DÖNEM: 23                              CİLT: 38                       YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

48’inci Birleşim

22 Ocak 2009 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı’nın, 1990 yılında Azerbay-can’da yaşanan “Kanlı Ocak”ın yıl dönümüne ve tıbbi cihaz üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Mersin Milletvekili Kadir Ural’ın, narenciye üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

3.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, 5233 sayılı Yasa’ya göre, terör mağduru olan kişilerin maddi zararlarının ödenmesine ilişkin gündem dışı konuşması

 

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in terörden zarar gören kişilerin paralarının ödenmesine ilişkin açıklaması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULU SUNUŞLARI

A) Gensoru Önergeleri

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, TRT’nin Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yayınlarıyla kamu yayıncılığı kural ve ilkelerine aykırı davranmasına göz yumduğu iddiasıyla Devlet Bakanı Mehmet Aydın hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)

B) Tezkereler

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Almanya’ya yapacağı resmî ziyarete ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/667)

2.- TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Japonya’ya yapacağı resmî ziyarete ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/668)

C) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının himayesinde, Kızılay tarafından, Gazze’deki yaralılar için kan bağışı kampanyasının başladığına ilişkin duyuru

 

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLAR-DAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 2 Milletvekilinin; Niğde Milletvekili Mümin İnan ve 6 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 2 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Ali Temür’ün; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/664, 2/59, 2/261, 2/357, 2/370) (S. Sayısı: 320)

3.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266)

VII. – YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, süt üretimi ve tüketiminin teşvikine ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6007)

2.- İstanbul Milletvekili Hasan Macit’in, Edirne’nin Lalapaşa ilçesinin kuraklık kararnamesi kapsamına alınmasına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6104)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel’in, belediye iştiraki şirketlerin denetimine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan’ın cevabı (7/6127)

4.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, engellilere verilen akülü tekerlekli sandalyelere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/6180)

5.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, don afeti mağduru fındık üreticilerine yapılacak ödemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6201)

6.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ziraat mühendisi ve veteriner hekim alımına,

- Manisa Milletvekili Mustafa Enöz’ün, çiftçilerin kredi borçlarının yeniden yapılandırılmasına,

- İzmir Milletvekili Kamil Erdal Sipahi’nin, çiftçilerin sorunlarına,

Süt sektöründeki sorunlara,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı (7/6230), (7/6231), (7/6232), (7/6233)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak beş oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, Uğur Mumcu’nun ölüm yıl dönümüne,

Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, kalkınma ajanslarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un, tekstil sektörünün sorunları ve Teşvik Yasası’nın süresinin uzatılmasına ilişkin gündem dışı konuşmasına Maliye Bakanı Kemal Unakıtan cevap verdi.

Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/982),

Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın (6/1074),

Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 21 milletvekilinin, yerel basın ve yayın kuruluşlarının yaşadığı sorunların (10/310),

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 20 milletvekilinin, kot taşlama atölyelerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarının (10/311),

Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 21 milletvekilinin, çocuklara yönelik cinsel taciz ve istismarın (10/312),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Genel Kurulu ziyaret eden Umman Sultanlığı Savunma Bakanı Badr Bin Saud Bin Harib Al Busaidi’ye Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in İran’a yaptığı resmî ziyarete, iştirak etmesi uygun görülen milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmeleri Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

2’nci sırasında bulunan, Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (1/663) (S. Sayısı: 319) görüşmeleri tamamlanarak kabul edildi.

3’üncü sırasında bulunan, Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 2 Milletvekilinin; Niğde Milletvekili Mümin İnan ve 6 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 2 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Ali Temür’ün; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun (1/664, 2/59, 2/261, 2/357, 2/370) (S. Sayısı: 320) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi.

22 Ocak 2009 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.58’de son verildi.

                       

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Murat ÖZKAN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Giresun

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Harun TÜFEKCİ

 

 

 

Konya

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

                                                                                                                                                No.: 53

II.- GELEN KÂĞITLAR

22 Ocak 2009 Perşembe

Gensoru Önergesi

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili Kemal Anadol’un, TRT’nin Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yayınlarıyla kamu yayıncılığı kural ve ilkelerine aykırı davranmasına göz yumduğu iddiasıyla Devlet Bakanı Mehmet Aydın hakkında Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün  106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) (Başkanlığa geliş tarihi: 20/01/2009) (Dağıtma tarihi: 22/01/2009)

 

 

22 Ocak 2009 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Murat ÖZKAN (Giresun), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, tıbbi cihaz üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı’ya aittir.

Sayın Kabakcı, buyurun efendim.

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Konya Milletvekili Mustafa Kabakcı’nın, 1990 yılında Azerbaycan’da yaşanan “Kanlı Ocak”ın yıl dönümüne ve tıbbi cihaz üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

MUSTAFA KABAKCI (Konya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; tıbbi cihaz ve malzeme üreticilerinin problemleri hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, sözlerime başlarken, 19 Ocağı 20 Ocağa bağlayan 1990 yılında, gece, Azerbaycan’daki bağımsızlık hareketini bastırmak üzere tank ve zırhlılarla Bakü’ye giren Sovyetler Birliği ordusu, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 143 kişiyi şehit etmiş, 700’den fazla kişiyi de yaralamıştı. O gün, tarihe, Azerbaycanlıların deyimiyle “Kanlı Yanvar” yani “Kanlı Ocak” olarak geçti. Ancak bu, Azerbaycan’ın bağımsızlık hareketinde bir dönüm noktası olmuş ve Azerbaycan, günümüze kadar bağımsız bir ülke olarak dünyadaki siyasi konjonktürde yerini almıştır. O gün yaşanan acıları Azeri kardeşlerimizle beraber hâlâ yüreğimizde hissediyor ve bu vesileyle bağımsızlık yolunda şehit düşen tüm Azeri kardeşlerimizi saygıyla, rahmetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünyanın en hızlı büyüyen sektörlerinden olan tıbbi cihaz sektörü, ülkemizde de hızla gelişmektedir. Özellikle son yıllarda sağlık politikaları ve sağlığa yönelik uygulamalarda yaşanan büyük değişim ve dönüşüm dâhilinde yapılan yatırımlarda, sektör, önemli bir oyuncu olarak ülkemizin gelişmesinde yerini almıştır. Tıbbi cihaz sektörü, dünyada sürekli gelişen sektörlerin başında yer almakta, bu sektörde başarı sağlamış ülkelerin ticaretten aldıkları büyük pay ile gelişmişlik düzeylerinde ciddi bir artış gözlenmektedir. Ülkemizde dış bağımlılık oranının yüzde 90’larda olduğu sektörün gelişme ivmesini artırmak için önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Bu doğrultuda bahsedilecek konulardan biri, Devlet Malzeme Ofisi uygulamalarında açığa çıkan sorunlardır.

Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi Devlet Malzeme Ofisi, kamu yararını gözetmek ve kamu kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılması ve kamu kurumlarının malzeme ihtiyacının belirli standart ve kalitede satın alınması fonksiyonuna sahip bir kuruluştur. Bu fonksiyonuyla çok önemli bir görevi yerine getiren Devlet Malzeme Ofisinin kuruluş amaçlarından en önemlisinin de serbest piyasa koşulları dâhilinde yerli üreticileri desteklemek olduğu bir gerçektir. Dünyada gelişen ve gelişmekte olan sektörlerde yerli üreticilerin desteklenmesi, Devlet Malzeme Ofisi gibi kurumların varlığıyla mümkün kılınmaktadır. Nitekim, yazılı olarak ifade edilmese de Almanya’da, İtalya’da buna benzer kuruluşlar vardır ve onlar da yerli üreticilerini desteklerler. Ülkemizde son dönemde Devlet Malzeme Ofisi, yapmış olduğu çalışmalarla yerli üreticileri destekleyici bir politika da izlemektedir.

Devlet Malzeme Ofisine ilişkin bir başka konu ise kurumun yayınladığı kataloglarda medikal sektöre ait ürün gamının oldukça dar kapsamlı tutulmuş olmasıdır. Demirbaş olarak değerlendirilebilecek birçok ürün olduğu hâlde ürün kapsamında kısıtlanmaya gidilmesi doğru bir uygulama olarak görülmemektedir.

Sektörde yaşanan bir diğer önemli sorun ise KDV oranlarına yöneliktir. Tıbbi cihazların KDV oranlarının yüzde 8 olarak belirlenmesi üreticilerin aleyhine bir durum oluşturmuştur. İthalatçı firmalar yüzde 8 KDV ile malzeme alıp satabilirken üretici firmalar yüzde 18 ile ham madde ve yarım mamul satın almakta ve yüzde 8 KDV ile malzeme satışı yapmaktadır ve aradaki bu fark üretici firmaları ciddi manada sıkıntıya sokmaktadır.

Bu sorunların giderilmesinin yanında sektörün gelişimine katkıda bulunabilecek adımlardan bir diğeri de sektör ihracatını artırmaya yönelik çalışmaların yapılmasıdır. Bu bağlamda Hermes kredilerine benzer kredilerin Eximbank üzerinden kullanılarak ihracatın desteklenmesinden bahsedilebilir. Dışarıdaki ülkelerde ihalelere gittiğiniz zaman üreticiler Hermes gibi bir güçlü krediyle karşınıza çıkmakta ve Türk üreticileri maalesef zayıf kalmaktadır.

İhracata yönelik olarak eklenebilecek bir başka konu ise gelişmekte olan pazarlara yapılacak ihracatın desteklenmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kabakcı, konuşmanızı tamamlayanız.

Buyurun.

MUSTAFA KABAKCI (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Özellikle Afrika, Orta Doğu ve Pasifik ülkeleri dünya ticaretinde büyük bir pasta olarak görülmektedir. Diğer tüm sektörler için olduğu gibi tıbbi malzeme ve cihaz ihracatı için de bu bölgeler önemli ve değerli fırsatlar içermektedir.

Bu doğrultuda, sektörün, bahsettiğim bu pazarlardaki etkinliğinin artırılması amacıyla devlet destek ve özel teşvikler uygulamalıdır ve bu sektörün gelişmesi ülkemizin faydasına olacaktır diye düşünüyorum.

Bütün bu çalışmaların ülkemizin geleceğinin güzelleşmesinde katkısı olacağı düşüncesiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kabakcı, teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, narenciye üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Mersin Milletvekili Kadir Ural’a aittir.

Sayın Ural, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

2.- Mersin Milletvekili Kadir Ural’ın, narenciye üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

KADİR URAL (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, Türk milletinin değerli milletvekilleri; bugün, burada, sizlere ve televizyonları başındaki vatandaşlarımıza, narenciye üreticilerimizin sıkıntılarını dile getirmek üzere gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle, Gazze’de hayatını kaybeden çoğunluğu çocuk Filistin halkına ve yaralanan binlerce insana yapılan vahşete seyirci kalan dünya liderlerini kınıyor; ayrıca, insanlık tarihi ve Yüce Allah, yapılanlara, yaptıranlara, haberi olanlara, haberi olup da bir şeyler yapmayanlara gereken cezayı verecektir diyorum.

Bu arada, Gölcük’te trafik kazasında hayatını kaybeden şehit askerlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, acılı ailelerine de sabır diliyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; dünya nüfusu ve ülkemizin nüfusu arttıkça orantılı olarak narenciye üretimi de artmış, dünya limon ihracatında İspanya yüzde 44,29, Arjantin yüzde 20,96 ve Türkiye yüzde 18,68 bu ihracattan pay almakta. Ancak, ülkemizin payı giderek küçülmüş ve yüzde 5’ler düzeyine düşmüştür. Türkiye’de limon üretimindeki en büyük payı da yüzde 74 oranıyla Mersin alırken, arkasından yüzde 11 Adana, yüzde 8 ile Antalya gelmektedir. Üretilen bu limonlar, uzun yıllardır Nevşehir ilimizin değişik ilçeler ve beldelerindeki depolarda saklanmakta, yani Mersin’de üretilen limonlar kamyonlarla buralardaki doğal soğuk hava depolarına nakledilmekte, dolayısıyla maliyet de artmaktadır.

Sayın milletvekillerim, sizlere bir tabloyu çizmek istiyorum: Bölge milletvekili olmam sebebiyle, daha önce de belediye başkanlığı yaptığım için konuyu biliyorum, o dönem içerisinde, biz, Torosların yaylaları, özellikle Kırobası ve Avgadı gibi yaylalar bu depolama için, soğuk hava depolaması için en uygun yerlerdir. Hatta Nevşehir’den bile verimli, yüzde 97 gibi bir verim alınmakta, gelin buralara teşvik verelim dedik. Yıllardır bu teşviki istedik, 1999, 2000, 2001 yıllarında bu konuda çalışmalar yapıldı ama 2002’den sonraki bu soğuk hava depoları konusundaki çalışmalar maalesef Hükûmetimiz tarafından desteklenmedi. Bu soğuk hava depolarına bu manada destek bekliyoruz.

Sayın milletvekillerimiz, 1 kilogram limonun fiyatı, üretim fiyatı 40 kuruş, yani 400 bin liradır. Bu ERTUB’un vermiş olduğu bilgilerdir, Erdemli Turunç Üreticileri Birliğimizin, Silifke Üreticiler Birliğimizin verdiği bilgilerdir. 40 kuruştur, yani eski parayla 400 bin liradır. Şu anda buna bir de nakliye ve depo ücreti maliyeti bindiği zaman, bu maliyet 600-700 bin liraya çıkıyor ama şu anda üreticimiz limonunu 350 bin liraya, 400 bin liraya satamıyor. Burada Tarım Bakanımız, Maliye Bakanımız, Başbakanımız çıktığı zaman, iktidarımızın milletvekilleri çıktığı zaman “Çiftçiyle aramıza girmeyin, çiftçimizin durumu çok iyi.” diyorlar. Biz bölgeye gittiğimiz zaman çiftçimize soruyoruz, “Ya Tarım Bakanımız yalan söylüyor ya Başbakan yalan söylüyor ya Maliye Bakanı yalan söylüyor ya da çiftçi olarak siz yalan söylüyorsunuz.” dediğimiz zaman…

SONER AKSOY (Kütahya) – Ayıp oluyor, sen yalan söylüyorsun!

KADİR URAL (Devamla) – Çiftçilerimizin tepkilerini gidip yerinde görmek isterseniz, hep beraber oturup beraber gezebiliriz. Şu çiftçilerimizin iyi olduğu yerleri de hep beraber -sizlerle beraber- bir gün gezmeye gidersek bizleri de aydınlatacağınızı zannediyorum.

Limon ağaçları meyve dolu şu anda ama 350 bin liraya, 400 bin liraya alan yok. Bunu satmak ve ağaçları da bu limondan kurtarmak gerekiyor. Ağacı budamak, ilaçlamak, sulamak gibi işlemleri de yapmak gerekiyor ki seneye tekrar alınabilsin ama çiftçimiz maalesef bu konuda çok sıkıntıda. Bir de limonda çalışan üreticilerimiz var. Sabah 5’te evinden çıkacaksın, yola ineceksin, buz gibi havada işçi kamyonunu bekleyeceksin, kamyon gelecek, bahçeye gidecek; yere tezgâhlar serilecek ve limonda çalışmaya başlanacak. Akşama kadar. Sonuç: 15 bin lira. Yani 15 YTL bugünkü rakamla. Bu da her gün çalışılırsa, yani rüzgârı, yağmuru, karı, kışı hesap etmezseniz. 700-800 lira gibi, bir limon döneminde, bu işçilerimiz para kazanabiliyor ama 700-800 lirayla ne kadar geçinilebilir, bunu da yine sizlerin takdirinize bırakıyorum.

Sayın milletvekillerim, peki, narenciye ya da limon niye para etmiyor, üretici neden zarar ediyor, sebebine gelince: Limon maliyetini düşüremiyoruz. Neden? İlaç dışarıya bağlı, dolayısıyla pahalı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ural.

KADİR URAL (Devamla) – Sulama pahalı çünkü elektrik pahalı. Narenciye uygulama eğitimi verilemiyor. Depolama problemleri had safhada. Birlik, örgüt olma çalışmaları yok. Var olan birliğe de destek yok. Türkiye'nin de üye olduğu Akdeniz Ülkeleri Narenciye İşbirliği Komitesinde de ve dünyadaki organizasyonlarda da reklam eksikliği var. En önemlisi, pazarlama ve ihracat eksikliği var. Önemli pazarlarımızdan birisi olan Rusya’yla problemler yaşıyoruz. Bütün sınır kapıları narenciyeye kapalı ve dolayısıyla vatandaş sıkıntı çekmekte.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; umut ediyorum ve diliyorum ki Hükûmet gerekli önlemleri alacak, narenciye ihraç ettiğimiz ülkelerle ilişkilerini geliştirecek, sınır kapılarını narenciyeye açacak, Mersin, Adana, Antalya ve diğer illerdeki narenciye üreticilerinin umutlarını artırıcı çalışmalar yapacaktır. Eğer olmaz ise çiftçimize “Ananı da al git.” diyen Başbakana, biz, Başbakanın anasına saygımızdan dolayı “Ananı da al git.” demiyoruz ama bu iş böyle devam ederse aziz Türk milleti ve cefakâr Türk çiftçisi, Başbakana “Tarım Bakanını, Maliye Bakanını, Hükûmetini de al git başımızdan.” diyecektir diyorum.

Sözlerime son verirken yüce heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı konuşmaya Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, tabii, narenciye dâhil olmak üzere, dünyada birçok meyvede ilk beş sırada yer almakta sahip olduğu coğrafi imkânlar sebebiyle ve yapılan çalışmalarla bu üretim gerçekleşiyor.

Türkiye, 2008 yılında TÜİK’in ikinci tahminlerine göre 43,8 milyon ton meyve-sebze üretimi gerçekleştirdi. Bunun 16,5 milyonu meyve, 27 milyonun biraz üzerindeki kısmı da yaş sebzeden oluşuyor. Tabii biz, Türkiye'nin bu yaş meyve-sebze üretim miktarını 30 milyon tonlardan devraldık. 30 milyon tondan bugün 43,8 milyon tona çıktı Türkiye'nin yaş meyve-sebze üretimi. Bu, tabii, birçok alanda olduğu gibi bu alanda da çok önemli bir artışı gösteriyor.

Değerli milletvekilleri, narenciyede de 2002 tarihinde 2 milyon 490 bin tonluk bir üretim var ve 2008’in yine ikinci tahminine göre 2 milyon 981 bin ton, yaklaşık 3 milyon ton… Yani geçen zaman içerisinde narenciyede de yüzde 20’lik bir artış söz konusu. Tabii, hem portakal hem mandalina, limon, greyfurt ve turunç, bunların hepsinde yüzde 7 ila 34 arasında değişen oranlarda, ortalama yüzde 20 bir artış söz konusu. Hatta Türkiye’de özellikle Tarım Bakanlığının araştırma enstitülerinde geliştirilen çeşitler… Örneğin çekirdeksiz limon üretimi gerçekleşti. Bizim Bakanlığımızın -Tarım Bakanlığının- Mersin Alata’daki araştırmalarında çekirdeksiz limon üretimi, fidanları yapıldı, çeşit geliştirildi ve bugün bütün dünya bizden bu çekirdeksiz limonun fidanlarını isteme noktasına gelmiştir. Biz o talepleri şu anda karşılayamayacak duruma geldik.

Değerli milletvekilleri, narenciyede Mersin ilinde de tabii önemli bir artış söz konusu. Toplamda 720 bin tondan bizim devraldığımız noktada 970 bin tona çıkmış. Yüzde 35’lik bir artış sadece Mersin ilinde narenciye üretiminde kaydedilen bir gelişme.

Tabii, ihracatta da önemli gelişmeler var narenciyeyle ilgili olarak. 2007-2008 dönemini mukayese ettiğimizde yaş meyve ve narenciye ihracat kayıtları: 2007 yılında 830 bin ton, 515 milyon dolar değerinde. 2008 yılında da 588 milyon dolar değerinde bir ihracat gerçekleşti. Toplamda 2007 yılında 1 milyar 470 milyon dolar yaş meyve-sebze ihracatımız var iken, 2008 yılında bu 1 milyar 759 milyon dolara çıktı değer olarak. Miktarda da, değerde de önemli gelişmeler, önemli artışlar söz konusu.

Değerli milletvekilleri, Tarım Bakanlığı tarım sektörünün bütün ürünleriyle ilgili, hayvancılıkla ilgili önemli projeler hayata koydu, önemli desteklemeler sağladı. Tabii, narenciyede de aynı şekilde birçok alanda destekler sağlandı. Bunlardan önemli bir tanesi sertifikalı fidan desteğidir. Bütün meyvelerde olduğu gibi narenciyede de bu sağlanmıştır ve son birkaç yıl içerisinde 524.118 adet sertifikalı turunçgil fidanıyla 18.110 dekar alanda bahçe tesis edildi ve üreticilere 1 milyon 857 bin TL ödeme yapıldı.

Keza, yine narenciye üreticileri diğer desteklerden de istifade etmekte; girdi desteklerinden, mazot ve gübreden, DGD’den ve diğer desteklerden hep istifade etti. Sadece Mersin ilinde Hükûmetimiz döneminde narenciye üreticisine verilen doğrudan destek ve mazot, gübre desteği miktarı 10 milyon 451 bin liradır. 10 milyon 451 bin lira, sadece Mersin’deki narenciye üreticilerine sağlanan destektir, nakit olarak kendilerine verilen destektir.

Sadece tabii bununla sınırlı değil, tüm meyve-sebzede olduğu gibi özellikle narenciyeyi de ilgilendiren bir tarımsal sigorta sistemi getirdik ve 2.011 poliçe satıldı, 44 milyon 400 bin liralık bir toplam sigorta bedeli. Dolayısıyla, sigorta priminin yarısını da biz yine destek olarak ödedik.

Değerli milletvekilleri, kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi kapsamında biz, narenciyenin muhafazasıyla ilgili soğuk hava depolarıyla, narenciyenin paketlenmesi, ambalajlanması, işlenmesiyle ilgili tesisler olmak üzere Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Projesi kapsamında yüzde 50 hibe destek sağladığımız bir projeyi hayata geçirdik. Türkiye’de 80 proje 13 milyon 294 bin TL, Mersin’de de 5 proje ve 872 bin lira hibe destek sağladık. Özellikle depolamayla ilgili 17 tane projeye biz destek sağladık ve bunun için yaklaşık 3 milyon lira hibe destek sağladık. Bu, biraz önce söylediğim soğuk hava deposu -yani muhafaza- ve diğer işleme, paketleme, ambalajlama tesisleriyle ilgili.

Ayrıca, tabii, bildiğiniz gibi yine narenciye ihracatına da Hükûmetimiz destek vermektedir. Bu sene de, yine, bu, Para-Kredi Kurulunun kararıyla yürürlüğe girdi. Bu ödeme de devam etmektedir.

Yine, narenciye üreticileri ilk kez Mersin’de bilgisayar ortamında kayıt altına alındı ve ihracatta kayıtlar izlenebilir hâle getirildi. Bu özellikle ihracatta zaman zaman yaşanan birtakım sorunların giderilmesi yönünde önemli bir gelişme.

Rusya Federasyonu’yla ilgili tabii zaman zaman ortaya çıkan sorunlar oluyor; bir 2005 yılında bir de 2008 yılında geçici bir sorun ortaya çıktı. Ancak her iki sorunu da biz kısa süre içerisinde çözdük ve bizim oraya olan ihracatımız devam ediyor. Tabii zaman zaman piyasa regülasyonlarından veya ihraç ettiğimiz ülkelerdeki gelişmeler sebebiyle fiyatlarda birtakım dalgalanmalar olabiliyor. Rusya’da son bir devalüasyon yaşandı, onun yarattığı bir de Türkiye’deki üretim artışından kaynaklanan… İkisi bir araya geldiğinde, fiyat artışı beklentisiyle elinde ürün tutan özellikle bazı üreticilerimiz bundan olumsuz bir şekilde etkilendiler. Ama bunun bir geçici durum olduğunu, dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu tür sorunların da aşılacağını bekliyoruz, değerlendirmelerimiz bu yönde. Bakanlık olarak hem daha kaliteli ve dünya pazarlarının taleplerine uygun, hasat mevsimi de daha geniş bir zamana yayılan çeşitler üzerinde biz çalışıyoruz. Esas sorunun önemli bir kısmını narenciyede bu oluşturmakta çünkü ürettiğimiz 3 milyon ton civarındaki narenciyenin biz ancak bir kısmını ihraç ediyoruz. Çünkü dünyadaki talepler doğrultusunda ancak bu sağlanabiliyor. Eğer şu anda üzerinde çalıştığımız çeşit geliştirme faaliyetleri tamamlanırsa -ki çok hızlı bir şekilde gelişiyor, işte biraz önce bir örnek verdim, mesela çekirdeksiz limon örneğinde olduğu gibi- önümüzdeki yıllarda biz çok daha iyi bir noktada oluruz, narenciye üreticileri açısından.

Değerli milletvekilleri, tabii ne Sayın Başbakanımız ne biz hiçbirimiz hiçbir zaman Türk milletine de Türk çiftçisine de asla doğrular dışında bir şey söylemedik. Hep doğruları söyledik. Bundan sonra da doğruları söylemeye devam edeceğiz. Bunun dışındaki birtakım yakıştırmaları biz kem söz olarak kabul ediyoruz ve kem sözün de sahibine ait olduğunu ifade ediyoruz.

Hepinize de saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

Gündem dışı üçüncü söz, mağdur olan köylülerimizin zarar ve ziyanının ödenmesiyle ilgili söz isteyen Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’e aittir.

Sayın Halis, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

3.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, 5233 sayılı Yasa’ya göre, terör mağduru olan kişilerin maddi zararlarının ödenmesine ilişkin gündem dışı konuşması

ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan yaklaşık dört buçuk yıl önce, yani 17 Temmuz 2004 yılında çıkarılan bir yasa var; 5233 sayılı mağduriyet yasası, daha doğrusu mağduriyeti giderme yasası. Tabii, bu yasanın çıktığı yıllar Türkiye’nin doğusunda olağanüstü hâl bölgesinde uygulanan bazı olaylardan dolayı çıktı deniliyor. O yıllarda ne olmuştu? Eğer bugün Ergenekon’un kanlı ayak izleri Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı Türkiye’nin doğusunda aranırsa o dönem yakılıp yıkılan binlerce köyün, yine köylerinden göçertilmek zorunda bırakılan 3,5 milyon insanın, yine binlerce faili meçhule giden insanın kimler tarafından nasıl böyle olduğu açığa çıkacaktır ve özellikle de 1990’lı yılların ortalarında Tansu Çiller, Doğan Güreş ve Mehmet Ağar troykasının oluşturmuş olduğu imha konseptinin bu olaylardaki rolü ve önemi çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu yasa, olağanüstü hâl bölgesinde mağdur olan köylülerin mağduriyetinin giderilmesine yönelik olarak çıkarılmış ancak uygulama ve sonuçlarına bakıldığında, bu yasanın, mağduriyeti gidermekten çok, Avrupa süreci için göstermelik bir yasa olarak karşımıza yine çıktığını görmüş oluyoruz. Şöyle ki; Başta bu yasadan yararlanmak isteyen köylülere çeşitli zorluklar çıkartılmış, başvuru sürecinde çeşitli sıkıntılar yaşatılmış ve elde edilmesi mümkün olmayan belgeler istenmiş. Örneğin, jandarma olay tutanağı istenen belgeler arasında ki, zaten yakılıp yıkılan köylerde böyle bir belgenin oluşturulması da mümkün gözükmüyor.

Yine, başvuruların büyük bir çoğunluğu reddediliyor ve mağdurların başvuru argümanları bir türlü değerlendirilip araştırılıp incelenmiyor ve reddedildikten sonra da çok ciddi sıkıntılar dâhilinde, ikinci bir başvuru olanağı da yine elde edilemiyor.

Valilerin vesayeti altında kurulmuş olan komisyonlarda, mağdurlar için ödenmesi gereken miktar ya da zarara ziyana uğramış köylülerin zarar ziyan bedelleri keyfî bir değerlendirme şeklinde sunuluyor ve mümkün olduğu kadar, en az limitle verilmeye çalışılıyor. Şöyle ki; Muş’un Varto ilçesinin Hoşgeldi köyünde malları mülkleri yakılmış yıkılmış köylülere o günün parasıyla 500 YTL ile 900 YTL arası bir değer biçiliyor. Tabii, bu, insanla, insan haysiyetiyle de, onuruyla da oynamak anlamını taşıyor.

Şimdi, bu paraların ödenmesini talep eden mağdurlara valiler tarafından bir anlaşma öneriliyor, bir sulhname imzalatılmaya çalışılıyor. Tabii bu sulhname imzalatılınca da, ister istemez, var olan mevcut değerin altında bir para ellerine geçmiş oluyor. Eğer bu sulhnamenin reddi hâlinde vatandaşın, mağdurun yapması gereken yargı yoluna gitmektir ki, bu yargı yolu ilk yargı mercisinden son yargı mercisine kadar -bu AİHM’i de kapsar- sekiz yıllık bir zamanı alır. Sekiz yıllık bir zamanı göze almaktansa az olan bu miktarı almayı vatandaş öncelikle kabul etmek zorunda bırakılıyor.

Yine bu yasanın bir diğer yönü, 1987 yılından başlatılmış olması ki asıl mağduriyet 12 Eylülle başlıyor. 12 Eylül 1987 arasındaki yedi yıllık süreçteki mağduriyet hesaba alınmıyor ve AİHM içtihatlarının temellerinden olan bir başka durum manevi tazminat kesinlikle kabul edilmiyor.

Şimdi, tabii bölgede durum bu iken ben ilim olan Tunceli’den bazı verileri sunmak istiyorum: En son 12’nci ayın 24’ünde Valilik tarafından yapılmış olan açıklamaya göre yapılan başvuruların ancak yüzde 46,6’sı ele alınıp sonuçlandırılmış. Bunlardan 4.834’ü kabul 3.600’ü reddedilmiş ama reddedilirken başvuru argümanları yine ciddi şekilde incelenmemiş. Tabii, kabul edenlerden 3.967 kişi ile sulhname imzalanmış, 210 kişi sulhnameyi kabul etmeyerek uyuşmazlık belgesi imzalatılmış kendilerine. Tabii, yasanın gereği dâhilinde sulhname imzalayanların mağduriyetlerinin giderilmesi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Halis.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) - …üç ay içinde yapılması gerekirken üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen Tunceli’deki köylülerimizin bu mağduriyeti giderilmemiştir. Sayın Vali her ne kadar “Var olan hızımızla çalışıp bu mağduriyeti gideriyoruz.” dese de vali yardımcısı topu Ankara’ya atarak ilgili bakanlığın bütçesinden kaynaklı bir plansızlıktan sorunun doğduğunu söylüyor ve sorunu bir haliyle kabul ediyor. Şimdi, burada ilgili bakan bildiğim kadarıyla yok. AKP İktidarının bu çıkarmış olduğu yasa dâhilinde, kendi yasalarına duyduğu saygı dâhilinde bu mağduriyetin giderilmesi için gerekeni yapmasını istiyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Halis.

Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bir dakika da ben bu konuda bir açıklamada bulunayım.

BAŞKAN – Buyurun.

IV.- AÇIKLAMALAR

1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in terörden zarar gören kişilerin paralarının ödenmesine ilişkin açıklaması

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, bu, Tunceli ilinde, civar illerde bu terörden zarar gören insanların, gerçekten, her gittiğimizde bize en fazla şikâyet ettikleri bir konu. Bu, gerçekten, çok küçük paralar. Mesela, orada -Sayın Arkadaşımız Halis de anlattı- zaten tespit edilen zararlar, önce komisyonlar vasıtasıyla tespit ediliyor ama geliyor Valilikte, yine, çok düşük bir bedelle uzlaşma sağlanıyor. İnsanlar çok muhtaç olduğu için, mesela 25 milyar liralık şeyi 5 milyara tutanak imzalatıyorlar. Bu dahi ödenmiyor. Rica ediyoruz Hükûmetten, bu terör paraları –bu insanlar çok mağdur durumda- bir an önce buraya bir para aktarılsın ve bu ödensin. Her zaman bunu da burada dile getirmekten biz de pek zevk almıyoruz, hoşlanmıyoruz. Rica ediyorum, bu terör paraları, bir an önce buraya bir ödenek aktarılsın ve bu insanlara ödensin.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Bir gensoru önergesi vardır. Önerge daha önce bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULU SUNUŞLARI

A) Gensoru Önergeleri

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, TRT’nin Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yayınlarıyla kamu yayıncılığı kural ve ilkelerine aykırı davranmasına göz yumduğu iddiasıyla Devlet Bakanı Mehmet Aydın hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dolandırıcılık suçu işleyen ve yurtdışına kaçan Tuncay Güney'in 2001 yılında polise verdiği ifadeler Ergenekon soruşturmasının ana eksenini oluşturmuştur. Bu kişi hakkında yürütülen soruşturmanın içeriğinin, Mahkeme tarafından talep edilmesine karşın savcılık tarafından soruşturmanın gizliliği gerekçe gösterilerek Mahkemeye bildirilmediği bilgisi de basına yansımıştır. Kimi zaman iddia makamı, kimi zaman bilirkişi, kimi zaman da şüpheli konumunda karşımıza çıkan ve uzmanların ruh sağlığından kuşku duyduklarını açıkladıkları bu şahıs, 14.1.2009 tarihinde TRT 2'de yayınlanan "Büyüteç" adlı programa çıkarılmıştır.

Bu kişi 4 saat boyunca TRT ekranından, Ana Muhalefet Partisi ve Sayın Genel Başkanı, eski genelkurmay başkanları, işadamları gibi birçok kişi ve kurumsal yapı hakkında hakaret, iftira, şantaj ve tehditlerle dolu açıklamalar yaparak kişilik haklarına saldırıda bulunmuştur. TRT ekranından, Ergenekon soruşturmasının bir sonraki aşaması için hedefler gösterilmiş, kamuoyu oluşturulmuştur.

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı ilkeleri Anayasanın 133. maddesinde tanımlanmış ve TRT'nin amaçları ile yayın esasları 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile belirlenmiştir.

