DÖNEM: 23 CİLT: 66 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
87nci
Birleşim
15 Nisan 2010 Perşembe
(Bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş
ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına
uygun olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N
D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - GÜNDEM
DIŞI KONUŞMALAR
A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALARI
1.-
Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmazın,
Ağrının düşman işgalinden kurtuluşunun 92nci
yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsunda,
kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türke
yapılan saldırıya ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçalın, köy enstitülerinin kuruluşunun 70inci
yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayelin, 8inci Cumhurbaşkanı Turgut
Özalın ölüm yıl dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Hakkâri
Milletvekili Rüstem Zeydanın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsunda,
kapatılan Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türke
yapılan saldırıya ilişkin açıklaması
3.- İstanbul
Milletvekili Necat Birincinin, köy enstitüleriyle ilgili gündem
dışı konuşma yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçalın
anlatımlarına ilişkin açıklaması
4.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılının, İzmir
Milletvekili Harun Öztürkün, konuşmasındaki Bezm-i Âlem
Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşunun usule aykırı olduğu eleştirilerinin
doğru olmadığına ilişkin açıklaması
5.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın, kabul edilen bir önergeyle, 487
sıra sayılı Kanun Tasarısının parasal
konuları da içermesi nedeniyle, İç Tüzükün 142nci maddesine göre,
tümünün oylamasının açık oylama şeklinde
yapılmasının zorunluluk taşıdığına ilişkin
açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 milletvekilinin, spor kulüplerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/674)
2.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz
personelinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/675)
3.- CHP Grup
Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, Ankara
Milletvekili Hakkı Suha Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlunun, Anayasa Değişikliği
Teklifindeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/676)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977de
meydana gelen olayların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/677)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Genel
Kurulun, 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00te toplanarak gündemdeki
Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve
çalışmalarını saat 2400e kadar sürdürmesine ilişkin
AK PARTİ Grubu önerisi
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96)
2.- Türk Borçlar
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S.
Sayısı: 321)
3.-
Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve
Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine
Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)
4.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S.
Sayısı: 487)
5.- Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın, Kooperatifler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Tarım, Orman ve Köyişleri ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633)
(S. Sayısı: 496)
IX.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İzmir
Milletvekili Oğuz Oyanın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet
Sağlamın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtmanın, Ankara Resim ve Heykel Müzesindeki
kayıp eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/13291)
2.- İzmir
Milletvekili Canan Arıtmanın, Karun Hazinesinin yurt
dışına kaçırılan parçalarına ilişkin sorusu
ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı
(7/13292)
3.- Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın, TRTye personel alımına
yönelik iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/13322)
4.- Samsun
Milletvekili Osman Çakırın, Samsundaki tarihî eserlerin
restorasyonuna ve Gazi Müzesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/13359)
5.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvelin, kayıp, çalıntı ve sahtesiyle
değiştirilen eserlere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/13360)
6.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkinin, TRTdeki bomba yüklü kamyon haberine
ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçın cevabı (7/13459)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 13.03te açılarak beş oturum yaptı.
Kayseri
Milletvekili Yaşar Karayel, Mimar Sinanın ölüm yıl dönümü ve
Mimar Sinan Haftasına,
Bursa
Milletvekili Necati Özensoy, İznikin kültür ve turizmdeki yerine ve
sorunlarına,
Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Türk vatandaşlarına
uygulanan vize ve Türkiye'nin diğer ülke vatandaşlarına
uyguladığı vize konusuna,
İlişkin
gündem dışı birer konuşma yaptılar.
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Mimar Sinanın ölüm yıl dönümü
ve Mimar Sinan Haftasına ilişkin bir açıklamada bulundu.
Kırklareli
Milletvekili Turgut Dibek ve 24 milletvekilinin, işsizlerin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi (10/670),
Burdur
Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ve 24 milletvekilinin, şeker
fabrikalarının pancar alımında fire kesintisi yapması
konusunun araştırılması (10/671),
Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve
yayın kuruluşlarının sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
(10/672),
Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut ve 21 milletvekilinin, maden
kazalarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/673),
Amacıyla
birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3üncü
sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
(1/761) (S. Sayısı: 458),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
4üncü
sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun (1/808) (S.
Sayısı: 487) çerçeve 1inci maddesine ek madde 123 ihdasına dair
önerge kabul edildi; çerçeve 1inci maddesine ek madde 124 ihdasına dair
önerge üzerinde bir süre görüşüldü.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının 160 ve 168inci sıralarında bulunan iki
üniversite kurulmasıyla ilgili tasarıların görüşülmekte
olan 487 sıra sayılı tasarıya ek madde olarak eklenmesinin
İç Tüzüke aykırı olup olmadığına ilişkin
açılan usul tartışması sonucunda, Oturum Başkanı,
tutumunda bir değişiklik olmadığını
açıkladı.
15 Nisan 2010
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00te toplanmak
üzere birleşime 20.04te son verildi.
|
|
|
Nevzat
PAKDİL |
|
|
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
|
|
|
|
|
|
Fatih
METİN |
|
Yaşar
TÜZÜN |
|
|
Bolu |
|
Bilecik |
|
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 122
II.- GELEN KÂĞITLAR
15 Nisan 2010 Perşembe
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu ve 19 Milletvekilinin, spor kulüplerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/674) (Başkanlığa
geliş tarihi: 26.02.2010)
2.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın ve 21 Milletvekilinin, ceza infaz
personelinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/675)
(Başkanlığa geliş tarihi: 26.02.2010)
3.- CHP Grup
Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Kemal Anadol, Ankara Milletvekili
Hakkı Suha Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlunun, Anayasa değişikliği
teklifindeki imzalarla ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/676) (Başkanlığa geliş tarihi:
07.04.2010)
4.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 23 Milletvekilinin, 1 Mayıs 1977de
meydana gelen olayların araştırılması amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/677) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.04.2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru
Önergeleri
1.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, bir taşocağının çevreye
etkilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/12484)
2.-
Diyarbakır Milletvekili Akın Birdalın, kayıp kişilere
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/12492)
15 Nisan 2010 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.04
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih
METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 87nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Ağrının
düşman işgalinden kurtuluşu yıl dönümü münasebetiyle söz
isteyen Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaza aittir.
Sayın Eryılmaz, buyurun efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ağrı Milletvekili
Yaşar Eryılmazın, Ağrının düşman
işgalinden kurtuluşunun 92nci yıl dönümüne ilişkin gündem
dışı konuşması
YAŞAR ERYILMAZ (Ağrı) Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Ağrı ilimizin düşman işgalinden
kurtuluşunun 92nci yıl dönümü vesilesiyle gündem dışı
söz almış bulunuyorum. Bu münasebetle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Ağrı, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara
tanıklık yapmış, kültür mozaiği bir sınır
ilimizdir. Yavuz Sultan Selimin Çaldıran seferiyle Osmanlı
topraklarına katılmış, bu dönemde Şorbulak olan
adı, daha sonraları Karakilise ve son olarak da Karaköse olarak
isimlendirilmiştir.
Ağrı, 1914 yılında Rus işgaline
uğramış ve 14 Nisan 1918de sırasıyla
Doğubeyazıt, Diyadin, Taşlıçay, Patnos ve Tutak
ilçelerimiz, 15 Nisan 1918de Ağrı ilimiz, 16 Nisan 1918de de
Eleşkirt ilçemiz düşman işgalinden kurtarılarak gelecek
nesillere kutsal bir emanet olarak teslim edilmiştir. Bir daha o acı
ve karanlık günlere dönmemeyi temenni ediyor, aziz şehitlerimizi
rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, biz sadece anlamak ve ders almak
için geçmişe, çözüm için ise geleceğe bakmak gerektiğini
düşünüyoruz. Türkiye'nin gelişebilmesi, sorunlarına çözüm
üretebilmesine bağlıdır. Bu yüzden, Türkiye, sorun
alanlarını doğru belirlemek, onlarla yüzleşmek,
sorunlarına sahip çıkmak, nedenlerini anlayarak doğru
yöntemlerle çözmek zorundadır. Zira, bugüne kadar sorunlarını
öteleyen, çözüm refleksi göstermeyen devletçi bakış açısı
ilk kez AK PARTİ İktidarıyla çözüm odaklı bir
bakış açısı potansiyeli göstermekte, çözüm umutları
daha da artmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Ağrı çok sayıda
tarihî yapıya ve doğal güzelliklere sahiptir. Özgürlüklerin
anıtı gibi duran Ağrı Dağı,
insanlığın ortak değeri Nuhun Gemisine ev sahipliği
yapması, bir Selçuklu mimari harikası olan İshakpaşa
Sarayı, Ahmedi Hani Türbesi, meteor çukuru, Diyadin Kaplıcaları,
Balık Gölü, Hamur Deresi, Tendürek Dağı ve dünyada benzeri
olmayan Kudret Köprüsü bunlardan sadece birkaçıdır.
Görüldüğü gibi birçok kültürün izine rastlanılabilen, bu
nedenle turizm açısından küçümsenmeyecek bir potansiyel olup Gürbulak
Sınır Kapısıyla ülkemizi İrana bağlayan bir
geçiş köprüsüdür. Böylesi derin tarihî geçmişe ve doğal
güzelliklere sahip ilimizin sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi
bakımından iller arası en son sırada yer alması
oldukça üzücü ve düşündürücüdür. Eğitim oranının
düşüklüğü, yoksulluk, işsizlik, zaman zaman yaşanan terörün
olumsuzlukları, ilin sürekli dışarıya göç veriyor olması
ilimizin kalkınmasını geciktirmiştir. Bu gecikmişlik
son yedi buçuk yılın değil uzun bir ihmalin sonucudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ağrının cumhuriyet tarihi boyunca yaşamış
olduğu makûs talihinin yenilmesi noktasında AK PARTİ hükûmetleri
döneminde önemli adımlar atılmıştır. Kısaca
değinirsek: Eğitim yatırımlarıyla ilgili çok
sayıda okul açılmış
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesinin, eğitim düzeyini yükselteceğine, ilin
kalkınmasına önemli destek sağlayacağına gönülden
inanıyorum.
Sağlık alanlarına gelince, 2002 yılında
39 uzman hekim, 52 pratisyen hekim, 134 hemşire, 81 ebe varken; bugün 145
uzman hekim, 143 pratisyen hekim, 57 hemşire, 355 ebe mevcuttur.
Ayrıca Doğubeyazıt ve Patnos yeni devlet hastaneleri bu yıl
içinde hizmete girecek, Ağrı merkez yeni devlet hastanesi yakın
gelecekte ihale edilecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Eryılmaz.
YAŞAR ERYILMAZ (Devamla) Beklentilerimizden birazcık
bahsedecek olursak, Hükûmetimizin tarıma vereceği teşvikleri
artırmasıyla bu sektörün daha cazip hâle getirilmesi, turizm
potansiyelinin bölgeye aktarılacak kaynaklarla tanıtıma
vereceği ağırlıklar, sınır ticaretinin
geliştirilmesi, gümrük kolaylıklarının getirilmesi
gerektiğini vurguluyor, Ağrılı hemşehrilerimizin
kurtuluş gününü kutlarken, 17 Nisan 1993te kaybettiğimiz 8inci
Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özalı da bu vesileyle
rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar )
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Eryılmaz.
Gündem dışı ikinci söz 12 Nisan 2010 tarihinde
Samsunda yaşanan müessif olayla ilgili olarak söz isteyen Muş
Milletvekili Nuri Yamana aittir.
Buyurun Sayın Yaman. (BDP sıralarından
alkışlar)
2.- Muş Milletvekili M. Nuri
Yamanın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsunda, kapatılan Demokratik
Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türke yapılan
saldırıya ilişkin gündem dışı konuşması
M. NURİ YAMAN (Muş) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; nisan ayının bizler için önemli olan ve
gelişen olayları üzerine gündem dışı söz
almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, içinde
bulunduğumuz Kutlu Doğum Haftasının tüm İslam âlemine
ve halkımıza hayırlara vesile olmasını dilerim.
Bugün 15 Nisan, hem komşu ilimiz Ağrının
kurtuluş günü hem de Kürt halkının yıllardır süren hak
ve özgürlük mücadelesini yürüten yiğit partili çalışma
arkadaşlarımın gözaltına alınıp
tutuklandığı olayların birinci yıl dönümü. Tüm
Ağrılı hemşehrilerimin bu gününü kutlarken yine Amed,
Şırnak, Hakkâri, Van, Muş zindanlarında bu haksız ve hukuksuz
tutuklamalara karşı direnen, ödünsüz özgürlük mücadelesini yürüten
tüm arkadaşlarımı buradan bir kez daha saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği gibi, 14 Nisan 2009 tarihinde KCK
operasyonları adı altında başlayan operasyonlar bir
yılını doldurdu ve hâlihazırda tam 1.483
arkadaşımız hâlen tutuklu bulunmaktadır.
29 Mart seçimlerinden sonra bölgede yenilgiye uğrayan AKP
İktidarı, bu tarihten kısa bir süre sonra operasyonlara
başlamış, bir yıl boyunca Kürtlerin siyasi
kadrolarını yok etmek adına elinden geleni ardına
koymamıştır. Bu operasyonlar göstermektedir ki, siyasi iktidar,
Kürt sorununu açılım adı altında çözüyormuş
görüntüsü vermeye çalışırken, asıl olarak halkın özgür
iradesine dayanan demokratik siyaseti tasfiye edip, yılların inkâr
anlayışını çok daha ince yöntemlerle uygulamaya
çalışmaktadır. Hükûmetin, demokrasinin temel taşı olan
toplumun örgütlü yapılarına yönelik böylesi bir
saldırganlık içine girmesi onun demokratik siyasete olan
tahammülsüzlüğünü açık bir biçimde göstermiştir.
Parti üst düzey yöneticilerimiz, belediye
başkanlarımız, insan hakları yöneticileri, il
yöneticilerimiz ve yüzlerce çalışanımız, demokrasi âdeta
ayaklar altına alınan bir şekilde evleri basılarak
gözaltına alınmış, haklarında hiçbir kanıt
olmamasına rağmen tutuklanarak cezaevlerine konulmuş ve daha da
ilginci, aradan bir yıl geçmesine rağmen savcılık
tarafından hâlâ iddianame hazırlanmamış ve
arkadaşlarımız hâkim karşısına da
çıkarılamamışlardır. İçlerinde on iki ayı
aşkın bir süredir tutuklu bulunanlar olmasına rağmen,
alınmış olunan gizlilik kararının devam etmesi
nedeniyle avukatlar hâlâ dosyayı inceleme şansını
bulamamışlardır. Herhangi bir mahkeme
yapılmaksızın tutukluluk hâllerinin devamına karar
verilmesi açık bir şekilde adil yargılanma ilkesinin ihlal
edildiği, kötü muamele ve ayrımcılığa maruz
bırakıldıkları anlamına gelmektedir. Devam eden bir
yıllık süreçte, sözüm ona, 12 Eylül darbe Anayasasını
değiştirmeyi planlayan Hükûmetin Kürtlere 12 Eylül
uygulamalarını bile aratır bir uygulamayı layık
gördüğünü açık bir şekilde görmekteyiz. Bilindiği üzere 12
Eylül döneminde gözaltına alınan kişiler doksan gün boyunca
herhangi bir yargı mercisi önüne çıkarılmadan gözaltında
tutulabiliyorlardı. Ancak arkadaşlarımız 2010 Türkiyesinde
bir yıldır adalet bekliyorlar, mahkeme önüne çıkmayı
bekliyorlar. Bu hukuksuzluğun daha ne kadar süreceği de
belirsizliğini korumaktadır. Nitekim, bugüne kadar yetkililerle
yaptığımız görüşmelerde, bizlere davanın ne zaman
açılacağı konusunda net bilgi verilmemektedir. İleri
sürülen soruşturmanın kapsamının büyüklüğü gerekçesi
ise bize hiç makul görülmemektedir.
Değerli arkadaşlar, soruşturmanın temel
dayanağını, telefon ve ortam dinlemeleriyle bazı gizli
tanık ifadelerinin oluşturduğu anlaşılmaktadır.
İçlerinde belediye başkanlığı görevini yürüten
arkadaşlarımızın da bulunduğu siyasetçilerimiz gözaltına
alınırken kelepçelenerek teşhir edilmeleri de dikkate
alındığında, bu operasyonda en az gözetilen hususun hukuk
ve yasalar olduğu görülmektedir. Keza Ceza Kanununda tutuklamanın
temel amacı olan kaçma şüphesi ve delillerin karartılması
şüphesinin de bu soruşturmada tereddütsüz bir şekilde
uygulanması ise soruşturmanın hukuki gerekçelerinden ziyade
siyasi bir saikle yürütüldüğü kanaatimizi güçlendirmektedir.
AKP bu uygulamasıyla, yerel seçimlerden zaferle
çıkmış bir halkı açık bir şekilde
cezalandırmaktadır. Herkes 29 Mart 2009 seçimlerinin ve 13 Nisanda
ilan edilen ateşkesin, sorunun barışçıl yöntemlerle çözüme
ereceğini beklerken
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yaman, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
M. NURİ YAMAN (Devamla)
tam tersine, intikamcı bir
anlayışla klasik devlet partisi gibi davranan AKP, bu tutuklamalarla
çözümsüzlüğü derinleştirmek için elinden geleni geri
bırakmamıştır.
Kürtler bu baskılarla, bu uygulamalarla yeni
karşılaşmıyorlar. Gerekli olan direnmekse, biz direnmeyi
çok iyi öğrendik. Sizden öncekiler bizi yıldıramadılar,
sizler de yıldıramayacaksınız. Eğer bizim değil
de sizlerin 1.500e yakın kadronuz gözaltına almış olsaydı,
parti çalışmalarınız felç olma noktasına gelmişti
ama Barış ve Demokrasi Partisi dimdik ayaktadır. Çünkü
yıllardır Kürt halkı üzerinde sürdürülen bütün baskılar,
yıldırmalar ve zulümler bu halka direnme gücünü nasıl
bayraklaştıracağını da göstermiştir. Tutuklanan
1.500 yöneticinin yerine gepgenç yeni kadrolar anında bayrağı
devralarak mücadele direncini doruğa çıkarmışlardır ve
bu başarılarını da sürdüreceklerini belirtirken, burada
sözlerime son verir, yüce Meclisi en içten duygularımla selamlarım.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Yaman.
Bu arada, Sayın Türke de geçmiş olsun dileklerimizi bu
vesileyle iletmiş olalım.
Gündem dışı üçüncü söz köy enstitülerinin
kuruluş yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Zonguldak Milletvekili
Ali Koçala aittir.
Sayın Koçal, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.- Zonguldak Milletvekili Ali
Koçalın, köy enstitülerinin kuruluşunun 70inci yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
cumhuriyetimizin unutulmaz eserlerinden biri olan köy enstitülerinin
kuruluşunun 70inci yıl dönümü nedeniyle söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye sevdalıları için çok önemli olan bu eserin
hayata geçmesini sağlayanları şükranla anıyorum ve
yaşamını sürdürmekte olanlara sağlık ve esenlikler
diliyorum.
17 Nisan 1940 yılında büyük bir heyecanla kurulan köy
enstitüleri, bir aydınlanma projesidir, üreterek kalkınma projesidir.
Bu okullardan birikimli, donanımlı, kendine güvenli, bilinçli
öğretmenler yetişmiştir. Bu öğretmenler, üretimle
eğitimin iç içe geçmesini sağlamış birer toplum önderi
olarak görev yapmışlardır. Aynı zamanda, demokratik, laik,
sosyal hukuk devletinin ve Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucuları
olmuşlardır, ilericilik ve yurtseverliklerinden asla ödün vermemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, köy enstitüleri, başka bir
yerden kopya edilmemiştir, tamamen Türkiyemize özgü bir projedir. Bu
projeyle köylere hizmet gitmiş ve böylece köylü,
varlığını hissettirmeye başlamıştır.
Köy çocuklarının öğretmen, doktor, sanatçı, yazar,
milletvekili olmasının yolu bu dönemde açılmış, birçok
ünlü kişi bu okullardan yetişmiştir. Hâlen güncelliğini
koruyan bu kurumlar çağdaş eğitim ilkelerini uygulayan insan merkezli,
laik ve bilimsel kurumlardı.
Değerli milletvekilleri, toplumumuzu ayağa
kaldıran, aydınlanma sürecini başlatan, eğitimde devrim
yaratan köy enstitüleri insanlarımızı ümmetçilikten
yurttaşlığa taşımıştır ancak ne var ki,
köy enstitüsü mezunları söyledikleri, yaptıkları ve
yazdıklarıyla birçok kişiyi ürkütmüş, sömürülen, ezilen,
horlanan köylü çocuklarının okuyup yönetime ortak olma talepleri
egemen güçler tarafından telaşla
karşılanmıştır. Dolayısıyla, bu projeyi
uygulayan ve destekleyenler tehdit edilmeye başlanmıştır.
Böylece şimdi hepimizin gururlandığı köy enstitüsü
kurucuları ve mezunlarına birtakım yakıştırmalar
yapılarak sürüldüler, özlük hakları geri alındı, hapse
atıldılar, rahatsız edildiler ve sürekli gözetim ve denetim
altında tutularak psikolojik baskıya maruz kaldılar.
Yine, köylümüzün uyanmasını istemeyen uluslararası
güçler ile yerli iş birlikçileri bu modelin başarıya
ulaşmaması için büyük bir organizasyonun da içerisine
girmişlerdir ve nihayet hepinizin bildiği gibi, çeşitli
unsurların sistemli ve programlı baskısı sonucu 1946
yılında başlayan kapatma süreci 1954 yılında
tamamlanmış oldu. Bu kapatmayla
bağımsızlığımızı içine sindiremeyenler
rahat bir nefes almış oldular.
Değerli milletvekilleri, aslında bilinmelidir ki, köy
enstitüleri bir hiç uğruna kapatılmıştır. Bu
okulların kapısına kilit vuranlar Türkiyeye iyilik
yapmamışlardır. Eğer köy enstitüleri
kapatılmamış olsaydı bugün önümüzde çok güzel bir Türkiye
olacaktı, devletimiz bu denli kuşatılmayacaktı,
varlıklarımız babalar gibi satılmayacaktı. Sosyal
devletin yerine tarikat ve cemaat mensupları bu kadar cesaretli olmayacak
ve insanlarımız üreterek kazanacak, sadakaya muhtaç olmayacaktı.
Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı
değerli milletvekilleri, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ve
cumhuriyet kazanımlarını savunanlar ve bilim adamları
tutuklanamayacak, sorgusuz sualsiz hapse atılamayacaktı, Atatürke ve
cumhuriyete karşı olanlar bu kadar prim yapamayacaktı, hukukun
üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları bu denli erozyona
uğramayacaktı.
Ve eğer köy enstitüleri kapatılmasaydı
başımızda böylesine beceriksiz ve içten pazarlıklı bir
hükûmet olmayacaktı. Daha dün yardım alarak çocuklarını
okutabilen kısa yoldan zengin olamayacak ve devletin 750 milyon
dolarını yandaşlarına peşkeş çekemeyecekti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Koçal.
ALİ KOÇAL (Devamla) Değerli milletvekilleri, 18 bin
köy enstitüsü mezununun esasında hiçbir suçu yoktur. Onlar
kalpazanlık yapmamıştır; yolsuzluk, usulsüzlük, evrakta
sahtecilik yapmamıştır; dolandırıcılık suçu
işlememiştir; yetim hakkı yememiştir. İntikam duygusu
içerisinde olmamıştır köy enstitüsü mezunları,
topraklarımızı, madenlerimizi satmamışlardır,
aksine korumuşlardır. Onlar Lozandan vazgeçmemişler, Sevri
savunmamışlardır. Onlar cumhuriyeti, Atatürkü, ülkemizi ve
insanlarımızın çıkarlarını
savunmuşlardır.
Ve özetle, köy enstitüleri modelini yaratan bu ulusun bir bireyi
olmaktan çok büyük onur ve gurur duyduğumu sizlerle paylaşmak
istiyorum. Ve köy enstitüleri kapatılmasaydı değerli
arkadaşlar, şimdi herkesin hayranlıkla izleyeceği bir
Türkiye olacaktı.
Bu duygularla yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Karayel, buyurun efendim.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kayseri Milletvekili
Yaşar Karayelin, 8inci Cumhurbaşkanı Turgut Özalın ölüm
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) Saygıdeğer
Başkanım, 17 Nisan 1993 yılında Hakka yürüyen 8inci
Cumhurbaşkanımız Saygıdeğer Turgut Özalın ölüm
yıl dönümü münasebetiyle söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Rahmetli Turgut Özal, 1927 yılında Malatyada doğup
altmış altı yıl ömür sürdüğü zamanda ülkemize hem özel
sektörde hem de bürokraside çok büyük hizmetler yapmıştır. Bu
hizmetleri döneminde, özellikle Başbakan
Yardımcılığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı
dönemlerinde, büyük projelere imza atmıştır. 1983
yılında kurduğu partiyle yedi yılda ülkeye büyük hizmetler
etmiş, Türk milletinin ufkunu açarak Türkiye'nin dışa açılmasında,
ekonomik büyümesinde ve sosyal hayatımızın gelişmesinde,
Türkiye'nin demokratikleşmesinde çok büyük hizmetler etmiştir. 31
Ekim 1989 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 8inci
Cumhurbaşkanımız olarak seçilmiş, 17 Nisanda görevi
başında vefat etmiştir.
Kendisine, sevenlerine, ailesine ve yüce Türk milletine başsağlığı
dileyerek rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Allah rahmet eylesin.
Adına üniversite kuran arkadaşları, vefalı
dostlarını da tebrik ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Biz de rahmetli Başbakanımız ve
Cumhurbaşkanımızı bu vesileyle bir kere daha rahmetle,
minnetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun.
Sayın Zeydan
2.- Hakkâri Milletvekili Rüstem
Zeydanın, 12 Nisan 2010 tarihinde Samsunda, kapatılan Demokratik
Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türke yapılan
saldırıya ilişkin açıklaması
RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; ben de 12 Nisanda Samsunda Sayın Ahmet
Türke yapılan saldırıyı şiddetle
kınadığımı ifade ediyorum ve gerçekten de bugünlerde
birlik ve bütünlüğümüze halel getirecek hiçbir davranışa hiç
kimsenin tevessül etmemesini gerçekten içtenlikle diliyorum. Başta
Sayın Başbakanımız olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisinin
Sayın Lideri, Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Lideri üzüntülerini
belirtmişlerdir. Zaten Sayın Ahmet Türk de itidal
çağrısı yapmıştır. Umuyorum ki ülkemin her
köşesindeki vatandaşlarımız birlik ve bütünlüklerini
bozabilecek hiçbir davranışın içinde olmayacaklardır.
Bu cümleden hareketle, 13 Nisanda Hakkâri ilimizde meydana gelen
üzücü olaylarda polis memurlarımızın bir çocuğumuza
yapmış oldukları görüntü gerçekten hepimizi içten
yaralamıştır. Zaten Hükûmetimiz de gereğini yerine
getirmiş, iki polis memuru açığa alınmıştır.
Ama inanıyorum ki, vatandaşlarımız sağduyulu
davranacaklardır ve ülkemizin birlik ve bütünlüğünü hiçbir zaman
bozabilecek davranışlar içerisinde olmayacaklardır. Bu bize bir
ders olsun diyoruz ve Allah bu memleketin birliğini, bütünlüğünü
hiçbir zaman bozmasın dileklerimi yüce Meclise arz etmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Zeydan.
Biz de sizin temennilerinize katılıyoruz.
Sayın Birinci, buyurun efendim.
3.- İstanbul Milletvekili
Necat Birincinin, köy enstitüleriyle ilgili gündem dışı
konuşma yapan Zonguldak Milletvekili Ali Koçalın
anlatımlarına ilişkin açıklaması
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Sayın
Başkan, sayın Meclis; biraz önce bir hatibimiz köy enstitülerini
anlattılar. Son derece romantik ama gerçek zeminden uzak ve iftira dolu
bir ifade idi. Köy enstitüleri
BAŞKAN Sayın Birinci, şunu rica edeyim
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Son
söylediğimi geri alıyorum.
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) Ne gerek var!
BAŞKAN Efendim şöyle
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Son söylediğim
cümleyi geri alıyorum.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Sen devlette
müsteşarlık yaptın!
BAŞKAN Efendim, şöyle: Bakınız,
arkadaşımız kendi görüşlerini, düşüncelerini beyan
etti, söyledi. Ekleyeceğiniz bir husus varsa onu ekleyelim
arkadaşlar.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Ben de ekliyorum
BAŞKAN Yeni yeni tartışma konuları meydana
getirmeyelim lütfen.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Ekliyorum.
BAŞKAN Buyurun efendim.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Bir taraf iddia
ederken öbür taraf da müdafaa etmelidir. Geri almıyorum, geri
alacaktım
Köy enstitüleri ilmî şekilde bugüne kadar ele
alınmamıştır. Bir romantizmin ifadesi ile ortaya
konmuştur. Kuruluş sebepleri, işleyişi ve sonuçlanması
daima gerçekler göz önünden uzak tutularak işlenmiştir. (CHP
sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, böyle bir
usul var mı?
BAŞKAN Sayın Birinci
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Köy enstitüleri
BAŞKAN Sayın Birinci
TEKİN BİNGÖL (Ankara) Terbiyesiz, adi herif!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Muhatabı cevap verir.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul)
1940ta
kurulmuş
BAŞKAN Sayın Birinci
NECAT BİRİNCİ (İstanbul)
1940ta kurulmuş
(CHP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon Başkan tarafından kapatıldı)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Muhatabı cevap verir, sen niye
cevap veriyorsun?
BAŞKAN Sayın Birinci, mikrofonu kapattım.
Arkadaşlar
Arkadaşlar
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Sayın Başkan,
niye kapatıyorsun?
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) Muhatabı cevap
verir ona.
BAŞKAN Arkadaşlar
Sayın Karaibrahim, oturunuz
efendim. Arkadaşlar
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Sen Millî Eğitimde
müsteşarlık yaptın, müsteşarlık; ayıp!
Bunu sen savunacaksın, Millî Eğitimde
müsteşarlık yaptın, sen savunacaksın, söylediğin
laflara bak!
BAŞKAN Sayın Koçal
Arkadaşlar
Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız,
şunu ifade etmek istiyorum: Burada söz alan milletvekilleri kendi
düşüncelerini beyan ediyorlar, yapıyorlar; eğer gruba bir
sataşma varsa veya Hükûmete bir sataşma varsa, şahsa bir
sataşma varsa cevap verebilirler
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Pazartesi günü de sen söz
alırsın, konuşursun.
BAŞKAN ...başkan vekilliğini yapan
arkadaşlar. Nezaketen, bir katkı olsun diye açıklıyorum.
Burada birbirimize sürekli olarak cevap vermek durumuyla ilgili olursa
SONER AKSOY (Kütahya) Efendim, o da gerçeği
BAŞKAN Lütfen Sayın Aksoy
Lütfen efendim
Lütfen
efendim
SONER AKSOY (Kütahya) Sayın Başkan
BAŞKAN Lütfen efendim
Sayın Aksoy, lütfen
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Efendim, 47de
kapanmıştır, CHP kapatmıştır.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) Ara ver Başkan.
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Millete yalan
söylemeyin!
BAŞKAN Arkadaşlar, lütfen
tartışmayalım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Hayır, sonra bu konu, Sayın
Başkan niye rahatsız ediyor acaba, iktidar mensuplarını köy
enstitüleri niye rahatsız ediyor?
BAŞKAN Sayın Koçal, tartışmayalım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Rahatsız olmalarının
nedeni nedir? Çıksınlar, onu anlatsınlar.
BAŞKAN Sayın Koçal, lütfen
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Bunu bilmesi
lazım.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Niye rahatsız ediyor sizi köy
enstitüleri?
BAŞKAN Sayın Koçal
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Yani onların
kapanmasını sağlayanlarla birlikte mi oldunuz siz de? Siz de onları
kapatanlarla beraber miydiniz?
BAŞKAN Arkadaşlar
Sayın milletvekilleri
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) 1947de
kapatıldı.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) 47de kapanmaya
başlamıştır. Sen müsteşarlık yaptın Millî
Eğitimde, bunları iyi bilirsin.
BAŞKAN Sayın Koçal
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Sen onlarla beraber miydin?
BAŞKAN Sayın Koçal
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Ya kardeşim, söz al!
BAŞKAN Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin
dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(Gürültüler)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Yani her gündeme geldiğinde
mutlaka siz söz alıyorsunuz, çok rahatsız oluyorsunuz. Çok
rahatsız oluyorsunuz.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Ya benim babam köy enstitülü, ne
olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Tebrik ederim.
BAŞKAN Sayın Birinci
Sayın Birinci
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Konuşmayın şununla.
BAŞKAN Sayın Birinci, lütfen yerinize geçiniz efendim.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Duyamıyoruz Sayın
Başkan.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Sayın Vekilim, benim babam
köy enstitülü, ne olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Tebrik ederim.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) Ne olmuş!
NECAT BİRİNCİ (İstanbul) Ben aleyhinde
değilim ki. Tebrik ederim.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, birleşime beş
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 13.32
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.42
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih
METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 87nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
babında Meclis araştırması açılmasına
ilişkin dört önergenin okunması vardı.
Şimdi önergeleri ayrı ayrı okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL
KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Edirne Milletvekili Cemaleddin
Uslu ve 19 milletvekilinin, spor kulüplerinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/674)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre,
Türkiye genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun
bulunduğu gerçeği dikkate alındığında bu spor
kulüplerinin bir çok sorun yaşadıkları zaman zaman medyaya
yansımaktadır. Nüfusunun yarısı 28 yaşın
altında olan Ülkemizde, gelecek nesillerin sağlıklı
yetişmesi açısından spor kulüplerinin
yaşadığı sorunların çözüme kavuşturulması
büyük önem teşkil etmektedir. Spor Kulüplerimizin yaşamakta
oldukları ekli gerekçede belirtilen sorunlarının
araştırılarak, alınabilecek önlemlerin belirlenmesi
amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105.
maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu
kurulmasını arz ve teklif ederiz.
1) Cemalettin Uslu (Edirne)
2) Behiç Çelik (Mersin)
3) Oktay Vural (İzmir)
4) Kürşat Atılgan (Adana)
5) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
6) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta)
7) Erkan Akçay (Manisa)
8) Hasan Özdemir (Gaziantep)
9) Necati Özensoy (Bursa)
10) Zeki Ertugay (Erzurum)
11) Bekir Aksoy (Ankara)
12) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
13) Ahmet Deniz Bölükbaşı (Ankara)
14) Gürcan Dağdaş (Kars)
15) Hakan Coşkun (Osmaniye)
16) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
17) Ahmet Bukan (Çankırı)
18) Muharrem Varlı (Adana)
19) Atila Kaya (İstanbul)
20) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
Gerekçe:
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün rakamlarına göre,
Türkiye genelinde 9.979 spor kulübünde 1.638.030 lisanslı sporcunun
bulunduğu gerçeği dikkate alındığında bu spor
kulüplerinin bir çok sorun yaşadıkları zaman zaman medyaya
yansımaktadır. Nüfusunun yarısı 28 yaşın
altında olan Ülkemizde spor kulüplerinin önemi inkar edilemez. Genç bir
nüfusa sahip olan ve her zaman genç nüfusu ile övünen ülkemizin, gelecek
nesillerin sağlıklı yetişmesi açısından çok
önemli işlevler ifa eden spor kulüplerinin yaşadığı
sorunların çözüme kavuşturulması büyük önem teşkil
etmektedir. Örneğin 1997 yılı Aralık ayı ile 2009
yılı Mayıs ayı arasında Edirne Spor Yönetim Kurulu
üyeliğinde bulunan yaklaşık 200 kişiye gönderilen toplam
958.567,99 TL tutarındaki ödeme emri tebligatları nedeniyle Edirne
spor camiası büyük bir huzursuzluk yaşamaktadır Türkiye
genelinde, birçok spor kulübü ve değerli yöneticilerinin aynı
sorunları yaşamakta olduğu bir gerçektir. Spor kulüplerinin SSK
prim borçları, borç anaparasına uygulanan yüksek faiz ve gecikme
zamları nedeniyle ödenemeyecek oranda artmıştır. Spor
kulüplerinde yönetici olarak görev yaparak Türk sporuna hizmet eden bu
kişilerin hem sosyal hem de ailevi olarak yaşadıkları
mağduriyetlerin giderilmesi sporun geleceği açısından
doğru olacaktır. Bu itibarla spor kulüplerinin
yaşadığı sorunların Spor Kulüplerine ve Türk sporuna
zarar vermeden çözüme kavuşturulması büyük önem arz etmektedir Bu konuda,
Türkiye genelinde aynı durumda bulunan bütün spor kulüplerimiz için
kalıcı bir çözüm yolu bulunmalıdır. Aksi takdirde, spor
kulüplerimiz yönetici bulmakta zorlanacak ve Türk Sporu bu gelişmelerden
olumsuz etkilenecektir. Ayrıca, bir çok amatör spor kulübümüz tesis,
malzeme ve maddi problemler yaşamaktadır.
Bu çerçevede, genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde, gençlerimizin
daha sağlıklı yetişmesi için büyük hizmetlerde bulunan spor
kulüplerimizin yaşadıkları sorunların çözümüne olumlu
katkı sağlayabilmek amacıyla spor kulüplerinin yaşamakta
oldukları sorunların tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesi ve
taşkınların önlenmesine yönelik tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla, Anayasamızın 98. ve İç Tüzüğün 104 ve 105.
maddeleri gereğince bir Meclis Araştırma Komisyonu
kurulması uygun olacaktır.
