DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 58
42nci
Birleşim
25 Aralık 2009 Cuma
(Bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/759) (S. Sayısı: 442)
2.- 2008
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)
III.-
DİSİPLİN CEZALARI
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençe uyarı cezası verilmesi
IV.-
TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğanın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür
konuşması
V.-
OYLAMALAR
1.- 2010
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
oylaması
2.- 2008
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
oylaması
VI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Van
Milletvekili Özdal Üçerin, bazı atamalara ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Nimet Çubukçunun cevabı (7/10788)
2.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemirin, Gaziantepteki Cansuyu Kredisi
uygulamalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat
Ergünün cevabı (7/10801)
3.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, bir okulun ısınma sorununa,
Bir köy okulunun
kalorifer sorununa,
İlişkin
soruları ve Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçunun cevabı
(7/10844), (7/10923)
4.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağızın, emeklilere yönelik
çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçerin cevabı (7/11062)
5.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun, Dış Ticaret
Müsteşarlığının bazı grup
başkanlıklarını kapatmasına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/11167)
6.- Ankara
Milletvekili Tekin Bingölün, eczanelerin bazı sorunlarına
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer
Dinçerin cevabı (7/11191)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 11.00de açılarak sekiz oturum yaptı.
2010
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/759) (S.
Sayısı: 442) ve 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresinin (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443) görüşmelerine
devam edilerek maddeleri;
Gelen
kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak
dağıtılan 456 ve 457 sıra sayılı Kanun Teklifi ve
Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının 3 ve 4üncü sırasına, gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında yer alan 446, 447, 429, 430, 431, 432 ve 433 sıra
sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin, yine bu kısmın
5, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11inci sıralarına alınması,
diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun, 24/12/2009 Perşembe günkü birleşiminde
442 sıra sayılı 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 443 sıra sayılı 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının maddelerinin
görüşmelerinin tamamlanmasından sonra kanun tasarıları ve
tekliflerinin görüşülmesine geçilmesi ve 457 sıra sayılı
Tasarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışmalara devam edilmesine; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmalarına, 29 Aralık 2009 Salı gününden
başlamak üzere 3 gün ara verilmesine ilişkin Danışma Kurulu
önerisi yapılan görüşmelerden sonra;
Kabul edildi.
Samsun Milletvekili
Suat Kılıç, Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkunerin, grubuna,
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
şahsına,
Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin,
şahsına,
Sataşması
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/499) (S. Sayısı: 321),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
3üncü
sırasına alınan, Antalya Milletvekili Abdurrahman
Arıcı ve Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynakın, Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Kars Milletvekili Zeki Karabayır ve 2 Milletvekilinin, Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporunun (2/551, 2/550) (S. Sayısı: 456 ve 456ya 1inci
Ek),
4üncü
sırasına alınan, 28 Ağustos 1952 Tarihinde Pariste
İmzalanan Kuzey Atlantik Andlaşmasına Uygun Olarak Yapılan
Uluslararası Askeri Karargahların Statüsüne İlişkin
Prokotol Uyarınca Uluslararası Statüsü Belirlenen Türkiyedeki Tüm
Müttefik Karargahlar ve Onların Atanmış Personeline Uygulanacak
Belirli Ayrıcalıklara İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporunun (1/736) (S. Sayısı:
457),
Görüşmeleri
tamamlanarak elektronik cihazla yapılan açık oylamalardan sonra kabul
edildi, kanunlaştı.
Alınan karar
gereğince, 25 Aralık 2009 Cuma günü saat 13.30da toplanmak üzere
birleşime 21.34te son verildi.
Sadık
YAKUT |
Başkan
Vekili |
|
Bayram ÖZÇELİK Murat
ÖZKAN |
Burdur Giresun |
Kâtip
Üye Kâtip
Üye |
|
Yaşar TÜZÜN |
Bilecik Kâtip
Üye |
25 Aralık 2009 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.30
BAŞKAN: Mehmet Ali
ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 42nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme
geçiyoruz.
Programa göre 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- 2010 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 442) (x)
2.- 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S.
Sayısı: 443) (x)
BAŞKAN Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 3/12/2009 tarihli
26ncı Birleşiminde alınan karar gereğince bütçe
görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer saat süreyle söz
verilecektir. Bu süre birden fazla konuşmacı tarafında
kullanılabilir.
Ayrıca İç Tüzükün 86ncı maddesine göre
yapılacak kişisel konuşmalarınsa onar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Şimdi, grupları ve şahısları adına
söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili
Sayın Mehmet Şandır ve İzmir Milletvekili Sayın Oktay
Vural.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili
Sayın Nurettin Canikli.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın İlhan Kesici.
Şahısları adına, lehinde Manisa Milletvekili
Sayın Recai Berber, aleyhinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem
İnce.
Ayrıca, talepte bulunması hâlinde Hükûmete de söz
verilecektir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi,
bütçe görüşmelerinin son bölümünde ilk sözü Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vurala veriyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
(x) 442, 443 S. Sayılı
Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 14/12/2009 tarihli 31inci Birleşim
Tutanağına eklidir.
Sanıyorum Sayın Şandırla birlikte
kullanacaksınız, otuz dakika, ayrıca bir üç dakika da ilave süre
vereceğim.
Sayın Vural, buyurunuz.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin bu son gününde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinize saygılarımı arz ediyorum.
26 Ekimde Komisyonda, 14 Aralıktan bu yana da Genel Kurulda
devam eden görüşmelerde, her konu üzerinde, milletvekillerimiz, ülkemizin
sorunlarını, değerlendirmelerini, çözüm önerilerini sizlerle
paylaştı, milletimizin kulağı olduk, gözü olduk ve dile
getirdik. Eğitimden sağlığa, dış politikadan
güvenliğe, ekonomiden kültüre her konuyu dile getirirken, yönümüz hep
ülkemiz, milletimiz ve insanımız oldu; milletimiz adına sorduk,
onların adına sorguladık. İşçimizin emeğini,
esnafımızın siftahını, çiftçimizin ürününü,
işsizimizin işini, memurumuzun hakkını, öğrencimizin
geleceğini, emeklimizin derdini, engellimizin
sıkıntılarını anlattık, katkı
sağladık. Milletimizin ortak aidiyeti olan millî kimliği, millî
kültürü, millî varlığı savunduk. Ecdadımızın
emaneti değerlere sahip çıktık Statükocu diyenlere inat. Kan
üzerinden açılım reçetesi dayatmak isteyen vampirlere inat
İnadına millet, inadına birlik, inadına kardeşlik.
dedik. Rahmet birliktedir. dedik ayrışma diline karşı.
Kanla pazarlık masasına oturanlara, millî kimliğimizi
alışveriş malzemesi yapanlara karşı, inadına
karşı durduk. Küresel dayatmalara karşı Önce, millî
menfaat. dedik. Bin yıllık kardeşliğimizi, tarihimizi,
kimliğimizi hazmetmeyen hazımsızlara karşı
inadına durduk. Burada, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yine tekrarlıyorum:
İnadına kardeşlik, inadına huzur, inadına Türk
milleti, inadına Türkiye Cumhuriyeti.
İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.
diyenlerin bugün insanımızı milletinden, milletini devletinden,
işinden, aşından kopararak yalnızlaştıran,
köleleştiren ve sömüren siyasi zihniyete karşı mücadele etmeye
kararlı 69 milletvekiliyle bu oyunu bozacağımıza ant içtik.
Bugün, artık son konuşmalarımızı
yapıyoruz. İnşallah bu son konuşmalarımız,
ülkemizi, milletimizi, vatandaşlarımızı huzursuz kılan
yönetim anlayışından kurtulmaya vesile olur.
Ben her bedeli ödemeye hazırım. diyerek
yanlış yönetimlerinin bedelini millete ödetip de sırça
köşklerde oturup sahte kahramanlık taslayanlara, işsizlerimizin,
emeklilerimizin, esnafımızın, çiftçimizin sessiz
hıçkırıklarını unutup kamera karşısında
gözyaşı dökenlere hak ettiği dersi sandıkta vereceği
günlere de giderek yaklaşıyoruz. Mukadder son yaklaşıyor,
daha da yakın olması en halisane dileğimizdir.
Sayın milletvekilleri, ülkeyi yönetemeyenler için iki seçenek
vardır; Halkın gündeminden kaçmak ve kulakları tıkamak ya
da halkın gündemini değiştirmek. Bugün, ekonomik, sosyal, siyasi
sıkıntılarımıza köşelerini,
programlarını, haberlerini kapatanlar, dilsiz şeytan rolünü
üstlenenlere milletimizin de bizim de millet adına bu kürsüden haklı
cevabımız olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan bütçe
görüşmelerinde 21 banka o dönemin iktidarında, maalesef fona
devredildi ve batırıldı. demiştir. Aslında, 2009
yılı bütçe görüşmelerinde banka hortumlamalarını
gündeme getirdikten sonra, hak ettiği cevabı kendisine
vermiştik. Anlaşılan o ki, bu defa Hortum iddiasından vazgeçip,
batırmaya doğru bir dönüş yapmıştır. Anlamaya
başlamıştır. Ancak, arkasındaki senaryoları da
görebileceğini, oraya kadar gidebileceğini düşünmüyorum.
Evet, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bizim bu bankaların
ne kuruluşunda ne de bu bankalara verilen batık kredilerde
imzamız vardı. Batıran biz değildik. Bu bankalar dirençsiz
bir mali sistemin parçasıydı. Biz, sistemi güçlendirdik.
Sorumluluktan uzak bir bankacılık sistemiyle vatandaşlarımızın
kaynaklarının hortumlanmasına elbette dur diyecektik.
Sayın Başbakan bankacılık sistemini
güçlendirmiş olmamızdan niye şikâyet ediyor? Bankalara
sorumluluk getirmemizden niye rahatsız oluyor? Anlaşılan o ki,
Sayın Başbakan, içi boşaltılan bu bankalarla ilgili tedbir
almış olmamızı içine sindirmiş değil. Bizim
bunları yaptığımız zaman Bozüyükte batık banka
patronlarının helikopterleri ile seçim çalışması
yapanların kim olduğunu milletimiz bilmektedir.
Sayın milletvekilleri, Başbakan, bu defa da mal
bulmuş mağribi gibi 21 Şubat 2001de Merkez Bankasının
soyulduğunu ifade ederek sorumluluğu Milliyetçi Hareket Partisinin
üzerine atmaya çalışmıştır. Üstelik
milliyetçiliğimize kadar dil uzatabilmiştir. Sayın
Başbakanın MHPyi ve milliyetçiliği anlayabileceğini tabii
ki beklemiyoruz. Başbakan, müflis tüccar gibi eski defterleri
karıştırmaktan anlaşılan o ki medet ummaktadır.
Bundan medet bekleyen Sayın Başbakanın 2009 yılına
kadar bu konuda neden bir şey yapmadığını da
açıklaması namus borcudur, vebalidir.
2001de soygun olduğunu söylüyorsun da sen ne yaptın
Sayın Başbakan? Ne yaptın? Elini tutan mı vardı?
Paçandan çeken mi vardı? 2003 yılında senin kurdurduğun
araştırma komisyonunda bu konuda bir soruşturma talebin
olmadı. Altında kimin imzası vardı? Recep Tayyip
Erdoğan.
Şimdi, Sayın Başbakan, madem Merkez Bankası
soyuldu. diyorsun, başındakinin yalan yanlış, affın
kapsamına girdiğini söylüyorsun; şimdi soruyorum: Soyulan Merkez
Bankasında 21 Şubat 2001de döviz ve efektif piyasalardan sorumlu
olan Sayın Durmuş Yılmazı Merkez Bankası
Başkanlığına atayan kimdir? Siz değil misiniz atayan
Sayın Başbakanım? Sizin ıslak imzanızla atanmadı
mı? Madem Soyuldu. diyorsun, soyanları da biliyorsun! O zaman size
soruyorum: Bu söylediğin soygunun en başındaki bankanın
Aralık 2002de 3 milyar dolarlık vergi borcunu kim affetti? Bu
tarihte kim vardı iktidarda? AKP. Merkez Bankasını soyduğu
söylenenlere bu prim neden ödenmiştir? Yabancı bankaların
soygunundan bahseden Sayın Başbakanın bankacılık
sektörünü yabancılaştırması acaba bir diyet borcu mudur?
Milliyetçi Hareket Partisi koalisyon şartlarında dahi
olsa hiçbir zaman küreselleşmenin Türkiye üzerindeki zorlama ve
dayatmaların mahkûmiyete dönüşmesine izin vermemiştir. Ekonomik
krizin aktörlerinin 2002den sonra AKP İktidarında hangi siyasi
projeleri Türkiyeye kabul ettirdiği dikkate
alındığında, ülkemizi yöneten derin koalisyon
ortakları daha da belirginleşmektedir. Irak, Ermeni,
Kıbrıs, terör gibi konularda kendi menfaatlerine uygun hareket edecek
taşeronlar yoktu o zaman. Adam gibi o zaman milletimizin menfaatini
koruduk, adam gibi, dayatmalara karşı durduk; adam gibi
konuştuk, bugünkü gibi kapalı kapılar ardında teslimiyet
belgeleri imzalayıp adamcılık nutukları atmadık;
sözde değil özde olduk, one minute deyip yarım saat sonra özür
dilemedik; Peygamber Efendimize hakaret eden Rasmussenden genel sekreter
olmaz. deyip sonra onay vermedik; Irakta 1,5 milyon Müslümanın ölüm
silahlarına lojistik destek sağlamadık, taleplere hayır
dedik. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
OKTAY VURAL (Devamla) Sayın milletvekilleri, Merkez
Bankasının enjektörle soyulduğunu iddia edenlerin
zamanında, emeğimiz, üretimimiz, kaynaklarımız, boru
hattıyla dışarıya akıtılmıştır;
Türkiye soyulmuş, milletimiz fakirleşmiştir. AKP döneminde 359
milyar dolar faiz ödedik. Bankalarımız
yabancılaştırıldı. Doğrudan yabancı sermaye
portföylerden dolayı 34 milyar dolar kâr transfer edildi. Menkul
kıymetler borsasının yüzde 67si yabancıların elinde.
2009 yılında borsa endeksi yüzde 83,9 reel getiri sağladı.
Ekonomimiz küçülüyor, şirketler küçülüyor, yabancıların sahip
olduğu borsada yıllık 83,9 reel kazanç sağlanıyor. Bu
soygun değil midir? Kim kazandı? Kim kaybetti? Perakende sektörümüz
yabancılaştı, bankacılık yabancılara
çalışıyor, borsa yabancılarda, borcumuz yabancılara.
Kene gibi, kaynaklarımız sömürülmekte,
yabancılaştırılmaktadır. Yabancı bankalara para
kazandırıldı. diyerek banka soygunundan bahsedenlerin, bugün,
Türkiye soygununun mimarı olduğunu kimse saklayamayacaktır.
Asıl sorgulanması gereken konulardan biri de yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızın
tasarruflarını dinî duyguları istismar ederek hortumlayanlar
hakkında neden bir şey yapılmadığıdır.
Buradan Sayın Başbakana soruyorum: Siz bu soygunun
boyutlarını bilmiyor musunuz? Döneminizde hazırlanan TBMM raporu
doğrultusunda bu soyguncular hakkında neden adım
atmadınız? Sessizliğinizin sebebi nedir? Almanyadaki Deniz
Feneri soygununun da bakalım ucu nereye gidecektir! Akşamın
karanlığında değil, bunlar gözlerinizin önünde olurken
nasıl oluyor da rahatça seyredebiliyordunuz?
Sayın milletvekilleri, Hükûmet maalesef ne ekonomik krizi
öngörebilmiş ne de milletimizi kırıp geçiren krizi
görebilmiştir; hep, mazeretle zamanı tüketmiştir. Önce 2004te
başladı. Sayın Başbakan, o zaman başlayan
sarsıntıları türbülans olarak değerlendirdi.
Uçağın, tecrübeli pilotuyla yolculuğa devam ettiğini
söyledin, bugün yere çakılan uçaktan paraşütle kurtulmaya
çalışıyorsun! Durumun iyi olduğunu anlatmak için, Adam Smithe
inat, simit teorisi çıkardın, vatandaşın durumunun iyi
olduğunu çay-simitle açıklamaya çalıştın;
tutmadı. Sonra, vatandaşlarımızın
sıkıntılarını dile getirenlere kriz tellalı
diye kötüleyip Polyanna teorisiyle Polyannacılığa soyundun,
tutmadı. Sonra Kriz psikolojik. dedin, ruh bilimine başvurdun yine
tutmadı. Daha sonra, tıp bilimiyle doktorluğa soyundun,
vatandaşın durumuna Hipokrat yeminine aykırı bir
şekilde gerçek dışı teşhis koydun, bu da tutmadı.
Bunlar yetmedi, geometri teorisi ortaya attın Kriz teğet geçecek.
dedin, bundan da sınıfta kaldın. Sonra fırsat teorisi
diyerek Krizden fırsat çıkaracağız. dedin,
vatandaşlarımızı fırsatçılığın,
fırsatçıların insafına bıraktın. Şimdi de
Krizi en az zararla kapatacağız. diyorsun da mızrak çuvala
sığmıyor! Son bir balon daha çıkardın PKK siyasallaşır,
bölücülük resmîleşirse, açılım olursa Türkiye uçacak. Demokratik
açılım ekonomide de sıçrama yaratacak. diyerek bu sefer de
açılım bahanesiyle yedi yıldan bu yana sıçramayan çekirgeyi
açılım ipinin kaderine bıraktın!
Kendisine sürekli bahaneler bulan Başbakan, söz konusu
vatandaş olunca onları suçlamaktan da geri kalmıyor. Her
iş adamı bir işsizi alsaydı, işsizlik problemi
çözülmüş olur. Suçlu, iş adamları. Bankalar reel sektöre kredi
vermiyor, kredi verseydi kriz olmazdı. Suçlu, bankalar. Bazen kendini
alamıyor, 90lara, 2000lere kadar geri gidiyor, orada suçluyu
arıyor. Bazen Merkez Bankasını suçluyor. Canım, durumu
tasvip etmiyorum, faturayı ben ödüyorum. Sanki sorumlusu kendisi
değilmiş gibi Merkez Bankasını suçluyor. Bazen
Yatırımcıların önünü kesiyor. diye bürokratları
suçluyor. Bazen işçileri suçluyor Yan gelip yatıyorsunuz. diye.
Bazen vatandaşa IMFye borcunuzu ödeyin, gelin. diyerek onları
suçluyor. Yargıyı suçluyor, meslek kuruluşlarını
suçluyor, eczacıları suçluyor, Meclis Başkanını
suçluyor, kendi bakanını suçluyor; Başbakan önüne geleni
suçlamaktan geri kalmıyor. Suçlamaktan nasibini almayan kaldı mı
bilmiyorum ama Savulun Başbakan geliyor. diyerek dikkatli
olmanızı öneriyorum! Ülkeyi yönetmeyi de unutmuş sorumluluktan
kaçan Başbakan, iktidarda olduğunu da unutmuş, çoğu zaman
muhalefeti de suçlamaktan geri kalmıyor. Beyefendi bizi yetersiz
görüyormuş! Böyle muhalefet olur muymuş! Aslında,
yaşadığımız sorunların sorumluluğunu da
muhalefetin üzerine atacak, bizi suçlayacak! Zinhar, ben sorumlu değilim,
ülkeyi iyi yönetememiş olmamın sorumlusu muhalefettir. diyeceği
günler de yakında galiba. Şimdi soruyorum:
Vatandaşlarımızın içine düştüğü
sıkıntılı duruma sürekli mazeret üretmenin ve
başkalarını suçlamanın altında yatan temel sorun ne
olabilir? Bence cesaret, cesareti olanlar mazeret üretmez. Ülkeyi yönetenlerin
mazerete sığınma hakları da yoktur. Sayın
Başbakan bu ürettiği mazeretlerle kendini kayırma güdüsünden
vazgeçmelidir. Bu huyundan vazgeçer mi, doğrusu onu da bilemiyorum.
Sürekli kendisini olumlamak ihtiyacında olanların öz güven
eksikliği olduğu ifade edilmektedir. Özgüveniniz yoksa, ülkemize
vereceğiniz ne olabilir?
Sayın milletvekilleri, Hükûmetin ve AKPnin başsözcüsü
ve sözcü vekilleri sıkıştıkça geçmiş krizlerden kaç
post çıkarmak istiyorlar bilmiyorum ama bir koyundan iki post çıkmaz.
Bugünün sıkıntılarını unutturmak için elindeki güdümlü
medyayla geçmiş krizleri gündeme taşıyorlar. Bakın,
Sayın Genel Başkanımız ne diyor: Evet doğrudur,
Hükûmet ortağı olduğumuz dönemin kendisine has özellikleri ve
şu anda burada ifade etmeyi gereksiz addettiğim birçok faktörün bir
araya gelmesinden dolayı ekonomik buhranlar ortaya
çıkmıştır. Bu konuda gizleyeceğimiz,
saklayacağımız bir husus yoktur ve bu zamana kadar da
olmamıştır. Bizden önceki dönemlerde biriken, çoğalan
sorunların da tek ve yegâne sorumlusu 57nci Cumhuriyet Hükûmeti
olmayacaktır. Nitekim, 2002 yılında aziz milletimiz koalisyonu
oluşturan partiler hakkında kesin hükmünü vermiş ve biz de
gereken dersleri kendi adımıza alarak ortaya çıkan siyasi sonuca
saygı duymuşuzdur. İşte bu ifadeler, size, mazeret üretmek
yerine sorumluluk üstlenebilecek kadar cesaretli olan bir siyasetçinin,
sorumluluk ahlakına sahip bir siyasetçinin sesidir. Evet, bizim
cesaretimiz vardı, mazeret üretmedik, adam gibi davrandık, adam gibi
konuştuk, adam gibi de sorumluluktan kaçmadık.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Kaçtınız.
OKTAY VURAL (Devamla) Biz, zor zamanlarda korkak, kolay
zamanlarda övüngen olanlardan olmadık. Yedi yıldan bu yana ülkeyi tek
başına yöneten AKP, kendinden önceki bir koalisyon hükûmetinin zor
şartlarda sağladığı siyasi ve ekonomik ortamla
kendisini kıyaslamak zorunda kalıyorsa ve bu koalisyondan da sürekli
MHPye saldırıyorsa, biliniz ki artık sona
yaklaşılmıştır.
FEVZİ ŞANVERDİ (Hatay) Hayal!
OKTAY VURAL (Devamla) Çok sevdikleri anketlere
baktıklarında, artık Milliyetçi Hareket Partisinin nefesini
enselerinde hissediyorlar demektir. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Geceleyin rüya görmüşsün,
iyi rüya görmüşsün!
BAŞKAN Lütfen sayın milletvekilleri
OKTAY VURAL (Devamla) Biz, aldatmak, kandırmak için
yalanı sermaye olarak kullanmadık. Değiştik diyerek
sözlerimizden vazgeçmedik. Statüko dedikleri ecdadımızdan kalan
emanetlerimize ihanet etmedik, korumaya devam ettik.
Cenabıhak bize taşıyamayacağımız
yük vermez. dedik. Milletimizin bütün sorunlarını
taşıyabileceğimiz kadar da imanımız vardır, yük
taşımaktan kaçınmadık, zor zamanda korkak olmadık.
Müsebbibi olmadığımız, yönetim sorunları
taşımadığımız sıkıntılı
günlerde bile Cenabıhak bizi imtihan ediyor. dedik, Sorumluluğu
başkasına atalım. demedik. Kaçmadık, mazeret
aramadık, mazeret üretmedik. Milletimiz için canla, başla
çalıştık.
Sayın milletvekilleri, şu ifadelere dikkatinizi çekmek
istiyorum: 2000 yılı başından itibaren uygulamaya konulan
makroekonomik programların kararlı bir şekilde uygulanması
sonucu güven ve istikrar ortamı tesis edilmiş, sürdürülebilir büyüme
kavuşturulmuş ve enflasyon tek haneli rakamlara indirilmiştir.
Bu sözler kime ait? Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın
imzasının bulunduğu programına ait. Programlarında
bunu yazıyorsun, sonra geçmiş hükûmete atıp tutuyorsun, Ne
yaptın Bahçeli? diye soruyorsun. Çok methettiğin istikrar ve güveni
bile 2000 yılı ekonomik programına bağlayan sensin. Sonra
da 2000 yılında uygulamaya konulan programdan elde ettiğin
sonuçlarla burada caka yapıyorsun. Hesabi değil hasbiyiz. diyorsun.
Hasbilik bunun neresinde? Yoksa, 2000 yılında programı
hazırlayan, tedbirleri alan sen miydin? Gizli bir koalisyon
ortağı olan sen miydin acaba?
Siz ne yaptınız Sayın Bahçeli? diye soru
sordunuz. Nasıl bir Türkiye devraldık, nasıl bir Türkiye
devrettik iyice anlayın, bir vicdan muhasebesi yaparsınız belki.
Elinde daha önceki hükûmetin hazırladığı
program vardı. Senden önceki hükûmet enflasyonu yüzde 100lerden yüzde
29,7ye düşürdü. Yüzde 107,4 olan faiz 2002 yılında
devrettiğimiz ay itibarıyla yüzde 52,9a düşürülmüştü.
Mantar gibi içi boşaltılan bankacılık sistemi
güçlendirildi. Hazinenin kara deliklerini kapattık, kayıt
dışı bütçeyi kaldırdık, 69 fon kapattık. Görev
zararlarını sıfırladık. İşsizlik
sigortasını çıkarttık, iş güvencesini getirdik.
Çiftçimize doğrudan destek sağladık. Ödemeler dengesi
sağlandı, cari açık sıfıra yakındı. 16 adet
vergi, fon ve harç kaldırdık, özel tüketim vergisi uygulamasına
geçtik. Bunlar, koalisyonun yaptıklarının bazıları,
Bahçeli ne yaptı? diye soruyorsun.
Bugün elinde güçlendirilmiş bankacılık sistemi
olmasaydı acaba ne kadar bedel öderdik? Bir banka bile batmadı.
diye böbürlenebilir miydin? Bugün elinde işsizlik sigortası
olmasaydı acaba işsizlere nereden kaynak bulacaktın? Çiftçiye
doğrudan gelir ödemesi yapılmasaydı bugüne kadar çiftçiye ne
ödeyecektin? Hazine kenelerden arınmasaydı nasıl kaynak bulacaktın?
Sadece sahiplendiğiniz bazı örnekleri vereyim: Karadeniz
sahil yolunun yüzde 70ini tamamladık, tamamına sahip
çıktınız. Marmarayın kredisini bulduk, ön yeterlik
ihalesini yaptık, siz kalkıp Hayallerinizde bile yoktu. dediniz.
Hızlı treni yaptık, sonra hızlı trene binip de
Neymiş, bunu görün. diye bize söylendiniz. Japon kredisiyle köprülerin
güçlendirilmesi için kredi bulduk, ondan sonra bu kredinin
şahsınıza gösterilen teveccühten dolayı verildiğini
söylediniz. Adapazarı-Bozüyükü biz hazırladık, temeli siz
attınız. 614 sağlık tesisi, 69 küçük sanayi sitesi, 34
organize sanayi bölgesi
Kalkmış, oradan Orhon abidelerini yaptık.
diyorsun. 1300 yıl önce dikilmiş, 1889 yılında
bulunmuş abidelere
Bize Kılavuzunuzu değiştirin. diyen Sayın
Başbakana sesleniyorum: Bizim kılavuzumuz, kurtuluş mücadelemiz,
kuruluş felsefemiz ve bunu gerçekleştiren milletimizdir; milletimizin
millî ve manevi değerleri ve menfaatleridir. Biz sizin gibi başka
kılavuzlar seçmeyiz, bizim için bunlar bir seçim değil, bizim için
bir mecburiyettir. Biz, onların iradesini ve tercihini kullanıyoruz,
onların türküsünden başkasını bilmeyiz, gidip
başkalarının peşinde koşanlardan değiliz; siz
koşuyorsanız koşun, gidiyorsanız gidin ama milletimizi o
kılavuzların istediği gibi kaosa sokamayacaksın.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın Bu
kriz Türkiye'nin krizi değildir, Hükûmeti sorumlu göstermek
yanlıştır. lafı da hiç inandırıcı
değil. Hükûmet, nur topu gibi doğurduğu krizi bile
Dünyanın krizidir. diyerek sorumluluğu dışarıya
ihraç ediyor, reddi evlat yapıyor. Krizin onların olduğunu
ispatlamamız için DNA testi yaptırmamızı da isteyecek
neredeyse bizden!
Türkiye, son üç yıldan bu yana kriz içindedir. Kriz,
Türkiye'nin krizidir. 2006dan bu yana büyüme temposu
zayıflamıştır. Büyüme inişe geçmiş, kapasite
kullanım oranı düşüyordu, dış borç yükü
artıyordu; bugün ortaya çıkan sıkıntı Hükûmetin
yarattığı sıkıntıdır ama Türkiye, maalesef
2002-2007 arasında dünyada oluşan likidite bolluğundan
fırsatlar ölçüsünde yararlanamamıştır, eğer
yararlanmış olsaydı bugün krizin en fazla etkilediği ülkelerden
biri olmazdık. Türkiye, 2006 sonundan beri bir iktisat politikası
boşluğunda bırakılmıştır. Programı
yoktu, geçici önlemlerle durumu savsakladı, öngöremedi, öngördükleri de
gerçekleşmedi.
Bütçe görüşmelerinde Krizi iyi yönettik. diye böbürleniyorlar.
Şimdi AKPnin son üç yılında Türkiye binde 6 küçülmüş.
Bakın, böbürlendikleri Türkiyeye bakın! Son üç yılda binde 6
küçülmüş.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Eksi 9 nerede? Eksi 9u unuttun!
OKTAY VURAL (Devamla) Türkiye, 2009 yılının ilk
çeyreğinde yüzde 14,3 küçülmüş, ikinci çeyrekte yüzde 7
küçülmüş, şimdi kalkıp burada Krizi iyi yönettik. diyorlar.
Mirasyedi gibi kaynakları tükettiniz, har vurup harman savurdunuz, tedbir
almadınız, Türkiyeyi küçülttünüz.
1 milyon ocak söndürdünüz, esnaf kepenk kapattı, 100
fabrikadan 31i çalışmıyor, işçiler sokakta, gençlere umut
yok; memur, eczacı grevle sesini duyurmak istiyor; emekli aç, çiftçi
ekmekten vazgeçmiş; hane halkının dörtte 3ünün, en yoksul
ailelerin yüzde 90ının geliri düşmüş, yoksul ailelerin dörtte
3ü gıdadan kesmiş, yarısı da çocuklarının
gıdasını kesmek zorunda kalmış; hane
halkının yüzde 65i daha ucuz gıdalara yönelmiş; kentlerde
yaşayan ailelerin üçte 1i elektrik, su, gaz gibi faturalarını
ödeyememiş; siz, kalkmış Krizi iyi yönettik. diyorsunuz. Senin
dünyadan haberin yok, Türkiyeden hiç olmadı ki zaten! Kriz teğet
geçiyor. diye kendi kendine söyleniyorsun! Buna kargalar güler de, acaba bu
karga ağlanacak hâlimize mi gülüyor, bunu bilmiyorum! Bunu da
ağlamaktan sorumlu olanlara sormak gerekir!
Bir taraftan Dünyanın krizi. diyorlar, diğer taraftan
İyi yönettik. diyorlar. Senin olmayan şeyi nasıl yönettiniz
ya, doğrusu merak ediyorum! Krizin geleceğini bilmeyenler, Kriz
yok. diyenler, şimdi de Krizi iyi yönettik. diyebiliyor! Domuz gribini
bile yönetemeyen krizi nasıl yönetebilecek? Eğer iyi
yönettiğiniz krizin sonuçları bu ise, kötü yönetmenizin sonucu ne
olur, hayal bile edemiyorum. Allah, milletimizi sizin bu yönetim
anlayışınızdan korusun!
Sayın milletvekilleri, ekonomi politikasında çıkan
bu sıkıntıların temel sebebi yanlış tercihler
olmuştur. 1990lı yılların sorunları
başkaydı. Biz bir programla, milletimizin de ödediği bedelle
makroekonomik istikrarı sağladık. Yeni bir ekonomi
ihtiyacınız vardı, yapamadınız. İlk yıllarda
büyümeyi devam ettirdiniz ama büyümeyi dışarıdan hormonla
artırdınız, kaynaklarımızı
yabancılaştırdınız. Üretim yerine ithalatı cazip
hâle getirdiniz, vatandaşımızı işsiz
bıraktınız. Dışarıdan kaynak geldiği de
doğru, ancak düşük kur yüksek faizle gelen kaynak hamuduyla götürdü,
kaynaklarımızı aşındırdı. Enflasyonla
mücadele ettiniz ama gelir politikanız olmadığı için yükünü
emeğe, çalışana, çiftçiye yüklediniz, talebi kısmak için acımasızca
refahını azalttınız.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan 2002 yılında
milletimizin ödemiş olduğu yüzde 63 oranındaki faizden bahsetti,
sonra da 2009da yüzde 9a düştüğünü ifade etti. Aslında burada
bir düzeltme yapmak lazım çünkü yüzde 63 faiz yıllık ortalama,
yüzde 9 faizse aralık ayının faizi, oysa biz teslim ettiğimiz
zaman yüzde 52,9 faiz vardı; AKPnin son yıl ortalaması ise
11,6. Hadi bu hesapları yapıyorsun, şimdi hesabı
yapalım. Peki, faizin enflasyona oranı bizim zamanımızda
neydi? Yüzde 111. Şimdi ne? Yüzde 110. Ticari kredinin enflasyona
oranı 2002de yüzde 68,5. Şimdi ne? Yüzde 83. Nakit kredi: 2002de
yüzde 75. Şimdi ne? Yüzde 154.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Allahtan sen bir
şirketin genel müdürü falan değilsin.
OKTAY VURAL (Devamla) Tarımsal kredi 2002de 98; 2009da
172, indirim yapılmış olduğunu varsaysak bile yüzde 104. Ya
esnafa verdiğiniz kredi, 2002de enflasyona oranı yüzde 58, bugün
yüzde 45,4. Nereye gelmişiz, nereden nereye gelmişiz değil mi.
Şimdi hepinize soruyorum: Emeklimizin, çiftçimizin, esnafımızın
geliri bu aldıkları faizlerin oranını
karşılayabilir mi? Kesinlikle hayır. 2009 yılında
işçi emeklisine verilen 3,8; BAĞ-KURluya verilen 1,8 zamla hangi
kredinin faizi ödenebilir? Memura 2009 yılında verilen ortalama zam
yüzde 6,3le nasıl ödeyecek bu faizi? Bu borçlandırma politikası
emekten sermayeye nakit transferidir, yoksullaştıran bir kredi
politikasıdır. Bunun sonucunda da çok övündüğünüz
bankacılık kesiminin kârı yüzde 45 artmıştır.
Kimden alıp kimlere verdiniz, Allah için bir sorun kendinize. Kim
yoksullaştı, kim zenginleşti, kim soyuldu?
Düşük faizlerden bahseden Sayın Başbakan,
düşük kur, yüksek faizden dolayı dolar bazında yüzde 35 getiri
elde edildiğini görmezlikten gelmektedir. Başbakan, geçmiş
dönemdeki büyümeden bahsediyor. 1999-2002 arası binde 5, bizim 29
Mayıs 1999dan sonra bütçesini yaptığımız üç
yıllık koalisyonun ortalaması 2,43.
Peki, son üç yılda AKPnin ortalama büyümesi ne, pardon
küçülmesi? Binde 2. Kim var iktidarda? AKP var.
2002de büyüme kaç? 6,2. 2009da büyüme, pardon küçülme? Yüzde 6.
Kim var iktidarda? AKP.
Sayın Başbakan bütçenin konuşmasında
Muhalefet borçlandı biz ödedik. demiş. Yani sanki kendi cebinden
ödemiş gibi. Ya, sizin döneminizde borcu ikiye katladınız,
şimdi kalkıp Borç ödedik. diyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Siz kaça
katladınız? Allah için söyleyin, siz kaça katladınız?
OKTAY VURAL (Devamla) Bu milletin 1 trilyon TL borcu var.
Kişi başına borç 13.888 liraya çıkmış. Elektrik
borcu 2002den bu yana 10 kat artmış, çeklerden dolayı
ödeyemeyenlerin borcu 2 kat artmış, kredi kartı borcu 6 kat
artmış. İşte, böyle bir Türkiyede Muhalefet
borçlandı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Vural, otuz dakikalık süreniz doldu.
Biraz önce de ifade ettiğim gibi, konuşmanızı
tamamlayabilmeniz için size bir üç dakika ilave süre veriyorum. Lütfen
konuşmanızı tamamlayınız efendim.
OKTAY VURAL (Devamla) Teşekkür ederim.
Sayın Başbakan milleti nasıl
borçlandırdığını unutmuş gözükmektedir ama millet
borcunu dahi ödeyemez duruma düşürülmüştür.
Sayın milletvekilleri, bugün ülkemizi yöneten Hükûmet
muhafazakâr demokrat olarak kendini adlandırmaktadır ancak bu
Hükûmetin ekonomik tercihlerinin hiçbiri muhafazakâr değerlerle uyumlu
değildir.
Şimdi size soruyorum: Kaynaklarımızı
yabancılaştıran, üretimimizi ithalata bağımlı hâle
getiren, ülkemizin üretim gücünü yabancılara mahkûm ettiren bir ekonomi
politikası nasıl muhafazakâr bir anlayışı
yansıtabilir. Üretmeden tüketmek, faiz, borsa, dövizle
kaynaklarımızı aşındırmak nasıl muhafazakâr
bir insanı memnun edebilir? Komşusu açken tok gezip de milletimizi
işsiz bırakmak nasıl bu anlayışla
bağdaşabilir?
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakan, 2002de
Kastamonuda Ülkemizde, un var, şeker var, yağ var. diyor ve
kendisinin de helvayı yapacak kişi olduğunu belirtiyor.
Helvayı kimin yaptığını, yediğini ben bilmiyorum
ama vatandaşımızın sözde helvacızede olduğunu
kesin dille ifade edebilirim. Un dersen, artık buğday para etmiyor,
çiftçi, üretici ürününü tarlada bırakıyor, ürünü beş
paralık ettin, ürün ekmiyor, ürün doyurmuyor. Buğdayı ithal hâle
getirdik. Şeker: Zaten glikoz üreticilerine şeker
fabrikalarını özelleştirdin. Yağı da ithalata
bağladın. Ne unumuz kaldı ne şekerimiz kaldı ne
yağımız kaldı. Helva yapacağım. dedin, milleti
otuz altıyla ayırdın, uyuyan fitneyi uyandırdın, milleti
huzursuz bıraktın. Bu tabloyu gördükten sonra Hacivat herhâlde
Yıktın haneyi eyledin viran, varıp millete haber vereyim
heman. diyerek bu sahneye son verirdi ve helvacı başı da
işsiz kalırdı.
Sayın Başbakan, değirmeni sel almış
götürmüş, siz hâlâ değirmenin zilini çalıyorsunuz. Bu
çaldığınız zille olmayan değirmenin
varlığını göstermeye çalışıyorsunuz ama
nafile, milletimiz biliyor, değirmen dönmüyor, değirmen yok.
Sayın milletvekilleri, bu bütçe, maalesef, hayırlı
bir bütçe değildir. Bu bütçeye Hayır. demek hayırlı
olacaktır. Oyun değişmiş, kural değişmiştir.
Yeni çözüm bulmaya, yeni iktisat politikalarına ihtiyaç vardır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
milletin vekillerine Sizin hiç çocuğunuz şehit oldu mu? diye soran Sayın
Başbakana Evet, o şehitler hepimizin kardeşi, oğlu ve
babasıdır. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Şehitler
hepimize emanettir. Bunu bilmeyen bilsin
Bu ekonomik tablonun içinde, acaba
sizin hiç çocuğunuz işsiz kaldı mı,
yakınınız kepenk kapattı mı, borcunu
ödeyemediğinden dolayı, acaba intihar etti mi? Darda olan
insanlarımızın, Başbakan gibi, telefon açıp
Kızıma 20-25 gönder. diyebileceği kimsesi de yok.
Sayın milletvekilleri Kriz yok, teğet geçti. diyerek
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Vural, ilave süreniz de doldu. Şimdi
sadece Genel Kurulu selamlayabilmeniz ve son cümlelerinizi söyleyebilmeniz için
bir kez daha, son kez mikrofonunuzu açıyorum.
OKTAY VURAL (Devamla) Bir buçuk milyon tüten ocak sönmüşse
eğer, esnaf siftahsız kalmışsa eğer; memur,
eczacı sokağa atılmışsa eğer, emekli pazarda
geçimini arıyorsa eğer, ey halkım, son sözüm artık sana:
Bunları taşımak yük ise sana, bunca sıkıntıdan,
yalan, talandan makam utanmıyorsa eğer bunları göndermek de artık
sana düşer.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına ikinci söz Mersin Milletvekili Sayın Mehmet
Şandıra aittir.