2954 sayılı Radyo ve Televizyon Kanununun 5. maddesinde;

- Kişilerin özel hayatlarına, şeref ve haysiyetlerine saygılı olmak ve dürüstlük anlayışına bağlı kalmak,

- Kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşabilmesi için kamuoyunu ilgilendirecek konularda yeterli yayın yapmak; tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak,

TRT'nin yayın esasları arasında sayılmıştır. 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda da bu ilkelerle birlikte;

- Suçlu olduğu yargı kararı ile kesinleşmedikçe hiç kimsenin suçlu ilan edilmemesi veya suçluymuş gibi gösterilmemesi,

- Haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının amaçlandığı haller dışında gizliliğinin korunması, ilkelerine yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi kamu hizmeti yayıncılığı yapması gereken TRT'nin yayın politikalarının çerçevesi Anayasa ve yasalarla çizilmiştir. Yani, Tuncay Güney'in TRT ekranlarına çıkarılması, habercilik refleksi ya da bu kişinin daha önce diğer televizyon kanallarına çıkmış olması gibi basit ve hukuki dayanaktan yoksun açıklamalarla geçiştirilemez. TRT'nin Tuncay Güney'e ekranlarını açması ve bu kişiyi saygın, güvenilir bir kişi formatı ile izleyicilere sunması, sadece yayın etiğinin değil, yasaların da açık ihlali niteliğindedir.

Firari şüpheli bir kişiye siyasi iktidarın, TRT'nin ekranlarını açması, kamuoyu oluşturmaya, yargıyı etkilemeye ve siyasi muhalifleri sindirmeye dönük bir girişimdir.

Tuncay Güney'in açıklamalarının zamanlaması da düşündürücüdür. 10. Dalganın hemen ertesi günü, 8.1.2009 tarihinde 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Tuncay Güney'in 2001 yılındaki ifadelerinin görüntülerinin sanık ve avukatlara 14.1.2009 tarihinde verilmesine karar verdi. Bu açıdan, 10. Dalganın hemen ardından, 2001 yılı ifade görüntülerinin dağıtıldığı gün, Tuncay Güney'in TRT ekranlarına çıkarılması siyasi amaçlara yönelik planlı bir komplo çalışmasıdır.

Tuncay Güney'in iftira, tehdit ve şantajIarına aracı olmanın yanında, Sabih Kanadoğlu'nun gözaltına alınacağının sadece TRT tarafından saatler önce açıklanması, kazı çalışmalarının sadece TRT üzerinden servis edilmesi gibi olaylar, bugüne kadar yandaş medya üzerinden yürütülen dezenformasyonun, bundan sonra Devletin resmi televizyonu önderliğinde gerçekleştirileceğini ortaya koymaktadır.

Yaşanan süreçte TRT'den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın TRT'nin yayın etiği ve yasaları ihlal eden yayın politikası konusunda, suskunluğunu koruyarak sorumluları himaye etmiş ve bu siyasi komplonun planlayıcısı konumunda hareket etmiştir.

TRT'yi Ergenekon soruşturmasının propaganda aracına dönüştüren, firari şüphelileri TRT ekranlarına çıkararak siyasi muhalifleri sindirmeye yönelik açıklamalarına göz yuman, saygın insanların kişilik haklarına saldırtan, yargıyı etkilemesine zemin oluşturan Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın hakkında Anayasanın 98 ve 99 uncu, TBMM İçtüzüğünün 106. maddeleri gereğince gensoru açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

         Hakkı Suha Okay                 Kemal Kılıçdaroğlu                    Kemal Anadol

                 Ankara                                   İstanbul                                     İzmir

    CHP Grup Başkanvekili         CHP Grup Başkanvekili         CHP Grup Başkanvekili

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergenin görüşme günü Danışma Kurulunca daha sonra belirlenerek oylarınıza arz edilecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

B) Tezkereler

1.- TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Almanya’ya yapacağı resmî ziyarete ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/667)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Murat Mercan, Almanya Federal Cumhuriyeti Devlet Bakanı tarafından 26-30 Ocak 2009 tarihleri arasında Almanya’da gerçekleştirilecek olan “Güney Kafkasya’da İstikrar Süreçleri” konulu toplantıya ismen davet edilmiştir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

                                                                                                           Köksal Toptan

                                                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler…. Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2.- TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Eskişehir Milletvekili Hasan Murat Mercan’ın Japonya’ya yapacağı resmî ziyarete ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/668)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Murat Mercan, 2-8 Şubat 2009 tarihleri arasında Japonya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmek üzere Japonya Dışişleri Bakanlığı tarafından ismen davet edilmiştir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

                                                                                                           Köksal Toptan

                                                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler….

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Bir dahaki sefere… Oya arz ettim.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

BAŞKAN – Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 2 Milletvekilinin; Niğde Milletvekili Mümin İnan ve 6 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 2 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Ali Temür'ün; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 2 Milletvekilinin; Niğde Milletvekili Mümin İnan ve 6 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 2 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Ali Temür’ün; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/664, 2/59, 2/261, 2/357, 2/370) (S. Sayısı: 320) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Hükûmet? Yerinde.

Sayın milletvekilleri, geçen birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış ve maddelerine geçilmesi kabul edilmişti.

Şimdi 1’inci maddeyi okutuyorum:

KARŞILIKSIZ ÇEK VE PROTESTOLU SENETLER İLE KREDİ VE KREDİ KARTLARI BORÇLARINA İLİŞKİN KAYITLARIN DİKKATE ALINMAMASI

HAKKINDA KANUN TASARISI

Amaç ve Kapsam

MADDE 1- (1) Ödeme tarihi bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce olup da; kullandığı nakdî ve gayrî nakdî kredinin ödemelerini aksatan gerçek ve tüzel kişilerin, ticarî faaliyette bulunan ve bulunmayan gerçek kişilerin ve kredi müşterilerinin karşılıksız çıkan çek, protesto edilmiş senet, kredi kartı ve diğer kredi borçlarına ilişkin kayıtları, söz konusu borçların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce veya bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde ödenmesi veya yeniden yapılandırılması halinde borcun tamamının ödenmesini müteakiben Merkez Bankasında tutulan kayıtlardan silinir.

(2) Merkez Bankasınca kayıtların silinmesinden sonra, bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri ve tüketici finansman şirketlerince yapılacak kredilendirme, çek karnesi verilmesi ve diğer işlemlerde silinmiş kayıtlar dikkate alınmaz.

BAŞKAN – İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Hüsnü Çöllü’ye aittir.

Sayın Çöllü, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

                                  

(x) 320 S. Sayılı Basmayazı 21/1/2009 tarihli 47’nci Birleşim Tutanağına eklidir.

CHP GRUBU ADINA HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri “Kriz teğet geçti.”, “Kriz psikolojik.” söylemlerinden sonra geldiğimiz noktada, sorun noktalarına ilişkin parça parça çözümler getirilmeye çalışıldığını maalesef hepimiz görüyoruz. Bu tasarıyla, Merkez Bankasında kara listeye alınanlara sicil affı öngörülüyor. Borçlarını altı ay içinde ödemiş ya da yeniden yapılandırmış kişilerin eski kayıtları silinecek. Bu yolla, durgunluğa giden ekonominin canlandırılması hedefleniyor ama bu tasarı buna ne kadar katkı sağlar şüphelidir. Bu kriz ortamında bu borçlar nasıl ödenebilecektir, bankalar bu yeniden yapılandırmaya ne kadar yanaşacaklardır bilmiyoruz. Yalnız, bu sorunu sadece krize bağlamak doğru bir analiz olmayacaktır. Yani, beş altı yıldır Türkiye ekonomisi iyiye gidiyordu, bir anda kriz oldu da bu sorun ortaya çıkmış değildir. Aslında doğru tanımlama, Türkiye kendi krizini yaşıyordu, üzerine de bu küresel kriz eklenmiştir. Bu tespiti doğru yapmak lazımdır. Yüksek faizle borç bulmaya dayalı bir ekonominin ülkemizi bir noktaya getirmeyeceği açıktı.

Değerli milletvekilleri, bunları söylerken sizlerle rakamları da paylaşmak isterim. Biz ne yapıyoruz? Kara listeye girenlerin sicillerini temizleyeceğiz. Bu sadece 2008’de ortaya çıkmış bir olgu mudur? Hayır. Bakalım ferdî kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısına: Merkez Bankası verilerinden aktarıyorum: İki kredi türünde ödeyemeyenlerin sayısı, 2004’te 47.864, 2005’te 115.912, 2006’da 145.750, 2007’de 217.500, 2008’de 635.523 olmuştur. Bu rakamlardan da görüleceği üzere kriz 2008’de yakıcı etkisini göstermiştir.

Karşılıksız çekler ve protestolu senetlerde de aynı yükselme trendi vardır, her yıl artmaktadır sayı. Karşılıksız çek ve protestolu senet sayısı ile ilgili rakamları da kısaca bir irdeleyelim: 2004’te 893 bin olan karşılıksız çek ve protestolu senet sayısı, 2005’te –küsurları söylemiyorum- 1 milyon 6 bin, 2006’da 1 milyon 145 bin, 2007’de 1 milyon 325 bin, 2008’de ise 1 milyon 537 bin olmuştur. Protestolu senet sayısında da tablo farklı değildir, aynı trendde yükselmektedir.

Hepimizin de bildiği üzere çek, senet ve krediler, ticaret hayatının temel unsurlarıdır arkadaşlar. Bizim ticaret hayatımızla ilgili en sağlıklı bilgiyi bu rakamlardan görebiliriz. Az önce de ifade ettiğim bu rakamlar, ekonomisi iyiye giden, ekonomisi düzlüğe çıkan başarılı bir yönetimin rakamları olabilir mi sizce? Yani, siz pembe tablolar çizerken de protesto olan senet sayısı her yıl artıyordu, çekler karşılıksız çıkıyordu, vatandaşlar kredilerini ödeyemiyordu. Yani bu, küresel krizle ortaya çıkmış bir sorun değildir, küresel kriz bunun boyutunu artırmıştır sadece.

Değerli milletvekilleri, ekonomide en önemli unsur güvendir. Güven ortamı bir kez bozulunca bunu geri getirmek çok güçtür. Ne yazık ki Hükûmet, bu süreci kötü yönetmiş ve güven ortamını büyük ölçüde kendisi bozmuştur. “Sorun vardır ve biz şu şu önlemleri alarak bu sorunu aşacağız.” demek yerine yok “teğet geçti”, yok “psikolojiktir” gibi söylemlerle sorun yokmuş gibi davranılmıştır bugüne kadar. Bu da güven bunalımını daha da artırmıştır. Hâlâ da kapsamlı bir çözüm paketi açıklanmış değildir. Parça parça bu tür düzenlemelerle bu güven ortamını oluşturmak mümkün değildir.

Bu tasarıyla bir sicil affı sağlayacağız ama nasıl sağlayacağız? Altı ay içinde borçların ödenmesi durumunda bu sağlanacak. Bu kriz ortamında bu borçlar nasıl ödenecek, bu nasıl mümkün olacak arkadaşlar? Geçen günlerde Sayın Başbakan bankalara çatıyordu. Nedense Sayın Başbakan çözüm üretmek yerine sürekli sağa sola çatıyor. Bu yolla da bir yere varılamaz. Önce, siz ne yapacaksınız onu ortaya koyun, bu konuda bir güven ortamı yaratın ki bankalar da sanayici de esnaf da iş yapabilsin. Bankalar kredi vermiyor. Niye vermiyor? Çünkü güven sorunu var, parasını alamayacağını düşünüyor. Nasıl kredi verecek?

Değerli milletvekilleri, 2009 bütçesinde ne var? Bu kriz ortamına ilişkin bir çözüm önerisi var mı? Maalesef yok. Maliye Bakanımız “İyi kaptan dalgalı denizde belli olur.” diyordu. Doğru diyor, denizi iyi bilen bir milletvekili olarak, iyi kaptanın dalgalı denizde belli olacağı fikrine katılıyorum, katılıyorum da az önce söylediğim rakamlara bakınca, sizin sakin havada bile bu gemiyi doğru dürüst götüremeyeceğini ve götüremediğini görüyorum ki dalgalı havada nasıl götüreceksiniz, merak ediyorum. Bu gidişle bu gemiyi batırırsınız arkadaşlar ama amaç gemiyi batırmaksa, evet, doğru yoldasınız ve iyi kaptan Sayın Maliye Bakanımız!

Değerli milletvekilleri, çek, senet gibi argümanlar, ticaret hayatımızın önemli unsurlarıdır. Bizim ticaretimiz bunlar üzerinden yürür. Esnafımız, sanayicimiz, çek ve senetlerle birbirine bağlıdır. Burada bir sorun çıktığında bütün zinciri etkilemektedir. Bu süreçte esnafımızın durumu nedir? Esnaf ve sanatkârlar, sermaye ve refahın tabana yayılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve bu yolla sosyal dengelerin korunmasında ekonomik ve sosyal hayatın önemli bir unsurudur. Ama bu önemli unsur bugün kan ağlamaktadır arkadaşlar.

Seçim bölgemden sizlere örnek vermek isterim. Sayın Bakan bir yanıt göndermiş: “Antalya’da 2002-2008 döneminde açılan iş yeri sayısı 51.813, kapanan iş yeri sayısı 54.407.” Ama Sayın Bakan diyor ki “Kapananların 32.157’si kayıtlardan dolayı olmuştur.” Peki, gerçekten böyle mi? Esnafımız gerçekten iyi durumda mı? Her gün yeni iş yerleri mi açılıyor? Böyle olduğunu söylemek mümkün mü değerli arkadaşlar?

Antalya’da bir tramvay projesi yürütülüyor. Belediye “hafif raylı sistem” dese de, bunun teknik özelliklerine bakıldığında tramvay projesi olduğu açıktır. Bu proje için yollar kapatıldı. Ali Çetinkaya Caddesi ve Çallı bölgesinde bine yakın esnaf bu proje yüzünden mağdur oldu. Bu esnafın mağduriyeti nasıl giderilecek? Ama şimdi bakıyorsunuz, yapılan rayların da bir kısmı yüksek monte edilmiş ve o bölgenin imar ve inşası yeniden yapılıyor. Bunu anlamak ve kabul etmek mümkün mü? Proje hazırlanırken hangi bölgede hangi seviyede inşaat yapılacak, bu tespit edilemez mi? Bu projenin de Antalya’nın ulaşım problemini çözmeyeceği konusunda uzmanların ciddi kaygıları var. Yani bir yandan ağır bir kriz yaşayacaksınız bir yandan da proje hataları nedeniyle bu ülkenin kaynaklarını çarçur edeceksiniz. Belediyenin gelirlerine ipotek koyduracaksınız. Bu anlayışı kabul etmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, geçen yıl Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın bütçesi üzerine konuşurken tutanaklara da yansımıştır. Ankara Üniversitesi eski öğretim üyesi Profesör Doktor Tuncer Bulutay’ın bir değerlendirmesini aktarmıştım. Sayın Bulutay diyordu ki: “İktisat kavramında ‘bedava yemek vurgusu’ çok yapılır. Ama öyle görünüyor ki, günümüzün konut ve borsa balonlarında, finansal spekülasyon ve kumarlarda, özellikle ABD’de üretime dayanmayan bedava yemekler yaratılmaktadır. Sonra bunalımlar çıkınca da bu yemeklerin parası toplum içindeki ya da uluslararası alandaki güçsüzlere ödettirilmektedir.” Bunu diyor. Bu alıntıyı 2007’nin Aralık ayında sizlerle paylaşmıştım. Tam da aynı tabloyu yaşıyoruz şu an. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki konut piyasasında yaşanan kriz bütün dünyayı yakmaktadır şimdi. Bu örneği niçin veriyorum biliyor musunuz? Siz iyi bir kaptansanız rotanızı doğru çizer, kılavuzunuzu iyi belirlersiniz. Bu ülkenin yetişmiş bilim adamları, ekonomistleri var; siz yeter ki doğru kişileri seçin. Ama, kadrolaşma anlayışı içinde “Benim adamım olsun.” derseniz, sadece size övgüler düzenleri dikkate alır, sadece onların dediklerini yaparsanız bu geminin batmasını engelleyemezsiniz. Geminin doğru yolda gitmediği de ve artık su almaya başladığı da açıktır.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tasarının da sorunlara çözüm getirmesi, kredi musluklarının açılması ve ekonominin yeniden canlandırılmasına önemli bir katkı sağlamayacağı ortadadır. Bir an önce ekonominin tüm taraflarıyla bir araya gelinmeli, kapsamlı bir çözüm paketi ortaya konulmalıdır. Aksi hâlde bu küresel kriz, Sayın Bulutay’ın dediği gibi, bizi çok daha fazla yakacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çöllü, teşekkür ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın Mümin İnan.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 320 sıra sayılı Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.

Hükûmet tasarısının genel gerekçesine baktığımızda “Ülkemiz ekonomisinin güçlendirilmesi amacıyla kredilendirme faaliyetlerinin desteklenmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Ancak yüksek faizler ve öngörülemeyen bazı finansal dalgalanmalar, bazı kişi ve kuruluşların istememelerine ve bütün iyi niyetlerine rağmen ekonomik faaliyetleri esnasında çek, senet ve kredi kartları borçlarına ilişkin taahhütlerini yerine getirememesine sebep olmaktadır.” şeklinde ifadelerin yer aldığını görmekteyiz.

Biz 2008 yılının Mart ayında, yani Hükûmetin öngörmediği ya da öngörmek istemediği finansal dalgalanmalar vatandaşlarımızı etkilemeye başladığı sırada, vatandaşlarımızın bu olumsuz etkileri en hafif şekilde atlatabilmeleri için gerekli finansal tedbirleri almalarına yardımcı olması amacıyla bir yasal düzenleme yapılması konusunda bir kanun teklifi vermiştik.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak vatandaşlarımızın sorunlarını çözecek, ekonomik ve sosyal yaşamlarını kolaylaştıracak bütün çalışmalara destek verdiğimiz gibi bu tasarıyı da destekliyoruz. Fakat buna benzer, ekonomik daralmanın etkilerinin azaltılmasına yönelik tasarıların Meclis gündemine alınması konusunda da çok geç kalındığını ifade etmek isterim. Keşke 2008 Mart ayında, bizim vermiş olduğumuz kanun teklifi o zaman kabul edilseydi en azından on aylık bir zaman kazanılırdı.

Hükûmet, ekonomik krizin Türkiye’ye olumsuz etkilerini hafifletmek için alınacak tedbirler konusunda, diğer konularda olduğu gibi şimdiye kadar çok yavaş davranmıştır, ısrarla ağırdan alarak beklenen çözüm yollarını açıklamamaktadır.

2008 yılı sonu itibarıyla ülkemizin ekonomisini değerlendirdiğimizde, yıl başındaki Hükûmet hedefleri ile yıl sonunda ortaya çıkan tablo karşılaştırıldığında hedeflerin saptığı, Hükûmetin açığa düştüğü görülmektedir. Hükûmetin 2008 yılı merkezî yönetim bütçesinde temel alınan makroekonomik büyüklük hedeflerine baktığımızda, yüzde 4 enflasyon ile yüzde 5,5 büyüme hedeflendiği görülmektedir. Ancak hedeflerin gerçekleştirilmesinde yaklaşık yüzde 150 oranında sapma olmuştur ve yıl sonunda tüketici enflasyonu yüzde 10’un üzerine çıkarken büyüme rakamları ise yüzde 2’ler düzeyinde kalmıştır. Aslında bu hedeflerde sapma sadece 2008 yılına özgü bir durum değildir. Hükûmetin geçmiş yıl hedeflerine de bakarsanız hepsinde ciddi oranlarda sapma olduğu açıkça görülecektir. Bu sapmalar bize, Hükûmetin planlamalar yaparken gerçek şartları yeterince araştırıp incelemeden ortaya sanal hedefler koyduğunu ve bu hedeflerin gerçeklerle ve bilimsel anlamda planlama teknikleriyle belirlenmediğini göstermektedir. Çünkü planlama sonucu gerçekleşen hedeflerden sapma oranı, yapılan planlamanın ne kadar başarılı veya başarısız olduğunu ortaya koyar. Hedeflerdeki sapma oranlarına baktığımızda Hükûmetin bu konudaki başarısızlığı ve öngörü eksikliği açıkça görülecektir.

2007 yılından itibaren Türkiye’de ciddi bir krizin başlamakta olduğu, gerekli tedbirler alınıp, ekonomi politikalarının gözden geçirilmesi gerektiği ülkemizdeki birçok ekonomist ve siyasetçi tarafından ifade edilmiş ve uyarılar yapılmıştır ancak Hükûmet bunları görmemiştir. Daha sonra dünyada baş gösteren ekonomik krizin de Türkiye'ye etkilerini maalesef Hükûmet önemsememiştir. Bütün uyarılara rağmen, Hükûmet, önce “Kriz bizi etkilemez, hatta bizim için yeni fırsatlar yaratır.” gibi hayalî beklentiyle zaman kaybetmiş, krizin bizi etkileyeceği açıkça ortaya çıkınca, yine tedbir almak yerine “Kriz psikolojiktir.”, “Kriz bizi hafif etkiler.” söylemleriyle vatandaş oyalanıp avutulmaya çalışılarak maalesef bu noktaya gelinmiştir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; artık ülkemizde bıçak kemiğe dayanmış ve hatta kemiği de delme noktasına gelmiştir. İnsanlar hızla işlerini ve aşlarını kaybetmektedir. Esnaf ve sanayici dükkânını, atölyesini, fabrikasını kapatmak zorunda kalmıştır. Ekonomik daralma nedeniyle kapasite kullanımı 1991 yılından bu yana en düşük düzeye inmiştir. Aralık ayında kapasite kullanım oranları, yaklaşık, ana metal sanayisinde yüzde 25, otomotivde yüzde 50 ve imalat sanayisinde yüzde 20’lik düşüşlerle dip yapmıştır. Üretim iştir, aştır; işin ve aşın artması, büyümenin hızlanması, üretimin artışına bağlıdır. Sanayinin kapasite kullanım oranlarının düşmesi, üretimin gerilemesi, işveren açısından da, çalışan açısından da işsizlik ve fakirlik demektir. Hatta bunun vergi gelirlerine yansımasını düşündüğümüzde de bu olay bütçe dengelerinin tutturulması açısından da büyük önem arz etmektedir. Nitekim, açıklanan rakamlardan 2008 yılı son çeyreğindeki dolaylı vergi gelirlerinde ciddi bir azalma olduğu anlaşılmaktadır.

İşsizlikle mücadele konusunda da Hükûmetin hedefleri tutmamıştır. TÜİK verilerine göre, 2007 yılında yüzde 9,9 olarak gerçekleşen işsizlik oranlarının 2008 yılında yüzde 9,6’ya düşürüleceği açıklanmış, ancak işsizlik 2008 yılında artarak devam etmiştir. TÜİK’in açıkladığı verilere göre, Eylül-Kasım 2008 döneminde işsizlik oranı yüzde 10,9’a, tarım dışı işsizlik oranı yüzde 14’e çıkmıştır. Genç nüfustaki işsizlik oranı ise yüzde 25’lere yaklaşmıştır.

Hem işveren kesiminin temsilcileri hem de çalışan kesimin temsilcileri olmak üzere ülkemizdeki çalışma hayatına dair bütün sivil toplum ve meslek örgütleri yayınladıkları raporlarda, yaptıkları açıklamalarda, krizin etkilerinin azaltılması için Hükûmetin gerekli adımları ve tedbir paketlerini bir an önce açmasını beklediklerini uzun zamandır ifade etmektedirler, maalesef bu beklentilerine aylardır cevap alamamışlardır.

Halkımız Hükûmetten tedbir paketleri beklerken, teşvik uygulamalarından faydalanan bazı illerimiz, geçen hafta basına yansıyan teşvik paketine ilişkin haberlerden sonra âdeta şok olmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de benim seçim bölgem olan Niğde’dir. 2008 yılı itibarıyla, 5084 ve 5330 sayılı teşvik yasalarından yararlanan il sayımız 49’du. Vatandaşlarımız yaşanan bu olumsuz ekonomik tablonun düzeltilmesi için teşvik sürelerinin uzatılmasını ve teşvik kapsamının genişletilerek ihtiyaç olması hâlinde bu kapsama yeni illerin de dâhil edilmesi konusunda düzenlemeler beklerken, geçen hafta basına sızan sektörel ve bölgesel yeni teşvik paketi taslağı haberleri, kapsam dışına çıkarılan illerdeki üreticilerimizi çok tedirgin etmiştir. Bu illerin bir kısmı gelişmeye olan ihtiyacı açısından teşvik uygulamalarına muhtaçtır. Teşvik kapsamındayken bile yeterli yatırımı alamayan bu bölgelerimiz teşvik kapsamından çıkarıldıkları için daha da fakirleşeceklerdir.

Ülkemizdeki patates üretiminin yüzde 25’ini tek başına karşılayan, elma üretiminin Türkiye üçüncüsü, meyve üretiminde, lahanada birinci, tahılda önemli pay sahibi olan Niğde ilimiz, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren tekstil, iplik, meyve suyu ve mobilya üretimi açısından da ekonomisine önemli katkılar yapan tesislerinin önemli bir kısmını kaybetmiş ve tesisler kapanmıştır, bazılarında da vardiya azaltılmasına gidilmiştir. Bu tesislerin daha da çoğaltılıp ülke ve ilimiz ekonomisine katkısının artırılmasını sağlayacak tedbirler alınması gerekirken, teşvik kapsamı dışına çıkarılacağımız haberleri tüm hemşehrilerimizi üzmüştür. Niğde’nin tarım ve sanayi alanında teşvik kapsamına alınması gerekmektedir ve mutlaka alınmalıdır.

Buradan, hemşehrilerimiz adına, Niğde’ye ilgisini bildiğimiz Sanayi ve Ticaret Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan Bey’den, basında çıkan haberlere göre teşvik kapsamı dışına çıkarılan illerimizin çok geç olmadan bu kapsam içine alınmasına yönelik çalışmalar yapıp bu illerimizi tasarıya dâhil ederek, vatandaşlarımızın isteklerine ve beklentilerine cevap vermesini hassaten istirham ediyorum. Vatandaşlarımız, bu konuda sizlerden olumlu ve güzel haberler beklemektedir ve müjdeli haberleri, inşallah, bundan sonraki konuşmada verirsiniz diye düşünüyorum.

“Bugün Niğde’de en çok ne vardır?” diye sorduğumuzda, maalesef, Niğde’nin kahvehanelerinde ve sokaklarında en çok işsizlik, işsizler bulunmaktadır ve her geçen gün işsizler ordusuna yenileri eklenmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ülkemizin nüfus yoğunluğu açısından oldukça büyük, fakat yeterli örgütlenme imkânı olmadığı için sesini duyuramayan ve yıllardır uygulanan tarım politikaları yüzünden çok büyük sıkıntılarla boğuşan tarım kesimindeki çiftçi vatandaşlarımız da sorunlarının çözümüne yönelik adımların bir an önce atılmasını sabırsızlıkla beklemektedirler. Hızla artan elektrik fiyatları, mazot fiyatları, bir önceki yıla göre 2’ye katlanan gübre fiyatları ve diğer maliyetler çiftçilerimizi ekim yapamaz hâle getirmiştir. Buna rağmen umudunu yitirmeyerek, çalışıp ekim yapabilenler ise hasat döneminde karşılaştığı pazarlama sorunları ve maliyetinin çok altında fiyatlar nedeniyle istemelerine ve bütün iyi niyetlerine rağmen borçlarını ödeyememişler, kullandıkları zirai kredileri ve tarımsal sulama elektrik borçlarından dolayı tarlaları, traktörleri, kısacası bütün varlıkları haczedilmiştir. Köylümüz sokağa çıkamaz, şehre inemez hâle gelmiştir. Çiftçimizin bu yoksulluğu Anadolu şehirlerindeki esnaf ve tüccarları da olumsuz etkilemektedir. Acilen tarımsal sulama elektrik borçlarına, zirai kredilerine yönelik ödeme kolaylıkları getirilmezse…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın İnan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MÜMİN İNAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum efendim.

… çiftçilerimiz ekim yapamayacak, tarlaları, traktörleri hacizlerle el değiştirecektir ve nitekim değiştirmektedir ve işsizler ordusuna yeni insanlar eklenecektir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu anda Niğde’nin patates üreticilerinin elinde 500-600 bin ton patates satılmayı beklemektedir. Maalesef, ambarlarda da çürümeye terk edilmiştir. Çünkü tüccar sormamaktadır, ihracat yoktur ve iç pazar da bu talebe cevap verememektedir.

Bu konuşma vesilesiyle kısaca izah etmeye çalıştığım gibi, bugün ülkemizdeki üreten kesimin tamamı, esnafı, sanayicisi, çiftçisi, herkes sıkıntı içerisindedir. Ümit ediyorum ki, bu düzenlemenin arkasında vatandaşlarımızın ekonomik sorunlarının çözümüne yönelik diğer çalışmalar da devam eder ve beklenen ekonomik tedbirler en kısa süre içerisinde alınır.

Aslında, ekonomik kriz sebebiyle bütün iyi niyetlerine rağmen aşırı borç yükü altına giren esnaf, sanayici, çiftçi ve kredi kartı borçluları için yeni borç ödeme yapılandırılmalarına acil ihtiyaç vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın İnan, konuşmanızı tamamlayınız efendim, lütfen.

MÜMİN İNAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum efendim.

Keşke bu kanunla beraber bu çalışmalar da buralarda görüşülseydi. Bu yasanın yaptırım gücünün olmadığı da bir gerçektir. Kişilerin muhatapları olacak bankaların da buna yardımcı olmaları gerekir. Merkez Bankasından silinecek olan bilgilerin özel banka ve kredi kuruluşlarının arşivlerinden de silinmesi gerekmektedir. Can suyu kredisi kullanımında karşılaşılan sıkıntılar bunda da yaşanmamalıdır.

Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu maalesef güven krizidir. Maalesef çalışanlar ve esnaflar, piyasada paranın olmadığını, kimsenin para harcamadığını, işin kötüsünün de insanların umudunun yitirildiğini ifade etmektedirler ve bu krizi nasıl atlatacaklarını kara kara düşünmektedirler ve çareyi de Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve Hükûmetten beklemektedirler.

Bu yasanın hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımızın himayesinde, Kızılayımız tarafından Gazze’deki yaralılar için kan bağışı alımı yapılmaktadır.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.09

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.24

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Murat ÖZKAN (Giresun), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULU SUNUŞLARI (Devam)

C) Duyurular

1.- Başkanlıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının himayesinde, Kızılay tarafından, Gazze’deki yaralılar için kan bağışı kampanyasının başladığına ilişkin duyuru

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte Kızılayın başlatmış olduğu bu kan bağışı kampanyasına milletvekili arkadaşlarımızın ve Meclis personelimizin gösterdiği ilgiye teşekkür ediyor, Gazze’de şehit olanlara Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa diliyoruz.

320 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 2 Milletvekilinin; Niğde Milletvekili Mümin İnan ve 6 Milletvekilinin; Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 2 Milletvekilinin; Giresun Milletvekili Ali Temür’ün; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/664, 2/59, 2/261, 2/357, 2/370) (S. Sayısı: 320) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

1’inci madde üzerinde söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’a aittir.

Sayın Kaplan, buyurun efendim. 

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Yasa Tasarısı nedeniyle grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Doğrusu, söz konusu yasa tasarısının gerekçesi kriz ortamında ekonomiyi güçlendirmek, biraz da finansal piyasaya bir canlılık getirmek amaçlı ama bir gerçek var ki bu Merkez Bankasının tuttuğu fişler, kayıtlar var, bunların silinmesine yönelik. Ama sonuçta borçlarını ödese de vatandaşlarımız kayıtların silinmesi de büyük formaliteler gerektiriyor. Merkez Bankasının kayıtları silinse bile arşivlerde saklanıyor. En nihayet Kredi Kayıt Bürosundaki kayıtlar silinmemekte.

Böyle baktığımız zaman, bu fişleme 12 Eylül fişlemesine benziyor biraz, yani ekonomik fişleme bu. Bu ekonomik fişlemeyle, bu tasarıyı desteklesek, kabul etsek bile yine bir yerlerde kayıtlar var, yani birileri bir yerlere bakacak. 12 Eylülde de fişlemeyle ilgili yasayı kaldırdık -o da siyasi fişleme tabii, 12 Eylülde sağcısı-solcusu herkes fişlenmişti, 2 milyon yurttaşımız- ama özel bir göreve girmek istediği zaman hemen eski kayıtları çıkarılıyor. Hatta, biraz daha… Seçimler yakın… “Sabıka kaydı yoktur.” diye belge alıyor vatandaş veya memnu hakların iadesini alıyor ama yine bakıyorsunuz, arşivde fişleme var.

Şimdi, gerçekten bu fişlemeyi, bu tasarıyı kabul ettiğimiz zaman, amacına uygun olarak bu fişlemenin getirdiği sınırlamaları kaldıracak mı, o konuda tereddüdümüz var. Ama, bir kriz yaşanıyor ve ekonomik krizde gerçekten de çok ciddi bir milyonlarca çek, senet protesto edilmiş, kredi kartları borçları icraya düşmüş, iflasa düşmüş; böyle bir ortamda, bu yasa, altı ay içinde ödeme şartıyla ve yeniden yapılandırma şartıyla bir sicil affı niteliği taşıyor. Şimdi, bu konuda parti olarak elbette ki biz de kerhen “evet” diyeceğiz. Yani, vatandaşın, esnafın, borçluların lehine olan bir yasal düzenleme karşısında… Doğrusu da budur, yani doğru tavır. Ancak, bir gerçeği görmek lazım. Yani, şimdi, kredi kartlarıyla ilgili özellikle -elimde- kanun teklifi vermişim. Yani, bu, sicil affıyla çözülecek bir olay değil. Faizler yüksek, yüzde 100’leri aşıyor, faizlerin yüksek olmasının yanında bugünkü basında, Visa kartlarıyla ilgili bir sorumlunun demeçleri var. Nüfusumuz 70 milyon, 70 milyon Visa kartı var. Maşallah, borçsa başa baş, 70 milyar, 69 milyar bir hareketlilik. Ama, 2008’de ilginç olan, nakit çekiminde hareketlilik var kredi kartlarında. Bu, korkunç bir şey. Niye bu korkunç? Eğer, bir ülkenin ekonomisinin iyi olup olmadığına bakmak isterseniz, ticari hayatta, alışverişte, günlük yaşamda, hayatın her alanında karşımızda duran çeklere, senetlere ve kredi kartlarına bakarak o ülkenin ekonomisinin iyiye gidip gitmediğini belirleyebiliriz.

Şimdi, burada yasa tasarısında da var örneğin; 2002 yılında ödenmeyen ferdî kredi ve kredi borçluları sayısı 7.782. 2002’de, 2001 krizinden Türkiye gelmiş, o dönemde bile bu rakam var. 2005 yılında 20 kat artmış. Hangi dönemde? AK PARTİ hükûmetleri döneminde, 150.186; 2006’da daha da artmış, 203.085; 2007 yılının sekizinci ayında ise, yılın tamamlanmasına dört ay kaldığı hâlde 191.026; 2006 rakamlarına ulaşmıştı, şimdi 2008’in rakamlarını koyduğumuz zaman gerçekten korkunç rakamlar çıkıyor.

