DÖNEM: 23 YASAMA YILI: 3
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 28
2nci Birleşim
7 Ekim 2008 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.
- YOKLAMA
IV. - OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- TBMM
Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcunun, 23üncü Dönem Üçüncü Yasama
Yılı çalışmalarına başlarken, dünyayı
etkileyen ekonomik krize ve ülkemizde cereyan eden terör olaylarına
ilişkin konuşması
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmazın, küresel krize karşı
alınacak tedbirlere ilişkin gündem dışı
konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşekin
cevabı
2.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın, TBMMnin yeni yasama
yılına başlamasına ve son günlerde ülkemizde cereyan eden
terör olaylarına ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebinin, terör ve sınır güvenliğine
ilişkin gündem dışı konuşması
VI.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- 284 ve 138
sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu
Raporlarının görüşmesinin, Genel Kurulun 7/10/2008 Salı
günkü birleşiminde yapılmasına; gündemdeki sıralama ile
çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 8/10/2008
Çarşamba günkü birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim
konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler
1.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat
Kılıç ve 25 Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık
ve 38 Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal
Anadolun; Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın
Araştırılması, Türkçenin Korunması ve
Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına
İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/35, 43, 49, 70) (S. Sayısı: 284)
2.-
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin,
Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt ve 21 Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır ve 22 Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21
Milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin,
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin,
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili
Kemal Demirel ve 33 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32
Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel
Isınmanın Etkileri ve Su Kaynaklarının Sürdürülebilir
Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması Açılmasına
İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
(10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı: 138)
VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlunun Sayıştayda
istihdam edilen sözleşmeli personele ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdilin cevabı (7/4748)
2.- Muğla
Milletvekili Ali Arslanın personele yapılan promosyon ödemesine
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat
Pakdilin cevabı (7/4749)
IX.-
KOMİSYONLAR BÜLTENİ
1.- 1.1.2008
tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan
işler
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.00te açıldı.
Vefat eden
İstanbul Milletvekili Osman Gazi Yağmurdereli için bir dakikalık
saygı duruşunda bulunuldu.
TBMM
Başkanı Köksal Toptan, Ramazan Bayramının
kutlandığı bu günde, yeni yasama yılının
ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı
olmasını dileyen bir konuşma yaptı.
Açış
konuşmasını yapmak üzere Genel Kurulu teşrif eden
Cumhurbaşkanına, Başkanlıkça Hoş geldiniz denildi.
İstiklal
Marşı söylendi.
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, 23üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı açış
konuşmasını yaptı.
7 Ekim 2008
Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere, birleşime 15.49da son
verildi.
Köksal TOPTAN
Başkan
Yaşar TÜZÜN Canan CANDEMİR ÇELİK
Bilecik Bursa
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No.: 2
II.- GELEN KÂĞITLAR
6 Ekim 2008 Pazartesi
Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun
1.- 1.8.2008
Tarihli ve 5803 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve
Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi (1/683) (Anayasa ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 18.8.2008)
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Avrupa
Toplulukları Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım
Aracı (IPA) ile Temin Edilen Yardımın Uygulanması
Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyetine Sağlanan Avrupa Topluluğu Mali
Yardımlarıyla İlgili İşbirliği Kuralları
Hakkında Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/635) (Plan ve Bütçe; Avrupa
Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31.7.2008)
2.- Rekabetin
Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/636) (Avrupa Birliği Uyum ve Adalet ile
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.7.2008)
3.- 2000 Tarihli
Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Kirlenme Olaylarına Karşı
Hazırlıklı Olma, Müdahale ve İşbirliği
Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/637) (Çevre; Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)
4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Felaketlerin
Sonuçlarının Önlenmesi, Sınırlandırılması ve
Hafifletilmesi Alanında İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/639) (Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008)
5.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Arasında Tarım Alanında
Teknik, Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/640) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.8.2008)
6.- Türkiye
Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının
ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/641) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.8.2008)
7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Ticari ve Ekonomik
İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/642) (Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.8.2008)
8.- Afet
Sigortaları Kanunu Tasarısı (1/643) (Adalet;
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.8.2008)
9.-
Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütünün Kuruluşu Hakkında
Anlaşmaya Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/644) (Adalet ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.9.2008)
10.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve
Korunması Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/645) (Plan ve Bütçe ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.9.2008)
11.- Dünya Posta
Birliği Kuruluş Yasasına Yedinci Ek Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/646) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.9.2008)
12.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında Elektrik Mübadelesi
Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/647) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.9.2008)
13.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Mercosur Arasında Bir Serbest Ticaret Alanı
Kurulmasına Yönelik Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/648) (Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.9.2008)
14.- Türkiye
Cumhuriyeti Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Yeni
Zelanda Tarım ve Ormancılık Bakanlığı Yeni
Zelanda Gıda Güvenliği Otoritesi Arasında Sağlık
Hususlarında İşbirliği Konusunda Düzenlemenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/649) (Tarım, Orman ve Köyişleri ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.9.2008)
15.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Guatemala Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret
ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/650) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.9.2008)
Teklifler
1.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun ve 23 Milletvekilinin; Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/314) (İçişleri ile
Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 28.7.2008)
2.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner ve 5 Milletvekilinin; Petrol Piyasası Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/315) (Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.9.2008)
3.- Muğla
Milletvekili Gürol Ergin ve 13 Milletvekilinin; 5179 Sayılı
Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/316) (Adalet
ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008)
4.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Yıldızın; Kıyı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/317) (Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.7.2008)
5.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtman ve 2 Milletvekilinin; 26/09/2004 Tarih ve 5237
Sayılı Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/318) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi:1.8.2008)
Tezkereler
1.- Merkezi
Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2007 Bütçe
Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve
Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/521) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.9.2008)
2.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halisin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/522) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 4.8.2008)
3.- Mardin
Milletvekili Emine Aynanın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/523) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)
4.- Adana
Milletvekili Necdet Ünüvarın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/524) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)
5.- İzmir
Milletvekili Taha Aksoyun Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/525) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.8.2008)
6.-
Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlunun Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/526) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
7.- Van
Milletvekili Özdal Üçerin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/527) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
8.- Bitlis
Milletvekili Cemal Taşarın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/528) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
9.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldızın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/529) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
10.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/530) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
11.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halisin
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/531) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19.8.2008)
12.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/532) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.8.2008)
13.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkunerin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/533) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.8.2008)
14.- Batman Milletvekili Bengi
Yıldızın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/534) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.9.2008)
15.-
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binicinin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/535) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008)
16.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halisin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/536) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008)
17.-
Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaranın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/537) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 12.9.2008)
18.-
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanakın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/538) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
12.9.2008)
19.- Hatay
Milletvekili Fuat Çayın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/539) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)
20.-
Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğlukun Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/540) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008)
21.- Mardin Milletvekili Emine Aynanın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/541) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008)
22.-
İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meralin Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/542) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008)
23.- Mardin
Milletvekili Ahmet Türkün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/543) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)
24.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelikin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/544) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.9.2008)
25.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelik ve Batman Milletvekili Ayla Akat Atanın Yasama
Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/545) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008)
26.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Atanın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/546) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.9.2008)
Geri Alınan Sözlü Soru Önergesi
1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Ballıca Mağarasının
turizm kapasitesinin geliştirilmesine ilişkin sözlü soru önergesini
24/9/2008 tarihinde geri almıştır. (6/931)
No.: 3
7 Ekim 2008 Salı
Tezkere
1.- Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, Irakın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör
Tehdidinin ve Saldırılarının Bertaraf Edilmesi
Amacıyla, Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere,
Irakın PKK Teröristlerinin Yuvalandıkları Kuzey Bölgesi ile
Mücavir Alanlara Gönderilmesi ve Görevlendirilmesi İçin Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 17.10.2007 Tarih ve 903 Sayılı Kararıyla
Hükümete Verilen Bir Yıllık İzin Süresinin Anayasanın 92
nci Maddesi Uyarınca 17.10.2008 Tarihinden İtibaren Bir Yıl
Süreyle Uzatılmasına Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/547)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.9.2008)
7 Ekim 2008 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2nci
Birleşimini açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç
dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN -
Toplantı yeter sayısı vardır.
IV.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkan Vekili Şükran Güldal Mumcunun,
23üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına
başlarken, dünyayı etkileyen ekonomik krize ve ülkemizde cereyan eden
terör olaylarına ilişkin konuşması
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, görüşmelere geçmeden önce, kısaca birkaç
noktayı söylemek istiyorum:
23üncü Dönemin
Üçüncü Yasama Yılı çalışmalarına başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu yasama
yılında da yoğun bir çalışma süreci içerisinde
olacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin bu
temponun üstesinden geleceğine inanıyorum. Ancak, yeterince
olgunlaşmış, kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir,
yürürlüğe girdikten kısa süre sonra düzeltme gereği duyulmayacak
yasa çıkarmanın da çok yasa çıkartmak kadar önemli olduğunu
dikkatlerinize sunuyorum.
Yüce Meclisin
sayın üyeleri, bu yasama yılını, ekonomisi çok güçlü
bilinen ülkelerde başlayan ve 1929 bunalımından da büyük kabul
edilen bir ekonomik çalkantı ortamında açıyoruz. Ülkemizin bu
krizden de etkilenmemesi veya olabildiğince az etkilenmesi benim de
temennimdir. Ancak, Amerika Birleşik Devletlerinde bile dev
bankaların, büyük sigorta şirketlerinin devlet tarafından
kurtarıldığı bu ortamda bir noktaya dikkatlerinizi çekmek
istiyorum: Türkiye Cumhuriyetinin Büyük Önder Atatürk tarafından
atılan ekonomik temellerindeki mantığın ne kadar doğru
olduğu, daha da önemlisi, günümüzde çeşitli iç ve dış
çevrelerce iddia edilenin tersine modasının da geçmemiş
olduğu görülmektedir. En gelişmiş ekonomilerin bile
karşısında güçsüzleştiği ve devleti yeniden
yardıma çağırdığı bu ekonomik krizin kapitalist
sistemin sınırsız kâr güdüsünden kaynaklandığı,
bizzat bu güdüyü kutsallaştıran çevrelerin de bugün ister istemez
kabul ettikleri bir gerçektir. Bu anlayışın, siyasi, sosyal,
insani düzeyde nelere yol açtığını ise milyarlarca
insanın sürüklendiği sefalette, savaşlarda ve nihayet
acımasız terörde çırılçıplak görmek mümkündür. Kendi
ülkesinde gerçekleştirilen terör saldırılarını gerekçe
yaparak dünyayı kaosa sürükleyen ve milyonlarca masum insanın
kanına giren küresel çıkar çevreleri, kendi ülkeleri
dışında meydana gelen terör saldırılarının
önlenmesi için ise iş birliği bir yana, çıkarları
gerektiğinde tereddüt etmeden o terörü desteklemekte, çok zorda
kalınca da kupkuru, soğuk, ruhsuz kınama mesajlarıyla
yetinmektedirler. Bugüne kadar terörün her türlüsüyle ve bölücü terör yoluyla
öldürülen bütün yurttaşlarımız gibi, 3 Ekim 2008 günü Aktütün
Sınır Karakolumuza yapılan son terör saldırısında
yitirdiğimiz evlatlarımız bizim için ruhsuz mesaj malzemeleri
değil, ulusal birliğimizi ve bütünlüğümüzü yok etmekten yarar
uman, bu amaçla kan dökmeye doymayan güçlerin gök ekin gibi biçtiği ve
acısını yüreğimizde derinden hissettiğimiz
çocuklarımız, kardeşlerimiz, sevdiklerimiz ve eşlerimizdir.
Çok iyi bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş harcında
ülkede yaşayan herkesin eşit vatandaş olması ilkesi vardır,
bu yüce Meclis bu anlayışla kurulmuştur.
Ayrılıkçı terörün hedefi ise ülkemizdeki bu ulusal birlik ruhunu
yok etmek, kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Terörün hâkim
olduğu ülkelerde anayasaların ve parlamentoların da demokrasiye
kendilerinden beklenen sağlıklı katkıyı vermesi çok
zordur. Terör demokrasinin de düşmanıdır.
Sayın
milletvekilleri, gözlerimiz kör değilse bu gerçekleri görmek,
kulaklarımız sağır değilse terör nedeniyle
yitirdiklerimizin yakınlarının
çığlıklarını duymak, ellerimiz var ise bu oyunu
boşa çıkarmak için kardeşliğe uzatmak zorundayız.
Bu duygu ve
düşüncelerle, şehitlerimize rahmet, yakınlarına ve tüm
ulusumuza başsağlığı diliyorum.
Yüce Meclise ve
siz değerli üyelerimize başarılı bir çalışma
yılı diler, saygılar sunarım. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, şimdi görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, küresel krize karşı alınacak
tedbirlere ilişkin söz isteyen İstanbul Milletvekili Esfender
Korkmaza aittir.
Buyurunuz
Sayın Korkmaz.
Süreniz beş
dakikadır. (CHP sıralarından alkışlar)
V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İstanbul Milletvekili Esfender Korkmazın,
küresel krize karşı alınacak tedbirlere ilişkin gündem
dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet
Şimşekin cevabı
ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye, küresel
süreçten en yüksek cari açığı vererek en zararlı çıkan
ülke oldu. Eğer önlem alınmaz ise bu defa da küresel krizden en fazla
kan kaybeden ülke olacaktır. Maalesef, Türkiyede kriz maliyetinin derin
ve kalıcı olacağını gösteren unsurlar
bulunmaktadır. Bunların başında Hükûmetin beklentileri iyi
yönetemiyor olması gelmektedir. Hükûmet, küresel kriz önünde ve
yaşadığımız üretim ve istihdam sorunları
karşısında bugüne kadar inandırıcı ve ikna edici
bir program ortaya koyamadı, tersine Alınacak önlemler varsa
alınır. şeklinde yuvarlak laflar ekonomik beklentileri olumsuz
etkiledi. Kriz kapıda iken Fabrikaları Doğuya
taşıyın. şeklindeki bir önlemi kimsenin ciddiye
alması mümkün değildir. Öte yandan, Hükûmet terörle, anarşiyle
mücadelede güven vermedi ve nihayet yolsuzluğun belgeli boyutta tartışılması
kamu vicdanını rahatsız etti, güven bunalımı doğurdu.
Bu sorunun temel çözümü siyasi iktidarın değişmesidir, ancak
kriz kapıda iken acil olarak uzun vadeli program yapmak ve kısa
vadeli önlemler almak şarttır. Uzun vadeli dinamik bir yapısal
dönüşüm programı hazırlanarak ekonomik ajanlar ikna edilmelidir.
Bu planın hedefleri şunlar olmalıdır:
Ekonomide reel
sektör ile aşırı şişen ve hatta balon yapan finans
sektörü arasındaki denge yeniden sağlanmalı, bu aşamada
reel sektöre konjonktürel canlanmayı ve büyümeyi sağlayacak
şekilde destek verilmelidir.
Devleti yeniden
yapılandırmak ve güçlendirmek gerekir.
Kamu
hizmetlerinde toplumsal yararı öne çıkarmak gerekir. Bunun için de
devletin altyapı yatırımlarını yapması gerekir.
Özellikle eğitim ve sağlığa devletin daha çok kaynak
ayırmasının ve bizzat bu hizmetleri yapmasının
gereği son sosyal güvenlik yasası ile Türkiyede artık iyice
anlaşılmıştır.
Doğal
tekellerin ve sosyal faydası yüksek olan altyapı
yatırımlarının özelleştirilmesinden vazgeçmek
gerekmektedir.
Devletin
ekonomiye yalnızca finans penceresinden bakmasına son vermek gerekir.
Devlet Planlama
Teşkilatına daha fazla işlerlik kazandırmak gerekir.
Hazinenin bütçe
açıklarını gizleme aracı olarak
kullanılmasının önüne geçilmelidir.
Devlet
borçlarının tasfiyesi hazineden ayrı bir borç idaresi kurumuna
verilmelidir.
Merkezî devlet ve
mahallî idareler arasındaki yetki ve sorumluluk yeniden tarif edilmelidir.
Devlette
şeffaflık getirilmeli, İhale Yasası yolsuzluğa imkân
vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmeli ve tüm kamu kurumları bu
kapsama alınmalıdır.
Üretimde yüzde
70e çıkan ithal ara malı girdi oranını düşürmek
gerekir.
Bu plan
dışında hızlı olarak yapılması gereken
ekonominin potansiyel döviz açığına bir çözüm getirmektir. Bu
potansiyel döviz açığını kapatmak için -gerek cari
açık gerek dış borçlanma gerekse kısa vadeli borçlar, bu
açıkları kapatmak için- alınması gereken kısa vadeli
tedbirler şunlar olmalıdır:
Türkiyede
yerleşik veya dışarıda yerleşik Türk
vatandaşlarının tasarruflarını Türkiyeye çekmeliyiz.
Bunun için,
Hükûmet sıcak parayı açıkça tercih etmekten vazgeçmelidir.
Sıcak paraya verdiği sıfır vergi gibi avantajları Türk
vatandaşlarının tasarrufları için de vermeli ve rekabet
eşitliği sağlanmalıdır.
Mevcut uygulamada
tasarrufların yurt dışına çıkması daha
kolaydır. Kara para ve teröre destek gibi yasal olmayanlar hariç
dışarıdan gelecek Türk vatandaşlarının
tasarruflarına kolaylık sağlamak gerekir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ESFENDER KORKMAZ
(Devamla) 50 bin YTL üstü güvence dışında, mevduattan tespit
edilecek bir sigorta primi kesilerek isteyen mudinin mevduatının
tamamı güvence altına alınmalıdır.
Dalgalı kur
sisteminin altı aylık bir geçiş sürecinden sonra tamamen
bırakılması, yerine kontrollü kur sisteminin ikame edilmesi
gerekiyor. Bu süreçte Merkez Bankası, döviz ihaleleri yoluyla döviz
kurlarının zaman içinde aşırı artışına
yahut aşırı düşüşüne müdahale etmelidir ve istikrarı
sağlamak için gerekli önlemleri almalıdır.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.
Hükûmet
adına, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek cevap
verecektir.
Buyurunuz
Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yakın
dönemde hain saldırıda şehit olan bütün
vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralılara da Allahtan
acil şifalar diliyorum, yakınlarına da sabırlar diliyorum.
Tabii, dünya çok
büyük bir krizle karşı karşıya ve kriz hiç kimsenin tahmin
edemediği kadar derin ve büyük. O açıdan, Değerli
Hocamızın önerileri için teşekkür ediyorum kendisine.
Yalnız, bir konuda farklı düşünüyoruz. Tabii ki hiçbir ülke,
hiçbir firma ve hiçbir birey dünyada yaşanan ve bu kadar yüksek boyuttaki
bir krize karşı bağışık değildir. Hepimiz,
Türkiye dâhil olmak üzere, belli ölçüde etkileneceğiz. Bunu
başından beri söylüyoruz. Yalnız, Türkiyeye etkileri en aza
indirmek için, en az bir seviyede tutmak için de gerekli olan birçok şeyi
yaptık, yapıyoruz.
Bakın,
sadece ve sadece son sekiz ay içerisinde, aslında uzun vadeli, dinamik bir
programın bütün unsurlarını ortaya koyduk. Bir istihdam reformu
yaptık. Amaç, Türkiyedeki şirketlerin rekabet gücünü artırmak;
amaç, o istihdam reformu çerçevesinde istihdamı artırmak, teşvik
etmek ve aynı zamanda kayıt dışılığı
azaltmak. Bir enerji piyasası reformu yaptık. Amaç, arz
güvenliğini sağlamak; tabii ki, amaç, dışa
bağlılığı azaltmak, özellikle ülkenin öz
kaynaklarını ön plana çıkarmak. O şu anda uygulamada.
Bir sosyal
güvenlik reformu yaptık. Çünkü, bakın, 2009 yılında
muhtemelen sosyal güvenlik sistemine piyasadan borçlanarak
aktaracağımız para henüz kesinleşmemekle birlikte, yani 45,
belki de daha yüksek, milyar YTL olacak. Türkiye bu genç nüfusuyla bu kadar
yüksek açık veremez ve bu nedenledir ki bütün taraflarla bir araya geldik
ve bir sosyal güvenlik reformu yaptık. Belki sosyal güvenlik reformu bu
açıkları temelden kaldıramayacak ama uzun vadede dengeleri
iyileştirmeye yönelik çok önemli bir adım.
Yine,
Türkiyedeki en büyük sorunlardan bir tanesi katma değeri düşük olan
ürünlerde yoğunlaşmamız. Ne yaptık?
Araştırma-geliştirme reformu yaptık ve bu sayede hem özel
sektör hem kamu kanalıyla daha fazla ARGE, daha fazla yenilikçilik ve daha
yüksek katma değerli ürünlere geçiş için bir zemin
hazırladık. Yani, aslında orta ve uzun vadeli yeni bir
programın bir sürü unsurunu biz ortaya koyuyoruz. Eğitime öncelik
veriyoruz. Bütçede en büyük imkânı 2009 yılında da yine Millî
Eğitim Bakanlığı alacak. Sağlıkta aslında
bir anlamda bir devrim yaşanıyor. Neden? Çünkü on sekiz
yaşına kadar bütün vatandaşlarımızın, bundan
sonra, ister çalışsın çalışmasın, devlet
çalışamayanların primlerini ödeyecek, on sekiz yaşına
kadar herkes sağlık sigortası kapsamında olacak.
Reel sektöre de
tabii ki desteği artırmamız lazım ve nitekim 2009
bütçesinde -inşallah göreceksiniz- esnafa olan -hazine ayağından
ben konuşuyorum- faiz desteğini çok önemli ölçüde
artıracağız.
Tabii ki bu krize
karşı bağışıklık yok. Fakat bu krizin
etkilerini sınırlamak için daha başka ne yapmamız
lazım? Bu aslında bir programımızın olduğunu
gösteriyor ama ben, daha pratik, biz ne yapıyoruz, ne yapmamız
lazım, onunla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Her şeyden
önce, aslında biz bu krize şu an bir tepki vermiyorsak, uzun bir
süredir temelleri sağlamlaştırmaya yönelik adım
attığımızdan dolayıdır. Bakın, bu sene bütçe
açığı ve dolayısıyla hazinenin borçlanma gereği
hedeflenenin altında olacak. Bütçe açığı hedeflenenin
altında olacak ve sadece bu sene değil, son üç dört yıldır,
bütçe açığı, Avrupa Birliği tanımıyla, yüzde 1in
altında. Yani, kamu sektörünün borç dinamikleri iyileşiyor, bir
endişe kaynağı olmaktan çıkmış ve bu nedenledir
ki, dünyada bu kadar büyük bir kriz yaşanırken Türkiyedeki etkileri
şu ana kadar son derece sınırlı oldu. Kamu borçlanma
gereği son birkaç yıldır eksi, sıfıra yakın devam
ediyor.
Bunları
koruyacağız. 2009 yılı bütçesinde biz özellikle mali
disiplini devam ettireceğiz. Ama bu arada tabii ki altyapı
yatırımlarına da öncelik vermeye devam edeceğiz. Bu sene
bizim Ulaştırma Bakanlığına verdiğimiz toplam
kaynak yaklaşık 5 katrilyon liradır. O nedenledir ki,
Türkiyedeki çok şeritli yol miktarı cumhuriyet tarihinde 6.100
kilometre iken, bu sene itibarıyla 14.500 kilometreye çıktı.
Demir yollarında yatırım devam ediyor. Son dört beş
yılın ortalama demir yolu inşaatı 110 kilometreden daha
fazla. 1950den 2002ye kadar ortalama yıllık demir yolu inşaatı
11 kilometre.
Dolayısıyla,
biz, altyapıya tabii ki öncelik veriyoruz. Hem bir yandan
yollarımızın kalitesini de artıracağız, demir
yollarımızı yapacağız, limanlarımızı da
geliştireceğiz. Havacılıkta zaten Türkiye gerçekten
yaptığı uygulamalarla çok önemli bir aşama kaydetti. Bütçe
disiplini korunacak, öncelik yatırımlara verilecek. Ama tabii ki
kaynaklar burada sınırlı. İnşallah, önümüzdeki
yıllarda sosyal güvenlik sistemindeki iyileşmelerle birlikte Türkiye,
kaynağının daha fazlasını tabii ki o şekilde
eğitime, altyapıya harcayabilsin.
Yine finans
sistemimizin en büyük bir kısmını oluşturan
bankacılık sektörü, Batıdaki, etrafımızdaki birçok
ülkeye göre çok daha sağlam ve geçmişle
karşılaştırılamayacak kadar sağlam; sermaye
yeterlilik oranı yüksek, aktif kalitesi son derece yüksek. Bakın,
yılın ilk yarısı itibarıyla problemli kredilerin
toplam kredilere oranını, genel karşılıkları da
dikkate alırsanız yüzde 0,3tü. Yani hem genel
karşılıkları itibarıyla tabii ki iyi bir
noktadayız, aktif kalitesi iyi. Sermaye yeterlilik oranında
bankalarımızın yüzde 12lik bir sermaye yeterlilik
oranının altına düşmesine biz izin vermiyoruz,
düşerlerse şube açmalarına izin vermiyoruz. Hâlbuki yasal olarak
gerekli oran yüzde 8.
Yine
kârlılık oranları yüksek, yılın ilk yarısı
da dâhil olmak üzere ve bizim bankaların anlamlı bir miktarda ne bir
açık ne de fazla bir döviz pozisyonu söz konusu. Haa, banka
dışı özel sektörde tabii ki bir döviz açığı var,
tabii ki uzun vadeli, orta vadeli birtakım borçlanmalar da var. Bu
kanaldan bir miktar Türkiye etkilenebilir. Bunun da etkisini minimize etmek
için önümüzdeki dönemde birtakım önlemler almamız gerekebilir. Ama
şunu söyleyeyim: Yani, şu an itibarıyla gerek
bankacılık sektöründe gerek sigortacılık sektöründe Türkiye
birçok ülkeye göre sapasağlam devam ediyor.
Türkiyede
rezervler yüksek, doğru. Türkiyede cari açık yüksek ve cari
açığın en büyük kalemi de tabii ki enerji. Bakın, 2002
yılında -tekrarlamakta ben fayda görüyorum- bizim enerji
ithalatımız 9 milyar dolardı, bu sene muhtemelen 50 milyar
doların altında olmayacak. Türkiyedeki cari açık da o kadar.
Tamam, yani büyük bir cari açık, büyük de enerjide dışa
bağımlılık
Peki, biz ne yaptık? Bütün hidroelektrik
santral projelerini hızlandırmak için özel sektöre su kullanım
hakkı karşılığı devrettik. Cumhuriyet tarihinde
13-14 bin megavatlık bir hidroelektrik santral kapasitesi
oluşturulmuş. Şu anda 22 bin megavatlık hidroelektrik
santrali inşa hâlinde. Rüzgâra öncelik veriyoruz. Nükleerde tabii ilk çaba
başarılı olamadı ama onda da tabii ki devam ettirmek
lazım.
Türkiyede
rezervler son birkaç yıldır neredeyse 45-50 milyar dolar arttı.
Şu anda altın rezervi dâhil en son açıklanan rakam, 79 milyar
dolarlık Türkiyenin bir rezervi var ve Türkiyede dalgalı kur
sistemi bu türden şokların etkisini da azaltacak türden bir
sistemdir. Çünkü, tabii ki dışarıda para kaybedenler buradan bir
miktar para çekmeye çalışacaklardır. Tabii ki Türkiyede bir
miktar yabancı parası vardır. Biz eğer sabit kur sisteminde
olsak, şimdi bunlar o ucuz dolarlarla dışarı çıkma
imkânı bulacaklar. Dalgalı kurda piyasa fiyatı neyse ondan
çıkmak
Ve bir süre sonra da çıkamayacaklardır. Yani, benim
anlatmaya çalıştığım şey şu: Dalgalı
kur sistemi, göreceksiniz, esas burada fonksiyonunu gösterecektir.
Türkiyenin
kısa dönemde esas etkileme kanalı tabii ki büyüme olacak. Neden?
Çünkü, dışarıdan kredi imkânları bir miktar
sınırlanacak, dışarıda büyük bir yavaşlama, belki
de resesyon olacak. Dünya ekonomisi muhtemelen yüzde 3 civarında büyüyecek
2009 yılında. Bu da aslında resesyona yakındır. Dünya
ekonomisi bu anlamda yavaşlarken tabii ki Türkiye de yavaşlayacak,
tabii ki Türkiyenin pazarlarında daralma olursa bu Türkiyeyi etkileyecek
ama biz yine de orta ve uzun vadede Türkiye'nin bundan sonraki
çıkışının temellerini hazırlamak üzere
reformları yapmaya devam edeceğiz.
