk tarafından
anlaşılır dilini, bu yüce Meclisin, bu saat, bu kürsüde 73
milyon insana verip, anlatabilmesidir.
Şimdi, Orta
Doğuda yaşanan gelişmelerin ekseninde ne Türk vardır ne
Kürt vardır ne Arap vardır ne Türkmen vardır. Bunu böyle
bilesiniz. Bunun ekseninde bir tek petrol vardır, doğal gaz
vardır, enerji vardır, su kaynakları vardır. Eğer, siz
bunu bilemezsiniz, dış politikanızı da
yanlışın üzerine oturtursunuz.
Geçen sene Bush
kendi kongresinde diyor ki: Benim için enerji, güvenlik
politikasıdır. Ben de 60ıncı Hükûmete sormak istiyorum:
Sizin için enerji politikası bir güvenlik politikası mıdır,
yoksa varil üzerinde doların inip çıktığı, ara
sıra da Ceyhan petrol boru hattına aktardığımız,
yoksa bu ülkeyi kaynak coğrafyasından taşıma
coğrafyasına çevirdiğimiz enerji politikası
mıdır? Enerji Bakanlığımızın
sunuşlarına bakıyoruz, enerji politikamızda korkunç bir
sorumsuzluk esip gidiyor. Neden? Çünkü, biz elektrik enerjisi, petrol enerjisi,
doğal gaz enerjisinde kaynakları üreten bir ülke olmaktan çok
coğrafya üzerinden boru hatlarının geçtiği bir ülke olduk.
Sayın
Başbakan geçenlerde Edirne'deydi, Yunanistan'daki Başbakanla orada
bir doğal gaz boru hattının geçişi vardı. Sayın
Bakan açıkladılar, Mısır'dan da bir boru çekiyoruz
maşallah. Yakında Bakü-Ceyhan'dan bir boru çektik biliyorsunuz
Ceyhan'a. Oradan da bir boru gidiyor. Borular bu ülkenin üzerinden geçerken
sorma hakkımız ve hukukumuz vardır diye düşünüyoruz. Yüzde
48 enerjisini GAP'tan sağlayan bu ülkenin ve suyun, sulamanın yüzde
14'ünü bu GAP'tan sağlayan bu ülkenin bütçesinde niye GAP'ın bütçesi
yoktur diye sorma hak ve hukukunu muhalefet olarak kendimizde buluyoruz. (DTP
sıralarından alkışlar)
Eğer enerji
ve güvenlik politikamızı sağlıklı alamazsak,
dış politikamızda Orta Doğu'da büyük devlet olmanın
geleneğini Kürt ve Türkmen kardeş ve akrabalarımızla uzun
erimli bir politikanın sağlıklı temellerini atamazsak,
bizler ülkemizin geleceğini esenliğe kavuşturamayız. Biz
şuna inanıyoruz ki, tarihin Osmanlıdan önce birlikte
yaşamaya mahkûm ettiği akraba, kardeş ve tarihin
kardeşliğe mahkûm ettiği
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Mahkûm değil. Olmaz öyle şey.
HASİP KAPLAN
(Devamla)
Kürt, Türkmen, Türk kardeşlerimizin geleceğinde Türkiye ağabeylik
politikasını istikrarlı bir şekilde oturtmak ve
geleceğini, öfke, duygusallık ve kararsızlıklar üzerine
değil, sağlıklı temeller üzerine inşa etmek gibi bir
ihtiyaçla karşı karşıyadır. Bunu hayata geçirecek olan
bu yüce Meclistir. Bu yüce Meclisin dışında kim ki
Washingtonda, kim ki Brükselde, kim ki elçilik lobilerinde, kim ki otel
kulislerinde arayış içine giriyorsa, bu Meclisin yüce iradesine, 73
milyon insanın iradesine saygısızlık etmiş olur, bu
ülkeye haksızlık etmiş olur, bu ülkenin iradesine, onuruna
müdahale etmiş olur diye düşünüyoruz.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Mahkûm kelimesini düzeltsen
HASİP KAPLAN
(Devamla) Değerli milletvekilleri, biraz da bütçenin en önemli
açığı üzerinde konuşmak istiyorum. Tanınan süre içinde
gerçekten çok daha fazla konuşma olanağım yok.
BAŞKAN Üç
buçuk dakika kaldı Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN
(Devamla) Ancak, son derece önemli bir konu. Bu bütçenin en önemli
açığı, kara deliği sosyal güvenliktir diyoruz, yani SSK,
Bağ-Kur, Emekli Sandığı, çiftçilerimiz, köylülerimiz,
emeklilerimizin aldığı sosyal güvenlik maaşı, devletin
sosyal devlet olmanın gereği olarak yaptığı
sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri budur diyoruz.
Şimdi,
sosyal devlet olmanın tabii ki bir yükü var. Eğer vatandaştan
vergi alıyorsanız, vatandaştan aldığınız
vergiyle ona da hizmet edeceksiniz. Bunun gerçeği budur. Bu bütçe
görüşmelerinde, bu kara deliği kapamak için Sosyal Güvenlik Reformu
Yasasının hemen Meclise sevk edildiğini; ki, Ocak 2008
itibarıyla ele alınacağı ifade edildi. Yani, öyle bir
emeklilik yasası getiriliyor ki, IMF ve Dünya Bankası öyle bir
dayatmış ki, 2025 yılına kadar emekline mezarda emeklilik
diyorsun. Mezarda emekliliği dayatıyorsunuz. Çalışan
emeklinin tekrar çalışmasında maaşını
kesiyorsunuz. Sağlıkta parası olana hizmet diyorsunuz,
katkı payına ilaveten ilave ücret, bıçak parası, vesair
adlar altında yeni yükümlülükler getiriyorsunuz vatandaşa.
Tabii ki
işçiye, memura, fakire kredi vermeyen IMF, tabii ki Dünya Bankası,
tabii ki işçiyi ve memuru değil, o kredi verdiği sermaye
kesimlerini ve devletin hatırı sayılır kesimlerini dikkate
aldığı için, diyor ki, emekçinin, işçinin, memurun
canını sıkın, hem onlara ölümde emekliliği dayatın,
mezarda emekliliği dayatın hem sağlıkta özel sektörün
yolunu açın, sağlıkta hizmetleri kısın; hem de diyor
ki, tüketim vergilerini, ÖTVleri, KDVleri, dolaylı vergileri
arttırın, arttırın, bu halktan, onlardan alın, bu
bütçenin de kara deliğini, hem alırken zalim olun hem verirken adil
olmayın, alın diyor; bütçenizi sermayeden yana, zenginden yana
yapın. Peki, o zaman işçinin, köylünün, memurun, esnafın, bu
ülkenin kaderi ne olacak? Bu ülkenin geleceği, bu ülkenin insanları,
bu ülkenin çocukları buna mahkûm edilmekle, IMF ve Dünya Bankasının
2025 planlamasına dahil edilmekle, bu haksız uygulama
karşısında kim emekçiyi savunacak? Kim halkı savunacak? Kim
ezilenleri savunacak? Kim esnafı savunacak? Kim taksiciyi savunacak? Kim
bakkalı savunacak? Bunlar bu ülkede sahipsiz değil. İşte
Türk-İş, işte DİSK, işte Tabipler Birliği,
işte emekçi sendikaları, işte emek örgütlerimiz, meslek
örgütlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, bunu dinlemeyen Hükûmete, bu bütçeyi
dayatan Hükûmete, 12 Aralıkta meydanlara çıkarak Meclis içindeki
muhalefetle Meclis dışı muhalefeti birleştirerek Biz varız.
diyecek, saltanatın siyasasına, çoğunluğun diktasına
karşı bu halk, zirveye çıkan AKPyi artık yuvarlayacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kaplan
HASİP KAPLAN
(Devamla) - Onu size buradan hatırlatma gereğini duyuyorum,
hatırlatıyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.
FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) Hayal, hayal
Uçmuşsun sen, uçmuşsun! Hayal âlemindesin.
Kendine gel.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Vallahi ben ne hayalciyim
Sizler gerisiniz.
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
Sayın
milletvekilleri, söz sırası
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Rüyanızda gördünüz galiba!
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Vallahi halk gösterecek size, çok yakındır,
merak etmeyin.
BAŞKAN
Arkadaşlar, lütfen
HASİP KAPLAN
(Şırnak) - Zirveden sonrası yuvarlanmaktır. Austin
kamyonunun patlak tekeri gibi yuvarlanacaksınız. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Kaplan, teşekkür ediyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Genel Başkan ve Grup Başkanı Antalya Milletvekili Sayın
Deniz Baykalda.
Buyurun efendim.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın
Baykal, süreniz altmış dakikadır efendim.
CHP GRUBU ADINA
DENİZ BAYKAL (Antalya) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi içten saygılarla selamlıyorum.
Bu bütçe
görüşmeleri, altıncı yıla girmekte olduğumuz yeni bir
ekonomik döneme, gerideki beş yıl boyunca yön vermiş olan bir
ekonomi anlayışının, bir siyaset
anlayışının Türkiyeyi getirdiği noktanın bir
muhasebesini yapma fırsatını bize veriyor. Türkiye nereye
doğru gidiyor, önümüzde ne gibi sorunlar gelişiyor, geleceğin
bizim karşımıza çıkaracağı sorunlarla ilgili
olarak temel anlayışımız ne olmalıdır
konularını, sorunlarını bir irdeleme, bir
değerlendirme fırsatını veriyor.
Türkiyenin böyle
bir gözden geçirmeye, bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu
açıktır. Ekonomi politikamızın bizi getirdiği bu
noktada, gerçekten, bir ciddi değerlendirme, bir durumu gözden geçirme
ihtiyacı vardır.
Değerli
arkadaşlarım, 2002 yılından itibaren, Türkiye, esas
itibarıyla, 2000 ve 2001 yılındaki krize dönük olarak
oluşturulan politika demetini kararlılıkla uygulayarak geldi.
Geride bıraktığımız dönemde, Türkiye, o kriz döneminde
şekillendirilen maliye politikasıyla yürüdü. Bu maliye politikası
başlangıçta güzel sonuçlar da verdi, ekonomi politikası.
Enflasyon yüzde 70lerden yüzde 29a düştü. 2002 yılında iktidar
değişikliğinden önce yarı yarıya enflasyon düştü
ve düşme eğilimi ortaya çıktı. Ekonomik büyüme çok
çarpıcı bir düzeyde kendisini gösterdi ve Türkiye, istikrar içinde,
enflasyonu denetleyerek ekonomik büyümesini gerçekleştirebilecek bir ülke
izlenimini, görüntüsünü, umudunu vermeye başladı. Bu politika, o
zamandan bu yana beş yıldır kararlılıkla
uygulanmıştır. Şimdi altıncı yılın
içine giriyoruz, ama, artık, o reçetenin, o politikanın Türkiyede
aynı sonuçları vermediği, yeni yeni sorunların üretilmesine
neden olduğu, inkâr edilemez bir gerçek hâlinde ortaya
çıkmıştır. Bugün geldiğimiz noktada izlenen politika
aynı politikadır, ama, ortaya çıkan sonuç tamamen farklı
olmaya başlamıştır. Ne gibi sonuçlar ortaya
çıkmıştır?
Değerli
arkadaşlarım, önce, bu dönemde kendisini gösteren ve artık
kökleşmeye başlayan temel trendlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir
defa şu açıkça görülmüştür ki, ekonomi, artık, giderek daha
az hızla büyür hâle gelmeye başlamıştır. Ekonomik
büyümenin temposu, 2004ten bu yana anlamlı, ciddi biçimde düşmeye
başlamıştır.Bu, görmezlikten gelinemeyecek bir temel
olaydır, çünkü, ekonomi politikasının amacı büyümedir. Hele
Türkiye gibi bir ülke, nüfusu hızla artan bir ülke, ancak ekonomik
büyümeyi istikrarlı bir biçimde sürdürebilirse, mali
istikrarını, siyasi istikrarını, sosyal
istikrarını sağlama şansına sahiptir. Bizim için
büyüme olağanüstü önemlidir. Gelişmiş Batı ülkeleri büyüme
temposunu çok düşük sürdürebilirler, hatta bazı dönemlerde büyümeden
de durumu idare edebilirler, ama Türkiye, işsizliğin
yaşandığı, yoksulluğun fevkalade yaygın olduğu
Türkiye, ekonomik büyümeyi belli bir düzeyin üzerinde sürdürmek zorundadır.
Şimdi,
Türkiye başlangıçta, 2004te 9,9la başladı ekonomik
büyümeye. Sevindirici bir düzey. 2005te yüzde 7,6ya indi, bir hafif iniş
kendisini gösterdi. 2006da yüzde 6ya indi, 2007de yüzde 5. Bu, anlamlı
ve dikkate alınması gereken bir trendin, büyüme hızında,
kalkınma hızında yavaşlamanın bir ciddi olay hâline
dönüşmekte olduğunu bize göstermektedir.
Değerli
arkadaşlarım, bu geldiğimiz yılda yüzde 5 bir büyüme
öngörüyoruz. Yıllar itibarıyla bu büyüme hızındaki
düşmeyi gördüğümüz gibi, bir yılın, özellikle 2007
yılının başlangıcı ile sonu arasındaki üç
aylık dönemlere baktığımız zaman da bir büyüme
kırılmasının kalıcı bir biçimde şekillenmekte
olduğunu görüyoruz. Bu, birinci olay. Büyüme hızı Türkiyede
düşüyor. Buna bir çare lazım, bu böyle gitmez, hele bunun
altına... Yüzde 5 bizim mutlaka artırmamız gereken bir düzeydir,
yeterli sayamayacağımız bir düzeydir. Bunu önemli bir tespit
olarak kamuoyumuzun dikkatine sunuyorum.
İkinci temel
olay, özellikle bu yıl kendisini gösteren olay, bütçemizin her an
açık vermeye hazır bir yapı içinde olduğu, siyasi
dalgalanmaların, mesela seçim olasılığının derhal
Türkiyedeki bütçe dengelerini allak bullak edebileceği, 2007
yılının yaşanan gerçeğiyle ortaya
çıkmıştır. 2006 yılında 4 milyar açık veren
bütçe, 2007 yılında, artık, netleşmiş de değil
ama, 16-17 milyar, 4 misli bir açık verme durumundadır. Bir
yılda bütçenin açığı 4 milyardan 16 milyara, 4 katına
fırlamıştır. Tabii, bu fırlamanın altında
çok şey yatıyor. Yani, seçime yönelik olarak Türkiyede izlenen
ekonomi politikasının nasıl gözden çıkarılabilir
olduğu, nasıl siyasi hesaplarla bu konuda birtakım tertiplerin
yapıldığı bu rakam vesilesiyle de açık bir biçimde
ortaya çıkmaktadır. Bütçe açık vermiştir. Bu
yılın maliye politikasını savunmak, sahiplenmek mümkün
değildir. Açık veren bir bütçe gerçeğiyle bizi karşı
karşıya bırakmıştır.
Üçüncü bir temel
özellik -ki bu, yapısal bir özellik hâline dönüşmüştür-
yıllardan beri, 2002den bu yana izlenen ekonomi politikası
Türkiyeyi çok büyük açıklarla karşı karşıya
bırakmıştır. Dış ticaret açığı,
çok kabul edilemez bir ölçekte ortaya çıkmıştır ve bu
dış ticaret açığı Türkiyenin turizm gelirleri,
işçi dövizi gelirleri, müteahhitlik hizmetleri gelirleri, gemicilik
hizmetleri gelirleri vesaire sonucunda, nihayet cari açığa
indirgenmiştir, indirgenen cari açık da Türkiye bakımından
alarm verici bir düzeyde ortaya çıkmıştır. Cari
açığımız, 2007 yılında, öyle anlaşılıyor
ki, 36 milyar doların üzerinde olacaktır. Bu 36 milyar doları
anlamlandırmak için, bu iktidara Türkiye teslim edildiği zaman
Türkiyenin cari açığının sadece 1,5 milyar dolar
olduğunu hatırlatmak herhâlde yeterli olacaktır. 1,5 milyar
dolarlık cari açıkla başlanmıştır, bugün, 36
milyar dolar bir cari açık düzeyine çıkılmıştır.
Bu sürdürülebilir bir düzey değildir. Yıllar itibarıyla da
düzenli olarak bu daima artmıştır ve önümüzdeki dönemde de artma
temposunun devam edeceği görülmektedir. Bunun altında dış
ticaret açığı yatmaktadır. Türkiye, bir ihracat
propagandasının etkisi altında, sorunlarını göremez
hâle sürüklenmektedir. Aslında Türkiyenin yaşadığı
bir büyük ithalat patlamasıdır. Türkiye, ihracatını ancak
ithalata bağımlı olarak yapabilir hâldedir. Türkiyenin ihracat
yapmak için mutlaka çok yüksek düzeyde bir ithalatı gerçekleştirmek
zorunluluğu vardır ve bugün, ithalat, bir büyük patlama, Türkiye
ekonomisinin kabul edebileceği düzeyin çok üzerinde bir patlama
noktasına gelmiştir. Bu yıl sadece, Türkiye'nin dış
ticaret açığı 65 milyar dolar olacaktır. 65 milyar
dolarlık bir dış ticaret açığı fevkalade
önemlidir.
Değerli
arkadaşlarım, bu 65 milyar dolarlık dış ticaret
açığı nihayet 36 milyar dolarlık bir cari açığa
indirgeniyor. Bu 36 milyar dolarlık cari açığı
anlamlandırmak için, 2007 yılında Türkiye'nin gayrisafi millî
hasıla artışının bunun altında
kaldığına dikkatinizi çekmek isterim. Yani, Türkiye, bir
yılda verdiği cari açık kadar gayrisafi millî
hasılasını büyütebilmiş değildir. Yıllık
gayrisafi millî hasıla büyümesinden daha yüksek bir cari açık verme
durumundadır. Bu ne demektir? Türkiye, 1 dolar zenginleşmek için 1
dolardan daha fazla cari açık vermek zorunda bir ülke hâline
dönüşmüştür. Bu bir tuzaktır. Türkiye ekonomisi bu
tuzağın içine girmiştir. Büyümek için ithalat yapmak
zorundasınız, ithalat yaptıkça cari açığınız
artıyor, artık o kadar artıyor ki, sizin büyümeniz o cari
açığı karşılayamaz hâle geliyor.
Yoksullaştıran bir büyüme, yoksullaştıran bir dış
ticaret düzeni, yoksullaştıran bir ithalat patlamasına Türkiye
sürükleniyor.
Değerli
arkadaşlarım, bu ithalat deyip geçmeyin, ithalatın
arkasında Türkiye'nin ekonomik potansiyeli yatıyor. Tehdit edilen
Türkiye'nin üretim gücüdür. Tehdit edilen Türkiye'nin sanayisidir. Tehdit
edilen Türkiye'de iş bulamayan, işsiz kalan insanlardır.
Türkiye'ye gelen her geminin getirdiği ithalat, yüzlerce
insanımızın işsiz kalmasına yol açmaktadır.
Türkiye'de,
artık, 100 milyar dolar düzeyinde ara malı ithalatı
yapılıyor. Yani, Türkiye ithalatının 100 milyar dolar
kadarı ara malı ithalatıdır.
Nedir ara
malı ithalatı? Türkiye'de KOBİlerin, organize sanayi
merkezlerinde sanayicilerimizin kendi çabalarıyla üretebilecekleri
ürünlerdir. O ürünler, şimdi, izlenen kur politikasının sonucu
olarak ithalatla daha kârlı hâle getirilmiştir, Türkiyede üretim
cezalandırılmıştır, sanayici
cezalandırılmıştır, sanayiciyle birlikte Türkiyedeki
işçi de cezalandırılmıştır. Bu bir
kısır döngüdür. Bu kısır döngüden mutlaka çıkmak
zorunluluğu vardır.
Değerli
arkadaşlarım, bütün bu politikaların arkasında bir kur
politikası yatıyor. Türkiye öyle bir kur politikası izliyor ki,
kendi kendisine Türkiyeyi pahalılaştırıyor, yabancı
ülkeleri ucuzlaştırıyor; Türkiyeyi gerekenin ötesinde
pahalılaştırıyor, dışarıyı gerekenin
ötesinde ucuzlaştırıyor. Bunun sonucu nedir? Bunun sonucu,
Türkiyede sağlanabilecek olan üretim dışarıdan ithal
ediliyor. Biz, artık üretime değil ithalata yönelik, ithalata
şartlanmış bir ekonomi hâline dönüşüyoruz. Ne varsa
dışarıdan alıyoruz ve aldığımız her
ürünle içerideki üretimi darbeliyoruz, sıkıntıya sokuyoruz.
Nasıl dönüyor bu çark? Neyle dönüyor, bizim kendi alın terimizle hak
ettiğimiz kazancımızla, tasarrufumuzla, birikimimizle, öz
dövizimizle mi? Hayır. Neyle dönüyor? Sıcak parayla dönüyor,
borçlanmayla dönüyor, sıcak parayla dönüyor. Türkiye bir sıcak para
cenneti olmuştur.
Değerli
arkadaşlarım, 100 milyar doların üzerinde Türkiyede sıcak
para vardır. Türkiye büyük borç almaktadır. Bir yandan o
borçlarını ödeme çabası içindedir. Varını yoğunu,
birikimini borç ödemeye, faize Türkiye ayırmıştır. Ama, öte
yandan da borçlanmaya devam etmektedir ve sıcak para kullanmaktadır.
Sıcak para dünyanın en yüksek reel faiziyle Türkiyede oturuyor.
Türkiyeye gelen sıcak para dünyanın en yüksek reel faizini Türk
ekonomisinden alıyor. Türkiye o faizi kimin sırtından ödüyor?
Kim ödüyor o büyük faizi o insanlara? Bu hâle gelmiş olan bir ekonominin
bir üretim ekonomisi olduğundan söz etmek imkânı var mı? Bu, bir
rant ekonomisidir, haram kazanç ekonomisidir, faiz ekonomisidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Ve Türkiye böyle bir
yapının içine gelip oturmuştur.
Değerli
arkadaşlarım, bunun
doğru, sağlıklı, emeğe, alın terine,
üretime, çabaya ödül veren, onu teşvik eden bir ekonomi politikası
olduğunu söylemek hiçbir şekilde mümkün değildir ve bunun sonucu
olarak Türkiye, dünyanın en yüksek reel faizini veren ülke hâline
gelmiştir. Bugün yüzde 11-12 bandında, enflasyonun
gerçekleşmesine bağlı olarak reel faiz şekillenmektedir.
Çok yüksek. Kabul edilemez. Yakıcı. Kanıyor, Türk ekonomisi
kanıyor. Reel faizle kanıyor. Bu kadar büyük borç, bu kadar çok
sıcak para, bu kadar büyük açık ve bu kadar büyük reel faiz; bu, Türk
ekonomisini perişan etmenin reçetesidir ve bu reçete uygulanıyor ve
bunun altında da o haksız, gerçekçi olmayan kur politikası
yatıyor. Türkiye pahalı, dışarısı ucuz. O nedenle
Türkiyede üretime gerek yok, dışarıdan ithalat kârlı bir
faaliyet hâline geliyor.
Peki, bütün
bunları biz niçin taşıyoruz? Bu kadar bedeli niçin ödüyoruz?
Enflasyonu indirmek için, mali istikrarı güvence altına almak için,
enflasyon canavarını yenmek için bunu yapıyoruz, yıllardan
beri yapıyoruz, yaptık. Nedir şimdi geldiğimiz noktadaki
tablo? Başarıya ulaştık mı? Demin söyledim,
başlangıçta ortaya konulan reçete kısa bir süre, bir
yıllık uygulamayla yüzde 70lik enflasyonu yüzde 29 düzeyine
indirmeyi başardı. Şimdi, yüzde 29dan aldık 2002de,
2007deyiz, kaç şimdi? Türkiyede enflasyon 2004 düzeyinde olmaya devam
ediyor değerli arkadaşlarım. 2004e kadar enflasyon yüzde 10lar
düzeyine inmiştir. 2004ten bu yana 2004, 2005, 2006, 2007, dört
yıldır enflasyon yüzde 9-10 bandında, 9,5 bandında devam
etmektedir. İnmiyor. Neye rağmen inmiyor? Demin
anlattıklarıma rağmen inmiyor. Türkiyede kamu
yatırımlarından vazgeçmişsiniz, sosyal devleti
unutmuşsunuz, çalışan kesimlere daha iyi bir yaşam
olanağı sağlamaktan vazgeçmişsiniz, emekliyi bir yana
bırakmışsınız, toplu sözleşmeleri
caydırıcı bir biçimde uygulamaya devam ediyorsunuz. Sonuç ne?
Enflasyon indi mi? Enflasyon 2004 düzeyinde olmaya devam ediyor; 2004te 9,3tü
değerli arkadaşlarım, 2005te 7,72 oldu, 2006da 9,65 oldu,
tekrar 2004 düzeyine çıktı. 2007de şimdi tekrar yüzde 9
düzeyinde olacağı anlaşılıyor. Şu anda 8,4
Kasım itibarıyla ilan edildi. Aralık var önümüzde.
Aralıkta da o açık veren bütçe uygulamasının doğal
sonucu olarak enflasyon hızlanacaktır, geçen yılın 0,20lik
düzeyinin üzerine çıkacaktır. Aradaki fark, bu 8,4ün üzerine
binecektir; gene 9 civarında bir rakamla karşı karşıya
kalacağız.
Ne oldu? 2004,
2005
Dört yılda Türkiye'de sanayi tahrip oldu. Gidin, bakın organize
sanayi merkezlerine, ne hâlde insanlar. Türkiye'de işsizlik çok ciddi bir
sorun hâline geldi. Enflasyon gene tınmadan devam ediyor ve Türkiye'de
işsizlik, bütün bunların sonucu olarak en temel konu, en
ağır konu. Bin bir türlü atraksiyon yapıyorlar, artık masa
başında, yeni yeni yöntemler
Efendim, iş gücüne
katılım oranı OECDde yüzde 70, yani işsizliği yüzde
70in çalışması gereğini esas alarak ölçüyorsunuz orada,
OECD ülkelerinde, otuz küsur ülkede, Türkiye'de iş gücüne
katılım oranını yüzde 48e indiriyorsunuz; yani, gerisinin
çalışmasına gerek yok, gerileri zaten çalışma
durumunda olmayan insanlar ve bunu giderek düşürüyorsunuz, kendi
döneminizde düşürüyorsunuz, düşürdükçe, işsizlik
rakamını daha sunulabilir bir noktada tutmaya
çalışıyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, bu atraksiyonlarla hayat değişmez. İnsanlar
Türkiye'de, 10 milyona yakın insan iş arıyor ve iş
bulamıyor. İşsizlik en temel sorunumuz olmaya devam ediyor,
çünkü işsizlik ancak yatırımı, üretimi teşvik eden bir
ekonomi ortamında ortadan kaldırılabilir. İzlenen politika
ne yazık ki bu değil. Siz, ithalatla Türk ekonomisinin
çarklarını döndürmeye çalışıyorsunuz.
İthalatı da borçlandığınız dövizle, sıcak
para olarak gelmiş olan dövizle döndürmeye çalışıyorsunuz.
Bu da insanları işsiz bırakıyor, kazançsız ve gelirsiz
bırakıyor. Bu bir kısır döngüdür. Bunun sonucu Türkiye'de
çok ciddi bir yoksullaşma sorunu vardır. Hiçbir şekilde inkâr
edilemez bir yoksullaşma sorunu vardır. Türkiyede, resmî rakamlarla,
yoksul sayısı 29 milyonun üzerindedir, Türkiyede 1 milyon insan gece
yatağına aç girmektedir -resmî rakamlar, Devlet İstatistik
Enstitüsünün rakamları- ve bu rakamlarla, Türkiye, çok ciddi bir yoksulluk
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Değerli
arkadaşlarım, bu izlenen politikanın sonuçları
işsizliktir, yoksulluktur, üretim ekonomisinden rant ekonomisine Türkiyenin
dönüştürülmesidir. Türkiye, çok köklü bir yapısal değişimin
içindedir. Bir rant ekonomisine doğru Türkiye dönüştürülmektedir ve
bu izlenen politikanın doğal sonucu olarak Türkiyede ekonomi el
değiştirmektedir, el değiştirmektedir. Borsanın yüzde
70i yabancıların kontrolündedir, bankaların yüzde 43ü
yabancıların elindedir, sigortacılık sektörünün üçte 2si
yabancıların elindedir. Çok sağlıksız bir
gelişme, doğal bir gelişme değil. Elbette rekabet olacak,
elbette dünyaya açılacağız, ama, hep bizim üstümüzden mi dünyaya
açılacaklar? Paylaşılan, Türkiyenin pazarıdır, 70
milyonluk pazarıdır, Türkiyenin birikimleridir.
