DÖNEM: 23 CİLT: 74 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
131inci
Birleşim
8 Temmuz 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N
D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV. - OTURUM BAŞKANLARININ
KONUŞMALARI
1.- TBMM
Başkan Vekili Nevzat Pakdilin, idrak etmiş olduğumuz Miraç
Kandilinin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa
hayırlar getirmesini dileyen konuşması
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Edirne Milletvekili
Cemaleddin Uslunun, köy ve mahalle muhtarlarının
yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebinin, yerel yönetimlerin işleyişine
ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı
3.-
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdalın, cezaevlerinde son
günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı
konuşması
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlunun, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili verdikleri kanun tekliflerinin
gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması
2.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvelin, belediyelerin kurduğu şirketlerin sorun
hâline geldiğine ilişkin açıklaması
3.-
Eskişehir Milletvekili Beytullah Asilin, Eskişehir için büyük önem
arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar
tarafından engellendiğine ve muhalefet partilerine mensup ilçe ve
belde belediyelerine yardım gönderilmediğine ilişkin
açıklaması
4.-
Eskişehir Milletvekili Emin Nedim Öztürkün, muhalefet milletvekillerinin
Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor ifadelerinin
doğru olmadığına ve Eskişehirin raylı sistem
konusunu çözeceklerine ilişkin açıklaması
5.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, Edirne ili Keşan ilçesi
Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel sektöre ait, yer
altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde meydana gelen
yangına ilişkin açıklaması
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
Şırnakta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili
iddiaların araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817)
2.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
aile hekimliği uygulamasındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/818)
3.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 milletvekilinin,
kırmızı et sektöründeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/819)
4.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık ve su
ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
B) Tezkereler
1.-
Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı
İstanbul Milletvekili Güldal Akşitin, Birleşmiş Milletler
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6ncı Ülke Raporu Sunum
Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1249)
2.- Meksika
Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirezin, Meksikada
gerçekleştirilecek olan Birinci Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye
Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetininin icabet etmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1250)
3.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahinin,
Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben
Gurırabın vaki davetine icabetle, Cenevrede düzenlenecek olan Dünya
Parlamento Başkanları III. Konferansına katılmak üzere
İsviçreye resmî ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/1251)
4.- Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan Bozerin,
KKTCnin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarına
vaki davetine, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir Parlamento heyetinin
icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1252)
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- (10/627) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- (10/372) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- (10/515) esas
numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S.
Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine
Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
4.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4
Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506)
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.03te açılarak on oturum yaptı.
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, kamu yönetimine,
İstanbul
Milletvekili Esfender Korkmaz, memur zamlarına,
Konya
Milletvekili Mustafa Kabakcı, Nasreddin Hoca ve Akşehirde kutlanan
51inci Uluslararası Nasreddin Hoca Festivaline,
İlişkin
gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Adana
Milletvekili Hulusi Güvel, kamu görevlilerinin herhangi bir parti, kişi
veya zümrenin yararını veya zararını hedef alan bir
davranışta bulunamayacakları ilkesinin çiğnendiğine,
Aydın
Milletvekili Recep Taner, kamu gücünü yanlı ve
yandaşlarının talepleri doğrultusunda kullananları, bu
emri verenleri ve uygulamaya alet olanları kınadığına,
Konya
Milletvekili Orhan Erdem, Nasreddin Hoca şenliklerine ve gülen yüzlere çok
ihtiyacımız olduğuna,
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Nasreddin Hoca şenliklerinin Kültür ve
Turizm Bakanlığınca desteklenerek uluslararası boyutta bir
kültür şenliğinin yapılmasının daha faydalı
olacağına,
Aydın
Milletvekili Mehmet Erdem, yetkileri artırılan il genel meclislerinin
yetkilerini tarafsız kullanması gerektiğine,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, Nasreddin Hocanın mizahından siyasilerin
ders çıkarması gerektiğine,
İlişkin
birer açıklamada bulundular.
Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 22 milletvekilinin, Kırım Kongo
Kanamalı Ateşi Hastalığı konusunun (10/813),
Denizli
Milletvekili Emin Haluk Ayhan ve 19 milletvekilinin, yaşlıların
sorunlarının (10/814),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 20 milletvekilinin, kırmızı et
sektöründeki sorunların (10/815),
İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhan ve 24 milletvekilinin, yatılı
ilköğretim bölge okullarındaki sorunların (10/816),
Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı
ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Gündemin Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler kısmında yer alan:
(10/758) esas
numaralı, etnik nüfus yapısının
araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin ön
görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP,
(10/542) esas
numaralı, sigara fabrikalarından yaprak tütün işletmelerine
geçen işçilerin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin
görüşmelerinin Genel Kurulun 7/7/2010 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
2 Temmuz 2010
tarihinde, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları
tarafından, usta öğreticilerin sorunlarının
araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak
7/7/2010 Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Muş
Milletvekili Sırrı Sakıka, yaralayıcı ifadeleri
nedeniyle Oturum Başkanınca kınama cezası verilmesi teklif
edildi; savunmasını müteakip yapılan oylamadan sonra kınama
cezası verilmesi kabul edildi.
Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın ve
Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçlinin, konuşmasındaki,
BDP Grubuna yönelik Etnik milliyetçilik yapıyorlar. ifadelerine,
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, Suat Kılıçın,
konuşmasındaki, bir hakkın suistimal edildiği yönündeki
ifadelerine,
Samsun
Milletvekili Suat Kılıç, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu
tehdit etmediğine, Meclise dayatmada bulunmadığına,
sözlerinin çarpıtıldığına,
İlişkin
birer açıklamada bulundular.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır,
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce,
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan,
Samsun
Milletvekili Suat Kılıçın, grubuna sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3üncü
sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
(1/761) (S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
4üncü
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan, Dışişleri
Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/892) (S.
Sayısı: 524) üzerindeki görüşmeler tamamlanarak elektronik
cihazla yapılan açık oylamadan sonra kabul edildi ve
kanunlaştı.
5inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4
Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506) görüşmelerine
başlandı.
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, Adana Milletvekili Yılmaz Tankutun,
şahsına,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlunun, şahsına,
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, Muğla Milletvekili Metin Ergunun,
şahsına,
Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata, İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa
Elekdağın, grubuna,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Batman Milletvekili Ayla Akat Atanın,
grubuna,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Yalova
Milletvekili Muharrem İnce, Türkiyede yalnızca Ayla Akat
Atanın partisinin kapatılmadığına, CHPnin de 2 defa
kapatıldığına ve akan kanın durmasını
kendilerinin de istediğine ancak Operasyonlar dursun.
mantığını kabul etmediklerine ilişkin bir
açıklamada bulundu.
Muhalefet partisi
milletvekillerine ait, Bursada teknik üniversite kurulmasına ilişkin
kanun teklifinin görüşülmemesi ve aynı mahiyetteki 506 sıra
sayılı Kanun Tasarısıyla birleştirilmemesi konusunda
Oturum Başkanının tutumu hakkında usul görüşmesi
yapıldı, usul görüşmesi sonucunda, Oturum Başkanı,
tutumunda bir değişiklik olmadığını
açıkladı.
8 Temmuz 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00te toplanmak
üzere birleşime 00.01de son verildi.
Nevzat PAKDİL
Başkan
Vekili
Fatih
METİN Murat
ÖZKAN
Bolu Giresun
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Harun
TÜFEKCİ Bayram
ÖZÇELİK
Konya Burdur
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No:
175
II.-
GELEN KAĞITLAR
8
Temmuz 2010 Perşembe
Tasarılar
1.- 2009
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/905)
(Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
29.06.2010)
2.-
Güneydoğu Asyada Dostluk ve İşbirliği Andlaşması
ile Andlaşmada Değişiklik Yapan Protokollere
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/906) (Dışişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 08.07.2010)
Teklif
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekilleri Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir
Milletvekili Oktay Vural ile 1 Milletvekilinin; Tarım Sigortaları
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/733)
(Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30.06.2010)
Tezkereler
1.- Van
Milletvekili Özdal Üçerin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/1247) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 07.07.2010)
2.-
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanakın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1248) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 07.07.2010)
Sözlü
Soru Önergesi
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, İstanbul-Kartaldaki bir arazinin
kiralanmasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/2144)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
Yazılı
Soru Önergeleri
1.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemurun, parçalanan ailelere ve korunmaya muhtaç
çocuklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15396) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
2.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, Adanadaki işsizliğe ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15397)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
3.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağızın, Elazığ Valisinin
bazı ifadelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15398) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
4.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, bir erin ölümü ile ilgili iddialara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15399)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
5.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, ebeveyn iznine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15400)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
6.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, bir yönetmelikteki düzenlemelerin cinsiyet
eşitsizliği içerdiği iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15401)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
7.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, kural dışı
taşımacılık hizmetlerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15402) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
8.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllünün, Mavi Marmara gemisine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15403)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
9.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurda açılan ve kapanan kamu
işletme ve tesisleri ile birimlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15404) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
10.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurdaki proje ve
yatırımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15405) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
11.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurdaki özürlü istihdamına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15406)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
12.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Ulusal Program kapsamındaki yargıyla
ilgili kanun tasarısı taslaklarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15407) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
13.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Ulusal Program kapsamındaki
yargıyla ilgili bazı hususlara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15408) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
14.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, bir protokolün onaylanmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15409)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
15.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, yolsuzlukla mücadele konusunda
yapılanlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15410) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
16.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Ulusal Program kapsamında öngörülen bir
yasal düzenlemeye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15411) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
17.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Ulusal Program kapsamındaki bazı
çalışmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15412) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
18.- Denizli Milletvekili
Hasan Erçelebinin, Eskişehirdeki yapay plaja ve raylı sistemin
uzatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15413) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
19.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkayanın, TTK işçileri
arasındaki ücret farklılığına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15414)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
20.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, İranda özelleştirilen gübre
fabrikasının Türk ortaklarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15415) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
21.- Konya
Milletvekili Atilla Kartın, Rize Belediye Başkanının bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15416) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
22.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, İlaç Takip Sisteminde kişisel
veri güvenliğine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15417) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
23.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhanın, eğlence mekanlarındaki müzik
kapanış saati uygulamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15418) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
24.-
İstanbul Milletvekili Ümit Şafakın, bir spor kulübünün
Topkapı Sarayındaki tesislerinin yıkıldığı
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15419) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
25.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, şehit ailelerine ölüm haberini
bildirme prosedürüne ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15420) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
26.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, şehit
yakınlarının istihdamına ve askerlik hizmetine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/15421)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
27.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Irak sınırındaki maden
sahasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/15422) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
28.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, TMSF yönetimindeki bir oteldeki
yolsuzluk iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/15423) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
29.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, bir sendikanın Öğretmenler
Gününde yaptığı bir faaliyete ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/15424) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
30.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin, bir cezaevinde
yaşandığı iddia edilen bir olaya ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15425)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
31.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulanın, bazı kadın ölüm olaylarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15426)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
32.-
İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin, bazı cezaevlerinde
yapıldığı iddia edilen uygulamalara ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15427)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
33.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldızın, bir tutuklunun başka bir
cezaevine nakledilmesine ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15428) (Başkanlığa geliş tarihi:
30/06/2010)
34.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürkün, yabancı danışman
bulunduğu iddiasına karşı yapılan açıklamaya
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/15429)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
35.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, bir hakimle ilgili bazı bilgilerin
basında çıkmasına ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15430) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
36.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, bir avukat hakkında açılan
davaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15431) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
37.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Kösenin, bazı illerdeki kayıt
dışı istihdama ve çocuk işçiliğine ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15432) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
38.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, Cinsiyet Eşitliği Şubesine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15433) (Başkanlığa geliş
tarihi: 29/06/2010)
39.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurda işsizlik
Sigortası Fonunun kullanımına ilişkin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15434)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
40.-
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin, görevde yükselme
sınavıyla ilgili iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/15435)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
41.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaşın, kayıt
dışı istihdama ve işçileri mağdur eden bazı
uygulamalara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15436) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
42.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebinin, su kullanım hakkı
anlaşmasıyla devredilen HESlere ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15437)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
43.- Trabzon
Milletvekili M. Akif Hamzaçebinin, özel sektöre devredilen HESlere
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15438) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
44.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, Kura Nehri Projesine ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/15439)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
45.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, Ardahandaki bazı bitki türlerinin
korunmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15440) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/07/2010)
46.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, Ardahandaki bitki çalışmalarına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15441) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
47.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, Ardahandaki yan ürün veren bitkilere
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15442) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
48.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, bir balık çiftliğinin elektriğinin
kesilmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15443) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
49.- Muğla
Milletvekili Gürol Erginin, bir balık çiftliğinin elektriğinin
kesilmesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15444) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
50.-
İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürekin, elektrik fiyatlarındaki indirimin
geri alınmasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15445)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
51.- Siirt
Milletvekili Osman Özçelikin, bir etkinlikte güvenlik güçlerinin
orantısız güç kullandığı iddialarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15446)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
52.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Atanın, canlı bomba olduğu şeklinde
habere konu olan bir kadına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15447) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/06/2010)
53.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlunun, bir belediye
başkanı hakkındaki bazı iddialara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15448)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
54.- Zonguldak Milletvekili
Ali İhsan Köktürkün, Kırklareli Valisinin
katıldığı bir toplantıdaki giderlerine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15449)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
55.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, Ankara Büyükşehir Belediyesinin bir
restorasyon işine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15450) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
56.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoyun, Bursadaki belediyelerin araç
kiralamalarına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15451) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
57.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Reşadiye ve Ladik ilçelerindeki
terör olaylarına yönelik iddialara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15452)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
58.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, bir otelde gerçekleştirilen
etkinliklere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15453) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/07/2010)
59.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, Rize Belediye Başkanının bir
ifadesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15454) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
60.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, muhtarların sosyal güvenlik prim
borçları ve yol giderlerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15455)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
61.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, muhtarların desteklenmesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15456)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
62.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Kütahya Belediyesinin katı
atık bedeli uygulamasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15457)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
63.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, bir yolsuzluk olayına adı
karışan dernek ve vakıflara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15458)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
64.- İzmir
Milletvekili Oktay Vuralın, Devlet Tiyatrolarında sahneleneceği
iddia edilen bir oyuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15459) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
65.-
Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcının, Ayvalık
Soğan Adasının tarihi sit statüsünün
değiştirilmesinin sonuçlarına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15460)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
66.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Kösenin, Adıyamandaki Hazine
arazilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15461) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
67.- Edirne
Milletvekili Bilgin Paçarızın, motorlu araç ticaretindeki bir vergi
sorununa ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15462) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
68.- Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, öğretmenlerin iller arası yer
değiştirme işlemlerine ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15463)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
69.- Sinop
Milletvekili Engin Altayın, meslek yüksek okullarının
işlevine ve akademik personeline ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15464)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
70.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhanın, eğitim sistemine ve
yatırımlara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15465) (Başkanlığa geliş
tarihi: 29/06/2010)
71.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Atanın, Sakarya Üniversitesi Öğrenci
Konseyinin bir açıklamasına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15466)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
72.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekicinin, Evliye Çelebi Seyahatnamesinin
toplatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15467) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/06/2010)
73.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, Adanadaki öğretmen ihtiyacına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15468) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
74.-
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolatın, SBS uygulamalarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15469) (Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
75.-
Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, hatalı yapılan bir
öğretmen atamasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15470) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
76.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaşın,
öğretmen açığına ve sözleşmeli öğretmenlerin
kadroya geçirilmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15471) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
77.- Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, bir felsefe ders kitabının
incelenmesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15472) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/07/2010)
78.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçalın, SBS sınav kitapçıklarına
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15473) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
79.-
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaşın,
sebzeciliği tehdit eden bir zararlıyla mücadeleye ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15474) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
80.- Isparta
Milletvekili Mevlüt Coşkunerin, Ereğlideki dolu mağduru elma
üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15475) (Başkanlığa geliş
tarihi: 29/06/2010)
81.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, Burdurdaki kırsal kalkınma
yatırımlarının desteklenmesine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15476)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
82.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, TMOnun bazı alımlarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15477) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
83.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, bazı tarım ürünlerine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15478) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
84.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, TMOnun faaliyetlerine ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/15479)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
85.- Manisa
Milletvekili Mustafa Enözün, Akhisarda aşırı
yağış ve dolu nedeniyle çiftçilerin mağduriyetine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/15480) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
86.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlunun, Deriner Barajı
kapsamındaki bir yol ve viyadük inşaatına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15481)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
87.- Artvin
Milletvekili Metin Arifağaoğlunun, Yusufeli-İspir yolundaki
çalışmalara ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15482) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
88.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın,
Tavşanlı-Emet-Hisarcık-Simav karayolu projesine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15483)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
89.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Zafer Havaalanı projesine
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15484) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
90.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Kütahya-Uşak karayolu
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15485) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
91.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Kütahya-Simav karayolu
çalışmalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15486) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
92.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Emet-Hisarcık-Çavdarhisar
karayoluna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/15487) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/07/2010)
93.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Kütahya bağlantılı
bazı karayolu çalışmalarına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15488)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
94.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, sabit telefon aboneliğinin
kapatılması işlemlerine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15489)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
95.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Türk Telekom personeline nakil
baskısı yapıldığı iddiasına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15490)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
96.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Kütahya-Balıkesir
arasındaki yol yapım çalışmalarına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/15491)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
97.- Sinop
Milletvekili Engin Altayın, Boyabat Devlet Hastanesinin yeterliliğine
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/15492) (Başkanlığa geliş tarihi: 29/06/2010)
98.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Karabükteki hastanelerin depreme
dayanıklılığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15493) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30/06/2010)
99.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Çankırıdaki hastanelerin depreme
dayanıklılığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15494)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
100.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirelin, Rizedeki hastanelerin depreme
dayanıklılığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/15495)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/06/2010)
101.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun, ağız ve diş
sağlığı merkezlerine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/15496) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
102.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, KOBİlerin sorunlarına ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15497)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
103.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, sanayinin geliştirilmesine ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15498)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
104.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, sanayicilerin desteklenmesine ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/15499)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
105.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüzün, Madımak Otelinin müze
yapılmasına ve Alevi açılımına ilişkin Devlet
Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/15500)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/07/2010)
106.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, hac organizasyonu müracaat ve
kayıt yenileme ücretlerine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk
Çelik) yazılı soru önergesi (7/15501) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/07/2010)
107.- Batman
Milletvekili Bengi Yıldızın, GAP kapsamındaki bazı
hususlara ilişkin Devlet Bakanından (Cevdet Yılmaz)
yazılı soru önergesi (7/15502) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/07/2010)
108.- Samsun
Milletvekili Osman Çakırın, yurtdışında düzenlenen
bazı faaliyetlere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/15503)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22/06/2010)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin,
Şırnakta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili
iddiaların araştırılması amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)
2.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 Milletvekilinin,
aile hekimliği uygulamasındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/818)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.05.2010)
3.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 Milletvekilinin,
kırmızı et sektöründeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/819) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.05.2010)
4.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 Milletvekilinin, balıkçılık ve su
ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.05.2010)
Süresi
İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Hakkari
Milletvekili Hamit Geylaninin, kapatılan DTP yöneticileri hakkında
yapılan soruşturmaya ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14205)
2.- Hakkari
Milletvekili Hamit Geylaninin, yargının işleyişine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14206)
3.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, bütçede çocuklara ayrılan miktara
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14208)
4.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, çocuk mahkemesi bulunmayan illere
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14209)
5.- Adana
Milletvekili Recai Yıldırımın, Adalet
Bakanlığı Müsteşar Yardımcısının
Adanaya yaptığı iddia edilen ziyarete ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14264)
6.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun, çocuk mahkemelerindeki yargılama
sürelerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14276)
7.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Atanın, kadına yönelik şiddete
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14277)
8.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvelin, Adanadaki bazı yargı verilerine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14278)
9.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvelin, bazı yargı verilerine ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14279)
10.- Van
Milletvekili Özdal Üçerin, bazı cinayet olaylarına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14280)
11.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındırın, çocuk
yargısına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14283)
12.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulanın, bir suç duyurusunun savcılıkça değerlendirilmesine
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/14284)
13.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, yatırım teşvik
uygulamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/14765)
14.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, polis meslek yüksek okullarından
ilişiği kesilen öğrencilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/14769)
15.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, yeni istihdama ve taşeron
şirket uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/14771)
16.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, YÖK Başkanı hakkındaki
bir iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/14772)
17.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, uzman erbaşların özlük
haklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/14773)
18.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, özelleştirilen bir elektrik
dağıtım şirketi çalışanlarının durumuna
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14775)
19.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, lisans programlarına dikey
geçiş kontenjanlarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/14776)
20.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, görme engellilerinin istihdam ve
eğitimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/14778)
21.-
İstanbul Milletvekili Çetin Soysalın, İsrailin Gazzeye insani
yardım taşıyan Türk gemilerine saldırmasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14779)
22.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkayanın, Çayırova Belediyesinin bazı
arsalar üzerindeki tasarruflarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/14780)
23.- İzmir Milletvekili
Selçuk Ayhanın, engellilerin eğitim ve istihdamına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14781)
24.-
İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgilin, belediyelere yapılan
yardımlara ve verilen desteklere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/14782)
25.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkayanın, YÖK
Başkanının bazı yargı mensuplarına hediye
gönderdiğine yönelik haberlere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/14783)
26.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Türk Şeker Fabrikalarının
satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/14787)
27.- Giresun
Milletvekili Murat Özkanın, sosyal yardımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/14792)
28.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Emniyet Teşkilatında görev
yapan GİH sınıfındaki personelin sorunlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14812)
29.- Antalya
Milletvekili Tayfur Sünerin, Akseki Belediyesinin bazı ihtiyaçlarına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14813)
30.-
İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlakın, ayakta yolcu alan
minibüslere ceza uygulanmasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14814)
31.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankutun, bir jandarma karakolunun nakledilmesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14815)
32.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemirin, Gaziantepteki belediye sosyal tesislerine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14816)
33.-
İstanbul Milletvekili Ümit Şafakın, Ankara Spor A.Ş.nin
kayıtlarına almadığı bir gelirine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14817)
34.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, Simav Gölü arazisinin
kullanımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14820)
35.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüzün, Gaziantepte mükelleflere baskı
yapıldığı iddiasına ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14821)
36.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, TEDAŞa ait elektrik
dağıtım şirketlerinin karlılık durumlarına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/14822)
37.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankutun, Hazineye ait taşınmazların
satış ve kiralamasındaki duyuruya ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14823)
38.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulanın, Gevaş ilçesinde eğitim ve
öğretimdeki duruma ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14825)
39.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, öğretmenlik sertifikası
alanların atanmalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14826)
40.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Yaygın Eğitim
Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe
ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14828)
41.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankutun, öğrenci kıyafetlerinin serbest
bırakılacağı iddiasına ilişkin Milli Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14829)
42.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulanın, bir askeri kışla
yakınında meydana gelen patlamaya ilişkin Milli Savunma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14830)
43.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, TSKnın donanımına
ilişkin Milli Savunma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14831)
44.-
İstanbul Milletvekili Durmuşali Torlakın, sanayi ve ticaret
sektörlerinin desteklenmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14835)
45.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Kösenin, TMO alımlarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14836)
46.-
Eskişehir Milletvekili Fehmi Murat Sönmezin, ithal canlı
hayvanların GDOlu yemlerle beslenip beslenmediğine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14837)
47.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlının, hayvancılıkta bazı
iyileştirmeler yapılmasına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14838)
48.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlının, TMOnun buğday
alımına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14839)
49.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankutun, buğday müdahale fiyatına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14840)
50.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankutun, kapatılan bir TMO ofisine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14841)
51.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, tarımsal desteklemeye ayrılan
kaynaklara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14842)
52.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, hayvancılık sektörünün
geliştirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14843)
53.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, hayvancılık stratejisi belgesinin
uygulanmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/14844)
54.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, süt tozu üretimine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14845)
55.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, hayvancılıktaki teşvik
uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14846)
56.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, Hayvan Islahı Kanununun yürürlükten
kaldırılacağı iddiasına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14847)
57.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, kuzu kesimine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/14848)
58.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, besideki hayvan sayısına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14849)
59.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, ithalatın hayvancılığa
etkilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14850)
60.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçayın, hayvan kaçakçılığına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/14851)
61.- Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdalın, elektronik
karıştırıcı aygıtının
kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/14852)
62.- Bartın
Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkayanın, Bartın-Karabük
bölünmüş yol yapımında ağaçların korunmasına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/14853)
63.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın, Mersin Limanında hizmet
ücretlerindeki artışa ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/14854)
64.- Kütahya
Milletvekili Alim Işıkın, ekonomik krizin etkilerine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/14857)
65.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoyun, protokol tribünlerindeki yer tahsisine
ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız Özak) yazılı
soru önergesi (7/14858)
8
Temmuz 2010 Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.04
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131inci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.
IV.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
TBMM Başkan Vekili Nevzat Pakdilin, idrak etmiş olduğumuz Miraç
Kandilinin Türk milletine, İslam âlemine ve tüm insanlığa
hayırlar getirmesini dileyen konuşması
BAŞKAN
Gündeme geçmeden önce üç milletvekili arkadaşıma söz vereceğim.
Öncesinde, idrak
etmiş olduğumuz mübarek Miraç Kandilinin Türk milletine, İslam
âlemine ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.
Gündem
dışı ilk söz, muhtarların yaşadığı
sorunlar hakkında söz isteyen Edirne Milletvekili Cemaleddin Usluya
aittir.
Sayın Uslu,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.-
Edirne Milletvekili Cemaleddin Uslunun, köy ve mahalle muhtarlarının
yaşadıkları sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması
CEMALEDDİN
USLU (Edirne) Teşekküre derim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, köy ve mahalle muhtarlarımızın
yaşadıkları sorunları dile getirmek ve bu sorunları
yüce Meclisin gündemine taşıyarak muhtarlarımızın
yaşadığı sorunların çözümüne katkı sağlamak
amacıyla gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, ekranları başında bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı ve sizleri saygılarımla
selamlıyorum.
Türkiyede 17
bini mahalle ve 36 bini köy olmak üzere toplam 53 bin yerleşim yerinde
büyük fedakârlıklarla görev yapan muhtarlarımız, köylerde ve
mahallelerde yaşayan insanlarımızın birçok sorununun ilk
muhatabıdırlar. Mesai mevhumu olmaksızın kendi özel
hayatlarından büyük fedakârlıklar yaparak köyünün ve mahallesinin
sorunlarını çözmek için çaba harcadığı hepimizin bildiği
bir gerçektir. Köyünün ve mahallesinin güvenilir insanları olan
muhtarlarımız, aynı zamanda devletin ve
kurumlarımızın sürekli irtibat kurduğu, köye gelen devlet
görevlilerine yardımcı olan, onlara eşlik eden,
mihmandarlık yapan seçilmiş ve saygın insanlardır. Köylerde
herhangi bir olay olduğunda köydeki durumla ilgili bütün bilgileri
aldığımız ve köylere dışarıdan biri
geldiğinde onları karşılayan, ağırlayan, hep
muhtarlardır. Tüm mesailerini köyünün ve köylülerinin sorunlarına
çözüm arayarak geçiren muhtarlarımız, kendileri de birçok sorunla iç
içe yaşamaktadırlar.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımızın yaşadığı
başlıca sorunları kısaca özetlemek gerekirse maddi
sorunlar, sosyal güvenlikle ilgili sorunlar, muhtarlık binası ve yer
sorunu, eski muhtarların silah ruhsatı vergilerinin
artırılması sorunu göze çarpmaktadır. Hepimizin
bildiği gibi, muhtarlarımız zamanlarının büyük
bölümünü, bütün mesaisini gerek köyünün, mahallesinin ve
vatandaşlarının sorunlarıyla ilgilenerek gerekse resmî
dairelerden ve köy dışından gelen misafirlere eşlik ederek
geçirmektedir. Köye gelen her devlet görevlisi muhtar tarafından
karşılanmakta ve ağırlanmaktadır.
Dolayısıyla, muhtarların yaşadığı
sorunlardan biri maddidir. Hepinizin bildiği gibi, muhtarlarımız
330 TL civarında maaş almakta ve sosyal güvenlik primlerini kendileri
ödemektedir. Yaptıkları işler ve aldıkları 330 TL
maaş dikkate alındığında aldıkları bu
maaş sosyal güvenlik primlerini bile karşılamamaktadır.
Birçok muhtar -sorun- sosyal güvenlik prim borcunu ödeyemediği için
sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Buna mutlaka bir
çözüm bulunmalı, borcu olduğu gerekçesiyle muhtarlar ve
yakınları sağlık hizmetlerinden mahrum
bırakılmamalıdır. Bu konuda acilen bir düzenleme
yapılarak yaşanmakta olan mağduriyetlerin önüne geçilmelidir.
Muhtarlarımızın aldıkları maaşlar yükseltilmeli
ve sosyal güvenlik primleri devlet tarafından ödenmelidir.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımızın bir diğer sorunu da birçok
yerleşim yerinde halkımıza daha iyi hizmet sunabilecek,
muhtarlıklara ait güzel bir mekânın, bir büronun
bulunmamasıdır. Tek gayeleri mahallesine ve köylerine hizmet götürmek
olan muhtarlarımıza bir yer temin edilmelidir. Özellikle büyük
şehirlerde değişik sebeplerle halkımız tarafından
atanan muhtarlarımıza kolay ulaşılabilmesi için
muhtarlıklara ait belirli mekânların yapılması zaruridir.
Bu nedenle kalıcı ve muhtarlıklara yakışır birer
mekânın, binaların yapılması halkımıza daha güzel
hizmet sunulması açısından da faydalı olacaktır.
Yine dile
getirilen bir sorun da muhtarlık görevi sona eren
muhtarlarımızın silah taşıma ruhsatlarının
bulundurmaya dönüştürülmesi ve alınan vergilerin
artmasıdır. En az iki dönem görev yapan eski
muhtarlarımızın taşıma ruhsatları devam
etmelidir.
Değerli
milletvekilleri, herhangi bir siyasi görüşü olmayan
muhtarlarımız, seçimlerde, bulundukları köy ve mahalle
halkı tarafından kendi itibarları ve isimleriyle seçilmektedir.
Muhtarlar tarafsızdır, köyüne ve mahallesine hangi siyasi partiden
gelen olursa olsun herkese aynı mesafede bulunmaktadırlar. Bu nedenle,
gece gündüz demeden, üç yüz altmış beş gün köyüne ve mahallesine
daha iyi hizmet getirebilmek, köylünün ve mahallelinin sorunlarını
çözmek için çalışan bu fedakâr ve saygın
insanlarımızın dertlerine kulak verilerek çözüm üretilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, muhtarlarımız, yaşadıkları bu sorunları
sadece muhalefet milletvekillerine değil, iktidar milletvekillerine de
ifade etmişlerdir. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu
olarak verilen kanun tekliflerimiz vardır ve komisyonlarda beklemektedir.
Muhtarlarımızın bu sorunlarına bir an evvel Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından çözüm bulunmalıdır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Uslu.
CEMALEDDİN
USLU (Devamla) Teşekkür ediyorum Başkan.
Muhtarlarımız
bizlerden çözüm beklemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi,
muhtarlarımızın sorunlarının çözümü için her türlü
desteği vermeye hazırdır.
Sözlerime son
verirken, ekranları başında bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı ve sizleri tekrar saygılarımla
selamlıyorum. Bu vesileyle mübarek Miraç Kandilinizi tebrik ediyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Uslu.
Sayın
Aslanoğlu
VI.-
AÇIKLAMALAR
1.-
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlunun, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu milletvekilleri olarak muhtarlarla ilgili verdikleri kanun tekliflerinin
gündeme alınmamasına ilişkin açıklaması
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) Sayın Başkanım, bir konuyu, müsaade
ederseniz, hatırlatmak isterim: Geçen dönem bir Meclis iradesi
muhtarların sorunlarının doğrudan gündeme
alınmasını kabul etmesine rağmen, maalesef, iktidar
partisi, Meclis gündeminde olmasına rağmen, bir türlü getirmedi.
Muhtarların diz boyu sorunu vardır. Biz, bu dönemde hep çözüm
önerilerimizi getirdik ama her ne hikmetse bir türlü çözüm bulunamıyor.
Bizim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak da bu konuda bir sürü kanun
teklifimiz var ama ne hikmetse gündeme alınmıyor. Ben buradan iktidar
partisine şunu söylüyorum: Muhtarların sorunlarını hep
birlikte çözelim. Onlar hepimizin muhtarı. Bu konuda, iktidar partisine,
bir an önce muhtarların sorunlarını Meclise getirmesini ben
öneriyorum.
Teşekkür
ediyorum Başkanım.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Gündem
dışı ikinci söz, yerel yönetimlerin işleyişleri
hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Hasan Erçelebiye aittir.
Sayın
Erçelebi, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
V.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları(Devam)
2.-
Denizli Milletvekili Hasan Erçelebinin, yerel yönetimlerin
işleyişine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlunun
cevabı
HASAN
ERÇELEBİ (Denizli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Bugünkü Miraç Kandilinin
bütün İslam âlemine hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, yerel yöneticiler halkla her gün yüz yüze olan yöneticilerdir;
ürettikleri hizmetleri her gün halkla paylaşan yöneticilerdir. O yüzden,
yerel yönetimler hizmetin hem ucundadır hem de en
yakınındadır.
Bugün, sizlere,
Türkiye'nin her yerinde bütün siyasi partiler tarafından örnek gösterilen
Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin hizmetleri ve başına
gelen bürokratik oligarşinin olayları üzerinde söz edeceğim.
Sayın
Başbakanımız 2009 yerel seçimlerinden sonra Bütün yerel
yönetimler, bütün belediyeler bizim belediyemizdir, hepsine hizmet
edeceğiz. demişti. Sayın Başbakanın bu sözlerine
inanmak istiyoruz. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi şehrin
içerisinde bir raylı sistem çalıştırıyor. Bu
raylı sistemden bugün günde 90 bin yurttaşımız
yararlanıyor ve üç yıldır bu raylı sisteme 16 kilometre ek
isteniyor. Devlet Planlama Teşkilatı ve Yüksek Planlama
Teşkilatı üç yıldır bu raylı sisteme yapılacak 16
kilometrelik eke izin vermiyor. Eğer bu ek yapılsa, o zaman günde 120
bin yurttaşımız bundan yararlanacak. Aynı şekilde
hizmet yapan Kayseri, Samsun, Gaziantep, Bursa, Konya belediyelerine bu ek
verildi, sadece Eskişehir Büyükşehir Belediyesine verilmedi. Bu
Belediyemizin Demokratik Sol Partili olması ve hazineye bir kuruş
borcunun olmaması suç mudur? Yani bir ek almak için, Devlet Planlama
Teşkilatından, Yüksek Planlama Kurulundan onay almak için illa AKPli
mi olmak lazım?
Değerli
milletvekilleri, bir de Eskişehirde olmazı olmaz yapan Büyükşehir
Belediye Başkanımız Sayın Yılmaz Büyükerşen,
bildiğiniz gibi, Eskişehire deniz getirdi, plaj getirdi ve bütün
dünyaya örnek oldu ama ne oldu, plajın başına neler geldi
bakın.
Evet,
Eskişehir Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün
yazdığı bir yazı:
19 Ağustos 2009.
Yüzme Havuzlarının Denetimi
Hakkındaki Genelgesine göre kimyasal analiz sonuçlarında klor
miktarı yüksek ancak diğer kimyasal parametreler uygun,
bakteriyolojik analiz sonuçları temiz bulunmuştur. Aynı tarihte
giriş, orta ve çıkış kısmı olmak üzere yapay plaj
suyundan alınan numunelerin ise kimyasal analiz sonuçlarında klor ve
pH miktarı yüksek, ancak diğer kimyasal parametreler uygun,
bakteriyolojik analiz sonuçları giriş, orta ve çıkış
kısmında Yüzme Havuzlarının Denetimi Hakkındaki
Genelgeye göre temiz bulunmuştur. Peki, bu havuzlardaki, bu plajdaki su
temiz de ne istiyorsunuz Allah aşkına, yani ne istiyorsunuz? Ondan
sonra da diyorsunuz ki: Büyükşehir Belediyesi tarafından yapay
plajın kullanımını engelleyecek tedbirlerin
alınması gerekmekte olup, sezon başında yapılacak olan
denetim sonucunda tespit edilen uyumsuzluklar için 1593 sayılı Umumi
Hıfzıssıhha Kanununun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve
diğer bazı kanunlar çerçevesinde
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Erçelebi, buyurun konuşmanızı tamamlayınız.
HASAN
ERÇELEBİ (Devamla) -
müeyyideler uygulanacaktır. deniyor. Gerçekten
bu zulüm değil de nedir Allah aşkına?
Bir de,
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda Türkiyenin her
yerinde olan sel baskınlarını gidermek için yağmur
sularının bağlanacağı bir drenaj kanalına
bağlantı yapmak istiyor. Sayın Bakanım, bunu da siz
engelliyorsunuz. Allah aşkına yağmur sularının drenaj
kanalına bağlanmasında ne hata olabilir? Yani Eskişehiri
sel götürse bayram mı edeceğiz? Yağmur suyu drenaj kanalına
bağlanmayacak da nereye bağlanacak? Yani gökyüzüne uçuracak
mıyız bunları?
O nedenle,
değerli milletvekilleri, sürem içerisinde Eskişehirde olup bitenleri
anlatmaya çalıştım. Belediyeler arasında
ayrımcılık yapılıyor. Bakınız bu mübarek
günde eziyet Müslümana haramdır diyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Bakanım, size söz vereceğim ama önce arkadaşlardan bir talep
var.
Sayın Güvel
buyurun efendim.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
2.-
Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, belediyelerin kurduğu şirketlerin
sorun hâline geldiğine ilişkin açıklaması
HULUSİ GÜVEL
(Adana) Teşekkür ediyorum Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; belediyelerin işleyişine
ilişkin bir sorun kaynağı da belediyelerin kurduğu ve ortak
olduğu şirketlerdir. Belediye şirketleri kuruluş
amaçlarının dışına taşarak istismara, hak
ihlallerine ve haksız rekabete sebep olmaktadırlar. Bu şirketler
birer hizmet aracı olarak değil, birer kadrolaşma aracı
olarak kullanılmaktadır. Siyasi kayırmacılığa ve
akrabalık ilişkilerine dayalı bir istihdam politikası bu
şirketlerin genel karakteristiği olmuştur. Şirket
olanaklarının menfaat dağıtma aracı olarak kullanılmaları
sık rastlanan bir durum hâline gelmiştir. Bu nedenle çoğu zarar
etmektedir. Bunun en büyük nedeni, şirketler üzerinde yeterli kamu
denetimi olmamasıdır.
Birer çiftlik
gibi yönetilen bu kuruluşların bir düzene sokulması ve bunlar
üzerinde ciddi bir kamu denetim mekanizmalarının kurulması
gerekliliği vardır diyor, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Asil,
buyurun efendim.
3.-
Eskişehir Milletvekili Beytullah Asilin, Eskişehir için büyük önem
arz eden raylı sistemin uzatılmasının iktidar
tarafından engellendiğine ve muhalefet partilerine mensup ilçe ve
belde belediyelerine yardım gönderilmediğine ilişkin
açıklaması
BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Hatibe
de Eskişehirle ilgili çok önemli sorunların üzerinde durduğu
için teşekkür ediyorum.
Sayın
Hatibin bahsettiği raylı sistem Eskişehir için büyük önem arz
etmektedir. Raylı sistemin uzatılması, Eskişehir
halkının en büyük beklentilerinin içerisindedir ancak bunun
İktidar tarafından engelleniyor görüntüsü verilmesi büyük bir hata ve
yanlıştır.
Aynı
şekilde, Eskişehirde geçen yıl ilçe belediyelerine 100er bin
lira, belde belediyelerine 50şer bin lira para gönderilmesine rağmen
muhalefet belediyelerine 1 lira dahi gönderilmemiştir. Bu yıl da yine
bütün uyarılarımıza, tenkitlerimize rağmen AKPli ilçe
belediyelerine 35er bin lira, muhalefet belediyelerine ise yine ayrım
yapılmış, 20şer bin lira gönderilmiş. Belde
belediyelerine de AKPli belde belediyelerine de
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Öztürk, buyurun efendim.
4.-
Eskişehir Milletvekili Emin Nedim Öztürkün, muhalefet milletvekillerinin
Büyükşehir Belediyesine yardım yapılmıyor ifadelerinin
doğru olmadığına ve Eskişehirin raylı sistem
konusunu çözeceklerine ilişkin açıklaması
EMİN
NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) Değerli Başkanım,
teşekkür ediyorum.
Eskişehirle
ilgili hem Genel Kurulu hem de yüce milletimizi doğru bilgilendirmek
istiyorum. Bir defa, muhalefetin söylediği gibi burada Büyükşehir
Belediyesine yardım edilmiyor. şeklinde bir ibare doğru
değildir çünkü biz her ay, bazen de iki ayda bir bütün milletvekilleri ve
Büyükşehir Belediye Başkanı olarak toplantı yapıyoruz
ve bu toplantılarda aldığımız kararı da
uyguluyoruz.
İki sefer
Sayın Bakanımız Eskişehire bütün Bakanlığın
bürokratlarını getirdi -Veysel Eroğlu- ve toplantı
yaptı. Bu iki toplantıda, geçen hafta pazar günü yapılan
toplantıda da yine yardım edildi, ondan önceki toplantıda da
-Eskişehirin ciddi bir çöp sorunu vardı Büyükşehir
Belediyesinin- 590 bin liralık bir katkı yapıldı.
İstediği bütün her şey verilmektedir.
Son olarak da
yine, biz, Eskişehir milletvekilleri olarak kendisine Devlet Planlamada
rayların uzatılmasıyla ilgili olarak yapılacak olan
toplantıya mutlaka bizlerin de katılması Eskişehirin
yararınadır. dedik ama bu teknik bir konu, bizim
dışımızda gelişmiş bir konu
Biz de müdahale
ettik. İnşallah bu konuyu da Eskişehir için çözeceğimize
inanıyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
HASAN MACİT
(İstanbul) Bakan cevap veremiyor da mı sen veriyorsun?
EMİN
NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) Bakan da verecek, merak etme.
HASAN MACİT
(İstanbul) Bakan versin, Bakan.
EMİN
NEDİM ÖZTÜRK (Eskişehir) Bakan da verecek, Bakan da.
V.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
(Devam)
2.-
Denizli Milletvekili Hasan Erçelebinin, yerel yönetimlerin
işleyişine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlunun
cevabı (Devam)
BAŞKAN
Gündem dışı konuşmayla ilgili olarak, Çevre ve Orman
Bakanı Sayın Veysel Eroğlu konuşacaklardır.
Buyurun
Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Çok Değerli
Başkanım, değerli milletvekillerim; hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. Özellikle gündem dışı konuşma
yapan Sayın Vekilim Hasan Erçelebi Beyefendinin Eskişehirle
alakalı birtakım konuşmasına cevap vermek üzere söz almış
bulunuyorum.
Efendim,
özellikle şunu belirteyim: Biz belediyecilikte
Ben de belediyecilikten
gelen bir elemanım, bir Bakanım. Dolayısıyla
belediyecilerin sorunlarını biliyorum ve inanın bütün
belediyelere, biz, hiçbir parti ayrımı gözetmeden destek veriyoruz,
yardım veriyoruz. Bütün paraların dağıtımı
tamamen nüfusa bağlı olarak dağıtılıyor. Bunu
özellikle belirtmek istiyorum.
Eskişehire
gelince: Ben Eskişehire geçen sene kasım ayında sadece ben
değil, Bakanlığımın bütün yatırımcı
genel müdürleri, bölge müdürleri ve il müdürleriyle birlikte toplantı
yaptık. O zaman Sayın Eskişehir Büyükşehir Belediye
Başkanımız ve ilçe belediye başkanları da
oradaydı, taleplerini dile getirdiler. Hatta biz hiçbir büyükşehir
belediye başkanlığına katı atık bertaraf
tesisiyle alakalı bir destek vermedik ama orada katı atık
bertaraf tesisinin tamamlanması gerekiyordu, 590 milyarlık, yani yeni
parayla 590 bin TLlik bir desteğe ihtiyacı oldu. Biz hakikaten
prensibimizi bozarak -Eskişehir önemli bir şehir, Anadolunun
göbeğinde gerçekten çok önemli bir ilimiz- bu desteği hemen derhâl gönderdik.
Ayrıca
Eskişehirle ilgili gerek ağaçlandırma, erozyon kontrolü,
sulama, barajlar, göletler konusunda geçen sene aldığımız
kararları
Geçen pazar günü tekrar aynı şekilde toplantı
yaptık, hepsinin, tamamının
yapıldığını, oradaki bütün toplantıya
katılan valimizden tutunuz, il müdürlerine, belediye
başkanlarına kadar herkes bunu gördü. Hatta biz, biliyorsunuz,
Aşağıkuzfındık Barajı vardı.
Eskişehirde önemli bir sulama alanı sağlayacak olan bu
barajı yıldırım hızıyla tamamladık. Şu
anda sulama tesisleri yapılıyor. Ayrıca Beylikovada bir
depolama tesisi vardı. Bu tesisin bitirilmesini sağladık,
şu anda sulamasıyla ilgili kararlar aldık. Bunun
dışında Sakarya Nehrinden oradaki ovaların
sulanmasıyla ilgili kararlar alındı ve bu sulamaların
tamamının da bu yıl içinde bitirilmesi konusunda talimat
verildi, bu konuda zabıtlar tutuldu, özellikle ifade etmek istiyorum.
Ayrıca
Eskişehirin taşkınlardan korunması için Porsukun yan
kollarından olan Sarısu Deresi üzerinde dikkatli bir
çalışma yapılarak gerekse bir firmaya yaptırılarak
Eskişehirin taşkından korunması konusunda da talimat
verdim. Hatta geçen sefer İnönü Belediye Başkanı -ki kendisi de
CHPli bir belediye başkanımızdır- kendisi derenin
ıslah edilmediğini ifade etmişti. Ben de müteakip toplantıya
kadar bu dere ıslah edilsin diye talimat verdim. İnönüden geçen dere
dahi ıslah edildi.
Bir defa
şunu ifade edeyim: Biz asla ayrım yapmayız çünkü bütün
vatandaşa hizmet götürüyoruz. Biz sadece AK PARTİli belediyelerin
Bakanı değiliz, bütün Türkiyenin Bakanıyız ve bu konuda,
adil olmak konusunda azami hassasiyet gösteriyoruz. Hatta bazen de pozitif
ayrımcılık yaptığımızı da özellikle
muhalefet lehine ifade etmek istiyorum, çok açık bir şekilde ifade
ediyorum.
Geçenlerde mesela
Sayın Grup Başkanvekili gelmişti MHPden. Erdemliyle ilgili
talepte bulunmuştu. Hakikaten baktık çok lüzumlu, hemen o talebi de
gönderdik. Bunu şunun için ifade ediyorum: Ayrımcılık söz
konusu değildir, nüfusa göre paralar gönderiliyor ve Eskişehir için
de yapılması gereken bütün talepler gerek Bakanlığımla
ilgili ağaçlandırma, erozyon kontrolü, dere ıslahları,
taşkın koruma, bunların hepsi yerine getirilmiştir.
Gelelim
Sayın Vekilimizin bahsettiği, bir mahalledeki yağmur
sularının DSİnin drenaj kanalına bağlanmasıyla
ilgili bir talep. Efendim, bu konuda bir inceleme yapılmadan Devlet Su
İşleri karar veremez ancak ben kendilerine şu talimatı
verdim Sayın Vekilim, dedim ki: Hakikaten burada herhangi kapasite
açısından bir problem yoksa, bir sıkıntı
doğmayacaksa bununla ilgili en geç on beş gün içinde
çalışmaları tamamlayın, bağlanması gerekiyorsa bu
da bağlanacak diye talimat verdim. On beş gün içinde
Bu, pazar günü
bize intikal etti Sayın Vekilim, pazar günü de talimat verdik. Bizzat ben
takip ediyorum. Bağlanması gerekiyorsa teknik olarak, kesinlikle
bağlanacaktır, bundan emin olun.
Ben bu duygularla
hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Gündem
dışı üçüncü söz, cezaevlerinde son günlerde yaşananlar
hakkında söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Akın Birdala
aittir.
Sayın
Birdal, buyurun efendim.
3.-
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdalın, cezaevlerinde son
günlerde yaşananlara ilişkin gündem dışı
konuşması
AKIN BİRDAL
(Diyarbakır) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yaklaşık üç yıldır insan hakları diye diye buraya
geldik; demokrasi diye diye, barış diye diye, emek ve özgürlük diye
diye, bıkmadan usanmadan bu kürsüden söyledik, siz de eksik olmayın,
bıkmadan usanmadan dinlediniz. Ama bugün yaşam hakkı herkes için
kutsaldır ve insanın doğuşta kazandığı bir
haktır, devredilmez, vazgeçilmez ve yok edilmez ve herkes için geçerlidir.
Bunlardan biri de gerçekten, insan haklarının en ağır, son
günlerde de sayısı hızla artan cezaevlerindeki düzenlemeler ve
uygulamalardır.
Şimdi, kimi
eylemlerde, gün gelecek devran dönecek, kimin kime hesap vereceği belli
olmaz. Bugün dışarıda olanlar yarın içeride, bugün içeride
olanlar yarın
dışarıda olabilir ve Türkiye tarihi buna da çok
tanıktır, yabancı değildir ve hâlâ
MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) İçeri giren de dışarıda
AKIN BİRDAL
(Devamla) - Evet ama ister içeride olsun ister dışarıda olsun,
demokratik hukuk devletinde insan haklarına dayalı, insanlık
onuruna bağlı düzenleme yapılmalıdır. Yani bunun için
kaygılanmayın. Demokrasiye, hukuka, adalete bağlılık
gerçekten herkesin yerini sağlamlaştırır. O nedenle
kaygılanmamak gerekir. Ama demokratik hukuk devleti -bizim için-
cezaevlerinde uygulamaların ne olması gerektiğine dair
referanslar vardır. Nedir bu? Birleşmiş Milletler tutuklu ve
hükümlülere uygulanması gereken minimum standart kuralların ne
olması gerektiğini belirlemiştir. Avrupa Konseyi tutuklu ve
hükümlülere uygulanması gereken minimum standart kuralların ne
olması gerektiğini belirlemiştir ve bunu bir hukuk belgesine
dönüştürmüştür. Türkiye de bunu kabul etmiş ve
onaylamıştır ve bu Anayasanın 90ıncı maddesi
uyarınca da Kabul edilen ulusal üstü belge ve sözleşmeler iç hukuk
niteliği kazanır der ve hatta eğer bir anlaşmazlık
olursa iç hukukun üstündedir. der. Ama ne yazık ki biz bunları
yapamadık.
Bakın,
şu anda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ki AKP Hükûmeti geldikten sonra,
sekiz yıldır, ki son üç yıldır, ilk kez bu kadar tutuklu ve
hükümlü sayısı artmıştır. Örneğin 119.363.
Şimdi, arkadaşlar, bunu her bir mahkûmun, tutuklu ve hükümlünün
annesi, babası, kardeşi, ailesiyle on kişiyle doğrudan
acısını yaşadığını varsaysak 1,5
milyona yakın insan şu anda cezaevlerinde insan haklarına
dayalı bir düzenleme istemektedir ve elbette ki bir genel af da
beklemektedir.