Sayın Şandır, buyurunuz. (MHP
sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz otuz dakika efendim.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde söz almış
bulunmaktayım. Öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, hükûmet
icraatının üç yıllık muhasebesinin
yapılacağı anayasal bir zorunluluktur. Bütçe görüşmeleri,
hükûmetlerin bir önceki yıla göre performansının ölçüldüğü
bir genel görüşmedir ve bütçeler bir siyaset belgesidir. Böyle olması
gerekirken AKP hükûmetleri bütçe tasarılarında bugünü geçen yıla
göre değil, sekiz yıl öncesiyle mukayese ederek kendilerini
anlatmaya, aslında aldatmaya çalışmaktadırlar. AKP
İktidarında Türkiyenin her yılı bir önceki yıldan
daha kötü. 2004 yılından bu yana aslında lastiği
patlamış kamyon gibi bir belirsizliğe doğru sürükleniyoruz.
Her sene küçülüyoruz. Gelecekle değil, geçmişle boğuşan bir
ruh hâli, umudun değil korkuların esiri olur, toplumu da korkutarak
esir almaya çalışır. AKPnin yapmak istediği budur.
Değerli milletvekilleri, aslında bu bütçe
tasarısı, üzerinde görüşme yapmaya değer bir bütçe
tasarısı da değildir.
SONER AKSOY (Kütahya) Allah, Allah!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Yüzde 4 büyüme öngörülürken yüzde
eksi 6yla kapatılan bir bütçeyi ciddiye almak mümkün mü? 10 milyar TL
açık öngörülürken 70 milyar TL ile kapanan bir bütçeyi ciddiye almak
mümkün mü? Aslında ciddiye alınacak bir Hükûmet de yoktur. Burnunun
ucunu göremeyen bir sürücüye emanet edilmiş Türkiye, her konuda ve her
yıl yanılan bir Hükûmet. Bunun ciddiyetine, bunun söylediklerine
nasıl inanacağız?
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak,
açık yüreklilikle ifade ediyorum, ülkemize, insanımıza bir gram
hizmeti olan herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Her iktidar
bir şeyler yapmaya çalışıyor, az veya çok ancak bizlerin
yapılanları yeterli bulmasını beklemeyiniz. Biz milletimizi
hizmetin en büyüğüne, en iyisine layık görüyoruz. Yaptık. diye
övündükleriniz görevleriniz, tabii ki yapacaksınız, millete borcunuz
ama yapamadıklarınızı burada konuşmaktan
kaçınıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, sekizinci yıla ulaşan,
sekizinci bütçesini görüştüğümüz AKP iktidarında, toplamda
sorulması gereken soru şudur: Sekiz yıl önce var olan hangi
sorun AKP iktidarı döneminde çözüldü ve unutuldu? Dün var olup da bugün
olmayan bir sorunumuz var mı? Sorunlar arttı mı, azaldı
mı? AKPnin iktidar döneminde ne oldu, ne değişti? Aş
mı arttı, iş mi arttı? Asayiş, güvenlik daha mı
iyi, daha mı kötü? Etnik bölücü terör azaldı mı, arttı
mı? Sosyal devlet gerçekleşti mi? Emeklilere kaç kuruş maaş
zammı verdiniz? Emekli vatandaşlara verdiğiniz maaş
zammıyla, günde, emekli, bir simit alabiliyor mu?
İktidarınız maalesef zulüm iktidarına
dönüştü değerli milletvekilleri. Bugün Türkiyede yaşananlar,
ihtilal teşebbüsleri, suikast timleri, intiharlar, cinnet geçirmeler,
iflaslar, kapanan fabrikalar, hukuk ihlalleri, yolsuzluklar. Yaşanan
yoksulluk Türkiyeye, Türk milletine yakışıyor mu?
Yaşananlar karşısında Türkiyenin bir hukuk devleti
olduğunu söyleyebilmek mümkün mü? Yaşananları içinize
sindirebiliyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, sizleri birlikte düşünmeye
davet ediyorum. Siyaset adamının, devlet adamının görevi ve
sorumluluğu geleceği öngörmektir. Geleceği doğru öngörmek
ve muhtemel gelişmelere karşı zamanında ve yeterince tedbir
alabilmektir. Bunun için siyasetçi dünü bilmek mecburiyetindedir. Bugünün
tarihteki iz düşümü doğru belirlenmeli, tarihte yaşananların
sebepleri ve sonuçları yaşandığı için, bütün yönleriyle
tespit edildiği için, dün, bugünü yönetenler açısından bir yol
göstericidir. Bugünkü sorunların örneğini tarihte aramak
mecburiyetindeyiz. Sizi, bunu birlikte düşünmeye davet ediyorum. Yedinci
yılını doldurduğumuz AKP İktidarında bugün,
birçok sorunla boğuşurken milletimizin geleceği bir
belirsizliğin karanlığında uçuruma doğru sürüklenirken
bunun tarihteki örneğini aramak mecburiyetindeyiz. Bunu tarihte
yaşadık ve koca bir imparatorluğu kaybettik. Değerli
milletvekilleri, korkarım ki tedbir alınmazsa, bu gidişe dur
denilmezse tarih yeniden tekerrür eder.
Değerli milletvekilleri, kanaatimi ifade ediyorum: Türkiye
çok kötü yönetiliyor, çok tehlikeli bir sürece doğru sürükleniyoruz. AKP
İktidarı ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından
çok önemli ve birbirinin tamamlayıcısı iki temel stratejik
yanlışlık yapmaktadır:
Birincisi, uygulanan politikalarla Türkiye ve Türk insanı
üretimden uzaklaştırıldı. Artık, halkımız
üreten değil ele bakan bir duruma getirildi. Üretmeyen Türkiyede maalesef
devlet, özel sektör ve vatandaşlarımız
taşıyamayacakları, ödeyemeyecekleri bir borç yükü altına da
sokuldu. Var olan üretim gücümüz de yabancılaştırıldı.
Özelleştirmelerin yabancılaştırılmaya
dönüştüğünün farkında bile değiliz. Türkiye, hem üretim
gücünü hem de üretim bilgisini kaybetmektedir. Türkiye, üreten değil,
yabancıların malını yabancılardan alınan
borçlarla tüketen bir ülke durumuna geldi. Sanayide kapasite
kullanımı yüzde 70lere düştü. İhracat içerisindeki ara
malı ithalatı yüzde 70lere ulaştı. Bu, büyüme değil;
bu, resmen içi boşalmadır. Üretmeyen ve borç içindeki Türkiye
şimdi de yeniden bir küresel finans krizi tehdidiyle bazı siyasi
ödünlere zorlanıyor. Gelecek nesillerin Türkiyesini maalesef hoyratça
tüketiyoruz. Bunu çok tehlikeli bir gelişme olarak görmekteyim.
Değerli milletvekilleri, üretmeyen ve borç batağına
sürüklenen Türkiye örneğini tarihte yaşadık,
sonuçlarını gördük. 1800lü yılların ilk çeyreğinde
Avrupalı olmak hevesine kapılan devlet yöneticileri önce yabancı
ülkelerin istediği imtiyazları tanıdılar, sonra
yabancı sermayeyi ve yabancı ürünlerin yurda girişini özel
hukukla koruyan 1838 Balta Limanı Anlaşmasını
imzaladılar. On yılda sanayimiz çöktü. On yıl sonra 1853te ilk
borçlanmamızı yaptık. Avrupalılar Siz üretmeyin, tüketin,
biz size para veririz. diye, hatta savaşlara da soktular ve ülke 1853ten
yirmi beş yıl sonra Düyun-u Umumiyeye teslim edilmek mecburiyetinde
kaldı, iflas etti. Ödenemeyen borçlar
karşılığında her defasında siyasi ödünler
alındı, devlet hukuku değiştirilmeye
çalışıldı; ülkeden parçalar koparılmasına devlet
engel olamadı ve sonuçta devletimiz yıkıldı.
Bugün gelişmeler
ülkemizi böyle bir sonuca doğru sürüklemektedir. Bugün kendi emeğiyle
üretmeyen, artık değer üretemeyen dolayısıyla vergi
toplayamayan, bütçe açıkları ve borçlanma ihtiyacı hızla
artan bir Türkiye, aynen 1856 yılında Kırım
Savaşı sonrasında toplanan Paris Kongresinde Avrupalı olmak
karşılığında yayınlanan Islahat Fermanıyla
devlet hukukunu değiştirmek zilletini maalesef ülkemiz yeniden
yaşamanın ayıbını yaşamaktadır. O gün,
Osmanlı Devleti, Islahat Fermanı ve Paris Anlaşmasıyla
kuruluşunda ilan ettiği hukukunu değiştirmiş,
azınlıklarına eşit vatandaş statüsü
tanımıştı. Bugün de Lozan dışı
azınlıkları tanımaya zorlanmaktayız, bugün de devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün parçalanmasına
zorlanmaktayız; bunun için hukuk ve siyaset geliştirmeyi
başarı olarak sunan bir Hükûmet tarafından yönetilmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, AKP İktidarının
diğer stratejik yanlışı bence şudur: Toplumdaki
farklılıklar ısrarla öne çıkartılarak
kimlikleştirildi. Siyasi kimliklerinizle farklılıklara siyasi
anlam yüklediniz. Türkiyede bir kimlik sorunu oluşturdunuz. Türk
milletini alt kimlik-üst kimlik ve Türkiyecilik adı altında
ayrıştıran bir sürece soktunuz. Devlet milletsiz olmaz
değerli milletvekilleri. Millet bir siyasi kimliktir, etnik kimliklerin
toplamı millet değildir. Bin yıldır birlikte
yaşamış, millet olmuş halkımızı maalesef cam
kırığı yığını hâline getirdiniz.
Sayın Başbakanın 11 Ağustos 2005 tarihinde
Diyarbakır meydanında söylediği Kürt kimliğini
tanıyorum. Kürt sorununu demokrasi içerisinde siyaset üreterek
çözeceğim. vaadi, maalesef bugün Türkiyenin handikabı
olmuştur. Dün Türkiyenin sorunu, etnik bölücü terör örgütüyle mücadele
etmekti. Bugün, sayenizde, Türkiyenin ve Türk milletinin önünde koca bir Kürt
sorunu durmaktadır.
Değerli milletvekilleri, siyaset ve devlet adamları
konuştuklarının geleceği bağlayacağını
bilmek mecburiyetindedirler. Sayın Cumhurbaşkanının bir
yurt dışı geziden dönerken söylediği Güzel şeyler
olacak sözü, Sayın Başbakanın bir yurt dışı
geziye çıkarken başlattığı Kürt
açılımına dönüştü. Açılım, iddia edildiği
gibi demokrasiyi geliştirmek, millî birlik ve kardeşliği
sağlamak yerine, sokaklarda yaşanan görüntüler dikkate
alınırsa, kardeşliğe değil, etnik ayrışmaya
ve çatışmaya sebep olan bir yıkım projesine
dönüşmüştür. Silahlar susacak, kan duracak, anaların
gözyaşı dinecek diye iddia edilirken, sonuçta bugün kan da
durmadı, terör örgütü de silahı bırakmadı. Değerli
milletvekilleri, daha da kötüsü, İmralı canisi maalesef demokratik
hayatımızda belirleyici bir konuma geldi.
Değerli milletvekilleri, demokrasi, millî birlik ve
kardeşlik en değerli ortak paydalarımızdır. Bu
değerler, ülkenin ve toplumun tümü özne olarak alınırsa bir
anlam taşır. Bu değerleri geliştirecek projeleri veya bu
değerlerin sorunlarını çözmek için geliştirilecek
projeleri, ülkede bulunan veya toplumdaki bir farklılığı,
mesela bir etnik veya inanç farklılığını özne yaparak
tartışırsanız, süreç ve sonuç mutlaka ayrışmaya,
cepheleşmeye ve ileri zamanda çatışmaya dönüşür.
Türkiyenin çok sorunu bulunmaktadır, her anlamda çok sorunu
bulunmaktadır. Siz, siyasi kimliğinizle, Başbakan olarak, bakan
olarak siyasi kimliğinizle bu sorunları bir etnik kimliği veya
bir farklılığı özne yaparak
tartışırsanız bulacağınız tüm çözümler
kardeşliği değil, ayrışmayı getirir. Bu,
sosyolojik bir ilmî gerçekliktir. Tarihin tüm dönemlerinde ve dünyanın her
bölgesinde sorunları bir farklılık temelinde tartışmak,
ayrışmayı bir çözüm olarak dayatmıştır.
Sayın Başbakan 22 Temmuz 2009 tarihinde Kürt
açılımını başlattıklarını ilan ederken,
her ne kadar sonradan demokratik açılım, Millî Birlik ve
Kardeşlik Projesi veya süreci demiş olsa da, bu
açılımı başlatırken, bunu ilan ederken sözünün
arkasına şunu da eklemiştir, demiştir ki: Bu
açılım, 11 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır
meydanında söylediğim Kürt kimliğini tanıyorum. Bu kimlikten
kaynaklanan Kürt sorununu siyaset üreterek, demokrasi içerisinde
çözeceğim. vaadimin devamıdır. demiştir. Yani bu,
Türkiye'nin demokrasisini, demokrasi standartlarını yükseltmek
değil, Diyarbakır meydanında tanıdığı Kürt
kimliğinin sorunlarını çözmek için ortaya konulmuş bir
açılımdır. Bunu gizlemeye hakkınız yok. Yani,
Sayın Başbakana göre, Türkiyede Türk milletinden başka, Türk
halkından başka bir Kürt milleti veya bir Kürt halkı
vardır, bunların Kürt olmaktan dolayı ülkenin diğer
bölgelerinde yaşayan insanlardan farklı sorunları
bulunmaktadır ve yıllarca bu sorunlar çözülememektedir.
Başbakan, bu sorunu demokrasi içerisinde, siyaset üreterek çözmeye söz
vermekte, bugün de bunun için Kürt açılımı sürecini
başlatmaktadır. Böylece Kürt sorununu çözecektir. Sayın
Başbakanın iddiası budur.
Değerli milletvekilleri, dikkatinize sunmak istiyorum: Kürt
sorununu çözmek için, Sayın Başbakandan önce, 1984 yılında
PKK ağır silahlarla Türkiyeye saldırarak yola
çıkmıştı. Bunu hatırlıyoruz değil mi? Neydi
PKKnın amacı? PKKya göre Kürt sorunu neydi? Doğu Anadolu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgemizde bir Kürt devleti kurmak değil miydi?
Bunu gerçekleştirmek için PKK yirmi beş yıldan bu yana 40 bin
insanımızı katletti. Kan akıtarak, silahı kullanarak
silahlı propaganda diyerek bunu Türkiyeye dayatmadı mı?
Şimdi, sizin iktidarınız döneminde, Sayın
Başbakanın başlattığı Kürt
açılımıyla PKK bu silahlı propagandasını siyasi
propagandaya dönüştürdü. PKK bu amacına kavuşmak için
silahlı propagandasını siyasi propagandaya dönüştürürken
kendi sorumluluğunuzu sizin vicdanlarınıza
bırakıyorum.
Kafamızı kuma sokmayalım, PKKnın tüm
belgelerinde, tüm söylemlerinde Türkiyenin de içinde bulunduğu bu
bölgede, adına Kürdistan dedikleri bu bölgede bir Kürt devleti kurmak,
hatta Marksist-Leninist bir Kürt devleti kurmak için yola
çıktıklarını ifade ediyorlar. 1978 yılında
Diyarbakırın Fis köyünde alınan karar budur.
Değerli milletvekilleri, Kürt devleti kurmak siyasi bir
meseledir ve küresel bir projedir, geçen yüzyıldan kalan ve Sevr ile
dayatılmasına rağmen gerçekleştirilemeyen bir siyasi
projedir. Arkasında İngilterenin, Amerika Birleşik
Devletlerinin, Fransanın olduğu küresel ve geçen yüzyıldan
kalan bu proje aslında Şark meselesinin, hatta Türkleri geldikleri
Orta Asya karanlıklarına geri göndermek amacıyla düzenlenen ve
sürekli tekrarlanan haçlı seferlerinin günümüze
yansımasıdır. Bu proje asla ve asla Kürtlerin talebi ve
ihtiyacı değildir, hiç de olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, Kürt sorunu yani bölgede bir Kürt
devleti kurma hayali neden gerçekleşememiştir? Dikkatinize sunmak
istiyorum, arkasında bu kadar büyük küresel güçler olmasına ve bu
kadar eski olmasına rağmen bu proje niye
gerçekleşememiştir? Çünkü devlet kurmak için millet olunması
gerekir, millet olmadan devlet kurulmaz.
Yazılı tarihin tüm dönemlerinde, milattan önce, milattan
sonra, zamanın tüm devirlerinde Kürt adıyla bir millet
olmamıştır, Kürt diye bir devlet de olmamıştır
çünkü millet, yaşanmış bir geçmişin ve yaşanacak bir
geleceğin bir araya getirdiği insan topluluğudur. Hâlbuki bugün
Kürt olarak anılan toplulukları Türk kültürü, Türk tarihi, Türk
coğrafyası ve Türk medeniyeti dairesi dışında aramak
anlamsızdır, imkânsızdır. Bu bir ilmî gerçekliktir ve bu
konuda düşünen, yazan tüm ilim adamlarının ulaştığı
ortak nokta budur.
Biliyorsunuz, Britannica Ansiklopedisinin 9, 10, 11 nolu
edisyonlarında 1875 ile 1911 tarihleri arasındaki bu ciltlerde
Kürtlerin Turan soyundan oldukları yazılmıştır. Ancak
daha sonra, 1911den sonra Türkiyenin, Osmanlının
güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmak iddiasını ortaya koyan
küresel güçler, artık Kürtleri Turan ırkından değil,
İrani olarak değerlendirmişler ve onları ayrılmaya
teşvik etmişlerdir. Buna rağmen, yine de yakın tarihin
yazıldığı her dönemde Kürt olarak anılan insanlar,
kendilerini Türk milletinin dışında görmemişler, ayrı
bir millet olarak anılmalarına karşı
çıkmışlardır. Kürt kökenli insanlarımız Türk
milletinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Değerli milletvekilleri, sizler de biliyorsunuz, Birinci
Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Sevr Anlaşması ki
433 maddeden oluşmaktadır, bu Anlaşmanın 62, 63 ve 64üncü
maddelerinde Fıratın doğusunda bir Özerk Kürdistan
kurulması öngörülmüştü. Ancak Anlaşmayı imzalattıktan
sonra bu insanlara bir yıl süre tanınmış, eğer
Türkiyeden ayrılmak istiyorlarsa, bu ayrılma kararlarını
Birleşmiş Milletler de kabul ederse, Türkiyenin artık bu
bölgede bir hak iddia etmemesine Sevr Anlaşması amir hükümdü. Kürt
diye anılan, tahrik ve teşvik edilen, ayrılmaya teşvik
edilen bu insanlar, kendi aralarında karar vermişler ve bu
müracaatı yapmamışlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti bizim
devletimizdir; biz, Türk milletiyle beraber olacağız. diye
ayrılmamışlardır. Sevr Anlaşmasının,
Birinci Dünya Savaşının sonucu budur. Sonunda Sevri imzalayan
küresel güçler, bu maddeleri anlaşma metninden çıkarmak ve bir millet
yaratmak, buna dayalı bir devlet kurmak projesinden vazgeçmek zorunda
kalmışlardır.
Değerli milletvekilleri, küresel güçlerin dünyayı kendi
çıkarları doğrultusunda projelendirme politika ve hayalleri
20nci yüzyılın ilk çeyreğinde tutmadı. Bunun, milletimizin
verdiği o yiğit millî mücadeleyle önünü kestik ama şimdi yeni
bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz, aynı proje tekrar önümüze
konulmaktadır ama ne yazık ki baltanın sapı bizden misali,
bunun sahibi, bugün, milletimiz adına bu ülkeyi yönetmekle sorumlu olan
siyasi iktidar öne çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, farklılıkları öne
çıkararak kimlikleştirmek, bu kimliklere önce kültürel haklar, sonra
siyasi haklar talep etmek kıyametin bir öncesi evredir.
Farklılaştırılan kimlikleri birbirleriyle
çatıştırarak kardeş kavgasına tutuşturmak, sonra
da demokrasi ve özgürlük getirmek bahanesiyle müdahale etmek; işte,
Irakta yapılan budur. 1,5 milyon insanı bu senaryoyla
katletmişlerdir, petrol yataklarına böyle el koymuşlardır.
Kısacası, Kürt sorunu, bölgemizde bir millet yaratmak, bir milliyet
oluşturmak ve buna dayalı bir devlet kurmak projesidir. Bunu, siyaset
üreterek demokrasi içerisinde çözmek ya tarihi bilmemektir ya gaflettir ya da
gaflet ötesi bir davranıştır.
Buradan Hükûmete soruyorum, Sayın Başbakana soruyorum:
Sizce, Kürt sorunu nedir? Kendini Kürt olarak tanımlayan veya sizin
kimliğini kabul ettiğinizi ilan ettiğiniz Kürtlerin, benden,
sizden ya da sizin sürekli tekrarlamakta ısrar ettiğiniz diğer
alt kimliklerden, hatta her bir bireyden farklı ne sorunu vardır?
Türkiye'de otuz altı alt kimlik olduğunu iddia ediyorsunuz. Kürt
sorununu çözünce diğer etnik gruplara karşı bir
ayrımcılık yapmış olmuyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, Türkiyenin sorunları
vardır ve Türkiyenin çok sorunu vardır. Adaletli, şefkatli bir
devlet yönetimi ve daha huzurlu, daha refah içinde bir yaşam, bu aynı
şekilde ve aynı şiddetle, Türkiye'de yaşayan herkesin
talebidir ve herkesin sorunudur. Sorun, Türkiyenindir, Türk milletinindir. Sorunları
etnik temelinde tanımlamak ve etnik kimliği özne yaparak çözüm aramak
toplumda bir ayrışmaya sebep olacaktır. Bu
ayrışmanın cepheleşmeye ve ileri zaman içinde
çatışmaya dönüşmesini önleyemeyeceksinizdir.
Kardeşliği geliştireceğiz derken bir kardeş
kavgasına sebep olacağınızdan korkmaktayız.
Bize göre, PKK terör örgütü eylemleri, Kürt kimliği, Kürt
sorunu ve Kürt açılımı bütünüyle bölgede bir millet yaratmak,
bir milliyet oluşturmak ve bir devlet kurmak projesidir. Bu projenin
sahibi küresel güçlerdir. Buna taşeronluk yapmak maalesef Sayın
Hükûmetin politika olarak önüne koyduğu bir açılımdır, bir
politikadır.
Değerli milletvekilleri, yeni bir yüzyılın ilk
çeyreğinde çok daha değerli hâle gelen bu coğrafyayı
kontrol etmek isteyen küresel güçlerin küresel plan ve projelerini, bilerek veya
bilmeyerek yandaşlık, taşeronluk yapan politikaları ve
politikacıları geçen yüzyılın başında milletimiz
bir millî mücadeleyle önlemiş ve millî devletini belirlediği bir
devlet hukukuyla kurmuştur. Bu devlet hukukunun ortadan
kaldırılmasına millet yine müsaade etmeyecektir. Kurulan
devletin adı Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Üniter, millî,
bağımsız ve cumhuriyetle yönetilen bir devlettir. Bunu
değiştirme hukukunuz, hakkınız yok. 550 milletvekiliniz de
olsa bunu değiştiremezsiniz. Bu devletin milletinin adı Türk
milletidir. Bu topraklarda, bu devletin topraklarında yaşayan
halkın adı olarak bu milletin adı Türk milletidir. Türk
milletini bir etnik kimlik olarak anmak çok yanlış olmuştur.
Azınlıkları ise Lozan Barış Anlaşmasında
tanımlanmış gayrimüslimlerdir. Bu hukuku değiştirmek
hak değildir. Değiştirilmesi hukuken meşru olmaz. Kamu
vicdanı bu yola girenleri affetmez. Tarihte örneği var değerli
milletvekilleri. 1856 Islahat Fermanını imzalayan Ali Paşa -ki
çok başarılı bir sadrazamdır- gayrimüslimlere eşit
vatandaşlık statüsü verdiği için millet affetmemiştir,
cenaze namazında helallik vermemiştir. Böyle bir duruma
düşmenizi asla istemeyiz.
Ayrıca, bu sonuç, Kürt açılımıyla milleti
etnik temelde parçalıyorsunuz. Bunun anlamı budur. Bunu açık
yüreklilikle tartışın. Türkiyeyi iki milletli bir devlet hâline
getiriyorsunuz. Toprakları federal bölgelere ayırabilirsiniz, bu,
devleti bölmez ama milleti böldüğünüz takdirde devletin bütünlüğünü
koruyamazsınız. Şimdi Kürt kimliğini tanıyorum, bu
kimliğin sorunlarını çözeceğim. diye yola
çıktığınızda, bu ülkeyi iki milletli hâle
getiriyorsunuz. Bu, devleti parçalamaktır. Bu, Anayasamıza göre de
suçtur.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki: Demokratik sisteme
karşı hiçbir kimse alt kimlik, etnisite veya mezhep esasında bir
dayatmada bulunamaz. İnsanların bu özellikleri onların tarihî,
kültürel sıfatları olarak kendileri için anlamlıdır ancak
demokratik devlet yapısı bu özelliklere dayalı olarak
biçimlendirilemez. Demokratik devlet, insanlara, bireylere etnik kimlik ve
dinsel inançlarına göre değil, eşit bireyler ve yurttaşlar
olarak bakmak durumundadır. Bize göre, farklılıkların
farkında olarak birlikte yaşamayı cazibe merkezi hâline
getirmeliyiz ve bunu ortadan kaldırmaya çalışan etnik bölücü
terör örgütünün kökünü hemen kazımalıyız.
Değerli milletvekilleri, bunun dışında,
İktidarınız kimliğimizle birlikte geçmişimizi de
tartışılır hâle getirdi. Son Amerika gezisinde, Barack
Obama Sayın Başbakanın gözünün içine bakarak Etnik ve dinî
azınlıkların demokrasi sistemi içerisinde Türkiyeye entegre
edilmesini tebrik ediyoruz. dedi, Sayın Başbakan, hiçbir şey
ifade etmedi. Bu, egemenliğimize ve devlet hukukumuza açık bir
saldırıdır. Türkiye'nin etnik ve dinî azınlığı
yoktur. Türkiye'nin Lozanda tanımlanmış gayrimüslim
azınlıkları vardır. Siz, buna hayır demeyerek
Lozanı tartışmaya açtığınızın
farkında mısınız? Patriğin ekümenik kimliğinin
devamını, bu konuda destek talebinizi samimiyetle
destekleyeceğiz, destek vereceğiz. demiştir. Siz, Rum
Patriğin ekümenik kimliğini tanımış mı oldunuz?
Bunu Lozan Anlaşmasının neresine koyuyorsunuz?
Değerli milletvekilleri, son günlerde yaşananları
bir daha hatırlatmak istiyorum. Kafamızı kumdan
çıkartmamız için belki bu şok görüntülere ihtiyaç vardır:
Başbakanın başlattığı Kürt açılımı
davetine PKKlı militanlar resmî kıyafetleriyle ve ellerinde AKP
Hükûmetine yazılmış dört adet mektupla 19 Ekim 2009 tarihinde
Türkiyeye döndüler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Şandır, otuz dakikalık
süreniz doldu.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Bitirmeye
çalışacağım.
BAŞKAN Size de üç dakika ek süre veriyorum, lütfen
konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Tamam efendim.
Maalesef, AKP Hükûmeti, tüm güvenlik güçlerini yollardan çekti,
polisler karakollara, askerler kışlalara dolduruldu. Bu PKK
teröristleri kahramanlık edasıyla Türk milletine, devletine meydan
okuyarak kapıdan girişlerinde Türkiyeyi temsilen devletin
görevlileri, hâkimleri, savcıları ayaklarına kadar gitti ve
gazetelerin yazdığına göre, Türk yargısı için yüz
kızartıcı bir yargılamayla beraat ettirildiler,
salıverildiler. Biz pişman değiliz. demelerine rağmen,
Önderimizin elçisiyiz, barışa katkı vermek niyetiyle geldik.
demelerine rağmen, maalesef Pişmanlık Yasasından
faydalandırıldılar. Eli kanlı teröristlerin kahramanlar
gibi karşılanmalarını ve Türk milletine meydan
okumalarını dehşetle ve nefretle izledik. Hâlbuki Sayın
Başbakan ne demişti? Habur ve Silopide yaşananları son
derece olumlu bir gelişme olarak değerlendirmişti. Bu olumlu
gelişmenin ne anlam taşıdığını, birkaç gün
sonra Reşadiyede PKK tarafından katledilen 7 tane şehidimizle
anladık.
Sayın Başbakan, Türkiyeyi parçalamak için yola
çıkmış ve binlerce insanımızı katleden bu eli
kanlı canilerin isteklerini gerçekleştirmek için hukuk ve siyaset
üreterek mi kardeşliğimizi geliştireceksiniz? Böyle mi
kardeşliğimizi geliştireceksiniz?
Sayın Hükûmete de sözüm var. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak sizi tekrar uyarıyoruz: Bu yol çıkmaz bir sokaktır. Bu
çıkmaz sokağın sonunda PKKnın ve Aponun istekleri
vardır. Az vererek tatmini mümkün değildir. Bu istekler, Türkiye'nin
güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmaktır. Buna hizmet
ettiğinizin, buna hukuk ve siyaset zemini oluşturduğunuzun
lütfen farkına varınız. Biz uyarıyoruz: Küresel güçlerin
küresel projelerine taşeronluk yapmak gibi bir mecburiyetiniz yok. Siz, bu
milletin iradesinin emanetçisisiniz. Bin yıldır bir olmuş,
birlikte yaşamış, et tırnak misali can olmuş kardeşleri
ham hayaller peşinde birbirine düşürmeyiniz. Kürt
açılımı, kardeşliği değil
düşmanlığı, cepheleşmeyi ve çatışmayı
geliştirmektedir. Bu açılımla buna sebep oldunuz.
Başlattığınız Kürt açılımı, devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün parçalanmasına zemin
hazırlamaktadır. Bu, anayasal bir suçtur. Sizleri, Sayın Hükûmet
sizi ve bu Hükûmete destek veren siz AKP Grubunu, hukuka, bu devleti kuran
atalarıma ve Türk milletine şikâyet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Şandır, üç dakikanız da
doldu, son cümleniz için tekrar açıyorum mikrofonu.
Buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerimin sonunda, bu bütçe
tasarısının, her şeye rağmen ülkemize ve milletimize
hayırlı olmasını diliyorum. Buna ihtiyacımız var.
Bütçenin hazırlanmasında emeği geçen tüm bakanlıkların
personellerine, çalışanlarına teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, yeni yılda
ülkemize esenlik, milletimize mutluluk diliyorum. Muharrem ayının kutsiyetinde
kardeşliğimizin gelişmesini, ayrışmanın önlenmesi
yönünde Sayın Hükûmetin insafa ve izana dönmesini Yüce Allahtan
diliyorum. Yüce heyetinizi -çok ihtiyacımız var- Ne mutlu Türküm
diyene! diye selamlıyorum.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, şimdi de söz
sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun
Milletvekili Sayın Nurettin Canikliye ait. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde AK
PARTİ adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ hükûmetlerinin sekizinci bütçesini görüşüyoruz.
Gerçekten bütçe görüşmeleri her zaman zorlu bir süreçtir. İşin
bürokratik aşamasında, daha sonra Mecliste yapılan
görüşmeler hem süre itibarıyla hem de içerik itibarıyla
yoğun çalışmayı gerektirir. Bu vesileyle bütün bu
aşamalarda emeği geçen herkese, ben, teşekkür etmek istiyorum.
Plan ve Bütçe Komisyonunda, Genel Kurulda ve öncesinde yapılan
çalışmalarda katkı sağlayan, emeği geçen tüm
arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, sekizinci bütçe önemli bir
imkân da sağlıyor. Çünkü geçmişte baktığınızda,
öyle çok uzun süreli, istikrarlı bir şekilde, hükûmetlerin dörtten
sonra veya beşten sonra bütçelerinin olmadığını
görüyorsunuz. Bu, değerlendirme açısından imkân
sağlıyor ve eğer istikrarlı bir yapı
oluşmuşsa -ki aslında kendisinin zaten başlı başına
bir istikrar göstergesi olarak değerlendirilmesi gerekir- bütün
bunların irdelenmesi, gerçekten ülke ekonomisine katkı
sağlayıp sağlamadığının
ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmesi için uygun imkân
sağlıyor.
Tabii, bütçe görüşmeleri iktidar için önemli, muhalefet için
önemli, milletimiz için önemli. İktidar bütçe görüşmeleri
vasıtasıyla hem geçmişin hesabını veriyor, onunla
ilgili yaptıklarının ne anlama geldiğini kamuoyuyla
paylaşmaya çalışıyor hem de gelecek projelerini, gelecek
vizyonunu, vitrinini burada ortaya koymaya çalışıyor.
Sadece iktidar için değil, aynı zamanda muhalefet için
de son derece önemlidir, önemli olması gerekir. Muhalefet için de, esas
itibarıyla, belki iktidardan daha fazla kullanılması,
değerlendirilmesi, dikkate alınması gereken bir ortamdır,
bir platformdur bütçe görüşmeleri. Muhalefet açısından da
görücüye çıkma imkânı sağlıyor, vatandaşa kendi
projelerini, gelecekte ne yapmak istediğini ve ülkeye nasıl
katkı sağlamak istediğini anlatmak ve onları ortaya koymak
açısından da gerçekten bulunmaz bir fırsat sağlıyor,
elbette kullanmak şartıyla.
Şimdi, geçmiş yedi bütçe değerlendirildiğinde,
AK PARTİnin yedi bütçesi dikkate alındığında ve
değerlendirildiğinde, ilk altı bütçe için söylenecek
değerlendirme, çok genel hatlarıyla, gerçekten, samimi,
istikrarlı, realist bütçeler olarak tanımlanabilir. Yani 2003ten
2008e kadar olan bütçeler için bunu söyleyebiliriz. Esasında 2009 bütçesi
için de benzer tanımlamaları yapmak mümkün, bir şartla -ki
muhalefete mensup arkadaşlarımız da sürekli olarak bunu dikkate
getiriyorlar, eleştiriyorlar- açık rakamının, bütçe
açık rakamının tahminlerin üzerine çıkması
dışında, diğer bütün göstergeleriyle samimi, gerçekçi
bütçelerdir. 2009 bütçesi için de, AK PARTİnin yedinci bütçesi için de bu
değerlendirmeleri yapmamız mümkün.
Bütçelerin samimiyeti son derece önemli. Belki şu
sorulabilir: Yani Bütçeler samimi olmayacak da ne olacak, bundan daha
doğal bir şey olabilir mi? diye haklı bir soru gelebilir
değerli arkadaşlar.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Gerçekçi olacak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Doğru. Hakikaten,
bütçelerin, hükûmetler tarafından nasıl taahhüt edilmişse,
nasıl başlangıç rakamları öngörülmüşse o şekilde
sonuçlanması gerekir, o şekilde realize olması gerekir.
Doğal olan budur, beklenen budur. Bir bütçede bundan daha olması
gereken doğal bir şey yok. Bu teorik olarak da doğru, bütün
dünya için de geçerli ama Türkiyedeki geçmişte son yirmi yılın,
otuz yılın bütçe uygulamalarına baktığınızda
bunun ne kadar önemli olduğunu, Türkiye için ayrıcalıklı
olduğunu fark edersiniz. Somut rakamlarla bunu isterseniz anlatmaya
çalışalım.
1980 yılından AK PARTİnin iktidarı
devraldığı 2002 tarihine kadar, hemen hemen kesintisiz bir
şekilde, hükûmetlerin başlangıçta öngördüğü hiçbir rakam
tutmamıştır değerli arkadaşlar. Bütçe harcamaları
dâhil, faiz ödemeleri dâhil, diğer detay kalemler dâhil ve bütçe
açığı dâhil. İstisnasız, belki bir iki yıl hariç,
1980den itibaren -öncesini bilmiyorum yani benim çalışma dönemim
içerisindeki olan bilgiler çerçevesinde sizlerle paylaşıyorum- hemen
hemen bütün bütçeler sapmış, çok ciddi sapmalar meydana gelmiş
ve bu nedenle yıl içerisinde hükûmetler ilave bütçe kanunları
getirmişler, ek bütçe kanunları getirmişler rakamları
düzeltmek için. O kadar sapmış ki rakamlar. Bunun örnekleri var.
Bakın, hem giderler açısından söylüyorum hem gelirler
açısından söylüyorum, gelir tahminleri, gider tahminleri ve açık
açısından söylüyorum bu son derece önemli, bir hükûmet
çıkıp diyor ki burada: Ben önümüzdeki yıl bu kadar harcama
yapacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sapma yüzdelerini söyle!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bunu ilan ediyor,
bütün dünyaya ilan ediyor, Türkiyeye ilan ediyor, piyasalara ilan ediyor,
yatırımcıya ilan ediyor, çiftçiye, memura, herkese ilan ediyor.
Dolayısıyla o rakamların tutması gerekir. O rakamların
planlandığı gibi sonuçlanabilmesi gerekir çünkü herkes
hesabını kitabını ona göre yapıyor,
yatırımcı ona göre yatırım kararı alıyor.
Bunlarda meydana gelecek bir sapma, bütün her şeyi, bütün planları
altüst edebilir. Dolayısıyla samimiyet son derece önemli değerli
arkadaşlar. Yani şunu diyebilirsiniz bakın ya da şu normal
olabilir: Bir hükûmetin iktidar dönemi içerisinde, beş yıllık
dönem içerisinde bir bütçesinde sapma olmuştur. olabilir, diyebilirsiniz
ya da yirmi yıllık, otuz yıllık periyot içerisinde zaman
zaman çok istisnai olarak bu öngörülen rakamların gerçekleşmesinde,
millete verilen sözlerin yerine getirilmesinde bu anlamda birtakım
sapmalar meydana gelebilir, bunlar makul karşılanabilir,
hoşgörüyle karşılanabilir ama kesintisiz bir şekilde
böyleyse istisnasız bütün hükûmetler döneminde bu şekildeyse, verilen
sözler bütçe uygulaması anlamında yerine getirilemiyorsa burada çok
ciddi bir sorun vardır değerli arkadaşlar, çok ciddi bir sorun
vardır. Her şeyden önce millete saygısızlıktır,
piyasalara saygısızlıktır, milleti ciddiye almamaktır.
O nedenle, AK PARTİ bütçelerinin istisnasız olarak ve istikrarlı
bir şekilde bu kurala uyması yani nasıl planlanmışsa,
millete nasıl söz verilmişse o şekilde gerçekleşmesi son
derece önemli ve daha da önem kazanıyor değerli arkadaşlar. Yani
biz millete saygı duyuyoruz, biz milleti ciddiye alıyoruz. Onun için,
milletin karşısına çıktığımız zaman,
rakamlarla, bütçe uygulaması itibarıyla karşısına
çıktığımız zaman da onların her açıdan
düşüncelerini dikkate alıyoruz, saygı duyuyoruz. Bu
saygının bir gereği ve sonucu olarak başlangıçta ne
öngörmüşsek hep o gerçekleşmiş değerli arkadaşlar.
Bakın, önce gerçekleşmeyenlere birkaç örnek vereyim:
1978, 1979, 1991, 1992, 1993 -bütün yıllar- 96, 97, 98, 99. Bakın,
1980 yılında hükûmet demiş ki Ben, 770 milyar lira harcama
yapacağım. Harcadığı rakam yıl sonunda 1 trilyon
146 milyar lira olmuş, yüzde 150 oranında sapmış
değerli arkadaşlar. İnanılmaz örnekler var,
ayrıntıya girmeyeceğim. 1980den itibaren kesintisiz bir
şekilde bu şekilde olmuş.
Ama bakın, AK PARTİ dönemine geldiğimiz zaman tablo
değişiyor. 2003 yılında hükûmet demiş ki -ilk bütçesi,
AK PARTİ hükûmetlerinin ilk bütçesi- benim harcama planlamam, taahhüdüm,
öngörüm, beklentim 145 katrilyon lira, 2003 için demiş. Ne kadar
gerçekleşmiş? 140 katrilyon, değerli arkadaşlar,
altında bile gerçekleşmiş, öngörülenden daha da iyi
gerçekleşmiş. 2004 için de geçerli, 149 öngörmüş, 141
gerçekleşmiş. 2005 için 155 hedeflemiş, 146
gerçekleşmiş. Açıklar için de geçerli. Fazla rakama boğmak
istemiyorum.