Daha
yapmamız gereken çok şey var: Eğitimde kalite nasıl
artırılır, toprak reformu yoluyla işletme büyüklüğü
nasıl artırılır, enerjide attığımız
adımların sonuna kadar uygulanması gibi daha yapmamız
gereken birçok şey var ama bunların da ötesinde, Değerli Hocama
da katılıyorum, kamuda bir idare reformuna, kamuda bir personel
reformuna, bir hukuk reformuna da ihtiyaç var. Bunu da hep birlikte
yapmamız lazım.
Dolayısıyla,
tabii ki bu krize karşı ne bağışığız ne
de en kötü biz etkileneceğiz. Çok açık bir şekilde söylüyorum,
Türkiye'nin makroekonomik temelleri sağlam. Cari açık var. Bu, önemli
ölçüde bizim kontrolümüz dışında enerji fiyatları ve emtia
fiyatlarıyla belirlenen bir açıktır, ama bunu da en aza indirmek
için, orta ve uzun vadede en aza indirmek için gerekli adımları
atıyoruz, enerjide olsun, diğer konularda olsun ve orta vadede, ben
inanıyorum ki, Türkiye, katma değeri yüksek ürünlere geçecek,
enerjide dışa bağımlılığı azaltacak ve
bu şekilde daha sürdürülebilir, daha makul bir tasarruf
açığıyla yoluna devam edebilecektir.
Bütçe
sağlam. Para politikası temkinli bir şekilde uzun bir süredir
devam ediyor. Bankalar sağlam, rezervler yüksek. Bütün bunlar varken
Türkiye hakkında bu türden karamsar senaryolara ben
katılmıyorum. Haa, tabii ki daha yapmamız gereken çok şey
var. Önceliklerimiz belli. Bu ülkenin eğitimine, altyapısına biz
para koymaya devam edeceğiz imkânlar elverdiğince. Kamunun
imkânları elvermezse özel sektörden de tabii ki yararlanacağız.
OECD ülkelerinin altyapı yatırım ihtiyacı 27 trilyon dolar,
2030 yılına kadar. Nereden bulacaklar? Bulamayacaklar. Türkiye de
aynı durumda. O nedenle özel sektörün kaynaklarını da
kullanmamız lazım.
Daha fazla
zamanınızı da almak istemiyorum ama şu çok açık,
Türkiye geçmişle karşılaştırılamayacak kadar sağlam
bir yapıda. Konjonktürel biraz
kırılganlığımız var, o da cari açık.
Dışarıdan finans imkânlarını iyileştirmek için
bir düzenleme yapmamız gerekiyorsa yaparız. Onun ötesinde bütçe
disipliniyle, şu ana kadar yaptığımız doğrularla
yolumuza devam edeceğiz. Türkiye'nin sorunları ne bir günde ortaya
çıkmıştır ne bir günde çözülecektir. Sorunların çözümü
-Sayın Hocama da katılıyorum- orta, uzun vadeli bir programla
olur. O orta, uzun vadeli programın bir tek hedefi vardır,
Türkiye'nin rekabet gücünü nasıl artırırız, Türkiye'de
insan stokunun kalitesini nasıl yükseltiriz, yani eğitime ne kadar
yatırım yaparız, altyapıyı nasıl
iyileştiririz ve rekabet ortamını nasıl iyileştiririz.
Rekabet ortamını iyileştirerek, verimlilik ve inovasyon yoluyla
rekabet gücünü de iyileştirerek tabii ki dünyada daha iyi bir konuma
gelerek yolumuza devam edeceğiz.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Şimşek.
Gündem
dışı ikinci söz, yeni yasama yılının
başlaması nedeniyle söz isteyen Mersin Milletvekili Mehmet
Şandıra aittir.
Buyurunuz
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
2.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın,
TBMMnin yeni yasama yılına başlamasına ve son günlerde
ülkemizde cereyan eden terör olaylarına ilişkin gündem
dışı konuşması
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yeni bir yasama yılına başlarken dilek ve temennilerimi sizlerle
paylaşmak için söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 23üncü Dönem Üçüncü Yasama Yılında birlikte
yapacağımız çalışmaların milletimize, ülkemize,
siyasi partilerimize ve siz değerli milletvekillerine, özellikle de
siyaset kurumuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisine saygınlık
kazandırmasını, huzur vermesini, insanlarımızın
geleceklerine umudunu artırmasını, ülkemizin birikmiş ve
muhtemel sorunlarının çözümüne etkili katkı vermesini,
milletimizin birliğini ve dirliğini geliştirmesini, siz değerli
milletvekilleri arasında dostluğu pekiştirmesini, siyasi
partilerimiz arasında diyalog ve paylaşmanın
artmasını, ülke ve millete karşı ortak sorumluluk
duygusunun gelişmesine katkı vermesini ve bu yılda
yapacağımız çalışmalarda başarılı
olmamızı, hayırlı sonuçlar üretmemizi temenni ediyorum,
diliyorum ve bunların gerçekleşmesi için Yüce Allaha dua ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, Meclis olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
milletvekilleri ve siyasi partiler olarak, millete, ülkeye, tüm bölgeye hatta
geçmişe ve geleceğe karşı
sorumluluklarımızın idrakinde yeni bir yıla,
çalışma yılına başlıyoruz. Görevimizi yaparken ve
ülkeye ve millete karşı olan sorumluluklarımızın en
büyük ortak paydamız olduğunu yeniden hatırlayarak
çalışmaya başlıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, burada bulunuşumuzun gerekçesi, bizi milletvekili olarak
var eden hukuk ve ahlaki sözleşmemiz, öncelikle bu kürsüden, millet önünde
yaptığımız yeminimizdir. Bu yeminde Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bağımsızlığını, vatanın ve
milletin bölünmez bütünlüğünü ve milletin egemenliğini korumak üzere
yemin ettik. Bu kürsüden, hukuka, cumhuriyete, Atatürkün ilke ve ülkülerine
bağlı kalacağımız üzerine yemin ettik. Yine bu
kürsüden, insan haklarına, temel hürriyetlere ve bu Anayasaya sadık
kalacağımıza büyük Türk milleti önünde yemin ettik.
Değerli
milletvekilleri, bu kapsamda, bu yeminin gereği burada bulunan herkesi
bölücü terörü ve etnik bölücülüğü lanetlemeye davet ediyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, bir iki gün önce yaşadığımız
Aktütün Karakolundaki menfur saldırıya karar verenleri, bu
saldırıyı gerçekleştirenleri, PKK bölücü terör örgütünü
destekleyenleri ve bu terörün acımasızlığı
karşısında bir duruş sergilemeyenleri Milliyetçi Hareket
Partisi olarak lanetle kınıyorum, şiddetle lanetliyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) Bu saldırıda
hayatını kaybeden tüm şehitlerimize yüce Allahtan rahmetler
diliyorum; yakınlarının, milletimizin başı sağ
olsun, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, bir konuda anlaşmamız gerekiyor. Büyük Türk
milleti diye tanımlanan husus Türkiye Cumhuriyeti devleti hudutları
içinde yaşayan ve bu devleti kuran halktır. Bu coğrafyada
yaşayan insanların toplamından öte binlerce yılı
birlikte yaşamış ve artık bir olmuş, tek olmuş en
büyük varlığımızdır ve kimliğimizdir. Milliyetçi
Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanının sözleriyle ifade
edersek: Tüm farklılıkların farkında olarak ve bu
farklılıklara saygı göstererek birlikte yaşamayı
başarmış bir milletin birliği bizler için en değerli
varlıktır, en önemli zemindir. Bunu kimseyle bir pazarlık konusu
yapamayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu Meclisin kurduğu bu
devlet, bu birlik sayesinde ve bu birliğin oluşturduğu Türk
milleti kimliği üzerinde kurulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizin birçok sorunu olabilir. Bu sorunların
aşılmasında zafiyetlerimiz olabilir, kusurlarımız,
ihmallerimiz, sorumluluklarımız olabilir ama yeni bir
yüzyılın başında, yeni bir binyılın
başında eğer biz bu topraklarda egemen Türk ve Müslüman
kimliğimizle yaşamak istiyorsak, bağımsız devletimizde
yaşamak istiyorsak birliğimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bu
birliği kan akıtarak bozmaya çalışan bölücü teröre
karşı bu zeminde, bu kürsüde eğer bir birlik
sağlayamıyorsak millete karşı ettiğimiz yeminin gereğini
yerine getiremiyoruz demektir.
Yeni bir
çalışmaya başlarken, yeni bir yasama yılına
başlarken öncelikle, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bunlarda bir
mutabakatın temin edilmesini çok önemsiyoruz. Ümit ve temenni ediyoruz ki
bu yıl burada bu birliği geliştirecek her türlü gayreti,
çalışmayı birlikte yapacağız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Değerli milletvekilleri, bu yıl
yapacağımız çalışmalarda önce ülkem, sonra partim
diyen bir anlayışı, tüm sonuçlardan kendini sorumlu tutan bir
sorumluluk ahlakını, gelecek için uzlaşmayı ve her
şeye rağmen kapılarımızı diyaloğa açık
tutmayı, birbirimize karşı hoşgörülü olmayı ve küresel
kuşatmaya karşı millî, milliyetçi bir duruşu
başarabilmeyi gerçekleştirmeyi ümit ediyorum. Bu noktada öncelikle
sorumluluk siyasi iktidardadır.
Değerli
milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu değerleri
yılmadan savunacağımızı ve bu değerlere
dayalı siyaset yapacağımızı, burada muhalefet
görevimizi yapacağımızı bir defa daha ifade ediyoruz. Tüm partileri,
siz değerli milletvekillerini ve tüm vatandaşlarımızı
bu değerler etrafında birlik olmaya ve geleceği birlikte kurmaya
davet ediyorum.
Bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum ve
başarılar diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Gündem
dışı üçüncü söz, terör ve sınır güvenliği
hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Hasan Erçelebiye aittir.
Buyurun
Sayın Erçelebi.
3.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebinin, terör ve
sınır güvenliğine ilişkin gündem dışı
konuşması
HASAN
ERÇELEBİ (Denizli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
terör ve sınır güvenliği konusunda gündem dışı
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi, Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlarken 3 Ekim Cuma günü Aktütün Karakolumuza yapılan hain
saldırıda şehit olan kahramanlarımıza Allahtan
rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve Türk milletine
başsağlığı, kahraman gazilerimize acil şifalar
diliyorum. Aynı zamanda, 6 Ekim 1990 tarihinde yine terör kurbanı
olan bilim insanımız Doçent Doktor Bahriye Üçoku da rahmet ve
saygıyla anıyorum.
Değerli
milletvekilleri, hiçbir kelimenin gölgesine ihtiyaç duymadan söylemek
zorundayız: Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin, üniter
yapısı, bölünmez bütünlüğü, egemenliği,
bağımsızlığı ve bekası ciddi tehdit
altındadır ve yüreğimiz kan ağlayarak ifade etmek istiyorum
ki, bu yöndeki tehlike, artarak ve endişe verici boyutlara
tırmanmaktadır. Son altı yılda yaşanan olumsuz
gelişmeler, bazı illerimizde sokaklara taşan toplumsal öfke ve
boğazlaşma görüntüleri, kanlı terör örgütünün ocak söndüren
eylemleri ve en son 3 Ekim 2008 tarihinde Hakkârideki hain saldırı
bu tırmanışın dehşet verici işaretleridir. Ama ne
yazık ki, tüm bu gelişmeler milletimizi derinden yaralarken, ülkeyi
yöneten ve terörle mücadelede birinci derece sorumluluğu bulunan hükûmeti
arar hâle geldik, çünkü pek çok konuda Hükûmet kendisini alakadar
görmemektedir.
Değerli
milletvekilleri, Türk milleti en zor zamanlarında, en kötü koşullarda
çareyi ve çıkış yolunu bu yüce Meclisin iradesinde
bulmuştur. Hükûmet, Türkiye'nin karşı karşıya
bulunduğu sorunları çözme konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin
tam mutabakat içinde kararlı desteğini almak zorundadır.
Hepimiz, iktidar ve muhalefet olarak milletimize ve devletimize müştereken
sorumluyuz. Demokratik Sol Parti bu sorumluluğun bilincindedir. Biz, DSP
olarak bu bilinç içerisindeyiz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin 30 bin insanını ve yüz milyarlarca dolar
maddi kaynağını kaybetmesinin başında terörist
unsurların sınırlarımızdan sızması ve bunun
önlenememesi gelmektedir. Türkiye'nin bugün de terörü önlemek için yapması
gereken, sosyal ve ekonomik birçok tedbirle beraber sınırların
korunması ve bu korumayı sağlamasıdır. 2565
sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun 31inci
maddesi gereği sınırların korunması yasal bir
zorunluluktur. Bu nedenle adı geçen maddeyi güçlendirmek için DSP olarak
değişiklik yapılmasını öneriyoruz. Yasa teklifimizi 23
Ocak 2008 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verdik. Teklifimizin bir an önce Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tarafından işleme
konularak yasalaşmasını istiyoruz. Bu teklifimizle fiziki
koşulların el vermediği yerlerde elektronik güvenlik
duvarının tesis edilmesini öneriyoruz. Önerdiğimiz bu
sınır koruma yöntemi dünyanın değişik ülkeleri ve
bazı komşularımız tarafından uzun süreden beri
uygulanmaktadır. Sınırlarımıza yapılacak olan
elektronik güvenlik duvarının tesisi için 2009 bütçesine yeterli
ödeneğin konulmasını yüce Meclisten talep ediyoruz.
Değerli
milletvekilleri, 1999-2002 döneminde bölücü ve gerici terör kontrol altına
alınmış ve sıfır noktasına kadar
geriletilmiştir. Bu dönemde, terör odaklarının mali
kaynakları, mühimmat yolları ve uluslararası destekleri ulusal
bir duruşla ve kararlı bir duruşla kesilmiştir. Nitekim 16
Eylül 1998 tarihinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla
Ateş, Reyhanlıdan bütün dünyaya Türkiye'nin
kararlılığını bildirmiş ve
sabrımızın kalmadığını söylemişti.
Orgeneral Ateş bunu söylerken arkasında kararlı bir hükûmetin
ulusal duruşu ve tam desteğiyle birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisinin iradesi vardı.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HASAN
ERÇELEBİ (Devamla) Bugün hep beraber aynı ulusal duruş ve
kararlılığı göstermek zorundayız.
Değerli
milletvekilleri, sınır güvenliği tam olarak
sağlandığında, terörist geçişleri ve diğer
kaçakçılık faaliyetleri kontrol altına alınabilecek,
böylece terörün nefes borusu ve can damarı kesilecektir. Bu durum
aynı zamanda yöre halkımızı rahatlatacak, yerel yönetimleri
güçlendirecek ve artık teröristler gençlerimizi dağa
götüremeyecektir.
Bu arada
Hükûmetin, teröristlerin yabancı basın tarafından asi olarak
adlandırılması konusunda ciddi adımlar atmasını
istiyoruz. Terminolojik bir hataya meydan vermeyelim.
Yarın, bu
yüce Meclisten tekrar bir kararname geçecektir. Bu kararnamenin zamanında
ve ayak sürümeden uygulanmasını diliyoruz ve istiyoruz. Artık
analar ağlamasın, evlatlar yok olmasın; vatanımız,
vatandaşlarımızla birlikte sağ olsun diyorum.
Yüce Meclise yeni
yasama yılında başarılar diliyorum. (DSP, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Erçelebi.
Sayın
milletvekilleri, gündeme geçmeden önce on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.44
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun
TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2nci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Şimdi
gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza
sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti
Grubu Önerileri
1.- 284 ve 138 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporlarının görüşmesinin,
Genel Kurulun 7/10/2008 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına; gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine; Genel Kurulun 8/10/2008 Çarşamba günkü
birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine
ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu, 7.10.2008 Salı günü (Bugün) toplanamadığından, TBMM
İçtüzüğünün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun
aşağıdaki önerisini Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Nurettin
Canikli
Giresun
AK
PARTİ Grup Başkan Vekili
Öneri:
1.10.2008 Tarihinde dağıtılan 284 ve 138 sıra
sayılı Meclis Araştırması Komisyonu
Raporlarının gündemin Özel Gündemde Yer Alacak İşler
kısmında yer alması ve görüşmelerinin Genel Kurulun
7.10.2008 Salı günkü (Bugün) Birleşiminde yapılması,
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler kısmında yer alan 214, 221 ve 222
sıra sayılı kanun teklifi ve tasarılarının bu
kısmın 1, 2 ve 3 üncü sıralarına alınması ve
diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun 8.10.2008 Çarşamba günkü Birleşimlerinde
sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi,
Genel Kurulun 7.10.2008 Salı günkü (Bugün) Birleşiminde
138 sıra sayılı Meclis Araştırma komisyonu raporunun
görüşmelerinin bitimine kadar; 8.10.2008 Çarşamba ve 9.10.2008
Perşembe günlerindeki Birleşimlerinde ise saat 20.00ye kadar çalışmalarını
sürdürmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi
üzerinde, lehte Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli
konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; grubumuzun
grup önerisiyle ilgili olarak, lehinde konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Aktütün Karakoluna yapılan menfur
saldırıda şehit olan 17 askerimize Allahtan rahmet diliyorum,
yakınlarına ve milletimize başsağlığı
diliyorum. İnşallah, millet olarak bir daha böyle acı günlerle
karşılaşmayız.
Değerli arkadaşlar, yeni yasama dönemimizin de ülkemiz
ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni
ediyorum.
Bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminin
çalışma içeriğiyle ilgili Danışma Kurulu
toplanamadı; bu nedenle, AK PARTİ olarak grup önerisi getirerek
karşınızdayız.
Grup önerimizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bu
hafta çalışma saatlerinin, bugün itibariyle 15.00te
başlayıp bitimine kadar, çarşamba ve perşembe günleriyse
saat 15.00te başlayıp 20.00ye kadar sürdürülmesini öneriyoruz.
Çalışma konuları itibariyle de bugün, 284 sıra
sayılı Türkçedeki bozulmayla ilgili Meclis araştırma
komisyonu raporu ve 138 sıra sayılı küresel
ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının yönetimiyle
ilgili Meclis araştırma komisyonu raporlarının
görüşülmesini öneriyoruz.
İki araştırma komisyonu raporunun bugün
görüşülmesi hâlinde geç saatlere kadar süreceği tahmin edildiği
için, diğer gruplarla da yaptığımız görüşmeler
neticesinde, öncelikle 284 sıra sayılı Türkçedeki bozulmayla
ilgili araştırma komisyonu raporunun görüşmelerinin tamamlanması;
diğeri yani küresel ısınmanın etkileri ve su
kaynaklarının yönetimiyle ilgili Meclis araştırma komisyonu
raporunun görüşmelerine başlanması ancak görüşmelerin kalan
kısmının da önümüzdeki hafta salı günü yapılması
şeklinde bir mutabakat sağlandı; o çerçevede yürütülmesini
öneriyoruz.
Çarşamba günüyse Türk Silahlı Kuvvetlerinin
sınır ötesi harekât ile ilgili izninin bir yıl daha
uzatılmasını içeren tezkerenin görüşülmesini öneriyoruz. Bu
tezkerenin görüşülmesinden sonra 214 sıra sayılı dünya su
forumuyla ilgili kanun teklifinin, altı maddelik kanun teklifinin
sırasının öne alınarak tezkereden sonra görüşmelerinin
tamamlanmasını yüce Meclisin takdirine sunuyoruz.
Bu kanunun, 214 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasından sonra ise
221 sıra sayılı Coğrafi İşaretlerin
Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı var. O da üç maddelik. Bu
kanun tasarısının görüşülmesini öneriyoruz.
Perşembe günü ve haftanın son çalışma günü
olarak da 222 sıra sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına ilişkin dokuz maddelik bir
kanun tasarısı var. Bu kanun tasarısının da bu
haftanın son görüşülecek olan kanun tasarısı olarak
görüşülmesini yüce Meclise öneriyoruz.
Grup önerimiz esas itibarıyla bundan ibarettir. Diğer
gruplarla görüşmeler yaptık ancak Danışma Kurulu, biraz
önce ifade etmeye çalıştım, toplanamadığından
dolayı grup önerisi olarak getirmek durumunda kaldık. Ama esas
itibarıyla, içerik olarak diğer gruplarla bir mutabakatımız
söz konusudur.
Grup önerimizin kabul edileceğini umuyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli.
Grup önerisinin aleyhinde Eskişehir Milletvekili Tayfun
İçli görüşecektir.
Buyurunuz Sayın İçli.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; AKP grup önerisinin aleyhinde görüşlerimi
belirtmek için söz talebinde bulundum. Öncelikle hepinizi şahsım ve
Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın AKP Grup Başkan Vekili neden böyle bir grup
önerisi verdiğini gerekçeleriyle birlikte sizlere açıkladı.
Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz, bu önergenin
içerisinde iki adet Meclis araştırma komisyonunun raporları
okunacak ve görüşülecek. Sayın Grup Başkan Vekili, birinin
küresel ısınmayla ilgili olduğunu ifade etti; daha sonra da
gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri bölümünde bulunan, kendilerince çok
önemli üç kanun tasarısı ve teklifinin gündemin ilk
sıralarına alınması gerektiğini söyledi.
Şimdi Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler listesine baktığımızda,
1inci sıraya konulması önerilen yasa teklifi İstanbul
şehrinde yapılacak Beşinci Dünya Su Forumunun Organizasyonu,
bununla ilgili. 2nci sıraya alınması gereken kanun
tasarısı Coğrafi İşaretlerin Korunması
Hakkında Kanun Tasarısı. Üçüncüsü de -daha önce grup önerisiyle
gündemin 6ncı sırasına alınan- Organize Sanayi Bölgeleri
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısının ilk sıraya alınmasını teklif
ediyorlar.
Sayın Grup Başkan Vekili, her ne kadar bu grup
önerisinin içinde olmamakla birlikte -hepimizin bildiği gibi kamuoyuna
açıklandı- yarın Başbakanlık tezkeresinin
görüşülmesi ve Başbakanlık tezkeresi görüşüldükten sonra
kanunların görüşülmesi gerektiğini ifade etti.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, şüphesiz her
kanun tasarı ve teklifi çok çok önemlidir. Ama hepimizin çok iyi
bildiği gibi dünya kaynıyor, dünyada çok ciddi bir küresel kriz var.
Bu krize karşı neler yapabiliriz, hangi tedbirleri alabiliriz? Bu
konuların mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması
gerekir. Birçok değerli milletvekili arkadaşımın Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine soktuğu, sıra bekleyen, özellikle
işsizlik konusunda, üretimin daralması konusunda, yatırım
eksikliği konusunda, yolsuzlukla ilgili, yoksullukla ilgili çok önemli
önerileri Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde beklerken, AKP Grubunun
böyle bir öneriyi gündeme getirmiş olması, küresel krizin AKP
tarafından ne çerçevede algılandığını da çok net
olarak ortaya koyuyor. Ama dünyadaki bu küresel krizi ve ülkemizde yaşanmakta
olan ekonomik krizi bir tarafa şimdilik bırakacak olursak, bence, çok
daha güncel olan, çok daha önemli bir konunun da gündemde olması
lazım ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması lazım
değerli arkadaşlarım.
Diyeceksiniz ki terör konusu yarın Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündemine gelecek; 15 Ekim 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisince onaylanan tezkere, Sayın Başbakanın imzasıyla
Bakanlar Kurulu tezkeresi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelecek;
bu konuyu, önemli konuyu yarın görüşeceğiz, diyebilirsiniz.
Değerli arkadaşlar, yarın görüşülecek konu
terörün askerî boyutuyla ilgili bir konudur. Anayasamızın 92nci
maddesine göre Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı bir ülkeye asker
göndermesiyle ilgili bir konudur ve askerî bir konudur. Terör konusu sadece bir
askerî konu değildir. Terör konusunun siyasi, diplomatik ve ekonomik
boyutları vardır ve yıllardır, yirmi beş
yıldır Türkiyede eğer bir terör belası
canlarımızı alıyorsa bunun siyasi ve diplomatik boyutunun
mutlaka ve mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulması
gerekir.
15 Ekim 2007 tarihli Başbakanlık tezkeresinde,
Sayın Başbakanımız, Türkiyenin, özellikle AKP Hükûmetinin,
terörle mücadelede siyasi ve diplomatik
başarısızlığını çok açık ikrar etti. O
Dağlıca baskınından önce, 15 Ekimde
aldığımız bu kararda Sayın Başbakanımız
Dost ve kardeş Irakın toprak bütünlüğünün, millî
birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük önem atfeden
Türkiye, PKK teröristlerinin Irakın kuzeyindeki mevcudiyetine ve
faaliyetine son verilmesini sağlamak amacıyla uzunca bir süredir
yoğun siyasi ve diplomatik girişimlerde ve uyarılarda
bulunmuştur. Bu çabalarımızdan istenilen sonuçların
alınması bugüne kadar mümkün olamamıştır. demek
suretiyle Anayasamızın 92nci maddesi gereğince terörle
mücadelenin askerî boyutu için gerekli olan izni Türkiye Büyük Millet
Meclisinden almıştı. Biraz evvel noktasına, virgülüne kadar
Sayın Başbakanın Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu
tezkeredeki AKPnin terörle siyasi ve diplomatik başarısızlığını
ikrar eden ifadelerini sizlere okudum.
Değerli arkadaşlarım, 15 Ekim 2007 tarihinde bu
tezkere Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuluyor, altı gün sonra PKK terör
örgütü Dağlıca baskınını yapıyor
-şehitlerimizi hepimiz biliyoruz, büyük acı duyduk- Dağlıca
baskınını gerçekleştiriyor altı gün sonra ve o tarihte
Sayın Başbakanımız Amerikaya gidiyor
-hafızalarımızı şöyle tazeleyecek olursak- Amerika
Birleşik Devletleri Başkanıyla görüşüyor. İşte
iznin ne şekilde olması lazım, yok şu kadar girersiniz,
şümulü şu kadar olması lazım şeklinde birtakım
görüşler
Şimdi, tezkerenin süresinin bittiği ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinden yeniden uzatma izni alınacağının
yazılı ve görsel basında yazılmasından sonra,
hepinizin bildiği gibi, 3 Ekim tarihinde PKK terör örgütü, bu sefer
başka bir birliğimize, Aktütün Karakolunun ileri gözleme
kısmına saldırmak suretiyle yine 17 şehit, 21 gazi
vermemize neden oldu.
Değerli arkadaşlarım, burada PKK ne diyor? Burada
PKK, aslında, Sayın Başbakanın itiraf ettiği, siyasi
ve diplomatik, AKPnin başarısızlığını, Türk
halkının, Türkiye Cumhuriyetinin önüne koyuyor, Ey Türkiye
Cumhuriyeti devleti, ey Türkiye Cumhuriyetinin AKP Hükûmeti, sizler bana bir
şey yapamazsınız; sizler, siyasi ve diplomatik olarak beni
himaye edenlere karşı bir şey yapamazsınız. diye
açıkça meydan okuyor. Çünkü, Ben başka bir devletin egemenliği
altında yaşıyorum, onların himayesi altında
barınıyorum, keyfim isterse geliyorum canınızı
alıyorum, keyfim isterse çekip gidiyorum ama siz bir egemen devlet olarak
benim arkamdan gelemiyorsunuz çünkü beni himaye edenler sizin Hükûmetinize
karşı her türlü baskıyı uyguluyor. diye kafa tutuyor.
Şu anlattığım iki olay, PKK terör örgütünün, bu yüce Meclis
tarafından alınan tezkereyi ne kadar ciddiye almadığını
çok açık ifade ediyor. Yani bir anlamda diyor ki: Sizin, Türkiye devleti
olarak kendi güvenliğinizle, ulusunuzun, halkınızın can
güvenliğiyle ilgili karar alma yeteneğiniz yoktur. Ben gelir
basarım, elimi kolumu sallayarak çeker giderim. İşte, siz siyaseten
ve diplomatik olarak başarısız bir hükûmetsiniz. Bunu böyle
okumak lazım.
Yarın Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek
tezkere, işin siyasi, işin diplomatik boyutunun
dışındaki askerî bir boyutudur. Orada da onun şümulünü,
onun sınırlarını yine hükûmet belirleyecektir. Türk
Silahlı Kuvvetleri belirlemeyecektir ki! Geçmişte de öyle
olmuştur. 15 Ekim 2007 tarihinde alınan tezkereden altı gün
sonra Dağlıca baskınını PKK gerçekleştirdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın
İçli.
H. TAYFUN İÇLİ (Devamla) Bağlıyorum efendim.
Sen istediğin kadar tezkere kararı al, sen beni takip
edemezsin Irakta çünkü Iraktaki o bölgesel yönetim denilen veyahut kendini
egemen olarak kabul eden Irak devleti beni koruyor. demiştir.
Dünyanın hiçbir yerinde bir devletin karşı devlet
tarafından saldırıya uğratıldığı
başka bir şey yoktur.