Şimdi,
eğer, zaten toplumsal bir barış olacaksa bizim olmazsa olmaz
dediğimiz koşullar vardır: Operasyonlar dursun, silahlar sussun,
Kürt sorunu silahlı yolla değil demokratik yolla çözülsün,
barışçıl olsun ve bunun için de dağlardan insanları
indirecek, cezaevlerini boşaltacak siyasi bir irade gösterilsin. Bu da
toplumsal barışın ilk adımını oluşturacak
diyoruz; yoksa, dağın yolunu gösteren bir anlayışla
değil. Yani çok ilginçtir, bizde bir gelenek var, biri görevden
ayrılırken, -ki, kırk beş gün sonra bu Genelkurmay
Başkanı görevden ayrılacak- giderken silah
arkadaşlarıyla, kamu kesimiyle, halkla helalleşir,
günahıyla sevabıyla, iyisiyle kötüsüyle helalleşir ve öyle gider
ama tam tersine, savaşı kışkırtarak gidiyor ve
dağın yolunu göstererek gidiyor. Şimdi, böyle bir ülkede, ister
dışarıda olun ister içeride olun... Emin olun -içeride yatanlar
bilir- bazen içeride yatanlar dışarıda olanlardan kendilerini
daha özgür hissederler. Çünkü, konuşurken kaygı duymaz, korkmaz,
özgürce her şeyi ifade eder ve içindedir özgürlük. Bazıları
dışarıdadır ama özgür değildir, cezaevi çünkü onun
içindedir.
Şimdi, bu
nedenle bütün siyasi mahkûmları, içinde gerçekten özgür olan, kendisini
cezaevinde hissetmeyen bütün siyasi mahkûmları, buradan tabii selamlıyorum.
Şimdi, son
günlerde cezaevlerinde ciddi bir sorun var.
Bir sorun var
galiba. Nedir?
PERVİN
BULDAN (Iğdır) Başkan yanlışlıkla on dakika
verdi. Siz devam edin.
AKIN BİRDAL
(Devamla) Olsun, çok teşekkür...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Birdal, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
AKIN BİRDAL
(Devamla) Bir yasama döneminin de sonuna geldik. Gerçekten bu özgürlük...
Çünkü herkes özgür olduğu zaman... Emin olun, birileri tutsaksa, diliyle,
kimliğiyle, inancıyla, kültürüyle özgür değilse o ülkede hiç
kimse özgür değildir arkadaşlar. Çok ünlü bir söz vardır
Marxın da: Eğer bir ülkede toplumun bir kesimi özgür değilse
başkaları da özgür değildir. O nedenle, örneğin, hadi bunu
da söyleyelim: Kürtler özgür değilse Türkler de özgür değildir.
Eğer başka azınlıklar özgür değilse Türkler de özgür
değildir. O nedenle, özgür, demokratik, barışçıl bir
toplumu inşa etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yüce Meclisin
iradesindedir ve biz -örneğin dün siyasi bir karar çıktı- hâlâ
umut ediyoruz ki 1982 darbe Anayasasını bütünüyle
değiştirecek bir siyasi irade ortaya konulur ve hep birlikte, yeni
bir Türkiyenin, özgür, sivil bir Türkiyenin inşasını hep
birlikte mümkün kılabiliriz.
Değerli
arkadaşlar, biz
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Birdal, son cümlenizi alayım efendim.
Buyurun.
AKIN BİRDAL
(Devamla) Teşekkürler Sayın Başkan.
... birkaç kez
Yüce Meclise, Genel Kurula getirdik hasta mahkûmların durumunu ve buradaki
bürokratik, geciken prosedürün kolaylaştırılması
gerektiğini
Bakın daha
bir hafta önce, adli tıbbın da olumlu raporuna karşın,
bürokratik birtakım yazışmaların gecikmesi sonucu, tahliye
edilmesine karar verilen bir mahkûm yaşamını yitirdi.
Şimdi, örneğin, Fatma Tokmak 1996 yılında, iki buçuk
yaşındaki oğlu Azatla gözaltına alındı.
Oğluyla birlikte ağır işkence gördü. Türkçe bilmediği
için ifade veremedi. Cezaevinde kalp hastası oldu. 2006 yılında
tahliye oldu. Yargıtayın cezasını onaylaması üzerine
şimdi yeniden cezaevine girmesi söz konusu. Bunu hangi vicdan kabul eder?
Yani hukuk önce vicdandadır ve akıldadır.
O nedenle, hep
birlikte, bu hasta mahkûmların son günlerini evlerinde geçirecek ve
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Birdal, ikinci dakikanızı da kullandırdım. Onun
için teşekkür ediyorum size.
AKIN BİRDAL
(Devamla)
tedavilerini mümkün kılacak ve -Sayın
Cumhurbaşkanının da bir imzası gerekiyorsa atsınlar-
tahliyelerini mümkün kılacak bir düzenleme yapılmasını
diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin dört önerge
vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
VII.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
Şırnakta meydana gelen bazı ölüm olayları ile ilgili
iddiaların araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/817)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Şırnak
ilinde, kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle güvenlik
güçlerinin açmış olduğu ateş sonucu yaşanan ölüm
olaylarının araştırılarak, alınacak önlemlerin
belirlenmesi için Anayasanın 98. İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ederiz.
1) Sevahir
Bayındır (Şırnak)
2) Selahattin
Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan
Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi
Yıldız (Batman)
6) Akın
Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna (Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Özdal Üçer (Van)
17) Pervin Buldan (Iğdır)
18) Sebahat
Tuncel (İstanbul)
19)
Sırrı Sakık (Muş)
20)
Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Şırnak
ilinde şubat ayından bugüne kadar güvenlik güçleri tarafından,
kaçakçılık yaptıkları gerekçesi ile Hecer Uslu ve Kerim Gün
son olarak da Hüseyin Artuç isimli vatandaşlar, açılan ateş
sonucu yaşamlarını kaybetmişlerdir. Bu olaylardan ilki;
07.02.2010 tarihinde saat 23.00 sıralarında Şırnak'ın
Uludere İlçesi Ortasu köyünden Ortabağ Köyüne giden 73 M 00 49
plakalı minibüsün, Şırnak Hakkari karayolu üzerinde askerler
tarafından dur ihtarı verilmediği belirtilen aracın
tarandığı olaydır. Olay sırasında araç
şoförü Hecer Uslu ağır yaralanıp ve hastaneye
kaldırıldığı sırada aşırı kan
kaybı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Yine diğer
bir olay ise, 12.03.2010 tarihinde saat 18.30 sularında Şırnak
Uludere ilçesine bağlı Şenoba beldesinde 7 kişilik bir
ailenin Milli Askeri Tabura yakın mesafede minibüsten inerek, bir
kayanın dibinde sigara paketini hazırladıkları esnada
karakoldan aydınlatma fişeklerinin atıldığı
olaydır. Olay esnasında, karakoldan sürekli aydınlatma
fişeklerinin atıldığı ve grubun üzerine ateş
açıldığı belirtilmiştir. Bu esnada grupta bulunan
Kerim Gün adlı kişinin yaralanıp, sonrasında
yaşamını yitirmiştir.
Son olarak da,
05.05.2010 tarihinde gece saatlerinde, Şırnak ilinin Balveren
beldesinde yine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle Milli
Taburuna bağlı askerler tarafından açılan ateş sonucu
18 yaşındaki Hüseyin Artuç yaşamını kaybetmiştir.
Şubat ayından bu zamanda kadar geçen süreçte, Şırnak ilinde
sivil üç vatandaşın, askeri personelin açtığı
ateş sonucu hayatını kaybettiği belirtilmektedir.
Olayın Milli Taburu ve Milli Jandarma Karakolu'na yaklaşık 1 km
mesafede gerçekleştiği, tabura bağlı askerler
tarafından üzerlerine ateş açılan vatandaşların,
sigara kaçakçıları olduğunun bilindiği ve dur ihtarı
verilmeden üzerlerine ateş edildiği ileri sürülmektedir.
Şırnak
ilinde çok yakın zaman aralıklarıyla, kaçakçılık
yaptıkları gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından açılan
ateş sonucu üç sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
Bu bağlamda, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucunda
yaşanan ölüm olaylarının araştırılarak,
alınacak önlemlerin belirlenmesi için bir meclis araştırma
komisyonunun kurulması gerekmektedir.
2.-
Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır ve 19 milletvekilinin,
aile hekimliği uygulamasındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/818)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na
Sağlıkta
Dönüşüm Programı adı altında başlayan Aile
Hekimliği uygulamasının başlandığı günden
bugüne kadar sonuçlarının değerlendirilmesi, yaşanan mevcut
sorunların tespiti ve giderilmesi için Anayasanın 98.
İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını arz ederiz.
1) Sevahir
Bayındır (Şırnak)
2) Selahattin
Demirtaş (Diyarbakır)
3) Gültan
Kışanak (Diyarbakır)
4) Ayla Akat Ata (Batman)
5) Bengi
Yıldız (Batman)
6) Akın
Birdal (Diyarbakır)
7) Emine Ayna ( Mardin)
8) Fatma Kurtulan (Van)
9) Hasip Kaplan (Şırnak)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
12) M. Nuri Yaman (Muş)
13) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
14) Mehmet Ufuk
Uras (İstanbul)
15) Osman Özçelik (Siirt)
16) Özdal Üçer (Van)
17) Pervin Buldan (Iğdır)
18) Sebahat
Tuncel (İstanbul)
19)
Sırrı Sakık (Muş)
20)
Şerafettin Halis (Tunceli)
Gerekçe:
Sağlıkta
Dönüşüm Programı adı altında birinci basamak
sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve birey ihtiyaçları
doğrultusunda koruyucu sağlık hizmetlerine
ağırlık verilmesi amacıyla Aile Hekimliği Pilot
Uygulamasına 2005 yılında başlanmış ve Aile
Hekimliği uygulanması, ilk olarak Düzce İli pilot seçilip
uygulanmıştır. Fakat Aile hekimliği pilot uygulaması
yeterince tartışılmadan ve değerlendirilmesi
yapılmadan ülke geneline yaygınlaştırılmaktadır.
Aile hekimliği uygulaması sağlık hizmetine
ulaşmayı zorlaştırdığı gibi sağlık
çalışanlarının özlük haklarını ortadan
kaldırabilecek durumları da ortaya koyduğu ifade edilmektedir.
Birinci basamak sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi
amacını taşıyan bu model, var olan modelleri de yok
edeceği ve herkese ulaşılabilir ve eşit, ücretsiz bir
sağlık hizmeti sağlamak temel amaçken sağlık
alanında bir çöküşü de beraberinde getireceği belirtilmektedir.
Bir sistem önerisinin makul bir süre içinde ve objektif, ölçülebilir kriterler üzerinden
test edilmesi, buna göre revizyonlar ya da öneriden vazgeçilmesini amaçlanan
pilot uygulamalar yerine beşinci yılını tamamlayan aile
hekimliği pilot uygulamasında, her il için ayrı hatta aynı
il içinde ayrı ayrı uygulamaların olması, hâlâ
uygulamanın bağımsız, bilimsel kurumlar, sendika ve meslek
örgütlerince değerlendirilmesine yeterli izin verilmemesi ve daha ne kadar
pilot uygulamada ısrar edileceğinin kamuoyu ile
paylaşılması gerekmektedir.
Sağlık
Bakanlığının Sağlıkta dönüşüm adı
altında başlatmış olduğu aile hekimliği
uygulaması vatandaşlarda hasta memnuniyetini azalttığı
ve verilmesi gereken koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak
üzere tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerinin kalitesinde de
düşüşe sebebiyet verdiği belirtilmektedir. Aile Hekimliği
uygulaması ile sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi/
toplum yararına sunulması anlayışından
vazgeçileceği ifade edilmektedir.
Türkiye'de
sağlık göstergeleri, kır/kent ve bölgeler arasında
eşitsizliklere işaret etmektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde sağlık göstergelerinin halen ülke ortalamasının
altında olduğu bilinmektedir. Bebek ve anne ölüm oranları,
bazı hastalıkların sıklığı, sağlık
kurumlarının durumu, sağlık personeline düşen nüfus,
sağlık hizmetlerine erişim gibi verilere
baktığımızda diğer bölgelerden kötü durumdadır.
Bu bölgelerde Aile Hekimliği uygulaması ile sağlık
ocaklarının kaldırılacağı ve
ulaşılabilir sağlık hizmetlerinin alımını
olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir.
Bu bağlamda,
2005 yılında uygulamaya konulan Aile Hekimliği
uygulamasının mevcut uygulama sonuçlarının kamuoyu ile
paylaşılıp değerlendirilmesi ve mevcut sorunların
tespiti ve çözümleri için bir meclis araştırma komisyonu
kurulması gerekmektedir.
3.-
Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan ve 32 milletvekilinin,
kırmızı et sektöründeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/819)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kırmızı
et sektörünün sorunları, çözüm yolları ve son yıllarda çok büyük
oranlarda artan et ithalatının ülkemiz hayvancılık
sektörüne ve milli ekonomimize verdiği zararların belirlenmesi
amacıyla Anayasa'nın 98. ve İçtüzüğün 104. ve 105.
maddeleri gereğince ekte yer alan gerekçeye istinaden bir Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
2) Yaşar Ağyüz (Gaziantep)
3) Birgen Keleş (İstanbul)
4) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
5) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
6) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
7) Rasim Çakır (Edirne)
8) Faik Öztrak
(Tekirdağ)
9) Şahin Mengü (Manisa)
10) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
11) Ahmet Küçük
(Çanakkale)
12) Ali Koçal
(Zonguldak)
13) Ahmet Ersin (İzmir)
14) İlhan Kesici (İstanbul)
15) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
16) Mehmet Sevigen (İstanbul)
17) Hüseyin Ünsal
(Amasya)
18) Bülent Baratalı (İzmir)
19) Rahmi Güner
(Ordu)
20) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
21) Ahmet Haluk Koç (Samsun)
22) Vahap Seçer
(Mersin)
23) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
24) Nesrin Baytok
(Ankara)
25) Hulusi Güvel (Adana)
26) Mehmet Fatih Atay (Aydın)
27) Esfender Korkmaz (İstanbul)
28) Tayfur Süner
(Antalya)
29) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
30) Sacid Yıldız (İstanbul)
31) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
32) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
33) Durdu Özbolat
(Kahramanmaraş)
Gerekçe:
Kırmızı
et yüksek biyolojik değere sahip olan iyi bir protein
kaynağıdır. Ülkemiz coğrafi özellikleriyle her türlü
hayvansal üretim açısından uygun ortam ve önemli bir potansiyele
sahiptir. Ancak son yıllarda uygulanan yanlış tarım ve hayvancılık
politikaları nedeniyle ülkemiz hayvan gelişiminde çok ciddi düzeyde
azalmalar olmuştur. İhracatçı konumunda olan Türkiye bütün bu
gelişmelerden sonra ithalatçı ülke konumuna gelmiştir. Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son verilere göre Türkiye'de
2009 yılının ilk 6 aylık döneminde, 2008
yılının ilk 6 aylık dönemine göre et ve sakatat
ithalatı % 555.9 artmıştır. Bu normal olmayan
artış, ülke hayvancılığında yaşanan
sıkıntıların daha da artmasına neden olmakta ve millî
ekonomimizde büyük ölçekte kayıplara yol açmaktadır.
En önemli geçim
kaynakları arasında tarım ve hayvancılığın
bulunduğu ülkemizde son yıllarda özellikle hayvan
yetiştiriciliğinde yaşanan sorunlar beraberinde
kırmızı et sektöründe önemli sıkıntıları da
gündeme getirmiştir.
Kırmızı
et sektörünün önündeki en önemli engeller ürün maliyetinin yüksekliği ve
kayıt dışı üretimdir. Ham madde yetersizliği, besi
ırkı ıslah çalışmalarında gereken çalışmaların
yetersizliği, zaman zaman gündeme gelen hayvan
hastalıklarının tüketiciyi olumsuz yönde etkilemesi, yem
bitkilerinde son yıllardaki büyük artışlar, üreticinin
tarımsal sanayi sektörü ile entegrasyonunun gelişememesi, yetersiz
denetim, haksız rekabet ve ticari engellerdir.
Üretim
maliyetlerinin yüksekliği, ürün fiyatlarına yansımakta ve
dolayısıyla tüketici yüksek reyon fiyatı ve alım gücü
yetersizliği nedeniyle hijyen ve sağlık
koşullarının bilinmediği, güvenilir olmayan ve
denetlenmeyen merdiven altı kesimlere yönelmek zorunda kalmaktadır.
Bu durum da sektörün gelişmesini engelleyen bir kısır döngü
yaratmaktadır.
Ayrıca
kırmızı et sektörü, ülkemizin mevcut potansiyeline rağmen
arzu edilen seviyeye gelememiştir. AB ülkelerinde kişi
başına yaklaşık 20 kilogram kırmızı et
tüketilirken bu ülkemizde 12 kilogram civarındadır. Bunun en önemli
nedeni, kırmızı etin reyon fiyatlarının
yüksekliğidir. Oysa besi hayvanı yetiştiricileri ve et
üreticileri fiyatlardaki bu yüksekliğe rağmen zarar etmekte ve mevcut
işlerini terk ederek başka sektörlere yönelmektedir. Bu nedenle
ülkemiz hayvancılık sektöründe büyük ölçülerde düşüş
görülmektedir. Şöyle ki 1982 yılından bu güne kadar
sığır mevcudu, 14.4 milyondan, 10.5 milyona, koyun mevcudu, 49.6
milyondan 25 milyona gerilemiştir. Aynı zamanda çayır ve mera
alanlarımız ise 21 milyon hektardan 12 milyon hektara inmiş
durumdadır. Bu tablo ülkemiz hayvancılığına verilen
önemi tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla ülke hayvancılığı her geçen gün ciddi
boyutlarda kayıplara uğramaktadır. Bunun da doğal sonucu
olarak ülkemizde hayvancılıkla geçimini sağlayan önemli
çoğunluk maddi ve manevi sıkıntı içerisindedir.
Besi
hayvancılığı ve kırmızı et sektörünün
sorunları ülkemizde hem ciddi anlamda istihdam sağlaması hem de
milli ekonomimize önemli katma değer sağlaması
açısından ülke sorunu olarak algılanmalıdır. Bu
sorunların aşılabilmesi, et sektörünün bir çatı
altında toplanmasına ve AB ülkelerinde olduğu gibi reel anlamda
teşvik ve desteklenmesine bağlıdır. Bugün ülkemizde hayvancılık
tamamen dışlanmış bir konumdadır. Hayvan
yetiştiricileri devletin ilgi ve desteğinden yoksun olarak
kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.
Desteklemeler günü kurtarma adına yapılmakta olup tamamen
yetersizdir. Hayvan yetiştiricisi işini terk edip şehirlere göç
etmektedir. Dolayısıyla ülke kırmızı et üretiminde çok
hızlı düşüşler ortaya çıkmaktadır. Bu
düşüşü ithalatla karşılamak mantıklı
değildir. Bu düşüşün nedenleri
araştırılmalı, kaçakçılık mutlaka önlenmeli ve
kayıt dışı kesimlere engel olunmalıdır.
4.-
Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 34 milletvekilinin, balıkçılık
ve su ürünleri sektörünün sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/820)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizde
balıkçılık ve su ürünleri sektöründe yaşanan
sorunların ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98inci ve TBMM İç Tüzüğünün 104 ve 105inci
maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılması
için gereğini arz ve talep ederiz. 05.05.2010
1) Hüsnü Çöllü (Antalya)
2) Ergün
Aydoğan (Balıkesir)
3) Birgen
Keleş (İstanbul)
4) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
5) Muhammet
Rıza Yalçınkaya (Bartın)
6) Mevlüt
Coşkuner (Isparta)
7) Şahin
Mengü (Manisa)
8) Rasim
Çakır (Edirne)
9) İlhan
Kesici (İstanbul)
10) Faik Öztrak (Tekirdağ)
11) Ali Koçal (Zonguldak)
12) Ahmet Ersin (İzmir)
13) Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
14) Ahmet Küçük (Çanakkale)
15) Mehmet
Sevigen (İstanbul)
16) Ali Rıza
Ertemür (Denizli)
17) Hüseyin Ünsal (Amasya)
18) Bülent
Baratalı (İzmir)
19) Rahmi Güner (Ordu)
20) Hikmet
Erenkaya (Kocaeli)
21) Ahmet Haluk
Koç (Samsun)
22) Vahap Seçer (Mersin)
23) Ali
İhsan Köktürk (Zonguldak)
24) Nesrin Baytok (Ankara)
25) Hulusi Güvel (Adana)
26) Yaşar
Ağyüz (Gaziantep)
27) Mehmet Fatih
Atay (Aydın)
28) Esfender
Korkmaz (İstanbul)
29) Tayfur Süner (Antalya)
30) Malik Ecder
Özdemir (Sivas)
31) Sacid
Yıldız (İstanbul)
32) Şevket
Köse (Adıyaman)
33) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
34) Mehmet Ali
Özpolat (İstanbul)
35) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
Ülkemiz, gerek
kıyı uzunluğu, gerekse de akarsu, doğal ve baraj gölleri
ile önemli bir su potansiyeline sahiptir. Farklı doğal özelliklerdeki
Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları, 178 bin kilometre
uzunluğundaki akarsular, yaklaşık 1 milyon hektar düzeyindeki
doğal göller, 3 bin 500 kilometrekareye yakın baraj gölleri, 1500'e
yakın balık türü ile Türkiye, balıkçılık ve su
ürünleri açısından kaynak zengini durumundadır. Ancak, bu
zenginliğin, potansiyelin sürdürülebilir politikalarla tam olarak
değerlendirilebildiğini söylemek mümkün değildir.
Gıda
açığının kapatılması, ulusal ekonomiye olumlu
katkı sağlaması, istihdam yaratması gibi avantajlarına
karşın balıkçılık, bilimsel, sürdürülebilir ve
çağdaş politikalarla yönlendirilememiştir. Bunun sonucu olarak
da balıkçılık sektöründe her aşamada ciddi sorunlar
yaşanmaktadır. Balıkçılarımız geçimlerini
sağlamakta zorlanmakta, vatandaşlarımız bu
sağlıklı besin kaynağına ulaşamamakta, bilinçsiz
avlanma, denetim eksikliği ve plansızlık ile kültür
balıkçılığında yaşanan sorunlar, kaynaklarımızın
yok olmasına yol açmaktadır.
TÜİK'in 2008
yılı verilerine göre, ülkemizde avcılık yoluyla 494 bin
ton, yetiştiricilik yoluyla da 152 bin ton olmak üzere 646 bin ton su
ürünleri üretilmiştir. Türkiye bu dönemde, 54 bin 526 ton ihracat, 63 bin
222 ton ithalat gerçekleştirmiştir. Kişi başına
balık tüketimi 7,1 kilogram olarak belirlenmiştir. Su ürünlerinin
parasal değeri 2004 yılında 1,4 milyar TL düzeyinde iken, 2008
yılında 870 milyon TL düzeyine gerilemiştir. Tekne sahipleri ve
tayfa olarak yaklaşık 50 bin kişi bu alanda
çalışmaktadır. Yine TÜİK'in verilerine göre
balıkçı gemisi sayısında son yıllarda bir gerileme
yaşanmaktadır. Tekne sayısı 2004 yılında 18 bin 542
iken, 2008 yılına bu sayı 17 bin 161'e gerilemiştir.
Balıkçılık,
avlanma, avlanan ürünün muhafazası, nakliye, işleme ve pazarlama gibi
bir dizi sektöre entegre olmuş ve bu sektörlerde binlerce kişiye
istihdam sağlar durumdadır. Ancak, bu süreçlerin
sağlıklı ve bilimsel planlanamaması nedeniyle istenilen
düzeyde katma değer yaratılamamaktadır. Bu yapıdaki
verimsizlik nedeniyle de yine TÜİK verilerine göre son 5 yılda 40 bin
ton su ürünü hiç değerlendirilemeden çöpe atılmıştır.
Balıkçılıkta
gelişmiş ülkeler, fabrika gemilerle yakalanan ürünlerin neredeyse
tamamını tüketime sunabilirken, Türkiye'deki balıkçı
gemilerden soğutma ve dondurucu bulanan gemi sayısı çok
azdır.
Bilinçsiz avlanma
nedeniyle, ülkemiz denizlerinde yaşayan birçok balık türünün nesli
tükenmiştir. Avlanma dönemlerinin belirlenmesinde, balıkların
yumurtlama ve gelişme dönemlerine ilişkin bilimsel
uyarıların dikkate alınmaması nedeniyle her yıl
avlanan balık miktarında bir gerileme yaşanmaktadır.
Balık
çiftlikleri son yıllarda önemli gelişmeler
sağlamıştır. Ancak bu çiftliklerin de AB mevzuatına
uygun bir şekilde kurulması ve faaliyetlerinin sürdürülmesini
sağlamak üzere denetimlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Balık
ticareti büyük oranda balıkçı halleri vasıtası ve
komisyoncu aracılığıyla gerçekleşmektedir. Burada da
bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Emekleri ile bu sektörü ayakta
tutan balıkçılarımızın, emeklerinin
karşılığını tam olarak alabildiklerini söylemek
mümkün değildir. Ayrıca birçok balıkçı
barınağının altyapı eksiklikleri bulunmaktadır.
Uzun bir kıyı şeridine sahip olmasına karşın
Antalya'da yıllardır bir balıkçı barınağı
yapılamamıştır.
Balıkçılık
sektörünün sorunları uzun yıllardır gündeme getirilmesine
karşın hiçbir adım atılmamıştır. Ülkemizde
halen, balıkçılık alanında kaynak kullanımı, denetim
ve kontrol, yapısal eylemler, pazar politikası, devlet yardımları
ve balıkçılarımızın sosyal sorunları konusunda
ciddi bir boşluk yaşanmaktadır. Balıkçılık ile
birlikte denizcilik sektörünün bütün yönleri ile doğal denge de
gözetilerek yeniden organize edilmesi gerekliliği tüm kesimler
tarafından dile getirilmektedir. Bu yeniden yapılanmanın
gerçekleştirilememesi durumunda, büyük bir ihracat potansiyeline sahip
balıkçılığımızın ağır bir krize
girmesi kaçınılmazdır.
Balıkçılık
ve su ürünlerinin ülkemize daha fazla katma değer yaratabilmesi,
vatandaşlarımızın sağlıklı gıdaya
erişiminin sağlanması, balıkçılığın
ihtiyaç duyduğu verimli ve sürdürülebilir işleyiş
yapısının oluşturulabilmesi için bu alanda yaşanan
sorunların ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla
Anayasa'nın 98'inci ve Meclis İç Tüzüğü'nün 104 ve 105'inci
maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
BAŞKAN
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının dört tezkeresi
vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım:
B) Tezkereler
1.-
Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı
İstanbul Milletvekili Güldal Akşitin, Birleşmiş Milletler
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6ncı Ülke Raporu Sunum
Toplantısına katılmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1249)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı İstanbul
Milletvekili Güldal Akşitin, 21 Temmuz 2010 tarihinde Birleşmiş
Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesindeki Türkiye 6. Ülke
Raporu Sunum toplantısına katılımı hususu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9. Maddesi uyarınca Genel
Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
Kabul edenler
. Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Buyurun.
2.-
Meksika Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirezin, Meksikada
gerçekleştirilecek olan Birinci Dünya Gençlik Forumuna davetine Türkiye
Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetininin icabet etmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1250)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Meksika
Temsilciler Meclisi Başkanı Francisco Javier Ramirez tarafından,
Meksika'da 25-27 Ağustos 2010 tarihleri arasında, Dünya Gençlik
Konferansı çerçevesinde gerçekleştirilecek olan "Birinci Dünya
Gençlik Forumu"na TBMM'nden bir parlamento heyeti davet edilmektedir.
Söz konusu
konferansa icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul'un tasviplerine
sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3.-
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahinin,
Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben
Gurırabın vaki davetine icabetle, Cenevrede düzenlenecek olan Dünya
Parlamento Başkanları III. Konferansına katılmak üzere
İsviçreye resmî ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/1251)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin'in,
Parlamentolararası Birlik (PAB) Başkanı Theo-Ben
Gurırab'ın vaki davetine icabetle Cenevre'de düzenlenecek olan Dünya
Parlamento Başkanları III. Konferansına katılmak üzere,
İsviçre'ye resmi ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında
3620 sayılı Kanun'un 9. Maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
4.-
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Hasan
Bozerin, KKTCnin 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı
kutlamalarına vaki davetine, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir
Parlamento heyetinin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/1252)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı
Sayın Hasan Bozer'in vaki davetlerine icabetle, "KKTC'nin 20 Temmuz
Barış ve Özgürlük Bayramı Kutlamaları"na, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'ni temsilen bir parlamento heyetinin icabet etmesi hususu
"Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 Sayılı Kanun'un 6. Maddesi"
uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mehmet
Ali Şahin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzükün
19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım.
Buyurun.
VIII.-
ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
(10/627) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
08.07.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplantısında,
Toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Ayla
Akat Ata
Batman
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Ön Görüşmeler
Kısmının 513 üncü sırasında yer alan 10/627 Ana Dilde
Eğitim konusunun araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması
açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesini, Genel Kurulun
08.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN
Grup önerisinin lehinde Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan. (BDP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Kaplan, buyurun.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
aslında üç yılı aşkın bir süredir Mecliste beraber
görev yapıyoruz ve şunu gördük, araştırma komisyonları
kurduğumuz zaman tüm partilerin üyelerinin katıldığı
araştırma komisyonlarıyla, hem bilim hem uzmanlık hem
ilgili resmî ve sivil toplum kuruluşlarını dinleyerek çok önemli
çalışmaları, raporları hazırlayıp Meclise
sunabiliyoruz.
Ana dilde
eğitim yasağı, çocukların zekâ gelişimi, dersler,
sınavlar, başarı, anlama yeteneği, iletişim kurma yeteneği,
zihinsel dünyalar üzerinde yaratılan olumsuz etkiler, bunların bütün
boyutlarıyla araştırılması yönündeki talebimizin
nedeni, Türkiye'de sayıları milyonlarca olan Kürt
yurttaşımızın çocuklarının kendi ana dillerinde
eğitim yapabilme, aynı şekilde resmî dilde de zaten mecburi
eğitim söz konusu olduğundan, kendi eğitim konularında
gelişimlerini sağlamak, çünkü eğitimciler dünyada
yaptıkları araştırmalarda şunu tespit ederler ki ana
dili dışındaki bir dili öğrenen bir kişinin anlama
kapasitesi, ne kadar o öğrendiği ana dilin dışındaki
dille ilgili gelişim sağlarsa bile mutlaka yüzde 10luk bir
boşluk bırakırmış, bilimsel veriler bunu gösteriyor,
çünkü daha anne karnında sesler, yaşadığı çevre,
algı, bunlar hep zihinlere yerleşiyor.
Baktığımız
zaman, zaten cumhuriyetin kuruluş yıllarında Meclisin kürsüsünde
Kürtçe konuşmalara, Zazaca konuşmalara da tanık oluruz o dönemin
tutanaklarını çıkardığımız zaman ve şu
an, 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği bir yasakçı Anayasayla
-Anayasanın 42nci maddesi- Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim
ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri
olarak okutulamaz ve öğretilemez. hükmünün getirildiğini görüyoruz.
21inci
yüzyılda yaşıyoruz. Avrupa Birliğinin projesi
kapsamında uzun yol aldık. Ancak, bu konuda çok fazla yol
almadığımızı söylemek istiyoruz. 2001
yılında, RTÜKte yapılan bir değişiklikle, ilk kez
koalisyon hükûmetleri döneminde Kürtçe televizyon yayını kırk
beş dakika olarak başlamıştı. Yakın zamanda da
TRTnin Şeş kanalından ve diğer özel televizyonlardan ve
radyolardan yayın yapılması söz konusu. Ancak ana dilde
eğitim konusuna geldiğimiz zaman, Kürtçe kurslarına ancak
belirli bir yaş kategorisi, on beş yaş üzeri insanların
gidebildiği, ondan küçüklerin ise yasaklandığı Kürtçe
kurslar Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılabiliyor.
Tabii ki, ana
dilde eğitim yasağı ÖSSde ve benzer sınavlarda Kürt
kökenli öğrencilerin çoğunlukta olduğu illerin alt
sıralamalarda olmaları bir tesadüf değil. Örneğin,
Şırnakta, Hakkâride, Muşta olumsuz eğitim
koşulları tek başına değil, aynı zamanda önemli
nedenlerden birisi de.
Yine
araştırmalar gösteriyor ki, ana dil konusunda algılama ve
sınavda kapasite artırma konusunda da çok ciddi zorluklar var.
Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmeleri bir kenara bırakıyoruz,
Lozanda azınlıklara, gayrimüslim azınlıklara şu an
eğitim olanakları verildi, biliniyor. Lozandan beri Ermeni, Yahudi,
Rum cemaatlerinin
Ancak Lozanın 39uncu maddesinin çok açık hükmüne
rağmen bugüne kadar bir yasakçı anlayışın
sürdüğünü görüyoruz.
Ben aslında
biraz da dünya örneklerine değinerek, bu konuda yaşanan
yasağın Türkiyenin bir ayıbı olarak mutlak
kaldırılması gerektiği noktasına vurgu yapmak
istiyorum.
Eğitimde
Ayrımcılığa Karşı UNESCO Sözleşmesi
örneğin, kültürel haklar konusunda uluslararası standartları
oluşturma çalışmaları sonucunda kültürel hayata
katılma hakkı, bilimsel gelişmeye katılma hakkı, bilgi
edinme hakkı, herhangi bir sanat ya da edebiyat yapıtının
maddi ya da manevi ürününün korunması hakkı, kimlik hakkı, kültürel
kimlik hakkı, silahlı çatışmalarda dünya ve kültür ve
doğa mirasının korunması hakkı önemli verilerdendir.
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde de benzer hükümler var. Kişinin
istediği dili kullanma hakkı yer alıyor. UNESCOnun (MOST)
Sosyal Değişimlerin Yönetimi Programı çerçevesinde de
belirlenmiş ki, çok kültürlü ülkelerde farklı kültürleri
tanıyan, tanımayan ülkeler olduğu bir gerçek. Ancak 21inci
yüzyılda dil yasakları gibi ayıplardan hızlı bir
arınma var. Üniter devlet yapısı modeli olarak gördüğümüz
Fransada Oksitanca, Bretonca, Baskça, Flamanca, Korsikaca; İtalyada
Sardca, Almanca, Fransızca; Avusturyada Slovence, Hırvatça, Çekçe;
Finlandiyada İsveççe; Yunanistanda Türkçe ki, yeni Avrupa Birliği
süreci ile başladı, Bulgaristanda yine Türkçe başladı. Çok
kültürlülük içinde yine toprağa bağlı özerklik, eyalet
sistemleri uygulamalarında, İspanyada özellikle Katalan, Galiçya,
Bask, Aragon veya Belçikada Flamanca, Fransızca veya Volanca, Almanca
dilleri; İsrailde de hem Arapça hem İbranice dilleri. Yine, Çin,
Rusya, Hindistan, Filipinler, Pakistan gibi ülkelerde çok fazla dil
konularının olduğu biliniyor. Buralarda, ona özgün, oranın
özelliklerine özgün eğitimler var. Tabii ki üniter yapı bu tür bir
dil eğitimine engel değildir.
Sayın Muharrem İnce Millî maça
gitmek ister miyiz? diye, dün sormuştu. Elbette ki, dün seslenmiştim
İspanya favorimiz. diye. İspanya gibi gitmek istiyoruz, vallahi
gönlümüzden de geçiyor, birlikte... Çünkü, oradaki Katalanlar da, Basklar da,
Endülüste Arapça konuşanlar da kendi dillerini, kimliklerini
yaşıyor, konuşabiliyor ama üniter yapıyı da, üniter
yapının simgelerini de onur ve gururla taşıyor. Biz de
bunu, inşallah, Mecliste beraber hayata geçirip yapacağız.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Türk millî maçına çağıracağım
sizi.
HASİP KAPLAN
(Devamla) Evet, İspanya gibi dedim ve beraber, İspanya gibi bir
demokrasiye kavuşma ve Anayasa yapma dileğiyle.
Biliyorsunuz,
İsrailde iki resmî dil var: Arapça ve İbranice. Yine, farklı
diller var. Bugün, dil sayısı
6 bin, devlet sayısı 197. Bu da çok ülkenin çok kültürlü
olduğunu gösteriyor, azınlık ve insan hakları
sorunlarıyla ilgili.
Yine,
Katılım Ortaklığı Belgesinde, 2005te ana dilde
yayın, eğitim önündeki engellerin kaldırılması sözü
vermişti Hükûmet ama bunu yapamadı. Bu çok kültürlülükle ilgili,
dille ilgili konuların toplumumuzda, halkımızda bir antipati
yaratmadığı, bir terslik yaratmadığı
Zaman
zaman, bu acılı süreçler nedeniyle -işte Ahmet Kayanın
müziğine de tahammül olmadığını biliyoruz- bir Kürtçe
şarkının kavga nedeni olduğunu da ancak bunların
istisna olarak, aşılabileceğini düşünüyoruz.
Indigenous
halkların haklarına ilişkin deklarasyona
baktığımız zaman da yine yerli halkların, ki özellikle
Kızılderililer için, Amerika kıtasında konulan sert
determinasyonel hakkın, spesifik biçimde, kültür, din eğitimi,
iletişim, dil konularını nasıl belirlediğini de
biliyoruz. Türkiyede de gerçekten inanıyoruz ki farklı kültürler,
farklı diller
Ki, Kürtçe zaten dört lehçe. Türkiyede de Zazaca, Dersim,
Malatya, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ yörelerinde, ama
Kırmançi lehçesinin daha yaygın olduğunu biliyoruz. Hint-Avrupa
dil ailesi grubunda olmakla beraber, hukuk devleti, insan hakları
çerçevesinde taleplere göre, ihtiyaca göre, bu, konuşularak, örneğin
ülkenin her yerinde bu talebin olacağı
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kaplan, buyurun efendim.
HASİP KAPLAN
(Devamla) Bağlıyorum Sayın Başkanım.
Ve ben, tabii, bu
konuda yine Dışişleri Bakanlığımızın
sıkça üzerinde en çok çalıştığı Fransa modelinden
bir örnek vermek istiyorum, çünkü üniter devlet deyince Fransa devleti akla
geliyor. Üniter devlet yapısı içindeki Fransa,
uyguladığı dil politikaları sonucu karma dil sistemini
geliştirmiş, bazı dillere Fransızcadan başka hukuki
bir statü tanınırken bazı yörelerde özerk bölge statüsü
politikası uygulanmaktadır. Fransa, dil konusunda 11 yasa, 18
kararname, 36 adet idari genelge yayınlamıştır. Bunlardan
en önemlisi 11 Ocak 1951 tarihli diksiyon yasasıdır, meşhur
diksiyon yasası. Bu yasayla yerel dil ve diyalektlerin öğretimi
belirlenmektedir. Bu yasanın iki amacı vardır: Fransızca ve
yerel dilleri korumaktır.
Şimdi, böyle
bir araştırmayla Türkiye'nin ihtiyaçlarının belirlenmesinin
yararlı olacağını, bilimin buna el atmasını
düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Grup önerisinin
aleyhinde Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tunç.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisinin aleyhinde söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Barış
ve Demokrasi Partisinin grup önerisiyle, ana dilde eğitim
yasağının, çocukların zekâ gelişimi, derslerdeki ve
sınavlardaki başarısı, anlama yeteneği, iletişim
kurma yeteneği, zihinsel dünyaları üzerinde yarattığı
olumsuz etkilerin bütün boyutlarıyla araştırılarak
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98inci,
İç Tüzükün 104üncü ve 105inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasına dair araştırma
önergesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bugünkü gündeminde görüşülmesi talep edilmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunun kararıyla belirlenen gündeme geçen haftadan bu yana
devam ediyoruz. Ülkemiz ve milletimiz için çıkarılması önem arz
eden birçok kanun tasarısını ve teklifini gündemimize
aldık. Meclisin 1 Temmuzda çalışmalarına ara vermesi
gerekirken önemli yasa tasarılarının çıkarılması
için tatil kararını uzattık, Meclisin çalışma saatlerini
gece 24.00e çıkardık. Aldığımız karara göre, 16
Temmuz tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi fazla mesai yapmaya devam
edecek. Bu tarihe kadar da planladığımız yasa
tasarısı ve tekliflerini görüşeceğiz.
Dün
görüşmelerine başladığımız 506 sıra
sayılı YÖK Teşkilat Kanununda değişiklik yapan
Tasarıyla, Ankarada Ankara Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi, Bursada Bursa Teknik Üniversitesi, İstanbulda
İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İzmirde İzmir Kâtip Çelebi
Üniversitesi, Konyada Konya Teknik Üniversitesi, Kayseride Kayseri Abdullah
Gül Üniversitesi, Erzurumda Erzurum Üniversitesi ve Antalyada
Uluslararası Antalya Üniversitelerinin kuruluşlarını
gerçekleştirmiş olacağız. Bu üniversitelerimizin
kurulmasına dair yasa tasarılarının görüşmelerini
tamamlamadan, bunları yarım bırakarak başka konulara
geçilmesini Meclisin çalışma sistemi açısından doğru
bulmadığımı öncelikle belirtmek istiyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan üç muhalefet partimiz de Türkiye Büyük Millet
Meclisi çalışmalarını engellemek, milletimiz için önemli
olan yasaların çıkarılmasını geciktirmek için her gün
grup önerisi vermektedirler. Bugünkü gündemde, Ankara, Bursa, İstanbul,
İzmir, Konya, Kayseri, Erzurum ve Antalya illerimiz bizlerden yeni
üniversitelerinin bir an önce kurulmasını beklemektedirler. Bu
üniversitelerin kuruluşunu geciktirmenin muhalefete ne faydası
olabilir, bunu anlamak mümkün değil!
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi
Partisinin grup önerisinin konusu olan araştırma önergesi Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündeminde bulunmaktadır. Bizler, ülkemizde
yaşayan tüm vatandaşlarımızın ana dillerini
öğrenmesini, bu dilde eser üretmesini demokrasi açısından çok
önemsiyoruz. AK PARTİ İktidarında ana dilin öğrenilmesi ve
kullanılması yönünde çok önemli adımlar
atılmıştır. Anneler, babalar hapisteki çocuklarıyla
kendi dilleriyle konuşamazken bu sorun AK PARTİ İktidarıyla
çözüme kavuşmuştur. Ana dilde öğretim için özel kurslar
açılabilmesine imkân tanınmıştır. Ana dilde seçim
propagandası yapılması mümkün değilken ana dilde seçim
propagandası yapılabilmesinin önü açılmıştır.
Üniversitelerimizde farklı dil ve lehçeler üzerine enstitüler
kurulmasının önü açılmıştır. TRT Şeş
kurulmuş, TRT Arapça kurulmuş; özel kanallarda farklı dil ve
lehçelerde yayın yapılmasının önü
açılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; araştırma önergesinde
belirtilen hususlara katılmak mümkün değildir. Ana dilin
öğrenilmesi ile ana dilde eğitimin farklı kavramlar olduklarını
unutmamamız gerekiyor. Anayasamızın 42nci maddesinin son
fıkrası Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz
ve öğretilemez. şeklindedir. Bu hükümler karşısında,
araştırma önergesinde belirtilen hususların kabul edilmesi
mümkün değildir ancak ana dilin öğrenilmesi ve kullanılabilmesi
için, bu Hükûmet, yapılması gereken ne varsa da
yapmıştır.
Barış
ve Demokrasi Partisinin araştırma önergesinin bugünkü gündeme
alınması, dün görüşmelerine
başladığımız sekiz ilde kurulacak üniversitelerimizin
kurulmasını geciktirecek bir öneri olduğundan, grup önerisinin
aleyhinde olduğumu belirtiyor, Miraç Kandilinizi tebrik ediyor, hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Grup önerisinin
lehinde, Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan, buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
PERVİN
BULDAN (Iğdır) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce tüm halkımızın
Miraç Kandilini ben de partim adına kutlamak istiyorum.
Görüşülmekte
olan araştırma önergesinin lehinde söz aldım. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, dil, insanlar arasında iletişimi, duygu ve
düşüncelerini, kültürünü aktarmasını sağlayan,
yaşayan, gelişen, bazen de ölen; sözel, yazılı ve görsel
biçimleri olan bir sistem olarak hayati önem taşımaktadır.
İnsan
bilinçli bir toplumsal varlıktır. Bilinci edinme, aktarma ve
geliştirmenin temel unsuru dildir. Dil olmaksızın insandan söz
etmek mümkün değildir. Bireyin toplumsallaşmasını toplumla
ilişkilenme temelinde gerçekleştirir.
Ana dil,
başlangıçta anneden ve yakın aile çevresinden daha sonra da
ilişkili bulunan çevrelerden öğrenilen, insanın bilinç
altına inen ve bireyin bir toplumla en güçlü bağlarını oluşturan
dildir. Her insan ilk öğrendiği dil ile düşünür, tasarımlar
yaratır. Dolayısıyla ana dili, herhangi bir kişinin
geçmişinden geleceğine geçen en anlamlı kültürel öğedir.
Ana dil kullanımı ve ana dilde eğitim engellendiğinde ya da
farklı dillerin kullanımına yönelik ayrımcı
uygulamalara gidildiğinde farklı ulusal ya da etnik topluluklara
mensup kesimlerin insani gelişimleri engellenmiş olur.
Değerli
milletvekilleri, kültürel haklar, bir halkın hayatlarının
kültürlerine uygun şekilde devamını ve dillerini
yaşatmalarını da içerisine dâhil eder. Yani, ana dilini
yaşatmak bir demokratik ve kültürel haktır. Uluslararası Ana
Dili Eğitim Örgütü her ülkenin kendi ana dili eğitimine
uluslararası bir sınır kazandırıp, tartışma
olanağı yaratarak bu eğitimi iş birliği içinde
geliştirme amacını güden bir kuruluştur. Bu örgüt
kurulduktan sonra 8 Kasım 1982 tarihli sirkülerle şu ülkeleri iş
birliğine çağırmıştır: Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere,
İtalya, Macaristan ve Türkiye. Bu ülkeler seçilirken başlıca
kriter, seçilen ülkelerde ana dili eğitiminde ülkenin bir iç sorunu
bulunması ve bunun uluslararası bir önem taşımakta
olmasıydı. Şu anda bu ülkelerin içinde hâlâ bu sorunu
çözmemiş ve çözmeye yanaşmamış tek ülke ne yazık ki
Türkiyedir.
Değerli
milletvekilleri, günümüz dünyasında ülkeler arasında çok az ülkede
homojen bir ulusal etnik ve kültürel yapı söz konusudur. Devletlerin
ülkelerindeki etnik ve kültürel sorunları çözebildikleri oranda gönüllü
birlikteliği sağlayacakları ve demokratikleşmeyi
yaşamış olacakları, aksi hâlde dar milliyetçi çizgide
yürütecekleri politikaların ülkelerini çıkmaza sürükleyecekleri bir
gerçektir. Bu konuda Türkiye, yıllardan beri bu sınırlar içinde
yaşayan herkesi tek tipleştiren bir yaklaşım
sergilemiştir. Bu durum, çok kültürlülük anlayışına ters
düşerken inkâr ve asimile eden baskıcı bir yaklaşıma
denk düşer. Oysa, kültürel çeşitlilik aynı zamanda taraflara
yarayacak bir kültürel diyalogun ve barışın da önünü açar.
Farklı sanatsal, edebî, müzikal, ahlaki ve diğer gelenekler birbirlerini
sorgular, araştırır, birbirlerinden fikirler ödünç alır,
bunları kendinde dener ve sık sık hiçbirinin kendi
başına üretemediği yepyeni fikirler ve duyarlılıklar
ortaya koyar.
Türkiye'nin
kültür ve kimlik politikalarını en bariz biçimiyle 1982 Anayasasında
görüyoruz. Anayasanın 42nci maddesi Türkçeden başka hiçbir dil,
eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana
dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim
kurumlarında okutulacak diller ile yabancı dille eğitim ve
öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla
düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.
demektedir. Anadolu topraklarını Türkleştirme
çabalarının en önemlisi bu maddede saklıdır.
Uluslararası metinlere baktığımızda ana dili
eğitimi konusu artık çok kültürlü toplumlar oluşturmanın
temel vazgeçilmez haklarından biri olarak görülmektedir. Türkiye,
uluslararası sözleşmelerin birçoğunu imzalamış ancak
etnik ve dilsel olarak Türkiyede farklılıkları
çağrıştıran veya farklılıklara çeşitli
haklar sağlayabilecek olan maddelere çekince koymuştur.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989da kabul
edilen Çocuk Hakları Sözleşmesini Türkiye 1990 yılında
bazı maddelerine çekince koyarak imzalamıştır. Çekince
koyduğu maddelerdeki hükümlerin en önemlileri şunlardır: 17nci
madde (d) bendi; Kitle iletişim araçlarını azınlık
grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel
önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi. 29uncu madde (c) bendi;
Eğitimin çocuğun ana babasına, kültürel kimliğine dil ve
değerlerine, çocuğun yaşadığı veya
geliştiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve
kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının
geliştirilmesi. 30uncu madde; Soya, dine ya da dile dayalı
azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu
devletlerde böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan
olan çocuk ait olduğu azınlık topluluğun diğer
üyeleriyle birlikte kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinine inanma,
uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye gerçek olarak tek bir etnik kökene dayalı insan
topluluğundan meydana gelmemiş olmasına karşın
yurttaşlar, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde
Türk etnik kimliğinden olan ya da olmayan herkesi Türk olarak
nitelemiştir. Oysa Türkiyede 1927-1965 yılları arasında
yapılan nüfus sayımında konuşulan ana dil istatistikleri
yayımlanmıştır. Daha sonraları nüfus
sayımlarında bu tür istatistiki bilgilere yer verilmemesine
karşın Türkiyede Türkçe, Kürtçe, Arapça, Abhazca, Arnavutça,
Çerkezce, Ermenice, Gürcüce, Kıptice, Lazca, Pomakça, Rumca, Süryanice,
Tatarca, İbranice gibi dillerin konuşulmakta olduğu bir
gerçektir.
Ana dili Türkçe
olmayan etnik grupların Türk olduğunu iddia etmek asimilasyoncu bir
yaklaşımdır. Kültürel farklılıkların bir
zenginlik değil çatışma nedeni hâline gelmesinin nedenlerinden
birisi de Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneğinin, ülkenin kültürel
zenginliğini görmezden gelmesidir.
Değerli
milletvekilleri, hiçbir kültür dayatma yoluyla korunamaz ve ötekilere
benimsetilemez. Kültürel çeşitlilik kendi ekolojik dengesi içinde
evrilerek kendisini sürdürür. Tek kültür, tek kimlik yaklaşımı
da insanın doğasına aykırıdır ve yapaydır.
Ülkemizdeki bu tip yaklaşımlar gelişmenin ve değişimin
önündeki en ciddi engellerdir. Bu engellerin kalkması için bu Parlamentoda
bulunan herkesin daha sorumlu davranması gerektiğini
düşünüyoruz.
Özgürlüklerin ve
kültürel çeşitliliğin önündeki bütün barikatların
kalktığı bir Türkiye dileğiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisinin
aleyhinde Konya Milletvekili Sayın Ali Öztürk.