Karşılıksız çek sayısı bakımından da 2001 yılında 1 milyon 179 bin. Kriz vardı o zaman, en büyük krizini ülke yaşadı. Geliyoruz şimdiye, yüzde 85 artışla 2007 yılında korkunç bir rakam karşımızda yine, 1 milyon 144 bin olarak.

Şimdi kredi kartları rakamlarının diliyle konuşalım. 1 Şubat 2008 itibarıyla -bu yeni rakamlar daha vahim- kredi kartı borç bakiyesi 27 milyar 279 milyon. Ödenmeyen kredi kartı borcu 2 milyara yaklaşıyor. 2007 sonu itibarıyla kredi kartı borcu nedeniyle kara listeye toplam 585.060 kişi girmiş. Sanıyorum 2008 itibarıyla 1 milyon. Yani Türkiye’de yetişen, yaşayan 70 kişiden birisi fişli, kredi kartından fişli; kimi siyasi fişli, kimi ekonomik fişli ama fişli. Fişli bir ülke olmaya başladık.

Şimdi, enflasyon yüzde 10’ları aştı. Zaten Merkez Bankasının… Hazine borçlanma faizleri yüzde 19’ları buldu. Tüketici kredilerinde oran düşük, yüzde 1’lerde ama çalışmıyor piyasa şu son krizden dolayı. Bankaların kredi kartı faizleri ise bu oranlara kıyaslandığında yüksek olup kredi kartlarına bankalar yıllık birleşik faiz olarak yüzde 78 uyguluyor. Bu, acımasızca bir yaklaşımdır. Her ailede, her memurun, her işçinin, her köylünün cebinde artık bir kredi kartı vardır. Bu faiz oranlarıyla ekonomiye hareketlilik getirmek mümkün değil. Olsa olsa, bu faiz oranlarında dengeyi sağlamadığımız zaman ülkeyi sosyal patlamaların eşiğine getiririz.

1 Şubat itibarıyla tüketici kredilerinde yine artış var 1 milyar 130 milyon civarında.

Şimdi, 2002 yılı verileri, kriz sonrası olmasına rağmen, bugünün verilerinden daha iyi çıkıyorsa oturup düşünmek gerekiyor.

Kredi kartlarında en yüksek harcama oranı ne, diye baktığımız zaman -bu önemli- yüzde 33,8’le market ve gıda harcamalarında. Şimdi, kredi kartını karın doyurmak için kullanıyor vatandaş, gıda ve marketlerde kullanıyor. Dikkat etmek gerekiyor buna.

Vatandaşlar faiz yüksekliği nedeniyle, ödeyemedikleri borçları nedeniyle bu sefer temerrüde düşüyor, temerrüde düşünce sonra ödeyemiyor, ödeyemeyince icra geliyor; faiz ve iflaslar, arkasından ailelerde ciddi oranda boşanmalar, geçimsizlikler, topluma yansımalar…

Evet, biz, gerçekten, kredi kartlarıyla, çekle, senetle ilgili bir düzenleme yapacaksak bunları bir bütün olarak almamız gerekiyor. Çek mağdurlarına bakıyorsunuz, kim mağdur, kim haklı… Gerçekten, Türk Ticaret Kanunu, Çek Kanunu’ndaki değişiklik hâlâ görüşülemediği için ve… 2001 ekonomik krizi sonrası düzenleme 2003 yılında yapıldı. Ondan sonra, herkes bildiriyor, çekler ödenmiyor, karşılıksız çıkıyor. Rakam olarak 1 milyon karşılıksız çek, yani 70 milyon nüfusu olan ülkede 1 milyon karşılıksız çek kullanılıyor. Bu düzenlemeler onun için birbiriyle bağlantılıdır. Eğer faiz oranını azaltmazsanız, Ticaret Kanunu’nu zamanında çıkarmazsanız bugün çıkardığınız sicil affını tekrardan düzenlemek zorunda kalırsınız, yeniden çıkarmak zorunda kalırsınız.

Kimi de diyor ki: “Kredi kartı mağdurları iktisadi istikrarın temelidir.” Acaba diyoruz, yani şimdi bankalar finans sorunu yaşıyor, hareketlilik yaşaması için can suyu kredileri var özellikle, son dört-beş önemli ekonomik yasa çıkardık, ARGE Yasası’nı çıkardık, yap-işlet-devret…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Son çıkarılan yasalarda KOBİ’lere imkânlar tanınıyor, ARGE Yasası ile işletmelere tanınıyor, yine yap-işlet-devret modeli gelecek. İnanın bütün bunlara uyum sağlanması için bu tür düzenlemeler çok etkili olmayacak ve çözüm getirmeyecek ancak bir rahatlama getirmesi açısından yine destek sunacağız elbette.

Ama krizin aşılması için Türkiye'nin üç önemli sorununu çözmesi lazım:

Biri çatışmasızlık ortamıdır. Silaha, operasyona, tezkereye giden harcamaları kesmemiz lazım Barış ortamını sağlamak zorundayız. Bu bir.

İki: Enerji politikamızda ithal enerjiden kesinlikle kaynak enerjiye yönelmek zorundayız. Bunun çok acil olarak tedbirini almak zorundayız.

Üç: Yine en önemlisi, zamana yayılmış GAP projesindeki 1 milyon 850 bin hektardan 250 bin hektarı sulanmıştır, 1 milyon 600 bin hektar sulamayı en kısa zaman dilimine aldığımız zaman -bunun özel bir planlamayla yapılması lazım- en azından 3-4 milyon işsize iş kapısı demektir. 1 milyon 600 bin hektarın sulanması demek, Gaziantep’ten Habur Sınır Kapısı’na kadar o alanın sulanması demek ve Orta Doğu’ya, Uzak Doğu’ya ki kriz sonrası açılmamız gereken ülkelerdir bu Hindistan, Çin, Afrika, Orta Doğu… Bu üç alanda ciddi önlemler alırsak krizi aşabiliriz, yoksa bu bir darboğazdır.

Belki bu çek, senet, kredi kartı mağdurları altı ay içinde de bir yerden borçlanacak, sicilini sildirecek. Belki bir rahatlama sağlayacak ama sorun çözülmüyor, kriz çözülmüyor. Krizi bu üç noktada düşünmek gerekiyor.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – AK PARTİ Grubu adına Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Gökalp Güney.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde iş adamlarının, esnafın uzun zamandan beri beklediği bu kanun teklifini veren değerli milletvekili arkadaşlarımı, konunun önemini kavrayarak bu duyarlılığı gösteren Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımızı kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, bugünkü uygulamaya baktığımızda yüksek faizler, öngörülemeyen bazı finansal dalgalanmalar, bazı kişi ve kuruluşların istemelerine, gayretlerine, bütün iyi niyetlerine rağmen ekonomik faaliyetleri esnasında çek, senet ve kredi kartlarına ilişkin taahhütlerini yerine getirememesine sebep olmaktadır, bunu biliyoruz. Bu durumdaki kişi ve kurumlar Merkez Bankasının kara listesine alınmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da, daha sonra ödemiş olsalar dahi, karşılıksız çek, protestolu senet ve kredi kartları kayıtları kredilendirme ve çek hesabı açma işlemlerine engel olmaktadır. Çıkaracağımız bu kanunla, bundan böyle borçlarını gecikerek de ödemiş olsalar bile veya yeniden yapılandırılmış olanların, Merkez Bankasında kara listeye alınmışların bir manada sicilleri aklanmış olacaktır. Yani buna bir nevi sicil affı diyebiliriz diğer bir ifadeyle.

Yapılan iş son derece olumlu, esnafı ve üreticiyi rahatlatan bir uygulamadır. Bu müteşebbisler bundan böyle daha bir öz güven ve moralle ticari faaliyetlerini yürüteceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, bu kanunla getirilen diğer önemli bir husus da, şu anda karşılıksız çek, protestolu senet, kredi ve kredi kartları borcu olanlara da altı aylık bir süre içerisinde borçlarını öderlerse bu kanundan yararlanmaları hususunun getirilmesidir. Bu, son derece olumlu bir yaklaşımdır. Bununla, borçları olanlar altı ay süre içerisinde tüm imkânlarını kullanarak borçlarını ödeme gayreti içine gireceklerdir. Bu, onlara olumlu bir motivasyon sağlayacaktır, ekonomimize yine olumlu bir katkı getirecektir.

Değerli milletvekilleri, küresel ekonomik krizin ülkemize getirdiği ve ülkemizdeki tesirlerini hep birlikte görüp, bilip yaşıyoruz.

Arkadaşlarımız burada zaman zaman bazı rakamlar verdiler, TÜİK’ten alınan rakamlar. Biz bu rakamları biliyoruz. Tabii ki her şey güllük gülistanlık değil. Mesela bir misal verelim: TÜİK kayıtlarına göre 2006 ile 2007 yılı karşılaştırıldığında ticaret unvanlı iş yeri bazında kurulan iş yeri sayısında 2006 yılına göre yüzde 8,7 azalma var. Kapanan iş yeri sayısı yüzde 1,7 artmış. Düşük kur ve yüksek faiz politikasının yansıması olarak üretimden çekilen kaynak faize yönelmiştir ve faiz oranlarının geçmiş yıllara göre göreceli olarak düşmüş olduğu görülmekle birlikte -reel faizin yüksek olması- üretici yerine faiz kazananlar kârlı çıkmışlardır. 2002 yılında ödenmeyen ferdi kredi ve kredi borçlu sayısı da 7.782 iken 2005 yılında 20 kat artmış, bu 2008’e kadar bu vaziyette devam etmiştir. Biz bunları biliyoruz. Biz bunları bildiğimiz için ekonomiyi iyileştirmek için bu tip kanunları getiriyoruz.

Bu kanun hakkında iki günden beri burada konuşan değerli muhalefet milletvekili arkadaşlarımı dinledim. Çok doğru, çok güzel ifadelerde bulundular. Ama sanki bu kanunun hiçbir faydası yokmuş, yani biz bunu iş olsun diye getirmişiz gibi bazı beyanlarda bulundular. Türk ekonomisinin son derece kötü olduğunu, efendim, çiftçinin, hayvancılığın tamamen battığını, bittiğini, halkın perişan olduğunu açıkça ifade ettiler ki yapılan iş burada bu bunalan insanlara bir kanunla bir af çıkararak bir can suyu veriyoruz. Ama arkadaşlarımız bunu burada böyle açıkladılar. Öyle karanlık tablolar çizdiler ki bunu anlamak mümkün değil ve burada bunu konuşmak bence büyük bir anlam taşımıyor. Eğer böyle bir karanlık tablo varsa, iki ay sonra yapılacak seçimler var, onun sonuçlarında herkes değerlendirmesini yapar; eğer bu böyleyse sonuç öyle çıkar, öyle değilse öyledir. Onun için, burada, hayırlı ve olumlu bir kanunda arkadaşlarımızın bu şekilde tenkit yapmalarını, eleştiri yapmalarını uygun bulmadım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Susalım artık istersen.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, burada önemli bir nokta var. Cumhuriyet Halk Partisinden konuşan Tacidar Bey arkadaşımın bir ifadesi vardı, ona burada aynen katılıyorum. Biz, bu sicil affını çıkarıyoruz. Doğru, güzel ama başta özel bankalar olmak üzere, her ne kadar Merkez Bankasında bunların sicilleri silinmiş olsa da, bu özel bankalar başta olmak üzere, “Bunlar zaten şüpheli, bunların durumları iyi değil, biz bunlara kredi vermeyelim.” derler ve diyebiliyorlar. Bunları zamanında da yaşadık. Yani burada önemli olan yaptırım.

Biliyorsunuz, Türkiye’de en kârlı sektör bankalardır. Sayın Başbakanımız bu ekonomik krizle birlikte bankaların da elini taşın altına sokmasını açıkça beyan etmişti. Şimdi buradan sesleniyorum: Bankalarımızın mutlaka bu paylaşımda olumlu rolü olmalıdır. Bizde bankalar, ellerine geçen herhangi bir esnafı veyahut da kendisinden kredi alanı en yüksek ipoteklerle bağlıyorlar, ondan sonra da eğer bir terslik olduğu zaman her iş tersine gidiyor, adam da batıyor.

Şimdi, biz böyle hayırlı bir kanun çıkarıyoruz. Diyorum ki Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumumuza, ya statüsünde değişiklik yaptıralım veyahut da onların çok sıkı denetimiyle ama mutlaka sıkı denetimiyle, bu insanlara herhangi bir şekilde “Yok efendim, senin eskiden bir sicil borcun varmış. Her ne kadar bir kanun çıktı, sen bundan kurtuldun ama yok, yok, sen şüphelisin, biz sana kredi veremeyiz…” Bunun önüne geçecek yöntemi mutlaka bulmalıyız. Sayın Bakandan bunu istirham ediyorum.

Arkadaşlar, kanun çıkarmak tabii çok güzel bir şey ama önemli olan bunu uygulayabilmektir. Bunu uygulayabilecek müeyyideleri koyalım. Bu kanun çok insan tarafından Türkiye’de bekleniyordu.

Ben tekrar bu kanunu hazırlayan arkadaşlarıma ve buradaki bütün milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bunu çok bekleyen insanlar var. O insanlar bugün çok mutlu olacaklar ama bunun bir eksiği olmasın aman! Uygulamada biz bu çıkarmış olduğumuz kanunun uygulamasını da bu ciddiyet ve bu kalitede, bu güzellikte yapmalıyız diyorum.

Kanunun ülkemize, ilgililere, hayırlara, uğurlara vesile olmasını içtenlikle diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Güney, teşekkür ediyorum efendim.

Şahsı adına ilk konuşmacı Zonguldak Milletvekili Sayın Fazlı Erdoğan.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında 320 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2001-2000 yıllarındaki kriz tabii ki ülkemizin gerçeklerinden ortaya çıkan kriz. Bunun boyutları ülke sınırlarıyla belli. O zamanki yönetimlerin ve uygulamaların, ekonomik gelişmelerin sonucunda ülkemizdeki sonuç belli. Bugünkü kriz ise dünyayla doğru orantılı, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin konumuyla, gelişmiş ülkelerin konumuyla doğrudan ilgilendiriyor hepimizi.

Takdir edersiniz ki Amerika Birleşik Devletleri ve gelişmiş ülkeler, gerçekten -Avrupa tabii bunun içerisinde olmak üzere- refah seviyesi, kişi başına millî gelirden aldıkları 20, 25, 30 bin dolarlar, yüksek seviyede kendi toplumlarını, vatandaşlarını geçim açısından korudukları ve zengin kıldıkları zaman ülkemiz bundan hiç etkilenmiyor yani Amerika’daki, Avrupa’daki vatandaşın zenginliği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının zenginliğine olumlu bir katkı olarak yansımıyor ama ne zaman ki orada bir kriz oluyor, oradaki eksiler, oradaki olumsuzluklar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına direkt yansıtılıyor.

Burada derinlemesine bu konuyu iyi irdelemek lazım. Enerjinin merkezinde olmak, dünyayı o noktadan harekete geçirerek kendi geçmişini, kendi plansızlığını, kendi düzensizliğini tabii ki hesaba kattığımız zaman, bugünkü krizde de dünkü krizlerde de aradaki o kırmızı çizgiyi çok iyi ayırt etmek lazım. Dünkü arkadaşlarımız, benden önceki arkadaşlarımız bu konularla ilgili kapsamlı görüşmeler yaptı.

2003 yılında, 25/10/2003 tarihinde bir kanun çıktı. Bu kanun üç ayı kapsıyordu. Yine krediyle ilgili, çekle ilgili, senetle ilgili olumsuzlukların affıyla ilgiliydi, temizlenmesiyle ilgili, yani sabıka kaydının silinmesiyle ilgiliydi. Fakat bu süreç içerisinde, takdir edersiniz, geçmiş yıllarda yaklaşık olarak yirmi iki tane banka battı. Bu bankalar diğer bankalara devredilirken o kendi aralarında bir evrak akışı ve Merkez Bankasına gelmeleri uzun süre aldı. Bunların toplanması, çıkarılması üç ay içerisine sığdırılamadı. Her gittiğimiz yerde, özellikle esnaf başkanlarımızın, toplantılarda “Gerçekten, sicil kanunu çıktı, af kanunu çıktı ama bunlardan yeteri derecede yararlanamıyoruz…” yeniden düzenleme talepleri gündeme geldi. Bugünkü kanun beş buçuk yılı kapsıyor. Altı aylık önümüzde bir süre var. Geçmişe ait dört buçuk-beş yıllık bir süre var. Bunu Sanayi Komisyonumuzda da iktidarıyla muhalefetiyle gerçekten paylaştık.

Burada önemli olan kredi kartını, tüketim toplumu ağırlıklı olan Türkiye’mizde kullananların çok dikkatli olması lazım. Hepimiz, çocuklarımıza bakarsak en azından dört tane, beş tane kart kullanıyorlar, hepimizin evinde, her birimizde bir veya iki, üç tane telefon kullanılıyor. Finlandiya’da Nokia markanın bakıyorsunuz 5 milyonluk bir…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Reklam yapıyorsunuz.

FAZLI ERDOĞAN (Devamla) – Yani, reklam yapıyoruz ama özür diliyorum, 75 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti keşke bir marka oluştursaydı da o telefonu biz dünyaya satabilseydik. Bunun ben özlemini çekiyorum. O, bugün onu satarken çok büyük katma değerler elde ediyor. Biz markalaşma noktasında olsun, kanunumuzu çıkardık… İşte, kredi, çekler konusundaki hassasiyetlerimizi gündeme getirip temizlemek istiyoruz ama ekonominin diri olması, canlı olması, hayatiyet kazanması açısından, gerek Sanayi Bakanımız gerek Komisyonumuz gerek bu konuyla ilgili duyarlı arkadaşlar ellerinden geleni yaptılar.

Vatandaşı bankalar fişliyor, bankalar sicilini tutuyor. Ama ben buradan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir milletvekili olarak: Bankaların sicilini kim tutuyor? Bunun da bir hesabını sormak lazım, bunu da değerlendirmek lazım. Yanlış işleyen bankaların bu ülkeye getirmiş olduğu eksileri, acaba, vatandaş olarak görüp değerlendirdiği zaman, onları düzene koyma noktasında hangi adımlar atılabiliyor?

Bugünkü Hükûmet döneminde herhangi bir banka batmadı. Geçmişten gelen aksaklıkların yanında, Kredi Kayıt Bürosu A.Ş, birtakım bankalar kendi aralarında bir kurum kurarak… Bununla beraber Merkez Bankası kayıtlarından silinse bile bankalar, kendi kayıtlarında varsa, açıkça, kafasının estirdiği gibi serbest piyasa ekonomisinde istediğine verir, istediğine vermez noktasında bir serbestlik, bir bağımsızlık söz konusu. Burada tabii ki toplumun bütün katmanlarını, bütün bu konuyla olan işlevlerini bulunduran sanayicilerimizi, iş adamlarımızı, esnafımızı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

FAZLI ERDOĞAN (Devamla) – …düşünürken onları duyarlı olmaya, dikkatli olmaya, aldığını ödemeye mecbur olmak zorunda tutmak lazım. Yani bir yerden para alıyorsan onun ödemesi kesinlikle olmaz, nasıl olsa gelecekse bir af gelir, ben buradan kaydımı sildiririm, gelecekte aynı şeyler tekerrür eder, noktasında bakmamak lazım. Bankalar da bu konuda samimi, dürüst, çalışan insanların tasnifini yaparken, açıkça yirmi yıl dürüst olan bir insan bir dakika yanlışı olunca o yirmi yılın silinip atılmaması lazım. Gerçekten iyi niyetli, samimi, temiz, bu işin içerisinde, kaydını tutarken unutmuş olabilir, o listeye o da girmiş olabilir. Bu noktada görünen şu ki: Doğru olan, faydalı olan bir kanundur, Hükûmetin ve muhalefetin desteğini almıştır. Katkısı olan herkesi tebrik ediyoruz, desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Vatandaşımızın da daha duyarlı, daha dikkatli… Bu kanunu, beş buçuk yılı kapsayan süre içerisinde yararlı sonuçlarının alınabilmesi için dikkatli kullanmak lazım.

Tekrar sicil affı ve diğer aflar… Bugün gerek sanayide gerek yatırımda gerek üretimde insanların daha özgür olması lazım, daha bağımsız olması lazım ama ekonomi… Mesela metal sektörüne -Zonguldak veya diğer bölgelerde- bakıldığı zaman, altı ay içerisinde 500 dolardan dünyadaki gelişen olaylara göre 1.500 dolarlara yassı çeliğin fiyatı fırladı. Bu süre içerisinde vatandaş kendini bir şeylerde değerlendirdi, buradan bir kaybı yok, ama iki buçuk ay içerisinde -dünyadaki iniş- 1.500 dolarlarda olan yassı çelik 500 dolarlara indi. Adamın stokundaki malın değeri 100 milyar ama 100 milyarlık malın değeri…

BAŞKAN – Sayın Erdoğan…

FAZLI ERDOĞAN (Devamla) – Bitiriyorum.

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.

FAZLI ERDOĞAN (Devamla) – Tamam Değerli Başkanım.

…100 milyarlık malın karşılığında 100 milyar da borcu vardı. Ama malın değeri düştü 30 milyara, borcu çıktı 120 milyara. Bu, dünyayla ilgili. İşte bunu Amerika Birleşik Devletleri’nin, gelişmiş ülkelerin kendi paylarından gerçekten bu krizi yaşattığı ülkelere de ödemeleri gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin hedefi 10’uncu büyük ekonomiyi bulmak. Onun da 2023 yılında inşallah gerçekleşeceğine inanıyorum. Cumhuriyetin yüzüncü yaşı. Dünya ekonomisinde Türkiye 10’uncu sırada olursa, hepimizin, vatandaşımızın da alın teri, el emeği, göz nuru hakkını alacaktır diyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN –Teşekkür ederim.

Şahsı adına ikinci konuşmacı Gaziantep Milletvekili Sayın Halil Mazıcıoğlu.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi başta ABD olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde 2007 yılının ikinci yarısından sonra başlayan ve yine 2008 yılının ikinci yarısından itibaren, mali piyasaları ve buna bağlı olarak ekonominin diğer kesimlerini de etkisi altına alan küresel mali krizle birlikte, gelişmekte olan ülkelere yönelik fon akımları giderek azalmaya başlamıştır. Ancak ülkemiz, sağlanan siyasi istikrar ve oluşturulan güven ortamının yanı sıra Hükûmetimizin ve ilgili kurumların gerekli önlemleri almış olması ve almaya devam etmesi sayesinde bu krizden en az düzeyde etkilenmektedir. Buna rağmen, söz konusu konjonktür altında ülkemizde ekonomik faaliyetlerini sürdürmeye çalışan birçok kişi ve kurum çek, senet ve kredi kartları borçlarına ilişkin taahhütlerini yerine getirmemeye başlamıştır.

Bilindiği gibi, kredi borcunu ödemeyen kişiler ve ödenmeyen çek ve protestolu senedi olan kişi ve kurumlara ilişkin bilgiler Merkez Bankasınca toplanarak bankalara ve diğer mali kuruluşlara bildirilmektedir. Bu kayıtlar kredi ve senet borcunun ödenmesinden sonra da belirli sürelerde tutulmaya devam edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borcunu yerine getirmeyen kişi ve kurumların yeni kredi talepleri, bankalarca söz konusu kayıtlar gerekçe gösterilerek yerine getirilmemektedir. Bu durum kredi kartı kullanımının yaygınlaştığı ve bireysel kredi taleplerinin arttığı günümüzde vatandaşların giderek artan ölçüde şikâyetlerine neden olmakta ve söz konusu kayıtların silinmesine olan talep giderek artmaktadır. Özellikle küçük esnaf ve sanatkârlardan, daha sonra ifa etseler bile, karşılıksız çek ve protestolu senet borçlarına ilişkin kayıtları nedeniyle kredibilitelerinin olumsuz etkilenmesi sonucu kredi ihtiyaçlarını karşılamada sıkıntı çektiklerine ilişkin şikâyetler çoğalmakta ve bu kesimden söz konusu borçlarla ilgili kayıtların silinmesine yönelik yoğun bir talep gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, üzerinde konuştuğumuz maddeyle bazı önemli amaçlar gözetilmiştir. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenmiş olup da kullandığı nakdî ve gayrinakdî kredinin ödemelerini aksatan firmaların, ticari faaliyette bulunmayan gerçek kişilerin ve kredi müşterilerinin karşılıksız çek, protesto edilmiş senet, kredi kartı ve diğer kredi borçlarına ilişkin kayıtlar bakımından bir düzenleme getirilmektedir. Bu düzenlemede, söz konusu borçların, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce veya bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde ödenmiş veya yeniden yapılandırılmış olması şartı da yer almaktadır. Buna göre bankalar, finansal kiralama şirketleri, factoring şirketleri ve tüketici finans şirketlerince yapılacak kredilendirme, çek karnesi verilmesi ve diğer işlemlerde dikkate alınmayarak bu durumdaki firmaların, kişi ve kredi müşterilerinin mağduriyetlerinin giderilmesi ve ekonomiye katkı sağlanması amaçlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu itibarla, tasarının kabulünün, vatandaşlardan gelen yoğun isteklerin karşılanması ve söz konusu kayıtlardan kaynaklanan şikâyetlerin giderilmesinde faydalı olacağı, sicil kayıtları nedeniyle finans kaynaklarına ulaşımı kısıtlananların önündeki engellerin kalkacağı, üretim sektörünün desteklenmesiyle de ekonomik krizin etkisini azaltacağı düşünülmektedir. Ayrıca, küresel krizin ülkemizdeki etkileri bakımından önemli bir husus olarak borcunu gecikmeli de olsa ödeyen yüz binlerce sanayici, tüccar, esnaf ve sanatkârın yeniden ekonomik faaliyetlere katılımına imkân vereceği de öngörülmektedir.

Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz bu tasarının kanunlaşmasıyla, esnaf ve tüccarımızın sorunlarının çözümlenmesine hepimizin katkıları olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Mazıcıoğlu.

HALİL MAZICIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Bundan önce yapılanlarda olduğu gibi bundan sonra da Hükûmetimiz, ülkemiz esnaf ve tüccarının, sanayici ve sanatkârının yanında yer alacaktır.

Ben Sayın Bakanıma da buradan seslenmek istiyorum: Sayın Bakanım, bunun konuşulduğunu duyan -geçen hafta sonu biz Gaziantep’deydik- gören esnafımız, sanayicimiz bu konuda Bakanımıza, Komisyonumuza ve Meclisimize teşekkür etmemizi söylediler. Ben de bu vebali üzerimden almak istiyorum, Gazianteplilerin teşekkürlerini size iletmek istiyorum.

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Bütün Türkiye.

HALİL MAZICIOĞLU (Devamla) – Ayrıca, benden önce konuşan Vekilimiz, bankalarımızın da sicillerinin tutulmasını söylemişti. Bunun da çok önemli bir konu olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum.

Sözlerime burada son verirken, tasarının kanunlaşıp milletimiz için hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Mazıcıoğlu, teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Öztürk…

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Hükûmet, tasarı öncesi bankalarla oturup bir mutabakata varmadığı için 1’inci madde borçların yeniden yapılandırılması konusunda bir hüküm öngörmemektedir. Bu madde, bankalarla müşteriler arasında borçların yeniden yapılandırılması konusunda kendiliğinden bir anlaşma sağlanırsa, bu süre sonunda adli sicilin düzeltileceğini hükme bağlıyor. Vatandaşların kredi kartı borçlarıyla ilgili bir şey yapılacaksa, öncelikle yapılması gereken, mevduata verilen aylık faizin yüzde 15-16’lar düzeyinde olduğu bir ortamda bankaların kredi kartı borçlarına yüzde 60 faiz talep etmesinin önüne geçmenin yollarını aramaktır. Bankaların mevduata yüzde 15-16 faiz öderken kredi kartı borçlularından yüzde 60’lar düzeyinde faiz istemesini serbest piyasa mekanizmasıyla açıklamak mümkün değildir. Bu değerlendirmeye katılır mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Öztürk, teşekkür ediyorum.

Sayın Çalış…

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, siz sektörün içinden gelen ve sektörün problemlerini bilen bir kişisiniz. Ancak, esnafın, zanaatkârın, sanayicinin yangını çok büyük. Can suyu ve sicil affı da dâhil, doğru adımlar olmasına rağmen, devasa bir yangına dökülen bir kova su olmaktan öteye maalesef geçememiştir. Sektör temsilcileri, Hükûmetinizden krizin derinliğinin farkındalığınızı onlara da fark ettirecek kalıcı tedbirler almanızı bekliyor. Önümüzdeki günlerde reel sektörü düze çıkaracak ne gibi tedbirleriniz, ne gibi projeleriniz olacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış.

Sayın Yalçın…

RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, konuyla ilgisi olmayan bir üzüntüyü paylaşmak istiyorum ve dikkatinizi çekmek istiyorum. Efendim, geçen hafta Almanya’nın Papenburg kentinde Ordulu sekiz yaşında bir kız çocuğu tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldü ve geçen hafta orada cenazesi vardı.

Sayın Bakanım, ailesinin bana ilettiği bir sitemi ben de size iletiyorum. Ne yazık ki Almanya’da çocuğun kayıp olduğu zaman içerisinde oradaki Büyükelçiliğimizin konuyu takip etmediği ifade ediliyor, yalnızca cenazesine katılmışlar, bir çabaları varsa da aile bundan haberdar değil.

Sayın Bakanım, bir Alman genci geçen sene bir İngiliz kızına tasaddide bulunmaktan tutuklandığında, Türkiye’de ulusal medyada günlerce haber oldu ve Almanya’ya gittiğinde kahraman gibi karşılanmıştı.

Şimdi, ne yazık ki böyle acı bir olay ve hâlen faili meçhul Sayın Bakanım. Türkiye’deki basın organlarının gözünden kaçtı bu önemli haber. Bugüne kadar da aileye devlet organlarımızdan, devlet yetkililerimizden bırakın ilgi göstermeyi, devletimizin bu konuda Almanya nezdinde çaba göstermeyi, bir taziye mesajının bile ulaşmadığı ifade ediliyor. Ben de bu fırsatı bulmuşken zatıalinize bunu ileteyim istedim.

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yalçın, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Efendim, öncelikle Sayın Yalçın’ın bahsetmiş olduğu konuyla ilgili, ben, hemen toplantıdan sonra yani gündem bittikten, kanun bittikten sonra hem Dışişleri Bakanımız hem de Sayın Said Yazıcıoğlu Bakanımıza konuyu ileteceğim. Tabii ki ben de şimdi sizden duyuyorum. Yani konu üzerinde yapılması gereken neyse, derhâl biz de tabii sorumluluk duygusu içinde yaparız. Teşekkür ediyorum, en azından bize böyle bir fırsatı verdiğiniz için.

Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; tabii burada çalışmayı yaparken, geçmişte de yapılan uygulamaların ne getirdiğini, ne götürdüğünü, fayda-maliyet analizlerini geniş bir şekilde değerlendirerek yaptık. Esnaf ve sanatkâr konusunda, özellikle KOBİ’ler konusunda –bunu iddia ederek söylüyorum, işin içinden, mutfağından gelen biri olarak söylüyorum- çok önemli destekler, yani cumhuriyet tarihinde ilkleri kapsayacak önemli değişiklikler, önemli uygulamalar yapılıyor. Bunun en önemli uygulaması, geçen hafta çıkartmış olduğumuz Bakanlar Kurulu kararıyla beraber, Halk Bankasının esnaf ve sanatkâra uygulamış olduğu faizlerin yüzde 65’ini esnaf ve sanatkâr öderdi, yüzde 35’ini biz sübvanse ederdik hazine kanalıyla, şimdi bunu yüzde 50’ye düşürdük. Yani bu çok radikal bir karardır, çok önemli bir karardır ve bu konuda gerçekten esnaf ve sanatkâr kesimi gerek TESKOMB vasıtasıyla gerek TESK vasıtasıyla memnuniyetlerini ifade etmişlerdir.

Bugün Halk Bankası cari faizleri, Merkez Bankasının faiz düşürmesiyle beraber, daha da aşağıya çekecektir. Tabii Merkez Bankası Para Piyasası Kurulunun, faizleri Türkiye’nin gelişen ekonomik sistemine uygun bir şekilde düşürmesiyle beraber geç kalmadan, erken düşürmesiyle beraber bu faiz oranları daha düşebilecektir. Şu anda yüzde 12 olan bu faiz, ben umuyorum ki birkaç gün içinde yüzde 10’ların altına bile düşecektir. Bu çok önemli, altı çizilecek bir rakamdır. Yani aşağı yukarı 750 bin TESKOMB vasıtasıyla kredi alacak ve yaklaşık 3 milyar liranın üzerindeki bir kredi hacmine uygulanacak olan bir faiz, tüm Türkiye’deki esnaf kesimini ilgilendiren bir uygulama.

Bunun yanı sıra “Esnaf Sanatkâr Değişim Dönüşüm Destek Eylem Planı” diye bir plan hazırladık. Bunu yine ilgili kesimle beraber, TESK ve TESKOMB’la beraber hazırladık arama konferansları yaparak. Dün de sağ olsun, bazı milletvekili arkadaşlarımız, toplantıya katılanlar, Ali Bayramoğlu başta olmak üzere ifade ettiler, Abdulkadir Akgül olsun, diğer yetkililerimiz olsun. İlk defa esnaf ve sanatkârı, hukuki, idari, mali anlamda yeniden ele alan, yeniden yapılandıracak bir eylem planı hazırladık. Ekonomi Koordinasyon Kurulunda 2008 tarihi itibarıyla konuyu görüştük ve bununla ilgili, ilgili ve sorumlu kuruluşlar belirlendi. Kısa, orta ve uzun vadeli bir program çerçevesinde bir eylem planı hazırlayarak bir taraftan mevzuattan gelen sıkıntılar, bir taraftan onların idari ve mali alanda desteklenmesi noktasında çok önemli bir açılım. Yani, artık esnaf ve sanatkârla ilgili bir eylem planı var, hangi kurum neler yapacak bu belli ve burada esnaf ve sanatkârımızın rekabet gücünün artırılması, daha fazla, üzerindeki yüklerin kaldırılması, mali güçlerinin artırılması, hukuki mevzuat ve Avrupa Birliği kredilerinden faydalanması noktasında çok önemli açılımlar içeriyor; bu anlamda son derece önemlidir.

Bunun yanı sıra, tabii bankalarla ilgili sicil denetimi, biliyorsunuz, bağımsız bir kurum olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından yapılıyor. Yine dün ifade edildi, evet, bankacılık sisteminin bugün sağlam ayaklarla ayakta durmasının en önemli göstergesi Türkiye’de düzenleme ve denetleme görevinin fazlasıyla icra ediliyor olmasıdır, çok önemli bir şekilde çalışılmasıdır. Geçmiş dönemlerde, hatırlayın çok eskilerde -bunlar tozlu raflarda kaldığı için- Türkiye bankacılık sisteminde gerçekten önemli sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştı.