Türkiyede
ekonomi çok ciddi bir şekilde bir
el değiştirme sürecinin içine yerleştirilmiştir ve bunun
sonucu olarak da Türkiyede vatandaşın borçluluğu
olağanüstü yüksek bir düzeyde ortaya çıkmıştır.
Türkiyede vatandaş, gerçek bir borç baskısı altına
girmiştir. 2002 yılında Türkiyedeki vatandaşların
toplam borç düzeyi 6,3 milyar idi, şimdi, 83 milyar düzeyine, kredi
kartı borçları, bankadan aldıkları tüketim borçları,
hepsi, 83 milyar düzeyine çıkmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, ne yapmak gerekir? Çok açık. Türkiye, bu kur
politikasını değiştirmelidir. Bu kur politikası
Türkiyeyi kalkındırmaz. Bu kur politikası,
yabancıların Türkiye üzerinden daha çok servet kazanmasına, daha
çok zenginlik kazanmasına yardımcı olur. Bu kur politikası,
Türkiyede, ekonominin yapısını değiştirir, bu ekonomi
politikasını yabancıların yararına işletir.
Halkı, insanlarımızı ve ekonomiyi, Türkiye'nin yararlarına
çalışır noktada bu kur politikasıyla idame ettirmek mümkün
değildir, bunun mutlaka değiştirilmesi lazımdır ve
Türkiye'nin derhâl yeni bir sanayileşme politikasına girmesi
lazımdır, kalkınma politikasına girmesi lazımdır,
yatırım politikasına girmesi lazımdır.
Bakınız, ne kadar her şey birbiriyle bütünleşiyor; bir
yandan bu kur politikası götürülüp onun bu tahribatı ortaya
çıkarken, bu bütçe bir kez daha bize gösteriyor ki, tarihimizin, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en düşük kamu yatırımı yapan bütçesi,
işte bu bütçedir. Kamu yatırımı kaygısını
ortadan kaldırmış bir bütçedir. Kamu yatırımından
vazgeçmiş bir bütçedir. Bu, Türkiye'nin büyük varlık stokunun tahrip
olması, erozyona uğraması demektir; onun bakımını
dahi yapmak mümkün değildir, bu yatırım düzeyiyle. Ve derhâl
Türkiye yeni bir sanayileşme politikası içine girmeli, hedeflerini
koymalı, yeni kur politikasıyla Türkiyede bir kalkınma, bir
üretim ortamı, kültürü mutlaka yaratılmalıdır.
Değerli
arkadaşlarım, kamu yatırımları fevkalade önemlidir. Bu
çerçevede en önemli yatırımımız GAPtır. GAP,
Türkiye'nin bir tarımsal kalkınma projesidir, bir enerji projesidir,
bir sosyal değişim projesidir ve bir barış projesidir. Bu
kadar çok önemi olan bir projenin bu kadar sistematik bir biçimde ihmal
edilmiş olmasını anlamak, izah etmek mümkün değildir. (CHP
sıralarından alkışlar) Geride
bıraktığımız dönemde, ne yazık ki, AKP Hükûmeti
GAPı yok saymıştır, rafa kaldırmıştır,
buzdolabına koymuştur. Hatta, hatırlayacaksınız, GAP
İdaresini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler
yapılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleriyle
AKPnin bölge milletvekilleri el ele vererek bu talihsiz girişimi güçlükle
önlemişlerdir. Bunun arkasında nasıl bir zihniyet yatıyor?
Değerli
arkadaşlarım, GAPın enerjiyle ilgili projeleri hemen hemen
büyük ölçüde tamamlanmıştır. Hâlâ yapılması gereken
işler var, ama yüzde 85i yapılmıştır. Fakat,
sulamayla ilgili projeleri tamamen unutulmuştur, yüzde 14-15 düzeyindedir.
GAPın Türkiyede 1 milyon 800 bin hektarlık bir alan sulama
imkânına sahip olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunun sadece
260 bin hektarı şu anda sulanmıştır. 1,5 milyon
hektarlık, Türkiyede, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde, Mezopotamya
Ovasında fevkalade verimli bir tarım üretimi elde etmeye
elverişli bir tablo vardır ve orada, biz 1,5 milyon hektar araziyi
sulayacak suyu barajda toplamışızdır ama onu tarlaya
götürmek için gerekli mütevazı yatırımları bir türlü
yapamamışızdır. İsrail, 200 bin hektarlık bir
alanda yaptığı tarımla fevkalade çarpıcı sonuçlar
alıyor, çok çağdaş, teknolojik yöntemlerle sulamalar
gerçekleştirerek 200 bin hektarda muazzam bir kazanç elde ediyor. Biz 1,5
milyon hektarı boynu bükük bir şekilde
bırakmışız. Orada birkaç tane Çukurova yatmaktadır.
Bunu değerlendirmemek yazıktır, günahtır. Buna bir an önce
girme ihtiyacı vardır.
Değerli
arkadaşlarım, bunu izah etmek mümkün değil. Elbette
anlıyorum, büyük devletler bize Ya tarımla
uğraşmayın, tarımla uğraşmayın; nohudunuzu
biz verelim, mısırınızı Amerikadan biz gönderelim,
pamuğunuzu Yunanistandan alın, siz bu işlerle
uğraşmayın. diyorlar. Onlar tarımsal atılım
yapacaklar, biz onların tarımsal üretimini tüketeceğiz ama bizim
GAP bölgemiz, orada yaşayan milyonlarca insan işsizlikten
kırılacak, yoksulluktan kırılacak; barajı
yapacağım, suyu toplayacağım ama onu o tarlaya götürmeme
engel olacaklar ve buna da bu Hükûmet seyirci kalacak. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunu anlamak mümkün değildir.
Bu GAP işi
çok önemli bir olaydır değerli arkadaşlarım; bu, işin
özüdür, temelidir. Herkesin kulağına küpe olsun. Türkiye, Büyük Orta
Doğu Projesiyle, BOPla değil GAPla kalkınır, Güney
Anadolu Projesiyle kalkınır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Ve bizim yeni bir
teşvik politikası içine girmemiz lazımdır, teşvik
politikasını köklü biçimde değiştirmek durumundayız.
Elimizdeki veriler, izlenen teşvik politikasının hiçbir olumlu
sonuç yaratmadığını, çok sınırlı birkaç yer
hariç, ülkenin genelinde arzu ettiğimiz sonucu ortaya koymaya
yetmediğini bize göstermiştir. Bunu mutlaka değiştirmemiz
lazımdır, bu mümkündür, bunu yapabileceğimize inanıyorum.
Sektör bazında bir yeni teşvik politikasına, ortaya
koyacağımız kalkınma ve sanayileşme politikasıyla
uyumlu bir teşvik politikasına Türkiye'nin şiddetle
ihtiyacı vardır.
Değerli
arkadaşlarım, gene, bizim, bu teşvik politikası
Şunu
da hemen söyleyeyim: Verilen teşviklerin ancak binde, on binde ölçülecek
düzeyde olan bir kısmı bu teşvike en çok ihtiyaç duyan bölgeye,
Doğu ve Güneydoğu Anadoluya gitmiştir. Doğu ve Güneydoğu
Anadolunun tümüne, bütün bölgeye verilen teşvikler, sadece Bursaya
verilen teşviklerin altındadır.
Değerli
arkadaşlarım, bu kabul edilemez, bunu değiştirmek
lazımdır. Teşvik politikasına yeni bir gözle mutlaka bakmak
lazımdır ve bizim kalkınma politikasına, bunun yeni bir
anlayışla ele alınması gerektiğine,
aklımızı yatırmamız lazımdır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'de bir yandan ekonomi politikası bir
yoksullaşmayı, işsizliği, borçlanmayı, sıcak
paraya tutsak olma sonucunu doğuruyor, Türkiye'nin kendi ekonomisi
üzerindeki denetim şansı kalkıyor, faizleri siz
belirleyemiyorsunuz, kuru siz belirleyemiyorsunuz; öte yandan, Türkiye'de
izlenen ekonomi politikası bir büyük yolsuzluk tablosuyla el ele, iç içe
gerçekleştiriliyor.
Değerli
arkadaşlarım, izlenen politikanın sosyal bir boyutu elbette yok.
Emeklilere ve memurlara yüzde 2 artı yüzde 2 bir zam öngörülüyor. Memura
yüzde 3-4lük bir zam verilmesi, enflasyon karşısında, ancak
düşünülebiliyor. Buna karşılık emeklilerin ve memurun,
işçinin
Gerçek enflasyon yüzde 15-16 düzeyinde gerçekleşiyor. Bu
tablo karşısında, bu kesimlere yönelik bir iyileştirici
adımı bir türlü atmak mümkün olmuyor. Bütçe Komisyonunda
arkadaşlarımız önerge verdiler, memur ve emeklilere iki
maaş ikramiye verilmesini istediler, ancak, ne yazık ki, bu
önergemizi iktidara kabul ettiremedik.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiyede geldiğimiz noktada hepimizi
rahatsız eden bir yolsuzluk manzarasıyla karşı
karşıyayız. Yolsuzluk nitelik değiştirmiştir,
yaygınlaşmıştır ve kökleşmiştir. Artık
bunun ansiklopedik bir anlam kazanmaya başladığını
görüyoruz. Bazı kelimeler derhâl yolsuzluk
çağrıştırır hâle gelmeye
başlamıştır. Yani hortumu kestik diyor iktidar ama öyle
anlaşılıyor ki hortum bir yerden alınmış, ama bir
başka yere, kendi yandaşlarına doğru
akıtılmış ve bağlanmıştır.
Türkiyede
TÜPRAŞ satışıyla başlayan çok büyük düzeyde, ondan
önceki özelleştirmelerde başlayan ama bırakıyorum-
unutulmayacak büyük bir yolsuzluk olayı, TÜPRAŞın
14,76lık hissesinin, göz göre göre, bir gece yarısı
yapılan özel temaslarla Offere satılmasıyla ortaya
çıkmıştır. 750 milyon dolarlık bir yolsuzluk söz
konusudur ve bu, mahkeme kararıyla netleşmiştir. Tek
taraflı bir siyasi suçlama değildir, mahkeme kararı, 750 milyon
dolarlık bir haksız kazancın bu uygulamayla transfer
edildiğini tespit etmiştir ve bunu geri almaya yönelik hiçbir ciddi,
etkin çaba da yapılmamıştır.
Değerli
arkadaşlarım, Enerji Bakanlığı yolsuzluklarla içli
dışlı bir Bakanlık hâline gelmiştir. Enerji
Bakanlığı artık yolsuzluk deyince akla gelen bir temel
Bakanlık hâline dönüşmüştür. Yani, jandarmanın
operasyonları sonucunda bir Beyaz Enerji olayı ortaya
çıkmıştı ve öyle bir manzaraydı ki; müteahhitler bir
tarafta, aracılar bir tarafta, bürokratlar bir tarafta, siyasetçiler bir
tarafta, hepsi içli dışlı bir manzara içinde; partinin,
iktidarın üst yöneticilerinin de karıştığı,
gerçekten üzüntü verici bir tablo bu Beyaz Enerji olayıyla ortaya
çıkmıştı. Ama olay ondan ibaret değil tabii,
arkasından çok ciddi bir şekilde başka yolsuzluklar kendisini
gösterdi. Hatırlayacaksınız, önce Mavi Akım yolsuzluğu
Beyaz Enerjiye paralel bir şekilde kendisini gösterdi. Beyaz Enerjide
kaç kişi tutuklu şu anda, kaç kişi mahkûm oldu bilen yok. Olay
patladı, büyük heyecan yaratıldı ve kontrol altına
alındı, geçiştirildi. Hükûmet ve Enerji Bakanı, Beyaz
Enerji gibi büyük bir yolsuzluğu üzerine almadan seyretmiştir,
kılını bile kıpırdatmamıştır ve kimse
de ondan hesap sormamıştır. Çok doğal
karşılanmıştır. Hükûmetin atadığı üst
düzey yöneticileri ve AKPli milletvekillerinin adının
karıştığı bu büyük yolsuzlukta Enerji Bakanının
sorumluluğu olmadığı varsayılmıştır.
Beyaz Enerji
yolsuzluğunun hesabı görülmeden, aynı Bakanlıkta Mavi
Akım yolsuzluğu ortaya çıkmış, yine, Enerji
Bakanlığı üst düzey bürokratları ve bazı müteahhitler
gözaltına alınmıştır. Beyaz Enerji yolsuzluğunda
tutuklanan aracılar bu yolsuzlukta da ortaya
çıkmıştır. Devam ediyorlar, onların işi o.
Yakalanacak, sıyırabilecek ve devam edecek. Bu, hepsi, AKP döneminde
Enerji Bakanının önerisiyle atanmış üst düzey
bürokratları görev başındayken yaşanan manzaradır.
Değerli
arkadaşlarım, böyle bir tablo olabilir mi? Böyle bir tabloyu bir
hukuk devletiyle, dürüst bir kamu yönetimi anlayışıyla
bağdaştırmak, izah etmek mümkün mü? Yani, Petkim gibi ekonominin
göz bebeği bir kamu iktisadi kuruluşunun özelleştirme ihalesinde
hakkında ihalelere katılmama hükmü verilmiş olan kişilerin
de katıldığı artık sıradan bir gazete haberi
hâlinde ortaya çıkmış ve bu manzara perişan bir
şekilde kendisini göstermiştir.
Ali Dibo
olayı bir başka çerçevede kendisini gösteriyor ve Türkiyede
artık bu işlerle ilgilenen maliye müfettişleri suçlu ilan
ediliyor, takip ediliyor, cezalandırılıyor, sürgüne gönderiliyor
ve çete, yani iş adamı, siyasetçi ve bürokrat çetesi göreve devam
ediyor.
Bakın, bu
çerçeve içinde yeni bir gelişme ortaya çıktı, ama gene
ilgililerden sadra şifa durumu açıklayacak bir değerlendirmeyi
bir türlü duyamadık. Tokat Sigara Fabrikasının
satışı ile ilgili olarak Maliye Bakanının oğlunun
şirketinde görev yapan santral memuruna, tam onayın ertesi günü 30
bin doların geldiği görülüyor. Müfettiş gidiyor bu kişinin
ifadesini alıyor: Sen kimin gönderdiğini biliyor musun?,
Hayır, bilmiyorum. diyor. Sana bu paranın gelmesi için bir sebep
var mı?, Hayır, yok. Para geliyor, 30 bin dolar! Peki, nasıl
alınıyor? Bu santral memuru o şirketin saymanıyla birlikte
gidiyor, onun adına alınıyor, sayman, paraya el koyuyor, onu
gönderiyor. Kim bu kişi? Kimin şirketi? Maliye Bakanının
oğlunun şirketi. Peki, Maliye Bakanının bu işle bir
ilgisi var mı? Parayı gönderen kim? Tokata, o mahkemeye intikal
etmiş olan, yeni diye verilmiş olan ikinci el makineyi
satmış olan şirket, parayı gönderen o şirket.
Parayı alan bu şirketin bu söylediğim insanları. Ne oldu,
yani ne yapıldı? Aylardır bu konuda hiçbir ciddi adli mekanizma
harekete geçirilmemiştir. Haydi bakanların
dokunulmazlığı var, mahdumların da mı
dokunulmazlığı var? (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bu işlerin çıkış yolu
dokunulmazlıklar konusunun çözülmesidir. Dokunulmazlıklardan medet
uman siyasetçilerin elinde ülke yönetildiği sürece yolsuzluklarla
mücadeleyi başarıya götürmek mümkün değildir.
Dokunulmazlığa muhtaç, dokunulmazlığa
bağımlı siyasetçilerin yönettiği ülkelerde, hiç kuşku
yok, böyle yolsuzluklar ortaya çıkacaktır. Yapılması
gereken iş çok açıktır: Burada kürsü
dokunulmazlığı olur, herkes istediği düşüncesini
söyler ama işlenen suçlardan dolayı yargı
karşısında, ister milletvekili ol ister sade vatandaş ol,
herkes eşittir, herkes hesabını verebilir, vermelidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunu sağlamak zorundayız.
Ama ne yazık ki, bu konuda daha önce verilmiş olan sözlere
rağmen hiçbir ilerleme gerçekleştirilememiş, hiçbir sonuç
alınamamıştır.
Değerli
arkadaşlarım, yolsuzluklar Türkiyenin en temel bir konusu olmaya
devam ediyor. Ayrıca, belediyelerde olağanüstü bir yolsuzluk
tezgâhının işlediğini biliyoruz. Yani, bakın, size,
dikkatinize şu rakamları sunmak istiyorum: Geçmiş dönemlerde,
normal bir beş yıllık belediye döneminde, İstanbulda,
İstanbul Büyükşehirde, 400 kadar imar değişikliği
gelir. Beş yılda 400 kadar imar dosyası. Yani, 400
gelmiştir, 428 gelmiştir ama birden bire şimdiki Sayın
Başbakanın Belediye Başkanlığı döneminde bu
sayı katlanarak artmaya başlamıştır ve şimdi son
üç buçuk yıllık dönemde, artık akla mantığa
sığmayan imar plan değişiklikleri belediyeyi meşgul
etmeye başlamıştır. Son üç buçuk yılda, bu son
belediye başkanlığı döneminde belediyeden geçen
değişiklik sayısı 3.850dir. 400 nerede, 3.850 nerede?
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) Çalışıyoruz, çalışıyoruz.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Evet, çalıştığınız açık ama
hayra değil şerre çalışıyorsunuz, millete değil
kendinize çalışıyorsunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, yapılan plan değişiklikleri, parsel
bazında ve kişiye yönelik plan değişikliğidir.
Değerli
arkadaşlarım, bu yolsuzluklar karşısında tabii iki
grup duruş var: Birisi doğrudan yolsuzluğa
bulaşmış olanlar; onların tepki göstermesini, cevap
vermesini ben anlıyorum ama yolsuzluğa doğrudan bulaşmamış
insanların partizanca gayretlerle yolsuzluğu savunmaya
kalkmaları, bence yolsuzluğu yapmaktan çok daha da ağır bir
suç işlemek anlamına gelir. (CHP sıralarından
alkışlar) Yani, hiç olmazsa, yolsuzluk karşısında
cesaretle sesinizi çıkartamıyorsanız, sesini
çıkartanların karşısına çıkmayın, buğz
edin; buğz edin, onaylamayın, destek vermeyin.
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) Aynı Yuvacık gibi
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Bırakın
İktidarsınız, getirin takip
edelim. Kendinize güveniyorsanız yapın; yapmıyorsanız,
sorumlu sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
FİKRİ
IŞIK (Kocaeli) Milletvekilin yaptı
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi,
dikkatinizi çekerim, parsel bazında ve kişiye yönelik plan
tadilleridir. Bir şeyi daha söylememe izin verin: Bu plan tadillerinin
tamamına yakını bürokrat kadroların muhalefetine rağmen
geçmiştir. Yani ilgili belediyenin yetkili memurları Yapmayın,
bu yanlıştır, bu doğru değildir. demişlerdir.
Siz bilmiyorsunuz, bu işin olması gerekiyor, bu hikmeti hükûmettir,
biz biliriz. demişlerdir ve dediklerini
yaptırmışlardır.
Değerli
arkadaşlarım, eğer siz bunu savunmaya devam ederseniz, bunlara
sahip çıkmaya devam ederseniz, bu olay çok daha derin bir nitelik
kazanır ve maalesef öyledir. Bunu yapanlar zaten sizden güç alarak
yapıyorlar, biz de bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bundan
yararlanan bir avuç insan ve ona siyaseten teslim olmuş
yardakçılarıdır, onlara boyun eğen insanlardır.
Milletin de, siyasetin de bunun karşısında tepki göstermesi
lazımdır. Demokrasi, yanlışlıkların açıkça
ortaya konulabildiği bir rejimdir. Ama birtakım insanların tabii
bunu yapmaya cesareti yetmez, kaygı ve korku içinde teslim olurlar.
Onların korkusu, Türkiyedeki rejimi de, demokrasiyi de
yozlaştırır.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi böyle bir tablonun içinden geçiyoruz.
Yolsuzluklar, işsizlik, yoksullaşma, hepsi, birbirini destekleyen bir
manzara gösteriyor. Şimdi bu tablo içinde bizim ülke siyasetinin nereye
doğru şekillenmekte olduğunu değerlendirmemiz lazım.
Değerli
arkadaşlarım, demokrasi, ülkemizin siyasetinin temel dayanak
noktasıdır. Hepimiz demokratik bir rejimde ülkemizin yönetilmesini
istiyoruz. Ülkeyi kimin yöneteceğine halk karar verecektir, halktan yetki
alanlar ülkeyi yöneteceklerdir.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Millet 22 Temmuzda karar verdi.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Evet, evet, evet
Yalnız, değerli arkadaşlarım,
demokrasi, sadece bir yöntemden ibaret değildir. Dört yıldan dört
yıla vatandaşların gidip oy kullanması ve o oy kullanma
sonucunda iktidara gelindiğinde, artık her şey paydos, herkes
işine gücüne baksın, ülkeyi biz yöneteceğiz, bildiğimiz
gibi yöneteceğiz, hiç bu işlerle ilgilenmeyin demesi anlamına
gelmez. Demokrasinin içinde bir ortak değerler bütünü vardır.
Demokrasi, ahlakı, dürüstlüğü, bilimi, halk yararını,
toplum yararını dikkate alan bir temel üzerinde
geliştirilebilir. Sadece siyasi partilerle ilgili bir alan da
değildir. Demokrasinin ahlakı vardır, demokrasinin kültürü
vardır, demokrasinin terbiyesi vardır, nezaketi vardır,
demokrasinin kendine göre kuralları vardır. Bir dayatma kültürüyle,
artık halk bizde, biz nasıl istersek öyle yaparız
yaklaşımıyla demokrasiyi işletmek mümkün değildir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi böyle bir manzara içinde, ben, içinde
bulunduğumuz tabloda çok temel zaafların ortaya
çıktığını görüyorum. Yani Türkiyede siyasi
rejimimizin temellerini, özünü tehdit eden bir dayatmacı
anlayış, muhalefete, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı
acımasız bir yaklaşım giderek etkinleşiyor, giderek
meydanı boş buluyor. Ben çoğunluğum, istediğimi yaparım
anlayışı topluma kabul ettirilmeye
çalışılıyor. Bunun önümüzdeki dönemde yeni yeni
açılımlarını da hep beraber göreceğiz. Kurum ve
kuruluşlar sindiriliyor, baskı ve tehdit altında tutuluyor;
medyanın, sivil toplum örgütlerinin görevlerini özgürce yapmalarına
imkân veren, demokrasinin işlemesini sağlayan, haberlerin kamuoyuna
tarafsızca yansıtılmasına yardımcı olan yapı
ve mekanizmalar zaafa uğratılıyor, halkın tarafsız ve
doğru haber alma özgürlüğüne darbe üstüne darbe vuruluyor ve bu
alanda çok kaygı verici bir gelişme kendisini gösteriyor. Hızla
yozlaşmış bir rejime doğru sürükleniyoruz. Tepki göstermesi
gereken kesimler şu veya bu şekilde susturuluyor ve
etkisizleştiriliyor. Bu gelişmeleri ibretle seyrediyoruz.
Demokrasinin bu
gelişmelerle, bırakınız kökleşmesini ve
gelişmesini, maalesef, demokrasi anlayışımız çok
tehlikeli bir şekilde kan kaybetmektedir. Yolsuzluklar, adam
kayırmaları, devlet kaynaklarının birilerine
peşkeş çekilmesi, yandaş medya yaratılması, siyasal
gücün, çocuk, akraba ve yakınlara, onların zenginliği için
kullandırılması demokrasimize çok ciddi darbeler vurmaktadır.
AKP
İktidarı döneminde sosyal adalet kavramı unutulmuştur.
Eşitsizlikler yaygınlaşmış, işsizlik ve yoksulluk
temel sorun alanı hâline dönüşmüştür. Toplumun yolsuzluklara
olan duyarlılığı azalmıştır, örneğini
de burada görüyoruz. Koca Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili
seçilmiş, çok kaba yolsuzluklara kulp takmaya çalışıyor,
haklılık vermeye çalışıyor. Bu çürümedir, bu
yozlaşmadır, vahi olan budur. Bu bir kanserdir, sağlıklı
bünyeyi mahveden bir gelişmedir. Bunun işaretlerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine kadar gelmiş olması üzüntü vericidir. Yapanın
yanına kâr kalır. anlayışı Türkiyede yerleşmeye
başlamıştır. Baştakiler yaparken ben niye geri
kalayım. düşüncesi her yerde yaygınlaşmış, Ali
Diboculuk buradan gelişmiştir.
Milletvekili dokunulmazlığına
sığınanlar Temiz siyaset ve dürüst yönetim ilkesini yok
saydılar. Haramzade bürokrat, erdemsiz, namussuz siyasetçi ve kirli
iş adamı el ele vermişlerdir. (CHP sıralarından alkışlar)
Vurgunların ve yolsuzlukların hesabı
sorulamamıştır. Büyükşehirler hırsızlık ve
kapkaç olaylarından dolayı yaşanmaz hâle gelmiştir. Sokakta
huzur kalmamıştır. Terör yeniden canlanmıştır.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Atma! Atma!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Şehit sayımız hızla artmaya
başlamıştır.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Yeter, atma, atma!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) İktidar bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak
kararlılık ve iradeye sahip değildir.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Destekli at biraz, destekli!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Cumhuriyet tarihinde ilk kez, hayalî ihracat yapmak için sahte
belge düzenlemek ve kullanmaktan sanık olarak yargılanan bir
kişi, Maliye Bakanı olarak görev yapmaktadır. (CHP
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Sen ne yaptın?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Ülke yönetimini ellerinde bulunduranların
çocuklarının ticaret yapmaları, hatta bir bölümünün
doğrudan devletle ticaret yapması artık sıradan olaylar
hâline gelmiştir.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Kırk yıldır ne yaptın bu memlekette?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Çocuklarının sponsor iş adamları
tarafından finanse edilmesini makul göstermek için inanmak isteyenlere
yapay, uydurma gerekçeler yaratılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, BOTAŞın hesaplarını
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu dönem inceleyemedi. Niçin? Çünkü
BOTAŞın tüm üst düzey yöneticileri hapistedir! Tamam mı? (CHP
sıralarından alkışlar) Bunları kim atadı? AKP
Hükûmeti. Peki, bunları atayan bakanın hiç mi sorumluluğu yok?
Bu bakan şimdi nerede? Huzurlarınızda, Bakanlar Kurulu
sıralarında bulunmaya devam ediyor. Bana söyler misiniz, böyle
demokrasi hangi çağdaş ülkede var, hangi AB ülkesinde var? Demokrasi,
bu tablolara seyirci kalmak mıdır, bunlar karşısında
teslim olmak mıdır?
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Başbakan geçenlerde
çıktı, dedi ki: Bu ülkede yıllarca KİTlerin nasıl
arpalık hâline getirildiğini konuştuk. Son üç buçuk
yıldır arpalıktan söz edeni duydunuz mu Allah aşkına?
Özellikle KİTlere yakıştırılan arpalık ifadesi
bugün, artık, tarih olmuştur. Olmuştur da KİTler tarihe
karıştığı için tarih olmuştur. (CHP
sıralarından gülüşmeler) Ama gerçek ne? Gerçek,
Başbakanın söylediğinin tam tersi. İşte örnek: AKP
milletvekili aday adayı olanlardan birisi Sosyal Güvenlik Kurumu
Başkan Yardımcılığı ve Yönetim Kurulu üyeliğine,
bir başkası Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş.
Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu üyeliğine, bir diğeri Millî
Eğitim Bakanlığı Bakanlık Müşavirliğine, bir
başkası Millî Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Yönetim
Kurulu Üyeliğine; AKP milletvekili adayı olanlardan iki kişi,
Başbakanlık müşavirliğine ve AKPnin bir eski milletvekili
de Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu
Üyeliğine daha yeni, daha dün denecek kadar yeni bir süre önce getirildi.