Buyurun
Sayın Öztürk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZTÜRK
(Konya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış
ve Demokrasi Partisinin ana dilde eğitim konusunun
araştırılmasıyla ilgili vermiş olduğu Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin Türkiye
Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınmasına ilişkin
grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bugün büyük bir
coşkuyla manevi atmosferine girdiğimiz Miraç Kandilinin tüm
İslam âlemi ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını
temenni eder, bu kutlu gecenin ülkemizin ufkunu aydınlatmasını
diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ana dilde
konuşma ve ifade özgürlüğü, aslında, İnsan Hakları
Sözleşmesiyle de korunan bir insanlık hakkıdır. Bu amaçla
Ceza Muhakemesi Kanununda ana dilde ifade verme hakkı getirilmiş, bu
konuda ana dilde ifade verme hakkının yanında bu amaçla tercüman
bulundurulması sağlanmış, bunun için ayrıca mahkeme
masrafı istenmeyeceği yasada hüküm altına
alınmıştır.
AK PARTİ
döneminde ana dilde konuşma özgürlüğüne önem verilmiş ve
cesaretle uygulamalara geçilmiştir. TRT-6, ana dilde kurslar, cezaevlerinde
ana dilde konuşma bunlardan bazılarıdır. Ülkemizdeki
farklı dil ve lehçeleri aslında sosyal, kültürel zenginlik olarak
görmek gerekir, folklorik bir yapı olarak görmek gerekir. Bu ülkede hangi
dilde konuşursa konuşsun herkesin amacı güçlü ve demokratik
Türkiye olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter
yapısına zarar verecek taleplerden herkes
kaçınmalıdır. Bu nedenle, zaten demokrasiye önem veren ülkemizde
böyle bir grup önerisine lüzum olmadığı ve grup önerisinin
aleyhine olduğumu bildirir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun, İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş
bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım.
Buyurun:
2.-
(10/372) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 08.07.2010 Perşembe günü (bugün) toplanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu
Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim. Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri: Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan 10/372 esas numaralı, Engellilerin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlem-lerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98. ve
İçtüzüğün 104 ve 105. Madde-leri Gereğince Meclis
Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun
08.07.2010 Perşembe günkü birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN
Grup önerisinin lehinde, Trabzon Milletvekili Sayın Süleyman Lâtif
Yunusoğlu.
Sayın
Yunusoğlu, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
SÜLEYMAN
LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde sayıları milyonları bulan engelli ve
yakınlarının fiziki zorluklarının, maddi
imkânsızlıklarının, içinde bulundukları sosyal ve
psikolojik sorunların tespiti ve çözümlerini gerçekleştirmek
amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz Meclis
araştırma önergemiz üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle bütün vatandaşlarımızın Miraç Kandillerini
kutluyor, hayırlara vesile olması dileğiyle yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu hafta zihinsel engelli çocuklar ve aileleri Meclis
grubumuzu ziyaret ederek, gerek sosyal gerek sağlık gerek eğitim
konularında karşılaştıkları zorlukları dile
getirerek aracılığımızla bu problemlerinin çözümünde
yardım talebinde bulunmuşlardır. Daha önce de bu kürsüden
engelli vatandaşlarımızın sorunlarını dile
getirmiş, yapılması gerekenler hususunda görüşlerimizi aktarmıştım.
Bu vesileyle bir daha engellilerimizin sorunlarını yüce Meclisimize
aktarıp çözüm önerilerimizi sıralayarak Sayın Hükûmetimizi
uyarmayı bir görev addediyorum. Dolayısıyla da bütün engellilerimize
ve ailelerine saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan
bir raporda ülkemizdeki engelli vatandaşların sayısı 7,5
milyon, Hükûmet tarafından hazırlanan kanun gerekçesinde ise 8,5
milyon olarak ifade edilmektedir. Bu oran ülke nüfusumuzun yüzde 12,29una
tekabül etmektedir. Engellilerimizin birçoğu eğitim,
sağlık, istihdam, sosyal, ekonomik ve gelişen teknolojinin
imkânlarından maalesef yeterince yararlanamamaktadırlar. Sosyal hayat
standartları oldukça kötü olan engellilerimizin, problemlerinin çözülmesiyle,
kendilerine fırsat tanındığında her türlü
başarıya imza atabilecekleri bilinmektedir. Böylece engellilerimiz
hayatlarını, tüketen değil, üreten vatandaşlar olarak devam
ettirebilme imkânına kavuşacaklardır.
Türkiyede 1889
yılında başlayan özürlülerle ilgili çalışmalardan
günümüze kadar geçen yüz on sekiz yılda birçok yasalar, yönetmelikler
çıkartılıp uygulanmasına rağmen, maalesef,
engellilerimizin problemlerinin hâlâ çözüme kavuşturulabildiğini söylemek
mümkün değildir. Hâlâ ülkemizde kaç engelli vatandaşımızın
var olduğunu tespit edebilmiş değiliz.
Günümüzde engelli
vatandaşlarımız fiziki, mimari engellerle evlerine
hapsolunmaktadırlar. İş bulup üretken olabilmeleri sadece
çalışma kotasıyla sınırlı kalmaktadır.
Asgari eğitim seviyesinin ilerisine çıkamadıkları için
iş bulmaları da güçleşmiştir.
Vatandaşlarının
bugününü ve yarınını güvence altına almakla sorumlu olan
devletimiz, özürlü olma sebeplerini ortadan kaldırmayı ya da asgari
seviyeye indirmeyi maalesef başaramamıştır. Alınan
tedbirlerin yetersiz oluşu sebebiyle, her yıl binlerce insan trafik
kazalarıyla engelli hâle gelmektedir. Her yıl tam olarak kaç
çocuğumuzun engelli olarak doğduğunu dahi bilmiyoruz!
Engellilerimizin
sosyal hayatın, eğitim hayatının, çalışma
hayatının içinde olmaları gerekmektedir. Kamu
kurumlarının yüzde 3 özürlü personel çalıştırma
kriterinin uygulanmadığı, Devlet Personel Dairesi
Başkanlığı verilerine dayanılarak tespit edilmektedir.
Hatta bazı kurumların hiç özürlü personel
çalıştırmadığı da ortadadır. Devlet kurumlarında
çalıştırılması gereken özürlü personelin sadece yüzde
18inin istihdam edilebilmesi engellilerimize yapılan en büyük
haksızlıktır. Oysa sosyal devlet anlayışının
gereği olarak kamunun öncelikle engelli vatandaşlarımıza
sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz.
Okuma yazma bilen
engelli oranının yüzde 36 civarında olduğu ülkemizde, bu
vatandaşlarımızın eğitim görecekleri okul,
rehabilitasyon merkezleri ve benzeri kurumların artırılması
bir ihtiyaç hâlini almıştır. Ayrıca, engellilerimizin özür
derecelerinin tespitinde zaman zaman yaşanan sorunların
giderilebilmesi için tıbbi standartların yeniden gözden
geçirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz. Engellilere yönelik mesleki
rehabilitasyonların gerçekleştirilerek yerel yönetimlerin bu konudaki
hizmetlerinde etkinlik sağlanmalıdır. Engellilerin günlük
hayatını kolaylaştıran araç gereç ve ortez, protez
temininde destek sağlanmalı, sağlık kuruluşları
engelliler için ulaşılabilir olmalı, engelli bakım
hizmetleri sosyal bir hak olarak kabul edilmelidir. Engellilere çeşitli
kamu kurum ve kuruluşları için sağlanan sosyal yardım ve
hizmetler için aranan muhtaçlık ölçütleri gerçekçi ve objektif esaslara
dayandırılmalıdır. İmar mevzuatının
engelliler ile ilgili hükümleri etkin biçimde mutlaka uygulanmalıdır.
Engellilerin karşılaştıkları hastalıkların
teşhis ve tedavisi koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında
ücretsiz yapılmalıdır. Engelli gençlerin eğitimlerine
normal olarak devam edebilmeleri için, fiziki ve sosyal çevrelerin
oluşturduğu engeller ortadan kaldırılarak gerekli
eğitimin altyapısı ve teknolojik imkânlar
arttırılmalıdır. Engelli ve korunmaya muhtaç
çocukların öncelikle aile yanında yetişmelerini sağlayacak
şekilde muhtaç durumdaki ailelere sosyal destek verilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, soruyorum size: Sayısını dahi net
bilemediğimiz insanlarımız için ne yapabiliriz? Burada Hükûmete
sesleniyorum: Gelin, Türkiye Sakatlar Konfederasyonu temsilcilerinin içinde
bulunacağı bir komisyon kurularak bu işi bitirelim; bitirelim ki
engelli vatandaşlarımızın hak ettikleri insanca yaşama
haklarını kendilerine verelim. Şimdiye kadar gasbedilmiş
olan bu haklarını vermek sosyal sorumluluk çerçevesinde ele
alınmalıdır.
Ülkemizin taraf
olduğu uluslararası sözleşmeler, devletin bireylerine
eğitim, sağlık, istihdam gibi konularda fırsat
eşitliği yaratılmasını ve
ayrımcılığın kesin olarak yasaklanması konusunda
yükümlü kılmıştır. Bu sebeple, kendisini demokratik, laik,
sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlayan modern Türkiye Cumhuriyeti
devletinin özürlü vatandaşlarına her alanda diğer
vatandaşlarıyla fırsat eşitliği sunması ve
ayrımcılığı engellemesi çağdaş demokrasinin
ve insan hak ve özgürlüklerinin de bir gereğidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; engelli
vatandaşlarımızın tespit edilen başka sorunları
da vardır; bunları kısaca sıralamak istiyorum: Özürlü
kişi istihdam, eğitim ve binalara erişim, mal ve hizmetlerin
sağlanması gibi kamu hayatının birçok alanında özürlü
olmayan kişilere göre mağdur durumdadır. Bu mağduriyetin
giderilmesi gerekmektedir.
Sağlık
kurulu raporlarında, Dünya Sağlık Örgütü tarafından
yayınlanan işlevsellik, yeti yitimi ve sağlığın
uluslararası sınıflandırılması kriterleri esas
alınmalıdır.
Özürlülerde
mesleki eğitim de yetersizdir. Dolayısıyla mesleki eğitim
sadece kurslarla değil, temel eğitimden başlamak üzere
eğitim sürecinin bütün aşamalarında yeniden ele
alınmalıdır.
Bütün iş
yerlerinde özürlü çalışanların kariyer yükseltilmesine
fırsat eşitliğinin sağlanması için gerekli
düzenlemeler yapılmalı, yeterlilik ve liyakat esas
alınmalıdır.
Ayrımcılık
konusunda iş verenlerin, işe alan kişilerin, özürlülerin ve son
olarak da toplumun yaygın biçimde eğitilmesi gerekmektedir.
Özürlülerin
istihdamı konusunda acilen çalışmalar yapılarak daha çok
özürlünün iş ve meslek sahibi olması sağlanmalıdır.
Ayrıca zihinsel özürlülerin istihdamı konusunda da
çalışmalar yapılmalı, görme özürlüler meslekleriyle ilgili
alanlarda çalıştırılmalıdırlar.
Özürlüler
Yasasında işitme engellilerle yine en büyük kazınım
işaret dilinin resmî olarak tanınması olmuştur. Ancak
aradan geçen süre içinde, Türk işaret dilinin konulması hususunda
çıkan yönetmelikler hayata geçirilemediği için, Türk işaret dili
uygulaması gerçekleşememiştir. İşaret dili
hakkında materyal ve doküman eksikliği, işaret dilini bilen
öğretmen yetiştirilememesini, öğretmensizlik de işitme
engelli bireylerin eğitimini engellemektedir. Borçlar Yasasında
15inci madde tasarı metninde Usulüne göre onaylanmadıkça veya imza
ettikleri sırada metnin içeriğini bildikleri ispatlanmadıkça
körlerin imzaları onları bağlamaz. hükmü görme engelli
kardeşlerimizin...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Yunusoğlu, buyurun efendim.
SÜLEYMAN
LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) ...imzalarının iki tanık
huzurunda tanımlanıp kanıtlanması
çağrıştırmasının, endişe duyulduğundan
görme özürlü kardeşlerimizin haklarının geri alınması
şeklinde yorumlanmaktadır.
Mevcut sistem
içinde özürlüler araç edinebilmekte, ÖTVden muaf sayılmaktadırlar
ancak sağ ayağı özürlü olan ÖTVden yararlanabilirken sol
ayağı özürlü olan yararlanamamaktadır. Bu basit durum, fiilî bir
soruna dönüştürülerek eşitsizlik yaratmaktadır. Bu
eşitsizliğin de mutlaka ortadan kaldırılması
gereğine inanıyoruz.
İş
yerlerinin fiziksel ortamının özürlü bireylere göre düzenlenmesi,
araç ve gereçlerin ergonomik tasarımları hususunda
çalışmalar bir an önce tamamlanmalı ve uygulamaya geçilmelidir.
Fiziksel çevrenin özürlülere yönelik düzenlenmesinde araştırma,
planlama, tasarım ve uygulama aşaması, Konfederasyonun,
federasyonların ve bağlı derneklerin de görüşü
alınarak acilen çözümlenmelidir. Dolayısıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bir konu...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SÜLEYMAN
LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN
Buyurun.
SÜLEYMAN
LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir
komisyon kurularak araştırma yapılması gerekliliğine
işaret etmek istiyoruz. Son on yılda sorunu yeni keşfetmeye
başlayan toplumumuz için özürlülerin taleplerinin gündeme
taşınması, sorunun insan hakları, örgütlenme ve mücadele
düzleminde ele alınması çağdaş demokrasinin bir
gereğidir.
Sözlerime burada
son verirken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.
Grup önerisinin
aleyhinde, Kocaeli Milletvekili Sayın Azize Sibel Gönül.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AZİZE
SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin, engellilerin içinde
bulundukları sosyal ve psikolojik sorunların tespiti ve bu
sorunların çözümü amacıyla, Anayasanın 98inci, İç
Tüzükün 104üncü ve 105inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugünkü gündemine alınmasına
ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, engelli vatandaşlarımız
başımızın tacıdır. Onların hak ettiği
standartlarda bir yaşam kalitesi sunmak da en önemli görevlerimizdendir.
Bu bilinçledir ki AK PARTİ iktidarları döneminde engelli
vatandaşlarımıza yönelik çok önemli çalışmalar
gerçekleştirilmiş, onların daha rahat bir yaşam
sürdürebilmesi için gerekli maddi ve manevi destekler verilmiştir ve
verilmeye de devam edecektir çünkü Türkiye, uluslararası planda, engelli
haklarına yönelik değişen politikaların parçası olma
iradesini göstermiştir. Bu umut verici değişiklik sonucu
Türkiye, Avrupa Birliğinin engelli haklarına yönelik düzenleme ve
uygulamalarını benimsemiş hem de Birleşmiş Milletlerin
Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesini imzalayarak,
engellilerle ilgili uluslararası düzeydeki kapsamlı engelli
hakları konusundaki politika değişikliklerine taraf
olmuştur.
Bugün ülkemizde,
özürlü evladına evde bakan ailelerimize aylık para desteği ve
erken emekli olma hakkı verilmektedir. Yine, özürlü
çocuklarımıza aylık eğitim desteği ödemesi
yapılmaktadır. Ağır özürlü olup da okula gidemeyen
çocuklarımız okullarına ücretsiz olarak
taşınmaktadır. Keza, çeşitli alanlarda birtakım
düzenlemeler yine yapılmıştır; Vergi Kanununda engelliler
lehine yapılan çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır ve bunlar,
emlak vergisinden, gümrük vergisinden, gelir vergisine kadar
çeşitlenmektedir.
Bugün Türkiyede
yapılı çevrede bulunan engellerin özürlülerin var olan hizmetlere
ulaşmasını kısıtladığını gözlemlemekteyiz.
Bu durumun özürlülerimizin istihdama yeteri kadar katılamamasına,
sağlık, eğitim hizmetlerinden etkin bir şekilde
faydalanamamasına, sosyal ve kültürel hayatta yer alamamasına,
sonuçta evine kapanarak toplumsal yaşamdan dışlanmasına
neden olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle, Özürlüler İdaresi
Başkanlığınca, özürlüler için yapılacak çevresel
düzenlemelere bir standart getirilerek bu, seksen bir il valiliklerine ve yerel
yönetimlere ulaştırılmıştır. Demin de
konuşmacı arkadaşımızın bahsettiği gibi,
mimari yapılanmadan, okullardan, hastanelerden, kamu
yapılarından, yollardan taşıtlara kadar bu noktada bütüncül
bir standart getirildiğini burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Geçen aylarda
Ankarada toplanan 4. Özürlüler Şûrasının ana
temasının da istihdam olduğunu burada bir kere daha
hatırlatıyorum ve Şûrada alınan kararların da birer
birer hayata geçirildiğini anımsatmak isterim.
Değerli
milletvekilleri, bugün bu öneriyi veren Milliyetçi Hareket Partisi, ne kadar
ilginçtir ki daha çok kısa bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda görüşülen Anayasa değişiklik paketinde özürlü
vatandaşlarımıza yönelik pozitif ayrımcılık
yapılmasıyla ilgili maddede blok hâlinde hayır oyu
vermişti. Gönül isterdi ki o maddenin görüşmelerinde de bu hassasiyeti,
bu duyarlılığı gösterselerdi. Ben bu konuyu milletimizin
takdirine bırakıyorum.
Milliyetçi
Hareket Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesinin
konusunun bizim her zaman gündemimizde olduğunu belirtiyorum ancak Büyük
Millet Meclisinin daha önceden belirlenen bir gündemi bulunmaktadır ve
yoğun gündemi itibarıyla öncelikli olarak çıkarılması
gereken kanun tasarı ve teklifleri olduğunu ve bunların Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından belirlendiğini belirtmek
istiyorum.
Araştırma
önergesinin bugünkü gündeme alınması,
yasalaştırılması, planlanan önemli kanun tasarı ve
teklifleriyle ilgili gündemin aksamasına neden olacağından
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisinin aleyhinde olduğumu
belirtiyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kandilinizi
tebrik ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Bu nasıl
tutarlılık oldu şimdi Sibel Hanım?
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisinin
lehinde İstanbul Milletvekili Sayın Sacid Yıldız.
Buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
SACİD YILDIZ
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu -tam bir yıl evvel,
bir yılı da geçmiş, 2009un Mayıs ayında
vermişler- engellilerle ilgili önergesi üzerine söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi sevgiyle selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, özürlülük günlük yaşama katılmayı engelleyen
fiziksel işlevlerdeki bir sınırlılık hâlidir.
Özürlülük doğuştan ya da sonradan meydana gelebilen bir durumdur.
Elimde bir liste var benim. Buna göre, Türkiye'de özürlüler
ayrılmış, dünyada da böyle, bu şekilde; genellikle
ortopedik özürlüler yani bacağı, kolu sakat olanlar, görme özürlüler,
işitme özürlüler, dil ve konuşma özürlü ve zihinsel özürlüler diye
ayrılmış.
Bunlardan,
özürlülerin çoğu doğuştan değil, sonradan olmadır
değerli arkadaşlar. Mesela, örnek vereyim: Ortopedik özürlülerin
yüzde 73ü sonradan, yüzde 23ü doğuştan, yüzde 3 kadarı da
bilinmeyen nedenlerle oluyor. Bu, tüm kadın ve erkeklerdeki rakamlar;
ayrı ayrı kadınlarda, erkeklerde de rakamlar var ama onları
vermek istemiyorum. Görme özürlülerin gene yüzde 76sı sonradan, yüzde
20si doğuştan; işitme özürlülerin yüzde 67si sonradan, yüzde 29u
doğuştan, yüzde 3 kadarı bilinmeyen nedenlerle; dil ve
konuşma özürlülerinde ve zihinsel özürlülerde, aşağı
yukarı, sonradan olma biraz daha, az değil ama öbürlerine göre az;
mesela dil ve konuşmada sonradan özürlü yüzde 50, doğuştan yüzde
46; zihinsel özürlülerde de sonradan yüzde 40, doğuştan yüzde 47
oluyor.
Bu demektir ki,
bu doğuştan değil, sonradan oluyor.
Sonradan olan
özürlülükler engellenebilir, azaltılabilir, doğuştan da
azaltılabilir, ona da konuşmamda değineceğim. Sonradan
özürlü olma hâli, kazalar ve kronik hastalıklar neticesinde meydana
gelmekte iken doğuştan özürlülüğün nedenleri ise öncelikle
genetik ve kalıtsal hastalıklar ve bunlara bağlı
bozukluklardır, gebelik süresince geçirilen bazı hastalıklar,
ilaç ve madde kullanımı ve yetersiz beslenmedir. Mesela, bundan
otuz-kırk sene evvel bir ilaç alınmıştı Almanyada
meşhur- buna bağlı kol, bacak sakatlıkları ortaya
çıkmıştı. Doğuştan özürlülük nedenleri
önlenebilir nedenlerdir, sonradan özürlülük nedenleri ise azaltılabilir
nedenlerdir. Ülkemizde özellikle akraba evliliklerini düşünürsek bu akraba
evlilikleri ülkemizde yüzde 29 oranındadır, Güneydoğuda yüzde
37lere kadar çıkmaktadır ve bu akraba evliliklerinden sonra
doğan çocuklarda büyük oranda, bunların üçte 1i özürlü
olmaktadır. Bunlar, basit, önlenebilir nedenlerdir. Oysaki mesela trafik
kazaları, deprem, terör, silahlanma sonucunda sonradan olan şeyler de
oldukça engellenebilir, azaltılabilir.
Ülkemizde 8,5
milyon özürlü yaşamaktadır. Türkiye, özürlüler sorununu en yoğun
yaşayan ülkelerin başında gelmektedir. Bunun tartışılmaz
bir gerçek olduğu, bu gerçeğe rağmen, özürlü
yurttaşlarımızın büyük bir kısmının
eğitim ve sosyal açıdan karşılaştıkları
sorunların çözüme kavuşturulmadığı da bilinen bir
gerçektir. Ülkemizde yaşayan özürlü vatandaşlarımız ne
yazık ki bu gerçekler bilindiği hâlde hâlâ hak ettikleri
yaşamı sürdürememektedirler ve oldukça ihmal edilmektedirler.
Özürlülük, sadece bu sorunu yaşayan kişiyi değil, ailesini,
yakın çevresini, tüm toplumu ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak
etkileyen bir sorundur. Özürlü yurttaşlarımız bu ülkenin ikinci
sınıf yurttaşı değillerdir. Onları anlayarak,
yaşadıkları sorunları içselleştirerek sorunlarına
kalıcı çözümler bulabilirsek ancak o zaman sosyal devlet olabiliriz
çünkü özürlü yurttaşlarımızın sorunları bir insan
hakları sorunudur değerli arkadaşlar. Türkiyede yaşayan
emeklilerin sorunları, yoksulların sorunları, işsizlerin
sorunları, yaşlıların sorunları nasıl bu ülkenin
ortak sorunu ise özürlülerin sorunları da bu anlayışla ele
alınmalıdır.
Sayın Lokman
Ayva da salonumuza geldi, inşallah bunları dinliyordur. Aynı
komisyonda çalışıyoruz ama Lokman Beyin görme özürlü
olmadığı, her şeyi gördüğü söyleniyor
arkadaşları arasında. İnşallah, bizi de dinler. Bu
konularda çözüm arayışları da var, yoğun
çalışmaları da var kendisinin. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Özürlüler, yasal
haklarını kullanırken birçok sıkıntıyla
karşılaşmaktadırlar. Çıkarılan yasalar,
kâğıt üzerinde önemli hak ve kazanımlar getirmiş gibi
görünse de bunlar, yasa sayfalarında kalmaktadır. 3 Aralık
2008de, Dünya Özürlüler Gününde, uluslararası anlaşmayı burada
onayladık fakat bunlar günlük yaşama geçmedi değerli
milletvekilleri. Onayladık ama, bunu en iyi belki Lokman Ayva
arkadaşımız bilir, günlük yaşama geçmedi. Çok iyi yasalar
çıkarıyoruz, uluslararası uyum yasaları
çıkarıyoruz ama bunları ne yazık ki yaşama
geçiremiyoruz.
Özel eğitim
ve rehabilitasyon hizmetleri de Anayasaya göre devletin asli yükümlülüğü
iken son yıllarda hızla özel sektöre devredilmiş ve bu alanda
acımasız bir rekabetin doğmasına neden olmuştur. Özel
eğitim merkezlerinde verilen eğitim, özürlülerin gelişimine
yetmemektedir.
Değerli
arkadaşlar, özürlüler için eğitim çok önemlidir. Bu nedenle,
eğitimlerinin -benden evvelki konuşmacılar da değindi zaten
bu konuya- desteklenmesi gerekmektedir çünkü özürlülerin en önemli sorunu,
eğitimsizlik, yoksulluk, işsizlik ve bu nedenle istihdam edilememe,
üretken olamama durumlarıdır. Bunlar, kısır döngü hâlinde
şey yapmaktadır; eğitimsizse iş bulamamaktadır,
iş bulamayınca yoksullaşmaktadır, yoksul olunca
rehabilitasyon yapamamaktadır, kendisini geliştirememektedir. Zaten
özürlü bir kimse, engelli bir kimse, eğitilmemişse, dediğim
gibi, bu kısır döngü içine girmektedir değerli arkadaşlar.
Özürlülerle
ilgili sivil toplum kuruluşları, bu hizmetleri özel sektöre
devrederek, özelleştirerek, engelliler üzerinden rant
sağlanmasına son verilmesini istemektedirler. Ayrıca, devletin
körler okullarını kapatması da özürlülerimizi oldukça
mağdur etmiştir. Ülkemizde yanlışım varsa Lokman Bey
düzeltir- 700 bin civarında görme engelli kişi var.
Değerli
arkadaşlar, bunların 48 bin tanesi çocuk ve bunların ancak 3.500
kadarı özel eğitim alabilmekte yani bunları eğitemiyoruz,
48 bin çocuğu eğitemiyoruz.
Özürlüler için,
fiziksel çevrenin, kamu binalarının ve kamusal kullanım
alanlarının kendilerine uyumlu hâle getirilmesi büyük önem
taşımaktadır. Mesela, önümüzde gene referandum var, iki ay sonra
referandum var. Ben, daha evvel konuşmamda da söyledim, bu engellilerin
1inci katta oy vermeleri, sandıkların o şekilde ayarlanması
lazım ama maalesef, engellilerin 1inci, 2nci, 3üncü katta
sandıkları olmakta, oy verememektedirler, siyasal haklarını
kullanamamaktadırlar.
Engellilerle
ilgili bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantı her nedense Harbiye
Kültür Merkezinde düzenleniyor. Orada, televizyonlarda da gördük, engelliler
oraya girip çıkamıyorlar. Engelliler adliyeden hakkını
alacak, adaletten, mahkemeden hakkını alacak; oraya girip
çıkamıyor. Hatta bu vesileyle bir engelli, arabası harap
olduğu için Adalet Bakanına dava açmıştı. Engellilerle
ilgili, metrobüs kuruyoruz, onların ulaşımını
sağlayamıyoruz. Tiyatro ve diğer, bale, opera sahnelerinde her
zaman engellilere uygun alanlar yok. Bunu da ben Kültür Bakanına
sormuştum, cevabı da bu şekilde: Bir kısmında var ama
hepsinde yok.
Fiziki çevre
koşulları özürlülere uygun olmadığından binlerce
özürlü evlerinde hapis hayatı yaşamaya mahkûm edilmektedirler. Trafik
lambaları görme engelliler için kullanılabilir hâle getirilmeli, tüm
kamu binalarında görme engellilerin alfabesiyle işaretlenme
yapılmalıdır.
Anayasanın
61inci maddesinde Devlet, sakatların korunmaları ve toplum
hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler
alır. ifadesi yer almaktadır. Bu hüküm mutlaka en kısa zamanda
yerine getirilmelidir.
Ülkemizde
ağır bir şekilde yaşanan ekonomik kriz, istihdam
alanında onarılması güç sorunların doğmasına
neden olmuştur. İstihdam alanında ortaya çıkan bu
sorunlardan özürlü yurttaşlarımız da olumsuz etkilenmektedir. O
nedenle, özel gerekçeleri nedeniyle istihdam sorununu daha ağır yaşadıkları
gerçeği göz ardı edilmeden, özürlülerin istihdamına dönük olarak
yaşadığı sorunlara kalıcı çözümler
bulunmalıdır.
Özürlülüğü
yalnızca engellilerin ya da ailelerinin karşı karşıya
bulunduğu bir sağlık sorunu olarak değil, sosyal
boyutlarıyla toplumu yakından ilgilendiren bir konu olarak ele almak
onlara yapılmış en büyük iyilik olacaktır. Bu
sorunları çözmede siyasi iradeye büyük görevler düşmektedir ve her
milletvekili bu konuyu titizlikle ele almak zorundadır. Herkesin bir gün
kendisinin de özürlü olabileceği gerçeğini akıldan
çıkarmaması ve özürlülerimize bu şekilde yaklaşması
gerekmektedir.
Cumhuriyet Halk
Partisi olarak her ortamda özürlülerin sorunlarını dile getirdik ve
getirmeye de devam edeceğiz. Onların bu ülkede hangi
sıkıntılarla karşı karşıya
olduklarını çok iyi bilmekteyiz. Özürlü
yurttaşlarımızın daha iyi bir yaşam düzeyine
kavuşturulmasının toplumsal bir sorumluluk olduğunun
bilincindeyiz. Parti programımızda da özürlülere ilişkin
geniş yer vardır, geniş yer ayırdık. Cumhuriyet Halk
Partisi olarak konuyla ilgili çok sayıda soru önergesi,
araştırma önergesi ve kanun teklifi verdik. Bu araştırma
önergelerinden bir kısmını izninizle söyleyeyim: Mesela Ali
Rıza Ertemürün, Denizli Milletvekilimiz; Rıza
Yalçınkayanın, Bartın Milletvekilimiz; Hulusi Güvelin, Adana
Milletvekilimiz; Çetin Soysalın, İstanbul Milletvekilimiz,
araştırma önergeleri vardır. Çok sayıda hepimizin soru
önergesi vardır. Benim engellilerle ilgili yasa teklifim var.
Sayın Aliye
Kavafa sorduğumda Niye kamuda engelliler çalışmıyor?
diye
Çünkü kamuda 48.549 kadronun 38.192si boş yani yüzde 79u boş
ve bu kamuda boş olan kadrolar, bunların çoğunu söyleyeyim:
Mesela Adalet Bakanlığında verilen cevapta bana-
İçişleri Bakanlığında
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Yıldız, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
SACİD YILDIZ
(Devamla) Teşekkür ediyorum.
Sanayi ve
Ticaret Bakanlığında, Ulaştırma
Bakanlığında, Sağlık Bakanlığında hiç
özürlü çalıştırılmadığı bildirilmekteydi.
Sayın Aliye Kavafın resmî yazısı elimde, bunlar var
ayrı ayrı bakanlıklarla ilgili. Bu konuda, istihdam konusunda
Niye çalıştırılmıyor? diye sorduğumda,
Sayın Aliye Kavaf, 25 Aralık 2009da verdiği cevapta kamu kurum
ve kuruluşlarının bu konuda, özürlü çalıştırılması
konusunda gerekli hassasiyet ve özeni göstermedikleri, özürlüler için
açılacak sınavların kamu kurum ve kuruluşlarınca
ayrı ayrı yapılması gerektiğinden özürlülerin
istihdamında sorunlar yaşandığını
söylemişti. Yani iki sorun söylemişti: Bir Kamu kurum ve
kuruluşları gerekli hassasiyeti göstermiyor. diyordu Sayın
Aliye Kavaf ve siz İktidarsınız, Hükûmetsiniz, kamu kurum ve
kuruluşlarını siz çalıştıracaksınız
değerli arkadaşlar, biz çalıştırmayacağız,
bunları denetleyeceksiniz.
İkinci sorun
ise merkezî sınavın olmamasından yakınıyordu. Bunu da
getireceksiniz ama ben bu yakınma, bu cevaptan sonra bir yasa teklifi
hazırladım.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SACİD YILDIZ
(Devamla) Çok önemli, bir dakika daha rica ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
Buyurun Sayın Hocam.
SACİD YILDIZ
(Devamla) Sayın Aliye Kavafın ve Hükûmetin işini
kolaylaştırır diye bu yasa teklifinin Bakanlığın
projelerine yardımcı olacak bir çalışma olarak
algılanmasını, daha da önemlisi bu teklifin
yasalaşması sonucunda işe girecek özürlü
yurttaşlarımıza ve ailelerine maddi, sosyal ve psikolojik
açıdan getireceği olumlu etkilerin göz önünde
bulundurulmasını ve AKP Hükûmetinin de konuya bu açıdan
bakmasını dilemiştim. Bu yasa teklifinde iki şey
söylemiştim değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi de önümde var,
657 sayılı Yasanın 53üncü maddesinin birinci
fıkrasında değişiklik önermiştik. Bunu da vereli yedi
sekiz ay oldu. Sayın Aliye Kavafla da görüştüm, gündeme alacağını
söylemişti.
Devlet
memurluğuna alınmada yapılacak olan merkezî sınavın
hangi şekilde ve nasıl yapılacağı hususları,
konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının,
sendikaların ve derneklerin de görüşleri alınarak
demiştim,
bir değişiklik bu.
İkinci
değişiklik -fazla uzatmak istemiyorum, Başkanın
hoşgörüsüne teşekkür ediyorum- ikinci konu da: Kamu kurum ve
kuruluşlarının özürlü çalıştırmamaları
nedeniyle onlara bir maddi yükümlülük, onlara bir ücret ve bu olacak maddi
yükümlülüğün de gene özürlüler için kullanılmasını
önermiştim.
Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bu konuda
söylenecek çok şey var. İnşallah gündeme alınır.
İnşallah bizim araştırma önergeleri, yasa teklifimiz de
gündeme alınır ve özürlülere bir çare bulmuş oluruz.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
Başkanım,
çok teşekkür ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Grup önerisinin
aleyhinde İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Lokman Bey,
buyurun.
LOKMAN AYVA
(İstanbul) Sayın Başkanım, aziz milletimin kıymetli
vekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bütün
vatandaşlarımızın kandilini Meclisimizdeki sizler nezdinde
tebrik ediyorum.
Efendim,
aslında yanlış adam gibi bir şey oldu ama doğru yer
çünkü başka bir önerim var özürlülerin meselelerinin araştırma
önerisiyle gündeme gelmesi hususunda.
Öncelikle MHP
Grubuna çok teşekkür ediyorum böyle bir konuyu gündeme getirdikleri için.
Bu vesileyle bu görüşlerimizi de paylaşmış
olacağız.
İkincisi,
CHPden arkadaşımız, Hocamız Sacid Yıldız Beye
tespitleri ve katkıları için çok teşekkür ediyorum. Tabii ki
Sibel Hanıma, Kocaeli Milletvekilimize de özel olarak teşekkürlerimi
ifade etmek istiyorum.
Burada şöyle
bir gündeme gelmemiz gerektiğini müsaadenizle arz etmek istiyorum:
Memleketimizde, biliyorsunuz, yüzyıllardır değişik
faaliyetler, hizmetler yapıldı. Son yıllarda, son belki
kırk elli yıldır hizmetten ziyade sözün, lafın çok
olduğu bir dönem yaşandı. Şimdi artık sözün bitip
hizmetin başlaması, insanların mutlu olması için bir
şeylerin yapılması gerektiği dönem. Bu anlamda, bu dönemi
başlatan, Belediye Başkanlığından beri başlatan
kişilerin başında Sevgili Başbakanımız Sayın
Recep Tayyip Erdoğan geliyor. 94te başlattığı çok
önemli bir hamle oldu Türkiyede, yerel yönetimlerde başlattı. Daha
sonra bu merkezî hükûmette de aynen devam etti, AK PARTİnin kuruluşu
ve seçimlerden sonra Hükûmetin kuruluşundan sonra büyük bir şekilde
devam etti.
Burada şunu
çok önemli bir şekilde arz etmek istiyorum: Hakikaten hem geçen dönem yani
22nci Dönemde hem de bu 23üncü Dönemde gördüğünüz gibi, bu konu
olduğunda ne kavga çıkıyor ne tartışma ne ciddi kalp
kırma, hiçbir şey olmuyor. Yani Meclisimizin, siz değerli
milletvekillerimizin hem geniş hoşgörüsü hem yardımseverliği
hem de hamiyetperverliği bu konuyla örtüşen bir vaziyette. Bu
anlamda, bu fırsatın Türkiye için çok önemli bir imkân olduğunu
düşünüyorum ve bu imkânı da değerlendirmek lazım. Bu
güzelliği bütün ülkemizin her iline, her ilçesine, her kasabasına,
her köyüne yaymak ve insanlarımızı bu noktada mutlu etmek gerektiğini
düşünüyorum.
Bu anlamda,
şöyle bir genel olarak baktığımız zaman çok büyük
değişiklikler olmuş son on yılda, inanılmaz
değişiklikler olmuş. Şu anda Avrupa Konseyinde işte,
bendeniz de ülkemizi temsilen Konseye katılıyorum- özürlülere
karşı ayrımcılığın suç olduğu yegâne
birkaç ülkeden birisi Türkiyedir. Bu çok önemli bir gelişme, dünya
açısından da önemli bir gelişme. Körlerin imzasının
geçerli olduğu birkaç Avrupa ülkesinden birisi Türkiyedir. Bu çok önemli
bir gelişmedir ve insanımız bu noktada, ülkemizle, sizlerle,
Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çıkardığı bu kanunlarla
ve bu hizmetleri veren Hükûmetimizle iftihar ediyor ve iftihar etmekte de son
derece haklıdır.
Geçen pazar
Türkiyede çok önemli bir olay oldu, özürlüler bağlamında söylüyorum.
Ülkemiz kuruldu kurulalı, cumhuriyetimiz kuruldu kurulalı bir anda 5
bin özürlünün istihdam edildiği, devlet memuru olarak istihdam
edildiği yaşanmamıştır, bu çok büyük bir olay. Yani
ben siyasi dar kalıplara girip de birbirimizin bu güzelliklerini görmezden
gelmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu, hepimizin iftihar
edeceği bir olay, Türkiyeyi biz bu duruma getirdik.
Biliyor musunuz,
şu anda bu 5 bin insandan bini öğretmen olarak görevlendirilecek.
Daha çok yakın zamana kadar özürlülerin öğretmen olması bu
memlekette yasaktı. Bu çok önemli bir değişimdir. Buna, Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki bütün partilerimizin Hükûmetimizin arkasında
durarak katkıda bulunduğunu kabul etmeliyiz ve bence bu icraatla
hepimiz iftihar etmeliyiz.
Daha da güzel bir
tarafı şu: Millî Eğitim Bakanlığımıza,
Sayın Bakanımıza ve ekibine çok teşekkür ediyorum,
özürlülerle ilgili sınav organizasyonu yapmak çok zordur, görme özürlüye
okuyucu bulacaksınız, tekerlekli sandalyenin girebileceği yer
ayarlayacaksınız, sağır dilsiz arkadaşımıza
işaret dili tercümanı bulacaksınız, bütün bunların
organizasyonu çok zordur. Biliyor musunuz, danışmanlarım
Mecliste nöbet tuttular, çağrı merkezi, bu 444 60 00ı
görevlendirdik, cumartesi pazar çalıştılar ama bir tane
şikâyet gelmedi ve pazartesi günü ben bir özürlü annesinden, Amerikada
yaşarken Türkiyeye gelmiş bir özürlü annesinden bir mail aldım,
gerçekten duygulandım. O mektubu da aslında sizlere arz etmek
istiyorum, yani anne diyor ki: Ben ülkemle gurur duyuyorum. Amerikada da yok,
Avrupada da yok bu kadar kolay ve çabuk imkâna erişebilme durumu,
şartları. Bu çok önemli bir fırsat ve bizim, hepimizin gurur
duyacağı bir ülkemiz var özürlüler açısından.
Peki, mimari
engeller, fiziksel çevrenin uyumlanması, insanların bakış
açıları, her şey bitti mi? Hayır, elbette ki bitmedi ve
şu anda benim çağrıda bulunmak istediğim nokta burası.
Bizim sizden şöyle bir talebimiz var özürlüler olarak: Gelin,
partilerimize mensup belediyelerimize rica edelim, baskı yapalım ve
fiziksel çevreyi düzeltme konusunda yarışa girsinler. AK
PARTİli belediye başkanları, Cumhuriyet Halk Partili belediye
başkanları, MHPli belediye başkanları, BDPli belediye
başkanları, DSP, Demokrat Parti, neyse, bütün Türkiyedeki
belediyelerimiz özürlüler noktasında fiziksel çevreyi düzeltmeyle ilgili
yarışa girsinler. Bu konuda ben, özel olarak, yani oturup
toplantılar yapmaktan, birbirimizin zamanını almaktansa bu tür
bir çalışmaya girmenin çok daha faydalı, çok daha iyi sonuç
vereceğini düşüyorum.
Bir başka
talebim de şu: Eğer sizlerce de uygunsa partilerimiz, okula devam
etmemiş özürlü kardeşlerimizi eğitime yönlendirsinler. Bu çok
önemli bir şeydir. Çok büyük sivil toplum hareketleri
sayılırız aynı zamanda biz partiler olarak. Dolayısıyla
özürlü insanları eğitime yönlendirmek, mesleki eğitim
kazanmaları noktasında teşvik etmek son derece etkili.
Nasıl Tayyip Beyin konuşması her konuda etkili olabildiği
gibi özürlüler konusunda da tavsiyeleri etkili olacaktır, Devlet Beyin de
etkili olacaktır, Deniz Beyin ve Kemal Beyin de tavsiyeleri, Selahattin
Beyin de tavsiyeleri bütün sevenlerini etkileyecek ve eğitime, mesleki
eğitime, altın bileziğe yönlendirecektir. Bu noktada çaba,
gayret, tavsiye ve teşvik talep ediyorum. Bu anlamda, Türkiye'nin çok
önemli bir değişimi de yaşayacağını
düşünüyorum.
Özürlüler
bağlamında, ülkemizde şöyle bir yeni bakış
açısı doğmaya başladı: Yani farklı insanları
tolere etmek. Hepimiz zaten farklıyız. Malumunuz, parmak izimizden
tutun göz şeklimize kadar farklıyız ama bu
farkımızın birbirimizin yok edileceği, yani bu
farkları yok etmeye yönelik bir yapının, bir tasarımın
olması doğru değil. Bu anlamda bu farklılıkların
doğal olduğunu da artık anlamaya başlayacağız.
Ben, Türkiyede
bu farklılıkların tolere edilmesi, hatta
farklılıklardan fayda üretilmesi, faydaya dönüştürülmesi
noktasında da bu tür çalışmaların güzel bir vesile
olacağını düşünüyorum.
Ben şu ana
kadar bütün milletvekillerimizin yaptıkları katkıdan
dolayı, Hükûmetimizin yaptığı katkıdan, hatta bütün
kamu kuruluşlarında çalışan görevlilerimizin
yaptığı katkıdan dolayı şükranlarımı
sunuyorum.
Bence zaman
aksiyon zamanı, eylem zamanı, hizmet zamanı, hizmette
yarışma, hayırda, güzel şeylerde yarışma
zamanı diye düşünüyorum ve bunu da şahsen kim ipi
göğüslerse bu yarışta yani hizmet yarışında zaferin
de başarının da taltifin, ödülün de onun olması
gerektiğini düşünüyorum. Yani bu başarıyı yani AK
PARTİli belediyeler kazanırsa AK PARTİli belediyeler
seçmeninden ödülünü alacaktır, MHPli belediyelerimiz kazanırsa onlar
ödülünü alacaktır, Cumhuriyet Halk Partili veya BDPli belediyeler
kazanırsa ödüllerini alacaktır. Bu anlamda, çok önemli bir
fırsatı verirsek milletimize, özürlü kardeşlerimize, özürlü
vatandaşlarımıza çok önemli bir sorunu aşmış
olacağız.
Ben tekrar
teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Hepimize
hayırlı uğurlu olsun diyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Ayva, teşekkür ediyorum.
Grup önerisini
oylarınıza sunuyorum
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Karar yeter sayısı istiyoruz çünkü engellilerin
sorunlarının araştırılmasına kimin
karşı çıktığını görmek istiyoruz.
BAŞKAN
Tamam, grup önerisini oylarınıza sunacağım, karar yeter
sayısı arayacağım.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Başkanım, elektronik yapılsa ihtilaf
olmaz.
BAŞKAN
Evet, elektronik cihazla oylama yapacağım. İki dakika süre
veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.08
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.20
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
MHP grup
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi
öneriyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısını arayacağım.
Oylama için iki
dakika süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Karar
yeter sayısı vardır, grup önerisi reddedilmiştir.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:
3.-
(10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
08.07.2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu; 08.07.2010 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından,
Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu
maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasına
saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan (TRT yönetimine yönelik çeşitli
iddiaların araştırılması amacıyla); (10/515) esas
numaralı Meclis Araştırma Önergesinin görüşmesinin, Genel
Kurulun 08.07.2010 Perşembe günlü birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Grup
önerisinin lehinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Buyurun
Sayın İnce. (CHP sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum ve on dakikalık
konuşmamın on saniyede bir özetini yapıyorum:
Değerli
milletvekilleri, TRT ile ilgili elimde yolsuzluk belgeleri var, ciddi yolsuzluk
belgeleri var. Ben bu belgeleri Meclisimizin değerli üyeleriyle
paylaşmak istiyorum. Eğer siz bugün oylarınızla komisyonu
kurarsanız, desteklerseniz, ben bu belgeleri medyadan önce değerli
milletvekillerine vermek istiyorum. Ama siz çoğunluğunuza güvenerek
reddederseniz, önümüzdeki hafta basın toplantısıyla bunu
kamuoyuna duyuracağım, bunu önce medyayla paylaşacağım.
Sayın
Başbakan şöyle diyordu: Kimin elinde ne varsa getirsin. Şimdi
sizi göreceğim ne kadar samimisiniz? Önümüzdeki hafta bu belgeleri
medyayla mı paylaşayım, yoksa şimdi oylarınızla
destekleyin, komisyon kurun, gelin sizlerle mi paylaşayım? Takdir
sizin.
VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) Yargıyla paylaş, götür
yargıya!
MUHARREM
İNCE (Devamla) TRT, gerçek anlamda kamu hizmeti
yayıncılığı yapacaksa, önce bu Genel Müdürden
kurtulmalıdır.
Sayın
milletvekilleri, Ben bu kadar personelle kırk kanal yönetirim. diye
başladı, sonra dedi ki
Personeli fazla buldu, teşvik vererek
yüzde 30dan fazla para ödendi, binden fazla kişi işten
çıkarıldı -yüzde 30 fazlası teşvik edildiği için
kamu zararı vardır burada- sonra bir baktık, 1.500 kişiyi
işe aldı. Önce Personel fazlası var. dedi, bin kişiyi
çıkardı, sonra 1.500 kişiyi aldı. Akrabalarını,
hemşehrilerini buraya doldurdu. Bakınız, Maliye
Bakanının, Millî Eğitim Bakanının, Sayın Bülent
Arınçın, Sayın Mehmet Aydının, Sayın Kültür
Bakanının, Sayın Faruk Özakın, hepsinin basın
müşavirleri TRTde kadroya geçirildi.
TRTde 72 milyon
insanın hakkı var. Bu ülkede elektrik kullanan herkes, işçi,
işsiz, emekli, zengin, yoksul, herkes TRT için bir yayın bedeli
ödüyor. 72 milyonun hakkını bu şekilde dağıtmaya
hakkınız yok. Mangalda kül bırakmazsınız, yetim
hakkından söz edersiniz, kul hakkından söz edersiniz, ben şimdi
size diyorum ki: Bu 72 milyonun hakkının olduğu bu yerde yetim
hakkı yiyorsunuz, kul hakkı yiyorsunuz.
TRTnin bütçesi
1,2 milyar lira. İbrahim Şahinin sülalesinin kontrolündedir
burası. Selami Karanfil, akrabasıdır, Satın Alma Daire
Başkanıdır. Ömer Avcı, satın almada, bu daire
başkanlığında müdürdür. Yani, bu kadar bütçe, Sayın
Genel Müdürün sülalesine emanet edilmiştir. Özel Kalem Müdürü Hakan Kutlu,
muhabir Ali Güney, Oğuz Darçın, hepsi İbrahim Şahinin
köylüleridir ve İbrahim Şahin işe başladıktan sonra
buraya yerleştirilmiştir. Şakir Özbek, Tuncay Yürekli, bunlar
müdürdür, hayatlarında bir gün yayıncılıkla, televizyonla
ilgili bir iş yapmamışlardır; tek bir ortak özellikleri
vardır, AKPden milletvekili aday adayıdırlar.
TRT tarihinde
ilkler yaşanıyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, TRT, PKKyı
aklama çabasına girdi ve Reşadiye baskınıyla ilgili olarak
Genelkurmay ilk defa TRTye dava açtı. Yine TRTyle ilgili ilk defa ana
muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, TRTden 60 milyar lira tazminat
kazandı. Bana açmıştı 50 milyarlık dava, onu kaybetti.
TRT tarihinde ilk defa, bir TRT dergisinde ana muhalefet partisinin Genel
Başkanına hakaret edildi. Bu olay sonucunda, artık TRT AKPnin
borazanı olmaktan çıkmıştır, TRT AKPnin
vuvuzelasıdır. Bizim Genel Başkanımızla ilgili ipe
sapa gelmez iddiaları gündeme getiren TRT, acaba Mecliste bekleyen
kalpazanlık, naylon fatura, ihaleye fesat karıştırma,
evrakta sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak dosyalarını
haber yapabilir mi? Bunu sizin vicdanlarınıza bırakıyorum.
Bakınız,
bir şey okuyacağım, çok ilginç. TRTnin Vizyon dergisinin bu
ayki sayısı. Astrolog, falcı Sevda Dorkip, TRTnin dergisinde
şöyle yazmış: CHPliler fazla umutlanmasın. Tayyip Erdoğan
çok güçlü bir karakter, zor günleri atlatmış görünüyor,
şansı sürecek. TRTnin de, Tayyip Erdoğanın da,
İbrahim Şahinin de artık umudu kala kala bir falcıya
kalmış. Siz milletten umudunuzu kesmişsiniz, umudunuz
falcılarda. Alın o dergiyi Allah aşkına bir okuyun,
devletin parasıyla böyle bir dergide bir falcı bunu yazıyorsa
Yazıklar olsun! derim, başka bir şey demem.
Benim bu Genel
Müdüre bir tavsiyem olacak: Bence gitsin bir kendi falına
baktırsın. O kendi falında, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında,
yükselen burcunun yanında başka şeyler görülüyor mu, mesela
böyle kapılar, demir parmaklıklar görülüyor mu? Yükselen burcunun
yanında Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, falına
baktırsın, belki bunlar görülüyordur.