2.- Ordu Milletvekili Rıdvan
Yalçın ve 21 milletvekilinin, ceza infaz personelinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/675)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gerekçesini ekte arz ettiğimiz, 657 sayılı devlet
memurları kanununa tabii olarak genel idari hizmetler
sınıfında çalışan, Adalet Bakanlığı
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne bağlı ceza infaz kurumları
personellerinin sorunlarının araştırılması, özlük
ve sosyal haklar bakımından mağduriyetlerinin giderilmesi
adına, alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta
yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla Anayasanın
98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Rıdvan Yalçın (Ordu)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mümin İnan (Niğde)
4) Mustafa Kalaycı (Konya)
5) Gürcan Dağdaş (Kars)
6) Bekir Aksoy (Ankara)
7) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
8) Osman Durmuş (Kırıkkale)
9) Hüseyin Yıldız (Antalya)
10) Ahmet Orhan (Manisa)
11) İzzettin Yılmaz (Hatay)
12) Yılmaz Tankut (Adana)
13) Cemaleddin Uslu (Edirne)
14) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
15) Mustafa Enöz (Manisa)
16) Alim Işık (Kütahya)
17) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ)
18) Behiç Çelik (Mersin)
19) Kamil Erdal Sipahi (İzmir)
20) Ali Uzunırmak (Aydın)
21) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
22) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar)
Gerekçe:
Adalet Bakanlığı bünyesinde Ceza ve Tevkif Evlerine
bağlı kurumlarda çalışan personellerimizin
çalışma saati gözetmeksizin yoğun bir iş baskısı altında
görev yaptıkları tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Ceza Tevkif Evlerinde çalışan personellerimiz hepimizin
bildiği gibi güvenlik güçleri tarafından yakalandıktan sonra
ceza ve tevkif evlerinde barındırılan maddi çıkarları
uğruna örgüt kuran çete üyeleri, devlete sisteme karşı gelen
terör suçluları, ayrıca adli ve yüz kızartıcı
suçları işleyen kişilerle yıllarca karşı
karşıya kalarak muhafazasını sağladığı
gibi ıslahını, eğitimini ve iyileştirilmesini
sağlayan, güneş ışığı görmeyen, mesai süresi
belli olmayan, demir parmaklıklar arkasında bayram, tatil demeden
çalışan, görevi esnasında yoğun stresin yanı sıra
zaman zaman ailesi ve yakınlarıyla tehditlere maruz kalarak görev
yapmaktadırlar.
Yaptıkları görev bakımından benzer görevleri
yapan kolluk kuvvetleri gibi emniyet ve güvenlik hizmetleri
sınıfında olmaları gerekirken, idari hizmetler
sınıfına dahil edilen Ceza ve Tevkif evleri personellerimizin
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları düzenlemesi
sırasında bile kurumların statüsü göz önünde bulundurularak
güvenlik ve asayiş hizmeti görenlerle eş kılınmış
ve ilgili yasada sayılarak sendika kurma hakları
kısıtlanmıştır.
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları
yasası düzenlenirken, bu alanda çalışanlarla eş
kılınan ve sendika kurma hakları kısıtlanan
personellerimiz, 5510 sayılı Sosyal Güvenlik yasasında
yapılan, 4688 sayılı sendikalar yasasına aykırı
bir düzenleme ile bu kapsama alınmamışlardır.
5510 sayılı yasanın 40. maddesinde iş riski ve
güvenliği dikkate alınarak bazı meslekler için fiili hizmet süre
zammı öngörmüştür. Bu düzenleme de üretim sektörünün sağlık
açısından riskli olan alanları ile hizmet sektörünün can
güvenliği açısından riskli olanlara fiili hizmet süre zammı
vermiştir. Ancak bu maddede güvenlik, asayiş ve savunma
alanlarında çalışanların tamamı sendikalar
yasasının 15. maddesinde sıralandığı gibi
sıralanmış ancak ceza infaz çalışanları bu
kapsamda sayılmamıştır. İki yasa arasında
oluşan bu çelişki ile birlikte ceza infaz hizmetleri için genel
bütçede öngörülen ödenek tahsisi analitik bütçe
sınıflandırmasının güvenlik hizmetleri kodundan da
ayrılmaktadır.
Jandarma kuvvetlerimiz tarafından yürütülen dış
güvenlik hizmetlerinin, hazırlanan dış güvenlik yasası
kapsamında kademeli olarak kurum çalışanlarına
devredileceği düşünüldüğünde, gelecekte çok daha fazla
ağır bir sorumluluğun ve yoğun bir mesainin altına
girecekleri de gözükmektedir.
Ayrıca Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ceza infaz
Kurumlarını asgari standartlarında personel ile ilgili
kurallarda, infaz kurumlarında verimliğin artırılması
ve nitelikli personelin çalışmasının ve
kalıcılığının sağlanması için
çalışma koşullarının ve özlük haklarının
iyileştirilmiş olması gerektiği de belirtilmiştir.
Vardiya sistemi ile görev yapan personellerin bayram ve diğer
tatillerle, özel günlerde çalıştıkları için yasada
belirtilen haftalık çalışma saatlerinden çok fazla
çalıştıkları halde fazla mesai ücreti veya bunun yerine
izin verilmediği bilinmektedir.
Görev yaptıkları süre içinde kendilerine verilen silah
taşıma ruhsatlarının, emekli olduktan sonra da can
güvenliği dikkate alınmalı ve silah taşıma
ruhsatı hakkı emekli olduktan sonra da verilmesi düşünülmeli,
görev gereği yoğun bir mesai yükü, stres, baskı ve tehdit
altında çalışan personellerimizin ulaşım, konut,
eğitim, kreş ve okul gibi sorunlarının çözülmesi için
gerekli araştırmalar yapılmalıdır.
Görev yaptıkları zaman içerisinde olduğu gibi,
emekli olduktan sonra da can güvenlikleri, yapmış oldukları
fazla mesai, benzer görevleri yapan personellere tanınan fiili hizmet
zammı hakları, eğitim ve diğer sosyal hakları ile
ulaşım, konut, kreş ve okul gibi sorunlarının
çözülmesi, yaşadıkları mağduriyetlerinin giderilmesi
yolunda alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta
yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla, Anayasanın
98 ve İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
3.- CHP Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol, Ankara Milletvekili Hakkı Suha
Okay ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlunun,
Anayasa Değişikliği Teklifindeki imzalarla ilgili
iddiaların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/676)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Anayasa değişikliğine ilişkin yasa teklifi AKP
Grup Başkanvekili tarafından 30 Mart 2010 tarihinde TBMM
Başkanına sunulmuştur.
TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin, 31 Mart
2010 tarihinde, TBMM Başkanlığının, verilen
tasarı ve teklifleri sadece şekil bakımından incelemekle
görevli olduğunu belirttikten sonra "Anayasa
değişikliği teklifi, uzmanlarımızca da
incelenmiş, İçtüzüğümüze aykırı herhangi bir durum
tespit edilememiş, ben de incelememi tamamladım ve bugün bütün bu
iddialarla ilgili inceleyecek ve karar verecek olan Meclisimizin en yetkin ihtisas
komisyonlarından biri olan Anayasa Komisyonuna havale ettim"
açıklamasında bulunmuştur.
TBMM Sayın Başkanının sabah saatlerindeki
açıklamasının ardından, CHP Grup Başkanvekili
Sayın Hakkı Suha Okay, AKP Grup Başkanvekilinin TBMM
Başkanına sunduğu Anayasa değişiklik teklifinde, TBMM
Başkanı Sayın Şahin'in imzasının da
bulunduğu bazı imzaların çıkarıldığı
açıklamasında bulunmuştur. Bu açıklamanın ardından
Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Kuzu Anayasa
değişikliği teklifinde Mehmet Ali Şahin'in
imzasının bulunmadığını söyleyerek suç
duyurusunda bulunacağını belirtmiş ve "Kimse
sahteciliği yapan, ortaya çıksın, yargılansın."
değerlendirmesinde bulunmuştur.
Bazı bakan ve AKP yetkililerinin açıklamalarında da
belgelerin sanki CHP tarafından üretildiği ima edilmek
istenmiştir. Sayın Başbakan yaptığı
açıklamalarda, Anayasa değişikliği teklifindeki
sakatlığı imza sayısından ibaret bir olaya indirgemeye
çalışmıştır.
Anayasa değişikliğine ilişkin
değişiklik teklifi TBMM Başkanlığı
tarafından 1/650 esas numarası ile işleme
alınmıştır. Ancak ortada iki ayrı imza listesi söz
konusudur. Bu listelerin birinde Sayın Mehmet Ali Şahin'in adı
yer almakta, diğerinde ise yer almamaktadır. İki ayrı
listenin 2. sayfalarındaki isim ve imzalarda değişiklik
olduğu görülmektedir. Listelerin TBMM Başkanlığına
verildikten sonra yani işleme alındıktan sonra
değiştirildiği anlaşılmaktadır. Böylece Yüce
Meclisin çatısı altında evrakta tahrifat suçu işlendiği
sonucu ortaya çıkmaktadır.
Anayasa değişikliğine ilişkin yasa
teklifindeki imzalardaki bir diğer çelişkili durum ise depo
imzaların kullanıldığına ilişkin
kuşkulardır. Teklife ilişkin listenin il sırasına göre
hazırlandığı ve milletvekillerinin isimlerinin bilgisayarla
yazıldığı görülmektedir Ayrıca, Teklifin sunuş
sayfasında isimleri el yazısı ile yazılı
milletvekillerinden ayrıca ekli listede ismi olanların isimleri de
sonradan üzeri çizilmek suretiyle listeden
çıkarılmıştır. Bu durum, AKP Grubu tarafından
daha önce hazırlanan bilgisayarda oluşturulup milletvekillerine
imzalatılan hazır listelerin Anayasa değişikliği için
kullanıldığını ortaya koymaktadır. Anayasa
teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasına ilişkin
sürecin her aşaması televizyonlarda Türk halkı tarafından
izlenmiştir. Dolayısıyla bu süreçte AKP yetkililerinin
yaptıkları açıklamaların tümü kayıt
altındadır. AKP yetkililerinin Anayasa paketini hazırlık
çalışmaları yaptığı saatler ile metnin TBMM
Başkanlığına verildiği saat de bellidir. Milletvekillerinin
imza verdikleri metni bilmemesi, teklifi hukuksal olarak
sakatlanmasının yanında, aynı zamanda AKP'deki parti içi
demokrasi anlayışının da bir göstergesidir.
AKP, hukuk dışı işlemlerini örtmek için
milletvekillerine imzalarını geri aldırmıştır.
Anayasa teklifinin TBMM Başkanlığına verilmesi
ile başlayan süreç Parlamento çalışma usullerine
aykırı olarak şeffaflıktan uzak bir şekilde
yürütülmüş, adeta karartılmıştır.
Sonuç olarak iktidar partisinin yanında TBMM
Başkanlığının rolü bulunan bir imza skandalı söz
konusudur. AKP'nin isimlerin el yazısı ile doldurulduğu ve
imzalandığı yeni listelerle Anayasa değişikliği
teklifi vermesi bu tespiti doğrulamaktadır.
Yukarıda belirtilen gerekçelerle, Anayasa
değişiklik teklifinin TBMM sürecinde yaşanan imza
skandalını araştırmak, yasama sürecinde demokrasi ve
şeffaflığın gereklerinin yerine getirilmesi konusunda
ortaya çıkan aksaklıkların belirlenerek gerekli önlemlerin
alınmasını sağlamak amacıyla, Anayasanın 98,
İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.
|
|
Kemal Anadol |
Hakkı Suha
Okay |
Kemal
Kılıçdaroğlu |
|
|
İzmir |
Ankara |
İstanbul |
|
|
CHP Grup
Başkan Vekili |
CHP Grup
Başkan Vekili |
CHP Grup
Başkan Vekili |
4.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 23 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977de meydana gelen
olayların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/677)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1 Mayıs 1977 günü, yüzbinlerce emekçi, İşçi
Bayramını kutlamak için Taksim alanını doldurmuştu.
DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşurken silah sesi
duyulmuş, ardından alana hakim olan Sular İdaresi
binasından, Inter Continental Oteli'nin odalarından ve Pamuk
Eczanesi'nin üstünden açılan seri ateşlerle kurşun
yağdırılmıştır. 37 kişi ölmüş, yüzlerce
kişi yaralanmıştır Hafızalarımıza
unutulmayacak şekilde kazınan 1 Mayıs 1977 katliamının,
Türkiye'ye yapılan operasyonun 'neşter' evresi olduğu
söylenmiştir. O günden sonra oluk oluk kan akmış, iç
barışı sağlanamamış, Ülke, 12 Eylül darbesine
taşınmıştır. Türkiye'nin sola kaymasını
önlemek amacıyla yapıldığı ve Gladyo'nun
imzasını taşıdığı söylenen bu geniş
kapsamlı operasyonun hâlâ aydınlatılmaması
acıdır. Ateş açanlar kimlerdir? Bu kişiler, oralara
nasıl yerleştirilmiştir? "Olayın planlayıcı
ClA'dır. CIA, Intercontinental Oteli'ni bir gün önceden
boşaltıp, Amerika'dan getirilen CIA ajanlarını
yerleştirmiştir. Olaydan sonra o geceye ait otel kayıtları
yok edilmiştir. Olaydan sonra o gece 10 Amerikalı ellerindeki
çantaları bir an bile yere bırakmadan, üstleri bile aranmadan
yurtdışına çıkmışlardır."
şeklindeki iddialar, neden yanıtlanmamıştır? O dönemde
Günaydın gazetesinde Necati Doğru, "5. katta bir odanın
kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı
seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifti makineler gördüğüm
için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim.
Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek
durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, 'polisler'
yanıtını aldım" diyordu. Otelin 510 numaralı
odasında MİT'in yuvalandığı ve MİT'in, bu
katliamın, kontrgerilla tarafından askeri darbe
hazırlığı olarak yapıldığı yönünde
Başbakan Süleyman Demirel'e rapor verdiği ve 29 Mayıs 1977'de
CHP Lideri Bülent Ecevit'e İzmir hava meydanında suikast
düzenlenince, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanının 1 Haziran 1977'de
derhal re'sen emekliye sevk edildiği konuları hâlâ
aydınlatılmamıştır.
1 Mayıs 1977 katliamının ve faili meçhul
bırakılan diğer olayların aydınlatılması,
demokrasiden yana herkesin talebidir. Katliamlarda öldürülenlerin
yakınlarının, onların kimler tarafından ve neden
katledildiğini öğrenmeye, cinayetlerin üzerine örtülen
şalın kaldırılmasını, karanlık perdenin
yırtılmasını ve karanlıkların
aydınlatılmasını istemeye hakları vardır. Hukuk
devletlerinde "faili meçhul" diye bir şey olamaz. Şayet bir
ülkede faili meçhul bir olay varsa; o devlet, hukuk devleti değildir.
Hukuk devletlerinde, devlet sırrı ya da başka nedenlerle
cinayetlerin aydınlatılması önlenemez. Devlet Sırrı,
devletin açık ve gizli çıkarlarının sürekliliği
bakımından açıklanması tehlikeli ve yasak olan bilgiler
bütünüdür. Bu ve öteki siyasi katliamlar, devletin çıkarlarını
korumak için mi yapılmıştır ki devlet sırrı
gerekçesi ile aydınlanması önlensin. Karanlıklar hâlâ devlet
sırrı kavramının arkasına
sığınılarak aydınlatılmak istenmiyorsa, o zaman
demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz.
12 Eylül'ün işaret fişeği sayılan 1 Mayıs
1977 ve 16 Mart 1978 Katliamları ile Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan
olaylar arasındaki fiil ve fail bağlantısı, faili meçhul
bırakılan cinayetlerin işlenmesinde, hükümetler üstü bir gücün
varlığını göstermektedir.
Bir ucu ABD'ye dayanan Kontrgerilla faaliyetinin üstünü örterek,
yargısal süreçte delil karartma ve zamanaşımı
manevralarıyla kendini gösteren bir "devlet geleneğinin
varlığının ortaya konması, kutsal devleti esas alan
"devletin hukuku" yerine, yurttaşı esas alan hukuk
devletinin kökleşmesi bakımından, 1 Mayıs 1977
Katliamı'nın neden, nasıl yapıldığının,
faillerin neden bulunamadığının, devletin sorumluluktan
nasıl sıyrıldığının, yargısal sürecin
nasıl ve hangi yöntemlerle tıkandığının,
ülkemizdeki faaliyeti ile sivil ya da askeri darbelerle hükümetleri devirip
anayasal düzeni işlemez hâle getirdiği, etnik, dini, mezhepsel gibi
farklıları kaşıyarak halkı
çatıştırıp, katliamlarla kaos yaratıp, istediği
yönetimleri işbaşına geçirdiği söylenen
Kontrgerillanın, 1 Mayıs 1977 Katliamın,
öncesinde-oluşunda-sonrasındaki siyasi cinayetlerle
bağlantısının araştırılması için
Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca Meclis
Araştırma yapılmasını dileriz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Ali Rıza Ertemür (Denizli)
3) Mevlüt Coşkuner (Isparta)
4) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş)
5) Hikmet Erenkaya (Kocaeli)
6) Suat Binici (Samsun)
7) Yaşar Tüzün (Bilecik)
8) Hüseyin Ünsal (Amasya)
9) Akif Ekici (Gaziantep)
10) Şevket Köse (Adıyaman)
11) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
12) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
13) Vahap Seçer (Mersin)
14) Rahmi Güner (Ordu)
15) Derviş Günday (Çorum)
16) Rasim Çakır (Edirne)
17) Eşref Karaibrahim (Giresun)
18) Algan Hacaloğlu (İstanbul)
19) Orhan Ziya Diren (Tokat)
20) Gürol Ergin (Muğla)
21) Tansel Barış (Kırklareli)
22) Tayfur Süner (Antalya)
23) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
24) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
İç Tüzükün 19uncu maddesine görev verilmiş bir önerisi vardır,
okutup işleme alacağım, oylarınıza
sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010
Pazartesi günü saat 13.00te toplanarak gündemdeki Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve
çalışmalarını saat 2400e kadar sürdürmesine ilişkin
AK PARTİ Grubu önerisi
15/4/2010
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 15/04/2010 Perşembe günü (bugün)
yaptığı toplantıda siyasi parti grupları arasında
oy birliği sağlanamadığından, İçtüzüğün
19uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin
Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Mustafa
Elitaş
Kayseri
AK
PARTİ Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Genel Kurulun 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00te
toplanarak gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işler kısmında yer alan işlerin görüşülmesi
ve çalışmalarını saat 24.00e kadar sürdürmesi;
Önerilmiştir.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, AK PARTİ Grubu
önerisinin aleyhinde İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek.
Sayın Özyürek, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin
gündemle ilgili önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bizim Meclisimiz,
Parlamentomuz, salı, çarşamba ve perşembe günleri
çalışır; doğal olan süremiz, çalışma dönemimiz
budur ama buna rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisinin bugün bir
önerisi var, deniliyor ki: Pazartesi günü 13.00ten itibaren
başlayalım. ve burada niçin pazartesi günü 13.00te toplanmamız
gerektiğine dair bir gerekçe de görünmüyor. Şimdi, Anayasayla ilgili
konuyu herhâlde görüşmek için böyle bir gündem saptıyorlar. Zaten,
Sayın Başbakan Amerika Birleşik Devletlerine giderken daha
Pazartesi günü başlarız, devam eder gideriz. dedi,
arkadaşlarımız da bunu söylüyorlar yani Meclisin iradesi hiçe sayılarak
bir gündem belirleniyor ve öyle anlaşılıyor ki Anayasa
görüşülsün istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, anayasalar, bir toplumun
geleceğini planlayan toplumsal uzlaşmalardır. Böyle metinlerin
aceleye getirilmesi, gece yarılarına kadar görüşülmesi
doğru değildir. Nitekim, Anayasa Komisyonu da gece
yarılarına kadar çalıştırılmış ve
çıkan metin için de çok kısa bir süre tanınmıştır
muhalefet şerhi vermek üzere. Nedir bu acele? Ne oluyor? Adalet ve
Kalkınma Partisi 2002 yılından beri, sekiz yıldır
iktidarda. Sekiz yılda çıkarmadığınız bir
Anayasayı niçin şimdi alelacele, beş güne, on güne
sıkıştırmak istiyorsunuz? Aceleniz ne? O nedenle, bu
öneriyi doğru bulmuyoruz, bu çalışma takvimini doğru
bulmuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, gündemde olan konu Anayasa
paketi. Bu Anayasa paketiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak
görüşlerimizi çok net bir şekilde kamuoyuna sunduk. Biz diyoruz ki:
Bu Anayasa paketinin içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yapısını değiştiren, Anayasa Mahkemesinin
yapısını değiştiren ve parti kapatmayı âdeta
imkânsız hâle getiren düzenlemeler ayrı bir paket hâline getirilsin,
diğer maddeler ayrı bir paket hâlinde Mecliste görüşülsün. Bu üç
ana madde dışındaki konularda biz olumlu oy veririz, 367
rahatlıkla Mecliste bulunabilir. İsterse Sayın
Cumhurbaşkanı, buna rağmen referanduma sunar ama diğer üç
ana madde de ayrı olarak görüşülsün ve ayrı olarak referanduma
sunulsun. Bizim Genel Başkanımızın ifade ettiği bu
çözüm önerisine Sayın Başbakan Amerika Birleşik Devletlerine
giderken Kanuni imkân varsa niye olmasın. diyerek olumlu bir
yaklaşım sergilenmiş fakat Amerika Birleşik Devletlerinden
dönüşte nedense bütün kapılar kapatılmış, Anayasa
Komisyonundan metin geçmiştir, pazartesiden itibaren biz bunu Genel
Kurulda görüşürüz. denmiştir. Hâlbuki grup başkan vekillerini,
Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekilleri ziyaret ettiğinde
Anayasa Komisyonu görüşmeye devam etsin, bir uzlaşma olursa biz
bunun çözümünü Genel Kurulda da buluruz. denilmiştir. Şimdi
Komisyondan geçti, Genel Kurula geldi, artık fazla yapacak bir şey
yok. deniliyor ve bu konuda çok çeşitli demagojik yaklaşımlar
sergileniyor değerli arkadaşlarım. Demagojilerden birisi
şudur: Siz üç madde demiştiniz, şimdi bu on bir maddeye
çıktı.
Değerli arkadaşlarım, bu üç ana maddeyi
değiştirdiğiniz zaman, onunla irtibatlı başka
maddeleri teknik olarak değiştirmek zorundasınız. Yasa
yapma tekniği bunu gerektirir, bu doğal bir süreçtir ama
arkadaşlarımız, uzlaşmadan kaçmak için, bunu bir bahane
olarak kullanmaktadırlar. Gene, Genel Başkanımız
demiştir ki: Bu üç maddeyi ayıralım, diğer maddelere biz
olumlu oy veririz ama bu üç madde ayrı olarak referanduma gitsin.
Şimdi, bunun ayrı bir paket hâline getirilmesi ve üç
ayrı maddenin referanduma götürülmesi, Venedik Komisyonu raporlarına
da uygundur, Avrupa Birliği standartlarına da uygundur. Çünkü, bir
konuyu referanduma götürüyorsanız, birbiriyle irtibatlı konuları
götürebilirsiniz. Siz, Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştirmeyi
de içeren paketin yanında, bizim yıllardır üzerinde
durduğumuz, 12 Eylülcülerin yargılanmasıyla ilgili,
Anayasanın geçici 15inci maddesinin kaldırılmasını
birlikte kamuoyuna sunduğunuz zaman, vatandaşlar nasıl oy
verecek? 12 Eylülcüler yargılansın diyecek ama öbür taraftan, Anayasa
Mahkemesi bütünüyle siyasilerin emrine girsin. E buna nasıl bir cevap
verilir? Yani o hâle geldi ki otuz soru soruyorsunuz bir tek cevap
istiyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, bu, Venedik Komisyonu
kararlarına da aykırıdır, Avrupa Birliği
standartlarına da aykırıdır. Geliniz dedik, bu üç ana
maddeyi, elbette irtibatlı maddelerle birlikte bir paket hâline getirelim
ve onu kamuoyuna sunalım. Ama, Sayın Başbakan, dediğim
gibi, Amerika Birleşik Devletlerine giderken olumlu bulduğu bu
teklifimizi, Amerika Birleşik Devletlerinden dönünce uygun
bulmamıştır. Bir espri yapmama izin verin. Herhâlde Sarkisyan
kendisine böyle bir telkinde bulundu, Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini
kabul etmeyin. dedi.
Şimdi ne değişti? Yani bizim görüşümüz çok
net. Cumhuriyet Halk Partisi ilk söylediğinin dışına
çıktı. diyorlar. Kesinlikle böyle bir şey değildir. Bu bir
samimiyet sınavıydı, bu bir uzlaşma girişimiydi,
Cumhuriyet Halk Partisinin önerdiği bir uzlaşma çaresiydi ama AKP bu
uzlaşmayı yarım bırakmıştır, bu
uzlaşmadan kaçmıştır. Bunun halkımız
tarafından görülmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, bu uzlaşmanın önemi
neydi? Bu uzlaşmanın önemi, dediğim gibi, Anayasada
yapılmak istenen bazı değişikliklerin bir
kısmının kolaylıkla üç yüz altmış yedi oyu
bulması, bir kısmının ise ayrı tutularak referanduma
götürülmesi idi ve bunun dışında, toplumda, kamuoyunda var olan
gerilimi, tartışmaları, çatışmaları bir anlamda
giderecek bir çözümdü. Cumhuriyet Halk Partisine sempati duymayan pek çok
çevrelerde bile bizim bu iyi niyetli önerimiz olumlu karşılanmış
ve Nihayet bir uzlaşma girişiminde bulunuldu. diye sevinçle
karşılanmıştı ama ne yazık ki Sayın
Başbakan bu girişimi cevapsız bırakmıştır,
karşılıksız bırakmıştır ve bize göre de
yanlış yapmıştır.
Bir diğer konu, deniliyor ki: Siz Anayasa Mahkemesine
gitmeyeceğinizi söylemediniz. Değerli arkadaşlarım,
Anayasada değişiklik yapmak, Anayasada değişiklik
teklifinde bulunmak 184 milletvekilinin hakkıdır. Herhangi bir
gruptan olan milletvekilleri de bir araya gelir, bir anayasa teklifi sunabilirler.
Bunun gibi, Anayasada yapılan bir değişikliği 110
milletvekili de bir araya gelmek suretiyle Anayasa Mahkemesine götürebilirler.
Milletvekillerine tanınmış olan bu hak üzerinde bizim
sınırlayıcı, önleyici, engelleyici bir beyanımız
hiçbir zaman olmamıştır, baştan da olmadı, bugün de
olmadı.
Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Sayın
Başbakanın elbette Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerini kabul
etmeme hakkı vardır ama bunu
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
açık yüreklilikle ifade etmek
lazım. Bundan üç gün önce, dört gün önce Amerika Birleşik
Devletlerine giderken öyle düşünüyordum, şimdi o düşüncemden
vazgeçtim
Açık olalım, şeffaf olalım. Bunda ne var? Yok,
Siz, üç madde dediniz on bir maddeye çıkardınız., yok, Siz,
bilmem sadece ayıralım dediniz, şimdi gelecek döneme kalsın
diyorsunuz. Gelecek döneme kalsını bu ana teklifimizin
dışında eğer siz Anayasa Mahkemesinin yapısıyla
ilgili, Hâkimler Yüksek Kurulunun yapısıyla ilgili önemli
değişiklikler yapmak istiyorsanız, birlikte Parlamentoda bir
çalışma yapılmasını da istiyorsanız bu
çalışmayı bugünden başlayarak yaparız, gelecek döneme
bırakabiliriz ama siz diyorsanız ki hemen bunu çıkaralım,
ayıralım, kalan maddelerle ilgili hemen biz oylarımızı
vermeye, destek olmaya hazırız. Diğer maddeler de elbette
referanduma gitsin, halk karar versin diyoruz. Bu Anayasa
değişikliğinin bir an önce gündeme alınmasını doğru
bulmuyoruz, herkese yeteri kadar süre tanınmalı ve herkes hazırlığını
ona göre yapmalıdır. Anayasalar yangından mal kaçırır
gibi görüşülerek yasalaştırılmaz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Özyürek.
Lehte Ali Öztürk, Konya Milletvekili.
ALİ ÖZTÜRK (Konya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK PARTİ Grubunun önerisinin lehinde söz aldım. Bu
nedenle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Grup önerimizin mahiyeti şudur: 19 Nisan 2010 Pazartesi günü
saat 13.00te toplanarak Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler kısmında yer alan işlerin
görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00e kadar
sürdürülmesini öngörmektedir.
Aslında, anayasalar, toplumsal bir sözleşmedir,
toplumsal bir uzlaşmadır. Bugünlerde Anayasa
değişikliği paketi, gerek halkın, milletimizin gündeminde
gerekse siyasetin gündeminde, hele de medyanın gündemine oturmuştur.
Böylesine önem verilen ve gündemin önünde yer alan Anayasa
değişikliğinin bir an önce gerçekleştirilmesi bizim için de
ve milletimiz için de arzu edilen bir husustur.
Anayasa değişikliği görüşmeleri
sırasında elbette çok değerli katkılar
sağlanacaktır. Her türlü olumlu ve değerli katkılara
şimdiden biz de teşekkür edeceğiz ve her türlü olumlu katkılara
açık olduğumuzu her zaman belirtiyoruz. Şüphesiz önemli
görüşmeler olacak, önemli şeyler söylenecek. Bütün bunlardan bizler
de istifade edeceğiz. Olumlu bir sonuca varılacağını
ben de düşünüyorum. Bu nedenle, Anayasa değişikliğinin
gündemdeki gibi bir an önce görüşülüp konuşulması ve
Meclisimizin sonuçlandırması bakımından önerinin yerinde
olduğu kanaatindeyim.
Bu nedenle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Önerinin aleyhinde Hasan Macit, İstanbul Milletvekili.
Sayın Macit, buyurun efendim.
HASAN MACİT (İstanbul) Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce yüce heyetinizi
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygılarımla
selamlıyorum.
AKPnin grup önerisi, pazartesi gününden itibaren Meclis
gündemini, çalışmasını düzenleyen bir önerge ve bunun
aleyhinde söz aldım.
Değerli arkadaşlar, biz her defasında kuvvetler
ayrılığı ilkesinin önemsenmesini ve uygulanmasını
istiyoruz ve her fırsatta da bunu dile getiriyoruz ve bugün
karşılaştığımız manzarada da bu kuvvetler
ayrılığı ilkesine ters düşüldüğü, kuvvetler
birliğine doğru gidildiğini görüyoruz ve bu bağlamda da
bugün grup önerisinde de -konu yazılmamış ama- pazartesiden
itibaren Anayasa değişikliğinin görüşülmesiyle ilgili
sürenin uzatılması gündemde.
Bu kararı biz burada konuşmadan önce, pazartesi günü
saat birden itibaren görüşüleceğini Sayın Başbakan ilan
etti. Yani Sayın Başbakan Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
yasamanın alacağı bir kararı daha burada gündeme gelmeden,
konuşmaya başlamadan dünyaya ilan etti. Yani bunun Türkçe
açıklaması şudur: Ben ne istersem o olur. Ben neyi öngörürsem
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama da onu tartışır ve onu
görüşür. anlamı çıkıyor. Sayın Başbakan,
geçmişte bu tür açıklamalarını defalarca yaptı, bugün
de aynı şekilde yapıyor. Peki, bu grup önerisi burada
oylandıktan sonra bu konuşma yapılsaydı, yasamayı
-böyle bir söz- böyle bir töhmet altında bırakmamış
olsaydı doğru olmaz mıydı? Sayın Başbakan,
kuvvetler ayrılığı ilkesini acaba bilmiyor mu, yoksa
işine mi gelmiyor, yoksa yasamayı yok mu sayıyor? diye insan
düşünmeden edemiyor.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yasamayı emrinde
sayıyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Hepsi doğru.
HASAN MACİT (Devamla) Tabii, yasamayı emrinde
saydığı açık. Böyle olmamış olsaydı bugün
burada bu görüşme yapılmadan önce ilan etmezdi. Bu konuşmalarda
Sayın Başbakan biraz daha duyarlı olursa, biraz daha dikkatli
olursa, kendi, yürütmenin dışındaki kuvvetler ayrımı
ilkesi çerçevesinde yasama ve yargıyla ilgili açıklamalarında
biraz daha duyarlı ve dikkatli açıklamalarda bulunursa, herhâlde
Anayasanın özüne doğru hareket etmiş olur diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, pazartesi günü bir maraton, Anayasa
değişikliğiyle ilgili bir maraton başlıyor ve bu
maratonun konusu Anayasa değişikliği. Anayasa
değişikliğiyle ilgili Anayasa Mahkemesine gidilecek veya
gidilemez durumu açıklayan Anayasamızın 148inci maddesinde
bakın ne söylüyor: Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise,
teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği
şartına uyulup uyulmadığı hususları ile
sınırlıdır. Yani ivedilikle görüşülüp
görüşülmediği konusu önemli olarak burada vurgulanıyor ve
Anayasa değişikliğinin ivedilikle görüşülüyor olması
bu grup önerisinde ortaya çıkıyor. Meclisin çalışma
saatleri bellidir: Salı, çarşamba, perşembe. Olağanüstü
günlerde bu günlerin dışına çıkılır veya
uzatılır. Olağanüstü, ivedilikle görüşülecek konular için
uygulanır. Pazartesi günü de böyle bir çalışmayı
koyuyorsak, ivedilikle bir şeyi görüşeceğimiz anlamı
çıkıyor, bu da Anayasa değişikliği ortaya konuyor.
Yani Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliği gittiğinde,
ivedilikle görüşülüp görüşülmediği konusuna Anayasa Mahkemesi
bakar. O nedenle, siz belki Anayasa değişikliğini, AKP olarak gerçekleşmesini
istemiyorsunuz, bunu her defasında gösterdiniz, Uzlaşmayla
değişir. diyorsunuz. Biraz önce, benden önce konuşan Hatip de
Anayasa değişikliğinin, AKPye mensup olan Hatip de Anayasa
değişikliğinin uzlaşmayla
yapıldığını, yapılması gerektiğini
buradan vurguladı; uzlaşmayla yapılması gerektiğini
sizler biliyorsunuz. Uzlaşılmadı, tam aksine gerginlik yaratarak
Anayasa değişikliği gündeme getirildi. Bu sefer Anayasa
Mahkemesinin iptal edeceği bir durumla karşı
karşıyayız, ivedilikle getiriyorsunuz. Geçmişte de Anayasa
teklifini Komisyona verirken imzalarda yaşanan olay
Demek ki AKPnin
samimi niyeti, Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi yönünde
değildir.
Yani, biz, Anayasa değişikliğini gündeme getirelim
ve gerek usul açısından, şekil açısından veyahut da
toplumsal bir mutabakat, uzlaşma sağlamadan gerçekleştirelim ve
bu, ya Anayasa Mahkemesinde iptal olsun ya da Türkiye Büyük Millet Meclisinde
yeterli çoğunluğu almasın ve biz dönelim -çünkü seçimlere az
kaldı- halkımıza diyelim ki: Sizin -Sayın
Başbakanının tabiriyle Anayasa değişikliği
geçtiğinde millî gelir fert başı 15 bin dolar olacak. dedi- 15
bin dolarlık millî gelir artışına muhalefet engel oldu
veyahut da Anayasa Mahkemesi engel oldu şekliyle mağdurları
oynayarak seçime gidelim ve tekrar halkımızdan oy isteyelim.
Başka türlü, işsizlikle ilgili, yoksullukla ilgili, üretimsizlikle
ilgili ne söyleyebilirsiniz? Söyleyebilecek herhangi bir sözünüzün
olmadığı ortada.
Nasıl 2007 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bir cumhurbaşkanı seçemedik, seçtirilmedi, seçtirtmediler, bize
Cumhurbaşkanını seçecek bir çoğunluk sağlayın ve
cumhurbaşkanını seçelim. şekliyle bir propaganda
yürüttüyseniz, herhâlde 2010 sonunda veyahut da 2011de yapılacak
seçimdeki baş propaganda malzemeniz, Anayasa değişikliğinin
gerçekleştirilmediği ve Anayasa değişikliğinin
yaptırılmadığıyla ilgili bir malzeme ele geçirmek
istiyorsunuz. Yoksa samimi olsaydınız, gerçekten, diğer siyasi
partilerin söyledikleri, sivil toplum örgütlerinin söyledikleri
SONER AKSOY (Kütahya) Köy enstitüleri sizin arka bahçeniz.
HASAN MACİT (Devamla) Bir düşüncen varsa, yüreğin
varsa gelir burada konuşursun Sevgili Arkadaşım, oradan
sataşmazsın.
SONER AKSOY (Kütahya) Sizi halka şikâyet edeceğiz.
HASAN MACİT (Devamla) Gel burada konuş.
bu tüm iyi niyetli girişimlere duyarsız
kalmazdınız ve uzlaşmayla ilgili uzatılan elleri
sıkardınız, uzlaşma yoluna giderdiniz. Tüm malzemeleri
reddettiğinize göre bizim samimi kanaatimiz şudur ki, Anayasa
değişikliğinin gerçekleştirilmesine inanmıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, Türkiyenin gündeminde
Anayasa değişikliğini siz belki görüyorsunuz ama
halkımız kendi gündeminde Anayasa değişikliğini
görmüyor, hissetmiyor, duymuyor. Onun derdi işsiz
insanlarımızın ekmek parasını çıkarma
noktasında ne yapılabilir, onun derdi fabrikası kapanan,
işletmesi kapanan insanların bu işletmeleri tekrar faal hâle
getirebilmek için neler yapılabilir, şekliyle bir gündemleri var.
