DÖNEM: 23 CİLT: 58 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
47nci
Birleşim
13 Ocak 2010 Çarşamba
(Bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- Ardahan
Milletvekili Saffet Kayanın, Aktaş Sınır
Kapısının açılmasının il ekonomisine
yapacağı katkılar ile Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm
yollarına ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Sivas
Milletvekili Malik Ecder Özdemirin, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu
hattındaki değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı
üzerindeki esnafın sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Manisa
Milletvekili Ahmet Orhanın, Manisa ilindeki tarım
sigortalılarının sosyal güvenlik alanındaki çeşitli
sorunlarına ve diğer problemlerine ilişkin gündem
dışı konuşması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/509)
2.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş
uygulamasındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/510)
3.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban
bağışı organizasyonlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/511)
4.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve
işçi sağlığındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/512)
B) Önergeler
1.-
Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcının, Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi
(4/173)
2.- İzmir
Milletvekili Harun Öztürkün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa
ettiğine ilişkin önergesi (4/174)
VI.-
SEÇİMLER
A) Komisyonlara Üye Seçimi
1.- (10/67, 75,
82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374,
377, 388, 404) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna
üye seçimi
VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı:
321)
3.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha Denemeçin; Serbest Bölgeler Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446)
4.- Üniversite ve
Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/715) (S. Sayısı: 418)
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaşın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 15.04te açılarak dört oturum yaptı.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali Özpolatın, Yargıtaydaki boş üyelikler
için seçim yapılamamasına ilişkin gündem dışı
konuşmasına Adalet Bakanı Sadullah Ergin cevap verdi.
Isparta
Milletvekili Haydar Kemal Kurt, Isparta ilinde tarım,
hayvancılık ve elmacılığın durumu ve ekonomiye
etkilerine,
Isparta
Milletvekili S. Nevzat Korkmaz, Isparta ilindeki işsizlik sorununa,
İlişkin
gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 26 milletvekilinin, TEDAŞ ve EÜAŞ
özelleştirilmelerinin araştırılarak özelleştirilme
uygulamalarında alınması gereken (10/505),
Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 20 milletvekilinin, çevrimiçi oyunların
neden olduğu sorunların araştırılarak
alınması gereken (10/506),
Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 21 milletvekilinin, Gaziantepte sel felaketine
karşı alınacak (10/507),
Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, tüketicilerin kredi
kartı ve bankacılık işlemlerinden kaynaklanan
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
(10/508),
Önlemlerin
belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin,
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler kısmında yer alan:
(10/325) esas
numaralı, eczacıların ve eczanelerin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP,
(10/128, 10/272,
10/378) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin
görüşmelerinin Genel Kurulun 12/1/2010 Salı günkü birleşiminde
birlikte yapılmasına ilişkin CHP,
Grubu önerileri
yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında yer alan 418, 383, 455 ve 417 sıra sayılı
kanun tasarı ve tekliflerinin bu kısmın 4, 5, 6 ve 8inci
sıralarına alınmasına, diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun,
12/1/2010 Salı günkü birleşiminde deprem ile ilgili Meclis
araştırması önergelerinin görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine; Genel Kurulun, 13, 20, 27 Ocak 2010 Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, 19 ve 26 Ocak
2010 Salı günkü birleşimlerde ise 1 saat sözlü soruların
görüşülmesinden sonra diğer denetim konularının
görüşül-meyerek gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine; Genel Kurulun, 12 Ocak 2010 Salı günkü
birleşiminde 446 sıra sayılı Kanun Teklifinin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar, 19 ve 26 Ocak 2010 Salı
günkü birleşimlerde 15.00-20.00 saatleri arasında, 13, 14, 20, 21, 27
ve 28 Ocak 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerde ise
14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarına devam etmesine;
418 sıra sayılı Kanun Tasarısının İç
Tüzükün 91inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra
kabul edildi.
Hatay
Milletvekili Abdülhadi Kahya, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meralin,
İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral, Hatay Milletvekili Abdülhadi Kahyanın,
Şahsına
sataşması nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Ardahan
Milletvekili Ensar Öğütün, Üreticilerin T.C. Ziraat Bankası A.Ş.
ve Tarım Kredi Kooperatiflerine Olan ve Yeniden
Yapılandırılan Borçlarının Faizsiz Ödenmesine
İlişkin Kanun Teklifinin (2/2) İç Tüzükün 37nci maddesine
göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi,
yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.
Gündemin Sözlü
Sorular kısmının:
1inci sırasında bulunan (6/661),
73üncü (6/989),
179uncu (6/1171),
184üncü (6/1182),
201inci (6/1215),
203üncü (6/1218),
212nci (6/1232),
225inci (6/1250),
226ncı (6/1252),
227nci (6/1253),
232nci (6/1261),
237nci (6/1266),
240ıncı (6/1269),
241inci (6/1270),
272nci (6/1305),
281inci (6/1315),
302nci (6/1347),
326ncı (6/1382),
341inci (6/1402),
345inci (6/1406),
354üncü (6/1418),
Esas
numaralı sözlü sorulara Sağlık Bakanı Recep Akdağ
cevap verdi; soru sahiplerinden Tokat Milletvekili Reşat Doğru,
Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı, Gaziantep Milletvekili Hasan
Özdemir, Kütahya Milletvekili Alim Işık da cevaplara karşı
görüşlerini açıkladılar.
Birleştirilerek
görüşülmesi kabul edilen ve daha önce görüşmeleri yarım kalan,
deprem riskinin araştırılarak deprem yönetiminde
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerin
(10/60, 10/63, 10/99, 10/242, 10/243, 10/244, 10/245, 10/246, 10/254, 10/256)
yapılan görüşmelerden sonra kabul edildiği açıklandı.
Kurulacak
komisyonun:
16 üyeden
teşekkül etmesi,
Çalışma
süresinin, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi
tarihinden itibaren üç ay olması,
Gerektiğinde
Ankara dışında da çalışması,
Kabul edildi.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara
Milletvekili Reha Denemeçin, Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun
(2/541) (S. Sayısı: 446),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
13 Ocak 2010
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00te toplanmak
üzere birleşime 21.26da son verildi.
|
|
|
Meral
AKŞENER |
|
|
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
|
Harun
TÜFEKCİ |
|
Gülşen
ORHAN |
|
|
Konya |
|
Van |
|
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.:
59
II.- GELEN KÂĞITLAR
13 Ocak 2010 Çarşamba
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Karaman
Milletvekili Hasan Çalış ve 20 Milletvekilinin,
hayvancılıktaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/509) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.11.2009)
2.- İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 20 Milletvekilinin, uzman erbaş
uygulamasındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/510) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.11.2009)
3.- Giresun
Milletvekili Murat Özkan ve 19 Milletvekilinin, kurban
bağışı organizasyonlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/511) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.11.2009)
4.- Mardin
Milletvekili Emine Ayna ve 19 Milletvekilinin, iş güvenliği ve
işçi sağlığındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/512) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19.11.2009)
13 Ocak 2010
Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.06
BAŞKAN
: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen
ORHAN (Van)
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47nci
Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme
giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise
yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla
üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Ardahan ili, Çıldır
ilçesi, Aktaş Sınır Kapısının açılması
ve ilin demir yolu hattı ile Posof ilçesinin sorunları hakkında
söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kayaya aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ardahan Milletvekili Saffet
Kayanın, Aktaş Sınır Kapısının
açılmasının il ekonomisine yapacağı katkılar ile
Ardahan ilinin sorunlarına ve çözüm yollarına ilişkin gündem
dışı konuşması
SAFFET KAYA (Ardahan) Değerli Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarımız; Ardahan ilinin sorunları ve
çözümüyle ilgili gündem dışı söz aldım. Yüce heyetinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinize özellikle
seslenmek istediğim bir konu var ki onu burada serdetmeden geçemem.
Özellikle, İsrailin Türk Büyükelçisine gösterdiği tutumu yüce
Parlamentoda lanetliyorum, kınıyorum ve İsrailin de haddini
bilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Ardahan ilimiz,
serhat bir ilimiz. Nüfusumuz 100 bin, 120 bin civarı. Türkiyede de nüfus
oranı en düşük illerden, çok müstesna bir ilimiz. Serhat
bekçiliği yapmış, gerçekten bölgenin her zaman sorunlarıyla
var olan çok değerli bir halkımız da var.
Uzun yıllar Çıldır ilçemiz çok müstesna ilçelerden
biri olmakla birlikte, Aktaş Kapısının açılması
konusunda çok ciddi bir beklenti doğmuş. Haklı olarak beklenti
doğmuş çünkü Gürcistanla sınır, Kafkasyayla
sınır bir ilçemizin, ilimizin iktisadi ve kültürel bağlamdaki bu
kazanımdan mutlaka yararlanması gerekirdi ama bugüne kadar maalesef
bu gerçekleşememişti. Sebebi de Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan
probleminden dolayı bu yol, bugüne kadar gelen -geçmişteki-
hükûmetler tarafından, iyi niyetli de olsa ele
alınamamıştı.
Ama, şimdi, özellikle Dışişleri
Bakanlığımıza, Bakanımıza, özellikle
Başbakanımıza yüce heyetiniz huzurunda teşekkürlerimi ifade
etmek istiyorum. Aktaş Kapısının açılmasıyla
ilgili Gürcistanla, Gürcistan Büyükelçiliğiyle görüşülerek -bizatihi
ben de görüşerek- o yolun 30 kilometrelik ağının
yapılması anlamında ve bir an önce iktisadi ve kültürel
gelişmenin sağlanması anlamında, 2010
yılının Mayıs ayında Aktaş
Kapısının Gürcistan sınırının
yapımının tamamlanıp bundan sonraki süreç içinde de yolun
açılıp bölgenin kalkınması ve Artvin ilimizdeki Sarpa
muadil bir yer olması konusunda Çıldır halkımızın
çok ciddi beklentileri vardır. Bu anlamda Hükûmetimize, bu anlamda
Sayın Başbakanımızın hassasiyetine huzurunuzda
teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca Çıldırımızda
barajlarımız yapılmakta. Ayrıca
Çıldırımızda demir yolu projemiz var ki geçen yıl
Sayın Başbakanımıza konuyu arz ettiğimde bizatihi
kendi talimatlarıyla bu demir yolu projemizin gerçekleşmesi bölgeye
çok önemli bir hayatiyet kazandıracaktır çünkü Karadenize
bağlanan bir demir yolu projesidir.
Bu anlamda Posofumuzla ilgili -çok özel bir ilçemiz Posof, Damal,
Hanak, Göle- özellikle Posofumuzda yaban hayatını geliştirmeyle
ilgili, 81de çıkan bir kanun teklifi vardı. Resmî Gazetede
yayınlandıktan sonra, son dönemde Çevre Bakanımızın bu
konuda hassasiyetleriyle birlikte, yeniden 60 bin hektarlık alanın 5
bin hektarının koruma altına alınacağının,
yüzde 85inin de en işler noktada yeniden kullanıma
açılacağının Orman Bakanlığının yeni
bir yönetmeliğiyle gündeme gelmesi Posof halkımızı yeniden
rahatlatmıştır ve mart ayında da Bakanımız Posof
ilçemize, o botanik bahçe dediğimiz ilçemize gitmiş olacaktır
ve Posofumuza buradan özellikle müjdem şudur ki, sınır
ticaretinin başlangıcı olacaktır bu yıl.
İnşallah, yüksekokulumuzun yapılması
noktasında, Posofumuza önemli bir yüksekokul
kazandırılacaktır. Sayın Bakanımıza da burada
teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum, Posof halkını bu projede
en iyi şekilde şekillendirdiği ve değerlendirdiği
için. Özellikle Göle ilçemizde yine, tekrar bir yüksekokulun
yapılması, fakültenin yapılması konusunda Rektörlüğün
aldığı bir karar var, bizim de özellikle isteğimiz.
Üniversite bu ülkenin bir gerçeğidir. Ardahana üniversiteyi,
gerçekten, bu yasamadan geçiren, iktidar olarak üniversiteyi Ardahana mal eden
bu Hükûmetimize özellikle Ardahan halkı adına teşekkürlerimi bir
borç biliyorum. Üniversite, bir bölgenin kalkınmasıdır,
gelişmesidir. Bundan dolayıdır ki Posof ilçemizde,
Çıldır ilçemizde, Damalımızda, Hanakımızda,
Gölemizde yüksekokul yapılacaktır. Yüksekokulların
yapılması, üniversitenin Ardahan ilinde olması, göçün
durmasında, göçün tekrar geriye gelmesinde, bölgenin kültürel anlamda,
iktisadi anlamda kalkınmasında çok ciddi bir rol oynayacaktır.
Hükûmetimize bu anlamda teşekkürlerimi özellikle ifade etmek istiyorum.
Yine, Tarım Bakanımıza festivalde ifade
ettiğim gibi burada yüce heyetin huzurunda da ifade ediyorum: Ardahan,
Kırsal Kalkınma Projesinde pilot bölge ilan edilmiştir.
Yaklaşık 25 milyon dolarla başlayıp -IFAD projesi
anlamında- 100 milyon dolara taşınacak, on yıllık
sürede bölgenin hayvancılıkta ve tarımda kalkınması
için çok önemli bir projeyi bölgemize sunmuş olduk. Artvin ve Kars da buna
dâhildir. Dolayısıyla Hükûmetimize bu anlamda teşekkürlerimi
ifade etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
SAFFET KAYA (Devamla) Yine, Kentsel Dönüşüm Projesi
bağlamında TOKİ Başkanımızın Ardahana
gelerek Ardahanda Kentsel Dönüşüm Projesine imza atması, bölgemizin
yeniden yapılanması, yeniden gelişmesi anlamında çok önemli
bir oluşumla karşı karşıya gelinmiştir.
İşte bu, AK PARTİ farkıdır. Bu, Hükûmetimizin
farkıdır. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, iddia ediyorum -yirmi
yıldır bu kürsülerdeyim- AK PARTİ Hükûmeti döneminde
aldığımız hizmeti, aldığımız
kalkınmayı, aldığımız gelişmeyi hiçbir
hükûmet döneminde almadık. Onun için Hükûmetimize minnet borcum var,
Başbakanımıza şükran borcum var; açık olarak ifade
etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunun altını çok samimi ifadelerle çizerek söylüyorum. Onun için, bir
bölgenin sorunu varsa, orada göç varsa, terör varsa o bölgenin sorunu
değildir, o sorun Türkiye'nin sorunudur. Dolayısıyla biz
istiyoruz ki bölgeler kalkınsın, bölgeler gelişsin. Serhat ili
Ardahanımız gelişmiştir, gelişecektir, büyüyecektir.
Hükûmetimize teşekkür ediyorum. İnşallah, mart
ayında Çevre Bakanımızı da Ardahana, Posofumuza davet
ettik, gelecekler, orada ağırlayacağız; Posofumuzun, o
güzel ilçemizin sorunlarını dinlemiş olacak.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, Değerli
Başkanıma teşekkürlerimi ifade ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Kaya.
Gündem dışı ikinci söz, Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon hakkının verilmemesi
ve Sivas ili demir yolu hattındaki değişiklik nedeniyle güzergâh
üzerindeki esnafın sorunları hakkında söz isteyen Sivas
Milletvekili Sayın Malik Ecder Özdemire aittir.
Buyurun Sayın Özdemir. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.- Sivas Milletvekili Malik Ecder
Özdemirin, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesine formasyon
hakkının verilmemesi ve Sivas ili demir yolu hattındaki
değişiklik ile bölünmüş yol güzergâhı üzerindeki
esnafın sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Devlet Demiryolları tarafından
bazı tren seferlerinin iptali, bölünmüş kara yolu güzergâhı
üzerindeki esnafın mağduriyeti ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesinin
Fen-Edebiyat Fakültesi öğrencilerine verilmeyen formasyon eğitiminin
yarattığı sıkıntıları dile getirmek, Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündemine taşımak için söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, keşke ben de Ardahan
Milletvekilimiz gibi Hükûmetimize, Sivas Milletvekili olarak Sivasa
yapılan hizmetler adına teşekkürlerimi sunabilseydim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Ardahanda sorun yok
zaten!
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) Üzülerek ifade etmeliyim
ki Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün yılbaşında
almış olduğu bir kararla, uzunca yıllardan bu tarafa kamu
görevi yapan 10a yakın Devlet Demiryollarının hatları
iptal edildi. Ankara-Malatya arasında yıllardır
çalışan 4 Eylül Mavi Treni -ki yaklaşık yılda 180 bin
yolcu taşıyordu- seferden kaldırıldı. Ankara-Kars
arasında işletilen Erzurum Ekspresi, yılda 250 bin insan
taşıyan Erzurum Ekspresi seferden kaldırıldı.
Kars-Akyaka arasında çalışan posta treni, aylık 9 bin yolcu
kapasitesi olan posta treni verimsizlik gerekçesiyle seferden
kaldırıldı.
Rakamlar ortada değerli arkadaşlarım. Görünen o ki
buradaki iptalin gerekçesi verimsizlik falan değil, yolcunun
olmayışı değil, görünen o ki AKP, tıpkı bundan
önceki özelleştirmelerde olduğu gibi, Devlet Demiryollarını
önce zarar eden kurum hâline getirecek, daha sonra haraç mezat satacaktır.
Değerli arkadaşlarım, sevgili milletvekillerimiz;
yani devletin her hizmetten kâr elde etmesi, para kazanması gibi bir
anlayış, bir zorunluluk mu var? Yıllardan bu tarafa,
cumhuriyetin ilk yıllarından bu tarafa Sivasın, Erzincanın,
Erzurumun bugün hâlâ kar yağdığında ulaşılamayan
köylerinin tek ulaşım aracı olan posta trenlerini,
marşandizini, devlet demir yollarını kapatırsanız,
burada devletin faydasından, devletin elde edeceği faydadan söz
etmenin olanağı var mı? Bugün itibarıyla söylüyorum,
Sivasta, ilçelerinde, Kangalında, Divriğinde, Erzincanın
İliçinde, Erzurumunda kar yolları kapamışken dünyayla tek
bağlantısı devlet demir yolu olan bu köylerimizi orada açlığa,
yoksulluğa mahkûm etmenin bir mantığı, bir
anlayışı var mı? Bir taraftan hızlı tren
projesiyle, sözüm ona 2025 yılında Sivasa hızlı tren
getireceğiz. diyen Sayın Başbakan, bir tarafta cumhuriyetin ilk
yıllarından bu tarafa hizmet veren, kaldırılan kara
trenler, marşandizler! Bu anlayışı, bu çifte standardı,
bu paradoksal ilişkiyi tarif etmenin olanağı yoktur.
Değerli arkadaşlarım, tren bizim Anadolumuzda
sadece ulaşım değildir, tren aynı zamanda sevdanın,
hasretliğin bir başka adıdır. O nedenle bugün burada,
Ankarada oturup karar alırken, alınan kararın neye, kime
faydası, kime hangi zararları sağlıyor olduğunu
doğru tespit etmemiz gerekiyor.
Sürem daralıyor. İktidarınızın kara
yollarını bölünmüş ağ hâline getirmiş
olmasını gerçekten memnuniyetle karşılıyorum. Belki
AKPnin yaptığı tek hayırlı iş bu. Ancak bu kara
yolu güzergâhı üzerinde yıllardır hizmet veren, Türkiye'nin her
tarafında binlerce esnaf var, lokantalar var, petrol ofisleri var,
dinlenme tesisleri var. Bu yol, güzergâh ikiye bölündüğünde tek tarafa
düşen akış nedeniyle bu yol güzergâhındaki esnaflar kepenk
kapatıyor ve işsizler ordusuna yeni işsizler
katılıyor.
Seçim bölgem Sivasa gidip gelirken her zaman
uğradığım İhtiyarın Yeri diye mütevazı bir
lokanta var. İyi niyetli insanlar orada ekmek parası kazanmaya
çalışıyorlar. Son gittiğimde neredeyse işçilerini
çıkarmış, işletmesine kilit vurma noktasına
gelmiş vaziyette değerli arkadaşlarım. Yani ülke olarak,
devlet olarak bir taraftan topluma hizmet götürürken yaptığımız
işin diğer taraftan başka mağdurlar yaratmamasını
sağlamamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Ve yine, süremin darlığında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi gündemine ısrarla taşımak istediğim bir şey
var. YÖK son zamanda aldığı kararla Türkiye genelinde sekiz
üniversitenin fen-edebiyat fakültelerine formasyon dersi hakkı verdi, İnönü
Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Uludağ, Dokuz
Eylül, Selçuk ve İstanbul üniversitelerine.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Bu üniversitelerin fen-edebiyat fakültelerine sağlanan
formasyon hakkı niye acaba Sivasta Cumhuriyet Üniversitesine verilmiyor?
Bu çifte standardın gerekçesi ne? Hemen her konuda -başta
söylediğim gibi- cezalandırılan Sivas ili, başkaca kanallar
kalmadı, şimdi üniversiteler arasındaki bu haksız rekabetle
bir kere daha cezalandırılmak mı isteniyor?
Bu kürsüden söylüyorum, soruyorum
İmam-hatip liselerinde kat
sayı konusunda Hukuku arkadan dolanacağız. diyen YÖK
Başkanına sesleniyorum: Sekiz üniversiteye hangi gerekçeyle bu
hakkı verdin de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi bu haktan mahrum ediliyor?
Yine, Sivasta Cumhuriyet Üniversitesinin yönetiminin,
yanlış yönetiminin ideolojik davranması sonucunda Cumhuriyet
Üniversitesindeki kadrolar birer ikişer başka illere göç etmeye
başlıyorlar. Hak ettikleri hâlde doçentliği gelmiş
insanlara kadrolar verilmiyor, profesörlüğü gelmiş olan insanlara,
öğretim üyelerine kadrolar verilmiyor ve giderek Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi kan kaybetmeye devam ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Malik Bey, tren
Erzincandan dolaşıp geliyor, bilginiz yok mu?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Devamla) Sürem bitti
zannediyorum. Bu kadar dar bir zamanda, bu kadar sınırlı sürede
bunları arz etmek istedim.
Bana bu fırsatı veren Sayın Başkan Vekilimize
teşekkür ediyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Estağfurullah.
Teşekkür ederim Sayın Özdemir.
Gündem dışı üçüncü söz, Manisa ilindeki tarım
sigortalılarının sosyal güvenlik ve diğer sorunları
hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili Sayın Ahmet Orhana aittir.
Buyurun Sayın Orhan.
3.- Manisa Milletvekili Ahmet
Orhanın, Manisa ilindeki tarım sigortalılarının
sosyal güvenlik alanındaki çeşitli sorunlarına ve diğer
problemlerine ilişkin gündem dışı konuşması
AHMET ORHAN (Manisa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gündem dışıyla ilgili konuşmama
başlamadan önce, İsrail tarafından Türk devletinin temsilcisi
Büyükelçimize reva görülen muameleyi şiddetle
kınadığımızı buradan ifade ediyor, ayrıca
iktidarın gereken cevabı bir an önce vermesini de temenni
ettiğimizi belirtiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Manisamızın tarım sigortalılarının sosyal
güvenlik alanındaki çeşitli sorunları ve diğer problemleri
hakkında gündem dışı konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi ve Türk milletini saygıyla
selamlıyorum.
Yurdumuzda, hepinizin bildiği gibi, uzun yıllar üzüm,
incir, pamuk, zeytin, tütün ihracatımızın lokomotifi olmuş,
milletimize önemli gelirler getirmiştir. Bunlardan pamuk bugün
itibarıyla maalesef bazı illerimizde tamamen terk edilmiş, bir
kısım ilimizde de giderek azalan miktarda ekilmeye devam etmektedir.
Tütün tarımına baktığımız zaman,
başka yapacak bir şeyi olmayan kırsal kesimdeki
vatandaşlarımızın, her şeye rağmen aile
ziraatı düzeyinde bu işi yapmaya çalıştıklarını
görmekteyiz.
AKP Hükûmeti üzüm üreticisini neredeyse tamamen yok
saymaktadır. Üretici ve yeterli finansal güce sahip olmayan tüccarlar,
maalesef, baş başa bırakılmıştır.
Bakanlığın havzaya dayalı yeni destekleme programı
içerisinde üzüm ve incir yer almamaktadır. Anlaşılan Hükûmetin
Egeli çiftçilerle bir sorunu var. Egeli çiftçiler herhangi bir planlama
olmadan, el yordamıyla ya nasip deyip sebze ve meyveciliğe
yönelmeye başlamışlardır. Şimdi Manisanın üstün
kaliteli, uzun elyaflı beyaz altın tarlalarında lahana,
karnabahar, brokoli tarımı yapılmaktadır. Çiftçilerimizin,
tüketim miktarları ve talepleri dikkate alınmadan, kulaktan dolma
bilgilerle hazırlamış oldukları, tercih ettikleri
tarım çeşidi başka sorunların, dramların
yaşanmasına sebep olmaktadır. Yaz aylarında tarlada
bırakılan domates, kavun, karpuz ve bibere şimdi de lahana,
karnabahar, brokoli eklenmiş durumdadır.
Tarım Bakanının onca parlak sözüne rağmen Türk
çiftçisi fakirleşmeye devam etmektedir. Genel olarak Türk
tarımının prim, stok ve finans sorunları da çözümlenememiştir.
Çareyi çiftçimiz esasında biliyor, Hükûmete sesini duyurmaya
çalışıyor. Çiftçi diyor ki: Tarımda pamuk tekrar ihya
edilsin. Türk pamuğunu işleyen tezgâhlar Kulada, Manisada,
Uşakta, Denizlide, İzmirde, Aydında, Adanada
çalışsın, onların sesine alışmış olan
tekstilcilerimiz ayağa kalksın, işsiz insanlarımız
iş bulsun, işçi-işveren intiharları son bulsun.
Bu vesileyle bir başka konuya daha dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. Bugün için zeytinyağı ve zeytin piyasasında
geçtiğimiz yıla göre ciddi fiyat düşüşleri yaşanmakta.
Maalesef, prim miktarları bu düşüşü karşılayacak
düzeyde değildir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, bu
sıkıntıların tekrar yaşanmaması için ön
alıcı tedbirler Hükûmet tarafından acilen ortaya
konmalıdır. Zeytinciliğimizin dünya piyasalarında hak
ettiği yeri alabilmesi için yoğun bir çaba gösterilmesine ihtiyaç
vardır.
Yandaş ve rantiye hariç, çiftçi başta olmak üzere tüm
toplum kesimleri var olma, ayakta kalabilme savaşı vermektedir.
Ülkemizde ve Manisamızda öyle bir kesim var ki yıllardır feryat
ediyor, maalesef bu sesi duyan ve dinleyen yok. Bu ses, Türk çiftçisinin
sesidir.
Çiftçi, Türk tarımının desteklenmek yerine
kösteklendiğine inanmaktadır. Tarım desteklemeleri desteklememe
hâlini almış, tarım ve tarıma dayalı endüstri kurumları
bir bir yok olmaktadır. Bunlardan en son olanı sizlerle
paylaşmak istiyorum. Derin bir üzüntü içerisindeyiz. Turgutluda bin
civarında hemşehrime iş imkânı sağlayan, bölgedeki
çiftçi için bir can simidi olan Tukaş, fabrikalarını
kapatmış durumdadır ancak bu konuda duyarlılık
gösteren hiçbir Hükûmet temsilcisi ortada görülmemektedir.
Değerli milletvekilleri, yine, çiftçimizin sosyal sigortalar
alanındaki bir problemi üzerinde durmak istiyorum. Bildiğiniz gibi,
94 yılında, geçmişe yönelik olarak çiftçilerimizin
sattıkları ürün bedeli üzerinden BAĞ-KUR kesintileri
yapılmış, bu çiftçilerimizin sigortadan istifade edebilmesinin
yolu açılmıştı. Maalesef tescil işlemleri
yapılmayan bu çiftçilerimiz 2008 yılında
çıkarılmış olan aftan yararlanamamışlardır.
Manisada bu durumda 12 bin civarında çiftçi söz konusudur. Bunlardan bir
kısmının işlemleri yetiştirilmiş, af süresince,
bir kısmının işlemleri de henüz tamamlanamamış
durumdadır. Yeni bir kanun, af kanunu çıkmadan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
AHMET ORHAN (Devamla)
bu çiftçilerimizin mağduriyetlerinin
giderilmesi mümkün değildir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı başta olmak üzere tüm Hükûmet üyelerinden Manisalı
çiftçiler, bu konuda gerekenin yapılmasını beklemektedir.
Şimdi, Manisalı çiftçilere sahip çıkılması
gerektiği zamandayız.
Manisa genelinde çok sayıda çiftçi -tüm Türkiyede
olduğu gibi- Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine
borçludur. Maalesef şimdilerde, bildiğimiz, o bankaların
yaptığı şeyi tarım kredi kooperatifleri yapmakta, çok
sayıda haciz işlemi yürütülmektedir. Çiftçinin tarlasına
artık çiftçi kuruluşu el koymaktadır yarı fiyatına.
Bütün bu gerçekleri görerek acilen tedbir alınmasına, bu
haciz işlemlerinin hemen, derhâl durdurulmasına ihtiyaç vardır.
Borç batağındaki çiftçiye acil yardım edilmeli, devam eden haciz
işlemleri derhâl kaldırılmalıdır. AKP Hükûmeti
tarım sektörünü ekonomik ve stratejik değeri olan bir sektör olarak
görmemektedir.
Sözümü Yüce Atatürkün Tarımını kaybetmiş bir
ülke yok olmaya mahkûmdur. sözüyle tamamlamak istiyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Orhan.
Gündeme geçiyoruz
ENGİN ALTAY (Sinop) Sayın Başkanım, biraz
önce gündem dışı konuşma yapan iktidar partisi
milletvekili, AK PARTİ Hükûmetinin cumhuriyet tarihinin bütün
hükûmetlerinden fazla iş yaptığını beyan
etmiştir. Bu çok büyük bir yalandır. Bu kürsü yalan söyleme yeri
değildir.
Teşekkür ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan,
milletvekili arkadaşlarımız burada meselelerini intikal
ettirebilirler ama Sayın Milletvekilinin kürsüdeki hatibi
yalancılıkla suçlaması hiç etik değil, ahlaki değil.
ENGİN ALTAY (Sinop) Söylediği yanlış. Ne
münasebet.
BAŞKAN Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
V.- BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Karaman Milletvekili Hasan
Çalış ve 20 milletvekilinin, hayvancılıktaki
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/509)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türk tarımının önemli kollarından olan
hayvancılığın içinde bulunduğu sorunların
araştırılarak, alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla, Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104
ve 105. maddesi uyarınca Meclis araştırması
açılmasını saygılarımla arz ve talep ederiz.
1) Hasan Çalış (Karaman)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
4) Hakan Coşkun (Osmaniye)
5) Reşat Doğru (Tokat)
6) Zeki Ertugay (Erzurum)
7) Behiç Çelik (Mersin)
8) Hasan Özdemir (Gaziantep)
9) Alim Işık (Kütahya)
10) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
11) Ali Uzunırmak (Aydın)
12) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
13) Bekir Aksoy (Ankara)
14) D. Ali Torlak (İstanbul)
15) Hüseyin Yıldız (Antalya)
16) Muharrem Varlı (Adana)
17) Murat Özkan (Giresun)
18) İsmet Büyükataman (Bursa)
19) Necati Özensoy (Bursa)
20) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
21) Erkan Akçay (Manisa)
Gerekçe:
Türk tarımının önemli kollarından olan
hayvancılık her geçen gün biraz daha gerilemektedir.
Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), istatistik
rakamları da hayvancılıktaki bu gerilemeyi net bir şekilde
ortaya koymaktadır.
TÜİK'in 2008 yılına ait hayvansal üretim
istatistikleri geçtiğimiz günlerde yayınlanmıştır.
Buna göre; büyük baş hayvan sayısı 2008 yılında bir
önce yıla göre yüzde 1,58 azalmıştır. 2008 yılı
sonu itibariyle toplam büyükbaş hayvan sayısı bir önceki yıla
göre yüzde 1,58 azalış göstererek, 10 milyon 946 bin 239 baş
olarak gerçekleşmiştir. Büyükbaş hayvanlar arasında yer
alan sığır sayısı yüzde 1,60 azalarak 10 milyon 859
bin 942 baş olmuştur.
Küçükbaş hayvan sayısı ise 2008 yılında
bir önceki yıla göre yüzde 6,87 oranında azalış
göstermiştir. Koyun sayısı 2008 yılı sonu itibariyle
bir önceki yıla göre yüzde 5,84 azalarak, 23 milyon 974 bin 591 baş,
keçi sayısı ise yüzde 11,02 azalarak, 5 milyon 593 bin 561 baş
olmuştur.
Uygulanan yanlış hayvancılık
politikalarından kümes hayvancılığı da nasibini
almıştır. Kümes hayvanları sayısı da 2008
yılında bir önceki yıla göre yüzde 8,96 oranında
azalış göstermiştir. Kümes hayvanlarından tavuk ve ördek
sayısı 2008 yılı sonu itibariyle bir önceki yıla göre
sırasıyla yüzde 9,31 ve yüzde 2,49 oranında
azalmıştır.
2008 yılında kırmızı et ve süt üretimi de
bir önceki yıla göre gerilemiştir. 2008 yılında
kırmızı et üretimi, 2007 yılına göre toplamda yüzde
16,1 oranında azalarak, 482 bin 458 ton olarak gerçekleşmiştir.
Bu yıl içinde sığır etinde yüzde 14,20, koyun etinde yüzde
17,69, keçi etinde yüzde 43,02 ve manda etinde yüzde 32,90 oranında
azalış olmuştur.
Süt üretimi, 2008 yılında bir önceki yıla göre
yüzde 0,70 azalarak, 12 milyon 243 bin 040 ton olarak
gerçekleşmiştir. Bu miktarın yüzde 91,93'ünü inek sütü, yüzde
6,10'unu koyun sütü, yüzde 1,70'ini keçi sütü ve yüzde 0,26'sını
manda sütü oluşturmaktadır.
Hayvancılığa bağlı olarak alt sanayi
ürünleri de gerilemiştir. Deri, kıl ve tiftik üretimi de 2008
yılında azalmıştır. 2008 yılında üretilen
deri hayvancılığa bağlı olarak, bir önceki yıla
göre toplamda yüzde 15,52 azalarak, 8 milyon 758 bin 597 adet olarak
gerçekleşmiştir. Yapağı üretim miktarı yüzde 5,53
oranında azalış göstererek, 44 bin 166 ton olmuştur.
Kıl üretim miktarı 2008 yılında bir önceki yıla göre
yüzde 11,75 azalarak, 2 bin 238 ton olmuştur. Tiftik üretimi ise 2008
yılında yüzde 18,14 azalış göstererek, 194 bin ton olarak
gerçekleşmiştir.
Uygulanan yanlış hayvancılık
politikaları, ahırları ve meraları bugün hayvansız
bırakmıştır. Ülkemizdeki geniş mera alanları
daraltılarak çiftçi, ahır hayvancılığına
itilmiştir. Yeşil mera alanlarında koyunlarını,
keçilerini otlatamayan üreticiler, yüksek yem fiyatları
karşısında ahır hayvancılığını
sürdüremez hâle gelmiştir. Orman kadastrosu ve keçi üreticilerine
uygulanan yasaklar, hayvancılığın gerilemesinde en az
yüksek yem fiyatları kadar etkili olmuştur.
Eskiden ülkemizde hayvancılık daha çok mera
hayvancılığı şeklinde yapılırdı.
Topraktan verim alamayan üretici, o yıl hayvancılıktan
sağladığı gelirle geçimini sağlardı. Köylerde
hayvancılık âdeta tarımın sigortası durumundaydı.
Ama şimdi, yüzde 70-80lere varan yem fiyatları, yüksek girdiler,
desteklerin azaltılması ve meraların daraltılması gibi
nedenlerle köylerimizde hayvancılık bitme noktasına
gelmiştir.
Hayvancılıkta yaşanan tüm bu sorunlar, kısa
sürede hem tüketiciye hem de üreticiye yansımıştır. Üretici
sattığı hayvanın yerine, sattığı fiyata
yenisini alamazken, tüketici eti pahalı tüketmeye
başlamıştır. Yükselen et fiyatları
karşısında kırmızı eti pahalıya alamayan
tüketici yine her zaman olduğu gibi, beyaz ete yönelmiştir.
Bu nedenle; ülkemizde hayvancılıkla ilgili
sorunlarının ve hayvan sayısındaki azalmanın
nedenlerinin araştırılarak, gerekli önlemlerin
alınması için Anayasa'nın 98. ve TBMM içtüzüğünün 104 ve
105. maddesi uyarınca bir Meclis Araştırma Komisyonu
kurulması fayda sağlaması bakımından yerinde
olacaktır.
2.- İzmir Milletvekili Kamil
Erdal Sipahi ve 20 milletvekilinin, uzman erbaş uygulamasındaki
sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/510)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
3269 sayılı yasa kapsamında 1986 yılından
itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinde Uzman Erbaş uygulaması
başlatılmıştır.
Ancak ilk aşamada, gelecekte
karşılaşılacak sorunlar değerlendirilmeden
yapılan düzenlemeler, geçen yıllar içinde büyük sosyal ve ekonomik
sıkıntıları beraberinde getirmiştir.
Uzman Erbaş uygulaması sonucunda ortaya çıkan
sorunların ve alınabilecek tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci maddesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi iç
tüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması yapılmasını arz ederim.
1) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Alim Işık (Kütahya)
4) Rıdvan Yalçın (Ordu)
5) Muharrem Varlı (Adana)
6) Hasan Özdemir (Gaziantep)
7) Mustafa Enöz (Manisa)
8) Erkan Akçay (Manisa)
9) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
10) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
11) Osman Durmuş (Kırıkkale)
12) Mustafa Kalaycı (Konya)
13) Münir Kutluata (Sakarya)
14) Mehmet Günal (Antalya)
15) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
16) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
17) Ahmet Bukan (Çankırı)
18) Recep Taner (Aydın)
19) Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
20) Behiç Çelik (Mersin)
21) İsmet Büyükataman (Bursa)
Gerekçe:
Türk Silahlı Kuvvetlerinde 1986 yılından itibaren
3269 sayılı yasa uyarınca Uzman Erbaş istihdamı
başlatılmıştır.
Ancak geçen süre içinde Uzman Erbaşlarla ilgili olarak ortaya
çıkan sorunlar üzerinde hiçbir düzenleme yapılmamış olup,
artan Uzman Erbaş miktarıyla birlikte sorunlar yanında
mağduriyetler de artmıştır.
Bu konudaki mağduriyetleri gidermek üzere, Genelkurmay
Başkanlığınca düşünülen hususlar Aralık 2009'da
haftalık basın açıklamasıyla gündeme getirilmiştir.
Aynı hususlar 2 Nisan 2009 tarihinde yazılı
teklifler hâlinde Millî Savunma Bakanlığına da
gönderilmiştir.
En önemli mağduriyet; 45 yaşına girmiş olan
Uzman Erbaşların, sözleşmelerinin feshedilerek âdeta aile
fertleriyle birlikte sokağa atılmalarıdır.
45 yaşını doldurduğu için emekli olamadan
ayrılmak zorunda kalan ve aile fertleriyle birlikte âdeta sokağa
atılan kişi sayısı her geçen yıl âdeta katlanarak
artmaktadır.
Yeni Sosyal Güvenlik Yasasında ortaya konan yaş haddi
uygulamaları bu konudaki endişeleri daha da
artırmıştır.
Bu konuda 28 Temmuz 2003 tarih ve 27302 Sayılı Resmî
Gazete'de yer alan değişiklik aşağıdadır:
"Bu itibarla, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa
tabi uzman erbaş olarak en az iki yıl süreyle
çalışmış olmak şartıyla, sağlık
niteliklerini kaybetmeleri veya 45 yaşına girmiş olmaları
sebebiyle görev süreleri sona erenler ile kendi istekleriyle
sözleşmelerini feshetmiş olanlardan, kamu kurum ve
kuruluşlarında Devlet memuru olarak istihdam edilmek isteyenlerin
atanmak istedikleri kamu kurum ve kuruluşlarına başvurmaları
gerekmektedir."
Ancak yukarıdaki yasa değişikliği ile
öngörülen iş müracaatları, kamu kurum ve kuruluşlarınca
dikkate alınmamakta olup cevapsız bırakılmakta veya menfi
cevap verilmektedir.
Uzman Erbaş uygulamasındaki en önemli sorun
alanları aşağıdadır.
- Uzman Erbaşların emekli yaşlarının
artırılması,
- Ayrılanların kamu kurum ve kuruluşlarında
istihdamı,
- Geçmişte yaş haddi nedeniyle ayrılmak zorunda
kalanların yapılacak değişikliklerden
yararlandırılması,
- Belirli hizmet süreleri sonunda diğer Türk Silahlı
Kuvvetleri personeli gibi derece-kademe ilerlemesi yapabilmeleri,
- Ceza aldıklarında sözleşmelerinin feshi
konusunda, en azından belirli hizmet sürelerinden sonra daha esnek ve
hoşgörülü bir uygulama yapılması,
- Atanmaları konusunda diğer Türk Silahlı
Kuvvetleri mensuplarına benzer bir sistem uygulanması,
- Eşitlik ilkesine uygun olarak belirli hizmet sürelerinden
sonra diğer Türk Silahlı Kuvvetleri personeline uygulanan esaslardan
yararlanabilmeleri,
- Sosyal ve ekonomik sorunlarının iyileştirilmesi.
3.- Giresun Milletvekili Murat
Özkan ve 19 milletvekilinin, kurban bağışı
organizasyonlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/511)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Son zamanlarda kurban fiyatlarının yükselmesiyle
vekâleten kurban kesimine talep artmıştır.
Dinî hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve
özel günlerde vatandaşlarımız yoğun bir reklam
kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda
kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka hesap
numaraları ön plana çıkartılmakta, diğer safahatlar
konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.
Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin
güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılması amacıyla,
Anayasamızın 98'inci, İç Tüzüğün 104 ve 105'inci maddesi
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ederiz.
1) Murat Özkan (Giresun)
2) Osman Durmuş (Kırıkkale)
3) Muharrem Varlı (Adana)
4) Behiç Çelik (Mersin)
5) Alim Işık (Kütahya)
6) Akif Akkuş (Mersin)
7) İsmet Büyükataman (Bursa)
8) Osman Ertuğrul (Aksaray)
9) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
10) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
11) Ahmet Bukan (Çankırı)
12) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
13) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale)
14) Mustafa Kalaycı (Konya)
15) Oktay Vural (İzmir)
16) Durmuşali Torlak (İstanbul)
17) Rıdvan Yalçın (Ordu)
18) Metin Ergun (Muğla)
19) Mehmet Günal (Antalya)
20) Reşat Doğru (Tokat)
Gerekçe:
Kurban kesimi İslam dininde vacip olarak görülen bir
ibadettir. Vatandaşlarımızdan bazıları
kurbanlıklarını kendileri bizzat kesmekte veya kestirmekte;
bazıları da bir hayır kurumu vasıtası ile bu ibadetin
gereklerini yerine getirmektedir.
Kurban kesimi, derilerinin ve bağırsaklarının
toplanması işlemi kanun ve yönetmeliklerle düzenlenmiştir. Bu
işlemleri yapabilecek kurum ve kuruluşlar ve bunlara ek olarak dernek
veya vakıf gibi sivil toplum örgütleri bulunmaktadır. Bu
kuruluşlar bedeli karşılığı vekaletle kurban
kesmekte ve hedefleri dâhilinde bu hayırları yerlerine
ulaştırmaktadırlar.
Dini hassasiyetlerin ön plana çıktığı aylar ve
özel günlerde vatandaşlarımız yoğun bir reklam
kampanyası ile karşı karşıyadır. Bu ilanlarda
kurban fiyatı ve paraların yatırılacağı banka
hesap numaraları ön plana çıkartılmakta, diğer safahatlar
konusunda doyurucu bir bilgi bulunmamaktadır.
Hem suistimallerin önüne geçilmesi, hem de hayırseverlerin
güvenini tesis edecek düzenlemelerin yapılmasına acil olarak ihtiyaç
bulunmaktadır.
Öncelikle bu hayır işlerini yapacak
kuruluşların sayısı ve nüvesi kanunla tekrar belirlenmeli
ve belli bir miktarın üzerinde kesim yapabilecek organizasyonlara öncelik
verilmelidir.
Belli bir kota ile sınırlı olmak kaydı
şartıyla kişisel hayırların önü de açık
tutulmalı; vatandaşa hareket serbestisi getirilmelidir. Bu
şekilde hem vatandaş özel tercihini gerçekleştirebilmeli hem de
ihtisaslaşmış kurumlar eli ile bu işe bir ciddiyet
getirilmeli; daha önceki denetimlerde kusuru olanlar derhal bu
organizasyonların dışına alınmalıdır.
Bu işlemi yapacak kurumlara; lojistik imkanları
kanunların emrettiği büyüklükte, hijyen ve depolamaya uygun
organizasyonlar olma şartı getirilmelidir.
Hayırseverlere; ödedikleri bedel
karşılığında hangi kulak küpeli hayvanın, ne
zaman nerede kesilip nereye teslim edildiğine dair resmî onaylı bir
belgenin ulaşmasını sağlayacak bir sistem
geliştirilmeli ve sürekli hizmet verebilecek bir alt yapı
oluşturmalıdır.
Hangi kurum olursa olsun yukarıda belirtilen ölçekli
organizasyonlara merkezî ve yerel yönetimlerden resmî görevlilerin nezaret
etmesi ve yapılan işlemlerin sağlıklı yürütülmesi sağlanmalıdır.
Tüm bu gerekçelerle; kurban kesimlerinin hayırseverlerimizin
gönül rahatlığı ile gerçekleştirilmesi için sorunların
tespit edilmesi, çözüm önerilerinin ortaya konulması önem arz etmektedir.
4.- Mardin Milletvekili Emine Ayna
ve 19 milletvekilinin, iş güvenliği ve işçi
sağlığındaki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/512)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İş güvenliğinin sağlanması ve işçi
sağlığının korunması konusunda gerekli
araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın
98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Emine Ayna (Mardin)
2) Fatma Kurtulan (Van)
3) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Ayla Akat Ata (Batman)
6) Bengi Yıldız (Batman)
7) M. Nezir Karabaş (Bitlis)
8) Akın Birdal (Diyarbakır)
9) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
10) Hamit Geylani (Hakkâri)
11) Pervin Buldan (Iğdır)
12) Sebahat Tuncel (İstanbul)
13) Nuri Yaman (Muş)
14) Osman Özçelik (Siirt)
15) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
16) Sevahir Bayındır (Şırnak)
17) Hasip Kaplan (Şırnak)
18) Şerafettin Halis (Tunceli)
19) Özdal Üçer (Van)
20) Mehmet Ufuk Uras (İstanbul)
Gerekçe:
İş güvenliği ve sağlığı,
çalışma yaşamının en önemli
başlıklarından biridir. Ne yazık ki Türkiye de bu konuda
oldukça olumsuz durumdadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 80
bin iş kazası gerçekleşiyor. Son dört yıl ortalamasına
göre ölen sayısı yılda 1200 işçidir. Ancak bu rakamlar
gerçeğin tamamını değil, yalnızca bir
kısmını ifade etmektedir. Ne yazık ki Türkiye'de iş
kazaları, meslek hastalıkları ve bunların yol
açtığı ölümler hakkında sağlıklı
istatistiklerden yoksunuz.
Bu konudaki kimi sayısal değerlere bakacak olursak,
Resmî verilere göre her gün 3 kişi iş kazaları
sonucu hayatını yitirmektedir.
Ortalama her iş kazası iki işçiyi doğrudan
etkiliyor. Bunun sonucu 200 binin üzerinde işçi iş kazası sonucu
tedaviye muhtaç hale gelmektedir.
Resmî verilere göre iş kazalarının
yaklaşık % 2'si işçinin sürekli iş göremez hâle gelmesi ile
sonuçlanıyor ve her iş kazasının %1,4'ü de ölümle
sonuçlanıyor.
SGK'ya kayıtlı her 14 işyerinden birinde iş
kazası meydana gelmektedir.
Bugüne kadar olan iş kazaları sonucu 56 bin 105
işçi hâlen sürekli iş göremez aylığı almaktadır.
Bu sayı hâlen çalışmakta olan 8 milyon 505 bin kişilik
sigortalı sanayi ve hizmet işçisi sayısının
yaklaşık %7'sini (% 6,6) oluşturmaktadır.
Bugüne kadar iş kazasında öldüğü tespit edilen
işçilerin sayısı en az 34 bin 235 kişidir.
2007'de işçi ve sendikal hareketin canlandığı
bir yıldı ve grevde kaybolan iş günü sayısı 1995'den
beri (12 yıldan sonra ilk kez) 1 milyon sayısını
aşarak 1 milyon 353 bin'e ulaşmıştı. Halbuki o
yıl iş kazası sonucu oluşan işgünü kaybı sayısı
1 milyon 942 bindi.
İş kazaları ve meslek hastalıkları, basit
bir sağlık sorunu veya üretim sürecine ilişkin teknik bir mesele
olarak ele alınamaz. İnsanla ilgili sosyal yanı ağır
basan bir sorundur. Gerek uluslararası alana ilişkin
değerlendirmeler gerekse Türkiye'de gerçekleşen iş kazaları
ve meslek hastalıklarında işçilerin sorumlulukları ya
yoktur ya ihmal edilecek düzeydedir. Buna karşın Türkiye'de hep
üretim, işletme çıkarları ve bireysel çıkarlar işçi
sağlığı ve güvenliği sorunundan önce gelmiştir.
Türkiye'de yaklaşık 7 yıldır iktidarda olan
AKP iktidarında ise sorun ağırlaşmıştır.
Kayıt dışı ekonomi genişlemiş, iş
teftişi gevşetilmiş, diğer mevzuat dışı
uygulamalara göz yumulmuştur.
Kot taşlama işçilerinin yaşadıkları,
Davutpaşa yangını, Tuzla tersanelerinde yaşanan ölümler hep
bu dönemin gerçeğidir.
Bu insanlar hangi koşullarda çalışıyorlar?
Üretim sürecinde hangi tehlikelere maruz kalıyorlar? Ortalama ömürleri
ağır iş koşulları nedeniyle kısalıyor mu?
Kaç kişi üretim sürecinde ülkenin yüksek ihracat hamlesine erişmek,
yüksek üretim hedeflerini gerçekleştirmek için hayatını feda
ediyor? Bütün bu sorular boşlukta kalmaya devam mı edecektir? Bunu
kabul etmemiz mümkün değildir.
Ağır çalışma temposu altında, iş
kazası ve meslek hastalığı riski altında
çalışan işçinin sağlığının
korunması ve sürdürülmesi onun sosyal bir varlık olarak görülmesi ile
sağlanabilir.
Buna bağlı olarak ikinci önemli nokta, yasal koruma
tedbirlerinin genişletilmesidir.
Konunun bir başka yanını hukuk sürecinin
ağır işlemesi oluşturmaktadır. Ağır
işleyen süreç, iş kazası hukuki sürecinin işverenin lehine
sonuçlanması imkânını yaratmaktadır.
En temel noktayı, sorunun bir bütünsellik içinde ortaya
konularak, önceliğin işçinin yaşam ve sağlık
koşullarına verilmesi oluşturmaktadır.
Bu çerçevede iş güvenliğinin sağlanması ve
işçi sağlığının korunması konusunda gerekli
araştırmanın yapılması amacıyla Anayasanın
98. ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Komisyondan istifa önergeleri vardır, okutuyorum:
B)
Önergeler
1.- Balıkesir Milletvekili
Hüseyin Pazarcının, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi (4/173)
T.B.M.M. Başkanlığına
DSP mensubu sıfatımla bağımsız
kontenjandan seçildiğim Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Prof.
Dr. Hüseyin Pazarcı
Balıkesir
2.- İzmir Milletvekili Harun
Öztürkün, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine
ilişkin önergesi (4/174)
TBMM Başkanlığına
DSP mensubu sıfatımla bağımsız
kontenjandan seçildiğim Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa
ediyorum.
Gereğini arz ederim.
12.01.2010
Harun
Öztürk
İzmir
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Gündemin Seçim kısmına geçiyoruz.
VI.- SEÇİMLER
A)
Komisyonlara Üye Seçimi
1.- (10/67, 75, 82, 122, 141, 180,
193, 208, 216, 229, 304, 309, 320, 324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi
BAŞKAN Madencilik Sektöründeki Sorunların
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi
Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine
siyasi parti gruplarınca gösterilen adayların listesi
bastırılıp sayın üyelere
dağıtılmıştır.
Şimdi listeyi okutup oylarınıza
sunacağım:
Madencilik Sektöründeki Sorunların
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi
Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Üyelikleri
Aday Listesi (10/67, 75, 82, 122, 141, 180, 193, 208, 216, 229, 304, 309, 320,
324, 336, 337, 342, 374, 377, 388, 404)
Adı Soyadı Seçim
Çevresi
AK
PARTİ (10)
Zekeriya Aslan Afyonkarahisar
Mehmet Altan Karapaşaoğlu Bursa
Mehmet Salih Erdoğan Denizli
Kutbettin Arzu Diyarbakır
Tahir Öztürk Elâzığ
Emin Nedim Öztürk Eskişehir
Özlem Müftüoğlu Gaziantep
Yahya Doğan Gümüşhane
Mehmet Nil Hıdır Muğla
Polat Türkmen Zonguldak
CHP (3)
Halil Ünlütepe Afyonkarahisar
Ergün Aydoğan Balıkesir
Ali Koçal Zonguldak
MHP (2)
Osman Ertuğrul Aksaray
Mustafa Kemal Cengiz Çanakkale
BDP (1)
Hasip Kaplan Şırnak
KAMER GENÇ (Tunceli) Karar yeter sayısı istiyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı
yoktur.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.49
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.01
BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Gülşen
ORHAN (Van)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 47nci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Madencilik
sektörüne ilişkin kurulan Meclis araştırması komisyonu
üyelikleri için gruplarca gösterilen adayların listesinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi
listeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısı arayacağım.
Listeyi tekrar
okutuyorum:
Adı
Soyadı Seçim
Çevresi
AK PARTİ (10)
Zekeriya Aslan Afyonkarahisar
Mehmet Altan
Karapaşaoğlu Bursa
Mehmet Salih
Erdoğan Denizli
Kutbettin Arzu Diyarbakır
Tahir Öztürk Elâzığ
Emin Nedim Öztürk Eskişehir
Özlem
Müftüoğlu Gaziantep
Yahya Doğan Gümüşhane
Mehmet Nil
Hıdır Muğla
Polat Türkmen Zonguldak
CHP (3)
Halil Ünlütepe Afyonkarahisar
Ergün
Aydoğan Balıkesir
Ali Koçal Zonguldak
MHP
(2)
Osman
Ertuğrul Aksaray
Mustafa Kemal
Cengiz Çanakkale
BDP (1)
Hasip Kaplan Şırnak
BAŞKAN
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Meclis
araştırması komisyonuna seçilmiş bulunan sayın
üyelerin 13/1/2010 Çarşamba günü saat 17.00'de Halkla İlişkiler
Binası B Blok 2'nci Kat 4'üncü Bankoda bulunan 10 no.lu Meclis
Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak
başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını
rica ediyorum.
Komisyonun
toplantı yer ve saati ayrıca plazma ekranda ilan edilmiştir.
Alınan karar
gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmına geçiyoruz.
1inci
sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı
ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada
yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Başkan Vekili
Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili
Sayın Reha Denemeçin; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Reha
Denemeçin; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/541) (S. Sayısı: 446) (x)
BAŞKAN
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada
Teklife geçici
madde ilavesine ilişkin bir önerge vardır. Önergeyi okutup
işleme alacağım.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 446 Sıra Sayılı Kanun Teklifine aşağıdaki
geçici maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
|
Mehmet
Şandır |
|
Akif Akkuş |
Behiç Çelik |
|
|
Mersin |
|
Mersin |
Mersin |
|
|
Rıdvan
Yalçın |
|
|
Kadir Ural |
|
|
Ordu |
|
|
Mersin |
(x) 446 S. Sayılı
Basmayazı 6/1/2010 tarihli 44üncü Birleşim Tutanağına
eklidir.
Geçici madde 1.- Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB
bedelinin en az % 85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve
serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri
personele ödedikleri ücretler gelir vergisinden Avrupa Birliğine tam
üyeliğin gerçekleştiği tarihi içeren yılın
vergilendirme döneminin sonuna kadar müstesnadır. Bu oranı % 50'ye
kadar indirmeye ve kanuni seviyesine kadar yükseltmeye Bakanlar Kurulu
yetkilidir. Yıllık satış tutarı bu oranın
altında kalan mükelleflerden zamanında tahsil edilmeyen vergiler
cezasız olarak, gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir.
Bu maddenin uygulama bulduğu süre içerisinde 3218
sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının (b) bendi hükümleri uygulanmaz.
BAŞKAN Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Hükûmet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER
(İstanbul) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Mersin Milletvekili Sayın Mehmet
Şandır, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Komisyona ve Sayın Bakana sorsak: Neye
katılmadınız? Katılmadığınız bu önerge
neyi getiriyor ve hangi ihtiyaca binaen böyle bir önerge verildi?
İnanıyorum ki Komisyon da, Sayın Bakan da meseleyi bilmiyorlar.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Komisyon katılamaz
önergeye.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Takdire bırakır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Takdire de bırakamaz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Değerli milletvekilleri, biraz
sonra da oylarınıza sunulacak. Zannediyorum sizler de Bakanın ve
Komisyonun katılmadığı bu önergeyi reddedeceksiniz.
Nedir bu önerge? Bir haftadan bu yana, on günden bu yana
sayın grup başkan vekillerinizle, bu işi bilen
arkadaşlarımızla tartışıyoruz. Serbest Bölgeler
Yasasıyla ilgili bir teklif geldi, 2 arkadaşımızın
verdiği bir kanun teklifi; serbest bölgeler esnafının talebi
doğrultusunda bir kanun teklifi, bir maddelik bir kanun teklifi. Burada
getirilen husus, serbest bölgelerde üretilip de yurt dışına
satılan, yurt dışına ihraç edilen ürünlerin üreticisi
işçilerin ücretlerinin vergiden düşürülmesiyle ilgili bir düzenleme.
Bununla ilgili içeride ve dışarıdaki istisnalardaki
oranları değiştiriyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, verdiğimiz önergeyle şunu
kastediyoruz, diyoruz ki: Serbest bölgelerde imalat yapan, üretim yapan fason
üreticilerin bu kanunla getirilen ayrıcalıklardan
faydalanmasını temin edelim.
Türkiye, gerçekten dünyada veya bölgede en küçük ekonomik kriz
dalgalanmasından etkileniyorsa bunun sebebi üretim
yapımızın güçlü olmamasından kaynaklanıyor,
üreticimizin güçlü olmamasından kaynaklanan bir kırılganlık
yaşıyoruz. Maalesef, siyasi iktidarın, Hükûmetin tüm
desteği ticaretten yana, tüccar siyaset, ihracat yapandan yana. Bu ihracatı
destekleyen, bu ihracatı besleyen üretime, üreticiye destek yok.
İşte bu önergede diyoruz ki
Kendi teklifleri doğrultusunda
Ben
bunu Sayın Bakanla, Sayın Dış Ticaret
Müsteşarlığıyla da görüştüm, denildi ki: Maliyenin
bir tebliğiyle düzeltilecek. Doğrudur bu önerge ama bunu bir
tebliğle düzelteceğiz. İki yıldan bu yana
düzeltilmemiş. İki yıldan bu yana serbest bölgelerdeki üretimin
teşvikini ihracatçı alıyor. İhracatı artırmak
için ihracatçının desteklenmesine itiraz etmiyoruz ama bu ihracatı
besleyen üretimi desteklemeyi niye kabul etmiyorsunuz? Bu üretimi yapan
üreticiyi, yani serbest bölgelerin içerisinde ihracata mal üreten fason
üreticilerin, imalatçıların niye bu getirdiğiniz
ayrıcalıktan faydalanmasına müsaade etmiyorsunuz? Bunu anlamak
mümkün değil. Bunu burada anlatmalısınız. Sayın Bakan,
reddettiğiniz, katılmadığınız bu önergeyi
imalatçılara anlatmalısınız. Fason mal imal eden ve imal
ettiği malın yüzde 85i ihracata verilen bu emekçilere, bu
insanların emeğine kamu hazinesinden destek vermeyi niye
reddediyorsunuz? İhracatçıyı desteklerken üreticiyi niye
desteklemiyorsunuz? Bunu anlatmalısınız.
Değerli milletvekilleri, biz bu önergeyi Mersin Serbest
Bölgesinde imalat yapan fason imalatçıların talebi üzerine verdik ama
maalesef Hükûmet, Sayın Komisyon, Sayın Bakan, hatta ilgili
bürokratlar bunun doğru olduğunu, hak olduğunu, gerekli
olduğunu söylemelerine rağmen bir türlü bu önergeyi kabul
ettiremiyoruz.
Söylediğimiz hadise şu: Serbest bölgelerde üretilen
ürünlerin FOB bedelinin en az yüzde 85ini yurt dışına ihraç
eden mükelleflerin istihdam ettikleri personele ödedikleri ücretler gelir
vergisinden düşülür. deniliyor. Şimdi, bu mükelleflerin yanına,
bizim önergemizle, serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin de dâhil
edilmesini istiyoruz. Bunu niye reddediyorsunuz, anlamakta zorlanıyorum.
Yani siz kendi insanınızın emeğine, kendi üreticinizin
emeğine destek vermekten hangi politikanın gereği
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
hangi ekonomik gerekliliğin
gereği böyle bir yola sapıyorsunuz, böyle bir konuda ısrar
ediyorsunuz, bunu anlamakta zorlanıyoruz.
Şimdi, yirmi tane serbest bölgede ihracata mal imal eden
fasoncular, fason imalatçılar sizlerden bir haber bekliyor. Eğer kamu
hazinesinden, kamu bütçesinden birilerine teşvik veriyorsanız bu
teşvikin gerçek sahibi üreticiler olmalıdır.
Bakın değerli milletvekilleri, iktidar partisi grubuna
hitaben söylüyorum: İhracatın içerisinde yabancı malı, ara
malı ithalatı yüzde 70i geçti. Kendi insanımızın
emeğine siz saygı göstermezseniz yabancıların ürettiklerini
ambalajlar, ihracat diye satarsınız. Bununla da ülkemiz
kalkınmaz, bununla da ülkeyi büyütemezsiniz, işsizliği
önleyemezsiniz.
Bu önergenin kabulünü siz milletvekillerinden istirham ediyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Bunu anlatın Sayın Bakan, niye kabul etmiyorsunuz?
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinden üç ay sonra
yürürlüğe girer.
BAŞKAN 2nci madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 446 sıra
sayılı Kanun Teklifinin 2nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Şimdi bu önümüzdeki teklifle Serbest Bölgeler Kanununun
7nci maddesini AKP İktidarı döneminde 3üncü defa
değiştiriyoruz. Tasarı olarak Hükûmetten gelen
değişiklik önerisi daha çabuk geçsin diye bu sefer Grup Başkan
Vekilinin teklifine dönüşüyor.
Şimdi, tabii burada müzakereler sırasında
çeşitli sorular ortaya çıktı: Yani bunu daha önce niye
yapmadınız? Bunun acelesi ne? Yani Genel Kurulun gündemi -bugün
ekonomiye baktığımız zaman çok ciddi
sıkıntılar yaşıyoruz, diğer alanlarda- neden bu
yasayla meşgul ediliyor? Kimin için bu yapılıyor? Neden geç
kalındı? Bu sorular sürekli gündeme geliyor.
Yine baktığımız zaman deniyor ki: Çok fazla
bir değişiklik olmayacak; işte, ithalattaki vergiyi indiriyoruz,
buna karşılık ihracattaki vergiyi artırıyoruz, bunlar
birbirini götürecek. Ama dönüp baktığımız zaman gerçek bu
değil. Özellikle yerli katma değer oranı yüksek olan,
örneğin yazılım sektörünü cezalandırıyorsunuz. Yani
dolayısıyla bu belli bir sektöre dönük.
Yine bu maddede, bakıyoruz, üç aylık bir geçiş
süresi öngörülmüş. Üç ayda stokunu çeviren sektör hangisi? Tüm sektörler
bunu çeviriyor mu yoksa üç ayda stokunu çevirebilen sektör hangisi? Stokunu
eritecek, yeni rejime uyacak diye
Şimdi, aslında mevcut iktidarın ekonomiyle ilgili
tüm uygulamalarında bu soru işaretleri sürekli gündeme geliyor
değerli arkadaşlarım. Sürekli belirsizlik yaratılıyor
ve yaratılan bu belirsizliğin bedelini de işsiz kalan, iş
bulamayan halkımız ödüyor. Bunun en son örneği Uluslararası
Para Fonu ile Hükûmetiniz arasındaki ilişkiler. IMFyle Hükûmetin
imzaladığı stand-by anlaşması -ki, AKP Hükûmeti son
stand-by anlaşmasını imzalamıştır- 2008
Mayıs ayında bitti. O günden bugüne kadar Uluslararası Para Fonuyla
yeni bir anlaşmanın müzakerelerini sürdürüyorsunuz. Ne zaman bir
sıkıntı ortaya çıksa ekonomide, hemen Hükûmet sözcüleri
Anlaşmaya çok yaklaştık, bu iş tamam.
açıklamasını yapıyorlar, piyasalarda bir coşku ortaya
çıkıyor, hazine borçlanmalarını yapıyor, ondan sonra
bakıyoruz olan biten bir şey yok. Şimdi, aslında Türkiyenin
bu büyüme performansına, Hükûmetin yaptığı zamlara,
işçiye, emekliye, çiftçiye verilen maaş artışlarına
bakınca Hükûmet, uygulamalarıyla zaten IMFyi aratmıyor ama her
nedense IMFyle de bir türlü anlaşma yapmıyor. Derken, birdenbire
uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiyenin notunu
yükseltmeye başladığı noktada yeniden IMFyle
anlaşıyoruz. denmeye başlandı. E, notumuz yükseliyorsa,
işler Başbakanın söylediği gibi iyi gidiyorsa o zaman neden
IMFyle anlaşıyoruz arkadaşlar? Şimdi, önce dikkat
ederseniz zaten bu IMFyi de piyasalar ciddi şekilde kanıksamaya
başladı. Önce açıklamayı Başbakan
Yardımcısı yaptı ekonomiden sorumlu olan, piyasalar buna
hiç aldırmadı. Ondan sonra Hükûmet sözcüsü Başbakan da kabul
etti anlaşmayı. dedi, onun arkasından da Başbakan Bugün
ya da yarın bu anlaşmayı imzalıyoruz. diye bir
açıklama yaptı.
Şimdi, bu anlaşmayı Hükûmet neden yapıyor? Bu
konuda AKP sözcülerinin de kafası net değil. Şimdi, Hükûmet
sözcüsü çıkıyor, diyor ki: Bizim aslında IMF
kaynağına ihtiyacımız yok, IMF bir referans
kuruluşudur, biz o nedenle bu anlaşmayı yapıyoruz. Buna
karşılık Grup Başkan Vekiliniz çıkıyor
televizyonda diyor ki: IMF kaynağı en ucuz kaynak olduğu için
biz bu anlaşmayı yapıyoruz. Hangisi doğru? Kaynağa
mı ihtiyacınız var, referansa mı ihtiyacınız var?
Yani bu kriz eğer teğet geçtiyse, bu kadar kredi notunuz yükseliyorsa
ne kaynağa ne de referansa ihtiyacınız olması lazım.
IMF anlaşması haberlerini ekonomi yönetimindeki birimler
arasında herhangi bir koordinasyon sağlamadan ortaya
çıkarıyorsunuz, bunun da çok sıkıntılı
sonuçları oluyor. Bakın, sene sonu, ihracatta anlaşmaların
yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu tür haberler ortaya
çıktığı zaman kurlar aşağı çekilmeye
başlanıyor, Türk lirası değer kazanıyor.
Şimdi, 30 Aralık tarihinde diyelim 100 bin lira elde
edeceğini varsayan bir ihracatçı -mevcut kurlarla, euro-dolar
sepetini yüzde 50-yüzde 50 alalım- on gün içinde, bu haberler nedeniyle
kurun yüzde 3,2 değer kaybetmesi ya da Türk lirasının 3,2 değer
kazanması sonucunda eline geçen paranın 96.700 lira civarına
düştüğünü gördü.
Şimdi bakın, zaten çok düşük marjlarla, kâr
marjlarıyla ihracat yapılmaya çalışılıyor. Bütün
dünya diyor ki: Bu gelen aşırı sermaye akımları ve
buna bağlı olarak yerli paraların özellikle yükselen piyasa ekonomilerinde
değerlenmesi, bu ekonomilerin krizden çıkışını
yavaşlatıyor. Rusya bu konuda tedbir almaya
çalışıyor, Brezilya aldı, Çin alıyor, daha yeni
karşılık oranlarını artırdı; biz ise
seyrediyoruz hatta Türk parasının değer kazanmasından büyük
bir memnuniyet duyuyoruz.
Değerli milletvekilleri, şunu söyleyeyim: Bakın, bu
kur politikası bu ülkede çok ciddi bir sömürüye yol açıyor. Biz kendi
üreticimizi, kendi çiftçimizi, kendi iş adamımızı, kendi
iş gücümüzü cezalandırıyoruz, buna karşılık
yabancılara da çok büyük paralar kazandırıyoruz. Şu son on
gün içinde kurdaki değer kazanması nedeniyle Türkiyeye para getiren
bir yatırımcı, bırakın faizleri bir yana, durduğu
yerde on günde yüzde 3 para kazandı dolar olarak. Bunun böyle devam etmesi
mümkün değil.
Şimdi, yine bu IMFyle ilgili yapılan son
açıklamalara bakıyorum; önce, Hükûmet sözcüsü
Anlaşıyoruz. dedi, Başbakan Bir gün ya da bir hafta içinde
anlaşıyoruz. dedi. Bu açıklamalar yapıldı, piyasalar
yeniden coştu ve siz, Çok iyi biliriz biz IMFyle müzakere etmeyi.
iddiasında olan AKP, topu tuttu IMFnin ayağına attı.
Şimdi, ne olacak? Bu kadar bu piyasalar yükseldi,
derecelendirme kuruluşları bu beklenti içinde notumuzu
artırdı. Bundan sonra bu anlaşmadan geri dönemezsiniz. O zaman
ne oldu? Şimdi IMF diyor ki: Enerjiye zam yapın, elektriğe zam
yapın, enerji kuruluşlarının arasındaki borçları
ödetin. E, hani siz bu müzakere taktiğini çok iyi biliyordunuz? Yani
müzakere edilirken heyet Türkiyeye çağrılmadan, o
çağrıyı kabul etmeden böyle bir açıklama
yaptığınız zaman olacak olan budur.
Şimdi, bütün bu belirsizlik yaratmanın,
sıkıntı yaratmanın tabii bu ekonomiye çok ciddi bir
maliyeti var.
Baktım, Sayın Başbakan dün diyor ki: Biz bu krizi
çok iyi yönettik, en iyi yöneten ülkelerden biriyiz; uluslararası
kuruluşlar da bunu böyle söylüyor, Dünya Bankası da bunu böyle
söylüyor. Arkadaşlar, burada izah ettim, açıkladım Dünya
Bankasının böyle bir şey söylediği yok, tam tersi Dünya
Bankası diyor ki: Türkiye, en çok şirket batıran ülke, yani
piyasadan çıkan şirket sayısının en yüksek olduğu
ülke. Anadolu Ajansımız çıkıyor ortaya, yanına bir
krizden koyuyor, diyor ki: Türkiye krizden en hızlı çıkan
ülke oluyor.
Yine bakıyorum, üç gün önce Anadolu Ajansı yine servis
yapıyor: IMF heyeti çağrıldı, bugün yarın geliyor.
Nerede? Nerede? Yani bütün bu belirsizlikler, bu istikrarsızlık
sonucunda ne oluyor? Türkiyeyi, 2002 yılında 149 ülke arasında
29uncu sırada büyürken devraldınız, 2007 yılında 100üncü
sıraya düşürdünüz, kriz yoktu. E, bu iyi yönetmekse kötü yönetmek
nasıl oluyor, onu bana birileri bir söylesin. 2009 yılında da
136ncı sıraya düşürdünüz. E, krizi iyi mi yönettiniz, 100üncü
sıradan 136ya
Şimdi, 2010 yılında 65inci sıraya
yükselteceksiniz, öyle gözüküyor, yükselecek ama ondan sonra: 2011de 87nci
sıra, 2012de yeniden 116ncı sıra. Sizin Orta Vadeli Programda
vermiş olduğunuz büyüme hedefleriyle ortaya çıkan tablo bu. Bu
çok net bir şey gösteriyor: Bu İktidarın, dünyada
değişen yeni ekonomik koşullar karşısında
üretecek hiçbir reçetesi yoktur. Yani, 2001 yılında Türk ekonomisi
kriz sonrasında yüzde 5,7 oranında daraldı, 2002
yılında büyüme yeniden yüzde 6,2 oldu. Şimdi ortada bu iddiada
bir program yok, Türkiyeyi toparlama iddiasında bir program yok. Onun
için burada sıkıntı son derece büyük.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Enflasyon konusunda da, bakın, bütçenin daha mürekkebi
kurumadı. Orada diyordunuz ki: 2009 yılında yani
geçtiğimiz yıl enflasyon yüzde 5,9 olacak. Gerçekleşme yüzde
6,53. Şimdi bu veriyle, bu enflasyon verisiyle bizim ülkemiz yine bu 149
ülke arasında enflasyonu en yüksek 44üncü ekonomi yani üçte 2si,
gelişmekte olan ekonomilerin durumu bizden daha iyi. Yine bizim gibi
enflasyonu hedefleyen dünyada 25 tane ülke var. Bu 25 ülke arasında
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası en yüksek enflasyon oranını
hedefliyor. Şimdi, bakıyorum, konuşmalarınızda
sözcüleriniz sürekli Biz enflasyonu düşürdük, enflasyonu düşürdük.
diye övünüyorsunuz. Şimdi, siz iktidara gelmeden önce uygulamaya konulan
programda enflasyon bir yılda yüzde 68,5ten 29,7ye düştü yani 39
puan. Siz dokuz yılda ne düşürdünüz: 6,53e yani 23 puan.