Anayasanın 92nci maddesi sadece sınır
harekâtı konusunda askerî izin vermez, savaş hâlini de düzenler.
Nasıl rahmetli Bülent Ecevit, o Kıbrıstaki
soydaşlarımızın canına kıydıkları
zaman, soykırım uygulamaya kalktıkları zaman,
İngiltereye, Amerikaya, egemen birçok devlete karşı Ayşe
tatile çıksın. emrini verebiliyorsa Türkiye Cumhuriyeti hükûmetinin
kendi ulusunun barışı için, bölgedeki ulusların
barışı için dimdik durabilecek siyasi ve diplomatik
kararlılığı göstermesi lazım diyorum. Onun için AKP
grup önerisinin karşısındayım. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin önüne bu derece, hem ekonomi konusuyla ilgili, küresel krizle ilgili
hem de terörle ilgili önemli konuların gelmesi gerekir
düşüncesindeyim.
Sabrınız için hepinize teşekkür ediyorum,
saygılarımı sunuyorum, sağ olun. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın İçli.
Grup önerisi lehine Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül.
Buyurunuz Sayın Gönül. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; grup önerimizin lehinde söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, dört gün önce terör örgütünün gerçekleştirdiği
hain saldırı neticesinde hayatını kaybeden
Mehmetçiklerimize Allahtan rahmet diliyoruz, kahraman gazilerimize acil
şifalar diliyoruz; ailelerine, yakın çevrelerine
başsağlığı diliyoruz; milletimizin başı
sağ olsun.
Değerli arkadaşlar, Danışma Kurulu bugün
toplanamadığından bir grup önerisi sunulmuştur. Önerimizin
detayını Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli
açıklamıştır; salı günü, çarşamba günü ve
perşembe günü çalışma saatlerimizi ve gündeme
alacağımız kanun ve çalışmaları
açıklamışlardır. Ben daha detayına girmiyorum.
Önerimizin hayırlı olmasını temenni ediyorum
ve yeni yasama yılımızın da verimli ve
başarılı olması temennisiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Gönül.
Grup önerisi aleyhine, Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yeni yasama döneminin bu ilk gününde Demokratik
Toplum Partisi Şırnak Milletvekili olarak önerge aleyhinde söz
aldım. Çünkü burada yüce Meclisi sorunların çözüm yeri olarak
görüyoruz, çözüm yeri olarak görüyorsak
o zaman yüce Meclisin ülkenin gerçek gündemiyle ilgilenmesi ve
işleyişini de Mecliste grubu bulunan tüm partilerin yasama sürecine
eşit olarak katılacakları, hazırlanacakları bir
çalışma temposuyla götürmeleri isteğimizi ifade etmek istiyoruz.
Ancak geride bıraktığımız bir yılda
biz, maalesef, çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisinin -AK
PARTİnin- Mecliste grubu bulunan diğer partileri hiçe
saydığını, düşüncelerini dikkate
almadığını, yasama çalışmalarını
oldubittiye getirdiğini ve yeterli bir hazırlık ve
çalışma imkânı tanımadan temel yasaları bile kırk
sekiz saat içinde çıkardığına tanık olduk. Bu konuda
çokça tartışma yaşandı ve bu tür önergelerle Meclis
Danışma Kurulu toplanamamışsa AKPnin kendi önergesini
getirip kendi gündemini belirlediğini gördük.
Şimdi, yine bugün böyle bir önerge var ve AK PARTİ kendi
gündemini belirliyor. Peki, AK PARTİ kendi gündemini, kendi bildiğini
okumaya devam ederse yüce Mecliste farklı partilerin, farklı
görüşlerin, farklı anlayışların kendini ifade etmesi
nasıl sağlanacak? Yani bunu sorma hakkını kendimizde
buluyoruz.
Meclis -çok açık ifade edeyim- ağlama duvarı
değildir. Meclis, sorunların çözüm yeridir. Türkiyede Türkiyenin
sorunlarının çözüleceği tek yer Meclistir. Ancak, yüce
Meclisimizin, bu görüntüyü, bu güveni, bu inancı halka vermediğini
ifade etmek istiyorum. Neden diyeceksiniz. Türkiyenin bugün birinci gündemi
nedir? Yaşadığımız acı olaylar değil mi?
Silahlı çatışma ortamı değil mi? Yirmi beş
yıldır süren çatışmalar değil midir? Türkiyenin
birinci gündemi bu değil midir? Acil olan gündem bu değil midir? Her
gün bir ocağa ateş düşerken -doğu-batı,
Karadeniz-Akdeniz fark etmiyor, Kürt-Türk anaları fark etmiyor- her gün
acı yaşadığımız bugünlerde, yüce Meclis, yirmi
beş yıl süren bir çatışmayı sona erdirmenin
sorumluluğunu siyaseten taşımayacak mı?
Taşıyacaksa neden yüce Mecliste dargın liderler meclisi
görüntüsü veriliyor. AK PARTİ, iktidar partisi, ana muhalefet
kavgalı, konuşamıyor, diğer Meclis grupları bir araya
gelemiyor, ülkenin temel sorunlarını konuşamıyor. Neden? Bu
halk, 70 milyon, Türkiyede yaşayan yurttaşımız bunu hak
ediyor mu? Neden bu acı olaylar yaşanırken, terör sorunu veya
Kürt sorunu, bölge sorunu veya başka türlü, istediğiniz ismi verin
ama şunu yüce Meclisin kürsüsünden acı bir şekilde uyarmak
istiyorum: Yüz Yıl Savaşlarını inceleyin, bir tanesi elli
yıl sürmüştür, geriye kalan Yüz Yıl Savaşlarının
hepsi yirmi ile yirmi beş yıl arasında sürmüştür.
Türkiyede iç sorunlarındaki çatışma süreci yirmi beş
yıldır sürüyorsa, Yüz Yıl Savaşları kadar sürüyorsa
gelinen noktadaki acı tabloyu görmeniz lazım. Balıkesir Altınovada
Türk-Kürt çatışması yaşanıyorsa ve Türk-Kürt
çatışması yaşandığı zaman hükûmet,
yargı, yürütme seyirci kalıyorsa; bir parti lideri, Başbakan da,
ana muhalefet lideri de, parti liderleri bu konuda kaygı duymuyorsa ve
Altınovada yaşanan olayların daha önce İzmirde,
Antalya-Alanyada, başka yerlerde yaşandığını
eğer unutuyorlarsa ve Türkiye bu noktaya gelmişse, Türkiyede bir
Türk-Kürt savaşı noktasına gelmişse gerilim, bu gerilim
eğer bu cumhuriyeti birlikte kuran 70 milyon insanın birliğini
yakından ilgilendiriyorsa; başka iş yapmak, bu yüce Meclisin
çatısı altında sıraya koymak gerekirse en acil olan bu
sorunu en başa koymak gerekmiyor mu? En önemli sorunu en başa koymak,
en başta iktidar partisinin ve ana muhalefet partisinin görevi değil
midir? Eğer Cumhurbaşkanı liderler zirvesini toplayamıyor,
Başbakan Türkiyenin en önemli sorununu, siyaseten sorumluluğunu
taşıyıp, parti grup liderlerini davet edip, gelin bu sorunu
konuşalım, bu sorunun boyutu askerî mi, ekonomik, sosyal, siyasal,
kültürel boyutları var mı, sorunun bu boyutları varsa nedir, bu
sorunun nedeni nedir, bu sorunu nasıl çözeriz, silahlı
çatışmayı nasıl bitiririz, silahları nasıl
sustururuz, artık bu acıların yaşanmaması için ne
yaparız diye eğer yüce Meclis yüzde 85 temsiliyet oranıyla
temsil edilse dahi bunu konuşamıyorsa, görevini yapmıyor
demektir. Sadece bu değil, yeni bir anayasayı da
konuşamıyoruz. Bu da Türkiyenin gündemine getirilmiyor. AKP
inisiyatifini, cesaretini tamamen sıyırdı,
hazırladığı anayasa taslağını rafa koydu.
Ulusal program gündemde, dağıtıyorsunuz
Ulusal
program gündemde ama bunun üzerinde gündeme öncelik önergesi vermiyorsunuz.
Peki, uzlaşı komisyonlarını Meclis
Başkanı istiyor, çağırıyor, diyor ki: Gelin, Anayasa,
İç Tüzük, bazı önemli kanunlar konusunda uzlaşalım,
konuşalım. Üç parti bildirimde bulunuyor, isim veriyor, ana muhalefet
partisi vermiyor isim; uzlaşmadan kaçıyor, diyalogdan kaçıyor,
konuşmaktan kaçıyor! İktidar önerge veriyor, kendi gündeminde,
kendi küçük dünyası var ama ana muhalefet partisinin
yaptığı da bundan farklı bir şey değil.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, grup
önerisiyle ne alakası var? Sataşma yaratıyor!
HASİP KAPLAN (Devamla) Şimdi, bir yandan
işsizlik, bir yandan küresel kriz kapıya dayanırken, Türkiyenin
ekonomik olarak alabora olacağı ve ihracatının,
ithalatının yüzde 80inin de Amerika ve Avrupa Birliği
ülkeleriyle olduğu gerçeğini göz ardı ederek, Türkiyedeki 50
bankanın 26 tanesinin yabancı sermayeden oluştuğunu göz
ardı ederek, küresel kriz konusunda kendi içimizde, ortak, dört grubu
bulunan parti ve grubu olmayan partilerden ortak bir Meclis komisyonu
kuramıyorsak, araştıramıyorsak, bu ayıp, bizim
ayıbımızdır! Biz her şeyde sorumluluğu atmakta,
birbirimizin üzerine değil, yirmi beş senedir çatışma
sürecinin sorumluluğunu da askerin üzerine atarak, askeri tek
başına bırakarak, bütün sorunun çözümünü, silah, baskı,
şiddet ve inkâr politikalarında arayarak hiçbir yere
gidilemediği görüldü.
Yarın tezkereyi yine oylayacağız. Evet, bu, sadece
sınır ötesine git veya gitmeme önergesidir.
Yaşadığımız süreç, gelinen olaylar, bunun çözüm
değil, çözümün çok komplike olduğunu
Öyle ki komplike, yüce Meclisin
sadece bütün partilerinin bu konuda bir araya gelip konuşmasıyla
değil, sivil toplumu da aydınını da
sanatçısını da bu ülkenin vicdanını da bu ülkenin
bütün insanlarını, bütün analarını ayağa kaldırmalı
ki bu acılar son bulsun, bu çatışma son bulsun. Türkiyenin
gerçek gündemi budur. Yazık olur! Türkiyenin gerçek gündemini
çözemiyorsanız, çözemiyorsanız, Anayasa reformundan tutun ulusal
programa, ulusal programdan tutun uzlaşı ve diyaloğa kadar çözemiyorsanız
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
HASİP KAPLAN (Devamla) Bitiriyorum.
çözemiyorsak, ülkenin gerçek gündemine gelemiyorsak bir
şeyimiz var, erdemli bir davranış gösteririz. Sorunları çözememiş
bir 23üncü Dönem Meclisinin yapacağı en namuslu iş, en onurlu
tavır: Ben bu sorunları çözemiyorum, konuşamıyorum,
uzlaşamıyorum, diyalog kuramıyorum, bir araya gelemiyorum, ben
bittim
O zaman sandığa gidersiniz, halka gidersiniz, halk yeni bir Meclis
oluşturur ve bu Mecliste Türkiyenin sorunları çözülür. Gerçek gündem
budur arkadaşlar. Gerçek gündem Türkiyenin acı
sorunlarıdır. Gerçek gündem ocaklara düşen ateştir, gelen
cenazelerdir, şehitlerdir. Türkiyenin gerçek gündemi Türkiyenin
birliğidir. Türk-Kürt savaşına dönüşen bir ortamı
yaşıyoruz, bunu erteleme hakkınız yok, buna lüksünüz yok.
Bu ülkenin kaderini, geleceğini de bu şekilde heder etme
hakkınız yok. Türkiyenin gerçek gündemine
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) -
iktidar partisi ile ana muhalefet
partisini davet ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Hasip Kaplan.
Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin Özel Gündemde Yer
Alacak İşler kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1inci sırasına alınan, Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün ve 20 milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat
Kılıç ve 25 milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık
ve 38 milletvekilinin; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal
Anadolun önergeleri üzerine, Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98inci, İç Tüzükün 104 ve
105inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/35, 43, 49, 70) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki
genel görüşmeye başlıyoruz.
VII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
1.- Karaman Milletvekili Mevlüt
Akgün ve 20 Milletvekilinin, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25
Milletvekilinin, Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38
Milletvekilinin, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal
Anadolun; Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın
Araştırılması, Türkçenin Korunması ve
Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu (10/35, 43,
49, 70) (S. Sayısı: 284) (x)
BAŞKAN Komisyon?.. Burada.
Hükûmet?.. Burada.
İç Tüzükümüze göre, Meclis araştırması
komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge
sahiplerine aittir. Daha sonra, İç Tüzükümüzün 72nci maddesine göre
siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları
adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon
ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması
komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış
olacaktır.
Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve siyasi parti
grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar
için de onar dakikadır.
Komisyon raporu 284 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini
okuyorum:
Önerge sahipleri olarak, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün, Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Kütahya Milletvekili Alim Işık,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce; gruplar adına, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Necla Arat, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Metin Ergun, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili İbrahim
Kavazdır.
Şimdi ilk söz, önerge sahibi olarak Sayın Mevlüt Akgüne
aittir, Karaman Milletvekili.
Buyurunuz Sayın Akgün. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması
komisyonu raporu üzerinde önerge sahipleri adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu konuşma vesilesiyle kutsal vatan savunmasında
şehadet mertebesine erişen tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle
anıyorum. Türk milletine ve kederli ailelerine buradan tekrar
başsağlığı dilemek istiyorum.
Barışa, hoşgörüye, kardeşliğe, birlik ve
beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Türkçeyi en sade
ve en güzel biçimde kullanan gönüller dostu Yunus Emre yüzyıllar
öncesinden ne güzel ifade etmiş:
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.
Bu sevgi ikliminin toplumumuzda kalıcı
olmasını diliyorum.
Kıymetli arkadaşlarım, öncelikle AK PARTİ,
Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi gruplarından önerge
veren milletvekillerimizi ve önergelere destek olan siz değerli
vekillerimizi kutlamak istiyorum çünkü ağzımızda
anamızın ak sütü kadar helal olan Türkçemize sahip çıkmak, bu
duyarlılıkla hareket etmek en büyük vatanseverliktir diye
düşünüyorum.
Araştırma önergelerinde de isabetle dile getirildiği
gibi, milletleri millet yapan unsurların başında dil
gelmektedir. Millî birliğimizin temel taşı olan dil, aynı
zamanda millî kültürümüzün de en önemli taşıdır. Nitekim tarih
boyunca dilini koruyamayan, geliştiremeyen milletler millî kültürlerini ve
kimliklerini de kaybetmişler ve tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Konfüçyüsün Bir milleti bozmak isteseydim işe dil ile
başlardım. tespiti boşuna söylenmiş bir tespit
değildir. Yeryüzünde var olan 6 bin dilden her on dört günde 1 dil
kaybolmaktadır. Dilimiz Türkçe ise yeryüzünde 200 milyondan fazla
insanın konuştuğu dünyanın beşinci büyük dili
olmaktadır. Türk dili şerefli, saygın, zengin ve güzel bir dil
olarak dünyanın en eski dilleri arasındadır. Yazı dili
olarak bin beş yüz, konuşma dili olarak ise beş bin
yıllık bir geçmişe sahip dilimiz, aynı zamanda çok
geniş bir coğrafyada konuşulmaktadır.
Böyle güzel bir dilimiz olmasına rağmen dilimizde artan
oranda bozulma ve yabancılaşmanın bulunması hepimizi
milletçe tedirgin etmektedir. Gerçekten, bilimsel toplantılardan dost
sohbetlerine kadar her ortamda dilimizdeki bozulma ve yabancılaşma
mutlaka sohbet konusu olmakta ve dile getirilmektedir. İşte bu
haykırışı duyan Meclisimizin konuya sahip çıkarak bir
araştırma komisyonu kurması son derece anlamlı bir tavır
olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması ve
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla 22nci Dönemde de bir
komisyon kurulmuş ve o komisyon bize ışık tutan önemli
çalışmalarda bulunmuştu. Huzurunuzda o komisyonda görev alan
arkadaşlarımızı da buradan tebrik etmek istiyorum. Bugün
raporunu görüşmekte olduğumuz Meclis araştırma
komisyonumuzda görev alan arkadaşlarımızın da büyük bir özveriyle
görev yaptıklarını biliyorum.
Bir kez daha görülmüştür ki, dil, bizleri
ayrıştıran değil, birleştiren bir unsurdur ve dil
üzerinden siyaset yapmak mümkün değildir. Yüce Atatürkün isabetle
vurguladığı gibi Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter
ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını
bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; komisyon raporu dikkatlice okunduğu takdirde,
raporda, Türkçenin tarihçesi, dünya dilleri arasındaki yeri, Türkçenin bugünkü
durumu ve çözüm önerileri detaylı olarak ifade edilmiştir. Bu
çalışmanın ortaya çıkmasında tüm Komisyon üyelerinin
ve özellikle Komisyon Başkanımızın büyük emeği
vardır. Raporda belirtildiği gibi, Türkçemiz söz
varlığı açısından dünyanın en güçlü dillerinden
birisidir. Kelime haznesinin zenginliği, kelime grupları
oluşturma yoluyla yeni sözler elde edebilme özelliği ve yeni
kelimeler türetmeye elverişli olması nedeniyle aynı zamanda
Türkçe bir bilim dilidir.
Raporda Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın
nedenleri arasında şunlar sayılmıştır:
Yabancı kelime özentisi, yabancı kelime kullanma
alışkanlığı (örneğin; kuzen, efor, detay gibi),
yabancı eklerin kullanılması (örneğin; -ler, -lar ekleri
yerine s ekinin kullanılması gibi), yabancı kelimelerin yazılmasındaki
yanlışlıklar, Türkçede bulunmayan yabancı işaretlerin
kullanılması, alfabemizde bulunmayan x gibi harflerin
kullanılması, iş yeri adlarındaki yabancılaşma,
müstehcen ve kaba sözlerin kullanılması, yazım
yanlışları gibi genel tespitler raporda yer
almıştır.
Diğer yandan, basın-yayın organlarında
kullanılan ifadeler aracısız bir şekilde halka
ulaştığından, bu organlarda kullanılan dilin önemine
özellikle vurgu yapılmıştır. Radyo ve televizyonlarda görev
alan sunucu, muhabir gibi kişilerin mutlaka dil eğitiminden
geçmiş, Türkçeyi özenle kullanan insanlar olması gerekmektedir.
Türk dünyasında dil birliği sorunu ile Türkçe
öğretimindeki eksiklikler de ana sorunlardan bazıları olarak
karşımızda durmaktadır. Yahya Kemal Beyatlı bir
konuşmasında Türkçenin çekilmediği yer vatandır. der.
Eğer Türkçemiz var olsun diyorsak mutlaka dil bilinci oluşturmak
zorundayız. Bu ise, millî bir dil politikasıyla mümkündür.
Ülkemizde 1980den sonra görülen büyük yanlışlardan
birisi, yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin
birbirine karıştırılması olmuştur. Günümüzde
yabancı dil öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz,
ancak yabancı dil araç olmaktan çıkıp amaç hâline getirilmiştir.
Yabancı dille öğretim yapan kurumlarda okuyan Türk çocukları,
maalesef, Türkçeyi ihmal etmektedirler. Yabancı dille öğretim,
dünyada sadece geri kalmış ülkeler ve sömürge ülkelerde uygulama
olarak görülmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
raporun son bölümünde çözüm önerileri yer almaktadır. Türkçenin
bağımsız bir dil olarak yaşaması ve
varlığını sürdürebilmesi için Türkçe konusunda bireysel ve
toplumsal duyarlılık şarttır. Atatürk de bu
sorumluluğu Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve
zenginliğe kavuşması için bütün devlet
teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını
isteriz. diyerek ifade etmiştir.
Türkçenin doğru kullanılmasını sağlamak
ve bozulmayla yabancılaşmanın önüne geçmek için aileden
başlayan bir öğrenme sürecine ihtiyaç vardır. İyi bir dil
öğretimi için öğretmenlerin eğitimine de özel önem verilmelidir.
İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde dilimize
yönelik hedefler koymalıyız. Gençlerimiz özellikle
ortaöğretimde, dilleriyle kendilerini ifade edebilecek olgunluğa ve
birikime sahip hâle getirilmelidir.
Aynı zamanda, ülkemizde televizyon izleme oranları yüzde
96 gibi çok yüksek oranlara çıkmaktadır. Tüm basın-yayın
kuruluşlarında dil denetme kurulları oluşturulması
teklifi önemli bir tekliftir.
Ticari alanda, ürün, marka, tabela gibi tanıtıcı
adların konulmasında mutlaka belli kurallar getirilmelidir.
Türk dünyasında Latin alfabesi temelinde alfabe birliği
sağlanmalıdır. Ortak alfabeye geçildiği zaman, İsmail
Gaspıralının Dilde, fikirde, işte birlik hedefine daha
fazla yaklaşacağımıza inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde iki tane dil
bayramı kutlanmaktadır, Birincisi, 26 Eylülde kutlanan resmî Dil
Bayramı; diğeri ise Karamanoğlu Mehmet Beyin Türkçeyi resmî
devlet dili olarak ilan ettiği fermanın tarihi olan 13 Mayısta
Karaman ilimizde kutlanan Dil Bayramıdır. Bu bayramların mümkün
ise birleştirilmesi, mümkün olmasa bile en etkin şekilde
kutlanılması gerekmektedir.
Ayrıca, bütün kamu kurum ve kuruluşları her türlü
belge, sözleşme ve yazışmayı Türkçe
hazırlamalıdır.
Bu arada, Türk Dil Kurumunun kuruluş gayesine uygun olarak
çalışmasını temin etmek üzere, Meclisimizde
görüşülmeyi bekleyen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu
mutlaka çıkarılmalıdır. Burada, son yıllarda Türkçe
konusunda başarılı hizmetler veren Türk Dil Kurumu ve
Başkanını tebrik etmek istiyorum. Öyle ki, dil ile ilgili
bilgilere bugün artık cep telefonlarından bile ulaşmak mümkün
hâle gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEVLÜT AKGÜN (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Değerli arkadaşlarım, bu çözüm önerileri
detaylı olarak, etraflıca raporda belirtilmiştir. Meclisimize
düşen, bu çözüm önerilerinden yasal düzenlemeye konu olacak kuralları
bir an önce hayata geçirmektir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; konuşmama
son verirken -çok önemli bir ev ödevi niteliğinde olan raporun
Meclisimizin tozlu raflarında kalmamasını istiyorsak- çözüm
önerilerini hayata geçirmek için tüm yetkilileri göreve davet ediyor ve bu
duygularla yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Akgün.
İkinci konuşmacı, Samsun Milletvekili Suat
Kılıç.
Buyurunuz efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) Sayın Başkan, çok
saygıdeğer milletvekilleri; yasama yılımızın bu
ilk çalışma gününde yüce heyetinizi ve bizleri ekranları
başında dinleyen çok saygıdeğer
vatandaşlarımızı en kalbî saygılarımla
selamlıyorum.
Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türk milletinin
yüreği yanıyor. Sadece 17 şehidimizin acısının
düştüğü on yedi ocakta değil, 70 milyon Türk insanının
milyonlarca ocağında bir yangın, bir büyük ateş var. Her
şeyden evvel şehitlerimize ebedî istirahatgâhlarında sonsuz
nurlar içerisinde ebedî ve güzel bir hayat, Allahın rahmetini temenni
ediyoruz. Yakınlarına, ailelerine ve bütün milletimize sonsuz bir
sabrı cemîl temenni ediyorum. Bu elim terör saldırısında
yaralanan ve tedavileri devam etmekte olan silahlı kuvvetlerimizin çok
kahraman personeline de Allahtan acil şifalar ve yakınlarına da
geçmiş olsun dileklerimi bu vesileyle ifade ediyorum.
Hiç tereddüt yok ki, asla akıldan
çıkarılmamalı ki her kaybettiğimiz şehit canıyla
birlikte vatan topraklarına olan
bağlılığımız daha da güçleniyor ve kuvvet
kazanıyor. Toprakla buluşan şehit kanlarıyla birlikte
bayrağımıza olan aşkımız ve yüksek sevdamız
çok daha kuvvet kazanıyor ve sonsuzluğa taşınıyor.
Bu vesileyle, çok saygıdeğer milletvekilleri, bizden
önce görüşülen grup önerisi üzerinde söz alan bir sayın milletvekilinin
cümleleri üzerine de görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisine milletvekili olarak girdiği
ilk gün vatanına, milletine, bayrağına ve ülkesinin bölünmez
bütünlüğüne namusu ve şerefi üzerine bağlı
kalacağına yemin eden, ant içen milletvekilleri için en namuslu, en
haysiyetli, en onurlu davranış teröre terör, terör örgütüne de terör
örgütü diyebilmektir. Bunu özenle ve özellikle ifade ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türk dilindeki
bozulmanın, yozlaşmanın ve yabancılaşmanın araştırılması,
Türkçenin korunması, geliştirilmesi ve bu alanda gereken tedbirlerin
alınması amacıyla 26 arkadaşımızla birlikte
vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerinde önerge
sahipleri adına söz almış bulunuyorum.
Komisyonumuz çok değerli bir çalışmayı ortaya
çıkarmış ve 100
sayfalık bir raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve sayın
milletvekillerimizin dikkatlerine sunmuştur. Bu çalışmalar
sırasında emeği geçen komisyon üyesi bütün
arkadaşlarımıza kalbî şükranlarımı ifade
ediyorum.
Hatırlanacağı gibi, 22nci Yasama Döneminde de Türk
dilinin korunmasıyla ilgili araştırma komisyonu kurulmuş,
raporu tanzim edilmiş ancak çalışmaların bitmesine yasama
döneminin süresi kifayet etmediği için bu dönem aynı konuyla ilgili
yeni araştırma önergelerinin verilmesi gerekmiştir.
Komisyonumuz çalışmalarında geçen dönem eşsiz
emeklerini ortaya koyan arkadaşlarımızın
bulgularından, tespitlerinden, ortaya konulan önemli bir varlık olan
belgelerden yararlanmış ve neticede bir belgeye
ulaşmıştır. Gelinen nokta itibarıyla
araştırma komisyonunun ortaya koyduğu bu değerli metin
elbette ki diğer bütün araştırma komisyonlarının
raporları gibi öneri niteliğinde, öneri mahiyetinde olan bir
metindir. Bu konuyla ilgili kendilerine önerilerde bulunulan ya da
yapılması gerekenler noktasında belirlenen ihtiyaçlar
doğrultusunda kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel sektörde
konumlanmış kurum ve kuruluşların üzerlerine düşen
görevlerin idrakine varmaları hâlinde çok önemli sonuçlara ulaşılabilmesi
mümkündür.
Çok saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisi araştırma komisyonunun ortaya koyduğu raporun, takdir
edersiniz ki, icrai bir boyutu yoktur. Bu rapor ilgili kurumların ve özel
sektör yapılanmalarının değer verdiği ölçüde anlam
kazanacak ve gerek geçen yasama döneminde gerekse şimdiki bizim
komisyonumuzun ortaya koyduğu bu çalışma kıymeti
bilindiği ölçüde Türk dilinin korunmasına, geliştirilmesine,
değerlerin yaşatılmasına, Türk milletini bir arada tutan en
önemli varlıklardan biri olan dilimizin geleceğe
taşınmasına eşsiz katkılar sağlayacaktır.