Peki, bu atama anlayışı arpalık anlayışı
değil mi? Sayın Başbakanın ifadesiyle söyleyeyim: Söyleyin
Allah aşkına, bunlar arpalık anlayışının
sonucu mu, değil mi? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bakınız, bu tablo
Milletvekillerinden birisi de Etik Kurula atanmış. (CHP sıralarından
gülüşmeler) Yani, hiç olmazsa, bu arpalık uygulamasını
yaparken daha bir dikkatli davranın, yani illa Etik Kurula bir
arpalık muamelesi yapmak da ayrıca tabii, ahlakın, etiğin
ne hâle düşürüldüğünü, hangi gözle görüldüğünü ortaya
koyması bakımından önemlidir.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Türkiyede bütün bunları
tartışacağımız, kamuoyunu bu çerçevede
oluşturacağımız ana temel kurum nedir? Medyadır.
Türkiyenin ikinci büyük medya grubu uzun bir süreden beri, seçim öncesinden bu
yana, TMSFnin denetiminde, yani devletin atadığı bürokratlar
eliyle, TMSF eliyle yönetiliyor. O atanan bürokratlar, bu gazeteye ve
televizyona açıyorlar telefonu O manşeti öyle görme, o yazarı
işten çıkar, bu yazarı buraya al. tamamen kendi kontrollerinde
yönetiyorlar. Seçim süreci böyle yaşandı. Türkiye demokrasiyi böyle
yaşadı. İkinci büyük medya grubu Türkiyenin.
Şimdi,
bununla ilgili bir satış söz konusu, bir ihale yapılacak.
Geniş bir ilgi var, o nedenle ihaleyi erteliyoruz. dediler, daha önce
yapılmış olan ihaleyi bıraktılar. Şimdi yeni bir
ihale dönemi açıldı. İşte, 10dan fazla talip
çıktı vesaire dediler; geldiğimiz noktada gördük ki, bu konuda
hevesli olan önemli, saygıdeğer bazı ciddi insanlar, bana müsaade,
ben bu konuya girmeyeceğim deme noktasına geldiler. Nasıl
geldiler, niye geldiler, bunları bilemeyiz ama gireceğim diye,
açıkça kamuoyu önünde açıklama yapmış olan, önemli
saygıdeğer bazı iş adamları teker teker döküldüler
süreçte. Sonunda üç tane kuruluş kaldı. Dün yapılan
açıklamadan öğreniyoruz ki, gene bir önemli, saygıdeğer
kuruluşumuz, bir büyük kuruluşumuz Ben bu işte yokum. dedi,
geri çekildi. Geride iki tane firma kaldı, onlardan birisinin de
çekildiğine dair yeni bir haber çıktı. Öyle anlaşılıyor
ki önümüzdeki dönemde TMSF Başkanı, Ben ihalemi yaparım, 1
kişi kalsa da yaparım. anlayışı içinde olduğuna
göre, herhâlde yarın bu iş yapılacak; büyük bir
olasılıkla damat beyin holdingi, Türkiyede ikinci medya grubunun da
sahibi olacak! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bunlar, demokrasi deyince üstünde durulmayacak konular
sayılırsa demokrasiyi anlamamışsınız demektir.
Demokrasi, devlet gücünün, devlet yetkisinin, devlet olanaklarının,
devlet otoritesinin bir siyasi hegemonya tesis etmek için kullanılması
anlamına gelmez.
Bakınız,
bir eski Başbakan Türkiyede kendine yandaş medya ayarlıyor.
diye iddia altında yıllarca mahkemelerde hesap vermek durumunda
kaldı.
Değerli
arkadaşlarım, yandaş medya oluşturmak iktidarın bir
imtiyazı değildir. Böyle bir tabloyu doğal karşılamak
vicdanla bağdaşmaz, demokrasi anlayışıyla
bağdaşmaz, memleket sevgisiyle, demokrasi sevgisiyle de
bağdaşmaz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Baykal, yedi dakikanız kaldı.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Rakiplerine atıyorsun, demokrasiden bahsediyorsun.
GÜROL ERGİN
(Muğla) Ya, şu dırdır edeni bir sustursana Başkan.
Dır
dır dır. Yeter ya!
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar, lütfen.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, bakınız, kısa
bir süre önce Meclisimiz çok önemli bir yasayı hızla
hazırladı ve sonuçlandırdı. Bu, yargıya yargıç
alımını düzenleyen bir yasa.
Değerli
arkadaşlarım, bir milletvekili arkadaşımız bu konuda
bir yasa önerisi yaptı, olağanüstü bir hızla komisyonda bu konu
öncelikle ele alındı, bütün kanunlar bırakıldı ve yine
olağanüstü bir hızla komisyon tamamlandı Genel Kurula geldi;
Sayın Başbakanın buradaki denetimi altında, gece denetimi
altında konu hızla sonuçlandırıldı.
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) Sen neredeydin?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Şimdi değerli arkadaşlarım, nedir bu olay?
Demokrasi diyoruz. Demokrasi ve yargı nasıl bir ilişki içinde
olacak? Demokraside yargının işlevi ne, yargının
anlamı ne, yargının önemi ne?
Değerli
arkadaşlarım, yargı, bırakınız demokrasiyi, bir
hukuk devleti olmanın ilk şartıdır. Medeni bir cemiyet
olmanın bir şartı, saygın, güvenilir,
bağımsız bir yargının mevcudiyetidir.
Şimdi
Türkiyede yargıya yönelik bir tertibin hızla yürütülmekte
olduğuna tanık oluyoruz. Alelacele bir kanun teklifi
hazırlandı ve hızla sonuçlandırıldı ve geçirildi.
Neyi öngörüyor bu kanun teklifi?
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) Sınavı öngörüyor, sınavı.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Moğultay gibi mi yapsaydık?
BAŞKAN
Lütfen
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Önümüzdeki dönemde 4.060 kadro var. Bu kadro doldurulacak. Neyle
doldurulacak? Önce sınav yapılacak.
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) - En zeki
çocuklarla doldurulacak.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Şimdi bak değerli kardeşim, bakın, geçen defa
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Moğultay gibi yapalım!
BAŞKAN
Arkadaşlar, çok rica ediyorum. Sayın Baykal
konuşmasını bitiriyor, lütfen.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Bu ilk kez olmuyor. 2004 yılında, 17 Ekim 2004 tarihinde
yapılan idari yargı hâkim adaylığı
sınavında, yazılıda 6ncı, 7nci, 9uncu, 10uncu,
13üncü, 14üncü, 19uncu, 20nci -daha gidiyor 47ye kadar, hepsi
sıralanmış- sırada sınavı kazanan kişiler
mülakat sonucunda 158 ve daha sonraki sıralara
kaydırılmış, 148 kişi işe
alınmıştır. Tamam mı?
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Moğultay gibi mi yapalım?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Aynı şekilde, adli yargıyla ilgili, gene aynı
tarihteki sınavda 3üncü, 5inci, 7nci, 8inci, 10uncu, 14üncü,
16ncı, 21inci, 23üncü, 24üncü -45e kadar gidiyor- sırada yer
alan kişiler mülakatta 322den sonraya kaydırılmış ve
mesleğe alınmamışlardır. Hak, adalet, vicdan
anlayışı ve kadrolaşma
kararlılığını takdirlerinize sunuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi bu, ibret ve suçüstü belgesidir. Biz
biliyoruz birbirimizi, maksadın ne olduğunu biliyoruz. Listeler elde
dolaşıyor, Yargıtay salonlarında bile, Yargıtaya bir
hâkim seçileceği zaman listeler cepten cebe dolaşıyor.
Saygın yargıçlar bunu ifade ediyorlar. Şimdi, aynı tabloya
tekrar geleceğiz. Şimdi, tekrar sınav
Yetmez, bir de mülakat.
Kim yapacak mülakatı? AKPnin bürokratları.
AHMET YENİ
(Samsun) Devletin, devletin
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Ellerine verilecek. Onlar da, o ellerine aldıkları
listelerle bunu uygulayacaklar.
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) Daha önce kim yapıyordu?
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
Lütfen
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım Sayın
Cumhurbaşkanı, ayağının tozuyla, Türkiyeye geldi,
gelir gelmez, hemen bu yasayı onayladı. Ya, bu kadar
tartışılan bir yasa! Cumhurbaşkanının bir sürü
hukuk uzmanı var, hukuk danışmanı var. Acaba şunu bir
inceleyin deme ihtiyacını bile Sayın Cumhurbaşkanı
hissetmiyor mu? Yani, buna bile gerek yok mu? Ne bu telaş? Ne bu
anlayış? Çankayaya ne oldu? Çankaya, Türkiyede, siyasetin üstünde,
partilerin üstünde, devletin yararlarına, Anayasanın gereklerini
gözetecek, gerektiği zaman hükûmete dur diyebilecek bir merci
olmaktan -üzüntüyle tespit ediyorum- ne
yazık ki çıkmıştır. Ne kadar olumsuz bir tespit, ne
kadar kaygı verici bir manzara! (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Cumhurbaşkanı, yurt dışında, gazetecilere, YÖKle
ilgili bir propaganda kampanyasının öncüsü gibi birtakım
açıklamalar yapıyor. Cevaplar veriliyor. Gerçek öyle
olmadığı ortaya çıkıyor.
Cumhurbaşkanlığı, bu kadar kısa bir süre içinde, bu
kadar hızlı bir ağırlık kaybına hiçbir zaman
uğramamıştır.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Ağırlığı artıyor.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Gerçekten, çok büyük üzüntü duyuyorum. Bu tablo, Türkiyede, çok
büyük bir kuşatmanın ve dönüştürmenin uygulanmakta olduğunu
bize gösteriyor.
MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) Ağırlığı
artıyor Cumhurbaşkanının.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, Türkiyede ekonomi
kuşatma altındadır. Türkiyede siyaset kuşatma
altındadır. Hukuk devleti ve Anayasamız kuşatma
altındadır. Yakında Anayasa değişikliği de
gelecek. Millî Eğitim Bakanlığı, yıllardır zaten
belli bir hazırlığı sürdürüyor. Şimdi, önümüzdeki
dönemde, öyle anlaşılıyor ki, yükseköğrenim kurumları
da aynı anlayışın doğrultusuna sokulacaktır.
Adliyesi kuşatma altında, eğitimi kuşatma altında.
Türkiye, gerçekten çok sıkıntılı bir tabloya doğru
sürükleniyor. Bunu İktidar bizdedir, güç bizdedir, bildiğimiz gibi
yaparız. diye sürdürmek, demokrasi anlayışıyla da hukuka
saygı anlayışıyla da kesinlikle bağdaşmaz ve bu
bir çıkmaz yoldur, hiç kimseye hiçbir yarar getirmez.
Türkiye, bugün o
sizin dönüştürmek istediğiniz temel değerleriyle bu bölgenin en
güçlü, en saygıdeğer ülkesi hâline geldi. Türkiye, o cumhuriyet
kültürüyle, üniter devlet anlayışıyla, hukuk
saygısıyla, eğitime saygı anlayışıyla, o
çizgide yıllarca yönetilerek Türkiye bugün Avrupa Birliğinin
karşısında saygın, büyük, ciddi bir ülke hâline geldi. Ama
geldiğimiz manzarada, şimdi yeni bir rotaya doğru Türkiye
çekilmek ve sürüklenmek isteniyor. Bu, kaygı verici bir olaydır.
Artık,
dışarıdan bakanlar, Türkiyeye, çağdaş bir cumhuriyet,
laik bir cumhuriyet, bir Atatürk cumhuriyeti diye bakmıyor;
ılımlı bir din devleti diye Türkiyeyi algılamaya
başlıyor. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ
(Samsun) Millet inanmadı size.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, bu, çok sakıncalı,
çok tehlikeli, Türkiyeyi büyük sıkıntıların içine sokacak
bir algılamadır. Bir an önce Türkiyeyi bu çizgiden çıkarmak
lazımdır. Demokrasi diye diye yolsuzluk, demokrasi diye diye
azınlığın ezilmesi, demokrasi diye diye hukukun tahrip
edilmesi hiçbir şekilde mazur gösterilemez. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) Tam demokrasi, tam
MEHMET
DANİŞ (Çanakkale) Kurultaya giderken
(CHP sıralarından
Kes sesini! sesleri)
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar, rica ediyorum.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, böyle bir tabloyla
karşı karşıyayız.
Bu bütçe,
Türkiyenin bu dönüşüm süreci içinde kritik bir aşamada
olduğumuzu
(AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Baykal, iki dakika ek süre veriyorum.
Bir
dakikanızı rica edeyim.
Arkadaşlar,
lütfen müdahale etmeyin, çok rica ediyorum.
Sayın
Baykal, buyurun.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Teşekkür ederim.
Türkiyenin
tehlikeli, sakıncalı, tarihî bir dönüşüm sürecinin içinde, bu
İktidarın denetiminde sıkıntılarla karşı
karşıya kalacağı artık görülüyor. Bunu hep beraber
yaşıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bunu ortaya koymak bizim görevimizdir. Biz Türkiyeyi
ve herkesi bu noktada uyarıyoruz, görevimizi yapıyoruz. Elbette
millet takdir edecektir, elbette demokrasi işleyecektir, elbette
Türkiyenin nereye, nasıl gideceğini hep beraber
yaşayacağız, göreceğiz. Ama bilin ki Türkiye, bugünkü
noktaya çok sağlıklı bir doğrultuda gayret göstererek
gelmiştir. Şimdi Türkiyenin rota değiştirmesinin
önümüzdeki on yıllarda Türkiyeyi hangi sıkıntılarla
karşı karşıya bırakacağını hep beraber
yaşarız, görürüz.
Biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak görevimizin bilincindeyiz, bunu yapıyoruz.
Milletimizin gerçekleri en iyi şekilde göreceğine daima inandık,
aynı inançla da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Bu bütçeyi, bu
değerlendirmeleri dikkate alarak ve siyasi rotasını Türkiyenin
gözden geçirmek isteyenlere bir uyarı olacağı umuduyla bu
değerlendirmeleri yaptım.
AHMET YENİ
(Samsun) Millet inanmıyor size, inanmıyor!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Bu vesileyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Baykal.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Baykalın konuşmasının iki
yerinde, tasrih etmek suretiyle, Sayın Maliye Bakanıyla ilgili
birtakım ithamlarda bulunmuşlardır.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) İki ne ki
Yirmi
iki yerde söylense az! (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Müsaade eder misiniz
Müsaade eder misiniz arkadaşlar.
O nedenle,
İç Tüzükün 69uncu maddesine göre Maliye Bakanı Sayın Kemal
Unakıtana söz veriyorum.
Buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR
1.- Maliye Bakanı Kemal Unakıtanın, CHP
Genel Başkanı Deniz Baykalın, konuşmasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Ana Muhalefet Partisi
Liderinin yapmış olduğu konuşmada, aynı iftira ve
tezvirat kampanyasına maalesef devam ettiğini bir kere daha gördük.
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Neresi iftira? Neresi iftira?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi diyor ki Bütçeyi ben tenkit
ettim, bu rotayı değiştirin. Sayın Baykal, şu
rotanı değiştir, şu iftiralardan vazgeç artık. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Neresi iftira, neresi?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bununla bir yere varılmıyor.
Bakınız,
şimdi PETKİM ihalesinde yasaklı firma ihaleye girdi. dedi.
Gazeteleri okuyup buraya geliyorsun, burada öyle bir şey yok. Bir sorun
Özelleştirme İdaresine, resmî bir cevabınızı
alın, ona göre konuşun. PETKİM ihale yasağı bu firmada
yoktur; bu bir. (CHP sıralarından gürültüler)
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Sayın Başbakan cevap versin.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Dinleyin
Dinleyin... (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Değerli arkadaşlarım
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - TÜPRAŞın 14,76sı
satıldı, devlet 700 milyon dolar zarara girdi. dendi. Hayır
efendim
(CHP sıralarından gürültüler)
Bakınız,
eğer, o TÜPRAŞın 14,76sı satılmasaydı devlet
458 milyon dolar zarara girerdi. (CHP sıralarından gülüşmeler)
Evet, o satılmak suretiyle, devletin hazinesi ilaveten 458 milyon dolar
para kazandı. (CHP sıralarından gürültüler)
Şimdi,
bununla ilgili çok laflar edildi ya, mahkemeye gidildi. Özelleştirme
idarecilerini mahkemeye verdiler. Ankara 28inci Asliye Ceza Mahkemesi, yeni,
kararını verdi ve beraat kararı verdi Burada kamunun
zararı yoktur. diye. Buyurun mahkeme kararı. (AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Ne kararı var?
CANAN ARITMAN
(İzmir) Böyle bir gerekçe olmaz.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) İkincisi... Bakınız, dinleyin,
yok öyle şey. Buraya geliyorsunuz, at at at, ona iftira, buna tezvirat;
olmaz böyle şey!
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Başbakan cevap versin, niye sen cevap veriyorsun?
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Şimdi, Tekele kiralanan, Tekelin
aldığı makinelerden dolayı benim oğluma 30 bin dolar
gelmiş. Bir: Bir defa Tekel öyle makineleri almadı.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Aldırmadık.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Bırak şimdi, almadı, geri
gönderdi, yok böyle bir şey.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Aldı önce, suçüstü yakalanınca gönderdi.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Ya, makine alınmadığı
hâlde alındı diyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)
GÜROL ERGİN
(Muğla) Alamadı efendim alamadı almadı değil.
BAŞKAN
Sayın Bakan, bir dakikanızı rica ediyorum.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, Sayın Deniz Baykal çok önemli bir
iddiayı bu kürsüye getirdi. (CHP sıralarından gürültüler)
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Başbakan cevap versin efendim, Başbakan cevap versin!
BAŞKAN
Müsaade eder misiniz
Kimin cevap vereceğini ben bilirim. Sayın
Bakanı doğrudan hedef alan
GÜROL ERGİN
(Muğla) Önce, verdiği cevap doğru olsun doğru.
BAŞKAN
Müsaade eder misiniz
Yani, demokrasi bir ithama cevap vermemek demek midir?
Böyle bir şey olabilir mi? Sayın Bakanla ilgili önemli birtakım
ithamlar var.
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Sayın Başkan, 30 bin doları
anlatsın. Kim aldı 30 bin doları? Kamu vicdanını
rahatlat!
BAŞKAN Bir
dakika
Bir dakika müsaade eder misiniz
Sayın Bakan
da onlara cevap veriyor. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? (CHP
sıralarından gürültüler)
Lütfen susar
mısınız
Sayın
Bakanım, buyurun.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Değerli arkadaşlar, şimdi,
para geldi denilen adam o tarihte, söyledikleri tarihte
Bir defa, oğlumun
şirketinde çalışmıyor o tarihte öyle bir adam.
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Sigorta kayıtları var, sigorta
kayıtları!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) O para, ne şirketin adına ne
oğlumun adına ne benim bir yakınımın adına
geliyor. Gelip gelmediği de belli değil. O adam çok sonradan bir
şirkete geliyor, çalışıyor ve çıkıyor. Yani,
çalıştığı tarihte böyle bir şey yok. Ondan çok
evvel, çalışmadığı tarihte böyle bir şeyi de bize
yamandırmaya niye çalışıyorlar?
Bakınız,
o şirket, bırakın 30 bin dolar, milyonlarla dolar vergi veriyor.
Öyle, 30 bin dolar falan değil, milyon dolarlar vergi veriyor. Sizin
burada aldığınız vergilerin birçoğunu o veriyor. (AK
Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler) Ondan sonra kalkıyorsunuz, illa bir şeyi bir şeye
yamandırmak için
Bana bir şey söyler misiniz; sonunda söyleyin,
deyin ki: Bakanların çocukları çalışamaz. Söyleyin öyle
bir şey, bir kanun çıkarın, anlayalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Hangi biriniz bakan olduğu
zaman çocuğu çalışmadı, söyleyin, bir tane örnek verin
bana, milletvekillerimiz dâhil?
MUHARREM
İNCE (Yalova) Çalışır, ama çalamaz!
MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) Çocukları çalışmayan bir
milletvekiliniz var mı, söyleyin? Yok, olmaz. (CHP sıralarından
gürültüler)
Şimdi,
konuşurken
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Nerede? Nerede? Devletle iş yapmadı bizim
çocuklarımız.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Bu millet biliyor, her şeyi biliyor.
Bunları daha önce de yaptınız, bu millet size
cevabınızı verdi.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Sayın Bakan, soru soruyorsun; devletle iş
yapmıyor bizim çocuklarımız.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Sayın Baykal, bunlara lütfen devam
etmeyiniz. Sonra sizi biz bile kurtaramayız. (AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Bırak şunu!
BAŞKAN
Sayın Bakan, devam edecek misiniz? Sayın Bakan
Sayın Bakan
RASİM ÇAKIR
(Edirne) On dakika daha verin Sayın Başkan.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) İki dakika daha verin Sayın
Başkanım, sözlerimi bitiriyorum.
BAŞKAN
İki dakika
Buyurunuz
efendim.
MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) Teşekkür ederim.
CANAN ARITMAN
(İzmir) Unakıtanın mısırları,
Unakıtanın yumurtaları tüm Türkiyenin diline düştü,
diline.
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Şimdi, son sözüm şuydu: Sayın
Baykal, bu türlü politikalara devam etmeyin, sonra sizi biz bile
kurtaramayız. Bu bir. (AK Parti sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
Bir de, sözlerime
son verirken aklıma gelen bir şeyi sormadan edemiyorum: Sayın
Baykal, sizin bu Angora Evlerinde kaçak yapılarınız
vardı, ne oldu onlar acaba?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Bravo! Bravo!
MALİYE
BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) Kamunun malları, kendinizin olmayan
işgal ettiğiniz yerler vardı, onlar ne oldu? Onu da merak
ediyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Hadi sen de canım!
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Unakıtan.
ŞAHİN
MENGÜ (Manisa) Bilirkişi raporu var, bilirkişi; yalan söylüyorsun!
BAŞKAN -
Şimdi, sevgili arkadaşlarım, bu kürsü özgür bir kürsü, burada
her şey konuşulacak. Yalnız
(CHP sıralarından
gürültüler) Müsaade eder misiniz
Müsaade eder misiniz
Yalnız, burada
sataşmalar olabilir. Onu öngördüğü için bizim İç Tüzükümüz bir
hüküm getirmiş. Demiş ki: Sataşma hâlinde sataşılan
milletvekili yahut bakan yahut başbakan
(CHP sıralarından
gürültüler) Ben bir şey anlatıyorum. Şimdi, o zaman
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Bakan çocuklarının çalışma
özgürlüğü var, ama hırsızlık özgürlüğü yok.
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Sataşmalara Başbakan cevap verecek.
BAŞKAN -
Şimdi, burası sizin bildiğiniz gibi yönetilmez. Sataşmalara
Sayın Başbakan niye cevap verecek? Sayın Başbakan hükûmetle
ilgili konulara cevap verecek, onu da dinleyeceksiniz. Nasıl ki sayın
genel başkanları dinliyoruz, Sayın Başbakanı da
dinleyeceğiz, herkesi dinleyeceğiz.
Şimdi, çok
özür dilerim, ben size muhalefet dersi verecek hâlde değilim ama siz böyle
tepki gösterirseniz
RASİM ÇAKIR
(Edirne) Biz mi tepki gösteriyoruz?
BAŞKAN -
sanki birtakım şeylerin açıklanmasından rahatsız
oluyorsunuz gibi bir izlenim doğuyor. O da yanlış olur herhâlde.
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler,)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) Sayın Başkan, size
yakışmadı!
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı
ve Teklifleri (Devam)
1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.
Sayısı:57) (Devam)
2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı:
58) (Devam)
BAŞKAN -
Değerli arkadaşlarım, söz sırası Milliyetçi Hareket
Partisi adına Grup Başkanı ve Genel Başkan Osmaniye
Milletvekili Sayın Devlet Bahçelide.
Buyurun
Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz
altmış dakikadır efendim.
MHP GRUBU ADINA
DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı hakkındaki görüşmelerimizi açıklamak
amacıyla huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu ve şahsım adına yüce Meclisin değerli üyelerini
saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerimin
başında, Ispartada vuku bulan elim uçak kazasında
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet,
yakınlarına sabır ve metanet diliyorum.
Bütçe
görüşmeleri, hükûmetlerin icraatlarının muhasebesinin
yapıldığı ve muhalefetin siyasi iktidarın
politikaları hakkında uyarı, tenkit ve tavsiyelerini dile
getirdiği önemli bir imkân ve vesiledir.
3 Kasım 2002
seçimleriyle iktidara gelen ve 22 Temmuz 2007 seçimleriyle yetki tazeleyen Adalet
ve Kalkınma Partisi beş yıldır ülke yönetimindedir. Bu
süreçte AKP Hükûmetleri, millet öncelikli siyaseti şiar edindiklerini,
büyüme ve adaletli kalkınma hedeflerini gerçekleştirmeyi ve
Türkiyeyi bir hukuk devleti hâline getirmeyi amaçladıklarını
söyleyegelmişlerdir. İçeride siyasi ve ekonomik güven ve istikrar
ortamı, dışarıda da güçlü ve itibarlı bir Türkiye,
AKP Hükümetleri tarafından bir klişe slogan olarak
kullanılmıştır. Ancak, Türkiyenin gerçekleri ve
yaşanan gelişmeler, bu sloganların içinin
doldurulamadığını, izlenen politikaların fiilî
sonuçları, bunların boş bir iddia olduğunu ortaya
koymuştur. Karşımızdaki gerçek Türkiye tablosu ile AKPnin
çizmeye çalıştığı pembe tablolar arasındaki fark,
gece ve gündüz farkı kadar büyüktür.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler, devletin hangi alanlara ne
kadar kaynak ayıracağını, hangi alanlardan ne kadar kaynak
toplayacağını gösteren, ekonominin yıl içindeki seyrini
sayısal olarak ifade eden mali tablolardır. Bu nedenle, bütçeler
ekonomik olduğu kadar sosyal yönleriyle de önem arz etmektedir. Bütçelere
güven duyulması için bunların öngörülebilir hedeflere ve sağlam
kaynaklara dayanması gerekmektedir. Bütçenin başarısı, mali
disiplinle birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesine,
vergi geliri performansının artırılarak sürdürülmesine ve
kayıt dışı ekonominin azaltılmasına
bağlıdır. Kamu kaynaklarının etkin ve verimli bir
şekilde kullanılmasını sağlamak için, başta mal
ve hizmet alımları olmak üzere kamu harcamalarının kontrol
edilmesi, vergi reformunun gerçekleştirilmesi, kayıt
dışıyla etkin mücadele edilmesi ve kamu harcamalarını
azaltarak kamu gelirlerini artıracak tedbirlerin uygulamaya konulması
gerekmektedir. Bunu yaparken de dar ve sabit gelirlilerin yükünü artıracak
adil olmayan tedbirlerden kaçınılması bir zarurettir.
2008 bütçesinin
değerlendirilmesine geçmeden önce, AKPye hâkim olan ve kendileri hükûmet
olmadan önceki dönemde yapılanları yok sayma anlayışı
üzerinde kısaca durmak istiyorum.
Bilindiği
üzere, başta enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikası
olmak üzere bugün ülkemizde uygulanan ekonomik politikaların temelleri
57nci Hükûmet döneminde atılmıştır. 2001 yılında
yaşanan kriz sonrası hazırlanan ekonomik programla enflasyonla
mücadele ve makro istikrarın sağlanması için önce örtülü, sonra
resmî enflasyon hedeflemesine geçileceği, dalgalı kur politikası
uygulanacağı ve ekonominin yapısal sorunlarının
giderilmesi için gerekli bütün tedbirlerin alınacağı kamuoyuna
açıklanmış ve program uygulamaya konulmuştur.
Bu çerçevede,
57nci Hükûmet döneminde, enflasyon hedeflemesinin olmazsa olmazı olan
Merkez Bankasının bağımsızlığa
kavuşturulması sağlanmıştır. Bankacılık
alanında yapılan düzenlemelerde BDDK faaliyete geçirilmiş,
57nci Hükûmet dönemine kadar kimsenin dokunamadığı,
kaynaklarını hâkim ortaklar lehine kullandıran ve halk deyimiyle
hortumlanan bankalar ile mali yapısı aşırı derecede
zayıflamış ve mali piyasalar için risk teşkil eder hâle
gelmiş olan bankalar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna
devredilmiştir. Sorumlular hakkında alacak davaları ve
şahsi iflas davaları açılmış, bunların
malları üzerine ihtiyati tedbir konulmuş ve yurt
dışına çıkışları mahkeme kararıyla
yasaklanmıştır.