Arkadaşlar, burada da ciddi bir sıkıntı söz konusudur.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Öztrak.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili
Sayın Reşat Doğru. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 446 sıra sayılı Serbest
Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifinin 2nci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
1985 yılında Serbest Bölgeler Kanunu dört temel
gerekçeyle kabul edilmişti: Genelde istihdam yaratacak yeni
yatırımlar oluşturmak, ihracatı artırmak, yeni sermaye
ve teknoloji girişini sağlayarak ekonominin girdi
ihtiyacını ucuz ve düzenli şekilde temin etmek ve dış
ticaret finansman imkânlarından daha fazla yararlanmak. Ayrıca
ithalatı ucuzlatmak da amaçlarından birisidir.
Kanun, bu amacın oluşabilmesi için, bu bölgelerde vergi,
resim, harç gümrük ve kambiyo mükelleflerine dair hükümlerin uygulanmamasını
öngörmüştür. Ancak bu Kanunla, haksız rekabet ve bazı
vergilerin alınmaması gibi durumlar ortaya çıkınca,
çeşitli değişikliklere uğramıştır.
Sayın Milletvekilleri, Kanunun amacına uygun olarak,
ülke ekonomisinin en önemli unsuru olan ihracatı geliştirmek ve
artırmak için serbest bölgeler kurulmuştu. Kuruluş amacına
uygun olarak serbest bölgeler, ihracat odaklı üretim yapmalıdır.
Bundan dolayı da burada faaliyet yapan firmalar reel manada desteklenmeli,
üretim ve istihdamın artırılması temel amaç
olmalıdır. Ayrıca Kanunda değişiklik
yapılması gerekiyorsa vakit de kaybedilmemelidir.
Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Mehmet Şandır
Beyefendinin söylemiş olduğu bu kanunda fason üreticilerin
desteklenmesiyle ilgili önergesinin desteklenmesini, burada
çıkartılmasını bekliyorduk ancak ne hikmetse Meclisimiz ve
Hükûmetimiz bu önergenin kabul edilmesi noktasını kabul etmediler.
Bundan dolayı da tahmin ediyorum ki, serbest bölgelerdeki esnaflar bu
konuyla ilgili olarak da bundan üzülmüşlerdir diye düşünüyorum.
İnşallah bu telafi edilebilir.
Ancak serbest bölgelerdeki ticarete baktığımız
zaman çok önemli bir durumla karşı karşıyayız. Serbest
bölgelerden devamlı yurt içine mal satışı artıyor,
yurt dışına ihracatın da azaldığı görülüyor.
Ayrıca, serbest bölgeye girişler, yurt dışından
yıllara sari olarak arttığı, yurt içinde ise mal
girişinin azaldığı görülüyor. Bu da kaçakçılık
zemininin oluşmakta olduğunu gösteriyor. Bunların sonuçları
olarak -birçok sonuç gibi- Hükûmet ihracatımızı ithalata
bağımlı hâle getirmiştir. Bu gidişin önüne geçilmezse,
ülkemiz çok daha kötü günleri görecektir. Son yıllarda ekonominin
lokomotifi olan sanayi sektöründe de yatırım ve üretim neredeyse
durma noktasına gelmiştir.
Sayın milletvekilleri, bugün ülkemizin en önemli sorunu yatırımsızlık,
üretimsizlik ve sonuçta işsizliktir. Bugün neredeyse her 4 kişiden
1i işsizdir. Ülkemize yabancı para girişi çok yüksek diye
övünüyoruz ancak giren paralar ülkemizde neler yapmakta, hangi yatırımlarda
kullanılmaktadır?
Ülkemizde bugün ihracatımızın büyük kısmı
ithalata dayanmaktadır. Bu konu mutlaka çözülmelidir. İthal
girdilerini yurt içinde üretim yaparak karşılamalıyız.
Bugün sanayimiz, üretim tesislerimiz bunu yapabilir, reel teşviklerle
bunları sağlayabiliriz.
Sayın milletvekilleri, serbest bölgeler başta olmak
üzere ülkemize gelen yabancı sermaye tüketim ekonomisi yerine teknolojik
gelişmeyi, yenileşmeyi, verimliliği ve istihdamı esas alan
yatırımlara yönlendirilmelidir. Bugünlerde Hükûmet tarafından
IMF ile anlaşmanın yapılmakta olduğu ifade ediliyor. IMF
ile nasıl anlaşma yapılacak, borçlanma nasıl olacak
göreceğiz. Mademki tekrar borçlanıyoruz, o zaman alınacak
paraların yatırıma sevk edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Yabancı sermaye için bir çekim gücü oluşturulabilir Türkiyemizde.
Bunun için de iyi bir tanıtım ve altyapı oluşturulması
gereklidir. Bugün ülkemizde neredeyse tamamen tüketim ekonomisine
geçilmiş, üretim ekonomisi unutulmuştur. Ülkemize her gün yeni yeni
bankalar girmekte bankacılık sektörü yabancıların eline
tamamen geçmek üzeredir.
Sayın milletvekilleri, ekonomik kriz reel sektörde
başlamış, finans sektörü etkilenmemiş gibi görünmektedir.
Ancak tüm kredilerin geçtiğimiz ay itibarıyla yüzde 6sı
ödenmemiştir. Bu durum yüzde 7,5a çıkarsa o zaman finans sektörü de
büyük krize girecektir. Bu da ülkemizde büyük yıkıma sebep olur.
Sayın milletvekilleri, ayrıca yabancı büyük
şirketlerin ülkemizde hipermarketler satın alması perakende
sektörümüzü bitirme noktasına getirmiştir. Esnaf ve
sanatkârımız her yönüyle ekonomik ve sosyal
hayatımızın en önemli unsurlarından birisidir. Büyük
şehirlerden orta ölçekli yerlere, kasabalara kadar hipermarketler
şube açmaktadır. Her kurulan hipermarket şubesi altmış
yetmiş küçük esnafın kapanmasına sebep olmaktadır.
İşte bu şehirlerden birisi de Tokat ilidir. Tokat ili ilçeler
dâhil nüfus kaybının her gün arttığı, ekonomisinin
iflasa gittiği ortamlara doğru süratle gitmektedir. Tokat ilinde
altı yedi yıldır üretime dayalı hiçbir yatırım
yapılmamıştır. Organize sanayidekiler başta olmak
üzere ildeki bütün işletmeler bir bir kapanmaktadır. Sigara
fabrikasından sonra Turhal Şeker Fabrikası da
özelleştirilme ile satılmaktadır. Sigara fabrikası
kapatılmayacak. diye çok iddialı söylemler olmuştu ancak sigara
fabrikası da Sena Tekstil, Reşadiye RESÜT, Konektaş gibi büyük
firmalar kapanmıştır. Bugün de şeker fabrikaları
satılıyor. İktidar yetkilileri Fabrika kapanmayacak, üretim
yapılacak. diyorlar ancak aynı söylemler sigara fabrikası için
de söyleniyordu ama sonuçta kapanmıştır. Halk şeker fabrikalarının
kapanmamasını, özelleştirilmemesini, halkın elinde
kalmasını istiyor; çiftçi de şeker pancarı üretimine devam
etmek istiyor. Özellikle şunu söylemek istiyorum ki yaklaşık
olarak ülkemize 1 milyon tonun üzerinde kaçak şeker girdiği ifade
ediliyor zaman zaman.
Bakınız, şu anda, işte, sanayide kullanmakta
olduğumuz kolalı içecekler veyahut da bisküvi fabrikaları yahut
da işte, meyve suları gibi şekerin kullanılmış
olduğu çeşitli yerlerdeki şekerin hangi neviden olduğunu o
kutuların üzerine -yani acaba şeker pancarından mı,
şeker kamışından mı, tatlandırıcıdan
mı imal edilmiş şeklinde- eğer yazabilmiş
olsaydık belki de şu anda şeker fabrikalarının satılmasına
gerek kalmayacak ve beraberinde de işte, işçilerimizin
mağduriyetiyle karşı karşıya kalmayacaktık.
Sayın milletvekilleri, ancak Hükûmet yetkilileri
özelleştirmenin çok önceden
kararlaştırıldığını söylüyorlar. Bu
doğru değildir. Siz tek başına iktidarsınız, neyi
eksik, neyi yanlış görürseniz düzeltmek mecburiyetindesiniz.
Artık mazeret zamanı değil, iş yapmak zamanıdır.
Tokat ilindeki durumun benzerlerini ülkemizin her tarafında
görüyoruz. Ülkemizin her tarafı işsizlikten yıkılıyor.
İnsanlar, asgari ücretin yarısına bile iş bulmak için
nasıl mücadele ediyorlar. Hükûmet olarak ne yapacaksanız yapın,
insanlar sizden hizmet bekliyorlar.
Ancak halkın bu iktidara verdiği yetkinin iyi
kullanılmadığı da artık görülmüştür.
Sosyoekonomik gündemde istihdam, işsizlik en önemli sorun olduğuna
göre, serbest bölgeler başta olmak üzere, üretime yönelik
yatırımlar yapılmalıydı. Ayrıca, yeni
yatırımların yanında kapanan fabrikalar, işletmeler
ciddi desteklenerek ekonomiye mutlaka kazandırılabilir idi. Bunlar
ülkemizin millî varlıklarıdır.
Bugün Tokat ili Reşadiye ilçesinde insanların bir araya
gelerek kurdukları RESÜT maalesef batmıştır,
insanların birikimleri kaybedilmiştir. Bunları mutlaka bir
yöntem bularak kurtarmalıyız. Reşadiyedeki yatırım
yapan o küçük esnaf, o yatırım yapan insanların hepsi Acaba
nasıl bir şekilde ben biriktirmiş olduğum paraları
kurtarırım. şeklinde beklentiler içerisindedir.
İnanıyorum ki Hükûmet, bu tür işletmelerin hepsine şöyle
bir bakarak, onlara çeşitli yaklaşımlarla beraber
kurtarılması noktasında adım atar.
Sayın milletvekilleri, işsizlik sadece ekonomik
değil sosyal bir sorundur. Son açıklanan yüzde 13,4 işsizlik
rakamı reel değildir. Türkiyemiz çok genç nüfusa sahiptir. Genç
nüfusta işsizlik çığ gibi büyümektedir.
İşsizliğin yanında, işi olanlar da bunu kaybetme
korkusu ile yaşamaktadırlar. Bu da insanlarımızda
psikolojik sorunlara sebep olmaktadır. Bugün bu durumu Tekel
işçilerinde görmekteyiz. Tekel işçileri haklı bir şekilde
işte, hak mücadelesi, alma mücadelesi yapıyorlar ancak seslerinin
duyulduğunu da söyleyemiyoruz.
Bakın, önümüzdeki günlerde, cuma, cumartesi ve pazar itibarıyla
Tekel işçilerinin oturma eylemi olacak, akabinde de sesleri duyulmazsa bu
eylemlere pazartesi günü açlık grevi şeklinde başlayacaklar.
Yani bunu şunun için söylemek istiyorum: Gelin, bu insanların
haklı taleplerini yerine getirelim. Bunlar ekmek mücadelesi veriyorlar,
hak mücadelesi veriyorlar. Çocuklarının hakkını ve
rızkını istiyorlar. Bunlara, daha önceki
yaptırmış olduğumuz özelleştirmelerdeki gibi,
hakkının verilmesinin ne mahzuru var ki? Karda, kışta
kıyamette bu soğuk içerisinde bu mücadelenin verilmesi aynı
zamanda bunların demokratik hakkıdır. Bunlara yer bile
göstermiyoruz. Bakın, şu anda Hükûmet bunların yapacakları
demokratik haklarının veyahut hukuka uygun şekilde
mücadelelerinin oluşabilmesi için bir yer gösterilmesi, bu yerin bile
gösterilmediğini biz görüyoruz. Niye bunlara yer göstermiyorsunuz?
İşte, Kızılayda bir caddenin üzerinde orada eylemler
yapmaya çalışıyorlar. Bunlara da diğer sivil toplum
kuruluşlarına verildiği gibi bir yer gösterelim, onlar
mücadelelerine devam etsinler çünkü haklı mücadeleleri var ve onlar
aş ve iş mücadelesi veriyorlar.
Sayın milletvekilleri, dinamik bir girişimci
topluluğu oluşturabiliriz. Gençlerimize sahip çıkarak dünyaya
açılım yapmalıyız. Cumhuriyet tarihinin en kötü
işsizlik durumu ile karşı karşıyayız. Şu
anda tarımda çalışan işsizleri de katarsak neredeyse
dünyada işsizlikte lideriz.
Toplumumuzu yıkım projeleri ile meşgul
edeceğinize, reel politikalarla gençlerimizi dünyaya açalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
REŞAT DOĞRU (Devamla) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Ülkemizin zenginliği çok çalışmamıza, üretmeye
ve dünyaya açılmaya bağlıdır. Türkiyemiz dünyanın en
önemli, en stratejik yerinde bulunmaktadır. Artık lider ülke, büyük
Türkiye mutlaka olmalıdır. Gereksiz zaman kaybını
aşıp, suni gündemleri bir kenara bırakıp, reel yaşam
gündemine gelmeliyiz. Çiftçi, işçi, emekli, esnaf iş adamı
artık yüzlerinin gülmesini bekliyorlar. Bu da bizleri sorumlu duruma
getiriyor. Artık millî ekonomik program uygulanmalıdır. Türkiye
merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis edilmesinin zamanı
gelmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak dünyada söz sahibi olan,
teslimiyetçi politikalardan uzak yeni bir dünya düzeni kurulmasını
istiyoruz. Bu da önümüzdeki dönemde milliyetçi iradenin, millî irade olarak
sandıklara yansıması olacaktır diyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Doğru.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Sayın Grup Başkan Vekilimizin verdiği
geçici madde ilavesiyle ilgili önergesinde söylediği, Niye bunu kabul
etmiyorsunuz? diye ifade ettiği bir cümle vardı. Bu, bir, teknik
olarak mümkün olmadığından ifade etmeye çalıyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yok, mümkündür Sayın
Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Sayın Şandır,
dinlerseniz, ben niye teknik olduğunu ifade etmeye
çalışacağım.
Birincisi Komisyon Başkanı niye kabul etmedi?
diyorsunuz. Komisyon Başkanının oradaki görevi, Komisyondan
çıkan kanun tasarı veya tekliflerinin virgülüne dokundurtmamak.
Eğer oradan
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Hayır, öyle bir
şey yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Eğer oradan
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Öyle bir şey yok
efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Sayın Aslanoğlu
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Takdire
bırakabilir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Sayın Aslanoğlu,
İç Tüzükü okursanız bilirsiniz, yoksa bilen
arkadaşlarınıza sorun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Ne demek efendim?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Komisyonun görevi, komisyon
üyesi arkadaşlarımızın, Plan ve Bütçe Komisyonunda veya
diğer komisyonlardaki kanun tasarı ve teklifleri üzerinde Komisyon
Başkanının tek yetkisi kabul etmemektir. Eğer komisyon
üyeleri oraya oturursa
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Niye takdire bırakıyor
o zaman?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
yeterli çoğunluğu
21 üyeyle temin ederlerse Komisyon Başkanına Meclis Başkan
Vekili sorar, Komisyon çoğunluğuyla katılıyor mu? der,
sayılır, komisyon çoğunluğuyla katılıyorsa kabul
eder.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Öyle yapalım o
zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Ama Hükûmet takdire
bırakmakta, kabul edip etmemekte serbesttir.
Niye bu iki yönden eleştiri haksız? Teknik olarak
hatalı olduğunu ifade etmek istiyorum. Bakınız, 3218
sayılı Kanunda 2008 tarihinde yapılan bir değişiklik
var. Bu değişiklikle 5810 sayılı Kanunun 7nci maddesi
diyor ki: 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun geçici 3 üncü
maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. Orada bir geçici 3üncü madde var. Tekrar bir
geçici madde ilave ediyoruz aynı Kanuna biz, 3218 sayılı
Kanuna. Ne farkı var? Sayın Şandırın siyah
puntolarla işaret ettiği ve
serbest bölgelerde fason imalat yapan
mükelleflerin
Diğer cümlelerin, kelimelerin tamamı aynı.
Şimdi, 3218 sayılı Kanunda geçici 3üncü madde var, ilave
olarak geçici 1inci madde koymuşuz. Aslında bu, geçici 1inci madde
olarak buradan oraya intikal edecek -intikal hükümleri içerisinde olması
lazım- aynı sözcükleri ifade eden ikinci bir geçici madde ilave
olmuş olacak.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) İkinci fıkrasını
okuyun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Sayın Şandır,
siz eğer 5810 sayılı Kanunu bulursanız aynı maddenin,
aynı ifadelerin orada olduğunu göreceksiniz, yani aynı
şeyleri ifade eden, aynı kelimeleri, virgülünü ifade eden ikinci bir
geçici madde
Sadece
ve serbest bölgelerde fason imalat yapan mükelleflerin
ibaresini koyuyoruz. Aradaki fark bu.
Bizim size itirazımız, konuştuğumuzdaki ikinci
itirazımız da şu
Ben de inanıyorum, vergici
arkadaşlarımızla bu konunun böyle olması gerektiğine
kanaat getiriyoruz, hatta fason üretimin ne olduğunu, üretim içerisinde
fasonun da aynı anlamda değerlendirilmesi gerektiğini
söylüyoruz, fakat Maliye Bakanlığının verdiği bir
mukteza çerçevesinde, fason imalatın üretim kapsamı içerisinde
olmadığı ve bundan dolayı da serbest bölgelerde verilen
-sigorta işveren hissesinin- muhtasar verginin indirilmesi konusundaki
muktezadan dolayı verilmediği ifade ediliyor. Bununla ilgili bir
düzenlemeyi yapalım ama teknik hatayı yapmayalım.
Bakınız, geçen birlikte yaptığımız,
Sayın Meclis Başkanının Geri göndereceğim.
dediği, Plan ve Bütçe Komisyonunu tekrar birlikte, Cumhuriyet Halk
Partisi, siz ve bizim toplanarak oraya koyduğumuz, İç Tüzük 35inci
maddeye aykırı olan düzenlemeyi olağanüstü toplanarak tekriri
müzakereyle geri çıkardık. Bu da aynı anlamı ifade ediyor.
Geçici madde diye söylediğimiz şey, mükerrerliği getirip
Yani
yasayı yaparken biraz daha teknik meselelere bağımlı kalmamız
lazım, bağlı kalmamız lazım.
İkinci mesele, benim itiraz ettiğim husus şu,
eğer şuradan okursak, sizin yaptığınız
düzenlemeden: Serbest bölgelerde üretilen ürünlerin FOB bedelinin en az %
85'ini yurtdışına ihraç eden mükelleflerin ve serbest bölgelerde
fason imalat yapan mükelleflerin istihdam ettikleri personele
Şimdi,
birinci unsur ne, veye kadar sizin koyduğunuz duruma kadar birinci unsur
ne? Serbest bölgelerdeki yapılan bütün imalatın personel üzerinde
ödedikleri ücretlerden -eğer yüzde 85ini ihraç ediyorsa- alınan vergiler
istisna edilsin. Siz ve diyorsunuz, yüzde 85i kapsam dışına
koyuyorsunuz, bakın burada o var, yüzde 85i kapsam dışına
koyuyorsunuz, serbest bölgelerdeki fason imalat yapan ister ihracat yapsın
ülke dışına, isterse ülke içine göndersin, isterse serbest
bölgesinde ülke içine imalat yapan birisine yüzde 1 de olsa, yüzde 3 de olsa
mal versin, tamamı istisna hükmüne tabi olsun. Bakın Sayın
Şandır, teknik olarak buradaki söylediğiniz bu. Serbest
bölgelerdeki yapılan fason imalatın tamamını biz ne kadar
imalat ihracat yaparsa yapsın o şartı kaldırıyoruz,
yani 12/11/2008 tarihindeki 5810 sayılı Yasayla düzenlediğimiz
yüzde 85lik, Bakanlar Kuruluna yüzde 50ye kadar indirme yetkisini
verdiğimiz düzenlemeyi tamamen kaldırıyoruz, fason imalatı
olduğu gibi teşvik kapsamı içerisine alıyoruz. Ha
alınabilir mi? Alınabilir ama bunu tartışabiliriz.
İşin esası şu: Teknik olarak mümkün olmayan
bir şeyi burada getirmek, iktidar olarak bizim, muhalefet olarak sizlerin
de söylediğimiz, İç Tüzüke aykırı olan önergeleri burada
kabul etmemek. Bununla ilgili de uğraş veriyoruz, mücadele ediyoruz,
bu, geçici madde olsa dahi. Aslında ben, geçici madde olan bir şeyin
de Plan ve Bütçe Komisyonunun üyelerinin
Ki, geçici maddeler artık
kalıcı madde hâline geliyor. Bir geçici madde düşünün ki, yani
ilanihaye gidebilecek. Avrupa Birliği ile uyum sürecinin
imzalandığı, Avrupa Birliğine tam üye olduğumuz süre
ne zaman? 2015-2019. Eğer, Avrupa Birliğine üye değilsek, bu,
ilanihaye gidecek. Böyle geçici bir madde olur mu arkadaşlar? Hep
söylediğimiz, tartıştığımız geçici maddenin
geçici maddenin geçici bir hüküm ifade etmesi ve o hüküm gerçekleştikten
sonra da artık bitmesi anlamına geliyor. Aslında doğrusu,
Sayın Başkanlık Divanı ve Meclis
Başkanlığının bu konuyu değerlendirmesi
lazım. Aslında, belki, bu konuyla ilgili burada bir
tartışma yapılması gerekebilir. Geçici madde de olsa, Plan
ve Bütçe Komisyonu üyelerinin yeterli çoğunluklarıyla, salt
çoğunluklarıyla katılmadıkları maddelerin -ek maddede
nasıl ki salt çoğunluk isteniyorsa geçici maddede de salt
çoğunluk istenerek- burada, her zaman, her yerde, geçici maddeyle kanunun,
hükûmetten gelen tasarı şeklinde veya başka şekilde
değiştirilmesinin uygun olmadığı kanaatinde
olduğumu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bakınız, bu binde 1le
ilgili biraz sonra bir arkadaşımızın değişiklik
önergesi gelecek, bazı arkadaşlarımız da soruyorlar,
diyorlar ki: Kanun niye üç ay sonra uygulanıyor? Plan ve Bütçe
Komisyonunda Afyonkarahisar milletvekili arkadaşımız çok iyi
niyetlerle bir önerge teklif etti; onu, muhalefetten milletvekili
arkadaşlarımız da uygun gördüler, dediler ki Doğru
söylüyorsunuz. Aslında, bu, bir manada, eğer, siz, şu andaki
şeyleri, ithalatla ihracat yapanların üç aylık sürelerini, orada
imalat yapan sektörde çalışan insanlara fayda sağlama gayretiyle
bir kısmını şu anda uygulayalım, bir
kısmını üç ay sonra uygulayalım diye
Çünkü amaç, oradaki
sanayiciyi koruyabilmek, haksız rekabeti, birbirleri arasındaki
rekabeti önleyebilmek. Nasıl rekabet oluyor? Şu anda, serbest bölgeye
getirilmiş, stoklarında mal bulunan, yardımcı malzeme
bulunan, imalatta kullanılmak üzere yurt içinden veya yurt
dışından getirilmiş ve yurt dışına
gönderilecek mallarla ilgili, ödedikleri binde 5lik kısmın stoklarını
eritip, bugünden itibaren, kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
alanlar yönünden olumsuz bir şartın ortadan
kaldırılması amacıyla üç aylık bir geçiş dönemi
veriliyor. Binde 1lik uygulama hemen uygulamaya geçiyor ithalatçı
yaptığında ama ellerindeki stokları belirli bir zaman
içerisinde eritebilsinler, o binde 5lik kısım da
Bakın
arkadaşlar, Kime peşkeş çekiliyor, ne oluyor? diye ifade
ediliyor ama 1 milyar dolar ihracat yapılan yerde binde 5le binde 1
arasında 4 milyon dolarlık bir fark var. 1 milyar dolar ihracat
yapacak bir işletmenin 4 milyon dolarlık yapacağı
10
milyar dolar ihracat yapılacaksa bunun 40 milyon dolar
Zaten serbest
bölgelerdeki yapılan ihracatın tamamı 10-12 milyar dolar.
Yaklaşık 24 milyar dolarlık kısmın yüzde 7lik
kısmı -Sayın Şandırın söylediği gibi-
ihracat olarak gidiyor. Burada giden rakamın hepsi bu.
Bir de bir milletvekili arkadaşımız
Burada
üzüldüm, arkadaşlarımız Bunun arkasında ne var? diye
söylüyorlar.
Şimdi, değerli milletvekillerim, bunun arkasında
hiç kimseye bir menfaat temini yoktur.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Vardır vardır, olmadan
yapmazsınız siz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Hangi şirketler
yararlanıyor sayar mısınız?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Bakınız, şu
anda iyi niyetle verildiğini düşündüğüm bu önergenin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
mesela teknik olarak bir
hatasını ifade ediyorum. Belki Sayın Şandır
düşünmeyebilir ama benim iki buçuk yıldır
tanıdığım Sayın Şandırın
Bunu, fason
imalatçıların, dışarıda da içeride de binde 1lik,
binde 5lik fason imalatı yapan birisinin bu vergi imkânından
faydalanarak kimlere imtiyaz sağlandığını, imkân
sağlandığını söylemek yanlış olur ama
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Söyleyin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Hayır, yanlış
olur, söylüyorsun diye değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Bakınız, ben
söylemiyorum, ben Sayın Şandırın bu şekilde bir
şey yapacağını ifade etmiyorum, etmem de. Görmediğim
sürece, bilmediğim sürece, duymadığım sürece ifade etmem
ama başkalarının kalkıp da burada Kime ne menfaat temin
ediyorsunuz? Kime ne peşkeş çekiyorsunuz? diye ifade etmeleri
yanlış olur. Hele, yedi yıldır
tanıdığım Divan Üyesi Yaşar Tüzünün söylediğine
3üncü maddede de cevap vereceğim, inşallah Yaşar Tüzün Bey
kardeşimiz burada olur, o cevabı da dinler, ona göre de kim
kulağına üflediyse kulağına üfleyenin
kulağını çeker.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkanım,
sataşma ötesinde kafa karışıklığı var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sataşma değil
Sayın Şandır. Adını söylemeyip bir de Adını
söyledim. dersin.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Hatip, benim önergem
üzerinde uzun uzun milletin kafasını karıştıracak
bilgiler verdi...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Kafa
karıştırma değil düzeltme yaptım Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
dolayısıyla söz
hakkı istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Grubunuz adına
konuşun şimdi.
BAŞKAN Buyurun, iki dakika
MEHMET ŞANDIR (Mersin) İki dakika yetmez.
BAŞKAN İki dakika verebilirim, hep öyle yaptık.
Buyurun Sayın Şandır.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandırın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Elitaş çok da iyi biliyor aslında, hani
bir söz vardır Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çalar. diye. Bu
konuyu çok da iyi biliyor ama yapmamak için öyle kendisine de
yakışmaz, beni de ilzam edici sözler söylüyor.
Benden bunu kimin istediğini çok açık, net, baştan
söylüyorum, Mersin Serbest Bölgesinin ihracata çalışan, Serbest
Bölgede imalat yapan fason üreticiler. Adlarını bilmem, Dernek;
Derneğin yazısı burada. Bu yazı size de geldi. Bu talep,
doğrudan bu işin emekçilerinin, sahiplerinin bizden talebi, bu
Meclisten talebi. Dedikleri şey şu: Biz üretiyoruz, ihracatçıya
veriyoruz, bunun teşvikini veya istisnasını ihracatçı
alıyor. Bunu bize de sağlayın. Şimdi, ben bunu size çok
samimiyetle getirdim.
Değerli milletvekilleri, bilmeniz için söylüyorum: Sayın
Canikliye hemen getirdim. Cumhuriyet Halk Partisinden de bu konuda üstat
olarak anılan Akif Hamzaçebiyi de çağırdılar Bu
doğrudur. dediler. Geldik, Sayın Bakanla, sayın bürokratlarla
da konuştuk Evet, bu doğrudur, yapılmalıdır ama bir
tanım yapalım. Serbest bölgede ihracata çalışan, üretiminin
de yüzde 85ini ihracata veren fason imalatçıları da kapsayacak
şekilde düzenleyin. denildi. Üç tane önerge düzenledik, önlerine koyduk,
Öyle değil böyle olsun. denildi ve önergeyi istedikleri şekilde
düzenledik, hatta dedik ki: Gelin, siz de imzalayın. Şimdi,
Sayın Bakan kabul ediyor, sayın bürokratlar kabul ediyor, Bu önerge
doğrudur, haktır ve gerçektir. deniliyor, kendileri de kabul ediyor.
Hatta şimdi Sayın Bakan bana diyor ki: Biz, bunu Maliye
tebliğiyle düzenleyeceğiz. Yani yanlış demiyor.
Şimdi buradan kalkıp Sayın Elitaşın böyle gezeleyerek
yani yakışıksız beyanlarla beni de
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın Başkanım,
tamamlayayım.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın Başkanım, yani
böyle, işte, bizi de ilzam edecek şekilde, ustalıkla töhmet
altında bırakacak şekilde bu konuyu
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sizin söylediğiniz netlikte
söyleyeyim ben de bir dahaki sefere. Bana söylediğiniz netlikte
söyleyeyim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Bakın, töhmet altında
kalırsınız. AKP Grubu için söylüyorum, hem hak diyorsunuz hem
doğru diyorsunuz hem kabul etmiyorsunuz. Niye?
Arkadaş, bu malı, ihracata gönderilen bu malı imal
eden üreticiye bu hakkı vermek mecburiyetindesiniz. Tüccar siyaseti burada
hukuka da yansıtamazsınız. Yani meseleyi nezaketiyle götürüyoruz
ama bunu, böyle, gözümüzün içine baka baka, bizi de ilzam edecek şekilde
bir suçlamayla geçiştiremezsiniz. Yanlış yapıyorsunuz,
haksız yapıyorsunuz, bunu düzeltmek mecburiyetindesiniz. Milliyetçi
Hareket Partisinden veya muhalefet partisinden geldi diye reddetmeniz de
hakkınız değil. Hani uzlaşma arıyordunuz? Hani
birlikte yapacaktık bu işleri?
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Onlar uzlaşmadan anlamaz!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Dolayısıyla, doğru
değil, yanlış yapıyorsunuz. Sayın Elitaş, size de
yakışmıyor bu üslup. Beni de biliyorsunuz, böyle bir ilzam,
böyle bir ihsas yakışmıyor size.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Şandır,
siz konuşmalarınızı lütfen okuyun, o zaman benden özür
dilemek mecburiyetinde kalacaksınız. İlk
konuşmanızı okuyun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ne diye?
VII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
(Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş ve
Ankara Milletvekili Reha Denemeçin; Serbest Bölgeler Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/541) (S. Sayısı: 446) (Devam)
BAŞKAN Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) İlk
konuşmanızı okuyun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ne diye? Bir arkadaş böyle
söylüyor. dedim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır, ben de ne
diyorum: Sayın Şandıra böyle diyebilir miyim. diyorum,
alınıyorsun ondan.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın
Başkan
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yani, buraya getirdiğiniz her
kanunun arkasında başka şey ararız o zaman. Her
getirdiğiniz kanunun arkasında başka şey ararız o
zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Neyi ararsan ara! Senin
araman bir şey ifade etmez, gerçek önemlidir.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ne demek Bir şey ifade etmez.
BAŞKAN Sayın Şandır
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Gerçek önemlidir, iftirayla
bir şey olmaz. O zaman iftiracı olursun.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Kim getirdi o teklifi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Ben getirdim teklifi.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Tasarıydı da niye teklif olarak
getirdiniz?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Tasarı değil
teklifti. Ben getirdim o teklifi. Varsa bir şey söyle!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Var mıydı mutabakat? Öyle
şey mi olur?
BAŞKAN Sayın Kaplan, sizi ben yerinize alayım.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.52
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.59
BAŞKAN: Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 47nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
446 sıra sayılı Kanun Teklifinin
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet burada.
Şimdi söz sırası, Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplanda.
Buyurun Sayın Kaplan. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına 2nci madde üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında biraz önce 2 grup başkan vekili arasında
yaşanan bir tartışmaya tanık olduk. Çünkü bir önceki
görüşmede bizim de benzer bir önergemiz vardı, özellikle FOB
bedelinin yüzde 65ine kadar indirilmesi yönünde ancak bu kabul edilmedi Genel
Kurulda. Biz bunu söylerken, önerirken parti adına -yine Mersin Serbest
Bölgesinde bulunan, ki 96sı yabancı firma, bunun 415i yerli
firmadır yani Türkiyede kurulu firmalar- biz, bu, Türkiyedeki firmalar
ki böyle bir üretimin asgari haddinin yüzde 85ini yurt dışına
gönderme şartının yumuşatılmasının,
aynı zamanda İzmir, Bursa, diğer serbest bölgelerde de
Türkiyedeki firmaların çıkarına olacağını
söylüyoruz. Ancak bu yasada biz de bu binde 5in binde 1e kadar indirilmesi
konusunda hangi yabancı şirketlerin öncelikle bundan
yararlanacağını ve ne kadar, Türkiyeyle, ihracat ve ithalat
hacimleri olduğunu
Samimiyetle Hükûmeti, bunu teklif eden Grup
Başkan Vekilini davet ediyoruz, Meclisi lütfen bilgilendirin. Bu kanun
teklifini verdiniz. Hangi yabancı firmaların ithalat ve ihracatta
Türkiyedeki rakamları nedir, neden üç ay sonra yürürlüğe giriyor -ki
bu madde onunla ilgilidir- lütfen bu konuda bir açıklama yapın. Bu
konuda açıklamaya davet ediyoruz. Kamuoyunun da bilgilenmesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, dün İsrailde bir rezalet yaşandı.
Büyükelçimize yapılanlar büyük bir oyunun parçaları gibi gözüküyor.
Sadece aşağılama değil, sadece Türkiye Büyükelçisini
aşağı bir koltukta oturtma değil, aynı zamanda
İbranice, gazetecilere söylenen bazı sözler. Kurtlar Vadisi dizisiyle
bağlantı kuruluyor ve bununla ilgili
çağrıldığı söyleniyor. Ondan sonra, bugün bunun
yankıları var. Peki, Meclis olarak, Hükûmetten,
Dışişlerinden Meclise bu konuda bir bilgilendirme
yapılması gerekmiyor mu? Gerçekten koalisyonun, Lieberman
koalisyonunda İşçi Partisi Lideri ve Savunma Bakanı Ehud
Barakın önümüzdeki hafta Türkiyeye yapacağı ziyaret mi
torpillenmek isteniyor, yani o koalisyonun kendi iç hesabı mı? Yoksa
Haaretz gazetesine göre, bizzat Dışişleri Bakanının
çevresinin bu konuda bakış açısı mı? Yoksa Suriye-Lübnan
yakınlaşmasıyla Türkiye'nin Washingtonda, ABD nezdindeki
duruşuyla ilgili yeni bir dış politikanın sinyali mi? Bu
konuda Türkiye Dışişleri Bakanının gelip Meclisi
bilgilendirmesi gerekiyor. Çünkü Türkiyede yaşanan birçok olayda
Mossadın parmağının olduğunu biliyoruz. Bu şu
demektir: Türkiyede bundan sonra da yaşanacak birçok olayda bu tür
şeyler artık karşımıza çıkacaktır. Bunun
enine boyuna bu Mecliste tartışılması gerekir diye
düşünüyoruz.
Burada küresel krizle ilgili bir konuyu konuşuyoruz ve
buradan tekrar davet ediyorum teklif sahibini ve AK PARTİ Hükûmetini,
hangi yabancı şirketler için bu yasa teklifini verdiniz? Krize çözüm
arıyorsanız ben size krizle ilgili bir iki örnek vereceğim.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde bugüne kadar en büyük işçi
kıyımını, en çok kadın işçi ve memuru görevinden
alan parti kimdir, hangisidir? Bir kalem söyleyeceğim. AK PARTİ,
usta öğretici olarak anaokullarında ana sınıfı
öğretmenliği gibi bir görevi yapan, ek ders, altı dokuz
yıldır çalışan ve hedefte, otuz altı ilde anaokulunda
bu tür bir eğitimi zorunlu kılmaya çalışan bir çabada, tam
10 bin kadın usta öğreticinin bu yılbaşında işine
son verdi, 10 bin kadın çalışanın işine son verdi. Bu
dehşet verici bir şeydir. Tekel işçilerine yapılan
ayrı bir konu. 15inde bütün Tekel işçileri Ankaraya yürüyor,
açlık grevine gidiyor. 10 bin kadın işçiyi, kadın memuru
Çünkü statüsü 4/C midir, 4/B midir, o da belli değil. İşine
gelince 657, işine gelince 4/C deniyor ve liseden sonra da üç yıl
çocuk gelişimi eğitimi alan, ders, temizlik, eğitim, her
şeyi yapan 10 bin tane kadın çalışanı kapı önüne
bıraktınız. Bunda küresel krizin etkisi varsa buna çözüm bulmak
Hükûmetin en vicdani görevi değil mi? Buradan açıklama bekliyorum.
Yine, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum
Sayın İçişleri Bakanımız burada. Telefonlarım
durmadan çaldı. Hakkâri 235 gözaltı, 45 tutuklu, Muş 30
gözaltı, 27 tutuklu, Manisa 15, Bingöl 4, Manisa -bugün tekrar- 25, Mersin
69-46 tutuklu, 6 çocuk, ayrıca -çocukların sayısı da var-
Adana 52-40, Şırnak 50-40 tutuklu, Bitlis 57. Sadece iki günde bana
gelen gözaltılar partimizle ilgili olarak; Egeden Güneydoğuya,
Güneydoğudan İstanbula kadar.