Efendim, diğer taraftan, bu kredi kartlarıyla ilgili en son çıkarılan kanun çerçevesinde kredi kartının aylık faizi yüzde 4,39’dur, aktif faizi. Eğer temerrüde düşerse bu faiz yüzde 5,14 olmaktadır. 5464 sayılı Kanun hatırlayın 2006 yılında yüce Meclisimiz tarafından yine çıkarılmıştır. 5464 sayılı Kanun çıkarıldığı zaman kredi kartı borcu olanlara yeni bir ödeme imkânı getirecek olan bir düzenlemeydi, iyi bir düzenlemeydi. Ancak size birkaç rakam vermek istiyorum bunun sonuçlarıyla ilgili, ne yapıldı diye: O Kanunla on sekiz ay vade getirildi, on sekiz eşit taksitte ödeme imkânı getirildi ve yüzde 18 faiz uygulandı. Bu çerçevede 958.948 kişiden 266.840 adet kredi kartı başvurusu, yani yüzde 27’lik başvuru yapılırken, buna karşılık yüzde 25,3’ü yeniden yapılandırılmıştır. Yani 958.948 kredi kartı borçlusu var ve bunlar için çıkarılan kanun var, ancak bu Kanun’dan yararlanmak için yapılan başvuru sayısı bunun yüzde 25’i mertebesinde.

Bir yanlışlığı da düzeltmekte fayda var. Bugün ülkemizde 42 milyon kredi kartı vardır. Değerli arkadaşlar, 42 milyon kredi kartının, ben diyeyim yüzde 40, siz deyin yüzde 42, en fazla aktif olan kredi kartı sayısı yüzde 35’ler, 40’lar mertebesinde. Çünkü her birimizin, her bir insanın cebinde ikişer üçer, dörder kredi kartı bulunmaktadır ve şu anda krediler içindeki portföyde almış olduğu pay da yüzde 8 mertebesindedir.

Şu anda kredi kartlarıyla ilgili bir düzenlemeyi, tüketici kanununu, inşallah önümüzdeki günlerde yüce Meclisimize geldiği zaman orada göreceksiniz, çok önemli düzenlemeler içeriyor. Bunları da mutlak surette sizlere aktarmayı bir görev biliyorum.

Bu, yeni hazırlamış olduğumuz tüketici kanununda kredi kartlarından alınan yıllık aidat veya yıllık -ne diyelim bunun adına, tüketicinin bile bilgisi olmadan alınan- kart ücretine üç yıllık bir süre getirerek bir sefere mahsus alınacak olan bir düzenleme getirmeyi hedefliyoruz.

Bunun yanı sıra, biliyorsunuz talebi olmadığı hâlde birçoğunun adresine adres teslimi kart veriliyor. Bu çerçevede de kendisine kredi kartı gönderilmiş olan biri istediği an “O kredi kartını ben, hayır, istemiyorum, kullanmıyorum.” diyecek bir serbestliğe kavuşacak. Şu anda çeşitli yokuşa koşmalar ve zorlamalar var. Bu çerçevede online ortamda bile istemiyorsa kredi kartını kullanmaktan vazgeçebilecektir.

Yine bu kredi kartıyla ilgili yapılan yeni bir düzenlemeyle de dediğim gibi, kredi kartının limiti şahsın limiti olacak. Yani bir firma, bir yeni müteşebbis bir bankadan 20 bin lira kredi alamazken kendisine verilen farklı sayıdaki, farklı adetteki kredi kartlarıyla verilecek olan kredinin çok üstünde krediler açılıyor. Bu da tabii ki neticede, işte farklı adlandırma da olsa, kredi kartı kullanımını farklı yerlere götürebiliyor. Ama şimdi yapacağımız düzenlemede ve Çek Kanunu’nda yapılacak olan düzenlemelerde kredi kartı şahsın limitine göre, TC vatandaşlık numarasıyla beraber o kişinin harcama yetkisi olarak yapılacak.

Bir şey daha söyleyip konuşmamı bitirmek istiyorum Sayın Başkanım. Vaktim…

BAŞKAN – Sayın Bakan…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Peki, tek bir şey söyleyeyim: “2003 yılında çıkarılan sicil affı, hani, ne getirdi, ne götürdü…” Sanki ben böyle bir hava izliyorum, bir fayda getirmeyecekmiş gibi. Biraz evvel çok Değerli Milletvekilimiz söyledi.

Değerli arkadaşlar, bu kanunun faydasına hepimiz inanıyoruz, hepimiz zaten bunu istedik ve bütün Meclisimizin talep etmiş olduğu bir uygulama bu. Mutlaka bunun faydası fazlasıyla alınacak ve şu anda -dün rakam vermiştim- 12 milyon ödenmiş veya ödenmemiş olan kredi kartı, ferdî kredi, çek ve protestolu senedi ilgilendiren bir hadisedir. 2003 yılında çıkarılan 5033 kapsamında, bakın, 7 milyon 749 bin 798 adet çek kaydı, 429.730 adet kredi ve kredi kartı kaydı, 57.100 adet de protestolu senet kaydı Merkez Bankası kayıtlarından 2003 yılında çıkarılan kanun çerçevesinde silinmiştir. Onun için, bu kanun da geçen kanunda olduğu gibi, biraz daha kapsama alanı daha fazla olduğundan dolayı, yeniden sicile girmiş durumda ve burada ciddi manada bir yeniden düzenleme imkânı getirecek, yani bir temizlik söz konusu olacaktır; sicillerde bir temizlik getirecek.

Bir milletvekilimiz söylemişti: Antalya’da açılan, kapanan esnaf sayısı… Efendim, tekrar söylüyorum: 2005 yılında çıkarılmış olan 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu, TESK Kanunu’yla beraber yeniden kaydolanlar, yeni kişiler, üye kayıtları, yani üyelerin tamamı yeniden gözden geçirildi. Birçok mükerrerlik vardı. Bu mükerrerlik 2005 yılında yapılan yeni düzenlemeyle düzenlendi ve 2002-2008 yılları arasında -biraz evvel Sayın Vekilim sormuştu- 51.813 esnaf açılmış, 54.519 esnaf kapanmıştır -doğru, benim gönderdiğim bir cevap- ancak bunun 32.157 adedi 2005 yılında yürürlüğe giren düzenlemeden, düzeltmeden dolayı kayıtları silinmiştir. Yani burada kapanan esnaf sayısı açılan 51 813’e karşı 22 bindir. Bunun düzeltilmesi ve Genel Kurul kayıtlarına geçmesinde fayda var.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun.

Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 320 sıra sayılı yasa tasarısının 1. maddesi sonuna aşağıdaki fıkraların eklenmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Hüsnü Çöllü

Hulusi Güvel

 

Malatya

Antalya

Adana

 

Ergün Aydoğan

 

Ali Rıza Öztürk

 

Balıkesir

 

Mersin

(3) Ayrıca, Bankalar, Katılım Bankaları, Finansal kiralama şirketleri, Faktoring şirketleri ve Tüketici finansman şirketleri, verdikleri kredilerin geri ödenmesi amacıyla, kredi müşterisi tarafından ciro edilen ve kredi kuruluşlarınca kabul edilen çekler, çek sahiplerinin çeklerinin karşılıksız çıkmaması ve yasal takibe uğramaması hâlinde, çekteki tanzim tarihinden önce, kredi borçlusu hariç, cirantalara yasal takip yapılamaz. İlgili çekin tanzim tarihinde karşılıksız çıkması hâlinde, çek bedeli cirantalardan talep edilir, tahsil edilememesi hâlinde yasal takip yapılabilir.

(4) Kredi kurumlarınca veya üçüncü şahıslar tarafından icra takibi yapılan ve takip sonucunda borçlarını ödeyen borçlularla ilgili kayıtlar da silinir.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet?

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Katılmıyoruz efendim, çünkü başka bir düzenleme gerektiriyor, başka bir kanunda yapılması gereken bir düzenleme.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii Komisyon niye katılmıyor bilemiyorum.

Ne diyoruz biliyor musunuz? Mademki esnafa, mademki bu insanlara bir sicil affı getiriyoruz; burada olmayan, Merkez Bankası kayıtlarında olmasa dahi üçüncü kişiler tarafından, krediden dolayı -çek, senetten dolayı değil, dikkatinizi çekiyorum, çekten, senetten dolayı değil- sözleşmeden dolayı icra takibine uğrayan veya iki kişi arasında yapılan bir sözleşmeden dolayı icra takibine uğrayan insanlar da bu insanlar da aynen… Belki Merkez Bankası kayıtlarında yok, ama tüm bankaların kayıtlarında icra dairelerinden… Her banka icra dairelerinden her gün liste alır ve bunları anında kendi sicil listelerine işlerler veya bankalara haciz ihbarnamesi gelir. Şimdi, haciz ihbarnamesi gelen bir müşterisi artık hacizli diye… Bankalar Kanunu’nun 108’inci ve 160’ıncı maddelerinde zimmet suçu var. Burada, o esnekliği… Bu yasa çıkarıldığında protestolu senedi olan veya karşılıksız çeki olan insanlara artık zimmet suçundan bir yerde, geçmişten geleni kurtarıyoruz -bankacılara- ama icra takiplerinden dolayı ve borcunu ödeyen insanlara, -bunlar borcunu ödeyen insanlar- hiçbir şey yapmıyoruz. Yani, burada, hakikaten bunu yapmazsak icra takibinden dolayı hiçbir müşteriye hiçbir esneklik yapılamaz. Dikkatlerinize sunuyorum.

İkinci konu: Arkadaşlar “Çek bir ödeme aracıdır, vade olmaz.” diyoruz, ama bir piyasa gerçeği var, bunu hepiniz kabul edin. Artık bir kredi müessesesi bir müşterisine bir kredi verdiği zaman belli çekleri alıp… Yani, “Ben, bu krediyi bu vadede ödeyeceğim.” demek zımni kabuldür, bir yerde bir anlaşmadır. Müşteri çeklerini alıyor, bir anlaşma yapıyor, zımni kabul ediyor. Her ne kadar “Çekte vade olmaz.” dersek de artık bir piyasa gerçeği var. Ne yapıyor? Kendi müşterisi, kredi verdiği müşteri bir şekilde sorunlu olduğu zaman o müşterinin verdiği tüm o çekleri -on gün, üç gün, beş gün, bir hafta, bir ay, iki aylık tüm çekleri- arkasında sekiz on cirantayı, hiçbir günahı olmayan insanları o kredi kuruluşu haczediyor, icraya veriyor. Buna kimsenin hakkı yok arkadaşlar. Sen kredi kuruluşu olarak zımnen bu kredini bu vadede, bu çek vadelerinde tahsil edeceğini kabul etmişsin. Kendi müşterine icra takibi yapabilirsin, ama hiçbir günahı olmayan… Diyelim ki ev aldınız, yirmi tane çek verdiniz, o çek dolaştı, inşaatçınız ciro etti, verdi; demirciye verdi, saccıya verdi. En son kredi alan kişi sizin yirmi tane çekinizi götürdü, saccı bankaya verdi.

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Öyle bir şey yok…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Nasıl bir şey yok? Eğer sizin en son, en son…

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Ciro yaptı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ciro yaptın, verdin. Gitti, sekiz ciro geçti. En son bankadan kredi olan kişi, en son ciranta ve bankadan kredi alan kişi herhangi bir sorunu olduysa, o banka sizin yirmi tane çekinizi yazdırıyor. Ya kardeşim, ben bunu ayda bir tane ödeyebileceğim. Ben yirmi tane çeki bir günde ödeyemem ki.

KAYHAN TÜRKMENOĞLU (Van) – Vade yok…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ya Beyefendi, bir piyasa gerçeği... Nasıl vade yok? Siz, zımni bir anlaşma yapmışsınız: Ben bu krediyi yirmi taksitte ödeyeceğim... Ben yirmi tane çekin tahsili için, yarın sabah icra takibiyle sizin kapınıza gelsem, siz mahvolursunuz. Yani birtakım gerçekleri de niye kabul etmiyorsunuz? Yani burada dediğimiz bu arkadaşlar. Tamam, borçlusuna gitsin, borçlusuna gitsin. Borçlusunun sorunu varsa banka borçlusuna gitsin, ama zımnen kabul ettiği o çeklerin cirantasına çekteki vade dediğimiz veya “tanzim tarihi gelmeden önce gidemez” diyoruz. Ama icra takibi yapıyorlar. İnsanların onurunu yok ediyorlar. Yani bir sürü kredi kuruluşu -isim de veririm gerekirse- bir sürü insanın namusunu ve onurunu zedeledi arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Yani bir günde siz ciro etmişsiniz, mıcır alıyorsunuz. Mıcır aldığınız adama bir sürü çek veriyorsunuz mıcırcı acze düşmüş diye ve sizin çekiniz değil, sizin müşterilerinizin çeki. Ciro etmişsiniz, sizinle ilgisi yok, sadece ciro etmişsiniz. Hem sizi zor durumda bıraktı hem de sizin çeki o aldığınız insan kapınıza dayanıyor: “Ya bu ne rezalettir; ben sana bu çeki gününden önce bana icra takibi yapın diye mi verdim.” diyor.

Arkadaşlar, takdir sizindir. Yani başka madde yok. Eğer karşılıksız çeke bu yasada bir çözüm getiriyorsak, mutlaka buna da bir çözüm getirmemiz lazım arkadaşlar. Bu bir yaradır. Piyasada istikrarı bozan bir yaradır. Piyasada istikrarı bozuyor.

AHMET YENİ (Samsun) – Bankada, işin düşünce mi…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Aynen, aynen, aynen öyle. Aynen öyle.

Evet efendim, çekte bir karşılıklı söz vardır: “Ben bu krediyi bu vadede tahsil edeceğim.” demek…

AHMET YENİ (Samsun) – Siz öyle mi yapıyorsunuz?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet, aynen öyle.

Onun için, takdir hepinizin. Piyasada istikrarı bozan bir uygulama. Ben hepinizin dikkatlerinize sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2’nci maddeyi okutuyorum:

Yürürlük

MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk… Sayın Köktürk yok.

Konuşacak mısınız Sayın Aslanoğlu?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Aynen devam…

BAŞKAN – Buyurun.

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Değerli Başkan, saygıdeğer arkadaşlarım; bir şey zamanında yapılmalı, zamanında yapmadığın hiçbir şeyin hiçbir faydası olmaz. Bugün piyasanın istikrara ihtiyacı vardır. Önergeyi kabul etmediniz ama bunu -tüm piyasanın acısıdır, yarasıdır- ben takdirlerinize sundum ama maalesef...

Değerli arkadaşlar, tabii bu yasayı yaparken bir şeyi de dikkate almalıyız: Bankalar Kanunu’nun özellikle 108’inci ve 160’ıncı maddelerini mutlaka ve mutlaka, piyasa borçları için -altını çiziyorum- grup kredileri için demiyorum piyasa borçları için, tüketici kredileri için, kredi kartları için… Karşılık Kararnamesi’ni eğer biz orada tutarsak bunun hiçbir faydası yoktur. 108’inci madde ve 160’ıncı madde direkt zimmet suçuyla bankacıyı suçluyor ve hiçbir bankacı da eğer bir kişinin hasbelkader, yanlışlık da olsa karşılıksız çeki -demin bahsettiğim- hiçbir günahı olmadan, çekim vadesi gelmeden bir icra takibine uğramışsa, bu adamın kredisini ihtarname çekip geri istemezse zimmetle suçlanıyor arkadaşlar. Bu nedenle, biz, Bankalar Kanunu’ndaki Karşılık Kararnamesi’ni ve özellikle piyasa kredileriyle ilgili -altını çiziyorum, grup kredileri demiyorum- yeniden yapılandırma olanağı tanımak adına veya taksidi gelmiş “50 lirasını ödeyeceğim, diğer 50 lirayı bana bir ay uzat.” diyor, bu imkânı… Eğer 50 lirayı ödeyemezse taahhüdünü yerine getiremeyen bir müşteri oluyor ve uzatılmıyor arkadaşlar. “Hayır arkadaş, ben bunu yapamam, Bankalar Kanunu var zimmet suçuyla suçlanırım.” diyor. Bunlar eğer piyasada… Piyasayı düşünürsek ve istikrarı düşünürsek, bunları da eğer yeni bir yasa ile buraya getirmezseniz bunun da çok bir faydası olmaz arkadaşlar. Özellikle yeniden yapılandırmalarda Bankalar Kanunu’nun o maddelerine mutlaka o esnekliği vermek zorundayız arkadaşlar, yani bir şekilde inisiyatif vermeliyiz. Yine söylüyorum: 100 lira borcu varsa, “50 lirasını vereceğim, 50 lirasını on gün sonra ödeyeceğim.” dese bile inisiyatifleri yoktur. Ben, bir kere bunu hepinizin takdirine sunuyorum ve mutlaka buraya gelmesi lazım arkadaşlar.

Tabii, değerli arkadaşlarım, demin yine bahsettim, icra dairelerinde illa… Tabii, bir icra dairesine nasıl gidilir? Bir kişi icraya nasıl verilir? Karşılıksız çeki olur veya protestolu senetten dolayı icraya gidebilirsin. Ama örneğin, vergi dairesi, SSK’ya borcun varsa haciz yapıyor, her şeyine el koyuyor. Yani takibe uğramış oluyorsun bir yerde karşılıksız çek ve protestolu senet gibi takipli müşterisin. Mutlaka her banka, icra dairelerinden her gün liste alır arkadaşlar, mutlaka adamları vardır, icra dairelerinde o gün kime icra takibi yapılmışsa o listeleri alırlar, kendi sicillerine girerler. Artık o müşteri, o bankada takipli müşteri, karşılıksız çeki çıkan bir müşteri gibi veya senedi protesto edilen bir müşteri gibi addedilir. Deminki önergeyi kabul etmediniz. Eğer bu yasanın bir yerine “Geçmişte icra takibine uğramış ve borçlarını ödemiş kişilerin de aynen sicili silinir.” ifadesini koymazsak, icra takiplerinde hâlâ bu müşteri gözükürse bir şekilde bankalar açısından bir sorun olur arkadaşlar müşteri yönünden diyorum. Bu nedenle, bunu bir kere daha dikkatlerinize sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii 1960’lı yıllarda, yani Çek Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’nun yazıldığı dönemlerde ticaretin bir tek ödeme aracı varmış: Çek. Arkadaşlar, artık çek hamiline olmaz, hamiline çek olmaz artık, çek artık kişiye yazılır. Hiçbir ödeme aracı yoktu, tek bir ödeme aracı vardı: Eskiden “keşide çeki” derlerdi, ya keşide çekleri vardı ya da çek vardı. Kayıtlı ekonomiye geçmek için hepimizin çırpındığı bir ülkede artık hamiline çek olmaz. Bir kere bu çekte “hamiline”yi kaldırmak lazım. Çek, kime borcun varsa ona yazılır arkadaşlar. Bir kere bunu da dikkatlerinize sunuyorum.

Bir başka konu, vadeli çek arkadaşlar. “Çekte vade olmaz.” diyoruz. Hayır arkadaşlar, ticaretin gerçeği, ülkenin gerçeği, ülkede artık yerleşmiş bir ilke varsa bunu… Aksi hâlde, siz çeki kaldırın piyasa çok daralır, çünkü bugün piyasadaki işlem hacminin, günlük işlem hacminin en önemli kısmı müşteriler, yani ticarette ciro edilen müşteri çekleriyle yapılıyor. Artık bunu kabul edin. Yani, eğer Türkiye'de on ay vadeli mobilya satılıyorsa veya vadelerin on-on iki aya gittiği bir ticari yapı varsa bu ülkede ve buna uygun çekler de veriliyorsa, artık bu gerçeği kabul etmek zorundasınız. Tamam, “Çekte vade olmaz.” tabiri yerine “tanzim tarihi” tabiri getirilip tanzim tarihinden önce çekin arkası yazılamaz.

Bir başka konu: Biz, namuslu, şerefli, dürüst müşteriyi koruyacağız, dürüst insanı koruyacağız diyoruz. Namussuz, sahtekâr insanlar da yine yasadaki boşluktan yararlanıp bankaya bir talimatla “Bu çek istemim dışı elimden çıkmıştır.” dediği anda banka o çeki ödemiyor. Ya kardeşim, sen vermişsin çeki, malı almışsın, malı satmışsın, faturası var… Ama yasalar namuslu alacaklıyı korumuyor, o sahtekârlık yapan kişiyi koruyor. Bankaya yazılı bir talimat verdiği anda, arkadaşlar, o banka, müşterinin o talimatına istinaden çeki ödemekten rücu ediyor.

TAHİR ÖZTÜRK (Elâzığ) – Arkasını yazıyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır arkadaş, arkasını da yazmıyor.

Mutlaka ve mutlaka, çekten rücuyu, caymayı bir mahkeme kararına… Ondan sonra, namuslu alacaklı gidip o adamdan alacağı olduğunu mahkemede ispat etmeye çalışıyor, yıllar sürüyor.

Bu nedenle, arkadaşlar, çekten caymak isteyen kişinin, çekin elinden haksız yere çıktığını ispat etmesi lazım. Mutlaka ve mutlaka, Çek Kanunu’nda bunu değiştirmezsek yine piyasaya istikrar gelmez. Özellikle son günlerde bakın bankalara, çekten caymalar yüzde 100 oranında artmış arkadaşlar. Canı istemiyor, ödemek istemiyor, hemen çekten cayıyor arkadaşlar ve ondan sonra, o onurlu, şerefli alacaklı iki yılda o parasını alamıyor arkadaşlar. Mutlaka bunun maddi bir cezası olması lazım. Her önüne gelen kolay kolay çekten cayamaz. O mahkeme kanalıyla ispat etsin çekinin haksız yere elden çıktığını. Ama, biz, onurlu alacaklıyı korumuyoruz, onursuz borçluyu koruyoruz arkadaşlar. Ben bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabii…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Başkanım…

BAŞKAN – Buyurun efendim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Tamam Başkanım.

Bir sonraki maddede, başka bir iki konu var, onlar da oradadır, hepinizin dikkatlerine sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Reşat Doğru, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartı Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kısaca sicil affı denen bu kanunu milletimizin birçok ferdi uzun zamandır heyecanla bekliyordu. Benim de iki arkadaşımla beraber bir yıl üç ay önce verdiğim bu kanun teklifinin Sanayi Bakanımız Zafer Çağlayan’ca Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmesini memnuniyetle karşıladığımı ifade etmek istiyorum. Sayın Bakana ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum.

19 Şubat 2008 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine 37’nci madde gereği, yani komisyonda görüşülmemesinden dolayı 37’nci madde gereği bir konuşma, gündem maddesi olarak, almıştım. Orada, bu kanunun önemli olduğunu yüce Meclisimize anlatmıştım ancak çeşitli nedenler dolayısıyla da tahmin ediyorum Meclisimizdeki oylarla bu reddedilmiştir. Ancak şunu söylemek istiyorum ki 2007’de milletvekili seçildikten sonra birçok esnafın ortak isteği olarak ben bu kanun teklifini getirmiştim. Özellikle Tokat’ta -Reşadiye ilçesinde, Zile ilçesinde- birçok ilçeleri ziyaret etmiş olduğumuz zaman, seçimlerden sonra, bunun çok önemli olduğunu, bu şekilde bir konunun, yani sicil affının gündeme getirilmesinin esnafı rahatlatacağını veyahut da esnafta sıkıntının giderileceği noktasında ortak istekler vardı. O istekler doğrultusunda yaklaşık olarak bir buçuk yıl önce ben bu kanun teklifini arkadaşlarımla beraber getirmiştim ancak geç kalınmış olduğu kanaatindeyim ama yine de bu şekilde gelmiş olmasının da çok büyük faydası olduğunu ifade etmek istiyorum, onun için teşekkürlerimi sunmak istedim.

Sayın milletvekilleri, halkımız büyük bir ekonomik kriz altında bulunmaktadır. Çiftçinin durumu ortadadır. Bakınız, çiftçinin durumu diyorum. Doğrudan gelir desteği ödemeleri 2009 yılı içerisinde kaldırılması gerekirken 2007 içerisinde kaldırılmıştır. 2007 içerisinde kaldırılmış olması çiftçilerimizde çok büyük sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Bakınız, şu anda gübre alamıyor, ilaç kullanamıyor, mazot almakta da zorlanıyorlar. Yani biz bu doğrudan gelir desteğini 2009 senesinde kaldırmış olsaydık veyahut da onlara çeşitli imkânlar vermiş olsaydık ben daha da iyi olacağını düşünüyorum.

Şu an itibarıyla, yine Tokat’tan örnek vermek istiyorum, Tokat ilinde Kazova’ya gidiniz veyahut Artova Ovası’na gidiniz veya Kelkit Vadisi’ne gitmiş olduğumuz zaman çiftçilerimizin büyük bir sıkıntı içerisinde olduğunu görürsünüz. Çiftçilerimizin orada -özellikle önümüzdeki günlerde işte ekim zamanları geliyor veyahut hasat zamanları gelecek- şu an itibarıyla söylemek istiyorum ki bu manada çok büyük sıkıntıları vardır. Yani doğrudan gelir desteği şeklinde de olsa böyle ufak miktardaki paraların kendi dertlerine çare olduğunu ifade etmeye çalışıyorlar. Yani ürettiklerinin değerlendirilmesini ama üretimde de kendilerinin desteklenmesini istemekte olduklarını ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, esnafın durumu da bunlara yakındır. Esnaf geçinmekte zorlanıyor. Kim ne derse desin bazen yine siftah yapamadan kapanan dükkânlarımız vardır. Dükkânını, ekmek teknesini kapatmamak için büyük mücadele veriyorlar. Zaman zaman büyük sıkıntılarla karşılaşmakta olduklarını da söylemek istiyorum.

Sayın Bakanımız buradayken özellikle Tokat’ımızın Zile ilçesinden bir istek geldi, onu kendilerine ifade etmek istiyorum: Zile’de şu anda Zile pekmeziyle ilgili çok büyük sıkıntı vardır. Zile pekmezinin bu bölgeden işte başka yere kaydırılma noktasında olsun veyahut da Zile pekmezine patent alınmamasından dolayı oradaki pekmez üreticileri zor durumda bırakılmışlardır, hatta bazılarına çok ciddi manada da ceza yazılıyor.

Sayın Bakanım, Zile ilçesi Tokat’ın en güzel ilçelerinden bir tanesidir. Özellikle de Zile pekmezi bu bölgenin markasıdır, yani “Zile” denildiği zaman Zile pekmezi akla gelir. Dolayısıyla, şu an itibarıyla Zile pekmezini dünyaya tanıtan, Türkiye'nin her tarafında, bu pekmezi gönderen insanlar, özel teşebbüs bu marka, yani daha doğrusu… Gerçi Zile Ticaret Odası patent alınmasıyla ilgili müracaatta bulunmuştur, o izin verilmemesinden dolayı da sıkıntı yaşanıyor. Yani Zilelilerin ortak düşüncesi, Zile’deki o esnafın ortak düşüncesi, bir nefes alınması noktasında veyahut da patentin çıkmasına kadar bu konuda en azından üç beş ay süre bunlara verilmiş olsa, o cezayla karşılaşmazlar. Bakın, şu anda yine talimat vermiş olduğunuz zaman… Tahmin ediyorum ki 20 milyar, 30 milyar civarında ceza yazılıyor. Tarım İl Müdürlüğü bu konuda da ciddi manada, işte Patent Enstitüsü olsa gerek tahmin ediyorum, onlarla beraber bir problemi ortadan kaldırma mücadelesi verirler, tahmin ediyorum ki bundan da halkımızın büyük bir menfaati olur diye düşünüyorum. Bu konu, inşallah, derdimize çare olacaktır.

Sayın Bakanım, esnafımız, görüldüğünden, yani hakikaten, kim ne derse desin, şu an itibarıyla çok zor durumdadır. Bakınız, esnaf kefalet kooperatiflerinin şu anda işte olağan kongrelerini yapıyoruz. Mesela, geçen hafta içerisinde ben de Tokat’taki bazı kongrelere katıldım. Oradaki esnaf kefalet kooperatif başkanlarının ifadesidir, yüzde 85 civarında insan borcunu ödemekte zorlanıyor, yani esnaf işte kredi almış kooperatiften, o kooperatiften almış olduğu krediyi ödeyemiyor. Ne yapıyor? Ödenmediği zaman da sıkıntılar beraberinde başlıyor. Kooperatif de kendi öz kaynaklarından bunu karşılamaya çalışıyor. Ama bu nereye kadar devam edecek? İnanıyorum ki, inşallah, kooperatiflerimizin bu sıkıntılarını, yani esnafımızın bu sıkıntılarını gidermiş oluruz.

Değerli arkadaşlarım, tabii, sicil affıyla beraber esnafın borçlarına da bir noktada yapılandırma gelmesi gerekir diye düşünüyorum. Devletin elinde bankalarımız var. Biraz önce, Sayın Bakanıma teşekkür etmek istiyorum, hakikaten çok güzel şeyler söylediler. İşte, Halk Bankası vasıtasıyla veya çeşitli kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla esnafa çeşitli krediler verilmeye çalışılıyor. Sayın Bakanım, bu namuslu vatandaşlara, düzgün çalışan insanlara bankalarımızdan ciddi miktarda kredi verelim, yani can suyu kredisi dediğimiz tabir o zaman daha gerçekçi ve reel olur. Yani bankalardaki o imkânları iş adamlarımıza açalım, iş işten geçmeden bunları açalım, yoksa hasta öldükten sonra serum vermeye kalkmışsınız çok fazla bir şey ifade etmiyor. Ben hekimim, yani hasta şok olarak gelmiş, siz bu şok içerisindeki hastaya vermiş olduğunuz serum işte bir dereceye kadar onu kurtarmaya doğru yöneliyor ama esas şok tedavisini yapmış olduğunuz zaman ancak o zaman hastayı kurtarırız diye düşünüyorum.

Bu kanun çıkartıldıktan sonra inşallah önümüzdeki zaman içerisinde hipermarketler kanununu da bu Meclise getirmemiz gerekir diye düşünüyorum çünkü işte Tokat gibi orta ölçekli iller var, bu illerdeki esnaflarımız bu noktada da büyük sıkıntı içerisindedir. Bakınız, şu anda bu hipermarketleri, süpermarketleri bir noktada bakkal açar gibi mahallelere açıyorlar. Mahallelere açıldığı zaman da her süpermarketin açılmasıyla beraber yaklaşık olarak altmışın üzerindeki esnafımız da işini kaybediyor, aşını kaybediyor. Hatta bazı yerlerde öyle hipermarketler var ki içerisinde işte ayakkabı boyacısından tutun da kuru temizlemecisine varana kadar onun içerisinde bulunuyor. Dolayısıyla da mahallelerdeki açılan bu hipermarketler ve süpermarketlerle beraber işte o zaman kapanma durumuyla karşı karşıya kalınıyor, işsizlik dediğimiz orduya da, çok süratli bir şekilde insanların da buraya doğru yönlenmekte olduğunu da görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunların yanında özellikle emeklilerin sorunlarına geçmeden de sözlerimi bitirmek istemiyorum. Neden derseniz, şu anda kredi mağdurları içerisinde en büyük sıkıntıyı da emeklilerimiz yaşıyor. Emekli insanlarımız 2008 yılında Hükûmetimizden el uzatılmasını beklemişlerdir. Kim ne derse desin şu anda emeklilerimiz içerisinde evine ekmek götürmekte, kirasını ödemekte zorlanmakta, hatta kredi kartı borcuyla yaşamak zorunda kalan, asgari ödemesinde bile çok büyük sıkıntıda olan bir kitleyle karşı karşıyayız. Emekli insanların sesini duymak mecburiyetindeyiz. Önümüzdeki zaman içerisinde onlara yani emeklilerimizi rahatlatacak bir imkân yaratılabilirse ben bunun da Meclisimizin vazifeleri içerisinde olduğunu söylemek istiyorum.

Bakınız, işçilerimiz özellikle intibak kanununun çıkartılmasını istediler. 2008 senesi içerisinde intibak kanunu çıkmadı, inanıyorum ki inşallah önümüzdeki dönemde, 2009 senesi içerisinde intibak kanununu çıkartırız ve beraberinde de o insanlarımızı da -çünkü onlar çok büyük mağduriyet içerisindedirler, hepsi, işçi emeklilerimizin büyük bir kısmı bunu bekliyorlar- onları rahatlatma durumuyla da karşı karşıya kalmış bulunuruz, yapılmış olur.

Düşük kur-yüksek faizin halkımızı üretemez ve satın alamaz duruma getirmiş olduğunu hep beraber görüyoruz. İnşallah önümüzdeki dönemlerde de bu kanunun çıkmasıyla beraber yeni bir yapılandırmaya girilebilir. Biraz önce de söylendi, özel bankalar da bu kanuna inşallah uyarlar. Yani Merkez Bankasından kaydı sileceğiz ama inşallah sizlerin takibiyle beraber, Sayın Bakanlığın takibiyle beraber tahmin ediyorum ki özel bankalar da bu duruma uyarsa insanlarımızın beklentileri gerçekleşmiş olur diye de düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, ödenemeyen tüketici kredileri, kredi kartı borçları, karşılıksız çek ve senet borçları altında halkı ezdirmemek gerekiyor. Halkı tefecinin eline düşürmeyelim. Bu kanunun arkasından mutlaka diğer kanunları da beraberinde getirelim.

Bakın, işsizlik konusunda Türkiye yol ayrımının içerisindedir. Kim ne derse desin, zaman içerisinde -işsizlikle karşı karşıya bulunuyoruz ama Türkiye Cumhuriyeti devleti gençlerin büyük sayıda olduğu bir devlettir- Türk milleti gençliğine sahip çıkar ve o gençliğine önümüzdeki dönemlerde eğer iş bulması, aş bulması imkânını sağlayabilirse inanıyorum ki o zaman işte lider ülke Türkiye'nin de temelini atmış oluruz. Türkiye’den çok şey bekleniyor. Yani Türkiye’den çok şey bekleniyor ama gençliğimize sahip çıkmamız, onlara aş imkânı vermemiz, iş imkânı vermemizle beraber ancak o zaman bunun faydası olacaktır diye düşünüyorum.

Bakınız şu anda Tokat Organize Sanayi Bölgesi… Tokat Organize Sanayi Bölgesi’ne Bakanlığınızın yapmış olduğu hizmetlerden dolayı da teşekkürlerimi sunuyorum. Şu anda yine sizden almış olduğum bilgiler doğrultusunda Yeşilyurt küçük sanayi sitesine önümüzdeki günler içerisinde temel atılacak. Bu çok güzel bir gelişmedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Doğru, konuşmanızı tamamlayınız.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Erbaa’sında, Zile’sinde, Niksar’ındaki organize sanayi bölgeleri şu an itibarıyla çalışmalarını yapıyorlar ama oradaki insanların da işte bu sicil affı gibi kendilerine yardım edilmesi noktasında da çok büyük beklentileri var.