Bugün, TÜİK işsizlikle ilgili verileri
açıkladı ve TÜİK verilerine göre, bir önceki aya göre
işsizlikte yüzde 1 artış var ama Sayın Başbakanın
söylemiyle işsizlik sanal Türkiyede. Nasıl Kriz teğet geçti.
diyorsa bugün de işsizlikle ilgili âdeta halkımızla alay eder
gibi Sanal bir işsizlik var Türkiyede. diyor. Yani Türkiyedeki
işsizliğin gerçek olduğuna inanmıyor veyahut da gerçek bir
işsizlik olduğunu kabul etmiyor.
Belki kendi çocuklarında, ailesinde, belki iktidara mensup
milletvekili arkadaşlarımızın, bakanların ailesinde
işsizlik yoktur, bunların çocukları iş bulabiliyordur, bunların
çocukları devletten ihaleler alabiliyordur veyahut da KPSSye girmeden bir
şekilde hülle yoluyla kamuda görev alabiliyordur. Defalarca bunların
çeşitli örnekleri görülüyor, yaşanıyor. Bu
ayrıcalıklı kesimin iş konusunda bir
sıkıntısı olmayabilir ama halkımızın
gerçekten iş konusunda çok büyük sıkıntıları var. Bunu
Dünya Bankası uzmanları söylüyor, bunu IMF uzmanları söylüyor,
sivil toplum örgütleri söylüyor, muhalefet partileri söylüyor ama bir tek,
işsizlikle ilgili konularda duyarsız kalan iktidar partisi.
Geçen günkü konuşmamızda da söyledik. Gelin,
işsizlikle ilgili gündem yaratalım, işsizlikle ilgili
tartışmaları yapalım. Türkiyeyi, Türk halkını
yakan, ocaklara ateş düşüren bu işsizliği yok etmenin
yollarına bakalım. İşsiz insanlarımızın her
gün intihar ettikleri haberleriyle karşı karşıya
kalmayalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Macit, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
HASAN MACİT (Devamla) Türk insanı rahat, mutlu bir
şekilde yaşamayı hak eden bir halktır. İşsizliği
bu halka reva görmeyelim, yoksulluğu bu halka reva görmeyelim;
çocuğunu okula gönderirken kalem, defter parası veremeyen duruma
düşüren ekonomik sıkıntının yok edilmesi için bir çare
üretelim, diyorum ve Halkın gündemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemi bir olmalıdır. diye düşünüyorum, Sanal gündemlerle
halkın gündemini meşgul etmeyelim. diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Önerinin lehinde Suat Kılıç, Samsun Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
SUAT KILIÇ (Samsun) Sayın Başkan, çok
saygıdeğer milletvekilleri; AK PARTİ grup önerisinin lehinde söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, AK PARTİ Grup Başkan
Vekili Mustafa Elitaş imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunulan AK PARTİ grup önerisindeki ifade
şudur: Genel Kurulun 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat 13.00te
toplanarak gündemde bulunan Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler kısmında yer alan işlerin
görüşülmesi ve çalışmaların saat 24.00e kadar sürdürülmesi
önerilmiştir.
Dolayısıyla buna ilişkin yetkimiz İç Tüzükün
54üncü maddesinde vardır. Danışma Kurulunun teklifi üzerine
Genel Kurul, toplantı hafta, gün ve saatlerini
değiştirebileceği gibi, diğer günlerde de toplantı
yapılmasına karar verebilir. Bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda ilk defa olarak düzenlenen bir konu değil. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulu gündemde yer alan işlerin görüşülmesini
zaman zaman çabuklaştırmak, zaman zaman işlevselliği
artırmak, belli durumlarda çalışma saatlerinin
uzatılmasına duyulan ihtiyaç nedeniyle benzer grup önerilerini
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur.
İktidar grubundan daha fazla grup önerisi muhalefet grupları
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmaktadır,
görüşmeleri yapılmaktadır. Özellikle yeni araştırma
komisyonlarının kurulmasına ilişkin önergeler görüşülmekte,
konuşulmakta ve üzerinde işlemler icra edilmektedir. Bazı
durumlarda muhalefetin grup önerisiyle önermekte olduğu hususlar, iktidar
grubu tarafından da kabul görmekte ve pek çok araştırma
komisyonu özellikle bu doğrultuda kurulmaktadır. Meclisimizin
geleneğinde, uygulamasında var olan bu hususlar, iktidarıyla
muhalefetiyle bütün grupların zaten takdirinde bulunan hususlardır.
Dolayısıyla bugün gelmiş bulunan AK PARTİ grup önerisi de
aynı istikamette şekillenmiştir.
Önümüzdeki hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun,
gündemdeki sıralı işlerin görüşülebilmesi amacıyla
çalışmalarına pazartesi günü saat 13.00te başlaması
hedeflenmiştir. Burada garipsenecek, yadsınacak bir durum söz konusu
değildir. Başta da ifade ettiğim gibi yetki, Anayasadan
alınan bir yetkidir. Kararı verecek olan yer Genel Kuruldur. Genel
Kurul kendi gündemine hâkimdir.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başbakan
kararını verdi Sayın Kılıç.
SUAT KILIÇ (Devamla) Pazartesiden itibaren nelerin
görüşüleceği hususu, elbette ki herkesin takdirinde olan
hususlardır. Sırada ne varsa onunla elbette ki görüşmelere
başlanacaktır. Ancak grup önerisinin aleyhinde söz alan
milletvekillerinin ifade ettikleri noktadan gidecek olursak, Anayasanın
tümü üzerindeki görüşmelere pazartesi günü başlanacağı ve
pazartesiyi çalışma günü ilan etmek suretiyle Anayasa
değişikliklerinin ivedilikle görüşülemeyeceği hükmünün bu
vesileyle ihlal edileceği tezi, doğru bir tez değildir,
doğru bir yaklaşım değildir. Eğer Anayasa
değişikliği teklifinin altında imzası bulunan
milletvekillerinin Anayasa değişikliği teklifini ivedilikle
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşımak gibi bir
yaklaşımları söz konusu olsaydı, pazartesi gününü beklemeye
gerek olmaksızın cuma günü de görüşmelere başlamak mümkün
hâle getirilebilirdi.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) Pazartesi günü Meclisin
çalışma günü mü?
SUAT KILIÇ (Devamla) Anayasa değişikliği
teklifinin altında imzası bulunan milletvekilleri tam aksine
ivedilikle görüşme aceleciliği içerisinde kesinlikle
bulunmamıştır. Anayasa değişikliği teklifinin
görüşmeleri çok kapsamlı, çok önemli, çok ciddi bir meseledir.
Dolayısıyla aceleye getirilmesi, takvimin olağan
dışı bir şekilde yoğunlaştırılması
ve sıkılaştırılması, bizim tarafımızdan
düşünülen, değerlendirilen bir husus değildir. Tekraren ifade
edeyim, anlaşılmadı galiba birileri tarafından: Bu
görüşmelerin pazartesi günü başlaması hâlinde bile ivedilikle
görüşülemeyeceği ilkesine yönelik bir ihlal durumu kesinlikle
mevzubahis değildir, böyle bir şeyin olması da mümkün
değildir.
Değerli arkadaşlar, anayasa değişikliği
teklifleri milletvekillerinin imzalarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunulur. Gereken asgari imza sayısı
184tür ve bu sayı bulunduğunda değişiklik teklifi vermek
için gereken şekil şartı yerine getirilmiş olur.
Usulüne uygun verilen bir Anayasa değişikliği
teklifi vardır. Bu değişiklik teklifi usulüne uygun bir
zamanlamayla Anayasa Komisyonunda ele alınmıştır, usulüne
uygun bir takvim içinde görüşmeleri tamamlanmıştır,
nihayete erdirilmiştir ve bastırılıp
dağıtılmıştır. Dolayısıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündemindeki yerini İç Tüzükün gereği olan
çerçeve içerisinde alacaktır ve elbette ki Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulu pazartesi günü saat 13.00ten itibaren çalışma
kararı alması durumunda, Anayasa değişikliği
teklifinin de pazartesi gününden itibaren görüşmelerine
başlanabilmesi mümkün olacaktır. Yani şekil odaklı bir
tartışma yaratma çabasına girmenin, İç Tüzük
açısından da, Anayasamızın amir hükümleri açısından
da hiçbir geçerliliği söz konusu değildir.
Benden önceki konuşmacıların anayasa
değişikliği teklifinin hazırlanması ve Anayasa
Komisyonunda görüşülmesi sürecine ilişkin eleştirilerine de
kısaca temas etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, şu tespit doğrudur:
Anayasa değişikliği çalışmaları
yapılırken, Parlamentoda bulunan milletvekilleriyle ve siyasi parti
gruplarıyla, Parlamentoda temsil imkânına kavuşamayan siyasi
partilerle, bir kısım sivil toplum örgütleriyle, üniversitelerle,
aydınlarla, medyayla, kamuoyunun kanaat önderleriyle ve kamuoyu
kanaatlerinin oluşmasına tesir eden etkenler ve faktörlerle temas
kurulması, yani anayasa değişikliği teklifinin geniş
bir toplumsal tabanda ele alınması, bu işin gereğidir,
doğru olanıdır, normal olanıdır.
Anayasa değişikliği çalışmaları
yapılırken uzlaşma önemli bir kavramdır, mutabakat
önemli bir kavramdır. Ama eğer mutabakat
anlayışını mutlak bir mutabakat arayışı
şeklinde algılayacak olursanız Türkiyede anayasa
değişikliği yapılabilmesi mümkün olmaktan çıkar.
Mutabakat arayışı, mutlak bir mutabakat arayışı
olarak görülemez. Mutabakat aranır, uzlaşı aranır,
değişik kesimlerin desteği aranır, Parlamento içinde destek
arayışları yapılır, desteğin
sağlanmasına gayret edilir, ana muhalefet partisine de diğer
muhalefet partilerine de gidilir, Parlamentoda grubu bulunmayan muhalefet
partilerinin milletvekilleriyle de temas kurulur. Bütün bunlar, bu Anayasa
değişikliği sürecinde imza sahibi milletvekilleri
tarafından özenle ve dikkatle yerine getirilen, gözetilen
hususlardır. Biz, herhangi bir partinin üyesi olmayan 11 bağımsız
milletvekiline de tek tek odalarında ulaşmak suretiyle
değişiklik teklifinin taslak metnini ulaştırdık,
görüş ve önerilerini alma cihetine gittik. Dolayısıyla bu
yönüyle bakıldığında, uzlaşı
arayışı adına, mutabakat arayışı
adına göz ardı edilen, ihlal edilen bir ilke söz konusu
değildir, ihlali söz konusu olan bir prensip varit değildir. Anayasa
yapma geleneğimizde her ne varsa, biz o geleneğin gereği olan
hususları yerine getirmeye özenle gayret ettik, büyük bir çabayı bu
yönde sarf ettik.
Ha, buna rağmen, muhalefetin paketin özünü muhafaza etmek
kaydıyla uzlaşı beklentisine olumlu cevap vermemesi hâlinde,
teklif sahibi milletvekilleri olarak bizim yapabileceğimiz çok fazla bir
şey söz konusu değil.
Başından itibaren ifade ediyoruz, 265 milletvekilinin
imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verilen -ki, sonradan 20ye yakın milletvekili katılım
imzalarına ilişkin dilekçelerini Başkanlığa arz
ettiler- bu Anayasa değişikliği teklifinin özü vardır, ruhu
vardır. Anayasa değişikliği teklifinin özü, daha fazla
demokrasidir, özgürlük alanının genişletilmesidir, hukuk devleti
prensibinin kuvvetlendirilmesidir, insan odaklı bir hayatın
Türkiyede egemen kılınmasına katkı sağlamaktır
ve bireyin hukukunu ön plana çıkarmaktır. Bu Anayasa
değişikliği teklifi özü bakımından
değerlendirildiğinde şu görülecektir: Türkiyede
istediğimiz demokrasi, yerel değil evrensel bir demokrasi
anlayışıdır. Türkiyede istediğimiz hukuk devleti,
yerel değil evrensel bir hukuk devleti anlayışıdır ve
Türkiyede insan haklarının, özgürlüklerin gelmesini istediğimiz
çizgi, bize göre, yerel bir özgürlük çizgisi değil, evrensel bir özgürlük
ve insan hakları anlayışıdır. O nedenle biz, bugüne
kadar Anayasa değişikliği paketinin özüne zarar vermeyen,
bütünlüğünü bozmayan her türlü uzlaşma arayışına
açık olduk, bunu bizzat Sayın Başbakanımız da ifade
etti, grup yöneticilerimiz de ifade etti. Genel Kurul sürecinde de paketin
özünü, demokrasisini, özgürlük ve hukuk anlayışını koruyan
her türlü destek arayışına ve katkı verme çabasına
açık olacağımızı beyan ediyorum.
AK PARTİ grup önerisinin lehinde görüşlerimi sizlerle
paylaşıyor ve saygılarımı arz ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim Başkanım?
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim?
OKTAY VURAL (İzmir) Biraz önce Sayın Kılıç,
Grup Başkan Vekili, Anayasa değişikliği konusunda bir
uzlaşma arayışı içerisine girdiklerini ifade ettiler.
Aslında böyle bir şey olmamıştır -sadece tutanaklara
girmesi açısından söylüyorum- sadece Anayasa değişiklik
teklifi bize iletilmiştir. Bu konuda bir uzlaşma
arayışı olmamıştır. Kaldı ki, vaki olan
Anayasa değişiklik teklifi de bugün gündemde olan bir teklif değildir,
çekmişlerdir. Dolayısıyla, böyle bir Anayasa
değişikliği konusunda muhalefetle bir uzlaşma
arayışı içerisine girdikleri, yok hükmündedir, olmayan bir
teklif iletilmiştir. Dolayısıyla, olmayan bir teklif üzerinden
Uzlaşma arayışı yaptık. ifadeleri doğru
değildir. Parlamentoyu doğru bilgilendirmek durumundayız.
Arz ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Evet, Sayın milletvekili arkadaşlarım
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim? Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, oylamaya
geçmeden önce yoklama istiyoruz .
BAŞKAN Yoklama istiyorsunuz. Tamam.
Yoklama talebinde bulunanları arayacağım:
Sayın Anadol? Burada.
Sayın Kılıçdaroğlu? Burada.
Sayın Okay? Burada.
Sayın Özyürek? Burada.
Sayın Koçal? Burada.
Sayın Yıldız? Burada.
Sayın Süner? Burada.
Sayın Özdemir? Burada.
Sayın Çöllü? Burada.
Sayın Keleş? Burada.
Sayın Oksal? Burada.
Sayın Emek? Burada.
Sayın Kaptan? Burada.
Sayın Erbatur? Burada.
Sayın Köse? Burada.
Sayın Mengü? Burada.
Sayın Bingöl? Burada.
Sayın Öztürk? Burada.
Sayın Oyan? Burada.
Sayın Dibek? Burada.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, toplantı yeter
sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi
Parti Grubu Önerileri
(Devam)
1.- Genel Kurulun, 19 Nisan 2010
Pazartesi günü saat 13.00te toplanarak gündemdeki Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında yer alan işlerin görüşülmesine ve
çalışmalarını saat 2400e kadar sürdürmesine ilişkin
AK PARTİ Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Arkadaşlar, öneriyi oyluyoruz, lütfen gözleriniz,
kulaklarınız Başkanlık Divanında olsun.
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri
1.- Türk Ticaret Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2'nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Türk Borçlar Kanunu
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı:
321)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile
Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Milletlerarası Para Fonu
ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak
İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/761) (S. Sayısı: 458)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487) (x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Geçen birleşimdeki görüşmelerde tasarıya önergeyle
yeni madde olarak eklenen ek madde 124 üzerinde görüşmelere devam
ediyoruz.
Gruplar adına şimdi söz sırası,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Bengi Yıldız,
Batman Milletvekili, Grup Başkan Vekili
BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısı hakkında BDP Grubunun görüşlerini sunmak üzere
huzurunuzdayım. Sayın heyeti saygıyla selamlıyorum.
Eğitimin amacı, egemen sınıfın
egemenliğini, dolayısıyla sınıfsal
çıkarlarını gerçekleştirmek, yeniden üretip
devamlılığını sağlamaktır. Kapitalizm öncesi
dönemde eğitimin temel işlevi, ezilen, sömürülen sınıflara
gönüllülüğü, köleliği kabul ettirmekti. Eğitim, eşitsizlik
temeline dayanıyordu ve Tanrı iradesinin de bunu gerektirdiği
şeklinde eğitim verilirdi. Kapitalizm ve onunla yaşıt olan
modernite sonrasının eğitim sistemleri artık dine
değil rasyonalizme dayanıyor veya buna dayandığı iddia
ediliyor ama söz konusu akıl, yeni egemen sınıfın aklı
olan, burjuvazinin aklıydı. Dolayısıyla, ezilen ve
sömürülen sınıflar bakımından önemli bir
değişiklik söz konusu değildir. Eğitim nedir ve nasıl
olmalıdır? sorusunun, bu sorunun kimin tarafından
sorulduğuna göre farklı cevapları vardır. Bu soru, egemen
sınıf tarafından, bir kadın tarafından, bir etnik
unsur tarafından, dili ve kültürü, laiklik, modernlik, birlik bütünlük ve
benzeri adına yasaklanmış bir topluluk tarafından, sistem
içindeki konumu gereği sömürülen ve ezilen bir sosyal sınıf
tarafından sorulabilir ve her seferinde verilecek cevaplar da farklı
olacaktır.
Şimdilerde eğitim, sermaye için çok kârlı bir
değerlenme alanı hâline geliyor ve hızlı bir tempoyla
özelleştiriliyor. Dünya Bankası, okulun amacının ticari
işlemlerin gelişmesini teşvik etmek olduğunu ilan ediyor.
Daha şimdiden, OECD ülkeleri eğitim sektörü pazarında 875 milyar
euroluk bir kapasite olduğu söyleniyor. Bu, yaklaşık, dünya
otomotiv pazarının işlem hacmine eşittir.
(x) 487 S. Sayılı
Basmayazı 8/4/2010 tarihli 84üncü Birleşim Tutanağına
eklidir.
Eğitimin tipik bir kapitalist faaliyet alanı hâline
gelmesi için, eğitim örgütlenmesinin ve pedagojik sistemin emek
piyasasının ihtiyacına uydurulması gerekiyor. Eğitimin
piyasaya dönüştürülmesi, bu amaçla da bir kamu hizmeti olmaktan
çıkarılması özelleştirmeyi gerektiriyor. Okul tipik bir
kapitalist işletme, eğitim bir mal gibi görülüyor ve bu amaçla
okullarda işletme kültürü egemen kılınmaya
çalışılıyor. Yükseköğretimde ve eğitimin tüm
aşamalarında eğitim, şirketlerin faaliyet alanı hâline
geliyor. Şirket üniversitelerinin sayısı 1994te 400den 2004te
1.600e çıkmış durumdadır.
Motorola gibi üniversitesi bulunan en çok bilinen şirketlerin
120 milyar dolarlık bu alana aktarıldığı bilinen bir
gerçekliktir. 21 farklı ülkede 99 şubesi var bu şirketin ve daha
şimdiden, İnternet aracılığıyla yapılan
eğitim sonucu verilen diplomalar geçerli sayılıyor. Dünya
Bankası, 2010 yılında, şirket üniversiteleri
sayısının geleneksel üniversitelerden daha fazla
olacağı tahmininde bulunmuştur. Amerika Birleşik
Devletlerinde 33 eyalette İnternet üniversiteleri söz konusudur.
Bu özelleştirme, paralılaştırma,
metalaştırma sürecinin, hâlen aşırı düzeyde
eşitsiz olan eğitimi daha da eşitsiz hâle getirdiği
görülmektedir. Bundan sonra ikili yapı daha da belirgin hâl
alacaktır. Bir tarafta zenginlerin okulları, diğer tarafta
giderek değersizleşen çöplük okullar. Bu süreç, demokratik okul
idealinden daha da uzaklaşmak, bilginin dünyayı anlama işlevinin
daha da zayıflaması anlamına geliyor. İnsanlık,
bilginin bir kâr aracına dönüştürülmesine, kapitalistler
tarafından sadece kendi dar çıkarları için
araçsallaştırılmasına razı olacak mı? Oysa
eğitimin, insan potansiyelini geliştirmesi, insanı
özgürleştirmesi, insanı empatiye teşvik etmesi gibi bir
işlevi olması lazım. Küreselleşme çağında
eğitim, bütünüyle, kâr etmenin ve insanları köleleştirmenin bir
aracına dönüştürülmüştür. Bugünkü eğitim sisteminin giderek
sermayenin kâr etmesine yarayan uzman cahiller yetiştirdiği bilinen
bir gerçekliktir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde
üniversitelerin durumuna baktığımızda, üniversitelerimizin
kuruluşundan günümüze kadar, bilimin, özgür tartışmanın
gerçekleştiği bir alan olmaktan çok, resmî ideolojinin, tekleşmenin
gerçekleştiği bir alan olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki
üniversitedeki sosyologlar Anadoludaki halk gerçekliğine uygun bilimsel
araştırmalar yaptığında, örneğin İsmail
Beşikçi gibi hocalarımız Türkiyede Kürtler vardır,
bunların dili vardır, farklı bir etnik yapıdır.
dediği için ömrünün uzun bir süresini cezaevlerinde geçirmek durumunda
kalmıştır ve ne yazık ki Türkiyedeki üniversiteler, bilim
adamları, bu gibi değerli hocalarımıza sahip çıkma
cesaretini ve becerisini gösteremediler.
Üniversiteler, ideolojilerin egemen olduğu, egemen
kılındığı bir alan hâline getirildi. Ne yazık ki
bugün de üniversitelerdeki temel problemin, Kemalist ideolojinin etkisindeki
üniversiteler mi olacak, yoksa Türk-İslam sentezli okullar, üniversiteler
hâline mi gelecek ?şeklindeki bir tartışmanın egemen bir
tartışma olduğunu görüyoruz. Mustafa Kemalin Hayatta en hakiki
mürşit ilimdir. özdeyişinin
Birileri tarafından, Kemalizmin,
hiç istenmemesine rağmen, belki Mustafa Kemalin hiç istememesine
rağmen, Kemalizmin bir ideoloji, bir dogma hâline getirildiğini,
kraldan çok kralcı hocaların olduğunu üniversitelerde çokça
gördük. Temel olan, üniversitelerde, üniversiteleri liselerin seviyesinden daha
çağdaş seviyelere
Batı ülkelerinde olduğu gibi, gerçekten
düşünen, sorgulayan, farklılıkları kabul eden zihniyetteki
kuşakların yetiştirilmesini, o ortamın
sağlanmasını gerçekleştirmek lazım.
Biliyorsunuz Üniversitelerde bilimsel eğitim
yapılıyor. demek yetmiyor. Sovyetlerde de bilimsel sosyalizm
adı altında Sovyet üniversitelerinin, Doğu Bloku
üniversitelerinin o zamanki sisteme göre bir düşünce ürettiklerini, bir
resmî ideoloji ürettiklerini, bunu topluma dayattıklarını ve
dolayısıyla o sistemin yetmiş seksen yıl sonra çökmek gibi
bir sonuçla karşı karşıya kaldığını gördük.
Önemli olan, ülkemizin üniversitelerinin, çağdaş, bilimsel,
sorgulayan kuşaklar yetiştirerek, gerçekten Batılı anlamda
düşünen nesiller yetiştirmek ve demokrasinin ülkemizde
kökleşmesini sağlamaya çalışmalarıdır. Ne
yazık ki üniversitelerimizde bu durumun olmadığını
görüyoruz.
Bugün üniversitelerde okuyan farklı etnik ve inanç
kesimlerinden insanların sürekli olarak saldırıyla
karşı karşıya olduklarını görüyoruz. Geçen hafta
parlamenterlerimizden Sayın Şerafettin Halis bu konuyu bir soru
önergesiyle gündeme getirdi. Ne yazık ki ülkemizin çeşitli
üniversitelerinde Kürtlere, solculara, Alevilere ve farklı inanç
gruplarına sahip olan kesimlere karşı yoğun
saldırılar gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu
saldırıların, hem o üniversitelerin rektörleri hem de orada
onları korumakla görevli olan polisler tarafından, biraz da
onların gözetimi ve denetimi altında
yapıldığını da görüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yıldız,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
BENGİ YILDIZ (Devamla) Teşekkürler Sayın
Başkan.
İnsan Hakları Derneği ve MAZLUMDERin insan
hakları ihlalleri raporlarına baktığımızda,
ülkemizin birçok üniversitesinde bu tür saldırıların yoğun
olarak devam ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla, yetkilileri
özellikle bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
Yine geçen gün üniversiteye yerleştirme sınavları
yapıldı. Ne yazık ki ülkemizin doğusunda,
Kızıltepede, Mardinde, Şırnakta çocuklarımız,
Kopya çekecekler. adı altında orada sınava sokulmayıp,
Sinopta, Kıbrısta ve benzeri hiç gidemeyecekleri ve maddi
açıdan da olanaklarının olmadığı yerlerde
sınava gitmek zorunda kaldılar, bazıları da gidemedi.
Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda çok
büyük hassasiyet gösterdiğini basından takip ediyoruz. Umarız bu
konuda ihmali bulunan yetkililer ve sorumlular bir an önce açığa
çıkarılıp bu öğrencilerin mağduriyetleri giderilir.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Yıldız.
Şahsı adına Ömer Faruk Öz, Malatya milletvekili.
Buyurun Sayın Öz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesinin kurulması
konusunda söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, sekizinci Cumhurbaşkanımız
değerli hemşehrimiz rahmetli Turgut Özalın da rahmetle
anılması noktasında tüm vekillerimizin göstermiş
olduğu ilgi için de teşekkür ediyoruz, çünkü rahmetli Özal
Malatyalıydı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
vakıflar, milletimizin sahibi bulunduğu tarihî, kültürel mirasın
en önemli kaynaklarıdır. Tarih boyunca kurulan müesseseler içinde çok
özel bir yere sahip olan vakıf müessesesi, insanı iyi bir yaşam
düzeyine ulaştırmak için birçok hizmetler vermiş, toplumu
sosyoekonomik yönden geliştirmek ve kültürüne katkıda bulunmak için
azami çaba sarf etmiştir. Millî düşüncemizin ve hayat
tarzımızın oluşturduğu vakıflar, çağdaş
kültür ve medeniyete insan yaradılışının ve
varlığının yüce değerini katmış, bütün
zamanların ortak insani duygularını kurumlaştırmak
özelliğini göstermişlerdir. Bu yüce değerler, özveri,
yardımlaşma, dayanışma, ırk, dil, mezhep ve görüş
ayrılıkları taşımaksızın birlikte
yaşam, birlikte mutlu olma, birlikte paylaşma, birlikte üretme,
birlikte koruma gibi, insan olmanın ve insanca yaşamanın
vazgeçilmez unsurlarıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü,
sorumluluk alanına giren konularda ciddi araştırmalar yapmakta
ve geleceğe yönelik plan ve programları bu araştırmalardan
elde ettiği veriler doğrultusunda hazırlamaktadır.
Yürüttüğü hayrî, sosyal, kültürel ve eğitim faaliyetleriyle
bakım, onarım ve yatırım çalışmalarını
bu planda bir program çerçevesinde her yıl artırarak devam
ettirmektedir. Bu hizmetlerin yanında garip gurebanın
sağlık işlerini ücretsiz yerine getirmek üzere Sultan II.
Mahmudın karısı, Sultan Abdülmecidin annesi Bezmiâlem Valide
Sultan tarafından miladi 1843 yılında İstanbul'da
"Bezm-i Âlem Gureba-i Müslimin Hastanesi" adıyla bir hastane
tesis ve ihya ettirilerek vakfedilmiştir.
1826 yılında Türkiye'de ve bilhassa İstanbul'da
şiddetli bir koleranın hüküm sürmesi ve nihayet 1843
yılında büyük bir çiçek salgınının baş göstermesi
yanında İstanbul'daki sağlık tesislerinin ihtiyaçları
karşılayamaması sonucunda, Bezmiâlem Sultan bir hastane
yaptırarak vakfedilmesi konusunda etken rol üstlenmiştir.
Hastanenin çalışma şartları ilk kez 1845
tarihinde İdare-i Dâhilîye Nizamnamesi'yle düzenleniyor. Vakfiye ile fakir
ve gariplerin ücretsiz tedavileri sağlanırken, Nizamname de hastalara
verilecek yemeklere kadar detayı ile incelenmiştir. Hatta Vakfiyenin
bir noktasında, bir hastanın tedavi edilme noktasında, bir
soğanın bir altın olsa bile alınması, iaşeden
tasarruf edilmemesi konularında çok ayrıntılara yer
verilmiştir. Yine bu Nizamnamede, hastaların teşhis ve
tedavileri ile ilgili yöntemler ve bulaşıcı
hastalığı olanlar ile diğer hastaların ayrı
ayrı mekânlarda yatırılması konusuna yer verilmiştir.
Hastane kurucusu Bezmiâlem Valide Sultan tarafından vakfedilen hastane ile
birlikte cami, medrese, sıbyân mektebi gibi diğer hayratın
giderlerini karşılamak üzere çeşitli yerlerde binlerce akar,
dükkân, mağaza, ev, bostan, bağ, zeytinlik gibi araziler
vakfedilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğüne her seviyeden eğitim ve
öğretim tesisleri açma ve yönetme görevi 5737 sayılı
Vakıflar Kanununun ilgili maddesince verilmiştir.
Bezmiâlem Valide Sultan, Silahtar Abdullah Ağa ve Abdülhamid
Sani mazbut vakıflarının vakfiyelerinde yer alan eğitim
şartının üniversite açmaya uygun olduğu tespit edilerek bu
vakıfların vakfiyelerinde yer alan eğitim
şartının üniversite kurulması şeklinde
değiştirilmesi yetkisi Vakıflar Meclisine verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Öz, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
ÖMER FARUK ÖZ (Devamla) Bezm-i Âlem, Valide Sultan, Silahtar
Abdullah Ağa ve Abdülhamid Sani mazbut vakıflarının
adına İstanbul ilinde Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesi
adıyla bir üniversite kurulması Vakıflar Meclisince
kararlaştırılmıştır.
Çağdaş bilimin öğretilerine uygun olarak, fakir ve
garip gurebalarımıza öncelik verilmek üzere, gerekli eğitim
çalışmaları başlatılmak üzere bu kanun
tasarısı hazırlanmıştır.
Etik değerlere bağlı, mesleki yetkinliğe sahip
uzman doktor yetiştirmek, sağlık hizmetlerinin etkili, verimli
sunulması ve başta tıp biliminin geliştirilmesine yönelik
bilimsel araştırmalar gerçekleştirmek üzere kurulacak Bezm-i
Âlem Üniversitesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını
dilerken -yine aynı şekilde bugün kurulmakta olan- Sabahattin Zaim
Hocamı da burada rahmetle anıyor, bu kanunun milletimize ve
eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına Harun Öztürk, İzmir Milletvekili.
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısına bir yeni madde eklenmesine ilişkin olarak verilen
önergeyle ilgili olarak kişisel söz talep ettim. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dünkü birleşimde, söz konusu madde ilavesine ilişkin olarak
açılan usul tartışması sonucunda, Sayın Başkan,
uygulamasının İç Tüzüke uygun olduğunu belirterek madde
ilavesini müzakereye açmıştı. Sayın Başkanın ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının söz konusu
uygulamayı eylemli bir İç Tüzük hükmüne dönüştürmemesi için,
konunun dikkate almamız gereken başka boyutlarını da ortaya
koymak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, komisyonda görüşülen ve raporu
hazırlanan kanun tasarı ve teklifleri, sıra sayısı
alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu gündeminde yerini
almaktadır. Genel Kurul gündeminde yerini alan bir kanun tasarı ve
teklifinin sırasının değiştirilmesi için, ya
Danışma Kurulunun bir önerisinin Genel Kurulca oylanması ya da
Danışma Kurulunun mutabakata varamadığı durumlarda
grup önerisi olarak Genel Kurula getirilmesi ve yine Genel Kurulun oyuna
sunulması gerekmektedir. Unutmamamız gerekir ki şekil
kurallarına uymak, esasa uymak kadar önemlidir.
Değerli milletvekilleri, dün, Sayın Başkan neye
karar verdi, ona bakalım. İç Tüzükün 87nci maddesinin dördüncü
fıkrasına dayanarak, görüşülmekte olan 487 sıra
sayılı Kanun Tasarısının Komisyon metninde bulunmayan
ancak tasarıyla çok yakın ilgisi bulunan iki maddenin, Komisyonun
salt çoğunluğuyla katıldığı önergeler üzerine
yeni iki madde şeklinde tasarıya eklenmesini görüşmeye
açtı. Bu maddelerden biri oylarınızla kabul edildi, ikincisi
bizim konuşmalarımızdan sonra oylarınıza sunulacak.
Değerli milletvekilleri, salt bu açıklamaya bakarsak
Sayın Başkanın yaptığı uygulamada İç Tüzük
hükümlerine bir aykırılık görmeyebiliriz. Hatta, Genel Kurulun
gündeminde olan bir tasarı ya da teklifte yer alan ve ivedilikle
yasalaştırılması gereken bir maddenin, ilişkisi
olması koşuluyla, görüşülen bir tasarı ya da teklife ilave
edilmesi de anlayışla karşılanabilir. Ancak, gündemde yer
alan bir tasarı ya da teklifi anlamsız kılacak bir biçimde, bir
veya birkaç maddesinin, başka bir tasarıya, İç Tüzükün 87nci
maddesi gerekçe gösterilerek alınması, bir hakkın suistimali
olur. Zira, o takdirde, gündemdeki tasarı ya da teklifi komisyona geri
çekeceksiniz ve orada da çektiğiniz tasarı ve teklifle ilgili olarak
yapılacak bir işlem bulunmayacaktır.
Dün, Sayın Bakanın yaptığı şu
açıklama, değişiklik önergesiyle gündemi
değiştirdiklerinin bir itirafıdır. Sayın Bakan özetle
dedi ki burada, Sayın Başkanlık Divanının da yerine
geçerek: Dolayısıyla, bugün burada Meclise sevk edilen dört
vakıf üniversitesinin yanı sıra diğer üniversitelerin de
kuruluşuna ilişkin Meclisin gündemine alınmış
olanlarının bir önerge ile gündeme eklenmiş olması son
derece normal.
Değerli milletvekilleri, yapılan işleme yeniden
dönersek, 487 sıra sayılı Kanun Tasarısına eklenen
iki maddeyle ilgili olarak, gündemde 441 ve 461 sıra sayısı
almış, 160 ve 168inci sıralarda kayıtlı bekleyen iki
ayrı kanun tasarısı vardır. Bu tasarılarla ilgili
olarak komisyon raporları ve birisiyle ilgili muhalefet şerhi
bulunmaktadır. Milletvekilleri de gündemin arka sıralarında yer
almaları nedeniyle söz konusu tasarılarla ilgili bir
hazırlık yapmadan Genel Kurula gelmişlerdir.
461 sıra sayılı Kanun Tasarısında, 487
sıra sayılı Tasarıya eklenmek istenen Bezm-i Âlem
Vakıf Üniversitesiyle ilgili bir de geçici madde bulunmaktadır. Biraz
sonra onu da eklemek için yeni bir önerge mi vereceksiniz, yoksa Geçici madde
önemli değil, o da sırasını beklesin. mi diyeceksiniz?
Peki, Genel Kurulun gündeminde 143üncü sırada bekleyen 396 sıra
sayılı Turgut Özal Üniversitesi kurulmasına ilişkin bir
tasarı daha var. Onu niçin bu tasarıya eklemiyorsunuz?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) O geçti.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) Belki bu hatırlatmam üzerine onu da
eklersiniz, kim bilir.
Değerli milletvekilleri, siyasi iktidar 441 ve 461 sıra
sayılı Kanun Tasarılarıyla ilgili olarak şu
şekilde hareket edebilirdi: Ya 486 sıra sayılı Türk-Alman
Üniversitesi Kurulması Hakkında Kanun Tasarısında
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
ya da görüşülmekte olan 487 sıra sayılı Kanun
Tasarısında olduğu gibi gündemin ön sıralarına
aldırmak üzere grup önerisiyle Genel Kurulun onayına başvururdu
ya da 487 sıra sayılı Kanun Tasarısı Komisyonda
görüşülürken 441 ve 461 sıra sayılı Kanun
Tasarılarını Genel Kurul gündeminden geri çeker, Komisyonda
birleştirirdi.
Ayrıca, söz konusu maddelerin ilavesi için ilgili Komisyonun
çoğunluğunu sağlayabilmek üzere Başkanlık
Divanının birleşime keyfî ara verildiği izlenimini vermesi
de şık olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, yukarıda yapılan kısa
açıklamalar bile Hükûmetin ne kadar beceriden yoksun bir şekilde
işleri götürmeye çalıştığını göstermektedir.
Genel Kurul gündeminin bakkalın veresiye defterine
çevrilmemesi için Başkanlık Divanını gündemine hâkim olmaya
davet ederek yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Efendim, kısa bir
açıklama yapmak istiyorum yerimden.