Size sesleniyorum
sayın milletvekilleri, bu belgeleri önümüzdeki hafta basınla
paylaşmayayım, sizlerle paylaşayım, gereğini hep
birlikte yapalım. Ama karar sizin. Siz,
araştırılmasın, böyle bir komisyon kurulmasın derseniz
benim buna yapacak bir şeyim yok. Gelin, reyting, reklam, verici, stüdyo
ve cihaz alım ihalelerini birlikte inceleyelim. Siz bunu
kuracaksınız diye düşünüyorum. Sürekli olarak
Yolsuzlukların üzerine gideceğiz. , Hortumları
keseceğiz. , Hortumları kestik. diyenlerin burada ikircikli
davranacağına hiç ihtimal vermiyorum. Sonucu biraz sonra
göreceğiz. Ben, kul hakkını, yetim hakkını, garip
gurebanın hakkını önce Meclis sorsun diyorum.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, TRTnin bu dergisi, akıl almaz bir
şekilde, son sayısında Genel Başkanımıza
hakaretler yağdırmış. TRT tarihinde bu bir ilktir ama
Sayın Genel Müdür bunu sürekli yapar, ya TRTden yapar ya yandaş
medyadan yapar ya da hemşehrisi bazı İnternet sitelerinde, Avea
destekli, yönetim kurulu üyesi olduğu yerlerden destekli, telefon destekli
-ayrıntılarını kendisi anlıyordur- insanlara hakaret
eder, iftira eder. Ama bu ülkede mahkemeler var, yargı var, bunun
hesabı hep birlikte sorulacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, sizlere şunu
söylüyorum: TRTde hepimizin hakkı var. Biz hakkımızı
istiyoruz. TRTde Hükûmet var, muhalefet yok; TRTde işverenler var,
işçiler, emekçiler yok; TRTde cemaatler var, demokratik kitle örgütleri,
sendikalar, meslek odaları yok. TRTnin ilkesi
bağımsızlık, ahlakı dürüstlük, çizgisi tarafsızlıktı.
Şimdi TRT, bir borazanlığın ötesinde AKPnin
vuvuzelası oldu. Buna son vermek gereklidir. Bunun için
-konuşmalarımızı kısa yapacağımıza da
söz vermiştik, bir dakika da sürem var- son sözüm olarak şunu
söyleyeyim, Türk halkına çağrımız şudur: Bu borazan
niteliğindeki, bu vuvuzela niteliğindeki TRTyi izlemeyin,
izlettirmeyin. Önümüzdeki hafta yolsuzluk belgelerini
açıkladığımda mahcup olmayacağınızı
düşünüyorum, oraya bırakmayacağınızı
düşünüyorum. Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerinin
kuracağı o komisyona bu belgeleri teslim etmek istiyorum. Sizi
vicdanınızla baş başa bırakıyorum. Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisinin
aleyhinde Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Veysi Kaynak, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, sizin ve milletimizin, bütün
İslam dünyasının Miraç Kandilini kutluyorum, bu kandilin
dünyaya ve İslam âlemine barış ve huzur getirmesini temenni
ediyorum.
Çok değerli
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin, TRT ile ilgili araştırma
önergesinin görüşülmesi konusunda verdiği grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunuyorum.
Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu, özerk statüde kamusal yayıncılık yapan bir
kurumumuzdur. Özel yasayla 1964 senesinde kurulan bu kurum, kırk iki sene
içerisinde çok önemli hamleler yapmıştır. Bugün, TRT, dünya
coğrafyasının büyük bölümüne ulaşan, büyük bölümüne
sesimizi duyuran bir kurum hâline gelmiştir.
1990lı
yıllarda özel televizyon kanallarının açılması
nedeniyle TRTnin de kendisini çağın gereklerine uydurması
gerekmiştir. Bu nedenle, özellikle son yıllarda TRT de büyük bir
açılımın içine girmiştir.
Türkiye'nin
içinde bulunduğu coğrafya nedeniyle stratejik önem arz eden bir
bölgede yer alması, TRTnin bu coğrafyada
komşularımızla ve bütün dünyayla doğru bir şekilde
iletişimimizi sağlama gayreti içerisinde olması önemli bir
sorumluluk üstlenmesine sebep olmuştur.
Anayasamızın
133üncü maddesi ile 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon
Kanununun 1inci maddesinde TRT Kurumunun özerkliği hükme
bağlanmıştır. TRT Kurumu, bugün itibarıyla, 13
televizyon kanalı, 6 ulusal, 6 bölgesel, 1 yerel, 2 uluslararası
radyo, 30 ilde web yayını, teleteks yayını ve dergisiyle
Türkiye ve uluslararası yayın kuruluşları ile
yarışırken, kendi bünyesinde oluşturduğu yeni
kanallarla da kendisiyle rekabet edebilen bir yapıya
kavuşmuştur.
Cumhuriyet Halk
Partisinin Meclis araştırması önergesi aslında üç önemli
iddiayı içeriyor. Bunlardan birincisi, az önce değerli Grup
Başkan Vekilinin de ifade ettiği gibi, TRTde kadrolaşma
iddiası. İkincisi taraflı yayın
yapıldığı iddiası. Üçüncüsü de TRTnin
alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıdır.
Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu şimdiki Genel Müdür Sayın İbrahim
Şahinin göreve atandığı tarihten, yani 23/11/2007
tarihinden itibaren bugüne kadar kurumun hizmet ihtiyaçları göz önünde
bulundurularak asgari düzeyde açıktan ve naklen personel almıştır.
2008, 2009, 2010 yıllarında Kamu Personeli Seçme Sınavı
çerçevesinde giriş sınavları sonucu açıktan ve/veya naklen
611 kişinin atanması yapılmıştır. Bu dönemde 30
dilde web yayınına başlanmış, TRT 6, TRT Avaz, TRT TÜRK,
TRT Çocuk, TRT Müzik, TRT Belgesel, TRT Arapça gibi yeni kanallar hizmete
girmiş, kurumsal hizmetlerde artış olurken, 1.236 kişinin
emeklilik, vefat, istifa gibi nedenlerle TRTden ayrılması sonucu
personel sayısı önemli ölçüde azaldığından, azalan
personel, hizmet alımı suretiyle giderilmiştir. Ancak bu dönemde
götürü bedel hizmet alımı sözleşmesiyle
çalıştırılmakta olan kişilerin sosyal güvenlik ve
statüleri açısından ortaya çıkan sorunlar da giderilmiştir.
Bununla birlikte gerek mahkeme kararı ve gerekse Terörle Mücadele Kanunu
gereğince yapılan atamalar da söz konusu olmuştur.
TRTde siyasi
partilere, aldıkları oy oranına ve Meclisteki sandalye
sayılarına göre yer verilmektedir. Haber bültenlerinde hükûmet
icraatları dışında bütün partilerin, Mecliste grubu bulunan
partilerin haberleri yapılmaktadır. TRTnin mal ve hizmet
alımları da gerek yargı gerek Kamu İhale Kurumu denetimine
tabidir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bu hususta sözlerimi fazla uzatmadan şunu arz ediyorum:
Bütün bu konularda elinde belgesi olan, elinde suç delili olan bunları
götürüp cumhuriyet başsavcılıklarına versin. Bizzat parti
grubu olarak, AK PARTİ camiası olarak ve AK PARTİ Hükûmeti
olarak hiçbir kirli işin arkasında olmayız, kirli işe
bulaşanları da korumayız.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Kur o zaman komisyonu.
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) Savcılıklara gidin. Hangi savcılığa
verdiniz belgelerinizi? Onların dokunulmazlıkları mı var?
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Var, var. Başbakan izin vermiyor, izin.
MUHARREM
İNCE (Yalova) İzin vermiyorsunuz yargılanmasına.
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) - Ayrıca, TRTnin dergisinde falcının falcı
haberini gerçekten şahıs olarak ben de onaylamadım ama
falcının kehanetinden alınganlık gösterenler umudunu da
falcıya bağlamış demektir.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Devletin bir dergisinde falcının ana muhalefet
partisiyle ilgili yorumu
VEYSİ KAYNAK
(Devamla) Biz umudumuzu falcıya değil, millete bağladık;
bizim beklentimiz falcıdan değil, milletimizdendir; rehberimiz
falcılar değil, milletimizdir diyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisinin
lehinde Antalya Milletvekili Mehmet Günal.
Sayın Günal,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tüm Türk milletinin
ve Türk-İslam âleminin Miraç Kandilini kutluyor, hayırlara vesile
olmasını temenni ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, TRTyle ilgili araştırma önergesi üzerinde
söz aldım. Daha önce de bu konuları
tartışmıştık, TRT Kanunu geçerken de
tartışmıştık ama o günden bugüne çok fazla bir
değişiklik maalesef olmadı.
TRT, Türkiye için
çok önemli bir kurum. Kamu kurumu niteliğinde ve kamu hizmeti görüyor.
Dolayısıyla belli şartlara uyması gerekiyor. Kanunda,
Anayasada belirtilen hususlara riayet etmesi gerekiyor çünkü bizim
ödediğimiz vergilerle çalışmalarını yürütüyor.
Çalıştırdığı kişilerin de yine ücretlerini
bizim ödediğimiz vergilerden veriyor. Onun için, bu önergenin hiçbir
şekilde dikkate alınmadan bir iktidar taassubu içerisinde
reddedilmesi gelenek hâline geldi. Daha önce de yine TRTyle ilgili önergeler
vardı, yine reddedilmişti.
Değerli
arkadaşlarım, TRTnin, kuruluşundan bugüne Türk kültür
hayatına önemli katkıları olmuştur. Özellikle müzik, sanat,
dil, diğer bütün kültür alanlarında biz çocukluğumuzdan itibaren
TRTnin programlarıyla hem radyoda hem televizyonda beynimizin arka
planında sürekli olarak bunları izleyerek, dinleyerek büyüdük. Birçok
şeyde müzik toplulukları, korolar vardı.
Şimdi, özet
itibarıyla, kuruluş amacına uygun bir şekilde TRTnin Türk
milletine bu anlamda, Türk milletinin geleceği için yetişecek
nesillere bilgi aktarması, ilgili programlar yapması gerekiyor.
Maalesef bunları yapamadığını görüyoruz değerli
arkadaşlarım.
TRT görevleri,
sorumluluğu Anayasada ve TRT Kanununda belirlenmiş.
Anayasanın 133üncü maddesinde Devletçe kamu tüzelkişiliği
olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören
haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının
tarafsızlığı esastır. denilmektedir.
Şimdi, TRT
Kanununda ne deniyor bu konuda? Bu Kanunun amacı, radyo ve televizyon
ile tüm medya araçlarından yapılan yayınların
düzenlenmesine ve özerkliği ve tarafsızlığı Anayasada
hükme bağlanan Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun kuruluş, görev,
yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.
Dolayısıyla,
bir değerlendirmeye geçmeden önce, yine bu konuda Anayasa Mahkemesinin
daha önce almış olduğu bir karardaki kısa bir hususu
sizlere aktarmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Deniliyor ki:
Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar,
çalışmalarında başarılı olamaz ve hızlı
bir bozulmaya uğrarlar. Hukuksal gereklerin yerini siyasal istemlerin
alması durumunda bu sonuç kaçınılmazdır. Hukuk devletinde
ise adaletin, hak ve özgürlüklerin gereklerine uyulması savsaklanamayacağı
gibi yöneticilerin kişisel tutumlarına, gelişigüzel isteklerine
de bırakılamaz. Anayasanın radyo-televizyon
yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği
sağladığı güvencenin anlamına ters düzenlemeler uygun
karşılanamaz. Burada temel amaç, radyo-televizyon yönetiminin siyasal
iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır.
Burayı bir
daha dikkatlerinize sunuyorum arkadaşlarımız konuşmaya
daldığı için:
temel amaç, radyo-televizyon yönetiminin siyasal
iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır. Dışlanan etki,
yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim
makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de
yansızlığı gölgeleyecek tutum ve
davranışlarına kapalılığı anlatır.
diyor ve bu şekliyle devam ediyor daha önce Anayasa Mahkemesinin
almış olduğu bir karar.
Değerli
arkadaşlarım, daha önce de burada bu konuyu
tartıştığımız zaman Grup Başkan Vekiliniz
Sayın Suat Kılıç demişti ki: Biz herkesin haberlerini
adaletli olarak veriyoruz. Maalesef, hâlâ
Ben tutanaklara baktım, aradan
dört ay geçmiş
SUAT KILIÇ (Samsun) Biz vermiyoruz, bizimle
alakası yok, orası TRT.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Aynı cümleyi yine kullanmışsınız. Dün
Prompterden mi okuyorsunuz? demiştim, yine Biz vermiyoruz.
demişsiniz. Hükûmete bağlı olarak bir kurum.
SUAT KILIÇ (Samsun)
Hükümete değil, TRT devlete bağlı.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Devletin televizyonu olmadığı için zaten
tartışıyoruz, devletin televizyonu olsa
Şunu
söylemiştik, verdiğimiz soru önergeleri var, şunu
söylemiştim Sayın Kılıç, tekrar ediyorum talebimi: Bir
aylık programların dökümünü, bir aylık, periyodik olarak haber
programlarında, hangi partiye, hangi şahsa, kaçar dakika yer
verildiğini
Siz bunu yapabilirsiniz, biz soruyoruz
Sayın
Şahinden de sizden de hâlâ gelmedi. 8 Nisan -bugün 8i yine- 8 Temmuz, üç
ay geçmiş bunu konuştuğumuzdan bu yana. İstirham ediyorum,
bana getirin, ben de gerçekten şu kadar varmış,
haksızlık etmişiz Sayın Kılıça diyeceğim
veya Sayın İbrahim Şahine diyeceğim.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Tamam. Genel Müdüre
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Siz söylediğiniz için size söylüyorum. O gün dediniz ki: MHP
en azından geliyor, veriyoruz. diye.
Şimdi,
burada, değerli arkadaşlarım, öyle programlar var ki, TRT
kanalı bir yönlendirme ve manipülasyon kanalı hâline gelmiş.
Onlara da cevap gelmedi. Bakın, arka arkaya bunları söyledik, dedik
ki: Bu süre içerisinde yapılan yayınlarda, efendim habercilik
yapıyoruz diye Sayın Genel Müdür açıklamıştı
biliyorsunuz. E, peki, arkasından geldiği zaman düzeltme yapıyor
musunuz? Hayır. E, şimdi, bu ilginç bir şey. Özellikle
manipülasyonun en önemli örneği de daha önceki Reşadiye
olaylarında ve yine buradaki kamyonlu haberde gelmişti. E,
bakıyoruz, şimdi, Genelkurmay Başkanlığı gibi bir
kurum TRTye dava açmış. Nasıl olur da devletin iki kurumu, devletin
olması gereken kurum bu şekliyle davalı hâle gelebilir? Peki, ne
diyor Sayın Genel Müdür? Bu konuda bir açıklama yok. Sayın
Bakandan da o tip, bizim sorularımıza yazılı bir bilgi
gelmiyor. Ne yapıyorlar? Efendim, bu arada, sürekli olarak
dışarıya program yaptırmaya devam ediyorlar. Vallahi, ben,
izlemekten artık imtina ediyorum. Eskiden sürekli TRT 2 açık olurdu,
TRT Habere bakardık, şimdi bakıyoruz sürekli olarak birileri
program yapıyor. Bunların hepsi de yorumcu. Belli kanallardan
gelmişler, TRTye dışarıdan program yapıyorlar.
Değerli
arkadaşlarım, sürekli olarak TRTde şu şu kadrolar
açıldı deniyor. TRTnin teknik kadroları var, yeterli
elemanları da var. Nedense sürekli olarak dışarıya bir
kaynak aktarımı var, sürekli olarak dışarıdan program
satın alınması var danışmanlık hizmeti adı
altında da sürekli olarak hizmet satın alma var. Bu durumun
baştan sona bir araştırılması ve TRTnin etkin bir
şekilde işletilmesi gerekiyor.
Burada çok ilginç
bir şey vardı, Sayın Genel Müdürden de, Hükûmet kanadından
da maalesef bu konuda bir açıklama gelmedi. Daha önce, malum, bu
manipülasyonlar yapılırken Tuncay Güneyle ilgili röportajlar
yayınlanmıştı. Onun üzerine Sayın Genel Müdüre
röportajında sordular, Falancayı da ekrana çıkarır
mısınız? diye. Kendisi gülerek cevap veriyor: Efendim, bizim
Osman Öcalanla da yapılmış röportajımız var.
Nerede? diyorlar. Kasamda duruyor, zamanı geldiğinde
açıklarım. diyor. Ben şimdi soruyorum: Ne zaman zamanı gelecek?
Açılım işleri yolunda gitseydi gelecek miydi? Sayın Genel
Müdür hâlâ bu programın kasetini kasasında tutuyor mu? Bunun
içerisinde ne var ben merak ediyorum. Bir taraftan şehit haberleri gelmeye
devam ediyor, bir taraftan Genel Müdürün kasasında hâlâ Öcalan
röportajı duruyor. Böyle bir şeyi yapmış olsanız bile
röportaj sırasında Kasamda duruyor. demeyi ben anlayamıyorum.
Bir de zamanı ne zaman gelecek, ne zaman yayınlanacak bunlar?
İşte bunlar TRTnin bir yönlendirme,
manipülasyon aracı olarak, iktidarı aklama aracı olarak
kullanıldığını gösteriyor. Maalesef hâlen daha burada
bize söylenenlerin hiçbirisinde tutarlı bir cevap, tutarlı bir bilgi
gelmemiş durumda. Tekraren söylüyorum, eğer varsa bununla ilgili, üç
ay geçti, o gün yine hatırlatmıştım TRT Şeşle
ilgili soruşturma açılmış diye. Ne Bakandan ne Genel
Müdürden herhangi bir bilgi, AKP grubundaki yetkili
arkadaşlarımızdan da maalesef gelmedi. Soru önergeleri soruldu,
onlara da verilen cevaplarda doğru dürüst bir cevap yok. Bir
soruşturma açılmışsa sonuçlarının -ama olumlu ama
olumsuz- şunlar şunlar oldu, şu suçlar sabit bulundu, bunlar
bulunmadı diye gelmiş olması gerekiyor.
Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun önemini, rolünü
yerine getiremediğini, maalesef iktidarın borazanı hâline
geldiğini ve bu çerçevede de Türk milletinin geleceğine hizmet
etmesinin mümkün olmadığını düşünüyoruz. Burada bir
taraftan TRT Şeş kurarken, bir taraftan Arapça yayınlar yaparken
maalesef Türkçe kısmının çok zayıf kaldığını
ve sadece yönlendirmeye yönelik haber programları ve paket
programların dışarıya
yaptırıldığını görüyoruz ve bundan hicap
duyuyoruz. Net bir şekilde, bu söylediğimiz hususlarda bilgi
bekliyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Toparlıyorum Başkanım, teşekkür ederim.
Üç ay geçmesine
rağmen henüz bir bilgi maalesef gelmemiştir. Ben söylediğim
zaman sizler gülmüştünüz, Burası AK-RT oldu demiştim TRT
yerine ama maalesef giderek bu şey devam ediyor. AK-RT olmanın
ötesinde aklama televizyonu hâline gelmiş bulunuyor.
Başarısızlıklarının üstünü örtmek üzere ve
Hükûmetin icraatlarını pembe tablolarla millete sunmak üzere
birtakım programlarla manipülasyonlar yapılmaya devam ediliyor.
Devletin bu güzide kurumunun yapmış olduğu çalışmaların
araştırılması, yolsuzlukların
araştırılması ve nitelikli kadroların buraya istihdam
edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle CHP grup önerisinin lehinde oy
kullanacağımızı bildiriyor, sizlerden de destek talep
ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Günal.
Grup önerisinin
aleyhinde Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu, buyurun efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
SAFİYE
SEYMENOĞLU (Trabzon) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; CHP Grubunun TRT ile ilgili araştırma önergesinin
görüşülmesi amacıyla verdiği grup önerisinin aleyhinde söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, eskiden TRTyi çiftliğe çevirenler şimdi kurumu
hedef tahtasına koymakta, birbiri ardına yaptığı
atılımlarla yayıncılıkta söz sahibi olan kurum
asılsız iddialarla yıpratılmaya
çalışılmaktadır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Haftaya görürsün iddiaları.
SAFİYE
SEYMENOĞLU (Devamla) - Bugün CHPnin gündeme alınmasını
istediği araştırma önergesine konu TRT, yakın tarihimizin
en önemli kurumlarından biridir.
TRT devlet
adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek
amacıyla 1964 yılında özel yasayla, özerk, tüzel bir
kişiliğe sahip olarak kurulmuş bir kurumdur. 1972 senesinde
Anayasada yapılan değişiklikle TRT tarafsız kamu iktisadi
kuruluşu olarak tanımlanmış, 1993 yılında özel
televizyonlara izin verilmesiyle birlikte TRTnin özerkliği yeniden tesis
edilmiştir. Özel televizyonların artması rekabeti de beraberinde
getirmiş, TRT daha kaliteli, hızlı ve aktif
yayıncılık yapabilmek için sürekli yeni hamlelerde
bulunmuştur. Özellikle son iki yılda TRT hem Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde hem de dünya coğrafyasında
izlenebilirlik adına birbiri ardına önemli hamlelerde
bulunmuştur.
1 Kasım
2008de faaliyete geçen TRT Çocuk Türkiyenin ilk çocuk kanalı
olmuştur. 1 Ocak 2009 itibarıyla ise TRT 6 Kürtçe, farklı dil ve
lehçelerde yayın yapan kanal olarak yayın hayatına
başlamıştır. Bunu da 250 milyon nüfuslu coğrafyaya
seslenmesi amaçlanan TRT Avaz takip etmiştir. Türkçe haber kanalı TRT
Türk, bölgesel yayınlar alanında TRT Anadolu, müzik alanında
yayın yapan TRT Müzik, belgesel kanalı TRT Belgesel ve Arapça, TRT
Arap kanalları izleyicilerle buluşmuştur.
Değerli
milletvekilleri, TRT, bugün 14 televizyon kanalı, 6sı ulusal,
6sı bölgesel, 1 yerel, 2 uluslararası radyo kanalı, 32 dil ve
lehçede yayın, ayrıca dergileriyle gerek ülkemize gerekse dünyaya
yayıncılık yapmaktadır. Ülkemiz için böyle önemli görevler
ifa eden TRT Kurumunu dünyaya sesimizi duyurduğu için tebrik ediyor,
başarılı çalışmalarının artarak devam
etmesini diliyorum.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündeminin belirlenen takvimi ve yoğunluğu
dolayısıyla CHPnin grup önerisine Hayır oyu vereceğimizi
belirtiyor, bütün Müslüman âleminin Miraç Kandilini kutluyorum, hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
VI.-
AÇIKLAMALAR (Devam)
5.-
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün, Edirne ili Keşan ilçesi
Küçükdoğanca köyü yakınlarındaki, özel sektöre ait, yer
altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde meydana gelen
yangına ilişkin açıklaması
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkanım, Edirne Keşan ilçesi
Küçükdoğanca köyü yakınlarında, Kale Madencilik adlı özel
sektöre ait yer altı kömür ocağında 7 Temmuz 2010 tarihinde saat
on civarında meydana gelen yangınla oluşan göçükte 3 kişi
mahsur kalmıştır. Bu kişilerin kurtarılma
çalışmaları hâlen devam etmekte olup şu an itibarıyla
henüz kurtarılmamışlardır. Umuyorum ve diliyorum ki, bu
insanlarımız sağ salim yer altından
çıkarılırlar, acı bir haberle karşılaşmayız.
Ben bu vesileyle söz aldım. Artık bu madenlerde özellikle meydana
gelen ve adına kaza denilen bu tip cinayetlerin bir an önce önlenmesi ve
özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımızın elimizdeki yasal mevzuatın
uygulanıp uygulanmadığını denetlemesi ve görevini yapması
gerektiğini düşünüyorum. Madencilik camiasına geçmiş olsun diyorum.
BAŞKAN Biz
de maden işçilerimize geçmiş olsun diyoruz. Ümit ediyorum,
inşallah, sağ salim kurtarılırlar.
VIII.-
ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.-
(10/515) esas numaralı Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmelerinin, Genel Kurulun 8/7/2010 Perşembe günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına
geçiyoruz.
1inci
sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
IX.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.-
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada
yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S.
Sayısı: 321)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü
sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası
İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete
Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana
Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine
Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü
sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4
Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
4.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve 4
Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/845, 1/884, 2/701) (S. Sayısı: 506) (x)
BAŞKAN
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu
506 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince bu tasarı İç Tüzükün
91inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine
geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve
bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının
tümü üzerinde ilk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Necla Arata aittir.
Sayın Arat,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
NECLA ARAT (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına İlişkin 506 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
bu kanun tasarısıyla Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir, Konya,
Kayseri ve Erzurumda 7si devlet, 1i de Antalyada vakıf üniversitesi
olmak üzere 8 yeni üniversite daha kurulmak istenmektedir. Böylece tüm
üniversitelerin sayısı 146ya yükselecektir. 2002 yılında
53ü devlet, 23ü vakıf olmak üzere 76 üniversitemiz bulunmaktaydı.
AKP Her ile bir üniversite açacağız. sloganıyla yola
çıkarak 2003ten bu yana 42si devlet, 28i vakıf olarak toplam 70
yeni üniversite kurmuştur. Yani AKPnin her yılına 14 üniversite
sığdırılmaya çalışılmıştır.
Biz, Cumhuriyeti
Halk Partisi Grubu olarak defalarca, üniversite kuruluşlarına
karşı olmadığımızı ama yangından mal
kaçırırcasına kurulan ya da resmî işlemleri kâğıt
üzerinde tamamlandığı hâlde binaları, öğretim üyeleri,
vizyon ve misyonu belirsiz, eksik yapılanmalara, ayrıca bu
yapıları oluşturmadaki çarpık ideolojik nedenlere ve
yandaşlık ilişkilerine dayanan antidemokratik yönteme hep
karşı çıktık. Altyapıları tamamlanmadan,
öğretim üyesi ihtiyacını karşılamaya yönelik
hazırlıklar yapılmadan ve ekonominin ihtiyacı olan iş
gücü göz önüne alınmadan, lise standardında üniversite kurmanın
bir yararı olmayacağını bıkmadan, usanmadan yineledik.
(x) 506 S.
Sayılı Basmayazı 07/07/2010 tarihli 130uncu Birleşim
Tutanağına eklidir.
Muhalefet olarak,
mezunlarının istihdam oranı düşük ya da olanaksız
fakültelerin açılmaması gerektiği üzerinde de önemle durduk.
Örneğin, 250 binin üzerinde eğitim fakültesi mezunu öğretmen
atanma beklerken yeni üniversitelerde artık eğitim fakültelerinin
açılmaması gerektiğini, vakıf üniversitelerinde eğitim
fakültelerine yer verilmemesi gerektiğini dile getirdik. Bu süreç içinde,
iktidarın, planlamasını yaptığı üniversitelerin
kuruluşlarını hızla yasalaştırırken
uyguladığı antidemokratik yönteme her defasında
karşı çıktık.
Üniversitelerin iktidarın güdümünde, yani siyasetin vesayetinde
olmaması gerektiğini savunduk. Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu üyeleri olarak emrivakiler karşısında kalmak
istemediğimizi, özellikle vakıf üniversiteleri kurulurken
ayrıntılı bilgilendirme yapılmasını
beklediğimizi vurguladık ama çok kez bu taleplerimize
karşılık verilmedi.
Örneğin, bu
son tasarı görüşülürken Plan ve Bütçe Komisyonunda da muhalefetin
Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi ve Uluslararası Antalya Üniversitesine
ilişkin ayrıntılı bilgi isteğine, Millî Eğitim
Bakanı Sayın Çubukçunun, vakıf üniversitelerin kurulmasına
ilişkin evrakların altı yüz ile iki bin sayfa arasında
değiştiği ve her şeylerinin YÖK tarafından
araştırılıp uygun görülerek Bakanlığa
sunulduğu türünden ilginç bir yanıt verdiğine tanık olduk.
Sayın
milletvekilleri, eğer üniversite kurma yöntemi ahbap çavuş
ilişkileri içinde bu şekilde işleyecekse kanun
tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonuna, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna ve sonunda Meclis Genel Kuruluna
getirilmesinin bir anlam taşıyıp
taşımadığını, millî iradenin gerçekte nerede
tecelli ettiğini tartışmamız gerekecektir.
Öte yandan, bu
tür hızlı üniversitelerin teknolojik yenilikler yaratmak, bilgi
üretmek, bulundukları şehir ve bölgenin ekonomik ve sosyal
kalkınmasına katkı sağlamak bir tarafa, öğrencilere de
çekici gelmediklerini bilmekteyiz. Nitekim, ÖSYM verilerine göre 2009 ÖSS
tercih listesinde yeni kurulan üniversiteler pek rağbet görmemiştir.
Yeni açılmış üniversiteler adayların ilk tercihlerinde en
az yer verdikleri kurumlar olarak göze çarpmaktadır. Örneğin,
Şırnak Üniversitesini 857, Tunceli Üniversitesini 699,
Iğdır Üniversitesini 621, Gebze İleri Teknoloji Enstitüsünü 118
aday ilk tercih olarak yazmıştır.
Hükûmet, bu
tasarının genel gerekçesinde ülkemizdeki teknik ve sosyal
gelişmeler ile nüfus artışı sonucunda mevcut
üniversitelerin var olan ihtiyaçları karşılamada yetersiz
kalmasının yeni devlet üniversitelerinin kurulmasını
gerektirdiğini öne sürmektedir.
AKP, nüfus
artışını azaltacak, istihdamı artıracak rasyonel
yöntemler bulup uygulamak yerine, sayıca daha fazla ve daha niteliksiz
üniversite kurarak bu problemin üstesinden geleceğini ummaktadır ama
çok yanılmaktadır. Nitekim, Üniversite Konseyleri Derneği de son
yıllardaki bu hızlı üniversite kurma furyasını
ağır şekilde eleştirmekte ve akademiyi sonlandırma
atağı olarak niteleyip üniversitelerin hem
gericileştirildiklerini hem de ticarileştirildiklerini öne
sürmektedir. Konseye göre üniversiteler üniversite olmaktan
çıkartılmakta ve bilenen anlamıyla akademik kurumlara son
verilmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; eleştirilerimize ve yerine
getirilmeyen haklı isteklerimize karşın AKPnin her zamanki
gibi, yani oy çokluğu ile tasarıdaki yeni yedi devlet üniversitesi
ile yeni bir vakıf üniversitesini kuracağını hepimiz
biliyoruz ama Gaye Eğitim, Sağlık, Spor ve Çevre
Vakfının Antalyada kurmayı istediği vakıf
üniversitesinin öyküsüne geçmeden önce bir iki önemli noktaya daha
değinmek istiyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak Bilkent Üniversitesinin adının gerçek kurucusu
Profesör Doktor İhsan Doğramacının adını alarak
İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi şeklinde değiştirilmesine
hiçbir itirazımız yoktur ama öteden beri, kurumlara yaşayan
kişilerin adlarının verilmesini teamüle aykırı
gördüğümüz için Kayseride kurulacak olan devlet üniversitesinin
adının Kayseri Üniversitesi olarak öngörülmüşken bazı AKP
milletvekillerinin teklifleri ile Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi olarak
değiştirilmesini ciddi devlet yönetimi anlayışıyla
bağdaştıramıyoruz. Çünkü bir kuruma adı verilecek
kişinin o kuruma gerçek anlamda katkısının ne olduğu
ve hangi başarıları ile bu kuruma adının verildiği
objektif nedenlerle gerekçelendirilmeden, yaşayan, makam sahibi kimselerin
adlarını kamu yatırımlarına, tesislere, üniversitelere
vermenin doğru olmadığını düşünüyoruz.
Öte yandan, bir
devlet üniversitesinin bulunduğu bir kentte ikinci bir devlet üniversitesinin
kurulması yerine, üniversitesi bulunmayan kentlere kaynak
aktarımının daha rasyonel olduğunu düşünüyoruz.
Esasen Kayseri
Üniversitesi tam anlamında bir devlet üniversitesi olmayıp bir melez
üniversite görünümündedir çünkü arsası Melikgazi ilçesinde hazır olan
bu projenin altyapısını Anakent Belediyesi, binalarını
ise odalar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve
hayırseverler yapacakmış, devletten beklenen yalnızca kadro
tahsisiymiş.
Sayın
milletvekilleri, üzerinde önemle durduğumuz bir başka konu da ister
devlet ister vakıf olsun yeni kurulan üniversitelerde öğrencilerin
barınma, yani yurt sorunlarının öncelikle çözülmesi
gerektiğidir. Bunu her defasında vurguluyoruz çünkü 2009 yılında
da üniversiteli 500 bin öğrenciden yalnız 90 binine barınma
hizmeti verilebilmiştir ve yaklaşık 400 bin öğrencinin pek
çoğu tarikat ve cemaatler tarafından kurulan dernek ve
vakıfların elindeki özel yurtların kucağına
itilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, bu kanun tasarısına Hükûmet tarafından 2010
tarihinde sevk edilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca 24 Mayıs 2010 tarihinde, on gün sonra,
esas komisyon olarak Millî Eğitim Komisyonumuza havale edilen
Uluslararası Antalya Üniversitesi adlı vakıf üniversitesinin
tasarıya alınması için ne yazık ki özel ve
ayrıcalıklı bir işlem yapılmıştır.
Şimdi size bu özel ve ayrıcalıklı işlemin öyküsünü
anlatacağım.
Antalyada
üniversite kurmak için çalışmalarını üç yıl önce
başlatan Akdeniz Eğitim Vakfı AKEVe 2007 yılında
Antalya Defterdarlığı tarafından Serik ilçesi Kadriye
beldesinde 107.053 metrekare yüz ölçümüne sahip bir alan kırk dokuz
yıllığına tahsis edilmişti. Yine aynı yıl,
Döşemealtı ilçesi Çıplaklı beldesinde bulunan, mülkiyeti
hazineye ait 341.909 metrekarelik bir arazinin de üniversite kurulması
amacıyla ön ihalesi yapılarak Gaye Eğitim, Sağlık,
Spor ve Çevre Vakfına tahsis edilmesine ön izin verilmişti. AKEV
Vakfı, yıllar önce Antalya Üniversitesi tescilini almış
olduğu, çalışmalarını ve Kadriyedeki bina
yapımını üç yıl önce başlatıp 40 milyon
liralık kampüs ve bina yatırımı gerçekleştirdiği,
binalardan bir bölümünü bitirdiği ve Antalyada uzun zamandır
eğitim hizmetleri veren, Atatürk ilkelerine bağlı,
başarılı bir vakıf olarak tanındığı
hâlde YÖK, her nedense, özel üniversite talebini Bakanlar Kuruluna
göndermemiştir AKEVin. Buna karşılık, kuruluşu çok
daha yeni olan ve üniversite izni başvurusunu bir yıl önce yapıp
siyasi ilişkileri güçlü olduğu için Döşemealtından
üniversite kampüs alanı tahsis ettirmeyi başaran ve bir bankaya 100
milyon liralık bloke sağladığını belgeleyen ama
henüz her şeyi kâğıt üzerinde olan Gaye Vakfının
Uluslararası Antalya Üniversitesi izin dosyasını YÖK bu kez
hemen Bakanlar Kuruluna sunmuş ve izni geçirmiştir. Kuşkusuz bu
durum yerel ve ulusal basında yer almış ve Başbakan
Erdoğana yakınlığıyla bilinen, Star gazetesi ile
Kanal 24ün ortaklarından, Rixos oteller zincirinin sahibi Fettah
Tamincenin, Gaye Eğitim, Sağlık, Çevre ve Spor Vakfının
yönetiminde bulunmasının ve kurulacak üniversitesinin mütevelli heyetinde
yer almasının rol oynadığı dile getirilmiştir.
Özelikle de Tamincenin, gerek Cumhurbaşkanı gerek Başbakan ve
de Fethullah Gülen ile yakınlığı vurgulanmış,
hatta Uluslararası Antalya Üniversitesi Fethullah Gülenin mi? türünden
başlıklar bile atılmıştır.
Sayın
milletvekilleri, işte ahbap çavuş ilişkileri ile üniversite
kurmak derken bu gibi örnekleri kastetmekteyiz.
Gaye Eğitim,
Sağlık, Çevre ve Spor Vakfının daha önceki eğitim ve
benzeri gibi, sağlık, çevre, spor gibi etkinliklerine ilişkin
elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu bilgiler istendiğinde
de Sayın Bakanın tutumunun bu isteği reddetme biçiminde
olduğundan söz etmiştim. İnternete bilgi için
başvurduğumuzda, bu Vakfa ait üç ayrı yerde bilgiye
rastlayabildik. Bunlardan bir tanesi, bu Vakfın 28 Nisan 2005te Kutlu
Doğum Haftası etkinliği düzenlediğini söyleyen bir haber.
Bir ikincisi, 11
Şubat 2010 tarihli Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi
Rektörlüğünün 421 no.lu Toplantısında alınan Yönetim
Kurulu kararları arasında Vakfın adının geçmesi.
Nasıl geçiyor Vakfın adı? İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Hasan İbicioğlunun Gaye
Eğitim Vakfı tarafından Antalyada kurulmakta olduğu bildirilen
vakıf üniversitesinin kurulma ve organizasyon yapısının
planlanmasında ve sunulmasında eğitim ve
danışmanlık hizmeti vermek üzere görevlendirilmesine
ilişkin teklif kabul edilmiştir. diye geçiyor.
Şimdi,
adı geçen Sayın Profesör Doktor Hasan İbicioğlu ise Türbana
Özgürlük Bildirisini imzalayan öğretim üyelerinden olup Şubat
2008de imzacılar arasında yer almış, Ağustos 2008de
ise dekanlığa atanmış olan bir öğretim üyesidir.
Sayın
milletvekilleri, üniversite sistemimizin kanayan bir yarası da rektör ve
dekan seçimlerinde adayların kurumlarında yapılan eğilim
yoklamalarında aldıkları oylardan çok, Başbakan ve
Cumhurbaşkanına ya da tarikatlara yakınlıklarının
ve Türbana Özgürlük Bildirisine imza atıp atmamış
olmalarının rol oynamasıdır. Örnek vermeyeceğim,
hepiniz günlerdir köşe yazarlarının bu konudaki ağır
eleştirilerini zaten okumaktasınız. Marmara Üniversitesi ve
Giresun Üniversitesi örnekleri bile nasıl bir durumun
yaşandığını gayet güzel bir şekilde
sergilemektedir.
Yine, üçüncü
haber nasıl geçiyor Gaye Vakfıyla ilgili? Bir Yönetim Kurulu
kararı, yine Süleyman Demirel Üniversitesinin bu Vakfa bir mütevelli heyet
üyesi görevlendirdiğini söyleyen bir haber bu ama tarihlere dikkat
ettiğinizde -yani 11 Şubat 2010 ve 29 Nisan 2010da- bu üniversitenin
kuruluş işlemleri henüz tamamlanmamış olduğu hâlde
lehte tamamlanacağının önceden kesin olarak bilindiğini
bize göstermekte bu tarihler. İşte konuşmamın
başlangıcında emrivakilerden söz ederken bu türden örnekleri
kastetmiştim.
Sayın
milletvekilleri, vakıf üniversitesi kurabilmek için pek çok koşul
arasında öncelikle neler gerekli, şimdi kısaca
anımsayalım. Her şeyden önce, bina, araç gereç ve diğer
eğitim öğretim tesis ve malzemelerinin hazır bulunduğunu,
hazır olmayanların sağlanması için yeterli kaynağın
tahsis edildiğini, bu mal varlığının kurulacak
yükseköğretim kurumuna kuruluşundan sonra -eğitim öğretim
faaliyetine başlamadan önce- en geç üç yıl içerisinde özgülenmesini,
mülkiyeti devredileceklerin devredileceğine ilişkin yetkili
organların noter onaylı kararları ve bununla ilgili belgelerin
gerekli olduğunu biliyoruz. İkinci olarak, taahhütleri arasında
bir üniversite kurulması için mülkiyeti devredilecek asgari düzeyde
yeterli mal varlığı dışında emlak ve mallar varsa
bunlara ilişkin kira, aidat ve her türlü ödemelerin kurucu vakıf
tarafından taahhüt edilmesi ve bu ödemelerin kurucu vakfın uhdesinde
kalan taşınır taşınmaz mal varlığı ile
karşılanabilecek durumda olması gerekli. Ayrıca, vakıf
yönetim organı dışında yükseköğretim kurumunun
mütevelli heyetinin 7den az olmamak üzere kaç kişiden
oluşacağını, mali ve idari konularda mütevelli heyet ve
dışındaki organlardan hangisinin karar vermeye yetkili
olduğunu belirten Vakfın yetkili organlarının
kararının ve mütevelli heyet üyelerinin öz geçmişlerini belirten
belgelerin gerekli olduğunu da biliyoruz ama Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, vakıflarla ilgili gerekli olan bu belgeleri bilmemize
rağmen, kurulmak istenen Uluslararası Antalya Üniversitesi niçin
uluslararasıdır, bilmiyoruz; hangi dilde öğretim
yapacaktır, bilmiyoruz; bloke ettiği 100 milyon ve hazine arazisinden
tahsis edilen arsa dışında mal varlığı, emlak,
arsa, finansman kaynakları nedir, bilmiyoruz; basından
öğrendiğimiz bir ikisi dışında vakıf yönetim
kurulu üyeleri kimlerdir, mütevelli heyet kimlerden oluşacak, bilmiyoruz;
bu vakıf üniversitesi parasız mı olacak, bilmiyoruz; Vakfın
eğitim, sağlık, spor ve çevre konusunda bugüne kadar Antalya
ilimize ne gibi katkıları olduğunu da bilmiyoruz.
Bu nedenle,
sayın milletvekilleri, kurulması önerilen Uluslararası Antalya
Üniversitesine bugün oy verirken bildiklerimizi bilmediklerimizle
karşılaştırarak anlamlı bir şekilde evet ya da
hayır diyeceğinizi ummak istiyor, Genel Kurula saygılar
sunarak sözlerime son veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Arat.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman
Çakır.
Buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
OSMAN ÇAKIR (Samsun) Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle
yüce milletimizin kandilini kutlamak istiyorum ve maden işçilerimize de geçmiş
olsun diyorum. Bu vesileyle Türk yükseköğretimine hizmet etmiş ve
önemli başarılar sağlamış Sayın İhsan
Doğramacıyı da minnet ve şükranla anmak istiyorum.
Ayrıca Türk yükseköğretimine hizmet etmiş olan bütün
yöneticilere de burada teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Dün akşam
bir tartışma yaşadık. Bursa milletvekillerimizin
vermiş olduğu Bursa Teknik Üniversitesi konusunda kanun teklifi
maalesef iki yıl sonra verilen bir kanun teklifiyle
birleştirilmemiş, iki yıl önceki kanun teklifi yok
sayılarak daha sonra AKP Grubunun vermiş olduğu teklif gündeme
alınarak Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirilerek
tartışılmıştır. Bu fevkalade
yanlıştır. Her ne kadar İç Tüzükte yapılabilir,
edilebilir deniyorsa da teamüllere aykırıdır. Bir kere, fikrî
mülkiyet haklarına da aykırıdır. Eğer Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak biz burada fikrî mülkiyet haklarına saygı
göstermezsek, iki yıl önce arkadaşlarımızın
düşündüğü dikkate alınarak kanun teklifi hâline getirdiği
bu teklifi yok sayarsak ve onların fikri üzerine kendimiz gasbederek -bir
nevi kopyalama ve intihal teşebbüsünden farkı yoktur- kendi kanun
teklifimizi verip de sanki bunu çoğunluğumuza, Millet Meclisindeki
çoğunluğa dayanarak biz kuruyormuş gibi davranırsak
fevkalade yanlış yapmış oluruz. Bu yanlış
yapılmıştır. Akşam da bütün itirazlar yok
sayılmıştır. Keşke bugün, bu sabah o konu
halledilerek, bu teklif birleştirilerek burada bu kanunun
görüşülmesine geçseydik daha iyi olurdu.
Değerli
milletvekilleri, zaman, insanlığın gelişimini ve
çağı iyi analiz edememiş toplumların geriye
düştüğü ve diğerleriyle aralarındaki mesafenin giderek
açıldığı bir süreçte ilerlemektedir çünkü biliyoruz ki yeni
gelişme ve dinamikleri kavrayamayanlar bunun için ihtiyaç duyulan gerekli
atılım ve dönüşümleri de başaramayacak olanlardır.
Dünya coğrafyası, ayakta duramamış,
varlığını sürdürememiş ve saman alevi gibi
parlayıp sönmüş yüzlerce toplumun bugün enkaz ve harabe hâline
gelmiş kalıntılarıyla doludur.
Bu nedenle,
Türkiye, kendi rotasını kendisi çizen, kendi stratejilerini kendisi
uygulayan bir ülke olmak zorundadır. Bunun gereği ve temel
şartı, büyük devlet geleneğimizi ve tecrübe birikimlerimizi yeni
yüzyılın şartlarında yeniden yorumlayarak kalkınma ve
gelişme sürecimizi bir an önce tamamlamaktır. Bu yönde kararlı
bir siyasi iradenin oluşması hâlinde, Türkiye'nin muhteşem
konumu, milletimizin millî ve manevi birikimleri ve zorlukları aşmada
gerekli, yeterli ivme bize bunu sağlayacaktır.
Bu
ilerleyişin öncüsü ise milletin değerlerini taşıyan ve
millî kimliğinin farkında olan eğitimli ve donanımlı
aydınlarımız olmalıdır çünkü millî kimliğimizin
farkında olan aydınlar devlet ile millet arasındaki
rabıtayı da sağlayacak olanlardır. Millî Mücadele
sürecimizde de Türk aydınlarının sadece
kahramanlıklarıyla değil, toplumun değerlerini bütünüyle
kavrayıp temsiliyle başarılmış ve cumhuriyetimiz de
bunun üzerine kurulmuştur.
Böyle bir
bakışın gereği olarak bugün üniversitelerimizin
mensuplarının milletimize karşı büyük bir hizmet
sorumluluğu bulunmaktadır. Türk üniversitelerinin kendi içlerine
kapanmışlığını terk ederek 21inci
yüzyılın gerektirdiği her türlü hizmeti Türk insanına
sunmak mecburiyeti vardır. Ancak millet olarak bugün
yaşadıklarımızın karşısında Türk
üniversitelerinin suskun kaldığı,
yaşadığımız problemlere ve ihanetlere karşı
gereken tepkiyi ve cevabı vermekte çok yetersiz kaldığı
açıkça görülmektedir. Bu durumu olağan veya normal olarak kabul etmek
mümkün değildir çünkü aksi durum üniversitelerimizi yok kabul etmekten
başka bir şey değildir. Üniversitesi konuşmayan veya konuşmaktan
korkan bir ülkenin sonunun ne olacağı meçhuldür. Hele üniversitesi
adına birtakım üniversiteli meczupların arzı endam
ettiği görsel sahnelerin arkasında millete yönelik hain
oyunların tezgâhlandığı da ortayken bu durum giderek daha
da büyük önem kazanmaktadır. Şimdi, bu durum üzerine, herkesin
üzerine düşen görevi kusursuz yerine getirmesi gereken bir dönem
gelmiştir. Çünkü bugün bütün insanlık, çevre sorunlarından
enerjiye, bulaşıcı hastalıklardan adalete, güvenlik
meselelerinden ham madde ihtiyaçlarına, açlıktan, işsizlikten,
ekonomik krizlere kadar karşı karşıya bulunduğu
tehlikelerle bütün insanlık aynı ortak kaderi
paylaşacaktır. Teknolojinin, finansın, bilginin ve bilgiye ulaşımın
yani enformasyonun demokratikleşmesi, küresel dünyada uluslararası ve
devletler üstü kuruluşların yanında ülkeler üzerinde yepyeni
denetim ve yaptırım mekanizmalarının ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Türk üniversiteleri maalesef
bunları iyi takip edememektedir ve ülkemizin bu şartlara uygun hangi
tedbirleri alacağı ve hangi tedbirleri gerçekleştireceği
konusunda gerekli uyarıları yapmamaktadır, yol gösterici
olamamaktadır. Günümüzde artık bilim adamlarımız,
sporcularımız, sanatçılarımız, sanayicilerimiz,
iş adamlarımız, çiftçilerimiz, işçilerimizle her alanda
dünyanın saygın ve seçkin bir üyesi olmak durumundayız. Bu, Türk
insanının hem hakkı hem en önemli görevi hem de tarihî
sorumluluğunun ve tarihinden gelen kaçınılmaz bir kaderidir.
Türkiye
Cumhuriyeti, Türk milletinin kendi azmi, kendi gayreti ve iradesiyle
kurduğu ve hak ettiği bir devlettir. Bu büyük mücadeleyi, bu
muhteşem mücadeleyi kazanmayı başaran ve bu uğurda binlerce
şehit vererek büyük fedakârlık gösteren büyük Türk milletine Türkiye
Cumhuriyeti üniversitelerinin çok büyük hizmet borcu vardır, şükran
borcu vardır. Bu nedenle, Türk yükseköğretim sistemi bunun
şuurunda ve idrakinde olmak zorundadır.
Yükseköğretim
sistemini tümüyle değiştirmek elbette ki zordur ama bundan önce
bazı özel acil önlemler alınarak bu sistemin rehabilite edilmesi
lazımdır. Üniversitelerde var olan sorunlar kısmen de olsa
çözülüp daha sonra bütünüyle esasa geçilebilmelidir.
Özellikle
üniversitelerde rektörlerin seçimle iş başına gelmesi demokratik
açıdan cazibeli görünmesine rağmen, yapılan uygulamalar sistemin
demokrasiyle bir alakası olmadığını açıkça
göstermiş, üniversitelere popülist anlayışı getirmiş,
öğretim üyelerini kamplara ayırmış, aralarında
uzlaşılmaz, verimsiz, anlamsız, gereksiz bir kavganın içine
sokulmuştur. Liyakat, çalışkanlık, başarı
kriterleri yerini yandaşlık kriterlerine terk etmiş, siyasi
otorite ve erk bundan alabildiğince faydalanma imkânını
bulmuştur. Bu durum üniversitelere önemli ölçüde darbe vurmuştur.
Seçmenlerin seçilenler tarafından atandığı bu sistemde
üniversitelerin reel ve gerçek kadro ihtiyaçları, verimlilik, bilimsel
yeterlilik, akademik başarı tamamen yerini siyasi ve kişisel
çıkar yandaşlığına veya menfaat dalkavukluğuna
bırakmıştır.
Bu nedenle,
öncelikle rektör seçimleri olmak üzere, bu konu ve üniversitelerin denetim
mekanizmaları olmak üzere acil düzenlemeler hemen
yapılmalıdır. Üniversitelerimize tabana kadar
yayılmış güven kaybından kaynaklanan tek taraflı
yapılanma gayretlerini boşa çıkaracak düzenlemelerin
yapılması artık çok acil ihtiyaç hâline gelmiştir.
Üniversiteler, ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren,
araştırma yapan, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel
yöntemlerle meselelere çözüm üreten, esnaf, sanatkâr ve sanayicilere bilimin
ışığında iş birliği imkânları sunan ve
dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim kurumları hâline
gelmelidir.
Yükseköğretim
kurumlarının idari ve mali özerkliğe sahip olması esas
olmalıdır. YÖK, standart belirleyici, koordinasyon, denetleme ve
planlamadan sorumlu bir üst kuruluş olarak devam etmelidir.
Yükseköğretim sisteminin daha demokratik ve üretken bir yapıya
kavuşturulması sağlanmalı, öğrenci, kurum ve akademik
kadrolar arasında iş birliği ve uyumu artıracak
düzenlemeler yapılmalıdır.
Etkin bir kalite
değerlendirme ve denetim sistemi oluşturulmalı, özel üniversite
kurulması teşvik edilmeli, üniversitelere giriş sınavı
kaldırılmalı, bunun yerine ilköğretim ve ortaöğretimde
etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak uygulanacak müfredat ile
ortaöğretim başarısının ve ortaöğretim sonunda
yapılacak olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat
eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya
konulmalıdır.
Üniversite
öğretim elemanı ve bilim adamının yurt içinde
yetiştirilmesi için üniversitelerin, yüksek lisans ve doktora
programlarında özellikle ihtisaslaşması sağlanmalı ve
gerekli teknik, akademik altyapı mutlaka büyük üniversitelerde
oluşturulmalıdır.