Bakın Tokat Organize Sanayi Bölgesi’nde bir boru fabrikası var. Onun gibi nice fabrikalar var. O fabrikalara böyle -yani demek istediğim orası- Halk Bankası vasıtasıyla, diğer bankalar vasıtasıyla şöyle bir can suyu, böyle büyük bir can suyu vermiş olabilsek o fabrikalar kapanma durumuyla karşı karşıya bulunmazlar. Çünkü oradaki insanlar -şu anda boru fabrikası için söylemek istiyorum- üretim durma noktasına gelmiş ve acil olarak da işte bu kanunu bekliyorlar, bu kanunla beraber kredi imkânı bekliyorlar. Yani bunları sağlamamız gerekir diye düşünüyorum.

İnşallah ülkemiz için bu kanun hayırlı olur ve bundan sonra bunlara bağlı olarak çıkartacağımız kanunların da hayırlı olmasını temenni ediyoruz. Çünkü bu ülke hepimizindir, bu ülkeye hepimizin sahip çıkması gerekir, iş adamına sahip çıkmamız gerekir, esnafımıza sahip çıkmamız gerekir, emeklimize özellikle sahip çıkmamız gerekir. Sosyal birimlerin, katmanların hepsinin durumunu şöyle bir bir göz önüne getirdiğimiz zaman, bu tür kanunların da çok acil olarak çıkması gereken kanunlar olduğunu ifade ediyor, yüce Meclise beni dinlemiş olduğu için teşekkürlerimi sunuyorum, bu kanunun da hayırlı olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

Şahsı adına Samsun Milletvekili Ahmet Yeni, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşülmekte olan kanun tasarısı ülkemiz ekonomisinin güçlendirilmesi, bu suretle de kredilendirme faaliyetlerinin desteklenmesini amaçlamaktadır. Bilindiği üzere kredi sisteminde geçmiş yıllarda müteaddit defalar sicil affı yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün dünyayı saran ekonomik mali kriz tabii ki ülkemizi de etkilemiştir. Yaşanan bu süreçte iç ve dış ticarette oluşan olumsuzluklar ve mali sıkıntılar neticesinde çekleri yazılan, senetleri protesto olan iş sahipleri ile kredi kartlarını ödeyemeyen ve kredi taahhütlerini yerine getiremeyen bir kısım gerçek ve tüzel kişiler olmuştur. Bugün sicil affı kanunu tasarısının Meclis gündemine alınması da zamanlaması da gerçekten doğrudur. Dünyada yaşanan krizle birlikte ekonomimizi başarıyla yöneten AK PARTİ İktidarımız, piyasalarda oluşan nakit sıkıntısına rağmen, her yıl miktarlarını artırarak verdiği kredilere de devam etmektedir. Geçmişte çıkarttığımız Bankacılık Kanunu ile bankalarımızın yönetim sistemleri tekrar düzenlenmiş, yasalaşacak olan bu tasarı ile de gerçek ve tüzel kişilere, esnafımıza, küçük ve orta ölçekli işletmelerimize yeniden kredi kullandırma imkânı bulmuş olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esnaf ve sanayicimiz, işlenmiş olan bu sicil kayıtlarının silinmesini, sicil affıyla sağlanan imkânlara kavuşmasını bizden talep etmiştir.

Burada bizleri bazı sözlerle eleştiren muhalefet sözcülerine kısaca hatırlatmada bulunmak istiyorum. Geçmişteki iktidarların nasıl yönetim sergiledikleri halkımız tarafından unutulmamıştır. 57’nci Hükûmet zamanında, DSP, MHP ve ANAVATAN Partisi koalisyonu döneminde ülkemizde batan banka sayısı 20’yi aşmış, milyarlarca dolar milletin sırtına yüklenmişti. Bankacılık sektöründe depremler yaşanmış, kriz üstüne krizler patlamıştı. Piyasalardaki güven ve istikrar âdeta yok olmuş, esnaf kepenk kapatarak mevcut Hükûmete karşı toplu yürüyüşlere geçmişti. O zaman iktidarda olanlara milletimiz “Yeter artık” diyerek tepkisini ortaya koymuş, bir buçuk yıl daha iktidarda kalmaları gerekirken bırakıp gitmişlerdir. Milletimiz yine AK PARTİ İktidarına “Evet” diyerek devam edecektir. Son olarak yapılan iki genel seçim ve bir yerel seçimlerdeki başarımız da ortadadır.

İktidarımız öncesinde uygulanan yüksek faizler, yaşanan finansal dalgalanmalar nedeniyle birçok işletme ve şahıs istememesine ve iyi niyetlerine rağmen çek, senet ve kredi taahhütlerini yerine getirmedikleri için Merkez Bankasının kara listesine dâhil olmuşlardır. İktidarımız döneminde elinden tutulan ve ayağa kaldırılan esnaf ve tüccarımız borçlarını ödeyebilecek kabiliyete getirilmişlerdir. Borç yapılandırmaları ve yüksek oranlarla uygulanan cezaların silinmesiyle borçlarından kurtarılmışlardır. Bu nedenledir ki geçmiş dönemlerde yaşanan mali krizler neticesinde yapılan sicil kayıtlarının silinmesini de halkımız, esnafımız, tüccarımız istemiştir. Bu tasarıyla, borçlarını ödemelerine rağmen sicil kayıtlarının olması nedeniyle kredilendirme ve çek hesabı açma işlemlerini yapamayanlar kaybettikleri ticari itibarlarını tekrar kazanmış olacaklardır. Bu sorunu aşarak ülkemiz ekonomisinin dinamiklerinden olan KOBİ’lerimize, mali zorluk içine giren esnaf ve tüccarımıza daha fazla nefes alma imkânı ortaya çıkmıştır. Çıkardığımız bu yasayla, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kara listesi kayıtları, borçların ödenmesi veya yeniden yapılandırılması hâlinde göz önünde tutulmayacaktır. Bankalardan, finansal kiralama şirketlerinden, factoring şirketleri ve tüketici finansman şirketlerinden alınacak kredilendirme, çek karnesi ve diğer işlemlerden istifade etme imkânı sağlanacaktır. Hükûmetimiz geçtiğimiz dönemde buna benzer bir çalışmayı da yapmıştır. Her zaman olduğu gibi, yine adalet ve kalkınma anlayışı içinde yaptığımız tüm düzenlemelerde hakkaniyet ölçülerine riayet ederek, dengeler gözetilerek, bu yasada da konu edilen borçluların borçlarını ödedikten sonra sadece sicil kayıtlarının silinmesi, sicil kayıtlarının silinmesiyle de ticari hayatta sağlanan kredilerden, banka ve diğer finans kuruluşlarından kredi imkânlarına kavuşmuş olacaklardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.

AHMET YENİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhalefetin yaptığı tüm haksız eleştirilere karşı tekrar hatırlatmak istiyorum: İktidara geldiğimizde esnaf ve çiftçiye uygulanan kredi faizleri oranı yüzde 59 iken, bugün bu oran yüzde 14 seviyelerine kadar indirilmiştir. 2002 yılında 153 milyon TL kredi verilmiş iken, bugün bu miktar, 2008 yılı sonu itibarıyla 3,1 milyar TL’ye ulaşmıştır. SSK ve BAĞ-KUR prim borçlarını ödeyemeyen insanımızın hâli perişan iken, şimdi esnaf ve sanatkârlarımız borcunu ödemiş, sağlık ve sosyal hizmetleri en iyi şekilde almaktadırlar. Çiftçimiz kredi faizi borç batağından kurtarılmış.

Biz bir taraftan sicil affı getirilirken diğer taraftan da malî destekleri vermeye devam ediyoruz. Kanunlarımızı ihtiyaçlar doğrultusunda ülkemiz ve milletimiz menfaatine olacak şekilde hazırlamaktayız.

Bu kanunun ülkemiz ekonomisine katkılar sağlaması temennisiyle, yüce vatandaşlarımıza, iş hayatımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şahsı adına Yozgat Milletvekili Sayın Osman Coşkun, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

OSMAN COŞKUN (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle bizi izleyen herkesi saygıyla selamlıyorum.

Tıpta hastalanmadan önce önemli olan koruyucu hekimlik konusu vardır. Ticarette, sanayide ve esnafımızın tüm alışverişinde de benzer bir koruyucu önlemin alınmasının oldukça yararlı olacağı kanaatini taşıyorum. Bu noktada özellikle birkaç bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii, bugün, çek, senet, kredi kartı dediğimiz zaman ticaretin asli unsurlarından, kullanılan unsurlarından bahsediyoruz ama başlangıçta ticaret dediğimiz zaman aslolan bir mal ile değeri olan bir malın değişimidir yani o zaman nakit yokken, çek yokken, senet yokken mal karşılığında mal değişimi söz konusu idi ancak büyük nakliyeden dolayı nakit icat edilmiştir ve daha sonra da çek ve senetler kullanılmaya başlanmıştır.

Şimdi, tüccar dediğimiz kişi en kaliteli malı en ucuza satan kişidir. Tüccar hileli ve düşük kaliteli malı satamaz ve bulunduramaz. İlimde de çok önemli bir esas vardır: Bilmediğin bir işin peşine gitme, bir işin önce bilgisini elde et ve daha sonra o işi yapmak esastır. Özellikle Sayın Grup Başkan Vekilimiz Mustafa Bey de çok iyi bilir, birçok şehrimizde, sanayicimiz, esnafımız, tüccarımız, işçimiz çok güzel bir uygulama yaparlar, “oturma gecesi” dedikleri, haftada bir defa bir araya gelirler ve herkes kendi sektörüyle ilgili orada o bilgiyi paylaşır. O paylaşım sonucunda yatırım yapacak tüccar, esnaf, sanayici daha isabetli karar verir. Bunun da en önemli esası -yine ilimde bildiğimiz gibi- istişare eden yani bilgiyi edindikten sonra o işi yapan kaybetmez, istihare eden pişmanlık duymaz, iktisat eden yokluk görmez. Yani tasarruf son derece önemli. Ben bu noktada birkaç cümleyi de paylaşmak istiyorum: Özellikle sanayicimiz ucuz diye Çin’den birtakım makineler almakta. Fakat incelendiği zaman bu makinelerin elektrik tüketiminin çok yüksek olduğunu, dolayısıyla aslında kendisine maliyetinin çok fazla olduğunu çok sonra fark edebilmektedir.

Evet, özellikle varlıklı ile fakir arasındaki dengeye çok dikkat etmek lazım. Bu, çok önemlidir. Bir insanın ne kadar serveti olursa olsun dilediği gibi sarf etme hakkına sahip değildir. Yani toplumun ekonomik seviyesi yetersizken “Param var.” diye istediği gibi harcama yetkisi yoktur ki bir ihtiyacı fazlasıyla giderme alışkanlığına sahip olan kişiye de kötü kişi denir, yani bu kötü bir davranıştır. Bundan dolayı özellikle her alanda, başta tabii ki enerji konusu olmak üzere esnaf ve sanayicimizin tasarrufa önem vermesi son derece önemli ama mesela toplumun seviyesi buna yeterli değilken her yıl arabasını değiştirmek, aile boyu herkese son model arabalar ve hesapsız çekler, bir radar gibi geleceği takip etmeden yapılan alışverişler sonucunda maalesef sanayicimiz sıkıntı yaşamakta. Mutlaka bu konuda eğitim çalışmaları yapılarak önceden bilgilendirmelerde fayda var.

Esnafımız ve sanayicimiz bizim için son derece önemlidir. Onların çalışmalarını kolaylaştırmak tabii ki bizim görevimizdir. Bu süre içerisinde onların her aşamada işini kolaylaştırmamız lazım. Burada -Sayın Bakanımızın da burada olması sebebiyle- sanayi odası başkanlarımız olabilir, oda başkanlarımız olabilir; belli sayıda ihracat yapan, ülkeye döviz kazandıran, belli sayıda ciro yapan, belli miktarda ciro yapan, yine belli sayıda işçi çalıştıran esnafımızın mutlaka yurt dışına gidişinin kolaylaşması lazım. Şu anda milyonlarca, yeşil pasaportu olan kişi var kamu görevlisi olması sebebiyle. Bence yeşil pasaport… Yani vize almaksızın tüm Avrupa ülkelerini, dünyayı rahatlıkla dolaşabilip ihracat imkânını artırma noktasında sanayicimize, esnafımıza kolaylık sağlamalıyız diye düşünüyorum. Bu konuda yapılacak çalışmaların oldukça önemli olduğuna inanıyorum çünkü yurt içinde yapacağımız satış bir cebimizden diğer cebimize parayı koymaktan daha farklı olmayacaktır.

Olabildiğince ihracata yönelik yapılacak çalışmanın ülkemiz için, sanayicimiz için son derece önemli olduğunu düşünüyor, bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli üyeler; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, deminki konuşmamda çekler üzerinde durdum, burada ise tüketici kredileri ve kredi kartları üzerinde duracağım.

Arkadaşlar, tüketici kredileri ve kredi kartına baktığınız zaman, kredi kartı bir ödeme aracıdır, kredi kartı bir ödeme aracıdır, bir kredi müessesesi değildir. Asıl işlevi, limitlendirilmiş bir ödeme aracıdır. Dünyanın her tarafında bu böyle kullanılır. Bir kredi müessesesi, o ödeme aracında, ileride, kredi kartının günü geldiğinde, ödenene kadar bir kredilendirme olayıdır ama bu bizde bir kredi kurumu hâline getirildi. Kredili kredi kartı.

Şimdi, önce, size bir tüketici kredisiyle kredi kartının farkı nedir, onu izah edeyim. Yani bir masa alacaksınız veya bir buzdolabı alacaksınız. Gidiyorsunuz, tüketici kredisi alıyorsunuz. Bunun faizi, tüketici kredisi faizi oranı üzerinden faizlendiriliyor. Bankaların ilan ettiği tüketici kredi faizleridir. Aynı buzdolabını kredi kartıyla alıyorsunuz, kredili kredi kartı hesabına giriyor. Birinin faizi 1,5; 1,60; 1,70; 1,20 civarında -tüketici kredilerinin- ama kredili kredi kartı hesabına girdiği zaman minimum 4 ,arkadaşlar, aylık 4’ten bahsediyorum, aylık 1,5’tan.

Şimdi, geçen dönem, ben burada Ticaret Bakanlığının Tüketici Kredileri Genel Müdürlüğüne teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, teşekkür etmesini de biliriz. Görev yapan…

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Eyvallah.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, geçen dönem bir yasayla, hep beraber, yine tüm Meclis, tüketici kredilerinde iki tane basit ama çok önemli değişiklik yaptık. Bir “tüketici kredilerinde faiz değişmez” maddesi getirdik, hep beraber, tüm arkadaşlar. Artık orada -ve işini çok iyi takip etti- tüketici kredilerine baktığınız zaman, piyasada tüketici kredi müşterilerinde bir itiraz gelmiyor; artık taksiti belli, vadesi belli, ödeme kabiliyetiyle ödüyor. Eskiden üç ay geçmeden, bu kredinin faizi, diyelim 1,5’la aldıysa 2 oldu diyordu. Yani önemli bir soruna parmak basıldı ve çözüldü.

Yine geçen dönem, özellikle -biraz önce Sayın Bakan bahsetti- kredi kartlarıyla ilgili, yeniden yapılandırmayla ilgili bir yasa geldi. Burada bir komisyon kuruldu. O zaman iki partiydik. Bu komisyonda mutabık kalamadık arkadaşlar ve komisyon kendi arasında mutabık kalamayınca o gün bu konuya bakan Sayın Bakan hepimizi çağırdı “Ortak bir nokta bulalım.” dedi -Sayın Angı hatırlar- ve hep beraber piyasayı en iyi takip eden ve burada tüketiciyi de koruyacak, bankaları da çok mağdur etmeyecek diye düşündük, Merkez Bankasının adaletine bıraktık.

Değerli arkadaşlarım, enflasyon belli, tüketici kredi faiz oranları belli, hepsi belli ama maalesef kredi faizleri yüzde 13’le reeskont faizi veya günlük repo faizi anons eden Merkez Bankası hâlâ daha temerrüt faizi olarak 5,13 ilan ediyor. Dikkatinizi çekiyorum, aylık 5,13 değerli arkadaşlarım, aylık. Bu ne demektir biliyor musunuz? Yıllık yüzde 67.

Kredi kartları ise değerli arkadaşlarım, ortalama 4,30, baktığınız zaman 4,30. Onun da yıllığı 62 arkadaşlar, 62, faizlerin yüzde 13-15 olduğu ve aşağıya doğru çekilmeye çalışılan bir Türkiye’de… Tamam, kredi kartlarının bir operasyonel maliyeti vardır, bunu kimse inkâr edemez, operasyonel maliyeti vardır ama gidin bir giyim mağazasına, on beş tane POS cihazı vardır arkadaşlar. Operasyon maliyetini müşteriye yüklemek yerine kendileri, bankaların kendileri, bu işi daha rantabl bir şekilde bir tane POS makinesiyle çözmek ve maliyeti aşağıya çekmek, faizleri aşağıya çekmek yoluna hiç gitmediler.

Arkadaşlar, bu hâlen toplum için bir yaradır. Kredili kredi kartı faiz sarmalına düşen bir insanın, sabit gelirli bir insanın bu sarmaldan kurtulmasına imkân yoktur.

Arkadaşlar, 1,5’in yıllık kümüle faizi ise -yani aylık 1,5’in ise- yüzde 21’dir. Bir tarafta yüzde 21, bir tarafta yüzde 67.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de bu sorun önümüzdeki süreçte daha da büyüyerek devam edecektir. Ben bunun altını çiziyorum. İstediğiniz kadar… Demin Sayın Bakan söyledi, 1 milyon sorunlu kredili kredi kartı borcu olan insanın sadece 200 bin kişisi gidip yapılandırmış. Hele bugünün Türkiye’sinde, yarının Türkiye’sinde yani bu dünyadaki ekonomik gelişmeler ve uygulanan IMF politikasıyla sabit gelirlinin, memurun, emeklinin -dikkatinizi çekiyorum- ödeme gücünün nereye gideceğini bir kez daha dikkatlerinize sunuyorum. Bu insanların kredili kredi kartı borcunu yarın önünüze… Bugün 1 milyonsa yarın, arkadaşlar, bu 2 milyon olacaktır. Bunun altını açıkça çiziyorum. Bu nedenle bir şekilde af getirmek yetmeyecek, aflar getireceksiniz. Eğer oradaki temerrüt faizi ve aylık kredili kredi kartı faizleri bu oranla devam ederse bu insanlar bunları ödemekte zorlanacaklar.

Gene söylüyorum: Bir ödeme aracıdır, bir kredi müessesi değildir. Nasıl bir kredi müessesi? Alışverişten ilk ekstrenin geldiği tarihe kadarki bir sanal kredilendirme yani. Bir nakdî kredi değil, gayrinakdî bir kredilendirmedir. Kredi kartı, faiz oranı değildir arkadaşlar, gayrinakdî bir kredidir, tıpkı teminat mektubu gibi. Mağazaya “Bu kredi kartını al, bu adamın borcunun kefili benim.” diyorsun, bir teminat mektubu veriyorsun.

Değerli arkadaşlarım, bir başka konu ise karşılıksız çeklerden dolayı hapis cezası alan insanlarla ilgili büyük bir boşluk var. Burada büyük haksızlıklar var. Şimdi, birileri yasal boşluktan faydalanacak, birileri faydalanamayacak. Burada bir yasal boşluk doğmuştur. Herkes cezasını çekmelidir, adalet önünde herkes eşit olmalıdır ama bir kaos doğmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Özellikle karşılıksız çeklerden dolayı hapis cezasıyla ilgili kaosun öncelikle objektif olması, herkes için eşit olması yönünde mutlaka bir çözüm getirilmelidir. Burada bir boşluk doğmuştur. Bu boşluktan birileri faydalanacak, birileri faydalanmayacak; birileri dün yattı, bugüne kadar kaçan, hapse girmeyen insanlar da hapis yatmayacak. Ben bilginize sunuyorum. Eğer bir uygulama varsa herkese eşit olsun ama mutlaka bu insanların ne sorunları var… Özellikle hapis cezası… Bunlar maddi cezayla cezalandırılmalıdır. Hapis çözüm değil arkadaşlar, çalışıp öder bu insanlar. Özellikle karşılıksız çeklere hapis cezası yerine maddi ceza getirmek zorundayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Oktay Vural.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bugün, günümüzün giderek derinleşen ekonomik krizinin aslında vatandaşlarımızın gelecek umudunu kararttığı bir dönemde bir muhalefet partisi olarak, milletvekili olarak ısrarlı bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuda alınması gereken tedbirlerin olduğunu vurgulamış ve bu kriz karşısında Hükûmetin atalet içerisinde kalmasını eleştirmiştik. Bu çerçevede, değerli milletvekillerimizin, gerek tarım kesimi olsun gerek esnaf olsun gerek vergisini ödemeyenler olsun gerek SSK primlerini, sosyal güvenlik primlerini ödemeyenler olsun, elektrik borçlarını ödemeyenler olsun, bunların sorunlarını çözme konusunda, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde hâlen bekleyen kanun teklifleri bulunmaktadır. Önerilerimizi yapmaya devam edeceğiz. Bu yanlış ekonomik politikaların sıkıntıya soktuğu esnafımızın, çiftçimizin, emeklimizin sıkıntılarını çözme noktasında tekliflerimizi ısrarla Türkiye Büyük Millet Meclisinde dile getirmeye devam edeceğiz. Bugün burada, değerli milletvekillerimizin yaptığı önerilerle, kamuoyunun da baskısıyla, nihayet, bir nebze olsun, bu ekonomik krizden kurtulma umudu arayanlar için bir kapı aralanmıştır.

Ben, huzurlarınızda, bu kanun teklifini veren milletvekillerimize, Sayın Mehmet Serdaroğlu’na, Sayın Reşat Doğru’ya, Sayın Mümin İnan’a, Sayın Hasan Çalış’a, Sayın Mustafa Enöz’e, Sayın Alim Işık, Ahmet Bukan, Münir Kutluata, Atila Kaya, Necati Özensoy, Yılmaz Tankut, Muharrem Varlı, Kamil Erdal Sipahi ve Sayın Mehmet Şandır’a teşekkür ediyorum.

Bu konuda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, vatandaşlarımızın içine düşürüldüğü ekonomik sıkıntılardan kurtulması için gerekli her türlü desteği vermeye kararlı olduğumuzu ifade ettik; bunu da dile getirmeye, çözüm önerilerimi ortaya koymaya devam edeceğiz. Elbette bu kanun arzu ettiğimiz kapsamda değildir çünkü Merkez Bankasındaki kayıtlar silinmiş olmakla beraber, Kredi Kayıt Anonim Şirketindeki kayıtlar hâlen muhafaza edilmektedir. Yine de bu konuda, özellikle Hükûmetin uygulamalarıyla, bu konuda sicili bozularak önümüzdeki dönemde borcunu ödemek için borçlanmak isteyenlere hiç olmazsa sicilden dolayı getirilen engellerin kaldırılması konusunda tedbirler alınır ama sorun bununla bitmez. Sorunun kaynağı, milletin geleceğini ipotekli bir şekilde bugünden harcamasına yol açan, borçlandıran ekonomi politikalarıdır. Bu ekonomi politikaları devam ettiği sürece -ki bunu daha önce de söylemiştim- bu yeniden yapılandırmayla ilgili attığınız her adım, ne yaparsanız yapın bu politikanız devam ettiği sürece, burada sıkıntıda olan vatandaşlar için bu kanunları, bu kanun tekliflerini getirmek durumundayız, durumundasınız. Onun için, vatandaşı giderek borçlandırırken, tarlada ürünü bırakılan, 2002 yılındaki ürün fiyatı bile bugün verilmeyen, asgari ücretliye yüzde 4 zamlarla, emekliye yüzde 3 zamlarla bu borçların ödenmesi de mümkün değildir. Siz eğer çiftçinin, siz eğer emeklinin, siz eğer işçinin, siz eğer memurun satın alma gücünü artırmazsanız, talebi oluşturmazsanız bu konuda krediler de ödenemez, ödenmesi de mümkün değildir. Bugün geldiğimiz bu noktada, esnaf, kredisini ödemek için iş yerini satmaktadır, çiftçi kredisini ödemek için tarlasını satmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda bu ekonomi politikasının sonu gözükmüştür. Bu çerçevede krize karşı, 2000’li yıllarda, 1999’da oluşmuş krize karşı alınmış birtakım tedbirleri, o bankacılık sisteminin güçlendirilmesi için alınmış tedbirleri bugün iktidardaki bir sözcü eleştirebilmektedir. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu olmasaydı, bankaların öz kaynak rasyolarıyla ilgili kanuni tedbirler getirilmeseydi, şube açma, banka açmayla ilgili sınırlandırmalar getirilmeseydi bugün Türkiye’de mali krizden dolayı bankaların hangi duruma düşeceğini takdir edersiniz. Bugün Hükûmet eğer bankacılık sektöründe kriz olmadığını ifade ediyorsa bu tedbiri kim almıştır diye bir dönüp arkasına bakması gerekmektedir. Dolayısıyla, bugün dünyadaki ekonomik ve finansal krize karşılık, Amerika Birleşik Devletleri’nde trilyonlarca dolarla kendi kesimini desteklerken -İngiltere’de, her yerde- bu bankacılık kesiminin bedellerini milletimize ödettirmemek için, yüksek faizi ödettirmemek için bankacılık kesiminin sorunlu kredilerini ele alıp ondan sonra öz kaynaklarını güçlendirmek için devlet birtakım tedbirler alırken 2001 yılında bu konuda 57’nci Hükûmetin aldığı tedbirleri açıkçası “Bu yükü milletin sırtına yüklediniz.” demek, bugünkü Hükûmetin neden yan gelip yattığının gayet izahıdır, çok güzel izah etmektedir. (MHP sıralarından alkışlar)

Evet, bugün başka ülkeler kendi bankalarını, mali kesimini, insanlarını korumak için tedbir alırken, bugün Hükûmette bulunan ya da Hükûmetin partisinde bulunan milletvekili, o gün alınan tedbirleri vatandaşa bir yük olarak ortaya koyabilmektedir. O gün alınan tedbirleri eleştireceğine, o güne kadar bakkal dükkânı kurar gibi banka izinlerini kim vermiş, o bankalara verilen kredilerin altında, bugünkü ya da dünkü hükûmette, 58 ve 59’uncu hükûmetlerde kimlerin imzası vardır, bir onlara baksaydı da burada söz söylerken biraz düşünürdü hiç olmazsa! Onun için, burada, ekonomik krizle ilgili tedbirlerin alınması konusunda muhalefet partileri olarak Hükûmete verdiğimiz destek, maalesef, bu Hükûmetin bu tedbirler konusunda alınacak bir tedbiri olmadığını da bu tablo ortaya koymuştur. Bugün geldiğimiz bu noktada, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak…

Ödenmeyen tüketici kredileri ve kredi kartları 2002 yılına göre 2003 yılında yüzde 94, 2004’te yüzde 300, 2005’te yüzde 595, 2006’da yüzde 958, 2007’de yüzde 1.336, 2008 Ekim itibarıyla yüzde 1.921 artış göstermiştir. Bu hangi tabloyu ortaya koyuyor? Vatandaşın durumu iyi de çekini keyfinden dolayı mı ödeyemiyor ya da senedi keyfinden dolayı mı protesto ediliyor? Bu, insanların sıkıntıda olduğunu ortaya koyuyor.

O bakımdan, 2001 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunu kurmuş olmamızdan, bankacılar kesimini düzenlemiş olmamızdan bugünkü Hükûmetin sözcülerinin, partinin sözcülerinin şikâyet etmesini doğrusu yadırgıyorum ve anlıyorum. O gün, 2002 seçiminden önce, banka hortumcularıyla beraber helikopterle Bozüyük’e neden gittiklerini de şimdi anlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, krize karşı alınmış tedbirler karşısında, bu alınan tedbirleri sanki -başka bir ifadeyle- küçültmek, bugünkü tedbirler karşısındaki ataletinizi de, vurdumduymazlığınızı da ortaya koyuyor. Üzülüyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak üzülüyoruz, kapanan kepenklerden, işini kaybeden insanlarımızdan dolayı üzülüyoruz ve tedbir alınmasını istiyoruz. Onun için, bugün burada bir sicil affıyla bu konuyu gündeme getirmiş olmamızı, bu konu vasıtasıyla onların dertlerini dile getirmiş olmamızı da bir katkı olarak yorumluyorum.

Ben inanıyorum ki değerli arkadaşlarım, “Krize karşı ne tedbir aldınız? Sıkıntıda olan vatandaşların sıkıntılarını çözmek için ne tedbir aldınız?” diye bundan sonra soru sorduğumuz zaman diyecekler ki: “Bakın, sicil affını getirdik. Biz tedbir getirdik.” Onun için, bugün geldiğimiz bu noktada Hükûmeti tekrar uyarıyoruz: Vatandaşın satın alma gücünü artıracak tedbirleri getiriniz, vatandaşın sicilini bozdurmayınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Vural, konuşmanızı tamamlayınız.

OKTAY VURAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, bence burada asıl sorgulanması gereken ve Hükûmetin… Özellikle Sayın Bakana… Vatandaşı borcunu ödeyebilecek konuma getiriniz, vatandaşı borçlandırmaktan övünmeyiniz, vatandaşın borcunu zamanında, vergisini zamanında ödeyebildiğini ifade ediniz. O zaman bu borçlanmayı, bu borcu ödeme kabiliyetinin yüksek olduğundan dolayı size eleştirilerimiz sınırlı olur ama bugün vatandaşlarımız gerçekten borcunu ödeyebilecek durumda değildir. Bugün, ne hazindir ki 2009 yılında da IMF’nin ümük sıktıran talepleriyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yine yatırımlar kısıtlanmış, yine çiftçilerin doğrudan gelir desteği kesilmiş, yine vatandaş elde edeceği gelirle borcunu ödeyemeyecek duruma getirilmiştir. Bu ekonomi politikasının bir sonucu olarak da vatandaşımızın sicili bozulmaktadır. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak sicili ekonomik açıdan bozulan bu vatandaşların müdebbir bir tüccar olarak, bir küçük işletmeci olarak sorunun kaynağının kendilerinden olmadığını biliyoruz, müsebbibinin de bu ekonomi politikalarını oluşturan Hükûmetin uygulamalarının olduğunu düşünüyoruz.

Bundan sonraki dönemde, daha fazla, ekonomiyle ilgili kanunların, tekliflerin ve tedbirlerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi dileğiyle, bu kanun teklifinin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, katkıda bulunan bütün siyasi partilere, grup başkan vekillerine ve teklifi veren arkadaşlarımıza teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına Sakarya Milletvekili Sayın Hasan Ali Çelik.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASAN ALİ ÇELİK (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Kayıtların Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Ülkemiz ekonomisindeki büyüme ve ticaretimizdeki gelişmeler her geçen gün artmaktadır, bununla birlikte sorunlar da yaşanmaktadır. Geçmişte, yüksek faizlerin etkisi ile bazı öngörülemeyen finansal etkileşimler de dikkate alındığında, piyasalarda ödemelerin aksaması söz konusu olmuştur. Meydana gelen her aksama, ne kadar iyi niyet olursa olsun, kredi verenler veya borçlunun muhatabı tarafından bir kalıcı kara leke noktası olarak işaretlenmektedir. Ancak, çeşitli zorunlu sebeplerle ödemesini zamanı içinde yapamamış olan borçlular taahhütlerini sonradan yerine getirmiş olsalar bile bu kara listeden silinememektedirler.

Çok sayıda ticaret erbabı, sanayici, esnaf ve şahıs bu sebeple kredi kullanamıyordu. 2003 yılında yapılmış olan kanun düzenlemesinden sonra geçen altı yıl içinde ve öncesinde yapılabilecek bir sicil affı bir faydaya sebep olacaktır. Bu yasa hem borç ödemesini teşvik edecek ve hızlandıracak hem de ihtiyaç sahiplerine yeni kredi kullanımı hususunda bir yeni kapı açabilecektir. Burada esas olan, müşterisinin iyi niyetini tanıyan olmaktır, tabiidir ki burada herkesin taahhüdünü yerine getirmedeki hassasiyetinin de artmasıdır.

Artık, ticaret hem genişlemiş hem de hız kazanmış -sadece ülkemizin kendi şartları değil- küresel ekonomi dünyanın her tarafında etki eder hâle gelmiştir. Çıkarılmakta olan kanun, esasında, herhangi bir sebeple taahhüdünü tam olarak zamanında yerine getiremeyenlere taahhüdünü yerine getirme imkânı vermektedir. Tarafların birbirlerini daha iyi tanıması ve geçmişte yaşadığı bir sıkıntının bedeli olan bu kayıtların Merkez Bankasınca silinmesi, bir yeni dikkat, özen ve önem hatırlatmasıyla beraber, ihtiyaç duyulduğunda yeniden karşılıklı çalışma ortamı doğmasına da katkı verecektir. Ekonomik hayatımıza destek olacak, piyasalara güç verecektir. Zincir gibi bir etkileşimle yeni bir hareket daha doğuracaktır. Bilinmelidir ki Merkez Bankası nezdinde ferdî kredi, karşılıksız çek ve protestolu senet ödemelerinde tutulan kayıtlar oldukça yüksek düzeydedir.

Kanun “Ödeme tarihi bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce olup da; kullandığı nakdî ve gayri nakdî kredinin ödemelerini aksatan gerçek ve tüzel kişilerin (…) ve kredi müşterilerinin karşılıksız çıkan çek, protesto edilmiş senet, kredi kartı ve diğer kredi borçlarına ilişkin kayıtları, söz konusu borçların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde ödenmesi veya yeniden yapılandırılması halinde borcun tamamının ödenmesini müteakiben Merkez Bankasında tutulan kayıtları silinir.

Merkez Bankasınca kayıtların silinmesinden sonra, bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri ve tüketici finansman şirketlerince yapılacak kredilendirme, çek karnesi verilmesi ve diğer işlemlerde silinmiş kayıtlar dikkate alınmaz.” der. Böylece inanıyorum ki mutlaka yararlı olacak bir yasa çıkarmaktayız.

Bu yasanın 3’üncü maddesi “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” der. Elbette Bakanlar Kurulu yürütür. En iyi şekilde yürüteceğine, yöneteceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ederim.