Burada, AKPnin
hortum edebiyatı ve istismarı hakkında bir noktaya dikkat çekmek
isterim: 22 Temmuz seçimleri öncesinde,
başta sayın Başbakan olmak üzere, AKP sözcüleri, bu dönemde
bankalardaki hortumların önü kesilerek batık bankaların fona
devredilmiş olmasını, bunların 57nci Hükûmet döneminde
hortumlandığı gibi takdim ederek, en hafif tabiriyle, siyasi
etikle bağdaşmayan bir saptırmadan medet ummuşlardır.
Bu konuda bir karalama kampanyası başlatan AKPnin, 57nci Hükûmet
döneminde, yolsuzluk operasyonlarıyla tutuklanan ve mal varlıkları
üzerine ihtiyati tedbir konulan birçok hortumcunun vergi borçlarını
vergi barışı kapsamında affetmesi, kendileri
açısından hazin bir ibret vesilesi olarak hatırlanacaktır.
(MHP sıralarından alkışlar)
Kamu
bankaları finansal ve operasyonel bazda yeniden
yapılandırılmış, bu bankaların arpalık
olarak kullanılmalarına son verilmiştir. 57nci Hükûmet göreve
geldiğinde, gayri safi millî hasılanın yüzde 12,5ini
geçmiş olan kamu bankalarının görev zararları tasfiye
edilmiş, sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Bunun
sonucunda da kamu bankaları gerçek anlamda kârlı hâle geçmiştir.
KİT
sisteminin kronik hastalığı olan görev zararı
uygulamalarına son verilmiş, daha önceden
çıkarılmış olan görev zararı kararnameleri iptal
edilmiş ve KİTlerin daha verimli çalışmaları için
gerekli altyapı yapıları oluşturulmuştur.
Ülke için önemli
ya da tekel statüsüne haiz olan sektörlerde, bağımsız düzenleme
kuruluşları oluşturularak, bu sektörlerin daha hızlı
gelişebilmelerine önayak olunmuştur. Tarıma destek verdiği
iddia edilen ama kendilerine aktarılan kaynakları köylüye
ulaştıramayan tarımsal kuruluşlara ilişkin yeni
düzenlemeler yapılmış ve doğrudan gelir desteği
uygulaması başlatılarak, küçük çiftçinin korunması yöntemi
benimsenmiştir.
Yüzde 70lerde
devralınan enflasyon, 2002 yılında yüzde 30un altına
çekilmiş ve aynı anda hem enflasyonu düşürme hem de büyümeyi
sağlama açısından önemli bir başarı
gerçekleştirilmiştir. Enflasyondaki düşüşe paralel olarak
nominal ve reel faizler düşürülmüştür. Reel faizler Nisan, Mayıs
2002de yüzde 16ya kadar gerilemiştir.
58 ve 59uncu Hükûmetlerin
en büyük şansı, böyle bir tabloyu devralmış
olmasıdır. Yeni bir program hazırlamak bir yana,
devraldığı ekonomik programı dahi hakkını vererek
uygulama basiretini gösteremeyen Hükûmet, alması gereken önlemleri
zamanında almamıştır. Bunun yerine, uluslararası
piyasalarda faizlerin düşmesi ve likidite bollaşması gibi,
dış konjonktür gelişmelerinin ekonomide yarattığı
bazı olumlu etkileri kendi başarısı zannederek,
sürdürülebilirliği şüpheli başarıları, gerçek ekonomik
gelişme ve kalkınmaya tercih etmiştir. Türkiye ekonomisi, bütün
bu yanlış anlama ve uygulamalar neticesinde, yeniden
aşırı değerlenmiş Türk lirası, çok yüksek
dış açıklar, bunca özelleştirme ve yerli şirketlerin
yabancılara satışına rağmen artan iç ve dış
borçlar, işsizlik ve yoksulluk sorunlarıyla karşı
karşıya kalmıştır. Nitekim, IMF de son
raporlarında, Türkiyenin, dünyanın en riskli ekonomilerinden biri
olduğuna vurgu yapmaya başlamıştır. Ülkemizin en önemli
risk göstergelerinden olan faiz dışı cari açık
rakamları, tarihinde daha önce hiç görülmemiş seviyelere
ulaşmış ve alarm vermeye başlamıştır.
Yerli
paranın değerinin kısa vadede sermaye hareketleri, uzun vadede
ise cari işlemler hesabında yaşanan gelişmeler
tarafından belirlendiğini anlamayan ya da anlamak istemeyen Hükûmet,
artan yabancı sermaye girişlerini kendi başarısı
zannetmiş ve özellikle 2004 yılından itibaren ülke için bir risk
unsuru olmaya başlayan sıcak para girişlerini kontrol etmeyerek
önemli bir hata yapmıştır.
Dış
konjonktürün sonsuza kadar olumlu sürmeyeceğini idrak edemeyen Hükûmet,
uygulaması önceden başlatılan dalgalı kur rejimini de
yanlış anlamış ve dalgalı kurun ülkemizi ödemeler
dengesi krizlerinden koruyacağını zannetmiştir. Oysa,
dalgalı kur rejimi uygulayan diğer ülke örneklerine
baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığı
görülmektedir. Nitekim, 1994-1999 döneminde Brezilyada, 1989-1997 döneminde
Meksikada, ve 1987-1992 döneminde Kanadada yaşananlar dalgalı kur
uygulamalarının, tek başlarına ödemeler dengesi krizlerine
çare olmadığının sadece birkaç örneği olarak
karşımızda durmaktadır.
Cari açık
2002 yılındaki 1,5 milyar dolarlık seviyesinden, 2006
yılı sonunda 33 milyar dolara yükselirken, Hükûmet
açığı kapatmaya yönelik önlemler almak yerine bir şeyler
satarak ya da borçlanarak bu açıkları nasıl finanse ederim diye
çabalamıştır.
İhracattaki
artışlardan sürekli bahseden Hükûmet, nedense patlayan ithalattan ve
ithalat ile ihracat arasındaki farkı gösteren ve 7 milyar dolardan 41
milyar dolara çıkan dış ticaret açığını görmezden
gelmeyi tercih etmiştir.
2003-2006
döneminde, uluslararası piyasalarda faiz oranları düşmüş ve
Türkiyenin de dâhil olduğu gelişmekte olan ülkelere, bir sermaye
akışı başlamıştır. Bu sermaye
akışı sonucu, birçok gelişmekte olan ülke, Türkiye kadar ve
hatta Türkiyeden daha yüksek büyüme hızlarına ulaşmış
ve büyümelerini finanse etmişlerdir. Bu çerçevede, 2003-2006 dönemindeki
büyümenin ülkemize has bir olgu olmadığını belirtmek
gerekmektedir. Gelişmekte olan ekonomiler, bir bütün olarak 2003
yılında yüzde 6,7; 2004 yılında yüzde 7,7; 2005
yılında yüzde 7,4; 2006 yılında ise yüzde 7,3 büyüme
göstermişlerdir. Ancak uluslararası piyasalarda, faiz
oranlarının sonsuza kadar düşük seyretmesi mümkün değildir
ve faiz oranları yükselmeye başlamıştır.
Gelişmiş
ülkelerde yaşanan faiz oranı artışlarının,
gelişmekte olan ülkelerden sermaye kaçışlarına sebep
olacağı ve bu durumun, ekonomik istikrarı yok edebileceği
unutulmamalıdır. TLnin aşırı değerlenmesinden
kaynaklanan sanal büyüme, enflasyon düşüşü ve bütçe iyileşmeleri
uğruna; dış açıklar, artan borçlar, işsizlik ve
yoksulluk yaratan Hükûmet, döviz kurlarında yaşanacak dalgalanmalar
sonucu, bütün bu sanal başarıların tehlikeye gireceğini ve
gerçekle yüzleşmek zorunda kalacağını çok iyi bilmelidir.
Amerika
Birleşik Devletleri Merkez Bankasının
açıkladığı hedef faiz oranları, 1996-2000 Mart
döneminde yüzde 5in altına hiç düşmemiş iken 2002
yılı boyunca yüzde 1,25 seviyesinde kalmış, 2003
yılında yüzde 1e düşmüş ve bu seviyede kalmış,
daha sonra, 2006 yılında ise yeniden, yüzde 5e çıkmıştır.
2007 yılında da Amerika Birleşik Devletleri hedef faiz
oranları yüzde 4,5 veya yüzde 4,75 seviyelerinde seyretmiştir. Benzer
durum, libor faiz oranlarında da yaşanmıştır. 2000
yılı ve öncesinde, yüzde 6 ve üzerinde seyreden on iki aylık
libor faiz oranı, 2002 yılında, yüzde 1-2
aralığında seyretmiş ve 2004 yılının sonunda
yüzde 3e çıkmıştır. 2006 yılında ise libor faiz
oranları yüzde 5i geçmiştir.
Uygulanan,
sıcak paraya dayalı ekonomik politikaları desteklemek için, elde
tutulan rezervlerin maliyeti de giderek artmış ve bu maliyet, milyar
dolarları geçmiştir. Hükûmet, dış borçlanma maliyetlerinin
yüzde 7ler civarında seyrettiği bir dönemde, elde bulunan
rezervlerin yüzde kaç getiriyle plase edildiğini ve aradaki farktan
dolayı ne kadar kaynağımızın, başta, ABD olmak
üzere Batılı ülkelere transfer edildiğini
açıklamalıdır. AKP Hükûmetleri döneminde, ülkemizde yaşanan
iç talep, yüksek değerli TL ve ithalata bağımlı büyüme,
ancak dışarıdan sermaye ya da borç bulunduğu sürece
sürdürülebilir.
Serbest dalgalı
kur uygulamasına geçilmişken, özellikle 2006 yılında 100
dolarlık büyümeye karşılık 58 dolar ithalat
yapılmış olması, ithalata bağlı büyümenin
sürdürülebilirliğinin tartışmalı olduğunu
göstermektedir. 2008 bütçe taslağına
baktığımızda, 2007 yılında, 100 dolarlık
büyümeye karşılık 42 dolarlık ithalat, 2008
yılında ise 100 dolarlık büyümeye karşılık 52
dolarlık ithalat beklendiği görülmektedir. Türkiyede, ekonominin, bu
derece sıcak paraya ve dış borca bağımlı
kılınması, bu Hükûmetler döneminde, dış politikamızın
da bir finansman aracı hâline gelmesine sebep olmuştur. Hükûmetin,
2004 yılından itibaren, sıcak para girişlerini denetleme
yoluna gitmemesi, ülkemiz ekonomisini kur hareketlerine aşırı derecede
duyarlı hâle getirmiş ve Hükûmetin elini kolunu bağlamıştır.
Yanlış anlaşılan ve uygulanan enflasyon hedeflemesi
ülkemizde örtülü bir kur hedeflemesi sistemine dönüşmüştür. Bugün
ülkemizde yaşanan enflasyon düşüşü ve büyüme, baştan sona,
aşırı değerlenen TL ve kısa vadeli sermaye
girişlerinin bir sonucudur.
Bütün bunlardan
daha vahim olanı, Sayın Başbakanın, durumu anlamamakta
ısrar ederek, TLnin aşırı değerlenmesinden mütevellit
dolar cinsinden gayrisafi millî hasıla hesaplarıyla kişi
başına gelirin 7 bin dolara çıktığını iddia
etmesidir. Cumhuriyetin kişi başına geliri seksen yılda
2.500 dolara çıkardığını, oysa kendi dönemlerinde
bunun 5 bin doları geçtiğini söyleyerek, kendi dönemlerinde
yapılanların cumhuriyetin bütün yaptıklarından daha fazla
olduğunu söyleyecek kadar ölçüyü kaçıran Sayın Başbakan,
bunun sebebinin yüksek faiz ve sıcak para olduğunu hâlâ görmemekte ya
da görmek istememektedir. Unutulmamalıdır ki, benzer bir durum
1988-1993 döneminde yaşanmış, kişi başına gelir
1.600 dolar seviyesinden 3 bin doların üzerine çıkmış,
ancak daha sonra yaşanan ödemeler dengesi krizi kişi başına
geliri yeniden 2 bin dolar seviyelerine indirmiştir.
Meseleye bütçe
açısından bakıldığında da,
alındığı iddia edilen mesafelerin büyük oranda
aşırı değerli TLden kaynaklandığı
görülmektedir. Aşırı değerli TL, gerek doğrudan ve
gerekse dolaylı olarak bütçe dengesini olumlu yönde etkilemektedir.
Mesela, yüksek değerli TL, ithalatı ve dolayısıyla
ithalattan alınan KDV gibi gelirleri artırırken, döviz cinsinden
borç faizi ödemeleri gibi bazı ödemeleri düşük göstermektedir.
İçeride
vergilendiremediği sektörlerde kota yoluyla ithalat
kapısını açan Hükûmet, bir yandan yolsuzluklara davetiye
çıkarırken, öte yandan vergiyi içerideki üretimden değil
ithalattan alarak bütçe dengesi oluşturma gayreti içine girmiştir. Bu
politikalar sonucunda büyüme, enflasyon ve bütçe konularında bazı
olumlu gelişmeler sağlanmakla beraber, işsizlik, yoksulluk,
dış açıklar ve borç artışı konularında
başarısız olduğu ortadadır.
AKP döneminde
yaşanan ekonomik büyüme istihdam yaratmamıştır. Tarım
ürünlerinde bile dış ticaret açığı vermeye
başladığımız ve köyden kente göçüşün
hızlandığı bir ekonomik politikayla istihdamın
artırılması esasen mümkün değildir. Öte yandan, Hükûmet,
yoksul kesimlerin gelirlerini artırmadığı hâlde zaman zaman
yoksulluğun düştüğünü iddia etmektedir ki, bunun da temelinde
aşırı değerlenen TL vardır.
İstihdam
yaratmayan, tarımı çökerten, yoksulluğu, dış
açıkları ve borçları artıran ekonomi
politikalarını daha uzun süre sürdürmek isteyen Hükûmet, ülkemizin
önündeki ekonomik riskleri gerektiği gibi değerlendirememekte ve
hatalı politikalarda ısrar etmektedir.
Uygulanan
ekonomik politikaların bugüne kadar çökmemiş olması, bir peso
problemi vakasına işaret etmektedir. Önümüzdeki süreçte Türkiye,
düşük kur, yüksek faiz politikalarından vazgeçmediği ve ihracata
ve ülkenin döviz cinsinden gelirlerini artırıcı politikalara
yönelmediği sürece ne işsizliğin ve yoksulluğun
azaltılması ne borçların ödenmesi ne de dış açıkların
kapatılması mümkün olacaktır. Büyük dış
açıkların borçla ve sıcak parayla finansmanı,
uyuşturucuyla tedavi gibidir ve bu süreçte hastalık tedavi
edilmemekte, aksine ilerlemektedir.
Değerli
milletvekilleri, ekonomi politikası üzerindeki bu genel değerlendirme
ışığında, şimdi, temel ekonomik göstergelerin
ayrıntılarına ilişkin bazı tespitlerimizi sizlerle
paylaşmak istiyorum. Son iki yılda enflasyonla mücadelede ciddi
sorunlar ve tıkanıklıklar yaşanmaktadır. Enflasyon
oranı 2006 bütçesinde yüzde 5 öngörülmüş, yüzde 9,6
gerçekleşmiştir. 2007de yine yüzde 4 öngörülmüş, ancak yüzde
6,5 olarak revize edilmiştir. 2008de öngörülen yüzde 4lük hedefin de
tutmayacağı anlaşılmaktadır. Merkez
Bankasının inandırıcılığını
olumsuz etkileyen bu durum, önümüzdeki dönemde enflasyonla mücadeleyi zora
sokmaktadır. Bunun temel nedeni, yine ekonomideki
kırılganlıktır.
Düşük kur,
bir yandan enflasyonun artmasını engellerken, diğer yandan
enflasyonu kur hareketlerine aşırı derecede duyarlı hâle
getirmiştir. Bu yüzden, 2006 ve 2007 yıllarında olduğu
gibi, bu kur politikasıyla, enflasyonun hedeften büyük ölçüde sapma riski
mevcuttur.
Büyüme
rakamları incelendiğinde, büyümenin sürdürülebilirliğinin de
pamuk ipliğine bağlı olduğu görülmektedir. Düşük kur
yüksek faiz nedeniyle yurda gelen kısa vadeli sermayenin finanse
ettiği büyümenin kalıcı olması beklenemeyecektir. Nitekim,
ekonomik büyüme yavaşlamış ve 2004ten sonra bir
durağanlık ve düşüş sürecine girmiştir.
Büyümeyi
yavaşlatan en önemli etken ise, düşük kurun ithalatı çok cazip
hâle getirmesi sonucu, yurt içinde, özellikle ara malında yaşanan
üretim daralmasıdır. Bu durumun sürdürülebilir
olmadığı, bu eğilimin devam etmesi hâlinde düşük
büyüme ve yüksek cari açık sorunlarının birlikte
yaşanacağı ortadadır. Bunun anlamı da, birçok iş
yerinin kapanması ve dolayısıyla işsizliktir.
Değerli
milletvekilleri, son yıllarda ortalama yüzde 7nin üzerinde
gerçekleşen büyümenin nimetleri vatandaşa
yansımamıştır. İşsizlik ve gelir
dağılımı adaletsizliği konusunda kayda değer bir
iyileşme sağlanamamıştır. İşsizlik, en
önemli sorun olmaya devam etmekte, özellikle eğitimli işsizler
çığ gibi büyümekte, gençlerimiz gelecekten ümitlerini kesmektedir.
TÜİK'in verilerine göre çalışabilir nüfusun iş gücüne
katılma oranı 2002 yılında yüzde 49,6 iken 2006 yılında
yüzde 48,0 oranına düşürülmüştür. Böylelikle 2002
yılına oranı dikkate alındığında, 2006
yılında 830 bin kişinin, iş gücüne, dolayısıyla
işsiz sayısına dâhil edilmediği
anlaşılmaktadır. Buna rağmen işsizlik oranı
2002-2005 yıllarında yüzde 10,3 seviyesini korumuş, 2006
yılı itibarıyla da yüzde 9,9 oranına inmiştir. 2002
yılında 2 milyon 464 bin kişi olan işsiz sayısı,
2006 yılı itibarıyla 2 milyon 446 bin kişi olup, sadece 18
bin kişi azalmış gözükmektedir. Ancak çalışmaya hazır
olduğu hâlde iş aramayanlar iş gücüne, dolayısıyla
işsiz sayısına dâhil edilmemekte olup, 2002 yılında 1
milyon 20 bin kişi olan iş aramayıp çalışmaya
hazır olanlar, 2006 yılında 2 milyon 87 bin kişiye
yükselmiştir.
Bunlar içerisinde
dikkat çekici olan iş bulma ümidini kaybedenlerdir. İş bulma
ümidi olmayanların sayısı 2002 yılında 73 bin
kişi iken, 2006 yılı itibarıyla bu sayı 706 bin
kişiye yükselmiştir. 2006 yılı için yüzde 9,9 olarak ifade
edilen işsizlik oranı, çalışmaya hazır olduğu
hâlde iş aramayanlar ile eksik istihdam dâhil edildiğinde gerçekler
yüzde 20,5 olmaktadır.
2008 yılı
bütçesinde sabit sermaye yatırımlarının
ayrıntısına bakıldığında, kamu
yatırımlarının gayri safi millî hasılaya
oranındaki düşmesini sürdürdüğü görülmektedir. Esasen 2007
yılı merkezî yönetim bütçesindeki yatırım harcaması
ödeneklerinin 12,1 milyar YTL, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Tasarısındaki yatırım ödeneklerinin 11,8 milyar YTL
olduğu dikkate alındığında, cari fiyatlarla dahi
yatırımlarda bir azalma olduğu çok açıktır. Bu durum,
sabit fiyatlarla yapılan incelemede daha açık bir şekilde
görülmektedir.
2007
yılında KÖYDES ve BELDES projeleri için yapılan harcamalar
incelendiğinde, KÖYDES projesinde ödeneklerin yüzde 60ının
seçim öncesi dört ayda, BELDES projesinde ise başlangıç ödeneklerinin
eylül ayı itibarıyla aşıldığı ve
harcamaların seçim öncesi üç ayda gerçekleştirildiği
görülmektedir. KÖYDES projelerine ayrılan ödeneklerin 2007
yılında 2 milyar YTLden 2008 yılında 500 milyon YTLye
düşürülmesi, bu konuda samimi bir yaklaşım ortaya konulmadığını
çok net olarak ifade etmektedir. Ayrıca, 2008 yılı
tasarısında yer alan BELDES projesi kapsamında belediyelerin
altyapısını geliştirmek amacıyla öngörülen 300 milyon
YTLlik ödeneğin, proje kapsamındaki belediyelerin sayısı
dikkate alındığında, çok yetersiz kalacağı
aşikârdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluk, Türkiyenin en önemli
meselelerinin başında gelmektedir. TÜİKin 2005 yılı
yoksulluk araştırmasına göre, nüfusun 0,87si gıda, yani
açlık yoksulluğu sınırın altında iken gıda
ve gıda dışı yoksulluk oranı yüzde 20,5tir. Bu oran,
kentlerde 12,8e kadar düşerken kırsal kesimde yüzde 32,95e kadar
yükselmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye genelinde her 5 kişiden
1i, kentlerde her 8 kişiden 1i ve kırsal kesimde her 3 kişiden
1i yoksuldur. Toplamı 14,7 milyon yoksul vatandaşın 9 milyonu
kırsal kesimde yaşamaktadır.
Dolar
bazında hesaplanan yoksulluk araştırmaları gerçeği
yansıtmamakta olup, tamamen, Türk parasının dolar
karşısında değer kazanmasının istatistiklerle
yansıyan çarpık bir sonucudur. Bu ülkenin yoksul
vatandaşları ne gelirini dolar üzerinden kazanmakta ne de
harcamasını dolar üzerinden yapmaktadır. Gerçekte,
yoksulluğun son yıllarda nereden nereye geldiğini açıklayan
en önemli gösterge, harcama esaslı göreli yoksulluk oranıdır.
Buna göre hesaplanan göreli yoksulluk oranı, 2002 yılındaki
yüzde 14,74 düzeyinden yüzde 16,16 düzeyine yükselmiştir.
Vatandaşlarımızı
yoksulluktan kurtaracak politikalar uygulanmamakta, sadece bir kısım
ihtiyaçları ayni ve nakdî yardımlarla geçici olarak giderilmektedir.
Muhtaç durumda olan insanlara dönük uygulamalar, toplumda sadaka kültürünün
yaygınlaşmasına ve veren ele her zaman için sadakat ve minnet
borcu psikolojisinin oluşmasına yol açmaktadır. Geçmişte
veren elin devlet olduğu, alan el tarafından açıkça
bilindiği için, yardım alan kişi Allah devlete zeval vermesin
söylemiyle, her zaman için sadece devletine bağlılık duygusu
içinde olmuştur. Ancak, AKP döneminde yardımı veren el her zaman
için AKP ile aynileştirilmiştir. Yüce İslam dininin sosyal
dayanışma felsefesini yansıtan sağ elin verdiğini sol
el bilmemeli anlayışı, maalesef AKP tarafından yok
sayılmış, devlet bütçesinden finanse edilen yardımlar parti
kimliğiyle bütünleştirilerek, yoksul insanların, minnet duygusu
altında ezilmesine yol açmıştır. (MHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, AKP döneminde vergi tabana yayılamamış,
dolaylı vergiler artırılmış, kayıt
dışı ekonomi büyümüştür. AKP Hükûmetinin büyüme ve
enflasyon hedefleriyle vergi geliri hedefleri arasında bir
oransızlık ve çarpıklık bulunmaktadır. Yüzde 5,5 büyüme
ve yüzde 4 enflasyon hedefine karşılık, 2008 yılında
ÖTVde yüzde 15,7, ithalattan alınan KDVde yüzde 17,3, banka ve sigorta
muameleleri vergisindeyse yüzde 23,5 oranında artışlar
görülmüştür. Bu durum, Hükûmetin dolaylı vergilere ve özellikle ithalattan
alınan KDVye bağımlı kalmaya dayalı çarpık
anlayışını sürdüreceğini ortaya koymaktadır. 2008
yılı bütçesinde toplam vergi gelirlerinin 2007 yılı
gerçekleşme tahminine göre yüzde 13,3 artacağı öngörülmektedir.
Hedef büyüme ve enflasyon hedef ışığında bu
artış, vergi gelirlerinin reel olarak artması anlamını
taşımaktadır. Ancak, Hükûmetin vergi oranlarını
mı artıracağı, yoksa yeni vergiler mi ihdas edeceği
sorusu açıkta kalmaktadır. Bir şey çok açıktır ki,
Hükûmet umudunu üretime değil ithalata bağlamıştır.
Değerli
milletvekilleri, cari açık Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı
olmaya devam etmektedir. 2002 yılında 1,5 milyar dolar olan cari
işlemler açığı 2006 yılında 32,9 milyar dolara
yükselmiştir. Cari işlemler açığının gayrisafi
millî hasılaya oranı da 10 kattan fazla artarak yüzde 8in üzerine
çıkmıştır. Cari açık sıcak parayla finanse
edildiğinden taşıma suyla dönen ekonomi çarkı çok ciddi bir
riskle karşı karşıyadır. AKP beş yılda kamu
borç stokunu 132,8 milyar dolar, toplam borç stokunu 225,4 milyar dolar
artırmıştır. 2002 yılı sonunda 180,3 milyar dolar
olan kamu iç ve dış borç stoku 2007 yılı, Eylül ayı
itibarıyla, 313,1 milyar dolara yükselmiştir. Beş
yıllık dönemde kamu borç stoku dolar bazında yüzde 73,7
oranında artmıştır. Özel kesim borç stokunda da son
beş yılda hızlı bir artış
yaşanmıştır. 2002de 43,2 milyar dolar olan özel kesim
dış borç stoku Haziran 2007 itibarıyla 138,5 milyar dolara
ulaşmış olup, beş yıllık artış
oranı yüzde 220dir. Ayrıca, özel sektörün kısa vadeli borç
stoku 37 milyar dolara ulaşmış olup kur riski
aşırı derecede artmıştır. Türkiyenin toplam borç
stoku, son beş yılda, ortalama her ay 4 milyar dolar
artmıştır. Böylece, AKP Hükûmetleri 3.244 dolar olarak
aldığı kişi başına düşen borç
miktarını 6.162 dolara yükseltmiştir, yani, AKP,
vatandaşlarımızın her birine 2.923 dolar ilave borç
yüklemiştir.
Kamunun yanı
sıra özel sektörün borcundaki hızlı artış da,
üretmeden tüketen ve borcu borçla kapatan bir ekonomik yapının özel
sektörde hâkim olduğunu ve riskin katlanarak arttığını
göstermektedir. Kurlarda yaşanacak olumsuz gelişmeler, reel sektörde
geniş çaplı iflaslara ve işten çıkarmalara neden
olabilecektir.
Değerli
milletvekilleri, yaklaşık 20 milyonun üzerinde kişinin
tarımla uğraştığı ülkemizde, uygulanan
politikalar Türk tarımını hızla çökertmektedir. Tarım
sektörünün millî gelirden aldığı pay 2002 yılındaki
yüzde 13,4 seviyesinden 2006 yılında yüzde 11 seviyesine
gerilemiştir. 2007 yılı için ise 10,6 olması program hedefi
olarak öngörülmüş ise de daha düşük gerçekleşmesi beklenmelidir.
Bu durum, zaten kıt kanaat geçinen çiftçimizin AKP İktidarı
tarafından uygulanan politikalar sonucunda fakirleştiğini
göstermektedir.
Tarımsal
desteklerin millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 1,11 iken 2006
yılında da 0,92 olmuştur. 2007 yılı bütçesinde yer
alan tarımsal amaçlı transferlerde başlangıç
ödeneğinin yaklaşık yüzde 71inin nisan, mayıs ve haziran
aylarında harcandığı ve ödeneklerin tamamına yakınının
bitirildiği dikkate alındığında, bütçenin samimilik
ilkesine uygun olarak değil, seçim öncesi çiftçilerimizi istismara
yönelik gerçekleştirildiği
görülmektedir. 2008 yılındaki tarımsal destekleme
ödeneğinin, 2007 yılından kalan ödenmeyen miktar da dikkate
alındığında, tarım sektöründe yapılacak
transferlerin yetersiz olacağı açıktır.