Bunlar tesadüfi olabilir mi? Olamaz. 2003 tesadüf, 2004 tesadüf,
2005 tesadüf, 2006 tesadüf, 2007 tesadüf, 2008 bütçesi tesadüf! Böyle bir
şey olabilir mi değerli arkadaşlar? 2009 bütçesinin gider
kısmında bir sapma yok. 259 katrilyon planlanmış, 266
olarak gerçekleşmiş. Sadece bütçe açığı konusunda bir
sıkıntı var. Onu biraz sonra ayrıntılarıyla
değerlendireceğiz değerli arkadaşlar.
Şimdi, evet, gerçekten 2009 bütçesinde bütçe
açığı 10 milyar lira olarak öngörülmüştür,
planlanmıştır ama yaklaşık olarak 62 milyar liraya
ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu önemli bir sapmadır.
Bunun da değerlendirilmesi gerekir, irdelenmesi gerekir. Yani yedi bütçede
en ufak bir sapma meydana gelmezken sekizinci bütçede, 2009 bütçesinde böyle
bir sapmanın nedeni ortaya konulmalıdır. Haklı olarak,
muhalefete mensup arkadaşlarımız çok sık olarak bu soruyu
soruyorlar. Hesap vermemizi istiyorlar ya da Hükûmetin ya da iktidar partisinin
grubunun hesap vermesini istiyorlar doğal olarak, izah edilmesini
istiyorlar. Bunu izah etmek bizim görevimiz değerli
arkadaşlarım. Aydınlığa kavuşturmamız
lazım, açıklığa kavuşturmamız lazım.
2009 bütçesinin uygulama dönemi 1929 buhranından sonraki en
büyük krizin yaşandığı dönemdir. Bunu herkes kabul ediyor.
Bu kriz Türkiye orijinli değildir, Türkiye'nin iç dinamiklerinden
beslenmiş bir kriz değildir, Türkiyedeki hükûmetlerin
aldığı, uyguladığı politikalar neticesinde ortaya
çıkmış bir kriz değildir. Bu kriz gelişmiş ülke
orijinlidir, Amerika orijinlidir. Bu krizin oluşmasına Türkiye'nin en
ufak bir katkısı yoktur ve krizin merkez üssü, deprem üssü
bankacılık sektörüdür, finans kesimidir. Şimdi, burada Hükûmetin
bu dönemde alması gereken tedbirler varsa bunları alıp
almadığı önemlidir. Bunların sorgulanması gerekir,
bunların da değerlendirilmesi gerekir ki ancak o zaman 10 milyar lira
olarak öngörülen açığın neden 62 milyar lira olarak
sonuçlandığını izah edebiliriz ya da edemeyiz. Bütün
boyutlarıyla ortaya koymamız gerekiyor.
Kriz bankacılık krizi, finans krizi. Reel sektöre etkisi
dolaylı, ikincil ve gerçekten tarihte görülmemiş bir şekilde
bankalar üzerinde tahrip edici bir etkisi ortaya çıktı. Tam
anlamıyla inanılmaz bir deprem yaşandı, Amerika başta
olmak üzere. Yüz altmışa yakın banka battı Amerikada ve
bankaların zararlarını karşılamak için Amerikan
hükûmeti trilyonlarca dolar kaynak aktardı kamu fonlarından, bütçe
imkânlarından ve Amerikan Merkez Bankası kaynakları
kullanılarak trilyonlarca dolar bankacılık sektörünün bu
zararlarını karşılamak için aktarıldı ve oralara
gönderildi değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bu deprem sadece Amerikada yaşanmadı, hemen
hemen dünyanın tüm ülkelerinde, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerin hemen hemen tamamında bankacılık sektörü çok ciddi
anlamda sıkıntı yaşadı ve çok büyük kaynaklar
aktarıldı kamudan; devletin imkânları, milletin imkânları
-o ülkenin- aktarıldı, kurtarmak için. Türkiyede
bankacılık sektöründe en ufak bir sıkıntı
yaşanmadı, bunu hepimiz biliyoruz. Buraları çok kısa
geçeceğim ama bahsetmemiz gerekiyor, çünkü, muhalefete mensup
arkadaşlarımız: Ne var bunda? diyor. Öyle olması zaten
doğal çünkü biz onların tedbirlerini 2001 yılında
almıştık. diyor. O zaman biz program hazırladık 2001
yılında, daha önceki biraz önce arkadaşlarımız da
ifade etti- içi boşaltılan bankalara çok ciddi kaynak
sağlandı. diyor, doğru. Burada iki tane gerçek var
Biraz
önceki arkadaşlarımızın konuşmasını aynen
alıyorum. İki tane gerçek var: Bir tanesi, bankaların içinin
boşaltılması. ifade etti. Yani dedi ki
arkadaşımız Bizden önce veya içi boşaltılan bankalara
kaynak aktarıldı. Yani bankaların içi
boşaltıldı, tartışmasız bir şekilde, kaynak
da aktarıldı, doğru, bunlar doğru. Ama bakın, Türkiye
bugüne kadar IMFle 19 kez stand-by düzenlemesi yapmış, anlaşma
yapmış. Bunların son iki tanesi hariç -ki onları da AK
PARTİ hükûmetleri sonuçlandırmış- hiçbirisi
başarılı olamamış. IMFin programları
aşağı yukarı şablon, standart programlardır ve
hangi hükûmet olursa olsun, teorik anlamda söylüyorum, karar anlamında
söylüyorum, aşağı yukarı aynı tedbirleri alırlar.
Dolayısıyla tedbirler, alınan tedbirler, içerik önemlidir ama
ondan daha önemlisi uygulamadır, ondan daha önemlisi
sonuçlandırmaktır. İstediğiniz kadar karar alın.
Nitekim, Türkiyede hükûmetler tam 17 kez -bizden önce- kararlar aldılar.
Kâğıt üzerine baktığınızda son derece güzel,
uyumlu, mükemmel kararlar, ekonomideki sıkıntıları ortadan
kaldıracak nitelikteki ve içerikteki kararlar gibi gözüküyordu ama
uygulaması kötü ve olumsuz olduğu için, sonuçları da
yıkıcı ve ekonomiyi çok ciddi anlamda tahrip edici oldu. Esas
nedeni, Türkiyede bankacılık sektörü etkilenmemişse, zarar
görmemişse bunun tek bir nedeni var: Alınan tedbirler,
bankacılık sektörü üzerindeki alınan kesin tedbirler, tavizsiz
tedbirler. Neleri aldık? Bakın, bunların bilinmesi gerekiyor:
Önce, kamu bankalarını çok iyi yönettik, bir defa, bu son derece önemli,
altının çizilmesi gerekiyor. Kamu bankalarında, Vakıflar
Bankasında, Ziraat Bankasında, Halk Bankasında
bankacılık kuralları çerçevesinde son derece objektif ve çok
adil, kaliteli bir yönetim sergilendi AK PARTİ hükûmetleri döneminde,
rakamları vereceğim şimdi.
Bakın, 2001 krizinde, kamu bankaları krizi tetikleyen
faktör oldu, tetikleyen etkisi oldu. Ziraat Bankası başta olmak üzere
gecelik faizlerde taahhütlerini yerine getiremediler ve ciddi anlamda krizi
tetiklediler ve o nedenle faizin yüzde 7.000lere kadar çıkmasına
neden oldular. 2002 yılı sonunda Halk Bankasının toplam
kredileri 1 katrilyon 365 milyar lira. Takibe alınan kredilerin
toplamı da ne kadar biliyor musunuz? 1 katrilyon 300 milyar lira
arkadaşlar. Verdiği kredilerin toplamı 1 katrilyon 365 milyar
lira, takibe alınan, tahsil edilemeyen, yani bir başka ifadeyle batak
hâle gelmiş kredilerin toplamı da 1 katrilyon 300 milyar lira, yani
yüzde 95i batak. 2002 sonu itibarıyla bu Hükûmet, AK PARTİ
hükûmetleri ekonomiyi ve yönetimi devraldığında Halk
Bankasının toplam kredilerinin yüzde 95i batak.
Batırılmış, ödenemez, tahsil edilemez hâle gelmiş. Bu
rakamlar, bizden önce üretilen rakamlar ve Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulunun raporlarından çıkardığımız
rakamlar, hiçbirisi bizim döneme ait değil bu rakamların. Bu
rakamların hepsi 2002den önce üretilmiş rakamlar, çünkü zaman zaman
arkadaşlar beğenmedikleri rakamlar ortaya çıkınca Biz bu
rakamları beğenmiyoruz. diyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Niye soruşturmadınız, niye
cezalandırmadınız, Hükümetsiniz?
BAŞKAN Sayın Genç
Sayın Genç, böyle bir usulümüz
var mı?
KAMER GENÇ (Tunceli) Yalan beyanda bulunuyor. Sen Hükûmetsin
BAŞKAN Sayın Genç, Başkanlıkça söz
verilmeyen hiçbir milletvekillinin konuşamayacağını siz
bilmiyor musunuz? Lütfen susar mısınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu rakamları
verince bazı arkadaşlar rahatsız oluyor. Yani, bizim
amacımız burada hiç kimseyi rencide etmek, gerçekten üzmek
değil, öyle bir hedefimiz yok. Biz gerçeklerin kamuoyuna
aktarılmasını yapmaya çalışıyoruz, kamuoyunun
doğru bilgilendirilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bu da
bizim görevimiz. Elbette herkes düşündüğünü söyleyecek, kanaatini
ortaya koyacak, biz de söyleyeceğiz ve hep rakamlarla konuşuyoruz.
Bakın, her şey rakam, devletin resmî rakamları, hiç
rakamsız bir şey söylemiyoruz. Yani itiraz edilecek,
tartışılacak bir konu da değil, yüzde 95i. Ve tabii,
elbette devraldığımız 57nci Hükûmet; Demokratik Sol Parti,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi.
Ama şunu da söylemek lazım: Tek sorumlu 57nci Hükûmet
mi? Hayır. Hakkını teslim edelim, onların büyük
sorumluluğu var ama aşağı yukarı 1978den itibaren
gelen tüm hükûmetler sorumlu. Yani Halk Bankasının, Ziraat
Bankasının ve Vakıflar Bankasının 2002 sonu
itibarıyla neredeyse batırılmasının,
batırılmış noktaya getirilmesinin sorumluları ta
eskilerden geliyor. Rakamlarla vereyim, bakın: 1978 yılı, yani
Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu dönem. Halk
Bankasının takipteki kredilerinin oranındaki artış ne
kadar biliyor musunuz? Yüzde 293. Bunlar YDKnın raporları, rakamlar
oradan gelmiş, yani bundan rahatsız olmayalım.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) Kırk yıl önceyi bırak,
bugüne gel.
CANAN ARITMAN (İzmir) Atatürk dönemini de anlat!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ha, bu rakamları
bulmakta zorlandım, onu söyleyeyim. Yani, tabii 1978, 1979, geriye gitmek,
o arada Cumhuriyet Halk Partisinin bir iktidar dönemi olmadığı
için, rakamları
Mecburen geriye gitmek durumunda kaldık.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) Komik oluyor komik. Bugüne gel,
kırk yıl önceyi bırak.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yüzde 293, rakam bu.
Bunu kabul edelim.
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) Bugüne gel, bugünün hesabını
ver.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hayır. Biraz önce
arkadaşlar, söyledi, dün önemli, gelecekte ne yapmak istediğinizin,
ne yapacağınızın da göstergesi, referansı. Dün ne
yaptığınızın, ne
yapamadığınızın ortaya konulması gerekiyor
arkadaşlar, bundan rahatsız olmayalım lütfen. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) Dün ne söylediniz, bugün ne
söylüyorsunuz, onlar da önemli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Halk
Bankasının verdiği kredilerin batak oranındaki
artış 1999da yüzde 183; 2000de yüzde 150; 2001de yüzde 286.
Bunları bilmemiz gerekiyor, bunları vatandaşın da bilmesi
gerekiyor. Biz biliyoruz ama vatandaşın da bilmesi gerekiyor çünkü
hâlen diyorsunuz ki: Biz iktidara talibiz. Dolayısıyla, iktidar
olduğunuzda milletin, sizin ne yaptığınızı, ne
yapamadığınızı bilmesi gerekiyor, bundan daha
doğal bir şey olamaz.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) Sekiz yıldır ne
yaptığınızı konuşun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Peki, şu anda
durum ne? Yani Halk Bankasının, Ziraat Bankasının ve
Vakıflar Bankasının, krizin tetiklenmesindeki bu inanılmaz
kötü yönetimden ortaya çıkan bu tabloda bugün durum ne? Doğal olarak
bunu soracağız.
KAMER GENÇ (Tunceli) 750 milyon doları aldınız
mı, tahsil ettiniz mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bugün nedir biliyor
musunuz? Halk Bankasının takibe alınmış kredilerinin
toplam kredilere oranı yüzde 5 civarında. Yani yüzde 95ten -eskiler
de dâhil yani onları da hesaba katıyoruz, onlar da dâhil- bugün yüzde
5e düşürülmüş durumda. Varın siz değerlendirin, varın
milletimiz değerlendirsin iki yönetim arasındaki farkı, iki
yönetim arasındaki samimiyeti. Halk Bankasını birileri
gelmiş batırmış, krediler verilmiş ama geriye
gelmemiş, yüzde 95i batmış ama sonra AK PARTİ gelmiş,
geçmiş batakları da tahsil etmiş, bu oranı yüzde 5e düşürmüş.
Daha ilginç olanı şu: 2003ten itibaren Halk
Bankasının verdiği kredilerde geri dönmeme oranı sadece
yüzde 1, değerli arkadaşlar. Aradaki fark bu. Bunun takdir edilmesi
gerekmez mi? Bu tabloyu sağlayan Hükûmete teşekkür edilmesi gerekmez
mi arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Çalık dosyası
ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi, kriz
-biraz önce ifade etmeye çalıştım- bankacılık yani
bankaların batmaması tesadüfi değil alınan kararlarla.
Bakın, bir örnek daha vereyim: Bankaların Amerikada ve
Avrupada batışlarındaki en önemli faktörlerden bir tanesi de
aktiflerindeki zayıf kâğıtlar, riskli kâğıtlar, riskli
menkul kıymetler. Biz, bu dönem içerisinde, Türkiyedeki bankalarda
krizden önce -bu kâğıtlar gerçekten çok büyük paralar
kazandırdı Amerikada bu bankalara, çok büyük getiriler elde ettiler-
acaba bu kâğıtlardan biz de alalım mı ya da alabilir miyiz
şeklinde tartışmalar yaşandı. Hatta bir özel banka
almak istedi fakat izin verilmedi, izin vermedik. Bunun üzerine gitti,
İsviçrede kendisi bu amacı sağlamak için yani bu menkul
kıymetlerin ticaretini yapmak amacıyla bir fon kurdu, 1 milyar dolar
civarında bir fon oluşturdu, krizden sonra fon battı. Buna izin
vermiş olsaydık Türkiyede de aynı akıbet, aynı sonuç
ortaya çıkacaktı. Sadece o değil, açık pozisyona müsaade
etmedik.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) Satmaktan vazgeçtiniz mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın,
Amerikadaki bankaların önemli bir bölümü açık pozisyondan
battı. Yani döviz aldılar, döviz borçlandılar, TLye çevirdiler
-Türkiye için söylüyorum- onu kredi verdiler, devalüasyon
arttığı zaman da mali yapıları bozuldu, pasifleri
şişti ve battılar. Bunların hiçbirine izin verilmedi, o
nedenle bankalar batmadı. Bunların ortaya konulması gerekiyor.
Krizin reel sektör üzerindeki etkisi önemli. Yani
bankacılık sektörü üzerinde en ufak bir tahribat, olumsuzluk yapmadan
bunu atlattık, ama reel sektör üzerindeki etkisi dolaylı. Bir içsel
faktörler var, yani iç talebin azalması nedeniyle harcamaların azalması
var, bir de dış talebin azalması nedeniyle harcamaların
azalması var. Aslında iç talebin azalmasının
işaretleri 1980lerin başından itibaren başlamış.
Orada ağırlıklı olarak iç siyasi gelişmelerin, iç
siyasi konjonktürün olumsuz sonuçları itibarıyla yansımış,
yani kapatma davaları ve 367 tartışmaları vesaire. Çünkü
piyasalar anında bundan etkileniyorlar, insanların tüketim
eğilimi bunlardan etkileniyor, siyasi tartışmalardan, gerilimden
etkileniyor, olumsuz yönde etkileniyor; bu da zaten iktisatta bir teoridir,
bunu herkes kabul ediyor.
Hükûmetimiz, işaretleri ortaya çıkar çıkmaz bununla
ilgili tedbirleri almaya başlamış. Ne yapmış? KEY
ödemeleri. Hiç kimsenin talebi yokken, hiç kimse böyle bir iddiada bulunmazken
KEY ödemelerini gündeme getirdi ve 2008in ikinci yarısında 2,5
milyar liralık ödeme yaptı.
Bu ödeme kime yapıldı? Dar gelirli gruplara
yapıldı. Amaç ne? Evet, bir hakkın teslimidir, alacaklı
olan insanlara bu alacaklarının ödenmesidir, devlet de olsa, talep
etmeseler de ödenmesidir, ama aynı zamanda bir ekonomi politika aracı
olarak kullanılmıştır. Yani toplumun en düşük gelir
grubuna aktarılan bu kaynaklar, ekonomide harcama olarak aynen geriye
dönmüştür, çünkü bu insanların gelir durumu düşük olduğu
için -biz ona marjinal tüketim eğilimi düşük gruplar diyoruz
ekonomide- aldıkları paranın tamamını
harcıyorlar.
Sadece bu kadar değil, ayrıca yine 2008in ikinci
çeyreğinde, alt gelir grubunda bulunan, yan ödemesi olmayan memurlara
ciddi ek ödemeler yaptık. Hep beraber yaptık değerli
arkadaşlar, bunu gizlemek mümkün değil.
Tedbirler alınmaya başlandı, tam o arada global
krizin Amerikadan ve Avrupadan yansıması gelmeye başladı.
Tedbirler sıkılaştırıldı. Bugüne kadar
alınan, 5 paket olarak ortaya konulan, ilan edilen tedbirler paketinin bu
hazineye, devlete maliyeti 40 milyar liranın üzerinde.
Ayrıntıların hepsi burada var, zamanım
olmadığı için değinemeyeceğim onlara.
Bizi esas sıkıntıya sokan bunlar değil.
Bunların tedbirleri alındı, ama esas sıkıntıya
sokan ihracattaki düşüş. İhracatta yüzde 30a yakın
düşüş yaşandı, yani ihracatımız 130 milyardan 100
milyara düştü. Yani, özellikle Avrupa Birliği ülkelerine yapılan
ihracatta ciddi düşüşler meydana geldi. Neden? Kriz nedeniyle, global
kriz nedeniyle Alman vatandaşının, İngiliz
vatandaşının, Fransızın satın alma gücü
düştü, servetinde ciddi erozyon meydana geldi. Bu nedenle,
harcamalarını kıstı. Harcamalarını
kısınca, Türk mallarına olan talep de azaldı. Buna bizim
yapacağımız, Türk Hükûmetinin, Türkiye'nin yapacağı
hiçbir şey yok kısa dönemde, değerli arkadaşlar. Bizim bunu
durdurmamız için İngilteredeki bir İngilize kaynak
aktarmamız lazım, para vermemiz lazım ki harcama yapabilsin.
Böyle bir şey mümkün mü? Mümkün değil. Ha Hiçbir şey yapamaz.
derken, kısa vadede, yani bu kaçınılmaz, onu söylemeye
çalışıyorum. Bu kaçınılmaz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Hükûmet bir şey
yapamıyorsa ayrılsın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) İhracat yüzde 30
düşünce ne oldu? İhracata yönelik fabrikalar üretimlerini kısmak
durumunda kaldılar ya da kapandılar ve bazı işçileri
çıkarmak durumunda kaldılar ve üretim azaldı.
Dolayısıyla, esas anlamda yönlendirilebilen, Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetinin inisiyatifinde olan konularda en ufak bir problem yok. Tedbirler
alınıyor bankalar dâhil. Ama yönlendirilmesi, müdahale edilmesi
mümkün olmayan, biraz önce söylediğim gibi, İngiliz, Alman
tüketicinin satın alma gücünün düşmesi nedeniyle Türk mallarına
olan talebin azalması ve ihracatımızın düşmesine
burada yapılacak hiçbir şey yok. Orta vadede var ama kısa vadede
yok. Nedir? Hızlı bir şekilde, krizden etkilenmeyen, nispeten
kapalı ekonomilere, Asya ve Afrika ülkelerine hızlı bir
şekilde bir ihracat seferberliği başlatmak. Yapılacak olan
tek mantıklı davranış, fizibl, gerçekçi tarz bu, yöntem bu,
adım bu. Hükûmetimiz de bunu yapıyor değerli arkadaşlar.
Hükûmetimiz de bunu yapıyor ve başarılı da oluyor,
kısa sürede sonuç alınıyor.
Bakın, ben size rakamları vereyim hemen. Nitekim, ekim
ayı ihracat rakamları, düşüş yaşayan ihracat
rakamları şu anda artışa geçmeye başladı alınan
tedbirlerin neticesinde. Krizden önce Avrupa Birliği ülkelerine
yaptığımız ihracatın oranı yüzde 48ken, krizden
sonra, şu anda yüzde 44 civarında, oran düşüyor. Orada kan
kaybediyoruz. Nedeni bu, krizden çok etkilendi onlar çünkü. Afrika ülkelerine
yaptığımız ihracat, kriz öncesinde toplam
ihracatımızın yüzde 6,9u iken yüzde 10,9a çıkıyor.
Keza, Asya ülkelerine yaptığımız ihracat yüzde
24,6sını oluştururken yüzde 25,3e çıkıyor. Politika
başarılı. O nedenle, rakamlara da yansıyor ve ihracat artmaya
başlıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bence bu tür krizlerde
anlamlı karşılaştırmalar yapmak lazım,
değerlendirmek lazım, yani geçmişteki krizlerle. Hep muhalefet
suçluyor Yeteri kadar tedbir almadınız. Bunun tek başına
bir anlamı yok. Ya da böyle bir soruya cevap verebilmek için mutlaka
karşılaştırma yapmak lazım. Yani sadece
fotoğrafını çekip ortaya koymak bu anlamda fikir vermez, bizi
bir yere ulaştırmaz, bir neticeye ulaştırmaz. Ne yapmamız
gerekiyor? Başka kriz ortamlarıyla, o dönemde alınan kararlarla,
uygulamalarla, bu dönemde, bu krizde ortaya çıkan tabloyu
karşılaştırmak lazım. Hükûmetin aldığı
kararları, attığı adımları, icraatları
karşılaştırmak lazım ki, anlamlı olabilsin. O
zaman gerçek fark varsa ortaya çıkabilsin.
AHMET ORHAN (Manisa) Ciddi mantık hatası
yapıyorsun Sayın Grup Başkan Vekili. Diğer ülkelerle
karşılaştır.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi bakın,
değerli arkadaşlar, 1994 krizi var, 2001 krizi var, yani en çok
Türkiye ekonomisini geçmişte etkileyen ve onlarla ilgili olarak da ve bir
de 2009 krizi var.
Şimdi, bu iki krizin
karşılaştırmalarını yapmak lazım. 1994
yılında
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) İki ülkenin krizini
karşılaştıracaksın, madem evrensel kriz var. Onun
için, diğer ülkelerle kıyasla.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ha, bir de şunu
söyleyeyim: 1994 yılındaki ve 2001 yılındaki krizler
dışarıdan gelmiyor, dışarıdan beslenmiyor,
tamamen içeriden kaynaklanıyor. O dönem
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Onun için diğer
ülkelerle kıyaslayın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani, daha da iyi
işte. Yani eğer buna rağmen, dışarıdan gelen,
müdahale etme, belli alanlarda müdahale etme imkânı olmayan bir krizi,
yani şu andaki yaşadığımız krizi, tamamen
yönlendirilebilir, hükûmetlerin yönlendirebileceği bir krizle
karşılaştırıyorsak, ne güzel işte, muhalefetin
işine gelir bu. Oraya bile giriyoruz bakın. Yani 5-0 önde
başlıyorsunuz bu anlamda. Onu
karşılaştırmamız lazım.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) Biri reel kriz, öbürü finans krizi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi, 1994
krizinde ve 2001 krizinde, 2009 krizinde en çok dikkat çeken ya da benim
dikkatimi çeken husus, Merkez Bankalarının döviz politikası.
Yani kriz öncesinde, kriz sırasında, o dönemde hükûmetler, Merkez
Bankaları hangi kararları aldılar? Döviz rezervlerini nasıl
yönettiler? Bu son derece önemli. Bunun ayrıntılı bir
şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Zamanımız kalırsa
diğer kriterleri de kullanırız.
1994 krizinde, devalüasyondan hemen önce, yani Türk
parasının değeri düşmeden, döviz değer kazanmadan
Merkez Bankası 1 milyar dolar döviz sattı. O zaman da 1 milyar dolar
son derece önemli, Merkez Bankası rezervlerinin ana kalemlerinden bir
tanesini oluşturuyor. 1 milyar dolar döviz sattı, ne zaman
sattı? Devalüasyondan hemen önce yani Türk parasının değeri
yüzde 78 oranında devalüe edilmeden, değer kaybı yaşamadan
hemen önce. Yarı fiyatına sattı yani. Yarı fiyatına
sattı, peşinden devalüasyon yaşandı yani döviz
patladı. Bir gün sonra
1 milyar dolar
Ve Türkiye o gün
yaklaşık olarak 500-600 milyon dolar kaybetti, 500-600 milyon dolar
para kaybetti, yani devalüasyondan önce bu satışı
yapmamış olsalardı devletin bu kadar zararı
olmayacaktı. Kime satıldı? Bankalara satıldı.
Onların hepsinin isimleri var ama mevzuat gereği
açıklayamıyoruz, bankalara satıldı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Raporda var, açık
onlar, açık; açıklayabilirsin!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Gelelim 2001
yılına. 2001 yılında tablo daha da vahim arkadaşlar,
tablo daha da vahim.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) İktidarda kim vardı
Sayın Başkan?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
Arkadaşlarımız soruyorlar 2001 yılında kim
iktidarda? diye. Tekrar edelim: Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket
Partisi ve ANAVATAN Partisi iktidarda.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) 94te kim vardı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 94te, sanıyorum
Sayın Çillerin dönemiydi.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Ortağı kimdi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) On sene de geçse,
yirmi sene de geçse bunların unutulmaması gerekir, bunların
ibretiâlem olarak her zaman hatırlanması gerekir, ders
kitaplarında da okutulması gerekir ve doktora tezlerine konu
olması gerekir; o kadar önemli hususlar bunlar değerli
arkadaşlar.
Gelelim 2001 krizine. Ne oldu 2001 krizinde? Şimdi,
kasım ayında çok ciddi dalgalanma yaşandı, Kasım 2000
tarihinde Türkiye'de çok ciddi dalgalanma yaşandı, döviz üzerinde
büyük baskı oluştu. Hükûmet ve Merkez Bankası dövize olan bu
baskıyı azaltmak için faizleri yükseltti yani Para dövize gitmesin,
devalüasyon olmasın. diye faizleri yükseltti. Faizler biliyorsunuz 3 bin,
4 bin, 5 binlere kadar çıktı gecelik. Tabii böyle bir
yapının uzun süre götürülmesi mümkün değil. O arada tabii, IMF
heyetleri gelip gitmeye başladılar. Artık herkesin beklentisi
şu: Dövizdeki fiyat patlaması kaçınılmaz, döviz patlayacak.
Bunu herkes, gazeteler yazıyor, bütün dünyadaki ekonomik raporlar,
yayınlanan ekonomik raporlar, içerideki bankaların raporları,
hepsi bunu bangır bangır bağırıyor, televizyonlar
bangır bangır bağırıyor, köşe yazarları
yazıyor Devalüasyon geliyor, döviz patlayacak. diye, şubat
krizinden hemen önce; açın bakın. Ve 19 Şubata
gelindiğinde, o dönemde de çıpaya bağlı bir kur sistemi
uygulanıyor, sabit kur sistemi gibi bir şey.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Geçen yıl da ondan önceki
yıl da hep aynı şeyi anlattın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ve 19 şubat
tarihinde, o güne kadar hep döviz satan bankalar, 6 milyar dolar Merkez
Bankasından döviz talep ediyorlar. Hepsi belgeli bunların, hiç
şeysiz
6 milyar dolar döviz talep ediyorlar. Ne zaman? 19 Şubat 2001
tarihinde. 19unda talep ediyorlar, 20 opsiyonlu yani 20sinde alacak, bir gün
sonra alacak fakat bankaların döviz alacak Türk liraları yok, dövizi
satın alamıyorlar bu nedenle, iptal ediliyor. Yani, 6 milyar dolar,
kayda giriyorlar, Merkez Bankasına bilgisayardan online olarak giriyorlar
-bankacı arkadaşlarımız bilirler- 6 milyar dolar fakat
bankalarda TL yok; TL olmadığı için iptal ediliyor ve
alamıyorlar.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Bugünü anlat Sayın
Canikli, bugünü!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 20sinde de fazla
alım yok, esas alımlar 21inde; 3,5 milyar dolar satılıyor,
3,5 milyar dolar. Ha, bu arada, serbest piyasada da dolar hareketlenmeye
başladı. 20-21 Şubat
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Başka bir şey yok mu?
Onları anlat!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 20-21 Şubat,
serbest piyasada dolar hareketlenmeye başladı ama Merkez Bankası
hâlen eski kurdan bu satışları yapmaya devam ediyor
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) 750 milyon dolar
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
ve satışlar
gerçekleştiriliyor.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Çalıka
verdiğiniz
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Piyasada doların
fiyatı 984 bin, 990 bin lira, Merkez Bankası aynı saatte 684 bin
liraya satıyor 1 doları.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) 750 milyon doları kime
verdiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Kime satıyor?
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Vatandaş öğrensin
bakalım!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bankalara, yüzde 55i
yabancı banka değerli arkadaşlar, yüzde 55i yabancı banka.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) 750 milyon dolar ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hatta bir yabancı
banka, bir Amerikan bankası tam 1 milyar 63 milyon dolar döviz satın
alıyor. Hangi kurdan? Artıştan önceki kurdan. Ne kadar? 684 bin
lira. Kur o saatte piyasada 1 milyon lira civarında. Düşünebiliyor
musunuz? Aynen olay bu. Hepsi, mahkeme
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Hesabını sorun o zaman!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Biraz sonra
okuyacağım, konuşacağız, ayrıntılı
konuşacağız. Bunları herkesin bilmesi gerekiyor. Mahkeme
kararı var 2007 tarihinde. O nedenle, mahkeme kararını
bekliyorduk. Onun için, hepsini... Lütfen, rahatsız olmayın.
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Çalık Grubuna
verdiğiniz krediyi söyle!
BAŞKAN Sayın Aydoğan
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, bu
itirazların bugün yapılması gerekmiyor değerli
arkadaşlar
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Çalık Grubuna
BAŞKAN Sayın Aydoğan, sürekli konuşuyorsunuz
yerinizden.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu itirazların
sekiz buçuk yıl önce yapılması gerekiyordu, geç
kaldınız. Sekiz buçuk yıl önce... (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ve bu satışlar
gerçekleştiriliyor.. Neden? Merak ettim yani ısrarlı bir
şekilde 21 Şubat niye bekleniyor? Bakın, bankalardan döviz almak
istiyor yabancı bankalar, başı onlar çekiyor, altı tane
yabancı banka ama TLleri yok, döviz alacak TLleri yok. Merkez Bankası
bekliyor, bekliyor Merkez Bankası. 19unda alamıyorlar, 20sinde
alamıyorlar, 21inde alıyorlar. Neden? 21inde ellerine TL geçecek. O
gün, hazinenin itfası var yani hazinenin vadesi dolan borç geri ödemesi
var değerli arkadaşlar, 21 Şubatta. Onun için 21
Şubatı bekliyorlar. 21 Şubatta hazineden vadesi dolan
alacaklarını alacaklar ve dövize yatıracaklar. Aynen böyle
oluyor.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Aynen böyle, bir cepten bir
cebe
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Aynen böyle oluyor.
Yani bunu hiçbir yerde göremezsiniz, tarihin hiçbir döneminde böyle bir
şey yaşanmamıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde de
böyle bir tablo oluşmamıştır değerli arkadaşlar,
Türkiyede oluşmuştur.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Soruşturma niye
açmadınız Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu, gerçekten
inanılmaz bir şekilde, kahredici, yıkan tablolardır
insanları.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Niye soruşturma
açmadınız Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Geleceğim,
hepsine geleceğim, rahat olun. Kafanızdan geçen tüm sorulara cevap
vereceğim. Soruşturma açıldı Sayın
Kılıçdaroğlu. Merak etmeyin soruşturma açıldı,
okuyacağım şimdi, okuyacağım ve bankalara o gün
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yüce Divana niye
götürmediniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, isterseniz
direkt mahkeme kararından başlayalım. Çok acele ediyorsunuz, o
zaman sizi bekletmeyeyim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sabırsızlanıyorlar.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu konular mahkemeye
intikal ediyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
soruşturma açıyor. O dönemde de Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu. Önce, isterseniz
Savcının iddianamesinden başlayayım ve bu, en son
Yargıtayca onanması 2007 yılında gerçekleştiriliyor.
Yani şu soru önemli: Hükûmetin haberi var mıydı? Öngörülebilir
miydi? Merkez Bankası bunu önceden öngörebilir miydi böyle bir
baskıyı? Dövize yoğun talep var, tedbirimizi alalım ve
ucuza döviz satmayalım, ülkenin kaynaklarını peşkeş
çekmeyelim, boşaltmayalım, yabancı bankalara bu kadar
inanılmaz bir şekilde bu milletin kaynağını
aktarmayalım. diyebilirler miydi? Böyle bir imkân var mıydı?
Bunu şimdi mahkemeden
Mahkeme kararıyla tespit edilmiş bir,
kaynakların boşaltılmasıdır, kaynakların
boşaltılması operasyonudur.
Önce iddianameyi okuyorum: Suç tarihinde Merkez Bankası
döviz rezervlerine spekülatif bir saldırı olmuş, ülke
ekonomisinin uzun dönemli çıkarı ilan edilen politikalardan daha
önemli olduğu gerçeği göz ardı edilerek, sanık
tarafından döviz çıkışına izin verilmesi şeklinde
etken fiil ile devlet hazinesini zarara uğratmasına sebebiyet
vermiştir. 19-20-21 Şubat 2001 tarihinde 5 milyar 188 milyon 900 bin
Amerikan doları döviz satmıştır. Bu miktardaki
satış, saldırının büyüklüğünü ve
olağandışı bir uygulama
yapıldığını göstermektedir. Bu miktardaki
satışın, 59 banka ve 3 özel finans kurumu, 22 yetkili müessese
olmak üzere toplam 84 kuruma yapıldığı, satılan
dövizin yüzde 55ini satın alan yedi yabancı bankanın
aktiflerine girmediği
Yani başkaları için almış,
kendi ihtiyacı için değil, spekülatif amaçlı.
gibi bu
alımları finanse edecek TL varlıkları mizanlarında
dahi yer almadığı
Yani 21 Şubat tarihinde dahi bu para
satılırken, bankalar bu dövizi alırken mizanlarında Türk
lirası gözükmüyor değerli arkadaşlar. Neden? Çünkü o itfa
edilecek olan para akşam saatlerinde geliyor Merkez Bankasından ancak
ondan sonra ödeyebiliyorlar ve o alışveriş
yapıldığında, yani bankalar dövizi satın
aldığında, aktiflerinde, mizanlarında ödeyecek TL yok. Satış
bu şekilde yapılıyor.
Devam edelim: Bu nedenle, işlem günü TL
karşılığı olmadığı hâlde Merkez
Bankası kaynaklarından bankalara ve yetkili kuruluşlara dolar
satıldığı, şubat krizinden önceki o on üç aylık
dönemde net döviz satıcısı olup 2 Şubat 2002 tarihli
bilirkişi raporunda belirtilen altı yabancı bankanın bu
dönemde birdenbire döviz alıcısı olarak hareket etmeleri, Merkez
Bankası kaynaklarına bu derece yoğunlukta yapılan bir talep
karşısında sanığın basiretli bir yönetici gibi
davranmayarak döviz hareketlerini ve piyasa derinliğini ve o günkü
ekonomik durumu bilen yetkili ve görevli bir kişi olarak gerekli
müdahaleyi yapmadığı, kendisine verilen sorumluluk gereği
döviz rezervlerini ülkenin ekonomik menfaatine uygun şekilde
yönetmediği, sanığın savunmasının aksine, hiçbir
yasal hüküm kendisine döviz satma zorunluluğu getirmediği, IMFye
verilen niyet mektubu, net iç varlıklarla ilgili performans kriteri
gerekçe gösterilerek döviz satımlarını engellemesi mümkünken
yapılmadığı
RIDVAN YALÇIN (Ordu) Kim bu sanık Sayın Canikli?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
ülke ekonomisinin
uzun vadeli çıkarlarının gözetilmediği, çalışma
saatleri dışında dahi döviz satışı
yapılmasına izin verildiği
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Çalışma saatleri
dışında yapılıyor!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, aynen öyle,
aynen öyle.
çalışma saatleri dışında dahi döviz
satışına devam etmesine izin verildiği, 20 Şubat 2001
tarihinde saat 19.20de yapılan işlem gördüğü, bu eylemin dahi
tek başına görevi kötüye kullandığının bir
göstergesi olduğu, bankalara yapılacak döviz
satışlarında döviz efektif piyasaları işlem limitinin
belirlenmesi gerektiği
Yani limitleri de aşıyor, ona
rağmen limit üstü satış da yapıyor. Bunlar hep mahkeme
dosyası ve bakın, bir şey daha var: Ayrıca, sanığın,
Halk Bankasında Posta Şubesinde bulunan
KAMER GENÇ (Tunceli) Merkez Uzlaşma Komisyonunda
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
19 Şubat 2001
tarihinde vadesi dolan
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
53 milyar lira
tutarındaki parasıyla
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan
Sayın
Başkan
BAŞKAN Sayın Canikli
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Sanığın
kendi şahsi parası, TL hesabı, Halk Bankasında
BAŞKAN Sayın Canikli, bir saniye
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Buyurun.
BAŞKAN Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Hatip konuşurken bazı arkadaşlarımız sürekli
yerlerinden laf atıyorlar, sözle kesmeye çalışıyorlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, ama yani
MUHARREM İNCE (Yalova) Katkıda bulunuyorlar Sayın
Başkan, katkıda bulunuyorlar.
BAŞKAN Size, hepimizin uymak zorunda olduğu İç
Tüzükün 65inci maddesini hatırlatıyorum: Genel Kurulda söz kesmek,
şahsiyatla uğraşmak ve çalışma düzenini bozucu
hareketlerde bulunmak yasaktır. Bunun İç Tüzükte müeyyidesi
vardır, disiplin hükümleridir. On yıldır
uygulanmamıştır. Beni, hiçbir milletvekili
arkadaşımın disiplin hükümlerini uygulamak zorunda
bırakmayacağına inanıyorum. Lütfen Hatibi sükûnetle takip
ediniz ve izleyiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, değerli
arkadaşlar
BAŞKAN Sayın Genç, size, bakın, uyarı
cezası vermek zorundayım. Geçmişte de bu cezaları çok
aldınız, tekrar başlatmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bizi cezayla mı korkutuyorsunuz yani!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
ve
sanığın
BAŞKAN Sayın Canikli, bir saniye
III.- DİSİPLİN
CEZALARI
1.- Tunceli Milletvekili Kamer
Gençe uyarı cezası verilmesi
BAŞKAN Değerli milletvekili arkadaşlarım,
İç Tüzükümüzün 158inci maddesine göre, Sayın Genç, sükûneti ve
çalışma düzenini bozucu hareketlerine devam ettiği için
kendisine uyarma cezası veriyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Devam ettiğiniz takdirde sizi Genel Kuruldan
çıkartmak için Genel Kurula öneride bulunacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN Lütfen
Lütfen oturunuz yerinize! Lütfen oturunuz!
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN Lütfen oturunuz. Size söz vermedim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Savunma hakkım var.
BAŞKAN Sayın Genç, size söz vermedim. Bakın, bir
kez daha uyarı cezası vermek zorunda bırakmayın beni.
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim savunma hakkım var, bana söz
vermek zorundasınız.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Savunma hakkı var, savunma
hakkı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Savunma hakkı var.
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim savunma hakkım var.
BAŞKAN Size birleşim bitmeden savunmanız için söz
vereceğim, lütfen yerinize oturun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ama cezayı verdiniz şimdi.