Çağın
bilgileriyle donatılmış öğretmen ve öğretim üyesi
yetiştirilerek bu mesleklerde çalışma şartları, özlük
ve sosyal haklar itibarıyla cazip hâle getirilmelidir. Bugün üniversite
öğretim üyeliği en az cazip olan meslekler arasındadır.
Özellikle akademik yaşama yeni adım atan öğretim
elemanlarının çok düşük düzeyde gelir elde ettikleri, bu nedenle
de genç beyinlerin artık üniversiteleri çok çekici bir yer olarak
görmedikleri sürekli ifade edilen bir gerçektir.
Üniversite
öğretim üyeleri ailelerine ve çocuklarına belli bir yaşam
standardı sağlayabilmek için akademik gelişmelerine katkıda
bulunmayacak işler yapmak durumunda kalmaktadır. Öğretmenlerin,
üniversite öğretim üyelerinin özlük hakları ve istihdam
şartları çağdaş standartlar düzeyine mutlaka
çıkarılmalıdır. Hem lisansüstü eğitim yapmak
isteyenlerin hem de akademik hayata öğretim üyesi olarak devam etmek ve
kayırmacılık anlayışına fırsat vermeyecek
sınav ve seçme sistemleri hayata geçirilmelidir. Sağlıklı
bir tartışma ortamı oluşturulup yükseköğretim konusu
bütün yönleriyle ilgililerince tartışılabilmeli, sistem tümüyle
masaya yatırılmalı, bütün tarafların bir araya geleceği
platformlar kurulmalı ve yükseköğretim şûrası toplanarak
ortak uzlaşma sağlanılmasına
çalışılmasında yarar vardır.
Üniversite
özerkliği mutlaka korunmalıdır. Bu kavram, başına
buyruk olmak anlamına da gelmemelidir. Üniversite özerkliği
üniversitenin ihtiyacı olan mali kaynakları sağlayan kamunun
kurum üzerinde hesap sorma ve denetim hakkı ile bilimsel
araştırma, hür düşünce, eğitim ve öğretim
faaliyetlerinin gerektirdiği özgürlük alanını,
dokunulmazlık ve hoşgörü ortamı arasındaki çok hassas ve
keskin olan önemli bir dengeye dayanır.
Ayrıca bütün
üniversitelerin arasında koordinasyonu sağlayacak bir üst kurumun
varlığına da ihtiyaç vardır. Koordinasyon, planlama,
organizasyon, destek ve denetim konularında yetkili olan ve öğretim
üyeleri ve istihdam sağlayan kuruluşların yüksek derecede
temayüz etmiş kişileri arasından seçilen bir Yükseköğretim
Kurulunun gevşek ve genel gözetim ve denetimi altında devlet
üniversitelerinde de vakıf üniversiteleri gibi mütevelli heyeti veya
benzeri yönetim sisteminin kurulması yararlı olabilir ancak mütevelli
heyet üyelerinin aranacak özellikler ve nitelikleri son derece dikkatle
belirlenmelidir.
Dünyayı ve
ülkemizi iyi bilen, tanıyan akademik iş çevrelerinin
oluşturduğu bağımsız akademik değerlendirme ve
kalite kontrol sistemlerinin kurumlaştırılması ve
kurulması, işletilmesi, üniversiteler arasında rekabetin
sağlanması şarttır. Üniversitelerin yıllık idari
ve mali denetimleri yapılarak sonuçları her yıl kamuoyuna
açıklanmalı, başarılar taltif edilmeli, başarısızlıklar
ve olumsuzluklara da cezai yaptırımlar getirilmelidir.
Gelişmenin
ve iyi yönetimin ve performansın sağlanabilmesi için üniversitelerin
tekdüzelikten ve aynilikten kurtarılması, birbiriyle ve dünyadaki
benzerleriyle rekabete sokulması şarttır. Bunun için
sağlıksız ve yanlış bir uygulama olan diplomaya ve
okula dayalı meslek sahibi olma sistemi artık terk edilmelidir.
Eğitim, istihdama ve mesleğe dayalı olmalıdır. Diploma
meslek kazandırmamalıdır.
Yükseköğretim
kademesinde pek çok sorun vardır. Elbette ki bu sorunları burada
sıralamakla uzun zamanınızı almak istemiyorum ancak özellikle
bir konuya da parmak basmak istiyorum. Hükûmet kurulduktan sonra Millî
Eğitim Bakanlığınca Yükseköğretim Kurulunda reform
çalışmalarına başlanmış, beş yıl
tartışmalarla geçmiş ama bir sonuç elde edilememiştir.
58inci, 59uncu, 60ıncı Hükûmetlerin programlarında ve
aynı zamanda AKPnin Parti Programında ve Acil Eylem Planında
yükseköğretim konusunda verilen sözlerin hiçbirisi
gerçekleştirilememiştir.
Aynı
şekilde, yükseköğretime ayrılan bütçenin 2002den bu yıla
kadar arttığı doğrudur ancak 2002den bu yana yeni
açılan üniversite sayısı, yükseköğretimde okuyan
öğrenci sayılarından o günden bu yana oluşan
artışlar, öğretim elemanı sayısındaki
artış, idari eleman sayısındaki artış ve 2002den
bu yana gerçekleşen enflasyon dikkate alındığında,
gerçekte yükseköğretime ayrılan ödeneklerde iyileştirme
yapılmadığı ve bu noktada bir gelişme
sağlanamadığı ortadadır. Zaten öğretim
üyelerimize, profesör, doçent, yardımcı doçent ve araştırma
görevlilerimize sorduğunuzda, sekiz yıldır gelirlerinde hiçbir
gelişme olmadığı çok açık ve net bir şekilde
ortadadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca yükseköğretim
konusunda önümüzdeki en önemli handikaplardan birisi de yurtlardır.
Yurtlar fevkalade üniversite için önemli olan kurumlardır. Evet,
Yükseköğretim Kurumunun yurt sayısında 2002 yılından
bu yana artış olmuştur, yaklaşık 20 bin civarında
yatak sayısında artış olmuştur ama öğrenci
sayısında, üniversiteye alınan öğrenci sayısında
veya daha üzeri artış dikkate alındığında
öğrenci sayısındaki artışla orantılı olarak
yurt yatak kapasitesinin artmadığı ve öğrencilerin Kredi
Yurtlar hizmetleri yerine çeşitli vakıf, cemaat ve teşekküllerin
yurtlarında kalmak zorunda kaldıkları, ayrıca Kredi ve
Yurtlar Kurumunun sahip olduğu yurt imkânlarıyla bu özel
yurtların yurt imkânlarının farkı, Kredi ve Yurtlar Kurumu
yurtlarının cezbedici, cazibe oluşturucu olmadığı
da çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun derhâl
düzeltilmesi, devletin çok sayıda yurt yaparak gençlerimizi çeşitli
şekilde nitelenebilecek tuzaklardan
da kurtarması şarttır.
2002
yılında AKP iktidara geldiğinde YÖK ile AKP arasında
beş yıl boyunca yaşanan kavgalar süregelmiştir. Sürekli
bunlar kamuoyunu meşgul etmiş, büyük zaman kaybına sebep
olmuştur. Başbakan, her gittiği yerde, özellikle üniversitelerde
sürekli YÖKe çatmış ancak ortaya bir çözüm
koyamamıştır. Genellikle bu konuda önemli bazı iç ve
dış olaylarla ilgili başarısızlıkları gözden
kaçırmak için de YÖK ve rektörlere çatma konusu paravan olarak
kullanılmıştır.
Sonuç olarak, AKP
yükseköğretimde tutarlı bir temele dayanmayan, bol keseden
attığı ancak yerine bir türlü getiremediği vaatlerini
YÖKün arkasına saklanarak milletimizi oyalamıştır. Sekiz
yıl burada hep oyalama ve ertelemeyle geçirilmiştir. YÖK
Yasasında, bütün vaatlere rağmen, hiçbir düzenleme
yapılamamıştır. Kamuoyu da şimdi AKPnin vaatlerini
bekliyor, Acil Eylem Planında söz verdiklerini, parti programında
yazdıklarını, Hükûmet programlarında yazdıklarını
ne zaman Meclise getireceğini beklemektedir.
Yükseköğretim
Milliyetçi Hareket Partisi için fevkalade önemlidir. Niçin önemlidir? Çünkü
yükseköğretim Türkiye için fevkalade önemlidir. Dolayısıyla, biz
bu konunun takipçisi olacağız. AKPnin gerçekleştirmediği
bu vaatler Hükûmetin başarısızlıkları arasında en
önemlileridir. Çünkü yükseköğretim düzeltilmeden, yükseköğretim
konusunda başarı sağlanmadan Türkiye'nin, ülkemizin doğru
ve mükemmel hedeflere ulaşması mümkün değildir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi bir başka konuyu
burada dile getirmek istiyorum.
Yasalarımıza
göre vakıflar kazanç amacına yönelik olarak yükseköğretim
kurumları kuramazlar ve 2547 sayılı Yasaya göre vakıf
üniversitelerinin kurulması, yönetimi, denetimi ve görevlerini
Yükseköğretim Kurulu yapar. Ancak Yükseköğretim Kurulunun bugünkü
durumda yaklaşık 95 devlet, 51 vakıf olmak üzere 146ya
ulaşan üniversiteleri bu yapıyla nasıl denetleyeceği
meçhuldür. Çünkü şu anda Yükseköğretim Denetleme Kurulunun
sayısı 9 civarındadır. Bu sayıyla, 146 veya 150, bugün
kuracaklarımızla yaklaşık 153e ulaşıyor; bu 153
üniversiteyi nasıl denetleyeceğiz? Bunların altından bu
Denetleme Kurulunun bu sayıyla nasıl kalkacağı büyük bir
tartışma konusudur.
Onun için,
özellikle ve öncelikle yükseköğretim konusunda acil düzenleme
yapmalı. Öncelikle, rektör seçimi olmak üzere denetleme konusunun dikkate
alınarak yeniden düzenlenmesi, hele bu vakıf üniversite
sayısının 51e yükseldiği bu durumda bu vakıf
üniversitelerinin görevlerini ne şekilde icra ettikleri ve bu konuda
eğitim sistemimize hangi katkılarda bulundukları ve bu noktada
öğrencilerini nasıl yetiştirdikleri konusu çok yakından
izlenmeli ve değerlendirilmelidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Çakır, konuşmanızı
tamamlayınız.
OSMAN ÇAKIR
(Devamla) Çünkü Türkiyede bağımsız denetim
kuruluşları yoktur, bağımsız akademik
değerlendirme kuruluşları bulunmamaktadır ve
öğrencilerimizin de üniversite tercihi konusunda maalesef çok fazla
seçenekleri de yoktur. 50 milyar dolarlık bir pastanın söz konusu
olduğu, her yıl 1,5 milyon öğrencinin sınava girerek
üniversitede okumak istediği ve Batılı birçok
yükseköğretimden para kazanan şirketlerin bu uğurda
yatırım yapmak istedikleri ve mevcut vakıf üniversitelerini
satın almak için peşinde dolandıkları bir dönemde bu
yükseköğretim pastası, yükseköğretim sistemi denetimsiz,
kontrolsüz bırakılamaz ve burada çok sakıncalı, ileride
telafisi güç zararlar ortaya çıkabilir. Bir an önce bu konuda da tedbir
alınması gerekir.
Hepinize
saygılar sunuyorum, yüce Meclise teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş.
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanununda
değişiklikle ilgili tasarıyla ilgili Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu
tasarıda, 8 tane üniversitenin, 7si devlet, 1i vakıf
üniversitesinin kuruluşu var. Ancak, bu tasarıyı
değerlendirirken üniversiteyi, üniversitelerin Türkiyedeki durumunu,
üniversite eğitiminin durumunu ve bizim, üniversitelere, eğitime
nasıl baktığımızı, dünyada çağdaş,
gelişmiş dediğimiz ülkelerle Türkiyedeki üniversitelerin
kıyaslamasını yapmamız gerekiyor.
Değerli
milletvekilleri, bir ülkenin gelişmişliği, bir ülkenin
geleceği, bir ülkenin sosyal, toplumsal, kültürel ve ekonomik durumu ve
geleceği, o ülkenin üniversitelerine, üniversitelerinin düzeyine,
üniversitelerde özgür ve demokratik bir yapının oluşmuş
olmasına ve üniversitelerde her türlü düşünceye açık,
düşüncesini açıkça söyleyebilen, her türlü bilimsel düşüncenin
özgürce tartışılabileceği bir yapı olup olmadığına
bağlıdır. Eğer bunlar yoksa, bir ülkenin bugününün iyi
olması, geleceğinin de aydınlık olması mümkün
değil.
Her zaman,
Türkiyede genç nüfusumuzla övünürüz. Nitekim, Türkiyede üniversite
yaşı dediğimiz on sekiz ile yirmi dört yaş arasında 9
milyon nüfus var. Bugün, 2009 yılı verilerine göre üniversiteye yeni
kayıt yapan öğrenci sayısı 900 bine
yaklaşmış, 869 bini bulmuş. Yine, 2009 yılında
üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı 3 milyona
yaklaşmış. Şimdi, sürekli üniversite açıyorken
-nitekim, devlet, kamu üniversiteleri sayısı 95, vakıf
üniversiteleri sayısı da 51, toplam 146 üniversite var- mevcut
üniversitelerimizde eğitim ne düzeydedir, mevcut üniversitelerimiz ne
kadar özerktir, ne kadar demokratiktir, mevcut üniversitelerimizde eğitim
ne kadar bilimsel yöntemlerle yapılıyor; mevcut üniversitelerimizde
öğretim üyelerimiz, oradaki idari personel ve öğrenciler
çağdaş dünyadaki demokratik, özgür bir ortamı ne kadar
paylaşabiliyorlar? Onlara bakmamız gerekiyor. Öğrenci
sayısını belirttik. Özellikle, AKP, her zaman 2002 ile bugünü
değerlendirir, biz de o verileri değerlendirelim. 2002 ile 2009
arasında üniversiteye yeni kayıt yapan öğrenci
sayısında yüzde 100e yakın ve yine 2002 ile 2009 arasında
üniversitede okuyan toplam öğrenci sayısında yüzde 75e varan
bir artış sağlanmış ancak öğretim üyesi
sayısı artışında yüzde 41lik bir gelişme
sağlanmış. Yani yeni öğretime başlayan öğrenci
sayısı 2 kat artıyor, üniversitelerde okuyan öğrenci
sayısı yüzde 75 artıyor ancak üniversite öğretim üyesi
sayısı yüzde 41 artıyor.
Şimdi,
mevcut, Batı, girmeyi planladığımız, girme
hazırlığı yaptığımız, üyesi
olduğumuz Avrupa Birliği, yine
üyesi olduğumuz OECD ülkeleri ve
diğer gelişmiş dünya ülkelerini değerlendirdiğimizde
her yıl öğrenci sayısına düşen öğretim üyesi
sayısı, profesör sayısı, doçent sayısı,
yardımcı doçent sayısı artırılıyorken
Türkiye'de bu geriliyor ve bizler, açtığımız üniversite
sayısıyla övünüyoruz.
Diğer
taraftan, bir üniversitenin gelişmesi, bir üniversitenin gelişmesinin
önündeki engellerin kaldırılmasında en önemli faktör, o
üniversitenin özerk olması, demokratik olmasıdır. Bir
üniversitenin özerk olması, demokratik olması, kendi yönetimini,
idari yapısını belirlemesi ve kendi kararlarını
kendisi almasıdır ve Türkiye'deki gibi de demokratiklik, özerklik
denildiği zaman, kendi yapısını belirleme kararı
almalı denildiği zaman sadece öğretim üyesini de kapsamayan -ki
bu da yok, öğretim üyeleriyle bunu belirleyemiyor- öğretim üyesiyle,
öğrencisiyle ve orada diğer yardımcı personeliyle
demokratik bir yapıyı oluşturan, demokratik bir ortamı
oluşturan, her şeyin demokratik bir şekilde bir teneffüs
edildiği bir ortamı sağlayan bir yapıdır. Eğer
bunu sağlayamazsanız
Şu anda YÖK zaten bu hakkı
öğretim üyesine de oradaki rektörün atanmasına da demokratik bir
şekilde öğretim üyeleri tarafından atanmasına da izin
vermiyor. Ancak bunun olduğu dönemlerde de ve bugün demokratikleşme
denildiği zaman öğretim üyeleri sayılıyor ancak
öğrenci hiç kimsenin aklına gelmiyor. Türkiye'de öğrenci
denildiği zaman, özellikle üniversite öğrencisine, tehlikeli, kentten
uzaklaştırılması gereken, JİTEMcisiyle,
jandarmasıyla, polisiyle ve üniversitenin özel güvenlik görevlisiyle hem
içeride hem dışarıda denetlenmesi gereken, her zaman tehlikelere
açık, her zaman yanlış yapabilecek bir kesim olarak
bakılıyor. Nitekim, 12 Eylülden bu yana, başta 12 Eylül darbe
mantığı ve sonrasında da Türkiyede yaşamın her
alanında güvenlik penceresinden bakan, süren çatışma,
şiddet ve savaş ortamı mantığıyla bakan ve her
yeri denetim altına almayı düşünen bir mantıkla
üniversiteler bir taraftan daha iyi ortam adıyla
Doğrudur, bazı
üniversitelerin kent merkezinde, kent ortasında uygunsuz fiziki
koşulları vardı ama kent dışına
taşınmasında esas mantık mümkün olduğunca toplumsal
yapıyla üniversite öğrencisinin diyalogunu kesecek mesafelere
taşıma ve orada da hangi üniversitemize gidersek gidelim yüksek
duvarlarla çevrilmiş, bazı yerlerde tel örgülerle çevrilmiş,
kapısında jandarmanın, polisin, özel güvenlik görevlilerinin
nöbet tuttuğu, öğrencinin bazen birden fazla güvenlik çemberini aşarak
içeri girdiği bir yapı. Peki, bu mantıkla nasıl
çağdaş bir topluluğu yaratırız? Üniversitesine böyle
bakan, üniversite öğrencisine, gencine böyle bakan bir devlet
mantığı nasıl çağdaş bir toplumu yaratır?
Değerli
milletvekilleri, OECDnin belirlediği bir ülkenin özerk ve demokratik
olmasını belirleyen kıstaslar var. Bu kıstaslar sekiz
maddeden oluşuyor.
1) Kendi
binaları ve tesislerinin sahibi olmak.
2) Kaynak edinme
özgürlüğüne sahip olmak.
3) Bütçesini
kendi belirlediği amaçlara ulaşabilme doğrultusunda özgürce
kullanabilmek.
4) Akademik
yapıyı düzenlemek; ders konularını, içeriklerini kendi
inisiyatifiyle oluşturabilmek.
5) Akademik
personeli atama ve atma yetkisine sahip olmak.
6)
Çalıştırdığı personelin ücretlerini serbestçe
belirleyebilmek.
7)
Programlarına kabul edeceği öğrenci sayılarını
serbestçe belirleyebilmek.
8)
Öğrencilerin ödeyeceği öğrenim harçlarını
bağımsız olarak belirleyebilmek.
Bunlar OECDnin
belirlediği ve tüm dünyada kabul gören kıstaslardır. Bir
üniversitenin bunu ne kadar gerçekleştirdiğini ölçmek için her
kıstasa, her maddeye 1 puan verilerek o ülkenin veya o üniversitenin ne
kadar özerk ve demokratik olduğu belirleniyor.
Bu
kıstaslara göre Türkiye hangi dilimde biliyor musunuz sayın
milletvekilleri? Beş kıstasın hiçbirini yerine getirmemiş,
hiçbiri taşınmıyor, diğer üç kıstasta da nispeten bir
uygunluk var yani bir buçuk puan, üç kıstasta yarımşar puan ile
bir buçuk puan. Ha, bizler de, Sayın Başbakanımız,
Bakanımız, yetkililerimiz, üniversite hocalarımız, koca
koca profesörlerimiz her çıktığında Türkiye'nin
üniversitelerinin ne kadar demokratik olduğunu, ne kadar özerk
olduğunu, mevcut üniversitelerde ne kadar gelişme
sağladığımızı, dünyayla
bütünleştiğimizi söylüyoruz. Bizler şu anda dünyanın en
büyük 16ncı ekonomisi olduğumuzu ve 2013 yılında 10uncu en
büyük ekonomi arasına girmeyi hedeflediğimizi söylüyoruz; dünyada her
yönüyle, bilimsel, akademik, demokratik, özerk yapısıyla en iyi
beş yüz üniversite arasına giren tek bir üniversitemiz yok ve bizler
16ncı büyük ekonomiyiz, dünyanın 10uncu büyük ekonomisi olmayı
hedefliyoruz.
Peki, Türkiyede,
evet, doğrudur, ekonomik anlamda Türkiye'nin mevcut üretimi, kapasitesi,
insan sayısı değerlendirildiğinde bazı
kıstaslarda ileri olduğumuz söylenebilir ama bu neyin göstergesidir?
Eğer ekonomik olarak, eğer üretim anlamında, eğer dünya
ekonomilerinin büyüklüğü anlamında belli bir sırada yer
alıyorsak ve kişi başına düşen millî gelirde gelirin
demokratik ve eşit bölüşümünde, eğer eğitimde üniversitedeki
mevcut özerk demokratik yapımız ve gelişmişliğimiz
anlamında çok geriysek, demek biz de Türkiye Cumhuriyeti devleti
şimdiye kadarki hükûmetler ve şu anda AKP bu tür konuları
önemsemiyor. Demek bizler güvenliği önemsiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti
devletinin devleti ve milletiyle bölünmez bir bütün olması ve bu
mantık altında herkesin tek bir potada eritilmesinin
dışında, bilimi önemsemiyoruz, demokrasiyi önemsemiyoruz,
çağdaş dünyayla bütünleşmeyi önemsemiyoruz, bilimi
önemsemiyoruz. Eğer bunları önemseseydik mevcut bu kriterlerde, bu
konulardaki mevcut düzeyimiz ekonomik düzeyimizle, ekonomimizin
büyüklüğüyle orantılı olurdu. NATOnun üyesi olan, şu anda
Avrupa Birliğine üye çalışması yapan, elli yıldır
AETyle birlikte Avrupa Birliğine girmeyi, altmış
yıldır NATO üyesi olmayı sürdüren bir devlet eğer bugün
dünyanın en iyi beş yüz üniversitesi arasında yoksa bilimi
önemsemediğinin göstergesidir.
FATMA NUR SERTER
(İstanbul) Ama var yani, doğru söyle.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) - Biz bilimi önemsemiyoruz, biz çağdaş
gelişmeyi, bilimsel özerkliği önemsemiyoruz. Şimdi bir Anayasa
değişikliği yaptık. Bununla ilgili aylardır Mecliste
tartışıldı, Anayasa Mahkemesine gitti. En sonunda dün
Anayasa Mahkemesi bu konuda kararını açıkladı ve 12 Eylülde
de referanduma gideceğiz. AKP Hükûmeti işte 12 Eylül askerî
Anayasasını değiştirme, demokratik bir Anayasa
oluşturma, çağdaş bir anlayışla toplumu yönetme
iddiasıyla iktidar oldu ve bunu her söyleminde dile getiriyor. Nitekim bu
Anayasa hazırlanırken de yarın da meydanlarda bunları dile
getirecek.
Peki,
değerli milletvekilleri, bu ülkede 12 Eylülle birlikte en büyük darbe bu
ülkenin eğitimine, üniversitesine, bilim adamına, profesörüne,
doçentine ve gençliğine vurulmadı mı? Her parti, o günden bugüne
kadar, 12 Eylülün en büyük garabetlerinden ve toplumu baskı altına
alan en önemli kurumlarından birinin YÖK kurumu olduğunu söylemedi
mi? AKP Hükûmeti, İktidarı, yetkilileri ve öncüleri, onlardan önce,
mevcut başka partiler de düşünüp şu anda AKPnin içinde olan
diğer partiler de hep bunu dillendirmedi mi?
Peki, bu Anayasa
değişikliği yapılıyorken ve Meclise gelmişken
YÖKle ilgili neden tek bir düzenleme yok? Çünkü Türkiyede şu ana kadar
mevcut diğer iktidarlar ve şu anda da tek başına iktidar
olan AKP şu mantıkla hareket ediyor: Bir kurumun demokratik olup
olmaması, bir kurumun ülkeyi aydınlık yarınlara
taşıyıp taşımamasından daha çok o kurumun benim
denetimimde olup olmaması mantığıyla hareket etmiştir.
Geçmişteki siyasi partiler de daha önce eleştirdikleri,
karşı çıktıkları, toplumun benimsemediği
kurumları kendi denetimlerine aldıkları zaman, iktidar
oldukları zaman onlardan yararlanmayı düşünmüş, AKP de
bugün aynı mantıkla hareket ediyor ve bizler,
açtığımız üniversite sayısıyla övünüyorken,
üniversiteye gönderdiğimiz öğrenci sayısıyla övünüyorken
dünyanın hiçbir yerinde kabul edilmeyen YÖKle yönetiliyoruz ve YÖK hâlâ
devam ediyor. Mevcut İktidar da en çok eleştirdiği,
değiştirme sözü verdiği YÖKün Ysine bile
dokunmamıştır.
Değerli
milletvekilleri, üniversitenin en önemli ögesi, en önemli ayağı ve
zaten tüm yatırımların yapılma nedeni onun
öğrencisidir. Üniversitelerde geleceğimizi yetiştiriyoruz.
Üniversitelerde, hem bilimsel anlamda hem sanayi ve teknoloji anlamında
hem de idari anlamda yarın bu ülkenin sosyal, toplumsal, kültürel, ekonomik
ve idari yapısını geliştirecek kadrolar
yetiştiriyoruz. Ancak, hem üniversiteyle ilgili kararlar
alınıyorken, yeni üniversiteler açılıyorken,
üniversitelerin demokratikleşmesi tartışılıyorken,
herkes, öğretim üyesinden, orada ne kadar özerk ve özgür olmalarından
bahsediyor. Bu doğru çünkü öğretim üyesi -profesörü, doçenti- özgür
olmayan bir üniversitenin özgür olması mümkün değil ama hiç kimse
öğrenciyle ilgili bir değerlendirme yapmıyor. Defalarca buraya
getirdik, bazen diğer siyasi partiler de getirdiler. Birçok zaman insan
hakları kuruluşları, sendikalar, bu konuda, hem Mecliste
taleplerde bulundular hem de defalarca tepkilerini basın
açıklamalarıyla mitinglerde dile getirdiler.
Değerli
milletvekilleri, her yıl üniversitede binlerce öğrenci
tutuklanıyor. Her yıl üniversitelerde on binlerce öğrenci
soruşturmalara tabi tutuluyor, okuldan uzaklaştırma cezası
alıyor ve özellikle bunlar da sınav dönemlerinde yapılıyor.
Peki, biz özgür üniversitenin, demokratik üniversitenin her türlü düşüncenin
özgürce ifade edilebildiği alanlar olduğunu söylüyoruz ama bir
öğrencinin herhangi bir etkinliği, düşüncesi doğrultusunda
Türkiye'nin her tarafında, hatta Türkiye'nin dışında
yaşayan Türk ve Kürt insanlarının yaptığı
etkinliklere benzer bir etkinlik üniversite içinde veya dışında
yapıldığı zaman hakkında soruşturmalar
açılıyor, emniyetin, JİTEMin, jandarmanın
yaptığı soruşturmalar ve açılan mahkeme
davalarının dışında üniversitede idari dava
açılıyor ve üniversiteden atılıyor.
Örneğin, bir
üniversitede öğrenciler Halepçe katliamının yıl dönümünü kutlamak
istiyor, dünyanın birçok ülkesinin -ve Türkiye benzeri birkaç ülkeyi
çıkarırsanız- yüksek sesle soykırım kabul ettiği
bir günün anmasını yapıyor veya Türkiyede artık
geçmişte sorun olan ama resmî anlamda kabul edilen Nevrozla ilgili bir
etkinlik yapıyor veya dünyada işçi ve emekçinin bayramı kabul
edilen, Türkiyede de resmî bayram kabul edilen 1 Mayıs veya başka
bir etkinlik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Karabaş, konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) Tamamlıyorum Başkan.
Bakıyorsunuz,
bir olay yaşanmamış; bakıyorsunuz, orada şikâyetçi
olan hiç kimse yok ama öğrencilerle ilgili okul idaresi soruşturma
açmış, birçok öğrenciyi özellikle sınav dönemi
geldiğinde üç ay, altı ay, bir yıl okuldan
uzaklaştırmış; bunlar okulda yapılanlar.
Bakıyorsunuz, öğrenciler okul dışında, herhangi bir
kentin herhangi kamuya açık bir meydanında bir etkinlik yapıyor,
bir açıklama yapıyor; bir basın açıklaması, bir miting
yapıyor. Orada bir olay yaşanmıyor, emniyet yetkililerinin bir
müdahalesi olmuyor, savcıların açtığı bir dava yok ama
üniversite idaresi kendi alanının dışında yapılan
bu etkinliğe soruşturma açıyor ve öğrencileri okuldan
uzaklaştırıyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Devamla) Bizler bu mantığı
değiştirmediğimiz sürece üniversite sayısını 146
değil, 1460a da çıkarsak üniversite sorununu ve bilimsel,
çağdaş bir eğitimi yakalamamız mümkün değil.
Başta
iktidar olmak üzere tüm siyasi partilerin, çağdaşlıktan yana,
gelişmeden yana, demokrasiden yana olan tüm kesimlerin üniversitelerin
özerkliğini, özgürlüğünü, öğrencilerin özgürce kendilerini ifade
edebildiği, özgür olduğu, irade sahibi olduğu bir gelecek
yaratmak amacıyla bir çabanın içinde olmamız gerekiyor. Bunu
yaratmadığımız sürece kendine ait düşüncesi olmayan,
ezberci, üniversite diplomasını almış, emir eri gibi
davranan ve sonuçta -örnekleri var- bulunduğu alanda veya siyaset yaparsa
da, geldiği bu kürsülerde başbakanın veya genel
başkanının sözünü veya emrini dinleyen insanlar
yetiştiririz, çağdaşlaşmayı da yakalamamız mümkün
olmaz diyorum.
Saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Karabaş, konuşmanızın ifadesi içerisinde, yani öyle bir
noktaya getirdiniz ki, vekilleri, yetişme şeyini, hepsini söylediniz.
Ben dikkat ettim Günde binlerce öğrenci tutuklanıyor. dediniz. Ben
de hafızamı yokladım, bu ülkede mi yaşıyorum
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) Yılda
Gün ile yılı
karıştırmışım.
BAŞKAN On
binlerce öğrenci soruşturma
dediniz. Arkadaşlar, ülkemizi
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) Gün ile yılı
karıştırmışım. Her yıl -Sayın
Bakanım burada, Sayın YÖK Başkanına da ilettim defalarca-
binlerce öğrenciye davalar açılıyor.
BAŞKAN -
Üniversite yönetimini eleştirin ama ülkemizi bu kadar kötülemeyelim, bu
kadar şeye
Hakşinas olmamız lazım.
Vekillere de
fazla haksızlık etmeyelim.
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) Şimdi -Bakana da ileteceğim zaten-
Ağrı Üniversitesinde 150 öğrenciyle ilgili soruşturma
açılmış.
BAŞKAN - Bu
bahsettiğiniz vekillerin içinde Barış Demokrasi Grubu da var
mı? Milletvekilleri genel başkanlarının emrinde parmak
kaldırıyor diyorsunuz da, Barış Demokrasi Grubu da var
mı bu vekillerin içinde?
MEHMET NEZİR
KARABAŞ (Bitlis) Sonuçta, eğer bir zihniyet bir yerde
oturmuşsa, o herkese
AYLA AKAT ATA
(Batman) Sayın Başkan, böyle bir usul var mı?
BAŞKAN - Bir
empati yapmakta fayda vardır yani.
Buyurun
Sayın Sami Güçlü, AK PARTİ Grubu adına. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AYLA AKAT ATA
(Batman) Nasıl yani? Hatip konuşuyor
Hayret bir şey!
SEBAHAT TUNCEL
(İstanbul) Sorgu hâkimisiniz galiba Başkan. Yeterince sorgu hâkimi
var burada.
AK PARTİ
GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; 506 sıra sayılı Kanun Tasarısıyla Yükseköğretim
Kanununda yapılacak değişiklikle, yedi devlet ve bir vakıf
üniversitesinin kurulmasıyla ilgili tasarı üzerinde grubum adına
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Türkiyenin
en önemli gündem maddesini konuştuğumuzu düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiyenin geleceğini, bilgi toplumunu,
teknolojiyi, küreselleşmeyi, rekabeti ve bütün bu alanlar içerisinde en
etkili kurum olan üniversite anlayışını,
kavramını, Türkiyedeki gelişmesini ve yedi yeni devlet
üniversitesinin ne anlama geldiğini, ne
anladığımızı ve ne yapmak istediğimizi
konuşacağız. Ve konuşmamın başında bir
hususu ifade ederek konuya giriş yapmak istiyorum. Bazen konunun önemi
detaylarda kayboluyor. Sekiz yıla yaklaşan iktidar dönemimizde, AK
PARTİnin bu ülkede yaptığı en önemli iş,
yükseköğretim alanındaki hamlesidir ama bu büyük hamleyi görmeden
onun altında detaylara inerek yurtlar, vakıflar, öğrenciler ve
benzeri hususlardaki sorunları, ki bunlar elbette var, Yükseköğretim
Yasasıyla ilgili düzenlemelerdeki gecikmelerimiz öne
çıkarılarak, bu, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin bugüne kadar
yaptığı ve bizim de büyük bir hamle göstererek devam
ettiğimiz bu önemli gelişmeyi değerlendirmek istiyorum sizlerle
ve dolayısıyla bundan önceki günlerde gündemin çok yoğun, sert
geçen konuşmaları arasında, zaman zaman bu Meclisin ruhunu da
inciten tutumların dışında, bugün, Türkiyenin bu en önemli
meselesini iktidar ve muhalefet olarak gerçekten, sorunlarını,
yapılanları ve geleceğe yönelik olarak yapılması
gerekenleri birlikte konuşarak birbirimizi anlamaya
çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.
Türkiyenin çok
önemli sorunları var, arkadaşlarımız zaman zaman
bunları hep dile getirdiler:Yani, siz, bu vakıf üniversitelerini
getiriyorsunuz, devlet üniversitelerini getiriyorsunuz ama bunlar
işsizliğe çare olmuyor, Türkiyenin başka sorunlarına çare
olmuyor. Değerli arkadaşlarım, bu o kadar olayın aksi bir
düşünce ki Türkiye bütün sorunlarına çözüm aramak için
yükseköğretim kurumunda hamle yapıyor, bütün sorunlarına.
Geleceğini kurtarmak için bunu yapıyor. Dolayısıyla
Türkiyenin bu konudaki gayretlerini ve çabalarını iyi
algılamamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri cumhuriyet
kurulduğu günden itibaren -hepimizin gözündedir- bazı konulara önem
vermiştir. Elbette kuruluş döneminde yeni bir siyasal ve hukuki
sistemin oluşturulması, daha sonra yine cumhuriyet döneminin
1933lerde ilk sanayi hamlesi, Demokrat Parti döneminde
bayındırlık, Adalet Partisi döneminde enerji, Anavatan Partisi
döneminde iletişim ve AK PARTİ döneminde eğitim başta olmak
üzere sağlık ve ulaştırma alanındaki hamleler
hepimizin, objektif olarak düşündüğümüzde, kabul etmesi gereken
hamlelerdir ve Türkiye işte bu dönemde bu büyük hamleyi
yapmıştır.
Üniversiteyle
ilgili konuya niye bu kadar önem verdiğimi size birkaç cümleyle şöyle
açıklayabilirim ve uluslararası bir kuruluşun da bu konudaki
temel ilkesini, üniversite kavramında yer alması gereken
ilkelerinden bahsederek açıklayabilirim.
1) Evvela
üniversite bilgiyi bilgi için üreten bir kurumdur yani başka bir amaç için
değil.
2) Farklı
görüş ve düşüncelere hoşgörülü olan bir ortamdır.
Doktrinlerden ve ideolojilerden etkilenmez, etkilenmemelidir ve en önemlisi de
şudur: Özgürlük ve adalet duygusunu, insan onurunu ve
dayanışmayı eğitim ve araştırma yoluyla ilerletme
yükümlülüğüne sahip olmak ve uluslararası düzeyde
yardımlaşmayı geliştirmek için kurulmuş
kurumlardır. Bu ilkelerden vazgeçemez. Üniversite dediğimizde,
bünyesinde yer alması gereken hususlar bunlardır. Eğer bunlar
yoksa, onlar yüksekokullardır. Ve bu konuda dünyadaki gelişmelerden
de biraz bahsetmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, dünyanın küreselleştiğini, teknolojinin
çok önemli hâle geldiğini, rekabetin sadece üretimde değil
hayatın her alanında, yükseköğretimde de çok ileriye
gittiğini biliyoruz. İşte üniversitelerle ilgili dünyadaki
gelişmeler, bir bakıma bu temel değişkenlerden hareketle
dünyanın gelişmiş ülkelerini de harekete geçiriyor. Amerika
yaklaşık elli sene önce üniversitelerin bünyesinde bir
değişiklik yaparak öncülüğünü ele geçiriyor ve bugün
dünyanın ilk 12 üniversitesinden 10unun Amerikan üniversiteleri
olduğunu biliyoruz. İlk 75 üniversiteden 45i bu ülkenindir. Avrupa,
yıllarca öncülük yapmış olduğu bu üniversite konusunda
bayrağı kaptırmış ve Amerikan üniversitelerini taklit
etmeye başlamıştır. Bologna süreci bunun bir sonucudur.
Glasgow Deklarasyonunda kullandığı slogan şudur: Güçlü
Avrupa için güçlü üniversiteler kurmak kavramını benimsemiştir.
Japonya, dünyada
yükseköğretimdeki rekabetten geri kalmamak için bütçeden
ayırdığı kaynaklarını seçilmiş
üniversitelerine daha yüksek oranda tahsis etmiştir. Sadece ülkeler
değil, kurumlar da, UNESCO, Dünya Bankası, araştırma
kuruluşları yükseköğretim alanındaki gelecekle ilgili
görüşlerini ortaya koymuşlar ve dünyaya rehberlik etmek istemişlerdir.
Peki, cumhuriyet
dönemi içerisinde Türkiyedeki gelişme nedir diye
baktığımızda, değerli arkadaşlarım, çok
özetle söylemek gerekirse, 1 üniversite devraldık 1923te cumhuriyeti
kurarken, 1933te İstanbul Üniversitesine çevirdik, 1981de 19 üniversitemiz
vardı, 2010da 146 üniversiteye ulaştık. 1981-2010
arasındaki gelişmenin ana değerleri şunlardır:
Üniversite sayımızda 8 kat, öğrenci sayımızda 12 kat,
öğretim elemanı sayısında ise 5 kat bir artış
olmuştur. Bu dönem içerisinde vakıf üniversitelerimiz 1984
yılından itibaren kurulmaya başlandı. Özellikle
1996-1997de yeni çok sayıda vakıf üniversitesi kuruldu. 2001de bu
sayı 23e ulaşmıştı. Bugün bu sayı 51dir.
Dolayısıyla toplam 146 üniversitemiz mevcuttur. Bu 146
üniversitemizin, değerli arkadaşlarım, 38i
İstanbuldadır, 12si Ankara, 7si İzmir, 3ü Antep, 3ü
Kayseri, 3ü Konya, 3ü Mersin, 2si Eskişehir, 2si Kocaeli, 2si Samsun
ve diğer 71 ilimizde de birer üniversitemiz vardır.
Değerli
arkadaşlarım, burada kısa bir bilgi daha vermek istiyorum
sizlere. 1981den itibaren YÖK sistemiyle yükseköğretim alanımız
koordine edilirken 5 başkanımız görev almıştır.
Bunların içinde Sayın İhsan Doğramacının
döneminde 34 üniversite kurulmuştur, 32 tanesi devlet üniversitesidir.
Sayın Mehmet Sağlamın döneminde 3 üniversite, Kemal Gürüzün
döneminde 21 üniversite, Erdoğan Teziçin döneminde 38, Yusuf Ziya
Özcanın döneminde de 31 üniversite kurulmuştur.
Burada iki hususa
dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi:
Türkiyede yükseköğretimin özelleştirilmesine, vakıf
üniversitesinin kurulmasına öncülük eden Sayın Doğramacı
Bilkenti kurmuştur, Bilkentin akabinde de Koç Üniversitesi
kurulmuştur. Bu iki üniversite onun döneminde kurulmuştur ama 32 devlet üniversitesine imza
atmıştır. Yani kaderin bir cilvesi, özel üniversiteleri kurma
konusunda büyük bir gayret içindedir ama 32 devlet üniversitesine de imza
atmıştır.
Kurduğu
üniversite sayısı itibarıyla ikinci sırada gelen Sayın
Kemal Gürüzdür. 21 üniversite kurmuştur. Yalnız, Sayın Kemal
Gürüz devletçi bir anlayışın, otoriter bir
anlayışın temsilcisidir. Türk yükseköğretimine önemli
katkıları olduğunu da ifade etmek isterim. 21 vakıf üniversite
kurmuştur ama bir tek devlet üniversitesi ona nasip
olmamıştır. Çok ilginçtir ve kaderin bir cilvesi olarak da ifade
etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, esas belirtmek istediğim husus şudur: Türk
yükseköğretimi, biraz önce söylediğim bu akış teması
içerisinde, aslında Türkiyede bizim farkına
varmadığımız güzelliklerden birisini
oluşturmuştur. Çok önemli gelişmeler ortaya koyduğu hâlde,
biz, olayın sorun kısmını daha çok gören,
bardağın yarım kısmını görme konusunda çok
aşırı dikkat sarf eden belki de toplum, belki de kesimler
olarak, bu konuda iyi olanları görmekten hep biraz imtina etmişiz.
Ben bu hususta
birkaç ana başlık söylemek istiyorum.
Birincisi:
Evvela, Türkiyenin bugün dünyada ulaşmış olduğu ekonomik,
sosyal, siyasi, bölgesel etkisini dikkate aldığımızda, bunu
sağlayan unsur yetişmiş insan gücüdür ve bu yetişmiş
insan gücünü sağlayan kaynak Türk yükseköğretiminde yer alan
üniversitelerimizdir. Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu, sanayisinde,
ticaretinde, hizmet sektöründe çalışan insanlar bu yükseköğretim
kurumlarından yetişmiştir.
İkincisi:
Biz bu yükseköğretimin her alanında (Sağlıkta, sosyal
alanda ve teknik alanda) dünyada yeni gelişen bütün alanlar dâhil olmak
üzere kendi diliyle eğitim yapan bir öğretim üyesi kadrosuna sahip
olmuşuz. Bunu başarmış bir toplumuz, milletiz.
Üçüncüsü: Türkçe
bugün bir bilim dili, bir edebiyat, düşünce dili hâline gelmiştir.
Düşüncelerimizi kendi dilimizle ifade edebilmenin bir
rahatlığını, özgürlüğünü ve onurunu
yaşıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, size, bunların sonucunda daha önemli olan bir
hususu söylemek istiyorum. O da şudur: Türk yükseköğretimi, özellikle
eleştirdiğimiz bu 1980 sonrasındaki yapılanma içerisinde,
özellikle yöneldiği alan itibarıyla bilimsel faaliyetler ve
araştırma, geliştirme konusunda çok büyük bir hamle yapmıştır
ve bu büyük hamlenin sonucunda, Türk üniversiteleri, dünyada atıf
indekslerinde 17nci sıraya kadar yükselmiştir. Bununla ilgili
olarak, UNESCOnun bu değerlendirmeye yönelik olan raporundan size birkaç
cümle söylemek istiyorum. UNESCOnun raporu 2005 yılında yayınlanan
bir rapordur: Türk bilim adamlarınca atıf indekslerince taranan,
dünyaca tanınmış bilimsel dergilerde yayınlanan makale
sayısı 1997-2002 yılları arasında 3 kat
artmıştır. Bunun sonucunda milyon nüfus başına
düşen bilimsel makale sayısı, göz
kamaştırıcı bir artış oranıyla 148e yükselmiştir.
Türkiye on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan bu artış
oranıyla dünya ülkeleri arasında -2002 için söylüyor bu oranı-
22nci sıraya yükselmiştir.
Benzer
değerlendirmeleri konuyla ilgili uzmanlar da yapıyor. Bu uzmanlardan
birisi diyor ki: 1991-2007 yılları arasında ortalama
yıllık bilimsel yayın sayısı artış
hızı yüzde 14,4tür. Bu, Türk biliminin yükselişi olarak
nitelendirilmiştir.
Bir grup bilim
adamı -bunlar bu konuda dünyaca uzman insanlardır- diyor ki: Çin, Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiye
yükselen bilim ülkeleridir. Değerli arkadaşlarım, bunlar
hepimizin onur duyacağı, memnuniyet duyacağı çok önemli
gelişmelerdir. Türk yükseköğretiminin sorunları vardır ama
gelişmeler gerçekten kıvanç vericidir.
Değerli
arkadaşlarım, ben 2003-2010 dönemindeki, bu iktidar dönemimizde
yapmış olduğumuz yükseköğretimle ilgili hamleden de
kısaca bir değerlendirme yapmak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, bu dönem içerisinde 42 devlet, 28 vakıf
üniversitesi olmak üzere 70 üniversiteyi kurduk. Bugün görüşeceğimiz
tasarılarla bu sayı 7 devlet ve 1 vakıf üniversitesiyle 78e
çıkacak ve toplam üniversite sayımız da 154 olacak. Yani bir
başka ifadeyle 2002ye nispetle 2010da Türkiye yükseköğretimdeki
üniversite sayısını yüzde 100ün üzerine çıkarmış
olacak.
Peki, Türkiye
niçin yapıyor bu hamleyi? Türkiye bu kadar sorunu varken, teşvik için
kaynak ararken, işsizlik sorunu ile boğuşurken, güvenlikle
ilgili mücadelesini sürdürürken niçin yapıyor? Değerli
arkadaşlarım, Türkiye dünyadaki değişmeden etkileniyor,
gelişmeyi takip ediyor ve kopmak istemiyor. Uluslararası kriterlerde
mevcut oranını daha ileriye götürmek istiyor ve kısaca, bir
bakıma yükseköğrenim temel kriterleri, yükseköğretim talebinin
karşılanması ve bu alana verdiği önemden dolayı bunu
yapıyor.
Ben yükseköğretimle
ilgili, yine uluslararası kuruluşların, UNESCOnun bu husustaki
iki önerisini, milletlere önerisini sunmak istiyorum. Küreselleşen dünyada
bilgi toplumuna ulaşılabilmesi için brüt okullaşma oranının
yüzde 50nin üzerinde olması gerektiğini tavsiye ediyor ve OECD
ülkelerinde bu oranın yüzde 60ın üzerinde olduğunu belirtiyor
ve gelişmiş ülkelerde yapılan bir çalışmada ise 500
bin nüfusa bir üniversitenin düştüğünü ortaya koyuyor.
Türkiye bu
standartlara ulaşmak için bunu yapıyor. Türkiyenin yükseköğretimde
brüt okullaşma oranı 2005te yüzde 37dir. Yani çağ nüfusunun
içerisinde ancak yüzde 37sine biz, yükseköğretim imkânı
sunabiliyoruz ama 2005ten sonraki gelişmelerde bu oran yüzde 44,2ye
yükselmiştir ama değerli arkadaşlarım, burada üzerinde çok
önemle durulması gereken bir ayrıntı vardır, o da şu:
Açık öğretim ve iki yıllık meslek yüksekokulları
dâhildir. Lisans seviyesinde örgün öğretimi
aldığımızda bu oran yüzde 16,8dir 2009 öğretim
yılında ve 16,8, Türkiye'nin bugün ulaşmış olduğu
seviye itibarıyla kabul edilebilir değildir ve dolayısıyla
yükseltilmek durumundadır. Elbette, toplam brüt okullaşma
oranının 44,2 olması çok sevindirici bir oran ama örgün
öğretimdeki lisans öğrencisi sayısının bu seviyesinin
artırılması şarttır.
Bir başka
kıyaslama, öğretim elemanı başına düşen
öğrenci sayısıdır. Yine 2005 yılında UNESCOnun
yaptığı bir araştırmada Türkiyede bu oran
26dır, Amerika Birleşik Devletlerinde 14, Hindistanda 26, Korede
18 ve dolayısıyla bizden çok sayıda ülke daha düşük
sayıda bir öğrenciyle öğretim elamanı oranı
arasında bir ilgi kurmaktadır ve Türkiye bu hedefini de makul bir
seviyeye çekmek durumundadır.
Bunun
dışında, belirtilmesi gereken bir husus şudur: Dünyada bu
konuya önem vermek, esas sebep olarak daha somut ifadelerle söyleyecek olursak
yükseköğretime
Bunun hepimizin bildiği ve zaman zaman
tekrarladığımız iki kaynağı vardır, Japonya
ve Almanya örneği: İkinci Dünya Savaşından sonra
nasıl kalkındılar? sorusunun cevabı, yetişmiş
insan gücüdür ve eğitim sisteminin varlığıdır. Güney
Kore-Türkiye arasında 1960larda yaptığımız
mukayeselerde birçok alanda aynı seviyedeydik ama Güney Korenin daha
büyük bir hamle yaptığını biliyoruz. Temel
farklılığı, yine eğitim sistemidir ve insan gücünü iyi
yetiştirmesidir. Çin, Hindistan ve Doğu Asya ülkelerinin bugün
yükselen değerlerinin arkasında yine eğitim sisteminin
varlığı vardır. Avrupa Birliği 2009da dünya krizinden
etkilenerek bir mücadele vermekte ama onun hedefi şuydu: Yükseköğretimde
bir hamle yaparak dünyanın en rekabetçi ülkeleri hâline gelmekti ve bunu,
üniversitelerindeki reforma bağlıyordu. Ve daha başka önemli bir
husus, Amerika biraz önce söyledim- dünyanın en gelişmiş
üniversitelerine sahip ama brüt okullaşma oranında dünyada 1inci
sırada değil. 2020 hedefi olarak Başkanlarının hedefi
odur, 2020de dünyada brüt okullaşma oranında 1inci sıraya
gelmektir.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri, bugüne kadar,
2003-2010 döneminde de AK PARTİ İktidarı, dünya bilgi toplumunun
üyesi bir ülke olmak, temel ekonomik sorunlarını çözmek, sosyal
bünyesini güçlendirmek, teknoloji üretmek, bölgesel ve küresel sorunlarda
etkili bir aktör olmak için, kültür dünyası ve coğrafyasında
yaşayan insanların hak ve hukukunu korumak için, insanların öz
güven sahibi olmasını sağlamak için, kültürünü yaşamak ve
korumak için, yükseköğretim konusuna önem vermektedir ve
üniversitelerimizin sayısının ve niteliğinin artması
vazgeçilmezdir.
Esas konunun
önemli olan bir hususunu, başlığını belirtip
konuşmamı tamamlayacağım.