Esnaf ve
sanatkârların durumu da içler acısıdır. Esnaf ve
sanatkârlar piyasadaki durgunluğun yanı sıra, ağır
vergi yükü altında ezilmektedir. AKP döneminde esnaf ve sanatkâr sicilinde
kayıt sildirenlerin sayısındaki yükselme, protestolu senet ve
karşılıksız çek rakamlarında görülen yüksek
artışlar ve vergi mükellefi sayısında görülen azalma, esnaf
sanatkâr ve bütün ticaret erbabının faaliyetlerini yürütmekte
sıkıntıya düştüğünü açıkça göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, sosyal güvenlik kurumlarının açıkları
ülkenin kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumuna
2006 yılında gayrisafi millî hasılanın yüzde 4ü kadar
toplam bütçe transferi rakamının, 2007de yüzde 5,3ü, 2008de yüzde
5,1i olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Sosyal güvenlik
kurumlarının aktif-pasif dengesi 2006 yılında 2,03e kadar
düşmüştür. Bu olumsuz yapının oluşmasında
kayıt dışı istihdamın önemli bir etkisi
bulunmaktadır. Ancak, kayıt dışı istihdamın
önlenmesi konusunda etkin yapısal tedbirler
alınmamıştır.
Kamu personel
rejiminde istihdam, statü ve ücret karmaşası yaşanmaktadır.
Personel rejimi reformu gerçekleştirilememiş, mevcut sistem giderek
daha adaletsiz, daha dengesiz ve içinden çıkılmaz hâle
getirilmiştir. 2008 bütçesinden ayrılan pay, kamu çalışanlarına
bir kere daha hayal kırıklığı
yaşatmıştır. Hükûmet, çoğunun yoksulluk
sınırının altında ücret aldığı
çalışanları ve emeklileri insanca yaşayabileceği bir
ücret düzeyine kavuşturamadığı gibi, bütçede öngörülen
rakamlar herhangi bir iyileştirme hedefinin olmadığını
da göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, AKP döneminde, yolsuzlukla mücadele alanında da hiçbir
somut ve köklü tedbir alınmamıştır. AKPnin beş
yıllık iktidar dönemi, Sayın Başbakan, bakanlar,
milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ile
bürokratlar ve iş adamlarının birlikte
anıldığı birçok yolsuzluk iddiasının gündeme
geldiği yıllar olmuştur. Milletvekilliği
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda
verilen sözler bugüne kadar yerine getirilmemiştir. AKPnin teftiş
kurullarını kaldırma girişiminde bulunarak, yolsuzlukla
mücadelenin en önemli araçlarından biri olan ve devletin temel
fonksiyonları arasında yer alan denetim işlevini yok etmeye
kalkışması, yolsuzlukla mücadele konusunda samimiyetsizliklerini
açıkça göstermektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetleri döneminde Türkiye
suç ve suçlular cenneti hâline gelmiştir. Avrupa Birliğine uyum,
demokratikleşme ve hak ve özgürlüklerin
yaygınlaştırılması adına suç siyaseti, ceza ve
adalet sisteminde yapılan düzenlemelerin toplum hayatımız
üzerindeki olumsuz etkileri, asayiş durumuna ilişkin verilerle
sabittir. Geçtiğimiz iki yılın değerlendirmesini
yaptığımızda, ülkenin önümüzdeki yıllarda kişi ve
toplum güvenliği bakımından ne kadar riskli ve emniyetsiz bir
ülke hâline gelebileceğinin açık işaretlerini görebilmekteyiz.
Elbette, hiç suç işlemeyen bir toplum düşünülemez, ancak suç
oranları, toplumda güven ya da korku duygusunun hâkimiyeti konusunda
önemli ipuçları vermektedir. Bu rakamlar suç ve suçluların âdeta
toplumu kuşattığını, vatandaşın can, mal ve
namus emniyetinin sürekli bir tehdit altında bulunduğunu, devlet
otoritesine olan inancın zedelendiğini ve sokaklarda suçluların
hâkim olduğunu göstermektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dış politikada
yaşananlar, bugün Türkiye'nin karşısına karanlık bir
tablo çıkarmıştır. Vizyon odaklı ve etkili bir
dış politika izlendiğini, Türkiye'nin küresel sorunların
çözümüne katkıda bulunan ve ortaklığı aranan
uluslararası bir aktör hâline geldiğini iddia eden AKPnin bu
alandaki karnesi içler acısıdır. Türkiye'nin millî
çıkarlarını ve hassasiyetlerini gözetmeyen, millî davaları
Türkiye'nin sırtında bir yük olarak gören AKP, dış
politikayı Ver, kurtul., taviz ve teslimiyet
anlayışıyla yürütmüştür.
Dış
politika, günü ve görüntüyü kurtarmak amacıyla bir aldatma ve göz boyama
aracı olarak görülemez. Hayati konulardaki millî
çıkarlarımız ucuz pazarlıkların konusu hâline
getirilmiş, bölgesel bir güç potansiyeli olan Türkiye, uluslararası
ilişkilerde etkisi ve ağırlığı olmayan marjinal
bir ülke konumuna itilmiştir.
Kıbrısta
gelinen nokta ortadadır. Kıbrıs sorununun çözümü ve
Kıbrıs Türklerinin geleceği, Rumların etkisi ve kontrolü
altındaki Avrupa Birliğine havale edilmiştir.
Kıbrısın Avrupa Birliği ipoteği altına
sokulmasıyla, siyasi ve hukuki sonuçları olacak tehlikeli bir süreç
başlatılmıştır.
Öte yandan,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri Kıbrısın rehini
hâline getirilmiş, böyle bir rehin-ipotek denklemi gölgesinde her iki
konuda da kör bir çıkmaza girilmiştir.
AKP Hükûmetinin
adını kazan-kazan koyduğu teslimiyet anlayışı
sonucu Türkiye Kıbrısta zemin kaybetmiş, Kıbrıs
sorunu da sanal Avrupa Birliği sürecinde ilk kırılma ve kopma
noktası olmuştur.
Türkiye'nin
Avrupa Birliği tam üyeliği nihai hedef olmaktan
çıkmış, süreç, Avrupa Birliğinin yörüngesinde
kalacağı özel ilişki modeline yönlendirilmiş ve bu bile,
Kıbrıs dâhil bir dizi ön şart dayatmaya
bağlanmıştır. AKP Hükûmetinin Avrupa Birliği
macerasında gelinen nokta bu olmuştur.
Bu gerçekler
ortadayken, AKP Hükûmetinin hâlâ Avrupa Birliğinin dayatmalarını
karşılamak için özel bir heyecan duyması siyasi bakımdan
izahı ve anlaşılması güç bir garabet olarak
karşımızdadır. Bu çerçevede, Türkiyenin millî
değerlerine hakaret etmeyi serbest bırakmak için hazırlık
yapması ve etnik bölücülüğün önünü açacak arayışlar içinde
olması Türkiyeyi çok tehlikeli bir sürecin beklediğini
göstermektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin Irak politikası
da her yönüyle bir iflas tablosudur. Iraktaki gelişmeler Türkiyenin iç
ve dış güvenliğini, millî birliğini ve hayati
çıkarlarını çok ciddi biçimde tehdit eden vahim boyutlar
kazanmıştır.
Kuzey Irakta
Türkiyeye muhâsım etnik devlet yapılanmasında son aşamaya
gelinmiş, Barzaninin himayesinde bu bölgede yuvalanan PKKnın terör
tehdidi had safhaya ulaşmış ve Türkmen kardeşlerimizin
varlığına kastetmeyi ve Kerkükü zorla ele geçirmeyi amaçlayan
stratejik planın son perdesi açılmıştır. Türkiyeye
her vesileyle meydan okuyan Barzani karşısında sessiz ve
tepkisiz kalan AKP Hükûmeti inisiyatifi her alanda peşmergelere
bırakmakla kalmamış, Türkiyenin millî güvenliğini de
Barzaniye havale etmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyenin
karşısındaki iç ve dış güvenlik tehdit ve tehlikeleri
ağırlaşarak sürmektedir. Kanlı terör
tırmanmış, etnik bölücülük ve hain tahrikler hız
kazanmıştır. Millî birliğimizin ve bölünmez
bütünlüğümüzün dayandığı temelleri yıkmayı
amaçlayan topyekûn bir saldırı
başlatılmıştır. Tek vatan, tek devlet, tek millet, tek
bayrak ve tek dil ilkeleri sorgulanmakta ve yıkılmak istenmektedir.
Türkiyenin millî devlet niteliği ve üniter yapısı hedef
alınmıştır. Türk milletinin bin yıllık
kardeşliği tehdit altındadır. Terörün
tırmandığı bir dönemde etnik bölücüler hain emellerini
siyasi yollarla gerçekleştirme ümidiyle yeniden ortaya
çıkmıştır. Böyle bir ortamda, siyasi çözüm
çağrıları yoğunluk kazanmıştır. Türkiyenin
bölünme modelleri parti kongrelerinde ve ABD Büyükelçisinin resmî konutunda
Sayın Başbakanın yakın çevresinde yer alan AKP
milletvekillerinin de katıldığı etnik davetlerde alenen
tartışılmaktadır. Sayın Başbakanın
dağdaki militanları siyasi af vaadiyle özendirerek şehirlere ve
siyasete davet anlamına gelen beyanları, silahın
bırakılması için siyasi tedbirler arayışına
girdiğini gösterir işaretler, etnik bölücülerin siyasi, hukuki koruma
altına alınması, herkes kabul etmelidir ki, haklı
endişeleri de davet eden vahim gelişmeler olmuştur. Etnik
bölücülüğün meşru bir faaliyet alanı hâline getirilmesi için
siyasi süreçler başlatılması işaretlerinin
arttığı bir ortamda Hükûmetin terörle mücadelede hedef
küçültmesi Türk milletinde derin bir hayal kırıklığı
ve infial yaratmıştır.
AKP Hükûmetinin
PKKyı Kuzey Iraktan söküp atmak ve tasfiye etmek hedefinden vazgeçerek,
fiilî saldırıların durdurulması amacıyla
sınırlı bazı tedbirlerle yetineceği artık
anlaşılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
sınır ötesi operasyon yetkisini vermesinden altı hafta geçtikten
sonra askerî makamlarımıza siyasi direktif verilmesi ve kış
şartlarının gelmesi sınırlı bir bölgede nokta
operasyonlarıyla yetinileceğini ve PKKyı gerçek anlamda tasfiye
edecek çapta bir askerî müdahalenin gündemde bulunmadığını
ortaya koymuştur. Diplomatik ve siyasi zeminin
hazırlandığı gibi gerekçeler bu gerçekleri değiştirmeyecektir.
Önümüzdeki
dönemde, silah bırakma ve siyasi süreç denkleminde Türkiyenin
karşısına hangi tehlikelerin çıkacağı daha iyi
görülecek ve anlaşılacaktır. Hükûmet Programı üzerinde 3
Eylül 2007 günü yaptığım konuşmada, bölücü terörün siyasi gündemine
hizmet edecek zorlamaların bir kardeş kavgasına davetiye
çıkarmak olacağının artık idrak edilmesi
gerektiğini dile getirmiştim. Aradan geçen üç ay içinde cereyan eden
gelişmeler bu konudaki endişelerimizi maalesef çok ciddi biçimde
artırmıştır. Bu tehlikeye karşı Hükûmeti uyarmak,
bu felaket gidişatına engel olmak, bizim için bir vatanseverlik
görevi ve borcudur. Burada ateşle oynayan, bu samimi gayretler içinde
olanlar değil, pusulasız bir sürükleniş içinde bulunan
şartları hazırlayanlardır. Siyasi istismar ve rant
hesapları da aynı adreste aranmalıdır.
Başta
Sayın Başbakan olmak üzere, bu konuda sorumluluğu olan herkes
dürüst bir vicdan muhasebesi yapmalı ve gelecek seçimleri değil,
gelecek nesilleri düşünerek Türkiye'nin geleceğini ateşe atacak bu
yoldan bir an önce dönme basiretini gösterebilmelidir. (MHP
sıralarından alkışlar) Türkiye'nin millî birliğinin ve
kardeşliğinin sigortası olan milliyetçi hareket ve Türk
milliyetçileri bu konuda her bakımdan vicdan huzuru içindedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere UNESCO
tarafından Hazreti Mevlânânın doğumunun 800üncü yıl
dönümü olan 2007 yılı Mevlânâ Yılı ilan edilmiştir.
İçinde bulunduğumuz 1-17 Aralık 2007 tarihleri de Hazreti
Mevlânânın 734üncü Vuslat Yıl Dönümü olarak
anılmaktadır. Bütün karanlıkları aydınlatan
ışığı, ulaştığı bütün gönülleri
ısıtan sıcaklığı ile Hazreti Mevlânânın
anlayış, düşünce ve inanç zenginliğinin, siyaset, ilim ve
toplum hayatımıza yansımasını diliyor, Hazreti
Mevlânâyı rahmetle anıyorum.
2008
yılı bütçesinin Türkiyemiz için hayırlı sonuçlar getirmesi
temennisiyle yüce heyetinizi en içten duygularla selamlıyor,
saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. (MHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, yapılan bu eleştirilere cevap vermek
üzere, Hükûmet adına Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan.
Buyurun
Sayın Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta
alkışlar)
Süreniz
altmış dakikadır Sayın Başbakan.
(DTP
milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti)
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 Mali Yılı Bütçe Kanunu
görüşmeleri vesilesiyle değerli heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. 2008 yılı bütçesinin, ülkemize ve milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Türkiyenin büyük
sancılar yaşadığı yıllarda bütçe görüşmeleri
ve bütçe konuşmaları, genellikle gerilimin
tırmandığı, âdeta karamsarlık bulutlarının
üzerimize çöktüğü görüşmeler ve konuşmalar olurdu. Türkiye
zaafları konuşmaktan yorulur, halkın yönetime itimadı ve
özgüveni, hemen her bütçe döneminde azalırdı. Türkiye Büyük Millet
Meclisi kürsüsü, âdeta bir arenaya dönüşürdü. Allaha şükür ki,
Hükûmetimizle birlikte sisler dağıldı, karamsar günler geride
kaldı, Türkiye gerçek gücüne kavuştu. Türkiyenin
kaynaklarını ve imkânlarını, sağlam bir siyasi
iradeyle, ülkemize, insanımıza kazandırdık. Türkiye
şimdi, zaaflarıyla değil, ekonomisiyle, sosyal kalkınma
programlarıyla, dış politikadaki dinamizmiyle, zenginleşen
imkânları ve kaynaklarıyla konuşuyor. Dolayısıyla
bütçe görüşmeleri de eski siyasetin kavga ve anlayışından
ciddi manada uzaklaştı.
Türkiye
artık, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, Hükûmetiyle,
kamu yönetimiyle ve bütün kurumlarıyla birlikte, bir gelecek vizyonuna kavuştu.
Siyaset de kamu yönetimi de milletimiz de artık önünü görüyor,
geleceğe tam bir güvenle bakıyor. Yıllarca hasretini
duyduğumuz demokratik güven ve istikrar, AK Parti İktidarında,
sağlam temeller üzerinde kökleşmiştir, çünkü, biz gücümüzü
demokrasiden, yani millet iradesinden alıyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Çünkü, biz milletimizden
aldığımız gücü yine milletimiz için kullanıyoruz.
Demokrasimiz güçlendikçe ekonomimiz güçleniyor, toplumumuz güçlendikçe
devletimiz güçleniyor. Milletimizle devletimiz birlikte güçlendikçe dünyadaki
itibarımız da saygınlığımız da artıyor.
İnanıyorum ki, 2008 yılı bütçesi de Türkiye'nin gücüne güç
katacak, ülkemizin gelecek vizyonuna uygun bir bütçe olacaktır.
İnanıyorum ki, aşkla, heyecanla cumhuriyetimizin 100üncü
yılına hazırladığımız Türkiye, 2008
yılını da önceki beş yıl gibi kazanç hanesine
kaydedecektir. Yeter ki yüreklerimiz bir ve beraber olsun, yeter ki
kardeşliğimiz, dayanışma ruhumuz baki olsun.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; henüz sözlerimin başında
iken bir hususu belirtmekte yarar görüyorum. Bütçe müzakereleri Türkiye'nin
baştan başa bütün şehirleriyle, bütün meseleleriyle
konuşulduğu bir zemindir. Bu zemini Türkiye'nin yararına en iyi
şekilde değerlendirmek için yapılacak bütün makul eleştiri
ve uyarıları dikkate alacağımızdan bütün milletvekili
arkadaşlarımın emin olmalarını istiyorum. Tabii, durum
tespitlerini yapıp da çözüm önerileri getirilmedikçe bizim de yapacak bir
şeyimiz yok. Görüyorum ki, burada, sadece vurun abalıya
mantığıyla konuşmalar var. Çözüm? Çözüm yok. Ama, hepimiz
bu milletin iyiliği için, bu ülkenin geleceği için bir şeyler
düşünüyorsak o zaman şunu söylemek durumundayız: Şu,
şu, şu yanlıştır. Şunu yaparsanız
doğrudur ve bundan Türkiye kazanır, millet kazanır. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bunu yaptığınız
zaman biz de alkışlıyoruz.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başbakan, yüzlerce öneri
getirdik, yüzlerce.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ülkemiz, ciddi mali
sıkıntılarla karşı karşıya olduğu bir
dönemden bugünlere geldi. 58 ve 59uncu Hükûmet dönemlerinde uygulamaya
koyduğumuz mali disiplini esas alan politikalar sayesinde bütçenin iki
yakası bir araya gelmiştir. Ekonomi yönetimini dış
politikadan, hukuk devletini güçlendirmeyi sosyal kalkınmadan, demokrasiyi
adaletten bağımsız ele almadık. Türkiyenin bütün
dinamiklerini birlikte ele aldık, imkân ve kaynaklarımızı
Türkiyeye kazandırdık. Elde ettiğimiz başarıda, para,
maliye ve sosyal politikalarımızın uyumlu bir şekilde
yürütülmesinin büyük payı olduğu malumunuzdur. Bu başarı,
kuşkusuz, siyaset ve yönetim anlayışımızla, iş
görme biçimimizle uyumlu bir şekilde yürütülmüştür ve burada,
öncelikler çok dikkatli bir şekilde ele alınmıştır.
Bütün ekonomik ve sosyal kalkınma göstergelerini mukayeseli olarak okumaz
ve yorumlamazsak nereden nereye geldiğimizi göremeyiz. Nereden nereye
geldiğimizi çok iyi bilmek durumundayız. Evet, nereden nereye
geldiğimizi unutmamalıyız ki bulunduğumuz noktada gerçekçi
hedefler belirleyelim, gelecek vizyonumuzu da açıkça toplumun önüne
koyalım.
Türkiye, daha
dün, ağır krizlerle boğuşan bir umutsuzluklar ülkesiydi.
Diyorlar ki: Niye böyle diyorsunuz? Hep kriz edebiyatı
yapıyorsunuz. Ee, kriz vardı ülkede. Biz demiyoruz; bu ülkede,
milletimiz bir krizin içinde olduğunu ifade ediyordu, bütün gazetelerde
manşetler, sürmanşetler o kriz dönemini haykırarak
yaşadılar, söylediler ve bunları hep birlikte yaşadık.
Bunu inkâr mı edelim? Bunlar bir vakıa idi. Ben de o dönemin rakamlarını
veriyorum, o dönemin rakamlarını verdiğim zaman bakıyorum
ki bazı çevreler rahatsız oluyor. Ee, niye rahatsız oluyoruz?
Vermeyelim mi bu rakamları? İşte ortada gerçek: Buyurun,
Türkiyenin millî geliri 180-181 milyar dolardı, e şimdi 489 milyar
dolara doğru gidiyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Şimdi, bu rakamı söylediğimiz zaman hemen
bahaneler uydurulmaya başlanıyor. Ne deniyor? Efendim, kur. diyor.
E, neden? Efendim, işte, TL değerlendi. Buna benzer, böyle, hiç
ekonomide yeri olmayan garip garip şeyler
E tam aksi olsaydı o zaman
ne diyecektiniz? Battınız diyecektiniz, bittiniz diyecektiniz.
Göreve geldik,
Merkez Bankası döviz rezervi 27 milyar dolardı. E şimdi 70
milyar doları aştı. E ne diyeceğiz? Söylemeyelim mi bunu?
(AK Parti sıralarından alkışlar) Efendim, işte,
kurdan kaynaklanıyor
E kardeşim, yani, o oldu öyle, bu oldu böyle,
havada karga var, başka bir şey yok
(AK Parti sıralarından
alkışlar) Yani, burada, lütfen, biraz gerçekçi olun. Bu gerçekleri
inkâr etmeyelim. Hele hele Türk lirasının değerlenmesinden
rahatsızlık duyanlara baktığım zaman, ben taaccüp
ediyorum. Biz, Türk lirasını değerlendirme kanununu on
yıllarca önce çıkarmadık mı? Bu millet onu
çıkarmadı mı, bu Parlamento çıkarmadı mı?
Çıkardı. Ee, paramız değer kaybına
uğradığı zaman Türk lirası delik deşik oldu.
demiyor muyduk? E şimdi, o zaman o milliyetçiliği konuşan
kardeşlerim, şimdi, acaba, Türk lirası değer kazanıyor
diye niye rahatsız oluyorlar? Ben bunu da anlamakta zorlanıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Göreve geldik,
Türkiye'de herkes maaşını alıyor -anlattığım
uzun zaman değil, 2002- doğru döviz bürosuna gidiyor, oradan dövize
çeviriyor. Dövize çevirdikten sonra, ay boyu dolarla yaşam vardı.
CANAN ARITMAN
(İzmir) Hemen borç ödemeye gidiyor vatandaş, döviz möviz
alamıyor.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Böyleydi.
CANAN ARITMAN
(İzmir) Bakkala bile borç ödüyor.
BAŞKAN
Sayın Arıtman
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ama şimdi, hamdolsun, kimsenin
böyle, döviz bürosu arama ihtiyacı yok. Çünkü döviz büroları
kapanmaya başladı. Artık cebinde yeni Türk lirası var. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Önümüzdeki
yılbaşından itibaren de artık YTL olmayacak, TL olacak. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Buraya geçiyoruz. Ve diyorum
ki, lütfen geçmişten ders alınız. Eğer geçmişten ders
alamazsak, o zaman geleceği kazanamayız.
Türkiye, bir
felaketin eşiğindeydi. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Siyaset umut
olmaktan çıkmıştı. Alınan mesafe gayet önemli, çok çok
büyüktür ve Türkiye on yıllar içinde yapamadığını,
hamdolsun, beş yıl içinde yapmıştır. Bunu, zaten 22
Temmuzda ortaya koymuştur. 22 Temmuzda millet, kusura bakmayın- öyle
evirip çevirip milletin karşısına geleceksin, millet, ondan
sonra sana yüzde 47 oy verecek, yok böyle bir şey; eğer verdiyse,
bundan dolayı verdi. Gerçeği yaşıyor çünkü, hayatı
yaşayan o ve bundan dolayı da bu neticeler
alınmıştır. İlk göreve geldiğimizde, Türkiyeyi
eğitim, sağlık, adalet ve emniyet olmak üzere dört temel
taş üzerinde yükselteceğiz dedik. Çünkü bu dört temel taş
yeterince sağlam olmazsa, millî gelirinizi dünyanın en üst seviyesine
bile taşısanız mutlu bir toplum yapısı inşa
edemezsiniz.
Bakınız,
değerli milletvekilleri, 1971 yılından itibaren, ilk kez, 2004
yılında tek haneye indirilmiş bir enflasyon var ve
kalıcı bir fiyat istikrarının sağlanması yönünde
çok önemli mesafeler kaydedildi. 2007 yılı Kasım ayı
itibarıyla, evet, TÜFE yıllık artış hızı
yüzde 8,4 olarak gerçekleşmiştir. Hedefimizi
aşmıştır, doğrudur ve burada bir
başarısızlığımız var, bunu aynen kabul
ediyorum. Enflasyonun düşüşüyle büyümenin eş zamanlı olarak
gerçekleşmesi dünyada eşine az rastlanır bir başarı
aslında. Son beş yılda makroekonomik göstergelerde
sağladığımız hızlı iyileşme,
sürdürülebilir büyüme ortamını da beraberinde getirmiştir.
2003-2006 döneminde gayrisafi millî hasıla, yıllık ortalama
olarak 7,3 oranında artış kaydetmiştir. Böylece ekonomimiz,
ciddi manada büyümesini kesintisiz olarak sürdürmüştür. Şu anda yine
5,2de, ki büyük ihtimalle büyümeyi 5le kapayacağız. Hedefimiz zaten
neydi? Bu idi. Yine, büyüme oranını bu yıl itibarıyla
tutturacağız.
Burada bir
gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, o da şu: Değerli
arkadaşlarım, tabii, sürekli IMFye vuruluyor, vurulabilir. Herkes
istediğini konuşmakta, söylemekte haklıdır. Hatta, bugün,
burada bizden IMFden çekilme ifadelerini bekleyenler de olabilir.
Değerli
arkadaşlar, bizim böyle bir niyetimiz yok. Çünkü, biz, IMFye
borçlanırken yüzde kaçla borçlanıyoruz, buna bakarız. Çünkü,
başarıda insan yönetimi ne kadar önemliyse, para yönetimi de o denli,
bilgi yönetimi de o denli önemlidir ve burada IMFden bu kadar ucuz imkânlarla
para alınıyorsa bundan ayrılmanın da gereği yok. Peki
durum nedir? Biz göreve geldiğimizde, bizden önceki Hükûmetten
devraldığımız, IMFye olan borç 23,5 milyar dolardı,
şimdi 7,2 milyar dolardır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bunu söylemeyeyim mi? (CHP sıralarından
gürültüler)
Buyurun, yani,
biz hem birlikte çalışıyoruz ama öbür tarafta da
Bakın
devraldığımız borçları orada da yine eritiyoruz.
Merkez Bankamız öbür tarafta rezervini daha güçlü hâle getiriyor.
Eğer Merkez Bankasının rezervi o noktaya gelmemiş
olsaydı, hazine bu denli güçlü olmamış olsaydı, geçen
yıl mayıs-haziran krizi Türkiyeyi de daha korkunç bir şekilde
vurabilirdi. Eğer vuramadıysa, bu, güçlü bir zemine sahip olduğumuzdan
kaynaklanmaktadır. Bunu lütfen görelim.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Faizler 4,5 puan arttı, vurdu.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, değerli
arkadaşlar, biz faizi bizden önceki yönetimden 63,4te aldık. 63,4te
aldığımız faizi biz ta 13lere kadar düşürdük.
Dediğiniz o krizde 4-5 puan arttı, 6 puan arttı, şimdi 16
puan oldu, düşüyor.
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Reel faize bakacaksınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Reel faiz şu anda kaç?
Liderinizin Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde bu
ülkede reel faizin kaç olduğunu bir de liderinize sorun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Yüzde 35
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 95-96 yıllarında
Başbakan Yardımcılığı yaptı, süresi gerçi azdır,
bir altı aylık süreydi, ama, lütfen o dönemi bir sorun bakalım.
O zaman reel faiz kaçtı? Bir sorun da onu da bir görün. (CHP
sıralarından gürültüler)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) 35.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) O zaman eksiydi.
BAŞKAN
Lütfen
Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakınız, 8,4 şu anda
enflasyon, ki ben basit bir hesaplama yapıyorum, faiz nominal olarak 16,
bu demektir ki 10un altına reel faiz düşmüştür.
ABDULLAH ÖZER
(Bursa) Enflasyonun kaç katı? O zaman kaç katıydı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Tamam, ben, size gayet basit bir
hesap yapıyorum böyle hemen, anında bir hesap, bu hesaba bakın,
reel faiz nereye düşmüş, bunu da lütfen hocalarınıza sorun
da öğretsinler size. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
Tarımdaki
yüksek oranlı bu büyüme döneminde istihdamda da yapısal bir
dönüşüm sürecine girilmiştir. Tarımdaki bu yapısal
dönüşüm, ülkemizin bugünü ve yarını açısından hayati
derecede önem arz ediyor. Tarım sektörünün toplam istihdamdaki payı
2002 yılında yüzde 34,9 iken, 2006 yılında yüzde 27,3e
gerilemiştir. Tarım dışı istihdam aynı dönemde 2
milyon 346 bin kişi artmıştır. 2003-2006 yılları
arasında tarım dışı sektörlerde Avrupa Birliğinin
25 ülkesi içinde İspanyadan sonra en fazla istihdam oluşturan ülke
Türkiye olmuştur.
