DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 2
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 10
39uncu Birleşim
14 Aralık 2007 Cuma
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.- 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57)
2.- 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki
Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191) (S.
Sayısı: 58)
IV.-
OYLAMALAR
1.- 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının oylaması
2.- 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
oylaması
V.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepenin, Tekelin bazı
yöneticileri hakkındaki iddialara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtanın cevabı (7/620)
2.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptanın, Mevlânâ konulu bir gecede
bazı kitapları dağıtan görevlilere ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın
cevabı (7/639)
3.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, Hatay Mozaik Müzesinin
yer sorununa ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/640)
4.- Kocaeli
Milletvekili Cevdet Selvinin, Kocaeli-Gebze-Dilovası
beldesindeki sanayi atıkları konusunda kurulan Meclis
araştırması komisyonu raporu doğrultusundaki
çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/707)
5.- Samsun
Milletvekili Suat Binicinin, Duruçay ve Vezirköprü
Barajları ile sulama kanallarının yapımına
ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/719)
6.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlunun, Büyük Menderes
Nehrindeki kirliliğe ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/720)
7.- Bursa
Milletvekili Onur Öymenin, Bursadaki su kaynaklarının
korunmasına ve su projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/721)
8.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysalın,
İstanbul-Sulukulede uygulanacak olan kentsel dönüşüm
projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/730)
9.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarızın, Edirne
Sarayının değerlendirilmesine ilişkin sorusu
ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın
cevabı (7/731)
10.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Belek ormanlarının turizm
amaçlı tahsisine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/732)
11.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmakın, dondurulan TÜRKVET
kayıt sisteminin açılmasına,
-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoyun, Kahramanmaraşta
ödenmeyi bekleyen tarım ve hayvancılık
desteklemelerine,
- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükatamanın, zeytin üretiminin
desteklenmesine,
- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, Mersinde doludan zarar
gören çiftçilere,
- Adana
Milletvekili Hulusi Güvelin, suni tohumlama destekleme
primine,
Buzağı
destekleme primlerine,
Programlı
aşılama destek primlerine,
Süt destekleme
ödemelerine,
-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğanın,
hayvancılıktaki destekleme ödemelerine,
İlişkin
soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Ekerin cevabı (7/739, 740, 741, 742, 743, 744, 745, 746, 747)
12.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, sosyal güvenlik
alanında yeni düzenlemeler yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/757)
13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun, vergilerdeki
kayıp ve kaçağa ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtanın cevabı (7/778)
14.- Uşak
Milletvekili Osman Coşkunoğlunun, Türk Telekomdaki
greve ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelikin
cevabı (7/795)
15.-
İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Urasın, Türk Telekomda
grevdeki işçilerin yerine eleman
çalıştırılmasına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/796)
16.- Yozgat
Milletvekili Mehmet Ekicinin, geçici işçi statüsündeki
personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk
Çelikin cevabı (7/797)
17.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Umurbey sulama projesine
ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/798)
18.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, bir göletin sulama boruları
ihalesine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı
(7/800)
19.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, vekâleten görev yapan
personelden asaleten atananlara ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati
Yazıcının
cevabı (7/801)
20.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, vekâleten görev yapan
personelden asaleten atananlara ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/821)
21.- Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, envanterden düşülen bir
arkeolojik esere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/824)
22.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, vekâleten görev yapan
personelden asaleten atananlara ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmenin cevabı (7/857)
23.-
İstanbul Milletvekili Süleyman Yağızın, genel
ya da kısmi bir af hazırlığı yapılıp
yapılmadığına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahinin cevabı (7/875)
24.- Giresun
Milletvekili Murat Özkanın, katı atık yakma
tesislerine girdi taahhütüne ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/880)
25.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlunun,
Aydın-Sultanhisardaki sulama suyu
sıkıntısına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/881)
26.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurda kurulacak
bir baz istasyonuna ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/882)
27.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengünün, Soma-Yağcılıda
yapılan ağaç kesimlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/883)
28.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale
Ağırbaşın, Meriç Nehrinin ıslahına
ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/885)
29.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbaturun, kadın
işsizliğine ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelikin cevabı (7/886)
30.- Muğla
Milletvekili Metin Ergunun, özelleştirme sonucu işsiz
kalıp kamuda tekrar işe alınanların
yaşadıkları sorunlara ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/887)
31.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enözün, Manisa Erkek Yetiştirme
Yurdundaki bir olaya,
- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbaturun, kadın
sığınma evlerine,
İlişkin
soruları ve Devlet
Bakanı Nimet Çubukçunun cevabı (7/889, 890)
32.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, Eskişehirsporun
transferleri ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtanın cevabı (7/1009)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel
Kurulu saat 11.04te açılarak yedi oturum yaptı.
18-19
Aralık 2007 tarihlerinde Brükselde yapılacak olan
Avrupa Parlamentosu Eğitim ve Kültür Karma Komisyonu
Toplantısına katılınmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve
2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının (1/426; 1/267, 3/191) (S. Sayısı:
57, 58) görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul edildi.
İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol, Ağrı Milletvekili Cemal
Kayanın konuşmasında şahsına ve partisine,
Ağrı
Milletvekili Cemal Kaya, İzmir Milletvekili K. Kemal
Anadolun konuşmasında şahsına,
Sataştıkları
iddiasıyla birer konuşma yaptılar.
Alınan
karar gereğince 14 Aralık 2007 Cuma günü saat 10.00da
toplanmak üzere, birleşime 00.01de son verildi.
Nevzat PAKDİL
Başkan
Vekili
Canan CANDEMİR ÇELİK Murat ÖZKAN
Bursa Giresun
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Yusuf COŞKUN Fatma
SALMAN KOTAN
Bingöl Ağrı
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Fatoş GÜRKAN
Adana
Kâtip Üye
No.: 53
II.- GELEN KÂĞITLAR
14 Aralık 2007 Cuma
Tasarı
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/481) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
7.12.2007)
Teklif
1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlunun; Tabii Afetlerde
Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar
Hakkındaki Kanun Teklifi (2/98) (Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5.12.2007)
Raporlar
1.- Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesinin
Ayrıcalık ve Bağışıklıklarına
Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/291) (S. Sayısı: 77) (Dağıtma tarihi:
14.12.2007) (GÜNDEME)
2.-
Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin
Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş
Milletler Sözleşmesinin 17 nci Maddesinin Uygulanmasına
İlişkin Deniz Yoluyla Yapılan Kaçakçılıkla
Mücadele Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/295) (S.
Sayısı: 78) (Dağıtma tarihi: 14.12.2007) (GÜNDEME)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Arjantin Cumhuriyeti Arasında Veterinerlik
Alanında İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/299) (S. Sayısı:
79) (Dağıtma tarihi: 14.12.2007) (GÜNDEME)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı
Yardımlaşma Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/302) (S.
Sayısı: 80) (Dağıtma tarihi: 14.12.2007) (GÜNDEME)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Jandarma Genel Komutanlığı ile Ukrayna
İçişleri Bakanlığı İç Birlikler Ana
Departmanı Arasında Güvenlik Alanında Personel
Eğitimi ve Öğretimi İşbirliği Protokolünün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/306) (S. Sayısı: 81) (Dağıtma tarihi: 14.12.2007)
(GÜNDEME)
6.- Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile
Arap Devletleri Ligi Genel Sekreterliği Arasında
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/318) (S.
Sayısı: 82) (Dağıtma tarihi: 14.12.2007) (GÜNDEME)
14
Aralık 2007 Cuma
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 10.03
BAŞKAN
: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
programa göre, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.
III.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
1.-
2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (x)
2.-
2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki
Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (x)
BAŞKAN
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulun 27.11.2007 tarihli 25inci
Birleşiminde alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin
sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -bu
süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilir- İç Tüzükün 86ncı maddesine göre
yapılacak kişisel konuşmaların ise onar dakika
olması kararlaştırılmıştı.
Şimdi,
grupları ve şahısları adına söz alan sayın
üyelerin isimlerini okuyorum: Gruplar; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Mehmet Şandır, Oktay Vural, Mersin
Milletvekili ve İzmir Milletvekili, Grup Başkan
Vekilleri. AK Parti adına Nurettin Canikli, Giresun
Milletvekili, Grup Başkan Vekili. Demokratik Toplum Partisi
adına Selahattin Demirtaş, Grup Başkan Vekili,
Diyarbakır Milletvekili; Gültan Kışanak,
Diyarbakır Milletvekili. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İlhan Kesici, İstanbul Milletvekili.
Şahısları adına, lehinde Cüneyt Yüksel, Mardin;
Harun Öztürk, İzmir; Suat Kılıç, Samsun milletvekilleri.
Aleyhinde Mehmet Serdaroğlu, Kastamonu; Kamer Genç, Tunceli
milletvekilleri.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili
Sayın Mehmet Şandıra söz veriyorum.
Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreyi
eşit mi kullanacaksınız Sayın Şandır?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Evet Sayın Başkanım.
BAŞKAN
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2008 Mali Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve 2006 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Bütçenin
ülkemize ve milletimize hayırlı sonuçlar getirmesini,
ülkemizi büyütmesini, lider ülke Türkiye hedefinin
gerçekleşmesine katkı vermesini yüce Allahtan niyaz
ediyorum.
(x) 57, 58 S.
Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 04/12/2007 tarihli
29uncu Birleşim tutanağına eklidir.
Bu bütçeyle
milletimiz umduklarına nail olmalı,
korktuklarından emin olmalı, birliğini ve kardeşliğini
geliştirmeli, dirliğini artırmalı, huzurlu,
umutlu, sağlıklı ve onurlu bir yaşamı temin
etmeli. Bunları temenni ediyorum ve bunların gerçekleşmesine
katkı verecek bir sorumlulukta görüşlerimi arz etmeye
çalışacağım.
Aslında,
bütçe görüşmeleri süresince, Milliyetçi Hareket Partisi
mensubu arkadaşlarım, başta Sayın Genel
Başkanım olmak üzere, hep bu düşünceyle ve bu duyguyla
hareket ettik. Milletvekillerimiz çok sayıda öneride
bulundular. Sayın Başbakan: Hep tenkit ediyorsunuz, hiç
öneriniz yok mu? diyordu. Kendilerine sunulmak üzere, Milliyetçi
Hareket Partisi milletvekillerinin önerilerinden oluşan bir
dosya hazırladık. İsterlerse, daha sonra takdim
edebiliriz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmeleri,
aslında bir genel görüşmedir. Ülkenin ve milletin
gündemini, milletin gözü önünde birlikte
tartışmaktayız. Üç yılı birlikte murakabe ve
muhasebe yapıyoruz. Hükûmetin uygulamalarını
konuşuyoruz. Konumuz, ülkemizin ve milletimizin
geleceğidir. Bütçe görüşmelerini bu kapsamda anlamak ve
almak gerekir.
Burada, her
birimiz görüşlerimizi, bu kürsüde, milletin önünde,
namusumuz ve şerefimiz üzerine yaptığımız
yeminin sorumluluğunda ifade etmemiz gerekir. Öncelikle
bunu ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamın başında size bütçe
hakkı konusunu hatırlatmak istiyorum. Bütçe kanun
tasarıları, millete ait olan kaynakların nasıl
kullanılacağını, hangi önceliklere ve
politikalara göre dağıtılacağını, bir
bütünlük içinde belirleyen belgelerdir. Bütçe hakkıyla,
toplum, kendi kaynaklarının nasıl
kullanıldığını, nasıl
kullanılacağını öğrenir ve bir yıl
önceki yılın uygulamalarını da denetlemek
imkânına sahip olur. Bütçe görüşmeleri, bu hakkın, millet
adına milletvekilleri tarafından kullanılması
hakkıdır ve demokrasinin,
çağdaşlığın çok temel bir unsurudur.
Bütçe
hakkının kullanılması bağlamında bütçe
görüşmeleri, aslında ülkemizin ve
vatandaşlarımızın durumunun, muhatap
olduğu sorunlarının tespitinin ve çözüm önerilerinin
geniş bir perspektifle tartışılmasına imkân
sağlaması bakımından çok önem arz etmektedir.
Değerli
milletvekilleri, yaptığımız bütçe
görüşmelerinde bu görevin yeterince yerine
getirildiği kanaatinde değilim. Anayasamıza göre
yetmiş beş günlük bir sürede görüşülmesi gereken,
görüşülebilme imkânı olan bütçeyi, biz, yaklaşık
otuz günde Komisyonda ve Genel Kurulda tartıştık.
Bütçe
görüşmeleri siyasi partilerin ve milletvekillerinin en
önemli siyaset yapma, devlet yönetimini öğrenme zeminidir.
Bu imkâna yeterince ulaşabildiğimizi söyleyebilmek çok
mümkün değildir. Ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma
Partisi sayısal çoğunluğunun gücünü bütçe
hakkının kullanılmasının engellenmesi
yönünde kullandı. Düşünün, muhalefet partileri olarak
bizler dış politikayı on dakikada, eğitim
politikalarını sekiz dakikada konuşmak durumunda
kaldık. Bir milletvekilimizin ifadesiyle bütçe
görüşmeleri sıradanlaştırıldı, bir
anlamda ciddiyetten uzaklaştırıldı. Bu,
yalnız bu dönemin değil, her dönemde maalesef yaşanan
bir husus. Bunu dikkatinize sunuyorum.
İkinci bir
hususu daha dikkatinize sunuyorum: Bütçenin tümü üzerindeki son
görüşmelerin ilk konuşmacısı olmam hasebiyle
bazı ilkeler üzerinde durulmasında fayda gördüm.
İkinci
husus, kesin hesap kanun tasarısıdır.
Değerli
arkadaşlar, zannediyorum, çoğumuz kesin hesap kanun
tasarısı üzerinde görüş ifade ettiğimizin,
oylama yaptığımızın bile farkında
değiliz. Hâlbuki, bütçe görüşmelerinin veya bütçe
hakkı dediğimiz hukukun en önemli unsuru kesin hesap
kanun tasarısıdır. Bana göre Anayasanın
164üncü maddesi değiştirilerek kesin hesap kanun
tasarısının bir ayrı detayda, zamanda,
şekilde görüşülmesinde çok büyük fayda
bulunmaktadır.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; bütçe
görüşmelerinde takip ettiğimiz bu usulün
değiştirilmesini teklif ediyorum. Bilgiler Hükûmet
tarafından verilmeli, verilen bilgilerin
sorgulanmasını, tartışılmasını
muhalefete bırakmalıdır. İktidar partilerinin
bütçe üzerindeki konuşmalarını, bütçe
hakkının mantığı ve felsefesi
anlamında, kapsamında doğru bulmamaktayım. Bence,
çağdaş anlamda bir demokratik toplum ve hukuk devleti
ancak hesap verebilme ve hesap sorabilme kültürünün
içselleştirilmesiyle, yani bütçe hakkının
yeterince kullanılmasıyla mümkündür. İşte,
burada, bu anlamda bütçenin yeterince
tartışılmadığı kanaatindeyim. Usul
budur. İç Tüzük budur. Anayasa böyle emrediyor. Bundan önce
böyle yapıldı. diyerek sorumluluğumuzdan kurtulamayız.
Ne yapılması gerekiyorsa, nasıl yapılması
gerekiyorsa onu yapmak sorumlusu olduğumuzu
unutmamamız gerekiyor.
Bu anlamda,
bütçe görüşmelerini ülkemiz ve milletimiz açısından
kaçırılmış bir fırsat olarak görmekteyim.
Bunun sorumlusu Hükûmettir. Bunun sorumlusu AKP Meclis Grubudur.
Bütçe
görüşmelerinde yapıldığı gibi geçmişi
tartışarak, suçlayarak, eksik yapılanı,
yanlış yapılanı öne çıkartarak, bunu
kendinize gerekçe yaparak bugün doğru yaptığınızı
ve başarılı olduğunuzu söyleyebilme
hakkınız yok. Bunun size faydası yok. Önemli olan ne
yaptığınız değil, zaten yaptıklarınız
veya yaptığınızı iddia ettiğiniz
hususlar görevleriniz. Önemli olan ne yapılması
gerektiği hususudur. Bu anlamda, AKP zihinsel bir kayma yaşamaktadır ve
toplumu yanıltmaktadır.
Sayın
milletvekilleri, yine bir ilke olarak ifade etmek istiyorum.
Bütçe metinleri ülkeler için çok önemli ve değerli bir siyaset
belgesidir. Böyle olmalıdır. Bütçe tasarıları,
gelir kaynaklarının tanımı, önceliği,
paylaşımı ve hangi hedeflere ulaşılmak için
kullanılacağının
kararlaştırıldığı ve
kanunlaştırıldığı çok önemli bir siyaset
belgesidir. Milletlerin gelecek öngörüsü, ülküsü, tehdit
algılaması, tedbir önceliği ve yatırım
tercihleri bütçe metinlerinde ve bütçe görüşmelerinde
tartışılmalıdır. Türkiye Büyük Millet
Meclisinde birlikte kararlaştırılan bütçe
tasarıları hükûmetlerce hazırlanmakla beraber,
komisyon ve Genel Kuruldaki tartışmalarla artık,
ülkenin, Türkiye'nin, Türk milletinin ve geleceğin siyaset
belgesidir. Aslında bütçe kanunu bir toplumsal sözleşme
olarak hepimizin ve her kurumun hak ve sorumluluklarını
ifade eden bir toplumsal mutabakat zeminidir.
AKP
Hükûmetine tekrar soruyorum: Yeni bir yüzyılın
başında, yeni bir binyılın başında,
küreselleşen dünyada, partinizin ve bu getirdiğiniz,
tartıştırdığınız bütçenin, bütçe
tasarısının bir gelecek öngörüsü var mıdır?
Olması gerekmiyor mu? Türk milletinin önüne hangi hedefleri
koyuyorsunuz? Stratejik tercihleriniz ve tedbirleriniz
nelerdir? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe
tasarısının bir siyaset felsefesi olmalı
değil mi? Topluma heyecan veren ve paylaşılan bir ruh
iklimi yaratması gerekmiyor mu?
Değerli
milletvekilleri, bu söylediklerimin anlaşılabilmesi
anlamında ve kapsamında bir örnek vereceğim.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı beş
yıllık bir süreyi planlaması gerekirken, yirmi
beş yıllık bir perspektifte, 57nci Cumhuriyet
Hükûmeti döneminde, 21inci Yasama Döneminde
hazırlandı. Cumhuriyetimizin 100üncü yılında
2023 Vizyonu diye Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarının
ve TÜBİTAK organizasyonunda yüzlerce, binlerce ilim
adamımızın ortak çalışmasıyla
milletimizin önüne bir vizyon konuldu. İncelerseniz,
bakarsanız, Atatürkün muasır medeniyet seviyesinin
üzerine çıkmak hedefinden sonra Türk milletinin önüne
konulmuş en önemli vizyon belgesi 2023 Vizyonudur. (MHP
sıralarından alkışlar) Şimdi buradan
soruyorum: Bu bütçe tasarısında böyle bir öngörü
getiriyor musunuz? Böyle bir ruh iklimi, milletimiz
tarafından, toplum tarafından paylaşılan,
geleceğe umutla bakılmasını temin eden böyle bir
öngörünüz var mı? Böyle getirdiğiniz bir öngörüyü
tartışma imkânı verdiniz mi?
AKP Hükûmeti,
başta Sayın Başbakan olmak üzere tüm bakanları,
ısrarla, bugünü dünle mukayese ederek tanımlamaya,
anlatmaya çalıştılar. Bundan
rahatsızlığımızı her defasında
ifade etmemize rağmen, buraya gelen herkes 2002
yılında şuydu, bugün şu oldu. diyerek
kendilerini avutmaya çalıştılar. Aslında, bunu,
doğru ve dürüstçe de yapmadılar. 2002 yılını,
devraldıkları Türkiyeyi de doğru anlatmadılar.
Birazdan size, devraldığınız Türkiyeyle
ilgili de bilgi vereceğim. Kabul edilmesi gerekir ki, bugün
alınan her olumlu sonucun başlangıcında, 21inci
Yasama Döneminde 57nci Cumhuriyet Hükûmetinin, o olumsuz,
imkânsız şartlara rağmen yapmış olduğu,
temel, yapısal, hukuksal değişiklikler,
düzenlemelerle temin edilmiştir. (MHP sıralarından
alkışlar)
Adalet ve
Kalkınma Partisi bugün, rakamlara dans ettirerek, iktidar
olduğunu zannetmektedir, gelecekle değil geçmişle
boğuşmaktadır. Sürekli geriye bakarak, ileriye
nasıl gitmeyi düşünüyorsunuz? Gölgenizle kavga ederek,
güneşe, ufuk ötesine nasıl ulaşacaksınız? Bir
karikatür yayınlandı gazetelerde, çok güzeldi;
hoşluk olsun diye size de göstereyim: Ayağınızda
cari açık, dış borç, sıcak para zincirleriyle
geriye bakarak ileriye nasıl yürüyeceksiniz? Kendiniz
düşeceksiniz, Türkiyeyi de düşüreceksiniz.
Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak sizi
birlikte düşünmeye davet ediyorum. Bildiğiniz gibi,
insanlık yeni bir yüzyılın başında, büyük bir
köye dönüşen dünyada yaşamaktadır. Bilgi ve
teknoloji öyle hızlı gelişiyor ve değişiyor
ki bilginin gücü küresel boyutlara ulaştı ve artık bu
gücü elinde bulunduranlar kendi çıkarları
doğrultusunda ne yapıyorlarsa onu insanlığa
hukuk diye dayatıyorlar; zamanın gerçeği bu. Mekânsa
Türkiye, dünyanın en stratejik değerde önemli bir
coğrafyası. Bu coğrafyaya hükmetmeden, kontrol
altında tutmadan küresel güçler kendilerini kendi evlerinde
güvende hissetmiyorlar. Amerika Birleşik Devletleri bölgede
ne arıyor? Büyük Ortadoğu Projesinin anlamı ne?
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, tamamen harekete geçirilememiş
büyük bir potansiyel güce sahip tarihî mirasın
sağladığı siyasi ve kültürel birikim,
müteşebbis ve çalışabilir bir insan potansiyeli,
sağlam bir hukuk, yönetim ve demokrasi altyapısı ve iç
pazardan güç alan piyasa geleneği olan ve sıçrama yapmaya
hazır bir ekonomisi bulunmaktadır. Ancak, Türkiye
sınırların savaşlarla değiştiği
istikrarsız bir bölgede tamamlanamayan milletleşme ve
dış tahrikler sonucu gelişen ayrımcı, bölücü
akımlar, yaygın ve kaliteli bir eğitimin
verilemeyişi ve kırılgan krizlere açık bir
ekonomik yapı ve her türlü kurumsallaşamayan demokrasi
ve devlet yönetimiyle 21inci yüzyıla başlangıç
yapmaktadır. Bu sözleri bu salonda bulunan bir sayın
milletvekili çok iyi bilmektedir. Çünkü, bu sözleri onun
kitabından aldım.
Küresel
istikrarsızlığın merkezî alanı diye
tanımlanan bölgemizde ve 21inci yüzyılın
başında, Türkiye, küresel güçlerin ve projelerin ayak
altında kalmak istemiyorsa küresel güç olmak
mecburiyetindedir. Bu mecburiyet, düne göre pozisyon alarak ve
bununla avunarak gerçekleşmez, ufkun ötesini görmek ve onun
gereğini yapmakla gerçekleşir. Yeni bir dönemin başlangıcında
milletimizin bin bir umutla oluşturduğu Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak bu mecburiyetin sorumluluğunu hepimiz
yüreklerimizde, beyinlerimizde duymak mecburiyetindeyiz.
Değerli
milletvekilleri, bir acı gerçek: Anadoluda kurulan Türk
devletlerinin her yeni yüzyılın başında
coğrafyası değişmiş, hudutları
değişmiş. 1800de bu milletin topraklarını
hayal ediniz, 1900de hayal ediniz. 1914te, Birinci Dünya
Savaşına girerken topraklarımızın 7 milyon
kilometrekare olduğunu hatırlayınız. Ama,
21inci yüzyılın başında, yeniden parçalanmak
istenen bir Türkiyede yaşıyoruz. Öyle bir Türkiyede
yaşamanın sorumluluğunda meseleleri idrak
etmemiz, birlikte tartışmamız gerekiyor.
İşte, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak sizin
dikkatinize sunuyoruz. Küresel güçlerin bu bölgedeki plan ve
projelerini bozmak, kendi projemizi, kendi vizyonumuzu, kendi
programımızı uygulamak mecburiyetindeyiz, bize
dayatılan projeleri kabul etmemek durumundayız. Bu
yüzyılın sonunda, 21inci yüzyılın sonunda,
22nci yüzyılın başında Türkiyemizi bir bütünlük
içinde görmek istiyorsak bunu yapmak mecburiyetindeyiz.
İşin
vahametini rakamlarla ifade etmek gerekirse hedef almamız
gereken, üyesi olmak için uğraştığımız
Avrupa ülkeleriyle aramızdaki mesafenin, uçurumun
hızla büyüdüğünü hep beraber görmüş olmamız
lazım. Bundan otuz yıl önce Avrupayla aramızda gelir
farkı olarak 4,9 fark vardı, bugün bu uçurum 9,4 kata
ulaştı. Birlikte, bundan otuz yıl önce gelirleri
birbirine yakın olan ülkeler olarak İrlanda, İspanya,
Portekiz, Yunanistan bugün bizim 6,2 katımız gelire
ulaştı.
Şimdi
buradan sormak istiyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi bu
bütçeyle getirdiği anlayış ve bu bütçeyle getirdiği
rakamlarla bu uçurumu nasıl kapatacak? Nasıl
kapatmayı düşünüyorsunuz? 2002ye göre büyümüş
olabilirsiniz, artmış olabilir. Kaldı ki, onların
da tartışıldığını, sanal
olduğunu, paylaşılmadığını biraz
sonra değerli grup başkan vekilimiz arz edecek, diğer
partiler de arz edeceklerdir. Ama, soru çok net: Bu gidişle
Avrupa'yı nasıl yakalayacağız? 21inci
yüzyılda, bu kadar değerli olan bu topraklarda, Türk
kimliğimizle, bağımsız devletimizle,
onurumuzla yaşabilmek için bu uçurumu nasıl
kapatacağız? Bu bütçe, bunun öngörüsünü, bu ülküyü, bu
hedefi, bu vizyonu buraya getirmeli ve tartıştırmalı
değil miydi?
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak biz 21inci yüzyılın ilk
çeyreğinde ülkemizin, milletimizin, öncelikle sosyal
sorunlarını aşmış, ortak değerler ve
onurlu, huzurlu bir gelecek umudu peşinde tek yürek olmuş,
özgüvenini kazanmış, üreten bir toplum olmayı, gelir
dağılımında, nimet-külfet
paylaşımında adil bir sosyal düzeni olan, mali, hukuki
ve üretim altyapısını çağın değerlerine
uyarlamış bir devlet olmayı, tüketiminden fazla
üreten, cari fazla veren bir ekonomiyi, iç huzuru, güçlü ekonomisi
ve dirayetli dış politikasıyla en az bölgesinde
lider bir ülke Türkiye gerçekleştirmeye mecbur
olduğumuza inanıyorum. Eksik olan ne? Eksik olan, kendi
milletinin gücüne inanan bir siyasi iktidar. Eksik olan, bir
siyasi irade.
Değerli
milletvekilleri, tabii, ekonomik konularda rakamlara girmek
istemiyorum, girilecektir, ama bir soru sormak istiyorum:
Büyüyoruz, büyüyoruz diyorsunuz. Milletim adına
soruyorum: Büyüyoruz da, bu cari açık niye büyüyor o zaman? Bu
borçlar niye artıyor? Burada bir yanlışlık var. Bu
yanlışlığı milletin gözünden
saklayamazsınız. Gerçekler acı.
Beş
yıldan bu yana iktidarsınız, beş yıl daha
yetki aldınız. Bugüne kadar yaklaşık 1 trilyon
Amerikan doları millet kaynağını
kullandınız. Ayrıca, istikrar dediniz,
halkımız size hak etmediğinizden fazla destek verdi,
Anayasayı değiştirecek çoğunlukta bir güç
verdi. Mecliste siz varsınız, istediğiniz kanunu
çıkarıyorsunuz, istediğinizi de
değiştiriyorsunuz. Bürokrasi emrinizde,
istediğiniz kararı alabiliyorsunuz. İş
hayatı arkanızda, medya sizin. Aydınlar derseniz,
sizinle iş birliği yapmak için yarışıyor.
Avrupa Birliği, Amerika zaten ortağınız. Yabancı
sermaye dersek, baş misafiriniz. O zaman sormak lazım
geliyor: Dünden de vazgeçtiniz, gömlekleri
çıkarttınız, değiştiniz, artık
ayaklarınızda, dincilik, milliyetçilik de zincir
değil. Engeliniz ne? Yeriniz mi dar, yeniniz mi dar? Ne yaptınız?
(MHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
bugün hâlâ bölücü terörle boğuşuyorsak,
yabancının parasına muhtaçsak,
çocuklarımızın büyük kısmı okula
gidemiyorsa, Türkçeyi öğretememişsek, gençlerimiz
işsiz geziyorsa, nüfusumuzun yüzde 30u yoksulluk
sınırının altında yaşıyorsa, 1
milyon insanımız açlık sınırının
altında yaşıyorsa, bu ülkeyi yönetenler eğer
ülke yönetimini gölge boksuna dönüştürdü, Sen şöyle
yaptın, ben böyle yaptım. deyip geçmişle
boğuşuyorsa gelecekle ilgili endişelerimiz
büyüyor demektir. Bunun adı, sizin
arkadaşınızın tabiriyle, demin sözlerini
okuduğum arkadaşınızın tabiriyle, Türkiye
kötü yönetiliyor demektir.
Değerli
milletvekilleri, ne yapabilirdiniz, kısaca onu da arz edeyim.
Bu beş yılda GAP projesini niye bitirmediniz? Üretim
seferberliği başlatabilirdiniz,
insanlarımızı göçe mahkûm, mecbur etmezdiniz. Bugün
her 4 çiftçiden 1i toprağını, köyünü terk etti.
Köylerde kırk beş yaşın altında insan
kalmadı. Yapısal reformları niye bitirmediniz?
Beş yıldan bu yana bu Türkiyenin kara deliği olarak
ifade ettiğiniz Sosyal Güvenlik Yasasını niye
çıkarmadınız? Anayasa değiştirme sözü
verdiniz, niye değiştirmiyorsunuz? Nedir sizin önünüzü
kesen, elinizi kolunuzu bağlayan husus? Turizm atağı
yapabilirdiniz, İspanyayı geçebilirdik. Lider ülke
Türkiye hayaliniz olsaydı bugün enerji
darboğazını konuşmaz olurduk. Nükleer enerji
kullanımını kanunlaştıran kanunu beş
yıl niye beklettiniz? Sosyal barışı
sağlardınız, bu gelir dağılımı
adaletsizliğini bitirirdiniz.
Sayın
milletvekilleri, Türkiyeyi beş yıldan bu yana yönetiyor
AKP. Beş yıl daha, on
yıl. On yıl, Türk milletinin, bir milletin hayatında çok
stratejik değerde önemli. Dünden daha iyi yapmak yetmez,
olması gerekeni, yapılması gerekeni, Türkiyeyi
çağ atlatmaya
Bir çağı kaybettik, yeni bir
çağın başındayız. Bu çağı da
Bu
kaplumbağa adımlarıyla nereye
varacaksınız? Kaldı ki işte ekonomi
tıkandı. Dün Sayın Ekonomi Bakanını
TÜSİAD konuşmasında dinledim, okudum, yeni
risklerden bahsediyor ve yeni inisiyatifler geliştirilmesi
gerektiğinden bahsediyor. Maliye Bakanı ise 2008
yılında konjonktürel olarak uluslararası
ekonomideki krizler ihtimaliyle tedbir alınmasından
bahsediyor. Hâlâ belirsizliğin kıskacında bir
güvenliksiz yaşıyorsak bir şeyleri eksik
yapıyoruz demektir. Biz de size bunu hatırlatıyoruz.
Böyle 2002yle boğuşarak, geçmişle boğuşarak
bir yere varamazsınız.
Değerli
milletvekilleri, bakın, size devrettiğimiz 2002de, 2002
öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi olarak sizlere hangi
zemini hazırlamışız:
Bu övündüğünüz
ve mecbur kaldığınız enflasyon hedeflemesi
politikasını, dalgalı kur politikasını biz
kurmuşuz, kanunlaştırmışız ve
uygulamışız.
Merkez
Bankasının özerkleştirilmesi bizim dönemimizde
olmuş.
TMSF, BDDK ve tüm
üst kurulları, yani siyasetin müdahalesini engelleyici,
yönetimde siyasetin etkisini azaltıcı tüm
kuruluşları biz kurmuşuz.
Kamu
bankalarının görev zararı diye kamburu olan
O utanç
verilecek bir konu.
Siyasetin
emrinde arpalık hâline getirilen kamu bankalarını
yeniden bankacılığa biz
kazandırmışız.
KİTlerin
görev zararları ortadan kalkmış, özerklikler
kazandırmışız.
Düşen bir
enflasyon devrettik size biz.
Ekonomide,
finans sektöründe, kamu yönetiminde reform niteliğinde yeni
hukuklar oluşturduk. Medeni Kanun, Gümrük Kanunu, Avukatlar
Kanunu, otuz dört maddelik Anayasa değişikliği
yaptık, beş parçalı bir Meclis, üç parçalı bir
koalisyonla ve üç buçuk yılda yaptık bunu, iki krize, iki
depreme rağmen yaptık. Size 1,5 milyar dolarlık bir
cari açıklı bir ekonomiyi devrettik, şimdi 35
milyarlar konuşuluyor.
METİN
KAŞIKOĞLU (Düzce) Ekonomi yoktu ki cari açık olsun.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Size, başlamış, onurlu
başlamış bir Avrupa Birliği süreci devrettik.
Değerli
milletvekilleri, 1999 Helsinki Zirvesinde Türkiye, diğer
üye adayı ülkelerle eşit statüde Avrupa Birliği
sürecine döndü. Şimdi kendinizi Maltayla eşit
hissediyor musunuz? (MHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Şandır, konuşmanızı
tamamlayınız.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Sayın Başkanım, çok
teşekkür ediyorum.
Bir şeyi
daha söyleyecektim, zaman kalmadı, kısaca söyleyeyim:
Millete söz verdiniz, sözlerinizi yerine getirdiniz mi? Elinizi
vicdanınıza koyun, akşam yastığa
kafanızı koyduğunuzda millete verdiğiniz
sözlerinizi düşünün. 3Y demiştiniz. Yasakları
kaldıracaktınız, kaldırdınız mı? Bu
başörtüsü sorununu niye çözmüyorsunuz? (MHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA
ÖZBAYRAK (Kırıkkale) Siz niye çözmediniz?
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Niye çözmüyorsunuz? Engeliniz ne,
eksiğiniz ne?(AK Parti sıralarından gürültüler)
Yoksulluğu
bitireceğinizi söylemiştiniz, bitirdiniz mi?
Yolsuzlukları
kurutacağınızı, hortumları
keseceğinizi söylemiştiniz
Şimdi Sayın
Maliye Bakanına buradan söylüyorum: Bu, TÜPRAŞın
yüzde 14,76sını bir gece yarısı birilerine 750
milyon dolar kazandıracak şekilde nasıl
sattınız? Kandırıldınız mı, acemilik
mi yaptınız? Bunu bu millete anlatmanız lazım.
(MHP sıralarından alkışlar) Yolsuzluk
dediğiniz hadise hukuki yargıyı ilgilendiren bir
süreç, ama milletin gözünden bunları
saklayamazsınız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Şandır
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Bir elli saniye
BAŞKAN
Buyurun efendim, tamamlayınız konuşmanızı.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Sayın milletvekilleri, sözümün
başında söylediğim gibi, birlikte düşünmeye
davet ettim sizi. Yeni bir yüzyılın başında
birbirimizle boğuşmaktansa milletimize hizmet etmenin
yolunu bulalım. Şimdi gün o gün. Bu sebeple söylüyorum.
Bakın, bu programınızda deminki söylediklerimi
aynen yazmışsınız, demişsiniz ki: 2000
yılı başından itibaren uygulamaya konulan
program makroekonomik dengelerin gerçekleşmesine katkı
vermiştir. Bu sizin programınız.
Değerli
milletvekilleri, bütçemizin hayırlı olmasını
tekrar temenni ediyorum. Emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak yaklaşan
Kurban Bayramınızı yürekten kutluyoruz. Yeni
yılda ülkemize esenlik, milletimize mutluluk diliyoruz ve
sizlere saygılar sunuyorum efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı
İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay
Vural.
Buyurun
Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
hepinize saygılarımı sunuyorum.
Bütçe
hakkında gerek Hükûmetin gerek iktidar partisinin gerekse
muhalefet partileri ve milletvekillerinin ortaya koyduğu
görüşleri dinledik. Görüşlerimizi sizlerle
paylaştık. Elbette bütün bu tartışmalardan
herkesin faydalanmış olmasını, özellikle de
Hükûmetin gerekli mesaj ve dersleri almış
olmasını temenni ediyoruz. Bugün
yapacağımız son tespit, uyarılarla bu millî
bütçeyi, görüşmelerini sona erdireceğiz.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, milletvekilleri olarak hem
önerilerimizi dile getirdik hem de gerek sorularla gerekse
önergelerle çözüm yollarını ifade ettik, milletimizin
menfaatini koruyan, insanlarımızın
haklarını savunan görüşlerini ifade ettiler.
Milletvekillerimiz hakkı savundu, haklıyı korudu.
Bizim için kim ne kadar güçlü olursa olsun hak güçlünün değil, hak
haklının olmalıdır. Haklının
hakkını dile getirmeye, haklıyı da güçlü yapmaya
kararlı olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bizim,
milletten başka sorumlu olduğumuz, icazet
aldığımız bir yer olmamıştır.
Hâkimiyet, egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir. düsturu içerisinde sadece ve sadece milletimizi
düşündük, onların menfaatlerini düşündük. Elbette
bütün bu gelişmeleri de bu eksende sorguladık.
Biz, bütün bu
gelişmeleri Türkçe okumaya devam edeceğiz. Kim
rahatsız olursa olsun, bu Mecliste, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, bütün iç ve dış gelişmeleri Türkçe
okuyacağız ve Türkçe anlatacağız. (MHP
sıralarından alkışlar) Türkiye
sevdasını dile getirmeye devam edeceğiz.
Samimi dilek
ve temennimiz, birlik ve beraberlik içerisinde, beraber ve
birlikte yaşama sevinci içinde daha güçlü bir Türkiye, daha
mutlu bir topluma ulaşmak için katkıda bulunmaktır.
İnanıyoruz ve ümit ediyoruz ki bu yüce Meclis altında,
bireysel olarak her milletvekili de aynı heyecan ve amaçla bulunmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri sırasında
ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, dış politikaya
ilişkin her düşünce dile getirildi. Bugün burada
yapacağımız değerlendirmeler, esas itibarıyla
genel değerlendirmeler olacak. Ama bu bütçe görüşmeleri
sırasında getirilen eleştirilere yönelik olarak
gerek Hükûmetin gerek AKPnin verdiği cevaplara kısaca
da değinmek istiyorum. Özellikle bir mukayese yaparken
Sayın Başbakanın Nereden nereye. diyerek ortaya
koyduğu tabloları, birazdan, nereden nereye
geldiğimizi, anlatacağım sizlere. Tabii bu Nereden
nereye. diye bir eleştiri yaparken, zaman zaman, geçmişle
yapılan mukayeselerde, bazen 1999-2002 arasını, bazen
2001 yılını, bazen 1995i, bazen 1934ü, bazen 1971i,
bazen 2004ü referans gösteriyor. Doğrusu, tabii, bu kadar çok
referansla hangi konuda neyi iyi göstereceğim çabası
içerisinde olunca da biraz sapla saman da birbirine
karışıyor, pirincin taşlarını da
ayıklayamıyor. Öyle oluyor ki bazen, cumhuriyet
tarihiyle bile mukayese edecek kadar iş ileriye götürülebilmektedir.
Bu yaklaşım
Başbakan bütün zorlamalarla
vatandaşımızın durumunun iyi olduğunu
anlatmak için çabalıyor. Bazen asgari ücretlinin çok iyi
geçindiğini anlatmak için çay simit hesabı yapıyor, o
hesap tutmayınca ekmeğe dönüyor, o da tutmayınca bu
sefer beyaz peynire dönüyor. Yani bu milletin gayet iyi
olduğunu anlatmak için Sayın Başbakan, böylelikle
hesabı kitabı da karıştırıyor. Birazdan
hesap kitabın nasıl yapıldığını
ortaya koyacağız.
Tabii, bir de
bir alışkanlık var, yapanlardan, katkı
koyanlardan, bu ülkeye hizmet edenlerden Allah razı olsun, ama
özellikle, sanki bu ülkede daha önce duble yol yokmuş, sanki bu
ülkede daha önce demir yolları yapılmamış, sanki
bu ülkede daha önce hastane yokmuş gibi bütün
yapılanları göz ardı edip hepsini biz yaptık
anlayışı içerisinde. E bu da biraz doğrusu insaf
sınırlarına sığmıyor açıkçası.
Bazen öyle oluyor ki, bizim ihale ettiğimiz MARMARAY
Projesini bile sahipleniyorlar, kredisini bulduğumuz ya da
sürat demir yolu, hızlı demir yolunun ihalesini
yapmış olmamıza, kredisini bulmuş olmamıza
rağmen kendilerinin yaptıklarını söylüyorlar ve
2003 yılına kadar bu konuda adım atılmadı,
sadece düşündüler. diyorlar. E düşünmek de insan
olmanın bir gereği. Biz düşünerek yapıyoruz,
düşünmeden değil elbette. Böyle bakınca, tabii,
açıkçası, bu ülkenin bugüne kadar hizmet etmiş,
taşın üstüne taş koymuş hizmet adamlarını
göz ardı eden bir yaklaşım tarzı. Öyle gidiyor ki
Sayın Başbakan mesela bütçe görüşmelerinde diyor ki
Eski siyasetin kavga ve anlayışlarından uzak
olduğu bütçe görüşmeleri. diyor. Bu da neden?
Türkiyenin durumu çok iyi olduğu için diyor. Ondan sonra
dönüyor, bir cümle sonra E burada vurun abalıya
mantığı var. Her şeyi eleştiriyorlar. Çözüm?
Çözüm yok. diyebilmektedir. Bir taraftan Sayın Başbakan
açıkçası Türkiyenin çok iyi durumda gittiğini, hiçbir
eleştiri olmadığını söylüyor, diğer
taraftan da eleştiriler var diye, Vurun abalıya
yapıyorsunuz. diye kızıyor. Hangisi doğru?
Hangisi doğru?
Bir başka
husus da bu eleştiriler karşısında, ne söylesek
-çiftçinin durumu böyledir, dış politikada şudur,
esnafın durumu böyledir, yolsuzluklar bunlardır, bunlar
doğru değildir diyoruz- cevap veriyor: Biz yüzde 46 oy
aldık. Yani, durumu kötüye olan vatandaş, ürünü tarlada
kalan çiftçimiz, kepengini kapatan esnafımız,
yolsuzluklar içerisinde oluşmuş, bakanlık
bürokratlarının içeriye alındığı bir
ortam içerisinde Bütün bunların hepsi doğru olduğu
için yüzde 46 oy aldık iddiası milletimize haksızlıktır,
yanlıştır. Milletimiz sizin
yanlışlarınıza oy vermiş değil, belki
yaptığınız iyiliklere oy vermiştir. Ama
yaptığınız her kötü durum için bu milleti referans
göstermek bu millete haksızlık ya! Eğer siz diyorsanız
ki Tarlada ürünü kalan çiftçi, kepengini kapatan işsizlerimiz,
1 milyon açımız, 20 milyon insan bize oy verdi.
diyorsanız, doğrusu belki de bu millet, bu durumda oy
verdiğini iddia ediyorsa belki lütfundan değil de olsa
olsa kahrından oy vermiş olabilir, olsa olsa kahrından
vermiş olabilir. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ
(Samsun) Milletin iradesine saygı duyacaksınız!
ALİ RIZA
ALABOYUN (Aksaray) Milletin iradesine saygı göstermek
zorundasınız!
OKTAY VURAL
(Devamla) Yani, şimdi, bütün her şeyin iyi olduğu bir
ortam içerisinde, her şeyin iyi olduğunu, yüzde 46yla eğer siz milletin bunu
onayladığını düşünüyorsanız
E, size
oy vermeyen de yüzde 54 var. Demek
ki yüzde 54 de gayri memnun. Ha, gönül ister ki
yapamadıklarınızı da yapın,
yapamadıklarınızı da yapın, bu millete
hizmet edin. Bu millete hizmet edilmesinden biz memnun oluruz. Biz
hizmet yarışı içerisindeyiz. Rekabetimiz hizmet yarışı
içerisinde. Onun için de bütün bunlarla ilgili, açıkçası,
bu iddialar biraz havada kalmaktadır.
Bu
görüşmeler sırasında, özellikle bu referansları
kullanırken Sayın Başbakan bazen görev
zararlarından bahsediyor. Bu görev zararlarını 2
Mayıs 2001de biz sıfırladık ya. Sen gel bugünün
sorunlarıyla ilgilen. Yani, bizim bitirdiğimiz
sorunları referans vermene ne gerek var? Niye? Görev
zararları bitti. Haberi olmayabilir, ama birilerinin
Sayın Başbakana Ya, bu sorun 57nci Hükûmet
tarafından bitirildi. diye söylemesi gerekiyor.
Bir diğeri
de bankalarla ilgili gelişmeler. Değerli
milletvekilleri, bankaların fona devredilmesi
İşte, bazen Sayın Başbakanın hortumlama
ifadesini kullandığımız zaman
O zaman
iktidardaydık. Bu bankaların kurulmasında biz yokuz,
kredilerin verilmesinde biz yokuz, hortumlayanların içinde
biz yokuz. Bu sorunun çözülmesi için de elimizi attık, ama bugün
o hortumlanan batık kredilerin hangi başbakanın
döneminde verildiğini söylersek, o bankaların bakkal
kurma gibi izin verildiği dönemlerde kimlerin olduğunu
söylersek, o zaman burada bir sürü kimse mahcup duruma düşer.