Efendim, konuşmacı, konuşmasında, Turgut Özal
Üniversitesinin kurulmadığını söylemişti ve örnek
olarak da onun değişiklik önergesiyle
BAŞKAN Yerinizden sisteme giriniz, ben size söz hakkı
vereyim.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılının, İzmir Milletvekili Harun
Öztürkün, konuşmasındaki Bezm-i Âlem Üniversitesinin ve ondan önce
kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin kuruluşunun usule aykırı
olduğu eleştirilerinin doğru olmadığına
ilişkin açıklaması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Konuşmacı, biraz evvel, konuşmasında, Bezm-i
Âlem Üniversitesinin ve ondan önce kurulan Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşuna ilişkin usule eleştirilerini sundu ve bu
eleştirilerine kanıt olarak da Turgut Özal Üniversitesinin niye
öncelikli sıraya alınmadığını belirtti. Ben
şunu açıklamak istiyorum: Gerek dün kurulan Sabahattin Zaim
Üniversitesi ve bugün kurulmakta olan, kurulacak olan ve görüşmelerini
yaptığımız Bezm-i Âlem Üniversitesi tamamen İç Tüzüke
ve yasalara uygun olarak yapılmaktadır. Belirtmek istediğim
önemli konu şudur ki: Turgut Özal Üniversitesi de aynı süreci
geçirerek Meclisimiz tarafından
yasalaştırılmıştır ve kurulmuştur.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(Devam)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Işık
ALİM IŞIK (Kütahya) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, dün Sabahattin Zaim Üniversitesinin
kuruluşuyla ilgili görüşmeler sırasında bir soru
sormuştum. Adı geçen üniversitenin insan ve toplum bilimleri
fakültesi ile mühendislik ve doğa bilimleri fakültesinin eş
değerlerinin hangi üniversitelerde olduğunu söylediğimde, siz
bana, bu insan ve toplum bilimleri fakültesinin, Koç, Sabancı ve Ardahan
üniversitelerinde olduğunu söylediniz.
Sizi üzmek istemem ama bu üniversitelerde böyle bir fakülte
yoktur. Sadece fen-edebiyat fakültesi adı altında insan ve toplum
bilimleri bölümü vardır. Şimdi sorumu tekrarlıyorum: Aynı
kararı veren YÖK, bir öğrenci fakülteden mezun, bir öğrenci
bölümden mezun, bunun unvanını nasıl eş değer yapacak?
Bu YÖK Başkanlığı bunları incelerken hiç mi
bakmadı? Özellikle bu konuyu cevaplarsanız memnun olurum. Böyle bir
fakülte ismi şu anda Türkiye'nin hiçbir üniversitesinde yoktur.
İki: Kütahya ili Simav ilçesi fen lisesi kuruluş
çalışmaları ne aşamadadır? Bu konuda bir müjdeli haber
verebilecek misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Akgün
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) Sayın Başkanım, çok
teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, yıllardır Anadoluda üniversite
kurulması için bekleyen illerimizi üniversite ile buluşturan
Hükûmetimize ve Millî Eğitim Bakanı olarak şahsınıza
teşekkür ediyorum.
Bu kapsamda, Karaman ilimize de Karamanoğlu Mehmetbey
Üniversitesi kurulmuş ve başarılı bir şekilde
büyümesini devam ettirmektedir. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesine bir
mühendislik fakültesi açmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Ben yine dünkü o usul meselesiyle ilgili sizi İç Tüzüke
uymaya davet ediyorum. Bakın, 87nci maddenin dördüncü
fıkrasını okuyoruz: Görüşülmekte olan tasarı veya
teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif
ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin
Bir maddesinin
Bakın
yani komisyon metninde bulunmayacak o madde ama ilgili kanunda da, o
görüşülmekte olan kanunda da o bir madde bulunacak ve o maddenin
değiştirilmesini isteyen önerge
Şimdi, Sayın Başkan, İç Tüzük o kadar
açık ki, o kadar net ki. Şimdi, burada görüşülmekte olan, yani
ek yapılan 2547 sayılı Kanun. 2547 sayılı Kanunda bu
getirilen Bezm-i Âlem Üniversitesi ile ondan önceki üniversiteyle ilgili bir
madde yok. Dolayısıyla metin
Bir kanunda eğer bir maddesi
yoksa, o maddenin de ancak değiştirilmesini isteyebilirsiniz. Onun
değiştirilmesi dışında yeni bir madde oraya ilave
edemezsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Otomatik kesti Sayın Genç yani
konuşmanızı ben kesmedim. Tekrar arkadaşlardan sıra
kalırsa veririm size söz.
Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Peki.
BAŞKAN Sayın Ağyüz
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, bu altı vakıf üniversitesiyle,
devlet, yüksek eğitimi özelleştiriyor. Üniversite açmakla
övünüyorsunuz ama Sayın Başbakan Ben, üniversite mezunlarına
iş vermek durumunda değilim. diyor. Siz, öğretmen
açığını kapatmak için öğretmen alamıyorsunuz. Bu
branşlaşmada herhangi bir, sizin ihtiyaç tespitiniz yok mu?
Yine, cevap vermiyorsunuz ama, Gaziantep sorunuyla niye ilgilenmiyorsunuz?
Gaziantepte millî eğitim SOS veriyor. Okul eksikliği, derslik
eksikliği, öğretmen açığı eksikliği 58 ile 62nci
sırada geziyor Gaziantepte. Bu kadar umursamayacak bir şey midir?
Bir de dün geçirdiğimizde, Sayın Başbakan dâhil
Hükûmetin iki bakanı da üniversite sahibi oldular. Hayırlı
uğurlu olsun.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Ağyüz.
Sayın Yıldız
SACİD YILDIZ (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Şimdi, üniversitelerde ana bilim dalı
başkanları, bölüm başkanları, dekanlar ve rektörler tamamen
farklı prosedürlerle seçilmekte, bunların seçimlerinden sonra iç
huzur ve çalışma barışı bozulmakta. Bunları belli
bir düzen içinde, dört yöneticiyi de belli bir düzen içinde seçtirmek için bir
yasa çalışması var mı? Bir bunu soracağım.
İkincisi, bazı üniversiteler eğitim fakültesi
kurulmasını istedikleri hâlde ret cevabı
aldıklarını söylemektedirler. Bu doğru mudur? Oysaki
bazı üniversitelerde kolayca eğitim fakültesi kurma izni verilmiştir.
Bu dünden beri görüştüğümüz yasalarda da hep eğitim fakültesi
var. Acaba bu doğru mudur?
Bir üçüncü sorum da üniversite öğretim
elemanlarının, öğretim görevlisi, araştırma görevlisi
dâhil hepsinin maaşlarında bir iyileştirme düşünülmekte
midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Dünden bu yana, yeni kurulan üniversitelerimize, Millî Eğitim
Komisyonumuzda görüşülüp geçmiş Genel Kurulda yerini almış
üniversitelerin eklenmiş olmasıyla ilgili ciddi bir itiraz var. Bu
tekrar tekrar dile getiriliyor. Hem grup başkan vekilleri hem de
diğer izahlara rağmen ben de kısa bir izahta bulunmak isterim.
Bundan önce, haziran ayında
KAMER GENÇ (Tunceli) Okuma yazman varsa 87nci maddenin dördüncü
fıkrasını bir oku.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Sayın Genç, ben hukukçuyum, okuduğumu çok iyi
anlıyorum ama siz okuduklarınızı manipüle etme konusunda
çok ustasınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ustayım tabii.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Bu toplum sizi dinlediği kadar beni de dinleyecek. Yerinizden müdahale
etmekle bir şey kazanamazsınız. Ben de kendi söyleyeceklerimi
söyleyeceğim burada, sizin söylediğiniz gibi.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama yanlış şeyler
söylüyorsunuz.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Hiçbir şekilde yanlış bir şey
söylemiyorum. Her şeyin en doğrusunu kendinizin bildiği
iddiasını bir kere bir kenara bırakın. Ben de hukukçuyum,
okuduğumu çok iyi anlıyorum. İç Tüzük burada
KAMER GENÇ (Tunceli) Biz çok hukukçu gördük.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) İç Tüzük burada ilk kez sizinle birlikte
uygulanmıyor. Bu Meclisin kendine uygun bir içtihadı ve uygulama
geleneği var.
Haziran ayında, yine vakıf üniversitelerinin
kuruluşunu burada görüşürken, TED Üniversitesiyle Turgut Özal
Üniversitesi de birer madde ihdası oluşturmak şeklinde önergeyle
burada teklif edildi ve bu şekilde kuruldu. TED Üniversitesi de burada
hatta muhalefetin de ortak önergesiyle kuruldu. Dolayısıyla bu
Mecliste bu işlemler gerçekleştirildi. Hem İç Tüzüke uygun hem
de zaten üniversite kuruluşuna ilişkin olarak düzenlediğimiz ve
yeni dönemde özellikle
Üniversite sınavı gerçekleşiyor ve çok yakın
bir tarihte ikinci aşaması da yapılacak. Üniversite
sınavına giren 1,5 milyon gencimiz üniversitede öğrenim görme
talebiyle karşı karşıya ve bu talebin
karşılanması konusunda YÖKten, Millî Eğitim
Bakanlığından, Bakanlar Kurulundan ve Komisyondan geçmiş,
Genel Kurulun gündemine gelmiş üniversitelerin kuruluşu konusunda
ivedi bir tutum içerisinde olmamızdan daha doğal ne olabilir?
Kaldı ki İç Tüzük de zaten buna uygun ve elverişli.
Dolayısıyla biz bugün üniversite öğrenimi görme talebinde olan
gençlerimizin talebini, haklı talebini Hükûmet olarak yerine getirmeye
çalışıyoruz. Siz de muhalefet olarak burada, bunu en uygun
şekilde, İç Tüzükün ilgili hükümlerini kendi yorumlarınız
çerçevesinde kullanarak engellemeye çalışıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Usule uy, usule.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Biz de tabii ki İç Tüzükün, bu anlamda
yapacağımız hizmetlere vesile olması konusunda
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Şimdi, Sayın Başkanım, çok büyük bir
tartışma oluşturacak bir şey değil. Her şeyden
önce ülkemize, yükseköğrenim sistemimize yeni üniversiteler
kazandırmaya çalışıyoruz. Elbette ki yükseköğrenim
görme talebi, başlı başına bir ülkenin yükseköğrenim
görmüş nüfusunun sayısının çokluğu, o ülkenin
geleceği açısından da o ülkenin gelişmişliği
açısından da önemli göstergeler. Biz burada bunun çabası
içerisindeyiz.
Bir soruda da bu bölümlerin, bu fakültelerin
olmadığı söylendi, insan bilimleri, toplum bilimleri
ALİM IŞIK (Kütahya) Bölümler var efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Bu bölümler var. Unvanlar fakültelerden değil
bölümlerden veriliyor bildiğiniz gibi. Dolayısıyla Türkiyede
kurulmuş olan bu bölümler, Ardahan Üniversitesinde İnsani Bilimler
ve Edebiyat şeklinde var.
ALİM IŞIK (Kütahya) Fakülte yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Fakülte olarak var Beyefendi. Dolayısıyla, bunlar
benim önümde şu anda, liste olarak veriyorum.
ALİM IŞIK (Kütahya) Kanunda böyle bir şey yok.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Şimdi, Sayın Ağyüzün sorusu: Gazianteple en
üst düzeyde ve en yoğun bir şekilde ilgileniyoruz Sayın Ağyüz.
Dolayısıyla Hükûmetimiz eğitim alanında, özellikle sorunlu
iller
Ben bunu kendim de size burada söyledim, defalarca sordunuz. Gaziantep
en yüksek düzeyde ülkemizde göç alan şehirlerin başında geliyor.
Dolayısıyla göçle eğitimin planlanması arasında yaşanan
birtakım sıkıntılar olduğunu ifade ettim ve bu
sıkıntıların giderilmesi konusunda en yoğun
şekilde Gazianteple de ilgilendiğimizi siz de biliyorsunuz.
Dolayısıyla, herhangi bir şekilde ilgisiz kalmakla
suçlanmayı doğrusu büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Hiçbir gelişme yok
Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Galiba sürem bitti Sayın Başkanım.
Teşekkür ederim.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Millî Eğitim Müdürü bile
atayamıyorsunuz oraya. Arsa bulamıyorsunuz, arsa!
BAŞKAN Sacid Hocam, sizin sorunuz cevaplandı mı?
SACİD YILDIZ (İstanbul) Hayır, cevaplanmadı.
BAŞKAN İsterseniz, süre varsa
cevaplandıralım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Yazılı cevaplandırayım gerisini.
BAŞKAN Yazılı
cevaplandıracaksınız, peki.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan, bir
açıklamaya müsaade eder misiniz? Yanlış bir
anlaşılmayı düzeltmemiz gerekiyor.
BAŞKAN Sayın Işık, isterseniz şu
işleri bir tamamlayayım, sonra bir açıklama
yaparsınız, olur mu?
ALİM IŞIK (Kütahya) Komisyon toplantımız var
yukarıda, oraya gideceğim.
BAŞKAN Komisyon
ALİM IŞIK (Kütahya) Sırf bunun için Genel Kurula
geldim, komisyon toplantısına çıkacağım.
BAŞKAN Bakınız, şunun için söyledim: Biraz
önce Sayın Gençin de konuşması yarım kaldı, ona da
Sayın Bakana söz verdiğim için söz veremedim; biraz beklerseniz,
sonrasında size bir fırsat vermeye çalışayım.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa
tasarısına eklenen Bezmi Alem Vakıf Üniversitesiyle ilgili ek
maddedeki (c) Eczacılık Fakültesinden ibaresinin teklif metninden
çıkarılmasını arz ederiz.
|
Turgut
Dibek Kamer
Genç Ali
İhsan Köktürk |
|
Kırklareli Tunceli Zonguldak |
|
Mustafa
Vural Sacid
Yıldız |
|
Adana İstanbul |
BAŞKAN Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Hükûmet?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Genç, birinci imza sahibi sizsiniz
galiba.
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet.
BAŞKAN- Sayın Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu, ek bir önergeyle kurulmak istenen Bezm-i Âlem
Üniversitesinde Eczacılık Fakültesini kaldırmak için önerge
verdim.
Aslında, tabii, Türkiyede eczacılar o kadar çok ki,
bunların işleri de yok. Önemli olan üniversite açılırken
iş bulabilme imkânı olan üniversiteleri şey edelim.
Şimdi, biraz önce, Sayın Bakan bana diyor ki: Ben hukuk
fakültesi mezunuyum ve biz bunları getirdik.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Hukukçuyum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bakın, kötü emsal emsal olmaz.
Arkadaşlar, 87nci maddede, okuması yazması olan,
hukuk fakültesi mezunu değil, ilkokul talebesini getirip şu maddeyi
okuyalım: Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun,
komisyon metninde bulunmayan -bakın, burada 2547 sayılı Kanun
görüşülüyor, metinde yok- ancak tasarı veya teklif ile çok yakın
ilgisi bulunan bir maddesinin
Yani bu madde 2547 sayılı Kanunda
bulunacak, işte, çok yakın ilgisi olacak ve o maddenin
değiştirilmesi için önerge vereceksin; yoksa ki 2547 sayılı
Kanunda olmayan bir madde ihdasına ilişkin önerge veremezsiniz,
ancak onun değiştirilmesini verebilirsiniz. Yani ilkokul çocuğu,
ilkokulu bitirenler bile bunu bilirken Hukuk fakültesi mezunuyum ben. deyip
de Ben bunu biliyorum. demek kadar ayıplı bir şey var mı
arkadaşlar?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Ayıp sizsiniz!
KAMER GENÇ (Devamla) Sonra siz bu Bakanlığa otomatik
pilot olarak geldiniz. Yani sizden önceki kişi size devrederken dedi ki:
Biz Millî Eğitim Bakanlığını otomatik pilota
bağladık. Yani o zaman, zaten konuşma hakkınız yok.
Bakın, biz üniversiteye karşı değiliz sayın
milletvekilleri.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Belli oluyor.
KAMER GENÇ (Devamla) Biz Türkiyede çağdaş, nitelikli
eğitim yapılmasına karşı değiliz ama bizim
karşı olduğumuz, evvela bu Türkiye Büyük Millet Meclisi bir
kurul, yüce bir kurul, burada bir İç Tüzük yapılmış,
Sayın Meclis Başkanının buna müsaade etmemesi lazım.
Geçmişte yapılabilir, itiraz da edilmeyebilir ama geçmişte
yapılan kötü bir emsal
İç Tüzük çok açık, müzakere edilen kanun
maddesinde olmasına rağmen -ama komisyon metninde yok- o komisyon
metninde olmayan başka bir maddesini değiştiren bir önerge
verebilirsiniz diyor ama olmayan bir maddeyi siz orada ihdas edemezsiniz.
İç Tüzük çok açık. Yani biz, burada, gelin çalışalım,
sağlıklı çalışalım ama siz Meclisi baypas
ediyorsunuz, işte, bazı üniversitelerin kritik durumları
dolayısıyla burada gelip de müzakere edilmesini önlüyorsunuz.
Ben dün burada söyledim, dedim ki: Bunlar tarikat ve cemaat
üniversiteleridir.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) Ne tarikatı ya! Hepsi vakıf
üniversitesi.
KAMER GENÇ (Devamla) Bunları niye böyle getirip de buradan
hemen geçiriyorsunuz, müzakeresiz? Çünkü buraya hazinenin çok kıymetli
arsalarını vereceksiniz; çünkü tarikatlar kuvvetli, devleti yöneten
tarikatlar, İktidarınızı yöneten tarikatlar.
Dolayısıyla bunlara en kıymetli arazileri vereceksiniz, en
kıymetli yerleri vereceksiniz, yine bunlara vergi muafiyetini
getireceksiniz, gümrük muafiyetini getireceksiniz, gelir vergisi muafiyetini
getireceksiniz ve burada bunlar çok büyük devlet kaynaklarından
yararlanacak; ondan sonra da o imkânları aldıktan sonra devletin
kesesinden zengin olacaklar arkadaşlarım.
İşte, Koç ve Sabancı üniversiteleri buraya
geldiği zaman ben çıktım karşılarına
konuştum. O zaman çok kıymetli orman arazileri bunlara
bağışlanmıştı. Ben burada çıktım
konuştum, birileri çıktı bunlardan benim aleyhime 25 milyar
tazminat davası açtı. Yani onlara da karşı
çıktık.
Onun için, arkadaşlar, getirilen bu teklifler maalesef
Türkiye'nin gerçeklerine uymuyor. Belirli bir tarikat ve cemaat
mensuplarına devletin kaynaklarını kanalize etmek için
getiriliyor bunlar.
Ayrıca dün burada soru sorduk. Sayın Bakan diyor ki:
Efendim, bu suistimallerle ilgili konuları getirip Meclisin gündemini
meşgul ediyorsunuz. Yahu, değerli milletvekilleri, memleket ekonomik
yönden batmış. Batmasının nedeni de iktidarda bulunan
partinin devleti talan etmesinden kaynaklanıyor. Biz diyoruz ki: Bu
basılan kitapları kimlere bastırdınız? Hangi firmalara
bastırdınız? Ondan sonra, Kimlere bastırdıysanız
bunun hesabını verin. Kamu İhale Kanununa göre yaptık.
diyor. Kamu İhale Kanununu kuşa çevirdiniz. Nasıl çevirdiniz,
biliyor musunuz? 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda yönetmelikle
bir değişiklik yapmışsınız. Ne diyorsunuz? 2007
yılında yönetmelikle bir değişiklik yapıyorlar,
diyorlar ki: Kamuda yapılan ihalede bir suistimal varsa ona itiraz
edilirse; bir, ya itirazı reddedecek Kamu İhale Kurumu; iki,
eğer ihalede usulsüzlükler tespit edilmişse, o usulsüzlükleri tespit
edeceksin, ilgili ihale makamına bildireceksin. E, ne oldu? İlgili
ihale makamına bildirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Yine bir yönetmelik
değişikliği yapmışlar. Onda da Eğer yapılan
ihale sözleşmesi noter tarafından imzalanmışsa artık
ona itiraz edilmez. diyor. Yahu, böyle bir şey olur mu arkadaşlar?
Kamu İhale Kurumunun elini kolunu bağlıyorsunuz. Diyorsunuz ki:
Arkadaşlar, iptal edemezsin. E, niye kurdun onu o zaman? Kurmanın
bir gereği var mı? Efendim, ondan sonra itiraz ediyorsun, Kamu
İhale Kurumuna gidiyor, onu aralarında, gidiyor idarede sözleşme
yapıyor, diyor ki: Artık bunu iptal edemezsin. Yahu, beyler,
bakın, yani hepimizin okuma yazması var, hepimizde vicdan var,
hepimiz bu memleketin insanlarıyız. Bu memleketin kaynakları 3-5
hırsıza, 3-5 yandaşa böyle tarumar edilebilir mi? Bunlara
peşkeş çektirilebilir mi? Bunları söylediğimiz zaman,
bizden önce sizin bunlara sahip çıkmanız lazım. Yahu, dürüst
milletvekilleri olarak Yahu arkadaş, benim içinde bulunduğum iktidar
bu kadar soygun yapamaz, bu kadar talan yapamaz, bu kadar devletin
mallarını çalamaz. demesi lazım. Bunu sizin demeniz lazım,
biz demeden önce sizin kendinizi aklamanız lazım. Biz
söylediğimiz zaman bize tepki gösteriyorsunuz. Böyle bir anlayış
olmaz! Böyle bir anlayış, insanlığa da, vicdana da
sığmaz, Allah korkusuna da sığmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Bunlar böyle olmaz arkadaşlar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Tamam.
Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Arkadaşlar, kâtip üyeler arasında ihtilaf var,
oylamayı elektronik cihazla yapacağım.
İki dakika süre veriyorum ve oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Saygıdeğer milletvekilleri, pusula
gönderen arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım.
Sayın Güney? Burada.
Sayın Koç? Burada.
Sayın Ayalan? Burada.
Karar yeter sayısı vardır. Önerge kabul
edilmemiştir.
Ek madde 124ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi çerçeve 1inci maddeyi
bağlı ek maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarıya bir geçici madde ilavesine ilişkin bir adet
önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
487 Sıra Sayılı Kanun Tasarısına 1 inci
maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki geçici maddenin
eklenmesini öneririz.
|
Mustafa
Elitaş Nurettin
Canikli Veysi
Kaynak |
|
Kayseri Giresun Kahramanmaraş |
|
Yılmaz
Tunç İkram
Dinçer |
|
Bartın Van |
Geçici Madde 1.- Bezm-i ÂlemValide Sultan Vakıf Gureba
Hastanesi faaliyetlerini, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren en geç altıncı ayın sonuca kadar bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önceki statüsü ile devam ettirir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce Vakıflar
Genel Müdürlüğünün kadrosunda olup söz konusu Hastanede çalışan
personelin statüsü, en geç birinci fıkradaki sürenin sonuna kadar korunur.
Bunlardan;
a) Akademik unvana sahip olanlar ile tıpta uzmanlık
öğrenimi görenlerin, talepleri halinde birinci fıkrada belirtilen
sürenin sonuna kadar ilgili mevzuat hükümlerine göre söz konusu Üniversiteye
ataması yapılabilir.
b) Tıpta uzmanlık öğrencisi olmayan ve akademik
unvana sahip bulunmayan diğer personel, talepleri halinde birinci
fıkrada belirtilen sürenin sonuna kadar, söz konusu Üniversite ile 4857
sayılı İş Kanunu hükümlerine göre sözleşme imzalayarak
istihdam edilebilir.
c) Sağlık hizmetleri ve yardımcı
sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler
sınıfındaki personel, söz konusu Üniversitede istihdam edilmek
istemedikleri ya da ataması yapılarak veya sözleşme imzalanarak
anılan Üniversitede istihdam edilmedikleri takdirde,
kazanılmış hak aylık derecelerine uygun olarak
Sağlık Bakanlığına, diğer personel ise
Vakıflar Genel Müdürlüğünce merkez ve taşra
teşkilatında ihtiyaç bulunan birimlere naklen atanırlar.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte 190
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bölümünde yer alan ve söz konusu
Hastaneye tahsis edilmiş kadrolarda bulunan personelden, söz konusu Üniversitede
çalışmak isteyenlere ait kadrolar ile boş bulunan kadrolar ve
Baştabip, Baştabip Yardımcısı, Klinik Şefi,
Klinik Şef Yardımcısı, Hastane Müdürü, Hastane Müdür
Yardımcısı, Sivil Savunma Uzmanı ve Saymanlık Müdürü
kadroları, birinci fıkrada belirtilen sürenin sonunda iptal edilerek
kadro cetvellerinden çıkarılmış sayılır Bu
tarihten itibaren, ikinci fıkranın (a) ve (b) bentleri saklı
kalmak kaydıyla, bu fıkrada unvanları sayılan personel, en
geç bir ay içinde kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadrolara
atanmak üzere, dolu kadrolarda bulunan sağlık hizmetleri ve
yardımcı sağlık hizmetleri ile yardımcı hizmetler
sınıfındaki personel ise bulundukları kadrolarıyla
birlikte Sağlık Bakanlığına devredilir. Devredilen
kadrolar 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I)
sayılı cetvelin Sağlık Bakanlığına ait
bölümüne eklenmiş sayılır.
Üçüncü fıkrada unvanları sayılan personel,
kadrolarının iptal edildiği tarih ile atama işlemleri
yapılıncaya kadar geçen sürede durumlarına uygun işlerde
görevlendirilirler. Bu süre içerisinde ilgililer, 5737 sayılı
Vakıflar Kanununun 67 nci maddesinin son fıkrasında öngörülen
fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı Vakıflar
Kanununun 72 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ödeme ile
nöbet ücreti hariç olmak üzere, eski kadrolarına bağlı olarak en
son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve
tazminatlarıyla diğer malî haklarından ve görevlendirildikleri
yerlerdeki fiilen görev yaptıkları emsali kadroya ilişkin döner
sermaye ödemesinden yararlanır. Bu personelin Vakıflar Genel
Müdürlüğündeki önceki kadrolarına bağlı olarak, 5737
sayılı Kanunun 67 nci maddesinin son fıkrasında öngörülen
fazla çalışma ücreti ve 5737 sayılı Kanunun 72 nci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan ödeme ile nöbet ücreti hariç
olmak üzere, en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her
türlü zam ve tazminatlar ile diğer malî hakları toplam net
tutarının, atandıkları yeni kadroların, nöbet ücreti
ve döner sermayeden yapılan ek ödeme hariç olmak üzere, aylık, ek
gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer her türlü malî
hakları toplam net tutarından fazla olması halinde, aradaki fark
tutarı, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece,
farklılık giderilinceye kadar herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi
tutulmaksızın ayrıca tazminat olarak ödenir.
Bu maddenin uygulanmasında ortaya çıkabilecek
tereddütleri gidermeye ve uygulama esaslarını belirlemeye
Başbakanlık yetkilidir."
BAŞKAN Sayın Komisyon, önergeye katılıyor
musunuz?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN Hükûmet?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Katılıyoruz Sayın Başkan.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, katılamaz,
çoğunluğu yok.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) Geçici
madde efendim, katılırım.
BAŞKAN Takdire bırakır efendim, takdire.
ENGİN ALTAY (Sinop) Hocam, katılamazsınız.
Usul hatası yapmayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Elitaş, gerekçeyi mi okutayım?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Gerekçeyi okutun efendim.
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Personele ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmektedir.
BAŞKAN Efendim, Hükûmetin katıldığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.
Sayın Sakık, buyurun efendim. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, bizim bu konudaki tavrımız açık, net.
Yani kurulacak üniversitelere karşı bir duruşumuz falan yok ama
eğitimin çok adil olması gerekir. Sadece böyle parasal düzeyde bir
eğitimin bu ülkeyi nereye kadar götürdüğünü hep birlikte gördük.
Şimdi, bütün Parlamentodan, Sayın Bakanımdan da
özür dileyerek, Meclis Başkan Vekilimizden de özür dileyerek ben bir
başka konuyla ilgili
Aslında, bu, benim tercihim değildi ama
keşke diğer milletvekili arkadaşlarımız da kendi
aralarında sohbet etmektense bunu dinlemelerini istiyorum, sizden rica
ediyorum.
Sevgili arkadaşlar
BAŞKAN Sayın Sakık, durun, ricanızı ben
bir yerine getireyim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
bakınız, konuşan Hatip dinlemenizi rica ediyor. Ya başka
şekilde konuşun başka mekânlarda yahut da dinleyin.
Buyurun.
SIRRI SAKIK (Devamla) Şair diyor ki: Her köşe
başında benden kimlik soruyorlar, ben yaramı açıp
gösteriyorum. Buraya her konuda düşüncelerimizi açıklamaya
geldiğimizde biz de yaralarımızı size gösteriyoruz.
Fiziksel olarak saldırıya maruz kalıyoruz, bu çok önemli
değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar hep bu yaralarla
yaralandık. Yaralarımız kâh kanatılıyor ama ruhumuza
yönelik de saldırılar başlayınca artık tahammüllerimiz
bir noktaya kadar.
Ben üç yıl önce sevgili eşimi kaybettim. Burada oturduk
konuştuk, bütün aile büyüklerim, mücadele arkadaşlarım -bizim
doğduğumuz topraklar, orada doğduk ama Ankarada
yaşıyoruz, burada doyuyoruz, burada siyaset yapıyoruz, bu ülke
hepimizin- birlikte eşimi burada defnetme kararı aldık. O gün
müracaat ettik. Gölbaşı yanı başımızda. Bu
Gölbaşı, bulunduğum, oturduğum yere de çok
yakındır. Hepimiz inançlı insanlarız. Gideriz sabahleyin
bir Günaydın deriz, bir Fatiha okuruz, gecenin geç saatlerinde gideriz
sohbet ederiz. O duygularla eşimi Gölbaşında defnetme
kararı aldık ve müracaat ettik. O dönem Adalet ve Kalkınma
Partisinin Belediye Başkanı tarafından bizim taleplerimiz uygun
görülmedi ama bir bakan arkadaşımız devreye girdi, eşimi
oraya defnettik. Ama üç yıldır orada bu defin işlemiyle ilgili
bir tartışma var. Ölülerimiz üzerinden siyaset yapılıyor.
Ve kısa bir süre sonra yine ablamı da kaybedince, ablamı da
yanı başına defnetmek için dönemin belediye
başkanını aradık, bize defin için yer vermedi. Yine bir
grup milletvekili ve bakanlar devreye girdiler, buna rağmen ablamı
eşimin yanına defnedemedim. Sürekli kardeşlikten bahseden bu
ülkenin aktörleri
Ve sonradan anladık ki orada Milliyetçi Hareket Partisi
ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında bu bir kavgaya
dönüşmüş ve benim eşimin oraya defnedilmesi Bir teröristin
cenazesi Gölbaşına defnedildi... Bu sözler Milliyetçi Hareket
Partisinin Gölbaşı Belediye Meclis Üyesinin sözleri, bu sözler
Gölbaşı Spor Kulübünün Başkanı olan birinin sözleri. Biz bu
sözlere yabancı değiliz. Biz ne olup bittiğini biliyoruz, onun
için Kandan, şiddetten hep beslenenler. derken işte bundan
bahsediyoruz. Eğer ölülerimizi yan yana gömemeyeceksek, eğer dilimize
saygı gösteremeyeceksek, eğer bu partinin bir aktörü çıkıp
televizyonlarda Camilerde Kürtçe hutbe okunuyor da Türkler gitmiyor. diyorsa
burada felaket bir şey var. Aynı dili konuşmayabiliriz, ama
aynı Tanrıya tapıyoruz, aynı duaları farklı
dillerle konuşuyoruz. Bu dillere niye bu kadar düşmanca tavır,
neden bu ölülere bu kadar düşmanca tavır? Bunu anladık,
biliyoruz, geçmişte de kalkıp bize küfrettiniz, hakaret ettiniz, ama
edepliyiz, ama terbiyeliyiz, o dille size cevap vermedik. Korkuyor muyuz? Asla,
asla korkmayız ama o dili kullanmadık, bize karşı bu
dilleri kullanmayınız. Bu, doğru bir siyaset tarzı
değil. Ülkeyi geriyorsunuz. Ülkeyi gerdiğiniz için bu şiddetten
beslenen birimler durumdan vazife çıkarıyor, Samsunda
saldırıya maruz kalıyoruz. Samsundaki bireysel bir
saldırı değil, Samsundaki saldırı Türkiyede
Kürt-Türk çatışmasını körüklemek isteyen güçlerin bir
saldırısıdır. Bu saldırı, bunun arkasında
kimler varsa ortaya çıkmalıdır.
Bakın, Avustralyada Aborjinler, yerli bir halk var. O
halkın kendilerini doğa kanunlarıyla, yani yasaları ve
anayasaları doğa kanunlarıdır. Yerleri yurtları yollardır
ve bu insanlar timsahlarla aynı suda yıkanmayı becerebiliyor ve
bu insanlar timsahlarla yıkanırken aynı suda terden, kokudan ve
o duygudan bağ oluşturabiliyor, ama benim ülkemde biz insanlar hâlen
bağ oluşturamıyorsak, hâlen ölüm üzerinden siyaset yapmak
istiyorsak bu ülkeye yapılabilecek en büyük hakaret ve en büyük zulümdür.
Onun için, bütün partiler ve siyasi aktörler, rica ediyorum,
kanlı ve kirli dili unutalım. Yani gerçekten bu ülkede bir birlik
ruhunu oluşturacaksak, gerçekten geleceğimizi birlikte inşa
edeceksek biz bu dili terk etmeliyiz. Bu dildir ki Samsunda insanları
bizim üzerimize saldırtandır, bu dildir ki Vanda Cumhuriyet Halk
Partisine saldırılar oldu. Bu, yarın başka bir yerde de
olabilir. Eğer siyaset sokakta bu şekilde, kontrolsüz bir
şekilde cereyan ederse hepimiz çok acı dolu yıllar
yaşarız ve geçmişimizde, tarihimizde çok acı dolu
günlerimiz var. Hepimizi yaralayan ve hâlen uluslararası arenada
karşımıza çıkan o yaralarımızı sarmamız
gerekirken yeniden yaralar açmak bu ülkeyi gerçekten böler, bu ülkeyi parçalar.
İşte, o olay oldu, hemen sonrası Yaşar Kemal
aradı. İşte, budur ülkeyi bölecek, bu dildir ki ülkeyi bölecek,
bu yumruktur ülkeyi bölecek. Bu yumruk, emin olunuz ki örgütlüdür. Biz bu
yumrukları tanırız. Bu yumruklar, bu bereleri biliriz, bu
şapkaları tanırız. Açın bakın, geçmişin yani
Türkiye'nin o geçmişteki silahlarını alın bakın,
tetikte, namluda kimlerin izi vardır, ta, o yumruklar oraya kadar gider.
Onun için, yumruk nereden gelirse gelsin -ister Baykala ister
Bahçeliye ister Sayın Erdoğana veyahut da Sayın Türke- biz
her yumruğun karşısındayız.
Onun için, ben buradan tekrar, bu süre içerisinde, biz yoldayken
buraya kadar duyarlılık gösteren bütün Türkiye halkına
teşekkür ediyorum. Trabzondan Rizeye kadar, İzmirden
Şırnaka kadar, Muşa kadar, Türkiye halkı büyük bir
duyarlılık gösterdi, şiddete karşı bir barikat
oluşturdu. Onun için, siyasi aktörler bu halka layık ve uygun
politikalar üretmelidir, bu halkın taleplerine uygun barış
köprüleri oluşturmalıdır.
Ben diliyorum, umuyorum ki Sayın Türke atılan o yumruk,
bize o saldırı, bu ülkede barış köprüsünü oluşturur,
halklar arasındaki köprüye hizmet eder. Zaten Sayın Türkün de hem
yaralı olduğu saatte çıkıp yaptığı
açıklama -yanı başındaydık- buna uygun bir açıklamaydı
hem de dün hastaneden çıkarken mücadele arkadaşlarıyla birlikte
yaptığı açıklama bu doğrultudaydı. Hepimiz onu
örnek alarak buna uygun adımlar atmalıyız. Bunu becerebilirsek
emin olunuz ki barışı yakalama şansımız var.
Çünkü biz Samsunda şunu gördük: Gece konakladığımız
yerde, yemek yediğimiz her
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Sakık.
SIRRI SAKIK (Devamla) Teşekkürler.
restoranlarda olağanüstü konukseverliğin evrensel
yasalarını gördük, halklar arasında bir husumetin, bir kinin
olmadığını gördük. Bu bizi sevindirdi ve hatta sabahleyin
bizi uğurlarken bu mekân sahipleri bize dönüp sordular, Gelin, ne olur
gelin birlikte burada halkların kardeşliğini yükseltelim. Ama,
biz orada saldırıya uğradık. Bu saldırı Samsun
halkını veyahut da Karadeniz halkını
saldırının içerisinde gösterecek bir davranış
değildir. Onun için buradan Samsunlulara teşekkür ediyorum.
Tekrar, Türkiyede sağduyu sahibi olan ve bu konuda bütün
duyarlılığıyla barışın etrafında bir
barikat oluşturan bütün barışseverlere teşekkür ediyorum.
Sizlere de selam ve saygılar sunuyorum. (BDP, AKP, CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Sakık.
Biz de bu vesileyle, eşinize ve ablanıza tekrar Allahtan
rahmet, sizlere de başsağlığı diliyoruz.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
şimdi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili
Sayın Oğuz Oyan konuşacaklar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dört vakıf üniversitesi
kurulması üzerine karşımıza gelen bir tasarı, nur topu
gibi iki tane ilave vakıf üniversitesi yavrulayarak altıya
çıkmış bulunuyor. Böylece nurlu üniversitemizin sayısında
en azından altı tane artışımız oluyor.
Değerli arkadaşlarım, bu üniversite kurma meselesi,
özellikle de bugün burada kurduğumuz bazı üniversitelerin
niteliği, bunları vakfedenlerin amacı açısından
bakıldığında galiba bu vakıfları kuranların
kemiklerini sızlatacak nitelikte. Yani özellikle Fatih Üniversitesi ile
Bezm-i Âlem Üniversitesi için bu söylediklerimi daha fazla vurgulamak
istiyorum. Yani düşünün ki Fatih Sultan Mehmet kendi
sağlığında vakıf ve mülk arazilere karşı bir
mücadele içine girmiş, ömrünün son yıllarında mirî araziden
koparılıp
Biliyorsunuz, mirî arazi devlet mülkü
sayıldığı için vakfedilemiyor, vakfedebilmek için
şahsi mülkiyet olması gerekir. Ne yapılıyordu, o zamanki bu
işin arkadan dolanma yöntemi neydi? Önce bir temliknameyle, bir izinle
mirî arazi mülk araziye geçiriliyor, arkasından da mülk arazi vakfediliyor
ve böylece evlatlık vakıflar türüyordu. Fatihin ölümünden birkaç
yıl önce bu konuyla mücadelesi söz konusudur. Ne yaptı?