KAMER GENÇ (Tunceli) Savunma hakkım var, vermek
zorundasınız.
BAŞKAN Birleşim bitmeden, aynı birleşim içerisinde
size söz imkânı vereceğim. Şimdi Hatibi dinlemeye lütfen
sükûnetle devam edin.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama benim savunma hakkım var.
BAŞKAN Lütfen yerinize oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Savunma hakkımı vermek
zorundasınız.
BAŞKAN Lütfen yerinize oturun Sayın Genç. Lütfen
II.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2010 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/759) (S. Sayısı: 442) (Devam)
2.- 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2008 Bütçe Yılı Kesin
Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bil-dirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/728, 3/934) (S. Sayısı: 443)
(Devam)
BAŞKAN Sayın Canikli, buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Devam ediyorum iddianameyi okumaya:
Ve Halk Bankasında
Posta Şubesinde bulunan, 19/2/2001 tarihinde vadesi dolan 53 milyar TL
tutarındaki parası ile vadesi 1/3/2001 tarihinde dolacak olan -henüz
vadesine on bir gün var, yaklaşık olarak on bir gün var- 2 milyar 175
milyon lira parasını vadesinden önce
aracılığıyla bozdurup 83.952 Amerikan dolarına
çevirerek vadesiz döviz hesabına yatırdığı,
dalgalı kura geçileceğini bildiği
Yani devalüasyon
olacağını bildiği anlamına geliyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Canikli, bu
sanık kim acaba, sanık? Sanığın ismi yok.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Müsaade edin
Bakın,
kendi mali haklarını korumak için dolar
hesabına geçtiği, sanığın kendi ekonomik durumunu
korumada gösterdiği hassasiyeti devlet kaynaklarını korumada
göstermediği, hazinenin önemli bir miktar döviz rezervinin erimesine
sebebiyet verdiği, böylece müteselsilen görevini kötüye
kullandığı
YILMAZ TANKUT (Adana) Cezalandırın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bir de hüküm
kısmını okuyayım, bakın, bir de hüküm. Mahkeme ne
hüküm vermiş? Hüküm
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sanık kim,
sanık?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Söyleyeceğim.
Sanığın Merkez Bankası Başkanı
olarak çalışma saatleri dışında döviz
satımına müsaade ettiği, 19 Şubat 2001 tarihinde 83.952
Amerikan dolarına çevirmek suretiyle müteselsilen görevini kötüye
kullandığından, Türk Ceza Kanununun 240ıncı
maddesine göre cezalandırılmasına karar veriyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sanık kim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ve bu karar daha sonra
2007 tarihinde Yargıtay tarafından tasdik ediliyor, onaylanıyor
değerli arkadaşlar.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sanık kim,
sanık?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani mahkeme
kararıyla sabit ki 19, 20 ve 21 Şubat tarihlerinde Merkez
Bankasının kaynakları, bu milletin kaynakları, Merkez
Bankasının kasaları boşaltılıyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Canikli,
sanığı da söyle; sanığın ismini telaffuz etmek
zorundasın.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Mahkeme kararıyla
sabit arkadaşlar. Bunu hiç kimse tevil edemez, kimse başka bir anlama
çekemez.
MUHARREM İNCE (Yalova) Yargıya güveniyorsun yani
Sayın Canikli, yargıya güveniyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Elbette yargıya
güveniyoruz, yargı kararını okuyorum.
Şimdi, bakın
KADİR URAL (Mersin) Başbakanın zimmetinden
bahset, Başbakanın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Peki, hükûmetin
sorumluluğu, en hafif ifadeyle siyasi sorumluluk
KADİR URAL (Mersin) Başbakanın zimmetinden
bahset!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, biraz önce bir
uyarıda bulundum
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hükûmet en
azından siyaseten sorumlu.
KADİR URAL (Mersin) Kalpazanlıktan bahset!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Mahkeme diyor ki:
Merkez Bankası Başkanı kendi çıkarını korumak
için TL hesabındaki parasını vadesinden on bir gün önce çekiyor
ve dövize çeviriyor. Ne zaman? 19 Şubat tarihinde. Bunu yaparken, sorumlu
olduğu, görevli olduğu, yetkili olduğu Merkez Bankasındaki
dövizleri korumuyor, onlar için gerekli tedbirleri almıyor,
gereğinden önce gerekirse dalgalı kura geçilerek bu saldırıyı
savuşturmayı denemiyor. Peki, hükûmet nerede, hükûmet kim? Hükûmet ne
iş yapar?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Siz ne
yaptınız?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hükûmet ne iş
yapar? Merkez Bankasının kaynakları bu şekilde
yabancılara peşkeş çekilirken ve soydurulurken
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Hortumlanırken!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
seyir mi eder
değerli arkadaşlar? Ne yapar? Hükûmet tedbir alır, hükûmet
müdahale eder. Zaten o dönemde henüz Merkez Bankasının özerkliği
söz konusu değildi ve bütün bu uygulamalardan da aynı anda hükûmet de
sorumlu. Dolayısıyla, hükûmet hem siyaseten sorumlu hem ahlaken
sorumlu, her açıdan sorumlu, tartışmasız bir şekilde.
Ha, neden? Şimdi, diyorlar ki
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sanık kim?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hükûmeti
arkadaşlarımız tekrarlamamı istiyorlar: 57nci Hükûmet yani
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi.
Bir de şunu hatırlatayım değerli
arkadaşlar: Şimdi, diyorlar ki: Hükûmetin sorumluluğu yok.
diyorlar ya da Hükûmete niye dava açılmadı, Yüce Divana
gönderilmedi? Gönderilse ne olur gönderilmese ne olur, ki bakın, önemli
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Niye göndermediniz, niye?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Bir dakika Sayın
Başkan
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Müsaade edin. Daha
önce onlar söylediği için söylüyorum. Müsaade edin, bakın
KADİR URAL (Mersin) Gönder Canikli, gönder! Biz sizi
kalpazanlıktan göndereceğiz, biz sizi zimmetten göndereceğiz,
sen gönder!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
Sayın Ural
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi bakın,
değerli arkadaşlar, Merkez Bankası Kanununda neden hükûmetle
ilgili bir örtülü af getirildi, şimdi onu anlatacağım size.
Örtülü af getirildi, sorunuzun cevabı burada.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Hayır, siyaseten siz niye
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bunlar hiç
konuşulmadı, konuşacağız bunları. Merkez
Bankası Kanunu, 1211 sayılı Kanun bu olaydan sonra
değiştiriliyor, ciddi bir değişiklik yapılıyor.
Değiştirilen hükümlerden bir tanesi de Merkez Bankasının
görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 4üncü maddesi. 4üncü
maddesinin (h) bendi değiştiriliyor. Değiştirilmeden önce
nasıl, onu bir okuyayım ben size isterseniz.
Değiştirilmeden önce
Ne zaman değiştiriliyor? Yine o da
2001 yılında ve nisan ayında, 25 Nisan 2001 tarihinde değiştiriliyor.
Değiştirilmeden önceki 4üncü maddenin (h) fıkrasını
okuyorum, Merkez Bankasının görev ve yetkilerini düzenleyen madde:
İlgili mevzuat ve Hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde altın
ve döviz rezervlerini, ülke ekonomik menfaatlerine uygun şekilde
yönetmek.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Hâlâ on yıl öncesinde
boğuşuyorsunuz. Bugünü anlatın bugünü, yarını
konuşun!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hükûmete bağlı
yani.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet.
Yani bu tür uygulamalar, döviz rezervlerinin yönetiminde hükûmetin
alacağı kararlar çerçevesinde Merkez Bankası yönetiyor ve bir de
ülkenin menfaatlerini göz önünde bulundurarak yönetiyor.
Değişiklikten önceki hüküm bu. Peki, ne hâle getiriliyor? Şu
hâle getiriliyor bu hüküm, sadece şu: Ülke altın ve döviz
rezervlerini yönetmek. Merkez Bankasının görevi ülke altın ve
döviz rezervlerini yönetmek hâline getiriliyor. Ne çıkarılıyor,
hangi ibare çıkarılıyor metinden? Bir: İlgili mevzuat ve
Hükümetçe alınacak kararlar çerçevesinde ifadesi, ibaresi
çıkartılıyor. Bu neyi sağlıyor? Hükûmetin
sorumluluğunu ortadan kaldırmayı hedefliyor. Artık
hükûmetin sorumluluğu yok. Neden? Tek sorumlu Merkez Bankası hâline
getiriliyor. Ülkenin döviz rezervlerini yönetmek. diyor.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Hükûmet bostan korkuluğu
mu!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) İkincisi: Ülke
ekonomik menfaatlerine uygun şekilde ifadesi çıkartılıyor.
Ülke ekonomik menfaatlerine uygun şekilde olan ifade metinden
çıkartılıyor, yasa metninden çıkartılıyor.
Ülkenin ekonomik menfaatlerine uygun yönetmeyeceksiniz de kimin menfaatlerine
uygun yöneteceksiniz değerli arkadaşlar?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Canikli Siyasi
sorumluluk var. diyorsanız niye bir araştırma önergesiyle Yüce
Divana gitmediniz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, sorunun
cevabı bu. Dolayısıyla, hiç boşuna kimse, yani kusura
bakmasın, bu konularda başka yerlere çekmeye çalışmaya
gerek yok. Olay çok açık ve net. Tarihte hiç kimse böyle bir şeyle
karşılaşmadı, hiçbir zaman Merkez Bankasının
kaynakları haksız bir şekilde yüzde 55le yabancılara
peşkeş çektirilmedi değerli arkadaşlarım, mahkeme
kararıyla sabit, artık kapatılacak bir şey değil,
kapatılma ihtimali söz konusu değil.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Gel sorumluları beraberce Yüce
Divana gönderelim.
KADİR URAL (Mersin) Sayın Canikli, gönder Yüce Divana.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ha, bu neden önemli?
BAŞKAN Sayın Ural
Sayın Ural
Sayın Ural,
dinler misiniz beni.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu dönemde iktidar
olup da Merkez Bankasının kaynaklarını, milletin paralarını
korumayan, koruyamayanların
BAŞKAN Sayın Canikli bir saniye. Sayın Ural
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
gelecekte aynı
tavır içerisinde olmayacaklarının garantisi var mı? Yok.
KADİR URAL (Mersin) Uyar Sayın Başkanım,
uyar.
BAŞKAN Sizi de uyarıyorum.
KADİR URAL (Mersin) Yüce Divana göndersin efendim.
BAŞKAN Bakın sesiniz, ses tonunuz o kadar güçlü ki
mikrofonla konuşan hatibin sözünü bile bastırıyor. Buna
hakkınız var mı? Lütfen
KADİR URAL (Mersin) Allah vergisi Sayın
Başkanım, ne yapayım.
BAŞKAN Sizi de uyarıyorum. Lütfen, beni İç Tüzük
hükümlerini uygulamak zorunda bırakmayın.
Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, 2009da AK PARTİ hükûmetleri de kriz yönetti. AK
PARTİ hükûmetleri
2009da yaşadığımız krizde de
TLde değer kaybı yaşandı, dövizin fiyatı arttı.
O dönemde de, bu dönemde de yoğun bir şekilde Merkez
Bankasının ucuza döviz satması için talepler meydana geldi.
Açın gazeteleri, bakın.İnanılmaz bir şekilde,
köşe yazarlarından siyasilere
kadar Efendim, Merkez Bankası döviz satsın, yurt dışı
döviz borcu olanların ucuza döviz almasını sağlasın.
dediler koro hâlinde. Bir tek kuruş döviz satmadık. 70 milyar dolar,
71 milyar dolar -altın hariç- döviz rezervi olduğu gibi duruyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Milletin parası
böyle korunur. Ve bu kriz de dünyanın yaşadığı en
büyük kriz. 1994 ve 2001deki krize göre de dışarıdan gelen,
dış şoklardan gelen, dış şokla beslenen bir kriz,
bizim üretmediğimiz bir kriz. Orada boşaltıldı ama biz
sonuna kadar savunduk ve o milletin parasını, o milletin
hakkını koruduk. O nedenle kriz lobisinin AK PARTİ hükûmetlerini
sevmediğini biliyoruz. Çünkü hep alışmışlar
geçmiş yıllarda, kriz lobileri krizden enerji üretirler, para
kazanırlar, hem de ne paralar. Örneklerini verdim, net olarak verdik,
1994te, 2001de. Bir tek 2009 krizinde bu haksız kazancı
sağlayamadılar. Alışmışlar çünkü geçmişte,
hep böyle görmüşler. Birdenbire önleri kapatılınca, milletin
parası, kaynağı çarçur edilmeyince gerçekten bize o açıdan
çok saldırdılar, Yanlış yapıyorsunuz. dediler, yani
Ülkeyi mahvediyorsunuz. dediler, Satın, ucuza döviz satın, döviz
borcu olanlar bunu alsınlar ve borçlarını ödesinler. dediler
değerli arkadaşlar. Bunları hep yaşadık. (MHP
sıralarından gürültüler) Dolayısıyla, aradaki fark bu
işte, AK PARTİ hükûmetleriyle diğerleri arasındaki fark bu.
Bunun için bu Hükûmete bir teşekkür gerekmez mi değerli
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Ona Cemil Çiçek cevap verecek, o
dönemde bankalardan sorumluydu. Cemil Çiçekin cevap vermesi lazım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) En çok
tartışılan konulardan bir tanesi de bu faiz meselesi.
MUHARREM İNCE (Yalova) Söz hakkı verilmesi lazım
Cemil Çiçeke.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Zaman zaman muhalefete
mensup arkadaşlarımız çıkıyorlar, İşte,
şu kadar faiz ödüyorsunuz, bu kadar faiz ödüyorsunuz
Belki biraz sonra
yine bu kürsüden şöyle hesap yapılacak, denilecek ki: AK
PARTİnin iktidar olduğu yedi yıllık dönemde Türkiye'nin
361 milyar lira faiz ödediğini -225 milyar dolara tekabül ediyor
yaklaşık olarak- ve bununla -yani 2,5 milyar dolara bir Atatürk
Barajı yapıldığı hesap edilirse- onlarca baraj
yapılacağını, işte binlerce hastane
yapılacağını, okul yapılacağını söyleyecekler,
söylediler, muhtemelen yine söyleyecekler.
Arkadaşlar, rakamlar aslında masumdur ama rakamlara
günah işletilebilir. Nasıl? İşte, bu şekilde.
OKTAY VURAL (İzmir) Başbakanın
yaptığı gibi.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Doğru, gerçekten
üst üste topladığınız zaman 2003ten itibaren 2009un
sonuna kadar yaklaşık olarak faize ödenen rakam 361 milyar lira.
Doğru, buraya kadar doğru, yani rakamsal bir gerçek zaten. Doğru
olmayan şu: Eğer AK PARTİ olmasaydı bu faiz ödemesi ne
kadar olurdu? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
SÜLEYMAN TURAN ÇİRKİN (Hatay) Nereden bileceğiz?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ben söyleyeceğim,
merak etmeyin. Biz dersimize çalışıyoruz, biz hesabını
kitabını yaptık, o şekilde çıktık
karşınıza. Merak etmeyin, söyleyeceğim ben size.
Şimdi bakın, 1990da faiz ödemelerinin bütçe içindeki
payı yaklaşık yüzde 20 civarında. Yani 100 liralık bir
bütçe düşünün, bunun 20 lirası faize gidiyor. O tarihten itibaren
yine kesintisiz olarak çok değişik siyasi partiler hükûmete geldi,
hükûmetler oldu. Bütün bu hükûmetler döneminde kesintisiz olarak bütçe
içerisindeki faizin payı artmış, kesintisiz bir şekilde
artmış. 1999da yüzde 20 olan bu oran, rakam, 2002 yılına
gelindiğinde yüzde 44,7ye çıkmış. Yani, 2002
yılında 100 liralık bütçe harcamasının, toplam bütçe
ödeneğinin içinde faizin payı 44,7 değerli arkadaşlar,
yüzde 44 ve ondan sonra... (AK PARTİ sıralarından Hükûmet kim
Sayın Başkan? sesleri) Bütün hükûmetler var, istisnasız bütün
hükûmetler var. Sayın Demirel de var, Sayın Demirel de var.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) Sayın
Erbakan...
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani, şimdi,
57nci Hükûmetten en son devraldığımızda da oran 44,7 ve bu
tarihten itibaren kesintisiz bir şekilde bu oran düşmeye
başlıyor. Kesintisiz
Hani bir yıl dersiniz ki tesadüfen
düştü, ikinci yıl düştü şans eseri düştü, üçüncü
yıl denk geldi diyelim. Yani, hep diyorsunuz ya, dışarıda
bolluk vardı. Dışarıda bolluk 94-2001 krizlerinde
vardı esas. Dünyada, güllük gülistanlıktı değerli
arkadaşlar, bolluk çoktu ama Türkiyede kan gövdeyi götürüyordu. Ekonomik
anlamda söylüyorum.
Şimdi, bakın AK PARTİ iktidara geldikten sonra
oranlar kaça düşüyor: Oranlar hızlı bir şekilde 2003te
41e düşüyor, 2004te 37ye, 2005te 28e, 2006da 25e -yüzde 25e-
2007de 23,9a, 2008de 22,2ye ve 2009da -kriz yılı- 20,8e
düşüyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani,
bütçenin içindeki faiz ödemelerinin payı, 2002 sonunda yüzde 44,7den 2009
sonunda yüzde 20ye düşüyor değerli arkadaşlar. Anlamı
nedir? Daha önce 100 liralık bütçeden 45 lirasını,
yaklaşık olarak, faize veriyordunuz. Kaça düşmüş? 20ye
düşmüş. Eğer AK PARTİ değil de herhangi başka bir
hükûmet olsaydı -AK PARTİ hükûmetleri değil de- ne
olacaktı?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Daha da
aşağı inecekti.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Daha aşağı
düşecekti.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Çok büyük bir
ihtimalle bu oran yine yükselmeye devam edecekti. Neden? Çünkü hep
yükselmiş geçmişte. Hadi diyelim ki yükselmedi. AK PARTİ
dışında bir hükûmet, diyelim ki iyi yönetti ve o oranı
aynen korudu, koruduğunu varsayalım, korumuş olduğunu
varsayalım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Daha da
aşağı düşecekti.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Kaçta kalacaktı?
44,7de kalacaktı ve o şekilde bir hesaplama
yaptığınızda ne kadar tasarruf yapılmış
biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yedi yılda tam 232 milyar
lira tasarruf yapılmış en az.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Niye
borçlandınız o zaman?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) AK PARTİ
hükûmetleri sadece faizden 232 milyar lira tasarruf elde etmişler.
Alkışlanması gerekmez mi, takdir edilmesi gerekmez mi? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİM IŞIK (Kütahya) Borç niye 2 katına
çıktı, onu söyle.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ya da soruyu
şöyle sormak lazım: Eğer AK PARTİ Hükûmeti olmasaydı
tasarruf edilen bu 232 milyar lirayla kaç tane baraj yapılabilirdi, kaç
tane baraj giderdi? Hani hatırlar mısınız arkadaşlar?
2002 yılında AK PARTİ hükûmete gelmeden önce hep bize kaynak
soruyorlardı. İşte kaynak! Kaynak burada, otoyolların
kaynağı burada, hızlı trenin kaynağı burada; bu,
işte bu, 232 katrilyon lira! Yani faizi azalttık, diğer
harcamalara kaynak ayırdık, kaynak burada. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Bu alkışlanmaz
mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) KÖYDESin kaynağı
burada, BELDESin kaynağı burada ve beğenmediğiniz kömür
yardımlarını da içerecek şekilde fakir fukaraya
yaptığımız yardımların kaynağı burada,
çocuklarımızın sıralarına konulan ücretsiz
kitapların kaynağı burada, özürlülere bağlanan
maaşların kaynağı burada.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Hortumun da orada, hortumun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 2010 bütçesinde
tarıma ayrılacak 8 katrilyon liranın kaynağı burada,
arkadaşlar, kaynak burada. Sizin aklınız ermeyebilir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Gelecekten bahsetmiyorum, bakın, bu da son derece önemli.
Yaptıklarımızdan, AK PARTİ hükûmetlerinin
yaptıklarından, başarılarından bahsediyorum
değerli arkadaşlar, cek, cak demiyorum, olandan bahsediyorum. Bunu
herkesin kabul etmesi gerekiyor. Yani şimdi siz bu kaynağa buna
rağmen karşı çıkıyorsanız bunun takdirini de
gerçekten millete bırakıyorum.
Bakın, bir önemli ayrıntı da şu, faiz konusunu
kapatmadan: Kriz dönemlerinde faiz ödemeleri patlamış bütçe
içerisinde. Yani bu, 94 krizi için de geçerli, diğer krizler için de
geçerli, 2001 krizi için de geçerli, 2002den önceki tüm krizler için geçerli.
Kriz olduğu zaman bir anda faiz ödemeleri çok aşırı bir
şekilde üst noktalara gelmiş, yukarılara çıkmış.
Bakın, örneklerini vereyim. 1994 krizinde faiz ödemelerinin bütçe içindeki
payı 23ten 33e çıkmış, 10 puan birden artmış
yani bugünkü rakamlarla hesap ettiğiniz zaman yaklaşık 28
katrilyon bir yılda, bir krizde artmış. 2000 Kasımında
-orada da bir kriz yaşandı biliyorsunuz- yüzde 38den 43e
çıkmış. 2001 Şubat krizinde yüzde 43ten 51e
çıkmış. 2009 krizinde 22den 20ye düşmüş değerli
arkadaşlar.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ne oldu? Bu oldu
işte, bu oldu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) İnsanlar aç değildi,
şimdi insanlar aç.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu ne kadar
anlamlı biliyor musunuz, ne kadar önemli. Yani başkaları
geliyor, bu ülkenin bütün ekonomik dengelerini mahvediyor, bozuyor, allak bulak
ediyor, okunamaz, yönetilemez hâle geliyor. Bir bütçe düşünün, bütçenin
100 lirasının yarısını faize aktarıyorsunuz. Bu
bütçe yönetilebilir mi arkadaşlar?
AKİF AKKUŞ (Mersin) Emekli aç, vatandaş aç.
Sayın Başbakan, açım. diye bağırıyor
vatandaş.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bu ülkenin
yatırımlarına nasıl kaynak aktaracaksınız?
Tarımını nasıl destekleyeceksiniz? Gariban insanlarına
nasıl para aktaracaksınız? Dolayısıyla sosyal bütçeyi
nasıl uygulayacaksınız?
Söyleyelim: Yani dedik ya hani biraz önce, yedi yılda 232
katrilyon lira tasarruf edildi. Bu para nereye aktarıldı? Bu da güzel
bir soru. Şimdi onun irdelemesini yapalım. Yani faiz ödemelerinden
elde edilen tasarruflar, faiz giderlerinden elde edilen tasarruflar nereye
aktarıldı?
Faiz giderleri kime ödenir, yani kim faiz geliri elde eder?
Parası olan sermaye sahibi faiz geliri elde eder. Doğru mu?
Doğru.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, geçmiş
hükûmetler suçlandı. Yirmi beş yıldır Bakan Cemil Çiçek,
savunma hakkı verilsin. Abdülkadir Aksuya da savunma hakkı verilsin.
BAŞKAN Sayın Canikli, sizin de altmış
dakikalık süreniz doldu. Bir önceki gruba verdiğim süre kadar size de
süre vereceğim.
Buyurun, konuşmanıza devam edebilirsiniz.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Konuşmada bir
kesinti söz konusu oldu, onu da ilave etmenizi istirham ediyorum Sayın
Başkan. Teşekkür ederim.
BAŞKAN Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi, faiz
ödemelerini kim elde ediyor? Yüksek gelir grubunda bulunan insanlar elde ediyor
ve hükûmetlerin
Ne derse desin
Seçim zamanlarında hükûmetler her
şeyi söyler, şunu yapacağız, bunu yapacağız.
Bunların çok fazla bir anlamı yok. Önemli olan nasıl
yönettiği, hangi kararları aldığı. Bu nasıl belli
olur? Bütçeyle belli olur. Paraları nereden topluyorsunuz, kaynakları
nereye aktarıyorsunuz; önemli olan budur, konuşmaların çok fazla
bir anlamı yok. Muhalefetteyken ne söylediğiniz önemli değil,
iktidardayken ne yaptığınız önemli. [MHP
sıralarından alkışlar (!)]) Önemli olan bu.
Dolayısıyla şimdi bakalım, ne yapmış hükûmetler?
İktidardayken, bütçenin, ülkenin kaynaklarının, devletin
topladığı kaynakların yarısını faize
aktarmış, zengine aktarmış. Biz bunu 20ye
düşürmüşüz, düşmeye devam edecek.
YILMAZ TANKUT (Adana) Dilenci yaptınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, bu
tasarruf bize gerçek anlamda sosyal bütçe uygulama imkânı
sağlıyor. 2010 bütçesine bakalım. 2010 bütçesinde sosyal
güvenlik için ayrılan ödenek, öngörülen ödenek 57,8 milyar lira,
tarımsal destek için ayrılan ödenek 8,4 milyar lira -ki 2002
yılında 1,8di, aşağı yukarı 5-6 kat- reel kesime
aktarılan kaynak 6,4 milyar lira, sosyal yardımlar 13,3 milyar lira.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Borsadan yabancılara ne kadar
kazandırdınız Sayın Canikli, onu da anlatsana. Borsadan
kazandırdıklarınız
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Toplamı 81,9
milyar lira. Yani 2010 bütçesinde, toplumun fakir kesimine, alt gelir grubunda
bulunan insanlara aktarılacak; olan kaynak doğrudan aktarılacak;
ücretler hariç, maaşlar hariç
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Onu oradan aktarıyorsunuz
zaten.
BAŞKAN Sayın Yıldız, siz konuşmadan
duramaz mısınız? Siz yerinizden konuşmadan duramaz
mısınız? Sürekli konuşuyorsunuz, sürekli Sayın
Yıldız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
yatırımlar
yoluyla yapılacak aktarmalar hariç. Bunları bir kenara
bırakıyorum. Doğrudan bu kesime aktarılacak kaynak 81,9
milyar lira, bütçenin yüzde 28,6sı, neredeyse üçte 1i değerli
arkadaşlar.
Tabii, şimdi, bunun ne anlama geldiğini tam olarak
kavrayabilmek için öncekilerle karşılaştırmamız
lazım. O nedenle ben
Yani rahatsız olmayın bundan, sadece
bilimsel bir karşılaştırma yapmaya
çalışıyorum, yaptığım bu, yoksa amacım sizi
rahatsız etmek değil. Bakın, 2002 yılında
Elbette
kendi devraldığımız dönemle
karşılaştıracağım. 2001de almış
olsaydık o zaman ki rakamlarla
karşılaştıracaktık, 2000de olmuş olsaydı o
yılın rakamlarıyla karşılaştıracaktık.
2002 yılı bütçesine bakalım: KİT görev zararı -ki bunu
sosyal harcama olarak kabul ettim ben- 772 trilyon lira, sosyal güvenliğe
aktarılan 11,2 katrilyon, tarımsal destekleme 1,8 katrilyon,
diğer cari transferler -ki hepsi değil ama ben yine fazla fazla
yazdım, fazla fazla koyduk- 3,6 katrilyon, toplamı 17,4 katrilyon,
bütçeye oranı yüzde 14,8.
AKİF AKKUŞ (Mersin) Açık nasıl kapanacak, 50
milyar?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani 2002
yılında bütçenin yüzde 14ü sosyal harcamalar için
kullanılıyordu, aktarılıyordu, fakir kesime
aktarılıyordu, 2010 bütçesinde 2 katı, yüzde 28,6sı
aktarılıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir başka ifadeyle, 2002 yılında bütçenin 44,7si faiz elde
edenlere aktarılıyordu yani zengine, sermaye sahibine
aktarılıyordu. Fakir fukaraya ne kadar aktarılıyordu? Yüzde
14,5. Kaç katı? 3 katı.
KADİR URAL (Mersin) Dışarıya 35 milyar dolar
çıktı Sayın Canikli!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani bu ne demektir?
Bütçe gözüyle, bütçe rakamlarıyla zengine verilen değer fakire
verilen değerin 3 katı, anlamı bu. Fakire aktarılan yüzde
14,5, zengine aktarılan ne kadar? Yüzde 44,4.
KADİR URAL (Mersin) Bankalardan 35 milyar dolar
çıktı, 35 milyar... Nereden gitti bu para?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Ne söylerseniz
söyleyin, rakamlar bunları ortaya koyuyor değerli arkadaşlar.
Rakamlar önemli ama bizim dönemde yüzde 20 faize aktarıyoruz, yüzde 28,6
da garibana aktarıyoruz, sosyal projelerin finansmanı için
aktarıyoruz.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Canikli,
iktidarınız döneminde kömür yolsuzluğu 2 milyar dolar, bunu da
ekleyin onun üzerine.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Dolayısıyla
hangi açıdan bakarsanız bakın, hangi kriteri
kullanırsanız kullanın, AK PARTİnin bir özelliği var,
yetkiyi milletten alıyor, gücü milletten alıyor, hizmeti de millete
yapıyor değerli arkadaşlarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yani ne Merkez Bankasının
kaynaklarını yabancı bankalara, Amerikan, İngiliz
bankalarına peşkeş çektiriyor
Bütün haşmetiyle Merkez
Bankasının rezervleri duruyor, 71 milyar dolar değerli
arkadaşlar; krizden önce de bu kadardı, altın hariç, 5 milyar
dolar da altın var, 76 milyar dolar ama hem 94te hem de 2001de
boşaltıldı, har vurup harman savruldu. Aradaki fark bu
işte.
Hani, zaman zaman bazı arkadaşlar diyorlar ki özel
görüşmelerinde özellikle: Yani biz anlayamıyoruz, bu millet AK
PARTİye niye oy veriyor? Onun için, biz millete hizmet ediyoruz, biz
milletin hizmetkârıyız, başkalarının değil.
Milletimiz bunu çok iyi biliyor. O nedenle milletimiz bize destek veriyor
değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Tekel işçileri niye sokakta?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi, burada
şu soru akla gelebilir: Tamam, güzel konuşuyorsun, rakamları da
güzel söylüyorsun da acaba yoksulluk rakamlarına bu
yansımış mı? Yani Türkiyede yoksulların
sayısında bir azalma var mı? Doğal olarak bu soru akla
gelebilir. Benim de aklıma geldi ve araştırdım.
YILMAZ TANKUT (Adana) Yoksul kalmadı!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YILMAZ TANKUT (Adana) Yok, yok!
BAŞKAN Sayın Canikli, beş dakika ilave süre
vermiştim, doldu.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) Konuşsun Başkan,
konuşsun; güzel konuşuyor, ders veriyor.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Bir saat daha verseniz, o,
2001den çıkamaz, 2001de kaldı.
BAŞKAN Diğer gruba verdiğim ilave süre sekiz
dakikaydı, hesap ettim; şimdi size bir üç dakika daha ilave süre
veriyorum. Lütfen, üç dakika içerisinde tamamlayınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Yoksulluk rakamlarına yansımış mı? Öyle
ya, diyorsun ki: Ciddi anlamda zenginden aldı fakire verdi AK PARTİ
hükûmetleri. Bunun yoksulluk rakamlarına yansıması gerekir.
Evet yansımış, bakalım. TÜİKin rakamları
devletin resmî rakamları, yıllardan beri bu şekilde
hesaplanıyor.
2002 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 26,96sı
yoksul tanımı içerisindeymiş, 2002 yılında.
Azalmış azalmış, bugün kaça düşmüş? Yüzde 17,11.
MEHMET SERDAROĞLU (Kastamonu) Hadi canım sen de!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani fakirler ortadan
kalktı, fakirlik bitti demiyoruz değerli arkadaşlar. Elbette
hâlen en büyük sorunlarımızdan bir tanesidir. Bizim bütün
fakirliği ortadan kaldırdık gibi bir iddiamız yok.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Tekel işçileri niye sokakta?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şunu söylüyoruz:
Fakirlik azalıyor. Fakirlik azalıyor. Rakamlarla
konuşacaksınız. Yani diyor ki: Ben, efendim, geçende bir yerde
birisini gördüm, çok fakirdi. Böyle bilimsel bir değerlendirme, böyle bir
bilimsel çalışma olmaz. Rakamlarla konuşacaksınız.
MUHARREM İNCE (Yalova) Fakirler öldü, onun için
azalmıştır fakirlik.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani, bakın, 2002
yılında Türkiyede fakir sayısı -70 milyon alırsak
nüfusu- 18,8 milyonmuş fakirlerin sayısı Türkiyede. Ne zaman?
2002 yılı sonunda.
MUHARREM İNCE (Yalova) Muğlada gazi açlıktan
öldü, açlıktan!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi ne kadar?
2008 sonu itibarıyla 11,9 milyondur. Yani AK PARTİ hükûmetleri
döneminde fakirlerin sayısında tam 6,8 milyon azalma meydana
gelmiş. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar!)
OKTAY VURAL (İzmir) Harcama esaslı yoksul
sayısı 500 bin arttı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Biraz önce ifade
ettiğim gibi, elbette bitmedi, daha yapacak çok işimiz var, daha
alacak çok mesafemiz var.
OKTAY VURAL (İzmir) Harcama esaslı yoksulluğa gel
bakalım.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bunların
farkındayız ama AK PARTİ hükûmetleri doğru yolda,
doğru yolda
OKTAY VURAL (İzmir) Dolarla yoksulluk hesabı
yapılmaz. Vatandaşın cebinde dolar yok ki dolar hesabı
yapıyorsunuz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Saymasını bilmiyorsun
Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
milletin hizmetinde.
Güzel olan bu. Onun için geleceğe ümitle insanlarımız
bakıyor, onun için milletimiz bu samimi kadroya sahip çıkıyor
değerli arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) Şu harcama esaslı
yoksulluktan bir bahsetsene.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Son olarak,
bakın, çok utanç verici bir tabloydu. Türkiyede, açlık, 1
doların altında gelir elde edenlerin sayısı.
OKTAY VURAL (İzmir) Doları nereden bulsun yoksul adam?
TLyi bulamıyor, dolar mı bulacak? İşiniz gücünüz dolar.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bunlar vardı.
Bakın, 1 doların altında gelir elde eden insanlar vardı
2002 yılında bu Türkiyede ve onlar yüzde 0,2si, 2002
yılında bu ülkenin yüzde 0,2si günlük 1 doların altında
gelir elde ediyordu değerli arkadaşlar. Rakamlar, resmî rakamlar.
Şu anda ne kadar? Sıfır, şu anda sıfır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunların hiçbirisi tesadüf değil. Elbette milletimizin
verdiği desteği en iyi şekilde, AK PARTİ hükûmetleri
samimiyetle yine millete hizmet olarak döndürüyor, onlara hizmet etmeye
çalışıyor. Bu ülkenin kaynaklarını yabancılara,
başkasına peşkeş çektirmiyor. Samimi olarak koruyor. Bunun
manevi sorumluluğunu üzerinde hissediyor.
Çalışmalarını bu çerçevede sürdürüyor. O nedenle,
teşekkür edilmesi gerekmez mi değerli arkadaşlar? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
2010 bütçe
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, Sayın
Cemil Çiçek yirmi beş sene bakandı, cevap versin. Sataşma var
Cemil Çiçeke.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Kılıçdaroğlu, buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan,
Hatip Meclis kürsüsünden konuşurken eski bir bürokratın yargı
kararını açıkladı ve biz Niçin Yüce Divana
göndermiyorsunuz siyasileri? diye sorduğumuzda Yüce Divana göndersen ne
olur, göndermesen ne olur. diyerek yolsuzluklara ortak olduğu
mesajını verdi.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) Ne alakası var?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Böyle bir mantık olur
mu? Böyle bir mantık olur mu yani?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yolsuzluklara ortak
olacağı mesajını veremez.
OKTAY VURAL (İzmir) Yürek lazım göndermek için!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır,
arkasını
BAŞKAN Peki, zabıtlara geçti Sayın
Kılıçdaroğlu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Konuşmacı, orada
Yüce Divana göndermemeyle ilgili, 57nci Hükûmet zamanında, 2001
yılındaki Merkez Bankası Kanunundaki (h) maddesindeki
değişikliği ifade etmek amacıyla söylemiştir.
Sayın Grup Başkan Vekili olayı tamamen çarpıtmaktadır.
BAŞKAN Peki, o da zabıtlara geçti efendim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Caniklinin
tercümana ihtiyacı yoktur efendim. Tutanaklar açıktır.
BAŞKAN Tamam, teşekkür ederiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi,
gruplar adına son söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın İlhan Kesicinin.
Sayın Kesici, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kesici, sizin de süreniz altmış dakika
efendim.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA İLHAN KESİCİ (İstanbul) Çok
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına 2010 yılı bütçesi hakkında
görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, iki hafta önce Tokat
Reşadiyede menfur bir terör saldırısı sonucu şehit
düşmüş olan 7 tane Mehmetçiğimize ve Bursa Kemalpaşa maden
ocaklarında maden kazasında hayatını kaybetmiş olan 19
madencimize Cenabı Allahtan rahmet ve mağfiret, kederli ailelerine
başsağlığı ve hayırlı ömürler diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakerelerinin
açılış oturumunda
(CHP ve MHP sıralarından
Duyamıyoruz sesleri)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, lütfen
müdahale edin. Orayı görüyorsunuz, kahvehane gibi. Şuraya müdahale
eder misiniz? Konuşmacının insicamını bozuyor.
BAŞKAN Evet, değerli milletvekilleri, görüşmelere
devam ediyoruz, lütfen
Sayın Kesici, siz konuşmanıza devam edin.
Hatibi dinleyelim arkadaşlar, lütfen
MUHARREM İNCİ (Yalova) Bakanlar Kurulunda da iş
takibini bıraksınlar.
BAŞKAN Genel Kurulumuzda bir düzen var, o düzene tüm
milletvekili arkadaşlarımız lütfen saygılı olsunlar.
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın Başkan, ceza verin!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri
BAŞKAN Ayaktaki arkadaşlarımız, ayakta
sohbet eden arkadaşlarımız, lütfen yerlerinize oturur musunuz.
Lütfen
Sayın Kesici, devam edin lütfen.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçe müzakerelerinin açılış
oturumunda, Sayın Başbakan, bugünlerdeki son moda, sevdiği
deyimlerden bir tanesiyle, inadına deyimiyle bütçenin
dışındaki her türlü konuya girme istidadı içerisinde, girme
teşebbüsü içerisinde bulundu. Hâlbuki, üzerinde konuştuğumuz hadise
bir bütçedir, ekonomiyle ilgili performanstır, ekonomiyle ilgili durumdur.
Sayın Başbakanın inadına ekonominin dışında,
bütçenin dışında alanlara kaymasını
yadırgadığımı arz etmek istiyorum yüce heyetinize.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Sayın Baykal nerelerde
konuştu?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Yine, Sayın
Başbakan eline aldığı bir kitapla 1920lere gitti durmadan.
Sonra, Değerli Maliye Bakanımız burada
dağıttığı kitapçıkla 2050ler dünyasında
Türkiyeye bir yer bulmaya çalıştı. Biraz önce de Sayın
Canikli 2001 yılından bir adım öteye gelmedi. Yani, Sayın
Başbakan 1920lere götürüyor, Sayın Maliye Bakanı 2050ler
dünyasında Türkiyeye bir yer arıyor, Sayın Canikli de bir türlü
2001den bu yana gelmiyor. Bu 2009 yılının suyu mu
çıkmıştır? Yani, bu 2009 yılının suyu mu
çıktı, ne oldu bu 2009 yılına? (CHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler) 2010
yılı bütçesinin suyu mu çıktı da 1920, 2050, 2001de
dolaşıp duruyorsunuz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Eskilerde sizin de mi
sorumluluğunuz var?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
milletvekilleri, yine Sayın Canikli biraz önce çok değerli rakamlar
arz ettiler yüce heyetinize. Elimizde bulunmuş olan, bize takdim
edilmiş olan 2010 yılı bütçesi, vasıfsız,
kişiliksiz, mahcup, iddiasız, hiçbir vaadi olmayan bir bütçedir.
Niye? Bütçenin bir büyüklük rakamı var, haramcalar rakamı. Ne? 287.
İyi. Burada bir faiz kalemi var. Ne kadar? 57. Bütçenin açık kalemi
var. Ne kadar? 50. 57 artı 50 eşittir 107. Yani bütçenin yüzde 40ı
yok zaten. Yani böyle bir dokümanın adına bütçe demek doğru
değildir, bu ancak bir müsvedde çalışma olarak
nitelendirilebilecek bir şeydir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başbakanın 1920lere gitmesinin, Sayın
Maliye Bakanının 2050lere gitmesinin de hakiki sebebi
buradadır. Ortada, üstünde imanı fikredecekleri, Türkiyeye
gösterecekleri, Türkiyeye anlatacakları bir 2010, 2009 performansı
yoktur.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu bütçenin bir de gelir
kalemi var. Bu, harcamalarla ilgili olan bölümü idi. Gelir kaleminin
rakamı 237. Burada bir vergi gelirleri var elbette. Bu rakam 193.