(AK Parti sıralarından Söyle, söyle sesleri, MHP
sıralarından alkışlar) Yani Erbakan döneminden
tutun Demirel dönemine kadar hepsinde var. O batık bankalarla
ilgili patronlarla görüşenler de var şeçimden önce
üstelik. Patronların yerine, Bozüyüke helikopterle
gidenler var.
Şimdi,
merak ediyorum: Bu bankaların içini hortumlamışlar.
Tedbir aldık. BDDKyı kurduk. Sınır getirdik.
Şahsi sorumluluklarını getirdik.
METİN
KAŞIKOĞLU (Düzce) Siz getirmediniz, siz
yapamadınız.
OKTAY VURAL
(Devamla) - Niye bundan gocunuyorsunuz anlamıyorum ki! Yani,
bu bankaları hortumlayanlar hakkında tedbir
alınmasından niye gayrimemnunsunuz, neden
gayrimemnunsunuz ya?
AVNİ
ERDEMİR (Amasya) IMFnin emriyle
OKTAY VURAL
(Devamla) Oysa memnun olmanız lazım.
Ha, biz,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu vasıtasıyla bu
alacakların daha hızlı alınması için
attığınız adımlardan memnunuz. Peki, bizim
attığımız adımlardan niye memnun
değilsiniz? Devam mı etsin istiyordunuz? Hortumlama
devam mı etsin diyordunuz?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) İmar Bankası
OKTAY VURAL
(Devamla) - 22 banka devredildi. deniyor. Kendi dönemlerinde
İmar Bankası var. Bu İmar Bankasına bu faaliyet
iznini niye verdiniz ya? O kadar niye unuttunuz İmar
Bankasını?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Yirmi ay sonra
OKTAY VURAL
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, bütün bu hususları
dikkate aldığımız zaman, açıkçası,
Türkiyenin temel sorunları dünden farklıdır.
Bakın
değerli milletvekilleri, dünün sorunlarını gündeme
getirerek bugünün sorunlarını
cevaplandıramazsınız. Bir şeyi nerede kaybetmişseniz
orada bulabilirsiniz. Yani, şimdi siz parti grubunda
kaybettiğiniz anahtarı Meclis Genel Kurulunda
bulamazsınız, bulmanız mümkün değil.
Şimdi,
daha önce sistemin içerisinde, bankacılık sisteminin
denetimsizliği, dirençsizliği vardı, kamu
açıkları vardı. Doğrudur, kamu açıkları
vardı. Ama 1 Ocak 2002de 69 tane fonu kapatarak kayıt
dışı bütçe uygulamasına son verdik. 2002
yılında aldığınız tabloda bunlara yönelik
alınmış tedbirler vardı. Büyümede
istikrarsızlık, artan enflasyon vardı.
Aldığınız Türkiyede düşen enflasyon
vardı. Şimdi O dünün sorunlarıydı. Şimdi,
dünün sorunlarını bugün getirip, bugünkü sorunlar karşısında
deve kuşu gibi kafanızı gömerseniz çözüm
bulamazsınız. Biz, bugünün sorunlarının, son
beş yıldır uygulanan ekonomik tercihlerle istihdam
yaratmayan bir büyüme olduğunu düşünüyoruz mesela.
Gelir yerine
harcamaları vergilendirerek özellikle gelir
dağılımı bozukluğunu yaratıp fakirin
daha fakir olmasını sağlayan ekonomi
politikaları, kronik dış ticaret ve cari
işlemler açığı, düşük kur yüksek faizle
oluşturulan saadet zinciri, küresel sermayenin ekonomi
politikası üzerinde kabul edilemez düzeydeki etkisi,
uluslararası rekabet gücümüzün düşmesi. Bunlar bugünün
sorunları, siz bunlarla uğraşın. Olmayan sorunlarla,
sanal sorunlarla uğraşmak, kendinizin ne kadar iyi
yaptığınızı söylemek yerine, gelin burada
Biz cari işlemler açığını şöyle
yaptık, uluslararası rekabet gücünü artırdık,
Türkiyede harcamalarda vergilendirmeyle ilgili reform
yaptık, dolayısıyla fakirin daha fakir
olmasını engelledik. deyin. Ama bunları
söylemediğiniz zaman, işte sapla samanın
karıştırılması oluyor. Bunlar, milletimizin
mevcut sorunlarının çözümü konusunda yeterli çaba sarf
edilmediğini ortaya koyan bir yaklaşım
tarzıdır.
Değerli
arkadaşlarım, küreselleşmenin kazananı
vardır, kaybedeni vardır. Biz, kazanan olmak istiyoruz.
Küreselleşme bir vetire. Ama bu küreselleşmede kazanan
olmak için neler yapmamız lazım? Bugün Türkiye, giderek
artan uluslararası rekabet gücü azalırken, reel döviz
kuru endeksi 2002 yılında 125 iken bugün 188 olmuş ise
biz uluslararası rekabet gücümüzü nasıl
arttırabiliriz?
Sayın
Başbakan söylüyor: Paranın değer kazanmasından
gocunanlar var. E şimdi, vallahi, burada özellikle kendi
ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz.
İhracatınızı pahalı, ithalatı ucuz
hâle getiriyorsunuz, ondan sonra diyorsunuz ki: Paramız
değerli oldu. Ondan, sonra kime siz, aslında bu
politikayla hizmet ediyorsunuz? Başkalarına hizmet
ediyorsunuz. Sizin ekonomi politikanızın gereği
paranız değerlenmiyor, sizin mali politikalar
gereği paranız değerleniyor. Peki bu kime
yarıyor? İthalat yapanlara yarıyor, doğrudur.
Peki başka kime yarıyor? Cari işlemler
açığını finanse etmek için saadet zinciri kuran,
sıcak para cenneti olan, parası olanlara yarıyor,
doğrudur. Şimdi, e peki söylüyorum- milletçilik bu mudur?
Milliyetçilik, dışa açık bir ekonomiyle üretimi
dış pazarlara pazarlayarak daha fazla geniş pazarlar
elde etmektir. Bugün geldiğimiz noktada eğer
üretiminizin dışa bağımlılığı
artmışsa
Merkez Bankasının yaptığı
raporda var. Üretimin, dışa
bağımlılığı artmış, ihracat
dışa bağımlı hâle gelmiş ve artık
dışa açık bir ekonomide kendi üretiminizin
dış talebi karşılaması hedefinden
uzaklaşarak, dış üretimin kendi yurt içi talebinizi
karşılama boyutuna gelmiş. İşte, bu döviz
kuru politikasıyla başkalarının,
açıkçası, on beş yirmi yılda elde edemediği
kazançlar yurt dışına transfer edilmiştir
sıcak parayla. Bakıyorsunuz, bizdeki reel faiz yüzde
10-12 civarında. Peki, başka ülkelerde, Japonyada 0,75,
ABDde 1,25. Kaç kat? 8;10;14 kat. Onları besliyorsunuz,
onları finanse ediyorsunuz, sonra kalkıp diyorsunuz ki E
canım, paramız değerlendi. Kime hizmet ediyorsunuz
siz? Yabancılara hizmet ediyorsunuz? Büyüme diyorsunuz.
Peki, bu büyüme oluyor da bu büyüme kime yarıyor,
baktınız mı?
Değerli
arkadaşlarım, ekonomik istikrarın bir boyutu
büyüme, diğer boyutu da istihdamdır elbette. Ama
düşünün, eğer siz giderek üretmiyorsanız, ithalata
bağımlılığınız artıyorsa,
üretiminizin ithalata bağımlılığı
artıyorsa, siz başkalarının işsizine iş
buluyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bu Meclisin
Almanyadaki Hansa, İngilteredeki Georgea, Çindeki
Çin Van Looya iş bulma mükellefiyeti yok. Önce Türkiyedeki
insana iş bulacaksınız. (MHP sıralarından
alkışlar) Nerede? Böyle bir ekonomik tercih olabilir mi?
Nerede? Sonra Sayın Başbakan kalkıyor: Benim için
Georgela Ahmetin farkı yoktur. E doğrusu, bir
Medeniyetler İttifakı Eş Başkanına da bu
yakışır, bu yakışır yani. (MHP
sıralarından alkışlar) Ne demek farkı yoktur?
Bizim için farkı var. Biz bu millete hizmet için yemin ettik,
benim sorumluluğum bu millete hizmet etmektir.
Siz kalkın,
bir taraftan sermaye aşındırarak,
kaynaklarımızı aşındırarak, dış
ülkelerdeki sermayenin daha fazla gelir elde etmesini
sağlayın, yetmezmiş gibi, başka ülkelerin
üretimlerini artırması için kendi döviz kurunuzu sanal
ve köpük bir şekilde değerlendirin ve Türkiyede
işsiz sayısı artsın. Ekonomi literatürüne ilk
defa girdi biliyor musunuz istihdam yaratmayan büyüme.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Dünyada nasıl?
OKTAY VURAL
(Devamla) Morgan Stanleyin raporunda var istihdam yaratmayan
büyüme, düşünebiliyor musunuz? Peki, kim istihdam edildi?
Değerli arkadaşlarım, kim istihdam edildi?
ŞABAN
DİŞLİ (Sakarya) Kaynakları verimli
kullanırsanız
OKTAY VURAL
(Devamla) İşte, bu ekonomi politikası da
kazananların politikasıdır. Onun için, değerli
arkadaşlarım, bu ekonomi politikasında ekonomiden
sorumlu bir Sayın Bakan diyor ki: Küreselleşmenin
ihtiyaçlarına göre hareket ediyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, küreselleşme, özellikle
gelişmiş olan piyasaların uluslararası rekabet
gücünü artırmak için kullandıkları bir araçtır.
Siz küreselleşmenin ihtiyaçlarına göre değil,
milletin ihtiyaçlarına göre ekonomi politikası
oluşturacaksınız. Millî düşüneceksiniz,
küresel davranacaksınız.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Nasıl olacak?
ŞABAN
DİŞLİ (Sakarya) Millî düşünüp küresel davranmak
nasıl olacak?
OKTAY VURAL
(Devamla) Onun için, özellikle Adam Smithden bu yana bütün
ekonomistlerin üzerinde mutabakata vardığı husus,
devletin en önemli fonksiyonunun uluslararası piyasada
rekabeti artırmak olduğudur. Değerli
arkadaşlarım, Türkiyenin rekabet gücü giderek
azalıyor.
Sayın
Başbakan diyor ki Kaynak nerede? Kaynak Türkiyede.
Türkiyedeki kaynağı başkaları kullanıyor.
Üretim kaynaklarımız yabancılaşıyor,
piyasalarımız yabancılaşıyor. Bakın,
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında yabancı
payı yüzde 72 olmuş. Sayın Bakan çıkıyor,
diyor ki Yüzde 72 olmuş ama şirketlere
baktığınız zaman bu yüzde 26dır. Biz
piyasadan bahsediyoruz Sayın Bakan. Bu piyasaya
yabancılar hâkim, yabancılar hâkim. Biz şirketten
bahsetmiyoruz ki, biz yabancılardan bahsediyoruz.
Türkiyede perakendecilik sektörü giderek
yabancılaşıyor ve özellikle likit kaynaklar
yabancı şirketlere havale ediliyor. Neden? Çünkü,
Türkiyede uyguladığınız politikayla esnaf ve
sanatkârı öldürdünüz, küçük işletmeleri öldürdünüz.
AKP döneminde
850 bini aşkın esnaf ve sanatkâr kepenk kapattı. Bu
milletin durumu iyiyse, kepenk kapatıp bunları
İspanyaya tatile mi gönderdiniz? Ne yaptınız
bunları?
Yani,
şimdi doğrusu, değerli arkadaşım
bahsediyor, 22 Temmuz
Yani, siz bu politikayla diyorsunuz ki
Vallahi 850 bin esnafın kepengini kapattık. Bu dönemde,
inşallah, 1 milyon esnafın daha kepengini
kapatacağız ve onaylayacaklar. demek istiyorsunuz
herhâlde.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Esnaf biliyor
OKTAY VURAL
(Devamla) - Bir insanın kepenk kapatmasından memnuniyet
duymamak lazım.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Neyin ne olduğunu biliyor
OKTAY VURAL
(Devamla) - Tarım kesimi çökmüş vaziyette değerli
arkadaşlar. Ürün tarlada kaldı, sattığıyla
doyamadı.
Açıkçası,
bütün bunlara baktığımız zaman, 2002
yılıyla mukayese ettiğimiz zaman, Türkiyenin önemli
ölçüde bir kaynak erozyonuna girdiğini düşünüyoruz.
Bakınız,
bir millî ekonomi vatandaşlarına ne yapar? Gelir üretir.
Bir millî ekonomi vatandaşlarına gelir ürettiği
gibi, aynı zamanda, değerli arkadaşlarım,
elbette yükümlülükleri de vardır
vatandaşlarımızın. Şimdi, özellikle, oluşturduğunuz
son, yıl sonu itibarıyla mukayese
yapılamayacağı için sadece kesin hesabını
görüştüğümüz 2006 yılı için size rakam vereyim:
Değerli
arkadaşlarım, kura göre değişmekle birlikte,
toplam borç stoku, buna sıcak parayı, bütün bunları da
eklediğiniz zaman, kişi başına borcu
hesapladığımız zaman, bakınız, kişi
başına borç 3.194 dolar 2002 yılında, şimdi
yaklaşık 6 bin dolara vardı.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Gelir ne kadar, gelir?
OKTAY VURAL
(Devamla) Kişi başına sıcak para 115 dolar,
şimdi 850 dolar. Kişi başına banka borcu 58 dolar,
şimdi 673 dolar. Kişi başına vergi 526 dolar,
şimdi 1.340 dolar.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Kişi başına gelir ne
kadar?
OKTAY VURAL
(Devamla) Vereceğim, çok merak ediyorsunuz, vereceğim.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Bekliyorum.
OKTAY VURAL
(Devamla) Borçlarını aldık, topladık, 3.893
dolar kişi başına yükümlülüğü var 2002
yılında ve 2006 yılında bu yükümlülük kaça
çıkmış biliyor musunuz? 8.134 dolara
çıkmış. Değerli arkadaşlarım, aradaki
fark nedir biliyor musunuz? 4.241 dolar yükümlülüğü artmış
vatandaşın.
Gelirine
bakıyoruz: Değerli arkadaşlarım, kişi
başına gayrisafi millî hasıla 2.600 dolardan 5.477
dolara çıkmış. Şimdi, yükümlülükten, borcundan ve
gelirinden düştüğümüz zaman, 2002 yılında bir kişinin
yüklendiği toplam yükümlülük, gelir sonrası, 1.295 dolar
iken, şimdi 2.657 dolar olmuş. 2.657 dolar, gelirinin
üzerinde borç getirmişsiniz. Bunun 2002ye göre artış
oranı nedir biliyor musunuz? Yüzde 120dir. İşte,
vatandaşın borçlarını artırma
politikanızın temel yaklaşımı.
Değerli
arkadaşlarım, 2003 yılına
bakıldığı zaman, faiz ödemelerinin hane
halkı harcanabilir gelire oranı yüzde 2,4, şimdi 4,4.
Peki, borcun harcanabilir gelire oranı nedir? 2002de yüzde
7,5. Şimdi nedir dersiniz? Yüzde 26,5. Görüyor musunuz? Bu
milleti borçlandıran ve gelirinin üzerinde borç yükü
içerisine sokan ekonomi politikası işte böyle
olmuş. Biraz önce ifade edildi, cari işlemler
açığı 1,5 milyar dolardan 34 milyar dolara
çıkmış, 15,5 milyar dolar olan dış ticaret
açığı bugün 50 milyar dolar. Projeksiyon nedir? 60-70
milyar dolara doğru gidiyor.
Peki, bu politikalara
bu bütçede bir çözüm var mı? Şimdi, bakıyorsunuz,
dış ticaret açığı artıyor, cari
işlemler açığı devam ediyor. Peki, soruyorum, bu
bütçeyi nerenin sorunları için getirdiniz, hangi sorunu
çözmek için? Yani, bu bütçeyi hangi sorunu çözmek için getirdiniz,
hangi soruna çözüm getiriyor? Evet, bütçe kanununda cari
işlemler için alınması gereken birtakım tedbirler
var, ama bu tedbirlerin neticesinde hedefleriniz yok; sanal
tedbirler. Türkiye, muhakkak surette, özellikle yüksek
teknolojili ihracata yönelmelidir. Bakın, OECD ülkeleri
içerisinde, ihracat içerisinde, yüksek teknolojili ihracat
payımız sadece yüzde 2dir, en sondayız, en sonda.
Türkiye bu
politikalarla rekabet edemez, rekabet gücü kayboluyor. Onun için,
Türkiyenin rekabet gücü kaybolunca milletimiz de
fakirleşiyor. İşte gördük.
Değerli
arkadaşlarım Harcanabilir gelirleri
artırdık. diyorsunuz, ama dolaylı vergiyle
vatandaşın, özellikle dar gelirlilerin gelirlerini
harcama sırasında vergilendirdiğiniz için
harcanabilir geliri azalmaktadır. Bakın, harcama
esaslı yoksul sayısı 2002de 10 milyon iken, bugün 11-11,5
milyonu bulmuştur, harcama esaslı göreli yoksullukta. 1,5
milyon insan. Neden? Bu politikalardan dolayı.
İstihdam
yarattık. diyorsunuz. Bakın, gelir
dağılımı anketlerini açın,
yarattığınız istihdamın hepsi asgari
ücretli istihdam. Değerli arkadaşlarım, böyle
rekabet gücü kazanamayız. Türkiye, giderek
bağımlılık oranı düşen, özellikle genç
nüfusu artan bir ülke. Yapmamız gereken iş nedir? O
insanlara iş bulabilmektir. Ama, asgari ücretle değil,
yüksek teknoloji, daha fazla gelir elde edecek iş
bulmalıyız. Ama, ekonomi politikanız, maalesef,
işsiz vatandaşlarımızı kendisini doyurabilecek
bir iş değil, kendisini çağdaş köle hâline
dönüştürecek asgari ücretli bir istihdama yöneltiyor. Bütün
istihdam artışı bu alanda olmuştur. Bu
bakımdan, bu ekonomi politikalarıyla Türkiyenin,
açıkçası, rekabet etmesi mümkün değildir. Bu bütçe de
bu sorunlara çözüm getirmiyor. Onun için, geçmişe gidip,
şunları yaptık, bunları yaptık değil,
bugün Türkiyenin içinde bulunduğu sorunların
cevabını veren bütçeyle gelin, kanunlarla gelin.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Vural, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
OKTAY VURAL
(Devamla) Bir de çok kısaca dış politikadaki temel
yanlışlara değinmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, dış politikada temel hedef
özellikle ne olmalıdır? Millî realizme dayalı,
Türkiyenin birlik ve bütünlüğünü dikkate alan,
vatandaşlarının çıkarlarını dikkate
alan ve uluslararası uyuşmazlıklarımızı
kendi lehimize çözen bir yaklaşım. Önceliklerimiz bunlar
olmalıdır. Ama, Sayın Dışişleri
Bakanı bütçe konuşmasında öncelik olarak şunu
diyor: Çoğulculuk, insan hakları
Değerli
arkadaşlar, Türkiye, doğrudan doğruya
dışarıdan kaynaklanan bir tehditle birlik ve
beraberliği tehdit altında, bölücülük tehdidi
altında. Bizimkiler gitmişler Çoğulculuk, insan
hakları
Çoğulculuk,
insan hakları, demokrasi. diye Iraka gidenlerin neler
yaptığını görüyorsunuz. (MHP
sıralarından alkışlar) Onları desteklemek
amacıyla bu politikanın esiri olamayız,
yanlıştır.
Değerli
arkadaşlarım, PKKyla mücadelede, maalesef, bu birlik ve
bütünlüğümüze yönelik PKKyla mücadele konusunda
uluslararası seviyede hiçbir adım atılmadı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Vural, ikinci defa uzatıyorum, lütfen
konuşmanızı tamamlayınız.
OKTAY VURAL
(Devamla) Seçim beyannamesinde Bu yönde uluslararası
finansmanı kestik, uluslararası desteği
sağladık. diyorlar. Burada sınır ötesi
operasyonla ilgili görüşmelerde dendi ki: Bir tane ülke bize
destek sağlamadı. Hangisi doğru değerli
arkadaşlarım? Hangisi doğru? Doğrusu, bütün bu
politikaları dikkate aldığımız zaman,
belki de, Sayın Başbakana hitap ederken Sayın Büyük
Orta Doğu Projesi Eş Başkanı diye hitap etmek
lazım. (MHP sıralarından alkışlar)
Nedir bu Büyük
Orta Doğu Projesi? Bu milletten almadığı
yetkiyi, almadığı görevi ABD Başkanı
Bushtan alarak üzerimize, başımıza çuval
geçirilmesine izin verilmesine müsaade edebilir miyiz?
Edemeyiz, etmemeliyiz değerli arkadaşlarım.
Bu
bakımdan, bu bütçenin hayırlı, uğurlu
olmasını diliyorum. Sözlerimi Hazreti Mevlânânın
UNESCO tarafından kabul edilen yılı münasebetiyle,
onun sözüyle tamamlamak istiyorum. Diyor ki:
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
(AK
Parti sıralarından Bravo[!] sesleri,
alkışlar[!]) Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol/Tevazu ve
alçak gönüllülükte toprak gibi ol/Ya olduğun gibi görün, ya da
göründüğün gibi ol.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Suçunu kabul ediyorsun, kusurunu
sen de kabul ediyorsun!
OKTAY VURAL
(Devamla) - Bu bakımdan, ben Hazreti Mevlânânın bu
sözleriyle konuşmamı tamamlar, hepinize
saygılarımı arz ederim. (MHP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından
alkışlar[!])
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
AK Parti Grubu
adına Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Nurettin Canikli. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın
Canikli, buyurun efendim.
AK PARTİ
GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; 2008 yılı merkezî
yönetim bütçesinin tümü üzerinde AK Parti Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, AK Parti Hükûmetlerinin altıncı
bütçesini (2008 yılı bütçesi) görüşüyoruz. Bu
bütçenin de memleketimize hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyorum. Bütçenin hazırlanmasında
emeği geçen herkese; başta Hükûmetimiz,
bakanlarımız ve ilgili bürokrat arkadaşlara
teşekkür ediyorum. Yaklaşık on günden beri bütçeyi
enine boyuna tartışıyoruz, değerlendiriyoruz
muhalefetimizle, iktidarımızla. Tabii, bu tartışmalar
sırasında kuşkusuz önemli görüşler ortaya
konuldu, ifade edildi. Katkı sağlayıcı
olduğuna inandığım ve Hükûmetimiz ve ilgili
arkadaşlar tarafından değerlendirilecek, dikkate
alınacak görüşler ortaya konulduğuna
inanıyorum. Onlar da, ifade ettiğim gibi, elbette
Hükûmetimiz tarafından değerlendirilecektir.
Değerli
arkadaşlar, birçok konuşmacı
arkadaşımızın da ifade ettiği gibi,
bütçeler son derece önemli metinlerdir. Sadece bir sonraki
yılda gelirlerin toplanması, harcamaların
yapılması konusunda hükûmetlere yetki veren, izin veren
bir kanun değildir. Onun ötesinde çok daha derin anlamları
ve sonuçları olan bir mali tablodur, bütünlük arz eden bir
sistemdir.
Her şeyden
önce, her yıl, toplumda üretilen millî gelirin
yaklaşık yüzde 30u bütçe yoluyla yeniden
harmanlanır, toplanır ve dağıtılır,
tekrar topluma verilir. İşte bu dağıtım
aşamasında hükûmetler bu yolla yatırım
politikalarını uygulamaya koyarlar, sosyal
politikalarını uygulamaya koyarlar, büyüme
politikalarını ortaya koyarlar, istihdam ve gelir
dağıtım politikalarını ortaya koyarlar. Bu
açıdan bakıldığında, bu politikaların
yürütülmesi için de yıllık araçlar olarak bütçeler ortaya
çıkar.
Tabii,
bütçelerin birçok özelliği vardır, olmalıdır ama
bana göre bütçelerde bulunması gereken en önemli özellik
samimiyet ve dürüstlüktür. Evet, bütçeler samimi olmalı,
bütçeler dürüst olmalı. Tabii birçok özelliği var
bütçelerin; yönetilebilir olmalı, tahmin edilebilir
olmalı ama bunların içerisinden bana göre en önemlisi, en
dikkat çekici olan, samimi ve dürüst olması gerekir. Nedir bu
özellik, son derece önemli? Çünkü 2002 yılına kadar hemen
hemen hiçbir bütçede bu özellik yok -biraz sonra rakamlarla ifade
etmeye çalışacağım- yani 2002 yılına
gelene kadar bütçelerde samimiyet yok ve maalesef dürüstlük yok,
çünkü bütçeler aynı zamanda iktidarların, hükûmetin
millete verdiği bir sözdür, bir taahhüttür. Nedir taahhüt?
Çıkıyor hükûmet burada diyor ki Ben, bir sonraki
yılda şu kadar harcama yapacağım, şu kadar
para toplayacağım. Ve bu harcama miktarıyla uyumlu
makro dengeler sunuluyor, eğer bu harcama miktarında ciddi
anlamda bir sapma meydana geldiği takdirde, bütün makro
göstergeler değişiyor ve ciddi oranda oynamalar,
sapmalar meydana geliyor yani faiz oranında, enflasyonda,
bütçe açığında. Tabii bunlar yatırımcı
için, milletimiz için, tüketici için, finans kesimi için, hepsi için,
bütün toplum için son derece önemli, çünkü herkes hesabını
kitabını bu bütçe dengesi üzerine yapıyor. Bütçe
dengesinde meydana gelecek olan ciddi sapmaların tamamı,
hesapların tamamını bozuyor. Bu anlamda son derece
önemlidir. Bu sözlerin yerine getirilmesi gerekir, yani
hükûmetlerin burada bütçe üzerinde konuşurken verdiği sözlerin,
bir sonraki yıla ilişkin verdiği sözlerin yerine
getirilmesi gerekir.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Kesin hesap.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Buna hiç kimsenin itirazı var
mı? Yok, olamaz zaten.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Kesin hesap.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Ama bakalım ne yapmış
hükûmetler? Şimdi, tabii, geçmişten korkmayalım
değerli arkadaşlar, geçmişi tartışmamız
lazım. Geçmişi tartışalım, geçmişte
neler yapılmış, neler yapılamamış,
onları ortaya koyalım ki
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Biraz da geleceğe bakalım.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
bugün ne yapılmış ve
gelecekte ne yapılması gerekir? Onların daha iyi
anlaşılabilmesi için geçmişte nelerin yapıldığını,
nelerin yapılamadığını burada
konuşmamız lazım. Bundan kaçmamak gerekir, bundan
utanmamak gerekir değerli arkadaşlarım, koyacağız
bu rakamları biraz sonra. Ama önce şu dürüstlük
meselesine -bütçenin dürüstlüğü anlamında söylüyorum-
samimiyet meselesine gelelim. Bakın, yıllar tamamen
tesadüfidir, herhangi bir hükûmeti, herhangi bir dönemi hedef
almamaktadır, objektiftir yani. 1990 yılından
başlayalım: Hükûmet, gelmiş burada demiş ki -o
dönemin hükûmeti- ben, önümüzdeki yıl -1990 bütçesi
görüşülürken- 64,4 trilyon lira harcama yapacağım,
demiş; bütçe büyüklüğüm bu, bütçe hedefim bu, demiş ve
herkes hesabını kitabını buna göre
yapmış ama ne olmuş? 68,4 trilyon lira harcamış,
yüzde 6 sapma meydana gelmiş. 1991 bütçesi: Hükûmet, 101 trilyon
harcama yapacağım, demiş ancak 132 trilyon lira
harcama yapmış değerli arkadaşlar, yüzde 31
oranında sapma meydana gelmiş, o sapınca faiz
oranları sapmış, büyüme sapmış, her şey
sapmış, bütün ekonomik göstergelerin dengesi
bozulmuş. 94 yılı: 819 trilyon lira
harcayacağım, diye millete söz vermiş buradan, ancak
902 trilyon lira harcamış Hükûmet, sapma yüzde 10. 1995te
yüzde 30 ve en son 2002 yılında, Hükûmet demiş ki, 98
trilyon lira harcama yapacağım, onun sözünü vermiş
burada, onun için yetki almış, onun için milletten icazet
almış ama tam 115,6 trilyon lira para harcamış,
sapma yüzde 18 değerli arkadaşlar. Bu bütçelerin
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Katrilyon.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Evet, katrilyon, pardon. 98
katrilyondan 115,6 katrilyon. Bu bütçelerde samimiyet var mı?
Bu bütçeler konuşulurken verdiği sözü yerine getirmesi
gereken hükûmetler bu sözlerini yerine getirmişler mi?
Millete karşı dürüst davranmışlar mı?
Soruyorum değerli arkadaşlar, herkese soruyorum.
Elbette, Hayır bu sorunun cevabı.
Şimdi,
aradaki farkı koymak için bunları söylememiz gerekiyor.
Sadece, başlı başına AK Parti Hükûmetinin
bütçelerinin performansını ortaya koyduğumuz zaman
bir anlam ifade etmeyebilir tek başına, ancak biraz önce
söylediğim rakamlarla, şimdi ifade edeceğim AK Parti
Hükûmetinin bütçe rakamlarını karşılaştırdığımızda
o zaman farkı göreceksiniz. O zaman, AK Parti bütçelerinin ne
anlama geldiğini ve AK Parti Hükûmetlerinin farkını
ortaya koyacaksınız. 2003 yılı, ilk bütçemiz,
Hükûmetimiz demiş ki, biz 146 katrilyon bütçe büyüklüğü
hedefliyoruz, harcama yapacağız. Bunun yetkisini
almış ve 140, 4 katrilyon lira harcamış
değerli arkadaşlar. Bırakın aşmayı,
altında kalmış. 2004 bütçesi öyle, 2005 bütçesi öyle,
2006 bütçesi öyle, 2007 bütçesi öyle. Hadi, bir tanesi tesadüf
diyelim, 2003 bütçesi tesadüf, 2004te mi tesadüf, 2005 mi tesadüf,
2006 mı tesadüf, 2007 mi tesadüf? Hepsinde millete verdiği
sözü yerine getirmiş. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Hiçbir hükûmet, millete verdiği sözü
yerine getirmemiş ama AK Parti Hükûmetleri yerine
getirmiş değerli arkadaşlar, rakamlara itirazı
olan lütfen söylesin, rakamlar burada, açık, hiç kimsenin
itirazı olamaz.
MEHMET NİL
HIDIR (Muğla) Söyleyemezler ki, salonu terk ettiler!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Değerli arkadaşlar, aynı
şey, açıklar için de geçerli, bütçe açıkları için de
geçerli. Baktığınız zaman, benzer eğilimi de yine
görüyorsunuz. 1990 yılında, bütçe demek için bin şahit
ister, 2002den önceki dönemler için, neredeyse, formalite olarak,
yasal ve anayasal zorunluluk olarak gelinip
hazırlanılan, burada konuşulan, üzerinde
konuşma yapılan konu. Çünkü, bütçe demek, denge demek,
sistem demek, tutarlılık demek. Eğer bir bütçede bunlar
yoksa, bütçenin hedeflediği sonuçları
gerçekleştirmeleri mümkün değildir, bütçe denemez
bunlara. Bütçe açıklarına bakın: 1990da yüzde 17 bütçe
açığı var, 1991de yüzde 25, her yıl devam ediyor, en
son, 2002 yılında yüzde 32 oranında bütçe açık
vermiş. Ne yapacaksınız bu açığı? Ya borç
bulacaksınız ya para basacaksınız.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Kapatacaksınız.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ya borç bulacaksınız ya para
basacaksınız.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Açık da olsa kapatacaksınız.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yapılan da bu zaten, o
yıllarda yapılan da bu, ya enflasyon üç haneli rakamlara
çıkmış ve ya da millet ciddi anlamda yüksek reel
faizler ödemiş. Biraz sonra konuşacağız
bunları, reel faiz nedir, reel faiz daha önce nasıldı,
şimdi nasıl, bunların hepsini karşılaştıracağız.
Bakın,
gelelim bizim Hükûmetimize. Yüzde 32 olarak
devraldığımız bütçe açığını, ilk
yıl 28den itibaren başlamışız ve 2007de, makul
olan yüzde 7,3 seviyesine düşürmüşüz değerli
arkadaşlar.
BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) Cari açıktan niye
bahsetmiyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bekleyin, bekleyin, biraz sonra onu da
göreceksiniz, onu da göreceksiniz.
BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) Cari açık borçsuz mu kapatılıyor?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hep konuşuldu değerli
arkadaşlar: Bütçeler, sosyal bütçeler, efendim işte,
yeteri kadar harcama yapılmıyor, fakirlik büyüdü,
işsizlik arttı, vesaire ya da işte, gelir dağılımında
ciddi bozulmalar var. Bakın, bunların hiçbirisi gerçek
değil, hepsi bunların burada hamaset nutukları. Hiç,
bunlar konuşulurken rakamlar ortaya konulmuyor değerli
arkadaşlar. Rakamlar da uluslararası, herkesin kabul
ettiği rakamları kullanmamız lazım. Herkes rakam
çıkarmaya çalışırsa, kendi hesap etmeye
çalışırsa, bakkal hesabı, o işin içinden çıkılmaz.
Herkesin kabul ettiği, açıkça yayınlanan ve üzerinde
yıllardan beri uygulanan rakamların
kullanılması ve metotların kullanılması
gerekir.
Şimdi,
bakın değerli arkadaşlar, AK Parti Hükûmetinin
bütçelerinin en önemli özelliklerinden bir tanesi sosyal bütçe
oluşudur. 2002 yılında
-devraldığımız için söylüyorum- bütçenin
yaklaşık yüzde 45inden fazlası faiz ödemelerine
aktarılıyor. Faiz ödemeleri nedir? Faiz ödemeleri, toplumun
üst gelir grubuna, sermaye sahiplerine bütçe yoluyla
aktarılan kaynakları gösterir. Çünkü, faiz geliri elde
eden kesim kimdir? Elbette parası olan kesimdir, sermaye
sahibi kesimdir. 2002 yılı bütçesinde bütçenin neredeyse
yarısı -Hükûmetlerin bunlar üzerinden tasarruf etme
imkânı yok, dokunma imkânı yok- tam yarısı
toplumun üst gelir gruplarına aktarılıyor
değerli arkadaşlar. Yani zengine aktarılıyor.
Nereden kesiliyor? Fakirden kesiliyor. Bütçenin yarısı
neredeyse.
Şimdi,
böyle bir bütçeyle -önceki dönemden, 2002 ve öncesini
kastediyorum- sosyal politika uygulamanız mümkün mü? Fakire
fukaraya kaynak aktarmanız mümkün mü? Yatırıma
kaynak aktarmanız mümkün mü? Sosyal güvenlik
harcamalarına kaynak aktarmanız mümkün mü? Elbette
mümkün değil.
Biz ne
yaptık? Biz de bu tabloyu tamamen değiştirdik. Bugün
itibarıyla bakıldığında, 2007 ve 2008
bütçesinde faiz ödemelerinin payı yüzde 25tir. Yani yarı
yarıya indirilmiş. Basit bir hesap yapalım:
Bakın, eğer bugün aynı oran korunmuş olsaydı
bütçede, yani devraldığımız 2002 yılındaki
faiz oranı, yani yüzde 45lik oran korunmuş olsaydı,
2008 bütçesinde faize ayrılması gereken rakam 110
katrilyon olacaktı değerli arkadaşlar. Yani, hiçbir
iyileşme ve kötüleşme yapmamış olsaydık,
bütçenin bu dağılımında, bu dengesinde 2007 ve
2008 bütçesinde faize ayrılması gereken rakam 110 milyar
YTL olacaktı. Şu anda ne kadar? 50 küsur milyar YTL. Ne kadar
tasarruf etmişiz? Yaklaşık 50 milyar YTLnin üzerinde
tasarruf etmişiz.
Peki, bunu
nereye aktarmışız? Bakın, bu
aldığımız parayı nereden aldık?
Zenginden aldık değerli arkadaşlar. Yani, zengin
kesime aktarılan kaynaktan kestik, faiz ödemelerinden
kestik. Bir itirazı olan var mı? Yok. Nereye aktardık? Bakın,
personele aktardık, memura maaşlarında zam
yaptık.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Tüp gazdan da vergi alıyorsunuz. Onu da
mı zenginden alıyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - 2002de personel
harcamalarının payı yüzde 18den, 2007
yılında yüzde 24e çıkmış. Hani hep
konuşuluyor, memuru, işçiyi mahvettiniz diye.
Değerli arkadaşlar, rakam bu. İşte, bu
kestiğimiz, faizden tasarruf ettiğimiz, zenginden
aldığımız parayı, bir, personel
harcamalarına aktarmışız, memura daha fazla
maaş vermişiz. Başka? Tarıma
aktarmışız.
Değerli
arkadaşlar, 2002 yılı bütçesinde tarımın
aldığı pay yüzde 1,56. Biz kaça
çıkarmışız? Neredeyse 2 katı, yüzde 2,4e
çıkarmışız. Bütçeden aldığı pay.
Sağlık harcamaları: 1,85ten 3,20ye
çıkarmışız. Bütçeden ayrılan pay. Sosyal
güvenlik harcamaları: Yüzde 9,4ten 16,7
Yatırım
harcamaları: Yüzde 6,6dan 7,53
Eğitim harcamaları:
Yüzde 2,9dan yüzde 3,4
Değerli arkadaşlar,
bunların hepsinin ortak bir özelliği var, yani bu harcama
kalemlerinin hepsinin ortak bir özelliği var: Buradan gelir
elde edenlerin, pay alanların tamamı düşük gelir grubunda
bulunan insanlar, toplumun alt gelir grubunda bulunan insanlar.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, ne
yapmışız? Zenginden almışız fakire
vermişiz, parası çok olandan almışız gelir
durumu zayıf olanlara vermişiz. Sosyal politika budur değerli
arkadaşlar. Bunları rakamlarla ifade ediyoruz. Hamaset
nutukları atmaya gerek yok. Daha önceki dönemlerde nasıl
bozulduğunu da, açıkçası, burada çok fazla tartışmak
istemiyorum.
Şimdi,
bakın, bunun sonucunda
Bu rakamlar tek başına
yetmez. Madem diyoruz ki zenginden aldık fakire verdik, biraz
önce ifade ettiğim rakamlarla, bunun gelir
dağılımı rakamlarına da yansıması
gerekir. Bakalım yansımış mı değerli arkadaşlar?
Bakalım, hep beraber bakalım.
Şimdi, 2002
yılında -millî gelirin bir dağılımı var,
dağılım yüzdesi var, bu rakamlar da yine
yayınlanıyor- toplumun
en zengin yüzde 20sinin millî gelirden aldığı pay
yüzde 50,1. En zengin kesimin yüzde 20si millî gelirin
yarısından fazlasını alıyor, yüzde 50,1. Bu
rakam 2003te yüzde 48,3e düşmüş, 2004te 46,2ye, 2005te yüzde
43,5e düşmüş. Yani, 50den 43,5e düşmüş. Yani, biraz
önce söylediğim, bütçe rakamlarıyla aktarmaya
çalıştığım, anlatmaya
çalıştığım gerçek, gelir
dağılımı rakamlarında da çok net ortaya
çıkıyor. Yani, zenginlerin, en zengin yüzde 20nin millî
gelirden aldığı pay 7 puan birden düşmüş.
2002-2005 arası. Daha sonraki rakamlar henüz elimize geçmedi,
yayınlanmadı daha doğrusu, yani 2006 ve 2007.
Peki, en
fakirin durumuna bakalım. En fakir yüzde 20nin, toplumun en
fakir yüzde 20 kesiminin millî gelirden aldığı pay
2002 yılında sadece yüzde 5,3; 2005 yılında yüzde
6,1e çıkmış değerli arkadaşlar. Demek ki, AK
Parti Hükûmetlerinin bütçelerinin en önemli özelliği olan çok
ağır yüklü sosyal politika içermeleri gerçeği
rakamlarla da ortaya konuluyor ve teyit ediliyor.
GÜLTAN
KIŞANAK (Diyarbakır) Yüzde 5lik dilimleri
açıklayın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Buna hiç kimsenin bir itirazı var
mı değerli arkadaşlar? Ya şimdi konuşsun ya da
sussun, çünkü, rakamlar olmadan, gelişigüzel, rastgele
hamaset nutuklarıyla burada fakirlik edebiyatları
yapılıyor.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Nasılsa konuşma
hakkımız yok, biliyorsun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Koysunlar rakamları,
konuşsunlar. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Kimin hesabıyla?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, biliyorsunuz bazı konularda muhalefete
mensup arkadaşlar Hükûmetimizin politikalarını
eleştiriyorlar, diyorlar ki: Tamam, büyüme var, enflasyonda
düşüş var, faizlerde düşüş var, işsizlikte bir
miktar azalış var ama cari açığınız çok
yüksek, borç stoku çok yüksek, büyüme hormonlu ve istihdamda
sıkıntılar var. Dört tane ana konu var esas
itibarıyla muhalefetin eleştirdiği. En
başında gelen cari açık meselesi, cari açık
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Daha ne olsun?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, bunlardan
başlayacağız. En önemli ve en çok
tartışılan konu olan cari açıktan
başlayacağız. Nedir, ne değildir, bütün
boyutlarıyla açıkça, rakamlarla, objektif olarak burada
ortaya koyacağız.
Şimdi,
biliyorsunuz, cari açık ya da cari denge, bir ülkenin
kısaca bir hatırlatmakta fayda var- bütün toplam döviz
gelir ve giderinin dengesini gösteren bir kavram. Yani bir ülkenin
döviz gelirleri var, bir de döviz giderleri var. Döviz gelirleri
nedir? İhracattan elde edilen gelirler döviz gelirleri, keza
görünmeyen kalemler olarak tanımladığımız
turizm gelirleri var, işçi dövizleri var. Bunlar ülkenin döviz
gelirleri. Bir de döviz giderleri var. İşte, ithalat
başta olmak üzere kâr transferleri, yine görünmeyen
kalemlerde hizmet giderleri olarak
tanımladığımız giderler var. Kabaca bu. Cari
denge, bu dengeyi gösteriyor. Eğer, döviz giderlerimiz döviz
gelirlerimizden fazlaysa cari açıktan bahsediliyor.
Muhalefete mensup arkadaşlar, cari açığınız
çok fazla, çok büyüdü, çok tehlikeli, diye itirazlarını ortaya
koyuyorlar.
Şimdi,cari
açığın rakamlarla tanımlanmasından,
detaylandırılmasından önce, isterseniz, uygulanan
bu ekonomik programlarla ilgili bazı açıklamalar
yapılması gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, biliyorsunuz Hükûmetimiz geldiğinde, 2001
yılında dizayn edilen 18inci stand-by anlaşması
çerçevesinde bir program vardı ve esas itibarıyla bu
programı devraldı. Bunu zaten muhalefete mensup
arkadaşlar da ifade ediyorlar, hem Milliyetçi Hareket
Partisine mensup hem de Cumhuriyet Halk Partisine mensup
arkadaşlar ifade ediyorlar. Hatta, zaman zaman da şunu
söylüyorlar, biraz önce burada ifade ettiler: Biz çok önemli bir
düzenleme yapmıştık. Çok güçlü bir programa
başlamıştık. Siz o programın meyvelerini
topladınız. gibi, bu anlama gelebilecek
açıklamalar da yaptılar. Bakalım öyle mi, bunları
konuşacağız.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) O programın bizimle ilgisi yok.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hayır, Sayın Baykal
konuşmasında çok net olarak bu programın
başarısından bahsetti. Yani, siz, bu programın bu
anlamda
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Bizim yaptığımız bir
program değil.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hayır, ilginiz olduğunu
söylemedim. Sadece bu şekilde ifade edildiğini ortaya
koydum.
Şimdi,
bundan önce, yani 18inci stand-by anlaşmasında önce
Stand-by
anlaşması da IMFle yapılan bir tür sözleşme gibi
bir şey. Yani, burada hükûmetler IMFye diyor ki: Ben
şunları, şunları, şunları
yapacağım. Söz veriyor, taahhütler veriyor ve IMF
Başkanına yazılı olarak bunları bildiriyor
ve bunların karşılığında da kredi
kullanılıyor genelde. Özü, çok özet olarak bu,
anlaşmanın.
Bugün kadar,
bizim dönemde yapılan dâhil, toplam 19 tane anlaşma
yapıldı IMFle, stand-by anlaşması. Bunlardan 2
tanesi 57nci Hükûmet döneminde yapıldı: 17ncisi ve
18incisi. Biz 18incisini devraldık, ama, Hükûmet bir de 1999
yılında 17ncisini yaptı. Yani, IMFle 57nci
Hükûmet hem 17yi yaptı hem 18i yaptı.
Şimdi, 18e
geçmeden önce isterseniz 17yi ve öncekileri bir ortaya
koyalım. 18 hariç, geçmişteki stand-by
anlaşmalarının hiçbirisinde başarılı
olunamadı, hiçbirisinde hedeflere uyulamadı. Ben yine
buradan sizlerle bunların çarpıcı
olanlarını paylaşmak istiyorum değerli
arkadaşlar.
Şimdi,
10uncu stand-by anlaşması Ağustos 1970 yılında
Demirel Hükûmeti ile yapıldı, yani IMFyle
yapıldı. Hedefi şu: Ekonomik durgunluğa son vermek.
1970 yılında ciddi bir ekonomik durgunluk vardı;
ekonomik durgunluğa son vermek, büyümeyi sağlamak. Hedef
buydu. Sonuç ne oldu? Büyüme gerçekten hızlandı, ancak
enflasyon iki haneye çıktı. Bu, stand-by
anlaşmasının sonucu.
11'inci stand-by
anlaşması Mart 1978'de düzenlendi. Rahmetli Ecevit
Hükûmeti. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi
hızlandırmak. Sonuç, uygulama sonucu: Sorunlar daha da
ağırlaştı ve durgunluk krize dönüştü.