Ne yapmak istiyorsunuz? Yani gerçekten
Başbakan
çıkıyor diyor ki: Kitabımızda baskıcılık
yoktur. Başbakan çıkıyor grubunda, Rusyaya gitmeden önce,
diyor ki: Ne otoriterlik ne baskıcılık ne tahammülsüzlük ne
vesayetçilik ne sivil diktacılık yoktur. Ben de şunu sormak
istiyorum: Her gün, her gün, her gün 1.500 tane parti yöneticimizi şu ana
kadar gözaltılarda tutukladınız. 1.500 tane AKPnin parti
yöneticisi tutuklanmış olsaydı iktidar partisi olmasına
rağmen çökerdi örgütleri ama çökertemezsiniz örgütümüzü, ayrı bir
konu. Şunu anlatmak istiyorum: Siz EMASYAya davetiye mi çıkarmak
istiyorsunuz? Yani sivil dikta konusu tartışmaları yapılan
bir ortamda EMASYA Gizli Protokolüyle
EMASYA Gizli Protokolüyle
biliyorsunuz- bir yerde olay olduğu zaman komutan mülki amirleri de emri
altına alıp bütün operasyonu yönetiyor. Eğer darbelere,
diktalara karşıysanız 2005 yılında, Sayın
Bakanım, niye uzattınız EMASYA Protokolünü? Niye bütün Avrupa
Birliği ilerleme raporlarına, Katılım
Ortaklığı Belgesi Raporuna rağmen tek taraflı bu
EMASYA Protokolünü kaldırmıyorsunuz? Yarın, bu EMASYA
Protokolüne göre her gün Ergenekon soruşturmasında, şurada
burada bulunan bombalar, lav silahları gibi silahlar -ki belli merkezlerde
daha yoğun- bu inisiyatif etki altına alındığı
zaman Meclisin, sivil idarenin, sivil Hükûmetin bu konuda denetiminden ve
sorumluluğundan bahsedebilecek miyiz? Bu konuda Hükûmeti duyarlı
olmaya davet ediyoruz.
Açılım yapayım derken yapılanlar
karşısında, bu gözaltıların, partilere yönelik sadece
yasal çalışma kapsamında kalınan açıklamalarla,
terörle mücadele timlerinin Manisa gibi, Aydın gibi, Denizli gibi
illerimizde il örgütlerimizin, ilçe örgütlerimizin, evlerine sabaha
karşı baskınlarla alması, götürmesi ve
aldığım bilgilere göre de bir tekinin
katıldığı eylem olmadığı hâlde alınan
insanlar var. Ne yapmak istiyorsunuz? Yani, DTPyi kapattınız,
kapatıldı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
HASİP KAPLAN (Devamla) Tamam Başkanım.
Barış ve Demokrasi Partisini de bu şekilde
kapatmayı, sindirmeyi, susturacağınızı mı
Siyaseti, demokrasiyi bu şekilde mi algılıyorsunuz? Gerçek bu
mudur? Gerçek istiyorsanız, eğer açılım istiyorsanız
en gerçek açılım demokratik siyasetin önünün
açılmasıdır. Gelin barajı yüzde 5e indirin, Doğuda
da Güneydoğuda da batıda da her yerde de demokratik siyasete aksın
insanlar, seçilsin gelsin Meclise, Mecliste sorunlarını
tartışsınlar. Ama demokratik kanalları da
açmıyorsunuz, siyasetin önünü de açmıyorsunuz, barajları
yükselttikçe yükseltiyorsunuz, gözaltı, baskılarla insanları
içeri alıyorsunuz, sorgusuz sualsiz altı ay, yedi ay bekletiyorsunuz,
mahkeme süreçlerine bir sene sonra, iki sene sonra çıkarılıyor.
Ondan sonra, bu insanlar nasıl inanacak, nasıl güvenecek, ne duygu
besleyecek, nasıl bakacaklar? Ve sayın bakanlarınız diyor
ki: Kürtçeyle ilgili zaten eğitim de yok, konuşma da yok, resmî dil
de yok. İyi, güzel. O zaman, ne var, lütfen onu da bir an önce getirin,
onu da görelim diyoruz.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz İzmir
Milletvekili Sayın Taha Aksoya aittir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
TAHA AKSOY (İzmir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gündemin 446 sıra sayısında yer alan ve Kayseri
Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş ile birlikte Ankara Milletvekili
Reha Denemeç tarafından verilen, 3218 sayılı Serbest Bölgeler
Kanununda değişiklik yapılmasını öngören teklif
üzerinde şahsım adına söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanununun amaç ve
kapsamına ilişkin 1inci maddesi özellikle bu bölgede faaliyet
gösteren firmaların ihracata yönelik faaliyetlerde
bulundurulmasını özendirmeyi öngörmektedir. Bu teklifle
yapılması düşünülen ve Genel Kurulumuzca kabul edilen 1inci
maddeye göre, serbest bölgelere yurt dışından getirilen
malların CIF bedelleri üzerinden alınmakta olan binde 5 ücretin -ki
bu Dış Ticaret Müsteşarlığı kanalıyla devlet
bütçesine gelir olarak kaydediliyor- binde 1e düşürülmesi; yine, serbest
bölgelerden Türkiyeye çıkışı yapılan mallarda yine
binde 5 olan ama bu defa FOB değeri üzerinden binde 5 olan ücretin de
binde 9a çıkarılmasını öngörüyor. İhracata yönelik
faaliyette bulunmayı özendirecek nispi bir tedbir olarak bunu
değerlendiriyoruz.
Şimdi burada üzerinde konuştuğumuz 2nci maddeyse,
bu uygulamanın üç ay sonra yani teklifin yasalaşmasından,
yayınlanmasından itibaren üç ay sonra yürürlüğe girmesini
öngörüyor. Bu üç aylık süre hâlen stoklarda eski yasa hükmüne göre
bulundurulmakta olan malların yurt içine sokulması hâlinde
sıkıntı yaratacağı için öngörülüyor. Bir gecikme
öngörülüyor. Eğer gecikme olmazsa FOB değeri üzerinden binde 5le
giren mal, bu sefer, CIF değeri üzerinden binde 5le giren bir de binde
9la yurt içine sokulduğunda binde 14 veya yüzde 1,4 gibi bir değer
ortaya çıkıyor. Bunu hakkaniyet ilkesine doğrusu uygun
bulmuyoruz. Üç aylık süre hem stokların planlanması hem de
ortaya çıkan yeni koşullarla ihracata yönelik faaliyetlerin
planlanması açısından makul bir süre olarak değerlendirilmeli
ve kabul görmelidir diye düşünüyorum.
Bunun dışında, kürsüye gelmişken söylemem
gereken yine bir konu var, onu hatırlatmadan geçemeyeceğim.
İşçilerle ilgili sorunlar burada gündeme getiriliyor,
bir sorunu da ben gündeme getirmiştim. Karşıyaka Belediyesine
bağlı Kent AŞde çalışan 291 işçi, iş
alanında azalma olmadığı hâlde işlerinden
çıkarıldılar. Mayıs ayından beri bunlar bir hak
mücadelesi veriyorlar, bu hak mücadelesinde de bekledikleri desteği
göremiyorlar. Tekel işçilerinin haklarının onda 1ine razı
bunlar ama onu da bulamıyorlar.
Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Oğuz Oyana burada
teşekkür etmek istiyorum. İlk defa sağduyulu ve duyarlı bir
ses Oğuz Beyden geldi ve bu konunun çözülmesi gerektiğini söyledi,
bunu açıkça söyledi. Açıkça söylemeyen ama bu konunun çözülmesi için
çalışan arkadaşlarımıza da ayrıca teşekkür
etmek istiyorum ve yaptıkları çalışmaların sonucunu da
bir an önce görmeyi, duymayı bekliyorum.
Yüce heyetinizi saygılarla selamlıyor, teklifin
yasalaşması durumunda hayırlara vesile olmasını
diliyorum.
Saygılarımla. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Aksoy.
Şahıslar adına son söz Mersin Milletvekili
Sayın Behiç Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)
BEHİÇ ÇELİK (Mersin) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ben de 446 sıra sayılı serbest
bölgelerle ilgili kanun teklifi üzerinde şahsım adına
konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Serbest bölgeler konuşulurken, tabii, Türkiye'nin en önemli
serbest bölgelerinin belki başında gelen Mersin Serbest Bölgesi
üzerinde ben de görüşlerimi arz etmek isterim.
Mersin, birçok verilere göre Türkiye'nin 8inci büyük ili olarak
Serbest Bölgesini fevkalade önemsemekte ve Serbest Bölgenin, ilin ve
Çukurovanın ekonomik ve sosyal gelişimine büyük katkı
sağlayacağını, özellikle vurgulamak isterim. Ancak bu böyle
olmamakta, Serbest Bölgeyle ilgili sorunlar ne yazık ki kesinlikle
çözülememiştir bugüne kadar. Daha önce yine Mersin Milletvekili olan ve
Bakanlık yapan iktidar partisi milletvekili Sayın Tüzmenin, serbest
bölge kullanıcılarının kendisine müteaddit defalar konuyu
izah etmesine rağmen, çözememiş olmaları maalesef Mersinin
acı bir gerçeğidir.
3 Ocak 1987 tarihinde kurulduğu günden bugüne kadar Mersinde
firma sayısı 2003 yılında 700 civarındayken, bugün 500ün
altına kadar inmiş, bir ara 10 binlere çıkan istihdam kapasitesi
bugün 5 binin altına kadar düşmüştür. Bu, Serbest Bölgenin yüzde
50den fazla oranda gerileme içerisinde olduğunun verisidir.
Geçen yıl çıkarılan 5810 sayılı Yasada,
yasa içeriğinde de ifade etmiştik, o zaman demiştik ki: Mersin
Serbest Bölgesinin sorunlarını çözelim. Nedir bu sorunlar? Gayet
basit. Örneğin, çalışanların ücretleriyle ilgili gelir
vergisi ve prime esas olmadan bunların çalıştırılması
Serbest Bölge kapsamında, kullanıcılara tapularının
verilmesi konusu, elektrik ve akaryakıta yapılan aşırı
zamların buradaki üretimi büyük ölçekte olumsuz etkilediği ve
istihdamın da bu nedenlerle, üretim yapılamaması nedeniyle
gerilediği, ruhsat gelirlerinde ve serbest bölge işleticisinden elde
edilen gelirlerde yarı yarıya azalma olduğu düşünülerek
buna çözüm bulunması gerektiği hususları geçen yıl da 5810
sayılı Yasa çıkarılırken ifade edilmişti.
Bugün, serbest bölgelerde başka bir konu var, özellikle
Mersin Serbest Bölgesinde, bu da hassas ürünlerle ilgili. 2002
yılında seçimden sonra -yönetim zafiyetini özellikle vurgulamak
isterim- Serbest Bölge yönetimi tümüyle değiştirilmiştir. Yeni
yönetim kendisini âdeta Serbest Bölgenin mutlak hâkimi şeklinde yorumlamış,
ceberut bir yönetim tarzını benimsemiştir. Sonra, bu bir müddet
devam etmiş, Bakan değişikliğiyle yeni Bakana uygun,
yeniden bir değişiklik yapılarak yine aynı zihniyetle
Serbest Bölge götürülmeye çalışılmıştır.
Dış Ticaret Müsteşarlığına
bağlı Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü takdir hakkını
serbest bölgelerde sınırsız kullanmaktadır ve kamu
yararını gözetmemektedir. Bu nedenle, açıklanan Hassas Ürünler
Listesi âdeta buradaki üreticileri mahkûm etmekte ve hareket edemez, kıpırdayamaz
duruma sokmaktadır. Böylece Serbest Bölge bünyesinde alım,
satım, depolama bir anlamda yasaklanmaktadır ve tam tersini
düşünelim, çevredeki antrepolar için bu geçerli olmamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
BEHİÇ ÇELİK (Devamla) Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
O zaman, antrepoculuk bölgede özendirilmekte ama serbest bölgeler
bundan yoksun bırakılmaktadır. Böylece devletin burada
kayıpları da olmaktadır. Aslında hassas ürünler konusunun
bir an önce çözüme kavuşturulması fevkalade önem arz etmektedir.
Bunun yanında, bölge kullanıcılarına
yapılan bu haksız uygulamalar dururken, diğer yandan, faaliyet
ruhsatı olmadığı hâlde Serbest Bölge
rıhtımını kullanarak bölgeden geçen boru hatları
yoluyla Genel Müdürlüğün yasak ilan ettiği emtiaları -motorin,
fuel oil, benzin- serbest bölgeden geçiren firmaların olduğu da
defalarca bazı kişi ve kurumlarca dile getirilmiş olmasına
rağmen, her defasında bu ihbarların üstü örtülmüştür.
Bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Serbest bölgelerin daha rantabl, daha iyi
çalışmasını yürekten diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Doğru
REŞAT DOĞRU (Tokat) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakana sormak istiyorum: Serbest bölgelerde kaç
kişi çalışıyor? Bunların ne kadarı yabancı
uyrukludur? 2009 yılında kaç kişi işe
başlamıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, bu Hükûmet bu Meclise saygı
göstermiyor, Bakanlar gelmiyor. Bakanlar Kurulu sırasında,
sorduğumuz soruda, o konuda yetkili, bilgili bakan
oturmadığı için sorularımıza hep Yazılı
cevap vereceğiz.
Ben bu durumu protesto etmek için soru sormuyorum efendim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Köktürk
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 1994 yılında kurulan, 2007
yılında Bakanlar Kurulunca iptal edilen ancak kısa bir süre
sonra yeniden oluşturulan Filyos Serbest Bölgesine yönelik
çalışmalar şu an hangi aşamadadır? Ayrıca, Filyos
Nehri Kanal Islah Projesi tamamlanmadan Filyos Serbest Bölgesinin fiilen
faaliyete, yaşama geçmesi mümkün müdür?
BAŞKAN Sayın Çalış
HASAN ÇALIŞ (Karaman) Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan, biraz sonra kanunlaşacak bu teklifle
serbest bölgelerimizde imalat yapan imalatçılara bir kolaylık
sağlanıyor. Ancak, aynı imalatı serbest bölgenin
dışarısında, yurt içinde aynı imalatı yapan
imalatçılar yönünden gerçekten bir haksızlık söz konusu. Serbest
bölge dışında yurt içinde aynı imalatı yapan
imalatçılar yönünden haksızlığı giderici tedbirleriniz
olacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER
(İstanbul) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum, sağ
olun.
Öncelikle, konuşması sırasında Sayın
Kaplanın dile getirdiği hususla ilgili bir, Meclise bilgi arz etmek
istiyorum: Ülkemizde bulunan serbest bölgelerde toplam 3.339 şirket yer
alıyor. Bu 3.339 şirketin 2.619 tanesi yerli şirketler,
sermayesi yerli olan şirketler, 363 tanesi sermayesi bütünüyle
yabancı olan şirketler, 357 tanesi ise sermayesi yerli ve
yabancı ortaklık olan şirketlerdir. Bunlardan 797 tanesi sadece
orada üretim yapmaktadır, 1.851 tanesi alım satım işiyle
uğraşmaktadır ve diğer tür faaliyetlerde bulunan
işletme sayısı ise 691dir. Dolayısıyla buradan
hareketle baktığımızda, özellikle yurt
dışından alacak ve Türkiyeye ürettiklerinden bir
kısmını veya tamamını sokacak işletme
sayısı toplam 691 tanedir ve bunların sadece 96 tanesi
yabancıdır. Yine bu serbest bölgelerde yapılan işlemlerle
ilgili olarak çalışan personel sayısı toplam 44.083tür,
bunların içerisinde yabancı olanların sayısı ise
sadece 248dir.
Yine bir başka soruyla ilgili olarak, Filyos Serbest Bölgesi
için kamulaştırma çalışmaları devam ediyor,
kamulaştırma çalışmaları tamamlandıktan sonra
gerekli işlemler tesis edilecektir.
Rize Serbest Bölgesiyle alakalı olarak ise, bölgeyle
alakalı arazilerden bir kısmı ile ilgili ÇAYKURla
görüşmeler devam ediyor, görüşmeler tamamlandıktan sonra
işlemler devam edecek.
Onun dışında, imalat yapanlarla ilgili Sayın
Çalışın bir sorusu var. Sayın Çalışın
sorusunu tam olarak anlayamadım. Bunu kendisinden, mümkünse ya
tekrarlamasını rica ediyorum yahut da yazılı verirse ona
yazılı olarak cevap veririm.
BAŞKAN Sayın Çalış, vaktimiz var.
Buyurun.
HASAN ÇALIŞ (Karaman) Sormak istediğim soru şuydu
Sayın Başkanım Sayın Bakana: Serbest bölgede imalat
yapanlarla aynı imalatı serbest bölgenin dışında, yurt
içinde yapanlar yönünden haksız bir rekabet ortaya çıkıyor. Yurt
içinde imal eden üreticiler için herhangi bir kolaylığınız
olacak mı?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER
(İstanbul) Sayın Çalış, aslında, belki tam da
burada, belki o bölgede üretim yapan bir firmanın ülke içine ürününü
aktarması konusunda ortaya konulan oranların yükseltilmesinin
rekabeti sağlama konusunda daha yardımcı
olacağını ifade etmek daha doğru olur çünkü orada
yapılan imalatlar birtakım teşviklere ve desteklere tabiyken
daha ucuza imalat söz konusu olduğunda, yurt içine sokulması hâlinde
haksız bir rekabet doğuracaktı. Bu kısmen
artırılarak telafi edilmiştir. Belki sizin sorunuzun
maksadı da burada gerçekleştiriliyor.
Teşekkür ederim, sağ olun.
BAŞKAN Madde üzerinde iki önerge vardır.
Önergeleri önce geliş sırasına göre
okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre
işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığına
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa
tasarısının 2. maddesindeki (3) aylık sürenin (2) ay olarak
değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
|
|
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu |
|
R. Kerim Özkan |
Hulusi Güvel |
|
|
Malatya |
|
Burdur |
Adana |
|
|
Ali Rıza
Ertemür |
|
|
Ali İhsan
Köktürk |
|
|
Denizli |
|
|
Zonguldak |
BAŞKAN Şimdi maddeye en aykırı önergeyi
okutup işleme alacağım.
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa
teklifinin 2. maddesinde geçen (üç ay sonra) ibaresinin madde metninden
çıkarılmasını arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
BAŞKAN Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Hükûmet önergeye katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER
(İstanbul) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, daha gelmeden süre
vermişsiniz.
BAŞKAN Şu anda açtım, gerçekten şu anda
açtım.
KAMER GENÇ (Devamla) Peki.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 446
sıra sayılı
BAŞKAN Şimdi ben kapattım, yeniden açıyorum.
Özellikle öncelikle şunu milletvekillerine söyleyeyim: Meclis
büyük, gelirken, giderken çok zaman kaybettiğiniz için çok dikkat
ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) Neyse efendim, bazen Meclis de 10-15 dakika
geç açılıyor, biz bunların da farkındayız da
BAŞKAN Özellikle buraya geldiğiniz zaman
açıyorum. Şimdi sizinkini tam anlamıyla açıyoruz.
KAMER GENÇ (Devamla) Keşke o sürelerin
Geçen gün
aşağı yukarı on dakika ara verildi Meclise, 45 dakika sonra
açıldı. Biz bunları biliyoruz da
Başkanlık
Divanı o özel uygulamalarına milletvekili konuşmalarında da
riayet etse memnun oluruz.
Değerli milletvekilleri, 446 sıra sayılı yasa
tasarısının 2nci maddesinde
üç ay sonra yürürlüğe
girer. deniliyor, biz bunun hemen yürürlüğe girmesini istiyoruz. Bu gayet
basit bir olay. Yani, yurt dışına ihraç edilen, serbest bölgeden
Türkiyeye giren mallardaki alınan ücreti yüzde 5ten yüzde 9a
çıkarıyor. Oraya yapılan ithalatı da yüzde 1e indiriyor.
Yüzde 5ten 1ine
Bunu üç ay sonra uygulamanın ne anlamı var? Bir
anlamı, bir mantığı yok. Burada zaten de izah edilmedi.
Şimdi aslında, bu serbest bölgeler Türkiye ekonomisine
ciddi bir katkı sağlamıyor. Bu, tamamen vergi
kaçakçılığını teşvik eden bir uygulama. Yani,
oradaki vatandaş vergi vermiyor, kurumlar vergisini vermiyor, gelir
vergisini vermiyor, hatta birçok yerlerde kaçakçılığa da
sebebiyet veriyor. Tabii, 1985 yılında, bu, Özal
İktidarının, daha ziyade, böyle, yani, Türk ekonomisini yok
etmeye yönelik uygulamaları vardı. Daha ziyade, onun Ben zenginden
yanayım. diye bir tavırları vardı. İşte, bu,
zenginden yana uygulamaların bir sonucudur. Dolayısıyla,
şimdi, AKP İktidarı zamanında da zaman zaman bu, işte
Türk ekonomisine zarar veren, zengini koruyan bu tip düzenlemeler
yapılmaktadır. 2008in işte o on birinci ayında bir
düzenleme yapıyor, yeniden bir düzenleme yapıyor. Bakın,
aşağı yukarı iki haftadır bu bir maddelik kanun
üzerinde
Kime ne fayda sağlanacağını ben de
anlamıyorum. Ne getiriyor, kime ne fayda sağlıyor, yok ortada.
Öte taraftan, bakın, bu memlekette ezilen insanlar var, yoksulluk,
fakirlik içinde ezilen insan var; emeklisinin durumu ortada; bir sürü soygun
iddiaları var; memleketin dış itibarı yok ediliyor. Bu
Hükûmet ne yapıyor ne yapıyor Türkiyeyi yörüngesinden
saptırıyor. İşte bakın, bugün bir İsrail tutuyor,
Türkiye Cumhuriyetinin devletine Amerikan askerinin çuval geçirmesine paralel
bir düzeyde Türkiye Büyükelçisini çağırıyor,
karşısında hakaret ediyor ve Hükûmet de susuyor. Tayyip Bey
diyor ki: Efendim, Dışişleri Bakanlığı bu konuda
açıklama yaptı, ben artık ne diyeyim.
Yani şimdi arkadaşlar, bir devletin itibarını
koruyacak devleti yöneten insanlardır. Sen çıkıp da Davosta Bu
İsrail iyi adam öldürüyor, iyi çocuk öldürüyor. dersen o da sana bir
karşı tavır koyar. Bunlar, bakın, uluslararası
meseleler iç meselelere alet edilemez.
Bakın, tarihte Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleneksel bir
politikası vardır. Türkiyede bugün uluslararası düzeyde Ermeni
lobileri vardır, Rum lobileri vardır, bir de Yahudi lobileri var.
Ermeni ve Rum lobileri her vesileyle Türkiye'nin aleyhine her yerde
çalışırlar ve etkileyici sonuç alırlar ama şimdiye
kadar Türkiye'nin politikası Yahudilerle iyi geçinmekti.
Evet, İsrailin Gazzede yaptığı zulmü tasvip
etmek mümkün değil ama şimdi Tayyip Bey, Fethullah Gülen paralelinde
kurduğu polislerle Haması birleştirerek İsraile
karşı savaş mı açacak?
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Saçmalama ya!
KAMER GENÇ (Devamla) Yani uyguladığı politika bu.
Uyguladığı politika bu. Türkiye Cumhuriyeti devletine
Bülent
Arınç dedi Bana suikast yapılmış. Bülent Arınça
suikast yapıldığı yok ama bu vesile sayılarak Türk
ordusuna suikast yapılıyor.
Bırakın şimdi
Bu Türk ordusunu niye bu kadar
yıpratıyorsunuz? Ne olacak şimdi? Şimdi yeni bir kanun da
getiriliyor, efendim ordunun adına silahları polise şey edelim
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Sapla saman ancak bu kadar
karıştırılır!
KAMER GENÇ (Devamla) Yani polis.. Askeri tasfiye edip de, gidip
de işte dış bir ülkeye karşı savaşacak
mısınız? Türkiye'nin itibarını tümüyle yok
ediyorsunuz. Böyle bir şey olmaz efendim. Sizin düşünmeniz
lazım. Yani bu devlet bu kadar kötü duruma düşürülebilir mi? Yani
şimdiye kadar hangi devletin haddine kalmış da bir Türkiye
Cumhuriyeti devletinin Büyükelçisini çağırır da kendisinin
karşısında özellikle bunu bütün dünyaya bildirecek şekilde
hakaret etmeye kimse ne cesaret etmiştir ne buna cüret etmiştir ama
bu sizin zamanınızda yapılmıştır. Bunun sebebi
kimdir? Onu araştırmak lazım arkadaşlar. Bunun sebebi
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devleti gidip de bilmem Araplarla
Tamam, politikalarımızı, dostluk, arkadaşlık
şeylerimizi gidereceğiz ama Arapların bugüne kadar Türkiye
Cumhuriyeti devletine bakış açıları ortada. Hani niye
Kıbrısı tanımıyorlar? Haydi birisi çıksın
Ondan sonra, şimdi bunlar ortadayken, uluslararası düzeyde Türkiye
politikasında Türkiye'nin dış ülkelerdeki menfaatleri belliyken
sen ondan sonra çık, ben yakında nasıl olsa seçime
gideceğim
Efendime söyleyeyim, git Yahudi lobisinde dünyanın en
büyük cesaret
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Sapla samanı
karıştırıyorsun yine.
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
KAMER GENÇ (Devamla) İktidara gelir gelmez hemen gidip
Musevi cemaatlerini ziyaret edip de dünyanın en üstün cesaret ödülünü
Yahudi derneklerinden al, ondan sonra seçime gelince
E ne yapacağım?
Ben İsraile böyle
Eğer bu danışıklı
dövüşse tabii
Yani danışıklı dövüş de olabilir
ama benim mantığım kabul etmiyor. Tabii, devletin itibarı
bu kadar sarsılan bir konuda ben biraz danışıklı
dövüşü çok az görüyorum. Ondan sonra da efendim neymiş, Tayyip Bey
İsraile baş kaldırmış, sokaktaki Araplar kendisine
sıcak bakacak
E ne olacak? Türkiye Cumhuriyeti ile siz şimdi
İsraili harbe mi sokacaksınız? Bana göre bu, işte bir
ülkenin itibarına indirilen en büyük darbedir. Haysiyetli ve onurlu kişiler
devletinin itibarını korur. Bunu korumazsa o makamlarda oturamaz. O
bakımdan, yani Türk elçisine yapılan
Amerika, Türk askerinin
başına çuval geçirdiği zaman kaçtılar, ortadan kayboldular
ama şimdi kaçamazsınız. Bunun hesabını sen de iktidar
olarak vermek zorundasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, oylamaya geçmeden önce karar yeter
sayısı istiyorum.
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza sunuyorum ve karar
yeter sayısını arayacağım: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.37
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.46
BAŞKAN : Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 47nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Teklifin görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
446 sıra sayılı Kanun Teklifinin 2nci maddesi
üzerindeki Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Gençin önergesinin
oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi yeniden oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge
reddedilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
Diğer önergeyi okutuyorum:
T.B.M.M. Başkanlığına
Görüşülmekte olan 446 sıra sayılı yasa
tasarısının 2. maddesindeki (3) aylık sürenin (2) ay olarak
değiştirilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN Komisyon katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ OSMAN DEMİR (Tokat)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Hükûmet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI ÖMER DİNÇER
(İstanbul) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurun Sayın Aslanoğlu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben sekiz yıllık
milletvekiliyim, ilk defa bir kanun nasıl geldi, nasıl komisyondan
geldi bir anlatayım da belki bizler de öğreniriz. Bir şey
öğrendim ben, öğrendiğimi size de öğreteyim.
Şimdi, düşünün, bir kanun teklifi veriliyor, 7
Aralık. Aynı gün hemen damgayı yiyor 7 Aralık, Meclis
Başkanlığının. Aynı gün tüm her tarafa sevk
ediliyor, aynı gün komisyona ulaştırılıyor. Aynı
gün komisyon tüm milletvekillerine 7 Aralıkta davetiye çıkarıyor
14 Aralıkta komisyona gelin. diye, aynı gün. Bir kere jet kanun. Bu
jet kanun tabii Türkiyedeki tüm ekonomik problemleri çözüyor arkadaşlar.
Bunun için jet bir kanun getiriliyor. Ben bunu öğrendim. Bundan sonra bir
kanun teklif ederken artık Sayın Elitaşın
yaptığı gibi, şak, şak, şak, şak her yerden
geçirip aynı gün komisyonu davet ettirmeyi öğrendim artık, bir
hakkım var, size de tavsiye ederim.
Değerli arkadaşlarım, tabii, bir yasa ülke için,
bir yasa ülke sanayisi için, bu ülkedeki ulusal sanayi için faydalı
olmalı. Demin söyledi arkadaşlar, küçümsüyorlar, sanki serbest
bölgelerin tüm sorunu bitmiş, serbest bölgelerin hiçbir sorunu
kalmamış, serbest bölgelerde ulusal sanayici olarak
çalışan, ülkenin katma değer yaratan mamullerini üreten, o
bölgeden ihraç edilen ürünlerde her türlü sorun çözülmüş, bir tek sorun
kalmış, binde 1, binde 9 arkadaşlar ve bir aydır bununla
uğraşıyoruz. Demin dediler ki: Bu kanun 12 milyar dolar da olsa
hepsi hepsi 46 milyon dolarlık bir katkı sağlayacak. Ama kimin
lehine? Dikkatinizi çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir kere bu ülkede
farklı serbest bölgeler var. Bunun altını çiziyorum. Herkes bunu
böyle bilsin. Belli serbest bölgelerde, arkadaşlar, poşet
yapılıyor, poşet. Çay geliyor, poşet yapılıyor,
bunun adı Serbest bölgede işleniyor. oluyor! Dikkatinizi çekiyorum.
Belli serbest bölgelerde sadece deri ceket geliyor, ilik ile düğmesi
olmuyor, adı Serbest bölgede işlenmiş. oluyor! Belli serbest
bölgelerde arkadaşlar, sadece vidayla montaj yapılıyor ama belli
serbest bölgelerde -örneğin bir Menemendeki gibi- ülke sanayicisinin,
ülkenin alın teriyle Türk malı katma değerler orada üretilip
ihraç ediliyor. Onun yarattığı katma değer ile onun
yarattığı katma değer aynı değil. Belli serbest
bölgelerde arkadaşlar, kuyumda örneğin, Antalyada olduğu gibi,
sadece ziynet eşyası dediğimiz olgular konuyor ve o serbest
bölgeler var. Yani bu ülkede farklı serbest bölgeler var. Farklı
serbest bölgelerin bu ülkeye yarattığı katma değer çok
farklı arkadaşlar. Ve tüm serbest bölgeleri aynı kefeye koyarak,
tüm serbest bölgelerde ülke insanımızın yaptığı
katkıyı aynı değerde değerlendirerek, ülke
sanayicisinin, ulusal sanayicinin yaptığı katkıya aynı
gözle bakarak böyle düz bir serbest bölge mantığı uygulamak
arkadaşlar, ülke ekonomisinin çok zararınadır. Ben burada
dikkatinizi çekmek istiyorum.
Özellikle yerli katkı payı olan ve işlenen ve ihraç
edilen mamullerle sadece poşet yapıp getirip ihraç edilen mamulleri
veya getirilip burada poşet yapıp içeri alınan mamulleri
aynı kefeye koyarsak arkadaşlar, biz bu ülkede ulusal sanayiciyi ve
kendi yerli sanayicimizi, ulusal üreticimizi, kendi üreticimizi koruyamayız.
Ben bir kere bunun altını çizmek istiyorum.
Tabii diğer taraftan burada, yani dövizdeki, tabii, ülke
olarak üretilen birtakım dedikodular, üretilen birtakım şeyler
kimin hesabına geliyorsa, özellikle ihracatçılar yönünden çok olumsuz
sonuçlar yaratacağını, özellikle ihracatçıların
şu ekonomik krizde yüksek kurla ithal edip ve ihracat için hâlâ daha
ürettiği malları ihraç edip bunların döviz bedelleri geldikten
sonra çok önemli zarar edeceklerinin bir kez daha altını çiziyorum.
Yani daha IMFyle yapılan anlaşmanın hiç aslı astarı yokken
böyle şeyler yazarak ve bir şekilde spekülatif piyasa yaratarak,
özellikle ihracatçılarımızın aleyhine kopan
fırtınaya da bir kez daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Türkiyenin kurtuluşu ihracattadır arkadaşlar,
Türkiyenin kurtuluşu ithalatta değildir. Ben hepinizin dikkatine bir
kez daha ama yerli
Ülkedeki ülke kaynaklarının ihracatından bu
ekonomi bir yere gelir, yoksa ithal ekonomisiyle bu ülkede hiçbir yere
gelemeyiz.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Sayın Genç bir şey mi dediniz?
KAMER GENÇ (Tunceli) Maddede karar yeter sayısını
istiyorum.
BAŞKAN Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Şimdi maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
KAMER GENÇ (Tunceli) Karar yeter sayısı yok Sayın
Başkan.
BAŞKAN Sayar mısınız?
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, karar yeter
sayısı yok.
BAŞKAN Saydırıyorum Sayın Genç. Daha evvel
kendim sayıyordum oylama öncesinde, dolayısıyla da kendim karar
verebiliyordum. Şu anda saymadım, arkadaşlara
saydırıyorum.
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, 2nci
madde kabul edilmiştir. (Gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan
BAŞKAN 3üncü maddeyi okutuyorum
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan,
karar yeter sayısı olamaz efendim, olmaz efendim. Başkanlık
Divanına güvenmiyoruz, güvenmiyoruz efendim. Buyurun sayın efendim,
siz sayın.
BAŞKAN Bir dakika
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Buyurun efendim. Yani
Parlamento bu hâle getirilemez. Olmaz Sayın Başkan! (Gürültüler)
BAŞKAN Bir saniye, hep bir ağızdan
konuştuğunuz zaman
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Burası
Çok özür
dilerim yani, Başkanlık Divanı güven verecek. Buyurun tabloya
bakın. Olur mu böyle şey ya!
OKTAY VURAL (İzmir) Sayalım efendim.
YILMAZ TANKUT (Adana) Divan kâtipleri taraf tutuyor Sayın
Başkan.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) İki kâtibin de
görevden ayrılması lazım. Buyurun bakın efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) Uyarılmasını istiyoruz.
BAŞKAN İki Divan
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) İki kâtip
Parlamentoyu yanıltamaz. Olur mu öyle şey ya!
SUAT KILIÇ (Samsun) Sonraki maddede ekleme yaparız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Geçti, geçti.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Olur mu ya Sayın
Elitaş? Verirsiniz beş dakika ara, gelir
arkadaşlarınız.
BAŞKAN Bir saniye
Bir saniye
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan, kâtip üyeler
yanlış bilgi veriyor, lütfen kendiniz sayın.
BAŞKAN Tamam, bundan sonra kendim sayacağım.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Başkan tek
başına kaldı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Oylama meselesi değil.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Efendim, bu bir ahlak
meselesi. Arkadaşlar, rica ederim yani.
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkanım, yani
burada gerçekten kâtip üyelerin bu konuda
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Teker teker konuşursanız
anlayabileceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, burada karar yeter
sayısı yok. Sayın kâtip üyeler
OKTAY VURAL (İzmir) Başkanı yanılttı,
sizi yanılttı. Sizi yanılttılar.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
yanlış
saymışlardır.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) Sayın
Başkanım, mikrofonu açar mısınız?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın
Başkanım
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Şimdi, demin söyledim
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) Sayın
Başkanım
BAŞKAN Sayın İçli, anladım.
Daha önce ben oylama olmadan evvel kendim saydığım
için karar yeter sayısı istendiğinde o sayıyı
bildiğimden, olmadığı zaman zaten ara verip
çıkıyorum fakat bu defa saymadım.
OKTAY VURAL (İzmir) Evet, evet biliyoruz.
H. TAYFUN İÇLİ (Eskişehir) Tekrar sayın
Sayın Başkan.
BAŞKAN Prosedüre göre de iki arkadaş saydılar ve
bana böyle bir bilgi verdiler. Ben de sonuç olarak Karar yeter
sayısı vardır. dedim. (Gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
İSA GÖK (Mersin) Tekrar sayın.
BAŞKAN Peki
Bir saniye
Bir ağızdan
konuştuğunuz zaman bir şey yapamayız.
Peki, peki
Bir dakika
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan,
size olan güvenimiz sonsuz ama etrafınızdaki 2 tane başkan
yardımcısı şu Parlamentoya bakıp size eğer
yanlış bilgi veriyorlarsa Sayın Başkan, o zaman
güvensizliği kendi Divanınızda aramanız lazım. Biz
bunu istirham ediyoruz.
BAŞKAN Tamam
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Bu bir ahlak
meselesidir. Yoksa beş dakika ara verilir, tekrar gelinir. Bir sorun yok
orada zaten.
İSA GÖK (Mersin) Sayın Başkan, ciddiyet
kalmıyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
İSA GÖK (Mersin) Sayın Başkan, matematiğin
duygusal yeri yoktur, matematik reel bir bilimdir. Sayın, kaç kişi
var.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, İç Tüzük
141inci maddenin son fıkrasında Oylamaya itiraz edilirse yeniden
sayılır. deniyor, 141inci maddesinin son fıkrasında.
Burada arkadaşlarımız oylamaya itiraz etti. Karar yeter
sayısı yoktur. Dolayısıyla yeniden sayılması
lazım. Yani usul böyle.