Dış
ticaret hacmimiz 2002 yılında 87,6 milyar dolar iken, 2006
yılı sonunda 225 milyar dolara yükselmiştir. Son bir aya
girdiğimiz 2007 yılının bitiminde ise dış ticaret
hacminin 270 milyar doları aşması beklenmektedir. Böylece,
Türkiye, dünyada en fazla ticaret yapan ilk 20 ülke arasına girmeyi
başarmıştır. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) İthalat yaparak
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yine, bu yılın sonunda
ihracatımızın hedeflerimizin üzerinde bir başarıyla
yaklaşık 106 milyar dolara ulaşmasını öngörüyoruz.
2002 yılı sonunda Türkiyenin toplam ihracatı sadece 36 milyar
dolarken, bugün 106 milyar dolar seviyesine geliyor. Yani, yetmiş dokuz
senede 36 milyar dolar ve şurada, beş senede biz bunun üzerine 70
milyar dolar koymuşuz. Nereden nereye? (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İthalatın
166 milyar dolara ulaşmasını tahmin ediyoruz. Bununla birlikte,
aynı süreçte cari açıkta artış eğilimi gözlenmektedir.
İthalatta hızlı yükselmenin önemli bir nedeni, şüphesiz ki,
başta ham petrol olmak üzere, enerji fiyatlarındaki
artıştır, bunu da lütfen görün. Göreve geldiğimizde
petrolün varili 23,4 dolardı ama şimdi 95 doları aştı
ve bu, şüphesiz ki, bizim bu noktadaki borçlanmamızı da ciddi
manada artıran etken, çünkü biz, ham petrol olsun, doğal gaz olsun,
bu noktada buraya bağlıyız ve cari açığın temel
nedenleri olarak, ekonomide sağlanan güven ve istikrar sonucu yeni Türk
lirasının değerlenmesinin yanı sıra, hızlı
büyümeyle birlikte artan ithalat, uluslararası ham madde, enerji ve metal
fiyatlarında kaydedilen yüksek oranlı artışlar
sayılabilir.
Bakınız,
2002 yılında ham petrolün varil fiyatı sadece -az önce
söylediğim rakamlar- bu iken, örneğin, 2006 yılı sonunda
32,9 milyar dolara yükselen cari açıktan enerji fiyatlarının
etkisi çıkarıldığında, söz konusu açık 19,2
milyar dolara gerilemekte, bunun millî gelire oranıysa yüzde 4,8e
inmektedir.
Cari açık,
geçmiş yıllarda görüldüğü gibi, devletin borçlanmasıyla
değil, büyük bir kısmı özel sektör kaynaklı sermaye
hareketleriyle finanse edilmektedir. Cari açığın
finansmanı, artan ölçüde doğrudan yabancı sermaye
yatırımları ve uzun vadeli borçlanma kalemleriyle gerçekleştirilmiştir.
Böylece cari açığın finansmanında sağlam ve
kalıcı kaynakların payı hızla
artmıştır. 2003 yılından itibaren ekonomide
sağlanan istikrar ve güven ortamı sayesinde doğrudan küresel
sermaye yatırımlarında önemli miktarda artış
kaydedilmiştir. 1953 yılından AK Parti Hükûmetine kadar fiilî
doğrudan küresel sermayenin ülkemize girişi yılda 1 milyar dolar
seviyelerini hiç aşmamıştır. Oysa bizim
iktidarımızda doğrudan küresel yatırım miktarı
2003-2006 döneminde 34,6 milyar dolara ulaşmıştır ve bu
yıl da beklentimiz, 20 milyar doların üzerinde
olacağıdır.
Ülkelerin
yatırım ortamlarının iş yapma
kolaylığına göre kıyaslandığı Dünya
Bankasının son raporuna göre, Türkiye geçen seneye göre -az önce
burada bazı şeyler söylendi de onu düzeltelim diyorum- 34 basamak
birden yükselmiştir, Türkiye 91inci sıradan 57nci sıraya
gelmiştir ki bu da yatırım ortamını ne derece
iyileştirdiğimizi ortaya koymaktadır. Türkiye artık bir
fırsatlar ülkesidir. Türkiyede istikrar vardır, Türkiyede güven
vardır.
Değerli
milletvekilleri, son yıllarda ekonomimizde mali disipline titizlikle
uyulduğu için kamu kesimi açıkları sorunu önemli ölçüde
kalkmıştır. Bildiğiniz gibi, 2002 yılında
iktidara geldiğimizde, bütçe açığı 40 milyar yeni Türk
lirası ve bu açığın gayrisafi millî hasılaya
oranı yüzde 14,6 idi. 2003 yılından itibaren uygulamaya
koyduğumuz yapısal reformlar ve taviz vermeden
uyguladığımız maliye politikaları neticesinde
istikrarı sağladık. 2006 yılında bütçe
açığında rekor bir düşüşle 4,6 milyar yeni Türk
lirası seviyesine kadar indik. Dikkatinizi çekmek isterim, bu açık tutarının
gayrisafi millî hasılaya oranı sadece binde 8dir. Aradaki fark son
derece çarpıcıdır. Bu iyileşme performansıyla Türkiye,
bütçe açıklarının azaltılması bakımından örnek
gösterilen bir ülke hâline gelmiştir. Bu tabloyu, ülkemiz adına,
ekonomimiz adına çok önemli, çok değerli bir kazanç olarak görüyorum.
Bildiğiniz
gibi, Avrupa Birliği, ekonomik istikrarın ve mali performansın
bir göstergesi olarak Maastricht kriterlerini ortaya koymuştur. Bu
kriterlerden birisi de ülkelerin ekonomilerinde bütçe açıklarının
gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 3ün altında
olmasıdır. Türkiye, 2005 ve 2006 yıllarında bütçe
açığı bakımından bu kriteri
karşılamıştır. Görünen o ki, Türkiye, 2007
yılında ve 2008-2010 bütçe döneminde de bu kriteri
karşılamaya devam edecektir. Yani Türkiye, 2005 yılından
2010 yılına kadar Maastricht Kriterini sürekli bir şekilde
karşılayan, karşılayabilecek olan bir konuma
gelmiştir.
Değerli
arkadaşlar, bunun adı istikrardır bunun adı mali
disiplindir. Bunun anlamı, Türkiyenin, sırtındaki
ağırlıklardan her geçen gün biraz daha fazla kurtuluyor
olmasıdır. Bunun için bizim bu süreçte bir şeye ısrarla
ihtiyacımız var: Demokratik istikrar. Eğer
istikrarımızı korur, mali disiplinden ödün vermeden
çalışmaya devam edersek, tabiatı icabı ekonomimiz daha da
güçlenecektir. Biz Hükûmet olarak bu gerçeğin farkındayız.
Ciddiyetle, kararlılıkla, cesaretle ve ilk günkü
heyecanımızla yola devam ediyoruz. Bu yolun, bu istikametin
Türkiyeyi aydınlığa götürecek yol ve istikamet olduğuna da
samimiyetle inanıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe performansında elde
ettiğimiz bu başarının, geçen zaman zarfında,
ekonomimizde çok yönlü başka iyileşmelere zemin
hazırladığını da memnuniyetle müşahede ediyoruz.
Bakınız,
burada, kamu kesimi borçlanma gereğinin hesaplanmaya
başlandığı 1975 yılından 2004 yılına
kadar geçen otuz yıllık dönemde kamu kesimi sürekli borçlanma
ihtiyacı içerisinde olmuştur. Lütfen bunu görelim. Hep bu dönemi
yaşamış olan siyasetçiler var burada. 2003 yılından
itibaren bütçe açıklarının azalmasına bağlı
olarak kamu kesimi borçlanma ihtiyacının ortadan kalkması sonucu
kamu kesimi borç yükü azalma eğilimine girmiştir. Konuyu rakamlarla
ifade edersek değişim ve nereden nereye geldiğimiz çok daha
çarpıcı biçimde ortaya çıkacaktır. 2002 yılında
kamu kesimi borçlanma gereğinin bunun hesabı da böyle
yapılır, onu da açık söyleyeyim- gayrisafi millî hasılaya
oranı yüzde 12,73 olarak gerçekleşmiş, başka bir deyişle,
2002de kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı 35 milyar yeni Türk lirası.
Arkadaşlar, bunu iyi tespit edin. 2006 yılına geldiğimizde
kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi millî hasılaya
oranının yüzde -2,7 seviyesine indiğini görüyoruz. Yani, 2006da
kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı oluşmadığı gibi, 14
milyar 950 milyon yeni Türk lirası da fazla verdiği
anlaşılıyor. Bunu ortaya koymamız lazım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Hükûmetimizin
maliye politikasında elde ettiği başarının en
açık göstergesi işte bu tablodur. Bu olumlu gidişat 2007
yılında da devam etmiş, önümüzdeki dönemde de evvel Allah devam
edecektir. Bu da elde edilen başarının sürekliliğini,
kazanımlarımızın kalıcılığını
ispat ediyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kamu kesimi borçlanma gereğinin
azalması ve hatta ortadan kalkması, kamu kesiminin net borç yükünde
de kayda değer bir azalma yaşanmasına vesile olmuştur.
Nitekim 2002 yılında kamu net borç stokunun gayrisafi millî
hasılaya oranı bu da çok önemli- yüzde 78,4 iken, 2006
yılında bu oran yüzde 45e inmiştir. 2007 yılı sonunda
ise şimdi size yeni bir müjde veriyorum, bu rekordur- yüzde 40ın
altına ineceğini tahmin ediyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Şimdi, samimiyetle bir şey söylüyorum: Yani,
ekonomiden zerre kadar, hakikaten, nasibimizi almışsak, borç
miktarlarına göre mi bunun hesabı yapılır yoksa gayrisafi
millî hasılaya oranıyla mı bu iş tespit edilir? Eğer,
olayı gerçekten objektif bakan kişilerle görüşün, bilim
adamlarıyla görüşün size söyleyecekleri şey şudur:
Gayrisafi millî hasılaya borç hangi orandaysa, bunda artış
mı var, eksilme mi var, buna göre ölçülür. Ve işte, biz, yüzde
78,4ten aldık ve şimdi 40ın altına iniyoruz. Hesap budur.
Bu hesabı şaşırtmayalım. Güçlü devlet olursunuz,
borcunuz çok olur, ama hiç önemi yok. Buyurun, işte, bugün
Amerikanın borç miktarına bakın, Japonyanın borç
miktarına bakın, Almanyanın, İtalyanın borç
miktarlarına bakın. Eğer buradaki, şu kürsüdeki
yaklaşım anlayışıyla, mantığıyla
değerlendirirsek o ülkelerin batması lazım. Türkiye güçleniyor,
Türkiye güçleniyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onun
için, o borç miktarları bizi o kadar fazla alakadar etmiyor. Niye? Öbür
tarafta benim millî gelirim 180den 489a çıkmış. E bunu
göreceksin. Yani, yetmiş dokuz senede bu ülkenin millî geliri 181 milyar
dolar olacak, beş senede biz bunun üzerine, geleceğiz, 308 milyar
dolar koyacağız.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) Orman köylüsü 400 dolar aldı!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bunu bir kenara koymayalım,
atmayalım bunu başka kenara. Bunları görelim. Bunları
gördüğümüz nispette hep birlikte, ülkemizi, inanıyorum, çok daha
farklı yere taşırız.
Değerli
arkadaşlar, bu anlattıklarım aynı zamanda Avrupa
Birliği kriterleridir, Avrupa standartlarıdır. Türkiyenin
ekonomik standartlarının nereden nereye geldiğini anlamak
açısından önemli, çarpıcı sonuçlardır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti hükûmetleri döneminde faiz
giderlerinin gayrisafi millî hasılaya oranına
baktığımızda aynı pozitif tabloyu orada da görüyoruz.
Bakınız,
2002 yılında yüzde 18,8 olan bu oran, o günden bu yana sürekli olarak
bir azalma eğilimi göstermiştir. İnşallah, 2007
yılı sonunda yüzde 7,6 seviyesine kadar ineceğini tahmin
ediyoruz. Bu neticeler Türkiyeyi rahatlatan, daha da rahatlatacak olan
kazanımlardır.
Bakınız,
şu noktaya özellikle dikkatinizi çekiyorum: 2002 yılında Türk
ekonomisi vergi gelirlerinin yüzde 84ünü sadece faiz giderlerini ödemek için
kullanıyordu. Yüzde 84, yanlış anlamadınız. Bir
ülkenin vergi gelirlerinin yüzde 84ünün faiz giderlerini ödemesi nasıl bir
felakettir, düşünebiliyor musunuz? Daha kısa zamanda bunu
yaşadık. Bırakın yatırım yapmayı,
bırakın ihtiyaçları karşılamayı, 2002
yılında olduğu gibi çalışanınızın,
memurunuzun maaşını bile ödemekte zorlanır hâle
düşersiniz. Bu acı tablonun, bu hakkaniyetsiz yönetim
anlayışının, ne kadar işsizlik, ne kadar yoksulluk, ne
kadar adaletsizlik ürettiğini acaba hangi ekonomist hesap edebilir ve
açıkça önümüze koyabilir? Türkiye bu ağır faturaları
yıllarca ödedi, bu ülkenin fedakâr insanlarına bu sıkıntılar
yıllarca, maalesef, reva görüldü. Çok açık söylüyorum: Artık, bu
millet, o iş bilmez, o beceriksiz yönetimlerin faturasını
ödemeyecek. Bu dönem bitmiştir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) İstikrar ve güveni gördüğünde, millete hizmet
edenleri gördüğünde de vefakâr milletimiz bu siyasi iradeye zaten dört
elle sarılmıştır, ben inanıyorum ki benim milletim
bundan sonra da sarılmaya devam edecektir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bizim için
aslolan milletimizin refahıdır, mutluluğudur ve vergi gelirleri
bu noktada çok önemli. 2002 yılının sonunda toplanan vergilerin
yüzde 84ü faize giderken, biz, 2006 yılında bu oranı yüzde 33
seviyelerine kadar indirmeyi başardık. Aradaki fark bu kadar önemli.
Değerli
kardeşlerim, bize sıkça sorulan bir soru var:
Kaynağınız nedir? Bir kez daha tekrarlıyorum: Kaynak Türkiyedir.
(AK Parti sıralarından alkışlar) İlk bütçemizi
hazırlarken bu iddiayı ortaya koyduk, bugün alnımızın
akıyla bu iddiamızı ispatlamış bulunuyoruz. Yeter ki
bu kaynaklar çarçur edilmesin, boşa harcanmasın. Yeter ki hak ve
adalet kriterleri, hakkaniyet ölçüsü çiğnenmesin.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyenin özlemlerine
kavuşması için bu ülkenin imkânlarını ve
kaynaklarını birlikte düşünmek ve bu noktada gerekli
adımları atmak zorundayız. Keza, Türkiyede devlet ile toplumu
mutlaka ama mutlaka beraberce düşünmek zorundayız. Bunu yapmazsak,
Türkiyenin iki yakasını bir araya getirmeyen o eski popülist
politikalara geri dönmüş oluruz.
Son günlerde
çeşitli tartışmalara konu olan kamu personelinin ücret ve
maaşları ortada. Buna da şöyle kısaca bir değinmek
istiyorum. Biz, değer üreten, emek veren, alın teri döken herkesin
hak ettiğini almasını istiyoruz ve geldiğimizden beri bir
şey söyledik, o da şuydu: Biz, enflasyona memurumuzu, işçimizi,
Bağ-Kurlumuzu, emeklimizi ezdirmeyeceğiz. ve ezdirtmedik. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Kimse kalkıp
da bunu ispat edemez. Biz, geldiğimizin ilk döneminde ciddi bir ayarlama
yaptık ve o ayarlamayı yaptıktan sonra da artık enflasyonun
üstünde bir oranda zam yapmak suretiyle de süreci çalıştırıyoruz.
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) Refah payı ne oldu?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu çerçevede, 2002 yılı
Aralık ayında -lütfen şimdi vereceğim oranlara dikkat edin,
neler yaptığımızı görürsünüz- en düşük devlet
memuru maaşı 392 yeni Türk lirasıydı, 2007 yılı
Aralık ayında bu rakam 843 yeni Türk lirası olmuştur.
Başka bir deyişle, en düşük devlet memuru maaşı bu
dönem zarfında yüzde 115 oranında artış göstermiştir.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) Millî gelirdeki payı ne?
GÖKHAN DURGUN
(Hatay) Açlık sınırı.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Maaşlar enflasyonla
orantılı olarak artsaydı bugün en düşük memur
maaşının 631 yeni Türk lirası olması gerekirdi.
Aynı dönemde gerçekleşen enflasyon oranı dikkate
alındığında memurlarımıza yapmış
olduğumuz maaş artışlarının enflasyonun çok
üzerinde olduğu ortadadır.
2008
yılında kamu personelimize verilecek zam oranı yine aynı
mantıkla, düşük maaş ve ücret alana daha yüksek artış
yapılacak şekilde belirlenmiştir. Bu çerçevede, 2008
yılı Ocak ayında en düşük devlet memur maaşı 887
yeni Türk lirasına, Temmuz ayında ise 925 yeni Türk lirasına
yükselecektir. Buna göre, 2008 yılında en düşük memur
maaşı yüzde 10,5, ortalama memur maaşı ise yüzde 7,6 ve en
yüksek memur maaşı ise yüzde 4,1 oranında artmış
olacaktır.
Görüldüğü
gibi, AK Parti hükûmetlerinin iktidarda olduğu 2002 yıl sonundan bu
yana kamu personelinin alım gücünün enflasyona karşı
ezdirilmemesi sağlanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bizim tüm icraatlarımızda
en önemli referans noktamız, bu icraatların milletimize, milletimizin
sofrasına, milletimizin günlük hayatına nasıl
yansıdığıdır. Eğer çiftçimizin bugünü dünden daha
iyi değilse, eğer çalışanlarımızın
şartları düne göre iyileşmemişse, eğer ihracat,
enflasyon, büyüme, sokağa, çarşıya, pazara
yansımamışsa biz kendimizi asla başarılı
saymayız.
Bakın, eline
mikrofonu alan, konuşacak bir kürsü bulan işçi eziliyor, memur
eziliyor edebiyatı yapıyor. Ben somut rakamlarla konuştum,
somut rakamlarla da konuşmaya devam ediyorum. İşte, basit bir örnek:
2003 yılı ile 2007 Eylül dönemi arasında toplam enflasyon yüzde
59,3 olarak gerçekleşmiştir. Yüzde 59,3 oranındaki toplam
enflasyona karşın ücretler aynı dönemde ne kadar
artmıştır? Ortalama memur maaşı 578 yeni Türk
lirasından 1.090 yeni Türk lirasına yükselmiş, yüzde 88,7
oranında artmıştır, yani reel olarak yüzde 18,5
artış olmuştur.
En düşük
memur maaşı 392 yeni Türk lirasından 843 yeni Türk lirasına
çıkmış, yüzde 115 oranında artmış, reel olarak
yüzde 35,1.
Net asgari ücret
184 lira iken bugün 419. Şimdi görüşmeler yapılıyor, daha
da artacak. Nominal artış oranı yüzde 127,5, reel
artış oranı yüzde 42,8dir. Geldiğimiz noktalar ortada,
rakamlar konuşuyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
En düşük SSK emekli aylığı
yüzde 113 oranında artmıştır, reel olarak yüzde 33,8.
Tarım
Bağ-Kur emekli aylığı yüzde 334,2 oranında
artmıştır, reel olarak yüzde 172,6dır. Biz tarım
Bağ-Kurlusunu da unutmuş değiliz, o da burada.
Memur emekli
aylığı ise yine aynı dönemde nominal olarak yüzde 90,3,
reel olarak yüzde 19,5 oranında artmıştır.
Altmış
beş yaş aylığı ise bu dönemde yüzde 228,6
oranında artmıştır, reel olarak bu yüzde 106,3e tekabül
etmektedir.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Kaç liraya çıktı Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Hesabını sen yap, ben
oranını verdim.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Kaç liraya çıktı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Elbette, sözünü ettiğimiz bütün
bu rakamlar gönlümüzden geçen rakamlar değildir, daha iyisini istiyoruz,
daha idealini istiyoruz. Ama bütün bunlar ülkemizin büyümesiyle
orantılı olarak halkımıza da yansıyacaktır,
bundan da kimsenin endişesi olmasın.
Bu bir güven
meselesidir. Halkımızın zaten bu güveni olmamış olsa
22 Temmuzda kime fatura keseceğini gayet iyi bildi. Yani, bunlardan hiç
rahatsız olmayalım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Çünkü, bizi vatandaşlarımız iyi biliyor, biz
de vatandaşımızı iyi biliyoruz; bizi iyi anlıyor, biz
de onları iyi anlıyoruz. Onlar, attığımız her
adımın muhasebesini hem masada hem vicdanlarımızda yaptığımızın
çok iyi farkındalar. Türkiye sıkıntılarını önemli
ölçüde üstünden atıyor. Önümüz, evvel Allah, çok daha aydınlık,
çok daha parlaktır. Bunun da müjdesini buradan özellikle veriyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılı merkezî yönetim
bütçesi, AK Parti Hükûmetlerinin hazırladığı diğer
bütçeler gibi sosyal yönü güçlü bir bütçedir. Sizlere bu konuda da birkaç örnek
vermek istiyorum.
Özürlülerin
eğitim ve bakımı için, 2008 yılı bütçesine aynı
amaçlar için 696 milyon yeni Türk lirası ödenek öngörülmüştür.
Kimsesiz çocukların yuvalar ve yurtlarda bakımı için öngörülen
ödenek tutarı 294 milyon yeni Türk lirasına yükseltilmiştir.
2008 yılı bütçesinde çocuklarına bakamayan ailelere ayni, nakdî
yardım olarak 51 milyon yeni Türk lirası, yaşlıların
SHÇEKde bakımı için ise 95 milyon yeni Türk lirası ödenek
konulmuştur. 2008 yılında 232 milyon yeni Türk lirası
tutarında ücretsiz kömür yardımı yapılacaktır. (CHP sıralarından gürültüler)
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) Aman ne kadar güzel!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Beraber yaparız beraber. Siz de
adamlarınızı görevlendirin, beraber yaparız.
HÜSEYİN
ÜNSAL (Amasya) Borcunuzu ödeyin, borcunuzu!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2008 yılında, vali
beylere, kaymakam beylere şöyle müracaat ederseniz, nereye
dağıtılacağını, hangi adrese gideceğini size
takdim ederler, hiç merak etmeyin.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Biliyoruz, gördük!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2008 yılında ilkokul ve
liselerde
CANAN ARITMAN
(İzmir) Okullara gönderin okullara.
BAŞKAN
Lütfen
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
ücretsiz kitap yardımı
için toplam 290 milyon yeni Türk lirası, taşımalı
ilköğretim yemek bedeli olarak ise 167 milyon ödenek öngörülmüştür.
CANAN ARITMAN
(İzmir) - Okullara kömür gönderin, okullarda sobalar yanmıyor
kömürsüzlükten.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
dürüst olalım, samimi olalım.
BAŞKAN
Sayın Arıtman
Sayın Arıtman
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakınız, eğer buralarda
valilerimiz, kaymakamlarımız, sizin bu peşin hükümlü, ön
yargılı yaklaşımlarınızda olmuş
olsaydı, evet, bu millet bizi bu noktada görmezdi, bu noktada görmezdi.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Zira, bu Hükûmet sosyal
kurumlarını hayata geçirmiştir, onlara işlerlik
kazandırmıştır ve valilerimiz, kaymakamlarımız,
bütün sosyal yardımlaşma kurumlarımız el ele vermek
suretiyle kenarda köşede ne var arayıp bulmuşlardır ve bu süreç
böyle çalışmıştır.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Onu ilçe başkanlarınıza niye söylemiyorsunuz, il
başkanlarınıza?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Rahatsızlığınız olabilir, önemli değil. Biz
yolumuza devam ediyoruz, durmak yok yola devam; bizim işimiz bu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Üniversite
öğrenci burs ve kredi tutarı 2002 yılında 45 yeni Türk
lirasıydı.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Şimdi kaç?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2007de bu rakam 150 yeni Türk
lirasına çıktı, bu dönemde daha da artacak.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Bozdur bozdur harca!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Evvel Allah, bizim paramız
bereketlidir merak etme, rahat ol. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Tarımsal
desteklemeler için 2008 bütçesinde 5 milyar 400 milyon yeni Türk lirası
ödenek öngörülmüştür. Esnafa verilecek düşük faizli kredinin
finansmanı için Halk Bankasına aktarılacak ödenek 2008
yılında 211 milyon yeni Türk lirasına yükseltilmiştir. 2002
yılında, değerli arkadaşlar, Ziraat Bankasının çiftçimize
verdiği kredinin faizi yüzde 59du, ama şimdi yüzde 7 ile 13 arasında
değişiyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Soyuyorlardı, soyuyorlardı.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Halk Bankasının esnafa
verdiği kredinin faizi yüzde 46ydı, ama şimdi yüzde 13.
Nereden nereye
geldik. Lütfen, bunları herhâlde görmemezlikten gelemeyiz. Bunlar
yaşanan şeyler, bunları halkımız hep yaşadı.
MAHMUT DURDU
(Gaziantep) Sayın Başbakanım, fazla yüklenmeyin.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bütün bu rakamları Türkiyeyi
devraldığımız 2002 yılı ile mukayese ederek iyileşmeyi
daha net ortaya koymak isterdim, ancak az önce işaret ettiğim
uygulamaların birçoğu bizim dönemimizde
başlamıştır, dolayısıyla kıyas imkânı
dahi yoktur.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Tabii
Tabii
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli milletvekilleri, AK
Parti Hükûmetlerinin sosyal politikaları, memnuniyetle belirtmek isterim
ki artık elle tutulur neticeler vermeye başlamıştır ve
bizim iktidar olduğumuz dönemde -sizlere ben de TÜİK rakamı
veriyorum- 4 milyonu aşkın insanımız yoksulluk
sınırının altında yaşamaktan kurtulmuştur ve
yoksulluk sınırının üstündedir.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) 10 milyon insan var.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 14; 10 değil, yanlış
biliyorsun. 14ten 4ünü kurtardık, haberin olsun, diğerleri de
kurtulacak. Onu biz devraldık, bizden olmadı bunlar. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Toplam gelirden
en az pay alan yüzde 20lik kesimin payı 2002 yılında yüzde 5,3
iken 2005 yılında yüzde 6,1e yükselmiştir. Toplam gelirden en
fazla pay alan yüzde 20lik kesimin payı ise 2002 yılında yüzde
50,1den 2005 yılında yüzde 44,4e gerilemiştir. Dar ve orta
gelirliler ile üst gelir gruplarındaki makas bu dönemde daralmaya
başlamıştır. Her gün bir yenisi patlayan yolsuzlukların,
batık banka skandallarının, çetelerin, ihale
mafyalarının sonu da bu dönemde gelmiştir.
Az önce burada
bir ifade kullanıldı, Bizim dönemimizde değil. dendi. Ben,
şu anda BDDKdan sizlere raporu verebilirim. BDDKdan 57nci Hükûmet
döneminde, evet, TMSFye devredilen bankaların sayısı 18.
MUHARREM VARLI
(Adana) İyi de bu hortumlama mı Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Burada
Burada
BDDKnın
verdiği bu ve bunların içinde 54üncü Hükûmet döneminde var, 55inci
dönemde de 2 tane var, 55inci Hükûmet döneminde, 1 tane de kucağımızda
bulduğumuz İmar Bankası var, yine bir önceki dönemde.
Ben belge
gösteriyorum, hayalî konuşmuyorum, hamaset yapmıyorum. Gelin, burada
belgeyle konuşalım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Aynı
şekilde görev zararından bahsedildi, kamu bankaları kâr etti
denildi. Buyurun, şurada, bakınız, 1999da Ziraat
Bankasının görev zararı 6,1 katrilyondur, açıklanan kâr 44,
burada aldanma var. Yani, görev zararıyla bu kârı iyi birbirine,
şöyle karşılıklı bir tabloya yatırmamız
lazım.
OKTAY VURAL
(İzmir) Görev zararları ne zaman sıfırlandı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2000de görev zararı 8,2
katrilyon, gösterilen kâr 65 trilyon. Bakın, birisinde 44 trilyon,
öbüründe 65 trilyon. Herhâlde, trilyon, katrilyondan büyük değil.
Geliyoruz 2001
Nisanına. 2001 Nisanında açıklananı söylüyorum: 12,1
katrilyon görev zararı, 526 trilyon kâr. Tablo burada. Ama bir de
şimdi bakın bu bankalara.