12'nci stand-by
anlaşması, Mart 1979, yine rahmetli Ecevit. Amaç bu sefer
ekonomik krizi sona erdirmek. Sonuç: Enflasyon yükselmeye devam
etti, ekonomi daraldı, ekonomi küçüldü, istihdam
imkânları daraldı, gelir azaldı.
13'üncü stand-by
anlaşması, 13 Ocak 1980. Sayın Demirel Hükûmeti.
Ekonomiyi dışa açmak ve krize, durgunluğa son vermek,
amaç bu. Sonuç: Ekonomi dışa açıldı, ancak
enflasyon üç haneli rakama çıktı.
16'ncı
stand-by anlaşması, Nisan 1994. Hükûmet, Sayın Çiller
Hükûmeti. Amaç: İç ve dış açıklardaki
tırmanışı azaltmak, yani iç borcu, dış
borcu, bütün makro göstergelerdeki dengesizlikleri ortadan
kaldırmak. Sonuç: Enflasyon patladı ve bildiğimiz
meşhur 94 krizi ortaya çıktı.
17'ncisi
Aralık 1999. 57'nci Hükûmet, rahmetli Ecevit. Enflasyonu tek
haneli rakama indirmek, esas amacı, 17'nci stand-by
anlaşmasının. Sonuç: Devalüasyonla sonuçlandı
ve ekonomi duvara tosladı, tarihe çok önemli harflerle
kaydedilen 2001 krizi patlak verdi.
Ve 18'inci
stand-by anlaşması. Yine, Ocak 2002'de düzenlendi rahmetli
Ecevit döneminde. Amaç şu, bakın: Enflasyonu tek haneye
indirmek, -yani bizim devraldığımız program bu
esas itibarıyla ama bizden önce düzenlendi- sürdürülebilir
bir büyüme sağlamak ve sağlıklı bir borç pozisyonu
gerçekleştirmek. Sonuç: Bunların hepsi gerçekleşti.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bakın,
değerli arkadaşlar, hepsini tek tek okudum, bir tanesi
hariç, bir stand-by anlaşması hariç hemen hemen
tamamında başarısızlık söz konusu ve
fiyasko söz konusu.
Şunu
söylemeye çalışıyorum: Alınan kararların
çok fazla bir önemi yok. IMF stand-by anlaşmaları
aşağı yukarı şablondur, birbirine çok benzer.
Bakın, ben size bunlardan bir tanesinin, aslında biraz da
ibret olsun diye bazı maddelerini okumak istiyorum. Hangi
döneme ait olduğunu okumayacağım.
Hükûmet,
IMFye mektup gönderiyor, diyor ki başka şeyler de var
tabii- Ben, ücret ve maaşlara enflasyonun altında
artış yapacağım. diyor.
AHMET YENİ
(Samsun) Hangi hükûmet? Onu da söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hayır, söylemeyeceğim onu
arkadaşlar, isteyen, araştırsın baksın.
ASIM AYKAN
(Trabzon) Söyle, söyle!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Tarım destekleme fiyatları
enflasyonun altında kalacak. diyor. Cari harcama ve
yatırım harcamalarına blokaj konulacak. diyor
değerli arkadaşlar. Bunu bir Türkiye Cumhuriyeti
hükûmeti -resmî belge bu- IMFe taahhüt olarak bir stand-by
anlaşması çerçevesinde gönderiyor.
Alınan
kararlar elbette önemli, ama dediğim gibi, IMFnin özellikle
fiyat istikrarını hedefleyen programları üç
aşağı beş yukarı aynıdır, tedbirler
aynıdır. Çok ciddi bir mali politika, sıkı mali
politika uygulayacaksınız, çok sıkı bir para
politikası uygulayacaksınız, sosyal açıdan
bunun sonucu olarak çok ciddi sıkıntılar ortaya
çıkacak. Aşağı yukarı budur. Onun için,
alınan kararların çok fazla bir anlamı yok, önemli olan
uygulamadır.
Şimdi,
biraz önce burada 57nci Hükûmetle ilişkili olarak
arkadaşlarımız yorumlar yaptılar. Aynı
Hükûmet, bir stand-by anlaşması imzaladı, kendi
döneminde sonuçlandırdı. Sonuçlarını,
amaçlarını biraz önce okudum değerli arkadaşlar.
Sonuç fiyasko, sonuç başarısızlık.
Buradan
şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Eğer 18inci stand-by
anlaşması da AK Parti dışında herhangi
başka bir hükûmet tarafından uygulanmış
olsaydı, çok büyük bir ihtimalle, hiç kuşkunuz
olmasın, sonuç yine fiyasko olacaktı. Neden? Çünkü,
geçmişteki tüm stand-by anlaşmalarında sonuç fiyasko
olmuş, AK Partinin uyguladığı hariç. Bunu ortaya
koymaktan, değerli arkadaşlar, kaçınmayalım;
bunu söylemekte bir mahzur olmaması gerekir.
Eleştirilecekse bile, bu gerçeklerin, bu realitelerin, AK
Parti Hükûmetlerinin bu farkının ortaya
konulmasından sonra eleştirilerin
yapılmasının daha mantıklı, daha doğru
olduğunu düşünüyorum.
Şimdi,
bakın, biraz önce stand-by anlaşmalarından -ifade
ettim özelliklerini- 17ncisi, yani 57nci Hükûmet
tarafından başlanıp yine 57nci Hükûmet
tarafından sonuçlanan 17nci stand-by anlaşmasında
şöyle bir ifade var, aynen okuyorum: Enflasyon TLye olan
güveni sarsarak, yüksek ve istikrarsız nominal ve reel
faizlere de neden olmuş, bu da toplum üzerinde dramatik
sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Spekülatif ve
arbitraj faaliyetleri giderek daha fazla kaynağı
çekmiş ve mali piyasalar ile kurumların
işleyişlerini bozmuştur. Kamu sektörü kendi
borçlarına yüzde 30 veya daha fazla reel faiz ödediği
Kamu sektörü kendi borçlarına, yani hazine, yüzde 30 veya
daha fazla reel faiz ödediği zaman sonuçları
anlatıyor. Yani, burada, Hükûmet, bir resmî belge olarak o
dönemde, yani 57nci Hükûmet döneminde reel faizlerin -borçlanma
reel faizi, nominal faiz değil, bakın bugün o faiz yüzde
7,5 şu anda- yüzde 30 olduğunu ifade ediyor. Bunların
değerlendirmesini sonra yapacağız değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, IMF
destekli istikrar programlarının bir özelliği
vardır. Hepsinde çok sıkı mali ve para
politikaları uygulanır. Geçmiş dönemde hep böyle
oldu ve başarılı olunsa bile çok ciddi yan etkileri
ortaya çıkar. Yani, maliye politikasında, çok
sıkı bir maliye politikası
uygulayacaksınız, yatırımları kısacaksınız,
harcamaları kısacaksınız ve bunun sonucunda,
biraz önce söylediğim kesimlere kaynak
aktaramayacaksınız, yatırımlar dahil;
diğer taraftan da piyasaya verilen, Merkez Bankası
tarafından verilen para arzını çok ciddi anlamda
kontrol edeceksiniz. Esas temeli bu ve bütün istikrar da bu iki temel
üzerine oturtulmaya çalışılır. Bunun sonucunda,
ciddi anlamda istihdamda düşüşler meydana gelir, gelir
dağılımı bozulur -çünkü toplumun alt gelir
grubuna kaynak aktarılamaz- sosyal çalkantılar meydana
gelir ve -ki bunların bir kısmını biz daha önce
bazı ülkelerde yaşadık, Arjantinde
yaşadık, Brezilyada yaşadık, Rusyada yaşadık-
neredeyse bazı durumlarda iç savaşa ulaşacak noktaya
kadar gelen sosyal çalkantılar meydana geldi. Büyüme küçülür,
büyüme daralır, ekonomi büyür, gelir
dağılımı, bozulur, gelirler azalır, reel
ücretler azalır, sosyal çalkantı meydana gelir.
Aşağı yukarı tüm uygulanan IMF istikrar
programlarının sonucu budur.
Yine, bizim
uygulamadığımız, yani önceki Hükûmetten de
devraldığımız programın uygulama sonucuna
baktığınızda çok farklı bir tabloyla
karşı karşıyayız.
Küçülmesi beklenen büyüme, tam aksine, cumhuriyet
tarihinin üst üste dört yıl en yüksek büyüme oranı
gerçekleştirilmiş, yüzde 7,4. Cumhuriyet tarihinin üst
üste, bir hükûmet döneminde en yüksek büyüme oranı, yüzde 7,4
(AK Parti sıralarından alkışlar) Enflasyon
azalmış, tek haneli rakama inmiş. Esas hedef bu. Yani,
bu yapılırken olmuş. İşsizlik
azalmış, faizler düşmüş, reel faizler
düşmüş. Yüzde 33ten reel faiz yüzde 7,5a düşmüş.
Bütün bunların hepsi bir arada olmuş değerli
arkadaşlar. Bu, gerçekten, iktisat tarihinde, Türkiyede ve
dünyada çok az rastlanan bir başarı örneğidir. Bunu,
bugün, dünyada herkes takdir ediyor, bir tek bizim Türkiyedeki
muhalefet hariç. Aslında, ben, inanıyorum, onlar da
içlerinden bunu kabul ediyorlar. Ancak, burada tabii, gelip
muhalefet olmanın gereği çerçevesinde bazı
şeyleri söylemeleri gerekiyor, eleştirmeleri
gerekiyor. Yoksa, bu başarı son derece önemlidir. Bu,
Türkiyenin başarısıdır. Bu, Türk
insanının başarısıdır. Bu, hepimizin
başarısıdır. Aslında, iktidarıyla
muhalefetiyle, hepimizin başarısıdır. Bunu burada
ortaya koymakta hiçbir sakınca yok.
Zaman zaman
arkadaşlar belki bu muhalefet duygularının bir
tarafa bırakılıp
Çünkü, milletimize de moral
vermemiz gerekiyor. Güzel şeylerin burada ortaya
Elbette
eleştirinizi yapın, ona bir itirazımız yok. Ancak,
lütfen şunları da söyleyin. Dolayısıyla,
eleştirmenize hiçbir itirazımız yok. Ona saygı
duyuyoruz. Gerçekten katkı sağlanacak olanları da
alıyoruz. Hükûmetimiz de bunları dikkate alıyor.
Ancak, eleştirirken lütfen bunları da dikkate alın,
zaman zaman ortaya koyun.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, AK Parti iktidara gelince bazı
makro göstergelerde, değişkenlerde birtakım
değişiklikler ortaya çıkmaya başladı.
Bunların en önemlisi, faizler düşmeye başladı.
Şimdi, cari açığa geçiyoruz, cari açığı
tartışıyoruz. Faiz oranları düşmeye
başladı, hem nominal hem faiz, ciddi anlamda
Tüm mal ve hizmetler
için talep patlaması yaşandı. Kriz dönemlerinde
geleceğe dönük olarak beklentiler olumsuz ise insanlar
tüketimlerini kısarlar. Gelecekle ilgili kafalarında
eğer bir kaygı varsa -bu siyasi olabilir, ekonomik
olabilir, başka bir kaygı olabilir- insanlar
harcamalarını kısarlar. Bu, çok doğal bir
reflekstir, aynı zamanda bilimsel bir reflekstir. Ama, bu
kaygı ortadan kalkınca insanlar tekrar daha önce
erteledikleri tüketim taleplerini gerçekleştirirler,
realize ederler. İşte, AK Partinin iktidara gelmesinden
kısa bir süre sonra tüketim harcamalarında patlama
yaşandı. Neden? Geleceğe ilişkin o olumsuz
beklentiler olumluya çevrildi ve ertelenmiş olan, baskı
altına alınmış olan bütün alanlarda -otomotivden,
konuttan, beyaz eşyadan bütün kalemlerde- ciddi anlamda bir
tüketim patlaması yaşandı ve küresel sermaye
girişi hızlanmaya başladı. Küresel sermaye
girişi önce portföy yatırımı olarak,
ağırlıklı olarak portföy yatırım olarak,
yani, hisse senedi ve tahvile yatırım yapan global
sermaye Türkiyeye gelmeye başladı. Bunun sonucu olarak,
çok klasik arz ve talep kuralı gereği, Türk lirası
değerlenmeye başladı, çünkü, inanılmaz bir
şekilde Türkiyeye döviz girişi başladı ve Türk
lirası değerlenmeye başladı.
Şimdi,
bazı arkadaşlarımız bu noktada şunu söylüyor:
İşte o anda Türkiye buna müdahale etmeliydi. diye,
zaman zaman, aşağı yukarı muhalefete mensup
bütün arkadaşlarımız
Yani, Kurun kontrol edilmesi
çerçevesinde buraya müdahale edilmesi ve TLnin bu kadar
değerlenmesinin engellenmesi gerekirdi
Değerli
arkadaşlar, bakın, bir program uygulanıyor, 18inci
stand-by anlaşması ve onun da birtakım kuralları
var. Biraz önce Sayın Şandır da söyledi. Dalgalı
kur politikası; bunu taahhüt etmiş bizden önceki
Hükûmet, devlet politikası olarak ortaya konulmuş.
Devlet yönetiminde istikrar vardır, devamlılık
vardır, yani, bir başka Hükûmet geldiği zaman rastgele
bunları değiştiremez, düzenleyemez. Bunlar ciddi
iştir, devlet yönetmek ciddi bir iştir. Bu çerçevede siz
yarın, üç gün sonra, altı ay sonra Ben vazgeçiyorum
dalgalı kurdan, bu kadar çok aşırı döviz giriyor ve
benim Türk liramı değerlendiriyor. diyemezsiniz. Bunun
sonucu olarak, Türk lirası değerlenmeye başladı.
Kurdaki
düşüş nedeniyle patlayan bu talebin bir kısmı
ithal mallara yöneldi değerli arkadaşlar ve bunun sonucu
olarak da dış ticaret açığı büyümeye
başladı. Yani, ithalat çok ciddi oranlarda artmaya
başladı ve artan ithalatla beraber cari açık da
artmaya başladı. Çünkü, neden, cari açığın ya
da cari dengenin en önemli kalemi nedir? İthalat, ithalata
ödediğimiz faiz.
Şimdi
bakalım şu cari açığa: Bakın, birinci yıl,
yani 2003 yılında artış oranı ne kadar biliyor
musunuz? Yüzde 433, değerli arkadaşlar. İkinci
yıl, yani, 2004 yılında yüzde 95 artmış, cari açığın
bir önceki yıla artış oranı. 2005te yüzde 45,
2006da yine yüzde 45, 2007de yüzde 10,6. Şimdi, 2007deki yüzde
10,6lık artış oranını bir not edelim. Biraz
sonra bunları gündeme tekrar getireceğiz. Cari
açığın esas nedeni olan ithalat ve buna bağlı
olarak dış ticaret açığına bakalım, yani
ihracatla ithalat arasındaki ilişkiye bakalım: 2003
yılında yüzde 42 artmış ithalatımız, tam
bir patlama yaşanmış, biraz önce söylediğim gerekçeyle
ve kaçınılmaz olarak. 2004 yılında yüzde 56, en son,
2007 yılında yüzde 13 artmış. Yani, birinci yıl
yüzde 42, sonra 56, sonra 13e kadar düşmüş. İthalat
artışına bakalım, esas neden bu zaten: 2003
yılında ithalatımız yüzde 34,3 artmış, en
son yıl, 2007de yüzde 19 artmış, hedef yüzde 9,6.
Şimdi,
bakın değerli arkadaşlar, bunların bir
özelliği var, hepsinin ortak bir özelliği var, hem cari
açıktaki artış oranlarının hem dış
ticaret açığındaki artış
oranlarının hem de ithalattaki artış
oranlarının bir seyri var, artış
oranlarının bir çizgisi var, bir trendi var. Nedir o trend?
Önce çok hızlı bir tırmanış var, küçük bir
düzeltme var, sonra aşağı iniş var artış
oranlarında ve en önemlisi, en anlamlısı bana göre,
ihracatla olan ilişkisi.
Aynı
şekilde ihracat rakamlarına bakalım, ihracatın
artış rakamlarına, oran olarak bakıyorum: 2003
yılında yüzde 31 oranında artmış, yüzde 33,6;
yüzde 16,3 2005te, yüzde 16,3 2006da ve yüzde 21,6 2007de.
İthalat, dış ticaret açığı ve cari
açık artış oranı önce artıp sonra
aşağı doğru giderken, ihracatın
artış trendi tam aksine.
OKTAY VURAL
(İzmir) Büyüme?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Geleceğim, hepsine
geleceğim, biraz sabredin Sayın Vural.
Orada da tam
aksine. Yani, ihracat rakamları son yılda tekrar ciddi
anlamda artışa geçmiş ve ilk defa 2007 yılında
ihracatın artış oranı -bu son derece önemli-
ithalatın artış oranının üzerine
çıkmış değerli arkadaşlar. Bu ne anlama
geliyor biliyor musunuz? Uygulanan istikrar
programlarının tamamında bu cari açık yan etki
olarak ortaya çıkar, fakat bunun belli bir süre sonra, bu
ithalat patlamasının da nedeniyle yükselir, ama belli bir
süre sonra mutlaka aşağıya gitmesi gerekir,
aşağı düşmesi gerekir, fakat önceki
dönemlerdeki uygulamalarında hükûmetlerin ömrü buna
yetmeden kriz ortaya çıkıyordu değerli
arkadaşlar. Şimdi, biz bu dar bölgeyi, bu iğne
deliğini şu anda geçmiş bulunuyoruz, 2007 yılı
rakamları bunu çok net olarak gösteriyor.
Sadece bu
kadarla değil. Bakın, bunun ne anlama geldiğini daha
ayrıntılı görmek için biraz diğer rakamları
da ortaya koymamız gerekiyor.
Şimdi,
ithalatta üç tane ana kalem var: Yatırım malları
ithalatı yapıyoruz, ara malları ve tüketim
malları ithalatı yapıyoruz. Yatırım
malları ithalatı nedir? Makine vesaire... Şimdi,
bakın, onun gelişimine bakalım, artış
oranlarına bakalım:
2003
yılında yatırım malları ithalatı yüzde
34,8 artmış, 2006 yılında yüzde 8,7; 2007
yılında yüzde 9,5 artmış. Yani, yatırım
malları ithalatının artış oranı, ilk
yılda çok yüksek, sonra düşmeye başlamış.
Aynı şekilde, tüketim malları ithalatının
da seyri aynı şekilde. 2003 yılında yüzde 59,5
artmış, 2006 yılında yüzde 16,2; 2007
yılında yüzde 6,4. Yine, tüketim malları
ithalatındaki artış oranı çok ciddi anlamda düşüşe
geçmiş. Biraz önce söylediğim o genel ithalat ve cari açık
rakamlarıyla da uyumlu, ama burada, bu kuralı bozan
sadece bir rakam var, o da ara malları ithalatı. Ona
bakalım isterseniz değerli arkadaşlar:
2003
yılında ara malları ithalatımız yüzde 32
artmış, 2006da yüzde 22; 2007de yüzde 22,1. Nedir bu? Enerji
ithalatı, ağırlıklı olarak enerji
ithalatından kaynaklanıyor. Yani, bütün diğer ithal
kalemlerinde artış oranı hızlı bir
şekilde düşüyor, ihracatımızın
artış oranı, ilk defa 2007 yılında
ithalatın -enerji fiyatlarına, enerji ithalatına
rağmen- üzerine geçiyor. Bunu bozan enerji fiyatları,
enerji ithalatı. Bakın, enerji ithalat rakamlarına
bakalım, konuyu, tabloyu, resmi tam olarak görebilmek için:
2002
yılında 9,2 milyar dolar enerjiye biz para ödemişiz
-petrol, doğal gaz vesaire- 2003 yılında 11,5 milyar
dolar, 2006 yılında değerli arkadaşlar 28,9 milyar
dolar enerjiye para ödemişiz -enerji ithalatına,
doğal gaz ve petrole- 2007 yılında, muhtemelen 32
milyar dolar enerjiye para ödemiş olacağız. Bu
rakamları cari açık rakamlarıyla
karşılaştıralım isterseniz.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Bütçeye oranı ne acaba?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Müsaade edin. Bu rakamlar böyle
karşılaştırılır, bütçeyle oranıyla
karşılaştırılmaz bu rakamlar. Gayrisafi
millî hasıla oranı ile olabilir ama bütçeyle
karşılaştırılmaz.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Gayrisafi yurt içi hasıla?
BAŞKAN
Arkadaşlar, lütfen müdahale etmeyelim hatibe.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi bakın, 2003
yılında cari açığımız 8 milyar dolar,
enerjiye ödediğimiz para 11,5 milyar dolar değerli
arkadaşlar. 2004 yılında cari
açığımız 15,6 milyar dolar, enerjiye
ödediğimiz fatura 14,4 milyar dolar. 2005 yılında 22
milyar dolar cari açığımız, enerjiye
ödediğimiz rakam 21,2. En son yıl, yani bu yıl, 2007
yılında, yıl sonu itibarıyla 36 milyar dolar
enerjiye bir ödeme yapacağız, enerji ithalatı için.
Cari açığımız da 32 milyar dolar olacak.
Değerli
arkadaşlar, beş yılda, AK Parti İktidarı,
yaklaşık enerjiye 110 milyar dolar para ödemiş,
ithalat yapmışız. 110 milyar dolar.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Ruslarla yapılan anlaşmadan
kaynaklanmasın o!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ve bu Hükûmet, 110 milyar doların
finansmanını sağlamış değerli
arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bakın,
başka herhangi bir hükûmet döneminde olsaydı, kesinlikle
böyle bir ithalatın böyle bir finansmanının
sağlanması mümkün değildi, çünkü 50-100 milyon dolarların
dahi bulunamadığı dönemler oldu değerli
arkadaşlar. Bir tanker petrolün alınamadığı
dönemler oldu.
OKTAY VURAL
(İzmir) Hangi dönemde? Ne zaman?
MUSTAFA
ATAŞ (İstanbul) Sus da dinle!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ama, biz, beş yılda 110 milyar
dolar, 110 milyar dolar fatura ödemişiz ve bunun
finansmanını da hiçbir sıkıntıya yol
açmadan, makro göstergelerde ve dengelerde hiçbir bozulmaya yol
açmadan sağlamışız. Bunun takdir edilmesi
gerekmez mi değerli arkadaşlar? Takdir edilmesi gerekmez
mi?
Yani, eğer
başka bir hükûmet olsaydı, geçmişte olduğu gibi
yine akaryakıt kuyruklarıyla
karşılaşırdı bu toplum, hiç kuşkunuz
olmasın. Eğer böyle bir tablo yoksa, bu AK Parti
Hükûmetinin başarısı, akıllı yönetimi ve
samimiyetinden kaynaklanmaktadır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Hissikablelvukuyla mı söylüyorsun!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, sözün özü şu: Evet, cari açık
artmaktadır, bu kaçınılmazdır, uygulanan
programın yan etkisidir, ama önemli olan şudur: Artık,
artış trendi aşağı doğru inmeye
başlamıştır, en önemlisi budur, ilk defa bir
cumhuriyet hükûmeti bunu başarmıştır. İlk
defa. Ve bundan sonra göreceksiniz, önümüzdeki yıl hedefi de
böyledir, yani ihracatın artış hızı
ithalatın artış hızını geçecektir ve inşallah,
cari açık adım adım daha makul seviyelere inecektir.
Bundan şunu söylemiyoruz, cari açık önemsizdir demiyoruz,
kesinlikle son derece önemlidir ve çok da dikkatle takip ediyoruz,
ama, rakamlar, şu anda cari açığın kontrol
altına alındığını ve trendinin
aşağıya doğru, olması gereken noktaya, yöne
doğru gittiğini gösteriyor; ben bunu söylemeye çalışıyorum.
Onun için, şu an itibarıyla cari açık açısından
da herhangi bir sıkıntı yok değerli
arkadaşlar.
Bakın,
ihracatta da sevindirici, yan kalemler itibarıyla olumlu
gelişmeyi, ben, biraz sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yine üç tane
ana kalem itibarıyla -ihraç malları için söylüyorum- yatırım
mallarının 2002deki toplam ihracat içindeki payı
sadece yüzde 7,7ymiş değerli arkadaşlar. 2007
itibarıyla, bu oran yüzde 12,7ye çıkmış. Yani,
Türkiye, sadece artık el emeğiyle üretilen mallar yerine,
içinde yoğun olarak emeğin olduğu mallar yerine,
artık daha çok katma değerin olduğu mallar ihraç
etmeye başlamış. Bu çok önemli bir gelişmedir ve
burada TLnin değerlenmesinin bunda önemli bir faktör
olduğunu unutmayalım değerli arkadaşlar.
Bakın,
aynı şekilde ara mallarında da aynı eğilim
-yedek parçalar, vesaire- yüzde 40,6 iken 2002deki toplam ihracat
içindeki payı, 2007 yılında yüzde 46,5e
çıkmış; bu da son derece önemli gelişmedir.
Bakın,
cari açığın, tabii, biraz önce söyledim, 110 milyar
dolarının finansmanını
sağlamışız değerli arkadaşlar.
Finansman boyutunda da herhangi bir sıkıntı
olmamış ve finansman boyutunda da -çok özet geçiyorum- ilk yıllarda
ağırlıklı olarak görünmeyen kalemler ve portföy
yatırımıyla finanse edilen cari açık, özellikle
2006 ve 2007 yılında ağırlıklı olarak
doğrudan global sermaye, küresel sermaye, kalıcı
küresel sermayeyle finanse edilmeye başlamış. Bu
yönüyle de cari açığın finansmanının son
derece sağlam kaynaklarla finanse edildiğini ve herhangi
bir sıkıntının olmadığını
söylemek mümkün.
Şimdi,
arkadaşlar, bu noktada şu reel faiz meselesini bir
konuşalım, bir netleştirelim. Burada herkes
konuşuyor. Şimdi, yüzde 8
Şu andaki reel faiz
yaklaşık yüzde 7,5 civarında. Yani, nedir reel faiz? İlan
edilen nominal faiz ile enflasyon arasındaki fark. Kabaca
tanımı bu. Şu anda yüzde 7,5. Muhalefet partisi
mensubu arkadaşlar da diyorlar ki
7,5-8
Yani, ben diyeyim 7,5
siz deyin 8. Muhalefete mensup arkadaşlar, bu çok yüksek,
dünyanın en yüksek reel faizi, öldük bittik, Türkiye
soyuluyor diye eleştiriyorlar. Hatta, bir muhalefet
mensubu beyefendi de reel faizden yola çıkarak haram
ekonomisi olarak tanımladı, rant ekonomisi olarak
tanımladı.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bugünkü yüzde 8lik reel faizin ne
anlama geldiğini tam olarak kavrayabilmek için geçmişe
dönmemiz gerekir, yakın geçmişe bakmamız gerekir.
Geçmişte reel faizler ne kadarmış? Sadece 57nci
Hükûmet değil, rahat olun. Yani, 1992den itibaren
-diğerlerini almak istemedim, almadım- 92den itibaren.
OKTAY VURAL
(İzmir) 70e gidelim ya!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
Bakın, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 2001, 2002ye kadar. 92de
reel faiz ne kadar? Yüzde 20 değerli arkadaşlar. 94te
yüzde 33; 95te yüzde 44; 96da 55; 97de 25; 98de 35; 99da 40. 2000
yılında hesabını bile yapamıyoruz. 2000
yılındaki, o hatırlıyorsunuz yüzde 5.000ler,
7.000ler gece, overnight faizlerinin ulaştığı
rakamları dikkate
Rakamını bile
hesaplayamıyoruz. 2001 yüzde 32 ve 2002de yüzde 33. Biraz önce,
stand-by anlaşmasında 57nci Hükûmetin IMFye
yazdığı mektupta açıkladığı rakam,
reel faiz olarak itiraf ettiği rakam yüzde 33 değerli
arkadaşlar. Devraldığımız rakam bu, en son.
Sadece devraldığımız rakam değil, 92den beri
bakın, yüzde 25in altında reel faiz yok. Şimdi kaç?
Yüzde 8.
OKTAY VURAL
(İzmir) Nasıl yüzde 8?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Eğer bugünkü yüzde 8lik reel faiz
OKTAY VURAL
(İzmir) Nasıl 8, bir daha hesabını yapar
mısınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yüzde 8lik reel faiz rant ekonomisi
ise, haram ekonomisi ise, yüzde 25lik, yüzde 40lık, yüzde 30luk
ekonomi nedir değerli arkadaşlar, soruyorum size? (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Tanımlayabilir misiniz bunu? Tanımlayabilir misiniz?
Herkesin bu Hükûmete teşekkür etmesi gerekir değerli
arkadaşlar.
AHMET ORHAN
(Manisa) Emsallere bakın, emsallere. Brezilya, Arjantin
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Herkesin bu Hükûmete teşekkür
etmesi gerekir. Eğer yüzde 32den devraldığı reel
faizi yüzde 8e düşürmüşse ve bunu sürdürebiliyorsa ve
hâlen -dün Merkez Bankasının açıkladığı
faiz indirimini dikkate alırsanız- bu trend devam
ediyorsa, burada hiç kimsenin kapatamayacağı bir
başarı vardır değerli arkadaşlar. Bunun
takdir edilmesi gerekir.
OKTAY VURAL
(İzmir) Peki, sıcak paraya verdiğiniz faiz ne kadar?
Maliyeti ne?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ona da geleceğim, somut örnek
vereceğim Sayın Oktay.
Değerli
arkadaşlar, belki Türkiye soyulmuş olabilir. Ama Türkiye
bugün soyulmuyor. Türkiye geçmişte soyulmuş olabilir.
Türkiye, reel faizin yüzde 50 olduğu dönemler, 40 olduğu
dönemlerde soyulmuş olabilir. Ama Türkiye, bugün son derece
makul, Türkiyenin konumu itibarıyla baktığınızda,
ama sevindirici olan şu: Biraz önce Sayın Vural reel
faizleri Amerika ile Japonya ile kıyasladı. Demek ki,
Türkiye, artık dünyanın en güçlü ekonomilerinin reel
faizleriyle kıyaslanan bir ülke hâline gelmiş, bundan da
ben şahsen gurur duyuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Sayın Vurala da teşekkür ediyorum.
OKTAY VURAL
(İzmir) Beslemeye devam edin!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bu
güzel bir gelişme. Çünkü, daha önce hep, en iyimser Arjantin ile
kıyaslıyorduk, Orta Doğu yani küçümsemek için
söylemiyorum- ülkeleriyle kıyaslıyorduk, ama bugün
Japonya ve Türkiye ekonomisini, Türkiye ekonomisinin
göstergelerini
OKTAY VURAL
(İzmir) Paranızı onlara yatırıyorsunuz da
onun için. Arjantinin parası yok ki burada.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
Japonya ve Amerika ekonomileriyle
kıyaslar hâle gelmişsek, bundan tabii bütün Türk
milletinin, hepimizin gurur duyması gerekir değerli
arkadaşlarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
OKTAY VURAL
(İzmir) Brezilya parası yok ya, ABDnin parası var.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, bir de yine bir muhalefete
mensup arkadaş diyor ki Plan Bütçede görüşülürken bu
sıcak para meselesinde: Tamam, sıcak para geliyor, çünkü
çok yüksek reel faiz ödüyorsunuz, dünyanın en yüksek reel
faizini ödüyorsunuz. Bu sıcak para -biraz önce reel faiz rakamlarını
okudum- reel faizin yüzde 40 olduğu zamanlar niye gelmedi
Türkiye'ye?
OKTAY VURAL
(İzmir) Çünkü, saadet zinciri yoktu, yurt içinde vardı
saadet zinciri.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yıllık 1 milyar doları
geçmedi, yıllık girişi. Yani reel faizin, global
sermaye yüzde 8le, yüzde 40 arasındaki farkı bilmiyor mu?
OKTAY VURAL
(İzmir) Biliyor, onun için geliyor zaten.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bu kadar basit bir mantığa sahip
değil mi? Yani, yüzde 40ın yüzde 8den büyük olduğunu
bilmiyor mu? Biliyor değerli arkadaşlar, biliyor.
Ancak, siz
düşünün, 1 milyon dolar paranız var, bir yabancı
ülkeye yatırım yapacaksınız. Neyin
hesabını yaparsınız ve ne beklersiniz o ülkeden?
Bunlar da onu bekliyor aynı şekilde. Güvenmiyorlar çünkü,
güvenmiyorlar. Çünkü, biraz önce söyledim, söylediklerini
yerine getiremiyorlar.
OKTAY VURAL
(İzmir) Size çok güveniyorlar, sıcak paracılar size
çok güveniyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 50
söylüyor 80 ortaya çıkıyor, 5 diyor 10 çıkıyor.
Böyle bir yönetime, böyle bir hükûmete, böyle bir ekonomik ortama
yatırımcı güven duyabilir mi ve gelir mi? Onun için
geliyor değerli arkadaşlar.
Şimdi,
yine bir arkadaşımız diyor ki: Dünyada, Amerika
başta olmak üzere, faizler şu anda düşüyor, biz de çok
yüksek faiz ödüyoruz, onun için sıcak para geliyor. Rakamlar
öyle değil değerli arkadaşlar. İsim vermiyorum,
söyleyen arkadaşın ismini vermiyorum.
OKTAY VURAL
(İzmir) Düşük kur, yüksek faizden bahset!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Tam
aksine, yani, 2002 yılında FEDin (Amerikan Merkez
Bankası) faizi yüzde 1,25 değerli arkadaşlar. Şu
anda ne kadar? Yüzde 5ler seviyesinde. Demek ki, faizler
Amerikada, İngilterede, Japonyada
Japonyada sıfırdı,
şu anda yüzde 0,20-0,50 civarında. Yani, Türkiye bu kadar
büyük doğrudan yabancı sermayeyi, doğrudan global
sermayeyi, dünyadaki faiz oranlarının yükselmesine
rağmen çekmiş. Yani, normalde böyle bir ortamda bizim gibi
ülkelere para gelmez, ama buna rağmen geliyor. Ne kadar
güveniyorlar, düşünebiliyor musunuz?
OKTAY VURAL
(İzmir) Size şükrediyorlar
hakikaten.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
Arkadaşlar, rahat olun. Onların güvendiği kadar
da siz güvenin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Adam geliyor Türkiye'ye, 94 dönümlük bir araziye,
İstanbulda 94 dönümlük bir
araziye 1 milyar dolar para veriyor değerli arkadaşlar, 1
milyar dolar para yatırıyor.
SÜLEYMAN
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Onlar size güveniyor, biz o yüzden
güvenmiyoruz!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Güvenin, güvenin
Bakın,
onların güvendiği kadar güvenin.
ATİLLA KART
(Konya) İtirafta bulunuyorsunuz!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bundan bir rahatsızlık
duymayın.
Şimdi,
biraz önce Sayın Vural da söyledi, konuşmacılar da
ifade ediyor, diyorlar ki: Efendim, tamam, reel faiz bu ama,
arbitraj yoluyla Türkiye çok yüksek kazanç ödüyor. Yani bir
yatırımcı, zaman zaman, dolar bazında yüzde 100,
yüzde 200 -yabancı yatırımcılar- kazanç elde
edebilir, olabilir. Örnek de vereyim ben size: Diyelim ki, bir
yatırımcı 1 milyon dolar Türkiyeye getirdi. Ne zaman
getirdi? Diyelim
OKTAY VURAL
(İzmir) Hangi yatırımcı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Herhangi bir yatırımcı,
fark etmez. 2003 yılının başlarında dolar
olarak getirdi, TLye çevirdi. Kaçtan çevirdi? Diyelim ki, 1,6dan,
1,6 YTLden çevirdi; sonra, borsaya yatırdı bu parayı,
iki yıl burada kaldı. Diyelim ki, her yıl yüzde 100
nominal kazanç elde etti. Sonra, 2006 yılında, tekrar,
bütün bu paralarını çekti; bunları 1,3ten, 2006
yılında dolara çevirdi ve dışarıya
çıktı. Getirdiği 1 milyon dolar, yaklaşık
olarak, çıkarken 3,5 milyon dolara tekabül ediyor; doğru
değerli arkadaşlar, bu kısmı doğru, ama,
yanlış olan kısmı ne biliyor musun? Bunun bedelini
Türkiye ödemiyor. Bu kişi, dövizi kime sattı?
OKTAY VURAL
(İzmir) Bana değil
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Başka bir yabancıya sattı
değerli arkadaşlar, başka bir yabancıya
sattı; çünkü, Türkiyeye giren net döviz miktarı
artıda, yani, bu kişiye Merkez Bankası ucuz döviz
satmadı Sayın Vural. Bu, çok önemli bir ayrıntıdır.
Bakın, evet, piyasalarda bu tür kazançlar olabilir, ama, riski
kim üstlendi? Yeni yabancı yatırımcı üstlendi.
Türkiyeye
Hem borsa için geçerli, borsadan çıkarken
sattı ya. Kime sattı? Yabancıya sattı.
OKTAY VURAL
(İzmir) Hani Merkez Bankası koruyordu? Demek ki âciz
kalmış Merkez Bankası!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Tekrar döviz alırken kimden
aldı dövizi? Bir başka yabancıdan aldı.
Türkiyenin riski yok. Türkiyenin riski ne kadar biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Ödediğimiz reel faiz kadar, o da
yüzde 8, yüzde 7,5. O da bütçede ödediğimiz faizdir; bu kadar,
başka yok, hepsi bu kadar.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Peki, hizmetinin
karşılığı kârı ne?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Dolayısıyla, tam olarak, her
şeyi doğru olarak ortaya koymak gerekir. O riski
Yabancı riske girmiş, bizi ilgilendirmez.
OKTAY VURAL
(İzmir) Doğru, Merkez Bankası rezervleri
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Şimdi bakın, bir şey daha
söyleniyor, bu da önemli, diyorlar ki: Efendim, Türkiyede 100
milyar dolar sıcak para var. Doğrudur, değildir, 100 milyar dolar sıcak para var ve
aniden çıkarsa, kurlarda çok aşırı bir hareketlenme
meydana gelir ve Türkiye tepe taklak gider, bütün dengeler
bozulur. Böyle küçük bir senaryo yazalım değerli
arkadaşlar.
SÜLEYMAN
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Bayağı küçük!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Varsayalım ki, 15 milyar
dolarlık bir global sermaye, borsadan çıkıp, sonra
dövize dönüp, sonra yurt dışına çıkmaya
çalışsın. Varsayalım, böyle bir senaryo
kuralım ne olur. 15 milyar dolar, 10 milyar dolar fark etmez.
OKTAY VURAL
(İzmir) 20 olsun.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) 5 olsun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 15 milyar doları, siz borsadan
çektiğiniz zaman; bir anda ne olur?
Borsada
fiyatlar aşağıya gelir ve o fiyattan çıkamaz
zaten. Düşündüğü fiyattan çıkamaz; bu bir.
İkincisi:
Dövizi alırken, piyasadan dövizi alırken, o kadar dövizi
alırken, arz talep kuralı gereği dövizin fiyatı
yukarı çıkar. Bunun sonucunda ne olur?
OKTAY VURAL
(İzmir) Faizler artar.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 15 milyar dolar olarak çıkamaz. Ne
olarak çıkar eğer illa çıkmak istiyorsa?
Bir: Belki, 5
milyar dolar olarak çıkar, çünkü o kurdan çıkamaz, kur
yükselir, borsa da düşer.
OKTAY VURAL
(İzmir) Mayısta oldu. Faizler ne kadar arttı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, daha da önemlisi, hani
geride kalan, eğer doğruysa o rakamlar, 85 milyar dolar var
ya, o 85 milyar doların değeri de 30 milyar dolara
düşer, 35 milyar dolara düşer.
SÜLEYMAN
NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Sayın Hatip, ne güzel
yazıyorsun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Merkez Bankasının rezervi 73
milyar dolar. Hiçbir yabancı ölçeği sermaye böyle bir
işlev yapmaz değerli arkadaşlar, kesinlikle böyle bir
işlem yapmaz. Çünkü, kendi servetinin, kendi
varlığının üçte 1 oranda düşmesine yol açacak
bir adım atmaz. Onun için içiniz rahat olsun.
OKTAY VURAL
(İzmir) Ee, Mayıs 2006da ne oldu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Onun için, bu konularda herhangi bir
sıkıntınız olmasın değerli
arkadaşlar. Yani, yabancı sermaye, global sermaye
akıllı hareket ediyor. Türkiye istikrara
kavuşmuştur. Türkiyeyi artık uzun vadeli bir
yatırım alanı ülkesi olarak düşünüyorlar ve
değerlendiriyorlar. Hesaplarını buna göre
yapıyorlar, değerlendirmeleri buna göre yapıyorlar.
Tabii, zaman
çok daraldı, şu borç meselesini, değerli
arkadaşlar, kısaca geçmek istiyorum. Çünkü, yine
muhalefetin en çok yanlış değerlendirdiği ve
maniple ettiği konulardan bir tanesi.
ŞENOL BAL
(İzmir) Doğru değerlendirdik, doğru.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Önce, dış borca bakalım.
Dış borçta, biliyorsunuz, bir kamunun borcu var -devletin
borcu var- bir de özel sektörün borcu var. Tabii, özel sektörün borcu
da, sonuç itibarıyla, tabii öz, yani işletmecinin,
yatırımcının aldığı bir borçtur ve
özel sektörün dış borcunda ciddi bir artış meydana
gelmiştir. 2002de 43 milyar dolardan
OKTAY VURAL
(İzmir) Şimdi,138.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
2007de 138 milyar dolara yükselmiştir.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, elmayla armudu
karşılaştırıyoruz. Devletin
rakamlarıyla özel sektörün rakamlarını
karşılaştıramazsınız. Özel sektörü
ayrı bir alanda değerlendirirsiniz.
OKTAY VURAL
(İzmir) Yatırımda
karşılaştırabiliriz diyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Biz kimseye, eğer bir
yatırımcı, özel teşebbüs vadeli bir makine
ithalatı yapıyorsa, yapmak istiyorsa bunu
engelleyemezsiniz.
OKTAY VURAL
(İzmir) Millî ekonomiyi oran itibarıyla
karşılaştırıyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Eğer, değerlendirme
yapacaksanız kendi bilançolarında bu
değerlendirmeyi yaparsanız. Yani, bu borçlu olan özel
sektörün, yatırımcıların bilançolarına
bakarsınız, hem pozisyon açığı
açısından bakarsınız hem de borçluluk,
alacaklılık itibarıyla bakarsınız.
OKTAY VURAL
(İzmir) Açığı var, evet açığı var.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Dinleyin, siz de öğrenin biz de öğrenelim.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Biz, bu özel sektörün dış
açığını veya borcunu devletin rakamlarıyla
karşılaştıramayız.
Şimdi,
gelelim devletin rakamlarına. Bakın değerli
arkadaşlar, devletin dış borcu, 2002 yılında,
devraldığımızda 86 milyar dolar, bugün
itibarıyla 87 milyar dolar. Bunda aslında reel bir
artış yok, yani nominal bir artış yok, ancak
Türkiyenin borçları değişik para cinslerinden
olduğu için, dolar da değer kaybettiği için, dolara
çevrilirken ortaya çıkan 1 milyar dolarlık bir
farktır. Kabul etsek bile, beş yılda artan borç toplam 1
milyar dolardır değerli arkadaşlar.
OKTAY VURAL
(İzmir) Dış borç?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Devletin dış borcu 1 milyar
dolardır, yani hiç artmamış.
OKTAY VURAL
(İzmir) İç borç?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Devletin dış borcu beş
yılda hiç artmamış değerli arkadaşlar. Bunu
bir defa ortaya koyalım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
OKTAY VURAL
(İzmir) İç borç?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) İç borca geliyorum, bakın iç
borca geliyorum.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Dinle, dinle!
OKTAY VURAL
(İzmir) Gitmeyin, dinleyin, öğrenin öğrenin!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ama arkadaşlar, isterseniz, iç
borcun yani 2002-2007 karşılaştırmasından
önce
BAŞKAN
Arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım.
Hatibi dinleyelim Sayın Kacır.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2002-2007
karşılaştırmasından önce isterseniz, pek
yapmak istemiyordum ama, bir rakam olsun, insanların ufkunu
açsın diye 99-2000 arasını
OKTAY VURAL
(İzmir) Bence 75ten alın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
99 Haziran ile 2002 arasını da
size vermek istiyorum. 99 Haziranında devletin iç borç stoku
19,9 milyar YTL değerli arkadaşlar. 99un Haziran
ayında iç borç stoku 19,9 milyar YTL. Tahmin edin bakalım 2002
sonunda ne olmuş olabilir?
MEHMET EMİN
TUTAN (Bursa) 20 falan olmuştur (!)
OKTAY VURAL
(İzmir) 200
500
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 149 milyar YTL. Tam 9 kat değerli
arkadaşlarım. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MEHMET EMİN
TUTAN (Bursa) Bravo, çok güzel!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 9 kat. Bizi değerlendirirken,
bizim borçlarımızı değerlendirirken bu
rakamları her zaman gözünüzün önüne getirin değerli
arkadaşlar, hiç unutmayın.
Şimdi,
gelelim bizim rakamlara.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Biz, sadece Türkiyeyi düşünüyoruz, sizi
bizi değil!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Gelelim bizim rakamlara değerli
arkadaşlar: 149,9 milyar YTL olarak
devraldığımız iç borç stoku 2007 yılında
257,5 milyar YTLye çıkmış. Yani, önce birinci yıl
artış oranı yüzde 29, sonra 15; sonra düşüyor, en
son yüzde 2,3e düşmüş. Neden biliyor musunuz?
OKTAY VURAL
(İzmir) Milletin borcu ne olmuş, milletin borcu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yani, esas artış, 2003 ve 2004
yılında, 2003 ve 2004 yılında. Onun nedeni de
önceki dönemdeki hükûmetlerin yüksek oranlı
borçlanmalarından kaynaklanıyor.
OKTAY VURAL
(İzmir) Devlet yerine milleti
borçlandırmışsınız siz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Yani, 2001 ve 2002 yılındaki
iktidarda olan Hükûmetin yüksek oranlı borçlanmasından
kaynaklanıyor. Neden? Bakın, 2001 yılında
borçlanmış Hükûmet, ödeme tarihi ne zaman değerli
arkadaşlar? 2002 yılı. Ya da 2002 yılında
borçlanmış, ödeme tarihi ne zaman? 2004 yılı. Faiz:
Yüzde 65-70.