Değerli
arkadaşlarım, yükseköğretimde konuyla özellikle ilgili olanlar,
komisyonda çalışan arkadaşlarımız, hep bir noktaya
dikkat çektik biz, Yükseköğretim Kurulunu da defalarca bu konuda
uyardık: Evet, üniversite kurmak önemli ve çok önemli ama
yükseköğretimde, yükseköğretim alanında, bir öğretim
elemanı planlamasının yapılmasına ihtiyaç var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Güçlü, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) Biz bu üniversiteleri kurarken yarın eğitimin kalitesinde
bir düşme olmamalı. Bu üniversitelerde öğretim üyesi
açığı çok kısa sürede giderilmeli. Bununla ilgili olarak
Yükseköğretim Kurulu bir hazırlık yapmalı. Bu hususta hep
kaygılar taşıdık, biz ve muhalefet partisine mensup
milletvekillerimiz.
Değerli
arkadaşlarım, şahsım adına görüşmede bu hususta
açıklamalar yapacağım, o da şudur: Türk yükseköğretimi
öyle bir kapasiteye gelmiştir ki bu bizim var diye korktuğumuz
sorunun aslında sistemin kendi tarafından büyük ölçüde
çözüldüğünü gördük. Dolayısıyla, Türk yükseköğretimiyle
ilgili eleştirilerimizi yaparken onu incitmeden, üniversitelerimizi
örselemeden, morallerini bozmadan, geleceğimizi aydınlatacak bu
kurumlarımızı yüceltmeye, geliştirmeye, sorunlarını
çözmeye devam etmeliyiz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Güçlü.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 17.26
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.46
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
506 sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Tasarının
tümü üzerinde şahsı adına Durdu Özbolat, Kahramanmaraş
Milletvekili.
Sayın
Özbolat, buyurun efendim.
DURDU ÖZBOLAT
(Kahramanmaraş) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Kanun Tasarısı
hakkında şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tasarı
kanunlaşırsa 7si devlet, 1i vakıf olmak üzere toplam 8 yeni
üniversite kurmuş olacağız. AKP iktidara geldiğinde 53
devlet, 23 vakıf olmak üzere toplam 76 adet üniversite bulunmaktaydı.
Bugün ise 95i devlet, 51i vakıf olmak üzere toplam 146 üniversitemiz
var. Yani AKP İktidarı döneminde 70 üniversite, 382 fakülte, 115
yüksekokul, 193 enstitü kurulmuştur.
Değerli
milletvekilleri, üniversite açalım, hiç itirazımız yok buna.
Peki ama kalite
En az miktar kadar kalite de önemlidir. Dershane
açmıyorsunuz, üniversite kuruyorsunuz. Kaldı ki dershane
açılırken bile kurucular gerekli fizibiliteleri yaparlar,
kararlarını öyle verirler. Üzülerek belirteyim ki her zaman
yaptığınız gibi yine dediğim dedik dediniz.
Üniversite
açıyorsanız açalım ancak açmayı düşündüğünüz
üniversite ve fakülteler, ekonominin ihtiyaç duyduğu iş gücünü
sağlamaya yönelik olmalıdır. Akademik çevreler böyle diyor. Buna
hiç dikkat ettiniz mi? Kurduğunuz ve kurmayı düşündüğünüz
üniversitelerin fiziki ve beşerî altyapılarını yeterince
güçlendirdiniz mi? Bu üniversiteleri yurt geneline dengeli bir biçimde
dağıttınız mı, yoksa belirli illerde mi yoğunlaştırdınız?
Özellikle vakıf üniversitelerinin kâr amacı gütmeden, kâr getiren
bölüm, kâr getirmeyen bölüm ayrımı yapmadan; nüfus
yoğunluğu az, nüfus yoğunluğu çok il ayrımı
yapmadan kurulması gerekiyordu. Bu kurala uyuldu mu uyulmadı mı?
Bu vakıf üniversitelerinden kaçı daha önce kurulmuş
vakıflarca açıldı, kaç tanesi bir vakıf kurup akabinde
üniversite kurma müracaatı yapıp izin aldı?
Kafalarımızı karıştıran, ikna
olmadığımız soru ve sorunlar çok.
Değerli
milletvekilleri, YÖK Başkanı üniversite sayısıyla ilgili
200 hedefini koymuş. AKP Grubu da doğal olarak buna uyacak. Bu,
sağlıklı bir söylem değil. YÖK Başkanı ve onu
göreve getiren Hükûmet övünülecek işler yapsın önce.
Öğretim
üyelerinin tam olduğu, derslerin boş geçmediği üniversiteler
oluşturun. Akademik çalışmaların etkin bir biçimde
yapıldığı, yayın endekslerine giren bilimsel eserlerin
yayınlandığı araştırma merkezlerine sahip
üniversiteler oluşturun. Bilimsel açıdan donanımlı,
ürettiği malzemeyi kullanabilen, ürettiği binada oturabilen, mühendislerin,
yazdığı makalelerin referans kabul edildiği gençlerin
yetiştiği üniversiteler oluşturun.
YÖK
Başkanı dünyada ilk 100 üniversite içine kaç tane Türk üniversitesini
sokmuş, onunla övünsün. Üniversitelerimizde üretilen, uluslararası
camiada ödüle layık görülmüş kaç projemiz var, bu oran Avrupa
Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerindeki üniversitelerle
kıyaslandığında tablo ne, onunla övünsün.
Gelişmiş ülkelerden kaç öğrenci bizim üniversitelerimize okumak
için geliyor, bizden kaç öğrenci bu ülkelerdeki üniversitelere gidiyor,
bunda bir denge var mı, onunla övünsün.
Açtığınız
üniversitelerle övünüyorsunuz. Peki, övünün. Peki bu üniversitelerde ders veren
hocalarla, buralarda okuyan öğrencilerle hiç konuştunuz mu?
Sayın Başbakan anket yaptırmayı çok seviyor. YÖK Başkanına
yakın araştırma kuruluşları da var. Bir sorsanıza
işin taraflarına, memnunlar mı hâllerinden.
Ben
Kahramanmaraş Milletvekiliyim. Şehrimde Sütçü İmam Üniversitesi
var. Şehrimin nüfusu 1 milyonun üzerinde. Üniversitemizdeki öğrenci
sayısı ise yaklaşık 17 binin üzerinde. Şehrimde Kredi
ve Yurtlar Kurumuna ait yurtlarda kalabilen öğrenci sayısı ise
1.500 civarında. Kahramanmaraş Üniversitesi 1992 yılında
kurulmuş, eksikleri on sekiz yıldır giderilememiş. Hâlâ
devam eden ve çözülemeyen kadro sorunları yüzünden üniversitemiz,
özellikle tıp fakültemiz, hizmet veremez hâle gelmiş.
Bütün
bunları dikkate almadan, yeni açılan üniversitelerde durum ne diye
baktığımızda, sayın bakanlar cevap versinler, cevap
verirken de biraz empati yapsınlar, bu üniversitelere okumaya giden
çocukları kendi çocuklarının yerine koysunlar. Üniversite
sınavını kazanmış, üniversitenin bulunduğu
şehre gitmiş, yurt bulamamış gençlerin anne ve
babalarının yerine koyun kendinizi. Özel yurtlara çeşitli
nedenlerle gidemeyen ya da parası yetmediği için buralara gidemeyen
gençlerin anne babalarının yerine koyun kendinizi. Zira bu
çocukların, Sayın Başbakanın çocukları kadar
şanslı olmadıklarını hatırlayın.
Üniversite
açmakla övünüyorsunuz, hep beraber övünelim ama açtığınız
üniversitelerin kütüphanelerini, araştırma merkezlerini, öğretim
elemanı kadrolarını gelişmiş üniversitelerin
standartlarına getirelim ve hep beraber övünelim. Bu ülkede yaşayan
vatandaşlarımızın yüzde 99unun çocuklarını yurt
dışında okutma imkânı yok, onların
çocuklarının masraflarını karşılayacak
sponsorları, babalarının arkadaşları da yok. Ülkemin
üniversitelerinde okuyacaklar, okumalılardır da. Bu
üniversitelerimize destek olalım, imkânlarını
artıralım, bütçelerini artıralım ama yönetimlerine siyaseti
bulaştırmayalım.
Değerli
arkadaşlarım, kurduğunuz ve kuracağınız
üniversitelerde epey yandaş kayırdınız,
kayıracaksınız da öyle anlaşılıyor; zira şu
ana kadarki uygulamalarınız bunu gösterdi. Benim burada, millete
karşı sorumluluğu olan bir milletvekili olarak bir isteğim
var: Bu üniversitelere, fakültelere rektör, dekan seçerken mutlaka dikkat
etmemiz gereken bilimsel yeterliliğe, idarecilik vasfına, dürüstlük
ve bilimsel etiğe, üniversiteyi geliştirmek için ne türden projeleri
olduğuna da dikkat edelim; dikkat etmemiz gerekir, çünkü üniversiteler
siyasetin dışında bilimsel çalışmalar,
araştırmalar yapan kuruluşlar. Eğer dünyada toplumumuz bir
saygınlık kazanacaksa mutlaka üniversitelerimiz son derece
gelişmiş, bilgi ve birikimi öğrencilerine veren kuruluşlar
olmalı.
Bakınız,
bırakınız dünyadaki ilk 100 üniversiteyi, 500 üniversite
içerisinde dahi bir Türk üniversitesi yok. Bunun sebeplerini
araştıralım, bunların sayısını
artıralım.
OSMAN KILIÇ
(Sivas) Şimdiye kadar oldu mu?
DURDU ÖZBOLAT
(Devamla) Evet, bugüne kadar olmamış olması
olmayacağı anlamına gelmemeli, olması için çaba sarf
etmeliyiz. Biz de sorumlu muhalefet olarak yapılması gereken olumlu
çalışmalara bütün gücümüzle katkı vereceğiz.
Bu çocuklar, bu
gençler bizim. Dünyanın en genç nüfusuna sahibiz, ne yazık ki bu
genç, dinamik insanlarımızı yeteri kadar koruyamıyoruz.
Gençlerimiz üniversite sınavlarına hazırlanırken bir
yarış atı gibi koşturuyor, sınavdan sınava
koşturuyor hem de. İlkokuldan itibaren, ortaöğretimde ve lisede
sayısız sınava girdikten sonra üniversiteye giriyor.
Üniversiteye girdikten sonra da o okulu bitirene kadar zaten dar gelirli
vatandaşlarımızın bir evladı olarak bin bir türlü
sıkıntılarla yaşıyor, sonra üniversiteyi bitiriyor,
bitirdikten sonra da ne yazık ki iş bulamıyor.
Bu
planlamaların geleceğimiz olan gençlerimize bir aydınlık Türkiye
yaratması, bırakması için iktidar ve muhalefet olarak hepimiz
elimizden gelen bilimsel, akılcı, doğru projelere destek
verelim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Özbolat, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
DURDU ÖZBOLAT
(Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bunun
gerçekleşebilmesi için üniversitelerin önünde YÖKün bir engel
olduğunu düşünüyorum ve bütün bunları gerçekleştirmemiz
için -mevcut YÖKle yapmamız mümkün değil- onun için, gelin, YÖKü
hep birlikte kaldıralım, Üniversitelerarası Kurulu daha etkin
hâle getirip bu sorunları daha kolay çözelim ama öyle görünüyor ki bu
sorunun çözümü bize nasip olacak.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Özbolat.
Hükûmet
adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu.
Buyurun
Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 7si devlet, 1i vakıf
üniversitesi olmak üzere 8 üniversitemizin kuruluş kanunlarını
görüşmeye geçmeden önce yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Sizlerin de
bildiği gibi 1980li yıllardan itibaren çok hızlı bir
küresel değişim sürecine giren dünyamızda öne çıkan iki
önemli unsurdan bir tanesi insan, diğeri de bilgidir. İçinde
bulunduğumuz yüzyılda ekonominin en önemli girdileri de bilgi ve
bilgili insan kapasitesidir. Bu doğrultuda, tüm dünyada
yükseköğretimde okullaşma oranlarının artan bir seyir
izlediği gözlemlenmektedir. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki son on
yılda ülkemizde de yükseköğretim nicelik ve nitelik
açısından büyük ilerleme kaydetmiştir.
2002
yılında 53ü devlet, 23ü vakıf olmak üzere üniversite
sayısı 76 iken, bugün itibarıyla 95i devlet, 51i vakıf
olmak üzere 146 üniversiteye ulaşmış durumdayız. Yeni
üniversiteler kurulurken mevcut üniversitelerimizin bünyelerinde 2002
tarihinden itibaren 398 yeni fakülte, 119 yüksekokul ve 193 de enstitü
kurulmuştur.
Bu kapsamda 2002
yılında yükseköğretimde toplam 1 milyon 916 bin öğrenci var
iken, 2010 yılında 3 milyon 529 bin 334 öğrenci
sayısına ulaşılmıştır. Yükseköğretimde
2002 yılından bu yana toplam öğrenci sayısındaki
artış yüzde 184tür.
Ülkemizin genç
nüfusu ve üniversitelerimizde üretilen bilginin teknolojiye ve katma
değere dönüştüğü dikkate alındığında bugün
attığımız adımların çok geç kalmış
adımlar olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim.
Dolayısıyla, son üç dört yılda devlet ve vakıf
üniversitelerinin sayısındaki patlama güçlü bir küresel aktör olma
yolunda hızla ilerleyen ülkemizin gelecek adına
yaptığı en anlamlı ve en önemli yatırımlardan
birisidir. Bu aynı zamanda hükümetimizin eğitime, nitelikli insan
gücüne, bilgi toplumuna ve gençlerimize verdiği önemin de somut bir
ifadesidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planında
ortaöğretimdeki okullaşma oranı yüzde 100 olarak
hedeflenmiştir 2013 yılına kadar. Ortaöğretimdeki
okullaşma oranlarındaki artış yükseköğretime olan
talebi de artırmaktadır. Yükseköğrenime yönelik olarak, bu
talebin karşılanmasına yönelik olarak yükseköğretimdeki
okullaşma oranı 2012-2013 örgün yükseköğretimde yüzde 33,
toplamda yüzde 48 olarak hedeflenmiştir. Ülkemizde yüksek öğrenime
olan yoğun talebin karşılanmasının ve bu hedefe ulaşılmasının
mevcut üniversite ve üniversitelere bağlı yükseköğretim
birimleriyle birlikte gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı
dikkate alınarak yükseköğretimde rekabet, kalite ve taze bir kan
getiren yeni üniversitelerin kurulmasını destekliyoruz.
Bunun
yanında yükseköğretim birimlerine öğretim elemanı
sağlanması da önem verdiğimiz hususların başında
geliyor. 2002-2003 yıllarında üniversitelerimizdeki öğretim
elemanı sayısı 74.134 iken bugün itibarıyla bu sayı
97.923e ulaşmıştır ancak bunun da yeterli olduğunu
söylemek mümkün değildir. Buradan hareketle öğretim elemanı
ihtiyacının karşılanabilmesi için 5 Yılda 5 Bin
Öğrenci Projesi kapsamında yurt dışına lisansüstü
öğrenim amacıyla öğrenci gönderiyoruz. 2006 yılından
bu yana yürütülmekte olan proje kapsamında 1.463 öğrenci hâlen yurt
dışında lisansüstü eğitim görüyor.
Ayrıca
üniversitelerimizdeki kadro ihtiyacının giderilmesi amacıyla
9.529u akademik, 6.151i de idari olmak üzere toplam 15.680 kadronun ihdas
edilmesi için hazırlanan kanun tasarısının bir an önce
kanunlaşması için de çabalar devam etmektedir.
Öte yandan her
ilimize bir üniversite kurarak ve vakıf üniversitelerini destekleyerek
yükseköğrenime olan talebi önemli ölçüde karşılamış
olsak da Türkiye'nin yükseköğrenim talebi sistemin arzına göre hâlâ
çok yüksektir. Dolayısıyla, çağın gereklerine uygun, kaliteli,
bilim ve teknik ve sanat alanında ülkenin kapasitesine katkı
sağlayabilecek bugünün nitelikli öğrencilerini, geleceğin
öğretim üyelerini yetiştirmesi amacıyla, bugün görüşülmekte
olan kanun tasarısıyla Ankara, Bursa, Erzurum, İstanbul,
İzmir, Kayseri ve Konya illerinde devlet üniversitesi ve Antalyada bir
vakıf üniversitesi kurulması öngörülmektedir.
Bu
üniversitelerden Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankarada,
Bursa Teknik Üniversitesi Bursada, İstanbul Medeniyet Üniversitesi
İstanbulda, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İzmirde, Konya
Teknik Üniversitesi Konyada, Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi Kayseride,
Erzurum Üniversitesi de Erzurumda, Uluslararası Antalya Üniversitesinin
de Antalyada kurulması planlanmıştır.
Toplamda 56
fakülte, 11 yüksekokul ve 23 enstitüden oluşacak olan bu üniversitelerin
öğretim elemanı ihtiyacının karşılanması
amacıyla 13.248 akademik, döner sermaye dâhil 4.940 idari kadronun tahsis
edilmesi öngörülmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gerek devlet gerekse vakıflar
tarafından kurulan üniversitelerimiz, hem ülkemiz hem de gençlerimizin
geleceği bakımından büyük öneme sahiptir, bu nedenle de
üniversite kuruluşlarının desteklenmesi gerekmektedir.
Ayrıca,
tasarıda, hayatını ülkemizin bilim, sanat, kültür, eğitim
ve sağlık alanındaki gelişimine adayan ve bu uğurda
çok büyük mücadeleler vermiş olan Profesör Doktor İhsan
Doğramacının kişisel mal varlığını
kullanarak kurduğu, maddi ve manevi desteğini, bilgi ve tecrübesini
aktardığı Bilkent Üniversitesi adının da İhsan
Doğramacı Bilkent Üniversitesi olarak değiştirilmesi de bu
kanun tasarısında yer alan hususlardan biridir.
Ülkemizin ilk
vakıf üniversitesinin, köklü devlet üniversitelerinin ve tıp
fakültesinin kurulmasına önderlik eden değerli bilim
insanının adının Bilkent Üniversitesinin başında
yer alması, onun değerli hatırasını yaşatmak
adına önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle, bugün görüşülecek olan ve yükseköğrenim
sistemimize yepyeni bir soluk ve katkı sağlayacak olan üniversitelerimizin
küresel rekabete katılabilen, dünyaya açık, toplumun beklentilerini
karşılayan kurumlar olarak topluma hizmet edecekleri inancıyla,
şimdiden katkı sağlayacak tüm milletvekillerimize teşekkür
ediyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Şahsı
adına Konya Milletvekili Sayın Sami Güçlü.
OSMAN ÇAKIR
(Samsun) Başkanım, şahsı adına konuşma bizim
değil miydi?
BAŞKAN
Yok, daha tamamı üzerindeki görüşmeler devam ediyor, sizinki birinci
bölümde.
Buyurun
Sayın Güçlü.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Grup adına
konuşmamda geldiğim noktadan devam etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Türk yükseköğretimiyle ilgili en önemli
sorunlardan birinin öğretim üyesi teminiyle ilgili duyulan kaygı ve
eğitim kalitesinin düşebileceği endişesiydi. Bununla ilgili
olarak kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
2008-2009
öğretim yılında yüksek-öğretim sistemimizde 2,8 milyon
öğrencimiz var. Aynı dönemde öğretim elemanı
sayısı 100 bin, öğretim üyesi sayısı ise 40 bindir. Bu
rakamlara göre, Türk yükseköğretiminde öğretim elemanı
başına düşen öğrenci sayısı 27, öğretim
üyesi başına düşen öğrenci sayısı 70, örgün
öğretimde öğretim üyesi başına düşen öğrenci
sayısı ise 47dir, lisans öğretiminde.
Yeni kurulan
üniversitelerimizin öğrenci/öğretim üyesi ortalamasını çok
düşürmemesi ve makul bir seviyede bu ortalamaya yakın değerlere
ulaşabilmesi konusunda bir durum tahlili yapmak için kendi üniversitelerimizden
örnek aldım. 13 üniversiteyi seçtim. Bu 13 üniversitenin içerisinde 5i
yaklaşık otuz beş yıl önce kurulmuş, 3ü yirmi
beş, son 5i de on beş yılda kurulmuş üniversiteler.
Bu
üniversitelerle ilgili yaptığımız öğretim
elemanı, öğretim üyesi ve öğrenci sayılarıyla ilgili
kriterler şöyle; özellikle iki gruba indirerek hatırda
kalmasını kolaylaştırmak için söylüyorum:
Yaklaşık
on beş yıl önce kurulan üniversitelerimizde ortalama 500 öğretim
üyesi, bin öğretim elemanı vardır ve bu üniversitelerimizde
yaklaşık da 25 bin civarında öğrenci okumaktadır.
Yirmi beş yıllık bir dönemde, önce kurulmuş olan
üniversitelerimizde ise öğretim üyesi sayısı ortalama bin,
öğretim elemanı sayısı ise 2.200 seviyesindedir.
Dolayısıyla 13 üniversitenin ortalamasını aldığımızda
ve bunların içerisinde on beş yıl önce kurulanları dikkate
aldığımızda, öğretim elemanı başına
düşen öğrenci sayısı 30, üyesi başına düşen
70 ve öğretim üyeleri başına örgün öğretimdeki lisans
öğrencisi sayısı 37dir ve dolayısıyla bunlar, on beş
yıl önce kurulan üniversitelerimizdeki ortalama Türkiye ortalamasına
çok yakındır. Yani on beş yıl içerisinde üniversitelerimiz
bir bakıma Türkiye ortalamasına yakın bir öğretim üyesi/
öğrenci oranına ve yaklaşık 500 öğretim üyesine, bin
öğretim elemanı sayısına ulaşabilmektedirler.
Değerli
arkadaşlarım, bununla ilgili olarak, yeni kurulan 70 üniversiteyi
kastederek değerlendiriyorum, bunların içerisinde 42si devlet, 28i
vakıf üniversitesi. Bu üniversitelerin on beş yıl içerisinde
gelişmelerini tamamlayarak olgunluk dönemine doğru
yaklaşmaları durumunda meydana gelecek gelişme, yani
öğretim üyesi ihtiyacının nasıl
karşılanabileceği hususudur.
Bununla ilgili
olarak, bu üniversitelerimizde bu sayıları hedef
aldığımızda, yani 2025 yılında bu üniversitelerimizde
bin öğretim elemanı ve 500 öğretim üyesi olacağından
hareketle toplam olarak baktığımızda 35 bin yeni
öğretim üyesine ihtiyaç vardır. Bugünkü 40 bin
sayısını düşündüğümüzde, yüzde 90a varan bir
artışa ihtiyaç var bu üniversitelerimizde öğretim üyesinin
kalitesinin kabul edilebilir bir seviyede olması için. Öğretim
elemanı sayısının ise yüzde 70 oranında artarak 70
bine ulaşması gerekiyor, bu yeni üniversiteler için.
Değerli
arkadaşlarım, bu konuda iki önemli kaynak var elimizde:
1) Kendi yükseköğretimimizdeki
doktora ve tıpta uzmanlık konusundaki kadrolarımız, mevcut
potansiyelimiz.
2ncisi ise, yurt
dışı gönderilen, YÖK ve Millî Eğitim
aracılığıyla gönderdiğimiz lisansüstü programlara
katılan öğrencilerimizdir.
Evvela sizlere,
grup adına konuşmamın içerisinde ifade ettiğim husus; Türk
yükseköğretiminin ulaşmış olduğu kapasitenin hepimizi
memnun edecek noktası işte buradadır: Değerli
arkadaşlarım, 1985-1986 yılında, Türk
yükseköğretiminde, tıpta uzmanlık hariç, doktora
programlarında kayıtlı öğrenci sayısı 5.443tür.
2008-2009 öğretim yılında bu rakam 36 bine
ulaşmıştır. Tıpta uzmanlığı katacak
olursak, tıpta uzmanlıkta, 1987-1988 öğretim yılında
6.183tür, 2008-2009 öğretim yılında ise kayıtlı
öğrenci sayısı 21 bindir. Türkiye, 36 bin öğrenciye doktora
yaptıracak bir kapasiteye ulaşmıştır. Bu, Türkiye'nin
bugün çok farkına varmadığımız ve bir öğretim
üyesi kaygısı taşıdığımız bir durumun
bir bakıma gereksiz olduğunu, endişenin bu çapta
duyulmasının gerekli olmadığının bir ifadesidir.
Çünkü şu anlama gelmektedir, değerli arkadaşlarım: Bu süre
içerisinde, gerek kapasitede gerekse mezuniyet sayılarında çok önemli
gelişmeler vardır. 1985te 504 mezun verirken Türk
yükseköğretimi, doktora seviyesinde, bugün, bu rakam 3.600e
ulaşmıştır. Tıpta uzmanlıkta ise mezuniyet
sayısı yaklaşık 1987de binken bugün 4 bindir.
Değerli
arkadaşlarım, yeni üniversitelerimize
baktığımızda, bu yeni üniversitelerimizin
ihtiyaçlarına baktığımızda şöyle bir tablo
karşımıza çıkıyor: On beş yılda 500
öğretim üyesinin çıkması demek
Her yıl, 2.350
civarında bir öğretim üyesi ve 2016dan itibaren de -yine aynı
rakamı ifade ediyorum- 2.350 civarında öğretim üyesine ihtiyaç
var ve bunlar toplam olarak 35 bin civarında öğretim üyesine
ulaşıyor on beş yıllık bir süre içerisinde.
Değerli
arkadaşlarım, bu mezunlarla ilgili konuda çok hassas bir nokta var:
Bu mezunların tamamının yükseköğretime
alınacağını elbette düşünmüyoruz, doktora
programlarından. Mevcut doktora programında yer alanların sadece
yüzde 35inin, yani 4 bin mezunun 1.225inin, tıpta uzmanlıkta
barajı aşanların ise yüzde 20sinin yükseköğretim sistemine
katılması hâlinde, toplam arz, üniversitelere gidecek doktora
yapmış öğretim üyesi ve tıpta uzman sayısı 2.350
oluyor ki bu, bizim bir bakıma ihtiyaç duyduğumuz sayıya
ulaşıyor. Her yıl, 2011den itibaren sisteme katılacak
olan, her yıl yurt dışına gönderdiğimiz bin
elemanın da doktora yapıp dönmeleri durumunda, ki YÖKün bir
çalışmasına göre bunların 650si dönmeye
başlayacaktır, sisteme katılmaya başlayacaktır, biz de
bunun yüzde 50sini yine sisteme katacak olursak buradan da gelecek olanlarla
beraber, 325le beraber, 2011-2015 yılları arasında Türk
yükseköğretiminde yeni kurulan üniversiteler için bir öğretim üyesi
açığının olmayacağı ortaya çıkıyor.
Yükseköğretimde
bu yurt dışı doktoralıların 2015 yılında
sonuçlanacak, daha sonra oradan bir kaynak aktarışı olmayacak
ama mevcut kapasitemizde bir gelişme olacak. Çünkü yaklaşık on
yılda, 10 binin üzerinde doktora kapasitesinde bir artış
olduğu gözleniyor. 2016-2025 yılları arasında ise doktora
kapasitesinin 45 bine ulaşacağını düşünürsek 4.500
civarında yılda doktoralarını tamamlayan bir öğretim
üyesi potansiyeline ulaşacağız. Yine bunlardan da yüzde 35ini,
tıpta uzmanlık kazananların da daha düşük bir
oranını, yüzde 15ini üniversitelere
aldığımızı farz edecek olursak bu defa 2.415
civarında bir eleman yükseköğretime katılabilmektedir. Her
yıl ihtiyaç duyulan sayıyı bu üniversite ortalamalarına
böldüğümüzde bir problemin olmadığı, Türk
yükseköğretiminde bu üniversitelerin, on beş yıllık süre
içerisinde, bu gelişmeyi kendi bünyemizde kazanacağımız
elemanlarla takviye edebileceğini gösteriyor. Bu büyük potansiyeli
gerçekleştiren Yükseköğretim Kurumu mensuplarına,
üniversitelerimize, emeği geçenlere teşekkürü borç biliyoruz.
Esas bu noktada
söylemek istediğim husus şu: Yedi devlet üniversitesi, 2016dan
sonra, 2020lere yaklaşırken, esas, sisteme öğretim üyesi
katkısını çok büyük ölçüde yapacaklardır. Niçin böyle
düşünüyorum? Çünkü 2003-2010 yılları arasında kurmuş
olduğumuz yükseköğretimle ilgili bu yüksek artışın
esas taç eseri yedi devlet üniversitesidir. Bunu böyle algılıyoruz.
Bu yedi devlet üniversitesini biz Türkiye'nin kültürel olarak en
gelişmiş, altyapı olarak, şehircilik olarak ve çok seçkin
bir üniversite öğretim üyesi kadrosunu seçebilecek merkezlerde kuruyoruz.
Yedi üniversitemiz bir bakıma bu şekilde dağılmış
durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Güçlü,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurunuz.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Burada esas, yedi
devlet üniversitesini kurarken biz lisansı hedef almadan, yüksek lisans
ağırlıklı bir yapıya, çok ayrıcalıklı
bir yönetim anlayışına, öğretim üyesi seçerken
eleştirdiğimiz, zaman zaman karşı
çıktığımız, zaman zaman şahit olduğumuz
sistemlerin dışında çok objektif kriterlerle üniversitelerimizin
mevcut bünyesinde olumsuz olarak gördüğümüz bir kısım
eksiklikleri ve hastalıkları bünyesine taşımadan, araştırma
ağırlıklı bir üniversite kurmak ve bu üniversiteleri yirmi
yıl sonra dünya üniversitelerinin hâline getirebilecek gibi kurmak.
İşte bunu -bizim Hükûmetimiz döneminde kurulmuş olup
olmaması önemli değildir değerli arkadaşlarım- Yüksek
Öğretim Kurumu, Parlamento, hükûmetlerimiz, eğer bu üniversiteleri
böyle bir anlayışla kurma konusunda bir irade ortaya koyabilirsek bu,
Türkiye'nin 21inci yüzyıldaki temel büyük hamlesinin, geleceğinin de
en büyük kaynağı ve güvencesi olacaktır. Dolayısıyla,
bu büyük hamlenin, bu yedi devlet üniversitesinin kuruluşuyla ilgili
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
- Sayın Güçlü, teşekkür
cümlenizi alayım, bağlayın konuşmanızı.
SAMİ GÜÇLÜ
(Devamla) - Yedi devlet üniversitesinin, dünya çapında üniversite kurmak
iddiasıyla ortaya çıkmak
Bunu sadece de bu yedi üniversiteyi katarak
da düşünmememiz gerekiyor. Mevcut üniversitelerimiz içerisinde çok
başarılı olan İstanbul Teknik, Orta Doğu,
İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve başkaları
içerisinde, seçerek, üç dört tanesini de oradan seçerek, bu üniversiteleri de
farklılaştırarak, bunlarla ilgili kaynak sorununu çözerek, bu
üniversitelerin yönetim anlayışlarını
değiştirerek
Ama bunları yaparken hiçbirisinin- bununla ilgili
düşüncelerimize siyasi bir mülahaza katmadan, Türkiye'nin geleceğini
düşünerek yapma konusunda bir iddia taşımamız lazım.
Bununla ilgili
konuda, arkadaşlarım da ifade etti, Türkiyede yükseköğretimle
ilgili bir düzenlemeyi yapmanın da bu iktidarın görevi olduğunu
düşünüyorum. Yani arkadaşlarımızın eleştirisine
katılıyorum, Türk yükseköğretiminde bir yasal düzenlemeyi en
normal zamanda yapmamız lazım. Üniversitelerle ilgili bu hamleleri
yaparken bu yasal düzenlemelere ihtiyaç olduğu fikrine de
katılıyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Güçlü.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, soru-cevap işlemini
gerçekleştireceğiz. Yalnız dün sisteme giren
arkadaşlarım vardı, ben onların okuyacağım
isimlerini, eğer buradalarsa, sisteme girerlerse, öncelikli olarak onlara
söz vereceğim.
Sayın Asil
burada mı efendim? Siz sisteme girmişsiniz, evet, şu anda 8inci
sırada görünüyorsunuz.
Ahmet Duran Bulut
Bey? Burada, 16ncı sırada girmiş.
Sacid
Yıldız Bey? Burada. Girmiş.
Sayın
Aslanoğlu, girdiniz mi efendim? Tamam.
Sayın
Serter? Giriyorsunuz.
Sayın Köse?
Şevket Bey yok galiba.
Sayın
Çakır, Hocam girdiniz mi sisteme? Dünden olan haklarınızı
biz not aldık, hayır soru sormak istemiyorsanız ayrı, ona
bir şey demiyorum.
Sayın
Rıdvan Yalçın? Rıdvan Bey de yok galiba.
Sayın Akif
Paksoy? Yok.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Sayın Başkan, ben de sisteme girmiştim,
beni de ekleyin.
BAŞKAN
Efendim, dünkü listede sizin isminiz yok.
Sayın
Yıldız, buyurun efendim.
SACİD YILDIZ
(İstanbul) Teşekkür ederim efendim.
Geçen yıl
Polis Meslek Yüksekokulları Öğrenci Adaylığı
Sınavında bir skandal yaşanmıştı çünkü
sınav sorularının deneme sınavları adı
altında bazı dershaneler tarafından özel olarak seçilen
öğrencilere iletildiği ortaya çıkmıştı. 2007de
de benzer bir olay Kemal Serhatlı Polis Meslek Yüksek Okulunda
yaşanmış, bazı öğrencilere soruların
yanıtları verilmişti. Bu yıl da yirmi il merkezimizde
yapılacak bu sınav için aday öğrenciler artan söylentiler
karşısında büyük bir kaygı ve stres
altındadırlar. Bu konuda Bakanlığınızca gerekli
önlemler alınmış mıdır?
İkinci
sorum: Üniversitelerde son yıllarda idari görevlere, genel sekreter, genel
sekreter yardımcısı, daire başkanı gibi üniversitedeki
akademik kadroda görev yapan yardımcı doçentler ve öğretim
görevlileri atanmaktadır. Üniversitelere göre bunların dökümü nedir?
Bu akademik kadrodaki personelin bu kadrolara atanmasını uygun
bulmakta mısınız?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Sayın Asil, buyurun.
BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakan,
Almanyada yaşayan Türk soydaşlarımızın çocuklarının
yüzde 11inin okulu terk durumda yani diplomasız oldukları, yüzde
46sının ilk ve ortaokul mezunu oldukları, yüzde 25inin orta
dereceli lise, yüzde 12sinin yüksek dereceli lise ve yüzde 7sinin de ancak üniversite
muzunu olabildikleri bilinmektedir. Alman eğitim sisteminin fakir, göçmen,
mülteci ve engelli çocuklara ayrımcılık uygulamasına yol
açtığı Birleşmiş Milletlerin insan hakları
raporuna da yansımıştır. Buradaki
soydaşlarımızın daha düzgün bir eğitime
kavuşabilmeleri için Bakanlığınızın ne gibi çalışması vardır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bulut
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Sayın Bakan, 2009 iç denetim raporunda
Bakanlığınızın öğretmen açığı
133.317 olarak gösteriliyor. 24 Mayıs 2010 tarihinde de açık norm kadro
sayısı ise 141.293 olarak ilan edildi. Siz ise 24 Aralık 2009
tarihinde yaptığınız açıklamada 76.721 öğretmen
ihtiyacımız var. dediniz. 2010 yılı için ise öğretmen
açığının 78.321 olduğunu söylediniz. Dört farklı
rakam, bunlardan hangisi doğru? Biz Bakanlığın
açıkladığı norm kadrosunu, iç denetim raporundakini baz
alırsak 141 bin. Bu sene kaç öğretmen alacaksanız? Bu
açığı nasıl kapatacaksınız?
İkincisi
efendim: Zorunlu eğitim çağındaki engelli öğrenci
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Aslanoğlu
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) Sayın Bakan, yeni kurulan
Yıldırım Beyazıt, İstanbul Medeniyet ve Turgut Reis
Üniversitelerine 2.500er kadro veriyorsunuz. 2.500er tane (1) ve (2)
sayılı cetveldeki kadro var ve bunların fakülte sayısı
altı veya yedi. Bugün on dört, on beş, on altı fakültesi olan
hâlâ 1.100, 1.200 tane öğretim görevlisi olan fakülteler var. Bu
diğer üniversiteler için bir haksızlık değil mi? Yani otuz
yıllık üniversitelerimizde 1.100 kadro olmasına rağmen,
1.200 kadro olmasına rağmen siz yeni kurulan altı, yedi
fakülteli bir okula 2.500 kadro ihdas ediyorsunuz. Bir kere bu bir
haksızlık. Öbür üniversiteleri de aynı seviyeye getirecek
misiniz?
İki: Maliye
Bakanlığından talep ettiğiniz 16 bin yeni kadronun
akıbeti nedir? Acaba vize veriyor mu Maliye Bakanlığı? Bu
konudaki son görüşmeleriniz nedir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Serter
FATMA NUR SERTER
(İstanbul) Sayın Bakan, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yeni
kurulan üniversitelerin bazılarında rektörlerin etnik esaslı bir
kadrolaşma içine girdiğine ilişkin birtakım duyumlar
alıyoruz. Üniversitenin adını vereyim size: Örneğin, Siirt
Üniversitesinde Arap kökenli olan çalışanların işten
çıkarıldığı duyumları alıyoruz. Bu konuda
bir bilginiz var mı, bu konuyu araştırmayı ve incelemeyi
düşünür müsünüz?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Tankut
YILMAZ TANKUT
(Adana) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
Kayseride kurulan Abdullah Gül Üniversitesiyle ilgili isim acaba
Cumhurbaşkanının kendisinden mi gelmiştir yoksa siz,
Cumhurbaşkanlığı makamına hürmeten bir gelenek mi
oluşturmak amacıyla o ismi düşünüp koymuş
bulunmaktasınız?
Diğer bir
sorum: Bu tasarıyla yedi yeni devlet üniversitesi kurulacak iller
belirlenirken söz konusu illerin hangi özellikleri dikkate
alınmıştır? Mesela o ilin nüfusu, coğrafi konumu,
sosyoekonomik özellikleri mi dikkate alınmaktadır yoksa farklı
istek ve talepler mi etkili olmaktadır?
2 milyon nüfusa
sahip olan ve bugün yüzde 26yla Türkiye'nin en büyük işsizlik
oranına sahip olan Adana niçin bu iller arasında
düşünülmemiştir?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın
Akkuş
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Sayın Başkan, Sayın Bakan; kurulması
teklif edilen yeni üniversiteler, genellikle üniversite mevcut olan illerimize
ikinci veya bilmem kaçıncı üniversite olarak kurulmaktadır.
Özellikle teknik üniversite adı altında kurulacak olan
üniversitelerin bulunduğu yerlerdeki üniversitelerimizde birer mühendislik
fakültesi bulunmakta idi. Acaba bu mevcut fakültelerdeki akademik kadrolar bu
yeni üniversitelere yeterli gelecek mi yahut da mevcut fakültelerdeki
öğretim üyeleri yeni üniversiteye geçtiğinde bu fakülte
kadroları boşalmayacak mı? Bunların envanteri
yapıldı mı, yapıldıysa durum nedir?
İki:
Tarsusta bir üniversite kurulması isteğimiz, Her ile bir
üniversite projesi anlayışıyla, Tarsusun il olmaması
sonucu reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni üniversiteler kuruluyor.
Tarsus ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden birkaç kat fazla olan
ilçelere
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Taner
RECEP TANER
(Aydın) Sayın Bakan, kurulmakta olan yeni üniversitelere
baktığımızda hepsi o illerin 2nci üniversiteleri, 3üncü üniversiteleri.
Üniversiteleri olmayan il kalmadığına göre ve birçok ilde de
birden fazla üniversite kurulduğuna göre,
Bir: Nüfus
bakımından üniversite kurulan birçok ilden büyük olan ilçelere
İlçe olduğu için üniversite kurulamaz. kotasını
kaldırmayı düşünüyor musunuz?
İki: Örnek
olarak 110 bin nüfuslu Aydın ili Nazilli ilçesinde kurulması için
2009 yılı Mart ayında kanun teklifi verdiğimiz Nazilli
Sümer Üniversitesinin kurulmasına nasıl bakıyorsunuz? Ki bu
aynı zamanda Sayın Müsteşarımızın kendi ilçesi, o
konuda kendisinin desteklerini bekliyoruz.
Son olarak, millî
eğitimde tüm liselerin Anadolu lisesi hâline çevrilmesini nasıl
buluyorsunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Sayın Işık
ALİM
IŞIK (Kütahya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
hâlen üniversitelerimizde akademik yükselme şartlarını yerine
getirdikleri hâlde hak ettikleri kadrolara atanamayan öğretim
elemanlarının unvanlarına göre dağılımları
nasıldır? Bu öğretim elemanlarının kadrolara
atanmaları için daha önceki dönemlerde atanmış rektörlerin
değiştirilmesinin beklendiği iddiaları ne derece
doğrudur? Bu konuda ne tür tedbirler alınmış ya da
alınmaktadır?
İki: Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesinde bazı fakültelerde terör örgütü
yanlıları ya da sempatizanları tarafından derslerin boykot
ettirilerek öğrencilerin derslere
sokulmadığı ve Kredi Yurtlar Kurumunda kalan Anadolu
çocukları, bazı öğrencilerin yurtlardan dövülerek
atıldığı iddialarına karşılık
Bakanlığınızca nasıl bir işlem
yapılmış ve üniversite yönetiminde ne tür uygulamalar sergilenmiştir.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Sayın Ağyüz
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, usta öğreticiler yıllardır geleceğinin ne
olacağını bilmeden çalışıyorlar.
Sayısız kere gündeme geldi, Meclisi de ziyaret ediyorlar ama
sorunlarına bir türlü çare bulamıyorlar. Bu konu sizin gündeminizde
mi?
Gaziantepe Millî
Eğitim Bakanlığı olarak çok önem verdiğinizi
söylüyorsunuz ama şu anda bir gelişme yok, okul açığı,
derslik açığı, öğretmen açığı aynen devam
ediyor.
Gaziantepteki
kamu arazilerini eğitim kampüsü olarak almayı
planlayacaktınız. Niye bir adım atılmıyor bu konuda?
2.500 öğretmen açığı için 84 tayinle bu açık ne zamana
kadar devam edecek ve 60ıncı sıradan Gaziantep ne zaman
kurtulacak?
Bunları
öğrenmek istiyorum, teşekkür ederim.
BAŞKAN
Sayın Doğru? Yok.
Sayın
Bakanım, süremiz doldu, buyurun efendim.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Yıldızın sorusuyla başlamak istiyorum. Geçtiğimiz
yıl basına da yansıyan ve Bakanlığıma da defaatle
soru önergeleriyle soru olarak iletilen ve yazılı olarak da
cevaplandırdığımız bir sorunun yeniden iletilmiş
olması hasebiyle tekrar cevaplandırma ve hem Parlamentoyu hem de
kamuoyunu bir kez daha aydınlatma gereği hasıl olmuştur.
Geçen yıl yapılan polis meslek yüksekokulu sınavları ÖSYM
tarafından yapıldı, hepinizin de bildiği gibi. Daha sonra
ortaya çıkan iddialar üzerine bu sınav iptal edildi ve yenilendi.
Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezimiz sınav sistematiği
açısından ülkemizin en güvenilir kurumlarından birisidir.
Dolayısıyla çok uzun yıllardır hem kurumsal kapasitesi
itibarıyla hem de yaptığı sınavlar itibarıyla
toplumumuzda geniş kesimlerde güven oluşturan bir kurumdur. Tabii ki
istenmese de bazen arzu edilmeyen yanlış işler olabilir ama bunun
karşısında bu sınav yenilendi ve yeniden bu yıl
yapılan sınavlarda da sanıyorum gereken tedbir
alınmıştır diye düşünüyorum.
Sayın Asil
Almanyada yaşayan Türk çocuklarının eğitim
durumlarına ilişkin bazı istatistiki verileri
paylaştı. Doğrusunu isterseniz, Almanyada yaşayan Türk
çocuklarının göçmen olarak topluma entegrasyonu konusunda
Evet,
Alman Hükûmetinin izlediği politikalar bu anlamda çok da tasvip edilecek
politikalar değil. Yaklaşık otuz kırk yıl önce göç
eden bir toplumun yaklaşık üçüncü jenerasyonu eğitim sistemi
içerisinde ve özellikle eğitim sisteminin, ilk yaşlarında
yönlendirme şeklinde, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren
yapılan yönlendirmelerde, yeteri kadar Almancaya hâkim olamadıkları
için çocuklarımız maalesef, eğitim kurumları içerisinde
daha akademik başarıyı elde etme imkânları olmayan okullara
yönlendiriliyorlar. Bu yıl içerisinde hem Alman Eğitim Bakanıyla
hem de Merkelin Türkiye ziyareti çerçevesinde ele alınan en önemli konulardan
bir tanesi de Eğitim başlığı altındaydı.
Almanyada yaklaşık 500 bine yakın Türk kökenli öğrencimiz
var ve bu öğrencilerin eğitimleri ve iyi bir eğitim
almaları, topluma entegrasyonu bizim açımızdan da çok önemli.
Atılan bazı adımlar var. Bunların kapsamlı
çalışmaları
Ben geri kalanını -Sayın Asilin-
yazılı cevaplandırayım, bu konuda yapılan
anlaşmalar ve yürütülen çalışmaları.
Sayın
Bulutun sorusu: 2009 İç Denetim Raporuna göre öğretmen
açığının 133 bin olduğunu, daha sonra 141 bin olarak
açıklandığını -norm kadro
açığının- daha sonra benim 76 bin öğretmen olarak ve
2010 yılı için de 78 bin öğretmen açığı olarak
açıkladığımı ilettiler.
Şimdi, her
şeyden önce İç Denetim Raporunda yer alan, norm kadro
açığına göre belirlenen bir kıstas. Öğretmen
açığı yıl içerisinde de çeşitli zamanlarda azalan
çoğalan
Birkaç bin oranında azalıp çoğalma ihtimali var.
Bu rakamlar, her telaffuz ettiğimizde gün itibarıyla doğruluk
arz eden bilgiler. Biz norm kadro dışında, şu anda ders
anlatacak öğretmen açığı açısından
değerlendirdiğimizde, bugün itibarıyla, 2010 yılı için
78 bin öğretmen açığımız var. Bu yıl
itibarıyla 41 bin atama yapılacak. 10 bin atamayı haziran
ayında gerçekleştirdik, diğer atamayı da ağustos
ayı içinde gerçekleştireceğiz.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Geri kalanını ne yapacaksınız?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Sayın
Aslanoğlunun sorusu: Yeni kurulan üniversitelere verilen kadrolar eski
üniversitelere verilmiyor. dedi. Bugün burada kurulması düşünülen
üniversiteler yeni ve sıfırdan üniversiteler olduğu için, hâliyle
daha önce kurulmuş ve kadrosu olan üniversitelere eksik
kadrolarının ancak verilmesi söz konusu olabilir. Bugün
itibarıyla
Sayın
Serterin sorusu: Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bazı üniversitelerin
etnik tutum içerisinde oldukları ve Siirt Üniversitesinde Arap
kökenlilerin işten çıkarıldığına dair duyumlar
aldığınızı
Şu an itibarıyla YÖK Başkan
Vekilimizin bana ilettiğine göre, bu konuda kendilerine
ulaşmış herhangi bir şikâyet söz konusu değilmiş.
Eğer, bu konuda şikâyet edenler varsa, her şeyden önce yetkili
birimlere ulaştırırlarsa bu konuda Yükseköğretim Kurulumuz
gerekli incelemeleri gerçekleştirecektir.
Sayın
Tankutun sorusu: Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül
kendi isminin koyulmasını kendisi mi istemiştir? diye sordu. Ne
Sayın Cumhurbaşkanımız böyle bir talepte bulunmuştur
ne de Hükûmet tasarısı olarak böyle gelmiştir. Plan-Bütçe
Komisyonunda milletvekillerimizin önergesiyle kurulmuştur.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Kanun teklifiyle Sayın Bakan. Sonradan önerge, önce kanun
teklifi.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Ayrıca,
şu ana kadar cumhurbaşkanlarımızın isminin bir
üniversiteye verilmesi de âdeta teamül hâline gelmiştir. Şu ana kadar
tüm cumhurbaşkanlarımız, bir önceki
cumhurbaşkanımız hariç olmak üzere, adına üniversite
kurulmuştur. Dolayısıyla, bu konuda Sayın
Cumhurbaşkanımızın bir talebi olmadığı gibi
böyle bir konuyu isteyecek birisi de değildir.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Onu da dâhil etmeyi düşünüyor musunuz? Arada hariç kalan
cumhurbaşkanımızı da dâhil edecek misiniz? Yani bekleyen
varken mevcuduna vermek
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak bir diğer konu da,
özellikle üniversitelerin kurulduğu illerin bir üniversiteden fazla
olduğunu, iki veya daha fazla üniversite olan illerde kurulduğunu
söylediler. Doğrusu, üniversitelerin kurulduğu iller
yükseköğrenim talebinin de en yüksek olduğu iller. Birtakım
kriterlerle hareket edildi; Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer
büyük şehirleri baz aldığımızda en fazla
yükseköğrenim öğrencisinin bulunduğu şehirler. Bugün
nüfusun zaten yüzde 17,8i İstanbulda yaşıyor ve
dolayısıyla yükseköğrenim talebinin karşılanması
açısından bu arzın, yani yükseköğrenim talebinde bulunan
genç nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde yeniden
üniversitelerin kurulması bir zorunluluk açıkçası. Yeni
üniversiteler kurulurken Yükseköğretim Kurulu belli kriterler
kullandı. Bu kriterlerden en önemlisi de o şehrin nüfus
büyüklüğü değil yükseköğrenim öğrencilerinin sayısını
baz almaktı.
Adana niye yok?
diye bir soru soruldu. Adananın nüfusu, evet çok yüksek ama Çukurova
Üniversitesinin öğrenci sayısı 30 bin civarında. Bu
üniversitelerin, bugün üniversite kurulan şehirlerin birçoğunun
yükseköğrenim öğrenci sayısı 80 binin üzerinde.
Dolayısıyla ölçü alınırken biraz daha fazla yüksek
sayıda öğrencisi olan, öğrenci potansiyeli olan iller tercih
edildi.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Bu ölçü olamaz. İsterse de 300 bin olsun. Anadolu
Üniversitesinin 350 bin öğrencisi var.
YILMAZ TANKUT
(Adana) Erzurumda, Kayseride kaç acaba?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Bunun
dışında, Niye ilçelere üniversite kurulmuyor? diye bir soru
soruldu. Üniversitelerin kuruluşuna ilişkin olarak, ilçelere
kurulması konusunda daha önceki izlenen politikalar çerçevesinde iller
bazında üniversite kurulması ve her ile bir üniversite kurulması
politikamız söz konusuydu. Bugün ilçelerimizin nüfusu ne kadar büyük
olursa olsun henüz bir devlet üniversitesi kurulması konusunda bir
görüş birliğine varılmış değil. Ama daha önceki
görüşmelerde de bana iletildi, bu büyük nüfusu olan ilçelerde vakıf
üniversitesi kurulması konusunda bir talep olursa Yükseköğretim
Kurulu bunu değerlendirecektir ama devlet üniversitesi kurulması
konusunda henüz atılmış bir adım, verilmiş bir karar
söz konusu değil.
İkinci soru
da buna benzerdi Sayın Tanerin sorusu: Yeni kurulan ikinci
üniversitelerin büyük şehirlere kurulmasını eleştiriyor.
Büyük ilçelere neden kurulmuyor? denmişti. Nazilli ilçesine
kurulması düşünülüyor mu? denmişti. Aynı gerekçelerle,
Tarsus ilçesine verdiğim cevapları tekrar etmek isterim.