Şahsı adına Kocaeli Milletvekili Sayın Eyüp Ayar.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

EYÜP AYAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Aslında tasarı yasama ve yürütme maddeleriyle beraber üç madde. 3’üncü madde üzerinde söz aldım. Söylenecek şeylerin çoğu söylendi ama önemine binaen bazı konuları tekrar etmekte de fayda olacaktır.

Değerli arkadaşlar, karşılıksız çek, protestolu senet, ödenmeyen kredilerle ilgili Merkez Bankasının kara listesine giren birçok gerçek ve tüzel kişilerimiz vardır. Bu kişiler çek karnesi alamıyor, kredi alamıyor, dolayısıyla ticari faaliyetlerini sürdüremiyorlar. Bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar borçlarını ödeyenler ile yürürlük tarihinden sonraki altı ay içerisinde borçlarını yapılandırıp ödeyenlerin Merkez Bankasındaki kayıtları silinecektir. Kamuoyunda sicil affı olarak bilinen bu kanunun çıkmasından sonra bankalar, finansal kiralama şirketleri, factoring şirketleri ve tüketici finansman şirketleri yapacakları kredilendirmelerde silinmiş kayıtları dikkate almayacaklardır. Tasarının özü budur.

“Bankalar bu yasayı dikkate almaz.” diyenler de var. Ancak kredi veren kuruluşlar, bu işlevlerini yerine getirebildikleri sürece yani topladıkları mevduatları kullandırabildikleri sürece ayakta kalırlar. Bir şekilde kara listeye giren kişiye bankalar kredi vermek isteseler de veremiyorlar. Bu yasayla ticari faaliyetlerde bir rahatlama olacaktır.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde gerçekten, karşılıksız çeklerin, protestolu senetlerin, ödenmeyen kredilerin sayı ve tutarı oldukça fazladır. Ekonomik kriz ortamlarında bu sayı daha da artıyor. 2001 yılında Türkiye büyük bir kriz yaşamıştı. Bu kriz Anayasa kitabının fırlatılmasıyla patlak vermişti ancak bundan önce de her şey altüst olmuştu; bankalar, fabrikalar ve iş yerleri kapanmıştı; ekonomik dengeler bozulmuş ve Türkiye küçülmüştü. Krizin sebebi, yolsuzluklar, hortumlar ve çeteler ile Türkiye'nin iyi idare edilmemesiydi. Nitekim o günkü koalisyon hükûmeti seçimlere bir buçuk yıl kala sicilleri bozulmuş olarak gittiler, gidiş o gidiş.

2002 yılında AK PARTİ iktidara geldi, bozulan dengeleri düzeltti, küçülen değil artık büyüyen bir Türkiye var. 2003 yılında bir sicil affı çıkarmıştık. 2008 yılında dünyada yine büyük bir ekonomik kriz yaşandı, bilhassa gelişmiş ülkelerde asrın krizi yaşanıyor; Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da büyük bankalar ve fabrikalar kapanıyor. Küreselleşen dünyamızda Türkiye’nin bu olan bitenlerden etkilenmemesi tabii ki mümkün değil. 137 milyar dolar ihracat yapıyoruz ancak Türkiye, bu krizi hafif atlatıyor.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Teğet değil, değil mi?

EYÜP AYAR (Devamla) – Alınan tedbirler vardır, alınmaya da devam ediliyor. Ancak 2001’deki ağır tablo bugün görülmediğinden dolayı, krizin hâlâ niye derinleşmediğinden dolayı kriz geçirenlerin olduğunu da biliyoruz!

Şimdi yeni bir sicil affı daha çıkarıyoruz. Ekonomik nedenlerden dolayı zora girmiş ticaret ve sanayi erbabının olduğu da muhakkak.

Ancak, değerli arkadaşlar, bizi izlemekte olan vatandaşlarımıza da sesleniyorum: Hesaplarımızı iyi yapalım, ayağımızı yorganımıza göre uzatalım, ödeyemeyeceğimiz borcun altına girmeyelim, çek ve senetleri dikkatli kullanalım, nasıl olsa bir yolunu bulurum diye gereksiz borçlanmalara gitmeyelim. Hesapsız kitapsız çek ve senet kullanmak maalesef bizde bir alışkanlık olmuştur. Sadece kriz ortamlarında değil, her zaman bu alışkanlığın olduğunu da biliyoruz.

Bir diğer alışkanlık ise son gün hastalığı. Yirmi yıl serbest muhasebecilik yaptım, biliyorum, adamın parası olduğu hâlde bütün ödemelerinde son gün öğleden sonrayı bekliyor. Bu izdihamlardan dolayı çeşitli nedenlerle parasını yatıramayıp çek ve senetlerini protesto ettiren ve bundan dolayı da yüksek faiz ve gecikme zammı ödeyenler de var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ayar, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

EYÜP AYAR (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Parası olmayanlar da ödemeleri için son gün para arayışına giriyorlar, çoğu kez de bulamıyorlar. Sicil afları her zaman çıkmaz. Ticari hayatımızı sürdürebilmemiz için dikkatli davranmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmeti, AK PARTİ İktidarı, her zaman işçinin, köylünün, esnafın, dar gelirlinin, sanayicinin yanında olmuştur. Esnafla ilgili yapılanları Bakanımız, Hükûmetimiz defalarca anlattı. Ben, şimdi onlara girecek değilim ancak bir konuyu da yine buradan hatırlatmak istiyorum. Esnaf kefalet kooperatiflerine borcu olanlar, ana parayı öderlerse, faizini de kırk sekiz aya kadar taksit yapabilirler. Borçlarını bu şekilde yapılandıranların ipotekleri kaldırılacaktır. Bununla ilgili başvuru tarihi, 31/3/2009 tarihine kadardır. Türkiye’de 1 milyon 908 bin 391 kayıtlı esnaf vardır. Son dört yılda açılan firma sayısı 406.774’tür.

BAŞKAN – Sayın Ayar, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

EYÜP AYAR (Devamla) – Bu yasanın başta esnafımıza ve bütün ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyor, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayar.

Soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana maddeyle ilgili iki konuda sorum olacak.

Yasa yürürlüğe girdiğinde, kamu bankalarından kredi talebinde bulunacak esnaf ve sanatkârlarımızın, bankalar kredi musluklarını açmadığı sürece, denize düşen yılana sarılır misali modern ismi “factoring” olan ancak ne yazık ki bir fırsatçı mantığıyla çalışan kuruluşların ve piyasadaki tefecilerin eline düşeceği açıktır. Ülkemizde yaygın şekilde teşkilatlanmış factoring kuruluşları kimlere aittir? Bunlar özellikle kriz ortamında aşırı para kazandıkları hâlde, ülkeye hangi kalıcı yatırımları yapmışlardır? Hükûmetinizce, vatandaşımızın factoring kuruluşlarına ve tefecilere mecbur bırakılmaması için hangi tedbirler alınmış ya da alınmaktadır?

İkinci konu da hapis cezası almış ve hâlen cezaevinde olan vatandaşlarımızın durumunu rahatlatacak bir düzenleme yapılabilecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın Özensoy…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde bir gazetede “sektörel teşvik haritası” yayımlandı. Bu harita doğru mudur? Eğer bu harita doğruysa Bursa’da otomotiv sektörüne teşvik var, tekstil sektörüne teşvik yok. Buna göre Bursa’dan “Tekstil sektöründe teşvike ihtiyaç yok.” diye bir bilgi mi geldi, yoksa tekstil sektörünü gözden mi çıkardınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özensoy.

Sayın Serdaroğlu…

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Değerli konuşmacılardan bir arkadaşıma buradan cevap vermek istiyorum. El konan bankaların 20 milyar dolarlık borçlarından dolayı cefayı o el koyanlar çekti, sefayı ise… 20 milyar doları tahsil eden İktidarınız olmasına rağmen, tenkidinizi yadırgadım. Bizim söylediğimiz geçmişi övmek veya bugünü kötülemek değil. Söylediğimiz şu: Sorun sadece sicil affı değil, sorun borç ödeme gücünün tükenmiş olmasıdır. Vatandaşımız borcunu ödeyemez durumdadır. Bakınız, bugünkü gazetenin manşetinde diyor ki: “Bu gidişin sonu kötü. Beyan edilip ödenmeyen vergi alacağı 22 katrilyon liradır.”

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkanım, soru sormuyor, sorusunu sorsun.

MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) – Bizim söylemek istediğimiz budur. Bu vatandaşın borç ödeme gücü bitmiştir, vergi ödeme gücü elinden alınmıştır. Sorum buradadır.

Çok teşekkür ediyorum.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Soru nerede? Soru yok.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, sizlerle dün konuştuğumuzda teşviklerin devam edeceğini söylediniz. Ben bunu Niğde’de de televizyonda da söyledim. Şu anda sizden Niğde’de ve diğer illerde teşviklerin devam edip etmeyeceği müjdesini sanayicilerimiz, iş adamlarımız, esnafımız ve köylümüz bekliyor.

Bir ikincisi de, hakikaten köylülerimiz ve çiftçilerimizle de ilgili, onlara da nefes aldırabilecek yeni borç yapılandırmalarını düşünüyor musunuz? Son derece önemli bir hadise.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

Sayın Yeni, buyurun efendim.

Soru soralım lütfen arkadaşlar, birbirimizle cedelleşmeyelim.

Buyurun.

AHMET YENİ (Samsun) – Yok, biz cedelleşmek istemiyoruz.

Ben şunu sormak istiyorum Sayın Bakanıma: O batan bankalardan bugüne kadar ne kadar tahsilat yapıldı, bu konuda bilginiz var mı, bize bilgi verir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; öncelikle hakikaten önemli bir gelişme  sağlayacak olan bu kanuna gösterilen ilgi ve alakaya teşekkür ediyorum. Muhalefet partilerine vermiş oldukları destekten dolayı teşekkür ediyorum.

Öncelikle, dün de ifade edildi, bir sorunun hemen cevabını vereyim. Aslında Sayın Özensoy bana değil de haberi yazan gazeteciye sorsa belki daha doğru cevabı oradan alır. Ben tabii bunu şaka olarak söylüyorum. Şöyle söyleyeyim: Efendim, o geçen hafta, gün hangi gün unuttum, bir gazetede yayınlanmış olan teşvik haberi ve teşvik haritası tamamıyla gerçek dışı olan bir şeydir. Ben onu daha evvel de ifade ettim, bir basın toplantısında bununla ilgili sorulmuştu. O kendi hayal ürününü, hayal dünyasını bir şekilde oraya resmetmiş ama ortalığı karıştırmaya yetmiş, yani en azından onu gördüm.

Ben dün ifade etmiştim, tekrar ifade etmek istiyorum, biraz evvel Sayın İnan da söyledi. Efendim, daha evvel ifade ettiğimiz gibi yeni yatırımlarda bundan sonra, birincisi sektörel, ikincisi bölgesel, üçüncüsü proje bazlı sıfır kilometre bir teşvik sistemi uygulanmaya başlanacak. Bununla ilgili çalışmalar bitti. Yani onun yasal düzenlemesiyle ilgili düzenleme zannediyorum ki bir iki gün içerisinde gelir, gelmesi gerekir diye düşünüyorum. Burada, bunu yapmak için de öncelikle “Girişimci Bilgi Sistemi” dediğimiz sanayi envanterini yapmamız gerekiyordu. Sanayi envanteri çok önemli altyapı sağladı bu işe. Hangi sektör nerede kümelenmiş? Hangi sektör nerede, nasıl rekabet ediyor? Sektörlerin birbiriyle olan girdi çıktıları, münasebetleri nedir bu çerçevede? Ve “Türkiye hangi sektörlerde bundan sonra uluslararası alanda başarılı olacak”ların bütün cevaplarını karşılayan sektörel ve bölgesel bir proje yatırım teşviki olacak. Ve burada bölgeler arası gelişmişlik farklarını minimize edecek, bölgeler arası gelişmişlik farklarını ortadan kaldıracak olan bir bölgesel çalışma… Sektörel çalışmayı da hangi il, hangi sektörde, bir de Türkiye olarak hangi sektörlerin desteklenmesi gerekir noktasında çok önemli çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalarımızı Bakanlığımızın, dediğim gibi, cumhuriyet tarihinde bir ilk olan Girişimci Bilgi Sistemi temel esas olarak alındı, Hazine Müsteşarlığımızla beraber gerçekleştiriyoruz.

Proje bazlı kısmına gelince “Türkiye için bundan sonra öncelik arz edecek olan gerek yüksek katma değer gerek yüksek teknoloji gerek ihracat gerek istihdam konusunda öncelik arz edecek olan hangi konular bizim için cazip olacaktır, bu ve bunlar hangi oranlarda, hangi miktarlarda yatırım yapılmalıdır?”a cevap veren, çok önemli -yine söylüyorum- hakikaten sıfır kilometre bir teşvik sistemi, hayata geçirilmiş olacaktır.

Mevcut 5084’e gelince; dün açıkladım, bir kez daha açıklamakta fayda görüyorum: Hatırlayın, 5084 sayılı Kanun 2004 yılında uygulamaya girmişti. Beş yıllık bir süreyle uygulanan ve yapılan yatırımı yatırım bittikten sonra beş yıl boyunca teşvik edecek olan bir sistemdi. Kırk dokuz ilde, sonra ilave edilen beş kalkınmada öncelikli yörede uygulanan, devam eden bir sistem. Bu teşvik sisteminin (5084) hâlâ şu anda yürürlüğü devam edenleri var. Örneğin, bundan bir ay önce, biri yeni bir yatırımı yapıp 5084 kapsamındaki bir ilde bitirmişse onun teşvik süresi 2012 yılına kadar devam edecektir. Yani şunu ifade etmek istiyorum: 31/12/2008 süresinden önce 5084 kapsamında olan illerde, o kapsam içine giren, yapılan yatırımlar gelecek beş yıllık teşvik imkânına zaten sahipler, 2012’ye kadar devam edecekler. Ancak beş yıllık süresi bitenler, yani işletmeye açıldıktan sonra beş yıllık süresi bitenler, de, 31/12/2008’de bitenler için de şimdi, Hükûmetimizin, özellikle Sayın Başbakanımızın bugünkü küresel krizin, Türkiye'nin ithal etmek zorunda kaldığı, tamamıyla dışarıdan kaynaklı, Türk ekonomisini etkileyen bu krizin etkilerinin minimalize edilmesi noktasında almış olduğu birçok tedbirin -tabii, bunları anlatmaya hakikaten zaman yetmez- yanında bir yıllık bir uzatma. Yani buradan şey ediyorsanız, herhâlde bizi izleyenler bunalacaklardır. 5084’ü 31/12/2008’de bitenler için söylüyorum: Bir yıllık uzatma şu anda gündemimizde. Bununla ilgili Sayın Başbakanımızın bu konudaki talimatlarını aldık, ilgili bakanlığımız bununla ilgili düzenlemeyi getirecektir; yani en geç önümüzdeki hafta gelmek durumundadır. Dolayısıyla, teşvikle ilgili sistemin bu olduğunu bir kez daha ifade edeyim çünkü yanlış anlama, yanlış anlaşmalar var.

Tekrar ifade ediyorum: O gazetede konulmuş olan şey, o arkadaşımızın -bilemiyorum haberin kaynağı neresidir ama- hayal olarak ortaya çıkmış olan bir uygulamasıdır.

Ben, tekrar, bu kanunun çıkartılması noktasında katkı veren, emeği geçen bütün milletvekillerime teşekkür etmek istiyorum.

Dile getirilen birkaç husus olmuştur. Bunlar Türk Ceza Kanunu’nda veya Çek Kanunu’nda gündeme getirilmesi gereken hususlardır. Bununla ilgili de Ekonomik Koordinasyon Kurulu olarak çalıştığımızı ifade edeyim. Özellikle bu çeklerin “Rızam dışında verildi.” diye bir istismara yol açan, aslında iyi niyetle yapılmış olan bir uygulama için de bunu düzenleyecek kısa bir kanun düzenlemesi yapılacaktır. Bunun yanı sıra teminat mektupları ve diğer konularla ilgili düzenlemeler de söz konusudur.

Bir şey daha söyleyip öyle bitireyim. Bu bankacılık sistemiyle ilgili biraz evvel soru soruldu, Sayın Yeni bir soru sordu. Tabii, rakamlara şu anda hâkim değilim, yani bunu TMSF takip ettiği için TMSF daha iyi verecektir ancak altını çizmem gereken bir husus var, o da şu: Bugün bankacılık sisteminin ayakta durmasının en önemli iki sebebi: Bir, siyasi istikrar ve ekonomik istikrarın sağlanmış olması. O tarihte bankalardaki mevduatın krediye dönüşüm oranı ile bugünkü dönüşüm oranına baktığınız zaman çok ciddi farklılıklar görürüz. Bugün bankacılık sisteminin açmış olduğu kredi tutarı 370 milyar liradır arkadaşlar, 370 milyar. Bundan altı yıl önce bu rakam 60 milyar seviyesindeydi çünkü borçlanma ihtiyacı içinde olmayan, dış ve iç borçta, kamu borcunda iyileştirilmiş bir ekonomi politikası ve başarılı bir politika olduğu için artık bankalar bu kredileri müşterilere satmak zorunda.

Sorulduğu için söylüyorum: “Bankalar krediyi verecek mi?” deniliyor. Ee, banka krediyi vermezse ne yapacak? Turşusunu kuracak hâli yok ki paranın. Bankanın görevi almış olduğu parayı satmak. Başka bir görevi, işlevi yok. Eskisi gibi karşısında böyle sürekli yağlı bir müşteri, borçlanma içinde olan, borç ihtiyacı olan bir devlet de yok Allah’a şükürler olsun. Maastricht Kriterlerinin bile yarısına erişmiş olan bir borç yapımız var. Dolayısıyla banka, o paranın üzerine kuluçkaya yatan tavuk gibi oturamaz, o parayı satmak zorunda, alacak, satacak ve buradan kazanacak, bankacılık sisteminde bunu yapacaktır.

Bankacılık sisteminin ayakta kalmasının ikinci konusu -ben, tabii, Oda Başkanlığı dönemimde bununla ilgili çok görüş belirttiğim için ifade ediyorum- geçmişte de banka murakıplarınca denetlemeler yapılırdı ancak bunlar tozlu raflarda saklanırdı ama bu dönemde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve bu Kuruldaki kararlılıkla bu konuda ciddi düzenleme, denetleme olduğu için bu konuyla ilgili bankalarda problem yok.

Bankacılık sistemimizin rasyosu da dünyadaki rasyonun neredeyse yüzde 50’si üzerinde, yüzde 12-13’ler mertebesindedir.

Ben, tekrar, kanunumuza çaba veren, destek veren, görüş belirten tüm milletvekillerimize, tüm siyasi parti gruplarına, Sayın Başkanım, başta siz olmak üzere Başkanlık Divanı’na teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… (AK PARTİ sıralarından “Var, var” sesleri) Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Tasarının tümünün oylanmasından önce, İç Tüzük’ün 86’ncı maddesine göre görüşlerini belirtmek üzere, lehte, İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk.

Buyurun Sayın Öztürk.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarıyla, ekonomik krizin varlığı Hükûmet tarafından kabul edilmektedir, birinci tespitimiz budur. Hükûmetin ve hatiplerin sürekli olarak 2001’e sığınması, yaşamakta olduğumuz krizi unutturamaz, hafifletemez ve krizden çıkışın bir çaresi olamaz. Bunu hepimiz kabul etmeliyiz ve artık, bugüne Hükûmet lütfen dönsün. 2000 krizinin nedenleri milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir ve tarih de bunun nedenlerini yazacaktır.

Değerli milletvekilleri, 2007 Ağustosunda patlak veren krizin ülkemizi etkilemesi, cari açık başta olmak üzere birçok göstergenin bozuk olması nedeniyle kaçınılmaz iken 2008 Ekim ayına kadar Hükûmet ne yazık ki kayıtsız kalmıştır. 2009 bütçesinde de krize karşı hiçbir tedbir getirilmemiştir. Hükûmetin krize tedbir olarak ortaya koyduğu Varlık Barışı Yasası tam bir oyalama yasası olmuştur. Söz konusu tasarıyla ilgili olarak göle maya çalmakta olduğumuzu söylemiştik. Göl maya tutmamıştır.

Değerli milletvekilleri, bankalar bugün krize rağmen ayakta ise bunda AKP Hükûmetinin basiretli hareketi değil, 57’nci Ecevit Hükûmetinin bankalarımızı özerk ve sağlıklı bir yapıya kavuşturması etkili olmuştur.

Değerli milletvekilleri, oylayacağımız tasarının etkisi Varlık Barışı Yasası kadar olmasa da sınırlı olacaktır. Sınırlı olacaktır çünkü özel bankalar yönünden getirilen sicil affına uyulup uyulmaması konusu herhangi bir yaptırıma bağlanmamaktadır ve Kasım 2008 itibarıyla Türkiye’de verilen krediler, 420 milyarlık kredinin 344 milyar lirasının yani yüzde 82’sinin özel sektör tarafından verilmiş olması da tasarının etkisinin sınırlı olacağı konusundaki görüşümüzü desteklemektedir.

Tasarının etkisi sınırlı olacaktır çünkü kredi borçlarının yapılandırılması konusunda bir düzenleme getirmemektedir; etkisi sınırlı olacaktır, kredi kartlarına uygulanan aylık faizlerinin tefeci faiz niteliğine ulaşmasına bir engel öngörmemektedir. “Sınırlı olacaktır.” dedik: Sadece kamu bankaları açısından yöneticilerin elini rahatlatacaktır ve yöneticiler siyasi telkinler doğrultusunda daha rahat kredi verebileceklerdir. Bu şekilde bir etkisi olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet hâlâ mevduat garantisinin seviyesini AB ülkeleri düzeyine almış olduğu yetkiye rağmen çıkarmamıştır. Hükûmet krizden çıkışı piyasa mekanizmasının şefkatli kollarına emanet etmiştir. Bu bir tavırdır ancak sonucu şudur: “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.” anlamına gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, tasarının sınırlı etkileri olacağını belirtmekle birlikte, sınırlı da olsa olumlu etkileri dikkate alarak “kabul” oyu vereceğimi ifade ediyor, hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de aleyhte oyumun rengini belirtmek üzere söz istiyorum.

BAŞKAN – Oyunun rengini belirtmek üzere, aleyhte, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 320 sıra sayılı karşılıksız çeklerle ilgili olarak getirilen af kanunuyla ilgili kanun tasarısının sonunda oyumun rengini belirtmek üzere aleyhte söz aldım.

Aslında, bakarsanız, tabii ki Türkiye'de çek konusunda ekonomik sıkıntının yarattığı çok büyük bir sıkıntı var. Elbette ki Parlamentonun görevi bu basiretsiz ve beceriksiz siyasi kadronun ekonomide yarattığı tahribat dolayısıyla ekonomik güçleri yok olan bu insanların sıkıntıya düşmeleri nedeniyle, bunun, bir af getirilmesi yerindedir. Ben de zaten bu affın getirilmesine karşı değilim ancak bu vesileyle söz hakkı elde etme durumunda olduğum için, bazı şeyleri söylemek için söz aldım.

Şimdi, değerli milletvekilleri, AKP İktidarı 2002 yılında iktidara geldiği zaman… Orada, bir gece, bir gün, bir Anayasa kitabının atılmasından dolayı 5 milyar 200 milyon dolar bankadan para çekildi, Merkez Bankasından. Bu 5 milyar 200 milyon dolar çekilince ve orada birtakım bankalar… Bunların kim olduğu belli. Ondan sonra…

AHMET YENİ (Samsun) – İktidarda kim vardı?

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, kim olursa olsun…

AHMET YENİ (Samsun) – Olur mu?

KAMER GENÇ (Devamla) – Ondan sonra siz iktidara geldiniz. Bu parayı kim çekti, belli. Bu, doğrudan doğruya hazine kaynaklarının o patronların cebine aktarılmasıydı ve bunun aşağı yukarı 900 milyon dolarlık kısmını da alan Citibank’tır. Yani siz iktidara gelir gelmez evvela bir araştırma komisyonu kurdunuz. Ne dediniz? O kadar büyük bir şeyle, gürültüyle geldiniz ki, propagandayla geldiniz ki, “Efendim, biz hortumcuları işte ortaya çıkaracağız.” dediniz. Bu, o araştırma komisyonu raporunda var. Peki, niye o paraların üzerine gitmediniz? O 5 milyar 200 milyon doları o bir gündeki krizde çekip de o miktarda kazanç sağlayan o patronlar kimler, belli; niye onlara şey etmediniz?

Şimdi, iktidara geldiniz. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun 2 üyesi eksikti -çünkü Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu bütün üyelerin katılımıyla toplanıyor- siz, o 2 üyeyi bir ay geç atadınız. O bir iki ay geç atamaktan dolayı o zaman İmar Bankasından tam 8 katrilyon lira para gitti. Bu konuda, gensoru önergesi verildi. Peki, gensoru… Tabii gensoru önergesi verildi ama iktidarda bulunan milletvekilleri, Türkiye’de bir kural var, haksız da olsa en açık suçu, işlemiş liderlere, iktidara karşı maalesef vicdanının sesini dinleyemiyor, liderinin sesini dinliyor ve dolayısıyla o reddedildi. Şimdi, o 8 katrilyon liranın suçlusu kim? Sizsiniz. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyelerini yirmi beş gün atamamakla orada o banka hortumlamasına neden olan sizsiniz.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye’de iktidara gelen insanlar…

Bakın, bugün memleketimizde çok ciddi bir sıkıntı var. Bugün işte gidildi, ART televizyonu basıldı. Anayasa’da “Basın hürdür.” Diyorsunuz. Peki nasıl oluyor da bu basın hür? Yani ben sizin hürriyet anlayışınızı anlamak istiyorum. Ben gittim ART televizyonunun önüne… İşte, polis çevirmiş, içeriden kimse girip çıkmıyor, televizyonun yayınını kesmişsiniz. E, şimdi bu basın hürriyetiyle bağdaşan bir şey midir? Eğer bu televizyonun ekonomik bir suçu varsa gönderirsiniz maliye müfettişini, defterlerini kontrol eder, gerekli belgeleri de alır. Basın özgürlüğü böyle ihlal edilemez.

İBRAHİM HASGÜR (İzmir) – Bizimle ne alakası var?

AHMET YENİ (Samsun) – Adalete güvenmiyor musun?

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, ne yapılıyor? Ne yapılıyor devri iktidarınızda? Korkuyorsunuz.

AHMET YENİ (Samsun) – Adalet nerede?

KAMER GENÇ (Devamla) – Adaletle ilgisi yok ya. Adaletle ne ilgisi var bunun? Adaletle ilgisi olur mu?

Şimdi, Tayyip Erdoğan diyor ki: “Bundan sonra daha bu devam edecek.” yani “Bu işin savcısı benim.” diyor. Efendime söyleyeyim, bütün bilgiler oradan gidiyor ve vatandaşların artık hak ve özgürlüklerini bırak, basının hak ve özgürlükleri ortadan kalkıyor. Şimdi, bu memlekette basını susturduğunuz zaman, siz zannediyor musunuz ki siz bu memlekete hayırlı bir görev yapıyorsunuz. Basın sustuğu zaman insanlar belli bir zaman için karanlıktan aydınlığa kavuşmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Kavuşmaz ama bunun sonu da çok kötü olur. Bakın, gördüğümüz kadar Türkiye çok karanlık bir rejime gidiyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biz de bu sıralarda oturduk. Hakikaten insanların iktidar partisinin milletvekili olunca biraz gözleri kapalı oluyor, “Biraz daha ya işte şu liderlerin gözüne girelim.” diyor. Bakın, sizden de rica ediyorum, Türkiye çok kötü duruma gidiyor. Milletvekili olarak buraya gelirken bir yemin ettik, bu gerçekler neyse gelin birleşelim. Bu memlekette hep liderlerin dediği olmasın, vicdanımızın da dediği sözler olsun. Yani şimdi, bu memlekette hep liderlerin dediği olmasın, vicdanımızın da dediği sözler olsun. Yani şimdi gidip de en büyük sendikayı basıyorsunuz, televizyonları basıyorsunuz. Niye? Çünkü sizin aleyhinize yayın yapılıyor. Demek ki siz suç işliyorsunuz ki, yani iktidardakiler suç işliyor ki yapılıyor. İşte Hükûmet sırasında kimse var mı kardeşim? Yok.

AHMET YENİ (Samsun) – Var, var.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, yani Hükûmetin dahi bu Meclisin karşısına gelecek yüzü yok. Gelmiyorlar buraya, burada konuşmalara tahammülleri yok. Bu Hükûmetin, bu Meclisin karşısına gelip de söylenen bu sözleri dinlemesi lazım, dinlemiyor. O bakımdan, bence iktidar partisi milletvekillerinin burada yaptıkları yeminin gereğini yerine getirmeleri lazım.

Neyse, ben her ne kadar aleyhte söz aldımsa da bu işten yararlanacak esnaf ve sanatkâra büyük fayda sağlayacağı için lehinde oy kullanacağım.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemiz, sanayicilerimiz ve iş adamlarımız için hayırlar getirmesini diliyorum.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.01

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Murat ÖZKAN (Giresun), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 48’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

3’üncü sırada yer alan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Komisyon raporu 266 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani; şahısları adına, Mersin Milletvekili Akif Akkuş ve Denizli Milletvekili Selma Aliye Kavaf’ın söz talepleri vardır.

İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’a aittir.

Sayın Ünsal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Anayasa’mızın 63’üncü maddesi “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır” der.

Bu Anayasa hükmüyle, tarihî, kültürel ve doğal varlıkların korunması devlet güvencesi altına alınmıştır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, değerlerin korunması amacına yönelik temel bir kanundur.

Genel bir kabul olarak söylemek istiyorum, 2863 sayılı Kanun’da yapılmak istenilen ve yapılacak değişikliklerin, bu temel amaca yönelik, bu amacı zedelemeyecek nitelikte olması gerekmektedir. Şu anda görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı dört madde üzerinde değişikliği önermektedir.

1’inci madde, 2863 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinde belediyelere emlak vergilerinden taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahakkuk ettirilen ve il özel idarelerinde toplanan katkı payından belirli miktarda il özel idarelerinin de yararlanması yönündeki düzenleme. Yani, eskiden belediyelerin aldığı paylardan şimdi il özel idarelerinin de katkı alması isteniyor. 1’inci maddedeki değişiklik o.

                             

(x) 266 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

İkincisi ise, tasarının, 2863 sayılı Kanun’un 55’inci maddesinde koruma bölge kurulu üyelerinin görev sürelerinin beş yıldan üç yıla indirilme konusundaki düzenleme. Üçüncüsü ise 2863 sayılı Kanun’un 57’nci maddesinde yenileme alanlarında özel amaçla kurulan kurulların görev ve yetki alanlarının genişletilmesi ve üçten fazla koruma bölge kurulunun bulunduğu illerde kurullar arasında teknik ve idari koordinasyonu sağlamak üzere yeni bir müdürlüğün oluşturulması yönündeki öneri. Dördüncü değişiklik ise tasarının geçici maddesiyle koleksiyonculara belli bir tarihe kadar edindikleri taşınmaz ve kültür varlıklarını bağlı bulundukları müzelerdeki envanter defterlerine kaydettirmeleri koşuluyla elinde bulundurma hakkını düzenleme.

Şimdi burada çok dikkatle incelediysek ve gördüysek, söz konusu dört madde koruma adına yönelik bir iyileştirme adlandırılabilecek düzenlemeler olmayıp bu düzenlemeler ancak günlük sorunların çözümleri niteliğindedir. Bu değişiklikler sorunları çözmek yerine, yeni sorun alanları ve karmaşalar yaratacak olup var olan sorunların çok daha köklü çözümlere ihtiyacı olduğu çok açıktır. İleriki maddelerin görüşülmesinde zaten bu sorunların neler olduğunu da daha açıklıkla dile getireceğiz ama ben doğabilecek sorunları sizlere ana başlıklar hâlinde de bir ifade etmek istiyorum.

Yapılan değişiklikle il özel idarelerine katkı payı ayrılıyor. Birinci sorun, il özel idareleri yeterli teknik kadrolara sahip değiller, uzman eleman sıkıntısı var. Bu bir gerçek. Hepimizin bölgelerinde, illerinde bu gerçeği yaşıyoruz ve biliyoruz. Büyükşehirler dışında hiçbir il özel idaresinde yeterli ne arkeoloğu ne sanat tarihçisini ne şehir plancısını bulmak mümkün değil. Dolayısıyla aynı sıkıntılar tekrar yaşanacak. Dolayısıyla, bu kanun bu sıkıntılara çözüm getirmemekte. İkincisi, illerde kaynağın bölüşümünde haksız uygulamaların söz konusu olacağı çok daha ortada. Çünkü emlak vergisini veren kesimler kent merkezlerinde yoğunlaşacak, yani belediye hudutları içerisinde yoğunlaşacak ama bu kaynağın yüzde 30’u da belediye hudutları dışında insanların yararlanmasına da açıklık getirecektir. Dolayısıyla, bir adaletsizlik de söz konusudur.

Şimdi, bir konu da, küçük illerde zaten yeterli olmayan kaynağın bölüşümüyle kaynağın tamamen kullanım dışı kalması söz konusu olacaktır. Zaten kanun da hazırlanırken özellikle doğu ve güneydoğudaki iller söz konusu edilerek bu kaynağın yeteri kadar kullanılmadığı ifade edilmiştir. Şimdi, zaten orada yeteri kadar para toplanmamakta, toplanan kaynak da ikiye bölünerek tamamen kullanılmaz hâle getirilmektedir. Dolayısıyla bu da çok önemli bir sorun olarak bu kaynak dağılımında karşımıza çıkacaktır.

Bir sorun da, düzenleme, sadece yeterli kaynaklara sahip büyükşehirdeki kaynakların kullanımı ve bölüşümünü hedeflemektedir. Başından da söyledik, büyükşehirler bu işi çözecekler çünkü onlarda yeterli elemanlar olacak ama küçük şehirlerde bu olmayacaktır.

Bu kanunun temel amacı, bir sorun da, belediyelerde koruma kültürünü yerleştirmek amacında olan kaynak işlemez hâle gelecektir, kaynak daralacaktır.

Yasayla öngörülen kaynağın kullanılması, paylaşmak yerine kaynağın artırılması -siyasi erkin müdahale edemeyeceği bir mekanizmayla kültürel varlıkların korunması adına- doğru, öncelikli ve ivedi projelerin denetlenmesi sağlanmalıdır. Bu çok önemli bir konudur. Bu konu yasaya konulmamıştır. Yani artık belediyeleri yönlendirecek, yeni projeler üretecek, bu konuyla ilgili yardımcı olacak bir mekanizma bu yasada getirilmemiştir.