Araştırma komisyonunun kurulmasıyla ilgili Meclis
görüşmeleri yapılırken de ifade ettiğimiz şekilde,
öncelikle Millî Eğitim Bakanlığımıza çok önemli
görevlerin düştüğü komisyonumuzun tespitleri arasında yer alan
bir husustur. O zaman komisyon sıralarında Sayın
Bakanımız vardı Hükûmeti temsilen, kendilerine ifade
etmiştik, şimdi bir kere daha önerge sahipleri adına
altını çizerek ifade etmek istiyorum: Okullarımızda, ilköğretimden
başlayarak, ortaöğretimde, liselerimizde ve üniversitelerimizde
Türkçe ile Türk dili ve edebiyatı konularında dersler verilmektedir
ancak müfredatın, öğreticilerin ve eğitmenlerin konunun
detayına ve özüne yeterince nüfuz edememesinden kaynaklanan birtakım
uygulama aksaklıkları maalesef görülebilmektedir. Öncelikle Türkçe
öğretmenlerimizin Türkçe dersinin verilmesi, öğretilmesi; Türk dili
ve edebiyatıyla ilgili verilmesi gereken hususlara dikkat çekilmesi
konusunda özellikle bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerektiği
kanaatindeyiz. Zira yıllarca okullarımızda Türkçe dersi gören,
ilköğretimden itibaren, üniversite yılları dâhil olmak üzere,
Türkçeyi bir ders olarak, Türk dilini bir ders olarak, edebiyat bilgilerini bir
ders olarak alan öğrencilerimizin bile maalesef gelinen nokta
itibarıyla Türkçenin doğru ve düzgün kullanımı konusunda
istenen noktada olmadığı görülmektedir. Türkçenin etkili ve iyi
bir telaffuz yöntemiyle kullanılması konusunda maalesef istenen
noktaya gelemedikleri görülmektedir. Belki hepsinden daha da önemlisi, yeni
nesillerin, kendi dilini, ana dili olan Türkçeyi birkaç yüz kelime
dışında konuşabilecek bir kelime haznesine sahip
olamadıkları maalesef görülebilmektedir. Kelime haznesi düşük
olanların konuşma haznesi, konuşma haznesi düşük
olanların düşünme haznesi, düşünme haznesi düşük olanların
üretim kabiliyetlerinin paralel bir şekilde ne kadar
kısıtlı olabileceği yüce heyetin takdirlerinde olan bir
konudur.
Dolayısıyla, Sayın Millî Eğitim
Bakanımıza ve Bakanlığımıza temel önerimiz, 100
Temel Eserin okunması ve okutulması konusunda daha gayretli bir
seferberliğin hızlandırılması noktasında önemli
çabaların içerisine girilmesi; bununla birlikte, 100 Temel Eserin
içerisinde geçen sözcüklerin anlaşılması ve kavranmasına
yönelik 100 Temel Eser Sözlüğü adıyla yeni bir eserin
hazırlanması ve çocuklarımızın ortaöğretim
sonunda 100 Temel Eser bilgileriyle kelime haznelerindeki gelişimin
sınav sistemine dâhil edilecek yeni yöntemlerle bu temel kaynaklar
üzerinden ölçülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Değerli milletvekilleri, bununla birlikte, bir dili sevmekte,
bir dilin duygularına nüfuz etmekte en önemli varlıkların
özellikle şiir türündeki edebî varlıklar olduğunun
farkındayız. Şiirler, destansı metinler, buralara
gençlerimizin dikkatini yoğunlaştırmak mecburiyetindeyiz. Bunu
yaparken de şu an Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Hükûmeti
temsilen komisyon sıralarında bulunuyorlar, kendilerinden özellikle
ricamız şudur: Türkiyenin, Türk toplumunun, bu
coğrafyanın, bu toprakların yetiştirdiği değerli
sanat ve edebiyat adamlarının çok değerli külliyatları ve
çok değerli eserlerine Kültür Bakanlığı tarafından da
özel önem atfedilmeli ve dikkatler bu nokta üzerine
yoğunlaştırılmalıdır. Kültür ve Turizm
Bakanlığımız belli isimler adına özel günler, özel
geceler, özel haftalar düzenlemeli, belli ekipler Türkiyenin seksen bir
vilayetini âdeta tiyatro turneleri gibi turlamalı; yeni neslin,
kızlarımızın ve erkeklerimizin, gençlerimizin Türkçe ve
Türk dilinin özellikleri ve incelikleriyle buluşmasının temin
edilmesi kaçınılmaz gereklilikler arasındadır. Mehmed Âkif
Ersoyu okuma ve anlama günleri -Kültür ve Turizm
Bakanlığımız tarafından bu çabalar organize
edilmelidir- Yahya Kemal Beyatlıyı okuma ve anlama günleri, Necip
Fazıl Kısaküreki okuma ve anlama günleri, Nâzım Hikmeti okuma
ve anlama günleri ve daha bu toprakların yetiştirdiği nice büyük
değerleri, nice büyük eserleri gençlerimizle buluşturacak
adımları atma noktasındaki çabaların,
çalışmaların hızlandırılmasının önemli
bir ihtiyaç olduğunu değerlendiriyoruz.
Bununla birlikte, bütün kurumlara düşen görevler var. Raporda
bunların hepsi tespit edildi ama benim sürem tamamına işaret
etmeye yetecek bir süre değil. Benden sonra konuşacak
arkadaşlarım da belli noktalara temas edecekler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
SUAT KILIÇ (Devamla) Yerel yönetimlere, belediyelerimize
düşen önemli görevler var, kamunun diğer kurumlarına düşen
önemli görevler var, ama bütün bu sıraladıklarımızdan daha
önemli görevin düştüğü yer Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
başta olmak üzere Türkiyenin televizyonları, yaygın
iletişim ağı ve Türkiyenin gazeteleri, dergileri, bütün görsel
ve yazılı yayın araçlarıdır. Bu noktada herkesin
üzerine düşen görevin sorumluluğunu idrak etmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Özellikle televizyon programlarındaki komedi içerikli
programlar, televizyon yayınlarındaki gençlik odaklı programlar,
bu programlarda kullanılan cep telefonu Türkçesi bir an önce terk
edilmelidir. Cep telefonu Türkçesi, Türk dilini esaret altına alacak bir
Türkçe olmaktan hızla uzaklaştırılmalıdır.
Türkiyeye belli yayınlar yapılırken bu yayınlarda
taşınması gereken sorumluluğun herkes idrakinde
olmalıdır diye düşünüyorum.
Hepimize düşen görevler var. Hepimiz görevimizin
gereğini yerine getirebilirsek, Türk dili, sonsuza kadar, gelişerek,
güçlenerek, yozlaşmanın ve bozulmanın olumsuz etkilerinden
korunarak yaşayacaktır diye düşünüyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kılıç.
Üçüncü söz Kütahya Milletvekili Alim Işıka ait.
Buyurunuz Sayın Işık. (MHP sıralarından
alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; öncelikle 23üncü Dönem Üçüncü Yasama
Yılının başta yüce milletimize ve Meclisimize hayırlara
vesile olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Benden önceki değerli konuşmacıların da ifade
ettiği gibi, gerek AK PARTİ gerek Cumhuriyet Halk Partisi gerekse
Milliyetçi Hareket Partisi Gruplarına mensup değerli
milletvekillerinin vermiş olduğu önergeler sonunda Türkçedeki bozulma
ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması
komisyonu raporu üzerinde önerge sahibi olarak söz almış bulunmaktayım.
Öncelikle bu raporun hazırlanmasında emeği geçen
gerek bu dönemki gerekse önceki dönemki değerli milletvekillerine, raporun
hazırlanmasında birçok bilgiyi zamanında ulaştıran çok
değerli bürokratlara ve emeği geçen herkese grubum adına
teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle de dört gün önce
ülkemizin Aktütün Karakolu yöresinde çok değerli 17 vatan
evladının şehit edildiği olay vesilesiyle de
şehitlerimize Allahtan rahmet, ailelerine başsağlığı,
yaralılarımıza da acil şifalar diliyor,
saygılarımı sunuyorum.
Bilindiği gibi, bir toplumun tanımlanmasında
kullanılan en önemli unsur o toplumun kullandığı dildir.
Toplumlar ve ülkeler, genellikle kullandıkları diller ya da dil esas
alınarak isimlendirilirler. Genelde Türkçeyi dil olarak kullanan toplumlar
da Türk toplumunu oluşturmaktadır. Bir vatan toprağı
üzerinde yaşayan toplumların ortak tarih ve kültür birikimiyle bir
bayrak altında oluşturdukları devletlerin yaşaması da
kullandıkları dillerle yakından ilişkilidir. Yani dil ne
kadar uzun ömürlüyse devlet de millet de o kadar uzun ömürlü olabilmektedir.
Dil ya da lisan, insanların düşündüklerini ve
hissettiklerini bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle
yaptıkları anlaşma olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca dillerin
dağılımı kesintili ve bölük pörçük olmuş, insan
grupları dağıldıkça diller de birbirinden
uzaklaşmış ve çoğalmıştır.
Bir dili belirgin farklılıklarla konuşan iki insan
birbirlerini anlayabiliyorlarsa ayrı lehçeleri, birbirlerini
anlayamıyorlarsa ayrı dilleri konuşuyor olarak kabul
edilmektedir. İşte bu genel tanımdan yola çıkarak birçok
dil, dil alfabesinde yerini almış, bunlardan birisi de bizim kullandığımız
Türkçedir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk, 17 Şubat 1931
tarihinde Adanada yaptığı bir konuşmada güzel Türkçemiz
için şöyle demiştir: Türk demek dil demektir. Milliyetin çok
belirgin niteliklerinden birisi dildir. Türk milletindenim diyen insan her
şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe
konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu
iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." ifadesini
kullanmıştır.
Türkçeyi çok önemseyen Atatürk, 12 Temmuz 1932de Türk Dil
Kurumunu kurarak 26 Eylül 1932 tarihinde de I. Türk Dili Kurultayını
açmış ve bu kurultayda 26 Eylülün her yıl Türk Dil Kurumu
tarafından Dil Bayramı olarak kutlanması kararı
alınmıştır. Geçtiğimiz eylül ayının
26ncı gününde de bunun 76ncısını kutlamış
olduk.
Dil aynı zamanda düşüncelerin de
kaynağıdır. Dil yetersiz olursa yaratıcılık
körelir ve söner. Ülkemizde özellikle ticari hayatta iş yerlerinin
isimlendirilmesinde son zamanlarda yabancı dil kullanımı giderek
artmış, İnternet ve bilgisayar dilinde birçok Türkçe
sözcüğün yerini İngilizce karşılıkları alır
olmuştur. Türkçeye en yakın, en uygun klavye türü olan F klavyenin
kullanımı giderek azalmış ve yerini farklı harf
dizimlerine sahip olan Q klavye alır olmuştur.
İşte, bu yaşanan problemlerin azaltılması
ve gerekli tedbirlerin alınması amacıyla, grubumuzun da içinde
bulunduğu ve biraz önce zikrettiğim gruplara ait değerli
milletvekilleri tarafından verilen önergelerle kurulan komisyon bu konuyla
ilgili raporunu hazırlamış ve raporda birçok detaya yer vermiştir.
Ben raporda yer alan bilgileri tekrarlayarak sizin vaktinizi almamayı
özellikle önemli buluyorum. Bunun için de raporda yer almayan, ancak Türkiye
Büyük Millet Meclisinin birer ferdi olarak her şeyden önce Türkçeyi burada
doğru kullanmak ve -buradan- bozulmasını önlemek
düşüncesiyle önemli gördüğüm birkaç dil özelliğini belirttikten
sonra siyaset dilinde ve siyasetçilerimizin uyması gereken temel
davranışlar konusunda sizlerle bildiklerimi paylaşmaya özen
göstereceğim.
Hepimizin de bileceği gibi Türkçenin temel özelliklerini
birkaç ana maddede şöyle sıralamak mümkündür: Her şeyden önce
Türkçenin zenginliği sahip olduğu soyut sözlerden ileri gelmektedir.
Türkçedeki temel kavramlar kendisine aittir. Örneğin el, kol, baş,
göz, kulak gibi organ isimleri bunların belli
başlılarıdır.
Türkçede kelime sayısı yeterince fazladır. Bugün
bir milyonun üzerinde kelime olduğu söylenmektedir dil bilimcileri
tarafından.
Türkçe çok sayıda fiile sahiptir. Her türlü eylemi ifade
etmede kullanılacak kelime zenginliği vardır. Türkçede
rahatlıkla çok sayıda yeni kelime kazandırma imkânı söz
konusudur. Türkçenin anlatım yolları kolay ve kıvraktır.
Bu genel özelliklerden sonra siyaset dilinin temel özellikleri
neler, onlar hakkında da birkaç cümleyle bu konuda bildiklerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Siyaset dili, siyasi söyleme dayanır. Siyasi söylem ya da
siyaset içeren söylem sosyal anlamların üretildiği ve
sorgulandığı bir alan içinde ele alınır. Bir söylemin
siyasi olması için sosyal yaşamın siyaset ve onunla ilgili
alanlarında üretilmesi gerekir.
İkincisi: Siyaset dili soyut kavramlar içerir.
Üçüncüsü: Siyaset dilinde kullanılan kavramlarda dört özellik
bulunur, bunlar: Kültür odaklılık, değer yüklülük, tarihsel
kapsamlılık ve işlevselliktir. Örneğin demokrasi
sözcüğünün tarihsel, kültürel bir boyut içerdiği ve devlet yönetimi
ve sosyal yapı tanımlayan soyut bir kavram olduğu dikkat çeker.
Dördüncü özelliği: Genel anlamda biz konuşmayı
yapan kişinin ait olduğu tarafı, siz halkı, onlar ise
muhalefet, iktidar, bürokrasi ve benzeri gibi karşı tarafı tanımlar.
Siyasi bir cümlenin amacı biz ve sizi, onlara karşı
birleştirmektir.
Siyaset dilinde halka daha yakın ve sıcak olabilmek ve
resmî uzun tanımlardan ve terimlerden kaçmak için eksiltilmiş
anlatımlar kullanılır. Örneğin Çankayanın
görüşü, Hükûmetin başı ve benzeri gibi tanımlar bunlara
örnek verilebilir.
Siyaset dilinde somut isimler soyut isimlerle, yüklemler boş
yüklemler veya isim fiillerle kullanılır. Hatta bazı durumlarda
o sözcük özgün dildeki hâliyle söyleneceği yerde, diğer bir dildeki
karşılığıyla verilir. Örneğin saldırı
sözcüğünün yerine sınır ihlali ifadesi, yoksul yerine dar
gelirli gibi kullanımlar genel siyaset dilinde sıkça göze çarpar.
Bir diğer özelliği: Siyaset dilinde diğer dillerden
alınmış sözcüklere sık rastlanılır. Bu tür
sözcüklerin neredeyse tamamı İngilizce ya da Fransızcadan
dilimize geçmiştir. Örneğin tüyo vermek, akredite, mega proje
ve benzeri gibi kavramlar bunlardan bazılarıdır.
Siyaset dilinde kısaltmalar da yaygın
kullanılır. Örneğin parti isimleri olarak, işte CHP,
MHP, AKP ve benzeri gibi parti isimleri buna en güncel örnektir.
Peki, siyasetçi olarak Türkçenin daha dikkatli
kullanılması konusunda nelere dikkat edilmelidir derseniz, bu konuda
birkaç cümle sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce siyasetçi,
gerek konuşmalarıyla gerekse davranışlarıyla topluma
örnek olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmamalıdır.
Siyasetçi açık ve anlaşılır bir Türkçeyle konuşmalı,
konuşması toplumun her kesimindeki insan tarafından
anlaşılmalıdır. Siyasetçi konuşmasında Türkçe
kelimeler kullanmalı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALİM IŞIK (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
...yabancı kelimeleri kullanmaktan
kaçınmalıdır.
Siyasetçi, söyleyiş hatalarından uzak, standart
Türkçeyle konuşmaya özen göstermelidir. Siyasetçi kelimeleri doğru
kullanmalı, doğru cümle kurmalıdır. Siyasetçi, seviyesiz,
argo konuşmalardan özenle kaçınmalıdır. Siyasetçi toplumun
önüne çıkacağı zaman doğaçlama konuşmamalı,
konuşmasını mümkünse önceden hazırlayarak
yapmalıdır, ancak bu yolla konuşma sırasındaki hataları
en aza indirmesi mümkündür. Siyasetçi topluma örnek oldukları bilinciyle
kültür olaylarıyla yakından ilgilenmelidir. Son olarak da siyasetçi
karşısındakilere daima saygılı davranmalı ve bunu
bir zorunluluk olarak görmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle hazırlanan raporda yer alan
ifadelerin en kısa zamanda yasal boyutlarıyla çözülmesini temenni
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Önerge sahipleri adına son söz Yalova Milletvekili Muharrem
İnceye ait.
Buyurunuz Sayın İnce. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlarken, ben de konuşmama
başlamadan önce şehitlerimize Allahtan rahmet,
yaralılarımıza acil şifa ve tüm ulusumuza
başsağlığı ve sabır diliyorum.
Sayın milletvekilleri, bize bizi anlatan atalarımızın
dili, ana dilimiz Türkçe bozuluyor mu, yabancılaşıyor mu,
başkalaşıyor mu, yoksullaşıyor mu? Maalesef bütün bu
soruların yanıtı evet. Duygularımızı,
düşüncelerimizi, sıkıntılarımızı,
üzüntülerimizi, sevdalarımızı, sevinçlerimizi
anlattığımız dilimiz ne yazık ki
başkalaşıyor, yabancılaşıyor, bozuluyor,
yoksullaşıyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça
istilası, Tanzimattan sonra Fransızca ve son elli yıldır
da İngilizce ve Amerikan dilinden gelen terimlerle birlikte ne yazık
ki dilimiz kuşatılmış durumda. Benzer sorunları
başka ülkeler de yaşadı, ama biz, en azından bilgisayar
konusunda Profesör Aydın Köksal sayesinde bir miktar şanslı
sayılırız.
Dilin bozulmasının nedenlerinden birisi tabii ki
küreselleşme. 1985 elektronik devrimiyle birlikte bilgisayar konusunda
yirmi bin yeni sözcük üretilmiş. Uzay konusunda üretilen sözcük
sayısı on bin. Bütün bunların hepsi İngilizce olarak
üretilmiş, ama daha sonra Almanya, Çin, Rusya, Fransa bu otuz bin
sözcüğü kendi dillerine çevirmişler. Ne yazık ki biz bu konuda
iyi bir mesafe alamadık.
Bugün sadece renk konusunu ele alalım. Batı
teknolojisinin ürettiği renklere bile bugün Batı dillerinde
karşılık bulanamadığı için renkler
numaralandırılıyor, sayısal değerlerle ölçülüyor. Ama
biz ki, güvercinin gagasından, kanadından, boynundan,
ağacın yaprağından, budağından renk adı
çıkaran insanların torunları olarak içine düştüğümüz
bu durumdan utanmamız gerekir diye düşünüyorum.
Nasıl oluyor da bu ülkenin evlatları eğilim, yönelme, yönelim, gelişme
yönü, doğrultu, tarz, temayül, üslup, meyil gibi elli altı tane
sözcüğü bir kenara itip bugün geçlerimizin hepsi trend diyor. Elli
altı sözcüğün hiçbirini kullanmadan, sadece trend sözcüğüne
Türkçemizi hapsediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu Parlamento
çatısı altında bile uzlaşma varken konsensüs diyoruz,
yoğunlaşma varken konsantrasyon, yıldız varken
star, saçma varken absürt; Kalkış varken ülkemizi take offa
geçiriyoruz bu çatı altında.
Nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyetinde Akreditasyon Kurumu
kuruluyor, Millî Prodüktivite Merkezi var, Projeler Koordinasyon
Başkanlığı, Strateji Geliştirme
Başkanlığı kuruluyor? Nasıl oluyor da Türkiye
Cumhuriyetinin okullarında, hepimizin okuduğu okullarda eğitsel
kollarımızın adı bugün kulüp olmuş durumda.
Öğrencilere performans kriterleri uygulanıyor, öğretmenler
kariyer basamaklarına sahip oldular son yıllarda.
Büyük millet fikriyle kurulmuş Türkiye Büyük Millet
Meclisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi yerine nasıl oluyor da büyük
millet fikrini bir kenara bırakarak, meclis, toplanma, bir araya gelme,
birlik oluşturmayı bir kenara bırakarak, onu
dışlayarak İtalyanca, kökü palavradan gelen parlamento
sözcüğünü kullanıyoruz.
Davet, kabul, resmî kabul, merasim, tören gibi kelimelerimiz
varken ne yazık ki Meclis Başkanlığımız
resepsiyon veriyor.
İtibar, saygınlık gibi sözcüklerimiz
unutulmuş, yerine prestij gelmiş. Talih, kısmet, fırsat
dilimizi terk etmiş, şans topu gelmiş artık.
Değerli milletvekilleri, Osmanlı ekonomisi bir kâr ekonomisi
değil, bir hizmet ekonomisi. Bu bizim yapımız, kökümüz,
kültürümüz, genlerimizde var bu. Şimdi, bakınız, bir sözcük bizi
bütün kökümüzden koparmış. Hizmet, veriş, sunuş, ikram,
takdim, yardım, bölüm, daire, pas atmak, taşıt, tabak, çatal,
onarım, bütün bunları bir kenara atmışız servis sözcüğünü
almışız, servis. Bana bir servis yap., Okul servisi geldi
mi?, Hastanedeki kardiyoloji servisi gibi. Yani biz bu sözcükle, servis
sözcüğüyle bütün köklerimizden kopmuş durumdayız.
Değerli arkadaşlarım, ben on altı yıl
öğretmenlik yaptım. Eğer bir çocuk sınav
kâğıdına şöyle yazsaydı, iddaa yazsaydı, i,
d, d, a, a yazsaydı ben onun üstünü çizerdim ama bugün devlet
iddaa oynatıyor. İddaa diye bir sözcük yok bizde.
Bakın, hepimiz Turkcell kullanıyoruz, Turkcell.
Türkün üsünün noktalarına ne oldu? Bunları yok ettik.
Fransa Hükûmeti e-mail sözcüğünü yasaklamış.
Fransız Kültür Bakanlığı -Sayın Kültür Bakanı da
buradalar- bir kararname çıkarıyor: e-mail sözcüğünün benim
dilimde karşılığı var, kurye sözcüğü. Benim
dilimdeki karşılığı budur, bu kullanılacak.
diyor. Bu konuda Kültür Bakanlığı harekete geçiyor, bir tek
sözcük için bile.
Değerli arkadaşlar, içimizde üniversite
hocalarımız var, hepimiz biliyoruz ki, bu ülkenin üniversitelerinde
makalenizi Türkçe yazarsanız 3 puan, İngilizce yazarsanız 10 ya
da 15 puan alıyorsunuz. Bu ülkenin insanlarına, bu ülkenin
çocuklarına haksızlık değil mi bu?
Çocuklarımız empe3 dinliyor. İngilizce p, pi
olarak okunması lazım, o zaman empi dememiz lazım. Empe3
Türkçesi var, İngilizcesi var, karmakarışık bir dil. Ne
dili bu? Bu dilin adı Hollywood dili.
Depremler
Biz, hepimiz -hepimizin yaşı gereği,
burada otuz yaşından küçük insan yok- ondalık sayıları
nasıl ayırırdık? 7,4 derdik. 7,4 şiddetinde bir
deprem... Değişti bu, 7.4 oldu. Niye böyle oldu biliyor musunuz?
Dünyada ondalık sayıları bir tek Amerikalılar noktayla
ayırıyordu, biz de Amerikalılara benzedik. Virgülü bile terk ettik,
7.4 der olduk.
Spikerlerimiz hava durumu sunuyor. Müjde sayın seyirciler,
yağışlı hava İstanbulu terk ediyor, batıya
doğru gidiyor. Ne hâliniz varsa görün Trakyalılar, biz
yırttık. diyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir
durumdayız. Televizyonlarda sürekli tekrarlar, bir konuyu 8 kere, 9 kere
tekrar ediyor. Sonuçta öyle bir nesil gelecek ki, 1 kez söylendiğinde
anlayamayan, sürekli tekrarları bekleyen bir nesil
yetiştireceğiz. Bunları kim denetleyecek? Bu Hollywood
Türkçesini kim denetleyecek? RTÜK. E, RTÜK Başkanının ne
işler yaptığını herhâlde hepimiz biliyoruz!
Değerli arkadaşlarım, bakın, televizyonlar
bulaşıcı hastalık saçıyor bu ülkede. Hiç
karışmasalar, yarı aydınlar, yarı cahiller hiç
karışmasa bu halk sorununu çözecek. Nasıl çözecek biliyor
musunuz? Kentleşmeyle birlikte dolmuş kavramı çıktı
ortaya. Dolmuşu kim buldu? Bu millet buldu. Durak, dolmuş, çekyat,
indibindi bunların hepsini bu millet buldu. Ama bu halkın artık
cesareti kırık durumda. Ben konuşmalarımın içine
İngilizce sözcükler koymazsam kültürsüzmüşüm gibi anlaşılıyor
diyor. Halkın cesareti kırıldı, Türk milletinin cesareti
kırıldı.
Değerli arkadaşlarım, bir örnek vermek istiyorum
size. Bakın, çok ilginçtir bu. 14 Ocak 2003, Sayın Recep Tayyip
Erdoğan Çini ziyarete gidiyor çok ilginç bir örnektir- fındık
satmak istiyor ülkemizin Başbakanı. Diyor ki: Bakın, bizde çok
var, size satalım fındığı. Çinli yetkililerle,
muadili yetkililerle görüşüyor. Çinli yetkililerin yanında Çince dil
uzmanı var. Bu nedir? diyorlar, fındık. Hemen
fındık sözcüğünü Çinceye fındık olarak
geçirmiyorlar ve diyorlar ki, canlılık veren yemiş
anlamında bir sözcük üretiyorlar hemen. Çine bu sözcük anında
giriyor, Çince olarak giriyor, fındık diye bir sözcüğü
sokmuyorlar. Bizim başbakanlarımızın, sadece Sayın
Erdoğanı kastetmiyorum ondan önceki başbakanları da
kastediyorum, hangi başbakanımızın yanında bir dil
uzmanı var?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla) Bizim başbakanların
yanındaki danışmanlar izolasyon, entegrasyon, kriter,
transformasyon diyenler. Bunları söyledikleri zaman çok kültürlü, çok
bilgili adamlar olduğuna inanıyoruz bunların.
Değerli arkadaşlarım, yine sayın
milletvekillerine de şunu söylemek istiyorum: Biz
sağlığımıza dikkat ederiz, ama bir doktor kadar
sağlık konusunu bilmeyebiliriz; ütümüze de dikkat ederiz, bir terzi
kadar ütü de yapamayabiliriz. Hiçbirimiz dil uzmanı değiliz, bu
Meclisin içindeki, Meclisin çatısı altındaki bütün
milletvekillerinin dil uzmanı olma zorunluluğu da yok, ama şunu yapabiliriz: Şu milletin
kürsüsünden demokrasi dememeyi öğrenebiliriz, Türkiye Büyük Millet
Meclisi dememeyi yapabiliriz, katip üye demeyebiliriz, gelen kağıtlar
demeyebiliriz, kabine demeyebiliriz. En azından bunu yapabiliriz diye
düşünüyorum.
Ve son söz olarak şunu söylüyorum: Bakınız, hepimiz
Ulu Önder Atatürk derdik
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın Başkanım, bir
dakika müsaade eder misiniz.
BAŞKAN Lütfen tamamlayınız.
Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın milletvekilleri, önder
sözcüğü yok oldu gitti, önder sözcüğünün
karşılığı lider geldi artık. Her parti lideri
önder midir? Psikolojik bir savaş bu. O zaman ben kurayım bir parti,
hem de Parlamentoda temsil edilmiş bir parti olayım, ben de önder
olayım. Parti başkanı olmak ayrı şeydir, önder olmak
ayrı şeydir. Ama biz önder sözcüğünü yok ettik, artık
herkes önder oldu bu ülkede. Bunlar psikolojik bir savaştır diye
düşünüyorum ve hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
Gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Necla Arat konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Arat. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) Sayın
Başkan, sizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, yeni yasama
yılının hepimiz için, ülkemiz için başarılı
geçmesini diliyorum.
Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın
araştırılması, Türkçenin korunması ve
geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu
üzerinde konuşmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Ama öncelikle, Aktütüne yönelik hain
terörist saldırıda şehit düşen askerlerimizi rahmet ve
minnetle anıyor, acılı ailelerine ve tüm Türk ulusuna ben de
başsağlığı
diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dil
devriminden, o büyük atılımdan yetmiş altı yıl sonra
bugün dilimizi sahiplenme, koruma ve geliştirme konusundaki
başarısızlığımız bizi yeni yeni önlemler
almaya yöneltiyor. Yazarlarımız, aydınlarımız, ana
dilimizin hasta olduğunu, bu hastalığın kendini kirlenme,
yozlaşma ve çürüme olarak gösterdiğini, Türkçede kavramlar
bozulduğu için yaşamın ve edebiyatın da bozulduğunu ve
dil bilincimizin korunması gerektiğini haykırıyorlar. Çünkü
onlar, dil ile düşüncenin birbirinden
ayrılamayacağını, dildeki bir hastalığın
düşünce hastalığının özdeşi, benzeri
olduğunu çok iyi biliyorlar. Oysa dil devrimi yapıldığında
bu devrimin amacı çok açık ve net bir şekilde dile
getirilmişti: Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım
aracı durumuna getirmek, Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın
bütün gereksinmelerini karşılayacak bir yetkinliğe
ulaştırmak, bunun için de dilden bütün yabancı ögeleri atmak,
amaç buydu.