Tüm liselerin
Anadolu liselerine dönüşmesine ilişkin bir soru vardı. Ülkemizde
özellikle ortaöğretim kurumlarının yeniden
yapılandırılması çalışmaları çerçevesi
içerisinde ortaöğretim kurumlarımızı akademik eğitime
hazırlayan liseler ve mesleki eğitim olmak üzere tür olarak
azaltmayı, alan çeşitliliğini artırmayı, okul
çeşitliliğini azaltmayı hedefliyoruz.
Diğer
taraftan, daha iyi yabancı dil öğreten ve daha iyi akademik
eğitim veren liselerimizin de sayısını artırmayı
düşünüyoruz. Dolayısıyla bugün eğitim sistemimiz içerisinde
genel lise diye tanımladığımız liselerin hem
akademik başarılarının düşüklüğü hem de mesleki eğitime
yönlendirme konusundaki eksik anlayışı ortadan kaldırmak
amacıyla bu yönde yönlendirmeler yapıyoruz ve bu yıl
itibarıyla büyük bir bölümünü ama dört yıla yayılmak suretiyle
bütün ortaöğretim kurumlarının Anadolu liseleri, sosyal bilimler
lisesi, fen lisesi ve mesleki eğitim liseleri olmak üzere belli
sınırlılıklar içerisinde ayrılmasını düşünüyoruz.
Sayın
Başkanım, cevap veremediğim soruları yazılı
olarak cevaplandırayım. Teşekkür ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi birinci bölümün görüşmelerine
başlıyoruz.
Birinci bölüm, ek
madde 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131 ve 132 dâhil olmak üzere 1 ila 2nci
maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi adına İstanbul
Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel.
Buyurun efendim.
(BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 506 sıra sayılı Kanun
Tasarısının birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla,
arkadaşlarımızın da belirttiği gibi 7 devlet
üniversitesi, 1 vakıf üniversitesi açılması
tartışılıyor. Tabii, burada, yeni üniversiteler
tartışılırken doğal olarak Türkiyenin eğitim
sistemini yeniden mercek altına almak gerekiyor. Doğal olarak
buradaki hiçbir grup yeni üniversitelerin açılmasına karşı
çıkmıyor. Evet, yeni
üniversiteler açılmalı, Türkiyede eğitim ihtiyacı,
gençliğin eğitim ihtiyacı karşılanmalı ancak bu
üniversitelerin koşulları uygun mu değil mi, hangi nedenlerle bu
üniversiteleri açıyoruz, bunlar önemli, bunların
tartışılması gerekiyor. Başta da Türkiye'nin temel
sorunu olan aslında demokratikleşmenin eğitim sistemi
açısından da önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun çok çeşitli
örneklerini de Türkiyede görüyoruz.
Bir yandan
üniversiteler açılırken diğer yandan üniversitelerin
koşulları hazırlanmış değil. Sadece, AKP
İktidarı, her ile bir üniversite açma üzerinden bir yarışa
girmiş durumda. Bunun ne akademik olarak koşullarının
hazırlanması durumu var ne de bunun kadrosu yeterince hazırlanmış
durumda değil. Biraz da bu döneme denk getirilmesi, sanırım
seçim öncesi olması itibarıyla da Biz her ile bir üniversite
açtık. iddiasında
Şimdi, tabii
ki bu üniversitelerde verilen eğitimin nasıl olduğu meselesi de
önemli. İki durum var; bir, üniversitelerde görevli olan öğretim
görevlileri, akademik çalışma yürütenler; bir de öğrenciler
açısından bu durumu ele almak, belki Türkiyede üniversite
gerçeğini anlamak açısından iyi olacaktır diye düşünüyoruz.
Türkiyede ne
yazık ki bilimsel bir eğitim sistemi yok, demokratik bir eğitim
sistemi yok. Bütün üniversiteler iktidar kimdeyse aslında, o iktidara göre
şekillenmek durumunda veya ona göre düşünmek durumunda
kalmıştır. Özellikle 1980 darbesiyle birlikte, eğitim
sistemi özgür olması gereken, düşünce üretmesi gereken, fikirleri
geniş tartışması gereken bu kurum, ne yazık ki YÖK
gibi bir kurumla denetim altına alınmıştır ve tek tip
insan yetiştirilmiştir. Türkiye'nin de temel problemi ne yazık
ki budur. Dolayısıyla, kendisi gibi düşünmeyen, sistem gibi
düşünmeyen, ona muhalif olan herkes bir şekilde ya bertaraf
edilmiştir ya sesi kesilmiştir ya da kariyer yapmasının
önünde engel olunmuştur.
Bunlara birkaç
örnek vermek istiyorum: Özellikle son dönemde, Bilgi Üniversitesinde
sendikalaşma mücadelesi verenlerin, Bilgi Üniversitesinde
çalışanların sendikal mücadele hakları üniversite yönetimi
tarafından gasbedilmek istenmiştir ve Profesör Nevin Ateş, Nisan
2010 tarihinde, sendikalaşmayı desteklediği için, Bilgi
Üniversitesindeki sendikal mücadelenin önemli olduğunu söylediği,
Bilgi üretiyoruz, bilgiyi birlikte üretiyoruz, o zaman bilgiyi birlikte
paylaşalım. dediği için işten atıldı ve
tazminatı da ödenmedi. Hâlâ bu tazminatı ödenmiş değil.
Yine
Diyarbakır Üniversitesinde benzer bir durum yaşanıyor. Cemaat
örgütlenmesinin çok yoğun olarak yapıldığı
üniversitelerden birisi Dicle Üniversitesi. Orada da, Sayın
Cumhurbaşkanı, üçüncü sırada seçilmiş olmasına
rağmen üçüncü sıradaki kişiyi rektör olarak atadı.
Dolayısıyla bu, oradaki öğretim görevlilerinin, 40a yakın
öğretim görevlisinin işten istifa etmesini ya da işten
çıkartılmasını, işine son verilmesini beraberinde
getirdi. Orada yine öğrencilere yönelik çok yoğun
saldırılar gerçekleştirildi bizzat okul yönetimi
tarafından, alternatif bahar şenlikleri yapan öğrenciler
gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı.
İlginçtir,
bu yıl Dicle Üniversitesi 100 tane tıp mezunu verdi, okulun
düzenlediği, rektörün düzenlediği resmî törene, diploma alma törenine
26 öğrenci katılırken 74 öğrenci alternatif bir tören
düzenledi ve buradan Biz üniversitenin mevcut yapısını kabul
etmiyoruz. dediler. Bence bu düşündürücüdür. AKP Hükûmeti, bu tip
olaylarda, aslında, Türkiyedeki eğitim sisteminin hangi düzeyde
olduğunu, Türkiyede gerçek anlamda demokratik bir eğitim sistemi
olup olmadığını ortaya koymalıdır, en
azından bu konuda sorumluluğu var diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmeti döneminde vakıf üniversitesi
sayısı hızla artıyor, şimdilik 51 oldu.
Anlaşılan o ki bu sayı her geçen gün biraz daha artacak. Toplam
üniversite sayısı 146 bu yıl itibarıyla. Her ilde,
koşullar ne olursa olsun, üniversite açacağız. iddiası
devam etmektedir ancak AKP Hükûmetinin izlediği politika, ölçüsüzce
artırılan üniversite sayısı ve dağınık
yapı ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Yani bu, demokratik
ve özgürlükçü bir eğitimi, Türkiyenin gerçekten bilim insanı
yetiştirmesini beraberinde getirmemektedir. Türkiye'de üniversiteler ne
yazık ki işçi yetiştiren kurumlardır, bilim insanı yetiştirmiyor.
AKP Hükûmeti
iktidarının ilk altı yılında kaynak ve kadro
bakımından talep edilen ihtiyaçlara kayıtsız kalarak
üniversitelerin gelişmelerinde frenleyici etki yapmıştır.
Yani bir yandan burada iktidar mensupları hani Biz şu kadar
üniversite açtık, üniversite için şu kadar kaynak hazırladık.
derken aslında ilk altı yıllık pratiklerine
baktığınızda bütçe ayırmayarak, bu üniversitelerin
ihtiyaçlarına kayıtsız kalarak bir şekilde bu dönemi böyle
atlatmışlardır. Bu süreç içerisinde üniversitelerin hem kadro
ihtiyacını, hem teknik ihtiyaçlarını
karşılamaktan uzak bir politika izlemişlerdir. Bu
politikanın başlıca nedeni Hükûmetin, dönemin YÖK yönetimi ve
rektörlere karşı olan tutumu olmuştur. Yani o dönem YÖK
yönetimiyle arasında sorun olan Hükûmet, o dönem üniversitelerin
ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir politika
izlemiştir. Daha sonra YÖKteki kadrolaşmasını
tamamlayınca üniversitelerle ilgili, yeni üniversiteler açma ve bu konuda
bir çaba içerisine girmiştir. Bu çok düşündürücüdür diye
düşünüyoruz. Hem üniversitelerdeki cemaatleşmenin hem de aslında
üniversitelerde bilimsel eğitimin açığa
çıkmamasının temel şeyidir çünkü iktidara göre düşünen
bir yönetim, iktidara göre düşünen bir YÖK dolayısıyla bilimsel
olmaktan çok uzaktır.
O yüzden ki bugün
üniversitelerdeki hocaların akademik kariyerlerine
baktığınızda ya da kendi alanlarına ilişkin
ürettiği materyale baktığınızda dünya ölçeğinden,
hatta Avrupa Birliği ölçeğinden çok geridir. Bugün iktidar bu
sürecin, yeni üniversitelerin, Avrupa Birliği süreci açısından
önemli olduğunu söylüyor ama öğretim görevlilerinin, profesörlerin
ürettikleri bilim materyalleri açısından, toplumu yönlendirecek
şey açısından baktığınızda bu çok yetersiz
bir durumdadır.
Dolayısıyla
mesele sadece şey açmak olmamalıdır. Sonuçta biz orada kendi
geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceğini bir
şekilde belirliyoruz. Yani üniversitelerde gerçekten bilim insanı
olacak, Türkiye'deki gelişmelere
yön verecek, demokratik bir Türkiye için çalışma yürütecek, her
alanda çalışma yürütecek insanları yetiştirirken
ortamın da demokratik olması önemlidir diye düşünüyorum. Bu
demokratik ortam olmadığı için üniversitelerde öğretim
görevlileri bir şekilde sistemin devam ettiricisi bir konumda olurken
öğrenciler de, muhalif olan öğrenciler de baskıyla
karşı karşıya kalmaktadır. O açıdan -buradan
biraz önce bir milletvekilimiz de sordu- işte üniversitelerde
karşıt görüşlü öğrencilerin çatışması çok
sık rastlanan bir durum hâline gelmiştir çünkü üniversitelerde
bilimsel tartışmalar yoktur. Üniversitelerde insanlar fikirlerini ne
kadar karşıt olsa da birbiriyle paylaşamamaktadır. Bu
paylaşma olmadığı için yönetimin de baskıcı bir
şeyi, güvenlikle, polisle anlaşması sonucu muhalif olan
öğrenciler her zaman için gözaltına alınmakla, tutuklanmakla
karşı karşıya kalmıştır. Biraz önce,
Sayın Başkan, Sayın Milletvekilimiz Nezir Karabaşın
söylediği şeye ilişkin ifade etti, evet, belki binlerce
değil ama yüzlerce öğrenci muhalif olduğu için, farklı
düşündüğü için gözaltına alınmakta, tehdit edilmekte, hatta
tutuklanmaktadır. Birçoğu, bu baskıdan kaynaklı,
üniversiteyi bırakma durumunda kalmaktadır. Bunu da bir kez daha
hatırlatmak isteriz. Bu iyi olduğu için söylemiyoruz, tabii ki bu
kötüdür.
Türkiyede
gerçekten üniversitelerin bilim insanı yetiştireceği,
farklı görüş ve önerileri tartışabileceği, insanların
bilim üreteceği, karşıt görüşlüleri de bir araya getiren
bir kurum hâline gelmesi önemlidir, aksi takdirde ne üreteceğiz orada?
Kendimize göre düşünen, kendimize göre şekil vereceğimiz ya da
iktidarın isteğine göre bir eğitim sisteminin kabul edilmesi
mümkün değildir. O yüzden de bu ülkede yaşanan sorunlardan biri de bu
eğitim sistemidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Tuncel, konuşmanızı tamamlayınız.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkan.
Dolayısıyla,
yeni üniversiteler açılırken öncelikle Türkiyede belki de
kapsamlı olarak bir şeye ihtiyaç var. Üniversiteler açıp
tabelalar asmak değil, üniversitenin içeriği önemli; bilim
emekçileriyle birlikte gerçekten demokratik, özerk bir yapılanmaya
kavuşacak mı kavuşmayacak mı bu önemli; YÖK gibi bir kurul
kaldırılacak mı bu önemli çünkü YÖK gerçekten baskı unsuru
üniversiteler üzerinde, bilimsel ve demokratik olmasını engelleyen
bir nokta. Diğeri, diyelim ki rektörlerin atanması üniversitelerin
yetkisine bırakılacak mı? Bunlar önemlidir çünkü. Mesela,
Cumhurbaşkanı, istediği kişiyi atıyor.
Dolayısıyla, üniversitenin önerdiği kişi tercih edilmiyor.
Diğer bir nokta, bu yönetimlere öğrenciler katılacak mı?
Bunlar önemlidir. Şimdi, gerçekten demokratik bir eğitim sistemi
olacaksa sadece öğretim görevlilerinin değil aynı zamanda
öğrencilerin de bu sürece katılması gerekir. Öğrencinin
rektörü seçme hakkı olacak mı, olmayacak mı?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Tuncel, tamamlandı mı efendim konuşmanız?
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
Buyurun, son cümlenizi alayım.
SEBAHAT TUNCEL
(Devamla) Cumhurbaşkanındansa, rektörün seçiminde öğrencilerin
daha çok söz sahibi olması, gerçekten okulda yaşanan sorunların
çözümü açısından da demokratikleşme açısından da
önemli olur diye düşünüyorum ve bundan sonra da muhtemelen üniversiteler
açılacaktır, bu üniversiteler açılmadan önce fizibilite
çalışması yapılması, ihtiyaçlarının
karşılanması, ona göre bir yaklaşım olması önemli.
Son olarak da
belki yeni bir üniversiteyi de Kürtçe eğitim konusunda açarız, Kürtçe
eğitim yapılabilmesi için öğretim görevlilerinin
yetiştirilmesi konusunda açarız diye umuyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Tuncel.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Alim Işık.
Sayın
Işık, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 506 sıra sayılı Kanun
Tasarısının birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini aktarmak için söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Bu kanun ile
Ankarada Yıldırım Beyazıt, Bursada Bursa Teknik,
İstanbulda İstanbul Medeniyet, İzmirde İzmir Kâtip
Çelebi, Konyada Konya Teknik, Kayseride Kayseri Abdullah Gül, Erzurumda
Erzurum ve Antalyada Uluslararası Antalya üniversitelerinin
kurulması amaçlanmakta. Öncelikle bu üniversitelerin adı geçen
illerimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Sözlerimin
başında, Sayın Başkanın dünkü tutumuyla ilgili birkaç
cümleyi söylemeden geçemeyeceğim. Şimdi, bu kanun
tasarısına baktığımızda, üç kanun teklifi ya da
tasarısının birleşiminden oluştuğu görülüyor ama
ne yazık ki, elimizdeki metinde (1/845) sayılı Tasarı yok.
Yani bu üniversiteler kim tarafından önerildi, nasıl kuruldu, bunlar
belli değil. Bu metin içerisinde sadece Antalyadaki Uluslararası
Antalya Üniversitesi ve Kayserideki Kayseri Abdullah Gül Üniversitesinin
kurulmasıyla ilgili teklif veya tasarılar var. Ortada bir tane
tasarı kayıp. Bir tarafta Bursa Teknik Üniversitesinin
kurulmasıyla ilgili milletvekilleri tarafından verilmiş teklif
yok, bunun buraya getirilmesinde özellikle Komisyon tarafından imtina
edilmiş, öbür tarafta Hükûmetin tasarısı kayıp değerli
milletvekilleri. Bu gösteriyor ki, bu Meclis ve bu komisyonlar hakkıyla
çalıştırılmıyor. Bu tasarı içerisinde (1/845) kayıp,
buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, Komisyonu da buradan
uyarıyorum. İyi ki Komisyondan çıkan son, düzeltilmiş
metinde bu üniversitenin adı unutulmamış; 7si devlet, 1i de
vakıf olmak üzere 8 üniversiteyi bu tasarıda görüşüyoruz.
Dolayısıyla,
Meclisin daha ciddi çalışması gerektiğini düşünüyor,
özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi mensubu 3 milletvekilimizin 2008
yılında Bursa Teknik Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili kanun
teklifinin bu görüşülen metin içerisine alınmamış
olmasını milletvekilleri adına kınıyor, buna engel
olanları da millete şikâyet ediyorum. Milletin iradesinin burada
engellenmesi söz konusu değildir.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki üniversitelerimizin kurulmasına hepimiz Evet.
diyoruz ama var olan üniversitelerin sorunlarıyla ilgili bu Hükûmet
şimdiye kadar ne yaptı, ne yapıyor? Sayın Bakan şimdiye kadar hangi sorunu
çözdüğünü burada açık yüreklilikle gelip bizlerle paylaşabildi?
Üniversitelerimizin ve üniversite çalışanlarının
sorunlarının araştırılmasıyla ilgili burada grubu
bulunan partiler tarafından verilmiş Meclis araştırması
önergeleri iki üç yıldır gündemde bekliyor, gündeme dahi
alınması maalesef gerçekleştirilemedi.
Diğer
taraftan, son günlerde üniversitelerimizde gerçekleştirilen rektör
adayı seçimlerinde üniversite öğretim üyelerinin iradelerini hiçe
sayan bir YÖK uygulaması vardır. Eğer siz bunlara dur diyemez
iseniz, demokrasiyi üniversitelerde dahi yerleştiremez iseniz bu toplumda
birçok sorunun çözümünü de maalesef gerçekleştiremeyiz.
Üniversitelerimizde öğretim üyelerinin oylarıyla ilk sıralara
gelmiş rektör adaylarının YÖK tarafından
budanmasının bir gerekçesi olması lazım. Böyle bir gerekçe
olmadan, sadece Benim anlayışıma daha yakın olanları
ben Sayın Cumhurbaşkanına gidecek listeye koyarım.
anlayışını bu ülkenin çoktan geride bırakmış
olması lazım.
Bir başka
konu: Teknik eğitim fakültelerimiz vardı bir zamanlar. İçimizde
oralarda idarecilik yapmış, hocalık yapmış, oralarda
birçok değerli öğrenci yetiştirmiş insanlar var. Bunlar
tarihe karıştı ama bunların yerine kurulacak teknoloji
fakültelerinin ne olacağı henüz YÖK tarafından belirlenemedi. Bu
sene öğrenci alınacak mı alınmayacak mı?
Alınacaksa hangi bölümlere alınacak? Bunların unvanı ne
olacak? Mezunların durumu ne olacak? YÖK Başkanımız,
sağ olsun, birçok konuyla uğraşıyor ama asıl konusuyla
uğraşmaktan uzak.
Döner sermaye
gelirleriyle ilgili, Döner Sermaye Kanunundaki değişiklik bir türlü
gerçekleştirilemedi. Üniversite öğretim üyelerinin potansiyelini bu
ülke değerlendiremiyor. Üniversite-sanayi iş birliği önündeki bu
engellerin kaldırılması yönünde bir adım dahi
atılmış değildir.
Diğer
taraftan, üniversitelerimizde yayın sayılarının
artırıldığı yönünde son dönemde gerek TÜBİTAK
tarafından yapılan yayınlarda gerekse burada benden önce
konuşan değerli milletvekilleri tarafından gelişmelerin iyi
olduğu söylendi ama şu söylenmedi: Yayın sayısında
artış var fakat yayının etki değerinde dünya
ortalamasının üçte 1i düzeyinde olan bir Türkiyeyiz. Yani
yayın kalitesi gittikçe düştü. Sebep: Akademik yükseltmelerde
yayınlara sayıyla orantılı puan verilmesi. Eğer siz
öğretim üyelerinin yükseltilmesi için yayın sayısına
bağlı bir gösterge uygular da bu yayınların rafta
kalmasına yol açacak çok sayıda yayın ama kalitesiz
yayının önünü açarsanız bu sıkıntıyı çözme
şansımız maalesef olmayacaktır.
Diğer
taraftan, kadrolar konusu bir muammadır. Sayın Bakana sormuşum
yazılı soru önergesiyle: Üniversite öğretim
elemanlarının kadro
sıkışıklığının çözülmesiyle ilgili ne
tür çalışmalarınız var? Biraz önce de sordum,
cevabını alamadım. 15/1/2010 tarihli önergeme gelen 9/4/2010
tarihli, dört ay sonra gelen bir cevapta, üniversitelerin ihtiyacı olan
akademik kadroların ihdas edilmesi için teklifte bulunulduğu
belirtilmiş. Bundan iki ay sonra tekrarladığım benzer bir
soru önergesine gelen 8 Haziran 2010 tarihli cevapta ise maalesef,
üniversitelerimizde akademik ve idari kadro
sıkışıklığının
bulunmadığı, önümüzdeki yıllarda olacak gelişmeye göre
ihtiyaç duyulacak kadrolar için kadro ihdas teklifinde bulunulduğu
yönünde, birbiriyle çelişen, sadece iki ay arayla verilmiş iki tane cevap.
El insaf diyorum Sayın Bakanım!
Bir tarafta
üniversite öğretim elemanları, doktorasını bitirmiş,
yardımcı doçent olamıyor. Yardımcı doçent, doçentlik
sınavını geçmiş, doçent unvanını almış,
kadroya atanamıyor. Profesörlüğü gelmiş, bir yıl, iki
yıl geçmiş, kadro olmadığı için profesör
olamıyor. Bir tarafta diyorsunuz ki: Bu
sıkışıklığın önlenmesi için teklifte
bulunduk., iki ay sonra da Bunların hepsini çözdük, hiçbir problem yok.
diyorsunuz. Böyle bir üniversite yönetimi, böyle bir Millî Eğitim Bakanlığı
bu ülkeye yakışmıyor. Lütfen bu konuları daha ciddi bir
anlayışla yönetmemiz gerekiyor.
11/10/2009
tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu milletvekilleri tarafından
verilen, üniversitelerimizin ve üniversitelerimizde çalışan
personelin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili
araştırma önergemiz, maalesef, daha önce de birkaç kez dile
getirmiş olmamıza rağmen, bu Meclisin gündemine alınıp
alınmayacağı yönünde bir tartışmaya dahi değer
bulunmadı. O zaman, bu anlayış Üniversitelerin
sayısını artıralım. İşte, bizden önce,
cumhuriyet tarihi boyunca 70 küsur üniversite vardı, biz geldik ikiye
katladık
Evet, ikiye katladınız. Peki, üniversitelerdeki
akademik personel ve idari personel sayısını aynı oranda,
yüzde 100 artırabildiniz mi?
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Kapasiteden bahsettik Hocam.
ALİM
IŞIK (Devamla) Hayır, size sözüm yok, siz söylediniz.
Ben de Sayın
Bakana şimdi diyorum ki: Bu orana, bu sayıya göre, siz,
altyapıyı da aynı oranda artırabildiniz mi?
Artıramadıysanız, o zaman, kalite düşüklüğünün önünü
siz açmış oluyorsunuz. Bu üniversitelerden kaliteli öğrenci ve
kaliteli yayın beklemek sadece hayal olur. Bu gelişmeleri paralel
yapmamız lazım.
Başka ne var
üniversitelerimizde kadro
sıkışıklığının dışında?
Özellikle kadrolardaki araştırma görevlisi kadrolarının
yeni kurulan üniversitelere tahsis edilip, eski kurulan üniversitelerde
artık uygulamayı yaptıracak araştırma görevlisinin
kalmadığı bir üniversite ortamını yaşıyoruz.
Yardımcı
doçent kadrolarının diğer öğretim üyesi kadroları gibi
daimî kadroya dönüştürülmesi ve bu insanlarımızın ek
gösterge problemini ve 1inci dereceye kadar yükseltme problemini üç
yıldır, her yıl birkaç kez dile getirmeme rağmen ve
hepsinde de sözünü almış olmamıza rağmen, her
defasında da söz verilmesine rağmen, bir türlü çözemedik.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Işık, konuşmanızı
tamamlayınız.
ALİM
IŞIK (Devamla) Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım,
tamamlayacağım.
Bugün,
üniversitelerimizde, maalesef, yardımcı doçent unvanlı
öğretim üyelerinin mezun ettiği lisans mezunları 1inci
dereceden emekli olabiliyor ama bu insanlar 1inci dereceden emekli
olamıyor. Bu, çözülemeyecek kadar zor bir problem değil.
Yardımcı
doçentlikten doçentliğe geçişte uygulanan yabancı dil
sınavı bir muammadır. Bir ülkenin evlatlarını
başka bir ülkenin diliyle sınav eden başka bir ülke yoktur
Türkiye'nin dışında. Bununla ilgili yeniden bir düzenleme
kaçınılmazdır.
Aynı
şekilde, biraz önce soruda da sordum, üniversitelerdeki Kredi Yurtlar
Kurumunda öğrenciler arası kavgalar ve bu yurtlara baskılar,
etnik bölünmeler bu dönemde had safhaya çıkmıştır. Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesinde öğrenciler pencereden
aşağıya atılmaktadır Sayın Bakanım. Bunu
yazılı iki defa sormama rağmen cevabını alamadım.
Bu üniversiteye el atmanız gerekiyor ve benzeri birçok üniversitede çok
ciddi sıkıntı var.
OKTAY VURAL
(İzmir) Çevre ve Orman Bakanı var şu anda.
ALİM
IŞIK (Devamla) Ama Sayın Bakan yok, evet, maalesef
Bu duygu ve
düşüncelerle ben kurulan üniversitelerin hayırlı olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Işık.
AK PARTİ
Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Tekelioğlu.
Buyurun
Sayın Tekelioğlu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bu söz konusu
kanun Türkiyede eğitilmiş insan gücünü yetiştirmeyi
amaçladığı için fevkalade önemli çünkü bizim ufkumuzda
eğitilmiş insan gücümüz ne kadar yüksekse burada elde edeceğimiz
sonuçlar o anlamda önemli olacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiyede, tabii ki, yükseköğretim çok önemli. Bu
bakımdan, yükseköğretimde okullaşma oranını
artırmamız gerekiyor. Bizim, 2012-2013 Dokuzuncu Kalkınma
Planına göre örgün öğretimde, örgün yükseköğretimde
okullaşma oranını yüzde 33e, toplamda yüzde 48e
çıkarmamız gerekiyor. Dolayısıyla, bu bakımdan,
aldığımız karar bugün fevkalade önemlidir.
Şimdi,
Türkiyede yükseköğretimde tabii ki ele alınacak bir sürü konu var,
işte kredi var, yükseköğretim harçları var, krediler var,
öğretim üyesi yetiştirme var, bilimsel araştırmaya
verilecek destek var, bir sürü konu var. Ben, bunlar içerisinde bilhassa birkaç
noktayı öne çıkarmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, ulusal ARGE
harcamalarında elde ettiğimiz sonuçlar fakat buraya geçmeden önce
Türkiye Bilimler Akademisinin bir notunu, bir değerlendirmesini sizlere
aktarmak istiyorum.
Türkiye Bilimler
Akademisi tarafından yapılan bu değerlendirme fevkalade önemli
çünkü Türkiye Bilimler Akademisinin bir yayını var, o yayında
söylenen husus şu: Mevcut Hükûmetin bilimsel araştırmalara
verdiği önem, bu toplantılara Sayın Başbakan başta
olmak üzere Hükûmetin katılması, bu çok fevkalade önemli bir
değerlendirme. Şimdi, onları ele aldığımız
zaman şöyle bir sonucu sizlere aktarmak istiyorum:
Türkiyede ulusal
ARGE harcaması 2002 yılında 2,354 milyar TL iken 2008
yılında bu 6 milyar 893 milyon TLye çıkmış.
Söylediğim bu rakamlar 2008 sabit fiyatlarıyla. Yani 3 kat
artmış. Dolayısıyla ulusal ARGE harcaması bu
bakımdan, üniversitelerin gelişmesi, Türkiyede bilimsel
araştırmaların gelişmesi bakımından fevkalade
önemli. Bunlar içerisinde kamunun payı 2002 yılında 1,858 milyar
TL iken 2008 yılında bu 3 milyar 845 milyona çıkmış.
Dolayısıyla burada da 2 kat bir artış söz konusu. Kamu
harcamaları içerisinde sanayi kuruluşlarının ARGE
projelerine verilen hibe destek 2002 yılında 71 milyon TL iken -gene
2008 sabit fiyatlarıyla- 2008 yılında bu 413 milyon TLye
çıkmış, yani 6 kat artış sağlanmış.
Üniversitelerin araştırma projelerine verilen fonlar ise 2002
yılında 11,5 milyon TL iken 2009 yılında 135 milyon
TLye çıkmış. Burada da
12 katlık bir artış söz konusu. Bütün bunlar bilimsel
araştırmaya verilen önemi ortaya koymaktadır. Bu bakımdan
bu değerlendirme fevkalade önemlidir. Buna bir de çalışan
sayısı itibarıyla bakabiliriz, tam zaman eşdeğeri
olarak ARGE personeli 2002 yılında 27 bin iken, 2008
yılında bu 2,5 kat artarak 67 bin olmuş. Dolayısıyla
bu, Türkiyede bilimsel araştırmaya verilen önem bunların önümüzdeki
dönemde önümüze çıkaracağı çok faydalı şeyler olacak.
Değerli
arkadaşlarım, tabii ki bu konularda çok fazla rakam var,
bunların hepsini ayrı yarı zikredebiliriz. Ancak, ben bu birinci
bölüm içerisinde yer alan birkaç konuya temas etmek istiyorum. Bunlardan bir
tanesi İzmirde kurulan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesinin ismine
ilişkin tartışmadır. Şimdi, birçok akademisyen
İzmirde Kâtip Çelebi ismiyle bir üniversite kurulmasını
fevkalade olumlu bulurken, bazıları da eleştiri konusu
yapmış. Niçin İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi ismine sahip oldu,
Kâtip Çelebinin ne özelliği var, bunu birkaç noktada toparlamak
istiyorum.
Şimdi, bir
defa, Türkiyede evet bir üniversiteye verilen isim o beldeyi, o mevkiyi
yansıtabilir, o mevkinin özellikleriyle ilgili olabilir ancak İzmir
gibi büyük bir yer, büyük bir şehir sadece İzmirle yetinemez.
Dolayısıyla İzmir, Türk kültürünü, Türk dünyasını
kucaklayan bir isme de ev sahipliği yapmak durumundadır. Bu anlamda
Kâtip Çelebi zaten Türkçenin Batıya açılan kapısıdır.
İzmir de Türkiyenin Batıya açılan kapısıdır.
Kâtip Çelebi Türkiyede bilgi üzerine vurgu yapan, bilgi eksikliği
dolayısıyla devletin zaaf içerisinde olduğunu söyleyen ve her
anlamda bilgiyi öne çıkaran bizim tarihimizde çok büyük bir
entelektüeldir. Dolayısıyla bizim tarihimizin en iyi ilk
örneklerinden bir tanesi bu anlamda Kâtip Çelebidir. Dolayısıyla
ülkenin Batıya açılan kapısı nasıl İzmirse,
modernleşmenin simgesi nasıl İzmirse, bilim dünyamızı
Batıya açan kapı da Kâtip Çelebidir. Bu anlamda Kâtip Çelebi ismini
fevkalade önemsiyoruz.
Arkadaşlar,
bir başka önemli nokta şu: Bir üniversiteye isim verirken acaba
otoriter dünyadan, hükmedenler dünyasından birinin ismini mi vermek daha
uygun, yoksa bilimle uğraşmış, sanatla
uğraşmış, kültür dünyasından birisinin ismini mi
vermek daha uygun? Bu anlayışla baktığımız zaman,
Kâtip Çelebi bizim tarihimizde Mevlânâ kadar, Yunus kadar önemli bir
simadır ve bu ismin İzmir gibi bir yerde yaşatılması
da fevkalade önemlidir. Ben bunu çok anlamlı buluyorum. Bu bakımdan
da Kâtip Çelebi isminin İzmire çok yakışacağını
düşünüyorum.
Üstelik, Kâtip
Çelebi, Türkiyede bilim dünyasına eleştirel bakışı
getiren, her şeyi eleştirebilen, otoriteye karşı
çıkabilen bir isimdir. Bu anlamda da Kâtip Çelebi ismine gene vurgu yapmak
istiyorum.
Pozitif
bilimlerle uğraşmış, matematik, tarih, coğrafya ile
uğraşmış, Batı dünyasından ilk tercümeleri
yapmış büyük bir isim olan Kâtip Çelebinin bu hâliyle
İzmirdeki üniversiteye fevkalade yakışacağını
düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, burada tabii ki Turgut Reis ismine bizim bir
itirazımız olamaz ama üniversiteye isim verirken mümkünse kültür
dünyasından bir isim olsun gayretiyle Kâtip Çelebiyi söyledik. Başka
isimler de olabilirdi elbette ki. Bundan sonra kurulacak üniversitelerimizde de
bu isimleri üniversite adında yaşatmak tabii ki güzel olur.
Değerli
arkadaşlarım, İzmirde bu üniversite kurulurken şöyle bir
çıkış noktamız vardı: İzmirde büyük bir
öğretim üyesi potansiyeli var, özellikle sağlık bilimleri
alanında. Bu arkadaşlarımız bize uzun zamandır
İzmirde bir sağlık bilimleri üniversitesi kurulması
yolunda talepler iletiyorlardı. Biz de bunları zaman zaman Millî
Eğitim Bakanımıza, Sağlık Bakanımıza
ilettik, Yükseköğretim Kurulundaki arkadaşlarımıza ilettik
ve bu şekilde, bir sağlık bilimleri üniversitesi kurulması
yolunda bir çalışmamız oldu, çeşitli raporlar
hazırlandı. Gördük ki Türkiye'nin doktor açığını
gidermenin yollarından bir tanesi bu atıl kapasiteyi
değerlendirmek şeklinde olabilirdi. Bu anlamda İzmirde
kurulacak bu üniversitenin öncelikle sağlık bilimleri alanında
hemen faaliyete geçebileceğini umuyorum ben. Böyle bir potansiyel var.
Üstelik de Sağlık Bakanı Eğer doktor yetiştirmek
üzere bir faaliyet olursa devlet hastanelerinden birkaçını bu
üniversiteye tahsis edebilirim. dedi. Dolayısıyla, bu
anlayıştan da yola çıkarak bizim böyle bir gayretimiz oldu. Bu
gayretlerimiz, neticede, yedi yeni devlet üniversitesi kurulmasıyla da
sonuçlandığı için tabii ki ayrıca bu konudan bir memnuniyet
duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Benden önce
konuşan arkadaşlarım öğretim üyesi yetiştirmeyle
ilgili güzel şeyler söylediler ancak ben şunu ilave etmek istiyorum:
Türkiyedeki vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi yetiştirmeye
mutlaka bir katkısının olması gerekir. Bu
katkının şeklini ben şimdi bilemiyorum. Ama bu mutlaka
tayin edilmeli, Yükseköğretim Kurulu bu konuda mutlaka bir
çalışma yapmalı ve vakıf üniversitelerinin öğretim
üyesi yetiştirmeye katkısını mutlaka temin etmelidir. Çünkü
yetişen öğretim üyelerinden, bugün, devlet katkısıyla
yetişen öğretim üyelerinden, doktora yapanlardan, yardımcı
doçent, doçent, profesör seviyesinde
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Tekelioğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET S.
TEKELİOĞLU (Devamla) -
pek çok arkadaşımız bu
vakıf üniversitelerinde ders veriyorlar, orada faaliyet gösteriyorlar. O
hâlde, vakıf üniversitelerinin mutlaka bu öğretim üyesi
yetiştirme işine dâhil edilmeleri gerekir diye düşünüyorum.
Şu anda yüz
elliye yaklaşmış olan Türkiyedeki üniversite
sayısının, yükseköğretimdeki, örgün öğretimdeki
okullaşma oranını ne ölçüde
karşıladığını tabii ki ayrıca
tartışabiliriz. Ancak bu konu fevkalade önemlidir ve
yetiştireceğimiz eğitilmiş insan gücü her zaman için
Türkiyede bizim bir potansiyelimizdir. Bu potansiyeli elde tutmamız
gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, bir küçük konuya daha temas etmek istiyorum.
Bu kurulacak
üniversitelerde orman fakültesi, ziraat fakültesi gibi fakülteleri gereksiz
gören arkadaşlarımız var. Eğer bütün zirai üniteleri,
eğer bütün ormanları devletin elinde tutacaksak ve orman
mühendislerini sadece devlet istihdam edecekse bu dediğimiz doğru.
Ancak eğer ormanları başka türlü işletme fikrimiz varsa, o
zaman bizim daha da çok orman mühendisine, daha da çok ziraat mühendisine
ihtiyacımız olacağı muhakkaktır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Onları da özelleştirin, özelleştirin,
satın!
BAŞKAN
Sayın Tekelioğlu, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
MEHMET S.
TEKELİOĞLU (Devamla) Özelleştirme, evet, gerekirse özelleştirme.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) - Babanız büyüttü, satın!
BAŞKAN
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına
İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
FATMA NUR SERTER (İstanbul) Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün kabul edilecek olan yasayla
birlikte 7 devlet ve 1 vakıf üniversitesi daha açılmakta ve devlet
üniversitelerimizin sayısı 102ye, vakıf üniversitelerimizin
sayısı 52ye çıkarak toplam 154 üniversiteye
ulaşmaktayız. Tabii ben önce, hayırlı olsun demek istiyorum
ama hayırlı olup olmayacağından kuşku duyduğumu
da ifade etmek istiyorum.
Öncelikle
altını çizmek istediğim bir konu var. Ben Millî Eğitim
Komisyonu üyesiyim. Bir vakıf üniversitesi kuruluyor. En azından,
vakıf üniversitesinin kuruluşuyla ilgili kararın Millî
Eğitim Komisyonunda alınması gerekiyordu. Biz üniversitenin
kuruluşundan ancak yasa odalarımıza gönderildiğinde
haberdar oluyoruz. Tabii, devlet üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili
kararın Bütçe-Plan Komisyonunda alınması doğaldır ama
en azından eğer gerçekten Millî Eğitim Komisyonu diye bir
komisyon varsa bu Komisyonun da bu konuda görüşünün alınmasına
ihtiyaç vardır.
Ancak bütün
bunlara AKP bizi alıştırdı çünkü zaten vakıf
üniversiteleriyle ilgili teklifler Komisyona geldiğinde de kurucu
vakıflarla ilgili bilgi alamamaya alıştık. Kurucu
vakıflarla ilgili bilgi istendiğinde bu bilginin verilmemesine
alıştık, hatta o kadar çok alıştık ki artık
millî eğitimle ilgili istatistiksel bilgiye erişebilmek için bile çok
zorlanıyoruz. Eskiden Millî Eğitim Bakanlığının
web sitesinde yer alan ya da TÜİKin sitelerinde yer alan ya da
TÜİKin istatistik yıllıklarında yer alan bilgileri elde
etmek için şimdi genel müdürleri arayıp özel ricalarda bulunmak
zorunda bırakılıyoruz çünkü bunun sebebi de çok açık, bir
yıllıkta verilen bir rakam ve oranın bir sonra
çıkarılan yıllıkta tamamıyla
değiştirildiğine de sıklıkla tanık oluyoruz.
Önce, bilgi edinme hakkımızın engellendiğinin
altını çizmek istiyorum. Bilgi edinme hakkımızın, bir
milletvekili olarak konuşmuyorum, bir vatandaş olarak
engellendiğinin altını özenle çizmek istiyorum. Sağlıklı
bilgiye ulaşmak engellenince, tabii eleştirilerden uzak durmak da
mümkün olabiliyor.
Şimdi, yeni
üniversiteler açıyoruz, hayırlı olsun diyoruz ama AKP hiç
kuşkusuz, iktidarı döneminde açtığı üniversite
sayısı itibarıyla değerlendirildiğinde, bu önemli,
büyük bir başarı olarak nitelendirilebilir. Hatta, Sayın Güçlü
daha önce konuşurken de vurguladı, Her siyasi partinin, her
iktidarın anılacağı bir çalışma vardır.
dedi. Evet, AKP çok sayıda üniversite açmak ve eğitim konusundaki
çalışmalarıyla da hiç kuşkusuz anılacaktır, hatta
tarihe de geçecektir ama bu tarihe geçiş biçimi hızlı,
plansız, özensiz, programsız ve keyfî üniversite açmanın
tarihini yazmak olacaktır diye düşünüyorum. Şimdi, bu
özellikleri, bu sıfatları çok dikkatle seçerek kullanıyorum.
Hızlıya itirazınız yoktur çünkü hızlı olmakla
zaten övünüyorsunuz ama özensiz, programsız, plansız ve keyfî
olduğu konusunda da ısrar ediyorum.
Şimdi,
bakınız değerli milletvekilleri, bir kere, herhangi bir planlama
var mı, bir insan gücü planlaması? Yok. Bu üniversitelerin nerelerde,
hangi fakültelerle faaliyete geçeceğine yönelik ciddi bir bilimsel
çalışma var mı? Yok. Örneğin ben soruyorum, YÖK
temsilcisine de sordum: Neden turizm fakültesi diye bir fakültenin aniden
üniversiter yaşama böyle hızlı bir dalış
yaptığını ve üç tane birden turizm fakültesinin neden
kurulduğunu, hangi esaslara dayalı olarak kurulduğunu soruyorum,
bir cevap alamıyorum. Multidisipliner bir alan olan turizm alanında
bir ayrı fakülte yapılanmasına ihtiyaç var mıdır
Türkiyede -bu, zaten iktisadi idari bilimler fakültelerinde okutuluyor, bu
konuda zaten açılmış meslek yüksekokulları var, turizm ve
otelcilik meslek okulları var, yüksekokulları var- bunun da
cevabını alabilmiş değilim. Yani aniden birilerinin
canı bir şey istiyor, canım bir de turizm fakültesi
kuralım, adı da şık durur, e, bu batı bölgelerinde de
olursa iyi iş yaparız, vakıf üniversiteleriyle de iyi rekabet
ederiz. Çünkü eğitim artık tamamen rekabete odaklı bir hâle
getirilmiştir, ilkesiz bir hâle getirilmiştir, eğitim fakültesi
açmanın, hukuk fakültesi açmanın ilkesizliği geçmişte bunu
ortaya koymuştur. Bir bakıyorsunuz, birden hayatımıza bir
turizm fakültesi giriyor.
Başka bir
şey daha giriyor, eskiden edebiyat fakültesi diye bir fakülte vardı
biliyorsunuz, çok temel bir fakülteydi, hatta bir üniversitenin
kurulabilmesinin ön koşuluydu, devlet üniversitesinin. Şimdi,
bakıyorum ben, edebiyat fakülteleri kıyafet
değiştirmiş, daha böyle albenili olacağı
düşünülen kıyafetlere bürünmüş. Bir üniversite açıyoruz
bugün, adı -Erzurum- edebiyat fakültesi açtığımız
fakültenin. İstanbul Medeniyet Üniversitesine bakıyorsunuz, edebiyat
fakültesi ama bakıyorsunuz Konyadaki açılan fakültenin adı
sosyal ve beşerî bilimler fakültesi. Bakıyorsunuz Bursada
açılan fakültenin adı insan ve toplum bilimleri fakültesi.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesine bakıyorsunuz insan ve
toplum bilimleri fakülteleri. Allah, Allah. Yani, şimdi ben kendimi bir
öğrencinin yerine koyuyorum, seçim yapacağım, bakıyorum,
fakülte isimleri bana hiçbir şey ifade etmiyor. Neye göre seçeceğim?
Bu kafa karışıklığını yaratmanın sebebi
nedir? Rekabet etmek efendim. Bu karışıklığın
sebebi, albenili isimlerle eski malları farklı kıyafetlere
büründürüp, paketleyip satmak, pazarlamak. Eğitim buna açık
değildir. Eğitimde doğruyu söyleyeceksiniz, doğru bilgi
aktaracaksınız. Öğrencinin seçme hakkını özgürce
kullanabilmesine olanak sağlayacaksınız. Üniversitenizi
paketleyip pazarlamayacaksınız. Eğitim bu pazarlama anlayışıyla
sunulduğu zaman hiçbir zaman gerçek kaliteye ulaşmaz.
Şimdi, bu
pazarlama anlayışı her yerde devam ediyor. AKP şu kadar
üniversite kurdu. diyoruz. Ben soruyorum: Sıfırdan kaç üniversite
kurdunuz sayın milletvekilleri, sıfırdan? Yani alt
yapısı hiç olmadan kaç üniversite kurdunuz, kaç devlet üniversitesi
kurdunuz? Ben size sıfırdan hiç üniversite
kurmadığınız iddiasıyla yola çıkarak söylüyorum.
Örnek de vereyim. Bundan önceki konuşmalarımda da pek çok örnek
verdim.
Şimdi, siz,
mesela bir üniversite kuruyorsunuz Karadeniz Bölgesinde. Üç tane fakültesini
almış Karadeniz Teknik Üniversitesinden, iki tanesini almış
Erzurumdan, Erzincandan. Mesela örnek vereyim. Çoğunu buraya
aslında söylemek istemediğim için almadım ama mesela Artvin
Çoruh Üniversitesi ya da Giresun Üniversitesi. Bakıyorsunuz 1992
yılında kurulmuş meslek yüksekokulları, 1992
yılında kurulmuş eğitim fakültesi.
Almışsınız bunları, üç dört tane fakülteyi, dört tane,
beş tane meslek yüksekokulunu, yanına kurmuşsunuz tek bir tane fakülte,
üstüne de koymuşsunuz bir tabela, yeni bir üniversite açtık, artı
bir puan daha diye yazmışsınız listenize.
İstatistiksel olarak artı bir. Hanenize bir yıldızı
eklemişsiniz.
Değerli
arkadaşlar, kimi kandırıyoruz Allah aşkınıza? Var
olan meslek okullarının, fakültelerin yanına bir tane ekleme
yapıyorsunuz, veriyorsunuz kampüsünün inşaatını bir
müteahhide, bir iş adamına, ona da satıyorsunuz üniversitenin
tabelasını, diyorsunuz ki: Senin adını da veririz, yap
şu üniversitenin kampüsünü. Ya üniversiteye adını veriyorsunuz
ya fakültesine adını veriyorsunuz. Bir üniversite daha kurduk diye
ondan sonra övünüyorsunuz.
Kurula kurula
üniversite adı bulamaz hâle geldiniz. Bakın, o kadar bulamaz hâle
geldiniz ki, artık herkesin adını bir üniversiteye vereceksiniz.
Değerli arkadaşlar, ben bu kadar çok üniversite kurarken bir konuda
dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu ülkenin nüfusunun yarısı kadın.
Bu ülkeye hizmet vermiş, katkı yapmış hiç kadın yok mu
da kadın adını verecek, tarihî
kadınlarımızın adını verecek bir üniversite
bulamadınız mı bugüne kadar? Tutuyorsunuz kuyunun derinliklerinden
ne kadar isim varsa çıkarıyorsunuz ya da daha
yaşamının başında, ileride çok yıllar
yaşayacak olup adını verebilme fırsatını bu
topluma sağlayacak olan kişilerin adlarıyla üniversite
açıyorsunuz ama bir Zübeyde Hanımın adını ya da bir
Nene Hatunun adını ya da tarihe mal olmuş kadınların
adını vermeyi aklınıza bile getiremiyorsunuz. Ondan sonra
da kadın-erkek eşitliği, Anayasa değişikliklerinde
kadın-erkek eşitliğinden söz edip duruyorsunuz. Sadece
hatırlatmak istedim.
Şimdi
gelelim bu yeni açılan üniversitelere, bu yeni
açtığınız, geçmişte açılan üniversitelerin kadro
durumuna. Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi,
açmışsınız, ben size vereyim: Artvin Çoruh. Bir örnekleme
yaptım. Yoksa o kadar çok ki bunlar. Mesela Artvin Çoruh, Karadeniz Teknik
Üniversitesinden iki meslek yüksekokulunu almışsınız, bir
de eğitim fakültesi almışsınız, Kafkas
Üniversitesinden bir orman fakültesi, bir sağlık yüksekokulu, bir
meslek yüksekokulunu da almışsınız, bunlara fen ve edebiyat
fakültesi eklemişsiniz, tamam, olmuş bir üniversite. Peki, bu fen ve
edebiyat, yeni eklediğiniz fen-edebiyat fakültesinin, şimdi ben
bakıyorum, kimya bölümü -önemli bir bölüm değil mi, itiraz eden var
mı?- öğretim üyesi, öğretim elemanı dahil sıfır,
sıfır arkadaşlar. Türk dili edebiyatı, doktorasız
araştırma görevlisi; Batı dilleri, bölüm
açmışsınız, doktorasız araştırma görevlisi;
istatistik, sıfır öğretim üyesi. Şimdi, buna siz üniversite
açmak mı diyorsunuz? Yani eskileri toplamışsınız,
adına bir tabela, bir de yanına fen-edebiyat, öğretim üyesi
filan yok, araştırma görevlisi 2 tane
yazmışsınız, öğretim üyesi vermemişsiniz, ondan
sonra da tutmuşsunuz üniversite açmakla övünüyorsunuz.
Şimdi, bir
örnek daha vereyim: Osmaniye. Yeni de değil bunlar, 2007 yılında
kuruldu. Ekonometri bölümü, öğretim üyesi sayısı
sıfır; uluslararası ilişkiler, tek bir araştırma
görevlisi var. İktisat, 2 tane araştırma görevlisi var. Siz,
bunlarla eğitim yaptırdığınızı insanlara
anlatıp onları aldatıyorsunuz. Siz, eğer
araştırma görevlisine, doktora yapmamış araştırma
görevlisine bir fakültenin asli öğretim elemanı olarak
bakıyorsanız ve ona ders verdiriyorsanız siz üniversite
açmıyorsunuz, siz lise açıyorsunuz. Neden lise açıyorsunuz, onu
da söyleyeyim: Çünkü lise öğretmenleri bile bir formasyon eğitimi
alıyorlar, eğitim fakültesinde yetişiyorlar ama üniversiteden
bugün mezun olmuş olan bir genci, daha doktorasını, yüksek
lisansını yapmadan siz alıp bir fakülteye hoca olarak
koyarsanız, yegâne hoca olarak onun yetiştirdiği
öğrencileri mezun ederseniz siz üniversite açmıyorsunuz, siz lise
açıyorsunuz ve ne yazık ki yaptığınız, üniversite
diplomasını değersizleştirmektir arkadaşlar.
Bakınız,
Türkiye Bilimler Akademisi 2009 yılında bir rapor yayımladı
ve bu raporda üniversitelerin bugünkü durumunu değerlendirdi. Diyor ki bu
raporunda: Yeni açılan üniversitelerin kabul edilebilir seviyede
eğitim veren yüksekokul olma niteliğinden bile uzak oldukları
saptanmıştır. Yani meslek okulu bile değil, fakülte hiç
değil de meslek okulu bile değil. Bundan bile uzak oldukları saptanmıştır.
diyor. Yani üniversite açmak işporta tezgâhı açmak gibi kolaycı
bir hâle getirilmemelidir. Üniversite açıyorsanız onun gerçek
üniversite biçiminde yapılanmasını sağlayacaksınız.