İyi, güzel ama bu 193 diyor ki bir evvelki yıla nispetle -yani 2009
yılına nispetle- yüzde 18,2 vergi gelirlerinde artış
öngörüyorum.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu 2009
yılındaki performansa göre vergi gelirlerinde artış
öngörmüş olacaklar, değil mi? Hâlbuki 2009 yılındaki
ekonomik performans ne? Eksi 6,5, millî gelir büyümesi. Biraz sonra
geleceğim.
Bize benzeyen ülkelerin içerisinde, bütün dünyada 192 tane ülkenin
içerisinde Türkiye büyüklüğüne, Türkiye millî gelirine yakın
büyüklükte olan ülkelerin içerisinde en kötü, en düşük büyüme
hızı Türkiyenin büyüme hızıdır. Biraz sonra geleceğiz.
Arada bir Letonya, Latvia vesaire gibi laflar ediyorlar, Hükûmet
cenahı ediyor, Sayın Maliye Bakanı açış
konuşmasında yaptı bu işleri. Onların büyüklüğü
bizim İstanbulda bir Kartal ilçesi büyüklüğü kadardır. Kartal
ilçesindeki bir büyümeyi getirip Türkiye ile mukayese ediyorlar. Bu, çok
yanlıştır. Şimdi, yüzde 18,2, eğer inanabilirsek,
inanırsak bu yüzde 18,2lik gelir artışına, iki tane
şeyi ifade eder: Bir; ya 1 Ocak, yani bundan beş gün sonra, altı
gün sonra 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren yağmurdan
boşalırmış gibi, gökyüzünden taş
yağıyormuş gibi Türk halkının üstüne zam
yağacaktır, vergi yağacaktır veya bu sadece bir komiklik
olarak ifade edilebilecektir. Komikliğin dışında da
başka hiçbir anlamı yoktur!
Değerli arkadaşlar, aslında bu hâl, yeni bir hâl de
değil. Biraz önce Sayın Canikli, lafların bir bölümüne
-bürokrasiden de benim arkadaşlık ettiğim, beğendiğim,
sevdiğim bir arkadaşımdır- laflara bazen
(CHP
sıralarından Takla attırıyorlar! sesi) Evet. Şimdi,
bunu ilk defa yapıyor da değiller, bu 2010 yılı bütçesiyle
ilgili, bir de 2009da da yaptılar, 2008de de yaptılar. Bir bütçenin
ciddiye alınabilmesi için iki tane şey var: Bir; öngördüğü
büyüme hızı ne oldu? Yani, bütçe, ekonomik program ne öngördü ve
nasıl gerçekleşti? 2009 yılı programında öngörülen
büyüme hızı ne? Yüzde 4, iyi. Gerçekleşme büyüme hızı
ne? Eksi 6,5! Demin de ifade ettiğim gibi, dünyanın en kötü, en
düşük büyüme hızı. Yani bu ciddiye alınabilir mi? O yüzdendir
ki, Sayın Canikli 2001den bu tarafa gelmiyor, Sayın Maliye
Bakanı 2050lere gidiyor, Sayın Başbakan 1920lere gidiyor, bu
2009
İki; yine ifade edildi burada, yani ikinci bölümü nedir bu
bütçelerin? Gelirlerim bu kadar olacak. aile bütçesi, kişisel bütçe gibi
bir şeydir bu, Gelirlerim bu kadar olacak, şuralardan
toplayacağım, harcamalarım bu kadar olacak, şuralara
harcayacağım. Amenna. Bunun arasında da bir
açığım olacak. Bu açığımı da şu
şekilde karşılayacağım. Bütçe demek bu demektir.
İyi. 2009 için ne öngördüler? Eksi 10,3, iyi. Allahualem, öbürlerinde de
sapma olur, başka bütçelerde de sapma olmuş olabilir, ne olabilir
yani 10,3? 11, 12, 13, 14, 15, 25, 35, 45, 55. Allahtan korkmaz mı insan?
63, 62,8. (CHP sıralarından alkışlar) Yani şimdi bunun
adına bütçe diye bir doküman denilebilir mi? Ciddiye alınabilecek
bir doküman olarak bakılabilir mi? Benim bu söylediklerimin, değerli
milletvekilleri, ne muhalefet gayretiyle bir alakası var ne başka bir
şeyle alakası var; sadece, bu gerçeklerin, rakamların tahrifi,
çarpıtılması, vatandaşın zihninin
bulandırılmasının önüne geçmek istikametinde ben arz
ediyorum bu bilgileri.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Ciddiye alınacak bir
şey değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Peki, değerli
milletvekilleri, 2009 böyle oldu. Yani niye 2009 böyle oldu? Dünyada da güzel
günler vardı, Türkiyenin de güzel, AKPnin de -isterseniz AK PARTİ
de diyelim- güzel günleri oldu, bunları görmezlikten mi gelelim filan diye
bir de oraya doğru geliyorum şimdi.
Sayın Canikli, ayrıca, muhtemelen benim bilgisayar
kayıtlarımı herhâlde görmüş de olmalıdır.
İleride bir yerde söyleyeceğim 261 milyar dolar faiz harcaması
yaptınız, faiz yaptınız. filan diye, bunu da
kınayacağım ayrıca. O rakamı da olduğu gibi
söylemiş oldu. Nereden eline geçti, onu da fark edemiyorum yani onu da
bilemediğimi ifade etmek istiyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Şahsınıza ait bir
rakam mı yoksa?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, evet.
Şimdi, değerli arkadaşlar, dünyada dönem dönem iyi
dönemler olur, büyümeler olur, dönem dönem kötü dönemler olur. 1990la 2000
arasındaki dönem vasat bir dönemdir dünya ekonomisi bakımından.
Dünya ekonomisi yüzde 3ler civarında büyümüştür, iyi, bu vasat bir
şeydir. Bunun içerisinde, büyük ekonomiler yüzde 1ler, 1,5lar
civarında büyümüştür, bu da iyidir. Gelişmekte olan ekonomiler
yüzde 5ler civarında büyümüştür, bu da iyidir, vasattır daha
doğrusu. Ama 2000den 2008e kadarki olan dünya, bu, bizim eski Lale
Devrinden de galat olmak üzere Ekonomik Lale Devri olarak
adlandırılan bir dönemdir. 2003le 2008, neredeyse, tarihin
görmediği en büyük büyüme hızlarını elde etmiştir
bütün dünya, dünyanın ortalaması 5,5tur. Bizim de içinde
bulunduğumuz, adına yükselen sınıflar, yükselen
ekonomiler, yükselen piyasalar diye nitelendirebileceğimiz ekonomilerin
büyüme hızı 7,2dir -dünya ortalamasını söylüyorum- Uzak
Asya, Pasifik kenarındaki ülkeler -onlar da krizden çıkmış
olan ülkelerdi bizim 2001 krizinden çıktığımız gibi-
onlar da yüzde 9, muhteşem. O yüzden dünya, tarihin gördüğü en büyük
büyüme hızına erişmiştir, 2003-2008. Biz de büyüdük, AKP de
böyle bir krizin üstüne geldi. Zaten o kriz olmasa idi muhtemelen AKP burada
olmayabilir idi veya bu büyüklükte olmayabilir idi. Yani o krizin ertesinde,
krizin yönetiminde bulunmuş olan üç parti, Milliyetçi Hareket Partisi,
Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti yüzde 53lük bir oyla seçimden
çıkmış idiler, krizin ertesinde yüzde 15le çıktılar.
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) 2007yi de söyle.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) İyi yönetebildiler
mi krizi?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, onların
içerisinde Parlamentoda dört tane parti vardı, bir de muhalefetteki
Doğru Yol Partisi vardı. Türk halkı kendisine o krizleri
yaşatan bütün bu partilerin hepsini bütün dünya tarihinde ilk defa olmak
üzere Parlamentonun dışına attı. Parlamentonun
dışına çıkmış olanlardan sadece hem dersini iyi
çalışmış olan hem de diğer gereklerini yerine
getirmiş olan Milliyetçi Hareket Partisiyle bugün bir arada
huzurlarınızda beraber çalışıyoruz. (MHP
sıralarından alkışlar) Şimdi, o yüzden bu ekonomiyle
ilgili hadiselere en çok dikkat etmesi gereken parti bu Parlamentoda Adalet ve
Kalkınma Partisidir. Bunu eğer kale almaz iseniz, bunu eğer
küçümser iseniz yine bilecek olan sizsiniz ama akıbet aşağı
yukarı bellidir. Nereden? Geçmiş tecrübelerden. Onlarla ilgili de
bazı bilgiler arz edeceğim ben.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu iş böyle
giderken, birdenbire, adına dünya krizi denilen bir laf çıktı.
Bu laf 2008 yılının Ekim ayında çıktı, Ekim 2008.
2008 Ekiminden önce adına global kriz vesaire filan denilen bir laf yok
idi. Ben 2007nin Aralığında huzurlarınızda bu kürsüde
bizim ekonomimizin gidişatının aman dikkat edilmesi lazım
geldiğine dair bazı şeyler gösterdim, anlattım. Şimdi,
onları tekrar etmeye de gerek görmüyorum. Ama dünyadaki krizin
çıkış noktası, daha doğrusu belirlenme noktası
Ekim 2008dir, o zamana kadar bir şey yok, peki. Ne oldu bu Ekim 2008de?
Dünya çok kafa yordu bu işe. Acaba, gelirinden fazla mı harcamalar
oldu denildi. Acaba, özellikle bu rating kuruluşları, derecelendirme
kuruluşları, çürük elmaları alladılar pulladılar,
güzel elmalar diye mi dünyaya takdim ettiler? Acaba, borçların
harçların tahammül edilmez noktalara gelmiş olması mı oldu?
Vesaire bütün bunların üstünde kafa yoruldu. Sonra, buna nasıl çare
bulunur diye kafa yoruldu çünkü dünyanın önünde bir de 1929 Büyük
Ekonomik Buhran diye bir buhran var idi, o çok can yakmış idi. Bu o
kadar can yakmasın diye çok kafa yoruldu. Sonra, birdenbire- birinci
senesini doldurduk neredeyse yani Ekim 2008in- dünyadaki büyük çözülme, büyük
buhrana doğru gidiş durduruldu. Niye? Bir tane sebebi var
değerli arkadaşlar. Bizim kültürümüzde çok aşina olunan güzel
bir sebep söyleyeceğim, güzel bir sebep arz etmiş olacağım.
1929 Büyük Buhranında Amerikanın başında
Başkan Hoover diye bir Başkan vardı, çok samimi bir liberal idi,
bu çok samimi bir liberal idi. Kriz çıktı, dedi ki: Hiç devleti
karıştırmayacağım ben bu işe çünkü piyasanın
görünmez eli -kapitalizmin özüdür- gelir bunu düzeltir. Üç sene bekledi samimi
bir şekilde. Piyasanın görünmez eli gelip o krizi düzeltemedi. Onun
muhalifinde Roosevelt -yani o zamanki Cumhuriyetçi Partidendir Hoover,
Roosevelt de Amerikanın Demokrat Partisindedir- onun
karşısında da Roosevelt Bu, piyasanın görünmez eliyle olmaz,
devletin görünür eliyle ben bu işi düzene sokarım. dedi. Devletin
görünür eli sisteme girdi, kriz bitti. Şimdi, bunun, bizim
Daha sonraki
bahiste de gelecek.
Şimdi demek ki bu 2008, 2009daki krizin bitmesindeki en
önemli faktör, bundan sonra da ekonominin yönetiminde, bütün dünyadaki
ekonomilerin yönetiminde rol alacak olan faktörlerin başında devletin
ekonomideki rolü gelmiş olacaktır. Yani bu yeni bir dünyadır.
2010dan sonraki dünyadaki ekonomide devletin rolü, devlet-özel sektör
ilişkilerinin yeniden tanzimi, devletin ekonomideki yeniden tanzimi ve
rolü, fonksiyonları bir numarada gündeme gelecek olan bir hâldir. Bu,
bizim sevdiğimiz bir ekonomik modeldir, şahsen benim de çok
sevdiğim bir ekonomik modeldir. Türkiye'nin biraz sonra arz edeceğim
ben- büyük büyüme hızlarına ulaştığı dönemlerde
devletin ekonomide çok müspet bir rolü ve tanzim edici bir hâli vardır.
Bizim padişahlarımız -cennet mekân hepsi- aynı zamanda
güzel hobileri olan, değerleri olan insanlardır. Bunların çok
büyük bir bölümü şairdir, bir bölümü müzisyendir,
musikişinastır, mucidimakam olanlar da vardır. Bunlardan bir
tanesi Kanunî Sultan Süleymandır, Muhibbî mahlasıyla şiir
yazar, divan seviyesinde şiirleri vardır; o da diyor ki: Halk içinde
muteber bir nesne yok devlet gibi. O yüzden yeni ekonomik modelde de ekonomi,
piyasa ekonomisi olabilir ama devlet, piyasa devleti olmayacaktır,
olmamalıdır.
Şimdi, değerli arkadaşlar, değerli
milletvekilleri; bu dünya krizi yani
ÜNAL KACIR (İstanbul) O sözdeki devlet başka devlet.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bu dünyada kriz oldu,
adına dünya krizi denildi. Dünyanın 2009la ilgili ekonomik
performansı şudur: Eksi 1,1. İyi, yani dünyada bir kriz oldu,
dünyanın ekonomisi yüzde 5ler civarında büyür iken yüzde 1
daraldı; olabilir. Bu krizin üs merkezi neresi? Depremlerin üs merkezi
oluyor ya yani en çok hasarın, en çok ölünün, en çok binaların
yıkılmasının meydana geldiği yerin adı: Depremin
merkez üssü. Bu merkez üssü neresi? Amerika. Tamam, o da iyi. Amerikadaki
büyüme performansı ne? Eksi 2,7. Demek ki dünya krizi diye bir kriz var,
eksi 1,1. Bunun üs merkezi Amerika Birleşik Devletleri, eksi 2,7; tamam.
Dünyanın öbür taraflarında bir şeyler var. Bizim -yine demin
ifade ettiğim tarzdaki bir sınıflandırmada- içinde
bulunduğumuz, adına da yükselen piyasalar, gelişmekte olan
ekonomiler denilen ekonomiler grubu var. Bunlardaki büyüme hızı
artı 1,7. Allah Allah, şimdi, onlar büyümüşler. Yani
bırakınız küçülmeyi bir de artı 1,7 büyümüşler.
Onların biraz daha doğusunda Hindistan diye bir yer var, nüfusu 1
milyar 200-300 milyon. Hindistanın ekonomik performansı ne?
Artı 5,4. Onun biraz yanında başka bir ülke daha var, Çin,
nüfusu 1,5 milyar civarında. Onun büyüme hızı ne? Artı 9.
Şimdi, rakamları yeniden tekrarlıyorum: Dünya eksi 1, 1, Amerika
eksi 2,7 -krizin üs merkezi- bizim içinde bulunduğumuz grup artı 1,7,
Hindistan 5,4, Çin 9.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) Kriz öncesi Çin yüzde kaç
büyüyordu?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Ee, bu yarım dünya
krizi gibi bir şey oldu yani, dünyanın batısında var,
doğusunda yokmuş gibi. Türkiye ne? Türkiye eksi 6,5. Eğer
bununla, Hükûmetimiz, sizin Hükûmetiniz bizim Hükûmetimiz, Türkiye'nin
Hükûmeti, eğer bu Hükûmetimiz bununla iftihar ediyorsa demek ki 6,5
olacağına 16,5 olsa daha iyiymiş yani değil mi? Böyle bir
şey olabilir mi yani? (CHP sıralarından alkışlar)
Ya, dünyada kriz var, eksi 1. Türkiyede kriz yok, Sayın
Başbakanın ifadesiyle bize vızıltı yani bu kriz
dediğin ne ki teğet geçer. Teğet geçti, eksi 6,5. Ben buna
-teolojik anlamda almasın arkadaşlarımız ama- sosyolojik
anlamda bir benzetme yaptım, diyorum ki: Bu nasıl iş yani
Azrail Amerikada dolaşıyor, ekonomik anlamda, ölüler Türkiyede
çıkıyor. Yani değil mi? (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, değerli milletvekilleri, bu, 2009. Bir de ola ki,
denilebilir ki ya kardeşim, biz yedi senedir bu iktidardayız, çok iyi
işler yaptık, asıl buna bakmak lazımdır yani bir tane
yılı elimize alıp neden bir tane yılın üstünden
gidelim? Bakalım: Şimdi burada, Sayın Genel
Başkanımız Deniz Baykal Bey, bütçenin açılış
konuşmasında, tablolarla -tablolar gayet güzel
hazırlanmış tablolar- ve gayet güzel yapılmış
olan bir sunumla, büyüme hızlarını, dönemler itibarıyla
büyüme hızlarını yüce heyetinize arz etti.
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) Sen mi hazırladın?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Ben, önemine binaen,
tekraren bu büyüme hızlarını ayrıca arz etmek istiyorum. Bu
dönemlerin içerisinde, neden yedişer yıllık dönemler
alıyorum? Çünkü, sizin iktidar döneminiz yedi yıl. Sizden evvel,
80lerde, 60larda, 70lerde, 50lerde, 30larda, 20lerde, yedişer dönem
üst üste konulabilecek olan ne kadar dönem varsa tamamını, tahrif
etmeden, herhangi bir değişikliğe uğratmadan arz edeyim,
ona göre ölçmüş olalım:
1923-29. Neden 1923-1929: Aslında, 1929, orada da bu Büyük
Buhranın başlangıç yılıdır. Hem yedi yıla
denk düşer -aynen sizinki gibi yani- hem de arkasında da bir buhran
var, sizde de bir buhran var.
Değerli arkadaşlar, 1923-1929: 10,3.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Siz niye 1920lere
gidiyorsunuz?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hayır, hayır,
geliyorum, oradan geliyorum şimdi, orada kalmıyorum.
BAŞKAN Değerli arkadaşlar
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sayın Genel Müdürüm,
orada kalmıyorum, geliyorum ben şimdi.
1923-1929: 10,2. 1923-1938
1950-1957, geliyorum 50lere
doğru.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Sizin karne döneminize
bir gelseniz.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Onu da söylerim, elbette.
1950-1957: Demokrat Parti dönemi, yedi yıllık bir dönem.
1957de orada da kriz vardır. 1950-1957: Yüzde 7.
60lar, 1966-1970, 71 muhtırasının ucuna kadarki
olan dönem: Yüzde 6,3.
80ler
Veya 70leri de katayım. 70lerde ilk üç plan dönemi,
yani 1963-1977, on beş sene. Bu on beş senenin içerisinde
Kıbrıs Barış Harekâtı var, Kıbrıs
Barış Harekâtı münasebetiyle Türkiyeye konulmuş olan
ekonomik ambargo var. Ayrıca 1970te 1 dolar olan petrol, 1977
yılında 30 dolar olmuş, yani 1 dolar-30 dolar. Bütün bu dönem
var. Bütün bu on beş senenin ortalaması yüzde 6,1.
Şimdi geldim sizin döneminize: 2003-2009, dünyanın en
parlak dönemi. Dünyanın en parlak döneminde -2003-2009- değerli
arkadaşlar: 4,0. Aslında bendeki makineye göre 3,98 de
hatırınızı kırmamak için ben de onu 4,0a iblağ
ettim. (CHP sıralarından alkışlar ve gülüşmeler) 4,0.
Buradan yeniden söylüyorum.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Dünyada ne?
İLHAN KESİCİ (Devamla) E, demin söyledik ya. (CHP
sıralarından gülüşmeler)
HAKKI SUHA OKAY (Ankara) Anlamadı.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, dünyada, büyük
ekonomiler 5,5, bizim içinde bulunduğumuz ekonomiler 7,2, Asya 9. Dünyada
bu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu söylemekten
muradım şudur: Bir: İnsanlar kendisini bazen şey yapar
Bu
kandırma lafından daha zarif, daha kibar bir laf bulayım diye
düşünüyorum ama
Diyelim ki kandırmasın yani kendisini. Böyle
ağızlarından bal damlıyor Hükûmet sözcülerimizin, duyan da
zannediyor ki dünya bal olmuş, bir tek bizim kaşığın
sapı kırık. Öyle bir şey var mı? Yok öyle bir
şey. Yani, dünya bal olmuş, sadece bizim kaşık
Evet.
Şimdi, bu yüzde 4,0lık büyüme yedi yıllık bir
ortalama için, değerli arkadaşlar, başarılı bir büyüme
değildir, Türkiye'nin iftihar edeceği bir büyüme değildir,
amaçlayacağı bir büyüme değildir. Daha sonra göreceğiz.
Bunun bir de ayrıca karşılığı var,
bir bedeli var. Yani, acaba hiç bedelsiz mi oldu bu büyüme, yoksa belli bir
bedel mi ödedik bu büyümeye karşı -yine Sayın Caniklinin
konuşmasında biraz izi vardı, biraz ucu vardı- biraz da
onlara gelmek istiyorum.
Şimdi, değerli Maliye Bakanımız ve Maliye
Bakanlığı bu kitabı bütün milletvekillerine
dağıttı. Önünde olan arkadaşlarımızdan istirhamım
olsun, bunun bir 93üncü sayfası var -93üncü sayfa- orada Türkiye'nin
borcu harcı, derdi, her neyse, onunla ilgili veriler var.
Şimdi, o 93üncü sayfasındaki veriler şöyle...
Türkiye'nin, biraz önce tenkit ettiğiniz, içinde Milliyetçi Hareket Partisinin
de bulunduğu -2001, 2000 kriziyle ilgili- bütün cumhuriyet hükûmetlerinin
seksen senede yaptığı bir borç harç var: 148. Aslında bu
2000 yılından önce bu kadar büyük görünen bir rakam değildi,
ancak böyle 90larda görünen bir rakamdı. Gerçekten, Milliyetçi Hareket
Partisinin de içinde bulunduğu yönetim, özellikle kriz ve krizin
ertesindeki hâl dolayısıyla, muhasebelerdeki halının
altına itilmiş şeyleri açığa çıkardılar.
Yani kamu iktisadi teşebbüslerinin görev zararları buralarda
görünüyor görünmüyor idi, bankalarla ilgili hortum, soygun, aklınıza
ne geliyor ise burada görünüyor görünmüyor idi, onlar bu 148
rakamının içindedir. O yüzden bunu baz almanızı istiyorum.
Bu rakam 148.
Şimdiki rakam ne? Eğer bu kitaba bakan varsa
arkadaşlar -görmüyorum ama, kitap herhâlde yok kimsenin elinde- oradaki
rakam 285 yazar, doğrusu 295 olacak. Niye? Çünkü o Ekim 2009
itibarıyla veriyor. Kasım ayının verileri de geldi, ben onu
da işledim buna, etti 295.
Şimdi, bu kamu sektörünün borcu, yani iç ve
dışının toplamı. Şimdi, bu ne? İyi bir
şey mi yani bu? 148miş, 295 olmuş. Tam yüzde 100, alnı
alnına artış.
Değerli Maliye Bakanı
Nerede? Ha, yok. Ben de hep seni
görüyorum Sayın Maliye Bakanı filan diye.
DEVLET BAKANI MEHMET ZAFER ÇAĞLAYAN (Ankara) Ben
dinliyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Yok yok, buharlaştı!
MUHARREM İNCE (Yalova) Avam Kamarasına gitmiş!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sayın Maliye
Bakanı, burada, işine geliyor rakam büyüklükleriyle ilgili bir
şey söylüyor
ÜNAL KACIR (İstanbul) Gayrisafi millî hasılaya
oranı ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla)
işine geliyor,
nispetlerle, oranlarla falan bir şey söylüyor. Ona sormak istiyorum ki,
Türk milletinin huzurunda, Türk halkının, bizi
televizyonlarının başında seyreden bütün milletin, bütün
halkın huzurunda: Bu iyi mi? 148; 296 olmuş. Bu iyi mi?
ÜNAL KACIR (İstanbul) Gayrisafi millî hasılaya
oranı!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Eğer iyiyse daha çok
edin! Bunun ikinci bölümü şudur değerli milletvekilleri
ÜNAL KACIR (İstanbul) Oran, oran
Orana bak, orana!
BAŞKAN Değerli arkadaşlar, lütfen yerimizden
konuşmayalım. Lütfen
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bunun ikinci bölümü
şudur: Özel sektörün borcu. Özel sektörün borcu da bir millî borçtur. Özel
sektörün dış borcu -onunla ilgili bir başka bahse
geleceğim- 2002 yılının sonunda bir rakam, 43 milyar dolar
imiş, iyi. Ee herhâlde şimdi özel sektörümüz -çok allandı
pullandı vesaire- borcunu azaltmıştır değil mi? Niye
borcu artmış olsun? Şimdi ulaştığı borcun
rakamı 177. Bir daha tekrar etmek istiyorum: 43 olan rakam, olmuş
177, yüzde 300den fazla bir borç artışı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunu daha çok uzatmak
filan mümkündür ama
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Faizler ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla)
ben izin verirseniz
burada bunu bağlayayım. Buradan şunu söylemek istiyorum
değerli milletvekilleri, özellikle AK PARTİli -AKPde demiyorum-
arkadaşlarımızın yakından bildiğine
inandığım, çok aziz, benim çok sevdiğim bir ilahî var. Bu,
Nakşi mahfillerinde çok söylenen, çok sevilen bir ilahidir. Onu bir
hatırlatıcı olmak anlamında, bir ikazen ifade etmek
istiyorum, o da şu: Uyan ey gözlerim gafletten uyan
YILMAZ TUNÇ (Bartın) CHPyi kapattıracaksın!
İLHAN KESİCİ (Devamla)
Uyan uykusu çok gözlerim
uyan/ Azrailin kastı canadır inan/ Uyan ey gözlerim gafletten uyan.
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu yaklaşım gaflet
yaklaşımıdır. Bundan uyanmak lazımdır. Hem
kendiniz için uyanmak lazımdır hem aziz milletimiz için uyanmak
lazımdır.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Başsavcıya
delil verdiniz ama!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, evet
Şimdi, bu dergi Newsweek dergisi, geçen haftanın dergisi. Yani siz
fazla kale almayabilirsiniz ama burada diyor ki: Büyük Güçler Nasıl
Düşerler? daha doğrusu başlığı o Büyük Güçler
Nasıl Devrilirler? Altında da yazmış: Borçları
artar. Şimdi, bakın, sanki Türkiyeyi, bizi söylüyor değil mi?
Borçları artar. İki: Büyümeleri düşer. Öyle değil mi?
Bizim borcumuz arttı, büyümemiz de düştü. Üç: Faizleri de bu
istikamette olur. Bu, imparatorluklar dâhil herkesi batırır. O, bu.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Faizler ne olmuş?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hayhay, faize
geleceğiz canım.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) O, ne diyor faizlere?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hayır, faizler bunda
yazmıyor, bunda yazıyor.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Faizlere ne diyor,
faizlere?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Faiz bunda yazmaz, bunda
yazar. Bunu da getirdim, bunu da getirdim yanımda. Ama
konuşmanın düzeninde faizin bir yeri var. İzin verirseniz, faize
o yerde gelmiş olayım ben.
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) Rakamların hepsini
söylemiyorsunuz!
HALUK ÖZDALGA (Ankara) Borç rakamlarını doğru
vermiyorsunuz!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Tabii tabii!
Şimdi, değerli arkadaşlar, faiz
Türkiye nereden
Yani onunla başlayalım
En çok hem Sayın Canikli hem Sayın
Başbakan -hâlâ yok- hem Maliye Bakanımız -hoş gelmiş
tabii- hem değerli arkadaşlarımız bu faiz işini
severler. Bu faizlerle ilgili bir şey söyleyeyim, en kötü faiz dönemi,
kriz olmuş olması münasebetiyle
Bir de 1999da Türkiye'nin üretim
kapasitesinin yüzde 50si uçmuş idi. Neden? Bir büyük felaket oldu, 7,4,
büyük deprem. Allah hiçbir ülkeye vermesin, bize de vermesin. Onu da dikkate almak
lazım ama o dört yıl içerisinde gerçekten o hükûmet 127 milyar dolar
-dört yılda- faiz ödedi. Bu, çok büyük bir rakamdır. O yüzdendir ki
-demin sözlerimin başlarının bir yerinde filan söyledim- o
hükûmet zaten Parlamento dışında kaldı, o hükûmete can
veren, daha doğrusu o hükûmeti teşkil etmiş olan siyasi
partiler. Bu 125 milyar dolar, yılda ortalama 31 milyar dolar, çok büyük
bir paradır, çok kötü bir paradır yani çok vahşi bir
paradır. Allah o günleri göstermesin. demek lazımdır yani.
Ama ondan evvelki bir yirmi beş yılı vermek
istiyorum. O arızi bir dönemdir. Ondan evvelki yirmi beş yıl,
1975-2000; içinde her şey var yani bunun; 70ler var, 80ler var, 90lar
var, ihtilaller var, beş partili, altı partili koalisyonlar var,
aklınıza ne gelirse var. Bu yirmi beş yıl, bu bir de
şimdi sattığınız, 30 milyar dolara
özelleştirdiğiniz bütün tesislerin yapıldığı
yirmi beş yıldır. Telekomünikasyon o zamandır, tüm
rafineriler o zamandır, petrokimya tesisleri o zamandır, limanlar o
zamandır, et-balık tesisleri o zamandır, Sümerbank o
zamandır, Etibank o zamandır, kırk beş tane
özelleştirdiğiniz elektrik dağıtım şebekeleri o
zamandır. Bu, yani Türkiye'nin normal bir yirmi beş yılı o.
Olağanüstü bir şey değil, normal bir yirmi beş
yılı. Bu normal yirmi beş yıldaki Türkiye'nin ödediği
faiz 127 milyar dolar. Bölün, 127:25=5. İyi, Türkiye normali budur
aslında. Eğer Türkiye normali yılda 5 milyar dolar faiz öderse
-şimdi sizinkine geleceğim ben- o aradaki fark işte
kalkınmanın finansmanıdır. Yani kalkınmaya gidecek
olan, halka gidecek olan, refah yaratacak olan finansman oradaki
finansmandır. O yüzden bu faizin belinin kırılması
lazımdır. Keserse keser, satırsa satır, nacaksa nacak,
baltaysa balta -iktisadi anlamda söylüyorum bunları- onlarla bu faizin
belini kıracaksınız, oradan kazandığınız
kaynağı kalkınmanın finansmanında
kullanacaksınız.
Şimdi, değerli arkadaşlar, ben bir televizyonda
-bir küçük düzeltme yapmak istiyorum huzurlarınızda- dedim ki:
2003-2008 yılları arasında AKP İktidarı döneminde
altı yılda 225 milyar dolar faiz harcaması oldu. Bu,
altmış tane Atatürk Barajının sökülüp yurt
dışına gönderilmesi anlamına gelir. Şimdi burada bir
küçük düzeltme yapayım: O 225 milyar dolar yeni hâliyle 222. Çünkü bu
kurlarla ilgili her seferinde, her hafta, bazen on günde bir bazı ufak
tefek değişiklikler oluyor. 222 ama ona 2009u ekleyelim. 2009un
rakamı ne? 38. 222+38 eşittir ne? 260. Yedi yılda ne
yapmış? 260 milyar doları Adalet ve Kalkınma Partisi
dönemi, hükûmeti, iktidarı, her neyse, bunu faiz olarak uçurdu gitti. Kaç
tane Atatürk Barajı eder? Atatürk
Atatürk
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) Borçlanmayı siz
yaptınız.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Borçlanmayı kim
yaptı?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi bak, Sayın
Genel Müdürüm, borçlanma
Seksen sene borçlandı, dün.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Hayır
Hayır
Öyle değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi bak, bak
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Benim
konuşmamı unutmuşsun.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sorduğun, dün. Seksen
sene borçlandı, 148.
BAŞKAN Sayın Kesici
İLHAN KESİCİ (Devamla) Seksen sene
borçlandı, 148.
BAŞKAN Sayın Kesici, siz lütfen Genel Kurula hitap
edin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Siz sadece yedi yılda
150 borçlandınız.
BAŞKAN Siz Genel Kurula hitap edin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, bunun adı, eskiden olmuş olsa idi yani Refah Partisi
zamanında, saygıdeğer -onu da ayrıca ifade etmek istiyorum-
Refah Partisi zamanında Refah Partisinin yöneticileri, çok haklı
olarak, çok doğru olarak bu ekonominin adına rant ekonomisi, bundan
beslenenlere de rantiye diyor idi. Aslında, 1997lerde Refah Partisinin
rant ekonomisi dediği bugünkü rant ekonomisinin yanında solda
sıfır kalır, yani bugünkünün zekâtı bile ancak olmaz yani.
Şimdi, bu, Türkiyenin iliğinin kemiğinin sömürülmesi demektir
değerli arkadaşlar. Bundan şey yapmayın.
Şimdi, Sayın Başbakan, yine o faizlerle ilgili,
geldi
Bunu da şimdi arz ediyorum, onlar büyük rakamlardı, mutlak
rakamlar. Bu da Ekonomist dergisi, bu haftanın. Bunun her
sayısının arka sayfasında kırkbeş tane ülkeyi
gösterir. Bunların cari işlemler açığı ne kadar, bütçe
açığı ne kadar, faizleri ne kadar filan
Şimdi, Sayın
Başbakan diyor ki o zaman, yani mesela 2001 krizinde faizler şuydu
şuydu filan
Şimdi, bileşik faiz dün itibarıyla ne oldu?
9,15 değil mi? Peki. Bu 9,15 çok iyi yani, filan, size göre. Öbür ülkeleri
okuyorum buradan: Amerika
ALİ KOYUNCU (Bursa) Kapağını açma Sayın
Vekilim, müstehcen
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bu hafta var, bu hafta
bütün
ALİ KOYUNCU (Bursa) Kapağı müstehcen
İLHAN KESİCİ (Devamla) Ha... Ha
Bağışlayın. Yok, yok
Yok, hayır, o anlamda
değil, o anlamda değil. Anladım.
Bağışlamanızı diliyorum, sadece derginin
adını gösteriyordum ben. Hayır, hayır, o anlamda
değil.
Şimdi, bu Amerika Birleşik Devletleri, değerli
milletvekilleri, ya, 0,18
Allah, Allah
Ya, 0,18
Bizimki kaç? 9. Ya, 9u
0,2ye bölsek, oradan 1 olması için 5 lazım, 9la çarpın 45;
kırk beşte 1i. Ya kırk beşte 1i kardeşim, Amerika
ya! Krizin üs merkezi değil mi bu? Ya, biraz da Sayın Maliye
Bakanıma hitaben ama bağışlayın yani bu başka bir
şeyi
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep)
Doğru söylemiyorsunuz, rakamlar doğru değil.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Yahu, bizim faizimizin
kırk beşte 1ini veriyor kardeşim. Bu iyi mi? İyi olabilir
mi yani bu? Affedersiniz, bu bir tek Amerika mı öyle? Yine
bağışlamanızı diliyorum, beni de biraz tebessüm
ettirin, yani özür diliyorum.
Yani, altında var Çin. Ya bu? Amerikaydı; 0,18. Hadi
Çin? Altındaki Çin 1,8; altında İngiltere 0,60; altında
Kanada 0,19; altında euro area, yani Avrupa Birliğinin euro
kapsamı içerisinde kalmış olan ülkeleri 0,70-0,72. Şimdi,
bundan
Yani, bu iyi bir resim değil değerli arkadaşlar. Yani,
Sayın Başbakanımız da söylemiş olsa, Sayın Maliye
Bakanımız da söylemiş olsa, kim söylerse söylesin bu faizin
altından kalkılamaz. Bunun altında hepimiz kalırız.
Şimdi, bütün bunların sonucunda ne olmuş olabilir?
Yani, bu kadar bedel ödedik. Bir de Sayın
Başbakanımızın bir başka ifadesi oldu, dedi ki: Biz
iş başına geldiğimiz zaman 3.300 dolar idi kişi
başına düşen millî gelir... Yani, bütün bunlar neye
yansıyacak? Refaha. O kime yansıyacak? Kişiye, hepimize, teker
teker.
3.300 dolar idi, ben bunu aldım 10.500 dolara
çıkardım. İyi, amenna! Bu rakam nerede olabilir? Şimdi,
bizim Planlama Teşkilatından, beraber
çalıştığımız Değerli Bakan
Arkadaşımız filan da var. Bu kitapta
Aman, bunun üstünde bir
şey yok yani Allahtan, demin için kusuruma bakmayın. Bu, Devlet
Planlama Teşkilatının 2010 yılı Ekonomik Programı.
Zaten bu tür bütçeler de bunun içerisine oturacak tarzında
hazırlanır. Bunun bir 13üncü sayfası var, eğer elinde
kitap olan arkadaşlarımız filan varsa oradan takip etsinler. Ben
tabii bağışlamanızı diliyorum, üstünde
çalıştığım için böyle. Bizim Sivasta buna diyorlar
İt oynamış yonca tarlası. Yani her tarafı karga
burga olmuş. Şimdi bu da bir it oynamış yonca tarlası
gibi ama ben buradan çıkarırım.
Sayın Başbakanın orada bir küçük hatası var. O
Sayın Başbakan burada olsaydı belki
Şimdi de
Sanayi Bakanımızı görüyorum. Eğer Sayın Başbakan
burada olsaydı
ALİ KOYUNCU (Bursa) Maliye Bakanı, Maliye Bakanı
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hayır, hayır.
Başka bir şey söyleyeceğim de o yüzden.
Sayın Başbakanın veya Sayın
Çağlayanın -Çağlayanda da gördüm ben, kırmızı
bir kravatı vardı- kravatı 215 dolar, 225 dolar. Yani buradan
neyi demiş oluyorum? Bu kadar borcu artırdınız, bu kadar
faizi verdirdiniz, bu kadar
Ne kadar iktisadi kıymet varsa bu yedi
yılda onları da sattık. El elde baş başta. Ne
kaldı? Bir tane kravat. Yani senede bir kravat kadar bir refah
artışı yapılmış oldu. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, ben bu rakamları bu yüce Meclisin, efendim,
manevi kürsüsünde buraya bırakıyorum. Elbette onu başka bir
sefer söyleyecektim.
ABDÜLHADİ KÂHYA (Hatay) Kravatınızı mı?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, evet, bu
pehlivanlığın, yağlı güreşin er meydanı
Kırkpınar, Edirnede.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) Sizin de var herhâlde o
kravattan.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, bu devlet
rakamlarının er meydanı da burası, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulu, bütçe müzakereleri. Ben de bu rakamları bu Türkiye
Büyük Millet Meclisinin er meydanına bırakıyorum. Benden sonra
cevaplandıracak olan Maliye Bakanı ise Maliye Bakanı, ekonomiden
sorumlu Başbakan Yardımcısıysa ekonomiden sorumlu
Başbakan Yardımcısı, Hazine Bakanıysa Hazine
Bakanı, Başbakansa Başbakan, çıkar bu rakamları bizim
kafamıza geçirir. Burası er meydanı! (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlar, buradan bu
açılım, daha doğrusu o bahse çok girecek değilim de, yani o
da aynen, bana sorarsanız, bu 2010 yılı bütçesi gibi mahcup.
Özellikle Sayın Başbakan, yani bu Kürt açılımı mı
desem? Arkadan, onu beğenmedik, yanlış mı
anlaşılır, sıkıntı mı yaratır,
demokratik açılım mı desem? Arkadan, bir müddet geçti; ya, bu
demokratik açılım da olmasa da, millî birlik, bütünlük, beraberlik
açılımı mı desem? Burada, ben bir mahcubiyet görüyorum,
yani net olamama hâli. Ama ben işin bu bölümüyle ilgili değilim,
şu bölümüyle ilgiliyim: Konumuz ekonomi olduğu için işin
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Ekonomi
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, işin ekonomik
bahsiyle ilgiliyim.
Buradan, değerli arkadaşlar, hepinize hitaben, hepimize
hitaben, kendi arkadaşlarım da dâhil olmak üzere arz ediyorum,
diyorum ki: Herhangi bir projenin -ki kültür projesi olur, siyasi proje olur,
başka proje olur- eğer yanında, peşinde, beraberinde bir
ekonomik projesi yok ise, ekonomik bir projeyle destek almıyor ise, o
işin ciddiyeti yoktur. Ve eğer, bir siyasi proje yaptınız,
yani bu siyasi proje Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu Bölgesiyle
ilgiliyse, her ne olursa olsun oradaki insanlarla ilgiliyse, onun bir ekonomik
projesi olması lazım.