Büyük Önder Mustafa Kemal, dil devrimine ilişkin
görüşlerini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı
konuşmada şöyle açıklamıştı: Öyle istiyorum ki,
Türk dili bilimsel yöntemlerle kurallarını ortaya koysun, bütün
dallarda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun
anlayabileceği güzel ve uyumlu dilimizi kullansınlar.
Dil devriminin amacı, Mustafa Kemale göre, Türk dilini
kısırlaştırmak değil, zenginleştirmektir. Türk
ulusu dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalı,
yabancı ülkelerin işgalinden Kurtuluş Savaşıyla
çıkan bu ulus, kültürel bağımsızlığını
kendi öz dilinde gerçekleştirmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürkün
dil devrimi, uluslaşma sürecinin doğal bir sonucuydu.
Osmanlıcanın dilden ayıklanması, Arapça ve Farsça
sözcüklerin elenmesi, Türkçeyi bir bilim ve kültür diline dönüştürme
çabaları, Türk ulusal kimliğini yaratmanın ve toplumsal
değişmenin olmazsa olmaz koşullarıydı. Dilde
yenileşme ve özleşme, toplumsal, kültürel, siyasal gelişmemiz
için atılması gereken zorunlu bir adımdı, çünkü yeni bir
devlet, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmaktaydı.
Bu arada, içinde yaşanılan çağın, bilimsel,
teknolojik ve kültürel alanlarda inanılmaz bir değişim ve
gelişme yaşayan bir çağ olması da söz konusuydu.
İşte, bu gelişmeler ve değişimler, kendi sözcüklerini,
dillerini yeniden oluşturuyorlardı, yeni kavramlar, yeni terimler,
sözcükler bulunuyordu.
Gelişmekte olan ya da az gelişmiş toplumlar ise ne
yapıyorlardı? Ya gelişmiş olan ülkelerin türettiği
yeni sözcükleri benimsiyorlar ya da kültürel
bağımsızlıklarını korumak için kendi ana
dillerinde yeni sözcükler türetiyorlardı. Bunu yapmaları gerekiyordu
kültürel bağımsızlıklarını korumaları için.
Dilde yeni sözcükler yapımı, aleyhindeki bütün
tartışmalara rağmen her dünya dilinin evriminde tarihsel,
toplumsal, kültürel değişmenin yoğunlaştığı
dönemlerde görülen dil bilimsel bir olgu. Bunu bir tarafa atamayız. Ama
yeni sözcük üretmeye karşı çıkanlar, değişimin
zorunluluğunu göremeyenler ne yazık ki bilinçli ya da bilinçsiz bir
şekilde dilimizi gelişmiş ülkelerin dillerinin boyunduruğu
altına sokmayı savunanlar durumuna düştüler. Oysa dil ile
düşünce arasındaki yakın ilişki dikkate
alındığında, çağdaş uygarlık
kavramlarına Türkçe karşılıklar bulmak, çağdaş
düşünceyi bilinçli olarak Türk düşün yaşamına aktarmak çok
önemli bir işlevdi. Bu işlevi başarıyla yerine getiren,
binlerce sözcük ve bilimsel terim türeten, ayrıca Türkçenin bilimsel
yöntemlerle incelenen ulusal bir dil niteliğine kavuşmasını
sağlayan Türk Dil Kurumu, 12 Eylülden sonra 1981 yılında ne
yazık ki devlet dairesi durumuna getirilerek özerkliğini ve
özelliğini yitirdi. Çünkü o sıralarda dil devrimine eleştiri sınırlarını
aşan saldırılar yöneltilmişti, eski yazının yok edilerek
geçmişimizle bağların kopartıldığı ileri
sürülmüştü, dilin özleştirilmesi için yapılan
çalışmalar haksız ve ağır eleştirilerle
amacından saptırılmıştı ve yazım
kurallarında tam anlamında bir kargaşa
yaşatılmaktaydı.
Bütün bunların sonucunda 80li yıllardan günümüze dilde
kirlenme ve yozlaşma sürüp gitti. Atatürkün dil devrimini niçin
yaptığı unutuldu. Yabancı dille öğretim
anaokullarına dek indi. Nitelikli öğretmen yetiştirme
koşulları sağlanamadı. İş yerlerine, ürünlere,
yapılara yabancı adlar verildi. Doğru ve güzel Türkçeyi henüz
hiçbir kurum ve kuruluşumuza -biraz önce arkadaşım
konuşurken örneklerini verdi- tam olarak yerleştirememişken
yaşamımızın içinde garip bir İngilizce-Türkçe karışımı
bir ucube dil yer aldı. Sokak tabelalarından yeni kurulan sitelere,
otel, lokanta ve gazinolara, lokantalardaki yemek listelerinden gazetelerimize,
televizyonlarımıza, program adlarına, giyim kuşama
İngilizce, Fransızca, İtalyanca adlar girdi. Örneğin
Fish-Point bir balık lokantasının, Columbus Cafe bir kahvehanenin,
Poseidon bir başka lokantanın, New İstanbul yeni bir konut
alanının, The İstanbul bir lokanta gemisinin adı oldu.
Ümraniyede yeni kurulan bir siteye Şelale Premium Residence, Maslakta
bir gökdelene New York Manhattana benzetmeye çalışılarak
Mashattan denildi. Kulelerin adları tower, alışveriş
merkezleri shopping center, ayakkabı mağazaları shoe center
oldu.
Bütün bunlara ek olarak, radyo ve televizyon
yayınlarında Türkçenin yanlış ve eksik kullanımı
izleyicileri, özellikle de çocuklarımızı ve gençlerimizi olumsuz
etkileyip yabancı sözcükleri daha yaygın bir hâle getirdi.
Zaman zaman kimi sanatçılar ile siyasetçilerin
kullandıkları kaba, çirkin ya da argo sözcükler de toplumun
değer yargılarının aşınmasında olumsuz rol
oynadı.
İşin daha üzüntü verici yanı, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Dilekçe Komisyonunun -2006 yılındaki Dilekçe Komisyonu-
bazı sivil toplum kuruluşlarının tabela kirliliğine
uyarı niteliğindeki başvurusuna verdiği yanıtta
görüldü. Komisyon yazılı kararında Tabela kirliliği,
Avrupa Birliğine üyelik sürecinde, ülkeler arası ilişkilerin
zorunlu kıldığı bir gelişmedir. Yabancı sözcükler
dili zenginleştirir. diyordu. Oysa Avrupa Birliği üyesi Fransa ve
Almanya, İngilizce salgınından kendilerini korumak için
yoğun bir çaba göstermekteydiler. Bizde ise bir ulusu ulus yapan temel
ögenin dil olduğu, ulusun parçalanmasına yol açan en etkili yolun da
kültür ve dilin yozlaşmasından geçtiği unutulmaktaydı.
Değerli milletvekilleri, Türkiyenin bugün kendi ana dilini
korumak için önlemler alma durumuna gelmiş olması çok
düşündürücüdür. Dilin bozulmasında siyasal iktidarlar kadar hiç
kuşku yok ki üniversitelerin, Millî Eğitim
Bakanlığının, şirketlerin ve adını
sıralayabileceğimiz çeşitli toplumsal birimlerdeki
iktidarların yani yetki gücü olanların payı büyüktür. Ama en
büyük pay, hiç kuşku yok ki, yeni bir emperyalizm türü olan
küreselleşmenin tek tipleştirme politikasına aittir. Sovyet
rejiminin yıkılmasından sonra dünyaya egemen olan tek kutuplu
otorite, yayılmacı siyasetini gelişmiş Batılı
ülkelerde kültürel boyutlarıyla sahneye koyarken toprak ve yer altı
zenginlikleri olan, yeni yatırımlara açık Türkiye ve Orta
Doğu ile Asya ülkelerinde kültürel-ekonomik sömürü mekanizmasını
harekete geçirerek uyguluyor. Yani ne yapıyor? O ülkelerin yaşam
kültürlerine, gelenek göreneklerine, ekonomilerine, eğitim sistemlerine,
konuştukları ana dillerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine
sızarak, yerleşik tüm değerlerini altüst ederek bu işi
gerçekleştiriyor. Türkiyede iktidarın zaafları yüzünden bu yeni
emperyalist yayılmacılıktan en büyük payın
alındığını gözlemlemekteyiz ne yazık ki. Ülkemiz
bir yandan bu emperyalist gücün Orta Doğu coğrafyasındaki
ekonomik ve siyasal çıkarlarına zorunlu hizmet verme durumuna
düşürülüyor, öte yandan yozlaşmış, kültürsüz yaşam
biçimini bilinçsizce sahipleniyor. Dilimiz, ozanımızın
deyişiyle ses bayrağımız, o ölçüde saygıya layık
olan ses bayrağımız, güzel Türkçemiz ise bundan en büyük
zararı görüyor. Çünkü emperyalist güçler, bir ulusun yok edilmesinin ilk
aşamasının o ulusun ana dilini ele geçirmekten geçtiğini,
bununla başladığını çok iyi biliyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki
bozulma ve yozlaşmanın araştırılması komisyonunun
hazırladığı rapor, genel yapısı ve içeriği
ile dilimize ilişkin bilgilendirici örnekler vermektedir. Çözüm
önerileri bölümü, uygulama olasılığı
tartışmalı da olsa bir yaptırım gücü
olmadığı için, içerik ve kapsam bakımından zengindir.
Ancak CHP Grubu olarak biz, Türk Dil Kurumunun Başbakanlığa
bağlı bir devlet kurumu ya da akademi değil de özerk bir kurum
olmasından yanayız. Buna ek olarak okul öncesi eğitimde
üç-beş yaşındaki çocukların oynadığı
bilgisayar oyunlarını ve kahramanlarını Türkleştirmek
ve Türkçeleştirmek -ibare bu şekilde geçiyor- yerine Türkçede özgün
bilgisayar oyunları üretmenin daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
Metin içerisinde kullanılan, araştırma komisyonu raporu
içerisinde kullanılan örneğin ifade, kabiliyet, hafıza, hata,
unsur, fert, muhtemel, vasıf, test etmek, tedbir, tercüme, seviye ve
benzeri gibi yüzlerce sözcüğün yerine kendi kendimizle tutarlı olmak
için en azından anlatım, yetenek, bellek, yanlış, öge,
birey, olası, nitelik, sınama, önlem, çeviri, düzey ve benzeri gibi
çok yaygın biçimde benimsenmiş yeni Türkçelerinin kullanılması
daha iyi olurdu kanısındayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007
yılı baharında yapılan cumhuriyet mitinglerinde meydanlara
toplanan milyonlar ulus devletimizin temel değer ve ilkelerini, ulusal
onur ve bağımsızlığımızı savunmadaki
kararlılıklarını dile getirdiler. Tekrar ediyorum: Ulus
devletimizin temel değer ve ilkelerini, ulusal onur ve
bağımsızlığımızı savunmanın ne
kadar önemli olduğunu dile getirdiler. Siyasal, ekonomik ve kültürel
bağımsızlığımıza göz dikmiş olan
küreselcilere iktidarın hayır demesini, hayır dememizi, yer
altı ve yer üstü kaynaklarımızın yağmalanmasına
izin verilmemesini istediler. Bunun tabii bugün üzerinde konuştuğumuz
konuyla çok yakından bir bağlantısı var. Dilimiz de temel
değerlerimiz arasında.
Ülkemizi bir sömürgeye dönüştürmek isteyenlere, yine
meydanlara toplanmış olan bu milyonlar, ulusalcı, laik ve
antiemperyalist güç birliğimizi açıkça gösterdiler.
Kısacası, geçtiğimiz baharda sivil toplum örgütlerimiz,
halkımız, gerekli ve zorunlu gördükleri bir uyarı görevini
yaptı. Şimdi görev, içinde bulunduğumuz bu dar geçitte, terör
olayları yaşanırken, bütün dünya ekonomik bir kargaşa
içerisinde iken kendi ekonomik ve siyasal
bağımsızlığımızı, kendi
kararlarımızı kendimizin alabileceği siyasal iradeyi bu
yüce milletimizin Türkiye Büyük Millet Meclisinde göstermesidir.
Ses bayrağımız Türkçemizin ve tüm öteki değer
ve ilkelerimizin Mustafa Kemalin Meclisinin güvencesinde olduğunu
düşünmek istiyoruz, buna inanmak istiyoruz, bunu gerçekleştirmek
istiyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Arat.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Muğla
Milletvekili Metin Ergun konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Ergun.
MHP GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce,
bayram sevincimizi hüzne dönüştüren, Türk milletinin ve Türk devletinin varlığına
kasteden son hain terörist saldırı neticesinde şehit olan
askerlerimize yüce Allahtan rahmet, kederli ailelerine ve Türk Silahlı
Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması,
Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin verilen önergeler ve komisyon raporuyla
ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve partim adına yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama Çinli düşünür Konfüçyüsün dilin önemini
ortaya koyan şu sözleriyle başlamak istiyorum. Konfüçyüse Bir
ülkenin yöneticisi olsanız ilk yapacağınız iş ne
olurdu? diye sorulduğunda İşe, hiç şüphesiz, dili gözden
geçirmekle başlardım. şeklinde cevap vermiş ve sözlerine
şöyle devam etmiştir: Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi
anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken
şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi
yapılamazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet
yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa
şaşkınlık içine düşen halk ne
yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.
İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
demiş. Milattan önce 551 ile 479 yılları arasında yaşayan
Konfüçyüs bundan iki bin yıl kadar önce Hiçbir şey dil kadar önemli
değil. derken, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürkün de benzer düşünceden hareketle devletimizi kurar kurmaz ele
aldığı ilk konulardan biri de dil meselesi olmuştur. Ulu
Önder, daha 20nci yüzyılın başlarında Türkçenin Türk
milleti ve devleti için önemini şu sözlerle ifade etmiştir: Türk
milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay
olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yüceltmek
için çalışır. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir.
Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde
ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının,
çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her
şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin
kalbidir, zihnidir.
Sayın milletvekilleri, işte Atatürkün belirttiği
bu kutsal hazinemiz ne yazık ki son dönemde layıkıyla
korunamamıştır. İnsanoğluna yaradılışla
birlikte bahşedilen dil yetisi ve konuşabilme yeteneği, onu
diğer canlılardan ayıran ve üstün kılan en temel özelliktir.
Bilindiği üzere insanın en önemli özelliği düşünebilmesi ve
muhakeme edebilmesidir. İnsanın düşünme, muhakeme ve
konuşma özelliği dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi
açıkça ortaya koyar. Pek çok dil bilimciye göre dil düşüncenin
yuvasıdır, evidir. Yani düşünce ancak dille hayat bulur ve yine
dil sayesinde geliştirilerek aktarılabilir. Dil, insana düşünce
üretebilme, geçmişini hatırlama, düşüncelerini açıklama,
gününü yaşama ve geleceğine yön verme bakımından en etkin
amildir. Dil, ferdî ve millî kimliğimizin oluşmasındaki en temel
unsurlardan biridir. Dil, milleti meydana getiren fertleri, duygu,
düşünce, hayal ve dış dünyayı algılama
bakımından birbirine yaklaştırır, yani milleti
oluşturan fertler arasında birleştirici bir rol oynar, aynı
zamanda millî şuurun oluşmasında ve gelecek nesillere
aktarılmasındaki en önemli vasıtadır. Birey ve millet
hayatında bu denli önemli bir yere sahip olan dilin bilinçle
kullanılması ve şuurla işlenmesi gerekmektedir. Ne
yazık ki günümüzde bu konuya gerek bireysel gerekse kurumsal olarak
gereken özen gösterilmemektedir. Yani günümüzde Türkçenin
kullanımında tam bir özensizlik söz konusudur. Bu yüzden milletçe
zihnimiz bulanık, dilimiz karışık, iletişimimiz
eksiktir. Günümüzde Türkçeye gereken
önemin verilmediği malumunuzdur. Dilimiz, gerek teknolojik gelişmeler
gerek ekonomik değişmeler gerek toplumsal ve siyasal birtakım
etkenlere bağlı olarak artan bir hızla gün geçtikçe
bozulmaktadır. Buradan hareketle, dilimizin karşı
karşıya bulunduğu sorunları ana başlıklarla
şu şekilde ifade etmek mümkündür:
Birincisi: Yabancı dille yapılan eğitimin
yaygınlaşması. Pek çok sorunda olduğu gibi Türkçenin
kullanımında görülen aksaklıkların da temelinde eğitim
sürecindeki eksiklikler bulunmaktadır. Gelişen ve
sınırları daralan 21inci yüzyıl dünyasında
yabancı dil öğrenmenin önemi ne yazık ki yanlış
değerlendirilerek yabancı dille eğitime
dönüştürülmüştür. Ülkemizdeki eğitim kurumları içinde
yabancı dille eğitim vermenin bir prestij unsuru olarak
algılanması Türkçenin geri plana itilmesine yol
açmıştır.
İki: Yabancı dilden alınan kelimelerin kullanma
sıklığının artması. Gelişen teknoloji ve
toplumlar arasındaki sıklaşan ilişkiler dillerin de
karşılıklı olarak birbirini etkilemesi sonucunu
doğurmuştur. Ancak, son yıllarda İngilizcenin başta
ekonomik ve siyasal gerekçeler olmak üzere pek çok etkenin etkisiyle hızla
yaygınlaşması pek çok dili olduğu gibi Türkçeyi de
etkilemektedir. 19uncu yüzyılın başında Fransızca
etkisiyle başlayan yabancı dillerden alınma kelime kullanma
hastalığı, yerini günümüzde İngilizce kelimelere
bırakmıştır. Gelişen teknolojiye ve yeni üretilen
kavramlara uygun karşılıkların bulunmaması, dilimizi
olduğu kadar düşünce dünyamızı da olumsuz yönde
etkilemektedir. Yabancı dilden alınan kelimeler yanında,
alfabemizde bulunmayan bazı harflerin de yaygın olarak
kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Q, x, w
gibi harflerin, mesela aqualand, expo, show, winsa gibi örnekler başta
olmak üzere, sıkça kullanıldığını görmekteyiz.
Yazılı ve görsel basındaki
yanlışlıklar ki en etkili olanı da budur. Günümüzde
yazılı ve görsel basının kitleler üzerindeki etkisi daha
belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Halkın gündelik hayatında
temel bilgi edinme vasıtası konumuna yükselen yazılı ve
görsel basın, kullandığı dille de halkı etkilemektedir.
Özellikle yanlış kullanımların
yaygınlaşmasında ve bu kullanımın
normalleşmesinde basının etkisi oldukça önemlidir. Son
yıllarda etkisi belirginleşen görsel iletişim kurumları,
başta kurum ve program adları olmak üzere, Türkçe olmayan isimlere yer
vermektedirler. Mesela Turkish pop, talk show, reality show; Futbolig, Santra,
Apolitik, Show Party; Number One TV, Klas FM, Best FM, Radyo Mega, City FM, Joy
FM
Bu kurumların hepsi ne yazık ki Türkiyededir.
Yazılı ve görsel basındaki bu
yanlışlıklar özellikle konuşma dilini doğrudan
etkilemekte, yanlış ve özensiz kullanım
yaygınlaşmaktadır. Argo ve kaba ifadelerin dilin günlük
kullanımı şeklinde sunulması, yanlışın yaygınlaşmasına
sebep olmaktadır.
Yazılı ve görsel basındaki dil
yanlışlıklarının özellikle reklam metinlerinde
sıkça kullanıldığına şahit olunmaktadır.
Oysaki, reklam metni yazarları ve reklam yaratıcıları dilin
insan üzerindeki etkisini en iyi bilenler olmalarına rağmen, bu
konuda ciddi bir hassasiyet göstermemektedirler. Reklam metinlerinde ilgi çekme
unsuru olarak standart Türkçenin dışına çıkma yöntemi
günümüzde sıkça kullanılmaktadır.
Yazı birliğinin sağlanamaması: Türkçenin
kullanımında görülen yanlışlıkların özellikle
yazı dilindeki karşılığını oluşturan
imla meselesi çözülmemiş problemlerden biridir. Yazı dilimizde
görülen yanlışlıklar kadar, bu yanlışlıklara
zemin hazırlayan imla kurallarındaki farklılaşmalar da önem
arz etmektedir. Farklı dönemlerde, siyasi bakış
açıları doğrultusunda yazı diline müdahale edilmesi,
yazı dili birliğinin oluşmamasına da zemin
hazırlamıştır.
İşyeri isimlerinin yabancılaşması: Dil,
milletin ve devletin bütün faaliyet alanı içinde en temiz, en duru, en
doğru şekliyle işletilmek zorundadır. Bugün dilimiz ne
yazık ki bu durumda değildir. Türkçe, çarşı, pazar, cadde,
ticaret, turizm, iletişim ve benzeri alanlardan hızla çekilmektedir,
âdeta Türkçe günlük konuşma alanına sıkışmış
bir hâldedir.
Ülkemizde son yıllarda sıkça dile getirilen
problemlerden biri de ekonomik hayatta iş yeri isimlerinin yabancılaştırılmasıdır.
Yabancı kelimelerle süslü konuşmanın revaçta olması gibi,
yabancı kelimelerle adlandırılan iş yerlerinin de revaçta
olduğu bir gerçektir. İnsanımız yaşadığımız
şehirlerdeki tabelalara baktığında sanki kendi ülkemizde
değil de yabancı bir ülkede yaşıyormuş hissine
kapılır. Başta Başkentimiz Ankara, İstanbul ve
İzmir gibi büyük şehirlerin çoğunda iş yeri adları
büyük oranda Türkçeden uzaklaşmıştır. İş yeri
adlarında görülen plaza, showroom, center, mall ve benzeri ifadeler
yaygınlaşarak artmaktadır. Bu özenti o kadar ileri boyutlara
ulaşmıştır ki berber dükkânından kasaplara ve
manavlara kadar yaygınlaşmıştır.
Yabancı kısaltmaların yaygınlaşması
ve söyleyiş bozukluğu: Özellikle teknolojideki hızlı
gelişmeler dilimizde olmayan bazı yeni kavramların yabancı
dillerden aynen alınmasına ve kısaltmaların
yaygınlık kazanmasına yol açmıştır. Gündelik
hayatımıza iyice yerleşen ADSL (eydiesel), MSN (emesen), CD
(sidi), DVD (dividi), SMS (esemes), e-mail bu yolla dilimize girmiş ve
yerleşmiştir. Kısaltmalarda görülen bu aksaklıklar sadece
teknolojik ürünlerle bağlantılı değildir. IMF (ayemef), NTV
(entivi), CNN Türk (sienen Türk) gibi örnekleri bu yanlışlardan
sadece birkaçıdır.
İletişim teknolojilerindeki altyapı
yetersizlikleri: Özellikle iletişim teknolojilerindeki altyapı
yetersizlikleri, başta cep telefonları ve bilgisayar
yazılımlarında Türkçenin yaygınlık kazanmaması
dile de yansımaktadır.
Cep telefonları mesajlarında Türkçe karakterlerin
kullanımında karşılaşılan
sıkıntılar: Mesela Ğ harfiyle bir mesaj çekerseniz bu
hemen hemen seksen karaktere eş değerdedir, dolayısıyla o
kadar da ücreti artmaktadır. Bilgisayar yazılımlarının
doğrudan İngilizceden bozuk bir Türkçeyle çevrilmesi bu duruma örnek
olarak gösterilebilir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere
altyapı yetersizliği, insanları Türkçenin bozuk
kullanımına zorlamaktadır.
Türkçenin kullanımındaki bu bozulmanın temelindeki
başlıca sebepleri şu başlıklar altında toplamak
mümkündür:
1) Ne yazık ki Atatürk döneminden sonra üzerinde
uzlaşılan millî bir dil politikası geliştirme
anlayışı terk edilmiştir.
2) Başlangıçta da belirttiğimiz gibi milleti millet
yapan temel unsurların başında dil gelmektedir. Bu sebeple dilin
bilinçle kullanılması ve şuurla işlenmesi, bireyde ve
millette bir dil bilincinin oluşturulmasıyla ancak
sağlanılabilir.
3) Türkçe öğretimine eğitimin her kademesinde gerekli
özenin gösterilmemesi ciddi bir problem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Başta öğretmen eğitimi olmak üzere bu
alandaki yetersizliklerin süratle giderilmesi gerekmektedir.
Bir diğer madde: Bir çok ülkede olduğu gibi Türkçe için
de bir gümrük duvarının oluşturulması gerekmektedir.
Sayın İncenin belirttiği örnekte olduğu gibi Çinliler
kendilerine göre bir gümrük duvarı oluşturmuşlar.
Özellikle teknoloji ile birlikte ortaya çıkan yeni kavramlara
uygun terimlerin üretilmesi şarttır. Terim üretiminde teknolojik
ürünün yaygınlaşmasının öncesinde terimlerin üretilmesi
önem arz etmektedir. Türkçenin korunması ve geliştirilerek
güçlendirilmesinde başta bireyler olmak üzere pek çok kuruma sorumluluklar
düşmektedir.
Bilindiği üzere dil edinimi ilk olarak ailede
başlamaktadır. Bu sebeple özellikle aile bireylerinin
bilinçlendirilmesine önem verilmeli ve ilgili kurumlar vasıtasıyla
eş güdüm içinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
Görsel basında küçük yaştaki çocuklar için
hazırlanan yayın kuşaklarında Türkçenin güzel
kullanımını özendirecek programlara yer verilmelidir.
Özellikle okul öncesi eğitimde Türkçeyi doğru kullanma
becerisinin, çocukların dil gelişim seviyelerine uygun olarak
hazırlanmış programlarla yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Bu
eğitim anlayışının başta ilköğretim olmak
üzere, ortaöğretim ve yükseköğretimde de aynı bilinçle devam
ettirilmesi sağlanmalıdır.
Eğitim sürecinde başta Millî Eğitim
Bakanlığı olmak üzere Yükseköğretim Kurumu ve ÖSYM
arasında eş güdüm sağlanarak Türkçe becerisi sadece testlerle
ölçülen ders olmaktan çıkarılmalıdır. Eğitim sürecinde
bireylerin başta okuma, yazma, konuşma ve dinleme gibi dil
becerilerinin geliştirilmesine ağırlık verilmelidir.
Yazılı ve görsel basında Türkçenin doğru
kullanımını sağlamak üzere, gerekli niteliklere sahip
uzmanların görevlendirilmesi zorunlu hâle getirilmelidir. Türkçe
uzmanları, sadece basılı ve görsel basında değil,
başta Başbakanlık ve Radyo ve Televizyon Üst Kurumu olmak üzere
gerekli görülen devlet kurumlarında istihdam edilmelidir. Bu yolla
Türkçenin resmî yazışmalarda da doğru kullanımı
sağlanmış olacaktır.
Ayrıca, kurumların bünyesinde oluşturulacak hizmet
içi kurslarla devlet memurlarının Türkçeyi doğru kullanma
alışkanlıkları geliştirilmelidir.
Yazılı ve görsel yayınlarda Türkçe kullanım
yanlışları çok olan kuruluşlara cezai yaptırım
uygulanması gerçekleştirilmelidir. Bu normalde olması gerekir
ama bugüne kadar şahit olmadık.
Benzer şekilde, iş yeri isimlerinde -uluslararası
markalar hariç- yabancı kökenli kelimeleri isim olarak tercih eden
kurumlara ek mali yaptırımlar uygulanmalıdır. Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için yasal bir düzenlemenin de
yapılması artık zorunludur.
Ayrıca, millet adına siyaset yapan ve her zaman millet
huzurunda olan siyasetçilerimiz, ülkenin siyasi ve ekonomik
çıkarlarına hizmet etmenin yanı sıra Türk milletine
ulaşmada en temel araçları olan Türkçe konusunda da duyarlı
olmalıdır. Siyaseti millete ve devlete hizmet aracı olarak
görmekle yükümlü olan siyasetçi dil konusunda da topluma örnek
olmalıdır. Türk milletine hitap eden siyasetçi, açık, sade,
anlaşılır bir Türkçe kullanmalı ve konuşması
toplumun her kesimi tarafından anlaşılmalıdır.
Siyasetçi, Türk dilinin söyleyiş ve gramer özelliklerini bilmeli ve
konuşmalarında buna riayet etmelidir. Siyaseti hitabet
sanatından bağımsız düşünmek mümkün değildir.