BAŞKAN Peki, ben şimdi daha evvelki görüşümü geri
alıyorum. Bir dahaki sefere kendim sayacağım.
Karar yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.58
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.06
BAŞKAN : Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 47nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
446 sıra sayılı Kanun Teklifinin
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet burada.
446 sıra sayılı Kanun Teklifinin 2nci maddesinin
oylamasında Başkanlık Divanı tarafından oylar
sayılmış ve sonuç Başkanlık tarafından açık
bir şekilde açıklanmıştır. 2nci madde kabul
edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN 3üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili Sayın Mehmet
Akif Hamzaçebiye aittir.
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; teklifin 3üncü maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
söz aldım. Sözlerime başlarken sizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Serbest Bölgeler Kanunu 1985
yılında kabul edilmiştir, kabulünden bu yana yaklaşık
yirmi dört yıl geçmiştir, yirmi beşinci yılın
içerisindeyiz, tamamı 15 maddelik bir kanundur. 15 maddelik bir kanunda,
Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde yapılan bu
beşinci değişikliği görüşüyoruz. Yani 15 maddelik
kanunun beş kez değişikliğe sahne olduğunu görüyoruz.
Değişikliğin yapıldığı 7nci madde de üçüncü
kez değiştirilmektedir.
Bunu şunun için ifade ettim: Teklif, yürürlük ve yürütme
maddelerini bir kenara bırakırsak 1 maddeden oluşmaktadır.
1 maddelik teklif bir ihtiyaçtan kaynaklanmış. Teklif sahibinin
yapmış olduğu açıklamalara, Plan ve Bütçe Komisyonunda
vermiş olduğu bilgilere göre böyledir, bir ihtiyacın olduğu
ifade edilmiştir ancak serbest bölgeler konusunda yaşanan sorunlar
nedeniyle başka ihtiyaçlar var mıdır, maalesef bu soru
sorulmamıştır. Bu ihtiyaçlar Serbest Bölgeler Genel
Müdürlüğünün bağlı olduğu Sayın Devlet Bakanı
tarafından da gündeme getirilmemiştir. Üzülerek görüyorum ki, bu
teklifin dış ticaretten sorumlu Sayın Bakan tarafından
sahiplenilmediğini görüyorum. Sayın Bakan, bu üçüncü görüşmedir,
yani bu üçüncü gün. Geçen hafta iki gün yine biz bu teklifi görüştük. Bu
üçüncü gün, teklifin görüşülmesi sona eriyor, dış ticaretten
sorumlu Sayın Bakanımız hâlâ burada yok.
Şimdi, teklifin bir ihtiyacı karşılamak
amacıyla hazırlandığını teklif sahibi bize ifade
ettiler ancak olay bir yönüyle tartılmıştır. Teklif neyi
getiriyor, önce bunu kısaca yine özetleyeyim: Yurt dışından
serbest bölgelere getirilen malların değeri üzerinden binde 5
oranında bir ücret alınmaktadır. Bu mallar serbest bölgeden
Türkiyeye getirildiğinde de ikinci bir binde 5lik ücrete tabidir yani
toplam binde 10 oranında bir ücret ödenmektedir yurt
dışından serbest bölge kanalıyla Türkiyeye ithal edilen
mallar nedeniyle. Yurt dışından serbest bölgeye getirilen
malların bedeli üzerinden alınan binde 5lik ücret binde 1e
indirilirken Türkiyeden serbest bölgeye getirilen malların değeri
üzerinden alınan ücret de binde 5ten binde 9a
çıkarılmaktadır. Toplam değişmiyor gözüküyor. Bu
açıdan yani serbest bölgelerin gelirleri açısından bir sorun yok
gibi gözüküyor ancak serbest bölgelerde üretim yapan bir kısım
işletmelerimizin aleyhine bir sonuç yaratacağı gerek teklif
sahibi tarafından gerekse ilgili bakan tarafından dikkate
alınmamıştır.
Serbest bölgelerde fason üretim yapıp bu üretimini
Türkiyedeki şirketler kanalıyla yurt dışına ihraç
eden mükelleflerin vergi yükü yani ücret nedeniyle
karşılaştıkları yük artmaktadır. Örneğin
İzmir Menemen Serbest Bölgesi deri serbest bölgesidir. Buraya giren ham
deriler işlenerek Türkiyedeki deri üreten firmalara
satılmaktadır, bir katma değeri ifade ederek, tabii ki ham
derinin üzerine serbest bölgedeki katma değer ilave edilerek yapılan
üretim Türkiyeye ihraç edildiği zaman, o katma değer dâhil bedel
üzerinden binde 9 oranında bir ücret ödenmektedir. Eskiden binde 5
oranında ödenirken binde 9 oranında bir ücret söz konusudur.
Eğer bu ürün Türkiyede tüketilecekse sorun yoktur, sorun yok, ama bu
ürün, Türkiyeye ithal edilen deri Türkiyedeki deri sanayisi tarafından,
konfeksiyon sanayisi tarafından ürüne dönüştürülüp yurt
dışına ihraç edildiği zaman, ihracat üzerindeki ücret
yükünü binde 5ten binde 9a yükseltmektedir bu teklif. Bu yönüyle tek
yanlı bir teklif. Sorunu tek yanlı gören; bütün boyutuyla gören bir
teklif değildir, tek yanlı bir tekliftir.
Yine, bakın, burada ifade ettik, serbest bölgelerin ana
amacı, temel amacı, birçok belki ikincil amaçlar da var ama ana amaç
yurt dışından bu bölgeye sermaye çekmektir, yatırım
çekmektir ve bu bölgede yapılan yatırımlar sonucunda üretilen
ürünleri yurt dışına ihraç etmektir. Ana amaç budur. Bu amaca
hizmet etmeyen düzenlemeler doğru değildir.
Biz, serbest bölgelere Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugüne kadar
bu çerçevede yaklaştık. Bu bölgedeki üretim ve faaliyet eğer Türkiyedeki
üretimle kıyaslandığında Türkiyedekinin aleyhine bir sonuç
yaratıyorsa bunu desteklememek gerekir. Vergi teşvikleri bu
düşünceyle sınırlandırılmıştır. Bu
sınırlandırmalara biz 2004 yılında destek verdik
Cumhuriyet Halk Partisi olarak çünkü aynı üretimi serbest bölgede
yapıp Türkiyeye satacak olan mükellef orada vergi ödemeyecek, Türkiyede
aynı üretimi yapan mükellef vergi ödeyecek. Bunun kabul edilmesi mümkün
değildir. Hatta daha ileri giderek şunu bile söyleyebiliriz: Serbest
bölgede üretim yapıp yurt dışına ihraç eden mükellef
istihdam ettiği kişiler nedeniyle vergi ödemeyecek, Türkiyede
herhangi bir teşvikten yararlanmaksızın üretim yapan mükellef
yurt dışına ihraç ettiğinde istihdam ettiği
kişilerin ücretleri nedeniyle vergi ödeyecek. Bakın, bu bile
haksız rekabettir. Serbest bölgedeki vergi teşvikini birazcık
makul kılan husus buraya yurt dışından yabancı
sermayenin gelecek olmasıdır ama serbest bölgelerin toplam ticaret
hacmine baktığımızda 24,5 milyar dolarlık ticaretin
sadece yüzde 24ünün ihracat olduğunu görüyoruz. Biz ne dedik? Gelin,
serbest bölgede ihracat organizasyonu yapıp Türkiyedeki mallara yurt
dışından, Türkiyede üretilen -bakın, serbest bölge
dışında Türkiyede üretilen- teşviksiz olarak üretilen
mallara yurt dışından talep yaratarak ihracatı artıran
mükelleflerin de istihdam ettiği işçiler nedeniyle vergi teşviki
verelim ama bunu teklif sahibi Sayın Elitaş uygun bulmuyor ama öyle
anlaşılıyor ki dış ticaretten sorumlu Sayın
Devlet Bakanının da ilgi alanında değil bu konular. Serbest
bölgelerdeki ihracat ve düzenleme ilgili Devlet Bakanının ilgisini
çektiği an belki biraz daha anlamlı hâle gelebilecektir. Belki bir
gün Sayın Devlet Bakanını da, dış ticaretten sorumlu,
serbest bölgelerden sorumlu bir bakan olarak görebileceğiz.
Değerli milletvekilleri, dün burada tütün üreticileriyle
ilgili çok ciddi tartışmalar yapıldı. Meclis
araştırma önergeleri verildi, onun üzerinde söz alan
arkadaşlarımız oldu. Ben Serbest Bölgeler Kanun Teklifinin tümü
üzerinde görüşlerimi ifade ederken Hükûmetin 31 Aralık 2009 tarihinde
yaptığı bir düzenlemeyi gündeme getirerek
eleştirmiştim. Düzenleme şuydu: 31 Aralık 2009 tarihli
Resmî Gazetede yayınlanan bir Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiyeye
ithal edilen sigaralar ile ithal edilen işlenmiş tütün üzerindeki
tütün fonu kaldırılmıştır. Paket başına 40
sent, işlenmiş tütünde ise kilo başına 3 dolarlık fon
öteden beri Türkiyedeki sigara üretimini, Türk tütününü, tütün üreticisini
korumak, kollamak için uygulanmaktaydı. Hükûmet bir kararla bunu yürürlükten
kaldırdı.
Türkiyede tütün üretimi esasen AKP hükûmetleri döneminde çok
büyük bir darbe yemiştir. Tütün üretici sayısı 2002
yılına kıyasla 2008 yılında yüzde 55 oranında
azalmıştır bakın, yüzde 55 oranında, üretim alanı
yüzde 27 oranında azalmıştır, üretim miktarı da yüzde
42 oranında azalmıştır. Şimdi böyle bir düzenlemeyi
yaparken zaten minimuma, asgari seviyeye inmiş tütün üretimine ve
üreticisine bir darbe daha indirdiğinizin farkında değil misiniz
acaba?
Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent
Arınç, 2001 yılındaki Fazilet Partisi Grup Başkan Vekili
olarak Genel Kurulda yaptığı konuşmaya atfen, onu
değerlendirirken geçen hafta Şimdi şartlar aynı olsa
aynı tutumu gösteririm. diyor. Evet, şimdi 2002dekinden daha vahim
bir durum var. Bu kararın altında tütün üretim bölgesinin
milletvekili olan ve oranın Başbakan Yardımcısı olan,
oradan seçilen Sayın Bülent Arınçın da imzası var. Devlet
işleri tabii ki ciddiyet istiyor, dikkatinden kaçmış olabilir
ama o tavrı gösteririm, o tavrımın arkasındayım
diyorsa, işte Halep, işte arşın. Bakanlar Kurulu
kararı burada
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Bu Bakanlar Kurulu
kararının düzeltilmesi gerekir.
Sayın Başbakanımız, dün yapmış
olduğu konuşmada 2002 ile 2009 yılını
kıyaslıyor; ücretlinin ücretiyle ne kadar tarım ürünü
alabildiğine örnek olarak sütü veriyor değerli milletvekilleri. Sayın
Başbakanımız diyor ki: 2002 yılında
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Madde üzerinde kişisel söz taleplerinden ilk söz Kocaeli
Milletvekili Sayın Eyüp Ayara aittir.
Buyurun Sayın Ayar
Sayın Ayar yok mu?
Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan
Yok mu?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Eyüp Ayar geldi Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Eyüp Bey, buyurun.
EYÜP AYAR (Kocaeli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde,
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, serbest bölgeler, 1985
yılında kuruldu ve ülkeye hem ihracat yönünden hem dış
ticaretin gelişmesi yönünden hem ülkeye teknoloji girişi yönünden
önemli katkıları olmuştur.
Bugün de serbest bölgeler faaliyetlerine devam etmektedir. Serbest
bölgeler 2009 yılının Kasım ayı itibarıyla
yaklaşık 16 milyar dolarlık bir ticaret hacmine
ulaşmıştır. Bu bölgelerde 45 bin insan yaşamaktadır,
işçi çalışmaktadır. Ancak, bugünkü dünyadaki ekonomik
düzen, ticaretin kolaylaşması, sınırların neredeyse
kalkmış olması serbest bölgelere olan cazibeyi de
azaltmıştır.
Bir şeyin üzerinde durmak lazım. Bir ülkenin,
kalkınmasında yatırım, üretim ve ihracat denklemini iyi
kurması lazım. AK PARTİ iktidara geldiğinden beri Türkiye
sürekli büyümüştür. Makro dengelerini kurarak Türkiye, 2009 yılı
hariç, sürekli büyüyen bir ekonomi olmuştur. Rakamlar ortada. Bu dönemde,
dünyadaki en büyük ekonomi içerisinde 27nci sıradan 16ncı
sıraya çıkmış, Avrupadaki en büyük 6ncı ekonomi
olmuştur. Ancak, 2009 yılında küresel krizden dolayı
üretimde bir miktar düşüş olmuştur, ihracattaki
sıkıntıdan dolayı. Bunun getirmiş olduğu,
istihdamda sıkıntı olmuştur, vergi gelirlerinde azalma
olmuştur ama Türkiye yine 2010 yılıyla, bu yılla beraber
kalkınarak yoluna devam edecektir.
Bir malı satabilmenin, ticaret yapabilmenin önemli bir
kuralı da dünyadaki bu rekabet düzeninde, fiyat ve kalitedir. Yani
kısacası, bir malı ihraç edebilmek veya içeride satabilmek için,
eğer uygun fiyatta bunu verebilirsen ve kaliteli de yapabilirsen daha
kolay bu işi yapmış olursun.
Biz, çıkaracak olduğumuz bu yasayla şunu
yapıyoruz: Serbest bölgelere girecek olan mallardan binde 5 oranında
bir ücret alınıyordu, biz bunu binde 1e düşürüyoruz ve serbest
bölgelerden Türkiyeye girecek olan mallardan alınan binde 5 kesintileri
de binde 9a çıkarıyoruz. İşin özeti kısaca bu. Bu
yasanın da yürürlüğü üç ay sonra olacaktır.
Değerli arkadaşlar, burada bir şey üzerinde durmak
istiyorum: Geçtiğimiz çarşamba günü, geçtiğimiz perşembe
günü bu yasayı görüştük, bugün de bu yasayı görüşüyoruz.
Yürürlük maddeleri dışında tek maddelik bir yasa. Kısa bir
değişiklik için üç gün bu Meclis burada çalışıyor.
Buradan bir kez daha şunu görüyoruz ki, bu İç Tüzük Meclisi
çalıştırmak için değil de sanki
çalıştırmamak için hazırlanmış. Yani çok sert bir
muhalefet de yok. Yani bu, üç günde çıkıyor buradan, belki üzerinde
durulsa on günü de bulur. Buradan bir kez daha şunu görüyoruz ki, Türkiye
Büyük Millet Meclisi haftada üç gün -salı, çarşamba, perşembe-
toplanır, saat 15.00-19.00 arası çalışırsa, eğer
bu sistemle çalışılırsa, bu İç Tüzükle
çalışılırsa burada yasa çıkarmak gerçekten çok zor
olacaktır. Onun için biz
İSA GÖK (Mersin) Koltuğunuza oturun, yasayı takip
edin. Yasayı takip etmeyen sizsiniz Sayın Hatip.
EYÜP AYAR (Devamla) Tabii, muhalefetin iktidara gelmek gibi bir
niyeti yok herhâlde, siz bu işten gayet memnun gibi görünüyorsunuz.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Yolun sonu görünüyor!
EYÜP AYAR (Devamla) Şimdi, arkadaşlar,
kısacası, bu kanunun bir an önce çıkmasını ve
ülkemize
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
EYÜP AYAR (Devamla)
ve milletimize hayırlı
olmasını temenni ediyor, yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Ayar.
Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ÖMER İNAN (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçen gün İsraildeki Büyükelçimize yapılan davranışı
kınayarak sözlerime başlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Orta Çağdan kalan bir
zihniyetle bizim Büyükelçimizi davet edip alçak bir sandalyede oturtmakla,
kendince Türkiyeden intikam almayı düşünen bir zihniyet.
KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) Siz de oturtun!
ÖMER İNAN (Devamla) Bu, bir devlet adamlığı
değildir, İsrail Hükûmetinin bu davranışı bir
şizofreni hâlidir, bir paranoya hâlidir. Onun için, şiddetle protesto
ediyorum, kınıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1985 yılında
çıkarılan 3218 sayılı Kanunla ihracata yönelik
yatırımları teşvik etmek, üretimi teşvik etmek,
uluslararası ticareti geliştirmek, yeni teknolojilerin girişini
hızlandırmak, yabancı sermayeyi celbetmek amacıyla
çıkarılan Serbest Bölgeler Kanunu sayesinde bugüne kadar 19 tane serbest
bölge kurulmuştur. Aslında 21dir ama 2 tanesi fiilen
başlamadığı için 19 tane serbest bölgemiz var.
İlki de Mersinde kurulmuştur. Mersin o açıdan
önemli bir gelişme göstermiştir, serbest bölge sayesinde.
İstihdam meydana gelmiştir Mersinde, yatırımlar
artmıştır, üretim artmıştır ama ne yazık ki,
daha sonra 2004 yılında yapılan düzenlemeyle bu serbest
bölgelerin cazibesi kaybolmuş, eski oranda bir ilgi görmemiştir. Buna
rağmen serbest bölgelerdeki dış ticaretin toplam dış
ticaret hacmine oranı yüzde 7 civarındadır, önemli bir
orandır ve bölgeye de büyük ölçüde istihdam sağlamaktadır. Bu
Serbest Bölgeler Kanununun (7/B) maddesini değiştirmek üzere bir
kanun teklifi geldi. Biliyorsunuz, mevcut Kanunda yurt dışından
bölgeye getirilen malların CIF değeri üzerinden, Türkiyeye
çıkarılan malların da FOB değeri üzerinden binde 5
oranında ücretlerden kesinti yapılıyordu ve bu, Merkez
Bankasında açılan bir özel fonda biriktiriliyordu ve bütçeye gelir kaydediliyordu.
İşte, yapılan düzenleme budur: Binde 5leri binde 1e indirmek
ve binde 9a çıkarmak yani Türkiyeye girişlerde binde 1
oranında ücret kesintisi yapılacak, Türkiyeye çıkarılan
Yani bölgeye giren mallar için oran binde 1e indiriliyor, Türkiyeye giren
mallar için de binde 9a çıkarılıyor yani toplam binde 10luk
oran değişmiyor. Bu bakımdan, yerli sanayinin ölmesi, rekabet
edemez duruma gelmesi gibi iddialar doğru değil, geçerli değil
çünkü binde 10luk oran muhafaza edilmektedir.
Bu kanunla amaç edilen şey şudur: Üretici
firmaların rekabet edebilirliğini artırıyoruz, özellikle
transit malların girişinde kolaylık sağlanıyor çünkü
bu binde 5lik oran gelecek yabancı sermayeyi ürkütüyordu, bunu binde 1e
getirmek suretiyle istenilen amaç sağlanmış oluyor.
Üç aylık sürenin öngörülmesi de, yayımı tarihinden
üç ay sonra yürürlüğe girmesinin sebebi de burada faaliyet gösteren
firmalara intibak sağlamak amacı iledir.
Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü yeni bir uygulama
başlatmıştır, bir planlama yapmaktadır daha
doğrusu, serbest bölgelerimizin artık ihtisaslaşması
gerektiği yönünde bir çalışması vardır; doğru bir
hareket bu. Kocaeli ve Adanada tersanecilik, Antalyada mega yat, medikal,
Bursada otomotiv yan sanayisi, Egede havacılık yan sanayisi cazibe
merkezi hâline gelsin diye bir çalışma vardır. Biz de Mersin
için tekstilin öne çıkarılmasını arzu ediyoruz.
Ayrıca, lojistik de önemli bir husustur, master planı bitti,
Dış Ticaret Müsteşarlığı, bu konuda
desteğini sağlamıştır, desteğinin artarak devam
etmesini diliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
ÖMER İNAN (Devamla) Ve önümüzdeki dönemde serbest
bölgelerin tekrar cazip hâle gelmesi için hep birlikte, yani buraların
depo olarak kullanılmaktan çıkarılması, bölgelerin ihtisaslaşması,
verimliliğe dayalı bir büyümenin sağlanması
açısından da yeni düzenlemelerin yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın İnan.
3üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Teklifin tümü üzerinde İç Tüzük Madde 86ya göre lehte
görüşünü bildirmek üzere Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa
Elitaş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bir asıl, iki yürürlük ve
yürütme maddesiyle birlikte üç maddelik olan kanun teklifinin son
noktasına geldik. Bu kanun teklifini verirken amacımız, ifade ettiğimiz
gibi, serbest bölgelerdeki sanayicinin, yabancı sermayenin bu bölgede
yapacağı yatırımlarla birlikte Türkiye'nin ihracatına
katkı sağlamak amacıydı. Bu binde 5in binde 1e
düşmesiyle birlikte, üç aylık sürenin niye ifade edildiğini,
niye yasada sonra uzatıldığını bir kısım
arkadaşımızın hem konuşma metinlerinden hem Sayın
Bakana sorularından görüyoruz. Onu şu anlamda ifade etmeye
çalışıyoruz: Serbest bölgeye yurt dışından giren
girişlerin tamamı binde 5 ücrete tabi. Şu anda serbest bölgedeki
bulunan, imalat için kullanılacak malzemelerin tamamı binde 5 ücreti
ödenmiş vaziyette duruyor. Biz bu kanunun yürürlük tarihini, kanunun
yayımı tarihinden itibaren koyduğumuz takdirde mevcut binde 5
ödemişlerin bu yayım tarihinden itibaren getireceklere
karşı bir haksız rekabetle karşı karşıya
kalmalarını engellemek ve bir uyum süreci içerisinde sağlamak
kastıyla bunu yaptık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, kanunun 1inci maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Yaşar Tüzün
arkadaşımız buradan şöyle ifade ediyor: Bu kanun
görüşülürken, kanunun teklif sahibi olan iki milletvekili, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş ile Ankara Milletvekili Reha Denemeç üç
saattir burada yoklar, ilgili bakan da burada yok. Sanki kanun bir korsan kanun
gibi çıkıyor, sorulan sorulara cevap vermiyorlar. Bizim,
milletvekilleri olarak teklif verme hakkımız var ama sorulan sorulara
cevap verme hakkımız mümkün değil, ya komisyon
sıralarında oturacağız, o konuda cevap vereceğiz veya
ilgili bakan o konuya cevap verecek. Dolayısıyla, bu teklifin
kimlere çıkar sağladığında aslında kafamıza
soru işareti geliyor. diyor. Açık ve net ifade ediyoruz: Bu binde
5lik olayın binde 1e düşürülmesiyle birlikte ortaya çıkan
rakamın hiç kimseye menfaat sağlamak amacıyla değil,
serbest bölgede mevcut üretim yapanların ihracatını
artırmak ve serbest bölgede yatırım yapmak isteyen her kimse,
Türkiyeden ve Türkiye dışından her kimse yatırım
yapmak gayreti içerisinde olan, serbest bölgede yatırımını
yapar ve bu yatırımla birlikte, binde 1lik, serbest bölgeden ihracat
yapmak kaydıyla, tamamını ihraç etmek kaydıyla bu
işten faydalanır.
Yine, bakınız, şu andaki Serbest Bölgenin
Başkanıyla ilgili bir bağlantı kurarak eleştiri
yapıyor. Başkan Memduh Büyükkılıç. Kim bu Memduh
Büyükkılıç? Melikgazi Belediye Başkanı. diyor. Neymiş
bu Memduh Büyükkılıç? Refah Partisinden milletvekili olmuş,
Fazilet Partisinde milletvekilliğini yapmış, Fazilet Partisi
belediye başkanı, arkasından AK PARTİ belediye
başkanı. Memduh Büyükkılıç öyle bir iş
yapmış ki Kayseride bulunan büyük holdinglerden birine bu
arsaları peşkeş çekmek amacıyla, 7 dolar olan arsa
fiyatlarını 5 dolara düşürmüş. Şimdi, bakıyorum,
Yönetim Kurulunda kimler var? Serbest Bölgenin kuruluşu
aşamasında ben de ilk adım atanlardan birisiyim ama serbest
bölgelerin tedricî kuruluş aşamasına girmesinden dolayı
hissem de yok, Yönetim Kurulunda da bulunmadım. Kim kurucu
Başkanı? Cumhuriyet Halk Partisi veya Demokratik Sol Partiden
milletvekili aday adayı olan Sayın Faruk Molu ve uzun yıllar,
hemen hemen yedi sekiz sene Serbest Bölge Başkanlığını
yaptı. Biz bundan alınmadık, gücenmedik ve saygı
duyduğum, gerçekten sanayiciliğine gıpta ettiğim,
Kayseride büyük bir şirketin başında olan bir kişinin
Serbest Bölgenin başında olması önemli bir şey.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Şu andaki
Başkan kim?
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Şu anda Memduh
Büyükkılıç, Melikgazi Belediye Başkanı.
İki: Başkan yardımcısı kim? Hasan Ali
Kilci. Öbür Başkan Yardımcısı kim? Mustafa Boydak. Bunlar
kim? Biri, Ticaret Odası Başkanı, ilk okuduğum; öbürü,
Sanayi Odası Başkanı.
Şimdi, Yaşar Tüzün Bey diyor ki: Yönetim Kurulu, 7
dolardan 5 dolara indirmekle birlikte büyük bir holdinge peşkeş
çekmiş. 11 tane Yönetim Kurulu üyesi var. Buradaki
arkadaşlarımızın bir kısmı CHP sempatizanı,
bir kısmı MHP sempatizanı. Bu arkadaşları töhmet
altında bırakmaya hiç kimsenin hakkı yok.
Melikgazi Belediye Başkanı AK PARTİli belediye
başkanı olabilir ama Sanayi Odası, Ticaret Odası
Başkanının Yönetim Kurulu üyesi olduğu
7 dolardan
değil, 8 dolardan 5 dolara düşürülmüş fiyat, onu da söyleyeyim.
8 dolar olan fiyatı sanayicinin imkânlarına sunabilmek amacıyla,
fiyatları 8 dolardan 5 dolara düşürmüşler. Bunun, sanayicinin
önüne, biraz önceki yaptığımız binde 5lik olayın
binde 1e düşürülmesiyle ne farkı var? Sanayiciye teşvik
değil mi? Sanayiciye çok büyük arsalar vererek, çok yüksek fiyatlarla
arsaları verip onların öz sermayelerini sadece toprağa
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
yatırmak yerine
istihdam için makine ve teçhizata kaynak aktarmasına fırsat vermekten
daha güzel ne olabilir? Bunun eleştirilmesinden, altında başka
bir şey aranmasından ne anlam çıkarılabilir?
Bakınız, diğer Yönetim Kurulu üyelerini de
okuyorum: Mehmet Uzandaç, sanayici, bu bölgede yatırımı olan
birisi; Mustafa İncetan, Halit Özkaya, Halit Karslıoğlu, Osman
Köseoğlu, Ahmet İlgü, Ergün Bilen, Mahmut Özbıyık. Bunlara
arkadaşlarımız tutanaktan bakarlarsa hangi partilerin sempatizanı
olduklarını ve bunların birlikte verdikleri kararla birlikte hiç
kimseye peşkeş çekmediklerinin, eğer varsa bu töhmet
altında bırakmanın haksızlık olduğunu ifade
ediyorum.
Onun için, değerli arkadaşlar, Kayseride iki tane
holding var, benim bildiğim ve bunlar da hizmet ediyorlar.
Yanlarında, benim bildiğim, holdinglerden birisi 15 bin kişi
istihdam ediyor ve onlardan da gurur duyuyoruz, keşke on tane holding
olsa. Bunlara bu fiyatların düşürülmesi peşkeş değil
ülkeye hizmettir.
Yasanın hayırlı olmasını temenni ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Elitaş.
İç Tüzük madde 86ya göre teklifin aleyhinde görüşünü
belirtmek üzere Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 446 sıra sayılı Yasa Teklifinin sonuna geldik.
Bu yasa teklifinin oylamasından önce, aleyhte olmak üzere oyumun rengini
belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.
Biraz önce, Sayın Başkan Ben saymıyorum,
yanımdaki Divan Kâtipleri sayıyor. dedi. İç Tüzükün 141inci
maddesine göre, Sayın Başkan ve Kâtip Üyeler tarafından
yapılabilir; bir.
İkincisi: Anayasanın 96ncı maddesine göre, karar
yeter sayısını aramak Meclis Başkanının görevi.
Anayasanın 96ncı maddesine göre der ki: Türkiye Büyük Millet
Meclisi üçte birle toplanır. Toplantıya katılanların salt
çoğunluğu ile karar verilir ve her hâlükârda karar yeter
sayısı dörtte birinin bir fazlasından az olamaz. Bu, açık,
net Anayasa hükmüdür. Anayasaya sadakat yemini etmiş olan herkesin buna
riayet etmesi lazım. Yani, bizim burada karar yeter
sayısını istememiz önemli değil. Daha önce de biz bunu
uygulamıyorduk, yani diyorduk ki Meclis Başkanlık Divanı
Meclis çalışmasına sekte vurmasın diye ama Sayın
Başkan, maalesef, buradaki Divan Üyesi arkadaşlarımız da
AKPli olduğu için, biraz da seçim de yaklaştığı için,
şimdi seçimde, işte, karar yeter sayısı
olmadığı hâlde yoktur dedikleri takdirde
Zaten maalesef,
milletvekilleri bağımsız hareket etmiyorlar. O bakımdan,
yani Başkanlık Divanında sizin saymanız lazım.
Şimdi, maalesef, dün de iki defa karar yeter sayısı yoktu, yine
şey dediniz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, ben AKPyi iyi
tanıyorum, Turgut Özalı da iyi tanıyorum, rahmetli. Şimdi,
bu Turgut Bey -rahmetli oldu- diyordu ki: Ben zengini çok severim. 1985
yılında, bu Serbest Bölgeler Kanunu onun zamanında geldi. O
zaman da karşısındayım. Niye
karşısındayım biliyor musunuz?
Şimdi, arkadaşlar, Türkiyede nedense hep zenginlere,
holdinglere, vergi vermeme durumu getiriliyor. Şimdi, serbest bölgelerde,
işte, arsalar bedava -aşağı yukarı bedava seviyesinde-
orada çalışan insanlar gelir vergisi ödemezler, kurumlar vergisi
ödemezler, birçok kaçakçılık da olur bu bölgelerde, yani çok kaçak
mal da girer çıkar, hatta burada da çalışan yabancı uyruklu
kaçak işçiler var, bunların hiç kayıtları da olmaz.
Dolayısıyla buranın eğer sağlıklı bir maliye
incelemesini yaparsanız
Mesela, işte, burada teklif sahibi diyor ki: Efendim, burada
24 milyar dolarlık bir işlem yapılmış, bu 24 milyar
doların ancak yüzde 23ü ihraç edilmiş.
Şimdi, bu yüzde 23 uğruna yapılan kazanım
Türkiyeye neye mal oluyor? Gelir vergisini ödemiyorlar, kurumlar vergisini
ödemiyorlar, orada çalıştırdıkları işçilerin
vergisini ödemiyorlar. E, öte tarafta, vatandaş geliyor, Türkiye'nin
herhangi bir yerinde, hem işçisinin sigortasını ödüyor hem gelir
vergisini ödüyor, ihraç ediyor. O ihraçta, bir defa esas büyük rekabetsizlik
buradan kaynaklanıyor.
Şimdi, Mustafa Bey alelacele, hemen getirdi, verdi bu
teklifi. İşte, başlangıçta Başbakanlıktan
tasarı olarak gelmiş, nedense son anda bu tasarıdan
vazgeçilmiş, teklif hâline gelmiş. Biraz Mustafa Bey de zengini
sevdiği için, çıktı buraya
Kendisinin de şimdiye kadar bu
Genel Kurulda bir işçi lehine, bir emekli lehine, ekonomik yönden zor
durumda olan kişilerle ilgili bir teklif verdiğini görmedim. Daha
ziyade
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sen de zenginler safına
girdin ama seni sevip sevmeyeceğim meçhul.
KAMER GENÇ (Devamla) Neyse, şimdi sen çıkar bana cevap
verirsin.
Ondan sonra, her getirdiği
Yani, özellikle, burada imar
affını getiriyorsunuz, vergi affını getiriyorsunuz,
işte, hayalî ihracatçıyı affetmeyi getiriyorsunuz.
Dolayısıyla, bu sabıkanızı da bildiğim için, son
anda burada verdikleri önergeden dolayı, sizin getirdiğiniz bu
şeylerin altında bir hinlik aramak bizim doğal
hakkımız, çünkü bizde kayıtlı siciliniz pek parlak
değil.
Burada geçmişte de gece yarısı verilen önergelerle
kimlere devletin ne kaynaklarının aktarıldığı,
Unakıtan zamanında yapılan bu hayalî ihracatlar sonunda
çıkarılan bir günlük yönetmeliklerle, işte, bu tavuk yemlerinde,
kümes yemlerinde ne kadar vergi kaçakçılığı
yapıldığı hep ortadayken, tabii ki biz burada muhalefet
olarak sizin getirdiğiniz kanun tekliflerine gönül
rahatlığıyla oy veremiyoruz. Ayrıca, Hükûmetiniz
zamanında Türkiye Cumhuriyeti devleti de büyük bir tahribata
uğradı, gerek içte gerek dışta.
Şimdi, Tayyip Bey çıkmış, grupta diyor ki:
Efendim, uluslararası kuruluşlar diyor ki: 2010 yılında
Türkiye krizi en rahat atlatacak ülke. Yahu, bir görelim bakalım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Bekle, göreceksin. 2010un
daha 13ündeyiz bugün.
KAMER GENÇ (Devamla) En büyük büyüyecek ülke. E, bir görelim
bakalım. Peki, büyümedi ve krizi atlatmadı, ne olacak? Kendisi istifa
edecek mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; onun için, maalesef, Türkiyeyi yöneten insanların
ciddiyet içinde gösterdiği ne bir tavır var ne bir düzenleme var.
Devletin kurumları birbirine vuruluyor. Yargı yok ediliyor. Ondan
sonra, Yargıtay Başkanı Alev bacayı sarmış.
diyor. Yargıtaydan dosyalar çıkmıyor; 1,5 milyon dosya sırada
bekliyor. Öte tarafta Yargıtayda üyeler seçilmiyor. Ondan sonra Ben
iktidarım, seçimle gelmişim, bütün güç bende. diyor. Yahu, sen
kimsin kardeşim? Seksen altı senedir bu memlekette iktidarlar
gelmiş gitmiş. Sana iktidarı birileri
AHMET YENİ (Samsun) Millete Kimsin? diyemezsiniz! Millî
iradeye Kimsin? diyemezsiniz! Ağzından çıkanı
kulağın duysun.
KAMER GENÇ (Devamla) Yahu, millî iradeye kimse karşı
değil de millî iradeyi hakkıyla temsil ederek bu makamlarda kalmak
meselesi. İşte, şu Hükûmetinizin içine düştüğü
manzaraya bakın. Yahu, bir defa, bu Meclise gelip de burada sorulara cevap
verecek gücü kendisinde bulmayan bir Hükûmetin ben neyine güveneceğim ya?
ALİ TEMÜR (Giresun) Sen soru sor. Aynı şeyleri
tekrarlama, soru sor.
KAMER GENÇ (Devamla) Dolayısıyla, burada hep Meclisten
kaçan, Meclisin karşısına gelmeye yüzü olmayan bir Bakanlar
Kurulunun
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN Karar yeter sayısını
arayacağım.
Teklifin tümünün oylamasını elektronik cihazla
yapacağım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Kâtipler arasında
anlaşma yoksa elektronik cihazla yapın Sayın Başkan.
BAŞKAN Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Karar yeter sayısı vardır, teklif
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı
olmasını diliyorum.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.48
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 18.03
BAŞKAN: Başkan Vekili
Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Harun
TÜFEKCİ (Konya), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 47nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
4üncü sırada yer alan, Üniversite ve Sağlık
Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
4.- Üniversite ve Sağlık
Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/715) (S.
Sayısı: 418) (x)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 418 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu
tasarı İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı
ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Tekin Bingöl. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL (Ankara) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 418 sıra sayılı,
üniversiteler ve sağlık personelinin tam gün
çalışmasıyla birlikte, bazı kanunlarda değişiklik
yapan tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Görüşmekte olduğumuz tam gün çalışma
uygulaması, cumhuriyet tarihi boyunca farklı dönemlerde, farklı
anlayışlarla üç kez uygulamaya konmuştur. Bunlardan bir tanesi,
Doktor Refik Saydam döneminde koruyucu sağlık hizmetlerinde
çalışan sağlık personelini ilgilendiren düzenlemedir.
İkincisi, 1965 yılında askerî hekimlere uygulanan ve daha sonra
kamu hastanelerinde çalışan hekimleri de kapsamına alan
uygulamadır. Bu uygulama bir süre sonra o günün koşullarındaki
birtakım olumsuzluklar, hekim sayısı ve hekim
dağılımı nedeniyle yürürlükten
kaldırılmıştır. Nihayet 1978 yılında,
yeniden, sağlık çalışanlarının tam gün
çalışmasıyla ilgili bir yasal düzenleme yapılmış
ve 1979 yılında bu yasa yürürlüğe konmuştur, ama maalesef
1979 yılında yürürlüğe konan bu Tam Gün Çalışma
Yasası 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte ancak bir buçuk yıl
yürürlükte kalabilmiş, daha sonra Konsey kararıyla yürürlükten
kaldırılmıştır.