Sadece eskileri bir araya getirip birleştirmek
Sadece onu da değil,
bunların binalarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz,
kadrolarını alıyorsunuz kullanıyorsunuz -memur
kadrolarını, sözleşmeli personel kadrolarını- hatta
bütçe ödeneklerini alıyorsunuz, aktarıyorsunuz yani var olan bir
üniversitenin içinden bir parçayı koparıyorsunuz, yanına bir
şey ekleyip bir tabelayla üniversite diye sunuyorsunuz.
Değerli
arkadaşlarım, gerçekçi olalım, aldatmayalım. Bu
üniversitelerle sürdürülen bir yükseköğretim projesi değildir, bu bir
işsizlik erteleme projesidir. Üniversitelere doldurduğunuz
öğrencilerin dört yıl, beş yıl daha işsizliğini
ertelemenin ötesine geçemeyecek, ne yazık ki bir yapılanmanın
içerisine girilmiştir.
Bakın, bu
kadar çok üniversite açılıyor. Ben size plansız,
programsız ve özensiz dedim. Neden böyle söyledim? Geçen yıl
yükseköğrenime yerleşen ve boş kalan kadrolara bir bakın.
88.605 kadro boş kalmıştır. Bu 88.605 kadronun 22-23 binden
fazlası, galiba 26 bini lisans öğretimi kadrosudur. Yani
plansız, programsız bir yükseköğretimin bizi getireceği
nokta budur. Bir yandan üniversiteleri açacaksınız, öğrencileri
davet edeceksiniz ama öğrenciler beğenip o üniversitelerde, o
sınavlarda yerleşmeyi arzu etmeyecekler çünkü üniversitelerin bir
kâğıt parçası niteliğinde olan, gerçek değer arz
etmeyen bir diplomasıyla bu toplumda kendilerine yer edinemeyeceklerini
artık öğrendiler, artık bununla aldatamayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Serter, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FATMA NUR SERTER
(Devamla) Teşekkür ediyorum.
O nedenle YÖK Başkanı
bir şey söylemişti, -doğru bir şey, hakikaten
doğruydu- demişti ki: Artık bu üniversite açmaktan vazgeçelim.
Yani YÖK Başkanı bile, o sizin YÖK Başkanınız bile
Yeter artık, bu işin altından kalkamıyoruz. dedi ama
anladığım kadarıyla hız kesilemedi,
anladığım kadarıyla hâlâ siyasi oy kaygısıyla ya
da milletvekillerinin kendi bölgelerini kalkındırma projesinin bir
parçası olarak üniversitelerin açılmasına devam ediliyor ama
şuna inanın: Bunun sonunda bu acıları biz hep birlikte
çekeceğiz. O üniversitelerden mezun olan doktorlara muayene olmak,
ameliyat olmak istemeyeceksiniz, o üniversitelerden mezun olan mühendislerin
inşa ettiği binalarda oturmak istemeyeceksiniz.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Şahsı
adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır, buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
OSMAN ÇAKIR
(Samsun) Sayın Başkan, değerli üyeler; ben de bu arada bir
noktayı dikkatinize sunmak istiyorum. Anayasanın 130uncu maddesi ve
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu Vakıflar kazanç
amacına yönelik yükseköğretim kurumu kuramaz. der ve
vakıfların kurduğu yükseköğretim kurumlarının
ancak devletin gözetim ve denetimine tabi, kâr amacı gütmeyen
yükseköğretim kurumları olması gerektiğini ifade eder.
Şimdi,
yüksek bilgilerinize bir konuyu sunmak istiyorum: İstanbul Bilgi
Üniversitesi bir vakıf üniversitesi olarak kurulmuştur. Ancak 2006
yılının Kasım ayının son günlerinde Laureate
Education İnternational Corporation yani Türkçesi Laureate
Uluslararası Eğitim Şirketi kendi web sitesinde Bilgi
Üniversitesiyle uluslararası stratejik ortaklık kurduğunu
belirtmiştir. Söz konusu bu şirketin eski adı Sylvan ve
merkezi Baltimoreda olan Nasdaqa kote kâr amaçlı bir yükseköğretim
şirketidir. 22 Kasım 2006da Laureate bu konuyu kendi web sitesinden
duyurmuş ve Türkiye'nin önde gelen özel üniversitelerinin biriyle
ortaklık kurduğunu belirtmiştir. Hâlbuki Anayasamız ve
kanunlarımız da ortadadır. Laureatein Bilgi Üniversitesinin eğitsel,
yönetsel ve öğrenci hizmetleri alanlarında hizmet sağlayan bir
şirkete yatırım yaptığını da yine aynı
şekilde ifade etmiştir.
Şimdi, çok
iyi bilinmektedir ki Türk yükseköğretim pazarının büyüklüğü
önemli ölçüde yabancı yükseköğretim şirketinin
iştahını kabartmıştır. Bu duyuruya müteakip Bilgi
Eğitim ve Kültür Vakfı 10 üyeli Mütevelli Heyetinin aniden 5 üyesini
değiştirmiş ve bu 5 tanesine Laureate şirketinin CEOsu ve
şirketin başkanı Ralph Appadou, yine Laureatein sahip
olduğu enstitünün okulunun müdürü, yine Laureate Eğitim
Şirketinin sahip olduğu Univesidad Europeanın Başkanı
ve yine Laureate Education şirketinin Senior Vice Presidentı yani
rektör yardımcısı, Bilgi Üniversitesinin Mütevelli Heyeti
üyeliğine -5 kişi birden- gelmişlerdir.
Hani
Anayasamızda ve yasalarımızda kâr amaçlı vakıf
üniversitesi kurulamıyordu? Şimdi merak ediyoruz, Laureate Education
şirketinin Bilgi Üniversitesine veya bu üniversitenin bağlı
olduğu vakfa yaptığı yatırım miktarı ne
kadardır? Bu ticari bir yatırım mıdır, hisse devri
midir yoksa hibe midir? Eğer yatırım ticariyse bu
yatırım ne şekilde geri dönecektir? Eğer Laureate Education
şirketinin web sitesinde sözü edilen yatırımın
dışında başka bir şeyler varsa bunlar nelerdir? Bu konuda,
üç yıldır sorduğumuz sorulara hiçbir cevap verilmemektedir ne
Millî Eğitim Bakanlığından ne de Yükseköğretim
Kurulundan.
OKTAY VURAL
(İzmir) Laureate acaba birilerine fahri doktora vermiş mi?
OSMAN ÇAKIR
(Devamla) Laureate, Sayın Başbakana Uluslararası Madrid
Üniversitesinden de geçenlerde fahri doktora unvanı vermiştir.
Şimdi, bu ilişkilerin nasıl yürüdüğü de ortadadır.
Yükseköğretim kurulları, yükseköğretimin denetim kurulları
bu olayı incelemekte midir, bunun üzerinde durmakta mıdır? Bu
iyi izlenmediği, gerekli tedbirler alınmadığı takdirde
önümüzdeki günlerde, kurulmuş bulunan elli bir tane vakıf
üniversitesinin yine bu şekilde yabancılara devri söz konusu
olduğunda ne yapılacaktır? Acaba, vakıf üniversitesi
kurulması zorlaştırıldığında bu kurulan
vakıf üniversiteleri haksız bir değer kazanacak ve sonra da
bazı uluslararası eğitim kuruluşlarına satılacak
mıdır? Bunlar fevkalade önemli sorulardır. Bu konularda yasalar
çıkarıp düzenleme yapılmalıdır çünkü kâr amacı
güden yükseköğretim şirketleri bu kampanyanın doğal olarak
baş destekçisidir. Türkiye, dünyanın en büyük yükseköğretim
pazarlarından biridir. Laureate şirketi kendi açısından
haklı nedenlerle ülkemize girmek istemektedir ve bunu da ilan etmektedir.
Şimdi, bu konuda gerekli tedbirleri almak, bu konuda yükseköğretim şirketlerinin
Türkiyedeki bu pazarı belli bir düzen içerisinde kullanabilmesinin önüne
geçmek yine Yükseköğretim Kurulunun, denetleme kurullarının
görevi içerisindedir. Bu noktada geçerli tedbirlerin alınmasını
ve dünyanın en büyük ticari üniversitelerinden biri olan bu şirketin
çok sayıda üniversitenin sahibi ve ortağı konumunda
olmasından çıkarak yarın, kurduğunuz elli bir tane
vakıf üniversitesinin belirli şirketlerin eline geçmesinin nasıl
önleneceği konusunda gerekli tedbiri almasını yüksek
takdirlerinize sunuyorum.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Çakır.
Sayın
milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Sayın Başkan
BAŞKAN
Sayın Işık, buyurun efendim.
ALİM
IŞIK (Kütahya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan,
her ne kadar Millî Eğitim Bakanımız yok ama Hükûmet adına
orada oturmanız nedeniyle size sorularımı yönelteceğim.
İki buçuk
yıldır, Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kadro kanunu
çıkmış olmasına rağmen, bugüne kadar ısrarlı
taleplerimize karşılık bir tane dahi kadronun YÖK
tarafından serbest bırakılmadığı bilinmektedir.
Bu kadro bırakılmaması nedeniyle, Kütahyada Kütahyalılara
hizmet veren 30un üzerinde yardımcı doçent unvanlı doktor
Kütahyayı terk etmek zorunda kalmıştır. Bu konuda
artık Hükûmet nasıl bir çözüm yapacaktır? Kütahyanın
arkasından Fatiha okumaya Sayın Millî Eğitim Bakanımız
yemin mi etmiştir? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Taner
RECEP TANER
(Aydın) 1) Sayın Bakan, son bir yıl içinde,
yaptığı iş ve işlemlerden dolayı, Millî
Eğitim Bakanlığı hakkında kaç dava
açılmıştır?
2) Bu davalardan
kaçı Millî Eğitim Bakanlığı lehine, kaçı
aleyhinize sonuçlanmıştır?
3) Aleyhinize
sonuçlanan kararların kaçının mahkeme kararlarını uyguladınız?
4)
Bakanlığın mahkeme kararlarını
uygulamadığı için uğradığı zararın
miktarı ne kadardır?
5) Aydın
ilinde görev yapan idarecilerden kaç tanesi kadrolu, kaçı ise
görevlendirme ile iş yapmaktadır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Tankut
YILMAZ TANKUT
(Adana) Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
az önce, üniversite açılmasıyla ilgili kriterlerde en önemli unsurun
o ildeki yüksekokul öğrenci potansiyeli olduğunu, sizin yerinizde
oturan Millî Eğitim Bakanı ifade etmiş idi.
Şimdi sormak
istiyorum: Adana Çukurova Üniversitenin öğrenci sayısı 33
bindir. Erzurum Atatürk Üniversitenin öğrencisi sayısı
33.810dur. Kayseri Erciyes Üniversitesinin öğrenci sayısı ise
29.250dir. Buna mukabil, Adananın nüfusu bu illerin 2 katından
fazladır. Sayın Bakanın ifadesiyle, öğrenci
sayısı dikkate alındığı takdire bile bu durumda
Adanaya büyük bir haksızlık yapılmış olunmamakta
mıdır? Böyle bir savunma yerine Evet, Adanaya haksızlık
var, onu da en kısa zamanda gidermemiz gerekir. şeklinde bir cevap
verilmesi daha uygun olmaz mıydı?
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bulut
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Sayın Bakan, OECD ülkelerindeki normla Türkiyedekini
kıyaslarsak, ilköğretimde derslik başına düşen
öğrenci sayısı Türkiyede 33, OECD ülkelerinde 21, Türkiyede
yüzde 56 daha fazla. Ortaöğretimde Avrupa ülkelerinde sayı 23, bizde
35. Şimdi, yine aynı şekilde öğrenci başına
düşen harcamayı kıyaslarsak, biz ilköğretimde 1.130 dolar
ödüyoruz, OECD ülkeleri 6.437 dolar ödüyor, bizden 6 kat fazla harcama
yapıyor. Ortaöğretimde ise biz 1.834 dolar ödüyoruz, onlar 8 bin
dolar ödüyor. Aradaki bu fark -Hükûmetin Millî Eğitim
Bakanlığına en fazla ödeneği verdiğini ifade ettiler-
nasıl kapanacak?
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Akkuş, buyurun efendim.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Efendim, demin yarım kalmıştı sorum.
Tarsusta bir
üniversite kurulması isteğimiz, her ile bir üniversite projesi
anlayışıyla Tarsusun il olmaması sonucu
reddedilmişti. Şimdi birçok ile yeni üniversiteler kuruluyor. Tarsus
ve Tarsus gibi nüfusu birkaç il merkezinden birkaç kat fazla olan ilçelere
sanki bir yasak konuldu. Üniversite açılmaması konusunda
koyduğunuz yasağın süresi henüz dolmadı mı? Ne zaman
dolacak?
İki: Büyük
şehirlerimize kurulacak olan bu üniversitelerin mevcut üniversiteleri
böleceği tartışmaları dikkati çekmektedir. Bir
üniversitenin öğrenci sayısının çok fazla olması onun
bölünmesi için bir sebep olmamalı. Çünkü üniversite alt birimleri ile
idare edilmektedir. Bu yüzden, bundan böyle yeni üniversiteleri büyük illerde
açmayı düşünmekte misiniz?
BAŞKAN
Sayın Özkan, buyurun efendim.
MURAT ÖZKAN
(Giresun) Efendim, ben bu 12 Eylül Anayasasının bir ürünü olan
YÖKün, özellikle rektör seçimi konusunda bilimi değil ideolojiyi,
liyakati değil sadakati önemseyen modelinden vazgeçmeyi düşünüp
düşünmediklerini
Diğer bir
husus da: Dünyanın ilk 500 üniversitesinde acaba rektör seçimleri hangi
usulle yapılıyor? Bu 500 üniversitede rektör seçiminin tüm
öğretim üyelerinin katıldığı bir modelle
yapılanı var mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) Sayın Bakan otursaydı iyi olurdu.
BAŞKAN -
Sayın Paksoy
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) Sayın Eroğlu erken kapatıyor ya.
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) Düğün salonlarını 24.00te kapatıyorlar,
bizi sabaha kadar çalıştırıyorsunuz! Burada
otursaydınız erken kapatırdınız belki.
BAŞKAN
Sayın Akıncı, Sayın Paksoya müsaade edelim.
MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) Sayın Bakan, bu kadar yeni üniversite
açılırken 1988 yılından beri Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi Tıp Fakültesinin kadrosu hâlen verilmemiştir.
On üç seneden beri kadrosu verilmeyen başka bir üniversite var
mıdır?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Paksoy.
Sayın Güçlü,
buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Sayın Başkan, ben İç Tüzük 60a göre bir söz almak
istiyorum, kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN Ama
şimdi soru-cevap yapıyoruz. İsterseniz soru-cevaptan sonra
alınız.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Olabilir efendim. Teşekkür ederim.
BAŞKAN
Tamam. Teşekkür ederim.
Sayın
Bakanım, buyurun efendim.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Işık, Kütahya Dumlupınar Üniversitesinde, zannediyorum
Maraş Üniversitesinde kadrolara ilişkin olarak
OKTAY VURAL
(İzmir) Ses gelmiyor Sayın Bakan, biraz
yaklaştırırsanız mikrofonu
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Yeni istenen
üniversitelerimize ilişkin kadrolar da Maliye Bakanlığında son
aşamadadır.
Sayın Taner
Millî Eğitim
Bakanlığına kaç dava açıldı? şeklinde bir soru sormuş. Genel bir
soru zannediyorum, sorunun baş kısmını
anlamadığım için.
MUHARREM
İNCE (Yalova) 18.500, son dört yılda 18.500.
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Açılan
bu davalar ve onların ayrıntılarına ilişkin de
Soru
önergelerine konu olmuştu Sayın Başkan, çoğunu
cevaplandırdık soru önergeleri şeklinde. Açılan davaların
büyük bir bölümü de, açılmış olmasına rağmen mahkeme
kararlarının büyük bir bölümü de Bakanlığımız
lehine sonuçlanmıştır.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Aleyhine!
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Bunları
cevaplandırmıştık.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Bakan, isterseniz açıklayabilirim kaç
tanesini kaybettiğinizi: 18.500!
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) Tekrar,
ilçelerde üniversite kurulmasına ilişkin sorular var. Az önce
cevaplandırdığım gibi, Sayın Başkan, özellikle
devlet üniversitelerinin kurulması konusunda, il merkezlerinde
kurulması konusunda şimdilik alınmış ve
kesinleşmiş bir karar olmamasına rağmen Yükseköğretim
Kurulumuz üniversitelerin kuruluşunu öğrenci talepleri, arz-talep
dengesi çerçevesinde yerine getiriyor. Bunu söylemiştim.
İlçelerde
üniversite kurulması konusunda: Vakıf üniversitelerinin bu yönde bir
talebi olursa bunları da karşılayacağız.
Adanaya yeni bir
üniversite kurulması: Hükûmetimiz özellikle ortaöğretimdeki
okullaşma oranlarının yüzde 100e
yaklaştırılması hedefine doğru ilerlerlerken
yükseköğrenim talebi de konuşmamda söylediğim gibi son derece
artmış durumda. Bizim hedefimiz 2013-2014 yıllarında
yükseköğrenim öğrenci potansiyelinin Avrupa Birliği
ortalamasına uygun olarak yüzde 48 oranında gerçekleşmesidir.
Bunu gerçekleştirmek için de hepinizin bildiği gibi öncelikle Türkiye'nin
hemen her ilinde üniversite kurulması. Yükseköğrenim sistemimizin bir
parçası olarak gördüğümüz vakıf üniversitelerinin de
koyduğumuz kriterler çerçevesinde potansiyelleri olanların
kurulmasına izin vermek suretiyle yükseköğrenime yönelik olarak genç nüfusumuzun
taleplerini karşılamaya çalışıyoruz.
Elbette Adana da
büyük illerimizden bir tanesi, bundan sonraki safhada kurulacak devlet
üniversiteleri içerisinde elbette Adana da yer alabilir.
Sayın
Başkanım, diğer soruları yazılı
cevaplandırayım.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Varlı, buyurun efendim.
MUHARREM VARLI
(Adana) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, Sayın
Bakan az evvel Yılmaz Beyin sorusunda burada yoktu herhâlde, Kayseri ve
Erzuruma göre Adana 2 misli nüfusa sahip ama üniversitelerindeki öğrenci
sayısı daha az. diye yöneltmişti soruyu. Yani biz bu kapsamda
neden alınmadığını soruyoruz, bir.
İkincisi:
Ceyhan enerji merkezi olacak diyorsunuz her konuşmanızda, Rotterdam
olacak diyorsunuz. Ceyhanda, Tarsusta -az önce hocam söyledi- Ceyhan ve
Tarsus gibi büyük ilçelerde neden kimya mühendisliği, inşaat
mühendisliği gibi fakültelerin olacağı bir üniversite
kurmayı planlamıyorsunuz? Çünkü buralar ileride enerjiyle ilgili,
petrolle ilgili çok büyük yatırımların olacağı yerler.
Buralarda mutlaka bir üniversitenin ve fakültelerin olması gerekir diye
düşünüyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Varlı.
Sayın Taner,
buyurun.
RECEP TANER
(Aydın) Sayın Bakan, biraz önceki soruma, soru önergelerine cevap
olarak verdiğinizden bahsettiniz ama o soru önergeleri milletvekillerinin
şahıslarına veriliyor. Dolayısıyla bizim o soru
önergelerinin neticelerini bilmemiz pek mümkün değil. Yani, onları
biz sizden tekrar alabilirsek memnun oluruz.
Artı, benim
ikinci bir sorum daha vardı: Görevlendirmeyle ve kadroyla görev yapan
personel sayısını, Aydın ilindeki görevlendirmeyle
çalışan idareciler ile kadrolu olarak çalışan idarecilerin
sayılarını da sormuştum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Vural
OKTAY VURAL
(İzmir) Teşekkür ederim.
Ben, yine,
Sayın Komisyonun çalışmalarıyla ilgili ifade edeceğim.
Daha önce, dün söylemiştim, bir milletvekilinin hasıraltı edilen
teklifi
Üzülerek, yine bunu görüşüyoruz.
Şimdi, iki
tane komisyon raporu var. Şimdi, bu yükseköğrenim, 506 ve
Sayın
Başbakanın imzasıyla üniversitelerin kurulmasını havi
altı maddelik bir kanun teklifinin gerekçeleri var, maddeleri yok, yani
maddeleri buraya yazılmamış. Burada yine 536, gelir vergisi var.
Burada gerekçeleri ve maddeleriyle birlikte kanun teklifinin kendisi var. Yani,
komisyonlar yaptığı işi ciddiye almalı. Bir rapor
gelirken gerekçeleri olan ama maddesi olmayan, bir diğerinde de
gerekçeleri ile maddeleri olan raporlar. Dolayısıyla Meclis
Başkanlığı olarak komisyonlara raporun düzenlenmesi için yapılması
gereken hususlarla ilgili gerekli uyarının yapılmasını
istirham ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Vural.
Bir açıklama
yapacak mısınız, Komisyona yöneltilmiş ve
dolayısıyla Başkanlığa da yöneltilmiş bir soru
vardı.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) Evet.
BAŞKAN
Buyurun.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa)
Sayın Başkan, ben kısa bir cevap vereyim.
Dün de tabii,
Komisyonun çalışması ve raporlarıyla ilgili soruldu.
Burada, gelen kanun tasarısı ile komisyonda görüşülen kanun
teklifleri ayrı ayrı olarak değerlendirildiği için, burada
madde gerekçeleri olarak belirtilen, birleştirilme sonucunda
görüşülen Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi ve daha sonra Millî
Eğitim Komisyonunda görüşülmeyip bizim Komisyonda görüşülen
Akdeniz Üniversitesiyle ilgilidir. Diğer maddelerin tamamı kanun
tasarısı içinde vardır ve burada hem Hükûmetten gelen teklif
metni hem de Plan ve Bütçe Komisyonunun kabul ettiği metin olduğu
gibi yer almaktadır. Ancak gerekçelerle ilgili olarak dediğiniz gibi
gerekçeler buraya alınmamış. Zannediyorum bu Meclis
Başkanlığının yazım, yani burada
atlanmasından söz konusu olabilir, Komisyonumuzdan bu rapor
OKTAY VURAL
(İzmir) Gerekçeler var da maddeler yok.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Madde
de var. Maddelere biraz sonra bakarsanız
BAŞKAN
Sayın Berber
OKTAY VURAL
(İzmir) En sonda var da, diğer raporlarda maddeler de var, esas
olarak bir şablon olması gerekiyor.
BAŞKAN
Sayın Vural, arkadaşlarımız not aldı, onu biz daha
sonra değerlendireceğiz, gerekçenin başa
alındığını falan söylediler.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) - Evet,
takdim tehir olmuş gibi görünüyor. Evet, teşekkür ederim
uyarınız için.
BAŞKAN-
Evet, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
Teşekkür
ediyorum.
Sayın
Güçlüye bir dakikalık bir süre vereceğim.
Buyurun
Sayın Güçlü.
SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce
şahsı adına konuşan Sayın Sertelin
açıklamalarında Dönemimizde sıfırdan üniversite
kurulmadı. şeklinde bir ifadesi olmuştu. Ben, geçmişte
kurulan üniversitelerle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum: 1946 Ankara, 1973
Çukurova, 1973 Anadolu, 1982 Marmara, 1987 Süleyman Demirel, 1992 Kocaeli,
Sakarya. Bütün bu üniversitelerin hepsi, daha önceden orada olan akademi,
iktisadi ilimler akademisi, eğitim enstitüsü gibi oluşumların
üzerine inşa edildi.
Elimde kısa
bir örnek var. Karadeniz Teknik Üniversitesi 1955te kurulduğunda 1
profesör, 1 doçent var, bugün 251 profesör, 146 doçent var, 90 öğrenci
varken 36 bin öğrenciye ulaştı. Erciyes üniversitesi 2 profesör,
3 doçentle
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Güçlü, teşekkür ediyorum, siz de daha önce de bu tip benzeri
örnekler olduğunu ifade ediyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkanım, 1955te 1 profesörü
varmış, 2010 da 1 profesör olmayan üniversite var, merak etmeyin.
BAŞKAN -
Evet, bu akademisyenlerin kendi aralarında değerlendirecekleri husus
olsun. Saygıdeğer bilim adamı arkadaşlarım, Genel
Kurulda milletvekili olarak görev yapan arkadaşlarımız kendi
aralarında da bunu görüşebilirler, Yükseköğretim Kurulumuz da bu
hususta gerekli notları almıştır.
Evet, birinci
bölüm üzerindeki görüşmelerin tamamlandığını
söylemiştim. Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde
üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı
oylarınıza sunacağım.
Madde 1e
bağlı ek madde 125 üzerinde üç adet önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde 125in
ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan İşletme
Fakültesi ibaresinin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan İbrahim Binici M. Nezir Karabaş
Iğdır Şanlıurfa Bitlis
Hasip
Kaplan Akın
Birdal
Şırnak Diyarbakır
TBMM Başkanlığına
506 sıra
sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek
125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan
ve a) bendinde yer alan
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi
tabirinin, Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi
olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Akif
Akkuş Behiç
Çelik Emin Haluk
Ayhan
Mersin Mersin Denizli
Şenol
Bal Mustafa
Kalaycı
İzmir Konya
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Ya-pılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1. maddesine bağlı Ek Madde 125in 2.
fıkrasının a bendinde yer alan İnsan ve Toplum Bilimleri
Fakültesi ibare-sinden sonra gelmek üzere Havacılık ve Uzay
Bilimleri Fakültesi ibaresi-nin, 2. fıkrasının b bendinde yer
alan kurulan ibaresinden sonra gelmek üzere Sivil Havacılık
Yüksekokulu ile ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.
Vahap Seçer Şevket Köse Mehmet Ali Susam
Mersin Adıyaman İzmir
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Zekeriya
Akıncı Ali
Koçal
Malatya Ankara Zonguldak
Ali
İhsan Köktürk Abdullah
Özer
Zonguldak Bursa
BAŞKAN
Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Hükûmet?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Sayın İnce?
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Akıncı konuşacak.
BAŞKAN -
Sayın Akıncı konuşacak.
Buyurun efendim.
ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Ankarada birisi olmak üzere
yeni üniversiteler açıyoruz. Önce hayırlı olsun demek istiyorum.
Daha önce de bildiğiniz üzere Hükûmetiniz döneminde çok çeşitli
üniversiteler açılmıştı, kurulmuştu ve o yasa
düzenlemeleri sırasında da Cumhuriyet Halk Partisinin çok değerli
sözcüleri bu konulardaki görüşlerini ifade etmişlerdi. Ben bugünkü
beş dakikalık konuşmamda hiç özel bir şey söylemeden,
farklı bir şey söylemeden, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri daha
önceki üniversite kuruluş yasa tasarılarında, tekliflerinde
hangi düşünceleri ortaya koymuşlar, onları size yeniden aktarmak
biçiminde konuşmamı sürdürmek istiyorum. Özellikle hiç YÖK ve rektör
tartışmasına girmeyeceğiz. Oradaki
operasyonlarınızın tam gaz gittiğini biliyoruz. Kutluyoruz,
üniversiteleri susturdunuz, rektörleri sindirdiniz ama o kadar hızlı
gittiniz ki en son Giresun Üniversitesindeki rektör atamasında Sevgili
Dostumuz Şamil Tayyarı bile isyan ettirdiniz.
Peki Cumhuriyet
Halk Partisinin üniversitelerin kurulmasına dönük düşüncesi nedir? 13
Nisan 2000 Salı, yapılan görüşmede Değerli Hocamız,
Sevgili Milletvekilimiz Nur Serter demiş ki: Değerli
milletvekilleri, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yeni üniversitelerin -ister
devlet ister vakıf üniversitesi olsun- kurulmasına kesinlikle
karşı değiliz. Arkadaşlarımız biraz önce yine
düşüncelerini çok veciz bir biçimde sergilediler. Önce bunu belirtmek
istiyorum. Ancak AKP ve YÖK iş birliğiyle âdeta ışık
hızıyla birbirinin ardı sıra kurulan bu üniversitelerin,
ister devlet ister vakıf üniversitesi olsun, gerekli altyapıya,
gerekli donanıma ve öğretim üyesi kadrosuna sahip
olmaksızın kuruluyor olmasının Türk yükseköğretimine
vermiş olduğu zararları da Türkiyenin yakın gelecekte
çekeceğinin altını bir kez daha önemle çizmek istiyorum ki AKP
sözcüleri bile öğretim üyesi yoksunluğuna vurgu yapmak zorunda
kaldılar. Devlet üniversitelerinin çok ciddi bir öğretim üyesi
yetersizliğiyle karşı karşıya bulunmaları
yetmedi, şimdi dörder dörder kurduğunuz vakıf üniversiteleriyle,
devlet üniversitelerinde zaten yetersiz olan öğretim
elemanlarını bir de vakıf üniversitelerine çekerek devlet
üniversitelerinin içini büyük bir hızla boşaltmakta olduğunuzu
sayın milletvekillerinin dikkatine sunmak istiyorum, demiş.
Aynı
görüşmeler sırasında, yine üniversiteler kurulurken, 18 Haziran
2008de yine Milletvekilimiz Sayın Necla Arat, Cumhuriyet Halk Partisinin
üniversitelere hangi bakış açısıyla
yaklaştığını ortaya koymuş. Demiş ki:
Sayın milletvekilleri, ülkemizde üniversite sayısının
artırılmasının olumlu bir gelişme olarak
sayılabilmesi için rasyonel bir planlamanın
yapılmasını, altyapının öncelikle
sağlanmasının yanı sıra eğitimin niteliğinin
yükseltilmesini zorunlu, ön koşulu olarak görülmesini istiyoruz. Bu bağlamda,
nüfusa odaklı üniversitenin kurulmamasını, bu konuda Hükûmetimizin
gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Yeni kurulan
üniversiteler bölgelerinin gereksinmelerine uygun bir vizyona sahip
olmalıdırlar, mutlaka yeterli kadroları ve bütçeleri
bulunmalıdır çünkü öğretim üyesiz, kütüphanesiz, binasız,
yurt imkânları, sportif ve kültürel tesisleri sağlanamayan kurumlara
üniversite denilemez.
Şimdi
denilebilir ki, elbette Türkiye'nin ihtiyaçları var.
Dolayısıyla, kurduğumuz üniversiteler bu ihtiyaçların
giderilmesi ve Türkiye'nin sorunlarının çözülmesi konusunda da çok
önemli katkılar vermektedirler.
Peki, ne akla
gelebilir? Diyelim ki Türkiye'nin en temel sorunlarından bir tanesi
işsizlik. Peki, bu üniversitelerin kuruluyor olması, yeni yeni yüz
binlerce mezun veriyor olması Türkiye'nin işsizlik sorununun çözümüne
dönük bir katkı koymuş mu, bir yarar getirmiş mi?
Hemen söyleyeyim:
13 Nisan 2010da yine Sayın Nur Serter bir değerlendirme
yapmış ve demiş ki: Şimdi, bir üniversite
açılıyor. Bu üniversite hangi eğitim dallarında
eğitim-öğretim yapacak, bununla ilgili bir çalışma
yapılıyor mu? Hayır, yapılmıyor. O yükseköğretim
kurumu, o vakıf üniversitesi, öğrenci maliyetinin en düşük
olduğu alanları fakülteler olarak belirliyor. Bu fakülteler yine
ışık hızıyla açılıyor.
Arkasından
işsizlikle ilişkisini kurmuş. Devam ediyor: Tabii, bu
üniversiteleri açarken bir başka ciddi sorumluluğumuz da var. Bu
üniversitelerin eğer verdikleri gerçekten diplomaysa bu gençlerimizi
istihdam edilebilme koşullarına uygun yetiştirmekle
yükümlüdürler. Ama iktidarlar da gençlere iş yaratmak gibi ciddi bir
yükümlülüğü taşımaktadırlar. Türkiyede genç
işsizliği oranı yüzde 25,3, o da resmî rakamlarla. 500 bine
yakın üniversite mezunu diplomalı işsiz var. demiş ve
Sayın Başbakanın da Her üniversiteyi bitiren iş bulacak
diye bir şart yok. değerlendirmesine atıfta bulunmuş.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Akıncı, konuşmanızı tamamlayınız.
ZEKERİYA
AKINCI (Devamla) Tamamlıyorum.
İşsizliğe
de bir çare olmamış yeni üniversitelerin açılması, yeni
mezunların verilmesi.
Bir başka
şey, hep konuşuyoruz ama çok önemli olduğuna inanmama
rağmen, ne yazık ki üzerinde çok fazla
durmadığımız bir konu: Bu öğrenciler nasıl
barınacaklar? Onunla ilgili olarak da bakın 5 Kasım 2009da
Sayın Muharrem İnce demiş ki: Bu kürsüde çok şey
konuştuk yükseköğretimle ilgili. Her şeyi konuştuk ama ne
yazık ki bu Mecliste yükseköğrenime giden gençlerimizin nerelerde,
nasıl barındıklarını, nasıl beslendiklerini,
nasıl kahvaltı yaptıklarını bile ne yazık ki hiç
tartışamadık. Arkasından bir tespit yapmış 2002
yılındaki yükseköğretimdeki öğrenci sayımız
toplamı 1 milyon 232 bin, bugün yükseköğretimdeki öğrenci
sayımız 1 milyon 747 bin, 515 bin öğrencimiz artmış.
demiş. Ama buna karşılık yurtlardaki açığın
sürekli büyüdüğünü ve neredeyse 1 milyon gencimizin yurt bulmaktan yoksun
olduğunu ortaya koymuş.
Demek ki
üniversite açmak yetmiyor, bu gençlerimizin özellikle barınma sorununa
çözüm bulmak zorundayız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Akıncı, teşekkür ediyorum.
ZEKERİYA
AKINCI (Devamla) Tamamlıyorum.
BAŞKAN Ek
sürenizi vermiştim.
ZEKERİYA
AKINCI (Devamla) Selamlamak için
BAŞKAN
Selamlamak için ama her selamlama yaklaşık bir dakika sürünce
işler karışıyor. Lütfen
ZEKERİYA
AKINCI (Devamla) Bir cümle
BAŞKAN -
Buyurun.
ZEKERİYA
AKINCI (Devamla) Özellikle bu konuşmamda
arkadaşlarımızın yapmış olduğu
değerlendirmeleri bir kez daha dikkatinize sunmak istedim çünkü AKP
İktidarının bize hangi gözle baktığını ve
bizi nasıl dinlediğini biliyoruz.
Onun için,
sözlerimi bir atasözümüze atfen ve Dünya Kupasının o mucize aletine
atfen söylüyorum: Anlayana sivri sinek saz, anlamayan AKPye vuvuzela bile az.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Akıncı, beni doğruladınız, bak otuz
saniyeyi buldu görüyorsunuz yani, bir cümleniz otuz saniye demek ki.
Saygıdeğer
milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Birleşime
bir saat ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 20.06
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.09
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131inci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum.
506 sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Ek 125inci madde
üzerinde, sıradaki önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
506 sıra
sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesine ek
125. maddesinin, bu üniversite başlığı altında bulunan
ve a) bendinde yer alan
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi
tabirinin, Mühendislik Fakültesi ve Doğa Bilimleri Fakültesi
olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Akif
Akkuş (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN
Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya)
Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Hükûmet?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Gerekçe
BAŞKAN
Gerekçeyi okutuyorum:
Buyurun
Gerekçe:
Mühendislik Bilimleri ve Doğa Bilimlerinin birbirinden farklı
kavramlar olmasından dolayı.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde 125in
ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan İşletme
Fakültesi ibaresinin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Pervin
Buldan (Iğdır) ve arkadaşları
BAŞKAN
Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya)
Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Hükûmet?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Buyurun Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün Miraç Kandili; halkımızın, tüm İslam âleminin
kandilini kutluyorum. Ve elbette ki böylesi bir günde, elbette, okul açmak,
üniversite açmak da en büyük sevaplardan birisidir. Onun için, bu sevabı
hak edebilmek için yeni üniversitelerimizin de altyapısını,
niteliğini ve bütün donanımını da tamamlamak gerekiyor.
Nüfusu en genç olan devlet ve ülke biziz. Avrupa yaşlanıyor,
yaşlanan bir Avrupa karşısında nüfusu en genç olan bir ülke
var: Türkiye. Dünya ekonomisinde 16ncı sırada ve gerçekten
bölgesinde stratejik olarak çok önemli. O zaman, eğitilmiş insan
olayı çok önemli ama işsizlik oranlarına
baktığımız zaman üniversite mezunları içinde en yüksek
orana çıkıyor işsizlik oranı. Bunun da belli bir planlama
ve stratejisinin olmayışından kaynaklanıyor.
Tabii
sıkıntılar çok. 12 Eylül askerî darbesinin getirdiği YÖK
sistemi başlı başına bir sorun ve günlerdir yazıyor:
İşte Giresun Üniversitesiyle Marmara Üniversitesinde bir rektörlük
seçimi olayı. Birkaç gazetede rastladım. Köşe yazarları da
dikkat çekiyor. Deniliyor ki, seçim sonucunda 4 tane adaydan en düşük oyu
alan, hatta birisi için 4 oy alan birisinin aday gösterilmesinden bahsediliyor.
Şimdi bu sistem dehşet verici bir sistem. Seçim niçin
yapılır, demokrasi niçindir? Demokrasinin bir anlamı
vardır, seçimin bir anlamı vardır, seçimde oy kullananların
iradesiyle seçilenlerin gösterilmesi için. Sayın Millî Eğitim
Bakanımız bu konuda umuyorum bir açıklama yapma gereğini
duyacaklar. Bu YÖKte herhâlde bir reforma ciddi ihtiyaç vardır
diyemeyeceğim çünkü bunu reforme etmenin bir anlamı yok. YÖKü tümden
kaldırmak gerekiyor. Kenan Evrene de iade etmek lazım. 1
liralık posta puluyla aynen iade etmek lazım. Bu kurumdan kurtulmak
lazım. Yeni bir yapılanma sürecini başlatmak lazım.
Şimdi, böyle
baktığımız zaman öğrenci sayısına bakıyoruz.
Doğru, Sayın Bakan 2002-2003 verilerini alıyor. Milattan önce,
milattan sonra diye. Böyle bir iktidar dönemi. Sayı, 1 milyon 916 binden
yüzde 184 artışla 3 milyon 529 bine yükselen bir öğrenci
sayısı. Peki, bu 4 katına denk gelen, son üç dört yılda açılan
vakıf üniversiteleri, 75 bine denk gelen eğitim öğretim kadrosu,
üniversitelerdeki öğretim elemanı sayısı ve bu
üniversitelere şimdilik ekleyeceğimiz yeni üniversiteler, Ankaraya,
Bursaya, Erzuruma, Kayseriye, İzmire, İstanbula ve Konyaya devlet
üniversiteleri hayırlı olsun diyoruz biz de elbette ve yine
Antalyadaki vakıf üniversitesi konusunda da aynı dileklerimizi de söylüyoruz ve
şunu söylemek istiyoruz: 13.248 akademik kadro alınacak. Bu ara Millî
Eğitim Bakanlığı 100 bini aştı herhâlde kadro
sayısıyla. Emniyete, jandarmaya alınan kadro sayısı 30
binlerin üstünde, yeni çıkan geçen haftaki yasalarla 200 bin kadro. Bu
arada bu hafta, önümüzdeki hafta yasalarıyla da bir 100 bin daha kadro
ihdası söz konusu olacak, 300 bin. Yani seçime de bu kadar yeter size diye
düşünüyoruz.
Ama, yani
şunu gerçekten ifade etmek istiyorum: Evet, 4 milyona yakın
üniversite öğrencimiz hangi koşullarda yaşıyor, onunla
ilgili bilimsel bir araştırma yapıldı mı? Kaç lirayla
geçiniyorlar? Kaç tanesi yurtlarda barınıyor? Kaç tanesi beslenme,
gıda, spor, sosyal etkinlik sorunlarını çözebiliyor. Üniversite
kampüsleri, özellikle devlet üniversitelerinin kurulduğu yerlerde hangi
tür vakıflar, derneklerde bu öğrencilerle iletişim kuruluyor ve
bu öğrencilerin barınma, yurt sorunlarına, ihtiyaçlarına,
hatta burs, kredi ihtiyaçlarına kadar hangi kurumlardan ne kadar
veriliyor? Sayın Bakandan böyle bir veri istiyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN-
Buyurun Sayın Kaplan, konuşmanızı tamamlayınız.
HASİP KAPLAN
(Devamla) Bu veriyi isterken, gerçekten geleceğimiz olan gençlerimizin
içinde yaşadığı durumun bir kere sosyolojik, gelir
tabakası olarak işçi, memur kesimi, yoksul halk
çocuklarının... Zaten yoksul olmayan halk çocukları devlet
üniversitesine gitmiyor. Kaç tane Bakan çocuğu devlet üniversitesinde
okuyor, kaç tanesi yurt dışında? Niye Amerikayı tercih
ediyorlar? Ben acemi miyim, bilmiyor muydum? Benim çocuklarım başka
yerde okuyor. Mesela Amerikaya yolu bilmedik mi, ondan mı gidemedi veya
gerçekten burada bir şey farkı mı var? Yani o konuda bizi
aydınlatırlarsa seviniriz. Bu öğrenci kredilerine ve yurt
kampüsleriyle beraber öğrenci sayısı kadar yurt ve konut
yaptırma sorununa nasıl bir çözüm getirecekler? Bu konuda,
gençliğin talepleri konusunda bir açıklamada bulunurlarsa
sevineceğiz.
Teşekkür
ediyorum.
Önergeyi zaten
kabul etmeyeceğinizi biliyoruz ama Sayın Abdullah Gülün de
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Ne biliyorsun canım?
HASİP KAPLAN
(Devamla)
kendi ilinde bir üniversiteye isminin verilmesine böyle fanatik
karşı çıkanlardan değiliz. Kim ki bu ülkeye hizmet
etmişse adını da versin, yazdırsın da. Doğrusu da budur zaten.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Erciyes Dağına da ismini vereceğiz
şimdi.
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Kaplan.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Madde 1e
bağlı ek madde 126nın üç adet önergesi vardır, önergeleri
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1. maddesine bağlı Ek Madde 126nın
2. fıkrasının a bendinde yer alan Denizcilik Fakültesi
ibaresinden sonra gelmek üzere Havacılık ve Uzay Bilimleri
Fakültesi, Bilgisayar Bilimleri Fakültesi ile Gemi Mühendisliği Fakültesi
ibaresinin eklenmesini arz ve talep ederiz.
Vahap Seçer Şevket Köse Mehmet Ali Susam
Mersin Adıyaman İzmir
Ali Koçal Ali İhsan Köktürk Abdullah Özer
Zonguldak Zonguldak Bursa
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Kemal
Demirel
Malatya Bursa
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 Sıra Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1 inci maddesine bağlı Ek Madde
126nın ikinci fıkrası (c) bendinde yer alan Sosyal Bilimler
Enstitüsü ibaresinden sonra gelmek üzere Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Enstitüsü ibaresinin getirilmesini arz ve teklif ederiz.
M. Nezir
Karabaş İbrahim
Binici Pervin
Buldan
Bitlis Şanlıurfa Iğdır
Hasip
Kaplan Akın
Birdal
Şırnak Diyarbakır
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 506 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 1 inci maddesi ile 2809 sayılı Kanuna
ilave edilen Ek 126 ncı maddenin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mustafa
Kalaycı Necati
Özensoy Oktay
Vural
Konya Bursa İzmir
Mustafa
Enöz Ahmet Duran
Bulut
Manisa Balıkesir
Bursa Teknik
Üniversitesi
Ek Madde 126
Bursada Bursa Teknik Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmuştur.
Bu üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak kurulan;
a) Mühendislik,
Mimarlık ve Fen-Edebiyat, Doğa Bilimleri, Sanat ve Tasarım,
Denizcilik fakültelerinden,
b) Fen Bilimleri
Enstitüsünden,
c) Bilgisayar
Teknolojisi ve Programlama, Harita ve Kadastro, İnşaat, Makine,
Seramik, Restorasyon, Tasarım ve Basım Yayımcılık,
Doğalgaz ve Tesisat yüksekokullarından,
oluşur.
BAŞKAN
Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya)
Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Hükûmet?
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Necati Özensoy
BAŞKAN
Sayın Özensoy, buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm
Türk milletinin, İslam âleminin ve sizlerin kandilini kutluyor, hepinize
saygılar sunuyorum.
Verdiğimiz
önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Tabii, dün akşam burada
bir usul tartışması açtık Bursadaki teknik üniversitenin
kurulmasıyla alakalı. Bu usul tartışmasındaki
maksadımız, 2008 yılı Nisan ayında verdiğimiz
Bursada bir teknik üniversite kurulmasıyla alakalı kanun teklifiyle
ilgili Mecliste milletvekilleri olarak görevimiz olan yasama görevinin bir anlamda
yok sayılmasıydı.
Tabii, bu
tartışma belki şu şekilde yanlış da
anlaşılmış olabilir: Komisyona çekilmiş olsaydı,
bugün hemen sabahtan bu hata yarım saat içerisinde düzeltilip bu kanun
teklifini veren isimler de bu tasarıya eklenerek bu hata, bu nezaketsizlik
de bir anlamda düzeltilmiş olurdu. Tabii, bizler, dün akşam da ifade
ettim -Bursada teknik üniversite kurulmasını herhangi bir kamuoyu
oluşmasından dolayı değil- 2007den önce, daha benim
İl Başkanlığım döneminde Bursayla ilgili ortaya bir
vizyon konulması gerektiğinde neler yapılması
gerektiğini ilan ederken bunu basınla da paylaşarak, sanayi
kenti olan Bursada artık, bir teknik üniversitenin kurulması
gerektiğini ifade ederek -aynı zamanda seçim beyannamemize de koyduk-
bunun gereğini de burada kanun teklifi olarak da vermiş bulunuyoruz.
Ama ifade ettiğim gibi, olabilir, iktidar partisi mensubu yetkililer bizim
ismimizin bu kanunda geçmesini arzu etmemiş olabilirler ama Bursa kamuoyu
bu konuda kimin ne şekilde çaba gösterdiğini iyi biliyor. Bizler
Bursa kamuoyunda bu tartışmayı başlatarak, daha sonra yer
seçimiyle, vesaireyle bu kamuoyunda ikinci üniversitenin gündeme gelmesiyle
bugünlere geldik. Ama bütün bunlara rağmen, bütün bu yanlışlara
rağmen bugün burada, 23üncü Dönem Mecliste bir milletvekili olarak
bulunup bu kanunla ilgili bir konuşma yapmaktan ve bu kanunla Bursadaki
teknik üniversitenin kurulmasından dolayı da son derecede memnun
olduğumuzu da ifade etmek istiyorum. Bu üniversitenin de Bursaya
hayırlı olmasını diliyorum.
Tabii, önergemizde
aslında bu üniversite kurulurken, Komisyonda
tartışılırken eğer haberimiz olmuş olsaydı
zaten bizim bu gündemimizde olan konuda katkılarımız da mutlaka
olacaktı. İşte bakın, burada iki yıllık
yüksekokulların kurulmasıyla alakalı bu maddeyi ilave ettik ama
tabii, bu önergenin kabul görmeyeceği kanaatindeyim.
Bakın,
Bursada bütün sanayicilere sorun, Bursada en önemli sorun ara eleman
sorunudur. Mühendis, teknik eleman açığı olduğu kadar, 2
bin civarında mühendis açığı olduğu kadardan çok daha
fazlası, bir 10 katı, 20 katı, Bursada ara eleman
açığı vardır yani teknisyen açığı
vardır. Dolayısıyla, bu açığın kapanması
hususunda da bu önerge belki dikkate alınabilir ama en azından
Komisyonda bu konular gündeme gelmiş olsaydı bunu da belki düzeltme
şansımız da olabilirdi.
Sayın
milletvekilleri, Bursa bu üniversiteyi ifade ettiğim gibi- çok uzun
zamandan beri hak eden bir şehir. Bursa, Türkiyenin 4üncü büyük
vilayeti, 2,5 milyon nüfusa ulaşmış bir şehir ve ekonomiye
katkısı da yine aynı sırada, ihracatta 2nci büyüklükteki
bir şehir. Dolayısıyla, Bursa maalesef şunu ifade
ediyorum- geçmiş dönem hükûmetlerce zaman zaman ihmal edilmiş bir
şehir ama hiç bu dönemdeki kadar, şu sekiz yıldaki kadar mahzun
kalmadı. Bakın, Bursa tam 5 milyar lira vergi veriyor, bu
yıllarda verdiği vergi 5 milyar lira.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Özensoy, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) Teşekkür ederim.
Ama 2009
bütçesinde Bursaya ayrılan, merkezî hükûmetin yatırımlara
ayırdığı pay ne kadar biliyor musunuz? Sadece 50 milyon
lira. Bu yıl ne kadar, 2010 yılında ne kadar? Ama büyük
başarı göstermiş arkadaşlar, 2 katına
çıkarmışlar, 100 milyon lira. Yani 5 milyar lira vergi veren bir
kente, yani iki yılda 10 milyar lira vergi veren bir kente layık
görülen hizmet 150 milyon lira, yani verilenin yüzde 1,5u. Yani bunu
arkadaşlarımız içine sindirebiliyorlarsa söyleyecek bir
şeyim yok. Bursa, Osmanlıya payitahtlık yapmış;
İznik, Selçukluya payitahtlık yapmış, kültür ve tarih kenti
olan ve aynı zamanda bugün sanayi vizyonuyla, yine kültür, tarih
vizyonuyla Türkiyenin en önemli şehirlerinden. Bu şehre hizmet
ederken bu özelliklerini ve Bursa insanının üretime
katkısını da göz önünde bulundurarak
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NECATİ
ÖZENSOY (Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkan.
bu hizmetleri
yapmak lazım, bu katkıları böyle göz önünde bulundurarak
sağlamak lazım.
Ben, bu
üniversitenin kurulmasından dolayı tekrar, mutlu olduğumuzu,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Bursa milletvekilleri olarak mutlu
olduğumuzu ifade ediyor, bu mübarek akşamda da hayırlara vesile
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Özensoy.
Önergeyi
oylarınıza
III.-
YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, yoklama talebi.
BAŞKAN
Önergenin oylamasından önce bir yoklama talebi vardır, onu yerine
getireceğim:
Sayın
İnce, Sayın Yıldız, Sayın Güvel, Sayın Özkan, Sayın
Güner, Sayın Köktürk, Sayın Emek, Sayın Süner, Sayın
Ünlütepe, Sayın Sönmez, Sayın Susam, Sayın Arslan, Sayın
Seçer, Sayın Ağyüz, Sayın Demirel, Sayın Ersin, Sayın
Tan, Sayın Yalçınkaya, Sayın Kart, Sayın Baratalı.
Sayın
milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 21.33
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 21.49
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Murat ÖZKAN (Giresun)
BAŞKAN
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 131inci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
İstem üzerine
yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi yoklama işlemini
tekrarlayacağım.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN
Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN
Saygıdeğer milletvekilleri, pusula gönderen
arkadaşlarımızı arayacağım.
Sayın Lokman
Ayva? Burada.
Sayın
Bakanımız Selma Aliye Kavaf? Burada.
Sayın Gönül
Bekin Şahkulubey? Burada.
Sayın Fatma
Şahin? Yok.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, ikinci yoklamada da toplantı yeter
sayısı bulunamamıştır.
Alınan karar
gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için 9 Temmuz 2010
Cuma günü saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 21.56