OKTAY VURAL
(İzmir) 2002deki borçlanma ne zaman
yapılmıştı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, biz
devraldığımızda, gelmişiz, 2002 sonu.
Borçlanma 2001 yılı. Bizim
devraldığımız tarihe kadar faiz tahakkuk
etmiş, yürümüş, faiz var üzerinde. Ama, hesaplara geçmiyor
değerli arkadaşlarım. Yani, borç stok
rakamlarının işleyişinden kaynaklanıyor,
hesaplama biçiminden kaynaklanıyor.
OKTAY VURAL
(İzmir) Durum çok iyi yani!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2001 ve 2002 yılındaki yüksek
oranlı borçlanmaların 2003 ve 2004 yılına
yansıması, itfa tarihinin 2003 ve 2004 olması, geri
ödeme tarihinin.
OKTAY VURAL
(İzmir) Aslında borcumuz da yok bizim!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Geri ödeme tarihinde, daha önce
hesaplanmayan borç hesaplanıyor ve stok rakamlarına
giriyor. Esas bundan kaynaklanıyor.
Bakın,
bunu doğrulayan bir gelişme de şu: 2005 ve 2006
yılında artış çok düşük iç borcun stokunda.
Neden? Çünkü, Allahtan Hükûmetin kredibilitesi düşük
olduğu için -57nci Hükûmetin- uzun vadeli
borçlanamıyordu ve vadesi 2005 ve daha sonraki yıllara
sarkan borçlanma yapamadığı için 2005 ve 2006
yılında iç borç stokundaki artış oranları son
derece düşük.
OKTAY VURAL
(İzmir) Siz niye dış borcu azalttınız, iç
borcu çoğalttınız, onu söyleyin.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, değerli arkadaşlar,
bir şey daha söyleyeyim: Bu brüt borç, biraz sonra net borcu da
söyleyeceğim.
OKTAY VURAL
(İzmir) Niye?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Biz bu dönemde, yine önceki
dönemlerin, sadece sizin dönem değil, önceki tüm dönemlerin
yükü olan Tasarruf Teşvik Fonunda biriken 13,3 milyar YTL
ödedik değerli arkadaşlarım. Bunun parasını
önceki hükûmetler aldılar, afiyetle yediler, bedelini biz
ödedik. Memura, ücretliye biz ödedik. Aynı şekilde
İmar Bankasının 8,5 milyar YTLlik yükünü biz ödedik.
Bunları da beraber
Rakam bu noktaya geliyor.
M. CEVDET
SELVİ (Kocaeli) İşçilerden 30 katrilyon
aldınız işsizlik sigortası diye.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bakın değerli
arkadaşlar, bunlar brüt borç. Bir de net borç var. Şimdi,
devletin borcu var ama, devletin kasasında da para var.
OKTAY VURAL
(İzmir) Nerede?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Devletin kasasında para var.
OKTAY VURAL
(İzmir) ABD tahvili mi var?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Açın bakın, rakamlara
bakın, bugün devletin kasasında 40 milyar YTL nakit para
var değerli arkadaşlar, 40 milyar YTL.
OKTAY VURAL
(İzmir) Öyle mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Belediyeler, KİTler, genel
bütçeli kuruluşların kasasında bugün
itibarıyla 40 milyar YTL para var.
OKTAY VURAL
(İzmir) Peki, ne kadar ABD tahvili aldınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Merkez Bankasının net
varlığı 40 milyar YTL. Bunları düşmeniz
gerekir.
OKTAY VURAL
(İzmir) ABD tahvili ne kadar aldınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, düşelim, hesabı o
zaman yapalım; Türkiyenin gerçek borç yükü ortaya
çıkacak. Bakın, biz devraldığımızda kamu
net borcu -yani o dönemi de netleştiriyorum- 215,6 milyar YTL,
yani brüt borçlarımızdan varlıklarımızın,
devletin kaynakları, nakit paraları düştükten sonra
kalan para ki, bugün itibarıyla 249 milyar YTL değerli
arkadaşlar. 216 milyar YTLden kaça çıkmış? 249
milyar YTLye çıkmış beş yılda. Artış
oranı ne kadar? Yüzde 15. Beş yılda artış
oranı yüzde 15. Sadece bunu eleştirebilirsiniz.
Bakın, bu da nedir? Enflasyon oranının beş
yılda kümülatif rakamı ne kadar? Yüzde 60, üst üste. Bu
artış oranı ne kadar? Yüzde 15. Ne demektir bu? Reel
olarak yüzde 45 azalmış değerli arkadaşlar.
OKTAY VURAL
(İzmir) Borç yok yani(!)
AHMET ORHAN
(Manisa) Sanal bu rakamlar hep.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) AK Parti döneminde kamu borcu yüzde 45
oranında reel olarak azalmış.
M. CEVDET
SELVİ (Kocaeli) İşçi ve memurdan işsizlik
sigortasından kaç lira topladınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Dolayısıyla,
başkaları artırdı, biz azalttık;
başkaları bozdu bir düzelttik değerli
arkadaşlar. Onun için bu olayları bu şekilde
değerlendirmek ve ortaya koymak gerekiyor.
Şimdi,
bakın, değerli arkadaşlar, son olarak şu büyüme
konusunu da kısaca ortaya koyalım, söyleyelim.
OKTAY VURAL
(İzmir) Büyüme artıyor mu, düşüyor mu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) .Efendim deniliyor ki, Büyüme
hormonludur, büyüme gerçek değildir.
OKTAY VURAL
(İzmir) Hayır, hayır
Büyüme artıyor mu,
düşüyor mu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Evet, bir büyüme var, rakamlara
yansımıştır. Bir büyüme var. Gerçekten, 2003-2006
yılında Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek
ortalama büyüme oranı yakalanmıştır, yüzde 7,4;
bunu kabul ediyoruz fakat, bu fiktiftir, bu gerçek değildir, bu
ithalata dayalıdır. diyorsunuz, öyle diyor bütün
arkadaşlarımız. Bakalım, ithalata dayalı
mı. Ve özellikle son, bu yılın üçüncü çeyreğinde
meydana gelen yüzde 2lik, hedefin altında kalan büyümeyi de
dikkate alarak, artık bayram ediyor bazı
arkadaşlarımız. Ama, hiç kuşkunuz olmasın,
konjonktüreldir.
OKTAY VURAL
(İzmir) Yeter ki George (Corç)lara iş bulmasınlar.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yüzde 7,4lük gibi dört yıl üst üste
büyümeden sonra ekonomi, piyasalar düzeltme hareketi yapar
değerli arkadaşlar, boşuna sevinmeyin. Mevsimseldir
dalgalanmalar, cycle (saykıl)dır bu ve inşallah,
yoluna kaldığı yerden devam edecektir.
Şimdi bakalım, ekonominin gerçekten
fiktif büyüyüp büyümediğine bakalım. Şimdi, bunun en
önemli göstergelerinden bir tanesi nedir?
OKTAY VURAL
(İzmir) Cari işlemler açığı.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) .Hayır. Cari işlemleri biraz önce
anlattım. İmalat sanayisi kapasite kullanım
oranları. Eğer bu büyüme fiktifse değerli
arkadaşlar, bu büyüme reel değilse, 2002de yüzde 76,2 olan
kapasite kullanım oranları
şu anda yüzde 83,3e nasıl çıktı? Bu
fabrikalar kapasite artırıyorlar, daha çok makine
alıyorlar, daha çok üretim yapıyorlar. Bunlar hayal mi
üretiyorlar değerli arkadaşlarım?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Canikli, konuşmanızı
tamamlayınız lütfen.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bunlar hayal mi üretiyorlar?
OKTAY VURAL
(İzmir) Demek ki, daha önce bu millet kapasite
oluşturmuş, onu kullanıyorlar. Siz ne eklediniz
kapasiteye? Kapasiteyi mi artırdınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Peki, soruyorum: 2002 yılında
satılan, ruhsatı alınan daire sayısı 47 bin,
2006 yılında 600 bine çıkmış.
OKTAY VURAL
(İzmir) Ne?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Daire sayısı, konut
sayısı 2002 yılında
47 binden -ruhsat alan konut sayısı- 2006
yılında 600 bine çıkmış değerli
arkadaşlar.
OKTAY VURAL
(İzmir) İşsiz sayısı, yoksul
sayısı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bu nedir? Aradaki 550 bin konut nedir?
Üretim midir, nedir? Nasıl tanımlarsınız?
OKTAY VURAL
(İzmir) Müteahhitlere gelin.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bu mudur fiktif büyüme değerli
arkadaşlar?
Bu ülkede 2002
yılında 204 bin adet otomobil üretilmiş, 2006
yılında 545 bin adet otomobil üretilmiş. Değerli
arkadaşlar, nedir bu? Bu otomobiller nedir?
AKİF
AKKUŞ (Manisa) Bunları geçen sefer de söyledin.
OKTAY VURAL
(İzmir) Yeni şeyler bulmak lazım
cancağızım. Daha önceki bütçede de aynı
konuşmayı yaptın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Üretimin, büyümenin
yansımasıdır değerli arkadaşlar. Bütün
alanlar için söyleyebilirsiniz, her şey için
söyleyebilirsiniz.
OKTAY VURAL
(İzmir) Cari işlemler açığından
bahsediyoruz, dış ticaret açığından
bahsediyoruz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - 2002 yılında üretilen 3 milyon
buzdolabı 2006 yılında 6 milyona çıkmış.
Bu mudur reel fiktif büyüme, bu mudur hormonlu büyüme?
OKTAY VURAL
(İzmir) Mesela, küresel ısınma var. Dünyayı
ısıttınız, bu da sizin eseriniz!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hangisini alırsanız alın,
hangi göstergeyi dikkate alırsanız alın değerli
arkadaşlar, ekonomi büyüyor, enflasyon düşüyor, bütün
göstergelerdeki gelişmeler olumludur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
M. CEVDET
SELVİ (Kocaeli) Fakirlik artıyor, millet işsiz
kalıyor.
BAŞKAN
Sayın Canikli, ikinci defa açıyorum mikrofonunuzu,
konuşmanızı bitiriniz lütfen.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Keşke zamanımız
olsaydı, istihdamı da bütün boyutlarıyla
konuşsaydık.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) Tam bir saat konuştun, daha ne
anlatacaksın?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Aynı olumlu gelişme
Sadece
şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, bakın, 2002
yılının Ağustosundan 2007 yılının
Ağustosuna kadar toplam üretilen istihdam sayısı 2
milyon 870 bin. Yazın bunu değerli arkadaşlar.
MUSTAFA
ÖZYÜREK (İstanbul) İş gücüne katılma oranı
ne kadar?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2 milyon 870 bin istihdam
üretilmiş.
OKTAY VURAL
(İzmir) Ne kadar?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2 milyon 870 bin.
M. CEVDET
SELVİ (Kocaeli) Millet kan ağlıyor, kan.
OKTAY VURAL
(İzmir) Nerede?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2002 Ağustosundan 2007
Ağustosuna kadar -aynı dönemi
karşılaştırmak için, mecburen öyle alıyoruz-
2 milyon 870 bin.
OKTAY VURAL
(İzmir) Nerede? Nerede?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Tekraren söylüyorum, tekraren
söylüyorum, bunu her yere yazın, hiç unutmayın.
OKTAY VURAL
(İzmir) Temizlik görevlisi, temizlik işçisi olarak
değil mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Hiçbir dönemde üst üste beş yılda
bu kadar istihdam kapasitesi oluşturulamamış
değerli arkadaşlar.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) Tarımdan ne haber?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Ama, aynı dönemde tarımda 2
milyon 118 bin insan tarımdan kopmuştur. Yani, tarım
dışı sektörlere iş aramak için gelmiştir ve
onlara da iş bulunmuştur değerli arkadaşlar.
Bakın
BAŞKAN
Sayın Canikli, teşekkür ediyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2008 bütçemizin hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum.
Emeği
geçen tüm arkadaşlara tekrar teşekkür ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 12.16
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 12.33
BAŞKAN
: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatoş GÜRKAN (Adana)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2008
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi,
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Diyarbakır
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Selahattin
Demirtaş.
Buyurun. (DTP
sıralarından alkışlar)
Eşit mi
kullanacaksınız süreleri otuzar dakika?
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) Evet Sayın
Başkanım.
HALUK ÖZDALGA
(Ankara) Başkan, ben, bir açıklama için söz
istemiştim.
GÜLTAN
KIŞANAK (Diyarbakır) Sayın Başkan, toplantı
yeter sayısı yok.
SIRRI SAKIK
(Muş) Başkanım
BAŞKAN
Efendim.
SIRRI SAKIK
(Muş) Hatip kime hitap edecek?
BAŞKAN
Efendim, şimdi, İç Tüzükün hükümleri bellidir,
konuşmalar devam ederken
Oylama sırasında karar
yeter sayısı veya toplantı yeter sayısı
aranır. Şu anda konuşmalara
başlayacağız.
Buyurun.
DTP GRUBU ADINA
SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) Teşekkür
ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılı bütçe
kanunu tasarısı hakkında Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle, bizimle, yaklaşık on bir
gündür devam eden bütçe görüşmeleri esnasında yoğun
bir tempo içerisinde çalışan değerli milletvekili
arkadaşlarımıza teşekkür ederek başlamak
istiyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, parlamenter demokratik sistemlerde
parlamentonun iki esas fonksiyonu vardır: Birincisi yasa
yapma, ikincisi icra organını denetleme. Parlamenter
fonksiyonun eksiksiz yerine getirilebilmesinin yegâne
şartı, hiç şüphesiz ki sorumsuzluktur, hem yasa
yaparken hem de denetlerken sorumsuz olmaktır. Bu özgürlüğün
de iki yönü vardır. Biri parlamenter kişisel hürriyettir.
Parlamenter, ancak böyle bir sınırsız hürriyet
sebebiyledir ki istediği yasa teklifini verebilir,
denetimde arzu ettiği denetim yollarını kullanabilir.
Ancak burada, özellikle dikkat çekmek gerekir ki, şahsi gibi
görünen sorumsuzluk aslında halkın iradesine
tanınmış bir özgürlüktür. Zira hâkimiyet
kayıtsız ve şartsız milletindir. Diğeri ise
parlamentonun kolektif olarak kullandığı
hürriyettir. Bu hürriyet ona bağımsız davranma
imkânı verir. Esasen bir ülke parlamentosunun kendi
dışında kalan kişi ve kurumların takip,
tehdit ve inisiyatifine tabi olmasının demokratik ve
hukuki izahı olmaz.
Şimdi, bu
tespitler ışığında Türkiyede halkın
iradesinin reel durumunu ve bu reel durum karşısında
Parlamentonun çözüm gücünü sizlerle tartışmak
istiyorum.
Kuruluşundan
günümüze kadar kesintisiz olarak sorunlarla ve kendini
tamamlamakla uğraşan cumhuriyetimizin, mevcut
gerçekler cesurca sorgulanmadıkça, daha kaç seksen yıl
kaybedeceğini bilmek, iradenin gerçek sahibi olan
halkımızın hakkıdır. Bir önceki Meclis
Başkanımız Sayın Bülent Arınç Gizli anayasa
diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Millî
Güvenlik Siyaset Belgesinin hazırlanmasında Meclisimiz
tamamen devre dışıdır. Bu kavramlar gizli,
antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder.
İç güvenlik strateji belgesinin çete kurmakla suçlanan
kişilerin arşivinden çıkması devlet
ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır. demiştir. Sayın
Başbakan da Türkiyede egemenlik kayıtsız,
şartsız milletin olacaktır. Duvarda değil,
milletin kendisinde olacaktır. şeklindeki
beyanatlarıyla yine aynı duruma dikkat çekmiştir.
Toplumsal
yapımızda rahatsızlıklar yaratan birçok
sorunumuzun olduğu muhakkaktır. Her biri
değişik sebep ve sosyal etkiden kaynaklansa da
sorunlarımızın tümü birbiriyle
bağlantılıdır ve bu nedenle çözüm de, aynı
şekilde, belirli bir illiyet içerisinde ele alınmak
durumundadır. Ancak öznel sorunlarımız
dışında ve bunların üstünde, hatta bu
sorunların çözümünü tek başına zorlaştıran
en önemli sorunumuz ise özgür ve bağımsız millî irade
sorunudur.
Ülkemizde
bugüne kadar yapılan anayasalar, toplumun bir dayatması
ve baskısı sonucunda ortaya çıkmış metinler
değildir. Zaten bunların amacı da toplum ile devlet
arasında bir sözleşme yapmak değildir. Bunun yerine,
devletin kendini tahkim etmesinin bir aracı olarak
kurgulanmıştır. Bugüne kadar anayasaların temel
ruhu, kutsal devlet anlayışı üzerinden
şekillendi.
İkinci
Meşrutiyette ittihatçıların iktidara gelmesiyle
birlikte, yönetim anlayışında ikili bir yapı
ortaya çıktı. O güne kadar gizli örgüt olarak kalmayı
tercih eden ittihatçılar, iktidara geldiklerinde bile, en
azından, örgütün merkezî mahsusası, umumisi gizli
kalmaya devam etti. Bu da, bir tür uzaktan kumandayla yönetme
tarzının gündeme gelmesi demekti. O dönemden
başlayarak ikili yönetim geleneği oluştu. Bu, gerçek
iktidar, görünen iktidar ikiliğine dayanan yönetim
biçimiydi. Bazı yazarların asıl devlet partisi
olarak adlandırdıkları bu gizli gibi görünen güç,
cumhuriyet tarihi boyunca da kendini korumayı ve
yaşatmayı başardı.
Seçime giren
ve hükûmeti oluşturan partileri taşeron olarak görmeyi
tercih eden bu asıl devlet partisi, işler sarpa
sardığında görünür olmayı ve yönetime el koyma
yöntemini de cumhuriyet tarihi boyunca birkaç defa denedi.
Şimdi, bu
ikili yapı tartışılmadan, ülkemizde, rejimin ne
niteliğini anlayabiliriz ne de sorunlarımızın
çözümünü mümkün kılabiliriz. Asıl devlet partisinin
sorunların çözümünün zamanının geldiğine karar
vermesini beklemek dışında yapacak pek bir şey
kalmaz.
Değerli
arkadaşlar, bu ifadelerimden, Parlamentoyu, Hükûmeti ve
diğer organları hiçleştirdiğim
anlaşılmasın. Elbette ki, bu çatı altında
görev yapmış birçok hükûmet, birçok parlamenter, az önce
ifade ettiğim ikili yapıyı aşma konusunda
saygın çabalar içerisinde olmuşlardır. Ülkenin
birçok sorununun çözümünü bu Parlamento çatısı
altında mümkün kılmışlardır. Ancak, rejimin
korunması adı altında kendini tabulaştıran
ve kutsallaştıran bu anlayışı
aşamamışlardır. Kendisine kutsal bir misyon biçen
bu zihniyet, kendisini eleştirenleri rejim karşıtı,
devlet karşıtı, yeri geldiğinde vatan haini
olarak lanse ederek etkisizleştirme konusunda bir hayli
başarılıdır. Kendini rejimin iz düşümü
olarak gören bir yapılanma için bu refleks kendi içinde
tutarlı bir davranıştır. Ancak, objektif
kriterler ışığında irdelendiğinde,
aslında, bu anlayışın kendisi, demokratik rejim
için bir tehdit ve tehlikedir. Hatta bu yapının
varlığı bile, tek başına, rejimin demokratik
olarak adlandırılması önünde bir engeldir.
Açık
yüreklilikle ve cesaretle ifade edilmesi gereken şudur: Bu
devlet, hiçbir etnik grubun, sınıfın, siyasi
anlayışın veya elitin malı değildir. Bu
devlet, bu ülkede yaşayan, bu ülkeyi kendi vatanı olarak
bellemiş bütün yurttaşların ortak
mekanizmasıdır. Bu ortak değerin varlık nedeni
vatandaşlarına hizmettir. Bu hizmetin yerine
getirilmesi esnasında yaşanan eksikleri eleştirmek
de vatandaşların en dokunulmaz hakkıdır. Ortada
eğer bir kutsallık varsa o da vatandaşa hizmet etmenin
kutsallığıdır. Kendisine kutsallık
değeri biçerek eleştirilmez konumlarını
korumak isteyenler, demokrasiyi içselleştirmemiş
olanlar veya elde tuttuğu kutsal iktidar gücünü yitirmekten
ürkenlerdir.
Asıl devlet
partisi dediğimiz zihniyetin, hukuksal ya da yasal bir temeli
olmadığı için de feshedilmesi de söz konusu olamaz.
Bunun en etkili yolu, halkın iradesini güçlendirmek ve
parlamentoya gerçek misyonu doğrultusunda işlerlik
kazandırmaktır.
Ancak, yine de
yasal zeminde yapılabilecekler, yapılması
gerekenler vardır. Örneğin, Millî Güvenlik Kurulunun
gerçek bir danışma organına dönüşmesi,
Genelkurmayın Millî Savunma Bakanlığına
bağlanması, YÖKün sadece üniversiteler arası
koordinasyondan sorumlu hâle getirilmesi, TRTnin özerkleşmesi,
yüksek yargı organlarının siyasal etkiden
kurtarılması, ordunun tüm harcamalarının
denetim altına alınması, askerlerin görev
başındayken siyasete ve ticarete
karışmalarının resmen, açıkça ve fiilen
yasaklanması. Ülkenin temel konularında bile
tartışma yürütemeyen, yasaların önemli ölçüde
Parlamento dışında yani bürokraside üretilip
sadece onay için Meclise sunulduğu bir sistemde elbette ki hiç
kimse Parlamentoyu ciddiye, dikkate almayacaktır.
Millet
adına vekâleten aldığımız iradeyi kullanan
bizler, bu iradenin gücüne ve büyüklüğüne uygun
davranmadığımız sürece Parlamento
dışında bulunan ve Parlamentoyu baypas etmeyi kural
hâline getirmiş olanlar bu tutumlarını sürdürmeye
devam edeceklerdir. Halkın ve onun iradesinin doğru
düşünüp doğruyu yapamayacağına inanan,
gerçekte, halkına güvenmeyen bir siyasi anlayış
asıl devlet partisi de olsa özünde oligarşik bir
yapıdır ve kesinlikle demokrasi
dışıdır. Görünürde olmayıp sahne
ardından siyaseti yönlendirmeye çalışan bu
mekanizma sahiplerinin en önemli avantajları da hiç
yıpranmıyor olmalarıdır. Yapılan hatalardan,
yaşanan sorunlardan görünürdeki yöneticiler sorumlu
olduğu için yıprananlar da her zaman görünürdekiler
olmuştur.
Şimdi,
bütün bu belirlemeler doğrultusunda şunu da ifade etmek
gerekir ki: Bu ikili yapıların kendini sürdürmesinde en
etkili olan güç hükûmetlerdir. Bu yapıya itiraz etmeyen,
halkın iradesi yerine bu yapının dogmatik, katı
kurallarını esas alan hükûmetler en az bu yapılar
kadar halka karşı sorumludurlar. Bir yandan
çağdaş, büyük projelere ve ideallere sahip olmak, öte
yandan bütün bunların önünde engel teşkil eden demokrasi
dışı işleyişlere göz yummak büyük bir
çelişkidir ve samimiyetin sorgulanmasına neden olacak
kadar açık bir tutumdur.
Powerın
dediği gibi, Rüyaları gerçekleştirmenin en etkili
yolu uyanmaktır. Şimdi bize dayatılan da bu asıl
devlet partisinin kontrolüne ve denetimine girmektir. Buna
yönelik itirazlarımızın bedeli de ağır bir
şekilde bize ödetilmek istenmektedir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, aslında birçoğunuzun zaten
bildiği ve farkında olduğu bu gerçekleri bir kez de
Meclis kürsüsünden ifade etme ihtiyacı duydum. Çünkü nereden
geldiğimizi bilmezsek, nereye gideceğimizi de
bilemeyiz. Bugün yaşadığımız güncel
sorunları tartışırken, örneğin Kürt sorununu
tartışırken, örneğin başörtüsü sorununu,
örneğin laiklik meselesini, Alevilik meselesini ya da
ekonomik sorunlar ve gelir dağılımındaki
adaletsizlikleri tartışırken, önümüzde bütün
çıplaklığıyla duran ama tartışmaya, dile
getirmeye cesaret edemediğimiz temel sorunumuzu, yani
gerçek iktidar-gerçek otorite meselesini çözüme
kavuşturmadan, sorunların etrafında dönüp duran bir
sarmaldan kurtulamayacağımız bilinmelidir.
Bahsettiğim şey, halkın mutlak egemenliğinin
gerçek sahiplerine, yani halka teslim edilmesidir.
Değerli
arkadaşlar, geleceği kurmak için tarihten ders
çıkarmak, bu amaçla tarihi öğrenmek gerektiği
söylenir. Ama ülkemizde bu konuda bile ikili bir durum vardır.
Birincisi resmî tarih, ikincisi gerçekler. Resmî tarih, gerçek
tarihin iktidar sahiplerinin ihtiyaçları
doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur. Fakat resmî
tarih oluşturmak tek başına bir amaç değildir,
asıl amaç, toplumsal hafızayı yok ederek resmî bir
ideoloji oluşturmaktır. İkili devlet sisteminde
önemli bir ihtiyaç olan bu resmî ideolojinin de
tabulaşması, tartışılmaz
kılınması ise millî eğitim
programlarının uygulanmasıyla tamamlanmış
olur. Anlı şanlı akademisyenler, profesörler,
tarihçiler tarafından sipariş üzerine
yazılmış tarih bilgisiyle yetişen nesiller, kendi
gerçek tarihine ve geçmişine
yabancılaşmış
bir şekilde, bu resmî ideolojinin ve bunun bekçisi
kurumların birer yılmaz savunucusu olmaya
hazırdırlar artık. Bu şekilde kendini sürekli
olarak üreten ikili devlet aygıtı, kendisine yönelik her
türlü muhalefeti birer tehdit unsuru olarak algılamakta, kim
olursa olsun bu sistemi sorgulamaya ve deşifre etmeye
çalışan herkesi kriminal bir hâle sokmaktadır. Bunun
kurbanı, bazen bir başbakan bazen bir üniversite
öğrencisi olabilir, bazen Van Cumhuriyet Savcısı
bazen Parlamentonun tamamı olabilir. Hatta, bu sistemin
kollayıcısı, bekçisi, hizmetkârı olanlar bile
yeri geldiğinde kurban olmaktan kurtulamamışlardır.
Özünde, kendi
halkına, vatandaşına yabancı olan bu resmî
ideolojinin küçük bir azınlık dışında kimseyi
mutlu etmediği bilinmesine rağmen, hiç kimse asıl
sorgulamayı yapmaz, yapamaz. Bunun yerine şekilsel bir
iktidara karşı, şekilsel bir muhalefet
yapılır ve suya sabuna dokunmadan Türkiyenin temel
sorunlarını çözme iddiaları
yarıştırılır. Hazreti Mevlânânın
dediği gibi: İki parmağının ucunu gözüne
koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye
bu âlem yok değildir.
Değerli
milletvekilleri, bütçe kalemleri üzerinde yapılan
konuşmalar, yaşanan tartışmalar, ilgili
bakanlıkların sunumu ve sorulara verilen cevaplardan da
hepimizin açıkça anladığı üzere 2008
yılında da yükün büyük bir kısmı, cefanın
büyük bir kısmı emekçi, yoksul halkın sırtına
bindirilmiştir.
Eğer,
sadece sayın bakanlar tarafından yapılan bütçe
sunumlarını dikkate alırsak ve hiç sokağa
çıkmasak, ülkede büyük bir refah ve bolluğun
olduğunu, hakça kazanım ve hakça paylaşımın
gerçekleştiğini, istihdamın gerçekten de artığını,
düşmüş gibi gösterilen enflasyonun fiyatlara falan
yansıdığını hayal edebilirdik. Eğer
sayın bakanların sunumlarından sonra sokaktaki
gerçekle yüzleşme gibi bir zorunluluğumuz olmasaydı
bu tatlı hayallerle bir müddet idare edebilirdik. Ama gelin
görün ki bütçe kalemleri üzerinde yapılan her görüşmeden
sonra, biz yanılmış olmak umuduyla bir kez daha
sokağa çıktığımızda halkın
yaşam kalitesinde elle tutulur bir iyileşme
olmadığını, aslında rakamların diliyle
sokağın gerçeği arasında her zamanki uçurumun
devam ettiğini tespit ediyoruz. Bunun böyle olması da son
derece doğaldır. Türkiyede uzun süreden bu yana
uygulanagelen neoliberal politikalar gereğince devletin
ekonomik anlamda küçültülmesi, piyasanın tümden özel sektöre
bırakılması anlayışı sosyal devlet
ilkesini de kapsayacak şekilde genişlemiş ve
devletin vatandaşa götürmek zorunda olduğu hizmetler
dahi bir bir özel sektöre devredilerek paralı hâle
getirilmiştir. Geçmiş hükûmetler döneminde başlayan
bu süreç tamamlanmamıştır ve hâlen devam etmektedir.
Elbette ki,
küreselleşen ve giderek çılgınlaşan ulusal üstü
sermaye karşısında ulusal ekonomiyi ve yerli
yatırımcıyı güçlendirecek ve rekabet gücünü
artıracak uyum modellerine itirazımız yoktur. Ancak,
emekçi halkın menfaatini bir tarafa iterek sırf
Uluslararası sermaye ülkemize giriş yapsın. diye
bütün ülkeyi sömürülecek bir alan hâline getirmenin de nasıl
bir politika olduğunu sorgulamamız gerekir.
Son dört
yılda ülkeye giren yabancı sermayenin kendisini 5e
katladığı, yani 1 dolar getiren yabancı
yatırımcının ülkeden 5 dolar alarak
gittiğini hesapladığımızda, buna
karşılık, işsizlik oranının ve gelir
dağılımındaki eşitsizliğin
değişmediğini tespit ettiğimizde yabancı
sermayenin rantçı özelliği çok daha iyi
anlaşılır.
Şimdi,
özellikle, yabancı sermayenin daha rahat gelmesi için ülkemiz
cazip hale getirilirken nedense fatura hep halkın yoksul
kesimine çıkarılıyor. Yani deregülasyon denilen
yeni bir dizayn ile sermaye aleyhine olan düzenlemeler ve kurumsal
yapılar tasfiye ediliyor. Nasıl yapılıyor bu?
Asgari ücret açlık sınırının altında
tutularak yapılıyor, işe alma ve çıkarma
koşulları sermayenin lehine güçlendirilerek
yapılıyor, kayıt dışı ucuz iş gücünün
önü açılarak yapılıyor, sosyal harcamalar devletin
üstünden atılarak vatandaşa ödettirilerek
yapılıyor bu. Neoliberal anlayışa göre, sosyal güvenlik
devletin değil bireylerin sorunu olmalıdır.
İşte, önümüzdeki günlerde gündemimize gelecek olan 5510
sayılı Sosyal Güvenlik Yasası bunun
hazırlığıdır.
Devlet denen
aygıtın amacı, emeği üzerinden vergisini
topladığı vatandaşlarına hizmet sunmak ve
onların onurlu birer yurttaş olarak
yaşamlarını idame etmelerini organize etmektir.
Bunun için devlet, gerektiğinde, kâr amacı gütmeyen,
vatandaşa ucuz ve kaliteli hizmet sunmak ya da
yatırımcıya ucuz girdi sağlamak amacıyla
işletmeler kurar. Bu işletmeler zarar etse bile
varlığını sürdürürler çünkü bunların
kuruluş amacı zaten kâr elde etmek değildir, sosyal
devlet ilkesini hayata geçirmek üzere oluşturulmuş
mekanizmalardır.
Şimdi siz,
gerçekte de kâr amacı olmayan bir kuruluşu kâr etmiyor
diye satarsanız ve bunun adına da özelleştirme
derseniz, işte bunun kokusu bir müddet sonra çıkmaya
başlar. Sosyal Güvenlik Yasası, eğer tasarıda
olduğu hâliyle çıkarsa bütün bu özelleştirmelerin
sonucunu halkımız artık günlük yaşamında
somut olarak hissederek yaşamaya başlayacak.
Karşı
çıkılması gereken şey, sosyal devlet
anlayışı gereğince devletin yapmak zorunda
olduğu hizmetlerin özelleştirilmesidir. Kime
satıldığı, kaça satıldığı, nasıl
satıldığı ikincil, tali bir konudur. On bir gündür
Genel Kurulda üzerinde tartıştığımız
bütçenin de bu anlayışla
hazırlandığını ilk günden beri ifade etmeye
çalışıyoruz. Son yıllarda ülkeye giren sıcak
para ve uluslararası sermaye bolluğundan ortaya
çıkan konjonktürel iyileşmeleri kendi ekonomi
politikasının bir sonucu olarak sunan Hükûmetin mumu da
sönmek üzeredir.
Kaptanın
ustalığı deniz durgunken anlaşılmaz.
misali, Hükûmetin kriz yönetimi konusundaki
başarısızlığı ortadayken, tek
dileğimiz, bu Hükûmet iş başındayken
uluslararası yeni bir krizin ortaya
çıkmamasıdır. Dünya Bankası ve Avrupa
Birliği fonlarının gerektirdiği hizmet
yatırımlarını kendi hizmet
anlayışının bir gereği olarak sunmaktan
çekinmeyen Hükûmet, bu sayede geçiş sürecini
sancısız atlatmayı hedeflemiştir. Ancak hepimiz
biliyoruz ki, ağzında bal olanın kuyruğunda
iğnesi vardır. Yarın öbür gün, gittiği her
hastaneden ve eczaneden kendisinden katkı payı adı
altında para istenecek olan vatandaşlar maalesef ki bunu
daha iyi anlayacaklar.
Değerli
milletvekilleri, toplumu bir arada tutan unsurlardan belki de en
önemlisi adalet duygusudur. Bu duygunun zayıflaması, o
toplumun çözülmeye başlaması, çürümeye
başlaması, yozlaşmaya başlaması demektir.
Koskoca Osmanlı İmparatorluğu bile adalet
duygusunun zayıflamasıyla çöküşe geçmiştir.
Neredeyse her
gün en az bir medya organında Bu nasıl adalet? diye
başlayan haberler ile karşılaşmayı
olağan saydığımız bir ülkede adalet
mekanizması veya duygusunu sorgulamanın zamanı
aslında çoktan geçmiştir. Gelir
dağılımında adaletsizlik, eğitimde
adaletsizlik, iş yaşamında adaletsizlik, cinsler
arası adaletsizlik, bölgeler arası adaletsizlik, vergide
adaletsizlik, adliyelerde adaletsizlik, vesaire vesaire.
Adalet bir
bütündür aslında. Yurttaşlar, günlük
yaşamının her alanında ve her anında adil bir
uygulamaya tabi tutulmak isterler. Adalet parayla
satılmasın, parayla ölçülmesin, parayla
alınmasın isterler. Sırf insan olmaktan kaynaklı
olarak adil bir yaşam ve adil bir muamele isterler.
Vatandaşlarımızın bu haklı isteklerini
karşılamak da öncelikli olarak hükûmetlerin görevidir.
Hükûmetler, yaptıkları bütçeyle adalete olan yaklaşımlarını
ortaya koyarlar. Çünkü adalet terazisini en fazla sarsan şey,
gelir dağılımındaki adaletsizliklerdir.
Yoksulun sırtından, emekçinin vergilerinden oluşturulmuş
bir bütçeyle dağıtım yapılırken, en az
gözetilen de yoksul halk ise, işte adaletsizlik oradan
başlar bir defa.
Kaçırdıkları
vergiler ile servet sahibi olanlar, bu yüzsüzler dokunulmazlık
sahibiyken, vergisini ödeyemediği için haciz ile
karşılaşan esnafa sormak lazım Adaletten ne
anlıyorsunuz? diye. 3.500 kişilik okullarda, 60
kişilik sınıflarda eğitim yapmaya
çalışan öğretmenlere, öğrencilere sormak lazım.
YAŞ kararlarıyla ordudan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu kararıyla meslekten ihraç edilen hâkimlere,
savcılara sormak lazım. Cezaevlerinde, karakollarda,
sokaklarda işkence görenlere, baş örtüsü yüzünden kendi
ülkesinde mülteci konumuna düşenlere, konuştuğu
dili resmî olmayan bir anneden doğduğu için horlananlara
sormak lazım. Bir yandan mahkemelerde azarlananlara diğer
yandan adliyelere kırmızı halı üstünde girenlere
sormak lazım Adalet nedir?
diye.
Bu ülkede, hiç
kullanmadıkları için vicdanı tertemiz olan
yöneticilerimiz var oldukça, adaleti sağlamak da tatlı
bir hayal olarak kalmaya devam edecektir. Yoksa, siyasal erkin
ağır baskısı altında çalışmaya
zorlanan hâkimler, Adalet Bakanının memuru olmaktan
kurtulma çabası içerisinde olan savcılar tek
başına sağlayamazlar bu adaleti.
Değerli
arkadaşlar, 99 Helsinki zirvesi sonrasında hızla
ilerlemeye başlayan Avrupa Birliği ilişkilerimiz,
artık, iyiden iyiye sulandırılmaya başlandı.
Tam üyelik sözüyle müzakerelere başlayan ülkemiz, neredeyse
her yıl değişen bir statüyle karşılaşmakta,
Hükûmetin ciddiyetten uzak reform anlayışı ve
uygulamaları nedeniyle ipler iyiden iyiye karşı
tarafın eline geçmektedir. Kızgınlık anında
da olsa Kopenhag Kriterlerini Ankara kriterlerine çevirip yolumuza
devam ederiz. diyen Sayın Başbakanın blöfü
anlaşılmış olacak ki adamlar artık, neredeyse
aday olduğumuzu bile inkâr edecekler.
Avrupa
Birliği politikalarında bu kadar zaaf içinde
olmamızın temel nedeni, reformları Avrupa
Birliğinin ilerleme raporları ve baskısı
doğrultusunda gerçekleştiriyor olmamızdır. Bu
reform anlayışını ev ödevi
algılamasıyla yapmaya devam ettikçe Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizde her zaman zayıf taraf
olarak kalmaya maalesef ki mahkûm olacağız.
Avrupa
Birliği ülkeleri istemese bizim halkımızın
insan haklarına ve demokrasiye ihtiyacı yokmuş gibi
sadece gözünü oraya diken bir reform anlayışı, zaten
baştan problemli bir yaklaşımdır.
Uluslararası ilişkilerde bizi güçlü kılacak en
önemli şey, iç sorunlarımızı kendi içimizde çözme
iradesi sahibi olmamızdır. İç sorunlarımız
için genelde Dış mihrakların -ki bu mihrakın en
belalısı Avrupa Birliğidir- yarayı
kaşıması
gibi bir cümleyle başlanır. Bunda
kısmen haklılık payı da vardır ancak asıl
hata da buradan sonra başlar. Dış mihrakların
kaşımasına itiraz ederiz ama biz de kendi içimizde
kendi yaralarımızın varlığını bile
kabul etmeyiz. Bize kalsa ülkemizde ne insan hakları sorunu
ne de demokrasi sorunu vardır. Belki de asıl yaramız
budur, yani sorunları görmezlikten gelme
hastalığı. Biz bu hastalıkları inkâr ettikçe,
yaramız kan kaybetmeye, birileri bunu kaşımaya,
birileri de bunun üzerinden kazanç elde etmeye maalesef devam
edecektir, bize düşen sadece acı kısmı
olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, Hükûmetin en çok tartışma yaratan
uygulamalarından biri de kadrolaşma faaliyetidir.
BAŞKAN
Sayın Demirtaş, birkaç saniyenizi rica edeyim.
Saygıdeğer
arkadaşlarım, Danışma Kurulunun
aldığı karar gereğince 13.00te çalışma süremiz
doluyor. Ben sizden şu onayı almak istiyorum: Demokratik
Toplum Partisi Grubunun konuşmaları tamamlanıncaya
kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Buyurun.
SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Devamla) Göreve gelmiş bir Hükûmetin
kendisiyle uyumlu bürokratlarla çalışma isteği gibi
doğal bir istek elbette ki eleştirilmemelidir. Ancak, en
alt seviyedeki memura ulaşıncaya dek kadrolaşma
politikaları, hem AKP açısından hem de ülkenin
selameti açısından ciddi bir tehlikedir. Şu
unutulmamalıdır: Bugün kadrolaşma konusunda
açtığınız yollarda yarın sizin dışınızdaki partiler
de yürüyecektir.
Yine, kamusal
hizmeti alma konusunda devletle muhatap olan vatandaşlar,
karşılarında her seferinde AKPnin
kadrolarını görmeye devam ederlerse, korkumuz odur ki,
devlet vatandaş ilişkileri zedelenecektir. Bu nedenle,
üniversiteler başta olmak üzere, adliyeler, okullar ve
diğer kamu alanlarında hızla kadrolaşan AKPnin
bu politikasını gözden geçirmesi, yokuş
aşağı, freni boşalmış bu kamyonun er geç
duvara toslayacağını görmesi gerekir.
Değerli
arkadaşlar, toplumla devlet arasında gerçek bir
sözleşme yapmak adına başlanılan sivil anayasa
çalışmalarını elbette ki destekliyoruz. Ancak,
daha başından itibaren bu çalışmanın
usulünün toplumda haklı kaygılar yarattığı
da görülmelidir. Toplumun önce kendi içinde tartışarak,
örgütlü örgütsüz bütün mekanizmalarında, sivil toplum
örgütlerinde bunu tartışarak ihtiyaçlarını
ortaya çıkardıktan sonra bir taslak hazırlanması
ile önce bir taslak hazırlanıp Buyurun, bu
taslağımızı tartışın. demek
arasında, en azından psikolojik düzeyde bir fark
vardır. Kendini hiçe sayan, kendini hiçleştiren bir toplum
veya bu şekilde algılamaya tabi tutulmuş bir
toplumun, elbette ki başından itibaren tepki göstermesi
de doğal karşılanmalıdır.
Değerli
arkadaşlar, devleti yeniden ve çağdaş ölçülerle
tanımlamayan, ülkenin gerçeklerini dikkate almayan,
vatandaşlarını yeryüzünde yaşayan en özgür
insanlar kılma konusunda iddiası olmayan bir anayasa
yeni olamaz, yenilikçi hiç olamaz.
Değerli
arkadaşlar, izninizle, son sözlerimi Genel Kurul
çalışmalarıyla ilgili şikâyetçi
olduğumuz, eleştirdiğimiz bir hususu belirterek
bitirmek istiyorum. Bildiğiniz üzere, Genel Kurul çalışmaları
TRT3ten de canlı yayınlanmakta ve halkımızın
önemli bir kısmı buradaki çalışmaları,
faaliyetleri yakından takip etmektedir. Ancak, bazen
öylesine söylem, tarz ve tavırlarla karşılaşmaktayız
ki burada biz, ekranları başında halkımız
gerçekten de şok olmakta çoğu zaman. Birbirine küfür
atıp bağıran vekillerin, kavga eden vekillerin,
bağırıp çağıran vekillerin görüntüsü bu
Meclisin saygınlığına yakışmayacak
derecede kaba davranışlardır. Kürsüde konuşan
arkadaşlarımız, hangi gruptan olursa olsun,
gereğinden fazla bağırarak konuşuyorsa bile bu,
Genel Kurula yönelik bir şiddettir. Konuşma yapan
milletvekillerine yönelik tahrik eden, tezyif eden sataşmalar
şiddettir. Küfürlü konuşmalar, hakaret içeren
konuşmalar şiddettir. Toplumu şiddetten
arındırmak gibi bir göreve de sahip olan bu Meclisin zaman
zaman şiddetin bir odağı hâline gelmesini üzüntüyle
karşılamaktayız.
Özellikle,
muhalefetin yaptığı eleştirilerden faydalanmak
yerine, onu küçümseyen veya hafife alan yaklaşımlar,
katkı sunucu tavırlar değildir. Bernard Shawın
dediği gibi Akıllı adam aklını
kullanır, daha akıllı adam başkalarının
da aklını kullanır. Her birimiz bir diğerinin
aklına ve önerilerine ihtiyaç duymalı ve bunu büyük bir
olgunluk içerisinde yapmalıdır diye düşünüyoruz. Bu
çerçevede, bütçe görüşmeleri sırasında olgun ve
yapıcı tavırlarıyla, kucaklayıcı
üslubuyla örnek olarak gördüğüm bir tutum sergileyen
Değerli Hocamız ve Sayın Bakanımız Nazım
Ekrene, bu örnek tutumu nedeniyle özellikle teşekkür etmek
istedim.
Bu vesileyle,
Kurban Bayramınızı, yeni yılınızı
en içten dileklerimle kutluyor, 2008 yılı bütçesinin
ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını temenni
ediyor, saygılarımı sunuyorum. (DTP ve AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Demirtaş.
Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak.
Sayın
Kışanak, buyurun. (DTP sıralarından
alkışlar)
DTP GRUBU ADINA
GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 yılı merkezî hükûmet
bütçesinin geneline ilişkin DTP Grubunun görüşlerini
dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Yaklaşık
bir aydır, Komisyonda başlayan ve Genel Kurulda devam eden
bütçe görüşmelerinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu bir
aylık süre zarfında, burada çok önemli tartışmalar
yaşandı, önemli tespitlerde bulunuldu. Bizler de, DTP
milletvekilleri olarak, her bakanlık bütçesi
görüşülürken bu konudaki görüşlerimizi,
önerilerimizi, eleştirilerimizi ifade ettik. Umuyor ve
diliyoruz ki, Hükûmet, Meclisin iradesini dikkate alır,
muhalefetin yapıcı eleştirilerini önemser ve ülke
yönetimine bu eleştirileri bir katkı olarak görür.
Ben,
konuşmama geçmeden önce iki noktaya vurgu yapmak istiyorum.
Biz burada bütçeyle ilgili görüşlerimizi dile getirirken
iki ana rota üzerinden yapıyoruz eleştirilerimizi ve
değerlendirmelerimizi ve Hükûmet bunların ikisinden de
rahatsızlık duyuyor.