Sayıları çok artmış olan bu mülk ve vakıf arazileri
mirî sisteme katmak için düğmeye bastı ve İstanbulu fetheden
yani Bizansı ya da Doğu Romayı sona erdiren hükümdarın
gücü, o içerideki büyük mülklere vakıf ya da başka sıfatlar
altında el koymuş olanların gazabından kurtulmaya yetmedi.
Büyük olasılıkla bir suikasta kurban giderek 1481 yılında
vefat etti.
Şimdi Fatih Sultan Mehmetin kemiklerini
sızlatırcasına burada ne yapıyoruz? Bu vakıf
üniversitesi ticari amaçla kurulan, ticari amacı içinde olan, paralı
eğitim yapacak olan bir üniversiteye, vakıf üniversitesine
dönüştürüyoruz. Yani burada, herhâlde, ölümünden sonra bile kemiklerini
sızlatacak bir durum yaratıyoruz.
Gelelim Bezm-i Âlem Vakfına. Bezm-i Âlem Vakfı,
işte, yüz elli yıl önce, yüz altmış yıl önce, hatta
yüz altmış yedi yıl önce kurulmuş bir vakıf.
Vakfedenler burada garip gurebâya yönelik bir şey yapmak istemişler.
Garip gurebâya yönelik yani, işte, yoksullara aş veya
sağlık hizmeti sunsun diye bunu yapmışlar, bunu
kurmuşlar. Peki şimdi ne yapıyoruz? Dün burada Sacid Bey çok
güzel anlattı bunu ama tabii kimse dinlemiyor, yani kimsenin umurunda
değil! Umurunda değil çünkü burada din, iman, para bir araya
gelmiş durumda, bu bir araya gelince patlayıcı bir şeyler
oluşuyor! 330 dönümlük arazinin 230 dönümünü alışveriş
merkezine çevirin, yani bugünkü şeyin yoksullara, gariplere, gurebâya yönelik
olması gereken bir kurumu böylece orada asli amacından
uzaklaştırın. Yani bu mudur acaba sosyal adalet dediğimiz
şey, bu mudur sosyal devlet ve bu mudur hukuk? Bu mudur hukuk çünkü bu
vakfedenlerin bir kere vakfetme amacı içinde bir yüksek eğitim kurumu
kurmak yok, bir. Yani ikincisi, bu arazinin kendi kullanım amaçları
dışında kullanılabilecek olması daha önce de gündeme
gelmiş, örneğin 1989da YÖK bu konuda kararını geri
çekmiş, hâlen Danıştayda süren üç tane dava var ve burada bir el
koyma yöntemi. Üstelik bu Vakıf Gureba Hastanesini de zaten
amacının dışında on yıldır kullanıyoruz
-yedi yıl SSK ve Sağlık Bakanlığı, üç yıl da
Vakıflar Genel Müdürlüğü- yeşil kartlıların
giremediği bir gurebâ hastanesi hâline getirmişiz burayı. Yani
mevcutları içinde bile çok farklı bir noktaya getirmiş ve
aslında, bu hastanenin kendisini de
yoksullaştırmışız, kendisini yeterli sağlık
hizmeti veremez duruma da getirmişiz. Şimdi, buradan, acaba bir rant
amaçlı neler yapılabilir, bunun derdindeyiz. Bu, gerçekten
yakışmayan bir şeydir. Mecliste bu konunun geçecek görünmesi de
yakışmayan bir durumdur. Biz buradan gene de -can çıkmadan umut
çıkmaz. Biz umudumuzu kaybetmedik- en azından
vicdanlarınıza seslenmeye çalışıyoruz.
Yanlış yapıyorsunuz. Bu yanlıştan dönmek için hâlâ önünüzde
birkaç dakika var!
Değerli arkadaşlarım, bakın, size bu
vakıf üniversitesi konusunda YÖK Başkanının bir
açıklamasını okuyayım. Kendisinin 23 Şubat 2010da bir
açıklaması var. Akademisyenler Birliğinin düzenlediği
Üniversite Bilim Sempozyumunda konuşması var. Diyor ki Sayın
Özcan, vakıf üniversiteleri arasında rekabetin çok
artacağına dikkat çekiyor ve şunu söylüyor: Maalesef çok
isteyerek ve sevinç ile açmamıza rağmen üç beş yıl sonra
kapanma gibi bir durum ile karşı karşıya gelebilecekler.
Bir şekilde bu yıldan sonra vakıf üniversiteleri
açımında da frene basmamız gerekiyor. Bu projeksiyonlarla daha
fazlasını yapmak bile bile hata işlemek olur. O yüzden bu konuda
da ülkece dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum. Millî
Eğitim Bakanı orada. Herhâlde YÖK Başkanı yoksa da
temsilcileri orada.
Şimdi, tabii, YÖK Başkanı aslında çizgiyi
aşmış. O bir icra memuru. İcra memuru olduğu için
orada. Onun ötesinde bir söz söylemeye hakkı var mı? Yok ama arada
işte kendi vicdanını kurtarmaya çalışıyor
herhâlde! Yani orada bir emir kulu o. Bunu bilmeyecek olan herhâlde kimse yok
aramızda. Frene basma kararını o veremez ama bu frene ne zaman
basılır? Bu sene mi basılır, başka zaman mı
basılır? Vakıf üniversitesi sayısı şu an 51e
çıkıyor, devlet üniversitesi sayısı 95. Bu 95e
eşitlenince mi frene basılır yoksa onu ikiye katlayınca
mı frene basılır, onu bilemeyiz. Ama bunu herhâlde YÖK
Başkanı da bilemez çünkü ne yazık ki o bir icra memurundan
ibarettir.
Değerli arkadaşlarım, burada üniversitelerin
sorunlarını esas itibarıyla bu vesileyle
tartışmamız gerekiyor. Tartışıyoruz da, belki bir
sonraki maddede de tekrar ben geleceğim ve
tartışacağız. Ama galiba birkaç konuya, bu sorunların,
en azından şimdiki konuşmamda değinerek devam edeyim.
Türkiyede ülke gereksinimleriyle, ekonominin ihtiyaçlarıyla,
ekonominin gelişmişlik düzeyi ile bu kurulan üniversiteler ve
Türkiyedeki yükseköğretim politikası arasında bir uyumsuzluk
var. Yani gerek YÖK Başkanı gerek burada konuşan iktidar partisi
milletvekilleri, sadece bir sayısal artıştan söz ediyorlar.
Gerek devlet üniversitesi gerekse vakıf üniversiteleri, bu sayısal
artışla hiçbir şeyi çözemezsiniz. Dolayısıyla bir
kere, öncelikle bir hedef yoksunluğu vardır. Bu hedef yoksunluğunu
aşmak lazım. Hedef ve amaç sığlığından
Türkiyenin kurtarılması lazım. Türkiyenin bir eğitim
politikasına ihtiyacı var ve olmayan şey de bu.
İkincisi: Sorun alanı olarak yükseköğretimle
ilgili, hem öğrenci hem öğretim üyesi kalitesi sorunu var.
Öğrenci sorunu var. Öğrenci sorunu sadece sayısal bir sorun değil,
sadece yığılma değil; öğrencinin eğitim
niteliği, hem üniversiteye girerken niteliği düşük hem
üniversiteden mezun olurken düşük, genel olarak tabii. Bazı
üniversiteler daha iyi diğerlerine kıyasla, ayrı mesela ama
genele baktığınız zaman hem girişte, yani
ortaöğretimden gelen öğrencinin niteliği düşük hem de mezun
ettiğimiz öğrencinin niteliği düşük. Bunu çözemezseniz,
öğrenci kalitesini çözemezseniz üniversite neye yarar?
Tabii, öğrenci kalitesini çözmek için öğretim üyesi
kalitesini çözmek lazım. Öğrencilere, şimdiye kadar
olduğundan çok daha iyi barınma koşullarını
sağlamak lazım, çok daha iyi burs koşullarını
sağlamak lazım. Öğrencilere, özgür bir ortam içinde teneffüs etmeyi,
özgür bir ortam içinde solumayı, özgür ortam içinde üniversitede
tartışmayı, onların orada sadece edilgen bir
alıcı değil, aynı zamanda aktif bir
katılımcı olduklarını ders süreçlerine,
araştırma süreçlerine, hissettirmek lazım. Ancak ve ancak böyle
yapabildiğiniz zaman gelişmiş ülke üniversiteleriyle rekabet
edebilir -en azından, kısmen- bir duruma gelirsiniz.
Tabii, bu ortamı, üniversiter ortamı
özgürleştirmek, tabii bunu her ilde, her Anadolu ilinde yapabilir misiniz?
Bu da ayrı bir meseledir tabii. Yani üniversitenin, oradaki
eşrafın, oradaki cemaatin, oradaki birtakım cemaatlerin etkisi
altına girdiği bir alanda siz üniversiteyi
özgürleştirememişken öğrenci özgürleşebilir mi?
Öğretim üyesi özgürleşememişken, öğretim üyeleri kendi
aralarında tartışma yapamazken, öğretim üyeleri
arasındaki hiyerarşi aşılamazken, üniversite yönetimi bir
hiyerarşik yapının dışına çıkamazken
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Oyan, konuşmanızı
tamamlayınız.
OĞUZ OYAN (Devamla)
ne öğrencisi ne öğretim
elemanı -yardımcı- üniversite yönetimine katılamazken, böyle
bir dokudan özgür bir bilimsel gelişmeyi bekleyebilir misiniz? Buradan
olsa olsa az gelişmiş ülkeye uygun, az gelişmiş kafalar
üretirsiniz ve böylece de olduğunuz yerde patinaj yaparsınız.
İlginiz için teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.
Sayın milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 16.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.25
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih
METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 87nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
487 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerine devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın Başkanım, bir söz talebiniz vardı, size
söz veriyorum.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı Sayın Mehmet
Sağlam. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
aşağı yukarı 3üncü gündür altıya yakın
vakıf üniversitesinin kurulmasıyla ilgili konularda
tartıştık ve aşağı yukarı sonuna geldik.
Şimdi, ilk önce şunu söylemek istiyorum: Birçok
arkadaşımız haklı eleştirilerde bulundu Neden yeni
üniversiteler kuruyorsunuz? Neden bu kadar acele yapıyorsunuz? diye.
Dünya ne yapıyor? Dünyaya bakıyorsunuz,
aşağı yukarı 20nci yüzyılın başında
çok düşük düzeyde çağ nüfusunu yükseköğretimden geçiren ülkeler
birdenbire İkinci Dünya Savaşından sonra bundan
vazgeçmişler, daha doğrusu elit eğitimden kitle eğitimine
geçmişler. 1970lerde, 1980lerde, aşağı yukarı,
asrın başına göre 5 misli, 10 misli artmış
yükseköğretimdeki çağ nüfusunun eğitilmesinin oranı.
Amerikada bile yüzde 4 asrın başında. Hâlbuki geçen yıl
Macaristan çağ nüfusunun yüzde 50sini yükseköğretimden geçirmek
üzere kendisine hedef koyuyor. 1960larda aşağı yukarı
bizimle eşit olan Kore yüzde 80lere gelmiş. Bunun yüzde 55i de dört
yıllık örgün lisans eğitimi mezunu.
Dolayısıyla dünyada artık, insan gücü
planlamasına dayanan, Devletin ne kadar ihtiyacı var, ekonominin ne
kadar ihtiyacı var? meselesini ilk defa Japonlar terk ettiler, dediler
ki: Nüfusun ne kadarını okutursanız o kadar yarar
sağlarsınız, ne kadarını çok uzun dönem okutursanız
o kadar yararlı vatandaşlar elde edersiniz; en az, sokağa daha
az tükürür, daha sorumlu vatandaş olur, yeni girişimlerde bulunur,
yalnız işe kadro yapmaz, kadro yaratır. Toplumlar böyle
geliyor, inovasyon böyle oluyor, yenilikler böyle oluyor.
Şimdi, neresinden bakarsanız bakın, Türkiyenin
bugünkü yükseköğretimdeki lisans düzeyindeki örgün eğitim çağ
nüfusunu okutma oranı yüzde 20ler civarında. Şimdi, Yüzde
34e, 44e yaklaşıyoruz. sözlerinin altında yatan şu:
Bunun üçte 1i meslek yüksek okullarında, üçte 1i açık
öğretimde. Dünyanın konuştuğu, lisans düzeyindeki dört
yıllık üniversiter, formasyon veren eğitim. Öyleyse, neresinden
bakarsanız bakın, azami kapasitede
çalıştığına göre üniversiteler, yeni kapasite
yaratmanın yolu yeni üniversiteler açmak. Dolayısıyla, bu yol
yanlış yol değil.
Çok değerli arkadaşlarımız çok değerli
eleştirilerde bulundular, hepsine teşekkür ediyorum ama şu nokta
doğru: Yeni kapasite yaratmak zorundasınız çünkü bir
yükseköğretim talebi var. İşte 1,5 milyon genç sınava
girdi, Okumak istiyoruz. diyorlar, e bunlara kapasite yaratabilmeniz için, ne
kadar mümkünse o kadar zorlamışsınız mevcut
yükseköğretim kurumlarınızı, yeni yükseköğretim
kurumlarına ihtiyaç var. İşte açılıyor.
Ha arkadaşlarımız diyor ki öteden beri, vaktiyle
liseler açılırken Bir müdür bir mühür, burada lise mi olur?
eleştirileri vardı. Onun gibi bugün de Bu yeni üniversiteler,
işte Türkiyenin bütün illerinde açıldı; gelişmiş
iller var, gelişmemiş iller var, bunlar nasıl yapılacak?
diyorlar. Şimdi, tasavvur ediniz ki, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
1955-56larda bir askerî barakada eğitim veriyordu, birkaç askerî
barakadaydı. Şimdi, bakınız dünya çapında bir
üniversite olmuş. Sonra, bu işte Dünyadaki üniversiteler
arasındaki yerimiz şudur budur
gibi komplekslere girmeye gerek yok,
dünyadaki üniversitelerin sırasını tespit eden, ciddi manada,
bilimsel manada bir resmî rakam yok. Birtakım özel kuruluşlar var,
bunlar kendilerine göre birtakım istatistikler yapıyorlar, işte
İlk 500e şunlar girdi, bunlar girmedi. vesaire. Ama şu bir
gerçek: 1981 yılında Yükseköğretim Kurulu kurulduğu zaman
Türkiye'de sadece 19 üniversite vardı, çağ nüfusunun sadece yüzde
7sini okutabiliyorduk, bugün Türkiye'de 140, 150ye yakın üniversite var,
çağ nüfusunun aşağı yukarı yüzde 20sini okutur hâle
gelmişiz. Açık öğretimi ve meslek yüksekokullarını da
katarsanız bu aşağı yukarı yüzde 40lara
yaklaşmış.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Yüzde 20 yeterli mi?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Yüzde 20, dört
yıllık lisans düzeyi için söyledim, bu yetmez çünkü dünyadaki ölçü
şudur: Eğer siz çağ nüfusunun en az yüzde 30unu dört
yıllık üniversite formasyonunda, örgün eğitimde
okutamıyorsanız gelişmiş ülke
sayılamazsınız. Gelişmiş ülkelerin -neresinden
bakarsanız bakın- asgari yüzde 30u dört yıllık formasyon
eğitimi almaktadır bugün. Öyleyse hedef bu olmalıdır. Buna
yaklaşmak için neler yapmalıyız? Şimdi, tabii ki kolay
değil üniversite kurmak yani öğretim üyesi yetiştirmek
lazım, belki parayı verirseniz kampüsler kurabilirsiniz, çok kolay
ama bir kişinin üniversiteyi bitirip sınıfa girmesi
aşağı yukarı beş altı sene alıyor,
dolayısıyla öğretim üyesi yetiştirmek zaman alır.
Bunların sıkıntıları olacaktır ama bir yerden
başlayacaksınız yani başlamazsanız hiç gelişmez.
Dünyada hiçbir üniversite gökten zembille gelişmiş üniversite olarak
inmez, bir yerden başlanır. Aynen bir çocuğun doğumu gibi,
bu gelişir, gittikçe delikanlı olur, gittikçe olgunlaşır,
vesaire.
Şimdi, iktidar muhalefet bize düşen şu,
diyeceğiz ki: Arkadaş, bu kadar üniversite açtınız. Bu
doğru, 140ı buldu. Oradaki ölçüyü de söyleyeyim: Her yarım
milyon nüfusa asgari bir üniversite diyorlar. Türkiye 72 milyon olduğuna
göre 144e kadar üniversite, dünyanın gösterdiği asgari standartlarda
gerekli olan bir şey.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Bunu sonradan mı
öğrendin, bakanken bilmiyor muydun?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Ama şunu da
söyleyeyim: Şimdi, bu üniversiteler mademki açıldı, iktidar
olarak, muhalefet olarak bence biz demeliyiz ki: Tamam arkadaş, bu
üniversiteleri açtınız; şimdi bunlara öğretim üyesi
yetiştirin, bunlara para verin, kampüslerini bir an evvel kurun, her türlü
ihtiyaçlarını karşılayın. Bunu demek bence daha doğru
bir yol olur. Bu konuda eleştiri yapan arkadaşlarımız oldu,
kendilerine tekrar teşekkür ediyorum ama konuyla hiç ilgisi olmadan,
işte Bir mühür, bir müdür
Oradan oturup, işte Siz okuryazar
mısınız? Devletin Millî Eğitim Bakanına Siz okuryazar
mısınız? demek kime ne kazandırır? Eleştiri
böyle olmamalı.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Devletin Millî Eğitim
Bakanının onu kendine söyletmemesi gerekiyor. Söyleyene değil
söyletene bakacaksınız.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Efendim, şimdi,
tabii o sizin takdiriniz de bunu söylemenin daha medeni bir yolu olmalı
diye düşünüyorum.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Söyletmemeli.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Daha medeni bir yolu
olmalı diye düşünüyorum.
ALİ KOÇAL (Devamla) Söyletmeyecek davranışlar
içerisinde olmalı.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Şimdi, elbette
ki Millî Eğitim Bakanının eğitimi hepimizin malumu.
Okuryazar mısınız? demek yakışıyor mu? Benim
söylemek istediğim o. Eleştirecekse eksik olanı, fazla
olanı söyleyebilir. Şimdi, burada birçok arkadaşımız
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Otomatiğe bağlanınca
öyle oluyor.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla)
bayağı
ciddi anlamda hepimizin yapması gereken, düşünmesi gereken
eleştirilerde bulundu. İşte, öğretim üyelerinin ücretleri
dedi, yetiştirilme tarzları dedi, Kampüsler bir an evvel
kurulmalı. dedi, Kolay iş değil. dedi, hepsini saygıyla
karşılıyorum ama özellikle çok ciddi eleştirilerde bulunan
bir arkadaşımız son kurulan üniversiteyle ilgili dedi ki
Fatihin bu kurmuş olduğu vakıfların kendi felsefesine
uygun mudur bu Bezm-i Âlem Üniversitesinin kurulması? Bakınız, şimdi,
vakfiyedeki bir cümleyi size arz etmek istiyorum: Medreseye olgun, fazilet
sahibi, ilim ve irfan bakımından akranlarından önce gelen, akli
ve naklî ilimlerde kıyas kabiliyetine sahip, asıl ve füru ilimlerde
üst düzeyde bulunan, müşkül ve kapalı meseleleri çözmeye muktedir,
görünüm ve ahlak itibarıyla herkesçe sevilen, olgun, ciddi, vaktini ilim
tahsiline hasreden, ilmin neşrine ve telkinine tam manasıyla önem
veren bir kimsenin medreselere müderris olarak atanmasını ve
kendisine görevi karşılığı günlük 60 dirhemin
ödenmesini
diye gidiyor. Yani Bezm-i Âlem Üniversitesi yalnız garip
gurebayı tedavi etmek üzere, onlara yardım etmek üzere
kurulmamış. Diyor ki: Bitişiğine medrese kurun
ve
medresede de neler olacağını
Beş yüz sene evvel belki,
Fatihin felsefesine uygun olarak -Fatih yalnız şöyle veya böyle
şeyde bulunmadı- Fatihin kurduğu, devlet görevlisi
okulları olan enderunlar, dünyada 15inci yüzyılda kurulmuş
üniversiteler, yüksekokullar olarak kabul ediliyor dünya literatüründe.
Dolayısıyla, bakınız, istenen nitelikler bu. Sonradan
kurulan vakfın, vakfiyesinin sahibinin aynen
Burada başka ifadeler
de var yani eğitimle ilgili bu işlerin yürütülmesine dair.
Dolayısıyla, zannediyorum ki önemli olan, buralarda eğitim
müesseseleri kuruluyor, üniversiteler kuruluyor. Vakıf üniversitelerinin
yanlış anlaşılmaması lazım, bunlara otomatikman
devletin bir yardımı söz konusu değil, en az mevcut
üniversitelerin bilimsel sıralamasında yarının üzerine
çıkabildikleri takdirde cari masraflarına belli bir para ekleniyor;
aksi takdirde, öğrencilerden aldıkları paralar, kendi
yarattıkları paralarla kendi kendilerini idare etmeye
çalışıyorlar. YÖKün bunlara çok nadir, o da en
gelişmiş olanların bilimsel bakımdan belki ileri
gidenlerine, belli ölçüde bir yardımı var, bunun
dışında bir yardım söz konusu değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Sağlam, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla)
Dolayısıyla, vakıf üniversitelerinin özellikle özel
üniversitelere dönüştüğü ve özel üniversitelerin hatta kurulması
gerektiği gibi de düşünceler var. Dünyada da,
baktığınız zaman, en ileri gitmiş özel üniversiteler
vakıf olarak kurulmuş üniversitelerdir. Biliyorsunuz, bunların
mal varlıkları, üç yıl içerisinde öğretime başlayamadıkları
takdirde veya öğretim ve eğitimi beceremedikleri takdirde diyelim,
bir devlet üniversitesine, üniversiteye tahsis ettikleri bütün mal
varlığı ile öğrencisiyle beraber o devlet üniversitesine
devrediliyor. Buradaki en büyük güvence bu. Bunların özel üniversitelerden
yani firma gibi kurulanlardan farkı da bu. Dünya da böyle yapıyor,
Türkiye de böyle yapıyor. Dolayısıyla, bunlar en azından
bir devlet görevini kendileri de üstlenmiş oluyor. Dolayısıyla
yaptığı işlerin karşılığında,
belli düzeyde öğrenci yetiştirdikleri zaman, belli bir devlet
yardımı alıyorlar. Onun için, arkadaşlarımız
müsterih olabilirler. Gerçekten, yaptığımız iş bu
ülkenin gençlerine hizmet olacaktır ama takip edelim, bunların daha
ileri gitmesi için her türlü, devletin yapması gerekenleri söyleyelim. Bu,
belki bizim Meclis olarak da görevimiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili
Sayın Yılmaz Tankut. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA YILMAZ TANKUT (Adana) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının yürürlük maddesi
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, akademik eğitim ve öğretim
elbette fevkalade önemlidir. Bu bakımdan bizim yeni üniversite
açılmasına karşı olmamız elbette ki mümkün
değildir. Hiç kuşkusuz ki akademik eğitimin
yaygınlaştırılması, daha fazla gencimizin üniversite
eğitiminden faydalanması üniversite sayısının
çoğaltılmasını gerekli kılmaktadır ancak bu
yapılırken hedef ve amacın iyi belirlenmesi, ihtiyacın iyi
tahlil edilmesi gerekmektedir diye düşünmekteyiz. Yani bir üniversite
açılmasına karar verilirken eğitim ve öğretimde, ekonomide,
sanayide, ticarette, teknolojide, bilişimde ve bunlar gibi diğer
alanların alt kollarında ne kadar eğitmen, mühendis, ekonomist,
tekniker, bilişimci ve diğer personele ihtiyaç vardır,
bunların iyi hesap edilmesi, ona göre akademik eğitim ve öğretim
planlamasının yapılması lazım gelmektedir yoksa bu
ihtiyaçlar dikkate alınmadan açılacak her üniversitenin diplomalı
üniversiteli sayısını artırmaktan, başka bir ifadeyle
yeni diplomalı işsiz sayısını
fazlalaştırmaktan başka hiçbir katkısı
olmayacaktır.
Diğer taraftan, çok önemli bir husus da eğitim ve
öğretimde var olan mevcut kalitenin sürdürülebilir olup
olmadığıdır. Dahası, yeni bir üniversitenin mevcudu
korumaktan öte var olan kaliteyi yükseltip yükseltmeyeceğidir. Yeni bir
üniversite açılırken akademik eğitim ve öğretimde kalitenin
daha da aşağı çekilmesine fırsat verilmemelidir. Bugün
mevcut tablo çerçevesinde, birçok üniversitemizde hâlen pek çok alanda
öğretim kadrosu ve fiziki imkânlar maalesef yetersizdir ve ne yazık
ki üniversite diplomasına sahip milyonlarca gencimiz iş ve aş
beklemektedir. Dolayısıyla, vatanına, milletine akademik
unvanıyla hizmet edebilme fırsatı bulamamış,
istikbalini işporta tezgâhlarında arama mecburiyetinde
kalmış sayısız gencimiz mevcut iken, hesapsızca
açılacak her üniversite, ülkemizin kaynaklarını israf etmekten,
gençlerimizin yıllarını boşa harcamaktan, onların
hayallerini yıkmaktan ve umutlarını sömürmekten başka
hiçbir işe yaramayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özel
üniversitelerden daha ucuz eğitim imkânı olduğu için devlet
üniversitelerinin çoğalması ise özellikle dar ve sabit gelirli
vatandaşlarımızın ortak arzusu ve beklentisidir. Bu
bağlamda, Bakanlar Kurulunda kararlaştırılan, Meclis
gündemine de getirildiği ifade edilen, yedi ilimize yedi devlet
üniversitesi kurulmasına dair tasarruf, ilk bakışta
vatandaşlarımız için güzel bir haber gibi gözükmektedir. Ancak,
bu tasarrufun, az önce dikkat çektiğim hususlar çerçevesinde
değerlendirilmesini, Meclisimizin ve aziz milletimizin takdirlerine
sunuyorum.
Bu noktada, bazı hususları, bazı
çarpıklıkları da yüce Meclisin huzurunda sizlerle paylaşmak
istiyorum. Yedi yeni devlet üniversitesinin kurulacağı iller
belirlenirken illerin tespitinde, nüfus, talep ve ihtiyaçlarının pek
dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir. YÖKün teklifiyle,
İstanbulda Medeniyet, Ankarada Yıldırım Beyazıt,
İzmirde Turgut Reis, Bursada Orhan Gazi, Konyada Konya, Kayseride
Kayseri, Erzurumda Erzurum üniversitelerinin kurulması yönündeki
tasarrufun, diğer illerin durumu dikkate alındığında
adil ve hakkaniyete uygun bir şekilde olduğunu söylemek maalesef pek
mümkün değildir. Gönül ister ki adı geçen illerimizde çok daha fazla
üniversitemiz bulunsun ve yine gönül ister ki bütün illerimizde kaliteli
üniversiteler olsun. Ancak, vatandaşlarımızın da istek ve
beklentisi, gerek Hükûmetin olsun gerekse bakanlıkların ya da
Meclisin tasarrufuyla olsun, yapılacak yatırımlarda illerin
gerçek ihtiyaçlarının dikkate alınmasıdır.
Kurulacak yedi devlet üniversitesinin il seçiminde hakkaniyet
ölçüsünün kaçtığını çok bariz bir örnekle izah etmek
istiyorum ve bu örneğe seçim bölgem olan Adanayı göstermem ise,
değerli arkadaşlar, hiç abartı olmayacaktır.
Daha önce de yüce Meclis çatısı altında dile
getirdiğimiz gibi, Adanada bugün sadece bir üniversite
bulunmaktadır. 2 milyon nüfuslu ilimizde ikinci hatta üçüncü bir
üniversite ihtiyacı had safhadadır.
Hâl böyleyken Adanada bir vakıf üniversitesinin
kurulması yönündeki çabalara karşılık, arsa tahsisi
konusunda Maliye Bakanlığının işi
savsakladığı hatta engellediği şeklindeki
algılara neden olan tutumu Adanalı
vatandaşlarımızın hâlen hafızasında ve
Adanalı vatandaşlarımız bunu hâlen unutmuş
değillerdir.
Bu güzel girişimin önündeki bürokratik engellerin bir
kısmı şimdilik aşılmış gibi gözükmektedir.
Bu vakıf üniversitesi türlü engellere rağmen kurulacak olsa bile,
hâlen Adananın bir devlet üniversitesine olan ihtiyacı devam
etmektedir çünkü Adana ülkemizin en büyük illerinden birisidir ve devamlı
iç göç almaktadır. Çevresinde Osmaniye, Hatay, Mersin, Niğde
başta olmak üzere pek çok ilimiz ile ulaşımda, ticarette,
eğitimde doğrudan ya da dolaylı ama sürekli bir ilişki
içerisindedir.
Eğitimin yapıldığı mevsimlerdeki
ılıman iklimi, ulaşım imkânları, bereketli
toprakları, özellikle soğuk illerimize göre daha kolay
yaşanabilir olması, bu kentimizi yükseköğrenim görmek isteyen
gençlerimiz için de cazip bir hâle getirmektedir. Ancak Adanada benim de
mezunlarından birisi olarak büyük bir mutluluk duyduğum sadece, bir
tek Çukurova Üniversitesi bulunmaktadır.
Çukurova Üniversitesi 12 fakülte, 4 yüksekokul, 8 meslek
yüksekokulu, 1 devlet konservatuvarı, 3 enstitü ve 23 araştırma
ve uygulama merkeziyle ülkemizin gelişmiş üniversiteleri arasında
yer almaktadır. 33 bin civarındaki öğrencinin eğitim
gördüğü bu ilim yuvası, çevre ve hatta uzak illerimizin de
baskısı altında olan 2 milyonluk bir kentte, takdir edersiniz
ki, asla yeterli olmamaktadır.
Bazı rakamlara bakıldığında da belirlenen
yedi ilimize karşılık, Adananın dışarıda
tutulmasının asla adil olmadığı çok net bir
şekilde ortaya çıkmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bakınız, 4 milyon 650 bin
nüfuslu başkentimiz Ankarada 4ü devlet, diğerleri vakıf, TSK
ve emniyete ait olmak üzere 16 üniversite bulunmakta ve yaklaşık 290
bin kişiye 1 üniversite düşmektedir. Nüfusu 13 milyon civarında
İstanbulda 7si devlet olmak üzere toplam 33 üniversite
bulunmaktadır. Yakın zamanda yeni vakıf üniversiteleriyle
birlikte bu sayı 40ı bulacak ve 325 bin kişiye 1 üniversite
düşecektir. Diğer taraftan, yeni kurulacak üniversitelerle birlikte
İzmirde 552 bin, Konyada 500 bin, Erzurumda 400 bin, Kayseride 400 bin
ve Bursada ise 1 milyon 250 bin kişiye 1 üniversite düşecektir ve ne
yazık ki, toprağından bolluk ve bereket fışkıran,
güneyimizin incisi, tarım ve sanayi kenti olan Adanada ise 2 milyon
kişiye sadece ve sadece 1 üniversite düşmektedir.
Az önce Komisyon Başkanımız Sayın Sağlam
buradan ifade etti, ortalama her 500 bin kişiye 1 üniversite düşmesinin
olumlu olacağına dair beyanlarda bulundu. Bu sözler çerçevesinde de
Adanaya büyük bir haksızlık olduğunu buradan, yeniden
kendilerine hatırlatmak istiyorum.
Dolayısıyla, adı geçen illerimizin bir
kısmı gerçekten yeni bir üniversiteye ihtiyaç duyabilir ve bizim buna
da hiçbir itirazımız olamaz ancak bazı illerimize de
fazlasıyla bir pozitif ayrımcılık
yapıldığı, öbür yandan Adana örneğini dikkate
aldığımızda ise, Adanaya fazlasıyla negatif bir
ayrımcılık yapıldığı da çok net olarak
ortaya çıkmaktadır.
Az önce söylediğim rakamlar ışığında
yeni bir devlet üniversitesini en çok hak eden ilin Adana olduğu açık
bir gerçektir. Şimdi buradan Sayın Bakana sormak istiyorum:
İllere yeni devlet üniversiteleri kurulurken hangi ölçütler dikkate
alınmaktadır? Mevcut istatistikler çerçevesinde Kayseriye ve
diğer bazı illerimize sağlanan bu özel
ayrıcalığın sebebi, nedeni nedir? Mevcut istatistikler ve
konumu itibarıyla Adana bu yedi il arasında niçin yoktur? Vakıf
üniversitesi kurulmasının önüne çıkarılan engeller de dikkate
alındığında, Adanaya yapılan bu
haksızlığın özel bir sebebi ve nedeni var mıdır?
Bu sorular sadece benim değil 2 milyon Adanalı adına on binlerce
vatandaşımızın kafasındaki suallerdir.
Sayın milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce iktidar
partisinin Adana milletvekillerine de seslenmek istiyorum: Adana Ticaret
Odasının girişimleriyle bir vakıf üniversitesinin
kurulması için gerekli olan arsa tahsisi konusunda Maliye
Bakanlığının ve Millî Eğitim
Bakanlığının yapıcı olmayan
yaklaşımları, hatta engellemeleri söz konusu idi. Biz muhalefet
olarak bu sorunu hep takip ettik ve gündemde tuttuk, gündeme getirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Tankut, buyurun.
YILMAZ TANKUT (Devamla) Kamuoyunun da baskıları sonucu
bu sorun şimdilik belirli bir ölçüde aşılmış gibi
gözükmektedir. Sizler iktidar partisinin Adana milletvekilleri olarak bu
problemler yoğun bir şekilde yaşanırken Adanada kamuoyunun
önüne çıkamadınız. Ancak ne zamanki bu sorun çözüm sürecine
girmeye başladı, işte o zaman basının
karşısına geçip Adanalıya hâlen henüz
gerçekleşmemiş olan üniversite müjdesini verdiniz.
Şimdi yine kurulması planlanan devlet üniversiteleri
konusunda da Adananın AKP İktidarı tarafından dikkate
alınmaması karşısında AKP Adana milletvekili olan
arkadaşlarımız sessiz kalmakta ve Adananın
hakkını savunmamaktadırlar. AKPnin Adana milletvekili olan
arkadaşlarımıza buradan bir çağrıda bulunmak
istiyorum: İşte Meclis, işte kürsü, işte mikrofon,
susmayınız, geliniz bu haksızlığa karşı
olduğunuzu samimi olarak ilan ediniz. Böyle yapınız ki
Adanalı hemşehrilerimiz de, biz de sizleri
alkışlayalım diyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Tankut.
İnşallah, en kısa zamanda Adanaya iki veya üç
üniversite açılır, hep beraber gayret edelim, yakışır.
Şahsı adına Tekirdağ Milletvekili Necip
Taylan.
Sayın Taylan, buyurun efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NECİP TAYLAN (Tekirdağ) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 487 sıra sayılı yasanın 2nci
maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, burada üç günden beri biraz
tartışmalı bir şekilde, altı tanesi de vakıf
üniversitesi olan bir yasayı geçirmenin son safhalarına geldik,
bitiriyoruz. Bunların tamamı vakıf üniversitesi. Burada dikkatle
takip ettim, pek çok arkadaş, özellikle bu vakıf kelimesine
takıldılar. Yani eğer bunlar devlet üniversitesi olsaydı ne
diyeceklerdi bilmiyorum veyahut bu üniversitelerin isimlerinde, temelinde
vakıf denmeseydi acaba ne diyeceklerdi, onu bilemiyorum. Özellikle bu
vakıf meselesine fazla takılındı. Hele hele bir
milletvekilimiz, fazla üzerinde durdu ve bunu tarikatlara bağladı,
cemaatlere bağladı.
Şimdi, zannediyorum, Sayın Milletvekili bu toplumun
gerçeklerinden habersiz. Vakıf ne, cemaat ne, efendim, tarikat ne? Ülkenin
sosyolojik yapısını bilmiyor, bunu çok iyi bilmesi,
öğrenmesi gerekiyor; burada da çok afaki konuşuyor. Vakıflar,
bizim kültürümüzün Anadoluda bin yıla yaklaşan bir zamandan beri var
olan çok temelli sosyal kurumlarıdır ve ciddi kurumlardır. Bugün
devletin sosyal güvenlik adına üstlendiği hemen hemen bütün
fonksiyonları vakıflar icra etmiştir. Bu konuda yetersiz bilgisi
olanlara, yeterli bilgisi olmayanlara vakıflar konusunda birazcık
daha derin araştırma yapmayı tavsiye ederim. Eğer biz bu
toplumla, geçmişte büyük kültürümüzle, medeniyetimizle övünüyorsak
vakıfların burada, bu toplumun birlik bütünlüğünde, gücünde çok
önemli bir dinamik olduğunu görürüz. Bugün kurulan vakıfları,
bunu hemen tarikat, cemaat falan kavramına indirgeyerek, affedersiniz, çok
affedersiniz, tu kaka etmek bence ciddi bir zaaftır, ciddi bir
yanlıştır.
Vakıflar, geçmişte farklı yönlerde sosyolojik
meselelerde toplumun farklı meseleleriyle ilgileniyorlardı. Mesela,
çok az bir şekilde etkili oluyor, öğrencilere burs verme
tarzında veyahut işte, sosyal birtakım hizmetler, yurtlar falan
yapmak şeklindeydi. Bugün vakıflar, aynı vakıflardır
bunlar, bunlar yeni kurulmadı, hedef büyüttü bu vakıflar. Bugün
bununla iftihar etmemiz lazım, üniversite açıyorlar, üniversite
açıyor vakıflar. Bu, Türkiye için çok ciddi bir kazanımdır.