Şimdi, bu açılım projesinde hiç Bu işin de
ekonomik projesi budur. diye, elimizde bir sayfalık bir kâğıt
var mı? Yok.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) Var, var!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, biz bir cihan -arkadaşlarımız sevdiği için
o tabirleri, biz de aynı şeyin soyuyuz- efendim, biz bir cihan
imparatorluğundan geliyoruz.
ALİ KOYUNCU (Bursa) Öyle, öyle!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, elbette öyle,
amenna!
Bu cihan imparatorluğunun tabiri şu idi: Yedi iklim
dört kıtada! Yedi iklim dört kıta. Oradan bir şeyler oldu, bir
dünya hâlidir, oldu, geldi, bu 780 bin kilometrekareye oturdu.
Bütün imparatorluklar 19uncu yüzyılda tasfiye oldu, biz de
20nci yüzyılın başında tasfiye olduk, bütün
imparatorluklar ulus devlet modeline geçtiler. Bu geçiş
sancılıdır her tarafta, bütün imparatorluklarda. Bizde de
sancısı oldu. Fakat, arkadaşlarımız şundan emin
olsunlar ki, bütün dünyadaki imparatorluklardan ulus devlete geçişte en az
sancılı geçiş Türkiye Cumhuriyeti, yani Osmanlı
İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti devletinindir. Bu, bizim
iftiharlarımızdan birisi olmalıdır.
İkinci bir bahis, ekonomiyle ilgili -demin arz ettim ben-
1929a kadar Türkiye Cumhuriyeti devletinin ekonomik modeli tam liberal
dönemdir, 1923-1929. Ama dünyada 1929 buhranı olunca, bütün dünya ekonomik
anlayışını değiştirdi, biz de ekonomik
anlayışımızı değiştirdik 1930dan itibaren.
Yani karma ekonomi, devletçi ekonomi modeline geçilmesinin sebebi budur ve o
sıralarda sanayi planları hazırlanmaya başladı. Sanayi
planını hazırlayan insan Başbakan İsmet Paşa,
İsmet İnönü. Bakanı kim? Ekonomiyle ilgili Bakanı kim?
Celal Bayar. Birisi, daha sonra Demokrat Partinin Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı olacaktır, öbürü de Cumhuriyet Halk Partisinin
Genel Başkanı. Şimdi, bu insanlar bu dönemde Türkiyeye sanayi
planı hazırlarlarken aynı zamanda da Doğu ve Güneydoğu
Anadoluya da münhasıran ve müstakilen kalkınma planları
hazırladılar. İsmet Paşa gitti, kendisi Başbakan,
şöyle bir kitap yazdı: Adı da Kürt Raporudur. Adından
çekinmeye falan da gerek yoktur. Çünkü, bu Kürt lafının edilmesi,
edilmemesi sadece 1980 ihtilali münasebetiyledir. Ondan önce, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin öyle bir derdi yoktur, ne Kürtçe yasağıyla
ilgili bir derdi vardır ne Kürt tabirinin kullanılmasıyla ilgili
bir derdi vardır. Onlar bizim kardeşimizdir. Niye? Bin senedir. Hatta
Kuzey Iraktaki Kürtler bizim kardeşimizdir, fakat onların ömrü biraz
daha kısa. Buradaki kardeşlerimiz, Kürt asıllılar bin
senedir, onlar bin sene eksi yetmiş beş yıl; yani 1925ten beri,
şimdi aynı sınırlar içinde değiliz. Öyle değil
mi? 1920ye kadar aynı sınırlar içerisindeydik. Kuzey Iraktaki
Kürtler de bizim, yine Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk milletinin
kardeşleridir.
Şimdi İsmet Paşa, Başbakan olarak bu raporu
hazırladı. Başbakanınki biraz daha siyasi bir rapor. Bunun
ekonomik modeli olması lazım değil mi? Demin arz ettim, evet.
Ekonomik modelini kim hazırlayacak? Ekonomi Bakanı kim? Celal Bayar.
İktisat Vekili, o zamanki adıyla. Celal Bayar da gitti, o da bir
rapor hazırladı. O rapor da şu: Şark Raporu. Ama içi
ekonomi.
Burada gördü ki, Celal Bey ve o Hükûmet; bu, asıl bir
nafıa hizmetleridir. Yani önce, bayındırlık, imar,
inşa; bunlar lazım. Nasıl yapacak? O zamanın bir Nafıa
Vekili var. Adı ne? Hilmi Uran. Allah onun da mekânını cennet
etsin. Hepsi cennet mekân. Hilmi Uran. O da daha sonraki
hatıratlarında bunları yazdı.
Bunu arzdan muradım şudur değerli milletvekilleri:
Eğer bu Hükûmet, Sayın Başbakan böyle bir açılım
yapacak ise, her ne açılım ise o illa da şöyle bir ekonomik
modelle bu işin desteklenmesi lazımdır. Şu ana kadar böyle
bir modeli, efendim, görmüş değiliz. (AK PARTİ
sıralarından Var, var sesleri)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) Var da sen görmüyorsun!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Ona da geleceğiz
şimdi, benim gördüklerimle sizin gördüklerinize.
Bu işin ikinci bölümü şudur: Başka projeler
hazırlanabilir elbette, Doğu ve Güneydoğu için sizin
hazırlayabileceğiniz. Ama benim bir tavsiyem var. Bu, bir kardeş
tavsiyesidir, muhalefet gayreti değildir. Bu, bir kardeş
tavsiyesidir. Türkiye çok çeşitli dönemlerinde çok kafa yordu Doğu ve
Güneydoğu Anadolunun kalkınmasına. Bunların bütün
rezümesinde, sonucunda ulaştığı nokta şudur: Bu,
Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesi, GAP. Güneydoğu Anadolu
Kalkınma Projesi.
Şimdiye kadar Türkiyenin millî gelirleri, 1960larda 120,
100, 125 milyar dolarlardı. Bugünkü dolar kuruyla söylüyorum, o
zamanın kuruyla değil. 1980lerde Turgut Beyin zamanında,
rahmetli Özalın, 200-250 milyar dolarlar civarında idi. Yani
Türkiye, millî geliri 100 milyar dolarlar civarında, 200 milyar dolarlar
civarında iken GAP projesine 16 milyar dolar para harcadı.
Şimdi, o zamanki siyasi müellifinin benzetmesiyle, izin
verirseniz, söylemek istiyorum. Bu GAP, bir entegre projedir. Enerji
bacağı var, sulama bacağı var, sanayileşme
bacağı var. Sizin de aranızda, Adalet ve Kalkınma Partisi
milletvekillerinin içerisinde bu projeyi en iyi bilen, Türkiyede en iyi takip
eden insanlar da var, arkadaşlarımız, kardeşlerimiz de var.
Onların huzurunda da hakşinaslık olmak üzere ifade etmek
istiyorum.
Şimdi, bu yedi küpeli gelin. Eğer Sayın
Başbakan televizyondan seyrediyorsa veya Sayın Maliye Bakanı,
şimdi benim yaptığım gibi kapatsın gözlerini, böyle
bir o Güneydoğu Anadolu Bölgesini gözünün önüne getirsin, gözleri
kapalıyken ama gözünün önüne getirsin, kadim tarihte, eski tarihte, böyle
Yukarı Mezopotamya ovaları, bereket ovaları denilen
ovaları gözünün önüne getirsin; bu GAP projesi o projedir. Bunun enerji
bacağı 7.500 megavattır, aşağı yukarı her
yıl 30 milyar kilovat saat elektrik enerjisi üretecektir. Sulama
bacağı 1,8 milyon hektardır, 18 milyon dönümdür. 18 milyon
dönüm, o bölgenin tamamını bereket olarak fışkırtacak
olan bir hadisedir. Yahu, bu proje, elinizde bu proje var işte. Doğu
açılımı yapıyorsanız da bu projedir, güneydoğu
açılımı yapıyorsanız da bu projedir; bunu yapın.
Fıratın üstünde
Şimdi yine gözlerini Maliye
Bakanı kapatsın o zaman, Sayın Başbakana niyabeten.
diyelim, o kapatsın, hem de Gaziantep Milletvekilidir. Yani,
Fıratın üstünde yukarıdan -şimdi, bu Sivasın
doğusu lafı var, bizim Divriği var da Divriğinin ucuna
kadar, ağzına kadar gelir Kebanın kuzey kolları-
aşağı doğru sayıyoruz: Keban, Karakaya, Atatürk
Barajı, Birecik Barajı, Karkamış. Buna haritada bakın,
bir İstanbul Boğazı gibi aynen. Yani biraz şu ebatta bir
haritayla bakarsanız, İstanbul Boğazı gibi boydan boya
bütün Türkiye'yi aşağıya çeken bir hadise bu. Muhteşem bir
proje.
Dicle bacağında: Yukarıda Kralkızı-Dicle
Barajı, ortada Ilısu Barajı. Kardeşim, bu Ilısu
Barajını yapın. Atatürk Barajı rahmetli Özalın
iftiharıdır, Türkiye'nin iftiharıdır, dünyanın iftihar
projelerinden birisidir. Sayın Başbakan, seçim posterlerinde, parti
seçim posterlerinde resmini rahmetli Özalla beraber koyuyor, bu iyi. Yani
Menderes, Özal, Sayın Başbakanın fotoğrafı, bu iyi ama
bu resmi hak edebilir olmak için, Bu Atatürk Barajının muadili.
denebilecek olan orada bir Ilısu Barajı var -1.200 megavat
takatindedir, 120 bin hektar sulama yapacaktır, 120 bin hektar 1 milyon
200 bin dönümdür- yapın bunu. Yaptınız, ne olacak?
ÜNAL KACIR (İstanbul) CHP sizi niye
alkışlamıyor?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bütün Batman ovaları,
bütün Siirt ovaları, aşağı inin, bütün Mardin ovaları,
aşağı inin, bütün Şırnak ovaları, İdil,
Cizre, Silopi, Nerdüş ovaları, bütün bunların suya ihtiyacı
var, su bekliyor.
ÜNAL KACIR (İstanbul) CHP, alkışla! CHP,
alkışla!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bütün bunları
yapacaksınız. Evet
[AK PARTİ sıralarından
alkışlar (!)] Kalkınma projesi demek, bu projeler demektir
değerli arkadaşlar.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin
Evet, bizim arkadaşlar, böyle çok etkilendiler,
alkışlamayı unuttular bence yani. (CHP sıralarından
alkışlar)
ZEYNEP DAĞI (Ankara) Alkışlayamıyorlar!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, değerli
arkadaşlar, yedi yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde
bu projeye ne harcandı diye bakalım.
SUAT KILIÇ (Samsun) 12 milyar dolar
İLHAN KESİCİ (Devamla) Yedi, yedi yıl. Ben
şimdi buraya koyayım bu rakamları, sonra gelip bizi tekzip eden
arkadaşlarımız olsun. Bu yedi yıl içerisinde enerji
projelerine harcanan rakam 180 milyon dolar, enerji projelerine bu, Türk
liralarının, yıllar itibarıyla Türk liralarının,
işte, kurlar itibarıyla, benim hesaplamalarım itibarıyla
getirdiğim- siz buna 200 milyon dolar. deyin. Sulama projelerine, en
büyük bölümü 2009da olmak üzere 1 milyar 300 milyon dolar. İkisini
beraber toplayalım, 1,5 milyar dolar; iyi. 1,5 milyar doları bir
yediye bölelim, yılda ne kadar olmuş? 200 milyon dolar; o da iyi. 200
milyon dolar yılda harcamışız. Peki, bu GAPın geride
kalan büyüklüğü ne kadar, rakam büyüklüğü? 16 milyar dolar. Siz buna
VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) 2015te biter.
İLHAN KESİCİ (Devamla)
demek ki bu proje kaç
senede biter? Yetmiş beş senede. Yani, 15 milyar doları
yıllık 200 milyon dolara bölerseniz yetmiş beş senede
biter. O yüzden, hadise bu demektir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, laflarımı,
sözlerimi bitiriyorum.
ALİ KOYUNCU (Bursa) Bitirme daha
İLHAN KESİCİ (Devamla) Daha doğrusu
bitirmiyorum da şimdi bir başka ekonomik model daha
Şimdi,
Sayın Başbakanımız yine yok ama televizyonlarından
seyrediyordur. Sayın Başbakanımızın sevdiği, 2002
yılında bir ekonomik anlatım var. Gerçekten benim de o zaman,
duyduğum zaman, 2002 yılında, yani henüz seçim
kampanyasında çok etkili, çok doğru, çok düzgün bulduğum bir
anlatım, bu çay ve simit. 2002de Afyonda -Afyon milletvekili
arkadaşlarımız daha rahat bilecekler, Sayın Genel Müdürüm-
diyor ki Sayın Başbakan, tam böyle zapta benzeyen bir şeyden
okuyorum: Bir simit kaç lira? 200 bin lira... O zaman. Şimdinin 20
kuruşu ama o zamanki şeyle gideyim. 200 bin lira
İyi. Bir
çay kaç lira, kahvede bir bardak çay? O da 200 bin lira
İyi. Etti 400
bin lira
Asgari ücretle mukayese ederek Bir ailede kaç kişi
sayalım? 5; 400 bin lirayı 5le çarpalım, 2 milyon. Günde üç
tane öğün var, her öğünde sadece bir çay, bir simit yesinler. Ne
yaptı? 6
ÜNAL KACIR (İstanbul) Bunları sen hesaplayıp
gelecektin.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hepsi var.
Otuz gün var. Ne
yaptı? 180. Demek ki her öğünde, bir öğünde sadece bir bardak
çay, bir tane simit yerse 180 milyon lira 5 kişilik bir ailenin sadece
yeme harcaması. Asgari ücret kaç lira? Sayın Başbakan soruyor o
zaman: Asgari ücret kaç lira? O zaman 200 ama Sayın Maliye
Bakanının şu kitapçıkta verdiği rakam 184. Şimdi,
Sayın Başbakanın oradaki ifadesi
OKTAY VURAL (İzmir) Kendisine mi söylüyor?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Hayır hayır.
Diyor ki neticede: Bir çay, bir simit yiyen 5 kişilik aile 180 lira simit
ve çay parası veriyor. Siz de asgari ücrete 200 lira veriyorsunuz, anca
denk. Oradan bir soru soruyor: Allahtan korkunuz yok mudur?
Vicdanınız, insafınız yok mudur? Elhak, bana
sorarsanız bu soru doğru bir soru. Yani bir çay, bir simit
Tamam.
Siz, 2002 yılında bu ekonomiyi -milletvekili adayı olan arkadaşlarımızın
çoğundan da biliyorum- çok haklı olarak, çok doğru bir
şekilde her tarafta anlattınız ve sempati, beğeni
kazandınız.
Şimdi geldik 2009a, yine aynı çay-simit. Şimdi
simitler çeşitlendi, simidin 50 kuruşluk olan bölümü var, en alt
dilimi, 3 liraya kadar çıkan bölümü var. Biz yine en alt dilimini
alalım, 50 kuruş. Peki, çay
Üç cins kıraathanemiz var bizim;
birinci sınıf kıraathane, ikinci sınıf kahvehane,
üçüncü sınıf kahvehane. Bu, 1 liradan 3 liraya kadar gidiyor, bir
bardak çay. Ben buraya gelmeden kahveciler odasından filan da bu bilgileri
alıyorum tabii yani. Şimdi, ortalama, buradan
çıktığınızda bir yere giderseniz, 1,5 lira bir bardak
çay. Şimdi hesabı yeniden yapalım: Bir simit 50 kuruş, bir
bardak çay 1,5 lira, etti 2 lira. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun) Nerede, nerede içiyorsun sen? Senin
kravatın 215 dolar. Hesap yanlış!
ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) Hesap yanlış!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, etti 2 lira.
SUAT KILIÇ (Samsun) Kravatın 215 dolar, çayı nerede
içiyorsun?!
İLHAN KESİCİ (Devamla) 5 nüfus var, etti 10 lira;
üç öğün var, etti 30 lira.
SUAT KILIÇ (Samsun) Kravatın 215 dolar, çayı nerede
içiyorsun? Hesap yanlış!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Bir ayda otuz gün var,
şimdi çarpın; rakam ne etti, 900. Rakam etti 900 mü? Rakam etti 900.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Hesap yanlış!
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi, demek ki, bir
çay bir simit yerlerse ayda 900 lira.
Bu, değerli Maliye Bakanının yine Meclisin
huzurunda dağıttığı kendi konuşma metni de
burada. Bu konuşma metninin otuzuncu sayfası, elinde olan
baksın, Sayın Maliye Bakanının elinde vardır, o da
bakabilir; bunun da otuzuncu sayfasında diyor ki: Asgari ücret 546 lira
Şimdi, asgari ücret 546 lira, bir çay bir simit 900 lira, bir aile
bakımından. Sayın Başbakanın sorusuyla soruyorum
SUAT KILIÇ (Samsun) Hesap yanlış, hesap! Çayı
nerede içiyorsun?
İLHAN KESİCİ (Devamla)
sizin -aynı
tabirlerle, aynı kelimeleri kullanmak için kâğıda bakıyorum-
Allahtan korkunuz yok mudur?
SUAT KILIÇ (Samsun) Kravatın kaç dolar?
İLHAN KESİCİ (Devamla) Sizin
vicdanınız, irfanınız yok mudur? (CHP
sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Kesici, aynı
soruları ben de soruyorum.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Evet, evet
Şimdi değerli arkadaşlar, burada lafın
bağlandığı yerdeyiz, hasılıkelam, eski tabir
(AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, lütfen
müdahale edin!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi
dinleyiniz.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi,
hasılıkelam
BAŞKAN İktidar partisi milletvekili
arkadaşlarıma sesleniyorum, lütfen
Lütfen yerimizden
konuşmayalım.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Şimdi,
hasılıkelam, gerçekten bir büyük umutla Türk halkı sizi iktidara
getirdi 2002de, bir büyük umutla. Sadece 2002de getirmedi, onu takip eden
dört seçimde, 2002, 2004, 2007, 2009, üst üste yüzde 40 ve yüzde 40ın
üstünde oy verdi, tamam. Bunun neticesinde Türkiye yönetiminin
tamamını elinize aldınız; Cumhurbaşkanı,
Başbakan, Meclis Başkanı, YÖK Başkanı, Merkez
Bankası, aklınıza ne gelirse. Hiçbir dönemde
olmadığı kadar Türkiye yönetiminin her noktasında
varsınız, amenna. Fakat burada ne oldu? Yani şu deminki
söylediğimiz ister çay-simit ekonomisini alalım ister borçları,
faizleri alalım ister bir kravat kadar refah artışını
ele alalım, ne olmuş oldu? Siz ispat etmiş oldunuz ki bu güzel
ülkeyi, bu aziz vatanı, bu büyük milleti idare etmekte ehil değilsiniz,
yönetmekte ehliyetiniz yoktur. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Yönetemiyorsunuz. Bunu muhalefet ispat etmedi. Bunu
muhalefet filan ispat etmedi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Buna millet karar verecek, siz karar
vermeyeceksiniz, millet karar verecek.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Elbette millet karar
verecek, onda şek, şüphe yok.
Ama bunu siz ispat etmiş oldunuz ki ehil değilsiniz,
yeterli değilsiniz. Yedi senenin özeti budur.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Kahveye bir çay içmeye gidin,
milletle oturup konuşun, anlarsınız.
İLHAN KESİCİ (Devamla) Buradan
laflarımı şununla bağlıyorum değerli
milletvekilleri, bu yedi senenin özüyle bağlıyorum ve oyumuzun
rengini açıklıyorum: 2010 yılı bütçesi, refah vaat eden bir
bütçe değil, aş vaat eden, iş vaat eden, istihdam vaat eden bir
bütçe değil. Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu
bütçeye ret oyu vereceğiz ama bütçenin aziz milletimize, yüce devletimize
hayırlara vesile olmasını da temenni ediyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, hürmetler
ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.54
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.13
BAŞKAN: Mehmet Ali
ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (Konya), Yusuf COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 42nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, benim savunma
hakkımı verecek misiniz?
BAŞKAN Vereceğim. Aynı birleşim
içerisinde. diyor İç Tüzükümüz, aynı birleşim içerisinde size
söz vereceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır, unutmayasınız diye
BAŞKAN Şimdi, söz sırası, şahsı
adına, bütçenin lehinde Manisa Milletvekili Sayın Recai Berbere
aittir.
Sayın Berber, buyurun efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
RECAİ BERBER (Manisa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, dünyada yaşanmakta olan ve 1929
Büyük Ekonomik Buhranından beri yaşanan en büyük finansal kriz olarak
nitelenen bu kriz, kısa zamanda reel ekonomiyi de dünyada
etkilemiştir. 2008 yılı başından itibaren
yatırım bankaları ve özel yatırım fonlarının
durumunun kötüleşmesi ve 2008 Eylül ayında Lehman Brothersın
iflasıyla süreç derinleşmiş ve önce finans piyasalarını,
daha sonra da reel ekonomiyi etkisi altına almıştır.
Başta krizin merkez üssü olan ABD olmak üzere dünyanın
gelişmiş ülkeleri tarafından açıklanan önlem paketlerine
rağmen kriz daha da derinleşmiş ve tüm dünyayı etkisi
altına almıştır. Kriz, finansman imkânlarını,
dış talebi ve tüketici beklentilerini olumsuz bir şekilde etkileyerek
ülkemizin ekonomik faaliyetlerinde de bir miktar daralmaya yol
açmıştır.
Değerli milletvekilleri, 2007 yılında dünyada
küresel büyüme yüzde 5,2 iken 2008 yılında yüzde 3e, 2009
yılında krizin etkisiyle de yüzde eksi 1,1lere kadar
düşmektedir. Krizin dünya ticaretindeki ticaret hacmini
daraltıcı etkisi ise yüzde 11,9 olmuştur. Dünyadaki bu
gelişmeler sonucunda ülkemizde de 2002 yılından beri yirmi yedi
çeyrektir aralıksız büyüyen ekonomimiz maalesef 2008in son
çeyreğinden itibaren daralmaya başlamıştır. Ancak,
Dünya Ekonomik Raporunda Avrupa Birliği ülkeleri için öngörülen büyüme
tahminleri çok düşüktür. Avrupanın en büyük ekonomisi Almanya ve
euro bölgesindeki diğer Birlik ülkeleri için öngörülen büyüme tahmini
sadece yüzde 0,3 civarındadır. Dünya Ekonomik Görünümü Raporuna göre
ise Türkiyenin 2010 yılında yüzde 3,7 olarak büyüyeceği
öngörülmektedir. Biliyorsunuz, on yıllık, 2010, 2011, 2012 mali
programımızda 3,5 olarak 2010 yılı hedeflenmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu daralmanın sonucu olarak da
tabii krizle birlikte dünyada işsizlik oranları ciddi oranlarda
artmıştır. Şimdi, burada, tabii, sürekli olarak,
Türkiyedeki daralmadan dolayı işsizlik, sanki dünyada en fazla artan
ülkeymiş gibi sunulmaktadır. 2007 yılında ABDde kriz
öncesi 4,9 olan işsizlik 2008 sonunda 7,2ye ve 2009da yüzde 10a
çıkmıştır yani buradaki sapma yüzde 5,1, artış.
İspanyada, bize benzeyen bir ülkede 8,8; 14,8 ve en son 19,3; sapma 10,5.
Değerli arkadaşlar, Macaristanda 7,4 ve 10,7; sapma
yine 3,3. Türkiyede 2007 yılında 10,3; 2008de 13,6; 2009da 14,
yüzde 3,4.
Değerli arkadaşlar, bu saydığım ülkelerin
içinde en gelişmiş ülkeler Avrupa Birliği ülkeleri, ABD var ve
Türkiyedeki işsizlik artışındaki oran bunların
hepsinin gerisinde. Biraz önce bütçe açıklarıyla ilgili olarak da
sürekli 2009 yılı bütçesi hazırlanırken öngörülememesinden
bahsedildi.
Değerli arkadaşlar, sadece öngörülüp öngörülememesi
açısından bile 2001 kriziyle şu anda yaşanan krizi
karşılaştırdığınızda o günkü kriz
bağıra bağıra -Sayın Canikli de ifade etti- artık
gazete manşetlerinden duyurula duyurula geldi ve önlem alınması
IMF tarafından bile basına yansıdığı şekilde
o tarihlerde Önlem alınması gerek. diye, yani kur çapasından
vazgeçilmesi gerektiği tavsiye edildiği hâlde, Hükûmet o tarihte
taahhütlerinin arkasında durma pahasına Türkiyeyi göz göre göre,
maalesef duvara toslatmıştır ve Türkiye yüzde 50ye yakın o
tarihte küçülmüştür.
Bakın Türkiyenin bütçe açığındaki
öngörülememesi oranı da, biraz sonra bazı rakamlar vereceğim
diğer ülkelerle ilgili, batan bir ülke var İzlanda, onu
saymıyorum, çünkü orada sapma yüzde 13,5; ama Rusyada aynı dönemde,
2009 yılında bütçe 4,3 fazla olarak düşünüldü, gerçekleşme
6,6, açık, yani 10,9 sapma var. İspanyada 8,4 sapma var, ABDde 5,9
açık öngörüldü 12,5 açık var, İngilterede aynı
şekilde yüzde 6,5 açık var, İsveçte yüzde 2,5 fazla öngörüldü
3,5 açık var. Bizde ise yüzde 1,8 açık öngörüldü yüzde 6,6; yani 4,8
sapma var. Tabii burada sapmanın da kaynağına bakmak lazım.
Diğer ülkeler, özellikle ABD başta olmak üzere krizden çok etkilenen
Batı ülkeleri, bütçelerinden ciddi anlamda kaynakları özel sektöre,
özellikle bankalara ve finans kurumlarına kaynak aktarırken biz ise
2009 yılının başından itibaren Hükûmet anında
tedbirler almasaydı, o zaman bu açığın ne kadar
olacağını görebilirdik.
Bakın, bu açığın önemli bir kaynağı,
reel sektörü desteklemek adına, üreticileri, stoklarında mal
birikmiş olan sektörleri desteklemek adına, hemen, yılın
ilk çeyreğinde, mart ayında Bakanlar Kurulu kararıyla vergi indirimleri
yapıldı. Bunu ne çabuk unutuyoruz. ÖTV indirimleriyle, KDV
indirimleriyle, 100 milyarlarca liralık o sektörün elindeki stoklar
eritildi. Sadece otomotiv sektöründe 150 bin araç stoku vardı ve çok
kısa sürede bu eritildi ve tekrar üretime başladı.
Bakın, bunların hepsi Hükûmet tarafından
alınan önlemler sayesinde gerçekleşti. Tabii ki buradan
vazgeçtiğiniz vergiler dolayısıyla da bir miktar, bütçe
açığında öngörülemeyen birtakım fazlalıklar
gerçekleşti ancak 2010 yılında, şu anda bütün öngörüler gerçekleştirilmiş
ve burada söylendiği gibi, 2009 bütçesiyle
karşılaştırılarak, söylendiği gibi, 2010
yılında herhangi bir açık söz konusu olmayacaktır.
En önemlisi de burada biraz önce Sayın İlhan Kesici, bu
ekonomi konusunda çok, her şeyi bilmesine rağmen, rakamlar elinde
olmasına rağmen, o rakamlarla, tıpkı çay - simit
hesabındaki gibi, maalesef, benim burada tabii dilim varmıyor Yalan
söyledi. demeye ama mugalata yapılmıştır, Türkçede bunun
adı budur.
Türkiyede 1987 yılına kadar iç borçlanma yoktu. Nasıl
olacak da faiz yükü o tarihte şu kadar olacak da daha sonra bu kadar
artmış olacak?
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin tarihinde en yüksek borç
ödediği zaman 2001 ve 2002 yıllarıdır. Bakın burada,
borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranları ortada.
Şimdi, bilanço esasında defter tutan herkes bilir ki, ekonomistler
bilir ki eğer pasifinizde yani borcunuzda bir miktar artış varsa
onun karşılığında aktifinizdeki artışa da
bakılır. Türkiye'nin 2002 yılındaki gayrisafi yurt içi
hasılası şimdikinin üçte 1i ama borçları neredeyse
şimdikine yakın. O tarihte gayrisafi yurt içi hasılaya iç borçların
oranı yüzde 42 iken, yüzde 42nin üzerindeyken 2008 yılında
yüzde 28,9a düşmüştür, dış borçların oranı da
yüzde 56,2den yüzde 37,5e düşmüştür. Dolayısıyla,
karşılaştırmaları nominal bazda yapmak
yanlıştır.
Bakın, o tarihteki faiz oranlarıyla bugünkü faiz
oranlarını karşılaştırırken de reel faizleri
karşılaştırıyoruz. Bugün, Merkez Bankasının
borçlanma faizi son elli yılın en düşük seviyesindedir, yüzde
6,5a, borç verme faizi yüzde 9a düşmüştür. 2002 yılında
yüzde 60larda seyrediyordu bu. Biraz önce söylendi, eğer o zaman
enflasyon yüzde 29lara, 30lara düşmüşse, o zaman aradaki fark reel
faizin hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor. Eğer, Türkiyede
ekonomik faaliyetlerde faiz yoluyla bir soygun söz konusuysa, bir rant
aktarımı söz konusuysa, reel faizlerin yüzde 20-25leri bulduğu
dönemlere bakmak lazım. Reel faizlerin, neredeyse dünya piyasalarına
yaklaştığı bir Türkiyede hâlâ rant
aktarıldığını iddia etmek, gerçekten bilmezlikten değil,
başka bir şeyi görmek lazım. Çünkü, her şeyden önce, bakın,
krizin iyi yönetilmediğini iddia edenler, dünyadaki kredi
değerlendirme kurumlarının açıklamalarına bir
baksınlar. Komşularımızın, yanı
başımızda Yunanistanın, İspanyanın Avrupa
Birliği ülkelerinin çoğunun, hatta ABDnin dolardaki güvensizlik
nedeniyle kredi notunun tartışıldığı bir dönemde,
Türkiyenin iki derece birden hem de krizin ortasında kredi notu yükseldi.
Bakın, Krizden sonraki dönemde yükseldi demiyoruz
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RECAİ BERBER (Devamla)
krizle birlikte yükseldi.
Aynı şekilde, bakın, ta 80li yıllara gitti
İlhan Bey.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, liberal ekonomiye -serbest
piyasa ekonomiye- 24 Ocak 1980 kararlarıyla geçti. Ondan önceki dönemi
şimdiki dönemle karşılaştırmak, elmayla armudu
karşılaştırmak gibidir. O tarihte, Türkiye, 2 milyar dolar
ihracat, 4 milyar dolar da sadece petrol ithalatı yapıyordu. Yani, o
günkü siyasilerin literatürümüze kazandırdığı güzel bir
deyimle 70 sente muhtaçtı. Onun için o kararlar alındı ve onun
için ondan sonraki hükûmetler de onu devam ettirdi. Ancak Türkiye maalesef 2000
yılında o günkü koalisyon hükûmetinin -IMFnin kendilerini ikna
etmesiyle olsa gerek- uygulamış olduğu sabit kur sistemi, kur
çapası sistemiyle maalesef İkinci Dünya Savaşından sonra
en büyük krizi ve bunalımı yaşamıştır.
Ben özelleştirmeler konusunda da şuna değinmek
istiyorum: Özellikle sadece Türkiyede mevcut özelleştirmeler
yapılmıyor. Sayın İlhan Kesici mevcut
yatırımlarla GAPın yetmiş beş yılda biteceğini
iddia ettiler. Herhâlde kendi dönemleriyle
karşılaştırdılar. Sadece 2009 yılında 3,3
milyar dolar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Efendim, ilave süreniz de doldu Sayın Berber,
lütfen sözlerinizi tamamlar mısınız?
RECAİ BERBER (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Dolayısıyla, artık bu projelerin çoğu, şu
anda biliyorsunuz, binin üzerinde enerji projesi özel sektör tarafından
yapılıyor ve bunlar öyle on yıllarca sürmüyor, ekonomik ve
teknik olarak yapılabilecek en hızlı zamanda tamamlanıyor.
Kamunun yaptığı yatırımlarda da on yılda, on
beş yılda bitmeyen yatırımlar şu anda ortalama
beş yıla çekilmiş durumda.
Değerli milletvekilleri, ben bu bütçenin, 2010
yılındaki bütçenin, sadece yatırımlar açısından
değil, Türkiyenin krizden çıkarak tekrar büyüme trendine girmesi
için hazırlanmış çok gerçekçi, eğitim ve sağlık
başta olmak üzere sosyal projeleri de destekleyen bir proje olduğuna
yürekten inanıyorum ve bunun böyle olduğunu herkesin bildiğine
de inanıyorum. Bütçemizin, 2010 yılı bütçemizin
hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Hazırlayan
bütün arkadaşlara, başta bürokrat arkadaşlarımıza ve
bütçemize Plan ve Bütçe Komisyonunda ve on iki gündür Genel Kurulumuzda
katkılarıyla destek veren bütün milletvekillerimize teşekkür
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki
son konuşmalara devam ediyoruz. Hükûmetin söz talebi vardır.
Hükûmet adına söz isteyen Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Cemil Çiçeki kürsüye davet ediyorum,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bir süre sonra idrak edeceğimiz yeni yılın ve
içinden geçtiğimiz muharrem ayının ve bütün
vatandaşlarımızın bugünlerde idrak ettiği kutsal
günlerin hepimiz için, milletimiz için hayırlı ve uğurlu
olmasını, barışa, esenliğe, kardeşliğe
vesile olmasını temenni ediyorum ve yine sözlerimin
başında, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen herkese,
özellikle Genel Kurulda söz alarak katkı veren, teklif getiren, tenkit
getiren, bu konuda önemli katkılar sağlayan başta değerli
genel başkanlarımız olmak üzere, emeği geçen her
arkadaşımıza da ayrıca teşekkür ediyorum ve yine
sözlerimin başında, ülkenin birliği, dirliği, imarı,
inşası ve kalkınması için can veren, baş koyan,
taş üstüne taş koyan herkesi rahmet, minnet ve şükranla
anıyorum. Ayrıca bugün, millî mücadelemizin önde gelen simalarından
ve İkinci Cumhurbaşkanımız merhum İsmet İnönünün
ölüm yıldönümüdür, kendisini bu kürsüden saygıyla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakerelerinin Parlamento
kültüründe, demokrasi kültürümüzde çok önemli bir yerinin olduğunu hepimiz
biliyoruz, bunu her vesileyle de vurguluyoruz. Bu bir parlamento klasiğidir
ve bütçe müzakereleri aynı zamanda bu parlamentoların da varlık
sebebidir, gerekçesidir çünkü parlamentoların ortaya çıkması
bütçe hakkına sahip çıkmanın sonucudur. Dolayısıyla,
bugün burada çok önemli bir müzakereyi yapıyoruz. Bunu sadece biz yapıyor
değiliz. Parlamenter sistemi kabul etmiş hemen bütün ülkelerde bu ay,
aralık ayı, genelde bu müzakerelerin yapıldığı ve
netice itibarıyla geriye dönük bir yılın, önceki
yılın, önceki yılların, önceki dönemlerin muhasebesinin de
yapıldığı bir müzakere tarzıdır. Onun için, biraz
evvel burada ifade edildiği şekliyle, sadece bütçe
rakamlarının konuşulmuş olmasına hasrolunan bir
müzakere olarak kabul edip, Neden başka konular buraya getiriliyor? tarzındaki
bir tenkidi de, bir eleştiriyi de doğru bulmadığımı
burada ifade etmek isterim çünkü biz burada sadece rakamları ya da teknik
açıklamaları konuşuyor değiliz; burada ülkenin dününü
konuşuyoruz, bugününü değerlendiriyoruz, geleceğini de birlikte
konuşacağız, birlikte karar vereceğiz. Çünkü
kullandığımız zaman, burada konuştuğumuz kürsü
milletindir, onun için milletimiz lehine olabilecek ne varsa her şey
burada konuşulur ve konuşulmalıdır. Ülkenin her türlü
meselesinin, her türlü sorununun, her türlü sıkıntısının
en evvel konuşulacağı yer de zaten Parlamentodur, bu Meclistir.
Onun için bütçe vesilesiyle, eğitimden sağlığa,
dış politikaya, tarımdan sanayiye varıncaya kadar bütçenin
bölümleri içerisinde ne varsa o vesileyle tüm politikaları konuşmak,
görüşmek zaten bütçelerin genel yapısı icabıdır,
tabiatında bu vardır. Onun için, burada, hem ekonomiyi
konuşacağız hem de siyaseti konuşacağız.
Biz, burada, bu değerlendirmeleri yaparken bir başka
şeyi daha konuşacağız. Konuşacağımız
şey: Birbirimizi karalamak, birbirimizi suçlamak yerine
vatandaşımızın doğru bilgi sahibi olması,
doğruları birlikte ortaya koymak; Dün neredeydik, bugün hangi
noktadayız, yarın hangi istikamete gidiyoruz? tarzında, tamamen
objektif, tamamen samimi, tamamen ülke yararına olacağı düşüncesiyle
dünü, bugünü, yarını konuşmak. Kimseyi suçlamak için değil,
geriye dönüp defter karıştırmak için değil, tam tersine,
milletimize güven vermek, Parlamentonun itibarını arttırmak
Çünkü her meseleyi burada konuşacağımıza göre Benim milletvekillerim,
benim seçtiğim insanlar, benim her meselemi dünüyle, bugünüyle,
yarınıyla konuşuyor. diye bir kanaatin, bir güvenin
sağlanabilmesi bakımından da bunları
konuşacağız.
Onun için bütçe müzakereleri, dünün konuşulduğu, bugünün
değerlendirildiği, yarına dönük umutların, hedeflerin,
beklentilerin, varsa tasavvurların, vizyonun ortaya konulduğu bir
müzakere dönemidir ve öyle olduğu nispette daha çok faydalı
olabilecektir. Elbette bu müzakereler sırasında eleştiri olur,
ima olur, telmih de olur, tenkit de olur; bunların hepsi saygıya
değerdir. Biz Hükûmet olarak burada katılmasak da doğru bulmasak
da eksik bulsak, fazla bulsak da bu kürsüde dile getirilen her şeyi
ülkemizin yararına olduğu inancıyla, hüsnüzannıyla
dinledik, dinlemeye çalışıyoruz. Bunlardan da azami istifadeyi
sağlayacağımızdan hiç kimsenin şüphesi
olmamalıdır.
Bu müzakerelerin bir başka açıdan önemi var. Bu
müzakereyi Parlamento zemininde yapıyoruz ama 3üncü kanal vesilesiyle
milletimizin gözü önünde yapıyoruz. Bunun getirisi şudur,
faydası şudur ya da önemi şudur: Çünkü siyasi partiler neticede
ülkeye hizmet etmek için kurulmuş siyasi organizasyonlardır, ülkeye
hizmet edecek. Neyiyle? Planıyla, programıyla, fikriyle, projesiyle.
Dolayısıyla, bu müzakerelerde partiler görücüye çıkar,
milletimiz dinler; bizi dinler, konuşan diğer partilerimizi dinler,
sonuçta değerlendirmesini de yeri geldiği zaman yapar. O nedenle,
bütçe müzakereleri aynı zamanda vatandaşımızın
doğru tercih yapabilmesi bakımından çok önemli, çok
faydalı, çok belirleyici müzakerelerdir. Bunun böyle bilinmesi
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bir şey daha ifade etmek
istiyorum: Bugün biz burada AK PARTİ hükûmetlerinin
hazırladığı 8inci bütçeyi tartışıyoruz,
8inci bütçeyi konuşuyoruz. Bu konuşmalardan sonra, eğer vaktiniz
olabilirse geriye dönük sekiz bütçede acaba biz ne söyledik, değerli
muhalefet partilerimiz ne söyledi, bunlara bir baktığımızda
ortak bir noktayı görürüz, o da şudur: Hükûmetler hep kötüdür. Biz,
yedi yıldır her şeyi kötü yaptık, her şeyi berbat ettik,
bu ülkede yaptığımız hiç iyi bir şey yok.
Noktayı koydukları anda da altmışıncı dakika
dolmuş oluyor.
Şimdi, bu doğru mudur? Demin bir değerli
arkadaşımız hep insaftan bahsetti, İnsaflı olun.
dedi. Ben de inanırım, İnsaf dinin yarısıdır.
öyle derler bir atasözümüzde. Biz bu yedi senede hiç doğru bir şey yapmadık
mı, hiç ülke yararına bir şey yapmadık mı, hiç ülkenin
menfaatine, ileri gitmesine, milletimize hizmet yolunda taş üstüne hiçbir
taş koymadık mı? Hadi sizin nitelemenize göre bırakın
büyük taşı koymayı, teşekkürü hak edecek bir küçük iş
de mi yapmadık?