Değerli milletvekilleri, ilk iki uygulamayı bir tarafa
bırakırsak, 1979daki uygulama ile aradan geçen otuz yıl
sonrasında günümüzü kıyasladığımızda çok önemli
değişikliklerin olduğunu görürüz. Bu en önemli
değişikliklerden bir tanesi personel sayısındaki
değişikliktir. O gün için Türkiyede 10 tıp fakültesi varken
bugün tıp fakültesi sayısı 60lara
ulaşmıştır ve hekim sayısı da nüfus
artışının çok çok üzerindeki sayılara
ulaşmıştır.
(x) 418 S. Sayılı
Basmayazı tutunağa eklidir.
Yine en önemli gelişme, 1979 yılında hekimlerin
seçenekleri sadece özel muayenehane ile kamu kurumu arasında
sıkışıp kalmışken bugün çok farklı
seçeneklerinin olduğu bir gerçek. Bugün, farklı büyüklüklerde,
değişik uygulamalar yapan özel sağlık kuruluşları
hepinizin malumu. Bu kuruluşlar laboratuvarlar, klinikler, yan dal
merkezleri, özel hastaneler ve özel tıp merkezleri şeklinde
sınıflandırılabilir.
Yine, vakıf üniversiteleriyle özel üniversitelere
bağlı tıp fakülteleri ve bunlara bağlı hastaneler de
hekimlerimiz için yeni farklı seçenekler olarak önümüzde durmakta.
Değerli milletvekilleri, bu farklı seçenekler ve
sağlık personeli sayısına baktığımızda,
bugün için çıkarmak durumunda olduğumuz tam gün çalışma
yasasının son derece önemli düzenlemeler ihtiva etmesi gerekmektedir.
Zira, bugün sağlık çalışanlarının hemen
tamamının çok ciddi sorunları olduğu malumunuz.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak ilkesel anlamda tam gün çalışmayı
uygun bulmaktayız, olumlu karşılamaktayız. Bizim tam gün
çalışmaya sıcak bakmamızın en önemli
unsurlarından bir tanesi yurttaşlarımızın sürekli,
nitelikli, kalıcı, yaygın ve ayrımsız bir
sağlık hizmetinden yararlanması amacının güdülmesidir.
Yine, parti programımızda da sürekli ve nitelikli sağlık
hizmetlerinin sunulması adına tam gün çalışma
planlanmaktadır. Bütün bunlar sağlık
çalışanlarının tam gün çalışmasının
hayata geçirilmesi noktasında ciddi düzenlemeleri gerektirmektedir.
Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiyede çalışan
sağlık emekçilerinin hemen tamamının çok ciddi
sorunları vardır. Örneğin, hekimlerimizin emeklilik
sorunları vardır, almış oldukları emekli maaşları
maalesef çok cüzi oranları teşkil etmektedir; bu, sadece
maaşlarının emekliliğe yansıtılmasından
kaynaklanmaktadır. Oysa, bildiğiniz gibi, kamu kurumlarında ve
üniversite hastanelerinde çalışan hekimlerin çıplak
maaşlarının dışında başka ek ödenekleri de
vardır; döner sermayeden, performanstan da birtakım ek ödenekler
almaktadırlar ama bunların hiçbir tanesi emekliliklerine
yansıtılmamaktadır.
Bu tasarı Komisyonda görüşülürken bir miktar
düzenlemeler yapılmıştır ama maalesef emeklilikle ilgili
yapılan bu düzenleme sadece ve sadece yeni göreve başlayanları
yakından ilgilendirmektedir. Oysa, şu anda kamu kurumlarında ve
üniversitelerde çalışan hekimlerimiz bu düzenlemeden maalesef
yararlanamamaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, bu emeklilik sorunu sadece kamuda
çalışan hekimlerimizi ilgilendirmemektedir. Aynı şekilde,
özel sağlık kuruluşlarında ve vakıf üniversitelerinde
çalışan hekimlerimiz de bu durumdan son derece muzdariptirler. Zira,
bu hekimlerimiz sigorta kapsamında çalıştıkları için
ve emeklilik dönemlerinde yıllık sigorta primlerinin ortalaması
alındığında, aldıkları emekli maaşları
çok komik rakamlara ulaşabilmektedir. Örneğin, bazı hekimlerimiz
750-800 liralık bir emekli maaşına mahkûm edilmektedirler ama
kamuda ve üniversitede çalışan hekimler emekli olduğunda da 1.200
ile 1.260 Türk lirası civarında bir emekli maaşı almaktadırlar.
Bu tasarıda yapılan birtakım düzenlemeler ve
iyileştirmeler sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak
yapılmaktadır. Bizim, tasarı Komisyonda görüşülürken ve
sonrası süreçte ısrarla vurguladığımız bir konu
çok önemli değerli milletvekilleri. Bu tasarı
çıkarılacaksa, yapılan düzenlemeler ve Genel Kurulda da
yapılacak iyileştirmelerin hayata geçirilmesi için mutlaka ve mutlaka
genel bütçeden katkı sağlanma zorunluluğu vardır. Aksi
takdirde sadece döner sermaye gelirleriyle yapılacak düzenlemeler bu
tasarının hayata geçirilmesinde ciddi zorluklar ortaya
koyacaktır.
Bakınız, Maliye Bakanlığı eliyle, son
dönemlerde, devlet hastanelerindeki döner sermaye gelirlerinde ciddi azalmalar
olmuştur. Yine, bu tasarı kapsamında üniversite hastanelerinde
özel muayene ve ameliyatlar sonlandırılacağı için
üniversite hastanelerinin döner sermaye gelirlerinde de ciddi azalmalar söz
konusu olacaktır. Eğer çok olumlu, birtakım, döner sermayeyi
artırıcı düzenlemeler yapılmazsa zaten mevcut döner sermaye
gelirleriyle ayakta durmaya çalışan üniversite hastaneleri ve
eğitim hastaneleri önemli sıkıntılar
yaşayacaktır. Buradaki düzenlemelerin tamamı sadece ve sadece
döner sermaye gelirlerine endeksli düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle bu
tasarının ciddi anlamda uygulanabilirliği maalesef söz konusu
değildir.
Değerli milletvekilleri, aslında, üniversitelerin ve
eğitim hastanelerinin döner sermayeleri çok daha farklı anlamlarla
kullandırılabilir. Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin son
sınıfta çok ciddi bir şekilde meşakkatli bir eğitim
sonrasında intern dönemde veya staj yaparken stetoskoplarını,
tansiyon aletlerini bile kendi harçlıklarından almaları çok
manidar bir örnektir. Oysa döner sermayeyle bunların karşılanması
sağlanabilirdi, fakat bırakınız bunların
karşılanmasını, döner sermaye şu anda
ihtiyaçlarını gideremeyecek noktadadır. Zira, bugün
birtakım sosyal güvenlik kurumlarından geri dönüşler birkaç ay
sonrasına yayıldığı için, nakit
akışlarında bile güçlük çeken döner sermaye, üniversitelerde ve
döner sermayeye bağlı eğitim hastanelerinde ciddi anlamda
sıkıntı yaşamaktadır. O nedenle mutlaka ve mutlaka
Maliye Bakanlığının burada taraf olması ve genel
bütçeden kaynak aktarma zorunluluğu vardır.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı kapsamında yeni
bir düzenleme yapılmaktadır. Hastaneler
sınıflandırılmakta, çalışan hekimlerin bu
sınıflar içerisinde hizmet görmeleri sağlanmaktadır.
Yine bu tasarı kapsamında kurumlar arası kısmi
görevlendirmeler yapılmakta, buna uygun düzenlemeler yapılmakta, ama
gelin görün ki özel sağlık kuruluşlarında ve özel
muayenehanelerde çalışan hekimler için kısıtlamalar
getirilmekte, sadece çalıştıkları kurumlarda hizmet
vermeleri sağlanabilmektedir. Bir yandan uzman hekimin
azlığından bahsederken, hekimlerin iş gücünden çok daha
fazla yararlanmanın önünün kesilmesi anlaşılır gibi
değildir. Oysa, hem uzman hekim azlığı hem özellikle yan
dal uzmanlıklarındaki açıklar nedeniyle, bu, serbest
çalışan hekimlerin farklı kurumlarda
çalışmasının önünün açılması hem hastanın
hekimini seçme özgürlüğü açısından hem de iş gücü
açısından önemli yararlar sağlayacaktır.
Bu tasarıdaki önemli uygulamalardan bir tanesi zorunlu
mesleki sigortadır. Bu, olumlu bir gelişmedir; bu, ciddi yararlar
sağlayacaktır. Özellikle tıbbi hatalar söz konusu
olduğunda, hekimlerimizin hem çalıştıkları kurum hem
de o şahıslar nezdinde ciddi anlamda maddi ve manevi yükümlülükleri
söz konusudur. Şimdi bu zorunlu sigortayla hekimlerimiz önemli ölçüde
rahat nefes alabilmekteler, ama gelin görün ki aynı sorumluluğa sahip
yardımcı sağlık personelinin bu haktan
faydalanmamaları ciddi bir eşitsizlik sorunu yaratacaktır.
Düşünün ki o tıbbi hataya maruz kalan ya da sorumlusu olan hekim bu
anlayışta rahatlamaya kavuşturulmakta, ama aynı
sorumluluğu taşıyan sağlık çalışanları
bu haktan mahrum edilmektedir. O nedenle, Genel Kurulda bunun da düzenlenerek,
sağlık çalışanlarının da bu kapsama
alınmasında çok önemli yarar görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, kurum hekimlerinin, bildiğiniz
gibi, mütevazı ücret aldıkları hepinizce malum. Ama bu
düzenlemede kurum hekimleri ile belediye hastanelerinde çalışan ya da
mahallî idarelerde çalışan hekimlerle ilgili ciddi düzenlemeler
maalesef yapılamamaktadır. Komisyonda iş yeri hekimliğiyle
ilgili kısmi bir iyileştirme, kurum hekimleri ve belediye
hastanesindeki hekimlerle ilgili bir düzenleme yapılmışsa da
iş yeri hekimliğinin kurum hekimleri tarafından
yapılması son derece güçtür. Zira, mesailerinin tamamını
belediye hastanelerinde ve kurum hastanelerinde geçiren hekimlerin ayrıca
iş yeri hekimliği yapmaları son derece güçtür. Kaldı ki, o
kurumda çalışan hekimlerin ya da o belediye hastanesinin
bulunduğu yerlerde uygun iş yeri hekimliğinin olmaması da
iş yeri hekimliğini yapmamalarını beraberinde getirecektir.
Dolayısıyla, kurum hekimlerinin mutlaka ücretlerinin
iyileştirilmesi için sağlık tazminatları adı altında
yeni bir düzenlemeye zaruret vardır. Bunun da mutlaka Genel Kurul
tarafından dikkate alınması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu tasarı yürürlüğe
girdikten sonra bazı maddelerinin uygulama tarihleri farklı
farklı hayata geçirilecektir. Takdir edersiniz ki, özellikle son
dönemlerde özel muayenehane sayılarında ciddi azalmalar söz konusu
olmuştur. Bu azalmaların temel nedenlerinden bir tanesi özel
sağlık kuruluşlarıyla rekabet içinde olan özel
muayenehanelerin
Vatandaşlar tarafından; bütün işlemlerinin aynı
çatı altında yapılması nedeniyle özel hastanelerin tercih
edilmesi, yine bu özel hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşma
yaparak ödemelerin bir kısmının Sosyal Güvenlik Kurumu
tarafından karşılanması ve özel muayenehane yerine özel
sağlık kuruluşlarını tercih etmeleri nedeniyle özel
muayenehanelerin iş hacimleri ciddi anlamda daralmıştır. Bu
nedenle de bazı özel muayenehane işleten hekimler, kendiliklerinden
özel muayenehanelerini kapatarak ya çalıştıkları kamu
kurumlarında tam gün çalışmaya yönelmişler ya da özel
sağlık kuruluşlarında çalışmayı yeğlemişlerdir.
Dolayısıyla, zaman zaman vurgu yapılan, kamu kurumunda
çalışan 24.725 uzman hekimlerin yüzde 77sinin tam gün
çalışmayı tercih etmelerinin asıl nedenlerinden
bazıları da bunlar olsa gerek.
Bu yasa yürürlüğe girdikten sonra, özel muayenehanelerini
kapatarak kamuda ya da özel sağlık kuruluşlarında
çalışmayı kabul eden hekimler için uygun sürelerin mutlaka
verilmesi gerekmektedir.
Bakınız değerli milletvekilleri, bir iş yerini
açmak son derece kolaydır ama bir iş yerini kapatmak için ciddi
sürelere ihtiyaç vardır. Vergi mükellefiyetlerinin
sonlandırılması, yerel yönetimlere karşı
sorumluluklarının sonlandırılması için ciddi süreler
gerekmektedir. Sadece vergi dairesiyle olan ilişkilerin
sonlandırılması için, defterlerinin incelenmesi, karşı
kontrollerinin yapılması ve o defterlerin kapatılması için
bir yıllık zorunlu süre vardır. Yasa gereği bu süre mutlaka
kullanılmaktadır ve o nedenle bu özel muayenehane işleten
hekimlerimize uygun sürelerin verilmesi zorunluluğu vardır.
Yine, burada çalışan, hekimlerimizin yanında
istihdam ettikleri personelin ciddi iş sorunları ortaya
çıkacaktır. Özellikle günümüzde istihdamın ve
işsizliğin had safhada olduğu bu dönemde, sayıları 50
bine ulaşan bu tür sağlık çalışanlarının
önemli bir kısmının işsiz kalması ciddi bir sorunu
beraberinde getirecektir. Dolayısıyla muayenehaneleri
kapatıldığında işini kaybeden sağlık
çalışanlarının da makul bir süre içerisinde yeni iş
olanaklarına kavuşturulmaları kendilerine
tanınmalıdır.
Değerli milletvekilleri, aynı şekilde buralarda,
çok ciddi bir şekilde bu sağlık
çalışanlarının kıdem tazminatı sorunları
karşımıza çıkacaktır. Muayenehaneleri
kapatılırken yanlarında 2den, 3ten, 4e varacak kadar eleman
çalıştıran muayenehane işletmecileri, bu personelinin
kıdem tazminatlarını ödemekle yükümlüdürler. Bunlar da o
muayenehane sahiplerine ciddi yük getirecektir. Dolayısıyla bunun da
mutlaka göz önünde bulundurulması zorunluluğu vardır.
Yine son dönemlerdeki tıbbi teknolojideki gelişmeler
nedeniyle tıbbi cihazların çok sık bir şekilde yeni
versiyonlarının çıkması ve muayenehanelerle özel
sağlık kuruluşları arasında rekabet nedeniyle,
muayenehane işleten hekimlerimiz sıklıkla yeni cihazlar almak
durumunda kalmışlardır. Eğer bu tıbbi cihazlarla
ilgili kolaylıklar sağlanmazsa, inanın değerli
milletvekilleri, bir süre sonra Türkiye'de tıbbi cihaz
mezarlığı diye bir sorunla karşı karşıya
kalacağız. O nedenle özel muayenehanelerini kapatarak kamuda ya da
özel sağlık kuruluşlarında çalışmayı
yeğleyen özel muayenehane işletmecilerine makul sürelerin verilmesi,
onların rahatlıkla iş yerlerini kapatıp bu
mükellefiyetlerinin sonlandırılması için süre
tanınması zorunluluk hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, beş altı ay önce
Komisyonda yapılan çalışmalar sonunda birtakım düzenlemeler
yapılmıştır ama bu geniş süre içerisinde sivil toplum
örgütleri, meslek odaları, ilgililer bu tasarıyla ilgili çok önemli
araştırmalar yaparak ciddi sonuçlara varmışlardır.
Görünen o ki bu tasarı bu hâliyle kesinlikle sağlık
çalışanlarının sorunlarını çözmemektedir,
sorunları daha da derinleştirmektedir. Bunun en somut örneği
değerli milletvekilleri, Türkiye'de var olan altmış dört tabip
odasının -içerisinde çok farklı siyasi düşüncelere sahip
olanlar olmasına rağmen- tamamının Türk Tabipler
Birliğiyle ortak eylem kararı almaları ve ortak tavır
belirlemeleridir. Yine Türkiye'de var olan, birçoğunun isminin dahi
kamuoyunca ilk defa duyulduğu yetmiş beş adet uzman
derneğin de tamamının, farklı düşünceye, farklı
anlayışa, farklı uygulamaya sahip olan bu derneklerin de
tamamının tabip odalarıyla birlikte ortak ses, ortak tavır
koyma kararlılıkları bu sorunların çok ciddi noktalarda
olduğunun en somut göstergesidir. Bakınız, bugün basın
toplantısı yapan bu tabip odalarının tamamı ve uzman
derneklerinin tamamı, Türkiye'de ilk defa, bir araya gelerek, farklı
siyasi görüşlere mensup olmalarına rağmen bir araya gelerek
ortak tavır koyma zorunluluğu içerisine girmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
sağlık çalışanlarının bu sorunlarına kulak
vermek zorundadır. El birliğiyle bu sorunların çözülmesi için bu
Genel Kurulda ciddi çalışmalar yapmak zorundayız. Eğer
sadece ve sadece döner sermaye gelirlerine endeksli olarak bu düzenlemeleri
yaparsak, inanın, bu yasa yürürlüğe girdikten bir süre sonra, bundan
önce uygulamaya konulan üç Tam Gün Çalışma Yasası gibi, belki
bir süre sonra yürürlükten kaldırılmak durumunda kalacaktır.
Çünkü, hizmet verenlerin tamamının içine sinmeyen -kendilerini net
bir şekilde bu yasanın içerisinde görmedikleri takdirde- bu yasanın
iş güvenliği sağlanmadan, bu yasanın düzenlenmesi
sağlanmadan hayata geçirilmesi, sağlık
çalışanları tarafından kabul edilmeyecek bir yasa olarak
önümüzde duracaktır.
Aslında yapılması gereken sadece ve sadece, bu
Genel Kurulda, parti olarak bizim, diğer muhalefet partililerin, iktidar
partisi milletvekillerinin de iyi niyetle, yapıcı bir
anlayışla yaklaşım göstererek vermiş olduğumuz
önergelerin dikkate alınması ve bu önergelerin, değişiklik
önergelerinin mutlaka ciddiye alınarak yeni düzenlemenin yapılmasından
geçmektedir. Ben, Sayın Bakanın, Komisyonun ve siz değerli
milletvekillerinin, bizim arkadaşlarımızla birlikte size
sunacağımız bu değişiklik önergelerini ciddiye
alacağınızı düşünmekteyim. Aksi takdirde, bu
önergelere, sadece, muhalefetin verdiği önerge
anlayışıyla bakıldığı takdirde bu yasa
tasarısının ciddi sorunlarla çıkacağı
kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duracaktır.
Değerli milletvekilleri, dışarıda,
sağlık çalışanlarının hemen tamamının,
özellikle de yardımcı sağlık personelinin çok ciddi
talepleri vardır ama bunların hiçbir tanesini maalesef bu
tasarıda düzenleme şansına sahip olamadık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
TEKİN BİNGÖL (Devamla) Bu bir fırsat.
Genel Kurulda, bizim de sıcak baktığımız
bu tam gün yasasının ideal hâle getirilmesi hâlinde ciddi anlamda
yürürlüğe girebileceği ve vatandaşlarımızın bu
yasadan azami ölçüde faydalanabileceğini düşünüyorum. Hepinize
sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bingöl.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale
Milletvekili Sayın Osman Durmuş. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına üniversite ve sağlık tam gün yasasıyla
ilgili söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri Bakanlık, kısmi statüde
çalışan hekimlerin mesaisine ihtiyaç duyduğu için, onların
da tam gün çalışmasını istediğinden dolayı bu
yasayı getirmiş. diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu konuda
sizleri doğru bilgilendirelim: Sağlık Bakanlığı
hastanelerinde kısmı statüde çalışan hekimler, sabah
8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak zorundadır. Yeni getirilen
yasada sabah 8.00-akşam 16.00 arasında çalışmak
zorundadır. Peki, farklılık nedir? diyeceksiniz. Fark şu:
Mesaisi bittikten sonra hekimler dışarıda, iş yerinde hasta
muayene edemez, ameliyat yapamaz. Neden? Bu hekimlerin muayenehanesi varken de
saat 16.00ya kadar çalışıyorlardı. Ne değişti?
Muayenehanesi olmayan hekimler ve Bakanlık rahatsız. Enjeksiyondan
dolayı çocuk rahatsız olabilir; epilepsi hastası,
hastalığını bilen ve ona ilaç yazan doktordan nefret
edebilir, o psikolojiyi anlıyorum ama ancak kendisi de hekim olan bir
bakanın, bir yasayı getirirken gerekçeleri arasına hekim
düşmanlığını içeren cümleleri yerleştirmesine
anlam veremiyorum. Aynı mesaide çalışan, ancak muayenehanesini
kapatıp kira vermeyen, 2 personeli çalıştırmayan ve ortalama
ayda 8 milyar vergi vermeyen hekime devlet bu tavrı için 6 milyar ek ücret
ödeyecek. Kiralar, personel maaşı ve vergilerle birlikte 25 bin
muayenehane, hekimin devlete verdiği 150 trilyon vergi ve
şahıslara verdiği maaşlar ekonomik piyasadan çekilecek. Muayenehanedeki
alet ve cihazlar hurdaya gidecek. O hâlde bu yasanın adı tam gün
çalışma yasası değil, yarı gün sadece kamuda
çalışma yasası olmalıdır. Ekonomik olarak iktidardan
bağımsız doktor ve eczacıya tahammülleri yok. Serbest
çalışan hekim SGK ile anlaşmalı hastanede hasta muayene
edemeyecek, ameliyat yapamayacak. şeklinde yasa tasarısı
gelmişti. Kurum doktorları niçin muayenehane açamıyor?
Yatağı yok, hastanesi yok, istismar imkânı yok, hastayı
istismar edemez, niçin muayenehane açamayacak? Bu, Anayasa ihlalidir. Bir
meslek mensubu, serbestçe iş yeri açıp kendi mesleğini icra
etmekten men ediliyor.
Sayın Erdoğandan inciler: Bu hizmeti, bir yerde,
milletin hayır dualarını almak için yapma
anlayışıyla sürdürmek lazım. Tam gün yasasının
altında yatan gerçek bu. Bu tasarının amacı
halkımıza yüksek standartta, kaliteli sağlık hizmeti vermek
ve sağlık çalışanlarına yeni imkânlar sunmak.
Maaşına zam yok, döner sermaye varsa, alır. Bu konudaki
itirazlar son derece yersiz ve hakkaniyetten uzaktır. E senin
çocuklarının, eşinin hayır duaya ihtiyacı yok mu?
Ticari hayattan çekip hayır kurumlarında çalıştıracak
mısın? Yok.
Değerli milletvekilleri, muayenehane, 60 bin civarında
istihdam sağlanması, buna paralel ticari ve ekonomik güç, tıbbi
malzeme kullanımı ve yılda 2 milyon 500 bin hasta yükünün
paylaşılmasıdır. Kanun gerekçesinde kamu
hastalarının özele taşınması veya kamu
yatağının özel muayene yoluyla pazarlanması olarak
açıklanmaktadır. Hasta istismarını, kamu
yatağının istismarını yönetmeliklerle pekâlâ
önleyebiliriz. Bir kısım hekimin tavrını tüm muayenehane
hekimlerine mal ederseniz yanlış yaparsınız. Bu
hazırlanan kanun istismarı önlemekten yoksundur zaten.
İstismarı önlemek isteyenler, denetimleri kaldırdılar.
Antalyada denetim yapan, SGK adına, SSK adına denetim yapan 29
hekimi aynı anda sürgüne tabi tuttular. Yolsuzluk AKPye tahsisli!
AKPliyle ilgili yolsuzluğu yazdığınızda müfettiş
olarak görevden alınabilirsiniz, tehdit ve sürgün
kaçınılmazdır.
1980 yılında çıkarılan Yasada
Mefruşat
dükkânında hasta muayene eden profesörlerimiz vardı,
arkadaşının muayenehanesinde kürtaj yapan doktor, üniversitede
tam gün çalışırken kadın doğumcu eşinin
muayenehanesinde kaçak hasta muayene eden doktor, Siyami Hersek Hastanesinin
gelişmiş imkânlarını bırakıp kamu
hastasını Balıklı Rum Hastanesine götüren doktor
örnekleriyle kötü örnekleri çoğaltabiliriz. Buna karşılık,
tam gün uygulanırken hastane lojmanında yatan diş hekimi varken,
diş ağrısı için icapçı çağrılan, kulak burun
boğaz doktoru başhekim 30 bin lira maaş alırken 90 bin lira
icapçı parası alıyordu 1980 öncesi tam günde.
Peki, sizin performans diye getirdiğiniz uygulamaya
bağlı olarak dünyada annelerin yüzde 7yle 10u kürtajla öyle
doğum yaparken, sizin uygulamanızdan sonra kürtaj yüzde 40lara
çıkmış, kürtajla doğum yaptırıyorlar.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) Sezaryen, sezaryen
OSMAN DURMUŞ (Devamla) İnsanlarda apandisit
kalmadı. Safra kesesi, subakut apandisit adıyla, önüne gelen bir yer
diskineziyle safra keseleri gitti, apandisitler gitti, polip diye çoğu
alındı safra keselerinin. Her önüne gelen, her kiste meme biyopsisi,
her nodüle ince iğne biyopsisi yapıyor. Bu kadar endikasyonu
zorlamanın nedeni ne olabilir? Daha fazla para almak. Yani, sizin
uygulamalarınız, sadece 23 bin, 25 bin muayenehane hekiminin içinde
bir kısım insanların yanlış tavrını yeterli
bulmuyor, tüm hekimleri, Sağlık Bakanlığı
hastanelerinde çalışan tüm hekimleri hastalarını istismar
ettirerek para kazanmaya zorluyor. Bu suçtur, ayıptır, onun için
malpraktis kanununu, mesleki sorumluluk kanununu sonuna kadar destekliyoruz.
Değerli milletvekilleri, 340 bin nüfuslu Düzcede muayene
edilen hasta sayısı 776 bine çıkınca övünüyorsunuz, oturup
ağlamanız gerekir. Dünya ilaç kartellerine
aktardığınız ilaç parası bütçenin iki yakasını
bir araya getirmiyor. Siz bu milleti hasta ettiniz, aç ve yoksul insanları
ilaca boğduk diye seviniyorsunuz. Bu yasada samimi değilsiniz.
Size akıl verenler
Akıl verenler deyince bu kitabı
göstermeyi gerekli görüyorum. TÜSİADın 2004 yılında
yazdırdığı kitap. Komisyon Başkanı TÜSİAD
üyesi, büyük bir zincir hastaneler grubunun da ortağı. 2,5 milyon
hastayı kapatacağınız muayenehanelerden, 2 milyon
hastayı kapattığınız polikliniklerden ve tıp
merkezlerinden zincir hastanelere aktarmanızı sağlıyor.
İki ortak için yüz binlerce kişiyi işsiz
bıraktınız.
Altı ay önce kadın doğum ve dâhiliye
branşlarıyla ilgili ilan verildiğinde 1 kişi ya müracaat
ediyordu ya etmiyordu, şimdi 10larcası müracaat ediyor. Bunları
düşük ücretlerle zincir hastane polikliniklerinde çalıştırabilirsiniz.
Bu yasa, Dönüşüm Programını yazan iş adamlarına ucuz
fiyatla çalışan doktor ve hasta bulma yasasına vesile
olmamalıdır.
Sayısal çoğunluğunuzla yasayı bu hâliyle
çıkarabilirsiniz. Sakıncalarını gidermek için
verdiğimiz önergelerimizi, biraz evvel CHP Grubundan konuşan
arkadaşım da söyledi, desteklemenizi bekliyoruz. Bu düzeltmelerin
desteğiyle yasaya olumlu oy vermeyi düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, biz MHP Grubu olarak tam süre
çalışmayı savunuyoruz. Siz tam süre çalışma süresini
haftalık kırk beş saatten kısmi statünün çalışma
süresi olan kırk saate indiriyorsunuz. Hekimlerin yüzde 22si kırk
saat çalışıyor diye tam günü gerekçe gösteriyorsunuz, sonra
hekimlerin yüzde 100ünü kırk saate indiriyorsunuz, Bizim derdimiz
çalışma süresiyle değil, serbest çalışmayı,
muayenehaneyi yasaklamaktır. diyorsunuz. Kanundan doğan bir
hakkı iki yılda bir izinle kullanan üniversitedeki hekimlerin
kazancına haset ediyor olamazsınız.
2547 sayılı Yasa, öncelikle Millî Eğitim
Bakanlığını ilgilendiren bir yasadır. Niçin Millî
Eğitim Bakanı, Millî Eğitim Komisyonu baypas edilmiştir? Bu
yasa oralarda niçin görüşülmemiştir? Üniversite ders saatlerini
ayarlamak için Sağlık, Çalışma ve Aile Komisyonunun görevi
nasıl olabilir? tezinizle çelişmiyor musunuz? Sizi inandırıcı
olmaya davet ettik, siz yine açık veriyorsunuz. Gelin, bu yasayı
kusurlarından arındırmak için alt komisyonda inceleyelim ve ekim
ayında daha makul bir yasa olarak getirin, biz de destek verelim diye
Komisyonda konuştuk. Alt komisyonda bazı düzeltmeleri gerçekten yapabildik,
bazılarını ise yapamadık. Genel Kurulun bu önergelerimize
destek vererek yarı zamanlı kamuda çalışma
yasasını gerçek Tam Gün Yasasına döndüreceğini umuyorum.
Yapacağınız katkılar için şimdiden teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Tam Gün Yasasını savunan
bir kişi olarak oldukça iyi para kazandığım özel
ameliyatlar yaptığım hâlde, 1985 yılında muayenehanemi
kapattım, tam gün çalışan üniversiteye gittim. Mesai
dışı hasta muayenesi yapmadım, hatta ameliyatlarımı
da özel ameliyat olarak yazdırmadım. Bunları tam gün uygulamalarını
desteklediğim için söylüyorum. Acil çağrılarda şoför geç
geliyor diye evimi hastanenin bitişiğine taşıdım.
Ancak şunu açık yüreklilikle ifade edeyim ki istikrarsız
demokrasi en çok hekimlere yük oluyor. 1980 Mayıs ayına kadar
tıp fakültesinde maaşım 37 bin lira; mayıs ayında
ikinci ihtisasa başladım, maaşım 25 bin lira; 12 Eylül
Kenan Evren ihtilali maaşım 18 bin lira. Tayin, sürgün, tehditler ise
hekimler için işin tuzu biberi.
Değerli milletvekilleri, kutsal ve onurlu bir mesleğin
sahibi hekimleri bu kadar aşağılamak çok kolaycı bir yol
olmamalıdır. Bir avukata danışma ücretini vermeden herhangi
bir bilgi alamazsınız. Hekimlerin paragöz olduğunu, öküz
sattıran olduğunu, hastanın cebinden elini
çıkarmadığını söyleme hakkı hiç kimseye
verilmemiştir. Tam günü savunan biri olarak, muayenehane hekimin
yarını güvencesidir diyorum. Devletin zulmünden kaçan hekimler,
muayenehaneye gidip çalışarak çoluğunun çocuğunun
nafakasını kazanma hakkıdır; bugüne kadar kullanılmıştır,
bugün elinden alıyorsunuz.
Anayasanın 48 ve 49uncu maddesinin hekimlere
tanıdığı bir hakkı elinden alan bir husumet
yasası olarak getirilen bu yasa teklifi, alt komisyonda bazı
düzeltmelerimizle, desteklenebilir bir yasa hâline getirilmiştir.
Üniversite senatosunun iki yılda bir yetki verdiği
hekimi altı ay içinde muayenehanesini kapatmadığı için
istifa etmiş sayacağız, diyoruz. Böyle bir şey olabilir mi?
Bu ne kin, bu ne nefret? Nereden geliyor? Senatonun verdiği sürenin
sonunda yeni bir izin vermemesi yönünde düzenleme getirirsiniz, özerk
üniversite senatosunun yetkisini gasbetmemiş olursunuz, ilgili madde
üzerinde konuşan vekilimizin de isteği doğrultusunda önergesine
destek verirseniz yasakçı bir görüntüden yasayı
kurtarırsınız.
Hastanelerin Sosyal Güvenlik Kurumuyla anlaşma yapan-yapmayan
tasnifine gerek yoktur. Bütün hekimler ve hastaneler acil vakalara bakmak
zorundadır. O hâlde bütün hastaneler SGKyla anlaşma yapmak
zorundadır. Belki gönüllü ameliyatlar için gitmez ama acil vakaların
hepsi o hastaneye geldiğinde bakılmadığı takdirde o
hastane ve hekimler hakkında savcılarımız resen
soruşturma açar, Tabip Odamız hesap sorar.
Taşrada muayenehane hekimi yalnızsa, devlet hastanesinde
acil vakaya çağrıldığında ameliyat yapacak mı,
yapmayacak mı? Yapmazsa meslek odası ya da savcı yakasına
yapışır.
Bugün hekimlere şiddet gösteriliyor, saldırıya
uğruyorlar, hastane bahçesinde vurulup öldürülüyorlar; başhekimler
istifaya çağrılıyor, bırakmak istemeyen Çorlu Devlet
Hastanesi Başhekimini, AKP İlçe Başkanı
bacağından vurduracağını söylüyor. Bu kin ve nefreti
anlamıyorum.
Her gün 2002 diyorsunuz, nefretinizi kusuyorsunuz. 2002deki
Hükûmet, müsteşarınızı, şimdi milletvekili olan
arkadaşımızı klinik şefi yaptı, hatta Bakana
Behçet Uz Hastanesinin Başhekimliğini vermeyi taahhüt etti.
Sayın Vekil Bana vermediniz böyle bir şey. diyor; Numune Hastanesi
Endokrin Kliniğine şefliği çıktı, Erzurum Üniversitesi
Rektörü vermedi.
Biz, dün uzlaşmacı bir üslup sahibiydik, bugün
doğrularınıza destek veriyoruz, alt komisyonlarda
görüşlerimizle kanunlarınıza destek veriyoruz. Siz, doktor
Süleymanın yerine Cebraili, Cebrailin yerine Mahmutu atayarak
ülkücüleri birbirine hasım ve düşman yapacağınızı
sanıyorsanız bu çirkin oyununuzu her biri artık biliyor. Sizde
zerre kadar insan sevgisi yok mu? Bu hile ve desiseleriniz bizim iyi
niyetimizle buz gibi eriyip gidecektir.
Yerinize gelecek arkadaşlarıma da buradan tavsiye
ediyorum: Mahkeme kadıya mülk değildir. Hukuk bir gün herkese
lazım olur. Siz AKPnin yaptığını yapmayın,
hukuktan ayrılmadan hakkınızı arayın.
Bu yasa bir kısım hekimleri huzursuz edecek ve
sıkıntıya sokacak. Bu huzursuzluğun hastane ortamına
taşınmamasını diliyorum.
Basına yaptığınız 15 milyar maaş
alacaklar. açıklaması doğru değil Sayın Bakan.
Diğer meslek mensuplarını hekimlere düşman edeceksiniz.
Beyanatlarınız inandırıcı olmalı, olmayan
ücretlerle her kesimi huzursuz etmektesiniz. Komisyonda söz verdiğiniz
döner sermaye gelirlerinin bir bölümünün emekliye yansıyacağı
sözünü Fikret Bilaya yaptığınız açıklamada
yalanlıyor, Maliye veya Hazine izin vermedi. diyorsunuz. O zaman
hekimlerin ek göstergelerini artırarak emekli olduğunda sadakaya
muhtaç hâle getirilmemesini sağlamalısınız. Karakolda
doğru söylüyorsunuz ama mahkemede şaşıyorsunuz. Kesilecek
primin miktarı emekliye yansımayı kolaylaştıracak
düzey ve duruma getirilebilir.
Yetmiş iki-yetmiş beş yaşındaki
hocalarımız emekli maaşıyla yoksulluk
sınırında yaşıyorlar. Tıp merkezlerinde iş
arıyorlardı; gözünüz aydın, tıp merkezlerinin de çoğu
kapanıyor, zincir hastanelerinize gün doğuyor. Unutmayınız
ki balyozlar sizi arabadan çıkarabilir ancak komadan çıkaramaz.
Unutmayın ki hepimize, her gün, her saat hekim lazım. Bu yasayla
ortalama 25 bin hekime vergisiyle birlikte 6 milyar ödeme yapılsa -Bakan
17 milyar diyor- bütçeye 1 katrilyon 800 trilyon ek yük geliyor. 60 bin
çalışan ve 25 bin muayenehanenin vergi giderleri, kira ve stopaj
dikkate alındığında 2 katrilyon 700 trilyon kayıp
oluyor. Toplamda 4,5 katrilyon. Sarf malzemesi ve tıbbi giderler de
hesaplandığında 5,2 katrilyonluk bir bütçe yükü
çıkıyor. Sosyal güvenlik açıklarının 37 milyar TLyi
bulduğu ülkemizde bu para bütçede var mı? Yok. Yoksa, 50
milyarlık açığa yeni açık olarak ilave edilecek.