Bunlardan
birisi, sadece rakamlara bakmak değil, bir de hayatın
gerçeğine bakmaktır. Bundan rahatsız olunmaması
gerekiyor. Çünkü, biz performansa dayalı bir bütçeleme
sistemindeyiz. Bu performansa dayalı bütçeleme sisteminde
Ben şunu yaptım bunu yaptım, şu kadar aldım bu
kadar verdim, onu oraya koydum bunu buraya koydum. dersiniz, ama bir de döner
adama derler ki: Ee, ne oldu, hayatta ne değişti? Yani, performansınız
ne? Yani, siz kaynakları etkin ve verimli kullandınız
mı? Yani, insanların yaşam kalitesinde bir şey
değiştirebildiniz mi? İşte, onun için, biz esas bu
gerçek sonuca bakıyoruz. Buna bakmak bence en doğru yöntemdir,
herkesin de bu yöntemi denemesi gerektiğini
düşünüyoruz.
İkincisi:
Rakamlara ilişkin eleştirilerimiz de burada
anlaşılmıyor ve rakamlarla ilgili, yok, bilgi
eksikliği var, şu bu gibi yaklaşımlar oluyor.
Rakamlarla
ilgili de sizlere bir anekdot anlatmak istiyorum. Ben, ilk
istatistik dersi aldığımda, ilk derste hocamız
geldi, dedi ki: Korelasyon şöyle hesaplanır, formülü
budur ve İstanbulda Boğaz Köprüsünden geçen araçların
sayısı budur, İstanbulda tüketilen yumurta
sayısı da budur. Bunun korelasyonunu bulun. Biz hepimiz
kâğıda kaleme sarıldık, öyle bir korelasyon
çıkardık ki, hepimiz sıfır aldık. O gün hocamız
bize şunu öğretti, dedi ki: Eğer istatistiklere,
eğer rakamlara Siz neyi neyle kıyaslıyorsunuz?
Onların arkasındaki gerçekler nedir? Bu kıyaslama
doğru mudur? sorularını sormadan bakarsanız
rakamlar sizi yanıltır. İşte, onun için, ben
burada bütün milletvekili arkadaşlarıma öneriyorum:
Eğer rakamların bizi yanıltmasını
istemiyorsak, bu rakamlar nasıl hesaplanıyor, bu
rakamların arkasındaki gerçek ne, bu rakamlar hesaplanırken
uygulanan formüller hayatın gerçeğine uyuyor mu diye
sorgulasınlar. Bunu sorgulamadan gerçeğe ulaşmak
gerçekten mümkün değil.
Hükûmetin 2007
yılı bütçe performansı, ortaya çıkan veriler,
sokakta yaşanan gerçekler, 2008 yılında da bu ülkede
yaşayan milyonlarca yoksul insanın, emekçilerin,
işçilerin, memurların yaşam
koşullarının bugünden daha iyi olacağına
dair hiçbir ipucu vermemektedir. Bu yıl bütçe açığı
geçtiğimiz yıla oranla ciddi bir biçimde yükselmiş,
açığın gayrisafi millî hasılaya oranı 3,5 kat
artmıştır. Görünen odur ki, bu yıl gerçekleşen
kırılma önümüzdeki yılın bütçesinde de kendini
ciddi bir biçimde gösterecektir. Açıkça söylemek gerekirse,
Türkiye, bütçe performansında 2002 yılı öncesindeki
tablolara dönmeye başlamıştır.
Hükûmetin 2007
yılında sergilemiş olduğu performansı,
büyüme, enflasyon, işsizlik gibi rakamları göz önüne
alarak uzun uzadıya değerlendirmeyeceğim. Çünkü,
bunu yapmak TÜİKin maharetli ellerinde
hazırlanmış mucizevi rakamlar nedeniyle madalyonun
arka yüzünde olup biteni gözlerden kaçırmaya neden olacaktır.
Madalyonun
arka yüzünde Türkiyenin hak etmediği yokluk ve yoksulluk
tablosu var. Bizi asıl ilgilendiren de bu tablodur.
Açıkladığınız bu büyüme
rakamlarını, işsizlik ve enflasyon oranlarını
gidin Pollyannaya gösterin, o bile size inanmayacaktır.
Hükûmet, Türkiyede yaşayan milyonlarca dar gelirli
yurttaştan Pollyanna kadar iyimser olmasını
beklemektedir. Altı aydır iş mi bulamıyorsunuz,
olsun, siz idare edin, nasıl olsa işsizlik tek haneli rakama
indi. Dün 3 liraya aldığınızı ertesi gün 5
liraya alamıyor musunuz, olsun, 2 lira daha fazla verin, ne
olacak ki, enflasyon tek haneli rakama indi. Ay sonunda elinize
geçen maaş ile karnınızı zor mu doyuruyorsunuz,
borçtan önünüzü göremez hâle mi geldiniz? İyi, ama bakın, 22
çeyrektir kesintisiz büyüyoruz. Siz de dişinizi biraz
sıkın. İşte, Hükûmetin önümüze koyduğu
bütçe tablosu, aslında, böyle şaka gibi bir şey. Ancak,
Hükûmetin gururla önümüze serdiği pembe tabloların
sokaktaki gerçek karşısında hiçbir kıymeti
harbiyesi kalmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin işbaşına geldiği
günden bu yana sadık bir biçimde uyguladığı IMF
patentli ekonomi politikaları sonucu, bugün makroekonomik
dengelerde de tehlike sınırına
yaklaşılmıştır. Örneğin, bugün cari
açığın ulaştığı ürkütücü boyut,
artık, hemen hemen her kesim tarafından dile
getirilmekte, hatta Hükûmet de bunu kabul etmektedir. Hatta
işi şakaya vurup ABDnin cari açığı bizden
fazla, ne var bunda? deme cesareti bile gösterilmektedir.
Refah düzeyi
göstergeleri de alarm vermek üzeredir. İstihdam yaratmayan,
adil bir gelir dağılımı sağlamayan,
halkın alım gücüne katkıda bulunmayan büyüme,
Türkiyeyi dünya ekonomileri içerisinde 17nci sıraya getirmiştir,
ancak insani gelişmişlik endeksinde 84üncü sırada
olmaktan kurtaramamıştır.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin önümüze koyduğu 2008 bütçesi,
geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu yılda da temel
olarak faiz dışı fazla hedefini tutturmayı dert
edinen, bu yolda en zaruri kamu harcamalarını dahi
kısmayı göze alan bir anlayışla
hazırlanmıştır. Hükûmet, IMFnin borç
faizlerini ödeme emrini, bu ülkede yaşayan milyonlarca
insanın sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim
harcamalarından öncelikli saymaktadır. AKP Hükûmeti
döneminde özlük hakları budanan, sosyal güvenceleri
ellerinden alınan, mezarda emekliliğe mahkûm edilmek
istenen kamu çalışanları, bütçenin sıkılan
kemerinin en son halkasında yer almaktadır.
Hükûmetin
gözü, sürekli kamu çalışanının cebindedir.
Oysa, örneğin üye olmaya
çalıştığımız AB ülkelerinde bütçeden
kamu çalışanlarına ayrılan payın gayrisafi
millî hasılaya oranı yüzde 10,67 iken, Türkiyede bu oran
yüzde 6,55tir. Bu yılki bütçede personel giderlerinin
gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 6,79 olarak
belirlendiği de görülüyor. Bu rakam da kamu
çalışanlarının durumunda bir iyileşme
olmayacağını gösteriyor.
Kamu
emekçilerinin budanan grev ve toplu sözleşme hakları
sayesinde bu sefaletin sürdürülebileceğini
düşünüyorsa Hükûmet yanılıyor. Yoksulluk
sınırının da altında kalan kamu
emekçilerinin de artık sabrı taşmak üzeredir. Bu
gerçeği görmeyen Hükûmetin, ilgili tüm kurum ve kuruluşların
karşı çıkmasına rağmen, sosyal güvenlik
haklarını kısıtlayan 5510 sayılı
Yasada diretmesi de akıl kârı bir yaklaşım
değildir. Biz de Hükûmete bir kez daha sesleniyoruz: Sosyal
güvenlik kurumları, sosyal ve ekonomik destekler bir toplumun
alyuvarlarıdır. Bu dengelerle daha fazla
oynarsanız, sonunda toplumu ölümcül risklerle yüz yüze
bırakırsınız. Toplumu savunmasız bırakma
yaklaşımından lütfen vazgeçin.
Ülke
ekonomisinde önemli bir ağırlığı olan
tarım sektörü de AKP Hükûmeti döneminde ciddi sorunlar
yaşamıştır. TÜİK tarafından 2007nin ilk
dokuz ayına ilişkin açıklanan rakamlara göre,
tarım bu yıl yüzde 5,6 oranında küçülmüştür.
Şüphesiz, bu küçülmede kuraklığın payı göz
ardı edilemez. Ancak diğer yandan AKPnin
işbaşına geldiği dönemden bu yana tarım
sektöründe yaşanan genel daralmanın, kuraklıkla bir
ilgisinin olmadığı gerçeği de görülmelidir.
2003
yılında geçimini tarımla sağlayan yüzde 33lük
nüfusun gayrisafi millî hasıla içindeki payı yüzde 12,7
iken, bu oran seneler seneler içerisinde düzenli bir biçimde
gerileyerek 2006 yılı sonunda yüzde 9,5 seviyesine
düşmüştür. Aynı süreçte rantiye ise gelirini yüzde 56
yükseltmiştir. AKPnin uyguladığı Dünya
Bankası patentli tarımda dönüşüm
politikalarının acı sonuçları birer birer ortaya
çıkmaktadır.
2001 krizini
izleyen beş yılda ekonominin genelinde ortalama
yıllık büyüme yüzde 7,5i bulurken, tarımdaki büyüme
yüzde 3,1de kalmıştır. Kota uygulaması sonucu
2002-2006 döneminde tütün ve şeker pancarı üretiminde
önemli düşüşler yaşanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bütçe, kaynakların kullanılması,
gelir dağılımında adaletin sağlanması,
ekonomik kalkınmanın koşullarının
oluşturulması için kullanılabilecek en önemli
araçtır. Bu nedenle, 2008 yılı merkezî yönetim
bütçesini ülkemizde yaşanan eşitsizlikler
açısından da ele alıp, bu bütçenin bu
eşitsizlikleri azaltmaya mı yoksa daha da
derinleştirmeye mi hizmet ettiğini de
değerlendirmek istiyoruz.
Günümüzde
üzerinde politika üretilen üç temel eşitsizlik vardır.
Birincisi, cinsler arası eşitsizlik; ikincisi, sosyal
gruplar arasındaki eşitsizlik; üçüncüsü de bölgeler arasındaki
eşitsizliktir. Bu bütçe, her üç eşitsizlik konusunda da
adaleti sağlamayı esas alan bir yaklaşımla
hazırlanmamıştır. Bu bütçe
hazırlanırken kadınlar, emekçiler ve Kürtler göz
ardı edilmiştir.
Kadın-erkek
eşitliği konusunda Türkiyenin içinde bulunduğu
durum pek iç açıcı değildir. Kadına yönelik
şiddet bir toplumsal sorun hâline gelmiştir. Bugün
ülkemizde her 4 kadından 1i şiddete maruz
kalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen
yurttaşlarımızın yüzde 75i kadındır.
Parlamentodaki temsiliyetimizi ise zar zor yüzde 10lara
çıkarabildik. Dünya genelinde kadın istihdamı
artarken, Türkiyede kadın istihdamı giderek
düşmektedir. Şu anda Türkiyede her 4 kadından
yalnızca 1i çalışıyor,
çalışanların da sadece dörtte 1i kadındır.
Türkiyenin de
imzaladığı Birleşmiş Milletler Kadına
Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi, kadın-erkek eşitliğinin hayata
geçirilmesi konusunda devletlere fiilî sorumluluklar
yüklemiştir, ama AKP Hükûmeti bu sorumluluğunu yerine
getirme çabası içerisine girmemiştir.
Şimdi,
buradan önerilerimizi sıralamak ve yapıcı
katkılarda bulunmak istiyoruz. Anayasa ve Siyasi Partiler
Yasası değiştirilerek, kadın kotası yasal
bir zorunluluk hâline getirilmelidir ve kota, sadece siyasi
alanda sınırlı tutulmamalı, bütün temsiliyet ve
karar mekanizmalarına uygulanmalıdır.
Cinsiyet
eşitliği politikalarının etkin bir biçimde
hayata geçirilebilmesi için kadın konusu sosyal hizmet
kapsamından çıkartılmalı, bu nedenle de
eşitlik bakanlığı kurulmalıdır.
Kadınlar, korunmaya muhtaç bireyler değildir, bu toplumun
yarısını oluştururlar. Bu toplumda
yaratılan bütün değerlerde emekleri vardır ve bu
toplumun değerlerini eşit paylaşma hakkına
sahiptirler. Mecliste, kadın-erkek eşitliğini hayata
geçirmek üzere bir eşitlik daimî komisyonu acilen
kurulmalı ve kadının statüsünü geliştirmeye
yönelik çalışmalar stratejik düzeyde ele
alınmalıdır. Merkezde oluşturulan izleme
kurulları, yeterli denetlemeyi yapmakta, yeterli sonucu
alamamaktadır. Bu nedenle, illerde, kadına yönelik
şiddeti izleme ve önleme komiteleri kurulmalı,
kadın konusunda çalışma yürüten sivil toplum
örgütlerinin bu komitede temsiliyeti
sağlanmalıdır. Cinsiyet eşitliğini
sağlamada en önemli araçlardan birisi de cinsiyet
eşitliğine duyarlı bütçe uygulamasıdır. Bu
sene 2008 bütçesi geçti, artık, umuyoruz ki 2009 yılı
bütçesi hazırlanırken her bakanlık ve bağlı
kuruluş, cinsiyet eşitliği politikasına
yönelik hedeflerini belirlemeli ve buna göre bütçesini
oluşturmalıdır.
Kadın
istihdamının azalması ciddi bir sorun olarak ele
alınmalı ve kadın istihdamını
geliştirici özel politikalar izlenmelidir. Dokuzuncu
Kalkınma Planı hazırlanırken dışlanan
toplumda kadın katılımı özel ihtisas komisyonu,
bundan sonraki kalkınma planları hazırlanırken
mutlak surette, bütçe hazırlık sürecine
katılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin sunduğu bütçede, sosyal gruplar
arasındaki eşitsizlikleri azaltmaya dönük önlemleri de
görmek pek mümkün değildir. Oysa, Sayın Başbakan, 9
Haziran 2003 tarihinde düzenlenen Yoksulluğun
Azaltılması konulu bir konferansta yaptığı
konuşmada, sanırım, iktidara da yeni gelmiş
olmanın verdiği bir rahatlıkla olsa gerek, bakın
neler söylüyor: Yoksullukla mücadelede ilk akla gelen hibe
şeklindeki geleneksel yardım anlayışından
ziyade, sorunun kaynağına yönelmeliyiz.
İnsanları üretim sürecine katan, onları iş ve
meslek sahibi kılmayı amaçlayan, yeni ve çağdaş
modellere yönelmeliyiz. Yoksullukla mücadele de, bölgeler
arası adaletsizlikle mücadele de, vicdan sahibi herkesin
katkısı olması gereken konulardır. Sayın
Başbakan, hâlâ, Başbakanlık sitesinde de yer alan bu
konuşmasında, millî gelirden kişi başına
1.500 doların altında pay alan illeri vergiden muaf
tutmaktan, SSK primlerini asgariye indirmekten ve ücretsiz arazi
dağıtmaktan bahsediyor ve rakamlarla, gelir
dağılımındaki adaletsizlikten örnekler vererek
bu tablonun değiştirileceğini söylüyor. Şimdi
sene 2007, aradan beş yıl geçti, hem de AK Partinin 365 milletvekiliyle
iktidarda olduğu bir beş yıl. Peki, verilen bu
sözlerden hangisi yerine getirildi? Yoksullukla mücadelede
geleneksel yardım politikaları yerine istihdam yaratan
politikalara yönelmekten bahsedilemeyeceği gibi, devlet
kaynaklarından yapılan sosyal yardımlar da halka AKP
Hükûmetinin bir lütfuymuş gibi sunuluyor.
TÜİKin
2006 yılı sonunda açıkladığı verilere
göre, Türkiye genelinde, 623 bin kişi açlık
sınırında, 14 milyon 681 bin kişi de yoksulluk
sınırında yaşıyor; yani, ülke nüfusunun
yüzde 39u yoksulluk sınırının altında,
insanca yaşam olanaklarından yoksun; yani, sokakta
gördüğümüz her 3 kişiden 1inin insanca yaşama
imkânı yok. Üstelik, TÜİKin bu istatistikleri üretirken
baz aldığı rakamların gerçeklerle de hiçbir
alakası yok. Şöyle ki: TÜİKe göre, eğer, 4 kişilik
bir ailenin 190 YTLsi varsa bu aile açlık sınırının
altında sayılmıyor, gelirinin 190 YTLden az
olması bekleniyor. Yine, eğer, 4 kişilik bir ailenin
487 YTLlik geliri varsa bu aile de yoksul sayılmıyor.
Bu rakamlara
göre, yoksullukla ilgili tablonun ne kadar kötü olduğu
ortada. Bu tablo karşısında Hükûmet ne yapıyor?
Ekonominin yabancı sermayeyle büyümesini, büyümenin
istihdam yaratmasını, istihdamın da yoksulluk
sorununu çözmesini bekliyor. Bir de ne yapıyor, devletin
kaynaklarından dağıttığı sosyal
yardımları oya çevirmeye çalışıyor. Avrupa
Sosyal Şartının 30uncu maddesinde: Herkes
yoksulluğa ve toplumsal dışlanmaya karşı
korunma hakkına sahiptir. deniliyor.
Çağdaş
toplumlarda vatandaşın insanca yaşama hakkı,
devletin de bunu sağlama görevi vardır. Bizde ise
vatandaş muhtaçtır, devlet de inayet eden, yardım yapan,
hayır yapan bir kurumdur. Yoksul yurttaşlar, eğitim,
sağlık, gıda, yakacak yardımı alabilmek için
yardım veren kuruluşların kapısında
dolanmaktan bıkmıştır artık. Bu onur
kırıcı duruma artık bir son vermek gerekiyor.
Artık, sosyal yardımlar, siyasi istismar konusu olmaktan
çıkartılmalı ve yoksullara vatandaşlık
geliri bağlanmalıdır. Bu, sosyal devlet olmanın
bir gereğidir.
Sayın
Başbakanın vadettiği gibi, gelir
dağılımındaki adaletsizliği giderme
konusunda da bir arpa boyu yol alınamamıştır.
Gerçi TÜİK, az da olsa gelir dağılımında
iyiye doğru gidildiğini iddia etmektedir. Ama, eğer
gelir dağılımında iyileşme varsa, bunun
diğer göstergelerle de tutarlılık arz etmesi
gerekmiyor mu? İstatistiğin en önemli kuralı
tutarlılıktır, ortaya çıkan rakamları,
ilgili diğer rakamlarla kıyaslamaktır.
İşsizlik
azalmazken, tarımda ciddi bir erozyon yaşanırken,
vergide dolaylı vergi yükü her geçen gün ağırlaştırılırken,
devlet yatırımcı olmaktan çıkıp istihdam
yaratmazken, bölgesel uçurumun her geçen gün derinleşmesine
seyirci kalınırken, imalat sanayisinde reel ücretler
düşerken, memur reel gelir artışından mahrum
bırakılırken gelir dağılımının
iyileştiğinden nasıl bahsedebiliriz?
Zaten
TÜİKin son gelir dağılımı
araştırmasına kargalar bile gülüyor. TÜİKe
göre aylık geliriniz eğer 2.700 YTL ise siz Türkiyenin en
varlıklı yüzde 20lik diliminde yer alıyorsunuz. Bu
rakam inandırıcı mı arkadaşlar?
Sendikaların yaptığı araştırmalar var.
Onların yaptığı hesaplamalarda, 4 kişilik
bir ailenin yoksulluk sınırı 2.400 YTLye dayanmıştır.
NİHAT
ERGÜN (Kocaeli) O sendikacı!
GÜLTAN
KIŞANAK (Devamla) Sendikacı gerçekleri görerek,
işçilerin nasıl yaşadığını görerek
bu hesabı yapıyor. Kiranın ne kadar olduğunu,
ulaşımın ne kadar olduğunu, eğitim
masraflarının ne kadar olduğunu görerek bunu
hesaplıyor, onun için gerçek rakamlar ortaya çıkıyor.
2.700 YTL geliri olanı bu ülkenin en üst gelir diliminde saymak
hakkaniyet midir? Böyle bir hesaplama gerçeği
yansıtabilir mi? TÜİKin
bu sefil bulguları iktidara malzeme sağlamaya
çalışıyor, ancak, mızrak artık çuvala
sığmıyor.
Saygıdeğer
milletvekilleri, AKP Hükûmeti Sayın Başbakanın
2003te vadettiği gibi, bölgeler arası adaletsizlikle
mücadele konusunda da hiçbir çaba içerisine girmemiştir.
Geri bırakılmış illerin vergiden muaf
tutulması, SSK primlerinin asgariye indirilmesi, ücretsiz
toprak dağıtımı lafları çoktan
unutulmuştur.
Bölgeler
arası adaletsizlikte gelinen nokta o kadar vahimdir ki,
TÜİK bile artık, 2001 yılından bu yana millî
gelirin illere ve bölgelere dağılımını
açıklayamıyor. Türkiye, altı yıldan beri,
bölgeler arası adaletsizlik konusunda karanlıkta
bırakılıyor.
2006
yılında yapılan bir araştırmaya göre, hane
halkı geliri açısından en düşük gelir diliminin
yüzde 45inin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşadığı
ortaya çıkıyor. Bu bölgeyi yüzde 36,38le kuzey Anadolu,
yüzde 32,90la da orta Doğu Anadolu Bölgesi izliyor. Yani,
Türkiye genelindeki yoksulluğun yarıdan fazlası
bölgede yaşanıyor. Evet, adil bir bölüşümü
sağlamak, Sayın Başbakanın da dediği gibi,
gerçekten vicdan işidir.
Bölgede
yaşanan sorunlar karşısında geçen süreçte
vicdanlar harekete geçmese de, Kürt sorununda yaşanan
çözümsüzlük yeni arayışları gündeme
getirmiştir. Türkiyenin gelmiş geçmiş en büyük
projesi 32 milyar dolarlık GAP, bugün, yine, Türkiyenin
gelmiş geçmiş en büyük sorunu olan Kürt sorununa bir çözüm
reçetesi olarak yeniden ısıtılmaya, süslenmeye ve
bölge insanının önüne sunulmaya
çalışılıyor.
Dünyanın
sayılı kalkınma projelerinden biri olmasına
rağmen siyasetteki yöneticilerin yaklaşımı
yüzünden yıllardır bitirilemeyen, son yıllarda iyice
kaderine terk edilen GAP projesi, bölgeler arası
gelişmişlik farkı ayyuka çıktıktan sonra
yeniden hatırlanıyor. Zaten hep böyle olmuştur.
Siyasi atmosfer bölge halkını kazanmak yönünde
geliştikçe, iktidarlar GAPı hatırlamışlardır.
Bir süre sonra atmosfer dağılınca, yeniden GAPı
da unutmuşlardır.
GAP üzerinden
prim yapmak isteyen tam on dört hükûmet gelip geçti. Hepsi de bölge
halkına mesaj vermek için bu mucize projeye, GAPa sarıldılar
ama GAPın bugünkü tablosu pek iç açıcı değil. 1,4
milyon hektar arazi sulanmayı bekliyor. Sulama projelerinin
sadece yüzde 14ü hayata geçirilmiş. Uzmanlara göre 30 bin
hektar tarım arazisi ise aşırı sulama yüzünden
çoraklaşmış. Sayın Bakanımızın
rakamlarıyla GAPın toplam gerçekleşme oranı
yüzde 59dur, ancak sektörel farklılık mevcuttur.
Tarımda gerçekleşme oranı yüzde 26, enerjide yüzde
83,6dır. Yani proje hedeflerinin ancak yarısı
gerçekleştirilebilmiş, hem de bölgenin
kalkınmasından daha çok batıdaki sanayinin enerji
ihtiyacını karşılamaya yönelik baraj yapımındaki
oranlar bu ortalamayı yükseltmiştir.
Geçmişi ta
1930lu yıllara kadar uzanan ve 1980 yılında adı
konan GAPın, 1989 yılında yapılan master
planına göre 2005te bitirilmesi gerekiyordu. Şimdi,
GAPın tamamlanma tarihini 2012ye ertelediler. Şurada
sadece beş yıl kaldı. Otuz yılda yarısı
ancak gerçekleşmiş, beş yılda ne kadar
gerçekleşeceğini varın siz hesaplayın.
Harran
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Sayın Profesör
Doktor Mehmet Ali Çullu, GAPın en iyimser tahminle 2020den önce
bitirilmesinin zor olduğunu söylüyor. GAPın durumu bu
kadar perişan. Otuz yıldır anlatılan kalkınma
masalına rağmen bölge halkının durumu da
perişan.
Bir tarafta
mucize proje GAP, bir tarafta her geçen gün artan bölgeler arası
gelişmişlik farkı ve insani yaşam endeksinde en
son sıralarda yer alma gerçeği. Bu gerçeğe bakarak bir
kez daha söylüyoruz: GAP, kalkınma değil, kandırma
projesi olmuştur. Eğer GAP siyasi iktidarların elinde
kandırma projesi olarak oyuncağa dönüşmeseydi
bölgenin kalkınma düzeyi böyle mi olurdu? Sosyoekonomik
göstergeler bu kadar kötü mü olurdu?
Bu nedenle AKP
Hükûmetine hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz: Bu masal otuz
yıldan beri tekrarlanıyor. Artık tekrarlana
tekrarlana da inandırıcılığı
kalmamıştır. Gelin, siz bu inandırıcılığı
kalmayan projeye sarılmak yerine, bölgenin
ihtiyaçlarına gerçekten cevap verecek yeni projeler
hazırlayın.
Ayrıca,
bölgenin koşulları da, sorunları da çok
farklılaşmıştır. Doğal olarak çözüm
yaklaşımları da farklılaşmak
zorundadır. Gerçekten bölgenin kalkınması isteniyorsa,
yerel dinamiklerin de katkısı alınarak, yeni ve
kapsamlı bir bölgesel kalkınma programı
hazırlanmalıdır ve bu program demokratikleşme
adımlarını da kapsamalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kışanak, konuşmanızı
tamamlayınız.
GÜLTAN
KIŞANAK (Devamla) Teşekkür ederim.
GAP projesi de
özellikle sulama hedeflerinin gerçekleştirilmesine
kilitlenmeli ve gerçekten 2012 yılında bitirilecek
şekilde revize edilerek artık bitirilmelidir. Artık
GAP, Kürt sorunu konusunda köşeye sıkışan her
iktidarın sığındığı bir liman
olmaktan çıkarılmalıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluk kader
değildir, siyasal, toplumsal, kültürel, idari ve hukuki
sebepleri olan ve tarihsel olarak insan eliyle üretilmiş bir
olgudur. Ülkemizdeki bölgeler arası gelişmişlik
farkı da bir kader değildir. İktidarların
yürüttüğü politikalar sonucunda
yaratıldığı gibi yine iktidarların
izleyeceği politika ve yöntemlerle çözülebilecek bir
sorundur. Ekonomik, sosyal kalkınma ve yoksullukla mücadele,
toplumsal barışa, huzura, demokratikleşmeye ve
sivilleşmeye katkı sunacaktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kışanak, konuşmanızı lütfen
tamamlayınız.
GÜLTAN
KIŞANAK (Devamla) Ancak aynı şekilde
demokratikleşme ve toplumsal barış
politikaları da ekonomik ve sosyal kalkınma
politikalarını güçlendirecektir.
Ülkemizde
temel eşitsizlikler konusunda olumlu gelişmelerin
kaydedildiği, adaletin sağlandığı, refah
düzeyinin yükseldiği günlere ulaşmak dileğiyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kışanak.
Saygıdeğer
milletvekilleri, saat 14.15'te toplanmak üzere birleşime ara
veriyorum.
Kapanma
Saati : 13.36
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.20
BAŞKAN
: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa)
BAŞKAN -
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
39uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2008
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki konuşmalara devam
edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi, söz
sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesiciye aittir.
Sayın
Kesici, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
İLHAN KESİCİ (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına 2008 yılı bütçesi hakkında görüşlerimi
arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Yüce
heyetinizi CHP Grubu ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ben, dört konu hakkında görüşlerimi arz
edeceğim. Bunlarla ilgili tespitlerde bulunacağız,
daha sonra ikazlarda bulanacağız, daha sonra da çareler
göstermeye çalışacağım.
Değerli
milletvekilleri, eğer ekonomi çok iyi ise Türkiyede bundan
rahatsız olacak bir tane insan olmaz, biz de rahatsız
olmayız, hiç kimse rahatsız olmaz; herkes sevinir, biz de
seviniriz, iftihar ederiz; kimsenin bundan rahatsız
olmasını icap ettiren herhangi bir hâl de olmaz. Ancak,
durum öyle midir değil midir, ona bir bakmak lazımdır.
SONER AKSOY
(Kütahya) O zaman muhalefet olmaz!
İLHAN
KESİCİ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 2003-2007
yılları arasındaki büyüme hızı, her yıl
üst üste ortalama yüzde 6,7dir. Genel Kurulda bu rakam 7,3 olarak da
telaffuz edildi, 2007 hariç tutulmak üzere. Ama 2007
yılını da katarsanız, yani son beş
yılın ortalaması yüzde 6,7dir. Eğer 2008i de bu
trendle devam ettirirseniz yüzde 6,2 eder. Ama yüzde 6lık bir
büyüme, yüzde 6nın üstündeki bir büyüme fena bir büyüme
değildir, iyi büyüme sayılabilecek büyümelerden bir
tanesidir. Onu da ifade etmek lazımdır. Ancak bu büyümenin
şöyle bir defosu vardır: Bir, gittikçe trend olarak
düşmektedir. Yani 2004te 9,9dan her yıl üst üste
düşerek 9,9; 7,6; 6; 4,2
Giderek bir düşme seyri
göstermektedir
İkinci
dikkatimizi çekmesi icap eden nokta, 2007 yılının
çeyrekler itibarıyla büyümeleridir. 2007
yılının çeyrekleri de 6,8; 3,9; 2. Muhtemelen dördüncü
çeyrek daha da aşağıya doğru inmiş
olacaktır. Bunu toparlarsak, ortada bir büyüme vardır, ama
bu büyüme gittikçe aşağıya doğru inen bir
seyirdedir. Birinci tespit budur.
İkinci
tespit -daha sonraki bahislerde geleceğiz- bu büyüme hangi
bedelle elde edilmiştir? Yani normal bir bedelle elde
edildiyse makul bir şeydir, ama normalden öte başka
birtakım bedeller ödendiyse makuliyeti azalır.
Bir üçüncü
nokta, değerli milletvekilleri, bu büyüme rakamları ve
büyüme ortamı bir büyük krizin ertesinde meydana gelmiş
olan büyüme rakamlarıdır. 2001 krizi, cumhuriyet
tarihimizin ekonomik daralma anlamında en büyük daralmasıdır,
yüzde 10 civarındadır. İkinci Dünya
Savaşının ortalaması bile yüzde 5in
altında bir rakamdır. Ama 2001in önünde bir başka
hadise daha var, 1999 depremidir, büyük felakettir. Ayrıca bir
yüzde 6,5 civarında millî gelir daralması da orada
vardır. Bu ikisini toplayalım. Demek ki millî gelir iki
yıl içerisinde yüzde 16,5 daralmış, bu kadar vahim bir
resmin üstüne bu büyüme rakamları ortaya
çıkmıştır. Bu bakımdan bu büyüme
rakamlarını normal, iyi bir büyüme rakamı olarak
telakki etmek doğru bir şey olmaz.
Bir üçüncü
nokta, dünya da bizim gibi
Biz 1999la 2001 arasında bu krizleri
gördük, ama bütün dünya 1997den itibaren krizler
dünyasıydı. En önce Meksikada çıktı, ondan sonra
okyanusların öbür ucunda, Uzak Asya ülkelerinde
çıktı. Uzak Asyadan Rusyaya geldi, Rusyadan Brezilya,
Arjantine gitti tekrar, sonra tekrar Türkiyeye geldi.
Dünyanın da böyle bir kriz iklimi var idi. Bizim kriz de bu
iklimin içine düşmüştür. Dünya bu krizden çıktı.
Türkiye de bu krizden çıktı. Dünyanın büyüme
hızları, yeni elde ettiği büyüme hızları,
yani bir krizin ertesinde elde ettiği büyüme hızları
şunlardır:
Gelişmiş
ülkelerin ortalaması 5, orta gelirli ülkelerin büyüme
hızı ortalaması 5,6, bizim içinde bulunduğumuz
alt orta gelirli ülkelerin büyüme hızı 7,6, bizim gibi
büyük krizlere düşmüş olan ülkelerin, alt orta gelirli
ülkelerin Uzak Asya grubu 8,6. Şimdi, bir mukayese yaparsak
eğer, demek ki biz 6,5 civarında büyümüşüz, ama dünyada
içinde bulunduğumuz gelir grubu 7,6 büyümüş. Bizim gibi
krize maruz olmuş, ondan sonra büyüme elde etmiş olanlar
8,6 büyümüş.
Bunu şunun
için söylüyorum: Bizim 6,5luk büyümeyi küçümsemek, yok saymak için
filan değil, sadece bunların üstüne politika bina edecek
olanların, hükûmetlerin bu noktayı göz ardı
etmemeleri lazım geldiğine inanıyorum.
Bir başka
husus, yine bu göz ardı etmemekle ilgili değerli
milletvekilleri: Biz, bir de 1994 yılında bir ekonomik kriz
geçirdik. 1994te millî gelir yüzde 6 daraldı. İyi, ama
arkasından gelen dört yılda, yani 95, 96, 97, 98, bu dört
yılın ortalama büyüme hızı da 6,8dir. Şimdi,
bütün bunları toplarsak şu ortaya çıkar: Demek ki
krizin ertesinde, kriz dönemlerinin ertesinde ülkelerde, hem
dünyada hem bizde yüzde 6nın üstünde bir büyüme elde
edilebiliyor demektir. Bu bakımdan, bununla çok böbürlenmek,
bunu çok abartmak doğru bir şey, doğru bir
yaklaşım olmaz. Normal gibi bir yaklaşımdır.
Bunu normal gibi alırsak doğru yapmış oluruz diye
düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, benzer hâl kişi başına düşen
millî gelirle de ilgili bir hâldir. Kişi başına
düşen millî gelirle ilgili yine Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda 10 bin dolarlar, 9.600 dolarlar filan telaffuz
edilmiştir. Bu iş böyle olmaz. Yani Cari fiyatlarla
buradan buraya geldik, 2.600lü rakamlardan 9.600lü rakamlara
geldik
Bu iş böyle olmaz. Nasıl olur? Mesela, Devlet
Planlama Teşkilatının hepimize de gönderdiği
2008 ekonomik programı var. Bunun onuncu sayfası var. Onuncu
sayfada gayet düzgün bir tablo vardır. Bu, yıllar itibarıyla
mukayese yapılacağı zaman hem cari fiyatlarla verir
bunu hem de yıllar itibarıyla mukayese
yapılacağı zaman nasıl yapılması
lazımgeldiğini da ayrıca gösterir. Bunu söylemez,
dil ile söylemez, yazıyla söylemez ama tablo marifetiyle
söyler.
Şimdi,
buradan çıkan rakam şudur,
arkadaşlarımızın ellerinde olduğu
kanaatindeyim ben: 1998 dolar fiyatlarıyla
bakıldığında 2002nin sonundaki kişi başına
düşen millî gelir 3.090 dolardır. 1998 fiyatlarıyla
bakıldığında 2002nin sonundaki millî gelir
kişi başına 3.090 dolardır. 2007nin sonunda ki, 2007 yüzde 5 büyümeyle ilgiliydi
bu- bu 4,2ye indi. Ben orada ona göre bir hesaplama daha yaptım.
5 büyüme hesabına göre 3.790, benim o indirimli hesabıma
göre 3.740. Doğrusu da budur. Demek ki 3.090dan 3.740a beş
sene içerisinde çıkmış, iyi. Bölelim bunu beşe.
Buradan şu ortaya çıkar: 1998 fiyatlarıyla her yıl
kişi başına düşen millî gelir artışı
130 dolardır. Bunu da böyle tespit olarak görmek istiyorum ben.
Bununla da çok fazla övünmek doğru değildir. Bunun
yıllık ortalama büyüme hızına intikal edecek
bölümü de yüzde 4,7dir. Demek ki yüzde 4,7 kişi başına
millî gelir artmış olur. 6,5la da uyumlu 1,7-1,8lik nüfus
artışımızı dikkate alırsak.
Şimdi, bu
rakamları tespit olarak ifade etmiş olduk. Şimdi
bedellerine, yani bu büyümeleri hangi bedelle
karşıladığımıza bakmak istiyorum.
İkinci temel konumuz borç ve IMF meselesidir değerli
milletvekilleri. Bu borç işi çetrefil bir iştir.
Hesaplamasında, yorumlanmasında bazı kafa
karışıklıkları olur. O yüzden ben
sadeleştirerek yüce heyetinize ayrıca arz etmek
istiyorum.
2002nin
sonunda Türkiyenin bir iç borcu var. Bir rakam bu, 149. O zamanki
birimi katrilyon lira, şimdiki birimi milyar yeni Türk
lirası, 149. Bu 149un içerisinde, değerli milletvekilleri,
Türkiyenin gizli saklı ne kadar hesabı varsa
tamamının muhasebeleştirildiği bir
yıldır. Bunun önündeki iki yılda, mesela bu rakam
2000de 36 katrilyondu, 2002de 149 oldu. Bu, aradaki yılın
olağanüstü borçlandığını göstermez, sadece
2000e kadar çeşitli sebeplerden dolayı
muhasebeleştirilmemiş olan bazı
sıkıntılar 2001den itibaren muhasebeleştirilmeye
başlanmıştır. Mesela, kamu bankalarının
son on yıllık, on beş yıllık görev
zararları bunun içerisindedir. Olan
hırsızlıklar, yolsuzluklar, hortumlar, her ne varsa
tamamı bu rakamın içerisindedir. Halının
altına saklanmış olan ne kadar başka bilgiler
varsa, başka hâller varsa onların da tamamı 2001de
muhasebeleştirilmiş, bu rakamın içindedir. Yani
gizli saklı hiçbir şey kalmamıştır, en yüksek
hâlidir bu 149.
Değerli
milletvekilleri, bana göre, 2001 krizinin -birkaç tane parametresi
vardır elbette ama- en önemli parametrelerinden birisi veya
belki de birincisi, bu borç - faiz meselesidir. O yüzden, yeni bir
hükûmet ortaya geldiği zaman, Ey borç -içi, dışı-
mademki sen Türkiyeyi krizlerden krizlere sürüklüyorsun
İşte, eline ne geçirebilirse, balta, nacak, satır, ilk
vurması gereken, ilk belini kırması gereken rakam bu
149 rakamıdır. 148e indirirse iyidir, 147ye indirirse
iyidir, 140a indirirse iyidir.
Ne olmuş,
ona bakalım: Bu 149un karşılığı olan
rakam, bir hafta öncesi itibarıyla 268 olmuş. Yani onun da
birimi aynı. 149un karşılığı olan rakam
268 olmuş. Bana çok geldi. 149u dolara indirgersek- bundan sonra
söyleyeceklerimiz dolar cinsinden olduğu için, aynı baza
oturtmak münasebetiyle söylüyorum- 149u dolara indirirsek, -o
zamanki kur 1,594tür- kura böldüğümüz zaman ortaya
çıkacak olan rakam 89 milyar dolardır. İyi, 89 milyar
dolarlık -dolar eş değeri- Türkiyenin iç borcu var.
Şimdiki 268i bugünkü kura veya 2007nin ortalaması olan
kura -1,32ye- bölersek, oradan çıkacak olan rakam, değerli
milletvekilleri, 208dir. Çok yüksek bir rakamdır. Lütfen,
değerli milletvekillerinin inanmalarını istirham
ediyorum. Bu rakamlar hafife alınacak rakamlar değildir.
Kamu
sektörünün bir de dış borcu var. Merkez Bankası
yükümlülükleri dâhil olmak üzere söyleyeyim: 63müş
dış borcumuz, 73 olmuş; Merkez Bankası
yükümlülükleri 22 imiş, 16ya inmiş, ama kamu olarak, bütün
bir kamu dış borcu olarak bakarsak eğer, burada fazla bir
zayiat görünmüyor: 85miş, 89a çıkmış, olabilir,
gayet makul bir şey bu bölümü, ama ikisini birlikte mütalaa
edersek, yani kamu sektörünün iç ve dış borcunun dolar
cinsinden ifadesi şudur: 174; 2002nin sonunda. 297; 2007nin Ekim
ayında. Yani, beş senede 174ten 297ye
çıkılmış. Bunlar kamuyla ilgili hâl.
Ülkelerin
borçluluk göstergeleriyle ilgili hâl olduğunda, bunun
içerisine özel sektörün iç borcu girmez, dış borcu girer.
Yani, Bir ülke borçlu mudur, değil midir? diye bakıldığında
ülkenin kamusu ayrı bakılır, özeli ayrı
bakılır ama, Ülkenin borçluluk göstergesi nedir? diye
bakıldığında ikisi de girer. Özel sektörümüzün
2002nin sonundaki dış borcu 44 milyar dolar, şimdiki
dış borcu 139 milyar dolar. Demek ki, 44ten 140a doğru
çıkmış. Bu, ne özel sektörümüz için iyi bir hâldir ne
devletimizin bütünü için iyi bir hâldir. Hem özel sektörümüzün hem
devletimizi yönetenlerin çok ciddiyetle üstünde durmaları
icap eden bir rakamdır.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, ikisini birlikte bir daha
topluyorum ben: Kamunun iç borcunun dolar cinsinden ifadesi,
dış borcu, artı özelin dış borcu, 2002nin
sonunda 218 imiş -ki, bu 218 bizi belaya götüren rakamdır,
yani krize götüren rakamdır- şimdi geldiği nokta 436.
Enteresan bir şey oldu birdenbire, ben baktım, 218-436, tam
2,0 katı, yani tam yüzde 100 artmış bu rakam.
Bir ikinci
bölümü bu rakamın, bu 218 aynı zamanda şu demektir
değerli milletvekilleri: Hem Sayın
Başbakanımız hem diğer ilgili sayın
bakanlarımız, çeşitli münasebetlerle, bizler dâhil,
Türkiye'yi överken, özellikle dış camialarda överken Biz
dünyanın 17nci büyük ekonomisiyiz. filan diyoruz. Öyledir,
17nci büyük ekonomisidir, ama, bu 17nci büyük ekonomi hâline
getiren rakamın karşılığındaki ülkenin
borcu bu 218dir. Ülkenin borcu 218den 436ya çıktıktan
sonra, 17nci büyük ekonomi 16ncı olmuş değildir,
15inci olmuş değildir, 13üncü olmuş değildir.
Yani o 17nci büyük ekonomiyi meydana getiren rakam 2 katı artmış,
ama Türkiye hâlâ yine 17nci büyük ekonomi olarak
anılıyor, bunu da değerli milletvekillerinin
bilgilerine arz etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, ilaveten bu 436dan, ya ekleme yapacağız
veya 218den çıkarma yapmamız lazım bu hesabı tam
doğru dürüst yapabilmek için, o da özelleştirme
rakamlarıdır. Türkiye, en büyük iktisadi
kıymetlerini özelleştirmiştir. Olur, olabilir. 30
milyar dolar civarında bir özelleştirme yapılmıştır.
İyi. Bu 30 milyar dolarlık özelleştirmenin
kuruluşlarının ilgili borç hanesi bu 218in
içindedir. Ya 218den onu çıkarmak lazımdır doğru
mukayese yapabilmek için veya 436ya eklemek lazımdır. Ben
ikincisini tercih ettim, 436ya ekledim, çünkü gelir olarak geldi.
Demek ki, aslında, normal mukayeseyi yaparsak, ülkenin
borçluluk değeriyle ilgili, 218den 466ya çıkmış
demektir bu.
Şimdi,
bunu, illa da bir muhalefet sözcüsü mantığıyla filan
da söylüyor değilim, söylüyor da değiliz, ben de
söylemiyorum, benden önce konuşan değerli
konuşmacılar da öyle söylüyor değiller, ama, burada
Aman ha, lütfen dikkat edin! diye bir yüksek hassasiyet görüyorum
ben, ben de bu hassasiyet münasebetiyle söylüyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu borçla ilgili -bu ikazdır kamuya da özel
sektöre de- ailelerimiz de var, hane halkımız var,
ailelerimiz, evlerimiz. Evlerimizin de 2002nin sonunda bir borcu
var idi. Kredi kartları borcumuz vardı, taksitli
satışlar münasebetiyle bir borcumuz var idi. Bu borcun
rakamı 6,3 idi- lira- onun
dolar eş değeri 4 milyar dolar idi. İyi, az mı,
çok mu bilmiyorum. Ama, şimdi, 2007nin sonunda, bundan on-on
beş gün öncesi bilgiler itibarıyla, bu rakamın Türk
lirası cinsinden çıktığı değer 91, dolar
cinsinden değeri de 74tür. Yani, ailelerimiz, bizler de ayrıca,
bu kamuya, özel sektöre benzer bir şekilde, belki de daha da
ileri bir ölçüde, 4 milyar dolardan 74 milyar dolarlık bir borca
ulaşmışız.
Değerli
milletvekilleri, bunun tamamına, bir, dikkat etmek lazım;
iki, Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarımızın
ayrıca dikkat etmelerini istirham ediyorum ki, ortada bir
bolluk, bereket, ferahlık filan vardır ama, bu, işte bu
bolluk, bereket, vesaire hâli, bu borç münasebetiyle vardır.
Yoksa, bizim geleneksel olarak
tanımladığımız Halil İbrahim
bolluğu, Halil İbrahim bereketi değildir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, borç hiç mi olmaz? Faiz hiç mi olmaz? Elbette olur.
Hele, işte bu küreselleşen, globalleşen,
vesaireleşen filan dünyada bu işlere itiraz etmek
doğru da değildir. Bunun ölçüsü var, bir tane. Daha
doğrusu, bir tane laf ile, bir tane rakam ile ölçüsü var. Laf ile
olan ölçüsü şudur: Taşınabilir olmasıdır.