Zaten bu konuyla ilgili rahatsızlıkları sizler de Adalet ve Kalkınma Partisi olarak yaşıyorsunuz. Özellikle BELDES ve KÖYDES projelerinde çıkan sorunlar ve onlarda yaratılan müteahhitler… Çantalar taşınmakta. Bunları hepimiz görüyoruz.

Şimdi, il özel idarelerine yeni bir koruma müteahhitleri yaparak yeni bir iş alanı yaratılmakta ve yeni yolsuzlukların da önü açılmaktadır. Bu -aksine bir durum olarak söylüyorum- belediyelerde yapılmış olsa, belediyelerde daha kolay çünkü denetimi halk daha ciddi bir şekilde yapmakta, kontrolü yapmakta, daha sıkı yapmaktadır. Dolayısıyla, belediyelerin kaynaklarının aktarılması doğru olmamaktadır.

Şimdi, 2’nci maddeyle ilgili bir görüşümü de açıklamak istiyorum: 2’nci maddeyle ilgili görev süresinin kısaltılmasının, yani beş yıldan üç yıla indirilmesinin sebebi nedir, hiç anlayamadık Sayın Bakan. Beş yıldan üç yıla indirilmesinin sebebi nedir, anlaşılmamıştır. Gerekçede okudum, bakın gerekçesinde şöyle söylüyor: “Madde 2- “Çalışmalarında verimliliği artırmak amacıyla koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulu tarafından seçilen üyelerinin görev süresi beş yıldan üç yıla indirilmiştir.“ Hangi verimlilik? Esasında tam tersine verimlilik düşecektir. Düşeceğinin gerçeğini de şöyle ana başlıklarla sıralamak isterim:

Koruma bölge kurullarının özerk niteliği zedelenecektir çünkü özerk bir yapısı vardı. Bu beş yıldan üç yıla indiği zaman bu biraz daha muğlak hâle gelecek, zedelenecektir.

İkincisi, tasarıyla önerilen düzenlemeyle, özerk nitelikli koruma bölge kurullarının alanlarında uzmanlaşmış üyelerinin görev sürelerinin kısaltılması -Koruma Kanunu’nda- uzman eksikliği olan ülkemizde yeni kurul üyesi bulunmasında sıkıntı yaratacaktır. Ben bunu Amasya’da kendi bölgemde de yaşadım, daha sonra çalıştığım Muğla bölgesinde de yaşadım. Koruma üyesi bulmakta sıkıntı çekiliyor, dolayısıyla bu sıkıntılar daha da çoğalacaktır üç yıla indiğinde.

Üç yıla indiğinde, konuya hâkim olmayan deneyimsiz elemanlar kişilerin etkilerinde kalacaktır. Koruma kurullarında en önemli şey kişilerin etkilerinde kalarak değil, plan bütününe bakılarak iş yapılmasıdır. Dolayısıyla deneyimsiz arkadaşlarımızın böyle bir sıkıntısı olacak, yönlendirmelere ve baskılara açık hâle geleceklerdir.

Bir diğer sorun: Koruma alanında uzman olmayan üyelerle koruma bölge kurullarının saygınlığı ve güvenilirliği zedelenecektir. Ülkemizde en önemli kurumlardan bir tanesi koruma bölge kurullarıdır, kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarıdır. Hakikaten saygın bir anlayışla gitmemektedir, dolayısıyla bu uzmanlaşmamış, deneyimsiz, süre kısaltılmasıyla gelen personellerle bu sıkıntı daha da artacaktır.

Koruma bölge kurullarında görev alanlarına ve sorumluluklarına hâkim olmayan üyeler karar üretecektir, kısaltıldığı zaman. Çünkü beş yılda o bölgeyi tanıyor, kısa zamanda tanıyor ama bir bakmışsınız ki süre bitiyor ama beş yıl olduğu zaman bölgeye hâkim, sorunlara hâkim bir üye olacaktır. Bu beş yıldan üç yıla indirilmesinin anlamsızlığı bu konuda da ortaya çıkmaktadır. Bölgeyi tanıması, konulara hâkim olması, verimli olması zaten bir süre almaktadır. Bu kısaltmayla problem yaşanacaktır.

Bir diğer konuyu da 3’üncü maddeyle ilgili söyleyebiliriz. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda değişiklik ile 57’nci maddede yenileme alanlarında özel amaçlı kurulmuş kurulların görev, yetki alanları genişlemekte, ayrıca koruma bölge kurullarının özerkliğini zedeleyecek nitelikte özellikle İstanbul ve büyük şehirlerde yeni bir kadro ve konum oluşturulması önerilmektedir. Bunu da anlamakta güçlük çekiyoruz. 5366 sayılı Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca kurulan koruma kurullarının yetkilerinin genişletilmesinin yaratacağı sakıncalar var. Şimdi, bir bölgede iki tane koruma kurulu -birisi özel amaçlı, birisi değil- kuruluyor. Bu sakıncaları şöyle sıralayalım: Bir tanesi, özel amaçlı kurulan yenileme koruma bölge kurullarının yetkisinin genişletilmesi koruma ilke ve esaslarına aykırı uygulamalarla sonuçlanacaktır. Çünkü bu özel amaçlı koruma kendisine göre karar alacak ama bölge kurullarının bölge bütünlüğü içerisinde yaptığı bir plan anlayışı var, o ona göre karar verecektir. Dolayısıyla burada bir yetki kargaşası doğacaktır. Bütüncül koruma ve planlama anlayışına aykırı uygulamalar yasallaşacaktır. Bunu biraz sonra açmak istiyorum, burada bir sıkıntı da var zaten.

Bölge kurulları coğrafi ve kültürel bütünlüğün korunması için değerlendirmesini o bütün içinde yapar. 5366 sayılı Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun gereğince sınırlı bir alan için oluşturulan yenileme kurulları, yetkileri artırıldığı takdirde üst ölçekli planlama arayışı içine girerek bütüncül planlamayı delecektir. Bölge kurullarının yaptığı bütüncül bir planlama var. Şimdi oraya özel bir kurul koyuyoruz, o kurulun da yetkilerini genişletiyoruz. O, bütüncül planlamaya müdahil olacaktır. Bakın bunun örneklerini hep beraber yaşadık ve uluslararası boyuta taşındı. Sayın Bakanım, özellikle sizin döneminizde sanırım Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri, yani şu Sulukule, İstanbul Tarlabaşı 1. etap yenileme alanı… Bu koruma amaçlı planlar yapılmadan bunlar yapıldı. Yapılınca da uluslararası boyutta tartışmaları oldu. Koruma bölge kurullarının görev alanları muğlaklaşıyor böylece. Yani koruma bölge kurullarının yani kültür ve tabiat varlıkları ana kurullarının nerede görev yapacağı konusunda ortada bir boşluk doğmaktadır. Yani şöyle bir özel örnek verirsek: Eyüp’te kentsel sit alanında evi olan vatandaş İstanbul’da II No.lu Koruma Bölgesi Kuruluna gidecekken Sulukule yenileme alanı için yenileme kuruluna gidecek. Burada bir yetki kargaşası vardır.

Dördüncü sakınca ise: Yeni koruma bölge kurulları oluşturulmasıyla kamu kaynaklarının israfı söz konusu olacaktır. Burada hepimiz küresel krizi tartışıyoruz ve küresel krizin etkilerinden nasıl kurtulacağımızı tartışıyoruz; sadece biz değil iktidar da zaten bunun mücadelesini veriyor. Şimdi tam biraz daha sıkı politika yapmamız gerekirken yeni alanlar yaparak yeni bir kaynak israfına yol açılmasının ben sakıncalı olduğunu görüyorum.

Bir diğer konu: Yenileme Kanunu’nun uygulandığı son üç yıl içinde tarihî kent merkezlerinde geri dönüşü olmayan olumsuzluklar ortaya çıkmıştır, demin söylediğim Sulukule, Tarlabaşı örnekleri gibi. Bu örnekler uluslararası boyutlarda sıkıntılar yaratmış, Şehir Plancıları Odası bu konularla ilgili uygulamaları yargıya taşımış. Örneğin Ulus’ta Ulus Koruma Amaçlı İmar Planı’nı uygun bulan kurul, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 18/11/2008 gün 2008/2233 sayılı Kararı’yla iptal etmiştir. Yani hukuk bu kurulun kararını iptal etmiştir. Kararda -özellikle son paragrafını söylüyorum, kararın bütünü var bende- koruma amaçlı imar planlarıyla ilgili ilke ve esaslara, kamu yararına aykırı olduğu gerekçesi öne sürülmüştür. Yani yapılan işlemde kamu yararı görülmediği için iptal edilmiştir.

Ankara Büyükşehir Belediyesinin büyük bir istekle ve iştahla bu kanunun çıkmasını beklediğini biz de biliyoruz ama İdare Mahkemesinin kararı, kamu yararı görülmeyen bir Melih Gökçek klasiğini de ortaya maalesef koymuştur. Bu konuda Melih Gökçek’in istekle beklediği bu kanunun çıkması, neticede o Danıştay kararlarını da ortadan kaldıracak ve yaratılan kanunsuzluk da böylece, yaratılan yeni bir kanunla da değiştirilecektir; bu sakıncalıdır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sizler gerçekten kültür ve tabiat varlıklarının korunması için bir iş yapacaksanız, gelin, hep beraber şunları yapabiliriz:

1) 5366 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıralım. Aksi takdirde, küçük büyük tüm kentlerimizin tarihî merkezleri, eski kent dokuları “yenileme” adı altında yok olup gidecek. İşte Ulus, bunlardan bir tanesinin örneği. Orada Merkez Çarşısı, Anafartalar Çarşısı, oradaki dokuya göre yapılmış yapılar ortadan kaldırılmakla yeni bir anlayışla yeni rant alanları oluşturulacaktır.

2) Bu Yasa’nın kaldırılması mümkün olmayacaksa, eğer bu düşünülmüyorsa Sayın Bakanım, 2863 sayılı Kanun’da değil 5366 sayılı Kanun’da değişiklik yapalım, yenileme alanları için yeni koruma kurulları kurulmasına ilişkin maddesi iptal edilsin, anılan Kanun gereği belirlenen yenileme alanlarındaki konuların ilgili koruma kurullarında öncelikli ve ivedilikli olarak değerlendirilmesine yönelik bir hüküm koyalım ve bu konuyu çözelim.

3) 5366 sayılı Kanun’la oluşturulan koruma bölge kurullarının devamında ısrar ediliyor ise yönetim kurulları, sadece 5366 sayılı Kanun’da betimlenen yenileme projelerinin onaylanması için karar almalıdır. Böylece hem kamu kaynaklarının verimli kullanımı sağlanmış olacak hem de aynı alanda çalışan iki ayrı kurulun bundan kaynaklanarak yanlış karar alınmasının önüne geçilecektir. Yenileme kurullarının kanunla belirlenen görevleri yerine getirildikten sonra lağvedilmesi yönünde düzenleme yapılmalıdır.

Bir diğer önemli konu da, 2863 sayılı Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesindeki üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan illerde kurullar arasında teknik ve idari işlerde koordinasyonu sağlamak üzere koruma bölge kurulları koordinasyon birimleri kurulması yönündeki düzenlemeden vazgeçilmelidir. Bu, zaten -koordinasyon müdürlüğü düzenlemesi- 4848 sayılı Yasa’ya aykırıdır.

İkincisi de, koordinasyon müdürlüğü düzenlemesi, kendisine bağlanacak koruma bölge kurulları üzerinde baskıyı artıracağı gibi ülke genelinde de farklı yorumların doğmasına yol açacaktır.

Bir diğer konu da, bir geçici madde ile… Koleksiyoncular için… Merak ediyorum, yani bu 11/3/2005 tarihinde iyi niyetli koleksiyoncular… Bunu zaten biraz sonra dile getireceğiz. Bu madde bir aftır. Belirlenen 11 Mart 2005 tarihinin gerekçesi de açık değildir. Ben gerekçesini açtım, bir “iyi niyet” lafı geçiyor, tam anlamış değiliz. Koleksiyonerler eserlerini halka açık müzelerde sergilemelidirler. 2863 sayılı Yasa’nın 26’ncı maddesinde koleksiyonerler tarafından sergileme, teşhir konusu isteğe bağlı bırakılmıştır. Kültür varlıkları devlet malı niteliğindedir. Bu koleksiyonların halka açılması, müzelerde sergilenmesi, kataloglarının basılması, İnternet ortamında bütün bilgilerle birlikte yayınlanması gerekir. Tüm bunlar gözler önüne alındığında tarihî eser kaçakçılığı piyasası arasındaki gizli bağlantıların ve birbirini besleyen ilişkilerin açığa çıkarılması ve izlenmesi öncelik arz etmekte olup tasarısıyla getirilen öneri kabul edilmemelidir. Burada tarihî eser kaçakçılığına da af getirilmektedir. Yasanın bu maddesi de aykırıdır.

Saygıdeğer Bakanım, ben bir konuyla ilgili de sizlere Plan ve Bütçe Komisyonunda sorduğum bir konuya, sizler sağ olun cevap vermişsiniz, ama birtakım şeyleri de atlamışsınız. Bir tanesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulunun Amasya’da yapılan bir uygulamayla ilgili aldığı bir karar vardı. Yani Yeşilırmak kenarındaki o meşhur elektrik direkleri. Artık, totaliter ülkelerde yaşıyormuşuz gibi Ankara’sında, Amasya’sında, Antalya’sında, ülkenin her yerinde nedense aynı aydınlatma direklerini görüyoruz ve bunlara da bir türlü mana veremiyoruz. Bunların kaldırılmasıyla ilgili bir koruma kurulu kararı var, ama uygulaması yapılmadı. 29 Mart tarihinden sonrasını bekliyorsanız bu konunun üzerindeyiz, hiçbir zaman ayrılmayacağız. Bunun uygulamasını lütfen yaptırın. Bu konuyla ilgili verdiğimiz soru önergesine cevap alamadık. Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığımız görüşmede de sizden bu konuyla ilgili net cevap alamadım. Diğer konularla ilgili verdiğiniz cevapların içerisinde maalesef bu konu yok. Bu bir buçuk trilyonluk bir yolsuzluk, işin doğrusu. Yani koruma kurulu hilafına o elektrik direkleri neden dikildi? Neden bu Amasya’nın o güzelliğine, o tarihî güzelliğine böyle acayip, hilkat garibesi direkler neden dikildi, hâlâ anlamış değiliz. Bu elektrik direkleri Ankara’da da konu oluyor, Amasya’da da konu oluyor, Antalya’da da konu oluyor. Bunun üstüne gidilmesi gerektiğini, bu konuyla ilgili koruma kurullarının tedbir almasını bekliyoruz. Alınmadığı takdirde, 29 Mart tarihinden önce alınmadığı takdirde bunu çok acı ödeteceğimizi de bilmenizi istiyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünsal.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz… (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle şahsım ve grubum adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi unsurların bütününe denir. Bir kez daha ifade ediyorum: Her türlü maddi ve manevi değerler.

Öncelikle, kanunun adıyla içeriği arasında bir çelişkiye dikkatinizi çekmek istiyorum: Kanun “kültür ve tabiat varlıkları” üst başlığını taşırken, kanun gerekçesinde “taşınmaz kültür varlıkları” denmektedir ki, bu kanunun uygulanması açısından sakıncalı bir tanımlamadır. Biraz sonra etraflıca açıklayacağım üzere, kültür varlığı sadece taşınmazlardan ibaret değildir. Türkiye başka uluslararası koruma program ve sözleşmelerine de üyedir, diğer kültür koruma süreçlerine dahildir. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO tarafından 1972 yılında kabul edilen ve Türkiye’nin 1983 yılında Meclisinde görüşerek kabul ettiği ve iç hukukunun bir parçası hâline getirdiği Dünya Kültür ve Tabiat Mirasının Korunması Sözleşmesi bu kanunun çıkış gerekçesini oluşturmaktadır. Hâlbuki, 2003 yılında UNESCO tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin de 2006 yılında kabul ettiği Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin içerdiği kültür değerleri bu tasarının kapsamında ele alınmamaktadır. Bir başka deyişle, kanun tasarısı “kültür varlığı” adını taşımakta olup, gerekçeye göre, kültürün taşınmaz unsurlarını kastetmektedir. Oysa, kültürel kimliğimizin özünü oluşturan ve “somut olmayan kültürel miras” olarak adlandırılan kentleşme, kitle iletişim araçlarının olumsuz etkileri, küreselleşme gibi sebeplerle günden güne yok olan kültür değerlerini de içine alan bir kavram olduğu göz ardı edilmektedir. Bu nedenle kanun tasarısının 1972 sözleşmesinin yanı sıra yüce Meclisimizin 2006 yılında kabul ettiği somut olmayan kültürel mirası da kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi bir taraftan hayati önem taşırken diğer yandan da uluslararası yükümlülüklerimize uygun hareket etme imkânını bizlere verecektir.

Somut olmayan miras nedir? Hangi alanları kapsamaktadır? Somut olmayan miras beş temel alanı koruma altına almaktadır. Sözlü anlatımlar bunlardan bir tanesi, yani halk edebiyatı, masallar, destanlar, hikâyeler, fıkra ve atasözleri, dualar, beddualar gibi dil zenginliklerimiz.

İkincisi, gösteri sanatları: Karagöz, meddah, âşık sanatı, halay, türkü söyleme biçimleri, zeybek, horon, bar, köy tiyatrosu, orta oyunu, yâren sohbetleri, sıra geceleri gibi kültür üretme ve yaşatma biçimleri.

Üçüncüsü, toplumsal uygulamalar: Şölenler, ritüeller, geçiş ritüelleri, doğum, evlenme, askere gitme, bayramlar, Hıdırellez, Nevruz, Mayıs 7’si, bahar şenlikleri veya diğer başka kültür, festival ve şölenler.

Dördüncüsü, tabiat ve kâinatla ilgili insan bilgi ve becerileri. Neyi kastediyoruz bunların altında da: Halk mutfağı, yemek kültürümüz, halk mimari, halk hekimliği ve benzeri tabiatı kültüre dönüştürdüğümüz alanlar.

Son olarak el sanatları geleneği: Bunlar da, halıcılık, bakırcılık, kalaycılık, yorgancılık gibi son temsilcileri artık yetmişli, seksenli yaşlara gelmiş, unutulmaya yüz tutan geleneksel sanatlar.

Görüldüğü üzere, bu beş alanda oluşan kültürel miras Türk kimliğini oluşturan en temel özellikleri bünyesinde barındırmaktadır. Ancak, bu miras gerek belediyeler, gerek eğitim kurumları ve gerekse kültür turizmi ile ilgili sektörler ve kurumlar tarafından maalesef yeterince tanınmamakta ve korunması yönünde yeterli tedbirler üretilmemektedir. Buna dikkat çekmek, bu alandaki mirası korumak için tedbirler almak, hem devlet olmanın hem de imzalanan uluslararası sözleşme ve anlaşmalara uymanın bir gereğidir. Bu nedenle kültür ve tabiat varlığını sadece kültürün kını veya kılıfı olarak tanımlayacağımız tarihsel yapılardan ibaret görmemeliyiz ve sadece onları korumak için düzenlemeler yapmamalıyız. Bu mirasın asıl içi ve kının içindeki kılıç somut olmayan kültürel mirastır. Bu mirasa dikkat çekmek, medyanın olumsuz etkilerinden korumak, genç ve gelecek kuşakları bu konuda eğitmek ve bilinçlendirmek geleceğe yapılacak en temel yatırımlardan biridir ve ülkenin, milletin birliğine en büyük katkıyı sağlayacak adımlardır.

Bu tasarıyla mevcut kanunda dört temel değişiklik öngörülmektedir. Nedir bunlar?

1) 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 8’inci ve 18’inci maddelerine göre mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı” tahakkuk ettirilmekte ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilmektedir.

İl özel idarelerinin görev alanında proje teklifinde bulunması, toplanan emlak katkı payının gereği gibi harcanması, bankada atıl olarak tutulan paranın projelere tahvil edilmesi, kamulaştırma, sokak sağlıklaştırılması, eski eserlerin restorasyonu ve faaliyetlerde kullanılması hedeflenmektedir.

2) Koruma bölge kurullarının üyelerinin seçilme sürelerindeki değişiklikler. Biraz sonra arkadaşlarımız da bu hususta bizim çekincelerimizi ve tereddütlerimizi ifade edecekler.

3) Birden fazla koruma kurulunun olduğu bölgelerde koordinasyon kurulu oluşturulması ve 5366 sayılı Kanun ile oluşturulan kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarının 2863 sayılı Kanun’la oluşturulan koruma kurullarının işlerini yapar hâle gelmesi.

4) 2005 tarihinden önce koleksiyonerlerin elinde olan ve usulüne uygun olarak defterine kaydı yapılmış taşınmaz kültür varlıklarının ticari alım satıma konu edilmeksizin koleksiyonerlerde bırakılması. Biraz önce konuşan arkadaşımız da bu hususa dikkat çekti. Buna, nereden bakarsanız, nereden yaklaşırsanız yaklaşın, bunun ismi aftır değerli arkadaşlar.

Kanun tasarısında belediyelerin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında biriken paralarını harcayamadıkları belirtilmektedir.

Değerli arkadaşlar, böyle bir çıkarıma varırken sanıyorum Beypazarı örneğini ihmal ettiniz. Uzak değil -hepinize tavsiye ediyorum- sordum, 98 kilometre. Bir zahmet gidin görün; proje nasıl üretiliyormuş, bir kentin tarihî, kültürel dokusu nasıl korunuyormuş, işte en güzel örneği orada. Buradan tüm Ankaralılara sesleniyorum ki, bu güzelliği yaşamak en tabii hakkınız. İşte, Milliyetçi Hareket Partisi Beypazarı örneğini Ankara’ya taşıyor. Bu projelerin güzelliğini doya doya, inşallah, 29 Marttan sonra Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti yaşayacak.

“Belediyeler proje üretemedi.” diyorsunuz değerli AKP milletvekili arkadaşlarım ve tasarıyı hazırlayan değerli Hükûmet. Belediyelerin çoğu AKP’li, herhâlde unuttunuz? Soruyorum arkadaşlar: Bu bir itiraf mıdır? Yarın seçimde insanlarınızın karşısına, tasarıda böyle bir söz varken, nasıl çıkacaksınız?

Bir tavsiyemiz olacak bu konular nasıl düzeltilir diye, çünkü hep buraya çıktığımızda önerilerle çıkıyoruz. Lütfen dikkat buyurun. Fonda biriken kaynakların ve nasıl kullanılacağının belediye ve kent yöneticilerince bilinmesi ve yine tarihî kentler dışında kurulmuş olan belediyelerin koruma perspektifine uygun düşen somut olmayan kültürel miraslara yönelmeleri fonda biriken paraların kullanımına da katkı sağlayacaktır. Örneğin, cumhuriyet döneminde kurulmuş ve gelişmiş birçok belediyemiz bulunmaktadır. Her yerleşim yerinin tarihî olmasını beklemek de beyhude bir çabadır. Yeni oluşmuş belediyelerden nasıl bir kültür koruma perspektifi beklediğimizi açıklamamız gerekmektedir. Öyle ki, bu belediyelerin çoğu somut olmayan kültürel miras değerleri bakımından zenginken veya taşınabilir nitelikteki ortak mirasların korunmasına katkı sağlayabiliyorlar iken, herhangi bir ilin sınırları içinde ama belediye sınırları dışındaki taşınmaz kültür mirası için bu belediyelerden katkı bekleyemezsiniz. Oysa taşınmaz kültür mirasına sahip olmayan belediyeler, yörelerindeki bilinme durumuna göre, örneğin bir Karagöz, bir âşık sanatı, Türk mutfağının en güzel örnekleri yahut bir geleneksel giyim kuşamı koruma ve yaşatma yaklaşımı veya bütün bunları içeren daha farklı kültür kompleksleri üretimleri ve ilişkilerine yönelebilir ve bu alanlarda projeler üretebilir.

Bahsettiğimiz gibi, her belediye tarihî kent niteliğini haiz olmayabilir. Bu tür belediyelerin, somut olmayan kültürel mirası korumaya yönelik proje üretmeye teşvik edilmesi de sizlerin sorumluluğundadır. Ayrıca bunlara, merkezî idarece, anlaşılıyor ki bugüne kadar bir proje desteği vermediniz. İlgili yöneticilerin yine hizmet kapasitelerinin geliştirilmesi, bu bahsetmiş olduğunuz sıkıntıyı ortadan kaldıracak önerilerimizden biridir.

Galiba özellikle tarihî binalar ve mekânların korunmasında da bir anlayış değişikliğine gitmemiz gerekmektedir. Bu binaların üzerine kocaman bir asma kilit vurarak ve binalara girişleri yasaklamakla onların korunamayacağını, bu tarih abidelerinin kullanış şartlarını belirlemek ve yapıda esası bozacak değişikliklere müsaade etmemek kaydıyla günlük hayatın kullanımına açmanın önemi yerel yöneticilere anlatılmalı, yönetim olarak da bu tür projelere sıcak yaklaşılmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu meseleye daha bütüncül ve daha tutarlı yaklaşmaktadır. Diyoruz ki, gelin, mademki kültürümüzü korumak için böyle bir gayret ve alkışlanacak çaba içerisindeyiz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, o zaman işi aceleye getirmeyelim. Kültürümüzü, tarihî-kültürel miras, somut olmayan kültür mirası gibi gerçekten nerede başlayıp nerede sona erdiği çok da net olmayan ayrımlara girmek ve bir felsefesi olmayan düzenlemeler yapmak yerine, kültürümüzü bir bütün hâlinde kucaklayacak ve bu şekilde yaklaşacak bir düzenleme, bir tasarı hazırlayalım. Bu süreçte, kültürel miras uzmanlarının yanı sıra, 2003 uluslararası sözleşmesinin korumayı amaçladığı miras alanlarının uzmanlarını da davet edelim bu çalışmaya; onları dinleyelim, katkılarını alalım, dört başı mamur bir kültür koruma kanunu çıkaralım.

İstenilen düzeyde bulmasak da Türkiye Cumhuriyeti’nin, kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili olarak bugüne kadar yapmış olduğu koruma hedef, plan ve uygulamalarını elbette destekliyoruz. Bin yıllık kültürel mirasımızın ve Türk-İslam eserlerinin durumlarını eminim sizler de bizler gibi üzülerek izliyor; yine de kültür varlıklarının korunması bilincinin, hem devlet kademelerinde hem de halkta yavaş yavaş oluşuyor olduğunu görmekten de büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Bu koruma süreçlerinde Türkiye belli bir duyarlılık kazanmıştır. Ancak somut olmayan kültürel miras konusundaki duyarlılık seviyesi en azından topluma mal olmuşluk açısından ne yazık ki yetersizdir. Yıkılan veya yanan bir tarihî evimiz haber konusu olabilmekte, bu konularda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları halkı ve yöneticileri hassasiyet göstermeye davet edebilmekte ve nihayet milletimiz bu konularda endişe ve üzüntüsünü dile getirebilmektedir. Öte yandan, birçok kültür varlığının restorasyonu ve koruma projeleri üretilebilmektedir. Tüm bunlara rağmen yanlışlar devam etmekte, somut olmayan kültürel mirasımızın en temel unsurları gün geçtikçe yok olmakta ve maalesef gidenlerin ve yok olanların farkına vardığımızda her şey çok geç olmaktadır. Örneğin, genç neslin bir bölümü yeni doğmuş bir çocuk için, ailesine “Gözün aydın, analı babalı büyüsün, Allah uzun ömürler versin.” demeyi veya bir yakını vefat ettiğinde arkadaşlarına “Başın sağ olsun, Allah rahmet eylesin.” demeyi veya taziyeye gitmeyi bile maalesef yavaş yavaş unutmaktadır.

Yüzlerce yıldır bu topraklarda dilden dile, kuşaktan kuşağa, âşıktan âşığa aktarılarak yaşatılan Köroğlu destanı, mazlumun, mağdurun, çaresizin yanında yer alan koç Köroğlu hikâyeleri anlatılagelirdi. Bugün televizyonlarımızdaki zenginden alıp fakire vermenin kültür kodu olarak bize, maalesef, Robin Hood gösterilmektedir. Dün bizim içinde bulunduğumuz kuşağın çocukluk kahramanları Kara Murat, Battal Gazi, Tarkan, Keloğlan, Nasrettin Hoca iken bugün maalesef çocuklarımız Spidermen, Süpermen gibi Batı kültürünün yarattığı çizgi karakterleri kendilerine örnek almakta ve onlara özenmektedirler. Dolayısıyla dünyaya onların gözüyle bakmakta, kutsadığı değerleri kutsamakta ve onların kullanmış olduğu, maalesef, ne idiği belirsiz bir argo lisanı tercih edebilmektedirler. Çocuklarımız küreselleşme adı altında avucumuzdan kayıp giderken, bu duruma dur deyip politikalar üretmesi gereken başta Kültür Bakanlığı, TRT gibi kurumlar da kendi milletine yabancılaşmış bir nesil yetiştirilmesine maalesef seyirci kalmaktalar.

TRT Çocuk kanalını hep birlikte alkışladık. Ancak ortaya âdeta tercümelerden ve aktarımlardan başka TRT bir şey koyamadı.

Siz hiç Kültür Bakanlığının ürettiği ve çocuklarımıza sunduğu, onların davranışlarına yön veren bizden bir çizgi kahraman yarattığını duydunuz mu? Galiba onlar böyle birleştirici değil de ülkemize şeşi beş bakan ayrımcı projelerle daha çok ilgileniyorlar.

Ne idüğü belirsiz, bir kimliği, felsefesi olmayan şehircilik anlayışının yarattığı kentlerimize, Anadolu’da yaşayan zengin halk mimarisi ve bu mimarinin en temel özellikleri ve yaşama kültürü taşınamadığı için, mimarlar şehirlerde kültür hayatımızı biçimlendiren evlerimizi birer mutluluk yuvası olarak inşa edemiyorlar. Her evin mutfak balkonundan bir PVC çıkıntı gözümüze çarpıyor. Mimarın üretemediği doğru projelerin eksikliklerini, vatandaş kendisi görüntü kirliliği pahasına bulduğu çözümlerle gidermeye çalışıyor. Bu çıkıntılar bir estetik kaygı ya da ergonomiden değil, son derece basit bir mantıkla, mutfağa bir yemek masası yerleştirmek için gösterilen çabanın sonucudur. Neden böyle yapıyorlar derseniz, Türk ailesinin önemli özelliklerinden biri de evinde aş pişirip akşam yemeğini aile fertleriyle birlikte yemektir. Belki başka kültürler için bu önemli olmayabilir ama Türk kültür hayatı aileye ve aile içi sağlıklı ilişki ve iletişimlere bildiğiniz üzere son derece değer verir. Bu özelliğimizdir ki, âdeta her türlü sıkıntıya rağmen toplumsal olarak ayakta kalmamızın bir sigortasıdır. Bunu görmek, bu tür mirasları gelecek kuşaklara aktarmak, kent kurgusunu yapanların sorumluluğundadır.

Taşınmaz kültür miraslarının taşınabilir parçaları ile Türk el sanatları geleneğinin ürettiği birçok etnografik eşya ve sanat eseri bu koruma süreçlerinin bir parçası olmalıdır. Örneğin, yüzlerce yıl önce üretilmiş birçok bakır, demir, ahşap el sanatları ürünü kolayca alınıp satılmakta, hatta yurt dışına çıkarılmaktadır. Artık üretilmeyen ve elimizde sadece atalarımızdan kalmış birer numune değerinde olan bu mirasların insanlar arasında elden ele dolaşması ve yurt dışına kolaylıkla çıkarılmasını önleyici tedbirler bu kanunun kapsamında olmalıydı. Dolayısıyla, tekrar ifade edecek olursak, kültür bir bütündür ve sadece maddi varlıklardan ibaret değildir.

2003 Sözleşmesi’ni ve bu Sözleşme’nin gerekçesini iyi anlamalıyız. Dünya gittikçe global kültür, küresel kültür, ismine ne derseniz deyin, tek tip kültüre doğru gitmektedir. Bu tespiti yapan UNESCO’dur. Türkiye bu Sözleşmeye bilindiği üzere taraf olmuştur ve gereğini yapacağın taahhüt etmiştir. Şimdi, bizim kanun yapıcılar olarak dünyanın önem verdiği ve korunmasını kararlaştırdığı ve bizim de taahhütlerde bulunduğumuz bir alanı dar bir bakış açısı ve yasal süreç kıskacı içinde tanımlamamız gerekmektedir. Sözün özü, bu tasarı 2003 Sözleşmesi’nin tanımladığı kültür mirasımızdan söz etmemektedir.

Kanun tasarısında söz edilen koruma kurulları hakkında da birkaç cümle sarf etmek istiyorum. Kültür varlıklarıyla ilgili koruma kurulları 1972 Sözleşmesi’nde zikredilen konulardaki uzmanlıklara göre oluşturulmuştur. Oysa 2003 Sözleşmesi başka uzmanlık alanlarına da atıfta bulunmaktadır. Koruma kurullarının, inşallah, bu özellikler dikkate alınarak oluşturulması gerekir diye düşünüyoruz.

Millî kültürümüz, hepinizin de takdir edeceği üzere, siyaset üstü bir konudur. İktidar ve muhalefetiyle bu alanın istiklalimize ve istikbalimize uygun olarak doğru şekilde yorumlanması gerekmektedir. Bu nedenle, bu kanunla sağlanacak fonların yüzde 100’ünün somut veya somut olmayan kültürel mirasın korunması amaçlarına uygun olarak objektif ve adilane kullanımı garanti altına alınmalıdır. Tasarıda kriterler açık açık belirtilmelidir.

Sözlerimin sonunda ifade etmeliyim ki, kültürün “maddi kültür” ve “manevi kültür” diye ayırt edilmeksizin bir bütün olduğunu bilerek politikalar üretmek durumundayız. Kimi unsurları ayırarak, onları görmezlikten gelerek kültür korunamaz ve böyle bir tutumla da hedefe ulaşılamaz. Bu yüzden bu tasarıyı eksik bulduğumuzu belirtiyor, bu kanunun geri çekilerek 1972 ve 2003 sözleşmelerini içerecek şekilde yeniden düzenlenerek Meclise getirilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Şayet böyle yapılır ise Milliyetçi Hareket Partisi olarak her türlü katkıyı vermeye hazır olduğumuzu belirtiyoruz.

Tüm bu eksikliklerine rağmen tasarının millî kültürümüze hayırlar getirmesi temennisiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Korkmaz, teşekkür ediyorum.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili Sayın Hamit Geylani.

Buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA HAMİT GEYLANİ (Hakkâri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısı üzerine Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’deki sistem, içinde barındırdığı farklı din, dil, etnik yapı, mezhep ve kültürlere olan olumsuz ayrımcı ve tekli yaklaşımını ne yazık ki kültür ve doğal varlıklarına karşı da sürdürmektedir.