Şimdi, eğer siyaseti ve muhalefeti yapılan her
şeyi inkâr anlamına gelen bir kültür oluşturursak, siyaset
kültürünü inkâr esasına dayandırdığımız takdirde
o zaman siyasete güven de azalıyor. Doğruyla yanlışı
söylesek
Tabiatıyla biz her yaptığımızı doğru
yaptık diyemeyiz ama doğru niyetiyle yaptık, doğru olsun
diye yaptık, ülkemizin yararına diye yaptık. Muhalefetin zaten
var oluş sebebi de iktidarın yanlışlarını
söyleyecek ama buna karşılık kendi doğrularını da
söyleyecek. Bir önceki bütçe konuşmasında da ifade etmiştim;
hani az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, geriye dönüp
baktığımızda, bu müzakere modelinde, müzakere sitilinde bir
arpa boyu yol gittik mi diye baktığımızda değişen
hiçbir şey olmadı yani iktidar hep kötü, konuşmaların
tamamı iktidarın kötülenmesine, iktidarın
yanlışlarının söylenmesine
Bunları saygıyla
karşılıyorum, bunlardan en ufak bir
rahatsızlığımız yok ama çağdaş muhalefet,
çağdaş demokrasilerde partilerin yarışı bir taraftan
yanlışı söyler öbür taraftan da kendi doğrularını
ortaya koyar.
Şimdi, değerli milletvekilleri, sizin
şahsınızda bizi dinleyen aziz milletimize soruyorum: Bugünkü bu
müzakerelerin sonucunda Ben iktidar olsaydım ülkeye şu hizmetleri
yapardım, ben iktidar olsaydım şu yanlışları
yapmazdım. tarzında bir proje demetine şahit olan birisi var
mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, bu olmadığı zaman siyaset bir kötüleme, bir
karalama
Kim yapıyorsa, ben de yapıyorsam başkası da
yapıyorsa bu geleneği belli bir süre sonra artık terk etmiş
olmamız lazım gelir çünkü bu bizi tembelliğe sevk ediyor,
zihinsel tembelliğe sevk ediyor. İktidarın olumlu
gördüğündeki cümleyi tersine çevirdiğiniz zaman bir saatlik, iki
saatlik konuşma yapmak çok da zor olmuyor. Onun için, gönül arzu ediyordu
ki 2010 bütçesini görüşürken -tabiatıyla 2010 önemli bir yıl;
2009, içinde epey sıkıntıları
yaşadığımız bir yıl- 2010a girerken
partilerimizin, bir taraftan vatandaşa doğru bilgi vermek adına
bazı hususları dile getirmesi, öbür taraftan da kendi vizyonunu,
kendi gelecek tasavvurunu ortaya koyması gerekirdi. Ama maalesef bunlardan
hiçbirisini görme şansımız olmadı.
O zaman şöyle bir sonuç çıkıyor: Şimdi,
iktidarı tenkit edeceğiz. İktidarın ne
yaptığı zaten belli, iktidarın meçhul olan bir yanı
olmaz; hiçbir parlamenter sistemde, demokratik sistemde iktidarın ne
yaptığı, ne yapacağı meçhul değildir. Neden?
Hükûmet programı var, ona bakar, ne yapacağı orada belli;
getirdiği yasalar var, orada belli. Şimdi bütçeyi
tartışıyoruz. Bütçesinden bellidir, neye önem veriyor, neye
öncelik veriyor; devletin, milletin imkânları içerisinde neye, ne kadar
para ayırıyor; neyi, nasıl çözecek; neyi, ne zaman ve hangi
sürede çözecek, bu zaten hükûmetin yasa tasarılarında bellidir, idari
tasarruflarında bellidir, hükûmet programında bellidir.
Dolayısıyla, vatandaş açısından meçhul olan bir yan
yok. Meçhul olan ne? Meçhul olan muhalefet. O diyecek ki bak, iktidar
bunları yanlış yaptı, ben olsaydım bunları
şöyle, şöyle, şöyle, şöyle yapardım. Eğer bunlar söylenemiyorsa
o zaman bu çok klasik bir muhalefet oluyor. Artık, çağdaş
muhalefet, bu türlü değerlendirmelerden çoktan uzak kaldı Batı
sistemlerinde.
Şimdi, yeri gelmişken bir şeyi ifade edeceğim:
Demin söyledim ki İnsaf dinin yarısıdır. Biz yedi senede
her şeyi kötü mü yaptık? Her şey iyiye gidiyordu da
vatandaş yanıldı da bizi mi seçti? Şimdi, öyle şeyler
ortaya konuldu ki bu millet akşama zor çıkar, sabahı etmesi de
kesinlikle mümkün değil; birilerimiz manifaturacıya gidiyoruz kefen
almaya, öbürümüz de kazma kürek aldı mezar kazmaya, yarın sabaha
milletin cenazesini kaldıracağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Böyle bir atmosfer acaba Türkiyeye
yakışıyor mu, doğru mudur bu? Gerçekten Türkiye bu noktada
mıdır? Eğer bu böyle ise
Ben demin söyledim, sekiz bütçede de
aşağı yukarı hep aynı üslup var. Sekiz bütçe
yapılırken de arada milletin hakemliğine müracaat ettik,
milletin değerlendirmesine müracaat ettik. Şimdi, Ayranım
ekşi. diyen siyasetçi olmaz. Ben de tatlı diyorum, siz de
tatlı diyorsunuz ama tadan millet; millet tadacak, ona göre de tercihini
yapacak. Biz ilk bütçemizde karşınızda olmuş olsaydık,
o zaman derdik ki: Hele bir yürüyüşünüzü görelim. Bizim yedi senedir
yürüyüşümüz belli, nereye, ne kadar mesafede gideceğimiz belli de bu
sözleri söyleyenlerin, bizi tenkit edenlerin menzili maksuda ne kadar sürede
gidecekleri, gidip gidemeyecekleri belli değil. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunun ortaya konulması
lazım. Bunun ortaya konulmasının yegâne yolu şu: Herkes bu
kürsüye projesiyle beraber gelecek, doğrularıyla beraber gelecek,
kendi vizyonuyla beraber gelecek. Böyle olduğu takdirde gerçekten bu
müzakereler çok daha anlamlı olur.
Değerli milletvekilleri, demin bir şey söyledim, dedim
ki: Biz yedi senede her şeyi gerçekten kötüye mi götürdük, yani çok iyi
bir noktadan aldık, çok kötü bir noktaya mı getirdik? Bunları
söylerken sadece tespit maksadıyla söylüyorum. Hiç kimseyi incitmek gibi
bir düşüncem olamaz. Hepimizin bu ülke için
çalıştığına, çalışacağına
inanıyorum. Yanlış da yapsak, hepimiz Türkiyeyiz, birlikte
Türkiyeyiz, Türkiye için çalışıyoruz. Bu anlayışla bu
rakamlara bakalım.
Şimdi, mesela, 2002 yılında Türkiye'nin en önemli
meselesi eğitim, en önemli meselesi eğitim.
Karşılaştığımız her problemin temelinde
eğitimsizlik yatıyor, yeterli eğitimin olmaması
yatıyor. Onun için, hangi cumhuriyet hükûmeti eğitimi birinci
sıraya alıyorsa en doğru işi yapıyor. Bu, bugün için
de doğrudur, gelecekte de doğrudur. En gelişmiş ülkelerin
bile en ön sırada değerlendirmeye aldığı konu
eğitim konusudur. Onun için biz, geldiğimiz günden beri çok
doğru bir iş yapıyoruz. Devletin imkânları içerisinde
birinci sıraya hep eğitimi çıkardık. Eğitimde mesafe
alalım, eğitimi belli bir noktaya getirelim
Başka yollarla
çözmeye çalıştığımız, ceza hukuku tedbirleriyle,
yasaklarla, yasalarla çözmeye çalıştığımız birçok
şeyi yeteri kadar çözemedik; temelinde eğitimsizlik yatıyor.
Onun için Şu eğitim meselesini belli bir noktaya getirelim. dedik.
2002 yılında eğitime ayrılan kaynak 7,5 milyar
TL. 2010 bütçesinde bizim koyduğumuz kaynak ne? 28,74 milyar. Şimdi,
hangisi doğru? Hangisi ülke yararına? Biz hiçbir şey
yapmamış mı olduk şimdi eğitimde? Bu kadar parayı
biz nereye harcayacağız? Ülkemizin insanlarının
eğitimine. 2002ye göre tam yüzde 278lik bir artış var. Hiç
olmazsa bunun söylenmesi lazım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Bakan,
ödeneklerin yeri değişti.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Hiç olmazsa Ben olsaydım bunu 28 milyar değil, 35 milyar
yapardım, 40 milyar yapardım, bunu da şöyle yapardım.
dersek bu daha anlamlı olur.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Ödeneklerin yeri
değişti Sayın Bakan, niçin doğruyu söylemiyorsunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Şimdi gelelim, 2002 yılında: Yükseköğretim
hepimiz için önemli, hepimizin çocuğu var; üniversiteyi okutmak için,
çocukları için bu milletin çekmediği fedakârlık kalmıyor
annelerin babaların. Yükseköğrenim çok önemli,
çocuklarımızı ne kadar eğitebilirsek, ne kadar iyi
eğitebilirsek bu acımasız rekabet dünyasında
ayağımızı daha sağlam yere basarız.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Bir sene sonra muhalefete
geçeceksiniz, o zaman böyle yaparsınız Sayın Bakan. Bir sene
kaldı
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Bunun da ön şartlarından bir tanesi
yükseköğretimdir.
Şimdi, yükseköğretim bütçesi 2002 yılında 2,5
milyar, 2010 geldiğimizde 9,4 milyar dolar, yüzde 275 artmış.
Bugüne kadar değişik kademelerde 5.478 eğitim
kurumunu hizmete açmışız, 132-133 bin derslik
yapmışız, birçok yere kütüphane kurmuşuz, ilk defa
Türkiyede 29.428 bilişim teknolojisi sınıfını
açmışız.
Bunlar bizim de ilk defa karşı karşıya
olduğumuz kavramlar. Ben talebelik hayatımda, üniversite
yıllarımda bu kavramları bile duymadım ama ne güzel,
şimdi Türkiyenin her tarafında, Hakkâriden Edirneye bu kadar
bilişim teknolojisi sınıfı açılabiliyorsa bu bir
teşekkürü hak eder yani, nezaketen dahi olsa. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) E, bilgisayar
göndermişiz 1 milyona yakın, nakit transferleriyle dünya kadar
kaynak, ücretsiz kitap, her ile bir üniversite kurmuşuz, her ile bir
üniversite. Nitekim, bu üniversiteler kurulurken değerli milletvekili
arkadaşlarımız, iktidardan muhalefetten, kendi iline üniversite
kurulmuş olmasının sevincini şahsi sözleri olarak burada
ifade ettiler. Yani, en azından her ilimize bir üniversite kuruldu diye bu
Hükûmet teşekkürü hak etmedi mi? Bu kadar birbirimize karşı
iltifatta, teşekkür etmede niye cimri davranıyoruz, niye hasis
davranıyoruz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar,
CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Hepimiz destek verdik!
AKİF AKKUŞ (Mersin) O kadar para harcıyorsunuz!
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Sözlerine bir teşekkürle
başladın mı ki, biz de
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Evet, şimdi, değerli milletvekilleri, bir başka
şeye geçelim, vaktimin tamamını bunlarla kullanmak niyetinde
değilim. Türkiye sağlıkta önemli devrimler yaptı, önemli
atılımlar gerçekleştirdi. Bunu söylemek lazım, bunu
vatandaşımız biliyor, başkaları kabul etmek istemese
de vatandaşımız biliyor ve şunu net olarak ifade ediyorum:
AK PARTİ İktidarının bu derece yüksek oy almasındaki
en önemli faktörlerden bir tanesi eğitim ve sağlıktaki
başarımızdır, sağlık hizmetlerinde vatandaşa
getirdiğimiz kalitedir. Bugün, on sekiz yaşın altındaki her
çocuk, ücretsiz muayene edilebiliyorsa, sağlık sigortasından
yararlanabiliyorsa, büyükleri teşekkür etmese bile bu çocuklar
teşekkür edecektir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) En azından bundan dolayı bir teşekkürü bu
Hükûmet hak etti. 245 hastane yapmışız, 220si ek olmak üzere,
sağlık ocaklarıyla beraber
CANAN ARITMAN (İzmir) Geriye götürdünüz Sayın Bakan,
yapmayın! Geriye gidiş oldu!
BAŞKAN Sayın Arıtman, lütfen
Sayın
Arıtman
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla)
1.503 sağlık tesisini hizmete açmışız.
Şimdi, başka bir şey, artık KÖYDES, BELDES AK
PARTİnin klasiği oldu, bunun hiç üzerinde durmaya gerek yok. Aradan
geçen bunca yıl içerisinde 2009a, 2010a geldiğimizde daha hâlen
susuz köylerimiz vardı geçmişte. Bunlar ilk defa suyla yolla
karşılaştı.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Hâlâ var! Hâlâ var!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Eksiklikleri varsa gideririz, var ama önemli kaynak
ayırdık. Bunu bir öncelik kabul ettik. Bu bir siyaset felsefesi. Neye
öncelik verdiğiniz önemli. Biz köye köylümüze, orada yaşayan
insanlara, insan haklarının gereği olarak bu türlü hizmetleri
götürdük, götürmeye devam ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, bir başka şey daha ifade
edeceğim: Nüfusumuzun hâlen üçte 1i tarımda
çalışıyor, tarımdan geçimini temin ediyor. Hükûmetlerin
bütçeleri içerisinde de tarımın özel bir yeri var, hatta siyasi
neticelerin lehte ya da aleyhte tecelli etmesinde hükûmetlerin tarım
politikaları birinci derecede belirleyicidir. Onun içindir ki bütün seçim
beyannameleri dâhil, konuşmalar dâhil, önemli bir kısmı
tarımla ilgilidir. Acaba -geriye dönüp bir bakalım- bu yedi sene
içerisinde Hükûmet tarımda ne yaptı, hiçbir şey yapmadı
mı?
RIDVAN YALÇIN (Ordu) Çiftçiye sorun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Soracağız, hep beraber soruyoruz.
Evvela, tarımda yapısal reformlara ihtiyaç vardı.
İlk defa bu dönemde, on iki tane çok önemli yasa, tarımın
altyapısını oluşturacak, tarımı
dışarıya rekabete açacak, geliri artıracak ve böylece de
insanlarımızın şahsi bütçelerine önemli ölçüde katkı
sağlayacak tarımda bu altyapı reformunu düzenleyen on iki tane
yasayı beraber çıkardık. Hepinize teşekkür ediyoruz,
sizlerin de katkısı oldu, sizlerin de bu kürsüden Şöyle
yaparsanız daha iyi.dediğiniz hususlar oldu. Bunları hep
beraber yapıyoruz ama neticede hükûmet biziz.
Şimdi, destekleme: Bütün dünyada tarım destekleniyor, az
veya çok, herkes gücüne göre, imkânına göre. 2002 yılında
tarım destekleme tutarı 1 milyar 868 milyon, bu kadar, demek ki o
zaman bu kadar imkân vardı ama 2010 bütçesine geldiğimizde 5,6 milyar
TLlik... Geçen sene de yaptık, bu sene de yapıyoruz, imkân
elverdikçe her sene bu destekleri giderek artırmaya ama doğru
tercihler yaparak, öncelikleri doğru koyarak, dünyayla rekabet edecek bir
tarım politikasını geliştirmek adına bu destekleri
vermeye çalışıyoruz. Bunlar da bu bütçenin rakamları.
Bakınız, yedi yıllık iktidarımız döneminde
çiftçiye bu manada verdiğimiz desteğin tutarı yaklaşık
31 milyar TLdir, 31 katrilyon biz destek vermişiz.
ABDULLAH ÖZER (Bursa) Onun için çiftçi borç batağında.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Ayrıca, bakınız, bir başka destek daha. Hep
unutuluyor. Bu rakamlar söylendiği zaman biraz garip
karşılayanlar da oluyor, onu ifade edelim ama doğru budur:
Şimdi, 2002ye geldiğimizde, çiftçi Ziraat Bankasından kredi
alacak, tarım kredi kooperatiflerinden kredi alacak. 100 lira paraya
ihtiyaç var, 100 lira krediye. Ne faiz ödemesi gerekiyor? 59 lira. Yani 100
lira alacak, 59 lirası faiz. Daha gelirken yolda paranın yarıdan
fazlası gitti; mazot için de gitti, gübre için de, her şey için
gitti. Daha yolda gitti, kaynakta tevkif edildi. Şimdi, şunu kabul
etmek lazım: Bugün faizler kaça indi? Bu aradaki fark, ihtiyaç sahibi
çiftçinin cebine kaldı yani 100 liraya 59 lira faiz ödemek var. Bazı
alanlarda yüzde sıfır, bazı alanlarda yüzde 5, yüzde 8, yüzde 11
-ödediği faiz bu- geri kalan yüzde 44 o çiftçinin cebine kaldı.
Çiftçi edebiyatı yapalım edelim de şu gerçeklerin de bir
görülmesi lazım. Bu faizler inmeseydi
Aynı şey esnaf için
geçerli, o da yüzde 59dan borçlanıyordu. Esnaf için ne yapıldı
ne edildi? Esnafın cebinde en az bu krediler sebebiyle yüzde 40 ila 45,
yüzde 50 arasında para kaldı; aksi takdirde, bunları bankalara
veya kredi veren kuruluşlara ödeyecekti. Bunlar da Türkiye'nin
gerçeği yani 2002den bu tarafa bizim insanımızın,
çiftçimizin, esnafımızın geldiği noktadır, bu
Hükûmetin sağladığı en büyük kolaylıklardan,
avantajlardan bir tanesidir.
Bir başka şey: Tabiatıyla Türkiye öyle avanta
geliri olan bir ülke değil; ne Suudi Arabistanın petrolü var ne
falanca ülkenin doğal gazı var, ince iğneyle kuyu kazar.
İnce iğneyle kuyu kazacak, oradan bir değer orta yere
çıkacak; bunu da satacağız, pazarlayacağız, ihracat
yapacağız, böylece Türkiye'nin, devletin çarkını
döndüreceğiz. Bütçe dediğimiz işte buralardan gelen gelirlerle
oluşuyor, başka türlü imkânı yok.
Şimdi, bakınız, 2002 yılında
tarımın gayrisafi yurt içi hasılaya katkısı 23,7
milyar, yuvarlak 24 milyar. 2008de ne kadar bu? Yaklaşık 57 milyar.
Şimdi, 23ten, 24ten 57ye eğer bu kendiliğinden geliyor ise,
hiçbir katkı olmadıysa politikalarımızda, önceliklerimizde,
desteklemelerimizde, yaptığımız reformlarda, bu iş
kendiliğinden oluyor idiyse, bu ülkede 1950den bu tarafa çiftçi üzerinde
durulur, çiftçiyle ilgili laflar edilir, vaatlerde bulunulur, sözler verilir,
kendiliğinden oluyor idiyse bu rakamların geçmişte de, bir
beş sene evvel, bir on sene evvel de gerçekleşmiş olması
gerekirdi.
Şimdi, buradan bir başka şeye geliyorum: Yani
Türkiye battı. filan diyoruz da, Türkiyede üretim yok, vesaire yok.
bu türlü lafları söylüyoruz, önüne arkasına da fiyakalı bir
kısım cümleler kuruyoruz. İyi de, hiçbir şey üretmediysek
neyi satıyoruz biz?
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) Çin malı
satıyorsunuz, Çin malı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Yoku satma becerisini ben gösteremem, biz gösteremeyiz. Bize ait
olmayan bir şeyi satan bir Sülün Osman vardı. Siyaset Sülün
Osmanlığa açık bir alan değildir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Her şey çok açık, net, toplumun gözü önünde cereyan
ediyor. 24ten 57ye gelebildiyse belli ki bu Hükûmet bu noktada çok önemli
çabayı, gayreti göstermiş ve bugün bu noktaya getirmiştir.
Şimdi, Türkiye, hakikaten ihracatta çok önemli mesafeler
aldı. Her Hükûmet ihracatı teşvik etmek istedi. Başka çaresi
de yoktur, onu söyleyeyim. Türkiye, ihracata dayalı bir büyüme gösteriyor,
çarkını böyle döndürecek. Hepimiz, her hükûmet, her cumhuriyet
hükûmeti bir şey satmak istedi imkân bulduysa, fırsat bulduysa ama
insaf edin ki bu Hükûmetin en başarılı olduğu alanlardan
bir tanesi ihracattadır, dış ticarettedir; çok önemli mesafeler
aldı, 30 milyar dolarlardan 132ye kadar çıkardı daha geçen
sene. Bu sene sıkıntı var ama bu bizim moralimizi bozmaz, yine
de 100 milyar doların ötesinde, üstündedir.
Şunu ifade ediyorum: Yedi yıllık iktidar
dönemimizin en kötü dönemini alın, son on yılın, on beş
yılın en iyi döneminden daha iyidir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunda iddiaya varım. En kötü
dönemini, en kötü rakamlarını alın, filanca dönem, son on
beş yılın iyi dediğiniz rakamlarından kat be kat
daha fazla.
Şimdi, bakalım, tarım ürünleri
ihracatımız: Eskiden Türkiye denildiği zaman sadece incir,
üzüm, fındık ihraç eden bir ülke. Çok şükür, Türkiye
bunları epey geride bıraktı. Emeği geçen herkese
teşekkür ediyoruz, özel teşebbüsünden devlette bu hususa katkı
verenlere, katkı sağlayanlara. Şimdi, 4 milyar dolardan 2008
yılında 11,5 milyar dolara çıktıysa belli ki hem
tarımın kalitesinde hem üretim artışında hem de
planlamasında hem de teşviklerinde ve önceliklerinde bu Hükûmet son
derece başarılı.
CANAN ARITMAN (İzmir) Sayın Bakan, ihraç ettiklerimizi
ithal eder olduk.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Değerli milletvekilleri, burada sık sık Türkiye'nin
bu dönemde çok borçlandığı konusu geldi, vakit kalırsa ona
girerim, vakit kalırsa ama bir şeyi söyleyeceğim: Borçlanmayan
ülke olmaz. Dünyanın her ülkesi borçludur şu veya bu şekilde.
Mühim olan Aldığınız borcu ne yaptınız? esas
mesele oradadır, birinci mesele. Borç alıyorsunuz, insanlar da
borçlanıyor. Belki hepimizin borcu var, gider bankadan
alırsınız. Bunu gidip eğlencede yemek var, bunu gidip
akıllı kullanarak aldığınız paradan çok daha
fazla katma değer getirecek alanlara yatırım yapmakta fayda var.
Bu Hükûmet döneminde elbette belli bir borçlanma var, geçmişle kıyas
etmeyecek derece düşük bir borçlanmadır, düşük bir borçlanma.
Bunun rakamlarını biraz sonra gerekirse veririm ama şunu
görelim, borcun yapısına bir bakalım: Şimdi evvela bu borcun
üçte 2den fazlası özel sektör borcu, özel sektör borcu. Yüzde 28i-yüzde
29u devlete ait bir borç. Bu önemli bir meseledir, buradan bir yere
geleceğim, o da şudur
AKİF AKKUŞ (Mersin) İhracatı devlet mi
yaptı?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Şimdi bakınız, hiçbir kredi kuruluşu devlette
gördüğü garantiyi özel sektörde görmez. Durup dururken bir özel sektöre,
bir firmaya, bir holdinge, bir şirkete; onun 3 misli, 5 misli teminat
almadan, yapacağı işe güvenmeden, geriye dönüş
yapacağını garanti altına almadan, değil kredisini
vermek, vallahi günahını bile vermez. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Şimdi, günahını
vermez günahını, hele de bu kredi dışarıdan geliyorsa,
dışarıdan geliyorsa. Biz, zaman oldu, peşin
parasını verdiğimiz silahı bile alamadık. Şimdi,
elin oğlu, elin yabancısı gelecek, (A) Türk şirketine, (B)
Türk şirketine; ne yapacağı belli değil, getirisi belli
değil, dönüp dönmeyeceği belli değil, bu kadar milyar dolar
krediyi verecek. Niye verdi peki? Verişinin bir tek sebebi var çünkü bu
ülkede güven var ve istikrar var. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Güven ve istikrar varsa orada kalkınma var. Bir ülkede
güven ve istikrar varsa o ülkenin geleceği müemmendir, geleceği garantidir.
Eğer güven ve istikrar yoksa, geçen sefer de söyledim, yıkılacak
duvarın altına hiçbir akıllı oturmaz. Yıkılacak
duvarın altında oturan adama da hiç kimse değil para vermek,
vallahi selam bile vermez çünkü bu ahmak mıdır, deli midir der. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Hele bir de oğulları
yönetim kurulu üyesi olursa tadından yenmez bu iş!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Şimdi, yabancı banka, şirket, kredi
kuruluşları, Türkiye'nin özel sektörüne bu kadar kaynak
ayırdıysa, bu kadar para verebiliyorsa, Türkiyede güven var,
istikrar var, geleceği görüyor ve kredi talep edenin projesine de itimat
ediyor. Peki, özel sektör bu krediyi aldı ne yaptı? Özel sektör,
aldığı bu krediyle
Bu dönem burada dinlemedim, belki ara
bütçelerde konuşulurken oldu mu, ikide bir geçen sefer
başımıza vurduğunuz bir cari açık vardı. Bu cari
açık, cari kaçık işi burada hiç gündeme gelmedi. Niye? Niye?
Yani, geçen sene en öncelik verdiğiniz, ikide bir önümüze Ne diyorsunuz
bu cari açığa, ne diyorsunuz bu cari açığa?
İşte, cari açığın iki tane önemli sebebi var: Bir
tanesi, yüksek miktarda dolar fiyatlarıdır, 146-150 dolara kadar
çıktı. Türkiye, enerjinin büyük bir kısmını
dışarıdan alıyor. Doların varilini 70 dolardan almak
var, 145-150 dolardan almak var. İkincisi: Özel sektör krediyi aldı
ne yaptı? Makine getirdi, ara malı getirdi, kendisini yeniledi,
teknolojisini yeniledi. Başka türlü nasıl rekabet edecek? Çinle
nasıl rekabet edecek, Hindistanla nasıl rekabet edecek? Ancak,
yüksek teknolojiyi transfer ederse, kendisini yenilerse, kendisini çağa
uydurabilirse rekabet edebilir. İşte, öyle olduğu içindir ki o
Türkiye'nin hesabında borç gibi gözüken şey, aslında
ihracatın en önemli etkenidir, en önemli belirleyicisidir.
Şimdi, bir fotoğraf ortaya koyacaksak doğrusuyla
yanlışıyla, her yönüyle ortaya koymamız lazım.
İşin bir kısmını gösterip öbür türlüsünü
göstermediğimizde sıkıntı olur.
Bakınız, şimdi, devlet borç
aldığında ne yaptı? Biz biliriz devletin borç
aldığında ne yaptığını: Seçim
yaklaştığı zaman taban fiyatlar artar. Hatta rekabete,
açık artırmaya çıkar. Ne veriyor (x) partisi? Ben ona kilo
başına 5 bin lira daha fazla veririm. Vallahi kendi kesesinden olsa
5 kuruş vermez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Hiç cebine ağalık yaptığını görmedim bunu diyenlerin,
hep devlet kesesine ağalık yapıldı. Bu hataları
siyasetçiler olarak yaptık.
Şimdi, değerli dostum, kardeşim Mehmet
Şandır Birlikte düşünelim bazı konuları. dedi.
Bunların başında bir de bunu düşünelim. Siyaset kurumu
olarak nerede yanlış yapıyoruz? Pazar gününü kurtaralım,
pazartesi Allah kerim. Allah her zaman kerim, pazar günü de kerim, pazartesi
günü de kerim, ebedî kerimdir de Allah ama hesabınızı da
bileceksiniz, hesabınızı. Nedir o? Biz borçlandıysak
Bak, şimdi, pazar günü Sayın Başbakanımız,
değerli bakan arkadaşlarımız bazı tesisleri hizmete
açacak merkezden.
OKTAY VURAL (İzmir) Seçilen işçi göndererek, toplama
işçilerle. Talimatla işçi topluyorsunuz.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) Şimdi,
2003-2009 yılları arasında Devlet Su İşleri
tarafından beş yüz seksen sekiz adet baraj, gölet ve benzeri tesisler
yapılmış, beş yüz seksen sekiz adet, beş yüz seksen
sekiz! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İçme suyu tesisleri, taşkın koruma, dere
ıslahları yapılmış. E borç almış, ne
yapmış Hükûmet? 2002 yılında, takriben
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) İstanbulda adam
öldü Sayın Bakanım, dere ıslahı yaptınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) E siz bunları söylediniz ama yine bizim arkadaşımız
tercih oldu Sayın Kılıçdaroğlu.
Evet, şimdi, 2002 yılında DSİ kanalıyla
enerji sektöründe ne üretiyoruz? 28 milyar kilovatsaat. Şimdi, 2009da
kaç? Bu 2ye katlanmış, 49,7; 50 milyar kilovatsaat. Şimdi,
Aldığınız borç parayı ne yaptınız?
diyorsanız, Lailada yemedik biz, onu iyi bilin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Şimdi, biraz sonra oraya
geleceğim ben, Lailada yemedik.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) ATV ile Sabahı
aldınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Öyle kravat filan hesabını yapacaksak biraz sonra da bir
simit hesabını yapacağız. Bir simit hesabını da
yapacağız ama yeri gelmişken söyleyeyim: Simidi
Altındağda alıyor, oradaki hesabı yapıyor, çaya
gelince Çankayanın en lüks kafesinde yapıyor değerli dostum
İlhan Bey. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İlhan Beyciğim, bak, bu hesabı yaptım.
Şimdi yeri geldi, unuturum sonra söylemeden. Eğer her hesabı,
böyle, simit hesabı gibi yapıyorsak vallahi yandık. Yüzde 100
fark etti.
Şimdi, ben sordum arkadaşlarımızdan ola ki yanılıyor
muyuz diye. Biz halkın içindeyiz, halkla beraberiz, görüyoruz.
Şimdi, Türkiyede birinci sınıf, ikinci
sınıf, üçüncü sınıf ve dördüncü sınıf olmak üzere
dört tane kahve var. E, şimdi, sorduğumuz kişiyi de söyleyelim.
Türkiye Kahveciler Federasyonu Genel Başkanı
arkadaşımızdan sorduk: Nedir? Birinci, ikinci sınıf
kahvede 75 kuruş, üçüncü, dördüncü sınıf kahvede 50 kuruş.
Şimdi, 1 lira nereden çıktı? O dediğim yerlerde olabilir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hiltonda içiyor.
MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) Hiltonda içiyor, onun
hesabını söylüyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Evet, evet.
Şimdi, başka bir şey söyleyeyim. Aynı
şeyi sorduk. Eskiden simit tezgâhlarda satılıyordu, yine
satılıyor -Kızılayda da var, her yer var- ama bir de
Simit Dünyası diye, daha konforlu, daha hijyenik şartlarda
satılan yerler var, oradan da sorduk, orada ortalama 50 kuruş, tamam.
Hatta şöyle de bir şey dediler: Akşama doğru 4 simit 100
kuruş olur, tezgâhta kalmasın diye.
Şimdi, öyle kabul edelim, 50 kuruş kabul edelim. Yani
yanlış hesap Bağdattan döner, artık Bağdata gitmeye
gerek yok. Vallahi, Simit Dünyasından da dönüyor, Kahveciler
Federasyonundan da, hiç Bağdata gitmeye gerek yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi hesabı bir daha, doğru yapalım:
Şimdi, eğer öyle yapıyorsak, 1 simit 50 kuruş, 1 çay 50
kuruş, 100 kuruş yapar, günde 5 lira yapar 5 nüfuslu aile, ayda 450
lira yapar. Siz çıkardınız 900. Asgari ücret ne kadar? Net
olarak 547 lira.
Şimdi, eğer devletin hesabı da böyle
yapılacaksa vay gele hâlimize! Vay gele hâlimize! Onun için, milletin
neden AK PARTİyi tercih ettiğinin de en önemli göstergesi.
Şimdi, değerli milletvekilleri, başka bir şey
söyleyeceğim. Bakın, biz göreve geldiğimizden beri GAP
projesinin öneminin farkındayız. (CHP ve MHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Bütün cumhuriyet hükûmetleri GAP projesinin öneminin
farkındadır çünkü bu bir devlet projesidir, doğru olan bir iştir,
bölgeler arası dengesizliği ortadan kaldıracak... Hani şu
terörü önlemek için sadece güvenlik tedbiri yetmez, ekonomik paket de
lazım, vesaire lazım filan
Bu devletin en önemli öngörülerinden ve
sevdalı olarak bu işe gönül verdiği projelerin başında
GAP projesi geliyor. Geriye dönük iki eski siyasi liderin de bu konuda
GAPı gapdırırdın, gapdırmazdın.
tartışmaları var. Bu kadar siyasi hayatımızda önemli.
Onun için biz eğer bir açılım diyorsak, vesaire diyorsak Bunun
ekonomik paketi yok. diyorsanız, bunun ekonomik paketi GAP projesidir.
Şimdi bakalım: 91den bu tarafa GAP projesi,
inşallah 2012nin sonuna bitecektir bu. Kaynağı da var,
parası da var. Bütün mesele azimle bu işi takip etmek.
İnşallah bu defteri birlikte kapatmış olacağız.
Böylece Türkiye gelirini büyük ölçüde artıracak, bölgeler arası
dengesizlik ortadan kalkacak. Bittiği takdirde 3 milyon 800 bin
insanımız doğrudan iş bulacak. Başımıza
gelen bir kısım belaların temelinde GAP projesi bitmesin
çabası vardır, gayreti vardır. Bu projeyle kimin
ayağına basıyorsak, kimin? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Hangi uluslararası gücün? Türkiye'nin gelişmesi,
güçlenmesi, bölgede söz sahibi olması, sorunun değil çözümün
parçası olması, bir bölgesel güç olması büyük ölçüde bu
projelerden geçiyor. İşte bu projeler bittiğinde kimin
ayağına, nasırına bastıysak hepsinin
başımıza bela ettiği işin adına bugün terör
deniyor, ilave sebeplerle.
Onun için, bakın, biz göreve geldiğimizden beri bu
yatırımlar içerisindeki payını her yıl artırarak
götürüyoruz: 91de 8,5 olmuş; 92den itibaren 7,3; 7,5; 7,2; 6,9 filan
gelmiş gelmiş, geçen sene genel yatırım içerisindeki
payı yüzde 12ye çıkarmışız. 2009 kriz yılı,
yatırımların normalde azalması lazım ama bizim bu sene
ayırdığımız para 14,4; yüzde 15. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) 14,5 milyar TL biz GAP projesine
anamızın ak sütü gibi ayırmışız. Hiçbir
eksikliği yok, hiçbir yerden onaya filan gerek yok. Onun için kendimize
güvenerek diyoruz ki: 2012ye gelindiğinde bu GAP projesi inşallah
bitmiş olacak. Bunu, sağlık afiyet verirse hepimiz bu işi
birlikte gerçekleştireceğiz.
Sadece GAP değil, KOP var, bakın böyle örgüt isimleri
gibi geçmişte böyle şifrelenmiş GAP, DAP filan adı
vardı da içinde çoğu zaman son on beş yıldır pek
kaynak ayrılmayan konular. Konya Ovası Projesi, Türkiye için çok
önemli -tahıl ambarı diyoruz- Orta Anadolu için fevkalade önemli bir
proje, 2012 yılında bitecek. Yüz on yedi yıllık
Konyalının ve Orta Anadolu insanının bu konudaki rüyasıdır.
Şimdi, başka konular var değerli milletvekilleri. Eğer
hükûmet olarak bir vizyonunuz yoksa, bir düşünceniz, bir tasavvurunuz
yoksa, dümensiz gemi gemiyi nereye götürürse bir ülke de oraya gider. Çok
şükür, vizyonu olan bir Hükûmet var. Biz ne
yapacağımızı biliyoruz, sizlerden de katkı bekliyoruz.
Yanlışımız olursa lütfen söyleyiniz, söylüyorsunuz,
teşekkür ediyoruz. Biz onları gerçekten kendi içimizde de
değerlendiriyoruz ama Türkiye'nin hayali olan bir kısım projeler
vardı. Bu, Türkiye'nin hayali, sadece benim değil, sizin değil,
hepimizin, gelecek nesillerin.
Bakın, nedir bunlardan bir tanesi? Geçmişte bazı
teşebbüsler oldu ama biz, bizden evvelki hükûmetindir diye bir komplekse
kapılmaksınız bu projeler bizden evvel de olsa hiç sekteye
uğratmadan götürdük. Mesela bunlardan bir tanesi Karadeniz yoludur. Ee,
şimdi burada yanlış rakamlar var. Yüzde 70i geçmiş dönemde
bitmiş de sonra yüzde 30u
Yani temelini başka hükûmetler
atmış, duvarları onlar çıkmış, sıvası
vesairesi filan biz de götürüp sadece bir bayrak dikmişiz, bir çatı
geçirmişiz gibi bir
Öyle değil, yüzde 70den fazlası bizim
dönemimizde bitirildi buranın. Aynı şey
Eskişehir-İstanbul yolu, Mekece yolu, çok büyük ölçüde bizim
dönemimizde bitirildi, kaynak bizim dönemimizde bulundu. Hep beraber orası
için, Çorum-Ankara dâhil, Samsun dâhil bu iki yol için özel yasa
çıkardık ki bu kangren olmuş mesele bitsin diye.
Dolayısıyla, bakınız, Türkiye, artık bir
enerji koridoru oluyor. Neden dolayı oluyor? Bu Hükûmet döneminde
bitirilen, gerçekleştirilen çağın projeleri. Bakü-Tiflis-Ceyhan
petrol boru hattı, 100 milyon tonunun üzerinde petrol
akıtılıyor. İkincisi, doğal gaz, aynı güzergâh
üzerinden Türkiyeye gelen doğal gaz. Bir üçüncüsü, demir yolu
bağlantısı, bir demir yolu üzerinden İpek Yolu bağlantısı.
İki kıtayı birbirine bağlayan Marmaray projeleri.
Bunlar, her Türk vatandaşını, her siyaset
adamını heyecanlandıran şeyler. Çünkü zaman zaman belki de
yanlış telkinlerimiz sebebiyle vatandaş bize der Ne
yaptınız ki? Aslında, siyasetin neler
yaptığının, neler yapmakta olduğunun da somut
delilleridir bu, herkese lazım projelerdir. Evet, ben yaptım, biz
yaptık, birlikte yaptık demek varken bu projeleri görmezlikten
gelerek sanki hiçbir şey yapılmamışçasına burada bütçe
müzakerelerini yapmak bence çok doğru değil.
Bu konularda söyleyeceğim çok şey var ancak bir iki
konuya daha temas etmem gerekiyor. Demin söyledik, söylediğimiz hataya
kendimizin düşmemesi gerekir. O da şudur: Tabiatıyla, biz
bunları yaptık, ajandamız bunlardan ibaret değil;
çantamızdaki bütün hazırlıkları bitirdik, ondan sonra AK
PARTİnin misyonu, gerekçesi bitmiş değil. Her partinin bir
gerekçesi olmalı, bir iddiası olmalı. Ona vizyon diyoruz,
gelecek tasavvuru diyoruz.
Şimdi, demin söyledim, değerli muhalefet sözcülerimizi
dinleyen vatandaş, tamam, biz kötüyüz de -bilfarz onu öyle kabul edelim-
biz yanlışız, biz Türkiyede her şeyi berbat ettik.
İyi de sen gelince bana ne vereceksin? Yani bizim eve gel diyorsun, bizim
eve gel diyorsun da bir bardak su mu vereceksin, bir bardak çay mı
vereceksin -zararı yok, 50 kuruştan olsun o çay, hiç itirazım
yok- bir simit mi vereceksin, başka bir şey verecek misin, ne
vereceksin, nereye oturtacaksın yani vaadin ne?
Bakınız, değerli milletvekilleri, şimdi
Sayın Başbakanımızla Değerli Maliye
Bakanımız için, biri 1920lere, öbürü 50lilere, 2050ye gidiyor.
Bakınız, değerli milletvekilleri, siyaseti iyi kötü okuyarak
yapmaya çalışan birisi olarak ifade ediyorum: Bugün büyük devletler
2050yi hesap ediyor, 2050de dünya nereye gelecek, biz nereye geleceğiz?
Enerjide, eğitimde, sağlıkta, bir ülkenin ihtiyacı olan
temel değerlerde, temel konularda nereye geleceğiz diye 2050nin
projeksiyonlarını ortaya koyuyor. Vay o devletlere ki, bir yıl
sonrasını göremiyorsa, vay o siyasetçilere ki bir ay
sonrasının hesabını yapamıyorsa bu ülkenin
gidebileceği hiçbir yer yoktur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Onun için, biz, vizyonu olan bir parti olarak dedik ki, gelin
burada şey yapalım. Şimdi bazı rakamları
vereceğim, bazı hedefleri koyacağız. Bunları eksik
buluyorsanız dersiniz ki bunlar eksik. Vallahi başımız üstüne,
birlikte yaparız. Ama bakın söyleyelim: Tabiatıyla 2023
Türkiye'nin, cumhuriyetimizin 100üncü kuruluş yıl dönümü. Her
bütçenin bir adım daha yaklaştırması lazım
hedeflerimize.