OKTAY VURAL
(İzmir) Görev zararları ne zaman sıfırlandı, onu
söylesenize.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Şimdi bu bankalar, Ziraat
Bankası da Halk Bankası da Vakıfbank da, hepsi, şu anda,
artık, Balkanlarda, Avrupada yarış ediyorlar. Bu noktaya
geldik. Görev zararı diye bir şey bizim kitabımızda
yazmıyor, inşallah da olmayacak. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, benim demokrasinin direği olarak gördüğüm
orta tabaka âdeta eriyip kaybolmuştu. Şimdi, böyle bir hayat
standardının tekrar yaygınlaşmaya
başladığını görüyoruz. Orta tabaka oluşuyor.
Toplumsal yapımız daha sağlıklı bir zemine oturuyor.
Sosyal istikrar dediğimiz noktaya doğru ilerliyoruz.
Şehirlerimizin görünümü değişiyor ve az önce burada, yine,
maalesef, enteresan bir haber aldık. Tabii, bu haberi bir belediyeci
olarak benim de anında incelemem gerekiyordu. O da neydi? İstanbul Belediyesindeki
plan tadilleri meselesi. Şimdi, her zaman söylüyorum: Kargayı
kılavuz yapmayacaksın, çok sıkıntıları olur. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Bakınız,
5216 sayılı Kanuna göre İstanbulun sınırları,
değerli arkadaşlar, 3,5 kat büyümüştür. Yani, benim belediye
başkanlığı yaptığım dönemin İstanbulu
yok.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) Oraları imara açtınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Şimdi mülki sınırlar
İstanbulun sınırları hâline gelmiştir.
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) Oralar imara açıldı.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Aynı şekilde Kocaelinde
mülki sınırlar o noktaya gelmiştir ve bir belediyeci olarak
konuşuyorum, ben yaşadım, damdan düştüm. Şu anda
büyükşehirlerin tamamında da mülki sınırların
aslında belediye sınırı olarak ilan edilmesinin çok büyük
faydası var, diğerlerinde bu fayda yok. Belde belediyeleriyle, alt
kademe belediyeleriyle aslında şehirlerin kentsel dönüşümünde
aynı şekilde bir medeni yapılanmayı, bir çevrecilik
anlayışını göremiyorsunuz. Bir tarafta bakıyorsunuz ki
farklı bir belediye, öbür tarafta bakıyorsunuz bambaşka bir
belediye.
Şimdi,
burada 3,5 kat büyümüş. 5.000lik plan kapsamında 5 binin üzerinde
dosya gelmiş şu anda İstanbul Büyükşehir belediyesine. Bu
taleplerin 1.342 tanesi karara bağlanmış. Ulaşımla
ilgili dosya sayısı bunların içinde 640 ve bunlar şu anda
fiilî duruma da işlenmiş. Diğer dosyalar -bunların içinde
konutlar var, özel hastaneler var, okullar var, çeşitli sosyal donatı
ve iş alanları var- 1.342 dosyanın 343 tanesi Cumhuriyet Halk
Partili belediyelere ait. Sadece Kadıköy Belediyesinden bu 5 bin içinde
400 tane plan değişikliği teklifi var. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Yani, Kadıköy İstanbulun
onda 1ini teşkil ediyor mu veya on ikide 1ini teşkil ediyor mu?
Nasıl oluyor da bu oluyor?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Büyükşehir niye onaylıyor?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Büyükşehir niye onaylıyor? Yanlışsa niye
onayladınız?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakın, dikkat edin, biz gelen
taleplerde doğru olanı yaparız ve bu belediyeler
çalışan belediyelerdir, yatan belediyeler değil. Daha önceki
dönemlerde zaten plan yapmaya gerek yoktu. Arazi bol, gelen istediği yere
binayı konduruyordu ve plansız binalarla biz uğraştık.
Bu anlayış farklılığıdır işte. (AK
Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) Bu, plan değil, plan tadilatı.
BAŞKAN
Lütfen
Lütfen sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Hiç endişe etmeyin, hiç
endişe etmeyin
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Boş alan kalmadı İstanbulda zaten.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) On dört ay sonra belediye seçimi var; halkımız bu
işten rahatsızsa İstanbulda AK Parti belediyesini defeder, ilçe
belediyelerini defeder, Cumhuriyet Halk Partisine verir. Niye rahatsız
oluyorsunuz? Niye rahatsız oluyorsunuz? Niye rahatsız oluyorsunuz?
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Nefes alacak yer bırakmadınız
İstanbulda.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve bakın
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Kaçak inşaatı kimlerin
yaptığını biliyoruz. Kaçak inşaat
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakın, değerli
arkadaşlar
Değerli arkadaşlar
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başbakanın kaçak inşaattan mahkûm
olduğunu herkes biliyor.
BAŞKAN Lütfen
Sayın
Özyürek, lütfen
Lütfen
Sayın
Başbakan, yedi dakikanız kaldı efendim.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, bir şeyi öğreneceğiz. Bakın, eğer bu
noktaya varırsanız ben burada bir şey söylerim. 14 Ocak 1987.
Zeytinköyde imar görmemiş bir alan, 701 ada, 13 parselde 39.873
metrekarelik bir alan 65 milyon Türk lirasına alınıyor. Bu
arazinin tamamının 14.950 metrekaresi, evet, bir siyasetçiye ait. Bu,
otuz ikide 12 hisse.
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) Onlar unutuldu.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 16/4/2001 tarihinde bu alanın
imar uygulaması yapılıyor. O zaman burasının belediye
başkanı DSPli.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) Yeni bir şey yok.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Parselleri ifrazlı hâle
getirdiler ve daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi teşkilatının
karşı çıkmasına rağmen bu başkan Cumhuriyet Halk
Partisine geçti. Ve Sayın Baykalın yaklaşık 10 bin
metrekarelik imarlı arsası var orada, işte orası. Şu
anda ise bedeli herhâlde 5 trilyondan aşağıya değil. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Demek ki imar
planı yapılabiliyormuş! Herkese göre, talep edene göre
yapılabiliyormuş!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Şaban Dişliye de yapılıyor değil mi?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yapılabiliyormuş ve
yapılmış.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Şaban Dişli de var, onu da söyleyin.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Rahatsız olma!
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Hiç rahatsız değilim Sayın Başbakan.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Tuzla, Tuzla
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlar
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Hâlinize acıyorum! Hâlinize acıyorum! Bunları
söyleme noktasına düştüğünüzü görüyorum. Ne kadar yazık! Ne
kadar yazık!
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Tabii, sizler her şeyi söyleme
hakkını kendinizde buluyorsunuz da
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Hayır, söyle, söyle!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
sizlerle ilgili bir şeyler
söylendiği zaman
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Hiçbir itirazım yok.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
taa aileme varıncaya kadar her
şeyi kurcalayan, karıştıran siz olacaksınız
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Söyle, söyle!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -
orada her şey meşru. Ama
sizin şöyle karanlık defterleriniz açıldığı zaman
hoplayacaksınız. Hoplama, rahat ol, yerinde otur. (AK Parti
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Söyle
Söyle
İtirazım yok. Bunlar çürümüş
Çürümüş
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ve az önce burada kalkıp
başka şeyler konuşuyorsunuz. Nedir o? Efendim, işte
Tokatta Tekelin
Ee? İşte Sayın Unakıtanın oğlu
oradan şunu götürmüş, bunu götürmüş
(CHP sıralarından
Doğru sesleri)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Para gelmiş mi, gelmemiş mi?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir)- Para gelmiş, para.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ortaya beraat belgesini getirdi
koydu. Sayın Unakıtanın oğlunun
dokunulmazlığı yok. Suç duyurusunu yapın, gereği
yapılsın. Niye takip etmiyorsunuz? İddia sahibi sizsiniz. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Rapor var rapor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Rapor sizin elinizde, raporu işleme koyun o zaman.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yani, o kadar tutarsız
şeyler söylüyorsunuz ki
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Raporu işleme koyun.
BAŞKAN
Sayın Özyürek
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Rapor size verildi, rapor sizin elinizde.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yani, siz iddia sahibisiniz
DENİZ BAYKAL
(Antalya) - Biz iddia sahibi değiliz. Hazine kontrolörlüğü, hazine
denetmeni, hazine müfettişi iddia sahibi. Üzerine yatıyorsunuz,
kapatıyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) - Rapor sizin elinizde, raporu tutuyorsunuz, işleme
koymuyorsunuz. Raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu işleme koyun,
tamam.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, iddia sahibi,
iddiasını ispatla mükelleftir. Suç duyurusunda bulunursunuz,
gereği yapılır. Olay bu kadar basittir.
Değerli
arkadaşlar
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Kapatan sizsiniz, raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu
işleme koyun, tamam.
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Vallahi biz
Az önce bir şey
söylediniz Türkiyenin derdi BOP değil GAP dediniz. Ben de diyorum ki,
Türkiyenin derdi GAP değil, CHP, çünkü hayatınızda hiçbir zaman
bir hayrınız olmadı ki! (AK Parti sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Çok ayıp! Bir Başbakana
yakışmıyor.
CANAN ARITMAN
(İzmir) Atatürkün partisi Cumhuriyet Halk Partisine böyle diyemezsiniz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) İşte burada,
bakınız burada GAPa yapılan yatırımlar var.
Değerli
arkadaşlar, GAPa tarihinde yapılan yatırımların
ortalaması yıllık yüzde 7dir. 1990da 8,1; 1991de 8,5; 1992de
7,3; 1993te 7,6; 1994te 7,5; 1995te 7,2; 1996da 6,9; 1997de 7,7. Geliyoruz
2000de 7,2; 2001de 4,9; 2002de 5,9; 2003de 5,8; 2004te 6,8; 2005te 7;
2006da 7,2; 2007de 7,1; yani dönemimiz ortalamanın üstündedir,
altında değil.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Ne kadar arazi suladınız Sayın Başbakan,
onu anlatın.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve şimdi GAPla ilgili olarak
çalışmalarımızı çok daha farklı bir şekilde
ele almış bulunuyoruz ve Başbakan Yardımcım Nazım
Ekren Beyin başkanlığında bir heyet sürekli olarak bölgede
çalışmalarını sürdürüyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Beş yıl
uyuduğunuzu gösteriyor işte! Beş yıl uyudunuz, şimdi
harekete geçtiniz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Lütfen, susar
mısınız! Lütfen!
AVNİ
DOĞAN (Kahramanmaraş) Ayıp yahu!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Lütfen! Yani, sizin bu
tahriklerinize gelecek değilim. Çok konuşuyorsun, lütfen!
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Geriliyorsunuz değil mi?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve değerli arkadaşlar, burada
bir gerçeğin daha altını çizmek zorundayım, o da
şudur: Konuşmamın başından itibaren zikrettiğim
veriler, son beş yıldır Türkiye ekonomisinde yaşanan
gelişmeleri ve iyileşmeleri bütün açıklığıyla
ortaya koymakta ve ekonomide son beş yılda sağlanan gelişmeler,
siyasette son beş yıldır tesis edilen istikrardan soyutlanamaz.
Bu millet, demokratik istikrarı bozmanın ekonomik
istikrarsızlıkla eş anlamlı olduğunu çok iyi
kavramıştır. İnşallah, 2008 yılı bu noktada
çok daha farklı bir dönem olacaktır.
Burada bir
gerçeğin altını daha çizmem lazım: Enerji
Bakanlığı, yolsuzluklar bakanlığı hâline
gelmiştir. deniyor. Değerli arkadaşlar, burada çıkan
yolsuzluklara yönelik olarak, gerek şahsım gerek Bakan
arkadaşım, bizzat bizler suç duyurusunda bulunmak suretiyle buralarda
yargı sürecini başlattık.
ERGÜN
AYDOĞAN (Balıkesir) Sizin atadıklarınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve bu konuda olay tamamıyla
yargının tasarrufu altındadır, şu anda da yine
aynı şekilde yargının tasarrufu altındadır. Suç
duyurusunda bulunan biziz. (CHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN
ÜNSAL (Amasya) Sizin müsteşarınız
BAŞKAN
Lütfen
Lütfen
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve bunun içerisinde müteahhidi de
olabilir, siyasisi de olabilir, bürokratı da olabilir, kim varsa sonuna
kadar gidilmesi talebiyle, bizzat ben Enerji Bakanlığına
talimatı vermişimdir ve Enerji Bakanlığı da Ankara
Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.
Dikkat ediyorum,
Ali Dibo olayı
Sayın Baykal, hâlâ yorulmadınız yani.
Hataylı size gereken dersi verdi. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ERGÜN
AYDOĞAN (Balıkesir) Siz yorulmuyorsunuz!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Geçen dönemde Ali Dibo dediniz
yattınız, Ali Dibo kalktınız, ama Hataylı sizin bu
dediklerinizin hiçbirine itimat etmedi ve geldi Hatayda açık ara AK Parti
birinci parti oldu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Yani, yolsuzluklar ibra mı edildi?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yine hâlâ bunun üzerinde
duruyorsunuz. Yani, siz, bakın, bu ifadelerle şecaat arz ederken
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Çünkü, yolsuzluklar ibra ister!
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Yakışmıyor size bu.
BAŞKAN Bir
dakika Sayın Başbakan.
Sayın
Başbakan, iki dakika ek süre veriyorum.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yani, bu ifadeleri kullanırken
ben bir şeye üzülüyorum. Halkımıza hakaret ediyoruz biliyor
musunuz? Niye?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yok canım, ne alakası var?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Halkımıza hakaret
ediyoruz. Niye, biliyor musunuz?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Yolsuzluğu yapanlara hakaret ediyoruz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yani, halkımız
yolsuzluğu yapanı abat ediyor, öyle mi; ona paye veriyor, öyle mi;
ona Yine devam et. diyor, öyle mi?
ERGÜN
AYDOĞAN (Balıkesir) Siz veriyorsunuz, siz!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Siz Ali Dibo dediniz, Ali Dibo
dedikleriniz şu anda yine seçildi, yine Parlamentoya geldiler, üstelik de
oy sayısı artarak geldiler. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunları görün
Bunları görün
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Mahkemeye filan lüzum yok o zaman! Sandıkta
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve siz de, aynı ilde, öyle
zannediyorum ki, oylarınızı kaybettiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başbakan, mahkemeleri kapatın!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Kapat mahkemeleri!
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yani, siz kendinizi Ali Diboyla haklı
mı çıkartıyorsunuz?
BAŞKAN
Sayın Anadol, Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Yolsuzlukları referanduma sunalım!
BAŞKAN
Lütfen
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve bir diğer konu. Değerli
arkadaşlar, az önce Etik Kurulla alakalı bir ifade
kullandınız, çok çirkin.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Yolsuzlukları referanduma sunalım arkadaşlar!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, bir memur, gelir
bir partiden aday olur veya aday adayıdır, aday olmaz, seçime giremez
ama tekrar devlette göreve döner, tekrar göreve döner.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) KİTlere dönenler de öyle mi Sayın Başbakan?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Arpalık diye bunlara söyleniyor işte!
OKTAY VURAL
(İzmir) MHPlileri niye göreve döndürmediniz?
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakınız, şu anda bu
ülkenin geçmişine baktığımız zaman, burada bulunan tüm
siyasi partilerin, aynı şekilde, aday olup
kazanamadığı takdirde çeşitli devlet kurumlarında
görev alan elemanları olmuştur.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) AKPli olmayanların hiç şansı yok zaten!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi bunu birbirine
karıştırmayalım. Ve çok çirkin oluyor. Bakınız,
Etik Kurulu dediğiniz yerde aylık huzur hakkı 450-500 milyon
civarındadır. Yani, bunu kalkıp da böyle abartmanın hiçbir
anlamı yok.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Para meselesi değil, tarafsız birini getirmediniz
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve burada bizim oraya
gönderdiğimiz arkadaşların hepsi
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Başbakan, ek bir dakika daha efendim.
Buyurunuz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bizim oraya gönderdiğimiz
arkadaşları biz yasalar çerçevesinde gönderdik. Yasalar neyi amirse,
hukuk devletinde biz bunu yaparız.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Eskiden de yasalar çerçevesinde oluyordu.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sizden müsaade alacak değiliz,
kusura bakmayın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir diğer
konu, hâkimler savcılar meselesi. Hâkimler savcılar meselesinde niye
bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Hâkimler savcılar meselesinde şu
anda takip edilen yöntem, yol, sene 1934, o günden bugüne hangi yöntemle
yargıya eleman alınmışsa mülakat noktasında, aynı
yöntem kullanılıyor. Aynı yöntemle alınması sizi niye
rahatsız ediyor?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Geçen dönem geri geldi, geri çektiniz.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Niye yasa çıkarıyorsunuz
aynı yöntemle alınıyorsa?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yok öyle bir şey.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Aynı yöntemle alınıyorsa
niye yasa çıkarıyorsunuz?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bak burada ne yazıyor?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Niye yasa çıkarıyorsunuz aynı yöntemle oluyorsa?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 5 bin kişilik kadro
çıkardım, bu kadroları örgütüme vermeyip de MHPye mi
verseydim? Cumhuriyet Halk Partinin bakanı. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
M. CEVDET
SELVİ (Kocaeli) Ne alakası var onunla ya?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Ne alakası var? Ne alakası var?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Alıp
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL
(İzmir) Siz de MHPlileri dışlıyorsunuz. Ne
farkınız var Moğultaydan sizin?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
bizim oraya koyduğumuz
şey şudur.
BAŞKAN
Sayın Başbakan, bitirin lütfen.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O da, bak, az önce Sayın Baykal
burada birkaç tane rakam verdi ilk 100ün içerisinden, birkaç rakam.
OKTAY VURAL
(İzmir) Moğultaydan ne farkınız var?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) İlk 100ün içerisinden birkaç
tane rakam veriyorsun, diğerleri ne oldu?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Allah Allah!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Diğerlerinin hepsi girmiş.
Ee? Yani ilk 100ün tamamı da elenmiş mi? Çok ayıp!
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yazılıda kazanamayanlar kazanmış.
Mülakatı onlar kazanmış, yazılıda kazanamayanlar.
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) Yazılıyı kazanamayanlar mülakata
nasıl giriyor?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve değerli arkadaşlar,
yandaş medya, o konuda siz çok kabiliyetlisiniz, biz size
yetişemeyiz. Çok çok kabiliyetlisiniz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bizim size yetişmemiz o noktada, mümkün değil. Ve
şu anda TMSFnin yapmış olduğu ihaleyi de biz izliyoruz. Bu
ihalede de katılmak isteyenler katılmıştır, ön yeterliliği
olanlar girmiştir, neticesi yarın belli olacaktır ve bu konuda
TMSF özerk bir kuruluş olarak da gereğini yapacaktır.
Bir diğer
konu da değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı bu kadar
ağırlığını kaybetmemiştir. Neymiş?
Hemen döner dönmez onaylamış
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Sayın Başkan, iki defa uzattınız.
ERGÜN
AYDOĞAN (Balıkesir) Üç defa.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Üç defa uzattınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlar, kusura
bakmayın, biz, on beşinci günün son dakikasına kadar bu ülkede
bekletildik; bu, ülkenin hizmetine bir
ağırlaştırmaydı. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Evet, şimdi de, bu işin ne
kadar süratlenirse ülkemize o kadar hayırlı olacağına
inanıyoruz ve bundan dolayı da Cumhurbaşkanımıza
özellikle teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Teşekkürler,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.
Sayın
Baykal, buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Sayın Başbakan konuşmasında, ismimi de
zikrederek bana ilişkin bir haksız ithamda bulunmuştur. Bir
açıklama yaparak o konuyu en azından cevaplamak istiyorum.
BAŞKAN
Sırf o çerçevede kalmak üzere, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Üç dakikalık
süre veriyorum Sayın Baykal.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Üç dakika mı?
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Üç dakika mı olurmuş Sayın Başkan!
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- CHP Genel Başkanı Deniz Baykalın,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, konuşmasında
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
DENİZ BAYKAL
(Antalya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Başbakanın yaptığı konuşmaya cevap verme
imkânımız olsa çok renkli olacak, çok iyi olacak, ama, Meclisimizin
çalışma üslubu ne yazık ki buna elvermiyor. Bu konuda
(AK Parti
sıralarından Grubunuzda yaparsınız. sesi) Evet,
Grubumuzda yaparız, başka platformlarda yaparız.
Başbakanın
bu söylediklerinin çok ciddi bir şekilde irdelenmesine ihtiyaç var.
Onları bir tarafa bırakıyorum, ama Sayın Başkanın
bana söz vermesine temel olan olayla ilgili olarak, Meclise duyduğum
saygı gereği, Meclisin tutanaklarıyla tarihe duyduğum
saygı gereği söylemem gereken birkaç şey var.
Sayın
Başbakan, öyle anlaşılıyor ki, yolsuzluk suçlamalarına
kendisi, yakınları, bakanları çok fazla muhatap olduğu için
bunalmış, buna cevap verebilmek için bizimle ilgili ciddi bir gayret
içinde, bir çaba içinde. (AK Parti sıralarından gürültüler)
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Dinleyin!
BAŞKAN
Lütfen
Arkadaşlar
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Bize yönelik bir yolsuzluk suçlaması yapabilecek bir dayanak
noktası arıyor. Bu noktada yoğun bir çabanın içinde
olduğunu görüyorum.
Fakat, öyle
anlaşılıyor ki, Başbakanın, elindeki bütün devlet
imkânlarıyla, bize yönelik bir yolsuzluk arayışı içinde
bula bula, geldiği noktada
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hiçbir şey kapatılmıyor.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) -
çürümüş, eskimiş, yıpranmış, hiçbir
anlamı kalmamış olan, boş dedikodulara başvuracak
noktaya geldiğini görüyorum.
OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ
(İstanbul) Yok mu arsan?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Aslında, bu tabii, Başbakanın içinde bulunduğu
durum açısından çok üzüntü verici. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Ama, ben, yolsuzlukla ilgili olarak her somut iddiaya kapsamlı
ve ayrıntılı şekilde cevap vermeyi görev bilirim.
Şimdi,
Başbakan diyor ki, yanlış da veriyor rakamları 87 diyor.
Hayır, 87 değil. Ben milletvekili olmadan önce
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Ta o zaman var!
DENİZ BAYKAL
(Devamla)
henüz hiçbir kamu sorumluluğu üzerimde yokken, 1980li
yılların içinde, 12 Eylülün yedi yıllık siyaset yapma
yasağı üzerimde iken, normal bir vatandaş olarak, Antalyada
Zeytinköyde hisseli bir araziye katıldım ve o araziyi 1980li
yıllarda satın aldım. Ortak olarak satın aldım. (AK
Parti sıralarından gürültüler)
MEHMET EMİN
EKMEN (Batman) Ne kadar vergi ödediniz?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Şimdi, o zamandan bu yana yirmi yılı aşkın
bir süre geçti.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) Plan değişikliği ne zaman oldu?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Bu süre içinde, bir gün bile, herhangi bir kamu otoritesiyle, yani
bir belediye yetkilisiyle, bir tapu yetkilisiyle, bir devlet yetkilisi ile bu
konuda hiçbir ilişki, hiçbir temas kurmuş değilim.
Antalyanın hemen yanında, yirmi küsur yıl önce
alınmış olan bir arazi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Bu süre içinde, bizim, tamamen talebimiz ve girişimimiz söz
konusu olmaksızın, Antalyadaki akışın doğal
seyri içinde, 1980den yirmi yıl sonra, bir imar muamelesine kısmen
tabi oluyor ve bundan dolayı
(AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ
(Samsun) İnanmaz kimse!
BAŞKAN
Lütfen arkadaşlar.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - ...Başbakan demeye çalışıyor ki Antalya, Deniz
Baykal, onun arazisi de orada, imar kapsamı içine girmiş, bunun
altında bir bit yeniği vardır. diyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Öyle bir şey demedi.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, sizin kendi deneyimlerinizin
ışığında böyle bir hüküm veriyor olmanızı
anlarım, ama siz, bizim bu konulardaki
anlayışımızı kavrayamazsınız. Biz, bu
konularda, sizin kabul edemeyeceğiniz ölçüde bir dikkat ve
duyarlılık içindeyiz. Bakın, açıkça söylüyorum, hiçbir
Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanı, bu süreç içinde, o olaya,
herhangi bir şekilde katkı yapmış değildir.
MEHMET EMİN
EKMEN (Batman) Sonradan gelme!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisiyle hiçbir ilgisi yoktur.
MUSTAFA ÖZBAYRAK
(Kırıkkale) Öyledir, öyledir!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, sadece bana değil, dürüst, namuslu
bir belediye başkanına da
O belediye başkanı, ayrı
bir partinin belediye başkanı iken; ben, o dönemde, Parlamento
dışında kalmış bir siyasi partinin bir mensubu iken;
kendi partisi iktidarda iken, Başbakan çıkarmış iken; güya,
benim siyasi etkim ve telkinim altında bu imar planı
değişikliğini yapmış ve bir süre sonra da Cumhuriyet Halk
Partisine ben onu almışım.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Yalan mı söylüyor?
DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, hadi ben, sizin siyasi tartışma
içinde olduğunuz ana muhalefet partisinin Genel Başkanıyım,
haklı haksız bana söylersiniz ama bu memleketin dürüst, namuslu bir
belediye başkanına, böyle bir hesapla, bir haksızlık
yaptığı ithamını yaparken vicdanınız hiç
sızlamıyor mu? Kendinize yakıştırabiliyor musunuz?
(CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Müsaadenizle, hemen bitiriyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, bu iddia, ilk kez burada söylenmiyor. Bu
iddiayı, bir büyük gazetemiz, en büyük gazetelerimizden birisi,
manşetten, büyük haber yaptı, oraya insanlar gönderdi, incelemeler
yaptı, günlerce çalıştılar, belgeler çıkardılar
ve günlerce yayın yaptılar. Ne oldu? Mahkemeye verdik ve çok
ağır bir şekilde mahkûm ettik onları.
RITVAN
KÖYBAŞI (Nevşehir) Aslı yok!
DENİZ BAYKAL
(Devamla) Bu iddiaların
Evet, aslı olmadığını,
söylenen sözlerin gerçek dışı olduğunu, bu ithamların
haksız bir şekilde, gazetede, siyasi bir amaçla
yayımlanmış olduğunu mahkeme tespit etti ve ilgili
yayın organını mahkûm etti.
Değerli
arkadaşlarım, buralardan bir şey çıkmaz, çalı dibini
taşlayarak bir şey bulamazsınız, bizim alnımız
ak, yüzümüz pak. (CHP sıralarından alkışlar) Biz, devletin
malına, milletin malına, hiçbir şekilde, para ve mal hesabı
içinde el uzatmayı içimize sindiremeyiz, kabul edemeyiz. Ne ben ne bizim
çocuklarımız, bizim ailemiz, bu bakımdan, hiçbir ithamın hedefi
yapılamaz. Herkes, kendi hesabını versin. Hesabı soruyoruz,
o hesabı veriyoruz. Bize soracağınız ne hesap varsa sorun,
cevabınızı alırsınız.
Hepinize
teşekkür ederim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.23
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.34
BAŞKAN : Köksal TOPTAN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN
(Adana)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29uncu
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine devam edeceğiz.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı
ve Teklifleri (Devam)
1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.
Sayısı:57) (Devam)
2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı:
58) (Devam)
Komisyon ve Hükûmet
yerlerinde.
Şimdi söz
sırası, bütçenin lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan
Macitte.
Sayın Macit,
buyurunuz. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Macit,
İç Tüzükü biliyorsunuz. Bütçenin lehinde konuşmak üzere söz
aldınız. Beni, sizi konuya davet etmeye mecbur
bırakmayacağınızı umuyorum.
Süreniz on
dakikadır.
Buyurun.
HASAN MACİT
(İstanbul) Sayın Başkanım, daha önceki dönemlerde, AKP
milletvekilleri, lehinde alıp da nasıl konuştularsa, aynı
minvalde konuşma yapacağım.
BAŞKAN Bir
hakkı kötüye kullanmayalım.
Buyurun.
Süreniz on
dakika.
HASAN MACİT
(İstanbul) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Demokratik Sol Parti ve şahsım adına yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Geçenlerde
Isparta ili sınırları içerisinde düşen uçak kazasında
hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza Allahtan rahmet
diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum, güç diliyorum, bilim
dünyasına ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.