Borç taşınabilir olmalıdır. Yani, borcu
verenler, alacaklılar Öde kardeşim borcunu.
dediğinde, borç çuvalını sırtınıza
vurduğunuz zaman diziniz bükülmüyor ise, beliniz
kırılmıyor ise, bu borç taşınabilir borçtur. Laf
bölümü bu. İkinci bölümü şu, rakamsal ifadesi bu: Biz, bu
borcu niye alırız? Yurt içi tasarruflarımız daha
büyük kalkınma hızlarına ulaşmak için yetmez,
yetmeyebilir. O zaman, yurt dışı tasarruflara
müracaat ederiz, yani borç alırız. Şimdi, başka
usulleri filan da var. Peki, bizim derdimiz yüksek büyüme
hızı. O zaman, borçtaki ölçü şudur: Faiz nispeti,
sizin elde ettiğiniz, edeceğiniz büyüme oranından
küçük ise bu borç iyi bir borçtur, yiğidin kamçısı olur.
Ama faizlerin nispeti büyüme hızınızdan büyük ise, o
zaman devamlı zarar içerisindesinizdir. Bu borcu
almanıza herhangi bir ihtiyaç kalmaz.
İlaveten
bu tür borç ve faizlerin, değerli milletvekilleri, bir politik
bedeli olur. Yani size bunları veren insanlar, veren ülkeler,
veren şirketler, veren gruplar günü geldiğinde, hîni
hacette bir politik bedel ödetirler. Buna da o yüzden dikkat etmek
lazımdır. Bu hâliyle borç, yani taşınabilir
değil ise, sizin büyüme hızınızdan yüksek faiz
nispetleriyle alınmış olan bir borç ise bu, zillettir,
merdi namerde bir gün olur muhtaç eder. O yüzden hem ailelerimizin
hem özel sektörümüzün hem devletimizin dikkat etmesi lazım
geldiğine inanıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu bahsi IMF bahsiyle tamamlıyorum, yani
borç bahsini. O da şudur: IMF, ucuz kredi veren bir organizasyon
değildir. Bu amaçla kurulmuş değildir. Böyle bir amaç
fonksiyonu yoktur. Böyle bir görevi yoktur. Ya nedir? IMF bir fondur.
Bu fonun ortakları kimlerdir? Ülkelerdir. Biziz, Türkiye de
ortak. Biz her yıl bütün ülkeler gibi buna aidat öderiz.
Yılda şu kadar cebimizden alırız, hazinemizden,
bu kadar bir aidat öderiz. Niye yaparız biz bu işi? Hîni
hacette, dara düştüğümüz zaman, sıkıntıya
düştüğümüz zaman o paraları isteme hakkımız
olsun diye. Zaten IMFnin ülkelere açtığı kredi de
budur. Yani ülkelerin orada birikmiş olan
aidatlarıdır. Çok ciddi bir şey olursa onun üstünde bir
rakam da ortaya çıkabilir. Ama netice itibarıyla, IMF
demek bu demektir. Burada arkadaşlarımız yine bir
münasebetle ifade ettiler. Şimdi IMFye müracaat etmiş
olmak demek, bir IMF programını devam ettiriyor olmak
iki; bu şu demektir: Eskiden bizim köylerimizde,
ilçelerimizde, illerimizde bu kadar haberleşme imkânı
olmadığı için tellallar bağırırdı:
Ey ahali, duyduk duymadık demeyin ki, bugün, bu gece şu
oluyor. IMF programını devam ettiriyor olması demek
bir ülkenin, hâlâ bütün dünyaya Ey dünya, duyduk duymadık
demeyin, ben hâlâ ekonomik sıkıntı içerisindeyim.
demektir. (CHP sıralarından alkışlar) Bunun için
de bizim gibi, IMFye muhtaç hâle gelmiş olan ülkeler, Meksika,
Arjantin, Brezilya, Rusya vesaireler, onların tamamı,
birkaç yıl önce IMF ile olan hesaplarının
tamamını sıfırlamışlardır.
Yine,
arkadaşlarımız ifade ettiler burada, IMFnin bütün
dünyadan alacağı ne kadar şimdi? 5,8. Bu ne, birimi ne?
Özel çekme hakkı. Tamam, bu özel çekme hakkının dolar
cinsinden değeri 1,5tur. Bütün dünyadan alacağı rakam
5,8dir. 5,8; 6; 1,5, demek ki 9 milyar dolar civarında bir
alacağı var. Türkiye'nin IMFye borcu ne kadar? 8 milyar
dolar. Demek ki, dokuzda 8ini biz kullanıyoruz, yani IMFnin
işi kalmamış. Öyle Türkiye borucunu ödemiş olsa
belki de IMF neredeyse işsiz kalmış olacak. Bu
bakımdan IMF borcunu ve IMFdeki olan borcun
azalışını arkadaşlarımız
kıymetli bir vakıa olarak ifade etmezlerse daha doğru
olur diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bütün bunların
bedeli faiz olarak karışımıza çıkar. Faiz,
medeni ekonomilerin sevmediği, yani normalden fazla faiz
nispeti olduğu zaman, nefret ettiği bir hâldir. Bu çünkü
her ekonomiyi boğar eninde sonunda. Normalin
üstündekilerini söylüyorum.
Türkiye bir
faiz ödedi 2003-2007 arasında. Türkiye ondan önce de elbette
Şimdi, çeşitli münasebetlerle bunlar söyleniyor, Bizden
önce yok muydu faiz, bizden önce yok muydu borç vesaire? Elbette
vardı, rakamlarını arz edeceğim ben.
Şimdi,
Türkiye'nin ödediği rakam bu beş sene içerisinde,
değerli milletvekilleri, 184 milyar dolardır. 184 milyar
dolar, beş senede ödenen faiz. Şimdi, Adalet ve
Kalkınma Partisinin değerli yöneticilerinin çok önemli
bir bölümü aynı zamanda 1990ların ikinci
yarısında Refah Partisinde görev yapan
arkadaşlarımız idiler. O zaman Refah Partisinin
ekonomi terminolojisinde en çok kullandığı
sözlerden, doğru olarak kullandığı sözlerden bir
tanesi rant ekonomisi ve rantiye sınıfı idi. Bu
doğru bir tabirdir. Rantiye, bu 184 milyar dolar. İşte
bu, rantiye. O rantiyeye gitmiş olan bir şey. 1990ların
ikinci yarısından bir önemli farkı var, önemli bir fark:
O zamanki rantiye, hiç olmazsa yerli insanlarımızdı,
bizim insanlarımızdı, yani, onlar bu faizleri
aldığı zaman, eninde sonunda ya ekonomiye intikal
ediyordu ya yatırıma intikal ediyordu, bir şey
ediyordu, ama şimdiki rantiye, bütünüyle yabancılar
hâline gelmiştir. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu
çok şeye gerek yok ama, buradan yabancı düşmanlığı
çıkmaz, benim bu söylediklerimden, yabancılarla herhangi
bir ekonomik alışveriş içerisinde olmayalım
anlamı çıkmaz.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Ne çıkar?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Sadece, dikkatinize getirdiğim
bir nokta çıkar.
Dikkatinize
sunuyorum: Bir Yunan emeklilik fonu. Başında Yunan
olması da
Ama, çok tipik olduğu için, resmî
kayıtlarda öyle olduğu için söylüyorum onu, Yunan olur,
Arjantin olur, Brezilya olur, Amerika olur vesaire. Bir Yunan
emeklilik fonu, AKP iktidara geldikten iki ay sonra veya üç ay
sonra, Mart 2003 yılında, cebine 100 milyon dolar koydu,
getirdi Türkiyeye. İyi, Allah razı olsun. 2006
yılının Martında çıktı, tam üç yıl
sonra çıktı. Niye 2006nın Martında çıktı?
Bana göre, arkasından gelen nisan, mayıs, hazirandaki
doların 1,77 olduğunu filan hissetti, o münasebetle
çıktı. Helalühoş olsun. Götürdüğü rakam 225.
Yani, biraz önce ne demiştik, getirdiği rakam ne? 100. Üç
sene sonra götürdüğü rakam ne? 225. Paranın birimi ne?
Dolar. Şimdi, değerli milletvekilleri, bu, ülkenin
soydurulmasıdır. Yani, buna razı olmak doğru
değildir. Gönlümüz de razı olmamalıdır,
vicdanımız da razı olmamalıdır,
yönetimimiz de razı olmamalıdır.
Şimdi, bu
184 milyar dolar -ayrıca- beş sene ödenmiş olan faiz ne
demek, biraz somutlaştıralım: Türkiyenin iftihar
projesi, dünyanın da iftihar projelerinden bir tanesi Atatürk
Barajıdır. Yapıldığı zamanki
değeri 2,5 milyar dolar civarındadır, şimdiki
değeri de 3-3,5 milyar dolar civarında filan olmuş
olsun, 184 milyar dolar faiz demek, altmış tane Atatürk
Barajının, bu coğrafyadan, bu vatandan sökülüp
başka bir tarafa götürülmesi demektir, beş senede. (CHP,
MHP ve DTP sıralarından alkışlar) Bunu yıla
bölerseniz, her yıl on iki tane Atatürk Barajını bu
ülkeden söküyoruz, başka bir ülkeye hediye ediyoruz
demektir.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, peki, bizden önce bu faiz yok muydu?
Vardı elbette. Yani sizden önce bizden önce dediğim, o
öyle ifade edildiği için. Sizden önce de bu faiz vardı. Ama,
insaf ile bakalım, şimdi ben bir rakam söyleyeyim. Dört
yıl - dört yıl diye söyleyeyim. 1999-2002 yılları
arasındaki son Koalisyon Hükûmetinin faize ödediği rakam
-ama içinde deprem var, içinde kriz var- 128 milyar dolardır.
NURİ USLU
(Uşak) Ne olursa olsun.
LÜTFİ
ELVAN (Karaman) Reel faiz ne oldu?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Faize ödediği rakam 128 milyar
dolardır. Şimdiki Hükûmetin dört yılda ödediği
rakam 146 milyar dolardır.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) 149 milyar dolar.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Ama, demin de arz ettiğim gibi, o
dönemin içerisinde deprem vardır, o dönemin içerisinde
ekonomik kriz vardır. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
ÜNAL KACIR
(İstanbul) 2007 dönemini söyle, bütçe bugün ne oldu?
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Dinle, ders veriyor.
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Şimdi, ben ders vereceğim.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
milletvekilleri, bir de
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Millî gelire oranını söyle, bütçeye
oranını söyle.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Bütçe sığmaz o orana. 180
Şimdi
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, lütfen
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Şimdi, Değerli Milletvekili
BAŞKAN
Arkadaşlar, Hatibi dinleyelim lütfen.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) - Bütçeye bu rakam sığmaz,
sebebi şudur: Bu bütçe 222 milyar YTLdir. Dolara bölerseniz
150 civarında filan, 150 -160 civarında bir dolar
çıkar. Hâlbuki, faize ödenen rakam 184 milyar dolardır. O
yüzden, bu, bütçeye sığmaz.
Şimdi,
ondan evvelki bir yirmi beş yılı arz etmek istiyorum,
ondan evvelki bir yirmi beş yıl, yani 1975ten 1999a kadarki
yirmi beş yıldır.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) O zaman 2002yi anlatın.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Tabii.
Türkiye
coğrafyasında, Türkiye iktisadi coğrafyasında
kamu sektörüne ve özel sektöre ait ne kadar iktisadi kıymet var
ise tamamı, neredeyse bu yirmi beş yılda, en önemli
bölümleri yirmi beş yılda yapılmış, son yirmi
beş yılda. Bu yirmi beş yılın ödediği faiz
tutarı 127 milyar dolardır, yani Türkiye'nin normali.
Yirmi beş senede 127 milyar dolar faiz ödemiştir. Başka
bir normali, AKP döneminin beş yılında bu faiz
rakamı 184 milyar dolara gelmiştir. Şimdi, bu
rakamların bir kısmı kitaplarda yok, bir kısmı
benim hesapladığım rakamlardır, arkadaşlarımız
yanlış diyebilirler. Ama, işte biz de
buradayız, verdiğimiz rakamlar da
zabıtlardadır, buradan bir hâl çıkarırız.
SONER AKSOY
(Kütahya) Gayrisafi millî hasıla
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Şimdi buradan, bütçeyle ilgili,
deminki değerli milletvekili
arkadaşımızın laf atışına doğru
da geliyorum. Otuz beş dakika, dört dakika, beş dakika
Demek ki beş dakika hesaplarımdan geriye düşmüş
oldum, biraz hızlandırıyorum.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bu bütçenin büyüklüğü ne? 222.
Faizi ne? 56. Nispeti ne? Yüzde 25. Bir.
İki: Bu
bütçenin faizi ne? 56. Millî gelir görünen rakamı ne? 716. Bu,
716 olmayacak, düşecek; çünkü 4,2 oldu. Buna nispeti ne? Yüzde
8den fazla.
Şimdi, bu
işlerle ilgili değerli arkadaşlarımızdan
istirham ediyorum, dünyada kendisini iyi ekonomi olarak
nitelendiren, yani şimdiki
arkadaşlarımızın nitelendirdikleri gibi, tek
bir tane ülke göstermelidirler ki bize, faizlerin toplam bütçeye
oranı yüzde 25 olsun, faizlerin millî gelire nispeti de yüzde
8den fazla olmuş olsun.
Böylece, sizin
de sorduğunuz nispetleme bölümünü de cevaplandırmış
olduk.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Bizden önceki ne oldu?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Şimdi, verdim.
Değerli
arkadaşlar, bu bütçenin bir yatırım kalemi var, 12
(AK
Parti sıralarından gürültüler)
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Bizden öncekileri söyleyin.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Kriz dönemi kriz, kriz
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Yüzde 45, yüzde 45!
SONER AKSOY
(Kütahya) Krizi kim yarattı?
İLHAN KESİCİ
(Devamla) Değerli arkadaşlar, bu bütçenin bir
yatırım kalemi var. Bu bütçenin yatırım bütçesi
kalemi 12, yani 12 milyar YTL; iyi. Faizler bu
yatırımın ne kadarı? 4,5 katı. Yani, bu
bütçede faiz kalemi, bu bütçenin bütün kamu
yatırımlarının 4,5 katı. Olur mu böyle bir
şey? Olmaz.
Bu bütçenin
gelir hanesinde gelir vergisi rakamlarımız var.
Gelirleri üstünden vergi aldığımız insan
sayısı 12-13 milyondur. Kimisi basit usulle, kimisi gerçek
usulle, -eski tabirle- kimisi beyannameli usulle, kimisi
stopajla, 12-13 milyon insanımızdan
topladığımız vergi rakamı, bu bütçedeki
rakam 38. Yani, şimdi insaf ile düşünmek de
lazımdır, 12-13 milyon insanımızdan
topladığımız, canlarından da bezdirerek
topladığımız vergi 38. Biz, bunun 1,5
katını faiz olarak veriyoruz. Bunun savunulabilir bir
tarafı olabilir mi?
Türkiye'nin
şirketleri var, iktisadi kıymetleri var, kooperatifleri
var, limitet şirketleri var, anonim şirketleri var. Bunlar
çalışırlar, kurumlar vergisi alırız biz
bunlardan. Aldığımız, bütün 600 bin şirketten
kurumlar vergisi olarak aldığımız rakam 14tür.
Yani, faize ödediğimiz rakam, bütün şirketlerimizden
topladığımız kurumlar vergimizin tam 4
katıdır.
Değerli
arkadaşlar, bu hâl, kendisini devam ettirebilir bir hâl
değildir.
Değerli
milletvekilleri, bizim coğrafyamız zor bir
coğrafyadır. Bu coğrafyada sadece kudretli olanlar
yaşarlar. Problemleri de çok olan
Tarihten ve coğrafyadan
gelen problemlerimiz vardır. Ama, bu problemlerin üstesinden
gelsin diye, elimizin altında, kurduğumuz bir
organizasyonumuz var. Adı: Dışişleri
Bakanlığı.
Dışişleri
Bakanlığına biz deriz ki: Bizim Ermeni meselesiyle
ilgili sıkıntılarımız var, git çöz;
Amerikada anlat, Avrupada anlat, Asyada anlat, ne
yapıyorsan yap. Kuzey
Iraktaki, Iraktaki gelişmelerle ilgili şu
hassasiyetlerimiz var, git derdimizi anlat. Kıbrısla
ilgili hassasiyetlerimiz var, git derdimizi anlat. Var oğlu
var, anlat oğlu anlat.
Buna bir görev
verdik, görev bu. Görevin karşılığında bir
imkân vermiş olmamız lazım, değil mi? O imkân
bütçedir. 2008 yılı bütçesinde Dışişleri
Bakanlığına, bu görevleri yapsın diye
verdiğimiz imkân 707dir, rakam, yani ne? Milyon YTL. Peki,
deminki faizi, 56 milyar YTLyi 365e bölelim, günlük ne çıkar?
153. Dışişleri Bakanlığının
bütçesiyle mukayese edelim, karşılaştıralım,
ortaya çıkan rakam ne olur? Dört buçuk gün. Yani, bu kadar görev
yüklediğimiz Dışişleri
Bakanlığına diyoruz ki: Al sana para, imkân, git, dört
günlük faizle benim bütün dış problemlerimi hâllet gel.
Olmaz.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Sosyal güvenlik
açıklarını da bir değerlendirir misiniz?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, ülkelerin geleceğini üniversiteler
belirliyor. Bütün eğitim, üniversiteler
Bu bütçede
üniversitelerimize ayırdığımız, tahsis
ettiğimiz bütçeler var, rakamlar var. Ankara Üniversitesi,
Gazi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, bu
üniversitelerin hemen hepsi 30 bin öğrenciden fazla öğrencisi
olan, 2 binden fazla öğretim görevlisi olan
üniversitelerimizdir. Bizi 21inci yüzyıla,
küreselleşme asrına, bilgi toplumuna, her ne hâl ise,
hazırlayacak olan kuruluşlar. Verdiğimiz bütçeler
300 ila 320 milyon YTLdir. Bir yıllığına Orta
Doğu Teknik Üniversitesine, Gazi Üniversitesine, Ankara
Üniversitesine verdiğimiz rakam 320-340 milyon lira. Yani, ne
demek? Tek bir günlük faiz demek. Biz, Türkiyenin istikbalini
emanet edeceğimiz organizasyonlara, üniversitelerimize,
bunu yap, bunu hazırla falan dediğimiz şeyde, bir
günlük faiz parası veriyoruz. Bu, doğru bir
yaklaşım değildir değerli arkadaşlar.
Tabii,
aslında benim bu borç-faiz için de ayrıca bir kişisel
hassasiyetim var. Yeni bir tarih okumasına da ihtiyacı
olan bir ülkedir Türkiye. Mesela, bana göre biz, cihan
imparatorluğunu Birinci Dünya Savaşının
ertesinde kaybetmiş değilizdir, o cihan imparatorluğunu
Birinci Dünya Savaşı çıkmadan kaybetmiş bir
ülkeyizdir, diye okurum ben. Yeni tarih okuması odur. Neden?
Ondan yaklaşık yirmi-otuz sene önce başını
söylersem daha belli- Varidatı Muhassese İdaresi var.
Onun önündeki laf şudur: Düyunu Umumiyeyi Osmaniye
Osmanlının umumi borçları. Burada bitti mi?
Hayır, bitmez. O idarenin devamı şudur: Varidatı
Muhassese İdaresi yani varlıklarının tahsisi
ve idaresi. Biz, cihan imparatorluğunu bu borç ve faiz
yüzünden kaybettik. O yüzden benim yüksek bir hassasiyetim
vardır.
Değerli
milletvekilleri, eğer bu düzene girmiş olsa -yani
bütünüyle sıfırlanacak filan değil ama- ortaya çıkacak
olan resim çok parlak bir resimdir. Benim hesabıma göre on
dakika geriledik, şimdi bir başka şeye geçiyorum.
Yani,
dış ticaret ve cari işlemler hesabıyla da ilgili
bir şeyler söyleyecektim, ama orada, mesela bu ithalat ve
dış ticaretle ilgili şunu arz edip geçmiş
olayım: Türkiye, 65 milyar dolarlık dış ticaret
açığı veriyor. Çok yüksektir. Yani, gayrisafi millî
hasılaya bölerseniz 12,5 civarındadır. Yani, bir
tane medeni ülke göstermek lazımdır ki, dış
ticaret açığı gayrisafi millî
hasılasının yüzde 12,5u civarında olsun; yoktur.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, ama, biz buraya nereden geliyoruz?
Türkiye ne ithal ediyor? 100 milyar dolarlık rakamları
konuşunca doğru dürüst bir resim vermez filan ama, bu
Mesela, ceviz ithal ediyor. Nereden? Ukraynadan, İrandan.
Allahtan korkalım yani. Mısır ithal ediyor. Nereden?
Okyanus ötesinden, Amerika Birleşik Devletlerinden. Arpa
ithal ediyor. Nereden? Ukraynadan, Rusyadan. Tavuk ithal ediyor.
Nereden? Bir okyanus aşıyoruz, Brezilyadan. Et ithal
ediyoruz. Nereden? Öbür okyanusu aşıyoruz,
Avustralyadan. Böyle bir şey olabilir mi? Şimdi, bir de
başka bir bahis çıktı, pamuk ithal ediyoruz. Nereden?
Yunanistandan. Ya, bizim Amik Ovalarımız yok muydu?
SÜLEYMAN TURAN
ÇİRKİN (Hatay) Var.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Çukurovamız yok mu?
SÜLEYMAN TURAN
ÇİRKİN (Hatay) Var.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Baklan Ovaları yok mu? Muş
Ovaları yok mu? Batman Ovaları yok mu? Yani, ne oldu bu
ovalara da Yunanistandan pamuk ithal eder hâle geldik?
Değerli
arkadaşlar, bunu dikkatlerinize arz etmek için arz ediyorum.
(CHP, MHP ve DTP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu
dergi The Economist dergisi, İngilterede çıkan.
Dünyanın en prestijli ekonomi - politik dergilerinden bir tanesidir.
Haftalıktır. Bazen bizim rakamlarımıza itibar
edilmeyebilir ama, ecnebi olduğu için itibar bu sıralarda
daha yüksek yabancılara. (Gülüşmeler)
Şimdi, bu,
her hafta, yani her sayısının son
kapağını böyle bir kapak yapar. Buraya elli tane ülke
yazar, bunların dış ticaret açıkları, cari
işlemler açığı, enflasyonu, faiz nispetleri, üç
aylık hazine kâğıtlarını kaç lirayla
borçlanırlar, on yıllık hazine bonolarını vesaire
filan.
Şimdi, biz
de, tabii, her hafta merak ederiz yani. Şimdi, sabahki
konuşmacılarımızdan da ifade eden
arkadaşlarımız oldu. Bir iki tane örnek seçeyim ben,
bize benzeyenleri olsun. Mesela, Japonya 1in altında, ama
bizim için örnek olmaz. Biz örnek diye
baktığımızda ilk aklımıza mesela
Yunanistan gelir. Acaba komşumuz neyle borçlanıyor?
Buradaki rakam, Yunanistan yüzde 4,87yle
borçlanıyormuş. İyi. Aşağıda bir yerlerde
var, Mısır. Birazcık daha bize doğru getiriyorum.
Mısır neyle borçlanıyormuş? 7,13. İyi.
Ortalarda bir yer var, Pakistan. Şimdi, Pakistan ne? Afganistan
harbinden sonra yaklaşık yarısı El Kaidenin
işgali altında. Şimdi, eski iki başbakan ve iki ana
muhalefet partisi yahut iki muhalefet partisi genel
başkanı
Pakistanda neredeyse iç savaşa yakın
bir hâl var. Her gün büyük gösteriler var. Öbür yarısı
neredeyse Amerikanın kontrolü altında mahiyette
diyebileceğimiz bir hâl içerisinde. Böyle bir Pakistan. O
neyle borçlanıyormuş? 9,73. Tamam. Ee, Türkiye de demek ki
Pakistandan iyidir, Mısırdan iyidir yani değil mi?
Niye olmasın?
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Brezilya da var.
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Hayhay, Brezilya da var burada. Efendim, Brezilya var, burada var.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Söyleyin
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Söylerim canım, o kadar şey
yapmayın.
Pakistandan
iyi borçlanıyor olmamız lazımdı değil mi?
Elbette. Türkiyenin, ya bu yanlış yazdı
Ben geçen
haftaya da baktım, ondan evvelki haftaya da baktım, ondan
evvelki haftaya da baktım, burada yazdığı rakam
17,21.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bu hâl iyi bir hâl değildir. Lütfen
bu söylediklerimi bir muhalefet partisi milletvekilinin bütçe
tenkidi olarak arkadaşlarımız almasınlar, öbür
muhalefet partisi sözcülerinin de tenkitlerini,
eleştirilerini böyle almasınlar, öyle değil.
Pakistan yüzde 9la borçlanırken, Mısır yüzde 7yle
borçlanır iken, Türkiyenin yüzde 17,21le borçlanması bu
ülke için iyi bir hâl değildir. Bu hâl devam ettirilebilir de
değildir, isterseniz elbette devam ettirebilir
arkadaşlarınız.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, bu Merkez Bankası, bu
aşırı kur vesaire
Bizim Merkez Bankamız var, güzel
bir organizasyondur. Bunlar ekonomiyle ilgili tenkitlerini,
kritiklerini çok diplomatik dille kullanırlar. Özellikle,
uluslararası ekonomik organizasyonlar, ekonomiyle ilgili
hassasiyetlerini söylerken neredeyse Dışişleri
Bakanlığı meslek memurları hassasiyetinde,
dikkatinde bir diplomatik dil kullanırlar. Yani, kötüye
kötü demezler, krize kriz demezler, onun yerine başka bir
şey derler, daha yumuşak laflar filan kullanırlar.
Mesela krize kriz yaklaşıyor demez de
kırılganlığı artıyor derler filan.
Şimdi, bizim Merkez Bankamızın da kendi İnternet
sitesinde böyle bir tablosu var. Bu lafla ifade edilmez, ama bu diyor
ki: 1995 = 100e göre Türk Lirası bugün itibarıyla yüzde 58
daha değerli. Bu, bizim Merkez Bankamızın dediği
bir şey. Bunu yazıyla böyle demiyor, ama tablosu,
grafiği burada.
Şimdi,
bizim Merkez Bankamızdan daha fazla itibar edeceği,
bazı arkadaşlarımızın, kuruluşlar var:
Goldman Sachs. Değil mi? Ona daha çok itibar ederler herhâlde
yani. Bundan yaklaşık bir ay önce Goldman Sachs bir rapor
yayınladı. Biz de varız, başka ülkeler de var bu
raporun içerisinde. Hasılıkelam, öbür ülkeleri, cari
açıkları vesaire filan analiz ettikten sonra diyor ki:
Türkiyede TL yüzde 74 aşırı değerli. Allah
Allah, derse desin. Derse desin oluyor mu bu dünyada? Olmuyor. Bu
raporu okuyan Standard and Poor's, yani ülkelere rating notu veren,
efendim, kredi notlaması yapan Standard and Poor's diyor ki:
Eyvah, ben bu raporu aldım okudum. Kendi müşterilerine de
diyor ki: Ey müşterilerim, duyduk duymadık demeyin,
şu, şu, şu, şu ülkeler, en başta Türkiye, çok
aşırı millî paraları var. Ee, bu ülkelerdeki
menkul varlıklarınızın oranını süratle
yüzde 6dan yüzde 4e indirin. Yani, neredeyse üçte 1 oranında,
yüzde 30 oranında azaltın diyor Standard and Poor's.
Bir başka
uluslararası kuruluş, Pi Economics. Bu, Pi Economics,
Financial Timesda müthiş bir makale yazdı, onun
başkanı. Ayrıca raporu filan da var. Financial
Timesdaki makalede diyor ki: Türk lirası çökmeye
mahkûmdur. Çok sert bir laf. Yani, aşırı
değerlidir, maşırı değerlidir filan dese
amenna, neyse ne. Çökmeye mahkûmdur
Şimdi, bu
raporlar Hükûmetimizin elinde yoksa, ben bu raporları
Hükûmetimize arz ederim. Ama, sayın bakanlarımız
nasıl yapıyorlar? Buradan bazı
arkadaşlarımız soru sorduğunda, ben bunu yazılı
olarak cevaplayacağım filan diyorlar. Hükûmet de bize
yazılı olarak müracaat ederse, ben bu raporları
Hükûmetimize memnuniyetle arz ederim. (CHP, MHP ve DTP
sıralarından alkışlar)
Şimdi,
değerli arkadaşlar, bunlar yabancıların,
Hükûmetin elinde olmayabilecek, takip etmeyebilecek olan
yabancıların raporu, ama Hükûmetimizin elinde
olduğunu bildiğim bir rapor daha var: O da IMFnin raporu,
meşhur IMF. Evet
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Siz hükûmetten daha mı güçlüsünüz?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) - Elbette Hükûmetimiz, hepimizin
hükûmetidir, elbette.
HALİL
AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Siz hükûmetten daha mı
güçlüsünüz?
İLHAN
KESİCİ (Devamla) Elbette Hükûmet, hepimizin
hükûmetidir.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetimizin elinde olduğunu
bildiğim rapor, şu rapor. Daha doğrusu bu rapor
değil de, o bölümü rapor sayılmaz, bu, işte 170
sayfalık bir şeydir, IMFnin 4üncü madde kapsamında
Hükûmetimize sunduğu rapordur. Bu raporda da bir
yığın diplomatik dil var ama şöyle bir tablo
koymuş. Bağışlayın ben üstünde
çalıştığım için
Bu raporda diyor ki,
burası, deminki diplomatik dile getiriyorum konuyu:
Kırılganlık göstergeleri... Yani
Türkçeleştirdiğim zaman kırılganlık
göstergeleri diyorum ama bunu fevkalade diplomatik bir dil olarak
arkadaşlarımızın almasını istirham
ediyorum. Söylemiş, kırılganlık ülkeleri
Biz
dâhil sekiz on tane ülke var. Bizimle beraber krize girmiş olan
ülkeler de var, şu anda kriz bandında
diyebileceğimiz, krize doğru gidiyor hâlde diyebileceğimiz
ülkeler de var. Mesela Türkiye var, Polonya var, Macaristan var, Çek
Cumhuriyeti var, Brezilya var, Güney Afrika var, Rusya var vesaire.
Şimdi, şu tablo, diyor ki: Bir, rezervlerin kısa
dönemli borçlara oranı. En kötü durumdaki ülke ne? Türkiye.
Hükûmetimizin elinde var bu rapor. İki, cari işlemler
açığının millî gelire payı. Şu ikinci. En
kötü ülke ne, şu siyah gibi olan? Türkiye. Üç, toplam kamu
borçlarının millî gelire oranı. En kötü ülke ne, en
yüksek ülke ne? Türkiye. Dört
Şimdi bunlar kamuyla ilgiliydi
değerli arkadaşlar. Bir de diyor ki şuradaki tablo:
Özel sektör kredilerindeki artışların millî gelire
oranı. En yüksek, Türkiye. Devam eden sayfalarında da
ayrıca IMF diyor ki, demeye de getiriyor ki, bunu söyleyenden
dinleyene arif gerek hesabıyla derler, demeye de getiriyor
ki, Türkiyedeki özel sektöre açılmış olan ey bankalar,
özel sektöre açtığınız kredileri azaltın, yavaşlatın,
durdurun. Niye? Çünkü kırılganlık kat sayısı
en yüksek olan Türkiyedir. Bu, IMF raporudur değerli
arkadaşlar.
Değerli
milletvekilleri, şimdi çarelerle de ilgili bir şey
söylemiş olalım. Ama benim hesabıma göre, Sayın
Başkan, bana, inşallah, birkaç dakika daha verecektir.
1) Önce,
hükûmet edenlerin bu resmi ciddiye almaları
lazımdır. Bu resim ciddi bir resimdir.
2) Bu
-işte, düşük kur, yüksek faiz vesaire filan- Türk lirası
aşırı değerlidir. Bunu kabul etmek
lazımdır.
3) Şuna tam
inanmak lazımdır, yani endişe etmemek
lazımdır ki: Biz bir büyük milletiz, biz bir büyük devletiz.
Bu sıkıntıları da, başka
sıkıntıları da aşarız. Ama buna tam iman
etmek lazımdır, tam inanmak lazımdır
alacağımız ekonomik tedbirlerde.
Fakat şunu
da bilmek lazımdır ki hemen peşinen: Bu ekonomide
sihir yoktur, sihirbaz yoktur. Yani bir yüksek sihirbaz getirelim,
vursun değneğini, ekonomiyi düzeltsin
Bu hâl de yoktur.
Bunların
ertesinde yapılması lazım gelen hâl, bir bütüncül
programdır, bir büyük programdır. Ama, bu program
hazırlanırken, toplumun hemen hemen bütün iktisadi aktörleriyle,
yani işçi dünyasıyla, iş dünyasıyla, memurlar
dünyasıyla, çalışanlar dünyasıyla, tarım
dünyasıyla, tamamıyla birlikte bir bütüncül program
yapmak lazımdır.
Değerli
arkadaşlar, dünya, 1980den sonra açık ekonomi
dediğimiz ekonomiye geçti. Biz de dünyayla birlikte hareket
eden bir ülkeyizdir. Yani biz karma ekonomi kullanırken, dünya
açık piyasa ekonomisi içerisinde filan değildi, dünya da
karma ekonomideydi, Amerika Birleşik Devletleri hariç olmak
üzere arz ediyorum bunu. O yüzden, biz, dünyayla beraber hareket
ederiz; doğru ederiz, iyi ederiz.
1980den sonra,
dünya, olağanüstü bir gelişme gösterdi. Fakat Türk
ekonomisi, bu açık ekonomiye geçişin yeteri kadar
faydasını görebilmiş ülkelerden birisi
değildir. Niye? Nereden bilelim bunun böyle olup
olmadığını? Mesela şuradan bilelim: 1980den
2003 yılına kadarki ortalama büyüme hızı -yirmi
dört yılda, her yıl üst üste olmak üzere- yüzde 4tür; içinde
krizler de vardır. Ama 1947den -yani karma ekonomi gibi
olduğumuz dönemler- 1990a kadar kırk beş sene
civarındaki bir dönem içerisinde Türkiyenin her yıl üst
üste ortalama büyüme hızı yüzde 5,2dir. Bu dönemin
içerisinde neler vardır? Bu dönemin içerisinde İkinci
Dünya Savaşının izleri vardır, iki buçuk tane
askerî ihtilal vardır, Kıbrıs Barış
Harekâtı vardır, Kıbrıs Barış
Harekâtı münasebetiyle ekonomiye konulmuş olan ambargo
vardır, Kıbrıs ambargosu vardır, ilaveten, on sene
içerisinde petrolün varili 1 dolar iken 36 dolara, yani, yüzde
3.600 kat artmış hâli de vardır, çok partili
koalisyonlar da vardır, ama her yıl üst üste bu elli
yılın ekonomik büyüme hızı yüzde 5,2dir, 1980den
sonra, açık ekonomiye geçtikten sonra 4. Hele bu dönemin, bir
de, planlı kalkınma dönemi dediğimiz bölüm -birinci
plan, ikinci plan, üçüncü plan- 1963-1977 yıllarını
kapsar, 1963-1977 yıllarındaki Türkiyenin her yıl üst
üste kalkınma hızı yüzde 6,7dir. Bizim önümüzde iki
tane ülke vardır -o 6,7nin o dönem- bir tanesi Japonyadır; onlar
8,2ydi. Yani, buradan muradım benim tekrar eski dönemlere
dönmek filan değildir, sadece, Türkiye, açık ekonomiye
geçişte yeteri kadar istifade edememiş demektir.
Bu yol mu
yanlıştır? Hayır, yol doğrudur. O zaman, yolun
üstünde bazı arızalar var demektir. Bizim işimiz,
demek ki, bu açık ekonomiye geçişte yolun üstündeki
arızaları gidermektir. Onlar şudur değerli
arkadaşlar:
1) Açık
ekonominin yönetimi, normal şartlarda, zannedilenin aksine,
kapalı ekonomilerin yönetiminden daha zordur. Açık
ekonomiler yüksek bir otorite ister, kural koyacak, kuralları
gözetecek, uygulayacak. Bu yüksek otorite devlettir. Bizim genel
alışkanlığımızda, genel devlet ve kural
koyma alışkanlığımızda, geleneksel olan
hâlinde şöyle bir eksiklik görürüm ben: Biz kuralları
müsamahasız koyarız fakat iş uygulamaya
geldiği zaman müsamahalı uygulamalar başlatırız.
Bu yanlıştır. Peki, doğru olanı ne olabilir?
Doğru olanı şudur: Kurallar müsamahalı
konulmalıdır, esnek konulmalıdır, ama uygulama
safhasına geldiği andan itibaren müsamahasız
uygulanmalıdır.
2) Açık
ekonomi, yönetiminde çok üstün, çok yetenekli ve katiyen siyasi
etki altında kalmayacak olan, kalmayan bir kamu ve ekonomi
bürokrasisi ister. Bu olmadan
açık ekonomi yönetilmez.
3) Müthiş
bir hukuki altyapı ister. Her şeyin önünde böyle bir hukuki
altyapının gelmesi lazımdır. Şimdi,
iktisatçı arkadaşlarımızın bir bölümüne
ters gelebilir ama hukuk, ekonomik gelişmenin de en önemli
enstrümanlarından bir tanesidir, o yüzden müthiş bir
hukuki altyapı ister, yoksa devlet hukuk devleti olmaz,
hatır devleti olur.
4) Gerçek
anlamda halka açık şirketler ister. Gerçek anlamda sermaye
piyasaları ve borsalar ister.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, son olarak, kapalı ekonominin
kuruluşları da açık ekonomiye geçişte
yaşayamazlar, o yüzden bir özelleştirme de ister.
Yapılıyor olan özelleştirmeler elbette açık ekonomiye
geçişin icaplarındandır.
Özelleştirmede
dünyada iki tane ana model var, iki tane ana kutup vardır:
Birincisi, Latin Amerika modelidir. Başını, bunun
tam temsilciliğini Arjantin yapar. Aşağı
yukarı bütün özelleştirmeleri, toptan, gelişigüzel
ve yabancılara satarlar. Bunun adı dünya literatüründe
Arjantin modelidir. Hâlbuki, düzgün özelleştirme modeli
Anglosakson modeli olarak nitelendirilen modeldir,
şampiyonluğunu İngilizler yapar, Kıta
Avrupası da onun peşinden gitti. Bunlar,
özelleştirmeyi, sermayeyi tabana yaymak, sermayeyi halka
yaymak istikametinde yaparlar, çok yüksek bir özenle yaparlar.
Şimdi,
bizim Avrupa Birliğiyle olan münasebetlerimizde, yeni
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy -onunla ilgili
mülahazalarınızı ayrı tutmak üzere arz etmek
istiyorum ben- bundan bir müddet önce, yeni Cumhurbaşkanı
olduğu sıralarda, Fransanın önemli
kuruluşlarından bir tanesi var, Danone. Biz de burada
yoğurtlarını yiyoruz, değil mi? Efendim,
satılıyor, bütün süpermarketlerde var. Süt ve süt
ürünleri, Danone; iyi. Amerikanın da bir büyük şirketi
var, PepsiCo. Bu geldi Fransadan, bu Danoneyi satın almak
istedi. Sarkozy dedi ki: Hayır, Danonenin PepsiCoya
satılmasına karşıyım. Allah Allah, niye?
Verdiği cevap: Danone, Fransa için stratejik bir üründür.
Görüyorsunuz değil mi, stratejik ürün özelleştirmede var
mı yok mu? Efendim, stratejik yaklaşım böyle bir yerde
var mı yok mu?
Şimdi,
değerli milletvekilleri, bütün bunlardan ne çıkar?
Ekonomi piyasa ekonomisi olabilir, ama devlet piyasa devleti
olmaz, devlet devlettir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Atladık,
geriye dönmeyeyim ben. Bir bahis atlamıştım, ama üç
dört dakikamız kalmış. İnsicamım
bozulabilir.
Değerli
milletvekilleri, bizlerin de, sizlerin de, inanıyorum ki bu
bütçelerden ve ekonomik programlardan aradığımız
şey bir tanedir. Aradığımız şey,
halkımızın yüzünü güldürmektir. Öyle bir bütçe
olmalıdır, öyle bir ekonomik program olmalıdır ki
bu uygulandığında halkımızın yüzü
gülmelidir, halkımız rahat etmelidir. Ayrıca,
Türkiyenin, bizim aradığımız şey, yani bu
21inci yüzyıl, küresel dünya vesaire uluslararası
platformlarda yarışmak ve uluslararası standartlarda
yaşamaktır. Uluslararası standartlarda
yaşamanın yolu, uluslararası platformlarda
yarışmaktan ve kazanmaktan geçer. Hasılı, biz
yurtta zenginlik ararız, dünyada saygınlık ararız.
Devletimizin, devlet yöneticilerimizin araması lazım
gelen şey budur: Yurtta zenginlik, dünyada saygınlık.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, sözlerimi bağlıyorum. 2008
yılı bütçesinin aziz milletimize hayırlı
olmasını temenni ediyorum. Bütün
vatandaşlarımızın ve değerli
milletvekillerimizin önümüzdeki, geliyor olan Kurban
Bayramlarını tebrik ediyor, sözlerimi şöyle
bağlıyorum: Değerli milletvekilleri, lütfen
inanınız ki bu bütçe bir yatırım bütçesi
değildir. Bu bütçe bir üretim bütçesi değildir. Bu bütçe bir
istihdam bütçesi de değildir. Bu bütçe, Türkiyenin
geleceğini hazırlamakla yükümlü bir altyapı
bütçesi de değildir, ama bu bütçe bir şeydir: Bu bütçe bütün
cumhuriyet tarihinin menfi rekorlar bütçesidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Bundan kastımız
nedir? Bu bütçenin bir cari açığı var. Cari açık ne
kadar? 39,2 programda. Ama iş dünyası dün itibarıyla ne
konuştu İstanbulda? 44. Biz 39u veri olarak alalım.
Cari açığı 39 milyar dolar olan bütçe, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin ilk rekorudur, menfi bir rekor.
İki: Faiz
ödemeleri 56 milyar YTL, dolar cinsinden ifadesi 44-45 milyar dolar.
Bugünkü kurla bölerseniz 46 eder, 2008 programının
ortalama kuru 1,38le bölerseniz 41 eder veya normal 1,3le filan
bölerseniz 44-45 milyar dolar eder. Bu 44-45 milyar dolarlık faiz
ödemesi yine bütün cumhuriyet tarihimizin en menfi
rekorlarından bir tanesidir.
Üçüncü rekor,
dış ticaret açığı rekorudur. Şimdi, bizim
milletimiz büyükçü bir millettir, rakamların büyük
olmasını sever. Sanki rakamlar büyük olduğu zaman
bizim büyüklüğümüze büyüklük katmış gibi hisseder.
Toplam dış ticaret hacmimiz 299 milyar doları buldu,
300 milyar doları buldu dediğiniz zaman, çöpçümüzden
profesörüne kadar, işte holding sahibinden asgari ücretliye
kadar göğsü kabarır, iftihar eder, Bizim dış
ticaret hacmimiz 300 milyar dolar oldu, helal olsun benim ülkeme
filan. der. İçine bakalım, bunun 187si ithalat, 112si
ihracat, 65i açık. 65 milyar dolarlık, millî gelire
nispeti de yüzde 12,5 olan başka bir menfi rekor yoktur.
O yüzden,
değerli milletvekilleri, Allah bu memleketi, bu devleti ve bu
aziz memleketi bu menfi rekorlardan korusun, bu menfi rekorlardan
sakınsın.
Bu
münasebetle, değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk
Partisi Meclis Grubu olarak bu bütçeye ret oyu vereceğiz.
Ben de hem
Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu adına, hem şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saygılar
sunuyorum efendim. (CHP, MHP ve DTP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kesici.
Şahsı
adına, lehte, Mardin Milletvekili Cüneyt Yüksel.
Sayın
Yüksel, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
CÜNEYT YÜKSEL
(Mardin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008
yılı merkezî yönetim bütçesinin tümü hakkında
şahsım adına lehte söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle,
2008 bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar
getirmesini içtenlikle diliyorum.
On günü
aşkın bir süredir iktidar ve muhalefetin değerli
milletvekilleri bütçe üzerine görüşlerini
bildirmişlerdir. Yapılan tespitlerin Hükûmetimizce
değerlendirmeye alınacağını Sayın
Başbakanımız konuşmalarında bizzat
belirtmişti.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, AK Partinin yoğun
çalışmaları sonucu son yıllarda gerçekleştirdiği
yüksek büyüme ve sürdürülebilir kalkınmayla birlikte
artık bir imkânlar ve fırsatlar ülkesi olarak anılmaya
başlandı. Artık, siyasi istikrarsızlık ve krizlerle
sarsılan bir ülke değil, küresel dünyanın etkin bir
üyesi olma yolunda emin adımlarla yürüyen bir atılım
ülkesi; artık, gelişen ülkeler arasında bir yükselen
yıldız, küresel ekonomide övgüyle anılan başarı
örneğidir. Uluslararası göstergeler de başarılarımızı
teyit etmekte. Türkiyede işleyen bir pazar ekonomisinin
varlığı ve rekabet edebilme gücü, 2007 Avrupa
Birliği İlerleme Raporunda da teyit edilmiştir. Geleceğe
yönelik tahmin edebilme imkânı veren makroekonomik istikrar
sağlanmıştır.
Ülkemiz,
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde bütçe açığı
en düşük ülke olmuştur. Bütçe açığı,
devamlı, gayrisafi millî hasılanın yüzde 3ünün
altında gerçekleşmektedir ve böyle de devam edecektir.
Doğrudan
küresel yatırımlarda hızlı artış
gerçekleşmiştir. Bununla beraber, sermaye
girişlerinin ağırlıklı olarak uzun vadeli
olması sağlanmıştır.
İktidarımız
döneminde gelir dağılımında da ciddi bir
iyileşme gözlemlenmiştir. 2002 yılından günümüze
kadar nüfusumuzda meydana gelen 5 milyon kişilik
artışa rağmen, yeni işsiz oluşturulmadığı
gibi, devralınan işsiz sayısı
azaltılmıştır.