25 bin hekim saat 16.00da mesaiyi terk ediyor. Haftada beş
gün, 52 haftada -on gününü bayrama sayarsak 250 saat- 25 bin hekim 625 bin saat
çalışacak idi tam gün olsaydı. Buna karşılık
bütün mesaileri 16.00ya çektiniz. Şimdi mesai kayıp saatimiz 1
milyon 875 saate ulaşmıştır. Başbakan Hekim
sayısı az. demiyor muydu? Adama sorarlar: Bu ne perhiz, bu ne
lahana turşusu! Bu noktadan bakınca bu yasaya, İngilizce
söylerseniz part-time sadece kamuda çalışma yasası diyebiliriz.
Bakanlık hekim ve muayenehane
düşmanlığını bir an önce unutmalıdır.
Muayenehane hekimlerinin hastalık yükü kamu hastanelerinden,
Sağlık Bakanlığı hastanelerinden daha düşüktür.
Çünkü muayene ücretinin nasıl verildiğinin farkında olan hekim
hastasını gereksiz tetkiklerle fazla yıpratmıyor.
Muayenehane hekimi laboratuvar tetkiklerini serbestçe sözleşmeli
laboratuvarlarda yaptığı hâlde, kamu hastanelerinin tetkikleri
AKPli yandaş laboratuvarlarda yapıldığı için
sınırsız tetkik istenmektedir, SGKya daha pahalıya mal
olmaktadır. Doğu ve Güneydoğuda ise bu o bölgeye para aktarma
vesilesi oluyor.
YÖK Başkan Yardımcısı Eğer tüm
branşlarda tam güne geçilecekse sağlıkta da geçilsin. diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen
tamamlayın.
OSMAN DURMUŞ (Devamla) Çok teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Hukukçuların tam süreli
çalıştığını nasıl kontrol edeceksiniz? Bir
hukuk bürosunda önde çalışan avukatların göründüğü çok
yüklü ücretlerle dava kabul ediyorlar. Perde arkasındaki savunmayı
yapıp ücretini alan öğretim üyesini görebilir misiniz? Kanun
gerekçesinde eğitim kalitesini yükseltmekten bahsediyoruz. Yeni kurulan
üniversitelerde iki yıllık uzman, yardımcı doçent
uzmanlık eğitimi veriyor, önce bunu durdurun. Sağlık
Bakanlığı hastanesinde on yıllık deneyimi olmayan bir
şeften başka kimse eğitim veremez, üniversitede bu eğitim
kalitesini düşürüyor.
Sağlık Bakanlığı uzmanlık
eğitimi döneminde üniversitelerde rotasyonların layıkıyla
yapılmadığını biliyor. Bu konuda uzmanlık kurulu
harekete geçmeli ve üniversitenin bu eğitimleri, rotasyonları düzgün
yapması sağlanmalıdır.
Yandaşlarınızı sınavsız şef
yaptınız, Anayasa Mahkemesi bozdu; siz yine devam ettirdiniz.
Şimdi, geride kalan şefler istifa etsin diye mi yasayı
savunuyorsunuz diyeceğim.
Yine Ankara Üniversitesi araştırma görevlisi talep
ediyor. Madem hekim açığınız var, bu üniversitelerin talep
ettiği araştırma görevlilerini de verelim diyorum.
Bu yasaya grubumuz olarak eksikleriyle, bozuk taraflarıyla
destek vermeyi düşünüyoruz, destek vereceğiz. Nasip olur iktidara
gelirsek eksikleri düzeltiriz, diyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Durmuş.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Şırnak Milletvekili Sayın Sevahir Bayındır. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 418 sıra
sayılı Yasa Tasarısının bütünü üzerine konuşmak
üzere Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sosyal devlet anlayışı, kişilere sadece temel
hak ve özgürlüklerle yetinmeyen, aynı zamanda, vatandaşların
sosyal durumlarını iyileştirmeyi, onlara insan onuruna
yakışır bir yaşam şekli sunmayı ve sosyal
güvenliğe kavuşturmayı gerektirir. Ne yazık ki
sağlığı sosyal politikanın önemli bir öğesi
olarak görmeyen Hükûmet, sağlık sisteminde de insan gücüne
sığ olarak yaklaşmakta. Geniş katılımla hizmeti
zenginleştirmek yerine halkın sağlığını
kısır bir döngüye sokmaktadır. Hem sağlık
hizmetlerinde hem de sosyal güvenlikte insan eksenli yaklaşım
yerini para eksenli yaklaşıma terk etmektedir.
Türkiyedeki mevcut sağlık sistemimizde 1980lerden
başlayarak günümüze kadar iyileştirmeler yapılması
gerekirken tam aksine sistem bilinçli bir şekilde
kötüleştirilmiş, kamu sağlık kurumları
çökertilmiş ve sağlık çalışanlarının
çalışma ortamları bozulmuştur. Sağlık başta
olmak üzere tüm hizmet alanlarında ucuz iş gücüne yönelme olmuş,
kayıt dışı ve güvencesiz çalışma
yaygınlaştırılmıştır. Sağlık
hizmetine ulaşmak zorunda olan yurttaşlarımız kâr
odaklı çalışan özel hastanelere müşteri olarak
sunulmuştur. AKP Hükûmeti, bütün olumsuzluklarını her alanda
olduğu gibi sağlık alanında da başarıyla
sürdürmektedir.
90lı yılların başında reform, 2003
yılı Haziran ayından itibaren de dönüşüm
kavramlarıyla adlandırılan ancak içeriği aynı olan
uygulamaların sonucunda Türkiye sağlık sisteminde köklü
değişikliklere hep birlikte tanık olmaktayız. Bugün de
Meclis gündemine taşınan tam gün ve yine sırada bekleyen kamu
hastane birlikleri yasa tasarılarının, ülkemizin gerek
sağlık alanında gerekse diğer çalışma
alanlarında yaşayan gelişmelerden bağımsız
olmadığını bilmek gerekmektedir. Bugün Mecliste
görüştüğümüz bu yasa tasarısı aslında bir torba
yasası niteliğindedir, tam gün adına uygun düzenlemeler yerine
onlarca piyasacı düzenlemeyi beraberinde getirmektedir.
Değerli milletvekilleri, Sosyal Güvenlik Kurumu 2001
yılında sağlık için toplam 4.576 milyon, 2008
yılında ise 25.346 milyon TL harcadığını
yayımlamıştır. Bu yedi yıllık süreçte aradaki
farkın 5,5 kattan daha fazla olduğu görülmektedir. Aynı
yıllarda tedavi hizmetleri için yapılan harcama ise 1.799 milyon
TLdir. 7,56 kat olarak 13.957 milyon TLye yükselmiştir. Bu yüksek
miktardaki harcamalara karşın toplumsal sağlık düzeyinde
iyileşme olduğuna ilişkin herhangi bir bilimsel kanıt henüz
ortaya konulmamıştır.
Bütün bu tablo, Sosyal Güvenlik Kurumunun tedavi edici
sağlık hizmetlerini nerelerden aldığı ya da
nerelerden almayı tercih ettiği sorularını
aklımıza getirmektedir.
Özel sektörde hizmet satın almak için yapılan
harcamanın hem miktarı hem de payı yıllar içinde
artış göstermiştir. Sosyal Güvenlik Kurumunun, tedavi hizmeti
satın almak için harcadığı paranın 2002
yılında yüzde 14ü, 2008 yılında yüzde 31,4üyle özel
sektörden hizmet satın almayı tercih ettiği görülüyor.
Yıllar içinde özel sektörün payı yüzde 224 artış
göstermiştir. Aynı yıllarda Sağlık
Bakanlığı hastanelerinden alınan tedavi edici hizmetler
için ödenen paranın payı yüzde 64,1den yüzde 52,5e, üniversite
hastanelerinden alınan tedavi edici sağlık hizmeti için ödenen
paranın payı ise yüzde 21,9dan yüzde 16,1e gerilemektedir. Sosyal
Güvenlik Kurumunun Sağlık Bakanlığı hastanelerinden
aldığı tedavi edici sağlık hizmetleri için
yaptığı harcama, yıllar içerisinde yüzde 18, üniversite
hastanelerinden satın alınan tedavi hizmetleri için yapılan harcama
ise yüzde 26 azalmıştır. Görülmektedir ki, Sosyal Güvenlik
Kurumu yıllar içerisinde hizmeti kamudan değil özelden almayı
tercih etme eğilimindedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede bütün kurum ve
kuruluşlar dikkate alındığında en fazla hastane yatağına
sahip üç kurum, sırasıyla Sağlık Bakanlığı,
üniversiteler ve özel sektördür. Hastane başına ortalama yatak
sayısı üniversite hastanelerinde 536, Sağlık
Bakanlığı hastanelerinde 159 iken özel hastanelerde 49dur. Söz
konusu veriler Özel hastaneler sağlık sektöründe kamu yararı
için mi var? sorusunu bir kez daha sorgulatıcı niteliktedir.
Bunun yanı sıra hastalar ortalama olarak özel hastanede
iki gün, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde beş gün
yatarken üniversite hastanelerinde yedi gün yatmaktadır. Bu durum, uzun
süreli yatışı, bakımı gerektiren hastaların genel
olarak özel hastaneler tarafından tercih edilmemekte olduğunun bir
göstergesi olarak görülüyor.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki AKP Hükûmetinin
önüne koyduğu program işlemeye devam etmektedir. Mevcut Hükûmet, çok
düşük ücretlerle güvencesiz çalışmayı, vatandaşın
kaderi olarak görmesini ve kabul etmesini istemektedir. Öncelikle temizlik,
güvenlik, yemekhane, ardından yardımcı sağlık
personelini çok düşük ücretlerle çalışma yasalarına
aykırı olmasına karşın fiilen günde on iki saat
taşeron şirketler aracılığıyla
çalıştırması, bu uygulamaların eczacı ve diş
hekimlerini de kapsayacak şekilde hekimlere kadar
yaygınlaştırılmak istendiğini çok iyi görmekteyiz.
Bu yasa tasarısının hekimler başta olmak üzere
tüm sağlık çalışanlarının emeğini
ucuzlatmak, onları yasalar karşısında özlük
haklarından mahrum bırakmak gibi temel bir amacı vardır.
Taşeron şirket aracılığıyla
çalıştırma ve performans sisteminin yanı sıra
rekabetin yaygınlaştırılması ve sağlıkta
maliyetlerin aşağı çekilmesinin temel ilke olarak
benimsenmesiyle sağlık sisteminin nitelik kazanacağı
düşünülmektedir. Ancak, bu hedefler, verilen sağlık hizmetinin
niteliğinin ortadan kalkmasını, sadece poliklinik ve ameliyat
sayılarının artmasını, gereksiz yapılan
işlemlerde yoğunlaşmayı, hastanenin hastadan
kazandığı parada artışı, hekimin
kazandığı puanın artışına
odaklanmasını beraberinde getirecektir. Hekimlik ve sağlık
hizmetinin tamamı teknik işe dönüştürülüp sağlık
piyasasının büyüklüğünden, işlem hacminin
artışından heyecan duyulmaktadır. Hastayı
müşteri, hastaneleri işletme olarak gören böyle bir
anlayışın yaratacağı halk sağlığı
sorununun sağlık eğitiminde ve sisteminde
oluşturacağı tahribatın toplumsal maliyetinin telafisinin
çok güç olacağını, kendilerini tüccar siyasetin misyonerleri
olarak nitelendirenler görmemektedir. Katkı paylarındaki
artışlar, fark ücretlerindeki pervasızlık, ilaç
sınırlaması ve ilaç oranlarındaki yurttaş aleyhine
uygulamalar nasıl bir sağlık sistemiyle karşı
karşıya kalındığını açıkça
göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, tüm bu tahribatın,
Muayenehaneleri kapatıyoruz, halkımızı buradan
kurtarıyoruz. demagojisinin arkasına saklananların maskesini
düşürme zamanı artık gelmiştir. Hâlen sağlık
harcamalarındaki devasa rakamların, ilaç ve tıbbi teknoloji
üzerinden uluslararası tekellere giden milyarların, doğal olarak
tüketimi kışkırtan özel sağlık sektörünün
yarattığı sağlık sorunlarının çözümünü AKP
Hükûmetinin Meclise sunduğu tam gün uygulamasında aramak tam bir aldatmacadır
çünkü söz konusu bu tasarıda, sağlık çalışanları
açısından kalıcı, güvenceli bir özlük hakkı
kazanımı bulunmamaktadır. Emekliliğe yansıyan, insanca
yaşayacak bir temel ücrete yönelik düzenleme yapmak yerine performans
adı altında, elde edilecek gelire endeksli bir ücret modeli
düşünülmüştür. Tasarıyla getirilen düzenlemede, ancak yirmi
beş yıl çalışıldıktan sonra ödenen prim üzerinden
emekli aylığı artabilecektir.
Sayın Başbakan hekimlerin emekli
aylığının artacağını söylüyor ama bunun
yirmi beş yıl sonra olacağını söylemiyor. Ayrıca,
neden sadece hekimlere artış yapılıyor? Sağlık
hizmeti bir ekip hizmetidir; hemşire, ebe, sağlık memuru,
teknisyen, tekniker, memur, hasta bakıcı bu ekipte yok mu?
Ameliyatları hekimler tek başına mı yapıyor? Sayın
Başbakan yardımcı sağlık personeli dediğimiz
kesimi nedense unutmuş gözüküyor. Nöbet dışında mesai
dışı çalışma kavramı getirilmektedir. Kırk
beş saatten kırk saate inmiş gibi gözüken çalışma
süresi deyim yerindeyse yedi gün yirmi dört saate dönüşmektedir. Fazla
çalıştırmaya yönelik bir süre sınırlaması
getirilmemektedir. Bu tasarı ile hekimleri bölünmüş
çalışmadan kurtarmak gerekçesiyle uzun saatler fazla
çalışmaya zorlayıcı hükümler ile karşı
karşıya bırakmışlardır. Nitelikli
sağlık hizmetinin olabilmesi için hekimlerin verecekleri hizmette
risk artıran unsur olan uzun ve ağır çalışma
koşullarının sınırlandırılması
zorunluluk taşımaktadır. Tasarı bu hâliyle, çalışanların
akıl ve ruh sağlığını daha da fazla bozmaya
adaydır.
Değerli milletvekilleri, tıp fakülteleri özelinde
eğitim, hizmet ve araştırma alanlarında kurulamayan denge
bütünüyle hizmete kurban edilmektedir. Tıp fakültelerinde öğretim
üyelerinin özlük hakları büyük ölçüde sağlık hizmeti sunumuna
bağlanmaktadır. Bu durumla halkın nitelikli eğitim kadar
nitelikli sağlık hizmetine ulaşmak hakkı da gözden
çıkarılmıştır. Öğretim üyelerinin kadrosunun
bulunduğu hastane dışında çalışmasına engel
getirilirken bir yandan da başka kamu kurum ve kuruluşları ile
meslek kuruluşlarında geçici görevlendirmelerin de önü
açılmaktadır. Böylece altyapı çalışmaları
tamamlanmadan plansız açılan üniversitelere görevlendirme
yapılabilecek, aynı zamanda görevlendirmeler
cezalandırmanın aracı olarak da kullanılabilecektir.
Değerli milletvekilleri, Meclis gündeminde olan Kamu
Hastaneler Birliği ve Tam Gün Yasa Tasarıları bir bütünün iki
yüzü gibidir. Her ikisi de Sağlıkta Dönüşüm
Programının hekim emeğini ve iş güvencisini yok etmesinin
adımlarıdır. Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasa Tasarısı
ile de mevcut hastanelerin birer işletmeye dönüştürülerek devletten
mali destek almaksızın hastaneden elde ettikleri gelirle hizmet
sunmaları öngörülmektedir. Kamu hastanelerinin tamamen ticari
işletmelere dönüştürülmesini hedefleyen tasarı yasalaşırsa
kamu hastanelerinin adı dışında hiçbir kamusal
özelliği kalmayacak. Böylece sağlıkta özelleştirme
sürecinin sonuna doğru gelinecektir.
Bu tasarı ile, sözleşmeli çalışmanın esas
alındığı sistemde çalışanların ücreti
bireysel sözleşmelerle belirlenecek, ücretler hastane gelirinden
karşılanacağı için gelirin azaldığı
durumlarda ücretler için hiçbir güvence de olmayacaktır. Aynı il veya
yakın illerdeki hastaneler birleştirilerek oluşturulacak birlik
içinde çalışan sağlık emekçileri, birliğe
bağlı hastanelerde görevlendirilebileceklerdir.
Sağlıkta özelleştirmenin
hızlandırılması, özel sektörün türlü yollarla teşvik
edilmesi ve özel şirket çalışma prensiplerinin kamu
hastanelerinin içine girmesi bizzat kendilerinin eseridir. Kamu hastanelerinin
birçok birimi taşeronlaştırma yoluyla özelleştirilmektedir.
Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile, ameliyathanelerin, tüm klinik
ve polikliniklerin özel şirketlere verilmesi hedeflenmiş
durumdadır. Adı kamu olan ama içi özelleştirilmiş
hastanelerde tam gün çalışma, özelle hekimlerin
bağının koparılacağı tam bir aldatmacadır.
Ticarileşmiş sağlık kurumlarında tüm gün
çalışma, iş güvencesinden, ücret güvencesinden yoksun tam gün
kölelikten başka bir anlam içermemektedir.
Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile,
Sağlık Bakanlığının taşeron şirketler
aracılığıyla çalıştırılan
sağlık işçilerinin asgari ücretten fazla maaş almaması
ve personel sayısının azaltılması genelgesiyle fazla
çalışmanın önü açılmış, angarya işin
artırılması söz konusu olmuştur. Sayıları 110
bine yaklaşan taşeron işçinin varlığını düşündüğümüzde,
bu çalıştırma biçiminin ekonomik olmadığı gibi
hizmetin niteliğini de olumsuz etkilediğini ve
çalışanları mağdur ettiğini söylemek mümkündür.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede sağlık
sisteminde yaşanan diğer bir sıkıntı da aile
hekimliği pilot uygulamasıdır. Birinci basamağın
piyasalaştırılması olan aile hekimliği pilot
uygulamasının bir tasarruf tedbiri olarak otuz üç ille
sınırlı kalması önerisi ve ardından bu illere birkaç
ilin daha eklenmesi aklımıza şu soruyu getirmektedir: Sayın
Bakan, Dünya Bankası size tekrar bir fon mu verdi de tekrar
yaygınlaştırdınız? Pilot uygulamaya başlanan
illerde aile hekimi olarak çalışanlara verilen ücreti israf olarak
gören bir hükûmetin, Tam Gün Yasa Tasarısını
yasalaştırdığı takdirde hekimlere verileceği
iddia edilen ücretleri nasıl ödeyeceği ise ayrı bir sorudur.
En önemlisi, çok daha etkin ve yaygın olduğu herkesçe
kabul gören sağlık ocaklarının neden kadro ve araç gereç
ihtiyaçlarının giderilip yeniden faal hâle getirilmediğini, tüm
bu yanlışlıklardan dönmek için hâlen neyi beklediğinizi
soruyoruz.
Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bu
tasarı, ülkemizde büyük bir bölümü kısmi zamanlı olarak
çalışan ve sayıları 10 bine yaklaşan iş yeri
hekimlerini ve iş yeri sağlık hizmetlerini doğrudan
etkileyecektir. Hekim emek gücü sağlık alanında sayısal
açıdan ve nitelik açısından önemli bir gruptur. Türkiye
genelinde yaklaşık 110 bin hekim çalışmaktadır. Bu
sayının yaklaşık 90 bininin kamuda, 20 binin ise özel
sektörde çalıştığı belirtilmektedir. Kamuda
çalışan 90 bin hekimden yaklaşık 20 bin hekimin yarı
zamanlı çalıştığı tahmin edilmektedir.
Üniversitede özel muayene, ameliyat yapan ama ayrıca bir muayenehanesi
olmayan hekimler buna dâhil değildir. Hekimlerin çalışma
koşullarını nitelikli hizmet sunumu açısından
düzenlemeyen girişimler uzun süre çalışmayı ve niteliksiz
hizmeti doğuracaktır. Tasarıda yer alan düzenlemeler performans
sistemi üzerinden bunu getirmektedir. Bu durum hasta haklarını,
sağlık hakkını doğrudan tehdit etmektedir. Artık,
hekimler çok daha uzun süre çalışacak ve daha çok hata yapma riskiyle
karşı karşıya kalacaktır.
Gerçek anlamıyla kamusal bir tam süreyle çalışma
anlayışı, hekim emeğinin daha iyi değerlendirilmesi ve
sağlık hizmetinin daha etkin olması amacını
taşıması gerekirken, görünen, AKP Hükûmetinin Sağlıkta
Dönüşüm Programı gibi piyasacı bir sağlık sistemiyle
hekim emeğinin değersizleştirilmesinden ibarettir. Tasarı
bu hâliyle hekimlerin tam süre çalışması felsefesiyle ilgili
temel bir yaklaşıma sahip değildir. Tam süre, bir kamu çalışma
biçimi olmaktan çıkarılmaktadır.
Yine, Uluslararası Çalışma Örgütü, hemşire
personelin istihdamı ile çalışma ve yaşam
koşullarına ilişkin tavsiye kararında, hemşirelerin
normal çalışma saati olan 08.00-17.00 saatleri
dışındaki akşam ve gece saatlerini uygunsuz saatler
olarak adlandırmaktadır. Bu tasarı, sağlık sisteminin
temel dinamiği olan yüz binlerce hemşireyi de görmezden gelmektedir.
Mesai saatleri dışını, diğer bir deyişle uygunsuz
saatleri yüz otuz saat olarak artırmakta, gelir getirici çalışmalara
izin vermekte ve ek ödeme yapılacağı belirtilerek bu risk
ortamı özendirilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu torba tasarının
getirdiği hak kayıpları saymakla bitecek gibi değildir.
Tasarının yasalaşması durumunda radyoloji
çalışanları için haftalık çalışma süresi otuz
beş saate çıkarılmaktadır. Radyoloji
çalışanlarının çalışma koşullarında ve
çalışma ortamlarında gerçek anlamda iyileştirme
yapılmadan mesai saatlerinin artırılmasının müjdeli
bir yanı var mıdır? Hükûmet bu değişiklikleri yaparken
uluslararası standarttan söz etmektedir ancak ruhsatsız birimler,
yetersiz radyasyon güvenliği önlemleri, Avrupa standartlarının
çok üstünde hasta sayısı gibi nedenlerle onlarca risk ile
karşı karşıya olan sağlık
çalışanlarının riskleri uzayan mesai saatleriyle daha da
artacaktır.
Değerli milletvekilleri, sağlık iş kolunda
657lilerin sayısı hızla azalırken taşeron
çalışanlar, çakılı sözleşmeliler, vekil ebeler,
4/Bliler ve 4/Clilerin sayısı her gün artmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayınız
lütfen.
SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) Teşekkürler.
Bu tasarıyla, vatandaşımıza sağlık
hizmetlerini yüksek standartlarda sunabilmenin bedelini ödemek sosyal devlet
olmanın gereğidir diyorsunuz. Sosyal devlet olmak herkese eşit,
parasız, nitelikli sağlık hizmetleri vermek değil midir?
Hastaneleri işletme, sağlık emekçilerini sözleşmeli köle
olarak görmeyi hangi anlayışla bağdaştırmaktasınız?
Sağlık emekçileri, 1978-1980 yılları
arasında uygulandığı biçimiyle gerçek anlamda kamusal bir
sistemde tam gün süreli çalışmayı savunmaktadırlar. Sivil
toplum örgütleri, Tabipler Birliği ve sendikalar bugün de eylem yaparak bu
yasa tasarısını kabul etmeyeceklerini belirttiler.
Demokrasiden bahsedenlere, demokrasi, ilgili kesimler
hakkında karar verirken onları dinlemek değil midir diyorum ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bayındır.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana
Milletvekili Sayın Necdet Ünüvar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET ÜNÜVAR (Adana) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık
Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir yasayı
görüşüyoruz, yıllardır ülkemizin gündeminde olan tam gün
yasasını görüşüyoruz. Tabii, bu yasa, esasında kamuoyunda
tam gün yasası olarak biliniyor ama pek çok farklı düzenlemeleri de
beraberinde getiriyor. Üniversitedeki öğretim üyeleri, sadece
sağlık personeli de değil, sağlık personeli
dışındaki öğretim üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri
mensuplarıyla ilgili birtakım düzenlemeler var. Radyasyonda
çalışan meslektaşlarımızın çalışma
süresini düzenliyor. Özlük hakları ile emeklilik haklarıyla ilgili
birçok düzenleme söz konusu. Aynı zamanda tıpta kötü uygulamalar veya
yanlış, hatalı uygulamalar olarak adlandırabileceğimiz
malpraktisle ilgili bir mevzuat düzenlemesi var ve aynı zamanda nöbet
ücretiyle ilgili birtakım farklı düzenlemeleri beraberinde getiriyor.
Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 56ncı
maddesi şöyle diyor aynen: Herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların
ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde
gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini
gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini
düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve
sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine
getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine
getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.
Şimdi, Anayasamızın bu amir hükmüne
baktığımız zaman ve geçen yaklaşık sekiz
yıllık AK PARTİ İktidarı dönemine
baktığımız zaman, bu maddeyle ilgili, Anayasamızın
56ncı maddesiyle ilgili pek çok düzenlemeyi
yaptığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten
hükûmetlerin görev ve sorumlulukları da değerli
arkadaşlarım, Anayasanın amir hükmünü yerine getirmektir. AK
PARTİ, 58, 59 ve 60ıncı Hükûmet dönemlerinde sağlıkta
yaptıklarını Sağlıkta Dönüşüm Programı
adı altında isimlendirdi ve bu doğrultuda,
vatandaşımızın sağlık hizmetine hızlı,
kaliteli ve hakkaniyetli bir şekilde ulaşması için bir dizi uygulama
yaptı ve bu uygulamalar sürecinde, sağlık hizmetinin etkin ve
kaliteli olması için bir yandan fiziki yapıyla, öbür yandan
donanımla yani alet edevat, ekipman olarak adlandırabileceğimiz
donanımla, bir diğer yandan insan gücünün hem
sayısının hem etkin çalışmasının önündeki
engelleri kaldırarak, doktorlarımızın,
hemşirelerimizin, ebelerimizin, eczacı, sağlık memuru,
psikolog, fizyoterapist ve bu anlamda sayabileceğimiz bütün
meslektaşlarımızın etkili bir şekilde ve adil bir
şekilde çalışması noktasında birçok düzenleme
yaptı ama bütün bunlara baktığımız zaman, yani fiziki
yapı, donanım ve insan gücü arasındaki organizasyon son derece
önemli. Yani bu sistemi kurmadığınız zaman,
kuramadığınız zaman elinizde çok fazla sayıda
sağlık personeli de olsa, çok devasa sağlık tesisleri de
olsa, çok ileri teknoloji ürünü birtakım sağlık hizmetinde kullanılacak
alet edevat da olsa siz bunları tam olarak yapamazsınız. Bu
anlamda, AK PARTİ İktidarının, doğudan batıya,
kuzeyden güneye vatandaşlarımızın etkili bir şekilde
sağlık hizmeti alması noktasında birçok şeyi
yaptığını tekrardan hatırlatmaya gerek yok.
Değerli arkadaşlarım, tabii bütün bunlarla beraber,
bir yandan sağlık personelimizin daha etkin çalışması,
öbür yandan vatandaşımızın daha kaliteli hizmet alması
da sağlandı.
Bugün bu kanunda birçok düzenleme var, onlara vaktim
elverdiğince değinmeye çalışacağım, ama
asıl, hekimlerimizin tam zamanlı çalışmasıyla ilgili
bir hüküm var.
Değerli arkadaşlar, AK PARTİ, 2002de iktidara
geldikten sonra -çok güçlü bir grupla iktidara geldi- bu işi sadece kanuni
düzenleme şeklinde düşünse idi -ki geçmişte yapıldı-
çok rahatlıkla 2003, 2004, 2005te hekimler için tam zamanlı
çalışmayı getirebilirdi ama bu işin sadece salt bir kanuni
düzenleme olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Altyapıyı hazırlamadan yapılacak birtakım
düzenlemelerin geçmişte nelere mal olduğunu hepimiz biliyoruz.
1978 yılında Mete Tan zamanında kamuoyunun çok
yakından bildiği Tam Gün Yasası çıktı ve o zaman da
esasında hekimleri daha verimli çalıştırmayı amaçlayan
bir yasaydı ama bir yandan Maliye Bakanlığı, bir yandan
Sayıştay, bir yandan da o dönemdeki Türk Silahlı Kuvvetlerinin
hekimlerle diğer personel arasındaki denge açısından
yapılan birtakım tartışmalar sebebiyle Yasa maalesef çok
başarılı bir hizmete vesile olmadı. Nitekim, 12 Eylül
ihtilalinden hemen sonra, yanlış bilmiyorsam 30 Aralık 1980de,
yeni bir yasayla hekimlerin serbest çalışmasıyla ilgili bir
düzenleme yapıldı ama gerek Mete Tan zamanında yapılan Tam
Gün Yasası gerekse daha sonra, 12 Eylülden sonra çıkarılan
Yasayla maalesef hekimlerin çalışma koşullarıyla ilgili
birtakım yanlış düzenlemeler de yapıldı.
İşte, bugün, bu yasanın hazırlanmasında
gerçekten Sağlık Bakanlığımız çok önemli
çalışmalar yaptı, çalışmayı Bakanlar Kuruluna
sundu, Meclis gündemine getirdi, Sağlık Komisyonumuz çok detaylı
çalıştı, alt komisyon çalışmaları
yapıldı. Şüphesiz benden önce konuşan
arkadaşlarımızın birtakım eleştirel
noktaları oldu ama zaman içerisinde, bu yasa hayata geçtikten sonra, belki
başka yeni düzenlemelere de ihtiyaç olabilir çünkü her yasa birtakım
muhtemel riskleri bünyesinde barındırır. Almanların Hiçbir
yemek pişirildiği sıcaklıkta yenmez. diye çok güzel bir
atasözü var. Bizim yaptığımız yasalarda, şüphesiz
sosyal bir alanda yasa çıkartıyoruz ve toplumda vereceği
hizmetlerle birtakım riskleri de ortadan kaldıracak yeni düzenlemeler
gerekebilir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, tam gün
çalışmayla ilgili kanaatlerimi ifade etmek istiyorum.
İnsanın en değerli varlığı sağlık ve
sağlığı korumak ve yeniden kazanmak için tercih
kullanması, başvuracağı doktorunu seçmesi en doğal
haktır. Bu hakkı, bizim ülkemizde, öteden beri,
vatandaşlarımız zaman zaman serbest hekimden yani muayenehane
hekimliğinden de hizmet alarak yerine getirmeye çalışıyor
ama dünyadaki gelişmiş, orta düzeyde gelişmiş ve az
gelişmiş ülkelere baktığımız vakit şöyle bir
tabloyu görüyoruz: Sağlığın
kapsayıcılığı azaldığı zaman özellikle
serbest çalışma oranları artıyor. Bir yandan gelir düzeyi
düşük insanların yaşadığı ülkelerde insanlar o
ücreti veremezken, biraz doktorların sayısının
azlığı, biraz da sistemin sağlık hizmetini yerinde,
yeterince yerine getirememesi sebebiyle zaman zaman insanlar özel sektörden
sağlık hizmeti almakta ve bu da sağlıkta birtakım
adaletsizlikleri beraberinde getirmekte. Aslında,
baktığımız zaman parttime, fulltime şeklinde
hekimlerin adlandırdığı tam zamanlı veya yarı
zamanlı çalışma deniyor ama esasında hekimlerin bunu çok
iyi anlayabileceğini çok rahatlıkla söyleyebilirim. Hepimizin öyle
veya böyle hekime de yolu düşüyor. Onlar bilirler ki hekimler aslında
yarı zamanlı çalışmazlar. Hekimler, âdeta, bir yandan
kamuda hizmeti vermeye çalışırken öbür yandan da aynı
mesainin bir başka benzerini de özel sektörde, serbest muayenehane yoluyla
vermeye çalışırlar ve bu aslında bir düal yapıyı beraberinde
getirir, ikili çalışma. Hekim, yorgun argın kamuda verdiği
görevi konsantrasyonunu bozmadan aynı şekilde özel sektörde de vermek
durumunda. Tabii, bu ne kadar devam edecek? Bir müddet sonra, artık,
bedensel, ruhsal, mental yönden çöküntüye de yol açabilir ve konsantrasyonunda
birtakım bozukluklar olabilir ve doktorun asıl görevine
odaklanmasında birtakım problemler oluşur.
Öte yandan, kamuda çalışmayı ilkeli bir
çalışma olarak gören arkadaşlarımız olabilir. Yani
onlar ilke olarak muayenehane açmazlar ve kamuda tam zamanlı
çalışmayı kendisi için ilkesel bir görev olarak görebilirler ama
kamuoyunda maalesef, âdeta Serbest çalışabilen hekim sadece
başarılı hekimlerden oluşur. gibi de bir yanlış
algılama söz konusu ve hekim bir yandan ilkeli çalışma, bir
yandan da başarılı hekim olma arasında bir gelgit
yaşayabilir. İşte, bu yasanın bence en önemli
getirilerinden birisi, hekimler için tam zamanlı -yani özel sektörde veya
kamuda tam zamanlı- çalışmayı getirerek esasında o
ikilemi ortadan kaldırmış oluyor. Bu ikilemi sadece hekim
yaşamıyor, aynı zamanda vatandaşımız da
yaşıyor. Bir yandan ekstra ücret vererek daha kaliteli hizmet
aldığını zanneder, bir yandan da cebinden çıkan
sağlık harcaması artabilir. İşte, bu ikilemi ortadan
kaldırmaya matuf bir yasal düzenleme yapıyoruz.
Esasında, baktığımız zaman, Türkiyedeki
mevcut yapıya benzer, neredeyse sadece Latin Amerika ülkeleri ve Doğu
Bloku ülkelerinde buna benzer çalışmaların olduğunu
görüyoruz. Kapsayıcı bir sağlık hizmeti vermeyi öngören
Avrupa Birliği ülkelerinde ve gelişmiş ülkelerde, artık,
tam zamanlı çalışma daha ön planda olarak
karşımıza çıkıyor. Bu yasayla, şüphesiz, bu ikili
çalışma sistemini ortadan kaldırmış oluyoruz ve
insanların da yoğunlaşmasını, asıl mesleki
birikimine yoğunlaşmasını temin etmiş oluyoruz.
Şöyle bir baktığımız zaman, 2002nin
Aralık ayında yüzde 11ler civarında bir tam zamanlı
çalışma vardı hekimlerimizde ama şu anda, devlet
hastanelerinde bu oran yüzde 81e çıkmış durumda ama aynı
oranı üniversitelerimizde göremiyoruz, üniversite öğretim
üyelerimizde bu oranın birazcık daha düşük olduğunu
görüyoruz. Öte yandan, üniversite öğretim üyelerimizin de sadece hizmet
açısından değil, aynı zamanda öğretim üyesi
kimliğiyle yani eğitici vasfıyla hizmet üretme vasfı arasında
çelişki yaşadığını görüyoruz. Hepimiz çok iyi
hatırlayacağız, geçen yıl haziran ayında, zannediyorum
haziranın sonundaydı, Akdeniz Üniversitesinde, üniversite birincisi
olan bir kardeşimiz Doktor Tuğba Akının, gerçekten çok
ağlamaklı bir sesle irat ettiği konuşma hepimizi derinden
etkilemiştir. O zaman, öğretim üyelerinin, aslında yarı
zamanlı, ikili çalışma anlayışıyla, bir yandan
eğitim faaliyetini, bir yandan hizmet faaliyetini veya hekimlik
faaliyetini yerine tam olarak getiremediğini ifade eden bir çalışmaydı.
Bence bu çelişkiyi de ortadan kaldıran çok önemli bir yasal düzenleme
olacak.
Değerli arkadaşlarım, bu yasayla, öteden beri Mete
Tan döneminin Yasasını ortadan kaldıran yasal düzenleme ile
iş güvencesine aykırı birtakım hükümler de ortadan
kaldırılmış oluyor ve yapılan birtakım
değerlendirmelerde, anket çalışmalarında da, esasında,
gerek vatandaşlarımız nezdinde gerekse öğretim üyeleri ve
çalışan hekimlerimiz, kamu hekimlerimiz nezdinde bu yasaya çok önemli
bir kabulün olduğunu da görüyoruz.
Örneğin, benim elimde, yedi büyük ilde 521 kişi üzerinde
yapılan, vatandaşlarımızın yüzde 93ünün
sağlık sistemimiz için iyi bir yasal düzenleme
olacağını ifade ettiği bir anket çalışması
var. Keza on iki bölgede 1.543 hekim üzerinde yapılan saha araştırmasında
da, esasında, kamuda tam zamanlı çalışanların yüzde
60ı, üniversitede tam zamanlı çalışanların yüzde
58i, hatta üniversitede kısmi zamanlı çalışan
arkadaşlarımızın yüzde 12si çalışmada
verimliliği ve kaliteyi yarı zamanlı çalışmanın
düşürdüğü kanaatinde.
Yani yapılacak düzenlemenin toplumda çok geniş bir
konsensüsle çıkacağını söyleyebilirim. Kaldı ki
değerli muhalefet sözcüleri de her ne kadar bazı hususlara
katılmasalar da böyle bir yasal düzenlemenin taraftarı
olduklarını ifade ettiler. Bunu da çok büyük bir memnuniyetle
karşılıyorum. Aslında bu da toplumsal konsensüsün bir
başka göstergesi.