Bizim vizyonumuz, AK PARTİ olarak, Avrupa Birliği üyesi
olmuş bir Türkiye. Bu, Türkiye'nin yararınadır. Alırlar
almazlar, o benim hiç umurumda değil. Ben kendi standardımı
ekonomik olarak, sosyal olarak, demokrasi, insan hakları, özgürlükler
noktasında o seviyeye getirdiğim zaman hiç umurumda değil Avrupa
Birliği üyesi olup olmamak ama bizim hedefimiz Avrupa Birliği üyesi
olmaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu,
Türkiye'nin yararınadır, Türkiye'nin yararınadır.
Yararına inandığımız için de geldiğimiz günden
beri canla başla çalışıyoruz.
Geçtiğimiz dönemde Cumhuriyet Halk Partisiyle beraber birçok
yasaları birlikte çıkardık, teşekkür ediyorum. Yani
birbirimize bir katkımız varsa bunu söylemekte de hiçbir beis yok,
böyle bir geleneği, böyle bir âdeti de başlatalım. Geçen dönem
altı uyum paketinde ve alan düzenlemesiyle ilgili birçok yasada gerçekten
Cumhuriyet Halk Partisiyle çok iyi diyaloğumuz oldu, çok önemli
katkıları oldu.
Şimdi, evet, Avrupa Birliği üyesi bir ülke. G20ler
içerisinde ilk 10a girmiş bir ülke. 17nci sırada olmak, 16ncı
sırada olmak elbette bizim dönemimizde önemli bir başarı, önemli
bir yere geldik. İkinci ligden birinci lige çıktık ama birinci
ligde küme düşme noktasında olmak var, şampiyonluğa oynamak
var. Milletimize yakışan, tarihine yakışan, kültürüne
yakışan ilk 10a girmektir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bir adım sonrası daha yukarılardır ve
2023e geldiğimiz zaman birçok noktada bugünkülerin çok üzerinde bazı
hedefler ortaya koymamız lazım.
Bugün millî gelir hesabımız
Demin burada
hesaplandı, 8 bin küsur denildi, 10 bin
Tabiatıyla 2009
çıkmadı, 2008 üzerinden verilen rakamlar. Onu az bulabilirsiniz, çok
bulabilirsiniz ama hedefimiz 2023 yılına geldiğimizde 20 bin
doların üzerinde -hatta bazı öngörülerde 22 bin dolar ama biz
asgarisinden diyelim- bugünkü millî gelirimizi katlayacak bir seviyeye
vatandaşımızı, kişi başına,
ulaştırmak. Gayrisafi millî hasılamızı 2 trilyon
dolara ulaştırmak. 1 trilyon dolar dış ticaret hacmini gerçekleştirmek.
Okul öncesi eğitim kademesinde, bugün yüzde 34, bunu yüzde 100lere
çıkarmak. Ortaöğretimde bugün yüzde 98, bunu yüzde 100lere
çıkarmak. Ayrıca, yükseköğretimde okullaşma
oranını yüzde 50ye çıkarmak. Bunları Türkiye yapmak
mecburiyetinde, başarmak mecburiyetinde. Bu coğrafyada Allahın
izniyle ebediyete kadar yaşayacağız. Hiç kimse birliğimizi,
dirliğimizi bozamaz. Birliğimizi dirliğimizi! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Biz kardeşiz. Bu ülkedeki 72
milyon insan kardeş. Allah bizi kardeş kıldı. Tarih bizi
buluşturdu, kaynaştırdı, et ve tırnak hâline getirdi.
Ebediyete kadar biz bu coğrafyada yaşayacağız, ama her
zaman alnımız açık, başımız dik
olacağız. Bunun ön şartı, güçlü bir ekonomiden geçiyor, iyi
eğitimden geçiyor, hedeflerimizi doğru koyup içe dönük kavgalar
yerine bütün enerjimizi, gücümüzü, ülkemizin birliğine, dirliğine,
kardeşliğine yöneltecek çabalara, projelere ayırmaktan geçiyor.
Elbette 2023e geldiği zaman, artık -70 kişilik, 60
kişilik sınıflar değil, bunlar büyük ölçüde düştü, 30
kişilik sınıflarda bizim çocuklarımız,
bilgisayarlı sınıflarda- bugün olanlardan katbekat ileri
seviyelerde bu eğitimi görecek, görmesi gerekiyor.
Sağlıkta önemli mesafeler alındı. 2023e
geldiğimiz zaman sağlığın kalitesinin en üst noktaya
çıkması lazım. Koğuşlarda hasta yatmayacak artık,
tek kişilik odalarda, refakatçileriyle beraber, bu hizmetlerin
sürdürülmesi ve bu noktada nitelikli yatak sayılarının
artırılması, sağlık bölgelerinin
oluşturulması lazım.
Bakınız, değerli milletvekilleri, hiç üzerinde
durmadığımız bir konu var: Eğer siz bilimde,
teknolojide, araştırma geliştirmede gerideyseniz, bir
yıllık tarım ürünlerini verirsiniz bir tane son model bilgisayar
ürünü bile satın alamazsınız. Artık bilgi para ediyor,
akıl para ediyor, onun için de araştırmaya geliştirmeye
para vermek lazım, para ayırmak lazım.
Onun için, hedef olarak dedik ki: 2023 yılına
geldiğimiz zaman araştırma geliştirmeye vereceğimiz
paranın yüzde 2,5tan aşağı olmaması lazım. Bu,
bizim için son derece hayatidir, güçlü devlet olmanın en önemli
şartlarından bir tanesidir.
Kadın iş gücünün bugünkünün katbekat üzerine
çıkılması lazım, yüzde 30ların üzerinde olmalı.
Tarım alanında -söyledim, tarım önemlidir hâlen-
8,5 milyon hektarlık sulanabilir arazimiz var. Bunun bir
kısmını suluyoruz, hâlen sulayamadığımız
kısımlar var. Onun için, Hükûmet olarak bu projelere çok önem verdik,
öncelik verdik. Rakamlara bakarsanız, bu böyle. 2023e gelindiğinde
8,5 milyon hektar arazinin tamamının sulanmasını
hedefliyoruz. Yani biz vatandaşımıza bunu vaat ediyoruz. Bunun
neresine yanlış diyeceksiniz? Neresine? Eğer beğenmiyorsanız,
siz kendi rakamlarınızı koyun.
Elbette, bilim ve teknoloji
alanında çalışan insanların sayısının
artması lazım. Öyle 10 bin kişiyle
35 kişiyle, 40
kişiyle acımasız rekabet dünyasında işi bir yere
götürmeniz, bir yere vardırmanız mümkün değil. Onun için, 2023e
geldiğimizde bunun en az yüzde 65i bulması gerekiyor.
Ulaştırma, başlı başına üzerinde
durduğumuz bir konu. İlk defa hızlı trenle Türkiye bizimle
tanıştı. Gittiğimiz yerlerde hep imrenirdik, Japonyada,
Avrupada, vesairede. Bizim dönemimizde, 2023e gelindiği zaman,
havaalanlarıyla, limanlarıyla, 2 bin kilometre Ankara merkezli
hızlı trenleriyle, otoyollarıyla, duble yollarıyla Türkiye
bir farklı Türkiye olacaktır. Zaten yedi senede çok şeyin
değiştiğini gördük ve görüyoruz.
Şimdi, bütün bunları nasıl yapacağız?
Değerli milletvekilleri, bunları demokrasi içerisinde
yapacağız. Üzerinde durmamız gereken konu bu, çünkü bir ülkede
demokrasi yoksa o iş kör ve topal gider. Çünkü, gelişmiş
ülkelere bakarsanız, bir ikisi dışında hemen tamamına
yakını demokrasiyle idare edilen ülkelerdir. Bugün, ülkemizde hepimiz
görüyoruz ve tartışıyoruz ki, bir demokrasi problemi var, bunu
kimse görmemezlikten gelemez. Bir hak ve özgürlükler talebi var, bunu da
görmemezlikten gelemez. Türkiye'nin modernleşmesi,
çağdaşlaşması yüz yıllık bir
macerasıdır. Cumhuriyet bunu proje hâline getirmiş. Şimdi
bize düşen, çok partili parlamenter sistem içerisinde bunu hedefine
ulaştırmak ve gerçekten çağdaş ölçeklerde, çağdaş
ölçütlerde bir demokrasiyi Türkiyede yerleştirmektir. Artık, seçimle
gelenin seçimle gideceğini herkesin kabul etmesi lazım. Aksi hâlde,
yaptığımız seçimlerin hiçbir anlamı kalmaz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ee, seçime varız, sandığa
varız ama pazartesi günü eğer benim dediğim olmazsa, benim
dediğim istikamette tercih olmazsa ne yapacağız? Ee, bunu
uzaklaştırmanın yollarını arayan bir Türkiyenin
çağdaş dünyada yeri yoktur ve olamaz.
Onun için şunu kabul edelim, şunu, o da şudur:
Türkiye, uzunca bir zamandan beri bu yönde belli bir arayışın
içerisinde ve çok da ağır bedeller ödeyerek bugünlere geldi.
Artık, cumhuriyetle beraber tebaalık dönemi bitti,
vatandaşlık dönemi başladı. Vatandaş dediğiniz
insan, vatandaş statüsündeki kişiyi tebaadan ayıran ne? Tebaa,
verilenle yetinir, verilenle. Ne verirseniz ona Eyvallah der. Onun
dışında bir şey istediği zaman, onun istemeye
hakkı yok. Ama demokrasilerde vatandaşlar vardır, vatandaş
talep eder. Doğru talep eder, yanlış talep eder; iyi talep eder,
kötü talep eder ama eder. Siz onları yok farz ederek
Çünkü biz o sayede
buradayız, biz onlar adına
Yani bizi seçerken vatandaş ama hak
talep ederken diyorsak ki Verilenle yetin, fazlasını isteme.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Tekel işçileri gibi
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Neden? Neden istemeyecek? İstememesinin sebebi ne? Yani niye
istemeyecek?
Ee, şimdi efendim, bugüne kadar bu türlü taleplerin
karşısında hep aynı gerekçelerle
karşılaşmışız. Her hak ve özgürlük talebinin
sonunda ya devlet yıkılıyor ya rejim çöküyor ya ekonomi batıyor
ya millet bölünüyor. Elli senedir, elbette geçmişte
yaşadığımız travmalar var, sıkıntılar
var, ama artık kendimize güvenmemiz lazım. Bir bölgesel güç olan,
dünyada bu kadar ekonomik güce sahip bir ülkenin artık korkularla,
vehimlerle bir yere varması mümkün değil. Tedbirimizi sağlam
alacağız, geleceğe de güvenle bakacağız ama her hak ve
özgürlük talebine diyorsak ki Bunun sonucunda şu olur, bu olur. o
takdirde bir şeyi izah edemeyiz değerli milletvekilleri, gelin,
burada anlaşalım. O da şudur: Bugün sahip olduğumuz bir
kısım haklar ve özgürlükler var, hiç farkında bile değiliz,
sanki Bunlar kolay elde edilmiş; bundan elli sene evvel de vardı,
altmış sene evvel de vardı, yüz sene evvel vardı. gibi bir
zehaba kapılmadan diyoruz ki: Bugün sahip olduğumuz hak ve
özgürlükler dünün yasaklarıydı, dün yasaktı bunlar. O
yasakları birileri bedel ödeyerek ortadan kaldırttı, bedel
ödeyerek; biz şimdi onları rahatlıkla kullanıyoruz.
Şimdi talep edilenler var; bunları da burada
oturacağız, tartışacağız, konuşacağız;
birbirimizi anlayarak, birbirimizi suçlamadan, doğruyu birlikte bulma
çabası ve gayreti içerisinde olacağız. Birbirimize küs
olamayız, birbirimize dargın olamayız; benim yanlış
yapmam, sizin yanlış yapmanızın gerekçesi olamaz, sizin
yanlış yapmanız da benim yanlış yapmamın
gerekçesi olamaz. Gelin, ne olur 2010da yeni bir sayfa açalım, bu millet
bizden bunu bekliyor; vallahi ve billahi, yemin ederek ifade ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Ekmekten, aştan
evvel Bu siyasi partilerimiz ne zaman bir araya gelecek de şu işleri
konuşacaklar. diyor. Biz hasım değiliz, biz rakip değiliz,
farklı fikirlerdeniz ama kardeşiz, öyle olmak mecburiyetindeyiz.
Bakınız, dünün yasakları
Bugün rahat
konuşuyoruz, şu kürsüde bu konuşmanın yapılması
bile belli bedellerin sonucudur. Şimdi, 1950lere gelmeden evvel bu ülkede
Milliyetçiyim. demek suçtu, Milliyetçiyim. demek! Bedeli tabutluktu, en
hafif ceza tırnaklarınız sökülürdü. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ben her 3 Mayısta o
sıkıntıları çekenlere Fatiha okuyorum, rahmetle
anıyorum. Onlar söylediler, bakın, bugün Milliyetçiyim. demenin
hiçbir şeysi yok ama o bedeller ödendi ki bugün bu noktaya geldik.
Hatırlar mısınız: Türkiye Cumhuriyeti
devletinde Türk müziğini devletin radyosunda çalmak yasaktı. Kendi
kültürüne sırtını dönmüş bir dönem olabilir mi? E, dönüldü.
Öyle oldu, böyle oldu, bugün, artık kültürümüzün en önemli, en asli
unsurlarından bir tanesi bu.
141, 142, 163; bu üç maddenin uygulanması Türkiyede özgürlük
alanı bırakmadı. En azından olan, ufak tefek haklar, içinde
emperyalizm geçen, içinde sömürge geçen, içinde ezen, ezilen geçen ya da
Allah, peygamber geçen masum bir kitabı 3 kişi bir araya
gelmiş, okuyor. Şimdi devletin bütün kütüphanelerinde
Bu 3 kişi
bir araya gelip bu kitapları okudu diye, binlerce insan, yedi sene, sekiz
sene, on sene, on beş sene hapis yattı. Şimdi devletin resmî
kütüphanelerinde bu kitaplar var, hiçbir şeysi yok.
Başka bir şey söyleyeyim: 1 lira yabancı döviz
bulundu -avukatlıktan gelen arkadaşlarımız bilir- 1 dolar
bulundu cebinizde, işiniz gücünüz yok artık günlerce mahkeme
koridorlarında, hapishanelerde
Bakınız, şimdi Türkiye,
daha sonra
ABDULLAH ÖZER (Bursa) Onu sen yapmadın!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Hep beraber yaptık. Kim yaptıysa Allah razı olsun
ya, bu işler şahsi mesele değil değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, bunlar şahsi mesele değil. Türkiye'nin
bu taleplerden neden endişe duymaması gerektiğini ifade için
söylüyorum.
Ne oldu sonra? Sonra ne oldu? Bakın, ana dili konuşmak
yasak hâle getirildi. Niye? Niye? Ee, ana dilde yayın yapmak
Bakın,
dün, bunları hep ürküntüyle karşıladık, tepkiyle
karşıladık, reaksiyonla karşıladık, hatta yeri
geldi
Şimdi, ben bakıyorum o dönemlerdeki yazılıp
çizilenlere, o hakları savunanların da önemli bir kısmı o
zaman karşıydılar. Rahmetli Özal yurt dışına
giderken dedi ki: Ne olacak ya şu GAPta iki saat Kürtçe yayın yapılsa;
başkasının kanalından yanlışını
öğreneceğine devletin kanalından doğruyu öğrense. Vay
sen misin bunu diyen, kıyamet koptu Türkiyede. Ee, şimdi? O zaman da
neredeyse bu talepleri dile getirenler, bunları söyleyenler, yeri geldi
hain oldu, yeri geldi faşist oldu, yeri
Söylenmedik laf kalmadı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye bu kadar
tecrübeyi yaşadıktan sonra, işini yoluna koymak, demokratik
standartlarını yükseltmek adına bir kısım taleplerle
karşılaşıyorsa hiç telaşa kapılmaya gerek yok,
demin söyledim, abdestinden şüphesi olan namazını
tartışmaya açar. Bizim milletimizin abdesti sağlamdır,
mayası sağlamdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Çiçek, altmış dakikalık
süreniz doldu, size de ilave süre veriyorum.
Lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK
(Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bizim milletimizin sütü de temiz, mayası da temiz. Kimse
birliğimizi de bozamaz, dirliğimizi de bozamaz. Yeter ki biz omuz
omuza verelim, el ele verelim, gönül gönüle verelim,
aşamayacağımız hiçbir engel yok. Bunu çok net söylüyorum,
Allaha inandığım kadar inanıyorum. Milletimizin
geleceğine inanıyorum. Biz iktidarda oluruz olmayız ama
milletimizin geleceği, bu yolda gittiği sürece, bugünden daha
aydınlıktır. Bu aydınlık günleri hep beraber
göreceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Cenabıhaktan niyazım, hepimizin sıhhat ve huzur içerisinde
böyle günlere kavuşması ve bugünleri hep beraber, doya doya
yaşamamızdır.
2010 bütçesinin hepimiz için, hepiniz için, milletimiz için
hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki
son konuşma, şahısları adına söz isteyen ve bütçenin
aleyhinde olmak üzere Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnceye
aittir.
Sayın İnce, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, cumhuriyetimizin 2nci
Cumhurbaşkanı, partimizin genel başkanı, Millî Mücadele
kahramanı rahmetli İsmet İnönüyü saygıyla anıyorum bu
kürsüden, Allahtan rahmet diliyorum kendisine.
Çok garip bir şey, neresinden başlayayım sayın
milletvekilleri? Bu kürsüye her çıkan AKPli 2002 öncesinden
başladı, sürekli geçmiş hükûmetleri eleştirdi ama kendi
bütçelerini savunmaya çıkan birisi de 21/12/1987den beri milletvekili,
altı hükûmette -Özal hükûmetlerinde, Yıldırım Akbulut
hükûmetlerinde, Mesut Yılmaz hükûmetlerinde- on iki yıl bakanlık
yapmış birisi AKP Hükûmetini savundu. Bu çelişki değil mi?
Ortada bir gariplik yok mu? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Yedi yıldır bu kürsüde hayal tüccarlığı
yaptınız. Yedi yıldır bu kürsüde sürekli aynı
şeyleri tekrarladınız, rakamları tersine okuttunuz.
2002de ilk iktidara geldiğinizde, ilk işiniz gömlek değiştirmek
oldu, sonra sakallarınızı kestiniz, sonra jeeplere bindiniz,
sonra orman içindeki villalarınızda havuzlarda yüzmeye
başladınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli milletvekilleri, ben -hiç kızmaya gerek yok, hiç
kızmaya gerek yok- bu memleketten insan manzaraları
sunacağım size.
Afyonun Kışlacık köyü, borçlarını ödemek
için bütün köylü böbreklerini satışa çıkardı mı?
Çıkardı.
Diyarbakırda kayıt parasını ödeyemeyen bir
anne, okulun halılarını yıkarken düşüp felç oldu mu?
Oldu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Daha dün, Şırnaka 38 doktor tayini yaptınız,
5 tanesi göreve başladı, 3 tanesi göreve
başladığı gün istifa etti mi? Etti.
Erzurumda hamiline arama kararları
çıkarılıyor mu? Çıkarılıyor. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) Yalan söylüyorsun!
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
MUHARREM İNCE (Devamla) Muğlada, Milasta Kore gazisi
açlıktan ve soğuktan öldü mü? Öldü.
Erzincanda görevlerini yapan yargı mensuplarına
Cemaatlerime dokunursan yakarım. dendi mi? Dendi.
230 bin eğitim fakültesi mezunu bu ülkenin sokaklarında
işsiz mi?
Gazeteler intihar haberleriyle dolu mu?
Memleket yangın yeri, millet ölmüş, bitmiş, siz
hâlâ ne konuşuyorsunuz!
Başbakan, camdan okuduğu yazılarla pembe tablolar
çizerek, milletin canına nasıl okuduğunu saklamaya
çalışıyor. Böyle bir ortamda, Başbakan
Yardımcısı Civanım, delikanlım ne hâle geldi. diyor.
Civanım, delikanlım ne hâle geldi. diye bakacağına,
güzelim memleketim ne hâle geldi diye ona bir bakmak lazım. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, çok değil, daha 2002de
Türk Telekom Türk müydü? Türktü. Siz bunu Araplara sattınız mı?
Telsimi İngilizlere, Adabankı Kuveytlilere, Kuşadası
Limanını İsraillilere, araç muayene işini Almanlara,
İzmir Limanını Hong Kongluya, Aveayı ve MNG Bankı
Lübnanlıya, TGRTyi Amerikalıya, Süper FMi Kanadalıya
sattınız mı? Sattınız. Çok değil, 2002de bunlar
Türk müydü? Türktü, şimdi bunların hepsi yabancıların
elinde. Yedi yıllık iktidarınızda özelleştirmeyle
sattığınız fabrika, tersane, tesis, liman, arsa, bina
sayısı kaç, biliyor musunuz? Özelleştirme İdaresinden tek
tek çıkarttım bunları. 721 adet. Bir Allahın kulu
çıksın buraya, desin ki: Biz sekiz yıllık iktidarımızda
bir tane fabrika yaptık. Baba malını babalar gibi
sattınız ve mirasyedi bir hükûmet oldunuz. Bir tane
yaptınız mı, bir tane? Bana bunun hesabını verin.
Gelelim Tekel konusuna. Sayın Cemil Çiçek iyi bilir,
oğlu orada, Sigara AŞde yönetim kurulu üyesidir, yakından takip
ediyordur Tekeli. Siz Tekeli 292 milyon dolara sattınız. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) İş Bankası
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
MUHARREM İNCE (Devamla) Alan kişi 900 milyon dolara
sattı. Aradan çok kısa bir sürede 608 milyon dolar kâr etti mi? Etti.
Şimdi siz bugün neyi konuşuyorsunuz? Tekel işçisine
vereceğiniz 25-30 milyon dolarlık parayı konuşuyorsunuz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) İzmirdeki işçileri ne
yaptınız? Onu da anlat.
MUHARREM İNCE (Devamla) Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekilleri olarak Abdi İpekçi Parkında, meydanlarda o
işçilerin sorununu dinlerken siz oturduğunuz yerde milletin
telefonlarını dinlediniz.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) Kent AŞnin
işçilerini ne yaptınız?
MUHARREM İNCE (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, Haburda teröriste kibar, Ankarada işçiye gaddar
oldunuz. Bunu bütün millet görüyor. Size buradan tavsiyem şu: Bu
barajı düşürün, yüzde 10 barajını.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) Kent AŞnin
işçileri Ankaraya yürüdü.
MUHARREM İNCE (Devamla) Bakın, hazır yetki
elinizde, hazır iktidarsınız; bu barajı düşürmezseniz
önümüzdeki dönem bu Parlamentoya gelemeyeceksiniz, benden size uyarması.
(CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
SONER AKSOY (Kütahya) Hayal görüyorsun, hayal.
MUHARREM İNCE (Devamla) Masallarınıza devam
edelim. Türkiye zenginleşmiş
Türkiye zenginleşmiş
(AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
SONER AKSOY (Kütahya) Hayal görme, hayal.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, müdahale
edin, Hatibi dinleyemiyoruz.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
MUHARREM İNCE (Devamla) Bu ülkede 10 milyon yeşil
kartlı var, 9 milyon emekli var, 5 milyon asgari ücretli var, 6 milyon
işsiz var. Bunlar mı zenginleşti? BAĞ-KUR primini
ödeyemeyen esnaf mı, ürünü dalda kalan çiftçi mi zenginleşti? Kim
zenginleşti? Bu ülkede zenginleşenler var, doğru;
gemiciğini yürüten kaptanlar var bu ülkede, bunları biliyoruz.
Girişim dehası bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı
çocukları var ama sizin yatacak yeriniz yok, bunu unutmayın. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, hukuk sistemimizi altüst
ettiniz. AİHM ve Danıştay kararları ideolojik, ulemaya
soralım. dediniz. Silivride faşist hukuk, Silopide liboş
hukuk, Deniz Fenerinde işlemeyen hukuk düzeni icat ettiniz. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, Sineyimillete döneriz. diyenler
sineyi Apoya döndüler. Sayenizde artık teröristler parti il
binasını açıyor. İmralıdaki katil prensin
odasına nem emici duvar kâğıdı döşettiniz. ABDden
korktuğunuz kadar Allahtan korksaydınız bu memleketi bu hâle
getirmezdiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın İnce
Sayın İnce, o son
cümleniz hiç uygun olmadı. Sayın İnce
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayenizde terminoloji
değişti, artık teröriste barış elçisi diyorlar,
profesöre terörist diyorlar, tarikatlar sivil toplum örgütü,
sendikacılara dinozor diyorsunuz. Bu ülkenin içişleri
Washingtonda
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın İnce, bir saniye
Sayın
İnce, bir saniye
MUHARREM İNCE (Devamla)
dışişleri Brükselde,
İncirlik ABDde, ekonomi IMFde, Başbakan gezilerde; manzarayı
umumiye bu. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın İnce, lütfen temiz bir üslupla
konuşmaya özen gösterir misiniz lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın milletvekilleri,
Sayın Başbakan Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. dedi,
çok doğru söyledi, çok doğru söylüyor, ben katılıyorum;
Başbakan Yardımcısı Bu ülkede tuzu kuruların
çocukları doğuda askerlik yapmıyor. dedi.
Bakın, sizin döneminizde, Millî Eğitim Bakanlığında
bir bakanın danışmanı Kahramanmaraşta çavuş
olarak askerlik yaparken İLKSAN Yönetim Kurulundan 2 milyar 700 milyon
lira maaş aldı. Hem yan gelip yattı, hem askerlik yaptı hem
de sizin bürokratınız o öğretmenlerin sandığından
maaş aldı. İşte Sayın Başbakan burada,
araştırsın; yalanım varsa, yanlışım varsa,
bu kürsüden, gelip özür dilerim.
Biz, yedi yıldır bu kürsüde, gece sokağa aç yatan
çocukların, tenceresi boş kalan anaların, çocuklarına
harçlık veremeyen babaların haklarını savunmaya
çalıştık; parklarda direnen işçilerin, ürünü dalda kalan
çiftçilerin, geçinemeyen emeklilerin sesi olmaya çalıştık.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) Karşıyaka
Belediyesi işçilerinin direnişini niye söylemiyorsun!
MUHARREM İNCE (Devamla) Siz koltuklarınıza
alıştınız, ne yazık ki aşınıza haram
karıştırdınız; ne yazık ki öğrenciler,
öğretmenler, avukatlar, eczacılar, işçiler, memurlar sokakta
sesli yürüdüler, ama bu ülkede bazıları sessizce yürüttü.
Şimdi sizlere sesleniyorum: 72 milyonu dinlemeye
muktedirsiniz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) Sen ancak şov yaparsın
televizyonda!
MUHARREM İNCE (Devamla) O şovu gel bir kere de sen yap
Çerçi! Sen devlet hastanesindeki röntgen cihazını boz da senin özel
hastanenden para kazan biraz! Sen o işe bak!
BAŞKAN Lütfen Genel Kurula hitap edin Sayın İnce,
karşılıklı tartışma içerisine girmeyin.
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın milletvekilleri,
yandaş medyanızla birlikte yargıdan önce infaz
yaptınız. Bunu yapmaya muktedirsiniz. İş
adamlarını vergi silahıyla ezmeye muktedirsiniz, kendi zenginlerinizi
yaratmaya muktedirsiniz, Tekel işçilerine biber gazı atmaya
muktedirsiniz ama sürekli mağdursunuz! Yok darbe yapacaklar, yok suikast
yapacaklar! İki tane adresi ezberleyemeyen adamdan suikastçı mı
olur? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Gerçekten ayıp!
BAŞKAN Lütfen sayın milletvekilleri
MUHARREM İNCE (Devamla) Bırakın bu Berlusconi
sendromunu! Berlusconi bir yumruk yedi, yedi puan arttı diye!
Bırakın bu işleri! Memleketin gerçek sorunlarına dönün,
kurumları çatıştırmayın, çatışmadan rant
elde etmeye kalkışmayın. Gerçek gündem, işçiyi, memuru,
çiftçiyi düştüğü bu karanlık kuyulardan kurtarmaktır.
Sizler bunu yapmalısınız.
Sayın Genel Başkanım, size de bir şey söylemek
istiyorum. Sayın Genel Başkanım
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler) CHPye de sataşacağım, size
ne!
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Sataşamazsın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın İnce, süreniz doldu. Size ilave süre
veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın Genel
Başkanım, Aksekili Ali Çavuş haklı, sizin işiniz zor.
Otuz beş yıldır siyasettesiniz, bir tane yolsuzluk dosyanız
yok, 60 bin dolarlık saatiniz yok, oğlunuzun gemisi yok! Siz, 12
Eylülden sonra Zincirbozanda hapse girersiniz ama halkı kin ve nefrete
sürükleyen şiirler okumazsınız! Çocuklarınıza burs
verecek tanıdık iş adamı arkadaşlarınız da
yok! Vallahi işiniz zor sizin Genel Başkanım! (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) Anayasa Mahkemesinin
kararı var, Anayasa Mahkemesinin.
MUHARREM İNCE (Devamla) Ben son olarak sizlere şunu
söyleyeyim: Siz biraz sonra Bu kürsüdekinin boynunu vurun, tez susturun,
telefonlarını dinleyin, peşine polis takın. diyeceksiniz.
Siz de Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa!
diyeceksiniz.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) Sen söylüyorsun!
ZEYNEP DAĞI (Ankara) Sen söylüyorsun!
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Kırşehir) Sen diyorsun sen!
Padişahım çok yaşa! diyen sensin!
MUHARREM İNCE (Devamla) Ama size şunu söylüyorum: Sizin
için tek yer şudur, Meclisin önüne Yüce Divana gitmek için otobüsler
yanaşana kadar bağırın, ondan sonra bir daha böyle bir
hakkınız olmayacak.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
Öp, öp sesleri)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Lütfen sayın milletvekilleri
MUHARREM İNCE (Yalova) Siz çıkın öpün!
OKTAY VURAL (İzmir) Şu rezalete bak!
BAŞKAN Sayın İnce, yerinize oturur musunuz.
Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını alacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, birleşimin
sonuna geliyoruz efendim. Sayın Başkan
BAŞKAN Her iki kanun tasarısının açık
oylamasının elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın Genç, Birleşimin sonunda söz verilir. diyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Tamam ama, yani oylamadan önce verin.
BAŞKAN Birleşimin sonunda size söz vereceğim,
unutmuş değilim. İç Tüzükün hükmünü gayet iyi biliyorum. Lütfen
yerinize oturun, söz vereceğim size, buyurun.
Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına
başlıyoruz.
Oylama için beş dakika süre vereceğim. Bu süre içinde
sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu
yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık süre
içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine oylama için öngörülen beş dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, açık oylama
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 437
Kabul :
335
Ret :
102 (x) (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, 2010 yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Şimdi 2008 yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için yine beş dakika süre veriyorum. Bu süre içinde
sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu
yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık süre
içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa,
hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine oylama için öngörülen beş dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, açık oylamanın
sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 426
Kabul :
332
Ret : 94 (xx)
2008 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun
Tasarısı kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bütçe ve kesin hesap kanunu
tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Milletimiz, memleketimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Hükûmet adına Başbakan Sayın Recep Tayyip
Erdoğanın teşekkür konuşması yapmak üzere söz
isteği vardır. Kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK PARTİ
sıralarından ayakta alkışlar)
IV.- TEBRİK, TEMENNİ VE
TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür
konuşması
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 bütçesiyle ilgili
olarak, gerek Komisyon gerek Genel Kurulda haftalardır yoğun bir
çalışmanın içerisinde olduğunuzu biliyorum ve bugün nihai
kapanış müzakerelerini yaptık ve bu müzakerelerle birlikte özellikle
2010 ve daha sonrasına yönelik, Hükûmet olarak yapacağımız
çalışmalara katkısı olacak bütün bu düşünceler için,
gerek şahsım gerek Hükûmetim adına çok çok teşekkür
ediyorum. Ülkemiz için, milletimiz için bu bütçenin hayırlara vesile
olmasını Allahtan temenni ediyorum.
(x), (xx) Açık oylama kesin
sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, birleşimi
kapatmadan önce, İç Tüzükümüzün 158inci maddesine göre bir işlem
yapmak durumundayım.
Bilindiği gibi, bu birleşimin Birinci Oturumunda Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Gençe, 158inci maddenin
tanıdığı imkân sebebiyle bir uyarı cezası vermek
durumunda kalmıştım. 158inci maddenin ikinci fıkrası
Uyarma cezası alan milletvekili kendisini savunmak için söz isterse, bu
üyeye oturumun veya birleşimin sonunda söz verilir. demektedir. Ben de
talep üzerine Sayın Gençe savunmasını yapmak üzere üç dakika
söz veriyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, savunma hakkı
kutsaldır. Bakın, bu, sataşmada üç dakikadır. Lütfen bana
on dakika verin.
BAŞKAN İç Tüzükümüzde bu konuda herhangi bir süre
öngörülmemiştir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Efendim, olur mu! Bakın, şimdiye
kadar uygulamalar var, on dakikadan aşağı değil.
BAŞKAN Tamamen oturumları yöneten, birleşimi
yöneten başkana verilmiştir. Size üç dakikalık, savunma yapmak
üzere bir süre veriyorum. Sadece uyarı cezasını almanıza
neden olan konuyla ilgili bir savunma yapmak için size söz hakkı verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, çok keyfî hareket
ediyorsunuz. Üç dakika
BAŞKAN Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Savunma yapıyorum. Savunmanın
konusuyla ilgisi olmaz Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurun.
III.- DİSİPLİN
CEZALARI (Devam)
1.- Tunceli Milletvekili Kamer
Gençe uyarı cezası verilmesi (Devam)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tabii Başkanın taraflı olduğu çok
açık.
Bugün İsmet Paşanın ölüm yıl dönümü. Ben
kendisine Tanrıdan rahmet diliyorum.
Şimdi, sayın milletvekilleri, ben bu bütçe müzakereleri
sırasında, Pertek Köprüsünün yapılması, Tuncelide yurt
binasının boşaltılarak üniversitelere verilmesi, Munzur
Nehri üzerinde barajların yapılmaması, cemevlerinin ibadet yeri
yapılması konusunda burada soruları sordum, hiç kimseden cevap
almadım. Neyse
Hükûmet ve ANAP adına konuşan arkadaşları
burada dinledim. Şimdi, ANAP Grup sözcüsü dedi ki: Efendim, bankalar
bizim zamanımızda sizden önce batmıştı. Halk
Bankası batmıştı. El insaf! Şimdi, Tayyip Bey
zamanında gidip de 375 milyon lirasını Halk Bankasından,
375 milyon lirasını da Vakıflar Bankasından alıp da
damadının şirketine verdi mi vermedi mi? Bunun
teminatını aldı mı almadı mı? Almadı.
Şimdi, burada, biraz önce
BAŞKAN Sayın Genç, bu savunma mı oluyor?
KAMER GENÇ (Devamla) Niye müdahale ettin? Burada savunma
yapıyorum işte.
Şimdi, arkadaşlar, 2001 yılında bankalardan
alınan para, Tayyip Bey burada konuşurken 4 milyar 163 milyon.
dedi, hâlbuki 5 milyar 163 milyondur. Ben, en azından, burada, o zaman
elli defa soru verdim, fakat bu paralar o götüren bankalardan tahsil edilemedi.
Kim etmedi? Sizin zamanınızda etmedi. 2002 yılında, 2003te
iktidara gelir gelmez bir soruşturma komisyonu kurdunuz. O soruşturma
komisyonunda bu var. Bunu alan en büyük banka adına gelir ve inceleme
yapıldı, kurumlar vergisi ve o yabancı banka 3,5 milyar dolar
vergisi alındı ve bu 3,5 milyar dolar vergiyi Maliye
Bakanlığı Merkez Uzlaşma Komisyonunda da bir kalemde sildi.
Peki, o 3,5 milyar dolar bedava mı silindi? Hayır.
Şimdi, biraz önce burada konuşan Cemil Çiçek getiriyor,
diyor ki Çayı Çankayadaki fiyattan alacağına, git Hergele
Meydanındaki fiyattan şey et.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Böyle şeyler söylemiyor
kardeşim, öyle demiyor.
KAMER GENÇ (Devamla) Öyle dedi, öyle. Sen daha
dinlememişsin.
Şimdi, bu memlekette vatandaşlara Çayı Çankayada
değil, Hergele Meydanında gidin için. diyor. Bakın şimdi,
değerli milletvekilleri, kendisi bir çay parasıyla, simitle
vatandaşın geçinmesini istiyor ama kendi damadı TOKİden
bir anda 1,5 trilyon lira alıyor, bunu cebine koyuyor. Ne kadar güzel,
değil mi? Ondan sonra
Şimdi, Tayyip Beyin, efendim, oğlunun
bacanağı İstanbulda mesleki eğitim adı altında
359 trilyon lirayı alıyor, bunu cebine koyuyor. Ondan sonra Tayyip
Beyin oğlunun bacanağının babası yine gidiyor,
İstanbul Belediyesinde itfaiye özelleştiriliyor, paralar onların
cebine gidiyor. Yine oradaki deniz otobüslerini özelleştiriyor, onun
yerine gidiyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye bu İktidar
zamanında maalesef rayından çıkarıldı. Burada Cemil
Çiçek Erzincan Savcısına telefon etti mi etmedi mi? Bu, rejim
sorunudur. Niye burada cevap vermiyor? Bugün basında
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan
BAŞKAN Evet, Sayın Genç, bakın, ben size niçin
söz verdim? Dinler misiniz beni. İç Tüzükün 157nci maddesine göre söz
kesmek, sükûneti ve çalışma düzenini bozmak, şahsiyatla
uğraşmak disiplin hükümlerini ihlal ettiğiniz için ben size
savunma için söz verdim.
KAMER GENÇ (Devamla) Savunma yapacağım ben burada.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Neyle ilgili savunuyorsun?
Savunma yapmıyorsun ki sen. Savunma yapmıyorsun.
BAŞKAN Siz, burada bulunmayan kişilerle ilgili
birtakım açıklamalarda bulunuyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) Tamam, niye yaptığımı
şimdi söyleyeceğim.
OKTAY VURAL (İzmir) Savunmayı kesmeyin, biz dinlemek
istiyoruz.
BAŞKAN Siz çıkıp şunu söyleyeceksiniz: Ben
sükûneti ve çalışma düzenini bozmadım, şahsiyatla
uğraşmadım, söz kesmedim. diye savunma yapmanız
lazım.
OKTAY VURAL (İzmir) Savunmayı nasıl
yapacağını siz niye söylüyorsunuz?
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan, savunmamı
BAŞKAN Hayır efendim. Süre verdim ve bitti. Lütfen
yerinize oturun.
KAMER GENÇ (Devamla) Tayyip Bey sizi korkuttu. Onun korkusundan
bana da
BAŞKAN Sayın Genç, ilk defa da ceza almıyorsunuz.
Bakın, geçmişte
Sayın Genç, ilk defa disiplin cezası
almıyorsunuz. Oturun lütfen yerinize.
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan, bir dakika için
değer mi bunlara ya. Verin. Bir dakika için
BAŞKAN Hayır efendim. Ben, sükûneti bozduğu için
kendisine uyarı cezası verdim.
OKTAY VURAL (İzmir) Son sözünü söylesin, dinlemek
istiyoruz.
BAŞKAN O da çıkacak diyecek ki Ben sükûneti
bozmadım. Böyle savunma yapacaksınız.
OKTAY VURAL (İzmir) Son sözünü söylesin, dinlemek
istiyoruz.
BAŞKAN Ben size üç dakika süre verdim, lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) Bir dakika daha verin, lafımı
bitireyim.
BAŞKAN Hayır efendim, çünkü siz savunma
yapmıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) Savunma yapacağım.
OKTAY VURAL (İzmir) Biz de bilmek istiyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) Tamam işte, o bir dakikada savunma
yapacağım.
BAŞKAN Savunma yapmıyorsunuz. Ben size savunma için
süre verdim ve süreniz doldu. Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) Savunma yapacağım Sayın
Başkan.
BAŞKAN Lütfen oturunuz.
KAMER GENÇ (Devamla) O makama hiç yakışmıyorsun.
Tayyip Beyin talimatıyla hareket ediyorsun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleri
ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek
üzere, alınan karar gereğince 5 Ocak 2010 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.03