Türkiye son
dört yılda, tarım dışı sektörlerde, Avrupa
Birliği yirmi beş ülkeleri içinde İspanyadan sonra en
fazla istihdam yaratan ülke olmuştur. Önümüzdeki dönemde de
en önemli önceliğimiz işsizliğe çare bulmak olacaktır.
Türkiye
ekonomisi tarihinde ilk kez yirmi üç çeyrektir kesintisiz büyüme
başarısına AK Parti İktidarıyla imza
attı. Dünyanın on yedinci büyük ekonomisi hâline geldi.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Kalkınma
Raporunda da belirtildiği gibi, hızlı büyüme içine
girmiş ülkelerin millî gelirlerini ikiye katlamaları,
bakın, kaç yıl sürmüş: İngilterenin 60 yıl,
Amerikanın 45 yıl, Japonyanın 35 yıl, Korenin 11
yıl ve son olarak Çinin 10
yıl. Ülkemizde ise 2002 yılında 2.598 dolar olan
kişi başına düşen millî gelir 2007
yılında 6.619 dolara çıkmıştır.
Hükûmetimiz, 5 sene gibi kısa bir zamanda millî gelirimizi 2
katına çıkartarak, tarihî ve küresel bir başarı
sağlamıştır.
Türkiye
küresel dünyanın bir parçası olurken, küresel
ekonomideki olumsuz gelişmelerden diğer ülkeler gibi
etkilenmektedir. Artık, binlerce kilometre ötede olan
-örneğin Amerikadaki mortgage krizinde olduğu gibi- bir
ekonomik dalgalanma bütün ülkelerin ekonomisini etkiliyor.
Bununla birlikte, ülkemizde Cumhurbaşkanı seçimiyle
yaşanan belirsizlik, erken seçim, petrol fiyatlarındaki
aşırı artış, küresel ısınma ve
kuraklık sonucunda tarımdaki büyüme
performansının azalması gibi sebepler de
ekonomimizi etkilemiştir. Ancak, sağlanan siyasi ve
ekonomik istikrar, oluşturulan güven ortamı ve taviz
vermeden uygulanan mali disiplin sayesinde ülke ekonomimiz tüm
bu şoklara karşı dayanıklı hâle
gelmiştir. Diğer yandan, 2007deki bu yavaşlamanın
2008deki büyüme için müsait bir zemin
hazırladığına inanıyorum. 2008 bütçesinin
hedefi yeni dönemde sürdürülebilir büyümeyi daha da
kalıcı hâle getirmektir. Bunu da verimlilik
artışına ve ihracata dayalı bir
anlayışla özel sektör ağırlıklı olarak
başaracağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin tüm
politikalarının ve yönetim
anlayışının ekseninde güven kavramı
vardır. Hükûmetimize duyulan güven, demokrasinin ve
sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın harcını
oluşturan yegâne unsurdur. Hükûmetimiz, saydam, güvenilir ve
hesap verebilir politikalar izlemektedir. Günümüzde
sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için,
sınırlarımız içinde, güven ve istikrarla
birlikte oyunu küresel ekonominin kurallarına uygun
oynamamız gerekmektedir. Bütün ülkeler, yüzünü dış
dünyaya çevirmiş, küresel sermayeden büyük paylar alabilmek
için yarışa girmiştir. Türkiye de küresel sermayeden
pay alabilmek için yatırım iklimini
iyileştirmiştir. Bu gerçeğin altını çizerek,
Hükûmetimiz, yapısal reformları kararlılıkla sürdürmüş,
özelleştirmenin önünü açmış, yatırım ortamını
iyileştirmiş, doğrudan küresel
yatırımların girişini
artırmıştır.
Küresel
ekonominin bir parçası olup sürdürülebilir kalkınmaya
sağlamak, küresel ve evrensel hukuk standartlarına uygun
düzenlenmiş, iyi işleyen bir hukuk sistemi kurmakla
mümkündür. Hükûmetimiz, Avrupa Birliği uyum sürecinde
ekonomik, sosyal ve demokrasi alanlarında devrim
niteliği taşıyan yasal düzenlemelere imza
atmıştır ve yeni dönemde de buna devam edecektir.
Hükûmetimiz
küresel ekonomide etkin bir aktör olabilmek için inovasyona önem
vermiş, bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkin bir
şekilde kullanılabilmesi için gerekli
çalışmaları yapmıştır. Artık
Türkiye sanayi ve teknoloji ürünlerini dünyaya ihraç ediyor,
hatta bazılarında Avrupada ilk sıralarda.
2002
senesinden önce oldukça kısıtlı yapılan ar-ge
çalışmaları artık hem kamuda hem de özel sektörde
büyük artış göstermiştir. Bu sayede Türkiye
yarınların dünyasına marka olarak adını
yazdıracaktır. Hayallerimiz gerçekçi, hedefimiz büyük,
vizyonumuz geniştir.
Avrupa mevcut
sanayileşme ve teknoloji düzeyini eğitimdeki
gelişme ve devrimlerle yakalamıştır. Bizler
biliyoruz ki, eğitim, sürdürülebilir kalkınma için de bir
ön koşuldur. Bu bilinçle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
bütçeden eğitime ayrılan pay, ilk defa
iktidarımız döneminde, diğer kurumlara ayrılan
payın önüne geçmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; amacımız, son
beş yılda güçlenen ve dış şoklara
karşı dayanıklılığı
artırılan ekonomik yapıyı daha da
güçlendirmektir. Herkes için, hem şimdi hem de gelecek
kuşaklar için daha iyi bir yaşam kalitesi
oluşturmaktır.
Bölgesel
farklılıkları ortadan kaldırmak için tüm
bölgelerimize önemli miktarda kaynak ayırdık. Sadece
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine son dört buçuk
yılda yapılan yatırım 8,1 katrilyondur. Tüm
Türkiyede olduğu gibi Doğu ve Güneydoğu Anadoluda
da KÖYDES ve BELDES projeleriyle altyapı sorunları büyük
oranda çözülmüştür ve çözülmeye devam edecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biz sürdürülebilir
ekonomik kalkınmayı demokratik kalkınmayla birlikte
inşa etmek için yola çıktık. Bizler adalet ve kalkınmanın
olduğu bir düzen için, hukukun üstünlüğü için, birçok
farklılık içerisinde vatandaşlarımızın
seçme hakkı olduğu bir demokrasi için çabalıyoruz.
Bunu gerçekleştirmede 2008 bütçesinin ana hedefleri, kamu kesimi
açıkları ve enflasyonun düşürülmesi ve reel
ekonomideki canlanmanın sürdürülmesine katkıda
bulunan sosyal yönü kapsamlı olan bir bütçedir. Bu bütçe bir
yatırım bütçesidir, bu bütçe bir istihdam bütçesidir. 2008
bütçesi her milletvekilinin gönül huzuruyla kabul
edebileceği bir bütçedir. Çünkü şeffaftır, çünkü
samimidir, çünkü gerçekçidir.
Sözlerimi
bitirirken, 2008 mali yılı bütçesinin
hazırlanmasında emeği geçen herkese
teşekkürlerimi sunuyorum. 2008 bütçesinin tekrar ülkemize
hayırlı olmasını temenni ediyor,
halkımızın ve tüm İslam âleminin Kurban
Bayramını kutluyor, herkese iyi yıllar diliyorum.
Yüce
heyetinizi, tekrar, saygılarımla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Yüksel.
Hükûmet
adına Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek.
Sayın
Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara)
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. 2008 yılı
bütçesi ülkemize, milletimize hayırlı ve uğurlu
olsun.
Bütçe
müzakereleri sırasında eleştirileriyle,
uyarılarıyla katkıda bulunan muhalefet
partilerimizin değerli temsilcilerine ve tüm milletvekili
arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür
ediyorum. Keza, bu bütçenin hazırlanması
sırasında emeği geçen tüm kamu bürokrasisine, Plan ve
Bütçe Komisyonu üyelerine de ayrıca hassaten teşekkür
etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Parlamento çalışmalarımızda
bütçe müzakerelerinin özel bir önemi ve anlamı vardır ve
şunu da biliyoruz ki, kamuoyu tarafından da en çok izlenen
Parlamento çalışmaları bütçe müzakereleri ve
hükûmet programlarıdır. Çünkü, bütçe dediğimiz
şey, sadece rakamların konuşulduğu bir metin
değildir, aynı zamanda, ekonomik bir metin olduğu
kadar siyasi bir metindir. Dolayısıyla, bu kürsüye gelen
değerli sözcüler, mensup oldukları partilerin hem
bütçeyle ilgili hem de Türkiyenin genel sorunlarıyla ilgili
yaklaşımlarını ortaya koyar, varsa,
çözümlerini ortaya koyar. Bir manada, siyasi partilerin millet
huzurunda değerlendirilmesi, milletimizin ileride
yapacağı tercihlere imkân vermesi açısından da
önemlidir. Dolayısıyla, bu müzakereler vesilesiyle,
sadece bütçeyi değil, Türkiyenin güncel
sorunlarını da konuşacağız. Değerli
partilerimizin ve sözcülerinin dile getirdiği, hem bütçeyle
ilgili hem de genel siyasetle ilgili, ister bugün ister Meclisin
dışında isterse bundan evvelki bütçeler
sırasında dile getirilmiş hususlarla ilgili de
Hükûmetimizin görüşlerini ifade etmek istiyoruz.
Evvela,
yaptığımız iş, siyasettir. Biz siyaseti
nasıl anlıyoruz, siyasetteki felsefemiz ne, siyasetin
özü ne, olaylara biz nasıl bakıyoruz ve nasıl
yaklaşıyoruz, onunla ilgili bir kısa
değerlendirme yaptıktan sonra
BAŞKAN
Sayın Bakanım, birkaç saniyenizi rica edebilir miyim.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakanımız
eleştirilere cevap veriyor; lütfen aralarda gezinmeyelim,
yerlerimize oturalım efendim.
Buyurun
Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evvela,
siyasetten ne anladığımızı, siyaset deyince
milletimize hangi anlayışla, hangi felsefeyle
yaklaştığımızı, onları kısaca
ifade etmek istiyorum. Ondan sonra da güncel bazı konular var
-başta terör olayları, Avrupa Birliği konusu ve
benzeri konular- onlara kısaca temas edeceğim. Daha
sonra da değerli parti sözcülerimizin dile getirdiği,
biraz evvel de birlikte dinlediğimiz bu görüşlerle
ilgili olarak Hükûmetimizin görüşlerini ifade etmek
istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetimizin tesis ettiği siyasi güven,
ekonomik istikrar sayesinde Türkiye, artık, belirsizlikleri
geride bırakarak kaynaklarını yerinde
kullanıyor, imkânlarını yeni kazanımlarla
zenginleştiriyor. Türkiyenin kazanımlarından ve
zenginleşmesinden söz ederken, yalnızca maddi
kalkınmamızdan, yalnızca refahımızın
artmasından söz etmiyoruz; milletimizin ve devletimizin
topyekûn kalkınmasından, itibarımızın
yükselmesinden, adaletin ve eşitliğin her alanda topluma
yayılmasından söz ediyoruz. Toplumun talep ve
beklentilerini karşılayacak, sorunlarına çözüm
üretecek tek mecra siyasettir ve demokrasidir.
Türkiyeyi,
cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürkün
gösterdiği muasır medeniyet ideallerine
kavuşturacak en önemli enstrüman, en önemli güç de siyasettir.
Zira, siyasi irade, Türkiyede, herkesin kaderiyle,
geleceğiyle doğrudan ilgilidir. Siyaseti ve
demokrasiyi güçlendirmek demek, millî iradeyi güçlendirmek,
hâkim kılmak demektir. Demokrasimizin saygınlığı
da, cumhuriyetimizin yükselişi de, hukuk devletimizin
işleyişi de, 70 milyon vatandaşımızın
mutluluğu da siyasi irademizin ne kadar sağlam
olduğuna bağlıdır. Türkiye bugün, alnının
akıyla, cumhuriyetimizin 100üncü yılına
hazırlanıyorsa, itibarlı bir demokratik düzen
kökleşmeye başlamışsa, ekonomimiz dünyanın
en istikrarlı büyüyen ekonomileri arasındaysa,
belirsizlikler geride kalmış, gelecek vizyonumuz
netleşmişse, gelişme ve büyüme için uygun ortam
hazırlanmışsa, adalet ve kalkınma çıtası
yükselmişse, bu başarının motoru, ana
dinamiği, hiç şüphesiz, millet adına, milletimizle
birlikte ortaya koyduğumuz siyasettir.
Tesis
ettiğimiz güven, inşa ettiğimiz istikrar, büyük
gayretlerle elde ettiğimiz demokratik itibar, Türkiyenin
tüm meselelerini cesaretle çözme iradesini gösteren
siyasetimizin eseridir. Buradan geriye dönüş de asla
olmayacaktır. Kalan sorunlarımız er geç çözülecek,
toplumun yeni ihtiyaçları da muhakkak
karşılanacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi
olmasın. Çünkü, bizim siyasetimiz, çözümleri erteleme,
sorunları halının altına süpürme siyaseti
değildir. Bugüne kadar sorunlarla yüzleşmekten
korkmadık, bundan sonra da korkmayacağız. Halkın
değişim taleplerinden doğduk, bu taleplere cevap
verdik. Toplumu yok sayan, siyah beyaz bir Türkiye tasarlayan,
dünyaya sırt çeviren anlayışların diline,
felsefesine teslim olmadık ve olmayacağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün rakamlardan çok,
bütçemize şekil veren, ruh veren siyasi perspektiften söz
etmek istiyorduk, konuşmamızı da esas itibarıyla
bu çerçevede yapmayı düşünmüştük. Ancak, biraz evvel
dinlediğimiz konuşmalardan öyle gördük ki, bir rakamlar
resmî geçidi geçti buradan. Ama, bu geçen rakamların bir
kısmı düz, düztabandı, topal rakamlardı.
Bunları yerli yerine oturtmazsanız, Eyvah, Türkiye
batmış! noktasına gelir. Onun için, maalesef, biz de
işin bundan sonraki kısmında yeri geldiğinde
bazı rakamları vereceğiz. Çünkü,
vatandaşımız Türkiyede ne olup bittiğini bütün
yönleriyle görmelidir, madalyonun iki yüzünü de görmelidir.
Çünkü, iki türlü terazi var. Bir tanesi mazeret terazisi, bir
tanesi de insaf terazisidir. İnsaf terazisi milletin
elindedir, mazeret terazisi de ortaya hiçbir şey
koyamayanların elindedir. Bunu iyi anlamak lazım. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, ne yazık ki bazı siyasi meseleler
Türkiyede kördüğüm hâline getirilmiş, nesiller boyu
aynı temalar aynı şablonlarla
tartışılmış, bu tartışmalardan bir
sonuca da varılamamıştır.
Hamdolsun ki,
güven ve istikrar sayesinde Türkiyeyi frenleyen zorlukları
birer birer geride bırakıyoruz. Bizim dönemimizde
Türkiye yerinde saymaktan kurtulmuştur. Kaybettiğimiz öz
güveni yeniden kazanıyoruz. Halkımız da nutuk
atanlarla iş yapanları ayırıyor, emeği,
alın terini ve hizmeti ödüllendiriyor. Milletimiz 3 Kasım
2002de ortaya güçlü bir değişim iradesi koydu. 22 Temmuz
seçimlerinde de bütün tartışmaları bertaraf edecek şekilde
daha güçlü bir irade ortaya koydu. Milletimiz, hür iradesiyle, 22
Temmuzda bunun için yola devam dedi, hizmete devam,
çalışmaya ve üretmeye devam dedi.
Biz,
milletimizin önüne bir gelecek vizyonu koyduk. Kamu
kurumlarıyla milletimiz arasında, yeniden, pozitif bir
etkileşim başlattık, bir sinerji meydana getirdik.
Küçük hesaplar peşinde koşmadık, hizip siyaseti
yapmadık, zümre siyaseti yapmadık, bölge siyaseti
yapmadık. Biz vatanın evlatları arasında
ayrımcılık yapmadık, kayırım ve kabile
siyaseti yapmadık; biz, bu ülkeyi, 70 milyon
insanımızı ve seksen bir şehrimizi bir bütün
olarak kucakladık. Sonuçta ne aldatan olduk ne aldanan olduk!
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK Parti
İktidarının tecrübesinde Türk siyaseti için önemli
dersler olduğuna inanıyoruz anlamak isteyenler için,
görmek isteyenler için. Çünkü, bu tecrübe göstermiştir ki,
Türkiyenin sinir uçlarına dokunmadan siyaset
yapılamayacağını düşünenler
yanılıyorlar. Siyasi rekabeti siyasi çatışma
zannedenler yanılıyorlar. Türkiyede demokratik düzenin
normalleşmesinden tedirgin olanlar yanılıyorlar.
Halkın değerlerini, halkın yaşama üslubunu,
devletin değerleriyle karşı karşıya
getirmek isteyenler kesinlikle yanılıyorlar. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Milletimizin
bekasıyla, devletimizin bekasını birlikte
düşünemeyenler de yanılıyorlar. Artık, bu
kalıplardan, bu şablonlardan vazgeçmeliyiz. Devletin
selameti ile milletin selameti birliğimizdedir, beraberliğimizdedir.
Türkiyenin
siyaset erbabı da, aydını da, bilim adamı da bu
yorucu, bu yıpratıcı, bu tüketici sinir harbini
bırakmak zorundadır. Sinir harbinin, kavganın,
gerilimin kimseye, ama kimseye zerre kadar faydası yoktur.
Yıllarca ithal senaryolarla bu milletin
çocuklarının kalplerine kin ve nefret tohumları
atıldı. Mayası sağlam olan bu aziz millet bütün
senaryoları bertaraf etti. Ayrıştırıcı
siyasetleri, çatışmacı siyasetleri, marjinal
siyasetleri, aşırılıkları besleyen siyaset
yöntemlerini bu millet tasfiye etti.
Bütün
bunlardan ders çıkarmak zorundayız. Gök kubbe altında
hoş bir seda bırakmak için, yarın hayırla yâd
edilmek için, milletin rotasına, milletin istikametine
girmek zorundayız. Gelin, daha medeni, daha adil, daha
müreffeh bir Türkiye için, daha çok kenetlenmiş bir toplum için
yüreklerimizi birleştirelim.
Biliyorum,
ezberleri bozmak zordur; biliyorum,
alışkanlıkları terk etmek de zordur; biliyorum,
kırk yıldır aynı kalmakla iftihar edenler için
gelişerek değişmek de zordur.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Masal anlatma, buraya masal dinlemeye gelmedik.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Dar bir
zümrenin keyfine göre konuşmanın
kolaycılığını bırakmak da zordur.
İnanın, ezberler bozulmadan, kabuk bağlamış
ideolojik kabuller değişmeden,
çocuklarımızın da milletimizin de geleceği
teminat altına alınamaz.
Onun için,
gelin, hep birlikte aynı hedefe odaklanalım. Bu milletin
değerlerini, bu ülkenin insanlarını karşı
karşıya getirmekten vazgeçelim. Artık küçük
düşünmekten, dar ideolojik gözlüklerle dünyaya bakmaktan
vazgeçelim. Öfkeyle, husumetle birbirimizi
ötekileştirmekten, birbirimizi
yabancılaştırmaktan vazgeçelim, aramızdaki
siyasi rekabet, birimizin ak dediğine ötekinin kara
demesini gerektirmiyor. Demokratik çoğulculuk, bütün
farklılıkların birbirini yok etmeden
yaşaması, herkesin birbirinin hukukunu
korumasıdır. Unutmayalım, birbirimizi sevmeden,
birbirimizi anlamadan bu ülkeyi, bu vatanı sevemeyiz.
Birbirimize merhamet etmeden, bu ülkeye hizmet etmeden, taş
üstüne taş koymadan milliyetperver olamayız. Slogan
siyaseti bir değer üretmiyor. Bu tarz siyaset, gerginliği
artırmaktan, önyargıları kemikleştirmekten
başka bir fayda sağlamıyor. Bu yanlışlara
geçmişte, ne yazık ki, hepimiz düştük ve dersler
çıkardık. Farklı
yaklaşımlarımızın olması, farklı
önceliklerimizin olması, farklı siyasi geleneklerden
gelmemiz birbirimizi anlamamıza mâni olmamalıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyenin ekonomik ve
sosyal sorunlarını bir bir çözmesinden, demokratik istikrar
ve güvenin pekişmesinden rahatsız olan birçok çevre
vardır. Bunların başında terör örgütleri
gelmektedir. Bunların en başında da bölücü terör
örgütü gelmektedir. Bunlar, zemin kaybetme korkusuyla paniğe
kapılmışlardır.
Türkiye,
birlik ve beraberliğimize kasteden terör örgütünü toplumdan
tecrit etme mücadelesinde yeni bir safhaya girmiştir. Terör
örgütünü içeride ve dışarıda tam olarak izole
etmeyi, sosyal, lojistik, finansal ve psikolojik bütün
desteklerini kesmeyi başarmak için yoğun bir gayretin
içerisindeyiz.
Bilindiği
gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin büyük bir çoğunlukla
kabul ettiği tezkere çerçevesinde çok yönlü teknik
çalışmalar yapıldıktan sonra 28 Kasım
itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimiz Hükûmetimiz
tarafından yetkilendirilmiştir. Sınır ötesi
operasyonun ne zaman, ne şekilde ve hangi kapsamda
yapılacağı askerî boyutuyla teknik bir konudur.
Operasyonel hiçbir bilgiye sahip olmadan askerî harekâtla
ilgili eleştiri ve polemikler üretmek bu sürecin
ciddiyetiyle bağdaşmıyor. Kimse merak etmesin, hem
Hükûmetimiz hem Türk Silahlı Kuvvetleri ne zaman ne
yapması gerektiğini çok iyi biliyor ve bilecek
kabiliyettedir.
Değerli
milletvekilleri, dış dünyada terörle mücadeleyle
ilgili olarak yoğun bir diplomasi trafiği yürüttük.
Terörü toplumdan tecrit etme politikamızın
başarıya ulaşması için çok uygun bir vasat elde
ettik. Bugüne kadar ne yazık ki dost ve müttefikleri
tarafından dahi yalnız bırakılan Türkiye,
terörle mücadelesinde ilk kez dünyadan bu kadar güçlü bir destek
bulmayı başarmıştır. Bu destek şu an devam
ediyor. Ancak, beklentimiz daha yukarı noktalardadır.
Komşularımız, Orta Doğu ülkeleri, ABD ve Avrupa
Birliği, haklı mücadelesinde Türkiyenin yanında
yer almaya belli ölçüde başlamıştır. Ancak, daha
yapılacak çok iş var, alınacak epey mesafe var.
Nitekim, bazı muhalefet sözcüleri, terörle mücadelede
Türkiyenin haklılığının anlaşılmaya
başlandığını memnuniyet duyarak ifade
etmişlerdir. Peki, bu diplomatik noktaya Türkiye nasıl
geldi? Bu işler kendi kendine mi oldu? Eğer kendi kendine
oluyor idiyse geçmişte niye olmadı? Hükûmetimiz etkin bir
diplomasi yürütmese, Türkiyenin
haklılığını,
kararlılığını ve meşru konumunu gidip
bu ülkelere bizzat anlatmasa bu noktaya gelinebilir miydi? Daha
düne kadar terör örgütünün menfi propagandasının tesirinde
kalanların bile artık gerçeği görerek söylem
değişikliğine gittiklerini biz de görüyoruz.
Özellikle bugünlerde bazı Avrupa kurumlarında terör
örgütünün yeniden propaganda arayışlarına
tanık oluyoruz. Panik içindeki bu nafile
çırpınışlar fayda getirmeyecektir. Ancak, terör
örgütüne dışarıdan yardım ve yataklık
yapanlar, zemin ve fırsat hazırlayanlar da, Hükûmet olarak
bu süreci kararlılıkla takip ettiğimizi bilmelidir.
Terör konusunda çifte standartlı ve samimiyetsiz
davranışların, bunun utancını
yaşamaları için ne gerekiyorsa yapmaya, ne söylenmesi
gerekiyorsa söylemeye de devam edeceğiz. Bu süreçte siyasi,
askerî, diplomatik, ekonomik ve sosyal araçları bundan sonra
da doğru ve etkin kullanmayı sürdüreceğiz. Şunu
biliyoruz, şiddet ve terörün düşmanı özgürlük
ortamıdır. Bu yüzden demokrasimizi, temel hak ve
özgürlüklerimizi geliştirmemiz, güçlendirmemiz birinci
önceliğimizdir. Terör, baskı ortamını,
mahrumiyeti ve yoksulluğu sever. Gelişme, kalkınma,
özgürlükler olmasın diye elinden geleni yapar. Demokratik
özgürlük ortamını, ekonomik ve sosyal gelişme
ortamını sabote etmek, bunun önünü tıkamak terörün
vazgeçilmez taktiğidir. Bu oyuna bugüne kadar gelmedik,
bundan sonra da gelmeyeceğiz.
Türkiye, 780
bin kilometrekare toprağıyla, bütün bölgeleriyle, 70
milyon insanıyla bir bütün olarak gelişecek,
kalkınacak ve özgürleşecektir. Hamaset
edebiyatıyla Türkiyeyi bir baskı ortamına
sürüklemeye çok hevesli görünenler bunun sonuçlarını
iyi düşünmelidir. Zaman, akıl ve sağduyuyla hareket
etme zamanıdır. Bölücü terör örgütünün hedefi, birlik ve
beraberliğimizi bozmaktır. Teröre verilecek en güzel
cevap da birlik ve beraberliğimizi güçlendirerek yekvücut
olmaktır. Bunu bozacak, hamasiyi dışlayıcı,
ayrıştırıcı söylemlerden kaçınmak tüm
siyasetçilerin boynunun borcudur. Milletimizin hiçbir ferdini dışarıda
bırakmadan bir ve bütün olarak kucaklamak, vatan sevgisiyle
hareket etmek, 70 milyon memleket evladına hizmet etmek en
büyük milliyetçiliktir. Atatürkün en büyük
başarılarından biri, etnik kökeni, dini, inancı,
mezhebi ne olursa olsun milletimizin bütün fertlerini Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlığında
birleştirmiş olmasıdır.
Bizi tek bir
millet yapan ortak değerlerimizi hep birlikte yüceltmeliyiz.
Millet kavramını biz, ırk, kan ve kabile
bağlarının üzerinde bir yüksek ideal ve hedef
birliği, bir ortak yaşama iradesi olarak görüyoruz.
Anayasamızdaki millet tanımı da ırk ya da kan
esasına göre değil, vatandaşlık temelinde bizi
birbirimize bağlamaktadır. Bu ülkenin bütün
vatandaşları, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet
ortak paydasında birleşmiştir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Millet
kavramının içini, bizim, tarihte yüzlerce yıllık
derinliği olan kader birliğimiz doldurmuştur. Onun
için, kimse bugün milletimizi yeniden tanımlama gayretine
girmesin. Bu bağı, muhakkak ve özenle korumak
zorundayız. Bizim insanımız en zor şartlarda bile
milletine, devletine, ülkesine, cumhuriyet değerlerine
sadakatini ortaya koymuştur. Bizim dilimiz
düşmanlık dili değil kardeşlik dilidir. Bizim
felsefemiz yaratılanı Yaradandan ötürü sevme
anlayışıdır. Eğer, terör belasından
kurtulacaksak, bu demokratik siyaseti, çare kapısı
olarak, hak arama kapısı olarak açık tutmakla mümkün
olacaktır. Herkes kendini, özgürce, anayasal düzen içinde
meşru yollarla, demokratik zeminlerde ifade edebilmelidir.
Bununla birlikte, terör ve şiddete aralarına mesafe
koyamayanlar demokrasiden yana olduklarını
söyleyemezler. Demokrasimiz, her türlü
farklılığı, hukuki zeminde kalmak kaydıyla,
her türlü siyasi görüşü içinde tutabilecek olgunluğa
erişmiştir. Kaldı ki, terörden en büyük zararı,
yine istismar etmeye çalıştığı
Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşayan
insanlarımız görmüştür. Şehirlerimizin mamur
hâle gelmesi, yatırımların ve teşviklerin
bölgeye gitmesi, üretim ve istihdam kapılarının
açılması yıllarca engellenmiştir. Bir kez daha
söylüyorum, terör örgütü hiçbir vatandaşımızın temsilcisi
olmamıştır ve olamaz. Herkes bilmelidir ki terör ve
şiddet demokrasiyle bağdaşmaz. Anayasal ve yasal
düzene uygun olmayan davranışlar hukuk devleti
anlayışıyla telif edilemez. Demokrasi ve hukukun
gereklerini yapmayanların ve yapamayanların
mağduriyet maskesine sığınmalarını,
buradan prim devşirmeye çalışmalarını da,
kusura bakmasınlar, kabul etmemiz mümkün değildir. Biz,
millet olarak bu beladan yeterince çektik. Millet olarak
aramızdaki bağların, tarihî, kültürel ve insani
derinliği var. Zaman, ortak değerlerimizi,
aramızdaki bağları güçlendirme, cumhuriyetimizin
değer ve kazanımları etrafında birlik olma
zamanıdır. Bu süreçte, herkesin, sorumlu ve duyarlı
hareket etmesi kadar, cesaret ve kararlılıkla
demokratik duruşunu da göstermesi gerekmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; terör örgütü
üyelerinin silah bırakmalarını, ailelerinin, anne
ve babalarının yanına dönmelerini ya da dağa
yeni katılımların önlenmesini sağlamak
amacıyla, baştan beri bir proje yürütüyoruz. Bu proje,
bizim kardeşlik projemizdir. Bu projeleri yürütürken de
devletin tüm birimleriyle, senelerden beri bu işlerle
uğraşan, büyük bilgi ve deneyime sahip, tecrübeye sahip
devletin birikimlerini yan yana getirerek ortaya bir proje
koymaya çalıştık, bunu uygulamaya
çalışıyoruz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Nedir o proje?
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Zaman
zaman, muhalefet partileri ya da muhalif çevreler, bu konuyu
hemen istismara başlıyorlar. Geldiğimiz noktada, ne
ihtiyacımız var, hangi adımları atmamız
lazım, sonuca varmak için neler yapmamız gerekir,
bunları, başta güvenlik birimlerimiz olmak üzere, tüm
kurumlarımızla defaatle görüştük, görüşüyoruz
ve görüşmeye devam ediyoruz; çok ciddi, titiz bir
çalışma yapıyoruz. Terörle mücadele konusunda
netice almamızı sağlayacak hangi adımların
atılması gerekiyorsa bunları atacağız ve
terör meselesini Türkiyenin gündeminden çıkarmak için
elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Ancak, bu mücadelenin
sadece askerî yöntemlerle kazanılamayacağını
herkes biliyor ve herkes söylüyor. Her fırsatta herkesin
söylediği bu askerî yöntemlerin dışında
başka yöntemlerin de kullanılması gerekiyor.
Dolayısıyla, biz, şimdi geldiğimiz noktada, bir
taraftan terör örgütü ve terör örgütleriyle mücadele ederken öbür
taraftan da terörizmle mücadele etmenin
altyapısını, hukuki altyapısını
oluşturduk, eksiğimiz varsa gidermeye
çalışıyoruz; ekonomik, sosyal, kültürel
altyapılarını oluşturduk, eksiğimiz varsa
bunları gidermeye çalışıyoruz. Biz, bunun için
çalışıyoruz, teröre son vermek için, siyasi, askerî,
diplomatik, sosyal ve ekonomik bütün araçları harekete
geçiriyoruz.
Şimdi, her
şeye itiraz eden Türkiyede bir muhalefet
anlayışı var ister Meclis içinde ister Meclis
dışında, her şeye istemezuk üslubu içerisinde
bir yaklaşım bu. Peki, bizim yaptığımız
yanlışsa, bizim yaptığımız eksikse,
yapılan ne? Siz olsanız nasıl yapardınız?
Doğrusu, bu sualin cevabını hep sorduk; samimiyetle
de biz bunu istiyoruz, ne kimseyi itham etmek için ne kimseyi
köşeye sıkıştırmak için ne de kendimize
mazeret aramak için. Yapmak istediğimiz şey, bu belayı
ülkenin gündeminden çıkarmaktır. Bu noktada, kimin ne
birikimi varsa, ne tecrübesi varsa, bundan istifade etmeye
çalışıyoruz. Ama ortaya müspet bir sonuç koymadan,
ortaya müspet bir teklif getirmeden, sadece Bu yanlış, bu
olmaz, bu doğru değil. demekle Türkiye bir yere
varamadı. Çünkü, terör belası dediğimiz bela,
eğer PKK teröründen bahsediyorsak, 1984ten bu tarafa var. Ondan
evvelki terörden bahsediyorsak, Türkiye otuz beş
yıldır, kırk yıldır terörle yatıyor
terörle kalkıyor. Bazen gazete manşetlerine çıkmasa
bile, Türkiyenin birinci öncelikli meselesi olmaya devam etti.
Bütün cumhuriyet hükûmetleri,
devletin ilgili birimleri, yaptıkları güvenlik toplantılarında,
her zaman, terör meselesini, asayiş ve güvenlik meselesini
birinci gündem maddesi olarak aldı ve onunla ilgili tedbirler
geliştirmeye çalıştı.
Aynı
geleneğin devamı olarak, biz, yepyeni bir anlayışla,
hem teröristlerle hem de terörle mücadele noktasında yeni bir
konsept geliştirdik, bunu uygulamaya koyduk. Söylediğim
gibi, bunu ilgili birimlerimizle oturarak konuşarak
Eğer
bunlar beğenilmiyorsa, o zaman denilmesi lazım ki, biz,
şunu yaparsanız uygun olur, şöyle bir tedbir
alırsanız sonuca varmak daha mümkün olur tarzındaki
yapıcı eleştirileri bekledik, bekliyoruz. Ancak,
görebildiğimiz şey
Sadece terör konusunda da
değil, bütçenin diğer kısımlarında da gördük
ki
Hatta bir arkadaşımız konuşmasını
kategorize etti: Birinci bölümde şu, ikinci bölümde, üçüncü
bölümde bu, dördüncü bölümde de çareleri söyleyeceğim.
dedi, çare kısmına gelince vakit bitti. Ben şöyle
anladım o konuşmayı -yeri gelmişken bir parantez
arası- Çare benim. diyor, Çare benim. Yani, sıralamak
yerine Çare benim. diyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi,
bakın, bu üslup geçerli bir üslup değil, siyasette bir
dönem geçerliydi, soğuk savaş döneminin
yansımalarıydı siyasete. Bunlar geride kaldı.
Şimdi, yeni bir çağa girdiğimize göre siyaset
üslubumuzu da biraz değiştirmemiz lazım. Çare, bir,
şudur; iki, şudur; üç, şudur; dört, şudur
diye
sıralamanız lazım.
Şimdi,
meseleyi buraya neden getirdim, kısaca onu ifade etmek
istiyorum. Son günlerde kamuoyunun pişmanlık
yasası diye algıladığı bir konu üzerinden
olabildiğince siyaset yapılmaya
çalışıldı; olabildiğince, terör gibi bir
millî mesele
Ki, bunda mutabık kaldık terörle ilgili
yaptığımız Genel Kurul toplantısında. Bu
bir millî meseledir, hükûmetler üstü bir meseledir, devletin
meselesidir. İktidarda benim partim veya bir başka
partinin olup olmaması değişmiyor, terör örgütleri
hedefine ulaşıncaya kadar bunlar devam ediyor, edecek.
Çünkü, bu bir siyasetin parçası. Dolayısıyla, o zaman
konuştuk ki, bu nitelikleri olan bir olayla, Türkiye,
karşı karşıyadır ve uzun zamandan beri
karşı karşıyadır.
Geçmişte
iş başında bulunan siyasi iktidarlar, bu belayı
Türkiyenin gündeminden çıkarmak, dağa
çıkışları önlemek, Türkiyede huzuru,
asayişi, barışı, kardeşliği tesis etmek
adına bir kısım yasaları çıkarmak durumunda
olmuştur. Bunların adına kamuoyu pişmanlık
yasası diyor, Eve dönüş yasası da denilebilir,
ama, Resmî Gazetedeki ismiyle Bazı Suç Failleri
Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun adıyla
Bu ilk
defa 1985te çıktı değerli arkadaşlarım.
Kamuoyunun bilmesi lazım. Artık, bu noktada belli
mutabakatlara varıp dikkatimizi, enerjimizi başka
alanlara teksif etmemiz gerekiyor. Bunun üzerinden siyaset
yapıldığı takdirde kimsenin kimseye söyleyeceği
çok fazla bir şey yok. Benim söyleyeceklerim de kimseyi
suçlamak için değildir, aklımdan hiç böyle bir şey
geçmez. Sadece bir tespit yapalım, vatandaşımız
olup bitenleri -nedir, ne değildir- görsün.
Şimdi, ilk
defa adını pişmanlık yasası diye
halkın isimlendirdiği bu yasa 1985te çıkmış.
Arkasından 1988de, ondan sonra 1990da, 1992de, 1995te, 1999da,
2002de, 2003te, sonra da 1 Haziran 2005te yürürlüğe giren Ceza
Kanununda 221inci madde olarak bizim hukuk literatürümüze bu
yasa ve düzenlemeler girdi.
Şimdi,
1985ten günümüze kadar getirdiğinizde, bu türlü
yasaların altında imzası olmayan veya
arkadaşlarının imzası olmayan hemen hemen
hiçbir siyasi parti yok. Evvela bunu bir görelim. Tabiatıyla,
bir kısım insanlarımızdan, bak, bu kanun
tasarısının altında şu şu imzalar var,
filanca tarihte çıkanın altında şunlar
vardır demek gerekiyorsa bunları demek mümkün.
Bunların hepsi elimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de
arşivlerinde.
Şimdi, bu
ihtiyaç nereden doğmuş? Tabiatıyla ülkeyi
yönetenler terör belasıyla uğraşırken devletin
güvenlik birimleri, güvenlik kurulu toplantıları ve
yapılan sayısız toplantılarda, bu tip
yasaların çıkmasının terör örgütünü
dağıtmak, terör örgütünü zayıflatmak, terör
örgütünü güçsüz kılmak adına faydalı olacağı
düşünülmüş. Şimdi, faydalı olacağı
düşünülmüş, eğer faydasız olsaydı bir defa
çıkar, ondan sonra bu yolla bir yere varmak mümkün değil
denilir, sonraki yedi tane düzenleme yapılmazdı. Demek
ki, belli ölçüde bir faydası kabul edilmiş olmalı ki
85ten bu tarafa belli aralıklarla bu tip yasalar Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemine gelmiştir.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Son yasaya karşı çıktık biz, oy
vermedik Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Efendim?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Eve dönüş yasası denen yasaya biz CHP olarak
rey vermedik.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Şimdi, Sayın Anadol
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Rey vermedik Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Müsaade ederseniz, size o konuyu izah edeyim çünkü Grubumuzun
önemli bir kısmı da yeni, bundan haberdar olmayabilir.
Şimdi,
Ceza Kanunu 221inci maddesi var. Açıp bakarsanız,
çıkan pişmanlık yasalarından hiç farkı yok.
Nedir bu yasanın esası? Bakınız, şimdi,
bakalım: Herhangi birisini alıyorum, mesela, 26/8/1999,
elimin altında. Diğerleri de aynı, hatta gerekçeleri
de aynı gerekçelerine bakarsanız. Mesela, diyor ki:
Kamuoyunda pişmanlık yasası olarak bilinen 3419
sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak
Hükümlere Dair Kanunun -yani, bir önceki Kanunun, 99dan evvel-
uygulamasından hem ülke hem güvenlik kuruluşları
olarak azami fayda sağlanmış, itirafta bulunan
şahısların verdiği bilgiler doğrultusunda
yasa dışı örgütler hakkında bilinmeyen hususlar
öğrenilmiş, faili meçhul kalmış çeşitli
olaylar aydınlatılmış, çok sayıda silah,
cephane, patlayıcı madde, örgütsel belge, malzeme,
doküman
Tamamını okuyup vaktimi doldurmak istemem.
Dolayısıyla, yeni bir yasanın daha
çıkarılmasında fayda mülahaza edilmiş.
Hükûmetlerin önüne gelmiş bunlar. Hükûmetler de bu
mülahazalara katıldığı için, bu
değerlendirmelere katıldığı için, işte
sekiz defa geldi.
Şimdi,
evet, ben hatırlıyorum, son 2003te çıkan yasaya
karşı çıktınız. Doğru.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Evet, onu söyledik.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Ama,
şimdi sizinle beraber, 221inci madde düzenlemesini beraber
yaptık Ceza Kanununda. Özellikle Cumhuriyet Halk Partili
dostlarımın iyi anlaması için söylüyorum. 2003te buna
böyle dediniz ama 221le ilgili Meclis tutanaklarında
dediğiniz bir şey var mı? Ona bir bakalım evvela.
Yani, bunları böyle konuşurken, belli bir zemine
oturtmamız lazım. 220nci madde, örgüt maddesidir.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Temel kanunlarda milletvekilinin konuşma
hakkı yok ki neyi konuşacağız?
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Sayın Başkan, bu korsan neşriyatı kesecek
misiniz? Ara sıra korsan neşriyat yapıyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Genç, lütfen müdahale etmeyelim.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Korsan
yayın yapıyor, onu kesin. Yani, ciddi bir meseleyi,
gayriciddi bir üslupla konuşturmasın.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Niye rahatsız oldunuz? Milletvekilinin
konuşma hakkı yok ki!
BAŞKAN
Sayın Genç, lütfen
Müdahale etmeyelim hatibe.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Şimdi, bakınız, 220nci madde örgütle ilgili
maddedir. 221inci madde ise etkin pişmanlıktır. Eski
Ceza Kanunundaki bazı suçlar bakımından ifade
edilen faal nedametin yeni ismidir.
Örgüt
suçlarında, örgüt üyesi olmuş ama başkaca herhangi bir
suça karışmamış olanların daha ileri noktaya
gidip bazılarının canını yakmaması,
kendi hayatını da sıkıntıya sokmaması,
ailesini üzmemesi, yanlış işlerin bir parçası
hâline gelmemesi, elli tane daha sebepten dolayı diyoruz ki:
Bak, yanıldın, yenildin; inandın,
inandırıldın; kandırıldın veya
kandın; sebebi ne olursa olsun. Bak, annen, baban, ailen senin bu
yolda devam etmeni istemiyor. Yolun yarısından dön. Zararın
neresinden dönersen kârdır çünkü bu gittiğin yol
zararlı bir yol. Kendin için de zararlı, ailen için de
zararlı, millet için de zararlı. Gel bu yoldan dön. Devletin
adaletine teslim ol. Biz de sana ceza vermeyelim.
Pişmanlık yasalarının esası bu değil mi?
Sekiz tane yasanın esası bu değil mi? Bu. 221 neyi
düzenliyor? Tam, aynen, kelime kelime bunu düzenliyor.
Şimdi,
bunu birimizin kusuru olarak söylersek, kimsenin kimseye
diyeceği bir şey yok. Ama ben şunu görüyorum, diyorum
ki, bu yasaları çıkaranların tamamı iyi
niyetlerle, bu belayı defetmek, bu örgütleri çözebilmek
noktasında, yukarıda sayılan gerekçelerle bir
düzenleme yapmış. Her defasında bu yasa Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemine geldiği zaman gerilimler oluyor,
acılar depreşiyor, bir kısım kanayan
yaraları tekrar tekrar kanatmaya başlıyoruz.
Siyaset, maalesef -bazen de- her zaman
iyi yüzüyle yapılmıyor. Biz bunları gördük. Onun
için 221'inci madde bu manada düzenlenmiştir, beraber
düzenledik. Yanlış bir şey de yapmadık bakın.
Hiç alınmanıza gerek yok, doğru bir şey yaptık
221 ve başkaca etkin pişmanlık hükümleriyle. 221'in
tutanaklarına bakın, burada dediğiniz bir tek
kelime yok. İtiraz etmediniz, neden böyle bir madde
koyuyorsunuz demediniz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Niye eve dönüş yasası çıktı 2003'te?
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Dolayısıyla, şimdi yanlış
yapmadığımız bir işten dolayı niye
polemiğe gereceğiz ki? Niye polemiğe
gireceğiz? Dolayısıyla, sekiz tane özel yasa ve
şimdi de 221. Bu Mecliste temsil edilen partilerimizin önemli
bir kısmı, işte, terör örgütünü zayıflatmak,
güçsüz kılmak, yaptığı faaliyetlerden haberdar
olmak, silah, mühimmat, cephane, irtibatları,
iltisakları; bunları ortaya çıkarmak adına
zaman zaman bu yasaları çıkarmıştır. 221'inci
madde var.
Bakınız
arkadaşlar, göz ardı etmememiz gereken husus şu: Bu
ülkede kamu düzeninin gerekleri neyi gerektiriyorsa onu bir
uzlaşma anlayışı içerisinde, bir iç polemik mevzusu
yapmadan oturup konuşmamız gerekiyor. Birbirimizin
vatanseverliğini sınayacağı bir alan
değildir. Bu, bir bilek güreşinin yapılacağı
bir alan da değildir. Eğer meseleyi böyle kabul edersek en
ciddi meseleyi sulandırmış oluruz.
O nedenle,
bütün cumhuriyet hükûmetleri gibi biz de sorumluluğumuzun
farkındayız ve bu belayı Türkiye'den defedebilmek,
Türkiye'de barışı, kardeşliği bir daha
bozulmamak üzere tesis etmek adına çalışmaları
yapıyoruz.
Bu, bir af
değildir onu söyleyeyim. Bakınız, bunun üzerinden
herkes yine bazı kavramları kullanıyor. Eğer bu
kavramları kullanırsanız, emin olun sonradan
pişman olacağımız bir noktaya gelir toplum. Biz
genel aftan hiç bahsetmedik. Genel affın doğru
olmadığını da söylüyoruz ama 221 bu manada bir
düzenlemedir. Gerekiyorsa, ihtiyaç duyuluyorsa, aynı
anlayışla, aynı felsefeyle, bizden evvelki hükûmetlerin
Başkalarının altında benim de imzam var onu da
söyleyeyim, alınmıyorum. Ben doğru yaptım. Ülkemi
sevdiğim için yaptım, memleketi sevdiğimiz için yaptım
(AK Parti sıralarından alkışlar)
bu ülkenin insanları
karşı karşıya gelmesin diye yaptık.