Değerli arkadaşlarım, bu yasayla Türk Silahlı
Kuvvetleri çalışanlarımızın da
yaşadığı ikilem ortadan kalkmış oluyor. Burada
hekimlerimizin maaşlarında bir artış söz konusu. Diğer
öğretim üyeleri ve sağlık personelinin maaşlarında da
artış var ama bu maaş artışına da aslında
çok fazla takılmamak lazım. Toplum için çok önemli bir yekûn
teşkil etmese de 100 bin civarında insanı kapsayan bir
artışın, esasında 72 milyon vatandaşın hizmetine
matuf yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Dolayısıyla hekimlerimizin, gerek özlük hakları gerekse
emekliliğe yansıyan bölümüyle, önemli bir kazanımı
olacağını ifade edebilirim.
Zaman zaman, bazı konuşmacı
arkadaşlarımız, kazançtan bahsederken sadece maaşa vurgu
yaptılar. Aslında döner sermaye de önemli bir kazançtır ve bunun
vergisinin verildiğini ve şu anda, bu yasal düzenlemeyle,
emekliliğe yansıyan noktasıyla da önemli bir kazanç
kaynağı olduğunu ifade etmeliyiz. Yani kazanç, sadece maaşı
değil, aynı zamanda döner sermayeyi de kapsıyor.
Tabii, bu tasarıyla tıpta hatalı uygulamalar veya
malpraktis dediğimiz hususlarla ilgili de birtakım düzenlemeler
oluyor ve zorunlu mesleki sigorta getiriliyor. Gelişmiş pek çok
ülkede -çok değişik ülke örnekleri var ama- zorunlu mesleki sigorta
var. Bu sigortanın bir kısmı hekim, bir kısmı da
-kamuda çalışanların kamu, özel sektörde
çalışanların da özel sektör- işveren tarafından
karşılanıyor. Bu da bir yandan hasta haklarının
artması, bir yandan hastaların sağlığa erişim
taleplerinin artması gibi sebeplerle, insan bedenine dokunma yetkisi olan
tek meslek grubu olan hekimlerimizin o olağan seyir içerisinde
yapılan birtakım hatalı uygulamalara karşı bir risk
sigortası olarak gündeme geliyor.
1992 yılında, Dünya Tabipler Birliği, Marbella
Bildirisiyle, tıbbi zarar görmüş hastaların zararının
karşılanabilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına dikkat
çekmişti. Biz, 2010 yılının bu ilk günlerinde, böyle önemli
bir yasa içerisinde, malpraktisle ilgili, tıptaki hatalı olarak
değerlendirilebilecek uygulamaların sigortası niteliğinde
bir çalışmayı da beraberinde getirmiş oluyoruz. Böylece,
çok önemli bir düzenlemeyi de bu yasanın içerisinde yapmış
oluyoruz.
Netice olarak, değerli arkadaşlarım, bu
düzenlemeyle, bir yandan hekimlerimizin ve
vatandaşlarımızın yaşadığı ikilemi
kaldırıyoruz, bir yandan onların özlük ve emeklilik
haklarında iyileşmeler sağlıyoruz. Üniversite öğretim
üyelerimizin eğitim faaliyetlerine daha fazla yoğunlaşmasını
ve ürettikleri hizmet doğrultusunda da alın teri olan
haklarını daha fazla almalarını temin ediyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli hekimlerine ek
ödeme verilemediği için -onların- askerî hâkim ve savcılar emsal
alınarak sağlık hizmetleri tazminatı ödenmesi
sağlanıyor.
Yine, belki ayrıntıda kaldığı için çok
dikkat çekmemiş olabilir ama bu düzenlemeyle aslında yasal
düzenlemeyle üniversitelerle Sağlık Bakanlığı
arasında bir yandan hizmet veren yapıların, bir yandan hizmet
veren öğretim elemanlarının değişimi, öte yandan Türk
Silahlı Kuvvetlerinin zaman zaman ihtiyacı olan sağlık
personelini Sağlık Bakanlığı elemanlarından
teminen sağlaması gibi önemli hususlar da bu yasal düzenleme
içerisinde.
Keza, üniversite sağlık personeli dışında
öğretim üyelerimizin de -onların da- döner sermayeden önemli bir
katkı payı alması çok önemli bir düzenleme.
Yine, belki zaman zaman kamuoyunda
tartışılıyor
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
NECDET ÜNÜVAR (Devamla) Bitiriyorum, Sayın
Başkanım, teşekkür ederim.
Radyasyonla çalışan değerli sağlık
personelimizin yirmi beş saatlik çalışma süresi otuz beş
saate çıkıyor haftalık. Belki bu, zaman zaman kamuoyunda olumsuz
bir olgu gibi takdim ediliyor ancak o Yasanın, yani yirmi beş
saatlik çalışmayı düzenleyen Yasanın 1937
yılında çıktığını
hatırlatırım ve şu anda artık kullanılan
teknolojinin de daha az radyasyona maruz kalınmasını temin
ettiğini de ifade edebilirim.
Ben, böyle bir yasanın Türk sağlık camiasına
ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan tüm vatandaşlarımıza
hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Yasayı yaptığı için Sağlık
Bakanlığına, çalışmaları için Sağlık
Komisyonu Başkanı ve üyelerine ve değerli bürokratlara ve bu
yasaya destek verecek siz değerli milletvekillerimize çok teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Ünüvar.
Şahıslar adına ilk söz Gümüşhane Milletvekili
Sayın Kemalettin Aydında.
Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam
Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu üzerinde
şahsım adına görüşlerimi belirtmek üzere söz
almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, ömrünün yirmi
yılını aşkın bir süresinde hem pratisyen hekim hem
asistan hem öğretim üyesi olarak çalışmış bir
kişi ve bugün tartışmaya çalıştığımız
konu, aslında tıp fakültelerinden tıp doktoru olarak mezun olan,
daha sonraki hayatında da dört ayrı mesleğe ayrılan, dört
ayrı mesleğin tek statüde toplanması olarak
adlandırılabilir. Yani bugün tıp doktoru olan arkadaşlarımız,
tüm sosyal çalışma süreleri, statüleri ve özlük haklarıyla bir
pratisyen hekim statüsünde çalışıyorlar, bir muayenehanesi olan
uzman hekim statüsünde çalışıyorlar, bir öğretim üyesi
statüsünde çalışıyorlar ki böyle farklı uzmanlık
alanları ya da farklı meslekleri icra etmelerinden doğan
sorunları ortadan kaldırmak adına kısaca Tam Gün
Yasası olarak tanımladığımız bir yasayı
tartışıyoruz.
Bu yasa tartışılırken bu yasanın ana
amaçları içerisinde halkımıza yüksek standartlarda, kaliteli,
hakkaniyetli ve kolay erişilebilir bir sağlık hizmeti verirken
aynı zamanda çok önemsediğimiz ve sağlığın
olmazsa olmazları olan hekimlerimiz başta olmak üzere
sağlık çalışanlarımıza yeni imkânlar
sunmaktır.
Değerli arkadaşlar, tüm çalışmalar ve tüm
tartışmalar boyunca hekim arkadaşlarımızın
özverili bir şekilde hayatlarının tüm zaman dilimlerini
mesleklerine ayırdıklarını Meclisteki, yüce Meclisteki tüm
milletvekili arkadaşlarımızın ve halkımızın
bilmesi gerekli. Çünkü hekimlik dışındaki bütün meslekler,
mesleklerini icra ederken belirli bir mesai dilimine sahiptir. Mesai dilimi
dışında, bir mühendis, olağanüstü bir durum olduğu
takdirde göreve çağrılır ama hekim arkadaş, eğer yaz
tatiline gitmiş, olağan yıllık iznini kullanırken
yüzme aşamasında bir kişi boğulduysa anında
mesleğine dönmek zorundadır ya da bir futbol maçında futbol oynuyorsa,
herhangi bir acil durumda anında mesleğine dönmek durumundadır
veya yolda yürürken herhangi birinin düşüp bayılması durumunda
anında mesleğine dönmek durumundadır. Yani meslek öyle bir
meslek ki, uyku hâli dışındaki her zaman diliminde
mesleğini icra etmekle yükümlü olan arkadaşlarımızın
nasıl çalışacağını
tartıştığımız bir konudur. O nedenle, bu konular
tartışılırken hedef hâline getirmek ya da arkadaşlarımızın
bu özverili çalışmalarını takdir etmemek mümkün
değildir. Ayrıca da gece, hayatının herhangi bir zaman
diliminde, hangi şartta olursa olsun bir telefonla mesleğinin
başına dönen bir meslek erbabını konuşmaktayız.
Sadece hekim arkadaşlar değil, bununla beraber çalışan tüm
sağlık çalışanları bu statüde
çalışmaktadır.
Tabii ki bunlar çalışırken huzursuz oldukları
ortamlar vardır. Pratisyen hekim olarak
çalıştığınız zaman bir kısım zorluklar
yaşamaktasınız. Uzman hekim olarak da çalışırken
hem hastanenizde çalışmakta hem de aynı zamanda vergi vermek ve
maaşını ödemekle yükümlü olduğunuz bir personel grubu
çalıştırmaktasınız hem de bunların
maaşını düşünmek zorundasınız hem nöbeti
düşünmek zorundasınız ya da öğretim üyesiyseniz hem
hastanızı düşüneceksiniz hem öğrencinizi
düşüneceksiniz hem de öğleden sonra gideceğiniz
muayenehanenizdeki hastayı düşüneceksiniz. Bu karmaşık ve
iç çatışmalara neden olan, para kazanırken dahi mutlu olmayan,
Ben, hastayla aramdaki parayı tümüyle ortadan kaldıracak bir sistemi
istiyorum. diyen bir kadronun sorunlarını
tartıştığımız bir tam gün yasasını
tartışıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, değerli
milletvekillerim; tam gün yasasını tartışırken
sağlıktaki dönüşümün, 2003 yılından beri olan
sağlıktaki dönüşümün sağlamış olduğu
başarıların altında da yine hekim
arkadaşlarımızın olduğunu mutlaka vurgulamamız
gerekiyor ve sağlıktaki dönüşümün yıllarca dahi
konuşulacak ve tezleri olacak bir dönüşüm olduğunu, bunu
bizatihi yaşayan bir kişi olarak sizlerle paylaşmam gerekiyor.
Sağlıktaki dönüşüm içerisinde özellikle çocuk ölüm
hızlarının, anne ölüm hızlarının
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmış olması, yine
koruyucu sağlık hizmetlerinde bugün dünyada var olan -uzmanlık
alanım olan enfeksiyon hastalıkları açısından da çok
önemsediğim için belirtiyorum- tüm aşıların bugün
Türkiyede yavrularımıza yapılabildiğini, bunun için Hükûmetimizin
ve Sağlık Bakanlığının hiçbir para ödemesinden ve
bütçeden kaçınmadığını, difterinin,
boğmacının, tetanosun, influenzanın, menenjitin, felç
hastalığının aşılarının bugün
çocuklarımıza ücretsiz yapıldığını
vurgulamak gerekli olduğunu ve buna bağlı olarak da birçok
bulaşıcı hastalığın sıfır düzeyine
indiğini de paylaşmak gerekiyor, ama tabii ki bunları
sağlayan yine sağlık çalışanları. O nedenle de hekimlerimiz
ile hastalar arasında doğrudan para ilişkisini ortadan
kaldıracak olan bu tam gün yasasının, sayıca yetersiz olan
sağlık personelinin üzerindeki iş yükünü daha dengeli hâle
getirecek bu yasanın, vatandaşlarımız ile hekimler
arasındaki güven ilişkisini güçlendirecek bu yasanın,
hastaların sağlık hizmetine erişimini
kolaylaştıracak bu yasanın çok önemli olduğunu ve mutlaka,
muhalefet milletvekili arkadaşlarımızın da belirttiği
gibi, bazı düzenlemelerle beraber buna katiyetle taraf
olduklarını hep beraber görmüş olduk.
Değerli milletvekili arkadaşlarımız,
şimdi birkaç örnek vererek, yaşantımdan da örnek vererek
sağlıktaki dönüşümün ne anlama geldiğini, vatandaş
nezdinde nasıl algılandığını sizlere söylemek
istiyorum. 1987 yılında mecburi hizmette acil hekimi olarak çalışırken
beyin travmasıyla gelen hastaya Sizi Ankaraya sevk ediyoruz. diyorduk
ama hasta sahibini çağırıyorduk -o zaman 350 lira maaş
alıyordum- 19 lira ambulans parası yatırmak zorundasın.
diyorduk, ama bugün uçak alan, uçakla hastalarını taşıyan
bir sağlık sistemine geldik. Yine, Ankarada öğrenciyken
1986da, yaşadığım ilden gelen bir hastanın
Esenboğa Havaalanından Numune Aciline getirilmesi için bize 41
kilometrelik mesafe parası ödeten bir sağlık sisteminden bugün
kar paletli ambulanslara, helikopterlere, deniz araçlarına ve uçaklara ulaşmış
bir sistemden bahsediyoruz.
İşte, bu sistemin içerisinde özveriyle çalışan
ve günaşırı nöbet tutan bir hekim
arkadaşımızın ne kadar
çalıştığını sizlerle paylaşmak istiyorum:
Değerli arkadaşlar, günaşırı çalışan bir
hekim arkadaşımız toplam mesaisinde 480 saat mesai
yapmaktadır. Bir aylık -bütün gününü
çalıştığınız zaman bir ayın- 720 saattir.
Bir ay 720 saat iken günaşırı çalışan bir hekim
arkadaşımız 480 saat mesai yapmaktadır ama bu 480 saat
mesai ne anlama geliyor diye bakarsak, 3 tane devlet memuru mesaisi demektir.
İşte, daha önce, bu arkadaşlarımıza verdiğimiz
nöbet paralarının 3 katına, özellikle üniversite ve devlet
hastanelerinde ihtisas yapan arkadaşlarımızın nöbetlerinin
3 katına yükseltildiğini bu arkadaşlarımızın
bilmesi gerekli.
Yine, daha dün, Ankara Numune Hastanesinde, orada ihtisas yapan
arkadaşlarla, uzman arkadaş ve şef arkadaşlarla
konuştuğumuzda 1.500 lira maaş alan asistan
arkadaşların, 1.700 lira maaş alan uzman arkadaşların,
2.200 lira maaş alan şef arkadaşların olduğunu
biliyoruz. Bugün hâlâ bunu almaktadırlar. Bunların da
maaşlarında
Aslında daha fazlalarını hak ediyorlar,
döner sermaye ve performans da alıyorlar ama önemli olan bir şey
vardı, bunu kaçırıyorduk, yıllarca da kaçırdık.
Emekliye ayrıldığı zaman otuz yıllık bir uzman
hekim, bugün 1 milyar 200 milyon maaş alıyor, yani 1.200 lira
maaş almaktadır. Bunların bu özlük haklarının mutlaka
ve mutlaka düzeltilmesinin gerekli olduğunu aslında tüm siyasi
partiler seçim bildirgelerinde yazmaktadır. İşte, bu kanun, bu
arkadaşlarımızın emeklilik, özlük haklarında da önemli
bir oranda düzeltme yapmaktadır ama emeklilik hakkı bir
sigortacılık sistemidir. Dolayısıyla, bugün, bu kanun
çıktığında otuz yıl geriye dönüşümlü olarak da bu
parayı alma hakkınız yok. Demek ki biriktirdiğiniz zaman,
yirmi beş yıl, otuz yıl sonra emekli olduğunuzda layık
olduğunuz maaşınız kadar emekli maaşı alma
hakkı kazanıyorsunuz. Yani, sağlık
çalışanlarının emekli hakları düzeltilmektedir,
sağlık çalışanlarının nöbet hakları
düzeltilmektedir, sağlık çalışanlarının aynı
zamanda
Çok sorulan bir soru var, daha dün arkadaşlar sordu. Asla
bunların performanslarından ve döner sermayelerinden buraya
aktarılmayacaktır. Bu arkadaşlarımız döner
sermayelerini ne alıyorlarsa ya da performanstan ne alıyorlarsa onun
haricindedir bu özlük haklarındaki düzeltme, onun haricindedir
emekliliğine yansıyacak hadise.
Dolayısıyla, hekim arkadaşlarımızın,
bu ülkeye yıllardır özveriyle hizmet etmiş olan hekim
arkadaşlarımızın gecesini gündüzünü ve hatta çocuğuyla
oynama zamanını bile bir başka hastaya ayıran bu hekim
arkadaşlarımızın 12 Eylül döneminden sonra kaybedilmiş
olan özlük haklarının, 12 Eylülden sonra kaybedilmiş olan
ekonomik haklarının önemli oranda düzeltildiği bu yasaya
şahsım olarak olumlu bakıyorum ve evet oyu diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen.
KEMALETTİN AYDIN (Devamla) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Muhalefetten arkadaşlarımızın da hepsinin tam
güne taraf olduğunu belirttiklerini dinlediğim için de mutluyum.
Tabii ki, sağlıktaki dönüşümün de özellikle benim gibi
Anadolunun dördüncü, beşinci, altıncı bölgelerinin
Gümüşhane gibi illerindeki toplumun önemli bir oranda hekimden,
sağlık imkânlarından, hastane imkânlarından
yararlanmış olmasından dolayı da hem ameliyathanelerinden
hem de bütün, dört dörtlük, beş yıldızlı otel düzeyindeki
hastane imkânlarından yararlanmış olmalarından dolayı,
bu imkânları sağlayan Sağlık
Bakanlığımıza, Sağlık Bakanımıza ve
kadrolarına, Sağlık Bakanımıza Hükûmetimiz olarak bu
yetkiyi veren Sayın Başbakanımıza özellikle Doğu,
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadenizin benim ilim gibi,
Gümüşhane ili gibi bölgelerindeki halkı adına teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum.
Hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Aydın.
Hükûmet adına Sağlık Bakanı Sayın Recep
Akdağ. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum)
Saygıdeğer Başkanım, değerli milletvekilleri; bugün
hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının
çalışma şartlarını ve kamuda çalışan hekimlerin
özel sektörde çalışmalarını ilgilendiren çok önemli bir
kanun yapıyoruz.
Yedi senedir Türkiyede Sağlıkta Dönüşüm
Programı adıyla oldukça geniş kapsamlı ve kararlı bir
iyileştirme programı yürüttüğümüzü biliyorsunuz. İfade
etmek isterim ki, bugün birlikte tartışmasına
başladığımız bu yasa tasarısı tarihî bir
önem taşımaktadır. Bugün Türk sağlık sistemi için
tarihî bir gündür.
Türkiye'de yıllar yılı çarpık bir
sağlık sistemi, hem sağlık
çalışanlarını hem insanımızı,
halkımızı, vatandaşımızı gerçekten çok zor
durumlara düşürmüş ve vatandaşımız sağlık
hizmetine erişme konusunda çok sıkıntı çekmiştir
geçmişte.
Şöyle düşününüz: Eğitimi aşağı
yukarı on iki sene, bazen on beş sene süren bir uzman hekim. Buna,
siz, bir Sağlık Bakanlığı hastanesinde veya eski SSK
hastanesinde çalışırken -bugünün maaşıyla söylüyorum,
alım gücüyle söylüyorum- bin lira, 1.500 lira civarında bir maaş
ödeyeceksiniz ve sonra diyeceksiniz ki bu değerli uzman hekime: Sen
kazancını bir muayenehane açarak oradan temin edeceksin. Çünkü bin
lira, 1.500 liraya bu kadar emek gerektiren, bu kadar risk alınan, bu
kadar fedakârlık gerektiren bir mesleğin yapılmasını
tahayyül bile edemezsiniz.
Peki, sonuç ne oluyordu? Sonuç, bütün kamu hastanelerinde
vatandaşların bir hizmet alırken, önemli bir
hastalığı varsa, ameliyat olması gerekiyorsa,
muayenehanelere taşınması gereken bir çarpık sistem
ortadaydı.
Bundan dolayı hekimlerimizi suçlayabilir miydik? Elbette
suçlayamayız. Bir çarpık sistem, bir taraftan hastayı, hasta
yakınını, dar gelirliyi, orta gelirliyi, öte yandan
vatandaşı âdeta bir cendere içerisine sokmuş ve böyle bir
sıkıntılı durum Türkiye'de devam etmekteydi.
Hepinizin bildiği gibi Dönüşüm Programıyla
kamudaki bütün hastaneleri Sağlık Bakanlığının
çatısı altında topladık. Elbette sistemi, ödeme
sistemlerini değiştirmezsek bu da yeterli olmazdı. Bununla
beraber, sağlık çalışanlarına, bu arada hekimlerimize
de ek ödeme temin ettiğimiz çok yeni bir modele döndük. Değerli
hekimlerimize, onların çalışma kapasitelerine,
performanslarına göre ek ödemeler vermeye başladık ve bu
şekilde, kamuda çalışan hekimlerin, Sağlık
Bakanlığı çatısı altında çalışan
hekimlerin büyük bir çoğunluğu muayenehanelerini kapattılar,
gönüllü olarak sadece kamuda çalışmaya başladılar.
Vatandaşımız da büyük ölçüde muayenehanelere
taşınmaktan kurtulmuş oldu. Yani, çarpık bir sistemi zaten
bugüne kadar da büyük ölçüde bir gönüllük esasına göre düzelttik.
Aşağı yukarı altı yıldır bu
çabalarımızı devam ettiriyoruz.
Peki, artık uzman hekimlerimizin yüzde 80i, 81i özellikle
Sağlık Bakanlığı çatısı altında,
muayenehanelerini kapatmış, tam gün çalışmaya
başlamışken böyle bir kanunu niçin yapıyoruz? Çünkü, geride
kalan, bakiye kalan o yüzde 20lik alanda yine vatandaşımızın
sıkıntı çektiğini, çekebildiğini biliyoruz. Yine orada
bir çarpık sistem devam ediyor. O zaman, bunu yasa koyucunun iradesiyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle halkın ihtiyaçlarını
karşılamayı kendisine prensip etmiş olan bir yüce Meclisin iradesiyle
doğrultmak, düzeltmek gerekiyor.
Bir de üniversitelerimizde öteden beri süregelen sistem var. Bu
sistemde bir üniversite öğretim üyesi muayenehane açabilir, bu onun yasal
hakkıdır. Biraz önce söylediğim çarpık sistemin bir
devamı, tezahürü şeklinde bu devam edegelmektedir. Öbür taraftan,
muayenehane açmamış bir üniversite öğretim üyesi tıp
fakültesi hastanesinde özel muayene, özel işlem, özel ameliyat
adı altında hastalardan alınan paralarla bir şekilde
finanse edilmeye çalışılmaktadır. Burada da
Üstelik
hastalardan alınan paranın öğretim üyelerine giden
kısmı da çok azdır. Vatandaşlarımız bir
üniversite hastanesinde para öderken belki zannediyor ki, benim ödediğim
para hep hekime gidiyor, oradaki üniversite öğretim üyesine gidiyor. Ama
böyle bir durum da yok. Bu paranın büyük bir kısmı vergiye, bir
kısmı üniversite döner sermayesine, küçük bir kısmı da
öğretim üyesine gitmektedir. Hem vatandaşın cebinden para
çıkıyor hem vatandaş mağdur oluyor hem burada, bu
şekilde maişetini temin etmeye çalışan öğretim üyesi,
bir taraftan da o mağdur oluyor. O zaman, bu çarpık sistemi hep
birlikte düzeltmemiz gerekiyor. Ne yapmak lazım? Bir şekilde bu
parçalı yapıyı, bu çifte çalışma yapısını
ortadan kaldırmamız gerekiyordu.
Nitekim, gelişmiş bütün Batı Avrupa ülkelerine
baktığımızda böyle bir uygulamanın, yani Türkiyede
yasal olarak şu anda mümkün olan uygulamanın bu ülkelerde yer
almadığını görüyoruz. Bazı Doğu Avrupa
ülkelerinde, bazı Latin Amerika ülkelerinde Türkiyedekine benzer bir
sistem var. Yani hekim, hem devletin üniversitesinde çalışabilir hem
devletin hastanesinde çalışır hem de akşam muayenehanesine
gidebilir veya özel bir yerde çalışabilir. Ama bunun
dışında gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde böyle
bir model yok. O zaman bu çarpık sistemi mutlaka düzeltmemiz gerekiyor.
İşte son iki senedir hatta üç senedir bu konu üzerinde
çalışıyoruz. Konunun paydaşları birden fazla. Bir
taraftan Yükseköğretim Kurumu var, üniversitelerimiz var, hastanelerimiz
var, hekimlerimiz, diğer sağlık
çalışanlarımız var. Tabii ki devletin maliyesinin bu
işle ilgisi var, Sosyal Güvenlik Kurumunun ilgisi var. Bu
çalışmaları uzun bir zaman birlikte yürüttük ve Türkiye Büyük
Millet Meclisine bir kanun getirdik.
Bu kanunun temel amacı, demek ki,
vatandaşımızın sağlık hizmetine bugünden sonra
daha da kolay ulaşmasını sağlamaktır. Bir geçiş
dönemi de koyuyoruz. Kanun, şu anda parttaym çalışan, kısmi
zamanlı çalışan hekimlere eğer bir Sağlık Bakanlığı
hastanesinde çalışıyorsa altı ay, üniversite hastanesinde
çalışıyorsa bir sene de zaman tanımaktadır. Yani bir
düşünsün, taşınsın. Burada çalışmaya devam
ederek, artık muayenehanesini kapatacak mı, yoksa kamudan
ayrılarak muayenehanesini mi devam ettirecek, özelde çalışmayı
mı tercih edecek? Ama biz yaptığımız
araştırmalarda, anket çalışmalarında biliyoruz ki,
hekimlerimizin büyük bir çoğunluğu, belki yüzde 90ının
daha üstünde bir kısmı getirdiğimiz bu yeni modeli
benimseyecekler, kamuda veya üniversite hastanelerinde çalışarak
hizmet vermeye devam edecekler.
Elbette hekimlerimizin ve diğer sağlık
çalışanlarının, beyaz önlüklülerin sağlık
hizmetlerindeki yeri en üst noktadadır. Bizler, politik karar vericiler
olarak kararlar veriyoruz, bir reform programı yürütüyoruz. Bizler, bürokrasi
tarafında işin ikincil düzenlemelerini yapıyoruz,
değişiklikler yapıyoruz, kuralları
değiştiriyoruz, yeni organizasyonlar yapıyoruz, yöneticiler
yöneticilik yapıyor ama sonuçta bu hizmeti vatandaşımıza
büyük bir fedakârlıkla sunanlar beyaz önlüklü sağlık
çalışanlarıdır, hemşirelerdir, ebelerdir, teknisyenlerdir,
hekimlerdir, bütün o hastanelerde, sağlık ocaklarında, aile
hekimliklerinde, 112lerde çalışan, asistan olarak ömrünü bu işe
bir anlamda feda eden değerli meslektaşlardır. Ben Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, sizlerin huzurunuzda bütün bu beyaz önlüklülere
şükranlarımı ifade etmek istiyorum, sevgilerimi ve hürmetlerimi
ifade ediyorum; onlar buna layıklar.
Şu anda nöbeti başında çalışan
değerli sağlık çalışanları var.
Bakınız, bu çalışanlar, üniversitelerde veya eğitim
hastanelerimizdeki asistanlarımız dâhil, uzmanlık
öğrencileri dâhil yeterince bir nöbet parası alamıyorlar. Mesela
bu kanun bir taraftan vatandaşın hukukunu korurken,
çalışanların hukukunu korumak üzere nöbet ücretlerini aşağı
yukarı 3 katına çıkarıyor, hem saat ücreti olarak hem çalışılan
belli saatlere verilecek ücretler olarak. Bu kanun uzman hekimlerimizin sabit
kazançlarını yani kendilerinin döner sermayeye katkıları
dışında, bireysel katkıları dışında sabit
kazançlarını, maaş ve döner sermaye havuzundan alınacak
kazançlar olarak aşağı yukarı yüzde 70 civarında
artırıyor. Bu kanun pratisyen hekimlerimizin, uzman olmayan
tabiplerimizin sabit gelirlerini yüzde 40 oranında artırıyor. Bu
onların en tabii hakkı, bunu mutlaka yapmalıydık ve kanunun
içine bunu dercederken değerli muhalefetimizin de bize çok büyük
katkıları oldu, biraz sonra o noktaya geleceğim. Nihayetinde hem
hekimlerimizin sabit, aylık gelirlerini artırabildik, bu kanunla
artırabiliyoruz -inşallah yüce Meclisimizde kanun kabul edildikten
sonra bu gerçekleşmiş olacak- hem de emekliliğe yansıyacak
olan miktarı artırmış oluyoruz. Yani, bir uzman hekimin
bugün aldığı emeklilik maaşı gerçekten son derece
düşük bir miktardır. Böylece, bu emeklilik maaşlarını
artırma imkânımız da oluyor, aylık sabit gelirleri
artırma imkânımız da oluyor.
SACİD YILDIZ (İstanbul) Kaç sene sonra emekliliğe
yansıyacak Sayın Bakan?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) Elbette, mevcut
sisteme göre, değerli hekimlerimiz, şu andan sonra
çalıştıkları yıllar için ödedikleri primler, bu
söylediğimiz sabit gelirden alınan primler dikkate alınarak
onların maaşlarına bunlar yansımış olacak.
Ben huzurunuzda, bu çalışmayı birlikte
yaptığımız Sağlık Komisyonundaki değerli
arkadaşlarıma, en başta Sağlık Komisyonu
Başkanı olmak üzere, teşekkürü de bir borç biliyorum. Daha sonra
alt komisyonda da birlikte çalışma fırsatını
bulduğumuz değerli milletvekillerimiz oldu, bunların isimlerini
de zikretmek isterim müsaadenizle: Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Tekin
Bingöl, Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Osman Durmuş, Adalet ve
Kalkınma Partimizden Sayın Mehmet Nil Hıdır, Sayın
Lütfi Çırakoğlu ve Sayın Mehmet Domaçla hakikaten çok güzel bir
çalışma yaptık ve Komisyonda, alt komisyonda bu kanun iyice şekillendi,
tam kıvamına geldi kanaatimizce.
Kuşkusuz her kanunun eksik kalan tarafları olabilir,
kuşkusuz gönlümüzdekinin hepsini bu değişikliği yaparken
sağlık çalışanlarına aktaramamış olabiliriz
ama ben, şöyle, kanuna bir bakıyorum değerli milletvekilleri,
aşağı yukarı 10 madde, bu kanunda, sağlık
çalışanlarına avantajlar getiriyor. Yani, 19 maddelik bir kanun
getiriyoruz, yapıyoruz, burada vatandaşın hukukunu korumuş
oluyoruz, vatandaşın cebinden gereksiz yere para
çıkmasını engelliyoruz, vatandaşın bu husustaki
çilesini sonlandırmanın peşindeyiz ama bu arada sağlık
çalışanlarının hukukunu da korumak üzere
aşağı yukarı 10 madde getiriyoruz. Bunların içinde,
biraz önce söylediğim nöbet ücretleri var, sabit gelirin
artırılması var, bu sabit gelirin artırılmasından
dolayı emeklilik maaşlarının artması var.
Bunların içerisinde, yanlış uygulamalardan, malpraktis
dediğimiz uygulamalardan dolayı değerli hekimlerimizin ödemek
zorunda kaldığı ve gittikçe de mahkemelerin daha yüksek
meblağlara hükmettiği tazminatları karşılamak üzere
bir sigorta sistemi var, bu sigortanın yarısının
işverence verilmesi var. Dolayısıyla kanun bir taraftan
vatandaşımıza, öte yandan da değerli sağlık
çalışanlarına çok önemli artılar getirmiş oluyor.
Şimdi, değerli milletvekilleri, elimde bir not var.
Sizin yüce huzurunuzda bu notla ilgili bir konuşma yapayım mı
yapmayayım mı diye aslında bugün epeyce düşündüm ve sonunda
da bu hususta bir şeyler konuşma gereğini hissettim. Bu kanuna
karşı olanlar da var yani tam gün olmasın diyorlar, Eski
düzen devam etsin. diyenler var ama bu Meclisin içinde irade bu şekilde
şekillenmiş değil. Ben, tekrar muhalefet partilerimize de
teşekkür ediyorum bu kanunun görüşmelerine başlarken. Çünkü
birlikte şekillendirdik ve kanuna esastan karşı
olmadıklarını muhalefet partilerimiz de söylüyorlar. Yani
buradaki konuşmalardan kanuna olumlu oy kullanacakları şeklinde
bir düşüncem benim de oldu. Şimdi, buradan şunu anlıyoruz:
Yani üzerinde büyük ölçüde mutabakat olan, başta hekimlerimizin ve
sağlık çalışanlarının da yeni haklar elde
etmeleri dolayısıyla büyük ölçüde memnuniyet duyacakları bir
kanun var.
Bugün bana 3 ayrı milletvekilimiz bir not ilettiler. Bir
değerli hekim arkadaşımız 3üne de aynı notu
iletmiş. Bu notta, muayenehanesi olan bir değerli
meslektaşımız diyor ki: 2009 faaliyetim sonucunda 250 bin lira
gelir vergisi ödedim. Üniversitede çalışmam hâlinde devlet bu
vergiden, ayrıca KDVden mahrum olacağı gibi bana da fazladan
ödeme yapacak. Şimdi, bugün maliyeci arkadaşımla da burada
konuştum, 250 bin lira
Bir de Ben 15 kişi
çalıştırıyorum muayenehanemde. diyor, bu nasıl bir
muayenehaneyse
Maliyeci arkadaşımla da konuştum, böyle bir
vergi ödeyebilmek için aşağı yukarı herhâlde yılda 1
milyon lira civarında bir kazanç olmalı ki masrafları çıksın,
geri kalanıyla da bu kadar vergi ödenebilsin. Şimdi, böyle değerli
bir meslektaşın bu kanuna karşı çıkması bir
dereceye kadar tabiidir ama Türkiye'de böyle çok insan yok, yani şu anda
muayenehane çalıştırsa bile değerli hekimlerimizin bu kadar
çok kazandığı falan da yok aslında. Şimdi bu kanun
tartışılırken ek ödemeler, ek ödemelerin mesai
sonrasında artırılacağı, maaşların
artırılacağı falan konuşulurken belki
halkımız şöyle düşünebilir: Bu sağlık
çalışanlarına çok mu fazla bir şeyler veriliyor?
Hayır, öyle değil. Sağlık
çalışanlarının, hekimlerin aslında alması gereken,
bugüne kadar alması gereken, sosyal bir devlette bugüne kadar alması
gereken haklarını kendilerine mümkün olduğunca veriyoruz. Ama
açıkça ifade etmeliyim ki böyle bir kazancı kamunun da
karşılaması mümkün değil, vatandaşın da
karşılaması mümkün değil. Şimdi, değerli
meslektaşımız Ben vergi veriyorum. diyor. Güzel ama bu vergiyi
verebilmek için onun kazancı nereden geliyor? O muayenehaneye giden
vatandaşların ödediği paradan. İşte, biz buna razı
değiliz.
SACİD YILDIZ (İstanbul) Kalır zaten, kapatmaz.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) Biz buna razı
değiliz. Yani vatandaşımız muayenehaneye gidecek... Bu
değerli arkadaşımız bir üniversite hastanesinde
çalışıyor, hem de orada ana bilim dalı
başkanlığı yapıyor. Biliyorsunuz, ana bilim dalı
başkanlığı yaparak da muayenehanecilik yapmak mümkün,
eğer mesaiden sonra giderseniz muayenehanenize. Şimdi, biz,
vatandaşımızın bu parayı ödemesine, bu 1 milyon
lirayı bir muayenehaneye ödemesine razı değiliz. Ben
inanıyorum ki bu yüce çatı altındaki hiçbir milletvekilimiz de
buna razı değil. Daha adaletli bir sistem kuruyoruz, daha adaletli
bir sistem oluşturmanın peşindeyiz hep birlikte. Bunu,
yapabildiğimiz kadar, burada birlikte yapacağız.
Kanunun metni içinde gözden kaçan bir madde olabilir, onu da
özellikle ifade etmek istiyorum. Üniversitelerimizde, tıp fakülteleri ve
benzeri bazı fakülteler dışında gelir getirici bir
faaliyeti döner sermaye vasıtasıyla yapan öğretim üyelerine, bu
kanunla, o gelir getirici faaliyetlerin yüzde 85ini verme imkânı da
getiriyoruz. Bu konu üniversite camiasında son yıllarda çok
tartışıldı, çok konuşuldu. Döner sermaye üzerinden
herhangi bir iş yaptığı zaman bir üniversite öğretim
üyesi, bu miktarın büyük bir çoğunluğu döner sermayeye gidiyor,
tıpkı tıp fakültelerinde olduğu gibi diğer
fakültelerde de.
Bu durum, değerli milletvekilleri, üniversite ile
endüstrinin, üniversite ile iş dünyasının, üniversite ile
diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, üniversite ile
piyasanın, üniversite ile gerçek hayatın ilişkisinin yeterince
kurulmasına da mâni oluyor. Dolayısıyla bu maddeyle,
üniversitelerimizdeki değerli öğretim üyeleri, endüstriye ve
diğer alanlara hizmet ettikleri ölçüde döner sermayeden, gelirlerinin de
büyük bir kısmını kazanmış olacaklar.
Ben, bu kanunun, bu mantık ve kurgu içerisinde, Millet
Meclisimizde, Genel Kurulumuzdaki görüşmelerle daha da
olgunlaşacağına inanıyor, hepinize
saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Akdağ.
Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 14 Ocak 2010 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.01