Efendim, bir de nicelik, nitelik üzerinde çok duruldu. Efendim,
neden bu kadar üniversite varmış! Şu kadar devlet üniversitesi,
bu kadar vakıf üniversitesi
Özel üniversite demiyorlar bunlara,
vakıf üniversitesi. Efendim, mukayese edin Japonyayı,
Almanyayı, batıda gelişmiş ülkeleri, hatta Güney Koreyi,
mukayese edin Amerikayı. Buralarda nüfusa göre ne kadar, efendim üniversite
var. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Kişi başına
gelir ne kadar?
NECİP TAYLAN (Devamla) Lütfen dinleyin.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bu ülkenin nüfusu 12-13
milyondu, bugün 6 kat arttı. Bir tek İstanbul Üniversitesi vardı
ve bu üniversite
Ben otuz üç yıllık üniversite hocasıyım,
içinden geliyorum, bu toplumun üniversitesini de toplumu da çok iyi
tanıyorum.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Vah vah! Vah vah!
NECİP TAYLAN (Devamla) Lütfen
Üniversite bir kapalı sistemdi. 1950lerde 60larda
üniversite hocasından, bir profesörden bu ülkede altı ay randevu
alamıyordunuz. Tekrar bunu istemiyoruz. Üniversite açılacak,
üniversiteyle halk ilgilenecek, iç içe olacak, halkı bütünleştireceğiz
üniversiteyle. Bu meseleler geride kaldı artık. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu meseleler geride kaldı.
Türkiye bugün 72 milyon, 72 milyon bu ülke.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Taylan, konuşmanızı
tamamlayınız efendim.
NECİP TAYLAN (Devamla) Bu üniversiteler bu ülkeye beş
on yıl sonra az bile gelecektir.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) Bütünleştireceğiz.
dediyseniz gene bir yeri böleceksiniz demektir.
NECİP TAYLAN (Devamla) Lütfen
Lütfen
Agresif davrananlar, fikre gerekli cevabı veremeyenlerdir; öfkeliler,
hep altta olanlardır, dikkatinizi çekiyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, sonuna geldik. Şundan mı korkuyorsunuz,
bilinç altında şu mu var bu toplumun: Toplum aydınlanırsa
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Niyet okuma,
falcılık yapma.
NECİP TAYLAN (Devamla)
toplum okursa, üniversiteyi,
dünyayı tanırsa başınıza birtakım
sıkıntılar mı gelecek, bundan mı korkuyorsunuz?
Ben bu duygularla yeni üniversitelerin, vakıf, devlet
üniversitelerinin bu topluma hayırlı uğurlu olmasını,
değerli gençler yetiştirmesini, aydın gençler
yetiştirmesini -aydınlık konusunda da ciddi
sıkıntıları var bazılarının, biz
aydınlıktan korkmuyoruz- diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bir üniversite akademisyen
Hocamız konuştu, şimdi başka bir
Arkadaşımız, yine akademisyen bir Arkadaşımız
Alim Işık Bey, Kütahya Milletvekilimiz
Buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Tabii, otuz üç yılını üniversitede geçirmiş
bir Hocamızdan sonra, hasbelkader yirmi beş yılını
üniversitede geçirmiş birisi olarak ben onun kadar tecrübe sahibi
olmadığımı söylemek isterim.
Kendisinin fikirlerine aynen katıldığımı
ancak bu konuşmasından şunun anlaşılmaması
gerektiğini sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: Buradaki
hiçbir değerli milletvekili Bu vakıf üniversiteleri niye kuruluyor,
kurulmasın. diye bir görüşte bulunmadı.
ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) Diyen var, diyen var.
ALİM IŞIK (Devamla) En azından ben kendi grubum
ve demeyen diğer arkadaşlar adına söylüyorum.
Sadece şunlar söylendi, evet, bu sayısal
artışlara karşın nitelik yönünden de
artışları hepimizin beklediğini, bunun için ihtiyaç duyulan
bazı eksikliklerin giderilmesi gerektiğini söyledik. Örneğin
-kendisi de zikretti- üniversite çalışanlarının özlük
hakları ve maaş durumları iyileştirilsin, daha iyi
çalışmalar yapsın, bu bilimsel çalışmalara dünyanın
diğer ülkelerinden birçok bilim adamı çok sayıda atıfta
bulunsun ve bu nitelik göstergelerimiz artsın dedik, onun
dışında fazla bir şey söylemedik.
Bu konuda dünden beri Sayın Bakanımla bir konuda
anlaşmak ve sizlerin de doğru bilgilenmesini sağlamak adına
şahsım adına söz aldım. Dün aynen şöyle bir soru
sordum kendisine: Değerli bilim adamı Sabahattin Zaimin adına
kurulan bu üniversitedeki İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi ile
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi hâlen üniversitelerimizden
hangisinde eş değer fakültelere denk gelmektedir? Buralardan mezun
olacak öğrencilerin unvanları ne olacaktır? Bu fakültelerin
altında hangi tür bölümler eğitim - öğretim faaliyetine
açılacaklardır? Bilgi verirseniz sevinirim. demişim.
Aynen tutanaklardan Bakanımızın bu sorumla ilgili
ifadelerini okuyorum: İnsan ve Toplum Bilimleri neyi kastediyor, bir
örneği var mı dendi. Türkiyede şu anda bu üniversitelerde
kuruluşu desteklenen bu fakültelerin sistemimizde pek çok örneği var.
Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, devlet üniversitelerinden Ardahan
Üniversitesi ilk olarak aklıma gelenler. Dolayısıyla burada,
sistemimizde olmayan herhangi bir fakültenin bu vakıf üniversitelerinde
kurulması söz konusu değil. dedi.
Bugün düzeltme adına tekrar bir soru sordum, biraz önce siz
de duydunuz ama Sayın Bakanımız, soruyu herhâlde
yanlış anlamış olsa gerek ki, daha sonra bir
yazılı not iletti, kendisine teşekkür ediyorum. Sayın
Milletvekili, Doğa Bilimleri ve Mühendislik Fakültesi, İstanbul
Şehir Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Gaziosmanpaşa
Üniversitesinde var, İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi -Ben İnsan
ve Toplum Bilimleri Fakültesini sordum- Bilkent Üniversitesi, Koç Üniversitesi,
Ardahan Üniversitesinde var. şeklinde. İlgilerinize de teşekkür
ettim.
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi adına
kurduğumuz bu fakülte bazı üniversitelerimizde -ki, Yıldız
Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Işık
Üniversitesi gibi üniversitelerde- insan ve toplum bilimleri bölümü olarak
var. İçimizde birçok öğretim üyesi var. Şimdi, bir devlet üniversitesinde
veya daha önce kurulmuş vakıf üniversitesinde bölüm adıyla
kurulan bir bölüm şimdi burada, bir üniversitede fakülte adıyla
kuruluyor. Bunu düzeltiniz. dedim. Aslında söylemek istediğim
başka bir şey yok, biz katkı yapmak istiyoruz ama Sayın
Bakanın ifadesini, kendisine açıklamak için gittiğimdeki
ifadesini hakikaten yadırgadığımı da ifade etmeliyim,
Siz neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz? dercesine bir ifadede
bulundu. Kendisine bırakıyorum ama saygım sonsuzdur, hepimizin
Bakanı. Bu düzenlemeyi mutlaka yapmamız lazım.
Söylemem gereken şu: Bu fakülte ismi doğru ya da
yanlış olabilir, burası karar verdikten sonra kurulacak. O zaman
biz bu insan ve toplum bilimleri fakültesi adını burada koyduysak
diğer fakültelerin altındaki insan ve toplum bilimleri bölümlerini
kapatmamız gerekir ya da değiştirmemiz lazım. Şimdi,
mezunları ne olacak? Birisi fakülte mezunu aynı isimle, birisi bölüm
mezunu. Bunun unvanı ne olacak? Bunu YÖKe bildiriyoruz.
Ben bu konuyu paylaşmak için söz aldım. Kurulan
üniversitelerimizin hepsi ülkemize hayırlı olsun ama sayısal
artışa paralel olarak mutlaka niteliksel artışın da
sağlanması gerektiği hepimizin ortak problemidir.
Tekrar hepinize saygılar sunuyor, Hayırlı olsun.
diyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri, soru-cevap işlemi
gerçekleştireceğiz.
Alim Bey Hocam, soru soracak mısınız, ilk sıra
sizde?
ALİM IŞIK (Kütahya) Soracağım efendim.
BAŞKAN Buyurun efendim.
ALİM IŞIK (Kütahya) Sayın Bakanım, biraz
önce sordum, cevabını alamadım ama tekrarlıyorum, özellikle
arada telefonla aradılar.
Kütahya Valiliğimizin, Kütahya ili Simav ilçesinde
kurulması talebiyle size iletilen fen lisesi talebimizin ne aşamada
olduğunu ve Kütahyalı hemşehrilerimize bu konuda bir müjdeli
haber verip veremeyeceğinizi tekrar sormak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın Taner
RECEP TANER (Aydın) Sayın Bakan, vakıf
üniversitelerinde ve devlet üniversitelerinde kişi başına
düşen uluslararası bilimsel yayın sayısı nedir?
Şu anda üniversitelerimizin, vakıf üniversitelerinin
dünya üniversiteleri arasındaki yeri kaçıncı
sıradadır?
Üçüncü bir soru: Son üç yılda devlet üniversitelerinden kaç
öğretim üyesi vakıf üniversitelerine geçmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Dibek
TURGUT DİBEK (Kırklareli) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Ben ilköğretimle ilgili bir soru sormak istiyorum Sayın
Bakana. Bugün kendisine yönelik açıklamalar vardı basında,
İnternet sitelerinde. Bu seviye belirleme sınavlarının
böyle çok yapılmasının sakınca yarattığı ama
OKS dediğimiz bir sınavın, sekizden sonra yapılan
sınavın yeniden tek hâlde yapılması yönünde
çalışmalar yürüttüğüne dair açıklamaları vardı
Sayın Bakanın. Bunlar doğru mudur? Bu üç yıl yani
altı, yedi ve sekizde yapılan sınavları
kaldırmayı düşünüyor musunuz? Yani son sınıfta mı
yapacaksınız? Bu konuda bilgilendirir misiniz Sayın
Bakanım?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.
Sayın Yaman
M. NURİ YAMAN (Muş) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanım, bu üniversitelere hâlen ilköğretimde
okuyan çocuklar ileride gidecekler. Ama ilköğretimin bu perişan
hâliyle ilgili olarak sadece Malazgirt ilçesinden bir iki örneğini vererek
sormak istiyorum. Malazgirtte şu anda yetmiş tane okulda, ikisi
merkezde olmak üzere, tek öğretmenli ve birleştirilmiş
sınıflarda eğitim-öğretim veriliyor. Bu okullarda iki,
üçüncü sınıflara kadar 1 öğretmen ve bazılarında da
beş sınıfta 1 öğretmen eğitim veriyor. Bu
ilköğretim kalitesini ne zaman yükselteceksiniz?
İki: Malazgirtte kendim gözlemlediğim, bütün köy
okullarının hiçbirinde tuvalet yok. Öğrenciler
ihtiyaçlarını evlerinde görüyorlar ve Malazgirtin Derik köyüyle
ilgili bu tuvalet sorunu basına bile yansıdı. Bu konuda bir
projeniz, çalışmanız var mı?
Üçüncü sorum olarak da: İlköğretim müdürlüğüne
şu anda vekâleten sekiz yıldır görevlendirme, geçici
görevlendirmeyle bir kişi bakıyor ve geçici görev yolluğu ne
kadar almıştır? Bu uygulamayı daha ne kadar devam ettireceksiniz?
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Doğru
REŞAT DOĞRU (Tokat) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanım, özellikle bazı iller ve ilçelerde
üniversiteler kurulması isteniyor. Tokat ilinde Erbaa, Niksar,
Reşadiye ve Zile gibi büyük ilçeler bu konuda bayağı istekliler.
İlçelere üniversite kurulmasını düşünüyor musunuz?
İkinci konu: Vakıf üniversitelerinin kurulması için
ne tür kriterler koyuyorsunuz?
Üçüncü soru olarak da: Beden eğitimi öğretmenlerimiz çok
büyük mağduriyet içerisindedir. Beden eğitimi derslerinin
sayısı artırılarak bu öğretmenlere yeni bir imkân
verilemez mi?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Birdal
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Sayın Bakandan öğrenmek istiyoruz: Bölge illerinde
sınavlarda kopya çekildiğini ileri sürerek sınav yerlerinin
başka illere taşınmasını isteyen Profesör İlber
Ortaylının bu görüşü bölge illerinden ırkçılık
ve ayrımcılık yaptığı konusunda tepkiler
aldı. Sayın Bakanlık bu konuda ne düşünüyor?
İkincisi: İzmir ve Ankarada özel dershanelerin
kapatılması ve üniversite sınavlarının kaldırılması
konusunda demokratik taleplerini bildirirken polis baskısıyla
karşı karşıya kalan ve gözaltına alınan
öğrencilerin durumuna ilişkin ne düşünüyorlar?
Üçüncüsü de: Taş atarken eğitim hakkından ve
özgürlüğünden yoksun bırakılan çocukların eğitimlerinden
yoksun bırakılamayacağına ilişkin Çocuk Hakları
Sözleşmesinin uygulanması konusunda ne düşünüyorlar?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Paksoy, son olarak, buyurun.
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Yükseköğretim Kuruluna
karşı olan ve en çok tenkit eden partilerden biriydiniz. YÖK
konusunda bir düzenleme yapmak veyahut tümden kaldırmak gibi bir
çalışmanız var mıdır? Yoksa YÖK konusunda
düşünceleriniz mi değişti? Değiştiyse niçin
değişmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
İlk soru, Kütahyanın Simav ilçesine fen lisesi
talebinin ne noktada olduğu. Hepinizin de bildiği gibi fen lisesi,
sosyal bilimler lisesi, Anadolu liseleri ve Anadolu öğretmen liseleri
ilçelerimizde veya illerimizde belli kriterlerin gerçekleştirilmiş
olması koşuluyla, ilçenin nüfusu ve diğer ölçekler baz
alınarak kararlaştırılıyor. Simav ilçesinden de bu
yönde bir talepte bulunuldu. Bildiğiniz gibi bu yıl Kütahyanın
iki ilçesine, Tavşanlı ve Gediz ilçesine fen lisesi kurulması
kararı verildi, Simavın da talepleri bu doğrultuda
değerlendiriliyor ve inşallah, özellikle fen lisesi, sosyal bilimler
lisesi gibi ortaöğretim kurumlarımız içerisinde son derece
başarılı eğitim veren kurumlarımızın tüm
Türkiyede, illerimizde, ilçelerimizde
yaygınlaştırılması için çalışmalarımızı
sürdürüyoruz.
Vakıf üniversitelerinde ve devlet üniversitelerinde ne kadar
bilimsel yayın yapıldığı son üç yılda
Bu sorular
gerçekten çok ayrıntılı. Benim şu anda önümde var, 2008
yılında tüm üniversitelerde yayımlanan yayınlara göre
sıralaması var ama bu çok uzun ve kapsamlı, isterseniz birkaç
örnek verebilirim. Şu anda fotokopisini çektirip size
ulaştırabilirim, yazılı olarak cevaplandırabilirim.
Üniversite adı Yükseköğretim Kurulu sayfasında da var ama
şu anda da ulaştırabilirim. Örneğin, İstanbul
Üniversitenin yaklaşık 1.196 civarında. Bir vakıf
üniversitesi örneği vermek gerekirse buradan, Başkent Üniversitesi
509. Yani, dün de ısrarla belki söylendi: Yükseköğrenim
kurumlarımız, yani üniversitelerimiz, zannedildiği gibi,
çoğu zaman kamuoyunda da yer aldığı gibi, dünya
sıralamasının çok altında, dünya ölçeğinde bilimsel
yayınlar ve çalışmalar olarak giremiyor. söylemini
doğrulamıyor elimizdeki bilimsel veriler. Birçok alanda, bazı
alanlarda -özellikle tıp fakültesi, eczacılık, veterinerlik
gibi- ilk 10-12 arasında yer alıyoruz ama genel ortalamada, dünya
ortalamasında bilimsel yayın olarak üniversitelerimiz ilk 17deler,
17-18 aralığında gidiyorlar. Dolayısıyla
üniversitelerimiz bu anlamda başarılı bir grafik izliyorlar
dünya bilimsel çalışmaları doğrultusunda.
Aynı zamanda, vakıf üniversitelerinin veya
üniversitelerin çok kurulmasına ilişkin -Sayın Başkan da,
Komisyon Başkanımız da sıklıkla söyledi- gerçekten,
üniversitelerin kuruluşuna ilişkin ileri sürülen bu tezler,
itirazlar, yeteri kadar yükseköğrenim öğretim görevlisinin
olmadığı, bunların birer tabela şeklinde cereyan
edeceği
Her şeyden önce, vakıf üniversitelerinin
kontenjanları çok düşük. Zaten bugün genel yükseköğrenim
içerisindeki, devlet üniversiteleri içerisindeki payları da yüzde 10
civarında bile değil. Dolayısıyla biz, vakıf
üniversitelerinin bu anlamda, birçoğunun da belli alanlarda ihtisas
yapabilecek üniversiteler olarak kurulmalarını destekliyoruz. Her ne
kadar burada defalarca dile getirdiysek de, gerçekten çok genç ve çok dinamik
bir nüfusa sahibiz ve bu genç, dinamik nüfusun en az yüzde 50sinin yükseköğrenim
görmesini sağlayacak bir sistemi pratize etmemiz lazım. Bir yandan
devlet üniversitelerini kurarken, -ki konuşmalarda da değinildi-
şu anda Meclise sevk edilen, henüz komisyonlarda görüşülmemiş
yedi devlet üniversitesinin kuruluşuyla da ülkemizde yükseköğrenim
görme talebini karşılama yolunda önemli bir gayret içerisindeyiz.
Seviye belirleme sınavı konusunda bir soru geldi,
Sayın Dibek sordu. Seviye belirleme sınavı hepinizin de
bildiği gibi üç yıl önce Ortaöğretime Geçiş Sınav
Sisteminde değişiklik yapılarak uygulamaya konulan bir sistem ve
yine hepinizin bildiği gibi yeni bir sistem. Dolayısıyla, Millî
Eğitim Bakanlığı, her şeyden önce, uygulanan sistemler
üzerinde, seviye belirleme sınavı, bundan amaçlanan sonuçlar, bu
sonuçların gerçekleşip gerçekleşmediği gibi alanlarda kendi
iç denetim mekanizmasıyla birlikte bir değerlendirme
çalışması yapıyor. Seviye belirleme
sınavının yeni bir sınav sistemi olması,
uygulanmasına ilişkin çıkan aksaklıkların veya bu
yöndeki itirazların önce eğitim araştırması çerçevesi içerisinde
bağımsız bir bilimsel kurul tarafından incelenmesi için bir
çalışma başlattık. Bunun yanı sıra, eğitimin
tüm paydaşları olan öğretmenler, veliler ve öğrenciler
üzerinde de bir çalışma yapıyoruz. Tabii ki bu
çalışmalarımız neticelendikten sonra, önümüze gelen
sonuçlar doğrultusunda, yeniden, öğrencilerimizin seviyelerinin
belirlenmesi konusunda uyguladığımız sınav sisteminde
gerekirse bir değişikliğe de gidebiliriz ama şu anda
olgunlaşmış bir karar yok, oluşturulmuş bir karar da
yok. Dolayısıyla, bu gerçekleştiği zaman da zaten
kamuoyuyla paylaşacağım.
Sayın Başkanım, sanıyorum sürem doldu,
teşekkür ediyorum.
Diğerlerini yazılı olarak
cevaplandıracağım.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde
M. NURİ YAMAN (Muş) Sayın Bakanım,
sorduğumuz soruların hiçbirine yanıt vermediniz.
BAŞKAN Efendim
M. NURİ YAMAN (Muş) Yazılı olarak
vereceğim desin.
BAŞKAN Yazılı olarak vereceğim. dedi
zaten.
M. NURİ YAMAN (Muş) O zaman onu söylesin.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul)
Söyledim, siz duymadınız.
M. NURİ YAMAN (Muş) Özür dilerim.
BAŞKAN Madde üzerinde bir adet önerge vardır, önergeyi
okutuyorum:
T.B.M. Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 487 sıra sayılı yasa
tasarısının 2. maddesinde geçen yayımı tarihinde
ibaresinin yayımından üç ay sonra biçiminde
değiştirilmesini arz ederim.
Kamer
Genç
Tunceli
BAŞKAN Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Hükûmet?
MİLLİ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Katılmıyoruz.
BAŞKAN Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 487 sıra sayılı Yasa
Tasarısının 2nci maddesinde verdiğim önerge üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
İşte, vakıf üniversiteleri kuruyoruz, bunların
hemen teşkilatlanması ve faaliyete geçmesi biraz zaman
alacağı için yayımı tarihinden değil de
yayımından bir müddet sonra yürürlüğe girmesi konusunda verdim
önergemi.
Tabii, biraz önce burada Komisyon Başkanını
dinledim, teşekkür ederiz. Biz, zaten Sayın Komisyon
Başkanıyla uzun zaman beraber de çalıştık. Şimdi,
bir metin, eğer bir yasa metni veya bir iç tüzük metni çok açık
seçik, net ise elbette ki okumak kadar bir de onu anlamak da önemli. Onun için,
yani okuma yazma meselesi derken okunan şeyi doğru yorumlamak ve
anlamak meselesi yönünde bir tenkitte bulundum.
Bir de, tabii, kendisi, bir geçici maddeyle ilgili, yerinden,
Komisyon Katılıyorum. dedi, ben de dedim ki:
Katılamazsınız çünkü Komisyon çoğunluğunuz yok.
İç Tüzükün 45inci maddesinde diyor ki: Eğer komisyon
sırasında yeterli çoğunlukta milletvekili yoksa komisyon sözcüsü
komisyon raporuna aykırı olarak önerilen öneriyi ya reddeder yahut da
o önergeyi komisyona ister. Bu çok açık yani buna rağmen, Sayın
Hocam, bu kadar, Yetti be, yetti artık.demenizi de hakikaten
yadırgadım ben, çünkü bu çok açık. Yani bu salonda her
yapılan yanlışa müdahale etmek bizim görevimiz. Onun için, yani
bir kontrol mekanizması da değilim ama biraz vicdanımız
elvermiyor. Burada diyoruz ki: Yanlış bir şeyler
konuşulmasın, uygulamalar
Çünkü burada bir defa bir yanlış
uygulama başladı mı artık o sonuna kadar gider.
Dün de burada konuştum. Bakın burada bizim yapmak
istediğimiz, Türkiye'nin kıt kaynakları var, bu kıt
kaynakların en iyi değerlendirilmesidir. Bakın gazetenin
birisinde diyor ki: Gazi Üniversitesi Rektörü kendi oğluna özel bölüm
açtırdı. Ben dün burada da konuştum. Genel bir konuşma
yaparken konuşmada sarf ettiğim bazı lafları sanki ben
Tunceli Üniversitesi için söylemişim diye
Hayır, öyle değil,
ben rektörlerle ilgili genel bir konuşma yaptım. Birçok üniversiteye
gidip de araştırırsanız, kendi oğlunu, gelinini,
yakınını, işte yeğenlerini getirmiştir orada öğretim görevlisi
yapmıştır, ondan sonra en lüks bir şekilde
yaşamaktadır, üniversiteye ayrılan o kıt kaynakları en
sağlıklı şekilde kullanmamaktadır. Mesela bir
düzenleme getirebiliriz; hiçbir rektörün, rektörü bulunduğu üniversitede
kendi çocuğunun veya şu kadar dereceye kadar olan
yakınlarının o üniversitede belli bir bilimsel kariyer
yapmaması lazım. Çünkü yaptığı zaman taraflı
oluyor, çünkü torpil geçiyor. Onun için, sağlıklı bir düzen
kurmak istiyorsak, sağlıklı bir yapı kurmak istiyorsak
Biz elbette ki Türkiyenin cehaletten kurtulup en ileri derecede
bir eğitime kavuşmasını istiyoruz. Bir ülkenin en ileri
derecede eğitim seviyesine kavuşabilmesi için orada
sağlıklı bir eğitim kadrosunun olması lazım.
Eğitim kadrosu olmadan, getir, ondan sonra, üniversiteyi açıyorsunuz,
orada kaç tane profesör var? Yani bir ortaokul öğretmeni, lise
öğretmeni üniversiteye ders vermeye giderse
Zaten onun yeteri kadar
bilgisi yok, eğitim konusunda aldığı belli bir birikimi yok.
Onun için, hiç olmazsa oraya üniversiteyi bitiren insanları mümkün
olduğu kadar belli bir bilgi ve belli bir kültürle almak lazım.
Ben Anayasa Komisyonunda da konuştum. Anayasa Komisyonu
Başkanı da karşımda oturuyor. Şimdi, Ben Sorbonne
Üniversitesinde doktora yaptım. dedi. Ben de orada, Pariste bulundum ama
öyle hocalar vardı ki orada, getiriyorlardı, parayla
başkasının tezini alıp, ondan sonra, tercüme
ediyorlardı, getirip Türkiyede Efendim, ben işte, bakın,
doktora yaptım, master yaptım. diyorlardı. Bunları kendi
gözümüzle gördük. Yani bu tip hocalar da var memlekette yani bu durumda hocalar
da var. Yani onun için istiyoruz ki aklı, mantığı yeterli
eğitimi alacak derecede gelişmiş, öğrenciler
karşısında çıkıp da konuştuğu zaman
öğrenciye verdiği ders ve onlara yarattığı fikir düzeyi
itibarıyla öğrencide saygı yaratan bir
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Arkanı dön
göreceksin, arkanda bir tanesi, orada oturuyor.
KAMER GENÇ (Devamla) Hah, neyse
Onu kendisi anlatır
canım. Onu da siz söyleyin, hepsini ben mi söyleyeceğim?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Genç, konuşmanızı
tamamlayınız.
KAMER GENÇ (Devamla) İşte, tezleri kopya etmeyen,
kişiliği teşekkül eden, bilgi seviyesi yüksek, öğrenci
karşısına çıktığı zaman öğrenciye
anlattığı fikirlerle öğrencilerin saygısını
kazanan ve herkesin saygı duyduğu insanların öğretim
görevlisi, öğretmen olduğu, profesör olduğu üniversiteler
yaratalım ki işte o zaman, orada alınan o kültür ve o bilgiyle
talebe piyasaya çıktığı zaman, dolu, dolgun bir fikirle
ortaya çıkıyor.
Ben Danıştayda hâkimken hukuk fakültesi mezunu
arkadaşlar dilekçe yazmasını bilmiyorlardı arkadaşlar.
Yani kaç defa, inanınız, bunlara şahit de olduk. Yani hukuk
fakültesini bitirmiş, bir dava dilekçesini yazamıyor. Kaç defa,
doğru dürüst dava dilekçesini yazmadığı için dilekçe ret
kararını verdik. Hatta dilekçe ret kararına uygun olarak
düzenlenen
Yani diyoruz ki kararda: Ya, şu şu eksik, sen
yanlış dilekçeyi hazırlamışsın. Orada da
süresinde düzeltip de vermediği için de vatandaşın hak arama
Ya,
davayı kaybetmiştir.
Yani biz diyoruz ki eğitelim gençlerimizi,
sağlıklı kadrolarla eğitelim, tüm
kaynaklarımızı en iyi şekilde kullanalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Genç.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa
kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, yoklama
istiyorum efendim, oylamadan önce.
BAŞKAN Sayın Anadol, Sayın Yıldız,
Sayın Ekici, Sayın Ünsal, Sayın Keleş, Sayın Güvel,
Sayın Köse, Sayın Özdemir, Sayın Karaibrahim, Sayın Süner,
Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz, Sayın Dibek, Sayın Emek,
Sayın Güner, Sayın Susam, Sayın Seçer, Sayın Çakır,
Sayın Öztürk, Sayın Aydoğan, Sayın Oyan.
Oğuz Oyan Hocam, sizi de 20nin içerisine dâhil ettik, onu
belirteyim.
Yoklama için üç dakikalık süre veriyorum ve yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, toplantı yeter
sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(Devam)
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş, buyurun efendim.
BDP GRUBU ADINA MEHMET NEZİR KARABAŞ (Bitlis)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun
tasarısının 3üncü maddesi üzerine grubum adına söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, vakıf üniversitelerinin kurulmasını
görüşüyoruz ancak bu görüşmelerde eğitimin genel durumundan ve
üniversitelerin mevcut, içinde bulunduğu durumdan bahsetmediğimiz
zaman, mevcut Vakıf üniversiteleri kurulsun mu, kurulmasın mı?
düşüncesi çok anlam ifade etmiyor. Zaten bu tür konularda genelde iktidar
partisi şu tarzda tartışmaya açıyor bu tür yasa
tasarılarını, tekliflerini: İşte, Üniversitelerin
açılmasını istemiyor musunuz? Vakıf üniversitelerinin bu
ülkeye, bu ülke gençlerinin okumasına katkısından başka ne
zararı var? tarzında bir tartışma biçimi. Bu çok gerçekçi
değil, doğru da değil. Daha önce de tüm partilerden konuşan
hatipler sonuçta Türkiyede hem devlet üniversitelerinin hem vakıf
üniversitelerinin sağlıklı bir şekilde altyapısı
hazırlanarak kurulmasının ve üniversite sayısının
artmasının bu ülkeye yarar getireceğini söyledi. Kimse bu konuda
farklı bir görüşte değil.
Şimdi, bir tarafta ilköğretim ve ortaöğretimde
Türkiyenin durumu
Genelde iktidar partisi, Hükûmet yetkilileri işte,
Türkiyenin geçmiş yıllarını örnek verip, her konuda
olduğu gibi, onun üzerinde ne kadar geliştiğini söylüyor olsalar
bile, biraz önce Muş Milletvekilimiz Sayın Nuri Yamanın
sorduğu bir soru vardı Sayın Bakana, Sadece Malazgirtte, 2si
merkezde olmak üzere 70 ilköğretim okulunda tek derslik ve tek
öğretmen olduğunu ki, Bitlis, Hakkâri, Van, Şırnak ve
diğer birçok ilde ve yine Karadenizin, İç Anadolunun bazı
yerlerinde bu tür okulların yaygın olduğunu biliyoruz. Yine
ortaöğretimde, yıllardır söylenmesine rağmen endüstri
meslek liseleri, mesleğe yönelik liselerde sayı anlamında, hem
okul sayısı hem de öğrenci sayısı anlamında nispi
bir artış olmuş olsa bile bu okulların eğitim
kalitesinde, meslek liselerinin altyapısı ve
müştemilatının oluşmasında ciddi bir gelişme
yoktur. Sadece sayılarda bir artış vardır, bu da hiçbir
şekilde hiçbir sorunun çözümünü getirmez beraberinde.
Şimdi, üniversitelere gelirsek, önce vakıf
üniversiteleriyle ilgili birkaç şey söylemek gerekiyor. YÖKün
yaptığı çalışma, vakıf üniversiteleriyle ilgili
değerlendirmesine baktığımız zaman, vakıf
üniversitelerinin bazılarının çok yüksek oranda öğrenci
harcı, öğrenciden eğitim için para almasının
yanında bu tür, öğrenciden alınan paranın çok az bir
kısmının eğitim-öğretim için
harcandığı, diğerinin vakıf üniversitelerinin
altyapısı ve diğer çalışmalarında yani özel bir
üniversite gibi vakıf hanesine kâr yazıldığını
-kendi, YÖKün düşüncesidir, bizim düşüncemiz değil- yine bu
üniversitelerin öğretim üyesi yetiştirme konusunda bir
programlarının olmadığı, mevcut öğretim üyesi,
doçent, profesör gibi kadroların çoğunun devlet üniversitelerinden
daha yüksek ücret ödeyerek alındığını ve devlet
üniversitelerinin de bu nedenle ciddi sorun yaşadıklarını
Bu tespitleri yapıyor. Ve onun dışında şunu
söyleyebiliriz: Vakıf üniversiteleri, elbette, hem dünyada hem Türkiyede
önemli örnekler vardır. Eğitim-öğretim alanında ciddi
yaklaşan, vakfın gelirinin önemli bir kısmını
üniversitelere, açtığı vakıf üniversitesine, orada
eğitim görenlerin iyi eğitim görmesine ve altyapısına
harcayan vakıf üniversiteleri vardır ama şu anda 45 olan,
sayısı 50yi bulacak vakıf üniversitelerinin önemli bir
kısmı da her ne kadar vakıf üniversitesi ve
yasalarımıza göre kâr amacı gütmeyen, öğrenci eğitim
ihtiyacını kendi bünyesinden karşılamak durumunda olan bu
üniversitelerin birçoğu özel üniversite mantığıyla hareket
ediyor, kâr mantığıyla hareket ediyor. Öğrenciden
aldığı paranın önemli bir kısmını da
vakfın veya vakıftaki şahısların, nasıl
kullanıyorlarsa bu paraları, oraya aktarıyorlar.
Şimdi, bir de iktidar partisinin sayın hatibi şunu
söyledi, vakıflarla ilgili bir değerlendirme yaptı.
Doğrudur. Vakıfların, hem Türkiyede, geçmişte
Osmanlıdan bu yana hem de dünyanın birçok yerinde önemli misyonlar
yüklendiğini, toplumsal, sosyal, kültürel faaliyetlere destek
sunduklarını biliyoruz ama sonuçta vakıflar, sosyal, toplumsal,
kültürel alanda belli kesimlerin ihtiyaçlarını, onların
isteklerini karşılayan, o düşünceyle hareket eden kurumlardır.
Vakıf üniversitelerine izin verildiği zaman, birincisi,
vakıfların üniversite kurmak için ayırdıkları bütçeden
tutun üniversite için hazırlanan altyapı, üniversitenin
kurulacağı yer, üniversitenin birimleri, nasıl bir eğitim
yapacağı, bu eğitimin kalitesi konusunda ciddi bir denetim
yapılması gerekiyor. Yoksa, bunun örneğini, işte Türkiyede
yaşıyoruz, başka yere gitmeye gerek yok. Kırk beş
vakıf üniversitesi var. Bunların birçoğunda yeterince talep de
yok, çünkü ciddi bir eğitimleri de yok, diğerleri de
aldıkları öğrencilerin birçoğuna iyi bir eğitim
vermemenin yanında yüksek paralar alarak, düşük puanlarla alarak
insanları üniversite mezunu etmiş oluyorlar. Biz bunu
eleştiriyoruz. Bunun karşısında duruyoruz. Bunun ciddi bir
denetime tabi tutulması gerekiyor. Bu tür üniversiteler kurulurken buna
dikkat edilmesi gerekiyor. Bu tür üniversiteler kurulurken bu
vakıfların yapısı, kuracakları üniversite, nasıl
bir eğitim yapacakları, tüm bu verilerin hem Komisyonda hem
Parlamentoda, Genel Kurulda milletvekillerinin, muhalefet milletvekillerinin,
bu konuda talebi olan milletvekillerinin düşüncelerine, onların
görüşlerine sunulması gerekiyor.
Diğer taraftan, AKP adına konuşan sayın hatip,
üniversiteleri halkla bütünleştireceklerini söyledikten sonra, halk okursa,
aydınlanırsa kime ne zararı olur gibi şeyler söyledi.
Şimdi, biz, Türkiyede metropol kentlerde hem eğitimin kalite düzeyi
hem öğrenci-öğretim üyesi ilişkileri hem bilimsel anlamda ve
fikirsel anlamda tartışmaların yapıldığı çok
az sayıda üniversiteyi çıkaralım, hem devlet üniversiteleri hem
vakıf üniversitelerinin şimdiki durumuna bakalım.
Şu anda lisede bile, ortaöğretimde, ilköğretimde
bile bulunmayan bir sistem işliyor üniversitelerde. Üniversitelerde okuyan
öğrencilere ve gençliğe tehlikeli, farklı düşünebilen,
sistemin düşüncesinden, iktidardan, bu ülkeyi yönetenlerden farklı
düşünebilecek, bunun için kargaşa yaratabilecek insanlar olarak
bakılıyor ve istisnasız, özellikle taşrada, bölgede olmak
üzere taşradaki, Orta Anadolu, Karadeniz, diğer birçok üniversitede
âdeta birer karakol hâlinde üniversiteler. Öğrencilerin her türlü
çalışması, her türlü düşüncesi, etkinliği,
bırakın dışarıda diğer öğrencilerle,
toplumla yaptığı etkinlikler, üniversite içinde dile
getirdiği, ders içinde dile getirdiği düşüncelerden dolayı
baskı altına alınan, bazen kovuşturmalara uğrayan bir
durum var. Bunların tartışılması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun efendim, konuşmanızı
tamamlayınız.
MEHMET NEZİR KARABAŞ (Devamla) Teşekkür ederim
Başkan.
Siz bunları tartışmadan, bunlara bir çözüm
bulmadan, üniversiteleri, bilimin özgürce geliştiği, oradaki hem
öğrencilerin hem öğretim üyelerinin her türlü düşüncesini
özgürce dile getirdiği, tartıştığı bir
ortamı yaratmadığınız sürece, siz her ile değil,
her ilçeye bir üniversite kursanız, Türkiyenin bilimsel anlamda,
Türkiyenin çağdaş anlamda ve üniversitelerin diğer ülkelerin
üniversitesine denk gelmesi mümkün değil. Şimdi, Sayın Bakan,
Türkiyedeki üniversitelerin düzeyinin diğer ülkelerle kıyaslandığında
çok geri olmadığını söylüyor. Evet, biz şuna
katılırız: Türkiyede bazı üniversitelerin
standartları gerçekten birçok ülkenin standartlarına
yaklaşmıştır ama Türkiyedeki üniversitelerin yüzde
90ının standardı en geri ülkenin standartlarından çok daha
geridir. Bunun tartışılması gerekiyor, bir bütün olarak
tartışılması gerekiyor. İşte bir sayın
milletvekili sorduğu zaman en gelişmiş iki tane üniversitenin,
bir vakıf bir devlet üniversitesinin verilerini vererek bunun üzerini
kapatamayız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili
Sayın Oğuz Oyan, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Oyan, birkaç saniye rica edeceğim.