Bundan dolayı da siyasetçi, vurgu ve tonlamaya dikkat etmenin yanı
sıra, kelimeleri doğru kullanmaya ve telaffuz etmeye, doğru ve
kurallı cümleler kurmaya, sığ düşüncenin
yansıması olarak nitelendirilebilecek argo ifadelerden, mesela son
günlerdeki alçak, şerefsiz, müfteri ve benzeri ifadelerden uzak
durmaya dikkat etmelidir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
kurucusu Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürkün tam on bin altı yüz cümleden
oluşan Nutukunu inceleyen dil bilimciler, sadece ve sadece üç cümlede
anlatım bozukluğu, özne-yüklem uyumsuzluğu tespit edebilmişlerdir
ki, bunun da büyük oranda basım hatasından kaynaklanmış
olabileceği düşünülmektedir. Günümüz siyasetçilerinin de Türkçe
kullanımlarını bu bakış açısıyla yeniden
değerlendirmeleri gerekmektedir. Ancak ne yazık ki bu çatı
altında kanunlaştırılan -ne yazık ki diyorum-
metinlerin birçoğu üniversitelerin Türk dili bölümlerinde Türkçenin
yanlış kullanımına örnek gösterilebilecek niteliktedir.
Dolayısıyla, dil, yani Türkçe uzmanına öncelikle yüce
Meclisimizin ihtiyacı vardır.
Sonuç olarak, Türkçenin kullanımı ile ilgili
sorunların çözümü bu çatının altındadır. Siyasi
iradenin göstereceği kararlılık toplumun her kademesi için örnek
teşkil etmeli ve sorunların çözümü için zemin
hazırlamalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Ergun.
Değerli milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.02
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.16
BAŞKAN: Başkan Vekili
Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
284 sıra sayılı Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Erzurum Milletvekili İbrahim Kavaza aittir.
Buyurunuz Sayın Kavaz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM
KAVAZ (Erzurum) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet
ve Kalkınma Partisi ve şahsım adına, 3 Ekim 2008de Aktütün
Karakolumuzda işlenen menfur cinayetleri nefretle kınıyor, 17
vatan evladımıza rahmet, şehitlerimizin ailelerine
başsağlığı diliyor, milletimizin başı
sağ olsun diyorum.
Bugün, ben de Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın
araştırılması, Türkçenin korunması ve etkin
kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verilen önerge üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Evvela, komisyonun hazırlamış olduğu rapor iki
ana bölüm hâlinde oluşturulmuş ve birinci bölüm Türkçenin bugünkü
durumu ve sorunları ile sebepler olarak tespit edilmiş, ikinci
bölümde de çözüm önerileri ortaya konulmuş bulunmaktadır.
Evvela, şunu da ifade edeyim ki, bu yüce Meclis, bütün
iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün partileriyle Türkçe üzerinde
konuşan arkadaşlarımızın, farklı çözüm önerileri
ifade etmekle beraber, Türkçeye bir millî mesele olarak bakmaları,
Türkçenin tarihî seyir içindeki gelişimini yabana atmadan Türk diline
sahip çıkmaları noktasında memnuniyet verici bir birliktelik
göstermeleri, değerli konuşmacıların önerilerdeki
farklılıklara rağmen ortak temel meselede birleşmelerinin
şahsım adına memnuniyet verici bir gelişme olduğunu
özellikle belirtmek isterim. Zira dilin bir milletin ve toplumun
varlığı için taşıdığı değer çok
yüksek ve çok önemlidir. Dil, millî birlik ve bütünlüğü kuran, koruyan en
önemli araç durumundadır. Bir topluma millet niteliği kazandıran
ve o topluma özgü gelişmiş bir dilin varlığıyla millet
hayatı mümkün oluyor.
Dil, aynı zamanda düşüncenin de
kaynağıdır. İnsanoğlu kafasındaki
düşünceleri, yüreğindeki duyguları sözlü ve yazılı
olarak ancak dille ifade edebilir. Bu bakımdan dil, aynı zamanda bir
düşünce aracıdır. İnsan kafasının içinde
şekillenen yüksek düzeydeki düşünceler, yaratıcılık,
ancak yüksek düzeyde bir dilin varlığıyla ortaya çıkabilir.
Dil yetersiz olursa yaratıcılık da körelir ve söner.
Dil ile kültür arasındaki bağlantı çok önemlidir.
Dil, bir kültür hazinesidir ve kültürün aynasıdır. Çünkü, bir toplumun
yüzyıllar boyunca birlikte geldiği bütün değerler dil ile
aktarılır ve dille korunur. Dolayısıyla, dil ile kültür
arasında sıkı bir bağlantı vardır. Dil, kültür
zenginliğinin göstergesidir. Kültür bakımından yüksek düzeyde
olan milletlerin dilleri de zengindir, anlatım olanakları
geniştir. Gelişmiş bir dil, edebiyat, sanat, bilim ve felsefe
alanlarında üstün değerli eserler ancak dil ile ortaya konabilir. Dil
ile kültür arasındaki bu sıkı bağlantı
dolayısıyla dil, aynı zamanda kültür değerlerini geleceğe
aktarma aracıdır. Dil olmadan birikimler geleceğe
aktarılamaz. Dil bütün bu özellikleriyle bir millet için kimlik belgesi
niteliğindedir. Eğer bu kimlik belgesi, zaman içinde yozlaşarak
eriyip kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, o
dili konuşan toplum veya millet, kimliğini,
varlığını yitirir, erir, yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya kalır.
Değerli milletvekilleri, bir kelimenin Türkçe
sayılıp sayılmamasının ölçüsü onun kökeni
değildir; ses yapısı, zevk ölçüsü, kullanılış
şartları ve anlam bakımından o kelimelerin dilde
yerleşmiş ve herkes tarafından anlaşılır olup
olmamasıdır ölçü.
Her dil gibi Türkçe de çeşitli tarihî, sosyal ve kültürel
şartlara bağlı olarak varlığı boyunca hem kendisi
Arapça, Farsça, Rumca, Macarca, Bulgarca, Sırpça gibi dillere kelimeler
vermiş hem de Çince, Hintçe, Arapça, Farsça, Rumca, Fransızca gibi
dillerden kelimeler almıştır. Bunlar içinde bağlı
bulunduğumuz ortak medeniyet alanı dolayısıyla Arapça ve
Farsça kelimeler ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Dil,
bu kelimelerden bir kısmını kendi kural ve
kalıplarının süzgecinden geçirerek Türkçeleştirdiği
için caharmeşu çamaşır, caharşu çarşı,
ceharşembe çarşamba, sukak sokak, tahtı kala Tahtakale,
tavila tavla, dahl tahıl olmuş, ta ki tarit, tirit örneklerinde
görüldüğü gibi bunlar halkın diline kadar girmiş,
benimsenmiş, şekil ve anlam bakımından öteki Türkçe
kelimelerden ayırt edilemez bir duruma gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkçe, yeryüzünün en güçlü ve en
köklü dillerinden biridir. Yapılan araştırmalar yüz
altmış sekiz kadar Türkçe kelimenin Sümercede
kullanıldığını ortaya koymuştur. Türkçe,
Sümerceye kelime verdiğine göre Sümerceyle de yaşıt bir dildir.
Bugün Sümerce diye bir dil yoktur, ancak Türkçe dimdik ayaktadır.
Bizim yazı dilimiz Orhun Abideleriyle başlar.
Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it-Türk ile Türkçenin Arapça kadar
güçlü bir dil olduğunu, Araplara Türkçeyi öğretmek maksadıyla da
bu Lûgatı yazdığını ifade eder.
Türkçenin güç kaynağı yaygınlığı,
yapısı ve söz varlığındadır. Türkçe yaygın
bir dildir. Yeryüzünde konuşucu sayısı 100 milyonun üzerinde
diller sıralamasında 5inci sırada yer almaktadır.
Türkçenin önemli güç kaynaklarından biri de
yapısıdır. Türkçede hangi sesten sonra hangi sesin geleceği
yahut gelmeyeceği, hangi eklerin gelebileceği ya da gelmeyeceği
bellidir. Yabancı bir bilim adamının araştırması
ana dilini dil bilgisi kurallarına göre en erken Türk çocuğunun
öğrendiğini ortaya koymuştur.
Türkçenin zengin bir söz varlığı vardır.
İlk Türkçe sözlük niteliğindeki Divanü Lûgat-it-Türkte
yaklaşık 8.500 sözcük yer almıştır. Türk Dil Kurumunun
Güncel Türkçe Sözlük adını verdiği ve bilgisayar
ortamında da sözlüğünde yazı dilinin söz varlığını
ortaya koyduğu bir dilde bugün 112 bin kelime bulunmaktadır. Bölge
ağızlarımızın söz varlığı ile bilim ve
sanat tarihimiz yaklaşık 600 bine ulaşan zenginliğe
sahiptir. Deyimlerimiz, atasözlerimiz, bütün bunlar Türkçenin zenginlikleriyle
ilgilidir. Türkçemizdeki renk adlarını, akrabalık isimlerini
ifade eden özel kelimeler Batı dillerinden çok fazladır.
Günümüzde gazeteler, dergiler, kitaplar, uydu yayınları
ve elektronik ortamdaki yayınlar, öğretim kurumları,
bilişim uygulamaları aracılığıyla Türkçe,
dünyanın dört bir köşesinde konuşulmuş,
konuşulmaktadır, konuşuluyor, yazılıyor ve
yaşıyor. Bundan dolayı da Türkçe, yaşayan güçlü bir dildir.
Türkçe, yaygın, güçlü, zengin, yaşayan eski bir dil
olmasına karşı bazı olumsuzluklar yaşamaktadır.
Bu olumsuzlukları da şu şekilde ifade edebiliriz: Bunlardan
başta kitle iletişim araçlarında yaşanan olumsuzluklar,
kitle iletişim araçlarındaki yanlış kullanımlar,
yabancı kökenli özenti sözcükler dildeki olumsuzlukları
hızlı bir biçimde yaygınlaştırmıştır.
Radyo ve televizyonda doğru, güzel, örnek Türkçe ile yayın
yapılırsa o zaman toplumda da doğru, güzel, örnek Türkçe
yayılacaktır. Son yıllarda kitle iletişim araçlarında
kullanılan birtakım yanlış ifadeler, anlamsız sözler
ve sözcüklerin yanlış biçimde kullanılması artık son
derece yaygınlaşmıştır. Bu yanlışları
şu şekilde ifade edebilirim birkaç örnekle: Radyo ve televizyon
yayınlarındaki söyleyiş bozuklukları, ses düşmeleri;
uzun ünlülerin kısa, kısa ünlülerin uzun söylenmesi gibi vurgu
yanlışları yapılması; kısır söz
varlığı, radyo ve televizyon yayınlarına Türkçenin
zenginliğinin yeterince yansımaması, kaba dil
kullanımı, gereksiz yere yabancı kelimelerin
kullanılması, kelimelerin yanlış yerde ve yanlış
biçimde kullanılması, yöresel söyleyişlerin baskın olduğu
diziler ve gösteri programları, yabancı kelime
kullanımını özendiren yabancı adlı televizyon
kanalları, radyo istasyonları, çeşitli radyolar, televizyonlarda
alt yazılarda yapılan yazım yanlışları,
reklamlarda Türkçenin kurallarına aykırı ifadelerin
kullanılması.
İkinci olarak basın dilinde yaşanan olumsuzluklar:
Yine, imla yanlışları, kısır söz
varlığı, Türkçe karşılığı bulunan
kelimelerin yerine gereksiz biçimde yabancı kelimelerin
kullanılması, reklamlarda yabancı kökenli kelimelere ve adlara
aşırı ölçüde yer verilmesi ve kelimelerin yanlış
anlamda kullanılması birkaç örnektir.
Yine, ticari hayatta yaşanan olumsuzluklar: İş
yerlerinde yabancı markalara, temsilciliklere, bayilerle ilgili olmayan
yabancı adların kullanılması; yerli ürünlerde yabancı
kökenli adların kullanılması; ürünlerin kullanım
kılavuzlarında, bilgi etiketlerinde, tanıtımlarda Türkçeye
yer verilmemesi.
Klavye problemi dolaylı yoldan yaşanan sorunlardan
sadece bir tanesidir. Türkçeye en uygun klavye de herkesin bildiği gibi F
klavyedir, Türkçede en fazla kullanılan harfler en uygun yerlere
yerleştirilmiştir, bu yerleşim Q klavyede çok ilgisiz
yerlerdedir.
Yine, problemlerden birisi de Avrupa Birliğinde Türkçe
meselesidir. Avrupa Birliği ülkelerinde 5 milyona yakın Türk
vatandaşı yaşamaktadır. Avrupa Birliğinde, bir dilin
egemenliği değil, üye ülkelerin dillerini göz önünde tutan bir dil
politikası görülmektedir. Yani Avrupa Birliğinde bir dilin
egemenliği asla söz konusu değildir. Birlik üyesi her ülke kendi
dilini bir adım daha öne geçirmek için çok büyük bir çaba içerisindedir.
Fransızlar, İspanyollar, İtalyanlar, Almanlar gibi ülkeler ana
dillerini Birlik içinde daha etkin duruma getirmeye
çalışmaktadırlar.
Yerel dillerin korunmasını amaçlayan Avrupa
Birliği, bu ölçütler ile dilleri şu şekilde
gruplandırmaktadır:
Avrupa Birliğine üye ülkelerin ulusal, resmî dilleri:
2005teki üyeler ile bu 20ye çıkmıştır. Birlik bu dilleri
Kongre Dilleri diye bir başka grupta değerlendirmektedir.
İki: Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve
çalışan, Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerin
vatandaşlarının dilleri, yerel Avrupa dilleri. Avrupa
Birliği Türkçeyi bu gruba dâhil etmiştir ki bunun
karşısında biz Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizde
büyük bir mücadele vermek durumundayız ve dünyada 5inci en çok
konuşulan bir dilin mutlak surette, Avrupanın içinde de etkin yerini
almasını sağlamamız gerekmektedir.
Avrupa Birliği ülkelerinin öğretim kurumlarında
öğretilen yabancı diller 6 tanedir. Yaklaşık 5 milyon
Türkün yaşadığı Avrupa Birliği ülkelerinde Türkçe
resmî bir dil değil, bundan dolayı da öğretimi yapılan
diller arasında yer almamıştır, ancak özel ders olarak
okullarda ders saati dışında öğretilmesine izin
verilmiştir. Bu uygulama çocukların okul dışı
saatlerini daraltması sebebiyle de ailelerce tercih edilen bir uygulama
değildir. Avrupada yaşayan Türk çocuklarının Türkçe
öğrenme sorunu önemlidir. Yukarıda ifade ettiğimiz sorunlara
karşı Türk Dil Kurumunun yapmış olduğu
çalışmalar vardır ve bu çalışmaları da fazla
zamanınızı almamak için arz etmek istemiyorum. Dil Kurumu bu
hususta birtakım çalışmalar yapmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere yine
Dil Komisyonunun raporundan bazı bölümler ifade ederek konuşmamı
devam ettirmek istiyorum. Burada, öncelikle, bugünkü Türkçenin durumu nedir,
bunu kısaca ifade edeceğim: Türkçenin bugünkü durumunu anlamak için Tanzimat
Döneminden meseleyi ele almak doğru olur. Türkiye Türkçesinin
oluşmasının tarihi Tanzimat yıllarına kadar
uzanmaktadır. Tanzimat Döneminde dildeki mevcut Arapça ve Farsça unsurlara
ek olarak Batı dillerinin, özellikle Fransızcanın etkileri
sezilmeye ve görülmeye başlanır. Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati Dönemlerinde Türkçe, özellikle
edebiyat dilinde çok daha yoğun bir şekilde yabancı dillerin
etkisinde kalır.
1911den itibaren Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalpın ortaya
koyduğu Yeni Lisan Hareketiyle Türkiye Türkçesinin temelleri
atılır. Millî Edebiyat ve onu takip eden Cumhuriyet Döneminin ilk
devrelerinde Türkiye Türkçesi en olgun seviyeye ulaşır. İlim,
kültür, siyaset, eğitim dili olarak Türkçe, usta sanatkârların elinde
gelişir, olgunlaşır. Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde
Yeni Lisan Hareketinden sonra dil konusunda en geniş faaliyet Atatürkün
önderliğinde yapılan dil çalışmalarıdır. 1928de
Latin alfabesinin kabulü, 1932de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk
Dili Tetkik Cemiyetinin, diğer ifadeyle, bugünkü adıyla Türk Dil
Kurumunun kuruluşu bu çalışmaların önemli
halkalarını teşkil eder.
Bu dönemde Atatürk çeşitli etkiler altındaki -1934
yılında- dilimizi bütün yabancı kökenli kelimelerden
arındırmak istemiş, ancak kısa zamanda bunun çıkmaz bir
yol olduğunu fark ederek 1935 güzünde dilimize yüzlerce yıldan beri
yerleşmiş olan kelimeleri atmaktan vazgeçmiştir. Bunun yerine
bilim terimlerinin Türkçeleştirilmesine hız vermiştir.
Atatürkün ölümünden sonra tartışmalar artarak devam
etti. 1960lı yıllarda Türkçedeki bütün Doğu kökenli, yani
Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılması
çalışmalarına hız verildi. 60tan sonra mesele toplumda
kamplaşmalara yol açtı. Türetilen kelimelerin çoğu sözlüklerde
kaldı. Gençlerin çoğu yeni kelimeleri öğrenemediği gibi,
eski kelimeleri de unuttu. Böylece yeni nesillerin söz varlığı
yoksullaştı. Kelime sayısının
sınırlılığına eğitimdeki aksaklıklar
eklenince genç nesiller meramlarını doğru dürüst ifade edemez
oldular. Yazarken, konuşurken doğru cümle kuramaz hâle geldiler.
Cumhuriyetin ilk yıllarında zengin bir kelime, ifade kabiliyetine
ulaşan dil ve üslubumuzu böylece 1960lardan sonra daha çok kaybettik.
1980den sonra tartışmalar durulmaya başladı.
Gelinen nokta hiç de iç açıcı değildir. Zengin ve güzel bir dilin
yoksul ve çirkin kullanıcıları olduk âdeta. Genç nesillerin dil
ve kültür hafızasında ne Dede Korkut, Yunus Emre ve ne de
Karacaoğlan vardı; ne Fuzuli, Baki, Nedim ne de Namık Kemal,
Tevfik Fikret yer alabildi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurun.
İBRAHİM KAVAZ (Devamla) - Abdülhak Hâmid, Halit Ziya,
Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Kemallettin Kamu, Reşat Nuri, Peyami Safa,
Ahmet Hamdi, hatta Sait Faik ve Kemal Tahir, Ahmet Muhip, Necip Fazıl,
Orhan Veli, Arif Nihat gibi şairler ve yazarlar gençlerimizin dil ve
kültür hafızalarında giderek kayboldu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, aslında
bu mesele üzerinde çok derin ve uzun konuşabiliriz fakat şununla
noktalamak istiyorum: Türkçe, bizim için, milletimiz için millî bir
hafızadır. Dil, geçmişi geleceğe taşıyan bir
değerdir. Milletimizin kültür değerlerinin
taşıyıcısı olan dilimizin her türlü ruh ve duygu
hâlini ifadeye müsait bir genişlikte olmasıyla millî hafıza
güçlenir. Bu güç, nesilleri birbirine bağlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözünüzü bağlayınız.
İBRAHİM KAVAZ (Devamla) Hemen bitiriyorum efendim.
BAŞKAN Buyurunuz.
İBRAHİM KAVAZ (Devamla) Dolayısıyla, bu güç,
nesilleri birbirine bağlar. Dolayısıyla, dilin, geçmişi
geleceğe bağlayan bir köprü olması sebebiyle her türlü
yozlaşmaya ve bozulmaya karşı korunması gerekmektedir. Bu
korunmanın özünü ise dil bilinci dediğimiz düşünce ve
anlayış teşkil etmektedir. Nesilden nesile aktarılması
gereken bu dil bilinci ise her türlü siyasi düşünce ve
anlayışın üzerinde millî birlik ve bütünlüğümüzün bilinç
hâlinde toplumumuzda açığa çıkması demektir.
Türkçe, dünyanın en eski, en güzel dillerinden biridir. Buna
sahip olmak millî bir görevimizdir diyorum, heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kavaz.
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Iğdır
Milletvekili Pervin Buldan konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Buldan. (DTP sıralarından
alkışlar)
DPT GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkçedeki
Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması,
Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üstüne Demokratik Toplum Partisi
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Dil, en genel tanımıyla, bir toplumun üyelerinin birbiri
arasındaki ilişkilerde ifade etme, anlamlandırma, iletişim
ve anlaşma sağlanmasının biricik yoludur.
Dolayısıyla, her toplum, her ulus yüzyıllar içinde kendi
dillerini oluşturmuş, kendi ifade yöntemlerini oluşturmuş
ve bu oluşan dil ile de kendi varlıklarını
sürdürmüştür. Bu durum yadsınmaz bir tarihsel gerçekliktir. Rapor da,
giriş bölümünde Diller her kavmin kendi toplum yapısına göre
şekillenmiş özel birer anlaşma sistemidir. demekle bu
gerçeği ispat etmiştir.
İnsanlık tarihiyle beraber ortaya çıkan diller
binlerle ifade edilmektedir. Ancak, bunlardan büyük çoğunluğu bugün
kullanılmamakta ve bunlara ölü diller denmektedir. Bunlar artık
ulusları olmayan, toplumları olmayan dillerdir. Örneğin,
Sümerce, Hititçe, Urduca, Latince böyle dillerdendir. Ulusları olmayan ölü
dil olmuşlardır. Bugün için ise sadece arkeolojik ve etimolojik
çalışmalarda kullanılmakta ve akademik çalışmalara
konu olmaktadırlar.
Türkiyede konuşulan dillerden biri olan Türkçe ise Anadolu
topraklarında çok uzun yıllar diğer başka dillerle beraber
konuşma dili olmuş, ama yazı dili olamamıştır.
Anadoluda yaşayan diğer ulus ve toplumlarla beraber yasaksız,
engelsiz, özgürce her ulus kendi dilini kullanmış, bu uluslar ve
dilleri herkes tarafından kabul görmüştür.
Cumhuriyetin ulus oluşturma yönelimiyle beraber dil sorunu da
ele alınmış, yapılan kimi çalışmalarla dil
konusunda önemli aşamalar kaydedilmiştir. Ancak, bu
çalışmaların kimi evreleri aşırılıklarla
sakatlanmıştır. Bütün dünya dillerinin Türkçeden türediği
yönündeki saptamalar, doğal olarak dünyadaki bütün ulusların
Türklerden türediği sonucuna götürmüştür. Bilimsel olmaktan daha çok
siyasi bir yönelim olarak değerlendirilmesi daha doğru olan bu
yönelimden kısa zamanda vazgeçilmiştir, ancak yüzyıllardan beri
çok dilli, çok kültürlü bir yaşamın zemini olan Anadolu
topraklarında Türkiye'nin tek dili olması, başka dillerin
tanınmaması, yok sayılması gibi bir yanlışın
da başlangıcı olmuştur.
Sayın milletvekilleri, ana dili bir insanın kendini
ifade ettiği en doğal dilidir ve tabii ki en doğal
hakkıdır. Benim ana dilim Kürtçedir. Ben ana dilimde eğitim
görmek istiyorum. Dilimin yasaklanmasından dolayı üzüntü duyuyorum.
Dilimi konuşmak, dilimi korumak ve aynı zamanda geliştirmek
istiyorum ama bunu yaparken bu toprakların, ülkemiz
coğrafyasının tarihsel olarak çok kültürlü, çok dilli
olduğunu unutmadan, yok saymadan yapmak istiyorum.
Bugün istiyorum ki Kürtçe, Ermenice, Rumca, İbranice,
Çerkezce, Arapça, Süryanice, Keldanice ve bunun gibi diller özgürce,
yasaklanmadan konuşulabilsin, yazılabilsin. Rapor bu yönüyle eksik ve
sakattır değerli milletvekilleri. Bu düzeltilmediği sürece ne
diğer dillerin ne de Türkçenin gelişemeyeceğini
düşünüyorum.
Raporda doğru bir saptamayla Türkçedeki bozulmanın
ağırlıklı olarak 80li yıllarda
başladığı söylenmektedir. Bu yıllar bozulmanın
başlangıcıdır, ama aynı zamanda Türkçeden başka
dillerin konuşulmasının yasaklandığı
yıllardır da. Kürtçenin yasaklandığı ve hatta Kürt
diye bir ulusun olmadığı devlet politikası olarak
uygulanmaya konmuştur. Sonuç ortadadır. Bu durumdan Türkçe zarar
görmüştür. Bir ulusu yok sayacağım, dilini yok
sayacağım. dediğinizde, kendi dilinizde de bozulma
başlamış demektir. Bu durumda ülkemiz Avrupa Birliği
üyeliği için adaylık sürecine girmiştir, bu süreçle beraber uyum
yasaları gündeme gelmiştir, demokratikleşme çabaları
gündeme gelmiştir. Bunca demokratikleşme paketine rağmen, bunca
anayasa değişikliklerine karşın, mevcut Anayasanın
darbe anayasası olduğu büyük çoğunlukça kabul görmesine
rağmen, bu Anayasanın antidemokratik hükümleri bir türlü
temizlenememiştir.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yakın
zamanda kamu yönetimi altında bulunan TRTde, coğrafyamızda
kullanılan dillerde çok kısıtlı da olsa yayın
yapılmaya başlandı. Bu dillerden biri de hepimizin bildiği
gibi Kürtçedir. Ne çelişkidir ki TRTde Kürtçe yayın yapılıyor,
TRT Kürtçe bilen eleman arıyor, alıyor, ancak Kürtçe hâlen yok
sayılıyor. Çok değil, on dört-on beş ay önce
Diyarbakır Sur Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi görevden
alındı ve haklarında idari ve adli soruşturma
açıldı ve hâlâ devam etmektedir.
Peki, suçları neydi? Yolsuzluk mu yaptılar?
Kaçakçılık mı yaptılar? Rüşvet mi aldılar?
Hayır. Bugün burada konuştuğumuz dil sorunundan dolayı,
kendi seçmenlerinin dilini de davetiyelerde, broşürlerde
kullandıkları için görevden alındılar. Suç
araçlarından biri, çocuklar için hazırlanan oyun kitaplarından
birinin Kürtçe, Türkçe, Ermenice, Süryanice, Keldanice dillerinde
basılmasıdır.
Peki, size soruyorum: Ana dili Türkçe olan çocuğunuza
okuması için Fransızca kitap alır mısınız?
Çocuğun ana dili Kürtçe ise, Ermenice ise, Süryanice ise, Keldanice ise
hangi dilde okuyabilecek, soruyorum size. Bunun bir adım sonrası,
tıpkı 12 Eylül günlerinde olduğu gibi Kürt diye bir millet
yok. demeye kadar gider. Dili bir baskı aracı, yasaklanacak bir araç
olarak görürseniz, varacağınız nokta burasıdır.
Raporun (1.13.)üncü bölümü Avrupa Birliğinin Dil
Politikası ve Türkçeye Bakış Açısı adını
taşımaktadır. Bu bölümde haklı olarak, Avrupada Türkçenin
dışlandığı, özellikle Almanyada bulunan
yaklaşık 500 bin civarındaki Türk öğrencinin Türkçeyi ana
dil olarak değil de yabancı dil olarak öğrenmek zorunda
kaldığı eleştirilmektedir. Bu eleştiri baştan
sona haklıdır. Avrupanın çok kimlikli, çok dilli
yapısının övünülecek bir gelişme olarak Avrupa Birliği
tarafından vurgulanmasına karşın Türkçenin bunun
dışında bırakılması haklı olarak çifte
standart olarak tespit edilmektedir.
Raporun söz ettiğimiz bölümünden aynen okuyorum: Bu durum,
ayrıca Avrupa Birliğinin çok kültürlülük, kültürlerin ve dillerin
yaşatılması ve zenginleştirilmesi gibi temel insan
hakları söylemiyle çelişkilidir. Avrupa Birliğinin bu
çelişkisi ilgili başlıkların müzakeresinde dile getirilmeli
ve düzeltilmesi için ısrarcı olunmalıdır. Tamamına
katılıyoruz hatta bu vurgu ve itirazın ülkemiz için de geçerli
olmasını istiyoruz.
Ana dille ilgili konular, ülkemizin taraf olduğu, uymak ve uygulamak
zorunda olduğu uluslararası sözleşmelerde açıkça yer
almaktadır. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin
2nci maddesine göre Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya
başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş
veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu bildirge ile ilan
olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet
altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik
kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun bir
kimse hakkında uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal,
hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım
gözetilmeyecektir.
Benzer hükümler Avrupa Sosyal Şartında ve
Birleşmiş Milletlerin hazırladığı kimi
sözleşmelerde de yer almıştır. Bunlardan biri de
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989da kabul
edilen Çocuk Hakları Sözleşmesidir. Türkiye, 1990 yılında
bazı maddelerine çekince koyarak imzalamıştır. Çekince
koyduğu maddelerdeki -17, 29 ve 30uncu maddeler- hükümlerin en önemlileri
ise Kitle iletişim araçlarının azınlık grubu veya bir
yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem
göstermeleri konusunda teşvik edilmesi, Eğitimin çocuğun ana
babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun
yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal
değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara
saygısının geliştirilmesi bentleridir.
Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya
da yerli halkların var olduğu devletlerde böyle bir
azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait
olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleriyle birlikte
kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi
dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaz. Bu, 30uncu
maddedir.
Biraz önce okuduğum raporun ilgili bölümündeki istek ve
eleştirileri aslında burada izleyebiliyoruz. Ne olur bu çekinceleri
kaldırsak; herkes ana dilinde eğitim görebilse ve kullanabilse,
dilinden dolayı soruşturmaya uğramasa, tutuklanmasa, ceza
görmese ne olur acaba? Türkiye mi bölünür? Avrupa Birliğinde 40 dil kabul
edilmiş, 25i Avrupa Birliğinin resmî dili olarak kabul edilmiş,
rapordan okuduğumuza göre. Avrupa Birliği böyle yapmakla birlik
sağlayabileceğini öngörmüş, bizse bölünmekten korkuyoruz.
Değerli milletvekilleri, gelin dil üstündeki bu
yasakları kaldıralım, Türkçe de gelişsin, Kürtçe de,
Ermenice de, Çerkezce de ve Anadoluda konuşulan bütün diller de. O zaman
Türkçe arınır, gelişir, zenginleşir. O zaman bu topraklarda
kardeşlik olur, barış olur, ölümler biter.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Buldan.
Komisyon Başkanı Sayın Birinci, buyurunuz.
Süreniz yirmi dakikadır.
(10/35, 43, 49, 70) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NECAT
BİRİNCİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aşağı yukarı üç saatten beri, Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması,
Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun çalışma
raporu üzerinde görüşler ortaya konmaktadır. Bu konuda, Komisyonun
Başkanı olarak raporun nasıl
hazırlandığını ve bazı noktalarda da
görüşlerimizi belirtmek istiyoruz.
Ama, sözlerime başlamadan önce, Aktütün Karakoluna yönelik
alçakça, kancıkça bir saldırı sonunda şehit olan genç
evlatlarımızı rahmetle anıyorum ve milletimize
başsağlığı, yaralılarımıza şifalar
temenni ediyor, böyle saldırıların, genç fidanların,
toprağa, ömürlerini genç yaşlarında tüketmelerine sebep olan
ortamın ortadan kaldırılması için de gerekli
çalışmaların yapılmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; raporun
hazırlanmasında hemen hemen her nokta üzerinde görüşler ortaya
kondu, bilgiler verildi, tenkidî yaklaşımlar da ortaya getirildi ama
bir şey eksik kaldı gibime geliyor. Müsaade ederseniz ben onu
tamamlamaya çalışıyorum. Bu komisyon ihtiyacı, ilk defa,
hatırlanacağı gibi 22nci Dönemde İstanbul Milletvekili
Ekrem Erdemin ve 106 arkadaşının, milletvekilinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verdiği bir
araştırma önergesiyle gündeme geldi ve Meclis
Başkanlığı bu önergeyi Büyük Millet Meclisine sevk etti.
13/02/2007 tarihinde Genel Kurulda görüşüldü ve çalışmalar
başlatıldı. Komisyon çalışmalarını sürdürdü.
Ancak o dönemdeki siyasi ortam ve seçim kararı dolayısıyla,
oldukça olgunlaşmış bir noktaya gelen haklarını
vermek lazım gelir, çok güzel bir çalışma yaptılar- rapor
ne yazık ki Meclis gündemine gelemedi, görüşülemedi, olgunlaştırılamadı.
Tekrar ediyorum cümlemi baştan alıp: Tam son noktasına gelinemedi,
olgunlaştırılamadı ve Meclise sunulamadı. Komisyon,
önergedeki bazı konular hakkında geniş bilgi toplamak için çok
çeşitli kurumlarla iletişim kurdu, onlarla bilgi
alışverişinde bulundu ve bunları derledi.
Nihayet, bu 22nci Dönemde sonuçlanamayan bu önemli konu, Türkiye
için son derece önemli konu, son yüz elli senenin hiç gündemden düşmeyen
konusu 23üncü Dönemde de yine gündeme geldi. Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün
ve 20 milletvekili, Samsun Milletvekili Suat Kılıç ve 25 arkadaşı,
Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 38 milletvekili, CHP Grubu
adına Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay,
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir
Milletvekili Kemal Anadol tarafından aynı konu üzerine Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına ayrı ayrı
araştırma önergeleri verildi ve önergeler 25/12/2007 tarihli 41inci
Birleşimde görüşüldü, kabul edildi. 31/01/2008de de komisyon üyeleri
seçildi ve komisyon da çalışmalarına başladı.
Şimdi, bu rapor, elinizdeki bu rapor, üç saattir
konuşulan bu rapor hiçbir kişinin kendi ürünü değildir. Bu,
aşağı yukarı iki binden ziyade mektup kurumlara gönderildi.
Bu kurumları şöyle sıralayabiliriz: Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Meclis Başkanlığı Genel Sekreterliği,
Başbakanlık, bakanlıklar; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Başkanlığı; Türk Dil Kurumu
Başkanlığı, Türkiye Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı, valilikler, il
ve ilçe belediye başkanlıkları, sivil toplum örgütleri;
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bünyesinde
fen-edebiyat fakülteleri, edebiyat fakülteleri, fen fakülteleri ve eğitim
fakülteleri. Ve o kadar ayrıntılı çalışmaya gidebilmek
için, hiçbir sivil toplum örgütü de boşta bırakılmamak
kaydıyla, mesela drama yazarları, reklam yazarları, metin yazarları,
karikatüristler vesair, dili kullanan, dili kültür seviyesinde kullanan ve
amacı bu olan pek çok kurumla iletişim kuruldu. Onların
kimisinden bilgi geldi, kimisini davet ettik, komisyona geldiler ve bilgi
verdiler.
İşte bu rapor
Nihayet bu çalışmadan sonra,
bize Türk Dil Kurumunun ve RTÜKün uzmanları bu malzemeyi
başlıklar hâline getirdi. Başlıklar hâline gelen bu metin
ham bir bilgi olarak, doküman olarak komisyona geldi. Komisyon, kendi içinde
bazı arkadaşları görevlendirdi, biraz daha geniş şekilde
bu metin ortaya geldi. Komisyona, bütün üyelere metin tek tek sunuldu ve
sunulan bu metin üçüncü bir elemeden, redaksiyondan sonra bugünkü şekline
geldi. Kitap hâlinde, Türkiyede Türk dili için yapılacak
çalışmaların, Türkçenin bugünkü durumu ve bu durumu
düzenleyebilecek çalışmaların ana kılavuzu şeklinde
önümüze geldi. Bu konuda, en önemli, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığından redaksiyonu yapan üye arkadaşlara ve
metni bilgisayara aktaran, imla düzenlemesini yapan dil uzmanlarına,
huzurunuzda minnet ve teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim,
çalışmamı çok güzel şekilde
kolaylaştırdılar.
Değerli arkadaşlar, bu okunacak. Bundan sonraki
konuşmamın bölümünde, burada da, Türkçenin, yüz elli senedir
Türkiyenin gündeminden düşmeyen bir kültür varlığı
olması dolayısıyla o konu üzerinde de biraz durmak isterim.
Şimdi, bunun için Mustafa Kemal Atatürk devamlı referans
olarak gösterilir, kaynak olarak gösterilir ve haklıdır da bunu
gösterenler, çünkü gerçekten Mustafa Kemal Atatürk, Türkçe üzerinde çok vurucu
ve kılavuz ifadeler kullanmıştır. Ama, bir şey
istirham ediyorum, lütfen, Atatürkün sözlerini, Atatürkün kendi
yazdığı ve söylediği kelimelerle verelim. Atatürkü
sadeleştirmeye gitmeyelim, Atatürkü tasfiyeye hiç gitmeyelim. Bu,
Atatürke ihanettir, Atatürkçülüğe ihanettir. Bir örnek: Burada
vermiştim, yeniden söylüyorum; Türkçenin en mükemmel metinlerinden birisi
Gençliğe Hitabedir, Ey Türk gençliği diye başlayan ve
şöyle bitiyor: Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda
mevcuttur! Bir sadeleştirme şöyle diyor, sizinle paylaşmak
isterim: Gereksinim duyduğun güç damarındaki soycul kanda
vardır. Nerede Atatürk, nerede bu sadeleştirme? Buna dikkat edelim.
Atatürk, Türkçeyi en güzel kullanan hatiplerden birisidir.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Kim demiş?
(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla) Çok önemli
bir profesörümüz bunu söyleyen, Nutuk üzerinde sadeleştirmeler yapan.
Kim dediniz de, ona cevap veriyorum. Bir profesörümüz bu sadeleştirmeyi
yapmıştır ve bir cinayettir. Savcıların harekete
geçmesi lazım. Hiç kimsenin hakkı yoktur Atatürkü tasfiye etmeye.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Her konuda! Her konuda!
(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla)
Değerli arkadaşlar, 20nci yüzyıl uluslaşmanın, 20nci
yüzyıl millet veritesinin gündeme geldiği ve millî dillerin ortaya
getirilmesinin söz konusu olduğu bir asrın başlangıcıdır.
Türkiyede de özellikle 1870ten bu yana, hatta 1860tan bu yana Türkçe için
önemli çalışmalar yapılmıştır.
Metinde olmayan bazı şeyleri söylemek isterim. Şunu
da kesin olarak bilelim: Metinde kullanılmasına rağmen burada
konuşan bu fikirde değildir. Atatürk dil devrimi
yapmamıştır, Atatürk Harf Devrimi yapmıştır.
Dilde devrim olmaz. Atatürk, tarihî başlangıcından günümüze
kadar bütün bir Türk tarihinin ve Türk dilinin son büyük temsilcilerinden
birisi idi. Onun için bir bölünmeyi, bir parçalanmayı, hele dilde bir
parçalanmayı kabul etmesi mümkün değildi ama biz Atatürkün
Ve bu
tasfiyeciliğin de kaynakları var. 1900lü yıllarda Rauf Köse
Raif diye bir dilci Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin tamamen
atılmasını, Orta Asya Türklüğünden bazı kelimelerin
getirilmesini, onlar da olamazsa uydurulmasını ifade etmiştir.
Alfabede ise ilk büyük önemli teklif, Latin alfabesine geçiş 1861de
Abdülazize sunulan bir layihayla olmuştur. 1880li yıllarda yine
alfabe problemi Türkiyede tartışılmıştır ve
Türkçenin Ermeni alfabesiyle yazılması için Tanin ve Vakit gazetesi
başta olmak üzere büyük yayınlar vardır. Beş yıl
sürmüştür bu. Yani dil problemi, mesele yeni değil bizim kültür
hayatımızda.
Nihayet 20nci yüzyılın başlarına geliyoruz,
millî edebiyat ve Genç Kalemler Selanikte başlayan bir hareket millî ruhu
da o döneme, millî varlığa dönüşle beraber, tabii dünyanın
o dönem Türk devletinin üzerindeki politikaları da
hızlandırdığı bir çöküşü dil etrafında
yeniden birleştirebilme amacıyla dile bir sarılma vardır.
Ziya Gökalp bunu son derece iyi ifade etmiştir ama Ziya Gökalpın
yanıldığı tek nokta vardır, yaşayan dil yerine
destan dünyası ve sınırlarını
genişletmiştir. Daha sonra bunu 1920 senesindeki Çoban
şiirinde şehirlerimizi tek tek sayarak ifade etmiştir. Aynı
dönemde 1920 senesinde Yahya Kemal dil için şunu söylüyor
Bir dil
tartışması oluyor yine ve diyorlar ki: Vatan elden gidiyor, siz
hâlâ dil tartışıyorsunuz. O metin raporda olduğu için
üzerinde durmayacağım. Bir yerinde Bizi ezelden ebede kadar taşıyan
bu dildir, Türkçedir. diyor ve tam bir vurgu, ezelden ebede. Yani bu ezel
nedir? Destan devrinden geliyor günümüze kadar ama durmuyor orada, şunu
söylüyor: Türkçenin çekilmediği yer vatandır.
Şimdi, arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyetinin siyasi
sınırları başkadır, Türk kültürünün kültür
coğrafyası başkadır. Şöyle bir harita olsaydı,
biz, Çinin kuzeyinden Fasa kadar bir Türk kültür coğrafyasını
adım adım takip edebilirdik. Bugün Atlas Okyanusundan Fasa
çıkın, Çin Denizine kadar rahatlıkla Türkçeyle gidebilirsiniz.
Atatürk bu bilinçteydi ve bu önemliydi.
İkinci bir şeyi açıklamak isterim arkadaşlar:
Çok değerli hatiplerimizden birisi burada Türk Dil Kurumunun
kapatılması ifadesini kullandılar.
Arkadaşlar, Türk Dil Kurumu bir gelişmenin içine
girmiştir, değişimin içine girmiştir. Türk Dil Kurumu Türk Dili
Tetkik Cemiyeti olarak kurulduktan sonra ve kuruluşu sırasında,
yapısında, Millî Eğitim Bakanı Türk Dil Kurumunun
başkanıdır. Bütçesi Millî Eğitim
Bakanlığının bütçesi içindedir. Atatürk fahri
başkanıdır. İlk önemli değişme 1949 senesinde
Türk Dil Kurumu
Daha önce 1936da Türk Dili Tetkik Cemiyeti Türk Dil Kurumuna
çevrilmiştir. Bunu burada izah ettik ama arkadaşlarımız
Israrla kapatılmıştır. deniyor. Ben siyasi
Dile
siyasetle yaklaşmak yanlıştır. Biz dil harbinin içinden
çıktık ve dilden yaralıyız. Milletimiz büyük bir darbe
almıştır dil için, gelişmesini engellemiştir dilin
üzerindeki tasarruflar. Onun için, bu konuda siyasi yaklaşmayalım.
Türk Dili Tetkik Cemiyeti isminin Türk Dil Kurumu hâline gelmesinden sonra ilk
önemli değişme 1949 senesinde Türk Dil Kurumu Türkçeye devrimci bir
anlayışla yaklaşır. cümlesiyledir ve ilk önemli
değişmedir. 1951 senesinde, asıl, Bundan sonraki bütün dil
çalışmaları devrimci bir anlayışla ortaya konacaktır.
ifadesi son noktayı getirmiştir ve 1960dan sonrasını da
içimizdekilerin hepsi bilir. Burada örnek kimdir? Burada örnek,
üniversitelerimizde Türkoloji bölümlerinde de okutulan İlminskinin, Rus
filoloğu ve papazı İlminskinin, Türkçenin Orta Asyadaki
yapı üzerinde uyguladığı metodun Türkçeye
uygulanmasıdır, Türkiyedeki Türkçeye uygulanmasıdır.
Bakınız, Atatürkün harf devrimi üzerinde de durmak
isterim. Değerli arkadaşlar, 1926da Azerbaycan Latin alfabesine
geçmiştir. 1926da Baküde Türkoloji Kongresi toplanmıştır,
ilk büyük Türkoloji Kongresi. O zabıtlar son derece önemlidir. Atatürkün
bütün düşüncesi, Orta Asya Türklüğüyle yakınlık kurma,
kültür birliğini sağlayabilme idi. Atatürkten önce
1961den beri
söyledik bunu; Abdülazize sunulan ve tartışmalar
Enverî diye bir
alfabe de Enver Paşa çıkardı kendisine göre,
yazılımı değiştirerek. 1919da dil komisyonu
kurulmuştur, dil çalışmalarını yeniden planlayabilmek
için. 1924te Atatürk Türkiyat Enstitüsünü kurmuştur, yine aynı, Türk
sanatını ve dilini geliştirebilmek için. Böyle bir devlet
adamının 1934te geldiği nokta ki, biraz önce söylediğimiz,
Rauf Köse Raifin ve etrafındakilerin de etkisiyle Türkçedeki bütün
yabancı unsurları atma çalışması noktasına
geliyor. Ben, şimdi, İlminskiyle irtibat kuracağım.
1926da Azerbaycan Latin alfabesine geçince Atatürk bu düşüncelerine
hız verir, amacı bütün Türk dünyasıyla birleşmektir ve
1928de radikal bir kararla demeyelim, Milliyet gazetesini 1927 senesinden 1928
senesi arası, inkılaba kadar, dil değişimine kadar takip
edin bir seneyi, sütunları görürsünüz, bir Arap alfabesi vardır, bir
de Latin alfabesi, yani, gazete iki şekilde çıkar. Akşam ve
Milliyet gazetesine bakın, yarısı Arap alfabesiyledir,
yarısı yeni Türk harfleriyle, Latin alfabesiyledir. Yani, toplumu alıştırıyor
ve amacı Azerbaycan ve Orta Asyayı da birleştirmek. Fakat
Stalinin İlminskiden aldığı metotla 1932de Azerbaycanda
Kiril alfabesi zorunlu kılınır ve Azerbaycan dört dil bölgesine
ayrılır. Biz 1960lı yıllardan sonra Türkiyeyi dört dile
değil daha fazla dile ayırma çalışmalarını
gördük, ağızlarla edebiyat yapmaya çalışanları gördük,
ağızlarla tiyatroları, metinleri ortaya koymaya
çalışanları gördük ve böylece Azerbaycan birbiriyle
anlaşamaz oldu.
Şimdi diyeceksiniz ki raporun Başkanı neler
anlatıyor. Çok anlatıldı ama bunlar arka planı, Türkiyedeki
dil tartışmalarının arka planı. Şükür ki 1980li
yıllardan sonra dil artık sakinleşti. Maalesef bu DTPnin
sıralarında kimse yok, onlara da cevap vermek isterdim bu konuda.
Özellikle Hasip Kaplanın söyledikleri üzerinde de durmak istiyorum. Son
hatibin de aynı şekilde dile söyledikleri, Kürtçenin Türkiyedeki
durumuna söyledikleri
1980li yıllarda bazı yanlışlar
olabilir ki, geçenlerde de o dönemin önde gelen bazı
şahısları Ya, biz de zaten
yanlıştaymışız, Kart, kurt deyip, Kürt diye geçtik
filan diye
Bunlar karikatürize edilmiş şeylerdir.
Yanlışlar olabilir ama milleti bir bütün hâlinde millet olarak
yaşatacaksak resmî dilimiz Türkçedir. Türkçe dünyada resmî dil olarak en
eski dillerden birisidir, en eski dildir belki de resmî dil olarak. Selçukluda
saraydan çıkan yazışmalar Farsça yapılmıştır
fakat resmî dil Türkçedir ve hiçbir dönemde Osmanlıca olarak
yerdiğimiz o dönemde de resmî dil Türkçedir. Onun dışında
bir dil resmî dil olmamıştır ve ebediyete kadar da
olmayacaktır. Bu milletin resmî dili Türkçedir. Başka diller
konuşuluyor; bugün Kürtçeyi, Arnavutçayı, Çerkezceyi
konuşuyorlar, kimse bir şey demiyor ama arkadaşlar, eğitim
dili ve resmî dil. Fransada Fransızca eğitim dilidir. Brötonlar
1912de kendi dilleriyle eğitim yapmak istediler, iki sene sonra kendileri
vazgeçti. Biz dünyayla yarışamayız. Gelin bu Brötoncayı
filan terk ediyoruz, biz Fransızcaya yeniden dönmek istiyoruz. diyorlar.
Böyle şey olmaz, böyle şey olmaz!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz efendim.
(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla)
Bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, dil değişimi insanın
ömründen hızlı olursa o toplumlarda yıkım başlar. Bir
sözlüğü tarayalım, 1940la 50 arası, 1958le 80 arası
Türkçe, değil bir insanın ömrünün içinde değişme
hızlığı, on senede bir değişir hâlde hızla
değişmiştir ve Türkiye yıkımın eşiğine
gelmiştir. Biz, bizi biz yapan, tarihin en büyük derinliklerinden, destan
devrinden bugüne getiren dili kendi evrimi içinde güzel şekilde takip
ederek geliştirmek durumundayız.
Size bir müjde vereyim. Bir hatibimiz burada Türkçe
yanlışlarını söyledi. Akşam Türk Dil Kurumunun web
sitesine girin, sayfasına, ağına girin ve tıklayın, 94
bin kelimenin Türkçe telaffuzunu en sağlam şekilde göreceksiniz.
Başkanına teşekkür ediyorum. 94 bin kelimenin Türkçe telaffuzu.
Artık Hakkari denmeyecektir, inkilap denmeyecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız Sayın
Birinci.
(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (Devamla)
Teşekkür ederim.
Yani Türk Dil Kurumu kapatılmamıştır. Türk Dil
Kurumu çok verimli şekilde çalışmalar yapıyor ve 630 bin
kelimelik ana Türkçe sözlüğü de İnternet sayfasına
eklemiştir. Yoksa, çok sevdiğim Ali Püsküllüoğlunun 505.300
kelimelik öz Türkçe sözlüğünde Türkçede ne kültür yapılabilir ne
bilim yapılır ne ilim yapılabilir.
Buradan yeni kanunlar çıkarmak üzere, yeni, başlı
başına kanunlar değil, kanunlarımızın
eksikliklerini; Ticaret Kanunundaki eksiği, Basın Kanunundaki
eksiği
Niçin hiçbir eğitimi olmayan bir spikerimiz, bir
konuşmacımız Türkiyeye en büyük televizyondan hitap etsin,
hiçbir eğitimi yokken? Bunları kanun hâline getirebiliriz birer
maddelik de.
Raporun hayırlara vesile olmasını temenni eder,
hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Birinci.
Hükûmet
NECLA ARAT (İstanbul) Sayın Başkan, bir konuda
söz almak istiyorum.
Sayın Konuşmacının görüşlerinin büyük bir
bölümüne katılmadığımı ifade edeyim ama bir noktada
mutlaka düzeltilmesi gereken bir ifadesi oldu. Rahmetli Profesör Doktor
Hıfzı Veldet Velidedeoğlunun Türk çocuklarının
anlaması için Nutuku Türkçeleştirdiği Söylev adlı
yapıtını bir cinayet olarak niteledi. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
HALUK İPEK (Ankara) Bu da onun görüşü.
NECLA ARAT (İstanbul) Bu konuda kendisine
katılmıyorum ve sözünü geri almasını ve zabıtlardan bu
cümlenin çıkarılmasını istiyorum.
(10/35, 43, 49, 70) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI NECAT BİRİNCİ (İstanbul)
Katiyen
Üstelik, ben Hıfzı Veldet Velidedeoğlu demedim. Ben
size
Affedersiniz, böyle cevap verebiliyor muyum?
BAŞKAN Lütfen
NECLA ARAT (İstanbul) Sayın Birincinin cinayet
sözcüğünün çıkarılması gerekir.
BAŞKAN Tamam, konu netliğe kavuştu efendim.
Şimdi, Hükûmet adına Kültür ve Turizm Bakın
Sayın Ertuğrul Günay konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Günay. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben de bütün
arkadaşlarım gibi sözlerime bayramın takibindeki ilk cuma günü
bir hain saldırıda canlarını yitiren 17
evladımızı rahmetle ve minnetle anarak başlamak istiyorum.
Yirmi beş yıla yakın bir zamandan beri terörle
mücadele eden bir ülkede defalarca aynı karakol, aynı sınır
karakolu saldırıya uğruyor ve her defasında büyük
acılarla karşılaşmamızı doğuran sonuçlar
ortaya çıkıyorsa siyasetin kısır
tartışmalarını bırakmamız gereken bir noktada
zihnimizi bütün yasaklardan kurtararak sadece izanla ve vicdanla
düşünmemiz gereken, olayları mütalaa etmemiz gereken ve
değerlendirmemiz gereken bir noktada olduğumuzu düşünüyorum ve
sözlerimin başında bu ihtiyacın altını sadece çizmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben de çok teşekkür
ederim. Geçen dönem başlayan bir çalışma. Sayın Erdemin
başkanlığında çalışan bir kurul, şimdi
Sayın Birincinin başkanlığında çalışan bir
kurul gerçekten çok yararlı bir rapor ortaya çıkarmış. Ben
dikkatle okumaya çalıştım. Bilgilerimizi tazelemeye yol
açıyor. Bir tarih anlatıyor bize, Türk dilinin geçirdiği
evreleri son derece özetli bir biçimde sıralıyor. Arkasından
önemli bir durum tespiti yapıyor ve sonra çok ciddiye almamız gereken
çözüm önerileri sunuyor. Yüz
sayfayı aşkın bir çalışma. Emek veren bütün
arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bizim
Bakanlığımıza, başka kamu kurumlarına, elbette
iletişim organlarına, elbette eğitim ve öğretim
birimlerinde çalışanlara çok üzerinde durulması gereken öneriler
yapılmış. Kendi payıma ben kendi birimimiz çerçevesinde
bunların hepsini dikkatle değerlendirmeye
çalışacağımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Rapor bir uzlaşmanın sonucu, okurken onu gördüm. Raporun
altında imzası bulunan arkadaşlarımızın
çeşitli noktalarda farklı düşünceleri olduğunu biliyorum.
Ama bir karşı oy yok. Yani ağaca takılmadan, Türk dilinin
geliştirilmesi, Türk dilinin korunması çerçevesinde bir ortak
doğrultuda yürünmeye çalışılmış. Bunun da çok
doğru bir yaklaşım olduğuna inanıyorum.
Türkçe, gerçekten, sevgili ve rahmetli Yahya Kemalin
söyleyişiyle, ağzımızda anamızın ak sütü gibi
kutsallık taşıyan ve bizi bir arada tutan en temel unsurlardan
birisi. Fazıl Hüsnü Dağlarcanın, daha uzun ömürlü
olmasını dilediğim sevgili Fazıl Hüsnü
Dağlarcanın ifade ettiği gibi, ses, bayrağımız
bizim. Elbette, üzerinde birtakım kendi özel
yaklaşımlarımızı, öznel
yaklaşımlarımızı bir tarafta bırakarak bir
uzlaşma çerçevesi bulmamız ve o çerçeve üzerinden dilimizi,
kültürümüzü geliştirmemiz gerekiyor.
Konuşan arkadaşlarımızın hepsini dikkatle
dinledim, çoğu raporda yer alan, gerçekten çok ilginç örneklemeler
yaptılar. Gerçekten, iletişim teknolojisinin bu son zamanlardaki
hızlı gelişmesi karşısında bir savrulma
yaşıyoruz. Gerçekten, Batı dillerinden özensiz biçimde bir
kopyalama, özensiz çeviri gayretleri, taklit etme gayretleri var. Düşünün
ki, Anadoluda çok sayıda radyo var. Artık, iletişim teknolojisi
sayesinde İnternette çok sayıda haberleşme olanağı
ortaya çıktı. Artık, devletin bir televizyonu yerine ulusal
anlamda çok sayıda televizyon, yerel anlamda sayılamayacak ölçüde
televizyon çıktı ve ne yazık ki ciddi bir dil eğitiminden
geçmemiş olan arkadaşlar ve ciddi bir dil bilinci gelişmemiş
olan arkadaşlar, bütün bu iletişim ortamlarında kendilerini
dinleyen, kendilerini görsel, yazılı biçimde izleyen kişilere
bir tür dil önderliği yapıyorlar ve bu bizi kaçınılmaz
olarak, tabii, bir savrulmaya, bir özensizliğe taşıyor. Bunlarla
ilgili bazı örnekleri, ben de benimsediğim, paylaştığım,
gerçekten kaygıyla izlediğim bazı örnekleri tekrar
etmeyeceğim. Ticari alanda ciddi bir dil bozulması var. Bunu
Batı ülkelerinde, gittiğiniz herhangi bir Batı ülkesinde sokakta
bizde olduğu kadar görmüyorsunuz. Bizim üzerinde
çalıştığımız sektörde ciddi biçimde bir Türkçeden
kopuşluk, Kültür ve Turizm Bakanlığının turizm
alanında, biraz da dışarıya hitap etmekten kaynaklanan bir
gayretle bir özensizlik var. Bütün bunları biliyorum. Ama, bir karamsarlığa
kapılmamamız gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.