Değerli
arkadaşlar, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının lehinde söz aldım. Elbette ki lehindeki
düşüncelerimizi ve burada yapılan tartışmalardan
çıkardığımız sonuçları sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Biraz önce
Sayın Başkanın söz vermeden önce uyarısını
aldım ve o uyarıya uymaya çalışacağım, ama, ben
bu sözü aldığımda, Meclisin önceki oturumlarındaki lehte
alan arkadaşlarımızı şöyle bir
taradığım zaman, bugün AKP sıralarında oturan birçok
arkadaşımızın geçmiş yıllarda lehinde söz alarak
nasıl aleyhinde konuştuklarını, hatta aleyhinde söz alarak
nasıl lehinde konuştuklarını çıkardım ve burada
örnekleri var. Bu nedenle, böyle bir polemik olacak olursa, bu örnekleri,
değerli arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum.
BAŞKAN
Suimisal misal olmaz.
HASAN MACİT
(Devamla) Değerli arkadaşlar, grubu bulunmayan siyasi partiler ve
bağımsız milletvekillerinin, ne yazık ki, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde çok fazla düşüncelerini ifade etme şansları
yok. Nasıl dışarıda gazeteciyi susturma
anlayışı varsa, burada da, Mecliste, milletvekillerini susturma
anlayışına doğru bir yöneliş var.
Değerli
arkadaşlar, bizim milletvekili olarak denetim hakkından dolayı
sormuş olduğumuz sorulara doğru dürüst yanıt gelmiyor.
Burada şahısları adına söz alma yolu, yöntemi
kapatılıyor. Peki, grubumuz da yok. Biz düşüncelerimizi nerede
ifade edeceğiz? Nerede konuşacağız? Bizi
MUSA
SIVACIOĞLU (Kastamonu) Grup kurun!
HASAN MACİT
(Devamla) Grup kuracağız. Elbette kuracağız. Buyurun,
bizim partiye davet ediyorum, 20 kişiyi bulalım. O Grup kurun!
diyen arkadaşıma teklif ediyorum, buyursunlar. (DSP
sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Halktan isteyeceksiniz. Bizden olur mu?
HASAN MACİT
(Devamla) Biz nerede düşüncelerimizi ifade edeceğiz?
Değerli
arkadaşlar, elbette ki, böyle platformlarda düşüncelerimizi ifade
etmek durumundayız. Unutmayalım ki, baskı sonucu demokrasinin
değişik araçlarından yararlanarak dikta özentisi içine
girenlerin sonları hüsranla doludur ve tarihte bunun örnekleri pek çoktur.
Bir diğer
konu, değerli arkadaşlar, eğer karşımızdan biz
saygı bekliyorsak, karşımızdaki kişilere de saygı
duymak mecburiyetindeyiz, zorundayız.
Ben, burada
halkın, seçim bölgemizdeki yurttaşların söylemlerini dile
getirmek istiyordum, ama, gerçekten o insanların, o
yurttaşlarımızın söyledikleri, esnaf olsun, tarım
kesimindeki insanlarımız olsun, işçi olsun,
çalışanlarımız olsun, bugünkü yönetim
anlayışından ve içinde bulundukları
sıkıntıdan son derece rahatsız olduklarını her
platformda, her ziyaret ettiğimizde bize durumlarını
yansıtıyorlar. Ama, biraz önce Hükûmet yetkililerinin
yaptığı konuşmalardan baktım ki ya Hükûmetimiz
doğru söylüyor veyahut da Türk halkı, seçim bölgesindeki
insanlarımız doğru söylemiyor. Yani, bir çelişki var, ama
ben burada, Sayın Maliye Bakanının konuşması üzerine
bize dağıtılan not kitapçığından, sözlerimi,
düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, ne yazık ki 2008 merkezî yönetim bütçesi, yılı
kurtarmak, borç ve faiz ödeme bütçesine dönüşmüştür. Bu bütçede,
222,6 milyar YTL gideri olan bu bütçede -baktığımız zaman
arkadaşlar- ne yazık ki yatırımlara kaynak yok. 12 milyar
YTL'lik bir yatırım öngörülmektedir, ama bunun yanı sıra 56
milyar YTL borç ve faiz ödemesine kaynak aktarılmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, neredeyse borç ve faiz ödemelerine ayrılan
kaynağın beşte 1'i oranında bir yatırıma kaynak
aktarılıyor. Peki, bu kadar az bir kaynakla işsizliği
nasıl çözeceğiz? Üretimi, verimliliği nasıl
artıracağız?
Değerli
arkadaşlar, borçlarımıza baktığımız zaman,
hani Hükûmetin yetkililerinin her çıkışında 2002 ve 2007
karşılaştırmasını yapıyorlar ve bu
bağlamda sözlerini devam ettiriyorlar, ben de rakamları
çıkardım.
Değerli
arkadaşlar, iç ve dış borç stokuna
baktığımız zaman 2002'de 300 milyar YTL bir borçla
devraldıkları ülkeyi, 530 milyar YTL'lik bir borca
çıkardıklarını görüyoruz.
ASIM AYKAN
(Trabzon) Özel sektörün borçları...
HASAN MACİT
(Devamla) Evet efendim, özel sektörün borcu da kamunun borcudur.
ASIM AYKAN
(Trabzon) Ne münasebet!
HASAN MACİT
(Devamla) Özel sektör dışarıdan bir kaynak bulurken, borç
bulurken, burada ya Türkiye Cumhuriyeti bankalarını veyahut da Merkez
Bankasını bir kefaletle, ipotekle almaktadır.
NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) Karşılığı var ama.
HASAN MACİT
(Devamla) Siz öyle bilirsiniz, biz böyle biliriz.
Değerli
arkadaşlar, peki, bu kadar süre içerisinde 300 milyarlık bir borcu nasıl 530 milyara
çıkardılar ve bu borç noktasında neler yaptılar, ne kadar
kaynak yarattılar, bu kaynak da yetmediği hâlde bu kadar borç
çoğaldı, bir de onu irdeleyelim izninizle.
Sayın Maliye
Bakanımızın gene kitapçığında diyor ki,
özelleştirmeleri anlatırken, özelleştirmelerin ne kadar verimli
olduğunu ve kamu maliyesine işte 25,5 milyar dolar, hatta hatta
Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan
özelleştirmelerle 40 milyar dolar bir kaynak geldiğini yazıyor.
Doğrudur.
Değerli
arkadaşlar, özelleştirmelerden bu kadar bir kaynak geldi. Peki, vatan
topraklarının satılmasından ne kadar kaynak geldi? Bir
bunları karşılaştırmak gerekir. (AK Parti
sıralarından gürültüler) Bu kaynaklar nereye gitti? Bu kaynaklar gittiği
gibi yetmedi, 200 milyar dolar da, 230 milyar dolar da ne yazık ki
borcumuz arttı.
BAŞKAN
Sayın Macit
HASAN MACİT
(Devamla) Değerli arkadaşlar, bizim zamanımız çok
dar.
BAŞKAN
Sayın Macit, iki dakikanız kaldı.
HASAN MACİT
(Devamla) Görüyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar,
gerçekten, bizim burada çok kısa bir süre içerisinde tüm bunları
ifade etme şansımız yok ama ben kısaca vatan
topraklarının satılması konusunda yapılan
açıklamaların son derece yanlış olduğunu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Bazı bakan arkadaşlarımız diyor
ki: Efendim, işte şu dönemde satıldı, bu dönemde
satıldı:
Değerli
arkadaşlar, 1923, cumhuriyet kurulduğundan 2003e kadar 16 milyon 603
bin metrekare toprak satılırken, Haziran 2003ten 2006 sonuna kadar
15 milyon 500 bin metrekarelik bir toprak satılmıştır.
ASIM AYKAN
(Trabzon) Yanlış!
HASAN MACİT
(Devamla) Yanlış değil. Bu rakamlar Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğünün sitesindedir.
ASIM AYKAN
(Trabzon) Hayır, hayır!
HASAN MACİT
(Devamla) Ne hikmetse, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün sitesinde
yabancılara toprak satışıyla ilgili olan veriler son
dönemlerde yok, çoktandır yok. Acaba Türk halkından bir şeyler
mi gizleniyor, acaba Türk halkından bir şeyler mi
kaçırılıyor, bunun kaygısı içerisindeyim. Bu vatan
toprakları satıldı, hazineye gelir kaydedildi. Üzerinde birçok
pis kokular çıkan özelleştirmeden 40 milyar dolar getirildi, o da
hazineye kaynak yaratıldı, ama bakıyoruz, borç 230 milyar dolar
daha artı.
Değerli
arkadaşlar, gelin
ERTEKİN
ÇOLAK (Artvin) Batan bankalardan bahset!
HASAN MACİT
(Devamla) Bankaları kimin soyduğu, kimin üzerine gittiği
belli.
ERTEKİN
ÇOLAK (Artvin) Siz soydunuz işte!
HASAN MACİT
(Devamla) 57nci Hükûmet döneminde bankaların üzerine gidildi. Üzerine
gidildi ve o gün için mahkeme karşısına dokunulmayan insanlar
çıkarıldı.
Değerli arkadaşlar, buradan
sataşarak konuyu yanıltmayalım, konuyu başka taraflara
çekmeyelim. Sizinle her platformda bankalarla ilgili konuyu, her konuyu
tartışmaya hazırım. Hodri meydan! diyorum. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
Değerli
arkadaşlar, özelleştirmeler ne yazık ki talana
dönüşmüştür. Bugün özelleştirmeler istihdam artıracak,
verim artıracak, üretim artıracak anlayışı, ne
yazık ki Özelleştirme İdaresinin özelleştirme
amaçlarından çıkmıştır
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Macit, söz süreniz bitti, teşekkür ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, lehte konuşmuyor
zaten, aleyhte konuşuyor
BAŞKAN -
Lütfen
Buyurun efendim
HASAN MACİT
(Devamla) Sayın Başkan
BAŞKAN - Bir
hakkı zaten kötüye kullandınız, yani
Başkanlığı da istismar ettiniz; buyurun lütfen.
HASAN MACİT
(Devamla) Sayın Başkan, burada üç defa konuşma süresi
uzatılan arkadaşlarımız oldu, ama
BAŞKAN
Gayet tabii, sizin de
HASAN MACİT
(Devamla) Ama, bizim sözümüzün başında söylediğimiz
BAŞKAN
Sayın Macit, beni dinler misiniz
HASAN MACİT
(Devamla) -
bağımsız milletvekillerinin söz hakkının
gasp edilmesi konusunda eğer siz de böyle bir anlayış
içindeyseniz söyleyecek bir şeyimiz yok.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)
Sayın Başkan, konuşsun biraz daha, ne olacak
BAŞKAN
Sayın Macit, bu İç Tüzükü ben yapmadım. Ben İç Tüzükü
uygulamak zorundayım. Siz bir hakkı kötüye kullanarak lehte söz
aldınız, aleyhte on dakika konuştunuz.
HASAN MACİT
(Devamla) Sayın Başkan, geçmişte, Meclis
Başkanlığı yapan Bülent Arınç burada lehte söz
almış ve aleyhte konuşmuştur. Ben bunların hepsini
çıkardım. Yani, şimdi Bülent Arınç konuşacak, biz
konuşmayacağız! AKP milletvekilleri konuşacak, biz
konuşmayacağız!
BAŞKAN
Sayın Macit, bakın, İç Tüzük hükümlerine
karşılık
HASAN MACİT
(Devamla) Sayın Başkan, hiç olmazsa bütçenin hayırlı
olması anlamında bir cümle sarf edeyim
BAŞKAN
Peki, bir dakika daha süreye veriyorum.
HASAN MACİT
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, sözlerimin başındaki söylediğim,
bağımsız ve grubu olmayan partilere mensup olan
milletvekillerinin söz hakkının kısıtlamasına bir
örnektir, demokrasimizin çarpık bir örneğidir diye düşünüyorum.
MUSA
SIVACIOĞLU (Kastamonu) Grubun var orada, niye ayrıldın?
HASAN MACİT
(Devamla) 2008 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum.
Yerinden
sataşan arkadaşlarımız da lütfen biraz ciddi olsun,
dinlemesini bilsin diyorum.
Hepinize
saygılar sunarım. (DSP, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Macit.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi söz sırası aleyhte konuşacak
arkadaşımızda.
Aleyhte söz
isteyen Sayın Oktay Vural ve Sayın Beytullah Asil söz isteklerini
geri çekmişlerdir.
OKTAY VURAL
(İzmir) Efendim, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, Büyük
Birlik Partisi Genel Başkanı, Sivas Milletvekiline devrediyorum
sözümü.
BAŞKAN
Sırada Sivas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu var.
Sayın
Yazıcıoğlu, buyurun efendim.
Süreniz on
dakikadır.
MUHSİN
YAZICIOĞLU (Sivas) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2008 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu
olmasını Cenabı Allahtan temenni ederek hepinize
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum ve sözlerimin
başında bugün bu konuşmayı yapma imkânını bana
vermiş olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna huzurlarınızda
teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz üzere Meclisimizin İç Tüzükü ancak
gruplara göre ayarlanmıştır. Anayasamızın 68inci
maddesi Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.
demiş olmasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisinde İç
Tüzükümüz grupları vazgeçilmez hâle getirmiştir ve partileri hesaba
katmamıştır. Tabii, dolayısıyla, siyasi parti
temsilcilerinin de görüşlerini ifade edebilmesi için herhâlde gece sabaha
karşı gelip sıraya girip büyük bir mücadeleyle beş
dakikalık, on dakikalık söz hakkı elde etmek mecburiyetinde
bırakılmaktadır. Bu, Meclisimize yakışmamaktadır.
Büyük Meclisimizin bu durumu düzeltmesi gerekmektedir. En azından bu tür
önemli dönemlerde kırk dakika gruplar konuşurken beş dakika da
partilere söz hakkı verilebilmelidir. Konuşmaktan çekinmemeliyiz,
konuşulmasından korkmamalıyız ve dolayısıyla
Türkiyede demokrasiyi yerleştirmek isteyen bir Meclisin önce kendi içinde
demokrasiyi tabana yayması gerekmektedir, bunun altını çizmek
istiyorum ve zaman zaman, tabii, Sayın Başkanın nezaket
içerisinde Yerinizden iki dakika, üç dakika konuşun. demiş
olması da bu hakkı vermemektedir. Doğrudan, saygın bir şekilde
bu imkâna kavuşmamız gerekmektedir.
Şimdi,
tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün çok ciddi bir konuyu
tartışıyor, değerlendiriyor. Türkiyenin
sorunlarını konuşuyoruz, çözüm önerilerimizi getiriyoruz ve
ülkemizin daha iyi yarınlara taşınması için, iktidar
olarak, muhalefet olarak, siyasetçiler olarak ne
yapacağımızı konuşuyoruz. Tabii ki, muhalefet
partileri tenkitlerini ifade ederken yanında çözümlerini ortaya
koymalı şüphesiz. Ama, iktidar da zaman zaman muhalefet partilerini
bilgilendirmek suretiyle onların çözüme katkıda bulunmasını
sağlamalıdır. Mesela, Sayın Başbakan dünyanın her
yerini geziyor, çok da gezen bir Hükûmetimiz var. Gittikleri yerlerde kripto
tutmadan görüşmeler yapıyorlar. Bu görüşmelerin
sonuçlarının ne olduğu, hangi kararları aldıkları,
hangi konularda angajmanlara girildiğini hiç olmazsa siyasal partilere
bilgi olarak aktarılması çok mu zor bir şey? Ama, ben, bu konuda
şu ana kadar bu hususta bir defa bile bilgi alabilmiş değilim,
hiçbir siyasi partinin de bu konuda bilgi aldığı kanaatinde
değilim.
Türkiye çok
kritik bir dönemden geçiyor. Terör gibi ciddi bir sorunu burada görüştük
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi sınır ötesi bir operasyon kararı
aldı. Bu kararın hemen arkasından, sanki Sınır
ötesine asker mi göndereceksiniz? Öyleyse, gelirim, ben senin askerini
alır giderim. dercesine operasyon yedik, birliklerimize
saldırıldı, askerlerimiz alıp dışarıya
götürüldü, rehin alındı ve rencide edici bir tarzda, şov yaparak
Türkiyeye teslim edildiler. Ondan sonrasında bu operasyon kararı ne
oldu? Bununla ilgili ne karar alındı? Meclisin kararı ne oldu?
Amerika Birleşik Devletleriyle oturuldu ne konuşuldu? Ondan sonra
birden bire değişen Amerika, stratejik ortağına
şimdiye kadar vermemiş olduğu bilgileri niye vermeye
başladı? Neden termal kameralarda görülen terörist hareketleri
şimdiye kadar gösterilmedi de şimdi gösteriliyor? Ne oldu ki, Amerika
Birleşik Devletlerinin Büyükelçisi bir bölgemizin milletvekillerini
değil, güya etnik kökenli milletvekillerini kahvaltıya
çağırarak, yemeğe çağırarak neyi konuşuyor?
Türkiye üniter
bir devlettir. Türkiyede Kürtü Türkmeni, Alevisi Sünnisi, hepimiz, hep
beraber aynı kıbleye dönen, aynı secdeye baş koyan,
aynı bayrağın altında, bu devletin, bu vatan
topraklarının üstünde kaynaşmış bir milletiz.
Atatürkün gösterdiği gibi, sınıfsız ve imtiyazsız,
kaynaşmış bir millet olma yolunda ilerlemek mecburiyetindeyiz.
Bu böyleyken, bir küresel güç hangi hakla ve hangi yetkiyle, Türkiyenin
içerisinde birtakım milletvekillerini, güya etnisiteye dayanarak
toplantı yapıyor, oradan çıkıyor bir şehrimize gidiyor,
oradan kalkıyor Erbile geçiyor, kiminle kimin arasında bir diyalog
oluşturma görevi üstleniyor? Bunlarla ilgili bilgi almak zorunda
değil miyiz? Ne yazık ki bütün bunlar, Türkiyede kapalı
kapılar arkasında gerçekleştiriliyor.
Türkiye terör
sorununu çözebilmek için, terörle mücadele konseptini derhal
değiştirmelidir. Terörle mücadele ile teröristle mücadeleyi
birbirinden ayırmalıdır. Orta ve uzun vadeli terörle mücadele
tedbirlerini ekonomik ve sosyal olarak alırken, diğer tarafta,
teröristle mücadeleyi içeride emniyet özel harekât timlerine, sınır
ve sınır ötesinde Türk Silahlı Kuvvetlerimizin özel kuvvetlerine
vermeli, mobil hareketlerle vurucu, etkin, sonuç alıcı ve tavizsiz
bir karalılıkla terörün üstüne gidebilmelidir.
Şimdi,
Anadoluyu gezdiğimiz zaman, en büyük şikâyet işsizlikten
geliyor. İşsizlik can yakıyor, ama üniversite mezunu
kardeşlerimiz kapı kapı iş ararken, orta ölçekli
işletmelerimiz ara eleman bulamamaktan şikâyetçi oluyor. İmam-hatiplerle
ilgili tedbir alacağız derken, belli bir dönem meslek liselerini de
mahvetmişizdir. Dolayısıyla, süratle meslek liselerinin
özendirilmesini sağlayacak tedbirler almalıyız. Bir taraftan ara
eleman ihtiyacını karşılarken, diğer taraftan da Türkiyenin
iş gücü kaybını ve zaman kaybını ortadan kaldırmalıyız.
Bunun için, iki yıllık meslek lisesi mezunlarına da askerlikte
kısa dönem askerlik yapabilme şansı verilmelidir. Çünkü, birçok
gencimiz sadece askerlikte avantaj sağlamak için dört yıllık okullara
gitmektedirler. Onun için bunu da özendirmeliyiz diye düşünüyorum.
Üniversitelerde
gençlerimiz okuyabilmek için kredi alıyorlar, ancak geçen gün Sayın
Bakan burada Kredi borcu olan kimse yoktur, kapısına haciz giden
kimse yoktur. diyor, ama öğrencilerimiz okulunu bitirir bitirmez iki
yıl sonra bu kredilerini ödemek mecburiyetinde bırakılıyor.
Hâlbuki, mezun olan gençlerimiz gidiyorlar, askerlik yapıyorlar, sonra da
iş arıyorlar. Onun için, bunların, sigortalı bir iş
bulduktan sonra kredi borçlarını ödemesine imkân
sağlanmalıdır ve evlenecekleri zaman gençlerimize uzun vadeli,
faizsiz evlilik kredisi verilmelidir ve bir de, çeşitli sebeplerle
okullarından ilişiği kesilmiş ve okuma hakkını
kaybetmiş olan gençlerimize bir defaya mahsus bir af kanunu
getirilmelidir. Bu konuda diğer gruplarımızın da talepleri
var.
Ben, devlete,
millete kurşun sıkanlara değil, Ben okumak istiyorum.
diyenlere af istiyorum. Dolayısıyla, yüce Meclisimizin bu konuda da
bizim daha önce vermiş olduğumuz önergeye katkı
sağlamasını temenni ediyorum.
Tabii, Sayın
Başkanın nezaketini zorlamak istemiyorum, sürem bitti, ama, ben,
burada, daha çok
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Yazıcıoğlu, bir dakikalık ek süre daha
veriyorum.
MUHSİN
YAZICIOĞLU (Devamla) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Burada, karnesini
elde edebilmek için kapı kapı dolaşan
Bağ-Kurlularımızın sorunlarına değinmek
istiyordum. Yine, bir ay primini ödeyemediği için hastane
kapılarından geriye döndürülen Bağ-Kurlularımızın
Evet, ben, daha dün bir tanesini kendim tedavi ettirdim, çünkü borcu
olduğu için Bağ-Kur karnesi geçerli değil, öbür tarafta borcuna
faiz işlemeye devam ediyor. Bu insafsızlıktır. Ya borcuna
faizi dondurun ya da hastane kapısından geriye çevirmeyin. Bununla
ilgili, özürlülerle ilgili diğer konuları daha sonra gündeme getirme
fırsatı inşallah bulacağım.
Hepinize
saygılar sunuyorum. Bütçenin hayırlı olmasını temenni
ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcıoğlu.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Yazıcıoğlunun
konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili olarak, Sayın Adalet
Bakanı Şahin bir açıklamada bulunacaklar.
ADALET BAKANI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) İzin verirseniz yerimden...
BAŞKAN
Yerinizden, buyurun.
IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahinin, BBP Genel
Başkanı Muhsin Yazıcıoğlunun konuşmasında
geçen bir ifadeyle ilgili açıklaması
ADALET BAKANI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) Sayın Başkanım, çok
teşekkür ederim.
Sayın
Yazıcıoğlu, konuşması esnasında, Türkiye
Cumhuriyeti devleti ve Hükûmeti adına diğer ülkelerin devlet
yetkilileriyle yapılan görüşmelerin tutanaklarının
tutulmadığı veya hazırlanan kriptoların özellikle
siyasi partilere iletilmediği şeklinde bir açıklama
yaptılar. Bilindiği gibi, tüm resmî görüşmeler bir zabıt
altına alınır, bunlarla ilgili kriptolar oluşturulur ve
bunlar, yine yasa gereği, gizlilik damgalı olarak devletin
saklanması gereken yerlerinde saklanır. Ama bunlar, hiçbir zaman
siyasi partilerin genel başkanlarına gönderilmez. Böyle bir ne yasal
imkân var ne böyle bir usulümüz var. Bu açıklamayı yapma
ihtiyacını duydum.
Çok teşekkür
ederim.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yani, Bush ve Başbakanın görüşmesinin
tutanağı var mı efendim?
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı
ve Teklifleri (Devam)
1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.
Sayısı:57) (Devam)
2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların
2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S.
Sayısı: 58) (Devam)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Sayın Ufuk Urasın bir söz talebi var.
Gönlümüz ister ama mevcut İç Tüzük hükümleri karşısında
Sayın Urasa böyle bir söz verme imkânımız yok. Ancak, emsal
teşkil etmemek şartıyla, yerinden, Sayın Urasa, üç
dakikayı da geçmemesi ricasıyla söz veriyorum.
Buyurun
Sayın Uras.
MEHMET UFUK URAS
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok
teşekkür ediyorum.
Bütçe
dediğiniz, kaynakların yeniden paylaşımıdır, bir
nimet-külfet ilişkisidir ama gördüğüm kadarıyla, burada sosyal
duyarlılığı yok bütçenin. Sayın Unakıtan,
sağ olsun, şakayla karışık konuşmayı
seviyor; galiba o çerçevede- sosyal devlet anlayışını
benimsiyoruz dedi. Bizim üniversitelerde anlattığımız
sosyal devlet anlayışının bu bütçedeki
karşılığı nedir, merak ediyorum. Ulusal devlet ve
sosyal devletin yerine bir neoliberal devlet anlayışıyla
karşı karşıyayız. Tam bağımsızlık
ancak mali bağımsızlıkla mümkündür. diye bir de Mustafa
Kemalin cümlesini kullandı. Ben zannettim ki, tam
bağımsız Türkiye şiarıyla uluslararası mali
kurumlardan bağımsızlaşma hedefi var. Ama, Sayın
Başbakan da hemen bunu düzeltti. Bunun da bir şaka olduğunu
gördük. Çünkü, Birleşmiş Milletler insani yaşam endeksinde
84üncü sırada olmamız, zaten, 17nci sırada olan bir ülke
olarak, ciddi bölüşüm problemlerimiz olduğunu gösteriyor.
Tahmin ediyorum,
bizi ilgilendiren tek temanın kamu çıkarı olması gerek.
Özel çıkardan özel çıkar sevinir. Biz, yaptığımız
kamu hizmetleriyle bir övünç yakalamalıyız. Ama, Özel sektörün
başarısı da bizim başarımız diyorsak, o zaman,
özel sektörün borcu olunca niye kendi sorunlarıdır diyoruz
anlamıyorum.
Özelleştirme
mağdurlarının mağdur edilmediği gibi
değerlendirmeler de kamu bankalarının özelleştirilmesi
mağdurları çerçevesinde çok açık bir şekilde ortada.
Özelleştirmeye devam bütçesidir bu ama Topkapıdaki kutsal hazineler
dışında özelleştirilecek çok az şey
kalmıştır, bunu da bilmemiz gerek.
Çok ilgimi çeken
bir başka nokta, petrol açığı üzerinde duruldu.
Bildiğiniz gibi, petrol zengini ülke -Chavez- Venezuella, İran dâhil
bütün ülkelerle temas hâlinde ama, Türkiyenin yeterince ilişkisi yok.
Eğer arzu ederseniz, devrimci dayanışma içinde olduğumuz
Chavezin Hükûmetimizle olan bağlantılarını güçlendirecek
bir pozitif bir politika içerisinde yer alabiliriz.
Sayın Maliye
Bakanı, yine, giren-çıkan sermayenin sınırda
gözükmediğini gördü. Keşke, bütçesinde, Türkiyeye giren sermayenin
know howa, istihdama, teknolojiye olan katkılarını rakamlar
itibarıyla ifade etseydi. Demin de vurguladığım gibi, bu
kamusal hizmetlerin niteliği ve genişliğiyle gerçek anlamda
sosyal politikaları savunmamız için, karar alma mekanizmalarında
belki emeğiyle geçinen insanların, çok daha söz, yetki ve karar
sahibi olması gerekiyor.
Bu bütçenin,
nimet-külfet ilişkisine baktığımızda, toplumun
geniş kesimlerinin maalesef aleyhine olduğunu görüyorum.
Teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Uras.
Sayın
milletvekilleri, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.
2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Böylece, 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi,
sırasıyla, her iki tasarının da 1inci maddelerini
okutuyorum:
2008 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ
BÖLÜM
Gider, Gelir,
Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1- (1) Bu
Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere,
10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununa ekli;
a) (I)
sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerine 218.284.732.372 Yeni Türk Lirası,
b) (II)
sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 13.941.949.650 Yeni
Türk Lirası,
c) (III)
sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
1.729.688.441 Yeni Türk Lirası,
ödenek
verilmiştir.
2006 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU
TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1 -
(1) Kesin hesap gider cetvelinde
gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli 5018 sayılı Ka-nuna Ekli;
a) (I)
sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerinin 2006 yılı bütçe
gideri 175.084.120.528, 92 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2006 yılı bütçe gideri
10.225.121.527,69 Yeni Türk Lirası,
c) (III)
sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların
2006 yılı bütçe giderleri 1.330.225.848,52 Yeni Türk Lirası,
olarak
gerçekleşmiştir.
BAŞKAN
Değerli milletvekilleri, Anayasanın 164üncü maddesi uyarınca
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının görüşmeleri birlikte
yapılacağından, okunmuş bulunan 1inci maddeler
kapsamına giren kuruluşların 2008 yılı merkezî yönetim
bütçeleri ile 2006 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için,
alınan karar gereğince 5 Aralık 2007 Çarşamba günü saat
11.00de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.08