Köklü bir tarihsel kültür ve doğal potansiyele sahip olan ülkemiz bu zenginliği bugüne değin koruyamamıştır. Çünkü her şeyden önce Türkiye’de kültür ve tabiat varlıklarını koruma kültürü yeterince gelişmemiştir. Doğal alanlar ve kültürel miraslar yıllarca başa gelen hükûmetlerin uygulamalarından kaynaklı tahrip edilmiş ve bir kısmı da belli rant çevrelerine peşkeş çekilmiştir.

Bakınız, Avrupa ülkelerinde tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruma projeleri için bütçeden ayrılan pay yüzde 1, hatta bazen aşmaktadır. Ancak ülkemizde bu pay yok denecek kadar azdır. Bu da kültürel ve doğal varlıkların korunmasının bir devlet politikası hâline gelmediğini göstermektedir. Tüm insanlığın ortak mirası olan bu varlıkların ve tarihî alanların korunması, gelecek kuşaklara aktarılması başta devletin ve tüm insanlığın ortak sorumluluğudur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin çevreye, tarihsel yapılara ve doğaya önem vermediğinin bir kanıtı da binlerce hektarlık ormanlık alanların yok edilmesidir. Küresel ısınmanın arttığı, sera gazı salınımının had safhaya ulaştığı, çevresel sorunların her boyutuyla baş gösterdiği bir dönemde her yıl binlerce hektarlık ormanlık alanların yakılarak bir bölümünün de turistik bölgelere tahsis edilmesi kabul edilemez bir uygulamadır. En kabul edilemezi de başta seçim bölgem olan Hakkâri olmak üzere bu bölgenin diğer illerinde ormanların büyük bir çoğunluğunun sözüm ona ülkenin güvenliği adına ve güvenlik güçleri tarafından bilinçli olarak yakılarak yok edilmesidir. Bu can yangınlarına devlet de seyirci kalmıştır hatta büyük ölçüde -yaşananları göz önüne aldığımızda- teşvik etmiştir. Evet, ne yazık ki otuz yıla yakındır yaşanan şiddet ve çatışma kültüründe ormanlar yakıldı, sular kurutuldu, tüm bitki çeşitleri yok edildi ve yaban hayvanlarının soyu tüketildi. İşte, bu ekolojik dengenin altüst oluşumu içinde insan sağlığının da ne kadar tahrip olduğunu hepiniz takdir edersiniz.

Değerli milletvekilleri, yıllarca korkular üzerinde inşasını sürdüren bir sistemin demokrasiye kolay kolay evrilemeyeceği bir gerçek, ama millî çıkarlar ve kutsal değerler arkasına sığınarak da içte ve dışta yapay düşmanlar yaratılarak demokrasi de askıya alınamaz, bu da ayrı bir gerçek. Ayrıca, bu korkulardan kaynaklı hak ve özgürlükler de dış düşman fobisine feda edilemez. Her alanda olduğu gibi kültürel ve doğal varlıkların yok edilmesinde de ortak değerlerin arkasına sığınma gerçekçi ve inandırıcı değildir. Dünyada kendi coğrafyasını bombalayarak yurttaşını öldüren, kendi ormanlarını yakan, sularını zehirleyen, köylerini yıkan, yakan ve yurttaşını da zorunlu köy koruculuğuna ve göçe zorlayan tek ülke sanırım bizim ülkemizdir.

Kültür ve tabiat varlıklarının tahrip edilerek yok edilmesi, sadece saydığımız bu nedenlerle de sınırlı değildir. Bakınız, birçok turistik bölgedeki ormanlık alanlar rantçılara peşkeş çekilmiştir. Sadece bir örnek vermek gerekirse, Antalya’nın en gür ormanlarına sahip Belek’te yaklaşık beş yüz bin ağaç salt golf sahaları için kesildi, talan edildi, Hükûmet de sesli veya sessizliğiyle bu talanın arkasındadır diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, kültür ve doğal varlıkların yok edilmesi denilince Türkiye'de akla ilk gelen yerler Hasankeyf ve Munzur Vadisi’dir. Anadolu kültürleri ve Yakın Doğu kültürlerinin kaynağı bir bölgede, yani Mezopotamya’da yer alan Hasankeyf’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir, ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara, insanların buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor. “Verimli Hilal” veya “Yukarı Mezopotamya” olarak da adlandırılan bölge çağlar öncesinden bu yana medeniyetlere beşiklik etmiş, dolayısıyla İslam öncesinin ve İslam sonrasının kültürel değerlerini bir arada bugüne kadar taşıyarak getirmiştir. Bu bölge, tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya toprakları arasında geçiş sağlayan bir köprü görevi görmüştür. Mezopotamya uygarlığından günümüze kalan en önemli tanık bize göre Hasankeyf tarihidir. Yapılacak bu Ilısu Barajı’yla tarih ve kültür açısından değeri biçilmeyen on bin yıllık kültür mirası bir yapay suda boğdurulmak isteniyor.

Her alanda olduğu gibi bir çifte standarda bakın: 2007 yılında, Sayın Başbakan Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü’nün açılışında yaptığı konuşmada şöyle diyor: “Tarihî mirasınızı kaybederseniz, Allah korusun -tabii ki Allah korusun; Allah bizi bütün kazalardan, belalardan korusun- ülkenizin, yurdunuzun tapusunu kaybedersiniz, bir daha geri kazanamazsınız; işte esas felaket bu olur.”

Peki, acaba, Sayın Başbakan Hasankeyf’i de ülkenin bir parçası olarak görmek istemiyor mu? Oradaki binlerce yıllık tarihî zenginliği bu ülke için bir miras olarak kabul etmiyor mu?

Ayrıca, objektif bir anlayışta, tarihî, kültürel varlıklar dünyanın neresinde ve hangi bölgesinde olursa olsun korunmaları gerekmez mi? Dünyanın tepkilerine rağmen işlenen bu kültür ve tarih cinayetine bizlerin suskun tanıklığı cinayete ortak anlamına gelmektedir. Onun için, binlerce yıllık değerlerin toplamı, bir daha kazanılması olanaksız olan Hasankeyf’i, ömrü en fazla elli yıl olan barajlara kurban vermeyelim Sayın Bakanım.

Yine, AKP Hükûmetinin Kültür ve Turizm Bakanlığının bürokratlarının Hasankeyf kalıntılarını taşımaktan veya aslına uygun kopyalarını yapmaktan bahsetmeleri ve bunu bir çözüm gibi insanlarımıza sunmalarını da ayrı bir kabahat olarak algılamak gerekir. Sayın Bakan, bağışlayın başka sözcük bulamadım. Çünkü halkımız “kabahat” sözcüğüne büyük anlamlar yüklemektedir. Çünkü sorumlu kişilerin görevleri kopyalarla halkı ve kamuoyunu kandırmak değil. Bu kültürel ve tarihsel değerler hazinesinin yerleşim yerine sahip çıkarak, yeni nesillere gurur duyacakları asıllarını bırakmak gereklidir.

Değerli milletvekilleri, Tunceli il sınırları içerisinde yer alan Munzur Vadisi, millî park korunması birinci derecede önem arz eden bir doğa harikası olmasına karşın, bugün burası da sulara boğdurulmak isteniyor. 42 bin hektarlık bir alana sahip, 1975 yılında millî park olan Munzur Vadisi, dünyada bitki örtüsüyle çok zengin bir alan olduğu kadar, üzerinde barındırdığı diğer canlıların çeşitliliğiyle de büyük bir zenginliğe sahiptir.

Burada bir çelişkiye dikkatinizi çekmek istiyorum: Nil Nehri üzerinde sadece bir baraj bulunmaktadır. Mısır gibi bir ülke enerji sıkıntısı yaşamaz iken, küçük bir kent olan Tunceli’nin can damarı Munzur suyu üzerinde sekiz barajın inşa projesini anlamak bence herkesi zorlamaktadır. Barajların yapılması hâlinde, her şeyden önce, bölgedeki iklimde de önemli negatif değişiklikler yaşanacak ve bugüne kadar görülmemiş bakterilerin ve hastalıkların ortaya çıkmasına da neden olacaktır.

Kar sularıyla beslenen bir su kaynağı olan Munzur Nehri, suyunun azalması, hatta tümden yok olması tehlikesiyle de karşı karşıya gelecektir. Bu da Tunceli coğrafyasında sosyal, ekonomik, demografik, ekolojik ve jeolojik dengelerin altüst oluşuna neden olacaktır ve dolayısıyla insan yaşamının altüst oluşunu da beraberinde taşıyacak ve bağrında gösterecektir.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın doğası gereği Munzur Vadisi’nin özellikleri itibarıyla sit alanı statüsüne kavuşturulması gereklilik, hatta bir zorunluluktur diye düşünüyoruz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü Parlamentoyu Ilısu Barajı ve Munzur Vadisi barajının yapımına “Dur!” demeye çağırıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 12’nci maddesi uyarınca belediyelerin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere Emlak Vergisi Yasası’na göre mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10’u oranında taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahakkuk ettirilmekte ve ilgili belediyesince emlak vergisiyle birlikte tahsil edilmektedir. Tahsil edilen bu miktar il özel idaresi tarafından açılan hesapta toplanmakta ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kullanılmak üzere il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılarak valinin denetiminde kullanılmaktadır.

Görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısının 1’inci maddesi ile il özel idarelerinde toplanan bu paraların yüzde 30’una kadar, il özel idarelerinin, kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacıyla kullanabileceklerini de düzenliyor. Bu, her ne kadar olumlu bir gösterge olarak önümüzde duruyor ise de beraberinde bizce bazı sorunları da taşıyacaktır çünkü tasarı ile il özel idaresinin bu hesapta biriken paranın ancak yüzde 30’unu kullanabilecekleri hükme bağlanıyor. Ne var ki, bu kaynağın kullanımı valinin inisiyatifine ve insafına bırakılmıştır. Bu durumda, valinin yönetiminde çalışan il özel idaresinin yapacağı harcamaların kimin tarafından nasıl denetleneceği sorunu ortaya çıkacaktır. Vali, hem denetleyen hem yöneten hem de proje uygulayan makam konumunda değil midir? Bu nedenle, anılan özel hesapta toplanan paranın denetimi için farklı bir mekanizmanın kurulması gereklidir diye düşünüyoruz. Çünkü harcamaların daha şeffaf olması için, toplanan bütün paraların gelir ve gider cetvellerinin kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir. Bunun için de İnternet veya başka bir vasıtayla halka ulaştırılması kaçınılmaz olacaktır.

Tasarının, Türkiye'nin her bölgesindeki ve her tür kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına hizmet edeceğini umuyor -daha doğrusu ummak istiyoruz- ülkemize hayırlı olması dileğiyle destek sunacağımızı belirtiyor, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Geylani.

AK PARTİ Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Mustafa Çetin.

Sayın Çetin, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ÇETİN (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu münasebetle hepinizi saygılarımla selamlarım.

Öncelikle, “kültür varlıkları” ve “tabiat varlıkları” kavramlarından ne anlamamız gerektiğini kısaca hatırlamakta yarar görüyorum. Kültür varlıkları, tarih öncesi ve tarihî devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihî devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında ya da su altında bulunan bütün taşınır ve taşınmaz varlıkları ifade etmektedir. Tabiat varlıkları ise jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihî devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerimizi ifade etmektedir.

Evrensel değerleri haiz kültür ve tabiat varlıkları açısından ülkemiz, son derece zengin bir mirası sinesinde barındırmaktadır. Millet olarak âdeta bir tabiat ve kültür bahçesinde veya bir açık hava müzesinde yaşamımızı sürdürmekteyiz. Tarihî, doğal, arkeolojik ve mimari açıdan sahip olduğumuz bu eşsiz miras, ülkemiz için büyük bir gurur kaynağı olduğu kadar aynı zamanda bitmez ve tükenmez bir zenginliktir. Anayasa’mız “Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı 63’üncü maddesiyle bu varlıkların korunması görevini devlete vermektedir. Bu görev kapsamında korumacılık kültürünün yasal zeminini hazırlamak, korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili tanımları belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, koruma-kullanma dengesini kurmak, gerekli ilke ve uygulama kararlarını almak başlıca sorumluluklarımız olarak karşımıza çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yeni düzenlemeyle getirilmek istenen hususların ayrıntılarına geçmeden önce, AK PARTİ hükûmetlerince yürütülmekte olan kültür ve tabiat varlıklarımızın korunması konusundaki hizmetlere kısaca değinmekte yarar görüyorum.

Mevcut taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarımızın korunması kadar henüz gün ışığına çıkarılmamış değerlerimizin de milletimizin ve insanlığın hizmetine sunulması önem arz etmektedir. Türk bilim adamlarınca yürütülen kazı çalışmalarına verilen destek son beş yılda 8 kat artırılarak 15 milyon Türk lirasına çıkarılmıştır. Bu miktar, 2002 yılında 2 milyon liranın altındaydı.

Keza 2005-2008 yıllarında 7’si ilk defa olmak üzere 47 müzenin ziyarete açılması sağlanmıştır. Müzelerimizde güvenliğin eksiksiz olarak sağlanması için güvenlik sistemleri yenilenmiş, bazı müzelerimizde güvenlik, temizlik ve bakım için hizmet satın alınmaya başlanmıştır.

Kaçak kazı sayısı 2005-2008 yılları ortalaması 800’den 194’e düşürülmüştür.

Diğer taraftan, vaktiyle yurt dışına kaçırılmış eserlerin yurda getirilmesi için çabalarımız kesintisiz olarak sürdürülmüş, 2007 yılında 349 eserin ülkemize iadesi sağlanmıştır. 2008 yılında bu rakam bini aşmıştır.

Restorasyon çalışmalarına büyük önem verilmektedir. 1931 yılında Büyük Atatürk tarafından da işaret edilen Mevlânâ Türbesi Müzesi, Karatay Medresesi, İnce Minareli Cami ve Sırçalı Medrese başta olmak üzere Akşehir Batı Cephesi Karargâh Binası, Birinci ve İkinci Meclis Binaları, Sarıkamış ve Çanakkale Şehitlik ve Anıtları, Tokat Kalesi’nden Kütahya Kalesi’nin burçlarına kadar Anadolu’muzun dört bir yanındaki tarihî ve kültürel değerlerimizin restorasyonuna Hükûmetimiz döneminde başlanmış ve de tamamlanmış veya devam etmektedir.

Koruma bölge müdürlüklerinin sayısı son üç yıl içerisinde yirmiden otuz dörde çıkarılmıştır. Böylece, yurttaşlarımız bakımından büyük bir şikâyet konusu olan koruma kurullarındaki bekleme süresi mümkün olan asgari süreye indirilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, bölge kurullarının iş yükünü hafifletmek, denetim mekanizmasını daha işlevsel hâle getirmek amacıyla il özel idareleri ve belediyeler bünyesinde kırk adet koruma ve uygulama denetim bürosu (KUDEB) kurulması sağlanmıştır. 5177, 5226, 5366, 5571, 5663, 5728 sayılı yasalar çıkarılmıştır.

Değerli milletvekilleri, yürürlük ve yürütme maddesi dâhil altı maddeden ibaret olan tasarı ile 21 Temmuz 1983 gün ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun 12 ve 55’inci maddelerinde değişiklik, 57’nci maddesinde ek ve değişiklik yapılması ve Kanun’a ek 8’inci madde eklenmesi öngörülmektedir.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda daha önce yürürlüğe girmiş olan dört kanunu yürürlükten kaldıran 2863 sayılı Kanun’da bugüne kadar 1987 ve 2008 yılları arasında yedi defa değişiklik yapılmıştır. Kanunlar, yürürlükte bulunduğu sürece mutlak surette itaat edilmesi gereken hukuk metinleri olsa da değiştirilemez değildirler. Görüşmekte olduğumuz tasarıyı da daha öncekilerde olduğu gibi, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar çerçevesinde gündeme gelen gerekli, hatta kaçınılmaz bir değişiklik olarak görüyor ve destekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 1’inci maddesi, 2863 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında değişiklik öngörmektedir. Değişikliğin özü şudur: Mevcut altıncı ve yedinci fıkralara göre, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 8 ve 18’inci maddeleri gereğince tahsil edilen emlak vergisinin yüzde 10’u kadar taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı belediyelerce tahsil edilerek il özel idaresince açtırılan özel bir hesapta toplanmaktadır. Bu hesaptan, hâlen belediyelerce hazırlanan projeler kapsamında, kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere vali tarafından il sınırları içindeki belediyelere aktarma yapılmaktadır, kullanımı da valinin denetimine tabidir.

Şimdi, sayın CHP ve DTP sözcülerinin, bu hesaptan, düzenlemeyle, yüzde 30’u aşmayacak bir miktarın il özel idareleri sorumluluk bölgesinde harcanabilmesine getirdikleri eleştirileri anlamak mümkün değildir.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda mahallî idarelere sorumluluk verilmesi bir gelişmedir. Aynı sorumluluğun özel idarelerden niçin esirgendiğini anlamak mümkün değildir. Kültür ve tabiat varlıkları, korunması gerekli eserler, özel idarelerin görev alanlarında da bulunduğuna göre, efendim, özel idareler harcarsa, buradan birtakım müteahhitlere fırsat kapısı açılır, gibi yakışıksız beyanları üzüntüyle karşıladığımı belirtmek isterim. Belediyeler ne kadar mahallî idareyse, il özel idareleri de o kadar mahallî idaredir.

Bu hesabın valinin denetiminde harcanacağı, hükmünden hareketle “Vali hem denetleyecek hem harcayacak, bu nasıl olur?” sorusunun cevabı şudur: Valiler veya özel idare denetlenmeyen kurumlar değildir. Valiliklerin icraatı İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişlerince denetlendiği gibi, özel idarelerin hesapları da Sayıştay tarafından yargısal denetime tabi tutulmaktadır. Dolayısıyla, bu yüzde 30’luk özel idarelerin de aynı hesaptan harcama yapabilmesi hükmüne getirilen eleştirileri gerçekçi bulmuyor ve bu konudaki düzenlemeyi haklı ve yerinde buluyoruz.

Tasarının 2’nci maddesinde getirilen -basit bir değişiklikten ibarettir- Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunca koruma kurullarında görevlendirilen üyelerin görev süresine ilişkin olup bu süre beş yıldan üç yıla indirilmektedir ki bu değişikliğin, bölge koruma kurullarının daha dinamik ve verimli bir şekilde çalışması düşüncesiyle öngörüldüğü anlaşılmaktadır.

Tasarının 3’üncü maddesinde, Kanun’un 57’nci maddesine bir fıkra eklenmesi ve bu maddenin mevcut dördüncü fıkrasının değiştirilmesi öngörülüyor. Burada sayılarının otuz dörde çıktığını belirttiğimiz bölge koruma kurullarına paralel olarak 5366 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinde teyit edilen bölge koruma kurullarının da bu Kanun’da belirtilen görevleri yapabilmesi hükme bağlanmaktadır.

Buradaki arkadaşlarımızın ifade ettiği koruma… İki kurul karşımıza çıkıyor. 5366 sayılı Kanun’la ilgili hususlarda görev yapan kurullara yenileme kurulları, diğerine de bölge koruma kurulları diyoruz. Burada bu açıklığı dile getirmekte yarar görüyorum.

Değiştirilmesi öngörülen dördüncü fıkrada da üçten fazla koruma kurulu bulunan yerlerde, illerde veya bölgelerde, bu kurullar arasında bir koordinasyon sağlamak üzere koordinasyon müdürlüğü kurulması ve koruma kurulu müdürlüklerinin bu koordinasyon müdürlüklerine bağlı olarak çalışması hükme bağlanmaktadır. Buradan da anladığımız şudur: Ortada var olan, var olduğu tespit edilen bölge koruma kurulları arasında ortaya çıkan koordinasyon ihtiyacının bu şekilde giderilmiş olacağını ve bu amaçla yapılan düzenlemenin de yerinde bir düzenleme olduğunu düşünüyorum.

Tasarının 4’üncü maddesi, 2863 sayılı Kanun’a bir ek 8’inci maddenin getirilmesini öngörmektedir. Bu maddede iki hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: 11 Mart 2005 tarihi baz alınmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığının 28 Şubat 2005 tarih ve makam onaylı Hukuk Müşavirliği görüşü, taşınmaz kültür varlığı olarak tanımlanan eserlere ait parçaların koleksiyonculuğa konu olmamasının, bu meyanda envanter defterine kaydedilmesinin hukuken mümkün olmadığı görüşü Bakanlıkça bir genelge hâline getirilerek valiliklere gönderilmiştir. Bu genelgenin tarihi 11 Mart 2005 tarihidir. Bu sebeple, düzenleme, bu tarihi baz olarak almıştır.

Burada, düzenlemeyle, 2863 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinin son fıkrası hükmüne tabi olmaması… Neyin tabi olmaması? Koleksiyoncuların elinde bulunan ve bu tarihten önce görevli müze envanterlerine kaydedilmiş eserlerin ticarete ve koleksiyoncular arasında dağıtıma, değişime ve ticarete konu olmamasını hükme bağlamaktadır ki bu hususu bu eserlerin kaybının veya başka şekilde yok olmasının önüne geçecek bir hüküm olarak görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının tümü üzerindeki görüşlerime son vermeden önce bu değişiklik tasarısının hayırlı olmasını diliyor, Sayın Bakan başta olmak üzere emeği geçen Kültür Bakanlığı bürokratlarına, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çetin, teşekkür ederim.

Şahsı adına ilk konuşmacı Mersin Milletvekili Sayın Akif Akkuş.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında görüş bildirmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiat ve kültür varlıkları bizim en önemli zenginliklerimizden birisidir. Bunlar bizi biz yapan ögelerdendir. Bunların bir kısmı taşınabilir, bir kısmı ise taşınamaz kültür varlıkları olarak değerlendirilebilinir. Tabii biz, genellikle “kültür ve tabiat varlıkları” dendiği zaman herhangi bir yerdeki bir ören yerini aklımıza getirmekteyiz. Ancak, bunun yanında, demek ki, biraz önce Nevzat arkadaşımızın belirttiği gibi, birçok konu bu ülkenin millî değeri olan taşınır-taşınmaz kültür varlıkları olarak değerlendirilmektedir.

Bu yasa tasarısıyla 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 12’nci maddesinin iki fıkrasında, yine 55’inci maddesinin iki fıkrasında değişiklik ve 57’nci maddesinin bir fıkrasından sonra gelmek üzere bir fıkra eklenmesi ve dördüncü fıkranın değiştirilmesi istenmektedir. Ayrıca, 2863 sayılı Kanun’a bir geçici madde eklenmektedir. Buna göre, 11/3/2005 tarihinden önce usulüne uygun olarak koleksiyoncular tarafından müze envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları, son fıkrası hariç, 26’ncı maddeye göre işlem görmektedir. Bunu da, biraz önce yine konuşan arkadaşlarımızın belirttiği gibi, bir şekilde taşınmaz kültür varlıklarını ele geçirmiş olan kişilere, bu varlıkları nereden aldı, nasıl aldı, bu konuda bir af getirmeye yönelik bir değerlendirme olarak görüyoruz.

12’nci maddenin fıkralarında istenen değişiklik, daha önce il özel idaresi tarafından açılan özel hesaptaki para belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesiyle ilgili projeler için kullanılırken, bu harcamaya il özel idarelerinin ortak olmasını sağlamaktadır.

Son yıllarda merkezî yönetimin görev ve sorumluluğunun bir kısmının yerel yönetimlere devrinin söz konusu olduğu malumunuzdur. Bunun bir sonucu olarak il özel idarelerinin gelirlerinin artması ve harcama yetkisinin verilmesi de kaçınılmaz bir hâle gelmiştir. Bu yüzden, özel hesapta toplanan bu gelir, valinin kontrolünde, il özel idaresine ve belediyelere aktarılmaktadır. Ancak, bu aktarılan miktarlar belli bir oran dâhilinde olmakta ve toplanan miktarın yüzde 30’unu il özel idaresinin kullanımına tahsis etmektedir. Bu miktar, 1319 sayılı Kanun’a göre tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10’u nispetinde mükellef tarafından ödenen paradır.

Değerli milletvekilleri, dünden gelen tabiat ve kültür varlıklarımızın korunması ve değerlendirilmesi üzerinde önemle durulması gerekir, demiştik. Ancak korunma amaçlı yapılan çalışmalar, birkaç sene sonra, sanki herhangi bir çalışma yapılmamış gibi kültür varlığının eski hâline gelmesini önleyemiyor. Bu yüzden, koruma çalışmaları sonucu ortaya çıkan değerlerin bir müstecire devrini -kiralama suretiyle- âdeta bir zorunluluk hâline getiriyor.

Şunu demek istiyorum: Bakıyoruz, ülkemizin birçok yerinde, şehirlerimizde, özellikle eski şehirlerimizde görüyoruz, bina olsun, evler olsun, sokaklar olsun, bunlarda birtakım düzenlemeler yapılıyor ama birkaç sene geçtikten sonra sanki o düzenlemeler hiç yapılmamış gibi bir hâle geliyor ve eski hâline geliyor. Tabii, burada bu düzenlemenin gerek kontrolü gerekse bu düzenlemede müteahhit olarak çalışan kişilerin de bu işi eline yüzüne bulaştırmasının bir sonucu olarak bu şekilde yapıyorlar diye belirtebiliriz.

Bunun yanında, dünü yansıtan ve artık kullanılmayacak kadar yıpranmış olan bir kısım özel mülkiyetin il özel idareleri ve belediyelerce onarımı ve iyileştirilmesinin yapılarak mal sahiplerinin tasarrufuna bırakılması yerinde olur.

Yine birçok yerde görmekteyiz, çok güzel bir bina, yola böyle, cumbalarıyla falan çıkmış, baktığımız zaman hoşumuza giden bir bina ama aradan geçiyor birkaç yıl, bir de bakıyoruz o binanın yerinde yeller esiyor. Niye yeller esiyor? Çünkü yanmış. Cadde üzerinde bulunuyor, şehrin içerisindeki cadde üzerinde. Yanındaki binalar büyük meblağlar getirirken burası köhne bir şekilde kalıyor. Dolayısıyla, bunların bu şekilde, belediyelerce onarımının ve iyileştirilmesinin yapılması uygun olur kanaatindeyim. Aksi takdirde o binalar ya birer heyula gibi tehlike arz eder yahut da kasıtlı yangınların kurbanı olur. İstanbul’un Süleymaniye semti bunun en belirgin örneğidir, kırık dökük yüzlerce ev âdeta yıkılmayı bekliyor, içinde oturanlar korku içerisinde yaşamaya çalışıyorlar. Devlet genellikle buraları istimlak ederek korumaya çalışıyor, içinde oturanlar ise aldıkları ücretle yeni bir mesken alamıyorlar ve bu eski yapıları, binaları terk etmiyorlar; bu da yıllarca mahkemelerin sürmesine sebep oluyor. Yine, biraz önce Nevzat Bey belirtti ben de belirtiyorum, buralar yeniden insanımızın hizmetine verilmeli, insanımızın hizmetine sunulmalı. Ankara Beypazarı örneğinde olduğu gibi bu taşınmazların sahiplerine krediler verilerek bu yapıları yeniden canlandırmak söz konusu olabilir. Aksi takdirde koruma kurulları tarafından haklı olarak “sit alanı” payesi alan bu yerler sokakları bile emin bir şekilde kullanılamayan mahalleler olarak kalır ve sit alanı olma gayesinden de gittikçe uzaklaşır. Bunun için, buralar, geçmişine bağlı, geleceği geniş bir perspektifle gören önder kişilere ihtiyaç duymaktadır. Buralarda yapılacak etkili değişiklikler modern şehirlerde kültürel varlıkların ahenk içerisinde yaşatılmasını sağlayacak ve millet olmanın keyfiyetini ortaya koyacaktır.

Ayrıca, bu eski kültür varlığı yapıların değerlendirilmesi çevre insanına iş ve aş kapısı olacak, aynı zamanda bu insanların bir gelire sahip olması da söz konusu olacaktır, böylece kömür ve gıda paketleri dağıtımı ve beklentisi de kısmen ortadan kalkacaktır diyorum.

Değerli milletvekilleri, sit alanı olarak tespit edilen ve tasdik edilen yerlerdeki binaların kullanımdan uzak olanlarının mutlaka onarılıp kullanılması ve vatandaşın istifadesine sunulması gerektiğini belirtmiştim. Kırsal kesimde bulunan ören yerleri vatandaşın tapulu alanı içinde bile olsa gereği gibi kullanılamamaktadır, bu da arsa veya arazi sahiplerini mağdur etmektedir.

Bilindiği gibi, Mersin, İlk Çağ’dan günümüze birçok medeniyete sahne olmuş uzun bir kıyı kesimine sahiptir. Bu kıyıya yakın bir mülkünüzün içinde bir mezar yahut lahit bulunuyorsa burası sit alanı ilan ediliyor ve işe yaramaz, atıl bir şekilde kalıyor. Bitişiğindeki arsalarda turistik tesisler yükselirken buralar kullanımdan uzak kalıyor. Bu yüzden buraların da değerlendirilecek şekilde planlanması ve vatandaşa sunulması gerekiyor.

Burada koruma kurullarına seçilen kişilerin beş yıllık sürelerinin üç yıla indirilmesi üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Deniliyor ki: “Bu kurullara getirilen kişiler çalışmalarını aksatıyorlar.” Ben o zaman diyorum ki, eğer böyle bir aksatma söz konusu ise, bu kurullar lağvedilsin ve gerek duyulduğunda ilgili bilim dallarından ve görevliler arasından geçici bir kurul oluşturularak konuyla ilgili rapor hazırlamaları için gerekli imkân sağlansın ve sonunda işlerinin başına dönsünler. Genellikle arazi ihtilaflarında mahkemelerin böyle bir yol izlediği görülmektedir. Kısaca “beş yıl” yerinde bir karardır ve kanunda olduğu gibi kalması uygun olur diye belirtiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akkuş, size bir dakikalık ek süre vereyim. Diğer arkadaşımızı da konuşturalım.

Buyurun efendim.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Koruma kurullarının birden fazla olduğu illerde teknik ve idari işlerde koordinasyonu sağlamak üzere koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğünün kurulması uygundur.

Değerli milletvekilleri, biz, kültür ve tabiat varlıklarına sahip çıkarak ülkemize sahip çıkıyoruz. Burada şunu belirtmek istiyorum: Genellikle denilir ki: “Türkler Anadolu’ya 1071’de geldi.” ve konuşulduğu zaman, konuşmalarda denilir ki: “1071’den beri, bin yıldan beri” denildiği gibi... Hâlbuki Türklerin milattan önce binli yıllarda Anadolu’da yaşadığı bilinmektedir. Asur kaynaklarında bunlar tespit edilmiş, Asur tabletlerinde tespit edilmiş durumdadır.

Bu yüzden, bu ülkedeki her kalıntı bizim malımızdır, bizim atalarımızın bu topraklardaki mührüdür diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akkuş.

Şahsı adına ikinci konuşmacı ve bugünün son konuşmacısı Denizli Milletvekili Sayın Selma Aliye Kavaf.

Buyurun Sayın Kavaf. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Biraz önce bir kişi vardı, ben de söz istedim. Ayrıca sürenin bitmesine altı dakika var efendim. O zaman süreyi uzatın.

BAŞKAN – Yok, altı dakika değil, benim saatimle on dakika var.

Buyurun efendim.

SELMA ALİYE KAVAF (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 260 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun çerçevesinde yapılmaya çalışılan, Türkiye’deki sayılı kültür ve tabiat varlıklarının tarihsel değerine elimizden geldiği kadar sahip çıkabilmektir, bunu, Türkiye’nin bir zenginliği olarak kendi insanımıza ve dünyaya bu zenginlikleri sunabilmektir.

Geçen dönem Türkiye Büyük Millet Meclisimiz kültür ve tabiat varlıklarını koruma konusunda çok önemli adımlar attı.

Kanunun 1’inci maddesiyle, daha önce taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak, belediyeler tarafından korunmaya ve değerlendirilmeye yönelik olarak emlak vergilerinde yapılan yüzde 10’luk emlak vergisi payının kullanımı daha fonksiyonel hâle getiriliyor bu kanunun düzenlemesiyle. Bu pay, proje yapmak, kamulaştırmak, projeyi hayata geçirmek üzere kullan-dırılmaktadır. Proje koruma kurulları tarafından denetlenip, kurul denetimince uygun görüş belirtildiği takdirde, valilik, projenin hayata geçirilmesi konusunda para akışını sağlamaktadır. Yapılan bu değişiklikle belediyelerin konuya ilgisiz kalması hâlinde il özel idarelerinin ya da valiliğin de proje yaptırıp bu kaynağı kullanabilme imkânı sağlanmaktadır. Örneğin, belediyelerin çeşitli nedenlerden ötürü ilgilenmediği ya da belediye sınırları dışında kalan alanlarda bir kervansaray var; herhangi bir belediyenin sınırında değil, mücavir alan dışında. Onu koruma kurullarının tescilinden sonra vilayet kendisi projelendirip restorasyonu için bu kaynaktan para kullanabilsin diye böyle bir düzenleme yapılmaktadır. Tabii ki burada belediyelerimizin hakkını ve hukukunu da korumak amacıyla “il özel idareleri bir yıl içerisinde toplanmış olan paranın yalnızca yüzde 30’unu kullanabilir.” şeklinde bir ibare de maddeye ilave edilmiştir.

2007 yılı sonu itibarıyla 234 milyon yeni Türk lirası para birikmiştir. Bu paranın 90 milyon yeni Türk lirası belediyeler tarafından kullanılmış, hâlihazırda bu paranın 140 milyon yeni Türk lirası duruyor atıl bir şekilde. Amacımız, bu paranın atıl kalmaması, kültür ve tabiat varlıklarının turizme ve kültür hayatımıza kazandırılması, amacına uygun bir şekilde kullanılması konusunda bir düzenleme yapılmasıdır.

Bu amaçla hazırlanan bu tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Kamer Genç’in de uyarısı üzerine süreyi aşmamış oluyoruz. İyi akşamlar diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kavaf, daha vaktiniz var dört beş dakika.

Evet, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, soru-cevaba girmiş olan arkadaşlarımızı, arkadaşlarımız tespit ettiler çünkü o yirmi dakikalık süreyi şimdi kullanamayız, vaktimiz yok.

Bugünkü çalışmalardan ve gösterdiğiniz özenden dolayı bütün milletvekili arkadaşlarıma, Sayın Bakanımıza, Komisyon Başkanımıza, grup başkan vekillerimize teşekkür ediyorum.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 27 Ocak 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum; sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza hayırlı akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati: 19.54