Yine bu rapor vesilesiyle başka bazı bilgileri de tekrar
düşündüm ve gözden geçirdim. Türkçe, bütün bu savrulma, bütün bu
kopyalama, bütün bu özensizlik, bütün bu kural dışı
anlatım, yazım sonuçlarına rağmen ya da sorunlarına,
sıkıntılarına rağmen, belki tarihi boyunca
olmadığı kadar büyük bir yaygınlık içinde de şu
anda kullanılıyor. Düşünün ki burada oturan birçok
arkadaşımızın 30 milyon, 40 milyon diye
hatırladığı Türkiye bugün 70 milyonlarda ve bu 70 milyon,
olmadığı kadar yaygın bir öğrenci kitlesine Türkçe
eğitim yapıyor. Çok sayıda üniversitede Türkçe eğitim
yapılıyor ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından
sonra bir dönem alfabe olarak da, dil olarak da baskı altında bulunan
Türkçe, farklı lehçelerine rağmen, şu anda çok daha büyük bir
özgürlük ortamı içinde. Türkiyenin önderlik ettiği TÜRKSOY, Türk
dili konuşan devletlerin toplulukları, on beş yıldan beri
bu alanda bir birliktelik sağlamaya çalışıyor. Geçmiş
yıllarda ben de kaygıyla izliyordum. TÜRKSOY
toplantılarında Rusça genellikle yaygın bir dil olarak ve ortak
anlaşma dili olarak kullanılıyordu. İlk defa bu yıl,
Türksoyun bütün temsilcileri resmî toplantıda, yapabildikleri kadar kendi
Türkçeleriyle birbirleriyle anlaşmaya çalıştılar. Bunlar,
bütün bu yaşadığımız sorunlara,
sıkıntılara rağmen, yeni gelişmeler ve olumlu
gelişmeler.
Çok sayıda, Avrupanın ortasından Asyanın
ortalarına kadar, farklı ağızlarda, farklı lehçelerde
ama Türkçe konuşuluyor ve belki Türkçe, başlangıçtan, yani
kullanılmaya başladığından bugüne kadar, ilk defa bu
kadar Türkçe yayınla yüz yüze geliyor, çok sayıda yayın da
yapılıyor. Yani bir sıkıntı var, bir sorun var, bir
savrulma var, bir kopyalama var, aynı zamanda olumlu gelişmeler de
var. Bunları da umutlu bir ortamı tespit etmek için sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Arkadaşlarım, bu raporda paylaştığım
paylaşmadığım, benim de şahsen
Mesela bir
başlık var ki, onu söylemeden geçemeyeceğim: Harf ve dil
inkılabı diye bir terim var 41inci sayfada, dil
inkılabı. Bir kere bu inkılap sözcüğü 12 Eylülleri
hatırlatıyor bana, bir devrim denmesin diye, evrim denmesin diye
dayatılmış bir sözcük gibi. Eğer Türkçe üzerine bir rapor
yapıyorsak, bence artık bu raporda (Yani, harfle ilgili bir devrim
yaşadı Türkiye, doğrudur. Dilde devrim
olmayacağını düşünüyorum ben. Dil bir evrimleşme, bir
gelişme süreci içindedir.) daha farklı bir terim kullanabilirdik diye
düşünüyorum. Dilde devrim olmaz bence, inkılap da olmaz tabii
böylece. Harfte oldu, yaşandı, onun adı da devrimdir. Evrim, devrim
sözcükleri bugün çocuklar tarafından da, devletin tepesi tarafından
da kullanılıyor. Böyle bir, dilde sadeleşmede
aşırıya kaçmamak nasıl bir dikkat gereğiyse, dilde bir
eskiye dönüş gayreti de bence, bugün halkın kullandığının
dışında, gençlerin kullandığının
dışında bir eskiye dönüş gayreti de çok doğru
değil gibi geliyor.
Bunun dışında, biz dilde, Türkçede bir
yaygınlık olsun, Türkçe konuşan coğrafyalarda insanlar
birbirlerini tanısın, özellikle Türkiyeden 60lı yıllardan
bu yana başka coğrafyalara gitmiş olanlar kendi dillerinden
kopmasınlar diye, geçen dönemin son aylarında çıkan bir
yasanın gereğini yerine getirmeye çalışıyoruz.
Tıpkı Goethe Enstitüsü gibi, tıpkı Cervantes Enstitüsü
gibi, yeni bir, Türkçeye, Türkçe öğretimine, Türk kültürünün
yaygınlaşmasına fırsat verecek olan bir enstitü
çalışması içindeyiz. Bunun mütevelli heyet
çalışması, yönetim kurulu çalışması oldu. Yurt
dışına gittiğimde Cervantes Enstitüsünün çok prestijli bir
binada olduğunu gördükten sonra bizde de öyle olması gerektiğini
düşündüm ve Ankarada çok özel bir mekânı restore ediyoruz ve Yunus
Emre Enstitüsü olarak 2009dan itibaren
Bu hem Türkiyede hem Türkçenin çok
yaygın kullanıldığı ve temel eğitiminin
verilmesinin hayati bir ihtiyaç olduğu ülkelerde faaliyete geçecek.
Yine, geçen yıllarda başlamış bulunan Türk
Edebiyatını Dışa Açma Projesi var. Türk
Edebiyatını Dışa Açma Projesi -yani TEDA Projesi-
kapsamında 400e yakın Türkçeden yabancı dile çevrilme talebi
gelen esere destek, 470 kadar esere destek verildi. Bunun 180i
aşağı yukarı bu yıl Frankfurt Kitap Fuarında
farklı dillerde, yani Almancadan, Bulgarcadan, Çinceden, Koreceden Latin
dillerine kadar çeşitli dillerde Frankfurt Kitap Fuarında dünya
okuryazarlarıyla buluşacak.
Biliyorsunuz, bu yıl, UNESCO tarafından,
Kaşgarlı Mahmut yılı olarak ilan edildi. Biz Bakanlık
olarak Kaşgarlı Mahmutun Divanü Lûgat-it- Türkünün tıpkı
basımını yaptık, yeni olarak çıktı ve Frankfurt
Kitap Fuarına bu tıpkı basımı götüreceğiz. Kaşgarlı
Mahmutla ilgili bir prestij kitap çalışması yapıyoruz.
Arkadaşlarımız önermişlerdi, bizim büyük
yazarlarımız, şairlerimizle ilgili anma günleri, anma
kitapları yapılsın diye. Daha önce Mehmet Âkifle ve Sabahattin
Aliyle ilgili çalışmalar 2006 ve 2007de
yapılmıştı. Bu yıl Yahya Kemalin ölümünün 50nci
yılı biliyorsunuz ve gelecek yıl da Yahya Kemalin
doğumunun 125inci yılı. Bu yıl bu mevsimden
başlayarak Yahya Kemalle ilgili sempozyumlar, anma toplantıları
ve kitaplar yapılıyor. Bir, yine prestij kitap, yeni, ben, bugün ilk
defa, ilk baskısını, ilk nüshasını gördüm. Bunlar devam
ediyor.
Bizim İnternet ağımızda Türkçe lehçelerinin
birbirini tanıması için Gaspıralı Çeviri Programı var.
Gaspıralı İsmailin anısına, hatırasına
saygı çerçevesinde. Bu lehçeler arasında birlikteliği
sağlamaya çalışıyor ve yine biraz önce söyledim, Türksoyun
faaliyetleri bu alanda, Türkçe konuşan, Türkçe lehçelerini konuşan
ülkeler arasında bir iş birliğini ve bir dil birliğini
sağlamaya çalışıyor. Ekim ayının 14ünde de
Frankfurt Kitap Fuarının, dünyanın en büyük kitap
fuarının önüne, dünyanın bütün okuryazarlarının önüne,
Türkçe bütün engin birikimiyle, bütün entelektüel derinliğiyle,
zenginliğiyle ve Türkiye coğrafyası üzerindeki bütün diller,
bütün yayınlar, bütün kültürel zenginlik, bütün çeşitliliğiyle,
14 ve 20 Ekim arasında Frankfurtta, bir anlamda dünyanın bilgisine,
dünyanın görgüsüne, dünyanın dikkatine sunulmuş olacak.
Şunun için bu örnekleri vermek istedim: Yani evet bir
sıkıntı var, özellikle gençlerimizde bir özensizlik var,
özellikle öğreticilerde bir yetersizlik var, ama çok korkulacak bir
noktada olmadığımızı düşünüyorum. Elbette biz
Parlamento olarak bu konuda daha dikkatli olmalıyız, elbette bütün
kamu kurumları daha dikkatli olmalı. Bir arkadaşım örnek
verdi. Ben de örneğin devletin, kamunun iddia sözcüğünü bozan bir
şans oyununa izin vermiş olmasını çok
yadırgamıştım. Bugün de aynı yadırgamayı
sürdürüyorum ve devletin özellikle, devletin, kamunun, iletişim
araçlarının özellikle, böyle, dili yanlış kullanma
konusunda hiçbir ödüne yol açmaması gerektiğini düşünüyorum. Biz
görevimizi dikkatli yaparsak Parlamento hem biçim olarak hem öz olarak dile
-dil bir anlaşma aracı- anlaşmanın öteki unsurlarına
da tabii aynı dikkati ve aynı özeni, aynı saygıyı
gösterirse Türkiye iyi örnekler görerek, bu genç toplum, iyi bir
doğrultuda diline de bağımsızlığına da
bütünlüğüne de sahip çıkacaktır diye düşünüyorum.
Bu rapora emek veren bütün arkadaşlarımın tekrar
emeklerine teşekkür ederek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Günay.
Şahısları adına Konya Milletvekili Ayşe
Türkmenoğlu konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Türkmenoğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
AYŞE TÜRKMENOĞLU (Konya) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu Raporuyla ilgili şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce
Aktütünde şehit olan 17 vatan evladına bu yüce kürsüden, tekrar,
Allahtan rahmet diliyor, şehit aileleri ile tüm milletimize
başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, iletişim
aracı olan dil insanlar arasında duygu ve düşüncelerin
aktarılmasını sağlar. Dil aynı zamanda nesiller
arasında bağ kurar. İnsanların bir arada
yaşamasını sağlayan dil milletleri millet yapan en önemli
unsurdur. Toplumlar millet olmayı bir dile sahip olmakla elde ederler ve
millî varlıklarını ancak kendi dilleriyle koruyabilirler.
Millî kimliğimiz olan Türkçemiz dünyanın en eski ve en
zengin dillerinden birisidir. Bugün Avrupadan Uzak Doğuya kadar
geniş bir coğrafyada kullanılan Türk dilini 200 milyondan fazla
insan konuşmaktadır. Türk dili, Anadoluda, Balkanlarda, Avrupada,
Türkistanda, Avustralyada, yani dünyanın dört bir yanında
konuşulan zengin bir kültür, bilim ve sanat dili hâline gelmiştir.
UNESCO hazırladığı bir raporda Türkçeyi dünyanın
beşinci büyük dili, olarak açıklamıştır.
Dil aynı zamanda millî kültürün de temelini teşkil eder.
Kültürün doğması ve gelişmesi dile bağlıdır. Bir
milletin dili bozulursa kültürü de bozulur. Bu bozulma sanat, edebiyat ve fikir
hayatında bozulmalara yol açar, birçok değer yok olur. Bugün
Türkçemiz de ciddi bir yozlaşma ve bozulma ile karşı
karşıyadır. Dilimiz iyi konuşulup
yazılamamaktadır, cümle bozuklukları vardır. Günümüzde
Türkçenin iyi yazılıp konuşulamadığı, ilk ve
ortaöğretimde yeni yetişen nesillere yeterince öğretilemediği
bir gerçektir. Gençlerin Türk dilinin güzellik ve zenginliklerinden giderek
mahrum kaldıkları, Türkçedeki bozulma ve
yabancılaşmanın sonucu tarihimizden, kültürümüzden,
dolayısıyla medeniyetimizden habersiz bir nesil yetişmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkçemizdeki bozulmaları milletvekili arkadaşlarımız
geniş bir biçimde açıkladılar.
Türkçedeki bu bozulmayı önlemek için çözüm önerilerini bir an önce
hayata geçirmemiz gerekmektedir. Türkçemizin bağımsız bir dil
olarak yaşaması, varlığını sürdürebilmesi için
Türkçe konusunda bireysel ve toplumsal duyarlılık
kaçınılmazdır. Bu konuda, bireyler ve toplum olarak Türkçe
bilincini taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız.
Dilimize karşı her türlü özensizliği ve
yanlış kullanımları alışkanlık hâline
getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile
yabancı sözcük tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile
yabancı dilde öğretimi birbirine kesinlikle karıştırmamak,
Türkçenin bilim dili olmadığı görüşüne karşı
çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp gerekli önlemleri
almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve terim
türetimine hız vermek, nitelikli ve yeterli sayıda öğretmen
yetiştirmek Türkçemizin varlığını sürdürebilmesi için
büyük önem taşımaktadır. Dilimizin bozulmasını önlemek
ve yabancılaşmanın önüne geçmek için Türkçenin doğru
kullanımı ile ilgili bilincin oluşturulmasına öncelikle
aileden başlanılmalıdır. Çünkü çocuklarımız
Türkçeyi önce ailelerinden öğrenmektedirler.
Sayın milletvekilleri, Türkçe öğretimi büyük ölçüde
ortaöğretimde bitirilmelidir. Yükseköğretimde gençlerimiz dilleriyle
kendilerini ifade edebilecek olgunluğa ve birikime
kavuşturulmalıdır. Bunun için yükseköğretimde Türkçe
dersleri ezbere değil, daha çok okumaya ve ifade etmeye yönelik olarak
yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için dilin insan
ömründen hızlı değişmemesi gerekmektedir. Bunu Necat
Hocamız da belirtti. Aksi durum, toplum hayatında kopukluklara,
anlaşmazlıklara yol açar, birbiriyle anlaşamayan nesiller ortaya
çıkar; millî birlik, ortak idealler yıpranır, hatta yok olur.
Özellikle, biliyorsunuz 26 Eylülde Dil Bayramı okullarda kutlanan belirli
bir gün olarak geçiyor. Sadece önemli günler ve haftalar arasında geçiyor
ve bundan sonrası unutuluyor. Bu konuda bilincimizin ve duyarlılığımızın
daha farklı olması gerektiğini düşünüyorum.
Karamanda kutlanan geleneksel Türk Dil Bayramı
etkinliklerine kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum
kuruluşlarının desteği yoğun bir şekilde
sağlanmalıdır. Özellikle de yasal anlamda düzenlemeler
yapılmalıdır. Bununla ilgili de zaten komisyon raporumuzda
belirtilmişti, tekrar ben kısaca belirtmek istiyorum:
Sürekli gelişen ve değişen, dinamik bir yapıya
sahip olan dil, elbette yasalarla, yasaklarla korunamaz; ancak birtakım
düzenlemeler olmadan da sağlıklı bir şekilde gelişmesi
mümkün değildir. Bu nedenle acilen bazı yasal düzenlemelerin
yapılması bir zorunluluktur. Sağlık, sanayi, ticaret,
iş alanları ve yerel yönetimler başta olmak üzere çeşitli
sahalarda hâlen yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin Türkçeyle ilgili
maddeleri uygulanmalıdır.
Türkçe, millet olarak geçmişten geleceğe bütün güç ve
kabiliyetlerimizi kuşatır, onları hayatın içine
taşır. Maddi ve manevi her olay, durum, dil
aracılığıyla insan hayatından başka bir
insanın hayatına ve insanların dünyasına
aktarılır.
Dil, bütün bunlarda aracılık görevini yapar. Dil,
donmuş bir varlık değildir, onda durmak bilmez bir hareketlilik
vardır. Dil, toplum hayatıyla birlikte yürür, toplumdaki her şey
dile yansır. Bunun için dilin insan ömründen hızlı
değişmemesi gerektiğini belirtmiştik. Millî birlik ancak
ortak ideallerin korunmasıyla gerçekleşir.
Bu duygu ve düşüncelerle, her kurum ve kuruluşun kendi
üzerine düşen görevi hassasiyetle yerine getireceğini umuyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Türkmenoğlu.
Şahsı adına Muğla Milletvekili Mehmet Nil
Hıdır.
Buyurunuz Sayın Hıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET NİL HIDIR (Muğla) Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk
dilinin yozlaşmasını önleme konusunda araştırma yapmak
üzere kurulan komisyonda yer alan milletvekili arkadaşlarınızdan
biriyim. Günün geciken bu saatinde ben, daha çok geçmişte gerek şiirleriyle
gerek sözleriyle bugün tartıştığımız Türkçenin
yozlaşmasını dile getiren şairlerimizin ve beylerimizin
sözlerini aktararak sözümü bitirmeye gayret edeceğim.
Öncelikle, Aktütünde şehit olan aziz Mehmetçiklerin
anısına, Yunus Emrenin diliyle Yanar özüm, göynür gözüm, yiğit
iken ölenlere/ Hani bana şöyle gelir, gök ekini biçmiş gibi. diyerek
yanan özümüzü ifade etmeye gayret ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Yunus Emre 1200lü yıllarda
dilin söze, sözün akla, aklın fiile tesirini şu mısralarla ne
güzel ifade etmiş:
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ede bir söz.
Sözün, özün aşırgil,
Yaramazın şaşırgil,
Yalan söze ne hacet,
Doğru sözü taşırgil.
Bugünün bir şairi de eleştirisini bugünün
hatalarına işaret ederek şöyle ifade ediyor:
Evetin yerini aldı yesler,
Pekâlânın yerini okeyler.
Hayır deme cesareti yoksa, der ki no,
Allaha ısmarladık yerine kime ısmarlar ki
hello?
Teşhir salonu ne güzeldi showroom yerine,
Eskidji neyi ifade eder eskici yerine?
Efendim, başlamak lazım startı terk ederek,
Adaptasyon yerine uyum sağla diyerek.
Hepinizi doğru, yalın, sade bir Türkçeyle konuşmaya
davet eder, saygıyla selamlarım. (AK PARTİ ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Hıdır.
Sayın milletvekilleri, Türkçede bozulma ve
yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin
korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98inci, İç
Tüzükün 104 ve 105inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/35,
43, 49, 70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Şimdi, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.39
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.52
BAŞKAN: Başkan Vekili
Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Bu kısmın 2nci sırasına alınan,
Kırklareli Milletvekili Tansel Barış ve 29 milletvekilinin,
Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve 21 milletvekilinin, Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır ve 22 milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21
milletvekilinin, Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 milletvekilinin, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 milletvekilinin, İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 19 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal
Demirel ve 33 milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32
milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 milletvekilinin ve
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 milletvekilinin önergeleri
üzerine, küresel ısınmanın etkileri ve su
kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi konusunda Anayasanın
98inci, İç Tüzükün 104 ve 105inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel
görüşmeye başlıyoruz.
2.- Kırklareli Milletvekili
Tansel Barış ve 29 Milletvekilinin, Antalya Milletvekili Tayfur Süner
ve 21 Milletvekilinin, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21
Milletvekilinin, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve 22
Milletvekilinin, Konya Milletvekili Özkan Öksüz ve 21 Milletvekilinin,
Uşak Milletvekili Nuri Uslu ve 21 Milletvekilinin, Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 20 Milletvekilinin, İzmir
Milletvekili Oktay Vural ve 19 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal
Demirel ve 33 Milletvekilinin, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 32
Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 27 Milletvekilinin, Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 24 Milletvekilinin, Küresel
Isınmanın Etkileri ve Su Kaynaklarının Sürdürülebilir
Yönetimi Konusunda Meclis Araştırması Açılmasına
İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/1, 4, 5, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17) (S. Sayısı:
138) (x)
BAŞKAN Komisyon?.. Yerinde.
Hükûmet?.. Yerinde.
İç Tüzükümüze göre, Meclis araştırması
komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge
sahiplerine aittir. Daha sonra, İç Tüzükümüzün 72nci maddesine göre
siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları
adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon
ve Hükûmet de söz alacaktır. Bu suretle Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış
olacaktır.
Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve siyasi parti
grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar
için onar dakikadır.
Komisyon raporu 138 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
İlk söz, önerge sahibi olarak Kırklareli Milletvekili
Sayın Tansel Barışa aittir.
Sayın Barış, buyurunuz efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
TANSEL BARIŞ (Kırklareli) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 138 sıra sayılı küresel
ısınmanın etkileri ve su kaynaklarının sürdürülebilir
yönetimi konusunun araştırılması amacıyla kurulan
araştırma komisyonu raporu hakkında ilk önerge sahibi olarak söz
almış bulunuyorum. Bu duygularla yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, konuya girmeden önce, ben de
Aktütün Karakoluna yapılan saldırı sonucunda şehit olan
askerlerimizi, 17 askerimizi rahmetle anıyorum, yaralılara acil
şifalar diliyorum, ailelerine sabırlar ve yüce Türk ulusunun
başı sağ olsun diyorum.
Değerli arkadaşlar, 22nci Dönemde bu komisyon yine
kurulmuştu, raporunu hazırladı ama dönem sonu geldiği için
rapor Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmamıştı. Bu
nedenle, 23üncü Dönemde de bu komisyon tekrar kuruldu ve
arkadaşlarım çok yoğun bir çalışma sonucunda beş
yüz sayfayı aşan bir rapor hazırladılar. Ben emeği
geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ve umarım ki
Hükûmet de bu raporun gereğini yerine getirir.
Değerli arkadaşlarım, bugünlerde dünyayı ve
insan hayatını tehdit eden, düzenini altüst edebilecek seviyeye
ulaşan küresel ısınma konusu dünya kamuoyunu gerçekten çok
meşgul etmektedir haklı olarak ama maalesef, bizim ülkemizde konu
henüz daha çok net olarak ortaya çıkmamış, halkımız bu
konuda aydınlatılmamış, medya gerektiği gibi konuya
eğilmemiş ve tabii ki ilgili bakanlıklar da konu üzerinde gerek
milletvekillerini gerekse kamuoyunu yeterince bilgilendirmemiştir. Hatta
ilgili bakanlıklar kendi aralarında bile Küresel
ısınmanın sonuçları nasıl olacak? diye bir
koordinasyon dahi yapmamışlardır veyahut da yeterli
yapmamışlardır. Devlet Planlama Teşkilatı ve birkaç bakanlığımız,
Enerji ve Sanayi Bakanlıklarımız konuya pek de olumlu
yaklaşmamışlar. Tabii ki gelinen aşamada belki tüm
bakanlıklar artık bir araya gelmiş ve küresel ısınmanın
önemini kavramışlardır ama zaman da geçiyor doğrusu. Bu
nedenle ben, -Çevre Bakanı da yanımızda- bu konunun çok daha
ciddi olarak ele alınacağı ve alınması gerektiği
konusunda -onun da destekleriyle- bu küresel ısınma sorunu daha da
net bir şekilde gündeme gelecektir.
Değerli arkadaşlarım, basit bir şekilde
Küresel ısınma ne? diye sorduğumuz zaman, soğuk bir
havada, karlı bir günde ve güneşli bir havada bir araba içerisinde
bulunuyoruz. Güneş ışınları arabanın içerisine
giriyor ama yüksek frekansta giren güneş ışınları
çıkışta frekansları düştüğü için araba içerisinde
kalıyor ve dışarıdaki ısı sıfır derece
olduğu hâlde içerisi bir saat içerisinde 20 dereceye
ulaşabilmektedir. İşte küresel ısınma da bu demektir.
Sera gazlarının atmosferimizi sarması ve bunun neticesinde de
güneş ışınlarının geriye dönememesi nedeniyle
dünyamız ısınmakta ve küresel ısınma işte bu
nedenle ortaya çıkmaktadır değerli arkadaşlarım.
Dünyada kendi doğal dengesi içerisinde yaklaşık
kırk bin yılda bir küresel ısınma, küresel soğuma
oluşmaktadır ancak bunlar düşük boyutlu olduğu için pek
fazla etki yapmamaktadırlar. Başka bir anlatımla
yıllık ortalama ısı farkı 1 derece dolayında
olduğundan bunlar net bir şekilde ortaya çıkmamaktadır.
Ancak sanayileşmenin, fosil yakıtların acımasızca
kullanımı sonucunda günümüz dünyasında maalesef küresel
ısınma ciddi boyutlara doğru adım atmaktadır.
Dünyanın bu sıra dışı
ısınmasının insanlığı kısa ve orta
vadede çok ciddi sıkıntılara sokacağı, çok ciddi
tehlikelerle karşı karşıya bırakacağı
açıkça görülmektedir. İnsanlığın
karşılaşacağı bu felaketleri düşünmek bile
ürkütücü gelebiliyor değerli arkadaşlarım. Örnek verecek
olursak: Bangladeş, Hollanda, Güney Hindistan gibi sahil ülkelerinin yüzde
80i deniz içerisinde kalabilecektir. Yani bunlar belki bir felaket senaryosu
arkadaşlar ama elli yıl, altmış yıl sonra neler
olabileceğini kestirmekte şu anda güçlük çekebiliyoruz. Akdeniz ve
daha güneyindeki bazı ülkelerin susuzluk sonucu kuraklıkla
karşı karşıya kalacağı, bunun sonucu da
kıtlık başta olmak üzere toplu insan ve diğer
canlıların ölümleri ve tabii ki inanılmaz göçler ortaya çıkacaktır.
İnsanlığı ve dünyamızı bu kadar
tehdit eden, adına küresel ısınma dediğimiz insanlık
ayıbını dünyamızın başına kim bela
etmiştir değerli milletvekilleri? Elbette ki tekelci kapitalizm ve
emperyalizm. Küresel ısınmanın oluşmasında
Amerikanın içinde bulunduğu sanayileşmiş 7 ülkenin yüzde
65 oranında sorumluluğu olduğu ifade edilmektedir. Dünyada bu
zararlı sera gazlarının engellenmesi için 178 ülkenin bir araya
gelerek Kyoto Sözleşmesini imzalamasına rağmen Amerika
Birleşik Devletleri bu sözleşmeyi imzalamıyor ki bu oranın
tek başına yüzde 36sını oluşturuyor. Küresel
ısınmayla birlikte denizlerdeki su seviyesinin yaklaşık
yirmi yıl sonra ne kadar olacağı bilinmemekle beraber bazı
adaların sular altında kalabileceği iddia edilmektedir.
Bir taraftan küresel ısınmaya karşı ne gibi
tedbirlerin alınacağı tartışılırken
diğer taraftan da zaten dünyada kıt olan içilebilir su
kaynaklarının daha dikkatli ve tasarruflu kullanılması
konusunda tedbirlerin alınması zorunlu hâle gelmiştir. Bugün
dünya nüfusunun dörtte 1i içme suyu sorunuyla karşı
karşıyadır ve her yıl 25 milyon insan temiz sudan mahrum
kaldığı için hayatını kaybetmektedir.
Hepimizin çok iyi bildiği gibi, dünyadaki su
kaynaklarının ancak yüzde 3ü içilebilir sudur. Ülkemize
baktığımızda, sanıldığı gibi su zengini
bir ülke değiliz. Devlet İstatistik Kurumunun verilerine göre 2030
yılında nüfusumuz 100 milyona ulaşacak, bugün itibarıyla
yıllık kişi başına düşen su miktarı 1.642
metreküp iken 2030 yılında bu miktar bin metreküpe inecektir.
Birleşmiş Milletlerin raporlarına göre Türkiyenin
2025 yılından itibaren su sıkıntısı
yaşayacak bir ülke olacağı söylenmektedir. Demek ki Devlet
İstatistik Kurumunun da raporları bu doğrultuda ve bu raporlar
da doğrulanmaktadır. Bugün çok ciddi su sıkıntısı
yaşayan Orta Doğu, gözünü Türkiyenin suyuna dikmiş. Bu durum da
ileride bu bölgede su savaşlarının
yaşanacağının işaretleri olabilir mi acaba?
Değerli milletvekilleri, Kyoto ile ilgili bir mesaj vermek
istiyorum: Gelecek kuşaklarımıza karşı
çağından sorumlu Türk halkı olarak dünyayı tehdit
altına alan küresel ısınmaya karşı toplumun
bilinçlendirilmesini sağlamak adına kullanılabilecek tüm
iletişim araçlarından yararlanmalıyız. Eğitim ve
öğretim kurumlarımızda konunun önemine binaen ders konusu olarak
okutulmasını sağlamalıyız. Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak Kyoto Sözleşmesini bir an önce gündemimize alarak küresel
ısınmada ödevini yerine getiren duyarlı ülkeler
kervanını kaçırmadan sorumluluğumuzun gereğini yerine
getirmeliyiz diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Barış.
Sayın milletvekilleri, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.04
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.11
BAŞKAN: Başkan Vekili
Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 2nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
138 sıra sayılı Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Hükûmet? Yok.
Görüşmeler ertelenmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irakın kuzeyinden ülkemize
yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf
edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak
üzere Irakın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi
ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için Anayasanın
92nci maddesi uyarınca Hükûmete verilen bir yıllık izin
süresinin 17 Ekim 2008 tarihinden itibaren bir yıl süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi ile
alınan karar gereğince 138 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporunu ve kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için 8 Ekim 2008 Çarşamba
günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.12
IX.- KOMİSYONLAR BÜLTENİ
1.- 1.1.2008
tarihinden 30.6.2008 tarihine kadar komisyonlara gelen, neticelenen ve kalan
işler
Not: Komisyonlar Bülteni II
Tutanağın sonuna eklidir.