Biliyoruz ki,
terör örgütleri, başkalarının
payandasıdır, başkalarının
taşeronudur. Bunların müstakil hareket kabiliyeti yok.
Türkiyeye ne kadar zarar verdiklerini hep beraber biliyoruz. Bu
zararlarla Türkiye karşı karşıya kalmasın
düşüncesiyle, bir düzenleme gerekiyorsa dün
yapıldı, bugün yapıldı, yarın gerekiyorsa bu
da yapılır. Bunun da yapılacağı yer, bana
göre özel bir yasa değil, bize göre özel bir yasa değil, 221
çerçevesinde çözülecektir, çözülmelidir.
Şimdi,
burada üzüldüğümüz bir nokta var: Hakikaten böylesine önemli
bir konuyla ilgili olarak, bakınız, sanki geçmişte bu
yasalar çıkmamış gibi
Söyledim bakın teker teker, emin olun gerekçeler
aynı, hatta bazılarının virgülüne
varıncaya kadar aynıdır. Bunları hepinize,
istiyorsanız, konuşmamdan sonra verme imkânım var.
Şimdi, ne
oldu? Bir muhalefet diliyle bu türlü çabalar için söylenen ne?
Ateşle mi oynadı? Terör örgütünün önünde diz mi çöktü?
İhanet mi etti? Aymazlık mı yaptı? Kendini
bilmezlik mi etti?
Şimdi,
böyleyse, o zaman bu yasaları çıkaran bütün cumhuriyet
hükûmetlerini bu sıfatlarla tavsif etmek gerekir. Bütün
cumhuriyet hükûmetlerini bu sıfatlardan tenzih ederim ben.
Kim söylüyorsa, doğru bir şey söylememiştir,
yanlış şeyler söylemiştir. Yanlış bir
noktaya Türkiyeyi getirmeye de kimsenin cüret etmemesi
lazım, kimsenin böyle bir sorumluluğa ortak olmaması
lazım.
Değerli
milletvekilleri, terörle mücadele konusunda biz çok şeyler
yapmaya çalıştık. Evvela, demokratik usuller ve
yöntemlerle bugün Türkiye belli bir noktaya gelmiştir. Terör
örgütünün ve yandaşlarının telaşı da
bundandır. Altlarındaki demokratik zemin kayıyor.
Eskiden Biz şurayı temsil ediyoruz, bu kesimi temsil
ediyoruz. diyorlardı, böyle bir temsil imkânları yoktur.
Terör örgütü, hiç kimseyi temsil etmez, olsa olsa
yabancıların menfaatine su taşır, yabancıların
politikasının bir parçası olur. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Terör örgütü hiç kimseyi,
ister bu taraftan ister o taraftan, hiçbir terör örgütü hiç kimseyi
temsil edemez. Bir ülkeyi kim temsil edecek? Onun temsilcileri
burada. Bir halkı kim temsil edecekse, onun, anayasada,
yasalarda usulü, esasları bellidir.
Ama, şimdi,
bakınız, teröristle mücadele konusunda Türkiye, yirmi
beş-otuz yıldan beri uğraşıyor ama terörle
mücadele noktasında maalesef zemin kurutma operasyonu
doğru dürüst yapılamadı. Siyaset, bu noktada büyük
bir aymazlık içerisinde oldu ya da gerekli sorumluluğu
taşımadı, taşıyamadı. Onun içindir ki
Türkiyenin belli bir bölgesi, belli bir dönem PKKnın
insafına, inisiyatifine terk edildi. Oraya kimlerin
gittiği belli. 1999dan bu tarafa oraya çoğu zaman devletin
en yetkilileri bile gitmedi. Hatta açık olarak ifade ediyorum,
bir kısım en yetkili devlet büyüklerimizden daha fazla
Claudia Roth gitti, yabancı ülkelerin temsilcileri gitti.
Şimdi, siz
gidemediğiniz yeri kendinizden nasıl kabul edeceksiniz
ve bu ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Onun için, demokrasinin
imkânlarıyla o bölgeye biz Hükûmet olarak gittik ve
gidiyoruz. Biz, terörle mücadeleyi sadece burada
konuşmuyoruz, Meclis çatısı altında
konuşmuyoruz, teröre karşı olduğumuzu burada
söylemiyoruz. Halkla bütünleşerek, halkın gönlünü
kazanarak, halkla kardeşlik duygularımızı
pekiştirerek işi belli bir noktaya getirdik.
İşte, bundan telaşlanan terör örgütü ve yandaşları
silaha sarılmakta gördü tekrar, toplumu kilitlemek, toplumda
kardeş kavgasını, sürtüşmeyi tekrar
başlatabilmek adına. Ama bu işler geride kaldı.
Alttan zemin kayıyor, kayacaktır ve inşallah, el
birliğiyle bu işleri biz belli bir noktaya, sizlerin de desteğiyle,
gayretiyle getireceğiz. Yasal düzenleme gerekiyorsa yasal
düzenleme yapacağız. Askerî operasyon gerekiyorsa
yaptık, yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.
Eğitimdir, sağlıktır, başka türlü kültür hizmetleridir,
ekonomik çabalardır, gayretlerdir, bunlar için ne
gerekiyorsa, teşvikler başta olmak üzere, bunları
yaptık, yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Sadece,
bakınız, değerli milletvekilleri, son beş yıl
içerisinde, 2003ten bugüne kadar 8,5 katrilyona yakın biz
güneydoğuya yatırım yaptık, 8,5 katrilyona
yakın. Bu az bir rakam değildir. Neredeyse Türkiyenin
yatırım bütçesinin üçte 2sidir; üçte 2sidir bu, bu dönem
yatırım bütçemizin. Bu açıdan
baktığımızda, biz, Türkiyenin her
tarafını birbiriyle kucaklaşmış, kardeş
olmuş, bir ve beraber, üzerinde yabancıların oyun
oynamadığı, oynayamayacağı, terör
örgütlerinin de at oynatamayacağı bir ülke hâline
getirmenin kararlılığını
taşıyoruz, taşımaya devam ediyoruz, bununla
ilgili her türlü adımları da atacağız.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, üzerinde durmak istediğim bir
konu Avrupa Birliği konusudur. Avrupa Birliği konusu,
Türkiyenin
Sabahleyin de söylendi birkaç husus, bunu da yeri
gelmişken ifade edeyim: Bu bütçenin vizyonu yok.denildi, Bu
Hükûmetin vizyonu yok. denildi. Bunlar, herhâlde vizyon
kavramına farklı bir yüklemde bulunuyoruz, içini
farklı farklı dolduruyoruz, ondan kaynaklanıyor.
Yani, bir şeyi ölçeceksek, ya metreyle ölçelim ya
arşınla; birimiz metreyle, birimiz arşınla ölçersek
varacağımız sonuç da kesinlikle farklı olur.
Şimdi,
Türkiyenin vizyonu
Avrupa Birliği Türkiyenin bir
vizyonudur 1963ten bu tarafa, hatta 1959dan bu tarafa. Hatta, biraz
daha geriye götürürseniz, bir cumhuriyet projesidir. Çünkü, biz
Avrupa Birliğini bir modernleşme,
çağdaşlaşma projesi olarak anlıyoruz.
Dolayısıyla, Türkiyenin, özellikle Ankara
Antlaşmasından bu tarafa sürdürdüğü bir
mücadelesi var. Bu mücadelenin içerisinde de hemen hemen bütün
partilerimiz var. Şimdi önemli bir noktaya geldik. AK Parti
İktidarında Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde
ikinci ligden birinci lige çıktı. Bunu herkesin iyi
anlaması lazım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Biz şimdi birinci lig ülkesiyiz. Başa
baş, dişe diş müzakere yapan bir ülkeyiz.
Tabiatıyla, sıkıntılarımız var, bizi
istemeyenler var, ayak oyunu yapanlar var, çifte standardı
olanlar var, Türkiyenin üyeliğinden rahatsız olan
bazı ülkeler var. Bunları biliyoruz.
Söyleyeceğimizi söyleyeceğiz,
görüşeceğimizi görüşeceğiz. Bu işten
caymak yok, bu işten geriye dönmek yok.
Biz, şuna
inanıyoruz Hükûmet olarak ve bir devlet projesi olarak da
yürüdüğüne göre Türkiye olarak şuna inanıyoruz:
Türkiyenin onurlu bir Avrupa Birliği üyeliği ülkemizin
yararınadır, ülkemizin menfaatinedir. Şunun da herkesin
farkında olması lazım: Biz Avrupa Birliğine
gireceksek, kimsenin lütfuyla, kimsenin ihsanıyla, kimsenin
tavassutuyla da girecek değiliz. Alnımız açık,
başımız dik olarak gireceğiz ve gireceğiz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Gireceğiz
ve gireceğiz. Bunu herkes görecektir. Bugün bize zorluk
çıkaranlar Türkiyenin millî geliri, 2023e
geldiğimizde, işte o vizyon dediğimiz
rakamları yakaladığımızda, onlar, heyetler
hâlinde Gelin bu Avrupa Birliğine girin. diye bizden
isteyecekler. Geçmişte istediler. Ama, şunu da görmek
gerekir: Bugün, Avrupa Birliği bir ekonomik güçtür, bir siyasi
güçtür ama bir stratejik güç değildir. Türkiyeyi içine almayan
bir Avrupa Birliği bir stratejik güç olmaz, sorun çözen bir güç
olmaz. Bunu da Avrupalıların iyi bilmesi lazım. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Biz, bunu, sadece
burada söylüyor değiliz; her müzakerede, her vesileyle bunu
söyledik. Avrupa Birliğiyle müzakerelerimizi de bu
anlamda, bu anlayışla, bu felsefeyle yürüttük ve
yürütüyoruz. Dört buçuk sene Adalet Bakanlığı
yaptık. Önemli bir kısmına ben katıldım
Hükûmetimiz adına. Sayın Başbakanımız,
ilgili bakanlarımız, yaptığımız
müzakereleri her defasında bu çerçevede yaptık, yapmaya
da devam ediyoruz. Dediğim gibi, biz, Avrupaya yük olan
değil, karşılıklı menfaat esasına
dayalı bir birlikteliği arzu ediyoruz. O manada,
Türkiyenin Avrupa Birliği üyeliğinden rahatsız olan
bir kısım politikacılarımız var,
bunları iç politikada malzeme olarak kullananlar da var,
bunları biliyoruz. Ama bunlar, bizatihi kendileri Avrupa
Birliğinin vizyonuna ters düşüyorlar.
Şimdi,
bizim kararlılığımız bu iken, maalesef, bizim
çalışmalarımızı yakından yeteri kadar
takip etmiyorlar. Hâlbuki, biz, bu türlü konuşmaları
yapan sivil toplum kuruluşlarımıza,
başkalarına her defasında şunu söyledik, dedik
ki: Ya böyle bir konuşma yapıyorsunuz, zaman zaman
açıklamalar yapıyorsunuz, sizin bu açıklamalarınızı
da başkaları gerçek buymuş gibi algılıyor,
bunları delil olarak tekrar Türkiyenin önüne getiriyor,
bunları yapmayın. Bakınız, geçtiğimiz
Hükûmet döneminde ilk çıkardığımız yasa
Bilgi Edinme Hakkı Kanunudur. Eğer bir sorununuz varsa,
bir sıkıntınız varsa, bir konuda bilgi almak
istiyorsanız davet edin bizi. Biz, gelir, size ne
yaptığımızı, ister bu konularda ister
Avrupa Birliği isterse başka konularda -konuştuğumuz
terör konusu da dâhil, başka konular da dâhil- gelir bilgiyi
veririz. Değerlendirmenizi buna göre yapın. Biz, bu kadar
uğraşırken, bu kadar kararlılık içerisinde
bu müzakereyi yürütmeye çalışırken, sanki Hükûmet
bu konuyu ikinci plana itmiş, sanki bu konuda hiçbir çaba sarf
etmiyor, kurumları çalışmıyor, gayreti yok
tarzında, moral bozucu -bizim moralimiz bozulmaz, biz buna
inanıyoruz- başkalarının yanlış anlamalarına
imkân verecek bir kısım değerlendirmeler
yapılıyor. Bunu da buradan doğru
bulmadığımı ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, üzerinde son olarak durmak istediğim konu
Kıbrıs konusudur. Bütçe müzakerelerinde her zaman
Kıbrıs konusu gündeme gelir. Sadece
Dışişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili
değil, geneli üzerinde de, her defasında Kıbrıs
konusu konuşulmuştur. Kıbrıs konusu
Türkiyenin, yani millî dava dediğimizi bütün
unsurlarıyla taşıyan bir davadır. Bütün
cumhuriyet hükûmetlerinin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve
Türk milletinin millî davasıdır. Dolayısıyla,
biz bunu iktidara geldiğimiz günden beri bu anlayış
içerisinde, bu perspektiften yola çıkarak
değerlendirmeye, elimizden geldiği kadar da oradaki
soydaşlarımızın, kardeşlerimizin ve
Türkiyenin hukukunu en iyi şekilde koruyacak tarzda yürütmeye,
sürdürmeye çalışıyoruz ama maalesef, zaman zaman
terör konusunda olduğu gibi, bu Kıbrıs konusu da iç
politika malzemesi yapılıyor. İşte
Kıbrıs satıldı, satılıyor işte,
bu Hükûmet şöyle yaptı, böyle yaptı tarzında.
Bunların hepsi afaki sözlerdir. Delili yok, mesnedi yok,
gerekçesi yok, hatta biraz da kıskançlık vardır
diyebilirim.
Çok net
söylüyorum: Şimdi, Kıbrısın neresi
satılmış? Askerimizse orada duruyor, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletiyse bayrağıyla,
Parlamentosuyla, Hükûmetiyle, Cumhurbaşkanıyla orada
duruyor, işleyen bir demokrasisi var, sınırları
aynen duruyor. Peki, ne olmuş
da, kim nereden ne almış da, neyi satmış, neyi
vermiş? Halbuki, aradan geçen süreye bir bakalım. Yani,
belki ben hayatında, siyasi hayatında parti mitinginden
daha çok Kıbrıs mitinglerine katılmış
birisiyim. Organizasyonlarında bulunduk, işte
Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır, Ya taksim, ya
ölüm. Söylemediğimiz slogan kalmadı,
yapmadığımız miting kalmadı ama bunların
Kıbrıs davasının çözümüne ne kadar
katkısı oldu diye bakarsak, ben şunu gördüm, samimi
bir itiraf: Hamasetle bu işler yürümüyor. Öyle, birbirimize
gaz vererek, birbirimizi ikna etmeye yönelen laflarla bu
işler çözülmüyor. Sağduyulu, akıllı, gerçekçi ve
cesur kararların alınması lazım.
Şimdi,
bakınız değerli milletvekilleri, biz geldikten bu
tarafa, acaba Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle ilgili
olarak neler yapmışız? Evvela ekonomik yardım
olarak, şunu net olarak söylüyorum; bakınız, herkesin
iyi bilmesi lazım: Şimdi, bizim bütçemiz yaklaşık
-kişi başına millî gelir bütçemiz diyorum,
yaklaşık- 6.0006.500 dolar. Kıbrısın millî
geliri şu an 12 bin doları geçti. 4 bin dolardan 12 bin
doları geçti. Bu Hükûmet döneminde, AK Partinin
sağladığı destekler, teşvikler, bizim
iktidarımızın sağladığı
kolaylıklar sayesinde bugün 12 bin doları geçti. Geriye
dönük, Kıbrıs olayları gündeme geldiğinden bu
tarafa, ortalama, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinden yapılan
yardım 80 milyon dolar. Bizim dönemimizde, şu an 400 milyon
doları buldu, yıllık 400 milyon dolar yardım
yapıyoruz biz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yapıyoruz, helal olsun. Ne
yapılması gerekiyorsa da biz bunları yapıyoruz
ve yapacağız. Ama, şimdi Kıbrıs
satıldı. Kıbrıs davası şu oldu, bu oldu.
diyenlerin evvela bu rakamlara bir bakması lazım.
İkincisi,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini bu Hükûmet
işbaşına gelinceye kadar bizden başka
tanıyan yok. İki ay kadar evvel, Strazburga
gittiğimizde, oradaki bizim misyon temsilcilerimiz şunu
söyledi, iftiharla söyledi, dedi ki: Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin temsilcileri geldikleri zaman -Avrupa Konseyi
üyesi olan arkadaşlarımız bu sözlerimin
şahididir, istiyorlarsa kendileri de gidip sorabilirler-
şu kafeden içeriye giremezlerdi, koridora giremezlerdi;
birilerine bir şey söylemek için kapı
aralıklarında Acaba iki laf edebilir miyiz? diye bir
fırsat kollamaya çalışırlardı. Bu Hükûmet
döneminde, bu Hükûmetin doğru siyaseti döneminde, bugün,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden 2 temsilci Avrupa
Konseyi sıralarında oturuyor, soru soruyor, konuşma
yapıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Gittik, ofislerini ziyaret ettik, bakınız, ofislerini.
Eskiden kafede oturan, kahvede oturan, kapı
aralığında İki dakika beni dinler misiniz?
diye rica etmek durumunda kalan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin temsilcileri bugün, hemen kapı komşusu
olarak Fransa, Yunanistan ve diğer Avrupa Konseyinin iri
kıyım üyelerinin oturduğu bölgede oturuyor,
kendilerine ofis tahsis edildi.
İki: 15-17
Mayıs 2007 tarihleri arasında, Pakistanın
başkenti İslamabadda gerçekleştirilen İslam
Ülkeleri Dışişleri Bakanları
Konferansında, Kıbrısa ilişkin olarak
alınan kararda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
İslam Konferansı Örgütü toplantılarına
Kıbrıs Türk Devleti adı altında
katılması teyit edildi. Bakınız, bu çok önemli bir
başarıdır, Kıbrıs Türk Devleti
Eskiden
gözlemci statüsünde balkondan seyrediyordu, şimdi
Kıbrıs Türk Devleti olarak İslam Konferansı
Örgütü toplantılarına katılıyor. Eğer
Kıbrısı satmak buysa, biz sattık vallahi! (AK
Partisi sıralarından alkışlar)
Şimdi,
Kıbrıs Türk üniversiteleriyle iş birliği
çağrısında bulundu İslam Konferansı Örgütü.
O üniversitelerde okuyan, şimdi birçok İslam ülkesinden
öğrenciler var.
Kıbrıs
Türk halkının, İslam Konferansı üyesi ülkelere
serbestçe seyahat etme arzuları burada kayda geçirildi.
Kıbrıs Türk tarafının, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde bir İslam dünyası turizm fuarı
yapılması yönündeki önerisine yer verildi, böyle bir
fuar düzenlenecek.
Almanya
Federal Cumhuriyet Meclisi, 24 Mayıs tarihli
birleşiminde Kıbrıs konulu bir karar
tasarısını kabul ediyor ve Kıbrıslı
Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması
kararını alıyor. Avrupa Birliğinden ve
uluslararası camiadan beklentimiz, bu
haksızlığa son vermeleridir. Eğer Avrupa
Birliği normları içerisinde, temel felsefesi içerisinde
adalet diye, insaf diye bir kavram varsa, Avrupa Birliği
adaletsizlik yapıyor bu noktada.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Gazi Magosa Limanı ile
Suriyenin Lazkiye Limanı arasında başlatılan
feribot seferlerinin yasal olduğu yönünde, Avrupa
Komisyonu tarafından bir görüş açıklanıyor ve
bugün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
vatandaşları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
pasaportuyla Suriyeye gidebilmekte, bir seyahat belgesi
düzenlenmektedir ve yine bugün, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti pasaportuyla on beş ülke tarafından seyahat
edilebileceği kabul edilmiştir.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Türkiye'den başka
temsilciliği yok iken, bugün, en son Katarın ilavesiyle
on dörde çıkmıştır, önümüzdeki zaman içerisinde
bunların sayısı daha da artacaktır. Yabancı
temsilciliklerin sayısı ise, bu İktidar döneminde Kuzey
Kıbrısta yediye ulaşmıştır.
İlk defa bu
Hükûmet döneminde, ABD, İngiltere, Azerbaycan,
Kırgızistan, Tacikistan, Umman, Pakistan gibi ülkelerden
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ilk kez resmî ziyaretler
düzenlendi. Sayın Talat, ilk defa bu Hükûmet döneminde
Cumhurbaşkanı sıfatıyla Pakistanda
ağırlandı ve başka ülkelerde de en üst düzeyde
görüşmeler yapma imkânı buldu.
Turizmi
canlandı. Yatak kapasitesi yüzde 30 arttı. Ekonomisi
yüzde 50 büyüdü. Millî geliri -demin söyledim- 4.409 dolardan 12 bin
dolara çıktı.
Şimdi,
bütün bunları söyleyişimin sebebi şudur: Bu türlü
millî meseleleri iç politika konusu yapacaksak, o zaman
vatandaşımıza doğru bilgileri verelim; kim
Kıbrıs davasına hizmet etmiş, kim Kıbrıs
davasına hizmet noktasında yarışta geri
kalmış, bunları vatandaşımız
değerlendirsin. Çünkü, başta da ifade ettim,
vatandaşımızın elinde insaf terazisi var; o
bunları bizlerden daha iyi tartıyor, daha iyi neticeye
bağlıyor.
Değerli
milletvekilleri, sürem bitmek üzere, onun için, biraz evvel
muhalefet partilerimizin dile getirdiği birkaç husus var,
onlara da bazı konularda cevap vermek istiyorum.
Tabiatıyla,
biz siyaset yapıyoruz. Bugünün ne anlam ifade ettiğini
iyi anlayabilmek için dün nerede bulunduğumuzu tespit
etmemizde fayda vardır. Bu, suçlama için değildir, tespit
içindir. Bilimlerde de mukayese yapılır. Mukayese, illa
da birini itmek kakmak veya ona başka bir tavır ortaya
koymak için değil; bugünün kıymetini,
aldığımız sonuçları, elde ettiğimiz
değerleri iyi anlamak ve geleceğe güvenle bakmak
adına söylüyorum. Kabul etmek gerekir ki biz, 2002de iyi bir
Türkiye devralmadık. Bunu rakamlar söylüyor.
Bir
arkadaşımız, burada, o dönemle ilgili bir
kısım mazeretler söylemeye çalıştı. Ama,
şunu da bilmek lazım: Mazeret terazisinin
tartamayacağı hiçbir günah da yoktur. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Mazeret terazisinin
Neyi yapamadıysanız, onu tartacak bir mazeret terazisi
de bulursunuz.
Şimdi,
deniliyor ki: Efendim, deprem oldu, şu oldu, bu oldu. Keşke,
o olumsuzlukları söylerken şunu da söylemiş
olsaydı, derdim ki objektif davrandı: İyi de bu sene bir
kuraklık oldu. Bu kuraklığın tarıma hiçbir
olumsuz etkisi olmadı mı? Yani Büyüme
aşağıya doğru gidiyor. derken, insaf et de bir
kuraklık lafı da geçiversin. Yani, bu kadar zihinsel
kuraklık içerisinde de olmamak lazım gelir diye
düşünüyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Bakanlarınız tersini söylüyor.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Bakınız, iki
Bakınız değerli
milletvekilleri, evet filanca yerde deprem oldu ama bir de Irak
savaşı diye bir bela var başımızda. Petrol
fiyatları kaça çıktı? Biz 18 Kasım 2002de Hükûmet
olduğumuzda 22-23 dolardı varili, şimdi kaç dolar?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) 90 dolar.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Ne
90ı, 95 dolar; 100 dolara çıkacak diye neredeyse açık
artırmaya çıktı. Türkiye petrol ithal eden bir ülke.
Cari açık, cari açık, ben çok fazla ekonomist değilim ama
bu kadarını en azından biliyoruz.
Şimdi,
Türkiyenin ihtiyacı için 25 dolardan petrol almak var, 95
dolardan petrol almak var. Şimdi, bunu hiç olmazsa
diyebilseydi ki, evet büyümede şu oldu, bu oldu
Orada da
rakamlarda bir illüzyon var onu da peşinen söyleyeyim. Yani
rakam illüzyonu siyasette bazen, zaman zaman gündeme gelir.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Bakanlarınıza sorun,
bakanlarınıza
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Dolayısıyla, şimdi, bakınız
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Sizinkiler çok iyi biliyor!
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Şimdi, yani Türkiyenin 2002den bu
tarafa yaşadığı bazı olumsuzluklar var.
Körfez savaşı, Irak savaşı
başladığında turizm bundan önemli ölçüde zarar
gördü. Hatırlıyorsunuz, gazete
başlıklarına baksanız bile bu görülecektir.
Türkiyenin en önemli döviz kaynaklarından bir tanesi turizm.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Mazeret terazisi
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Ama
Türkiye bütün bunlara rağmen büyümesini sürdürdü,
sürdürmeye devam ediyor.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Mazeret üretme!
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Şimdi, bu anlatılanlara, bu konuşulanlara
bakarsanız, şunu sormamazlık da edemiyoruz: Ya
Türkiye bu kadar battıysa, bu kadar kötü yönetiliyorsa, bu kadar
her şey kötü ise, aslında biz bunların hepsini daha dört
buçuk ay evvel konuşmadık mı? 22 Temmuz seçimlerinden
sonraki ilk bütçemiz, ilk bütçemiz. Şimdi 22 Temmuz seçimleri
sizi rahatsız ediyor olabilir.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) ANAPta iken de öyle diyordunuz.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Bak, ama söyleyeceğiz.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) ANAPta iken de öyle diyordunuz Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Bakınız, dedim ya,
birilerinin elinde mazeret terazisi, milletin elinde insaf
terazisi. Biz bunların hepsini konuştuk. Heybemizde,
torbamızda ne varsa meydan, meydan, meydan hepimiz
konuştuk. Öyle dediniz, böyle dediniz. İşte,
Kıbrıs satıldı, öteki şöyle oldu, beriki
böyle oldu
Demokratik, antidemokratik bütün yollara
başvurularak 22 Temmuz seçimlerine gittik biz. Kimin
heybesinde ne taş varsa döktü. Millet dedi ki: Ben size
inanıyorum, bu tarafa değil. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) Para döktünüz,
taş değil.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Şimdi, değerli milletvekilleri, şimdi bir
arkadaşımız talihsiz bir beyanda bulundu. Onu
kastı aşan bir beyan olarak en azından
değerlendiriyorum çünkü sevdiğim, saydığım
insanlar. Denildi ki: Bu yüzde 47 kahren verilmiş oydur. Ya bu
millet bazılarından lütfunu da esirgiyor,
kahrını da esirgiyor. O duruma da gelmemek lazım yani.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bir de işin bu
kısmı var. Eşit şartlarda mücadele yapıyoruz,
artık, milletin karara bağladığı
konuları tekrar burada tartışma konusu yapmaya
gerek yok.
Birçok
rakamlar var burada. Bu rakamları her zaman konuşuruz,
daha da konuşacağız, ama şunu söylemek
istiyorum: Biz konuşuyoruz, vatandaş hayatı
yaşıyor. Biz de halkın içinde olan insanlarız.
Samimi olarak söylüyorum, bakınız, benim, cumhuriyet
hükûmetleri içerisinde bu görev aldığım Hükûmet
altıncı hükûmettir. Bu hükûmetler kadar, halkla bu kadar iç
içe
58,59,60, daha evvelde de bulundum, yanlışsa
yanlış, hataysa hata. Biz halkı hiç o rakamlardan falan
değil, halkın gözünden okuyoruz bizi. Halk bizi
bağrına basıyor. Biz hizmet etmeye devam
edeceğiz. Kim ne söylerse söylesin, rakamlar ne söylerse
söylesin; halkın söylediği bizim için rakamlardan daha
önemlidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Rakamları
da dikkatle inceliyoruz, bakınız, sadece işin bir
tarafından bakarak, madalyonun bir tarafını
göstermek doğru bir şey değil. Şu gün, 2002den bu
tarafa Türkiye büyüyor. Türkiye'nin millî geliri artıyor.
İhracatı artıyor. 100 milyar doları
geçmişiz, 106 milyar dolar. Şimdi, bundan daha dün
denebilecek kadar kısa bir süre evvel bir yılda
yapacağımız ihracatı,
yaptığımız ihracatı AK Parti
İktidarı döneminde, Allaha şükür, on günde yapar
hâle geldik. (AK Parti sıralarından alkışlar) On
günde yapıyoruz biz, geçmişte bir yılda
yapıyorduk. On günde yapıyoruz. Allahın izniyle bir
seçim döneminde tekrar buraya geldiğimizde beş günde
yapar hâle geleceğiz, 200 milyar dolar
(AK Parti
sıralarından alkışlar) Bunlar vizyondur.
Dolayısıyla,
Türkiye iyi bir yoldadır. Bu bütçe, bu manada Türkiye'nin iyi
yolda olduğunun önemli bir adımıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Bakanım, buyurun, konuşmanızı
tamamlayınız.
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
İnşallah, biz hem
Dokuzuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planına -ki işte, Türkiye'nin vizyonudur,
bizim Hükûmetimizin vizyonudur- bakarsanız, orada,
önümüzdeki beş yılda, bu planın sonuna
geldiğimizde Türkiye neleri yakalamak istiyorsa nereye
varmak istiyorsa o, Türkiye'nin vizyonudur, Hükûmetin
vizyonudur. Bütçeler de bunun araçlarıdır.
2008
bütçesinin bu manada çok iyi bir araç olduğu kanaatindeyiz, ama
arada bir fark var. Geçmişte yatırımları yapan
hükûmetti, devletti, ama 1991den bu tarafa, oraya iyi bir bakmak
lazım, yani Türkiye bugün bazı sıkıntıları
çekiyorsa, 1991e kadar götürmek lazım.
Şimdi,
niye sosyal güvenlik açığından hiç kimse bahsetmedi?
Kimin açığıdır, kimin kaçığıdır
bu sosyal güvenlik açığı? (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bir bakmak lazım. Otuz
sekiz yaşında insanları emekli ettiniz. Özalın
karşısına da çıktınız, mezarda
emeklilik diye adamı perişan ettiniz, Allah rahmet
eylesin. Bugün, bak, şimdi, 2008de sosyal güvenlik
açığı olarak ne ödeyeceğiz hazineden? 37
katrilyon. Şimdi, geldiğimiz günden beri borç ödüyoruz, 140
milyar doların ötesinde, üstesinde borç ödemişiz. Vallahi
billahi ya, şeytan taşlamaktan tavaf yapmaya vakit kalmıyor,
borç ödemekten milletin canı çıkıyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu borcu kim yaptı?
Geriye dönüp bir bakalım. Bütçe açıkları, bütçe
kaçıkları, sosyal güvenlik kaçıkları, o çok
bilinen popüler ifadesiyle, bu kara delikler, 1991den bu tarafa
büyüdü, büyüdü, büyüdü, sonra işin içinden çıkılmaz
hâle geldi.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) Sosyal devlet
DEVLET BAKANI
VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla)
Allaha şükür ki, halkın iktidarı var, halkın
iktidarı var. Halk bizim ne yaptığımızı
biliyor, ne yapmak istediğimizi biliyor ve bize
inanıyor, bize güveniyor, çünkü biz, yatay geçişle
iktidar olanlardan değiliz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Antidemokratik gelişmelerden medet uman
bir iktidar değiliz. Allaha inanıyoruz, milletimizin
desteğine güveniyoruz. Bu ikisine güvendiğimiz sürece,
bu ikisini gücendirecek de iş yapmadığımız
sürece, hem Türkiyenin hem ülkemizin hem de bizim
geleceğimiz aydınlık olacaktır.
Hepinize
sevgiler, saygılar sunuyorum. Sizlerin ve milletimizin
Kurban Bayramını tebrik ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Bütçenin tümü
üzerinde, aleyhte, Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu.
Sayın
Serdaroğlu, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET
SERDAROĞLU (Kastamonu) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri, en iyi dileklerimle selamlıyorum.
2008 bütçesi
üzerinde, iktidar ve muhalefetin değerli milletvekilleri
görüşlerini sizlerle paylaştılar, Sayın
Bakanımız Sayın Çiçek de. Bu süreçte, AKPnin
geçmişe takılıp, cumhuriyet hükûmetlerini
suçlayıp, geçmişte yapılanlarını yok
saymasını hazmetmek mümkün değil, bu bir
haksızlıktır. Her dönemi, kendi şartları
içerisinde değerlendirmek daha doğru olan bir
yargılamadır. Eğer, bundan sonra, geçmiş
suçlanacaksa bunun adı ve adresi 59uncu AKP Hükûmeti
olacaktır.
Bakınız,
çok partili dönemde altmış Hükûmet kurulmuş,
bunların içinden dört siyasi partinin iktidarı
çıkmıştır: Demokrat Parti, Adalet Partisi,
Anavatan Partisi ve AKP. (AK Parti sıralarından AKP
değil, AK Parti sesleri)
AHMET YENİ
(Samsun) Alıştırın, alıştırın.
MEHMET
SERDAROĞLU (Devamla Alıştık biz.
Değerli
milletvekilleri, koalisyonlar ve azınlık hükûmetleri,
aslında siyasi iradelerini ortaya koymayan, iktidar
olmayanlardır. İkide bir Sizi de gördük, ne
yaptınız? diyerek, herhangi bir koalisyon partisini suçlamak,
aslında çaresizliktir, iftiradır ve günahtır;
aslında üç taraftan da birisidir. Muhalefet olarak
görevimiz, AKPnin ekonomik ve siyasal politikalarının
taşıdığı riskleri, tehlikeleri elimizden
geldiğince anlatmaya çalışmak ve uyarmaktır.
Değerli
milletvekilleri, 5 Nisan kararlarıyla ötelenen 1994 krizi,
2001 yılında önlenemez olmuştur. Geçmişin
günahı, üzerine fatura edilen 57nci Hükûmet ise öncekiler gibi
krizi ötelememiştir. Ama, öyle yapılmadı, büyük bir
cesaretle, acı reçeteler ortaya konarak yapısal
tedbirler alındı. On yıllardır hasta olan
ekonomiye acı ilaç içirildi, ceremesi ve cefası da
çekildi. Deprem ve krize rağmen, üç yılda yüzde 29,7ye
indirilen enflasyon, yüzde 7,9luk büyümeyle iktidarı siz
teslim aldınız. Ve siz, 57nci Hükûmetin
yaptığı ekonomik programı harfiyen uygulayarak
burada caka satıyorsunuz. (MHP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından gülüşmeler)
Oysa, o program revize edilip üreten Türkiyenin yeniden
oluşması için yeni bir programa geçilmeliydi, ama siz işin
kolayına kaçtınız. Hâlâ talebi kısarak, hâlâ
yüksek reel faizle borçlanarak, hâlâ cumhuriyetin
kazanımları olan TÜPRAŞ, PETKİM, Telekom ve
TMSFdeki varlıkları özelleştirme adı
altında satıp savarak pembe tablolar çizmeye devam
ediyor, 100 milyar doların üzerindeki sıcak paranın
gölgesinde, tabiri caizse, yan gelip yatıyorsunuz. (MHP
sıralarından alkışlar)
Her şey
güzel. deniyor, ama gerçekler öyle değil. Türkiye, yoksul
nüfus açısından Cezayirin, Sri Lankanın ve
Jamaikanın gerisindedir. Türkiyede nüfusun yüzde 19u
günlük 2 dolar, yüzde 4ü 1 dolar gelir seviyesindedir. Geliri
günde 1 dolardan az, nüfusu itibarıyla da,
Kırgızistan, Malezya, Makedonya ve Fasın
gerisindedir.
Öte yandan,
Dokuz Eylül Üniversitenin araştırmasına göre, hayat
şartları nedeniyle, ülkede 14 milyon kişi ruhsal
sorunlu hâle gelmiştir.
Değerli
milletvekilleri, vatandaşın bankalara olan borcu 91
katrilyonu aştı. Bu borç yükü son beş yılda 6 kat
artmıştır, diğer bir ifadeyle artış yüzde
572dir. Aynı yıllar içerisinde harcanabilir gelirdeki
artış ise 2003te 180 katrilyon, 2007de 340 katrilyon olup,
artış sadece yüzde 89da kalmıştır.
Soruyorum: Yüzde 89luk artış ile yüzde 572lik borç yükü
nasıl ortadan kalkacaktır? (MHP sıralarından
alkışlar) Bu rakamlarla Türkiyede ekonominin
refahı artırdığını,
insanlarımızı daha fazla mutlu ettiğini
söylememiz mümkün değildir.
Tarım
ürünleri ithalatı 2002de 3,3 milyar dolarken, 2007de 6,7 milyar
dolara yükselmiş. Beş yılda, fazladan, çiftçimizin
cebinden 15 milyar dolar yabancı çiftçinin cebine
gitmiştir, tarım çökmüştür. Sıfır faizli
krediyi ödeyemeyen borç batağındaki çiftçi ve esnaf
perişandır. Memur açlık ve yokluk
sınırındadır. 4 milyon emeklimiz açlık
sınırı içinde kıvranmaktadır.
Kısaca,
her ülkenin temel dinamiği olan orta direk çökmüştür. Orta
direğin çöküşü ise gasp, kapkaç, hırsızlık,
soysuzluk ve ahlaki çöküşe sebep olmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi, en kestirme
ifadeyle, geniş kesimlerimizi memnun eden bir bütçe
değildir. Bu bütçe, son dört yılda 3 milyon çiftçinin
tarımı terk etmesine neden olan problemleri ortadan
kaldıran bir bütçe değildir. Bu bütçe, geleceğimizin
teminatı olan gençlerimizin kırılan umutlarına
çare olup onlara gelecek vadeden bir bütçe değildir. Yine,
yoksulluk sınırı ile açlık sınırı
arasında sıkışan emeklimize ve memurumuza bir
şey getirmemektedir. Bu bütçe, borcunu borçla ödeyen,
siftahsız kepenk kapatan esnaf ve sanatkârın ödeme gücünü
artırıp sorunlarını çözmekten uzak olan bir
bütçedir. Bu bütçe, yatırım bütçesi olmaktan uzak, dar
gelirlinin üzerinden vergi tahsilatı yapmayı amaçlayan,
gelir umudunu da vatandaşa keseceği 3,5 katrilyonluk
cezalara bağlayan bir bütçedir. Bu bütçe, büyümesini
ithalata dayalı sürdüren, yabancı sermaye girişini
cumhuriyetin seksen yıllık kazanımlarını
satarak sağlayan, istihdama dayalı büyümesi
olmadığı için de işsizliğe çare olabilecek
bir bütçe değildir. Bu bütçe, milyonlarca borçlu vatandaşın
ödeme gücünü artırıp onları icradan kurtaracak bir
bütçe değildir. Bu bütçe, Sayın
Başbakanımızın 2003te 700 bin, 2006da 1 milyon 800
bin olduğunu söylediği yoksul ailelerin
garipliğini gurebalığını,
fakirliğini ve fukaralığını ortadan
kaldıracak bir bütçe hiç değildir değerli
milletvekilleri. (MHP sıralarından alkışlar) Bu
bütçe, sonuçta bu ülke ekonomisinin bir
yansımasıdır.
Değerli
milletvekilleri, ekonomimiz, istihdam ve refaha yansımayan
büyüme, ithalat bağımlısı üretim ve ihracat,
gerçekçi olmayan kur politikası, yüksek cari işlemler
açığıyla, sıcak para ve borçlanmaya dair
kırılgan bir yapıya sahiptir. Sonuç olarak, millet
cebindeki paraya bakarak ekonominin iyi olmadığına
karar vermiştir. Ancak, 22 Temmuz seçimlerinde konut, araç,
ticari, zirai, esnaf, tüketici ve kredi kartları
borçlarıyla ipotek altına alınan vatandaş ve aşırı
borçlanan özel sektör firmaları, istikrar tehdidinize
teslim olmuşlardır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarlar ve
bütçeleri, devletimiz, milletimiz için elbette çok önemlidir.
Cami önünde el açan fakir ve fukaranın kaderini belirlediği
gibi, yeni zenginlerin, yeni prenslerin kaderini de
belirleyebilmektedir. Ama, bütçeden daha önemli olan olmazsa
olmaz değerlerimiz ve kırmızı çizgilerimiz de
vardır. Coğrafyamız üzerindeki senaryolar, ülkemizi
yakından ilgilendirmektedir. Ne yazık ki, ülkesiyle ve
milletiyle bölünmez bütünlüğümüz bu dönemde
tartışılır hâle gelmiştir. İç ve
dış mihrakların birlik ve dirliğimizi bozmak
gayretleri artmıştır. İşte, bu hassas süreçte
partiler üstü düşünmeye, içinde bulunduğumuz şartlar
sebebiyle, birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla
ihtiyacımız var.
Millî ve
manevi değerlerimiz, bütünlüğümüzün ve kardeşliğimizin
çimentosudur. Millî ve manevi değerlerimiz, bu
coğrafyada sonsuza dek yaşamamızın sihirli
anahtarıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Serdaroğlu, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
MEHMET
SERDAROĞLU (Devamla) - Millî ve manevi değerlerimiz,
Çanakkale ruhunun yeniden yaşanmasının temel
kaynağıdır.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, Hükûmetin, ülke ve millet menfaatine olan
çalışmalarına katkı sağlarız. Bu,
milliyetçiliğimizin ve ülke sevdamızın bir
doğal sonucudur. Biz kısır çekişmeleri tasvip
etmiyoruz. Kavga yerine kardeşliği, itişip
kakışma yerine kucaklaşmayı ülkemiz menfaati
açısından daha faydalı görmekteyiz. Ancak,
iktidarın ülke ve millet çıkarına uymayan
uygulamalarına da milletimiz adına en sert tavrı
alacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; netice itibarıyla,
samimiyetten ve gerçekten uzak olduğunu gördüğümüz bu
bütçeye Milliyetçi Hareket Partisi olarak ret oyu
vereceğimizi ifade eder, buna rağmen, 2008 bütçesinin
hayırlı hizmetlerle birlikte lider Türkiye
iddiamıza katkı sağlamasını, büyük
milletimizin mutlu ve müreffeh geleceğine vesile
olmasını diler, yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Serdaroğlu.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, 2008 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2008
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının oylamalarını
yapacağız.
Tasarılar
açık oylamaya tabidir.
Açık
oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını alacağım.
Her iki kanun
tasarısının açık oylamasının elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının açık oylamasına
başlıyoruz.
Oylama için üç
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen
milletvekillerimizin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç
dakikalık süre içinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca,
vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana
vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da
taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için
öngörülen üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
oy neticesini arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı : 433
Kabul : 315
Ret : 118 (x)
Sayın
milletvekilleri, 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı kabul edilmiştir.
2006
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının açık oylamasına
başlıyoruz.
Yine, oylama
için üç dakika süre vereceğim.
Oylama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
(x) Açık
oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna
eklidir.
BAŞKAN -
Sayın milletvekilleri, 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısının açık oylama
sonucunu arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı : 442
Kabul : 328
Ret : 114 (x)
Saygıdeğer
milletvekilleri, 2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bütçe ve kesin hesap kanunu tasarıları
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Milletimiz
ve memleketimiz için hayırlar getirmesini diliyorum.
Sayın
Başbakanımızın teşekkür konuşması
yapmak üzere bir talebi vardır; kendilerine söz veriyorum.
Buyurun
Sayın Başbakanım. (AK Parti sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle ilgili
yoğun müzakerelerden sonra, bugün, kapanış
müzakerelerini yaptık ve böylece 2008 bütçesi
oylarınızla kabul edilmiş oldu. Ülkemiz için,
milletimiz için hayırlı olsun diyorum.
Bu arada, bütçe
çalışmalarında tüm katkısı olan,
iktidarıyla muhalefetiyle, bütün milletvekillerimize
huzurlarınızda teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bu
çalışmalar esnasında bürokrat
arkadaşlarımızın yine ciddi katkıları
oldu. Huzurlarınızda tüm bürokrat
arkadaşlarımıza ayrıca teşekkür ediyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Tabii ki,
bütçeler üzerinde olumlu, olumsuz birçok yaklaşımlar olacaktır,
bunların hepsi bizim kabulümüzdür ve biz bunların hepsini
değerlendirme hanemize yazar, onların üzerinde de
ayrıca çalışırız. Aslolan,
arzuladığımız, muasır medeniyetler
seviyesinin üstüne çıkmış bir Türkiye. Bunun için el
ele verip, dayanışma içerisinde, o aydınlık
geleceğe, birlikte, beraberlik içerisinde yürümek
durumundayız ve Türkiyenin, bana göre, muhtaç olduğu en
önemli şey o birliktir, beraberliktir. Bizi bugünlere
taşıyan o millî heyecanı, yeniden, hep birlikte
yarınlar için duymak zorundayız. Eğer aynı
şekilde bu millî heyecanı duyacak olursak,
inanıyorum ki arada görünen mesafe ne kadar büyük görünüyorsa
da bu milletin genç, dinamik nüfusu, o dinamik zihni bunu
yakalamaya muktedirdir. Fakat, bütün mesele birlik,
beraberliğimizi koruyabilmek, bunu teçhiz edebilmek, bunu
güçlendirebilmektir. Çok basit, farklı yaklaşımlarla
içeride enerji kaybına tahammülümüz yok. Bu enerjimizi
eğer dışarıya sarf edebilecek olursak,
inanıyorum ki o aydınlık gelecek daha da yakın
olacaktır.
Ben, bu
düşünceler içerisinde, şimdiden Kurban Bayramınızı
tebrik ediyorum. Bayramlar bizim birlik, beraberlik, sevgi,
dayanışma günlerimiz ve Kurban Bayramının,
milletimiz, ülkemiz, tüm İslam dünyası ve insanlık için
hayırlara vesile olmasını Allahtan temenni
ediyor, sizleri tekrar sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Başbakanım.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım,
çalışmalarımız tamamlanmıştır.
Sözlü soru
önergeleri ile diğer denetim konularını
sırasıyla görüşmek için, 18 Aralık 2007 Salı
günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Sizlerin ve
milletimizin mübarek Kurban Bayramlarını tebrik ediyor,
tüm insanlığa hayırlar getirmesini Allahtan niyaz
ediyorum.
Kapanma
Saati: 17.03
(x) Açık
oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna
eklidir.