Saygıdeğer arkadaşlarım, sayın
milletvekilleri, Sayın Bakanım, Sayın Elitaş,
arkadaşlar; lütfen oturalım.
Buyurun Sayın Oyan.
CHP GRUBU ADINA OĞUZ OYAN (İzmir) Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim,
buradaki konuşmalarımızın oylarınızı etkilemeyeceğini
biliyorduk. Fakat en azından konuşmalarımız 2 AKP sözcüsünü
tahrik etmiş. Belki daha fazla kişiyi ama en azından 2si burada
söz aldı, bize cevap vermeye çalıştılar.
Şimdi, biz, burada, Eğitim Komisyonu
Başkanından şunu açıklamasını daha çok beklerdik:
Yani, niçin bu vakıf üniversitesi kurulmasına ilişkin
tasarı tali komisyonlara gitmemiştir, yani niçin Sağlık
Komisyonuna, niçin Plan ve Bütçe Komisyonuna gitmemiştir, bunları
açıklamasını tercih ederdik. Keza, burada, bu yeni iç tüzük
ihdası yoluyla iki ilave vakıf üniversitesinin gündeme dâhil edilmesi
üzerine belki bir açıklaması olabilirdi ama Sayın Komisyon
Başkanı bir kere 140 üniversite dedi, arkasından
İkincisi: Burada konuşurken bana cevaben dedi ki -aynen
okuyorum cümlesini- Fatihin bu kurmuş olduğu vakıfların
kendi felsefesine uygun mudur bu Bezm-i Âlem Üniversitesinin kurulması?
Fatih Üniversitesi nerede, Bezm-i Âlem nerede? Sayın Komisyon
Başkanı havaya girememiş. İki ayrı üniversite söz
konusu, biri Fatih, biri Bezm-i Âlem, ikisini birbirine
karıştırıyor ve arkasından da Vakıf senedinden
okuyorum. diyor, Fatih Üniversitesini vakıf senedinden okuyor. E pes
yani, pes! Yani vakıf senedinde Bezm-i Âlemin sadece rüştiye
lafı geçer, yani ortaokul bugünkü tabiriyle; bir yükseköğrenime
ilişkin herhangi bir şey yok. Sizin okuduğunuz Fatihin
Vakıf Senedi, ki orada da söylenen
Sizin söylediğinizi tutanaktan
okuyorum, o senetten, vakfiyeden: Bir kimsenin medreselere müderris olarak
atanmasını ve kendisine görevi karşılığı
günlük 60 dirhemin ödenmesini
Yani ne diyor Fatih kendi vakfiyesinde? Bir
kimseyi medreseye müderris olarak atayın ve 60 kuruş... Nerenden
ödeyin? Benim vakfımdan ödeyin 60 kuruşu. Üniversite, medrese kurun
falan demiyor, yani ona sadık kalırsak, o okuduğunuz metne.
Dolayısıyla burada bu kısır şeyleri bir tarafa
bırakalım.
Ne olur eğitimi planlamazsak, ona gelin, ona bakın. Ben
size söyleyeyim, ne olur: Dört yüz elli sene önce ne olduysa o olur. Madem
tarihe girdiniz, biraz tarih konuşalım. Ne olmuştur dört yüz
elli sene önce? Sûhte isyanları olmuştur Osmanlıda. Sûhte,
medrese öğrencilerine verilen isimdir. Sûhte isyanları niye olmuştur?
Daha o zamandan eğitim planlaması olmadığı için
medreselere yığılmıştır bu öğrenciler,
sûhteler, sonuçta işsiz kalmışlardır. O kadar cami,
çalışabilecekleri o kadar ortam yoktur. Celâli isyanlarını başlatan
isyan sûhte isyanlarıdır.
Şimdi Türkiyede siz ne yapıyorsunuz? Eğitimli
gençliğin üçte 1ini işsiz bırakıyorsunuz. Gelin buna cevap
verin, bu soruna çözüm bulun. Üniversite açmak marifet değil, onu
söylüyoruz. Tabii ki Türkiye üniversite açacak Türkiyenin nüfusuna,
Türkiyenin gelişmesine bağlı olarak. Mesele bu değil.
Mesele:
1) Niteliği konuşabiliyor musunuz? O noktaya geldiniz
mi? Orada müthiş bir nitelik kaybı var, değer
aşınması var ve daha da aşındırıyorsunuz.
2) Üniversite mezunlarına Bana ne! diyen bir Başbakan
tarafından yönetiliyoruz, Onlara iş bulmak bizim işimiz
değil. Böyle bir şey mi olur? Buna çözüm bulacaksınız.
Osmanlı aydınlanma devrimini
ıskaladığı için padişah fermanıyla rasathaneyi
bombalatırsınız. Yine aydınlanma devrimini
ıskaladığınız için matbaanın kurulmasını
iki yüz elli yıl geciktirirsiniz. Yani bize medrese modelini örnek
göstermeyin burada. Burada bizim tartışacağımız mesele
bu değil.
Bizde hiç Galileo vakası olmamıştır. Evet
olmamıştır çünkü Galileolar yetişmemiştir, Galileolar
ortaya çıkamamıştır, aydınlanma devrimi hiç
olmamıştır. O yüzden de yani Bizde böyle vakalar olmadı,
Bruno yakılmadı
Evet ama yani sizde de bilim gelişmedi, bizde
gelişmedi.
Şimdi, burada çok değerli bir arkadaşım da
bize vakıflar konusunda derin bilgilerini aktardı. Burada sırf
vakıfların, bu cemaatler meselesinin gündeme getirildiğini
söyledi. Aslında vakıfları konuştuğumuz için, burada
altı tane vakıf üniversitesi kuruluyor. Yoksa, keşke sadece
cemaatler bu vakıflarla sınırlı olsaydı. Devlet
üniversitelerine nüfuz etme olayı vardır, devlet üniversiteleri. Biz
burada o konuyu çok fazla gündeme taşımıyoruz çünkü konu
dışına taşırmayalım diye ama maalesef
Türkiyedeki eğitimde devlet üniversitesi eliyle de -özellikle Anadoluda
kurulan birçok üniversitede ama şimdi İstanbul vesairede de- onlar
eliyle de birtakım gelişmeler olmaktadır, nüfuz etmeler ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla sorun büyüktür. O değerli
arkadaşım vakıflar konusunda benim ne söylediğimi anlamak
istiyorsa tutanakları dikkatlice okumasını kendisine öneririm.
Şimdi, burada hep söyledik: İnancın bilimi
yönetmesine izin vermeyeceksiniz. Bu olmaz, ikisini aynı şeyde
tutamazsınız. Ticaret bilimi yönetirse, yönlendirirse gene olmaz.
Yani, burada bilim, ticaretin
Ha o bir tek yerde TOBB üniversiteler kuruyor ve
adına ticaret üniversiteleri diyor. Belki bir tek orada yakın.
Anayasaya aykırı gerçi, Anayasa çünkü ticari amaçla üniversite
kurulmasını yasaklıyor, vakıf veya devlet ama hiç olmazsa
TOBB ya da ona bağlı odalar adına ticaret üniversiteleri
diyorlar. Orada hakikaten ticaretle, yapılan işle şey biraz daha
uyumlu gözüküyor, Anayasaya uymasa da.
Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size
öğretim üyesi kalitesinden bahsettim. Bu öğretim üyesi kalitesi,
sadece üniversitelerin şeyinde kalmıyor, onlar üniversiteye yönetici
oluyorlar, bu kalitesiz diyebileceğimiz türden olanlar. Kalitesini
nasıl ölçersiniz? Üniversiteye yönetici oluyor, üniversiteye rektör
oluyorlar ve YÖKe başkan ya da üye oluyorlar. Nasıl? Bir üniversite
öğretim üyesinin kalitesini somut ölçme kriteri nedir? Ben size bir tane
örnek vereyim: İntihal vakalarıdır. İntihal nedir?
Türkçesiyle aşırmadır, yani başkasının eserinden,
başkasının bir bilimsel çalışmasından
alıntı yerine...
ŞAHİN MENGÜ (Manisa) Çalıntı!
OĞUZ OYAN (Devamla)
çalıntı yapmak meselesidir.
Bravo!
Şimdi, intihal bu. İntihal yapana müntehil denir.
Şimdi ben size soruyorum: Bu konuda ne gibi adımlar atıyorsunuz?
Bugün benim verdiğim, Sayın Bakan da burada, YÖK üyesi eski genel
sekreteriyle ilgili bir soru önergesi var. Yani YÖKün eski genel sekreteri
şimdi hâlen üyesi olan bir kişiyle ilgili olarak, Sayın
İzzet Özgençle ilgili olarak bir soru sordum. Onunla ilgili 72
sayfalık bir rapor var. Doçentlik tezinin, 72 yılında
doktorasını yazmış Hans Achenbach adlı bir
Almanın doktora tezinden bunun intihal vakası olduğuna dair 72
sayfalık bir raporla Eğitim-Sen tarafından YÖKe
sunulmuştur. Ben soruyorum: Ne oldu? Kendisi açığa
alındı ve soruşturma başlatıldı mı?
İnceleme doğrusu. Bununla ilgili ne var mesela? Yani, evet,
öğretim üyesi kalitesi derken bahsettiğimiz şeylerden bir tanesi
bu. Nerede? Tabii, diyeceksiniz ki YÖK Kurucu Başkanına kadar giden
bir intihal vakası olan bir ülkede bunların lafı olur mu?
Bakın, ben size başımdan geçen bir şeyi
kısaca söyleyeyim: 2000 yılında bir doçentin bir üniversiteden
başka üniversiteye aktarılmasına ilişkin bir vaka geldi
önüme yani dosya geldi, ben de jüri üyesiyim. Doçentliğini üç beş ay
önce almış, üniversite değiştirmek istiyor. Nereden nereye?
Muğladan Mersine gidecek. Normalde buna bakmaz jüri üyeleri çünkü unvan
vermeyecekseniz atarsınız. Benim ilgimi çeken bir şey oldu: Bir
kutu kitap yollamış ve bunların üç tanesi son üç ay içinde
yazılmış, ders kitabı. Bu kadar hızlı hiç kimse
yazamaz. Yani bir yerden kopyalasanız bile eski usulle, yazamazsınız.
Biraz bakınca, her bölümde başka bir Türkçe dili olduğunu
gördüm. Biri 1950lerden geliyor, biri 1980lerin dili. Hemen bir kütüphane
çalışması yaptım, 1950lerde yazılmış maliye
kitaplarına baktım, küt yakaladım. Olduğu gibi aktarmış,
olduğu gibi ama, o bölümü ondan almış, öbür bölümü öbüründen
almış. Bu kadar olabilir! Yani öğrenci bile Ya bu ne? der
çünkü dil çok eski ve çok yeni. Bunu Mersin Üniversitesine yazdım: Size
geçmek isteyen kişi böyle biridir, ben size otuz sayfalık ekte
şeyi de yolluyorum, YÖKle ilgili işlemleri başlatmayı size
bırakıyorum. Sonra ne oldu? Sonra, duyduğum kadarıyla
oraya gitmemiş, orası almamış. Peki ne olmuş? Daha
sonra, daha sonraki bir dönemde rastladım o kişinin adına, 9
Eylüle geçmiş ve profesör olmuş. Yani sistem kötüleri ayıklayan
bir sistem değil, sistem kötüleri yükselten bir sistem. Yani böyle bir
sistem içinde ne yapabilirsiniz?
Değerli arkadaşlarım, yani intihal vakaları
kalite açısından çok kritik mesele çünkü bu artık en pespaye
durum, bir öğretim üyesi açısından düşebileceği en
kötü durumdur.
Bakıyorsunuz, bugünkü basında, Gazi Üniversitesi Rektörü
kendi oğlunu almak için özel bölüm açıyor, oraya oğlunu
alıyor. Böyle bir bölüm, aslında içinde başka bir şey yok.
Böyle bir şey olabilir mi? Bununla ilgili ne yapacaksınız?
Soruyorum.
Değerli arkadaşlarım, burada başka şey,
bakın, size bir anormallikten bahsediyorum. İlim Yayma Vakfı
İstanbulda Sebahattin Zaim Üniversitesini kurdu. Kim var bu İlim
Yayma Vakfının kurucuları arasında?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (Devamla) Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Sayın Mehmet Aydın, Sayın Ahmet Davutoğlu. Faal olanlar
bunlar. Tabii eski bakanlar var, eski ve yeni milletvekilleri var. Tabii burada
eksik olan iki şey var: YÖK Başkanı ile Millî Eğitim
Bakanını da buraya katalım. Yani artık Millî Eğitim
Bakanı ve YÖK, üniversite, devlet üniversitesini yönetmek alanından
çıksınlar, kendi adlarına vakıf üniversiteleri kurmaya
başlasınlar. Ne güzel olur değil mi? Yani o tarafta çok
başarılı oldunuz, biraz da bu tarafta daha başarılı
olmaya çalışın.
Dünyanın hiçbir tarafında, herhâlde, bir
başbakanın ve bakanların kurucusu olduğu normal üniversiter
yapı içinde vakıf üniversitelerine gidiş olmaz. Bu bir
siyasallaşma virüsüdür. Bu virüs Cumhurbaşkanına kadar
çıkmaktadır. Rektör atamalarında tamamen böyledir. Yani eskiden,
Sezer döneminde liyakate bakılırdı birinci sırada
gelmeyenler açısından ama burada ana yol oldu yani birinci sıra
dışındakileri atamak ana yol hâline geldi, tali yol falan
değil. Dolayısıyla bu siyasallaşmadan kurtarmadan
üniversiteleri adam etmek mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) Biz yapınca iyi,
başkası yapınca kötü.
BAŞKAN Buyurun.
OĞUZ OYAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım, bu
doğru değil. Bakın, Türkiyede Sezer, kendisini atayan Hükûmetle
bile ters düşme pahasına birçok Hükûmet kararını geri
çevirebilmiştir, buradan kanunu çevirebilmiştir
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) Hiç eleştirdin mi Sezeri bu
konuda şimdiye kadar?
OĞUZ OYAN (Devamla)
dolayısıyla Sezer,
Türkiyede çok partili dönemin en tarafsız Cumhurbaşkanı
olmuştur. Onun için ona hiç şey yapmayın.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) Siz ona inanın, biz
inanmıyoruz.
OĞUZ OYAN (Devamla) Burada önemli olan cumhuriyet
ilkelerini savunması ve aydınlanmayı savunmasıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu siyasallaşma, bugün,
üniversitelere yardımcı öğretim elemanı,
araştırma görevlisi, yardımcı doçent kadrolarının
verilmesinde kendini göstermektedir. Eğer o üniversiteyi beğenmiyorsa
bunları atamıyor. Üniversiteler nereden beslenecekler? Bunu mutlaka
halletmek gerekiyor. Tabii, öğretim üyelerinin mutlaka iş
güvencesinde, özellikle yardımcı öğretim üyelerinin,
yardımcı doçentlerin, araştırma görevlilerinin mutlaka
verilmesi gerekir. 50/dye göre araştırma görevlisi almaktan
kesinlikle vazgeçmek gerekir. Bu konuda verilmiş kanun teklifim
vardır.
Hepinize ilginiz için çok teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili
Süleyman Lâtif Yunusoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
MHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Trabzon)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
kanun tasarısının yürütme maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Tasarının genel gerekçesinde de ifade edildiği
gibi, Türkiye'nin genç nüfusunun yükseköğretim talebi yıldan
yıla artmaktadır, vakıf üniversitelerinin bu talebi
karşılamak için yardımcı olacağı öngörülmektedir.
Türkiyede, 2002 yılında, 53ü devlet üniversitesi, 23ü
vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 76 üniversite varken, şu anda,
her ile bir üniversite kurulması kararından sonra 94 devlet
üniversitesi, 45 vakıf üniversitesi olmak üzere 139 üniversitemiz
bulunmaktadır. Bu kurulan üniversitelerle birlikte, vakıf
üniversitesi sayımız daha da artacaktır.
Türkiye, son sekiz yılda, yükseköğretim kurumları
açmaktadır. Üniversite kurulmasına ve gençlerimizin üniversite
eğitimi almasına kimsenin itirazı olamaz. Her ilde bir
üniversitenin kurulması tabii ki hepimizin arzusu ancak burada nitelikli
nesiller yetiştirilmesi de hepimizin arzu ettiği bir durumdur. Ancak
biz bu üniversiteleri hangi mantıkla, hangi altyapıyla kuruyoruz,
bunlara bakmamız lazım.
Değerli milletvekilleri, bu üniversiteleri kuruyoruz ancak
özellikle, Doğu ve Güneydoğudaki üniversitelerin öğretim üyesi
bulamama sorunlarını da basından takip ediyoruz. Öğretim
üyesi sorunu öğretim üyesi yetiştirme programlarıyla ortadan
kaldırılabilir ancak Hükûmetin, özellikle YÖK Başkanı
değişinceye kadar, YÖK ve üniversite bütçelerinde
kısıtlamaya gittiğini, araştırma görevlileri için
ihdas edilen kadroları sınırladığını da
biliyoruz. Öğretim üyesi sorunu, kaynak sorunu varken, kervan yolda
düzülür mantığı ile kurulan üniversiteler tabela üniversitesi
olmaktan kurtulamaz. 2008-2009 istatistiklerine göre, lisans
programlarında öğretim üyesi başına düşen öğrenci
sayısı 27,7; ön lisans programlarında ise 450dir. Bu 450
sayısı neyi ifade ediyor? Bu üniversitelerin tabela üniversitesi
olmaktan öteye gidemeyeceğinin görüntüsünü veriyor. Daha ilköğretim
okullarında, liselerde öğretmen açığı sorununu
çözememiş bir iktidarın üniversitelerin öğretim üyesi sorununu
çözmesini beklemek de saflık olur. Millî Eğitim
Bakanlığı iç denetim raporuna göre, öğretmen
açığımız da 133 bindir. Bir tarafta üniversitelerin
eğitim fakültelerinden mezun olan işsiz öğretmenler, diğer
tarafta 133 bin öğretmen açığı. Bu tablo kabul edilebilir
bir tablo değildir.
Değerli milletvekilleri, bir diğer konu ise: Biz, bütün
üniversiteleri aynı mantıkla, aynı bölümlerden, aynı
programlardan oluşan üniversiteler olarak kuruyoruz. Yani bütün
üniversitelerde iktisadi idari bilimler fakülteleri var, bütün üniversitelerde
mühendislik fakülteleri var, fen edebiyat fakülteleri var, eğitim
fakülteleri var. Şimdi, birçok üniversitemizin eğitim fakültelerinden
yetişen, bugün işsiz olan yüzlerce beden eğitimi öğretmeni
var. 1980li yıllarda kırsal kesimdeki ilkokullarda, ortaokullarda
müzik öğretmeni, beden eğitimi öğretmeni, resim öğretmeni
yoktu, bu derslere diğer öğretmenler giriyorlardı. Bugün,
açılan eğitim fakülteleriyle bu sayı artık
aşmış, eğitim fakültelerinin beden eğitimi
bölümlerinden mezun olan öğrenciler, öğretmen adayları beş
yıl, altı yıl, yedi yıl kendilerine öğretmenlik
sırasının gelmesini bekliyorlar. Öyleyse bizim eğitim
programlarımızda bir aksaklık var demektir. Oysa dünyada
eğilimler değişiyor, uzmanlaşan üniversiteler ortaya
çıkıyor. Biz bu eğilimleri görmeden üniversite kuruyoruz. Bunun
sonucu şudur: Elinde diploması ile işsiz kalan gençler.
Değerli milletvekilleri, işsizlik Türkiye'nin en can
yakıcı sorunudur ancak iktidar bu sorunu görmezden gelmektedir.
Gençler arasında işsizlik oranı yüzde 25lere kadar
çıkmış durumdadır. Vakıf üniversiteleri kuruyoruz.
Vakıf üniversiteleri Anayasamıza göre kâr amacı gütmeseler bile
öğrencilerden yüksek miktarda para almaktadırlar. Şimdi, bir
genç düşünün, dört beş yıl boyunca ailesinin kıt
imkânlarıyla vakıf üniversitesinde yüksek paralar ödeyerek
okumuş olsun, okulunu bitirsin ve elinde diplomasıyla işsiz
kalsın. Ruh sağlığı bozuk, gelecekten endişeli,
umudunu yitirmiş, ailesine ve çevresine karşı ezik bir gençlik.
İşte böyle bir gençliğin yetiştirilmesi arzu edilmiyor. Bu
sebeple, Hükûmetin özellikle ve öncelikle üzerinde durması gereken nokta
işte burasıdır. İspanyada da işsizlik var.
denilerek İşsizlik bütün ekonomilerin sorunu. denilerek Hükûmet
sorumluluktan kaçmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, üniversite öğrencilerimizin
barınma sorunları da devam etmektedir. AKP döneminde, yeni
üniversiteler açılmasına ve mevcut üniversitelerin
kontenjanlarının artırılmasına rağmen, yurt
kapasiteleri aynı oranda maalesef artırılamamaktadır. 2009
ÖSSde üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı 528 bindir.
Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü, müracaat eden
öğrencilerin ancak 92 bininin yurtlara yerleştirilebileceğini
açıklamıştır. 2003 yılında 182.628 olan yurt
kapasitesi, 2008-2009 istatistiki verilerine göre ancak 208.869a
çıkartılabilmiştir.
Değerli arkadaşlar, hepimize, üniversite ve
yüksekokulların her açılım sezonunda, bölgelerimizden,
dostlarımızdan, üniversiteyi kazanan çocukları için yurt
talebinde bulunuyorlar, hepimiz onlara yurt bulmakta güçlük çekiyoruz. Kredi ve
Yurtlar Kurumu, maalesef, bu problemi henüz çözebilmiş değildir.
Öğretim üyesi sorunu varken, barınma sorunu devam ediyorken,
üniversite mezunları işsiz gezerken, Hükûmet Üniversite
sayısını artırdık. şovunu bırakmalı ve
bu sorunları çözmenin yollarını aramalıdır, hep
birlikte aramalıyız.
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki Türkiyede, bu
anlamda, son yedi buçuk yıldan bu yana AKP Hükûmeti döneminde eğitim,
rakam cambazlığının, fason okul ve üniversite
açılışlarının ipoteğine sokulmuştur. Bugün Altmış
üç üniversite açtık. diye övünen AKP İktidarı, tabela asarak
üniversite açılamayacağını anlamadığı gibi,
bundan daha önemlisi, bu üniversitelerden mezun olan öğrencileri umutsuzluğa
mahkûm etmiştir.
Eğitim bir misyon ve vizyon işidir değerli arkadaşlar.
Bir ülkenin gelişmesi, kalkınması eğer eğitim üzerine
inşa edilmiyorsa o ülkenin, temeli olmayan bir binadan farkı yoktur.
Türkiye de ne yazık ki bu iktidar döneminde bu yanlışa
sürüklenmiş, eğitim oy avcılığının bir esiri
hâline getirilerek ülkemiz âdeta uçuruma doğru sürüklenmeye doğru
gitmiştir.
Şimdi sormak istiyorum: Eğitim müfredatımız
bizim millî, manevi değerlerimizi ne kadar yansıtıyor?
Eğitim sistemimiz hangi ölçüde çağdaş standartları
karşılıyor? Çocuklarımız, yavrularımız hangi
şartlarda eğitimlerine devam edebiliyor? Çocuklarımızı
ve ülkemizin geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenlerimize ne
kadar değer veriliyor? Bilim yuvası olan üniversitelerimiz dünyada
hangi konumda, nerede bulunuyor? Üniversiteden mezun olan öğrencilerimizin
sevinmesi, gururlanması gerekirken acaba neden Eyvah, mezun oldum!
korkusunu yaşamak zorunda bırakılıyor? Bu ve benzeri
soruları çoğaltabiliriz.
İşte bu soruların cevabı esasen AKP döneminde
eğitimin nasıl yozlaştırıldığını
çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ümit ederim ki kurulacak
üniversiteler, bu yozlaşmanın ortadan kaldırılması,
yedi buçuk yıldır unutulan, ayaklar altına alınan millî ve
manevi değerlerimizin tekrar hatırlanması için bir fırsat
olur.
Şimdi bir örnek vermek istiyorum kıymetli
arkadaşlar. Bir dostum kendi evinde oturmak maksadıyla bir sitedeki
inşaata üye oldu ve zamanı geldi, evi bitti. Bir gün evine giderken
iki tane plastik poşeti cebine koyduğunu gördüm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yunusoğlu,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
SÜLEYMAN LÂTİF YUNUSOĞLU (Devamla) Ne olacak bunlar?
dedim, cevap şuydu: Yeni evime gideceğim ama sabahleyin yağmur
yağdı. Evime giderken, otobüsten indiğimde, evime kadar olan
mesafenin yolu yapılmamış, yol çamur içerisinde. Bu naylonları
ayaklarıma bağlayıp paçalarımın ve
ayakkabılarımın çamurlanmasını önleyeceğim.
dedi. Sonra ilave etti: Evimizde kullandığımız su hâlen
inşaat suyu, kullandığımız elektriği de direkten
çektiğimiz kabloyla karşılıyoruz ama ev, belediye
tarafından oturma ruhsatı verilmiş hâlde.
İşte, bizim itirazımız burada.
Üniversitelerimizin her ilde açılmasını, birden fazla
açılmasını arzu ediyoruz. Fikri hür, vicdanı hür nesiller
yetiştireceksek bu üniversiteleri açmalıyız ama
altyapılarını da mutlaka ona göre şekillendirmeliyiz.
Bu düşüncelerle sözlerime son veriyor, yeni
üniversitelerimizin ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını dileyerek yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Yunusoğlu.
AK PARTİ Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Sami
Güçlü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SAMİ GÜÇLÜ (Konya) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; vakıf üniversiteleriyle
ilgili görüştüğümüz tasarının son maddelerinde
düşüncelerimizi tekrar ifade etme imkânı buldum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Ben kaldığım yerden açıklamalarıma devam
etmek düşüncesindeyim. Türkiyede yükseköğretimle ilgili
gelişmeleri, görüştüğümüz 2003-2010 yılları
arasındaki gelişmenin bundan önceki konuşmalarımda rakamsal
boyutlarını söylemiştim. Bu arada arkadaşlarımız
değişik konularda eleştirilerini dile getirdiler, onlara da
kısmen cevap vermeye çalışmıştım.
Şimdi, müsaade edersiniz iki konuya değinmek istiyorum.
Birincisi, üniversitelerimizin bilimsel faaliyetlerden
uzaklaştığı, bu konuda çok büyük bir tehlikeyle
karşı karşıya kaldıkları, liseye
dönüştükleri, meslek lisesine dönüştükleri hususundaki
görüşlerdir ve bunlarla ilgili düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisinin
saygıdeğer konuşmacısı Oğuz Oyan Hocamız da
üniversitede kalite konusuna değindi ve buna değinirken
kalitesizliğin ölçülerinden bahsetti ama ona gelmeden önce
üniversitelerimizde akademik faaliyetlerin belli bazı ölçüleri var, ben
bunlara değinmek istiyorum: Evvela bir üniversite kavramı yani
üniversite kafamızda nasıl olacak?
Türkiyede özellikle vakıf üniversiteleri konusunda,
bildiğimiz gibi, Bilkentten başlayan, peşi sıra birçok
büyük sermayenin oluşturduğu yani sıralayacak olursak
Doğuşun, Haliçin, Işıkın, Bilginin vesaire yani
Sabancı, Koçları da dâhil ederek üniversitelerinin kurulduğunu
biliyoruz. Son dönemde yeni bir kısım daha küçük grupların, daha
farklı sosyal kesimlerin üniversite kurmasıyla ilgili hususlarda
-dediğim gibi- fazla bir kaygı doğmaya başladı.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarıdır, bu toplumun içinde yaşamaktadır,
sanayicidir, ticaretle uğraşmaktadır. Bir Yükseköğretim
Kanunu vardır, Anayasamıza göre bir vakıf üniversitesi kurma
konusunda hakları vardır ve bu insanlar kuruyorlar. Biz toplumun
bazı kesimlerine vakıf üniversitesi kuruyor diye karşı
çıkarsak bu insanları çok rencide ederiz, doğru olmaz. Bizim
yapacağımız şey, ilkelerle ilgili konulardır,
prensiplerle ilgili konulardır.
Şimdi üniversiteyi cemaatleştirmek,
siyasalaştırmak gibi kavramlar kullanıyorsunuz. Efendim, biz bir
ülkenin vatandaşlarıyız -bir benzetme yapmama müsaade edin- biz
bir havuzun içindeyiz, bir kültür atmosferinin içindeyiz, bu kültür atmosferinin
içerisinde neresinden bir bardak numune alırsanız alın tahlil
aynı çıkar. Dolayısıyla siyasi alan, akademik alan, ticari
alan birbirinden çok farklı değildir, sporun farklı
olmadığı gibi. Dolayısıyla üniversitelerle ilgili
konuda, hangi parti olursa olsun, Türkiyeye bugüne kadar hizmet etmiş,
üniversitelerin açılmasına hizmet etmiş hükûmetler ve siyasi
partiler siyasallaştırmak için mi açtılar? Böyle bir şey
mümkün olabilir mi? Biz, bir parti, Türkiyede vakıf üniversitelerini
kendi anlayışı doğrultusunda bir taban oluştursun diye
açarsa bu, bilimin, üniversite kavramının içerisinde yer bulabilir
mi, böyle bir niyet hayata geçebilir mi, imkânı var mı? Çünkü
üniversite, inşa edilmiş akıldır, memleketin
sorunlarına, bilimin gerçeklerinden hareketle çare arayan bir kurumdur.
Bir siyasi anlayışın mektebi olması söz konusu olabilir mi?
Bir kere, evvela üniversite kavramına, biz burada, zarar
verici bir anlayış sergiliyoruz. Biz, Türkiye Cumhuriyetinin
kanunlarına ve Anayasasına uygun olarak üniversiteler kuruyoruz.
Eksiklik var mı? Vardır, ben de değineceğim. Burada
Bakanlığımız ve Yükseköğretim Kurulu bu konuda çok
sorumludur ama biz, hadiseyi çok subjektifleştirirsek toplumu rencide
ederiz ki bu da doğru olmaz. Objektif hareket etmeliyiz.
Efendim, ben, Türk üniversitelerinin kalitesiyle ilgili konuda
neleri ölçü alabiliriz? Bunlar öğretim üyesi, öğrenci oranı, çok
daha önemlisi, esas akademik yayınlar ve araştırmalardır.
Bu konuda dünyada yapılmış bütün çalışmalarda
üniversitelerin kalitesini ölçen uluslararası atıf indeksine giren
makale sayısıyla ölçülür. Birinci derecede budur. Bu konuda fen
bilimleri, sosyal bilimler, sanat ve insan bilimleri atıf indeksleri
vardır. Bunu da en çok akademisyenler bilirler elbette, yani Oğuz
Oyan Hocamın bildiği gibi.
Efendim, Türkiye, 1983te dünya ülkeleri arasında 45inci
sıradadır; 739 tane makale bu indekse girmiştir.
Değerli arkadaşlarım, 2001de 25inci sıraya
Türkiye yükselmiştir ve 9.500e ulaştı makale sayısı,
2007de 20 bine ulaşmıştır, 19.666dır makale
sayısı ve dünyanın 18inci ülkesidir. Gerek TÜBİTAKın
gerekse TÜBAnın gerekse YÖKün bununla ilgili yaptığı
çalışmalarda bu apaçık ortadadır.
Ben, size bununla ilgili bir uzmanın değerlendirmesini
müsaade ederseniz okumak istiyorum: Türk bilim insanlarınca Fen Bilimleri
Atıf İndeksi, Sosyal Bilimler, Sanat ve İnsan Bilimleri
Atıf İndeksince taranan, dünyanın tanınmış
bilimsel dergilerinde yayımlanan makale sayısı, 1997-2002
yılları arasında 3 kat artmıştır. Bunun
sonucunda, milyon nüfus başına bilimsel makale sayısı, göz
kamaştırıcı bir artış oranıyla 148e
yükselmiştir. Türkiye, on yıllık bir dönem içinde 5 kata varan
bu artış oranıyla, dünya ülkeleri arasında 1992de 37nci
sırada iken 2002de 22nciliğe yükselmiştir. Devam ediyorum: Benzer
değerlendirmeler konunun uzmanlarınca da yapılmaktadır.
Türkiye'nin 1991-2007 döneminde -yani 1991le 2007 döneminde- ortalama
yıllık bilimsel yayın sayısı artış
hızı yüzde 14,4tür. Bu konuda Türk biliminin yükselişi olarak
nitelenmektedir bu. Bununla ilgili olarak Glanzel, Debackere, Meyer gibi bilim adamları
bunu ortaya koymuşlar ve şöyle bir değer hükmüne
varıyorlar: Çin, Kore, Tayvan, Brezilya ve Türkiyeyi yükselen bilim
ülkeleri olarak adlandırıyorlar. Değerli
arkadaşlarım, bu yazıyı Sayın Kemal Gürüzün Türk
Millî Eğitim Sisteminin Çıktıları isimli 2008
yılındaki yayınlamış olduğu kitaptan
alıyorum.
Şimdi, sadece 2007ye kadar gelen kısım için
demiyorum, Yükseköğretim Kurulu kurulduğu andan itibaren bu konuda
verdiği önemden dolayı bir gelişme
sağlamıştır Türk üniversiteleri ve bilim adamları ve
bu çok kabul edilebilir bir seviyedir.
Bunun dışında, intihal olaylarını örnek
gösterdi Sayın Hocam. Şimdi, değerli arkadaşlarım,
biraz önce söyledim, havuzun neresinden örnek alırsak alalım
olumsuzluklarla karşılaşırız. Sporda son
yaşadığımız olaylar var kamuoyunu etkileyen. Spor gibi
bir alanda, ticarette, sanatta, edebiyatta her alanda var. Kötü örnekleri
temizlemek bu ülkedeki denetim mekanizmalarının işidir.
Yükseköğretim Kurulunun denetim mekanizması eksiktir. Özellikle vakıf
üniversiteleriyle ilgili konularda çok daha etkin, denetleyici ve bu denetleme
sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıcı bir fonksiyon
görmelidir Yükseköğretim Kurulu. Çünkü hepimizin kaygısı
vardır vakıf üniversitelerindeki gelişmeler konusunda. Ama
bilimsel faaliyetler konusunda Türk üniversitelerinin çok büyük bir
boşluğa düştüğünü, büyük bir gerilemeye sebep olduğunu
söylemek için hiçbir somut ifadeniz yoktur, çünkü bu ancak zamanla ortaya
çıkacaktır. Eğer 2010da Türkiyede bilimsel bakımdan Türk
üniversitelerinde bir gerilik varsa bunu üç sene sonra göreceğiz biz. Ama
şimdiden söylediğiniz şey objektif değil ve
dolayısıyla inandırıcı da olamaz ve
olmamalıdır da. Amacımız, Türk üniversitelerinin
yükselmesini temin etmektir.
Değerli arkadaşlarım, ben size bir de öğretim
elemanı konusundaki büyük handikaptan bahsetmek istiyorum. Şimdi,
hepimizin kaygısıdır: Biz çok sayıda üniversite kuruyoruz.
Bu üniversiteler kurulurken acaba bu öğretim üyesi meselesi ne
olacaktır? Ben vaktimin bu konuya elverişli
olmadığını görüyorum.
Değerli arkadaşlarım, size mevcut öğretim
üyemizin sayısını ve bu konuda esas büyük
kaynağımızı söyleyip konuşmamı
tamamlayacağım. Şu anda Türk yükseköğretiminde 100 binin
üzerinde öğretim elemanı vardır, bunun 40 bini öğretim
üyesidir. Bizim esas kaynağımız, kendi dilimizle
gerçekleştirdiğimiz yükseköğretim sistemidir. 35 bin doktoraya
kayıtlı öğrencimiz vardır, her sene yüzde 10u mezun
olmaktadır ve yükseköğretim sistemine hoca olarak
katılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, bunu, 45 bine
çıkardığımız anda bu sayıyı -ki 2016da bunu
çıkarma imkânımız vardır- ve Türk yükseköğretim
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Güçlü, buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) 35 bin doktora öğrenci
sayısını 45bine çıkardığımızda ve
yüzde 65 oranında da üniversiteye katılımını kabul
ettiğimizde, ihtiyaç duyduğumuz, 70 yeni üniversiteyle beraber
ihtiyaç duyduğumuz 37.500 öğretim üyesini karşılama
imkânına kendi kaynaklarımızla kavuşabilecek durumdayız.
Hükûmetimizin hâlen yürüttüğü 5 bin yurt dışı doktora
programı devam etmektedir. Bunun devam etmesini de eğer
sağlayabilirsek -yani üç yıl sonra bu 5 bine tamamlanarak bitecek- bu
projeyi de geliştirebilirsek Türk yükseköğretiminin geleceğe
yönelik olarak öğretim elemanı ihtiyacı konusunda çok büyük bir
darboğazla karşılaşmayacağız. Hedef, üniversite
sayısını artırmak olamaz, eğitim kalitesini
yükseltmekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Güçlü, teşekkür ediyorum.
Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Mehmet
Sağlam.
Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz on dakika.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
6 yeni vakıf üniversitesinin kurulması vesilesiyle
birçok arkadaşımızın eleştirilerini saygıyla
karşıladığımızı söyledik, bunlardan
yararlanacağımızı söyledik. Ve benim bu Mecliste 3üncü dönemim.
Genellikle arkadaşlarım bilir ki, doğrudan doğruya,
sayılar üzerinde vesaire polemiklere girmem ama biraz evvelki
konuşmamda Türkiyede 140 üniversite var. dedim. Değerli
arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi
arkadaşımız kalktı 140 dedi, 144 dedi,
sayısını bile bilmiyor. dedi. Bunlar ayıp şeyler, bir
kelimeyle.
Diyelim ki, sürçülisan oldu da bilmedim. Bunları -139
olmuş, 140 olmuş, 141 olmuş- burada bu kürsüden
değerlendirmeye değer mi bilmiyorum ama şunu arz edeyim ki,
tekrar söylüyorum: 140 üniversite var. dedim, şu anda Türkiyede 140
üniversite var Sayın Oyan. Yeni kuracağımız 6sıyla
146 olacak. Bu kadar önemliyse size bunu söylüyorum. Şu anda Türkiye
Cumhuriyeti kanunlarına göre en son kurulan Türk-Alman Üniversitesiyle
Türkiyede 140 üniversite var. 144 nedir, onu da anlatayım size. O
konuşmamda dedim ki: Dünyada kabul edilen asgari, gelişmiş
ülkelerdeki üniversite sayısı yarım milyon nüfusa bir üniversite
şeklinde hesap edilir. Türkiyemizin şu anda 72 milyon nüfusu var.
Buna göre 144 üniversitedir. 144 de odur Sayın Oyan.
Şimdi, mütevelli heyet meselesine gelince. Fatih Sultan
Mehmetin burada âdeta sadece fakir fukaraya, garip gurebaya hizmet eden bir
düşüncesinden, bir felsefesinden söz edildi. Vakıflarını da
size sayayım mademki istiyorsunuz, teferruata
bayılıyorsanız: Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı var, bir;
Sinan Ağa Bin Abdurrahman Vakfı var, iki; Nurbanu Valide Sultan
Vakfı var, üç; Hatice Sultan Vakfı var, dört; Abdullah Oğlu
Hacı Abdülaziz Ağa Vakfı var, beş. Fatih Sultan Mehmet
Üniversitesini kuranlar bu beş vakıf.
Benim de size okuduğum metin Nurbanu Valide Sultan
Vakfındaki cümlelerdi. Bir rüştiyedir tutturmuşsunuz.
Rüştiye, anaokulu herhangi bir eğitim müessesesi, bugünkü
yasamızda bile herhangi bir müessese, eğitim müessesi, herhangi bir
vakfın vakfiyesinde kurulacak diye varsa her türlü eğitim
müessesesini kurar, bunun da bir sürü örneği var Türkiye'de. Kaldı ki
şimdi
Hemen bir şey daha söyleyeyim. Dediniz ki: Bu İlim Yayma
Vakfının kurucuları arasında olduğu için şunun
veya bunun da birer üniversitesi oldu. Şimdi, bir akademisyen olarak
yakışıyor mu? Yani kurulan, İlim Yayma Vakfının
kurduğu
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Sayın Başkan
OĞUZ OYAN (İzmir) Sayın Başkan, bu
nasıl üslup?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bir saniye efendim,
bir saniye.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Yakışıyor mu? ne
demek Hocam ya?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla)
Yakışıyor mu, Yakışıyor mu? demek. Bunda bir
hakaret yok.
Şimdi, bakınız, neden
yakışmadığını söyleyeyim.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Size yakışmıyor bu!
BAŞKAN Sayın Ünsal
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bakınız,
neden yakışmadığını
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Koskoca Komisyon
Başkanısın, yazık sana!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Sen otur yerine! Sen
müdahale etme önüne gelene! (CHP sıralarından gürültüler)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Burada
Yutturma!
BAŞKAN Arkadaşlar, lütfen
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Mutlaka müdahale
etmek zorunda mısın sen?
BAŞKAN Lütfen
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Lütfen sus.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Komisyon Başkanısın
BAŞKAN Sayın Ünsal
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bakın, İlim Yayma
Vakfının kurduğu üniversiteden söz ettik. (CHP sıralarından
gürültüler)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Komisyon
Başkanısın, Bakanlık yapmış bir insansın
BAŞKAN Sayın Ağyüz, lütfen efendim.
Sayın Ünsal
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Nedir bu?
Sabahattin Zaim Üniversitesi. Sabahattin Zaim Üniversitesinin
mütevelli heyetini okuyorum burada -bu başka, vakfın kurduğu
mütevelli heyet üniversiteyi kuran mütevelli heyetidir- isimler şunlar:
Profesör Doktor İsmail Adak, Profesör Doktor Ferruh Ertürk, Profesör
Doktor Zeki Çizmecioğlu, Profesör Doktor Selim Zaim, Profesör Doktor Galip
Alp, Doktor Adnan Büyükdeniz, İsmet Ağan, Özkan Göksal, Sabahattin
Kırkan, Orhan Özokur, Ferhat Öztürk.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Sen Vakfa bak! Onu Vakıf
atıyor, Vakıf
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Şimdi,
bunların arasında sizin ima ettiğiniz insanlar var mı, yok
mu?
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Bak, burada
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) İşte benim
yakışmadı dediğim bu.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Burada
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Mütevelli heyeti
burada. Mütevelli heyeti arasında, yani İlim Yayma Vakfını
kuran insanlar yüzlerce olabilir, geçmişte de olabilir, bugün de olabilir.
Üniversiteyle ilgisi olan mütevelli heyeti, üniversiteyi kuran mütevelli heyeti
bu.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Mütevelli heyetini Vakıf
atar, Vakıf. Bak, burada
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bunun için
yakışmıyor dedim. Tekrar söylüyorum: Bu 11 kişi,
üniversitenin mütevelli heyeti bu 11 kişi.
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Onları Vakıf
atıyor, Vakıf.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bunun
dışında, İlim Yayma Vakfına üye olan, Türkiye
çapında binlerce insan var. Bunlar bu üniversiteyi kurmadı, benim
söylediğim bu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Vakfı anlat, Vakfı anlat!
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Vakfı anlat bize,
Vakfı anlat.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Vakfı anlat Hoca!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Şimdi,
değerli arkadaşlarım, bunları, burada, rakam üzerinde
durmak
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Burada, bak
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) O
kâğıdı gösterip durma! Vakıf bu, Vakfı kuranlar
bunlar. İstediğin kadar bağır, yapacağın bir
şey yok; Vakfı kuranlar bunlar.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Vakfı anlat bize
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Şimdi,
Fatihin, dünyanın kabul ettiği, dünyanın en eski üniversiteleri
arasında, 15inci yüzyılda kurulmuş olan Fatihin
enderunlarını burada söyledik; bunu dünya kabul etmiş.
İşte, falanlar isyan etmiş de, feşmekanlar isyan etmiş
de
İsyan edenler onlar değildi, ilim adamlarının
isyanı olmadı Osmanlı tarihinde. Bunu dikkatle
okumanızı tavsiye ederim. Hiçbir zaman ilim adamları isyankâr
olmadılar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) O ilim adamı değil.
Vakfı anlat bize.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) O bize mahsus,
bugüne mahsus o. Dolayısıyla, şimdi, şu üniversite, bu
üniversite
Bakınız, Valide Sultan, Bezm-i Âlemi kuran vakıflar
da burada. Şimdiden daha Bezm-i Âlemde, o hafife
aldığınız Bezm-i Âlemde
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Hafife almıyoruz
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla)
3 tane profesör
var, 26 tane doçent var, 105 tane uzman var.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Bravo be!
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Buyurun, 120ye
yakın bir öğretim elemanı var. Hangi üniversitenizde var, bugün
dünyaya bakın. Şimdi, bunları bilerek konuşmak lazım.
Biz ömrümüzü
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Devlet üniversitelerinde kaç tane
profesör var?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bir dakika
Sayın Başkan, sen belediye başkanlığı
yaptın, biz ömrümüzü eğitime verdik.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Yaptım tabii.
Açtığınız üniversitelerde kaç tane profesör var, bak
bakalım.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Ben on altı
sene rektörlük, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı
yaptım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biraz
öğrenin gelin! Bunlar, gerçekler bunlar.
Şimdi, şu veya bu şekilde, bahanesi kolay, bir
saniye, laf atmak kolay ama biz bu işe ömrümüzü verdik.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Boşuna verdin, boşuna!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Ben yedi sene
rektörlük yaptım. Senin ilçende de meslek yüksekokulu açtım.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Çok güzel oldu!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Orada da
geldim dedim ki: Buradaki nifak yuvalarından artık bu memlekete
hizmet edecek milliyetçi gençler yaratılacaktır. İnkâr
edemezsin, söylediğim budur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Şimdi, onun için sakin ol ve otur! Sakin ol ve otur!
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Sen sakin ol!
EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) Rahat ol, rahat ol.
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Bakın
arkadaşlarım, Değerli Arkadaşımızın seçim
bölgesi, laf atan Belediye Başkanının seçim bölgesi Merzifon.
Ben Merzifonda kurulmuş olan yabancı okulun yerine o binayı
aldım, askerlere vermişlerdi, o binaya meslek yüksekokulu açtım
ve açılış konuşmasında da bunu söyledim. Artık
Anadoludaki yabancıların kurduğu nifak okullarının
yerine, Anadoluya vatanını seven gençler yetiştirmek üzere bu
müesseseyi açıyorum. dedim. Yalan mı? Yalan mı? Kime ne
öğrettiğinizi bileceksiniz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Yalan! Yalan!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, buna rağmen eğitim müessesesi açtık biz.
Burada biz hapishane değil, eğitim müessesesi açıyoruz.
Eğitim müessesi açanların her türlü gayreti her türlü takdirin
üstündedir. Ama ufak tefek polemiklerle bunu gölgelemeyiniz. Altı tane
üniversite açılıyor, memlekete hayırlı olsun, bu memleketin
gençlerine hayırlı olsun, hayırlı olacağına
yürekten inanıyorum. Bu memleketin gençleri çünkü yükseköğretim
yapmak istiyor, biz de bunu karşılamaya çalıyoruz.
Yaptığımız iş doğrudur, gittiğimiz yol
doğrudur.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
OĞUZ OYAN (İzmir) Sayın Başkan, cevap
hakkı istiyorum.
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Sizin yüzünüzden bu hâle geldi millî
eğitim zaten!
BAŞKAN Arkadaşlar
Efendim, Sayın Oyan?
OĞUZ OYAN (İzmir) Efendim, 69a göre cevap hakkı
doğmuştur, cevap hakkı istiyorum.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Ünsal
Lütfen oturunuz arkadaşlar
Efendim?
OĞUZ OYAN (İzmir) 69uncu maddeye göre cevap
hakkı doğmuştur, cevap hakkı istiyorum Sayın
Başkanım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sataşma var Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Arkadaşlar, bakınız
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Bir komisyon başkanı
böyle konuşamaz!
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) Niye ben
milletvekili değil miyim?
BAŞKAN Arkadaşlar, şunu ifade ediyorum:
Bakınız, bugün ağırlıklı olarak
akademisyenlerimiz, profesörlerimiz konuşuyorlar, bilim
adamlarımız konuşuyorlar. Doğrusu bundan, bu açıklamalardan
ben de kendi adıma -eleştiri olabilir veya takdir olabilir- zevk
aldım, o yönden bir şey yok. Zaman zaman sözlerin, sesin daha yüksek
çıktığı zamanlar olmuş olabilir, diğer
şeyler olmuş olabilir, herkesin söz hakkı vardır. Onun için
bir sakin olalım. Oğuz Oyan Hocam da burada şimdi, ona da
gerekli şekilde söz veririm açıklamasını yapar, biter.
Endişe edecek bir şey yoktur.
Sayın Hocam buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Herhâlde bu Komisyon
Başkanı değişir.
TAHA AKSOY (İzmir) Millî Eğitim Bakanı olur.
MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE
SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
Buyur sen gel.
BAŞKAN Arkadaşlar lütfen
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Ne oldu, yaranıza mı
bastılar?
BAŞKAN Sayın Ağyüz
Arkadaşlar bakınız, Sayın Hatibi dinleyelim.
Sayın Oyan, buyurun efendim.
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili
Oğuz Oyanın, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet
Sağlamın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
OĞUZ OYAN (İzmir) Efendim teşekkür ederim.
Şimdi, doğrusu, insanların hangi yetenekleriyle
komisyon başkanı olduğunu, hangi yetenekleriyle her dönemde
siyaset içinde olduğunu öğrenmiş olduk. (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Lütfen Sayın Oyan
OĞUZ OYAN (Devamla) Burada bir Komisyon
Başkanının, eski YÖK Başkanı, eski Millî Eğitim
Bakanının böyle bir
BAŞKAN Hocam
Sayın Oyan
Sayın Oyan, birkaç
saniye
ALİ KOÇAL (Zonguldak) Eski Doğru Yol Partili,
yarın Türkiye Partisine geçebilir.
BAŞKAN Sizler akademisyenlersiniz, öğretim
üyelerisiniz; bizleri, hepimizi yetiştirdiniz. Lütfen birbirinizi üzecek
sözler söylemeyiniz, istirham ediyorum. Birbirinizi üzmeyiniz.
Buyurun efendim.
OĞUZ OYAN (Devamla) Sayın Başkan, üsluba dikkat
çekmek istiyorum, belki de kendisine çok yakışan bir üslupla
konuştu, biz anlayamadık. Herhâlde çok
yakışmıştır ve bu alkışlar da gösteriyor ki,
Meclisimize de çok yakışmış gözüküyor herhâlde bu. [AK
PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Evet, bravo!
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu meseleleri
tartışmak için bir kere önce bir bilgi sahibi olacaksınız,
arkasından üslup sahibi olacaksınız. Burada daha sûhteyi -ki
açıkladım ne olduğunu- eğitmen, öğretim üyesi olarak
algılayınca, insan nasıl YÖK Başkanı oluyor,
doğrusu çok üzücü bir durum. Yani, benim ne söylediklerim tutanaklarda
var. Böyle bir cevap için şimdiye kadar çok az
çıkmışımdır, ama gerçekten yazık yani, üzüntü
verici bir olay, bu Meclisimize yakışmayan bir durumdur. Yani,
gerçekten, bu üniversitenin kurulmasından daha vahim bir durumla
karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Bu
vahim durumu aşmak herhâlde önümüzdeki dönemlerde mümkün olur
inşallah.
Değerli arkadaşlarım, bakın, burada Sayın
Sami Güçlü düzgün bir üslupla bana yanıt verdi, ben de kendisine birkaç
şey söyleyeyim: Üniversitelerin kalitesi
Ben tabii burada uç bir
örneği verdim intihal vakaları, ama o kadar çok sistem içinde korunan
ve gizlenen bir mekanizmadır ki, YÖK üyelerine, YÖK Başkanına
vesaireye çıkacak kadar. Bu artık istisna olmaktan
çıkmıştır. Yani bu çok yaygın vakalardır ve buna
yaptırım olmaması dolayısıyla yol
açılmaktadır. Bu, tabii, görülebilen şeydir, görülemeyen, buz
dağının büyük tarafı daha fazla.
Ama bu başarı kriterleri meselesi, atıf indeksleri
vesaire
Şimdi bakın, orada biz atıf indekslerinde daha çok
tıp üzerinden gidiyoruz. Yani Türkiye'nin aldığı en fazla
atıf tıp üzerinden yazılan makalelerdir. Tıp üzerinden
yazılan makaleler de biliyorsunuz daha çok vaka incelemeleridir. Yani bu
vaka incelemeleri üzerinden çok büyük katkı yapmıyorsunuz
aslında bilimsel dünyaya. Yani oradaki sayısal şey, yeterince
sizin yerinizi tam gösteren bir kanıt değildir, bir.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) Sayın Başkan,
sataşmaya cevap böyle mi olur?
BAŞKAN Arkadaşlar, lütfen
Bir izah yapıyor
arkadaşlar, bir şey yok. Sayın Tutan, lütfen
OĞUZ OYAN (Devamla) Yani biraz sabırlı olun. Bu
da bir cevap hakkı.
İkincisi, Türkiyede dünyadaki 500 üniversite arasına
girebilen bir tane üniversite var, o da kıyısından girmiş,
İstanbul Üniversitesi. Başka bir üniversite yok. Yani bu
kalıcı olarak üstelik girmiş de değil, her an, öbür
yıl çıkabilir. Yani şöyle bir politika var mı? Soruyorum
Millî Eğitim Bakanına, yani 10 tane üniversitemizi en azından
kalıcı olarak ve 500üncü, 499uncu sıra değil de böyle bir
ilk 200e en azından, hadi 100 de demeyeyim, sokabilecek bir
programınız var mı? Buna ayıracak
kaynağınız, beyin göçünü tersine çevirecek bir politikanız,
üstün nitelikli öğretim üyesi ve öğrenci, bütün bunları
yetiştirecek politikalarınız nedir? Burada havanda su
dövüyorsunuz ve bir Millî Eğitim Komisyonu, bir Eğitim Komisyonu
Başkanı da burada ne yazık ki böyle bir üslupla cevap
verdiğini sanıyor.
Yani bu üzüntülerimi burada belirtmek için ben söz aldım.
Umarım bundan sonraki görüşmelerde daha bu üsluba riayet eden, bu
işleri kişisel bir çekişme noktasından çıkarıp
Türkiyedeki eğitim sorunlarına çözüm bulmaya doğru yönelten bir
çizgiye geliriz. Biz burada yapıcı eleştirilerde bulunuyoruz.
Bunu dahi anlamaktan âcizse bazıları, bizim yapacak bir şey
yoktur elimizde.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(Devam)
BAŞKAN Şimdi yine bir öğretim üyesi
arkadaşımızda sıra.
Şahsı adına Osmaniye Milletvekilimiz İbrahim
Mete Doğruer, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İBRAHİM METE DOĞRUER (Osmaniye) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 487
sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının 3üncü maddesi üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum.
Aslında, benim söz talebim geçen maddeyle ilgiliydi, yani
2nci maddeyle ilgiliydi ancak bu 3üncü maddede söz alma imkânım
olabildi.
Merhum Sabahattin Zaim Hoca, benim hem lisanstan hem de doktora
çalışmalarımdan tez hocamdır. Dolayısıyla kendi
adına bir üniversite kurulması sırasında, Hocanın
adına bir vakıf tarafından, İlim Yayma Vakfı
tarafından bir üniversite kurulması sebebiyle ziyadesiyle mütehassis
oldum.
Hocamın Meclis çatısı altında, Türkiye'nin
çeşitli yerlerinde, çeşitli sektörlerinde gerek akademik gerek
iş hayatında bir sürü talebesi var, bir sürü öğrencisi var.
Biz, bu üniversite fikri başladıktan sonra hep beraber
toplandık ve bu Sabahattin Zaim Üniversitesinin adına
yakışır nasıl bir çalışma
yapacağımız üzerinde müteaddit defa toplantılar
yaptık. Bu toplantıların neticesinde de Hocamızın
adına layık bir üniversitenin kurulması, üniversite kurulduktan
sonra Hocamızın adına layık bir şekilde bu müessesenin
teşkilatlanmasına ve yürütülmesine elimizden gelen gayreti göstermek
üzere hep beraber söz verdik, anlaştık. İnşallah, bu
sözümüzü yerine getirebiliriz.
Şimdi, Hocamızın, bizim özellikle doktora
çalışmalarımız sırasında hocalıktan
başka bir babalık vasfı vardı ve bütün doktora öğrencileri
üzerinde çok büyük etkisi oldu. Bizim hayata bakış açımız,
Hocamızın görüşleri doğrultusunda, Hocamızın
eğitimleri neticesinde şekillendi, yoğruldu diye rahatlıkla
söyleyebilirim. Samimiyet sahibi bir insandı, alçak gönüllüydü.
Dersimizden başka, çalışmalarımızdan başka,
akademik çalışmalarımızdan başka her yönümüzle de
ilgilenirdi; problemlerimizle, dertlerimizle ilgilenirdi. Kendisini bir defa
daha rahmet ve minnetle anıyorum.
Şimdi, Millî Eğitim Komisyonunun
çalışmaları sırasında, özellikle bu vakıf
üniversiteleri kurulurken, çeşitli konulara temas ediliyordu, bunları
genelde birkaç başlık altında zaten değerli
konuşmacı arkadaşlarımız söylemişti.
Bunlardan bir tanesi öğretim üyesi ihtiyacıydı. Bu
vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi ihtiyacını
kendilerinin karşılayamadıkları ve devlet
üniversitelerinden kaynak aktardıkları yönünde sürekli olarak tenkide
maruz kalıyorduk. Biz bu üniversitede, Sabahattin Zaim Üniversitesinde bu
tenkidi büyük ölçüde elimine etmek gayreti içerisindeyiz. Özellikle devlet
üniversitelerinden çok fazla destek almadan, kendi yağımızla,
yani üniversitenin kendi yağıyla kavrulmasını temin etmek,
kavrulmasını sağlamak gayreti içerisindeyiz.
İlaveten, Millî Eğitim Komisyonu
çalışmalarında YÖKün Komisyona bilgi vermemesi hususu
devamlı olarak gündeme geliyor, arkadaşlar bunu gündeme getiriyor.
Bunu da, son toplantılarımızın birisinde,
karşılıklı konuşmalarla,
karşılıklı mutabakatla bundan sonraki çalışmalarda
sağlayacağımızı düşünüyorum. Bu görüşüldü,
bir mutabakat sağlanıyor gibi oldu ve bu konuda bizim de talebimiz
var, bizim de Komisyon üyeleri olarak YÖKten daha fazla bilgi talebimiz var
çünkü gelecek, kurulacak üniversite hakkında, gerek vakıf
üniversitesi olsun gerek devlet üniversitesi olsun, çok daha net bilgi sahibi olursak
daha rahat karar verme imkânına sahip olabileceğiz.
Gene üçüncü konu olarak, bu YÖKün planlama yapmadaki, yani
istihdamla ilgili planlama yapmadaki eksikliğinden bahsediliyordu. Bu konu
üzerinde de gene gerekli çalışmalar YÖK ile beraber
yapılırsa, bundan sonraki dönemlerde çok daha faydalı
olacağı kanaatindeyim.
Şimdi, burada vakıfların mal
varlığıyla ilgili bir sıkıntı vardı. Bu
Sabahattin Zaim Üniversitesinde benim gördüğüm kadarıyla 37 trilyon
Türk liralık bir mal varlığı var, vakfın mal
varlığı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Buyurun Sayın Doğruer.
İBRAHİM METE DOĞRUER (Devamla) Teşekkür
ederim.
Üniversitenin mal varlığıyla ilgili olarak ve
akademik çalışmalarını devam ettirmesiyle ilgili olarak
inşallah herhangi bir problem olmayacak.
Burada, tekrar, Hocamızın adına layık bir
üniversite oluşması için elimizden gelen gayreti
göstereceğimize, ileriki dönemlerde de büyük bir özveriyle
çalışmalarımıza arkadaşlarımızla beraber
devam edeceğimize inanıyorum.
Bu duygularla hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Doğruer.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Sayın
Harun Öztürk.
Sayın Öztürk, buyurun efendim.
HARUN ÖZTÜRK (İzmir) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 3üncü maddesi
üzerinde kişisel söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz 487 sıra sayılı
Tasarıya biraz önce ilave edilen geçici maddede yer alan hükümler, 461
sıra sayılı Kanun Tasarısının geçici
maddesindeki hükümlerdir. Bu maddenin de görüşülen tasarıya
eklenmesiyle, 441 sıra sayılı Tasarı ile birlikte 461
sıra sayılı Tasarının da içeriği
yasalaştırılmış olmaktadır.
Biraz önce yaptığım eleştirilerim
geçerliliğini korumaktadır. Turgut Özal Üniversitesiyle ilgili
143üncü sıradaki 396 sıra sayılı Tasarıyı da bu
tasarıya ekleyin. şeklindeki hatırlatmama Sayın
Bahçekapılı, söz konusu üniversitenin kurulduğunu ifade
etmişti. Bu durum, benim eleştirilerimin yerindeliğini,
içeriği yasalaştırılan tasarıların gündemde
yerini almaya devam ettiğini, Başkanlık Divanının
gündemine hâkim olamadığını ortaya koymuştur. Burada
yapılan usul hatasına bir daha düşmemek kaydıyla, içeriği
yasalaştırılan 396, 441 ve 461 sıra sayılı
tasarıların Komisyona geri çekilmesinin uygun
olacağını ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, usule ilişkin
eleştirilerimizin ve aşağıdaki
sorgulamalarımızın sisteme tümüyle karşı
olduğumuz şeklinde anlaşılmaması gerekir. Genç
nüfusumuz fazla, buna karşılık yükseköğretimde okullaşma
oranımız düşüktür. Yükseköğretimde okullaşma
oranını artırmak üzere kamu kaynakları da yeterli
değildir. Tablo böyle olunca, vakıfların bir ucundan devreye
girmesi doğruymuş gibi görülebilir.
Sizlere, daha önce kuruluşu gerçekleştirilen vakıf
üniversiteleriyle ilgili müzakereler sırasında söylediklerimi bir kez
daha satır başlarıyla tekrarlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 130uncu
maddesi vakıf üniversitelerine kâr amacı gütmeme koşulu
getirmiştir. Bu koşula rağmen vakıf üniversitesi kurmak
için artan talep mercek altına alınmalıdır. Artan taleple
ilgili olarak şu soruların cevabını kendi kendimize vermek
durumundayız.
1) Kâr amacı güdüyorlar da Hükûmet olarak gerekli denetimleri
yapamıyor muyuz?
2) Vakıflarda vakıf amacı doğrultusunda
kullanılamayan birikmiş kaynaklar mı oluşmaktadır?
3) Vakıflar devlete eğitim amacıyla
bağış yapmak yerine daha zor ve meşakkatli olan fiziki
yatırım yapmayı ve üniversite yönetmeyi niçin bu kadar çok
tercih etmektedirler?
Değerli milletvekilleri, vakıflar eğitime
üniversite kurarak katkı veriyor görünseler de, arazi tahsisi, vergi
bağışıklıkları ve yetişmiş öğretim
elemanı transferi gibi hususlar nedeniyle kamunun da bu alana kaynak
tahsis ettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı olması
dileğiyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz sayın
milletvekilleri.
Sayın Şandır
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, aslında imkân olsa da üç
beş dakika konuşsak iyi olacaktı ama, altı yeni üniversite
kuruyoruz, bunun hayırlı olmasını diliyorum, emeği
geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Keşke altmış tane
kurabilseydik, keşke altı yüz tane kurabilseydik. Ümit ediyorum ki,
Milliyetçi Hareket Partisinin iktidarında Türkiye bin üniversitesi olan
bir ülkeye dönüşecektir, ancak o zaman lider ülke Türkiye oluruz. Onun
için, eksiklikleriyle fazlasıyla kurulan üniversitelerin ülkemize hayırlı
olmasını diliyorum, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak,
emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Ayrıca Bezm-i Âlem
Üniversitesinin kuruluşu için bir ömür harcayan Profesör Doktor Şaban
Karataşa da buradan şükranlarımı sunuyorum.
Soru olarak da şunu soruyorum: Kanunun 1inci maddesinde
kurulan Fatih Sultan Mehmet Üniversitesinin, vakıf üniversitesinin
vakfedilen mallarının listesi
Gerçekten birtakım sorulara cevap
alınamadı. Bu dört beş tane vakıf mıdır, yoksa
Fatih Sultan Mehmet adına kurulan tüm vakıfların vakfiyeleri bu
üniversiteye tahsis mi edildi? Tahsis edilen vakıf mallarının
listesi elimizde var mıdır? Çünkü çok büyük bir varlık
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkanım,
tekrar
Tamamlayamadım.
BAŞKAN Sonrasında
Şu anda sırada
arkadaşlar var. Kapandı otomatik.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkanım, çok
büyük bir vakfiye bu, bunun listesi önemli.
BAŞKAN Sayın Ağyüz
YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, Millî Eğitim Bakanlığı
web sayfasında İlköğretimde kıyafet serbest olsun mu?
şeklinde bir anket yayınlanıyor. Esnaf tedirgin.
Yaşadığımız ekonomik kriz ortamında dünya kadar
yatırım yapılmış. Elbette ki insanların
kıyafette özgür bırakılması belki olumlu bir
yaklaşımdır ama şimdi kesinleşme olur ise bunu
uygulamak için geçiş süresi tanıyacak mısınız? Böyle
bir süreye ihtiyacımız olduğuna inanıyor musunuz?
Ayrıca, Gaziantepte 118 dönüm hazine arazisi var. Bunu Millî
Eğitime kazandırmayı düşünüyor musunuz?
Vakıflarda -okuryazarlığı olan herkes bilir
ki- mütevelli heyetler vakfın kurucu üyesi olmayabilirler. Bizim
iddiamız, İlim Yayma Vakfının kurucu üyeleri arasında
Sayın Başbakan dâhil 2 bakan ve çokça sayıda AKPli vardır.
Bunu da eski YÖK Başkanı ve Millî Eğitim Bakanının bilmesi
dileğiyle bilgisine sunuyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Yalçın
RIDVAN YALÇIN (Ordu) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanım, geçtiğimiz günlerde yapılan
üniversite sınavı bazı illerimizde yapılamadı. Bu
sınav yapılamayan illerimizdeki gerekçe, bir bilim
adamımızın söylediği gibi kopya çekilmesi sebebi midir,
terör sebebiyle midir, güvenlik sebebiyle midir? Hangi gerekçeyle bu illerde
sınav yapılamamıştır? Bu, ne kadar daha, kaç yıl
daha devam edecektir?
Bir de, Sayın Bakanım, üniversite sınavı
yapamayacak kadar devletin acziyeti olduğu bir ilde üniversite kurmak,
eğitim kalitesi bakımından neyi ifade ediyor? Bunu nasıl
anlamak, algılamak gerekir? Öğrenci bakımından,
öğretmen bakımından, o şehrin insanları
bakımından bunu nasıl değerlendirmek gerekir,
çelişkiyi nasıl açıklamak gerekir?
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Akcan
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Aracılığınızla Sayın Bakana sormak
istiyorum: Malum olduğu üzere, ister vakıf üniversitesi olsun ister
devlet üniversitesi olsun, 2547 sayılı Kanuna tabi olarak icraat
yapılmakta. Bu icraat sırasında harcını
yatırmayan öğrenciler için ne yapılacağı
ortadadır, yani ilgili birim karar alır, üniversite yönetimine sunar,
üniversiteyle ilişiği kesilir. Ancak vakıf üniversitelerindeki
durum farklı, bu farklılık da şurada: Öğrencilerin
aleyhte, kişilerin onurları rencide edilecek şekilde,
üniversitenin girişindeki güvenlik elemanları tarafından itilip
kakılacak şekilde aleyhte reklamları yapılıyor.
İçinde yaşanan ekonomik duruma bağlı olarak bu
çocukların aileleri harçlarını yatıramadıkları
durumlarda tabii olarak ilişiğini kesmek yerine onları rencide
eden, onları hırpalayan örnekler vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Aydoğan
ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Bakan, sorum YÖKle ilgili: YÖK Genel Kurulu, hukuk
fakültelerinde Roma hukuku, Avrupa Birliği hukuku,
karşılaştırmalı hukuk, çevre ve deniz hukuku ana bilim
dallarının bulunması zorunluluğuna son vermiş.
Gerekçesi de, vakıf üniversitelerinin bu dallarda öğretim üyesi
bulmakta zorlanması. Şimdi vakıf üniversitelerini
görüşüyoruz. Vakıf üniversitelerine bu dallarda öğretim üyesi
bulmanın gerekliliği ortadayken, bunların bulunamaması
gerekçesiyle diğer üniversitelerde bu dalların
kaldırılması ne kadar doğrudur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Şandırın değerlendirmeleri için
teşekkür ediyorum öncelikle ve yeni üniversitelerin kuruluşuna
vermiş oldukları destek için de teşekkür ediyorum.
Gerçekten, ülkemizde yükseköğrenim gören öğrenci
nüfusumuzun hâlen gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğunu
düşünürsek, talep edilen yükseköğrenim ihtiyacının
vakıf üniversiteleri kanalıyla ve devlet üniversiteleri
kanalıyla karşılanmaya çalışıldığı
bir dönemde bugün burada sonuçlandırmak üzere olduğumuz altı
vakıf üniversitesinin kuruluşunun da hayırlı
olacağını ümit ediyorum. Bu üniversitelerimizle ilgili, Fatih
Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi hakkında bir soru sordunuz ve bu
vakfın mal varlığının zannediyorum şeyine
ilişkin. Şimdi mal varlıklarından önce, İstanbulda bu
birkaç vakıftan oluşuyor bildiğiniz gibi; Fatih Sultan Mehmet
Han, Sinan Ağa Bin Abdurrahman, Nurbanu Valide Sultan, Hatice Sultan ve
Hacı Abdülaziz Ağa mazbut vakıfları adına. Şimdi
bu mazbut vakıflar, bildiğiniz gibi, Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından idare ediliyor ve tüm mal varlıkları
da aynı çerçevede değerlendiriliyor. Bu vakıfların
aslında -az önce üniversiteler adına söz alıp konuşan
bazı konuşmacı milletvekilleri tarafından da dile getirildi-
vakfın amaçlarını yerine getiremeyeceğini, aslında
vakfın amacının hayrat olduğu, yardım olduğu gibi
değerlendirmeler yapıldı. Gerçekten bu vakıfların
kuruluşları tabii ki çok çok eski tarihlere dayanıyor ve bu
vakıf üniversitelerinin amaçları içerisinde eğitim de var. Bu
vakıflarımızın Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından vakıf üniversitesi olarak tahsis edilen ve
kullanılacak olan mal varlığı ayrı bir şey. Bu
mazbut vakıflar kendi amaçları doğrultusunda faaliyette
bulunmaya devam edecekler. Şöyle ki: Bu vakıflar, aynı zamanda
vakıf senetlerinde yer alan amaçlarını gerçekleştirmek
üzere çalışma yapmaya devam edecekler, ilaveten -gelirleri çok
yüksek- bir de üniversite açacaklar, yükseköğrenim talebini de bu yolla
karşılayacaklar. Yani şu anda ben, Sayın Şandır,
isterseniz gelirleri konusunda
Yıllık toplam 1 milyon 300 bin 807
lira Abdülaziz Ağa Vakfına ait, Muğla-Milas ilçesinde
inşaatı devam eden, yatırım yapılması planlanan,
tamamlanmasından sonra elde edilecek gelir olarak ilave edilmiş.
İsterseniz mal varlığına ilişkin
ayrıntılı bilgiyi, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzden
aldığımız bilgi doğrultusunda yazılı olarak
verelim.
Diğer bir konuyu da birkaç milletvekilimiz de önceki
safhalarda soru olarak ilettiler fakat zamanım yeterli
olmadığı için cevaplandıramamıştım.
Özellikle bu yıl yükseköğrenime geçiş sınavı
esnasında uygulamayla ilgili. 11 Nisan 2010 tarihinde yükseköğrenime
geçiş sınavının birinci aşamasını
yaptık bildiğiniz gibi ve bu sınavda -ben yine ÖSYM
Başkanlığının açıklaması doğrultusunda
bu açıklamaları yapıyorum- 1 milyon 512 bin 450 aday sınava
girmek için başvurdular. Sınav başvuruları esnasında
öğrencilerden, sınava girecekleri yerlerle ilgili bir ve ikinci
tercihlerini yapmalarını istiyoruz. Sınav yapılan
merkezlerde de sınav yapacak kapasitede öğrenci başvurusuyla
paralel olması gerekiyor. Fazla olması durumunda, illa ki ikinci
tercihlerine doğru yönlendiriliyorlar. Sınav yapılan 152
merkezden 142sinde sınav kapasitesi yeterli olduğu için, burayı
tercih eden öğrenciler birinci tercihlerinin olduğu bölgelerde sınava
girdiler ve bu yönde sınav gerçekleşti. 152 merkezin 10unda ise bu
merkezleri birinci sırada isteyen adaylar için yetersiz
kalmıştır. Bu merkezler neresidir: Hakkâri, Van,
Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa,
Gaziantep, Gebze ve Nazilli. Sınav kapasitesi yetersiz kalan bu merkezleri
birinci tercihinde isteyen adaylardan yaklaşık 159 bin adayın
yaklaşık 133 bini birinci tercihinde, yani istediği merkezde
sınava girmiştir. Sadece 8 bin öğrenci, tercihinde istediği
merkeze yerleştirilememiştir, 17 bini adres iline çok yakın olan
bir merkezde sınava atanmıştır. 159 bin adaydan ilk tercihi
merkezde sınava girecek olan 133 bin aday seçilirken, o merkezin
okullarında son sınıf öğrencisi olan adaylara öncelik
verilmiştir ÖSYM tarafından, bu da doğru bir tercihtir. Tercih
yaptığı iki merkez dışında sınava giren
yaklaşık 17 bin aday ise ortaöğretim kurumlarından çok daha
önceki yıllarda mezun olmuş adaylar arasından kurayla
belirlenmiştir.
Yani basında yer aldığı şekliyle,
herhangi bir şekilde bazı il ve ilçelerin
cezalandırılması söz konusu olmadığı gibi, bir
güvenlik endişesi veya sınavda bir kopya endişesi değil,
tam tersine, sınav yapılan yerlerde sınav kapasitesinin yetersiz
olması nedeniyle tercihleri doğrultusunda yerleştirilmiştir.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Diğerlerine yazılı olarak cevap vereyim.
BAŞKAN Tamam efendim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylamadan önce oyunun rengini belirtmek
üzere, lehte, Beytullah Asil, Eskişehir Milletvekilimiz.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, bugün
kurduğumuz 6 üniversite ile birlikte 146 üniversiteye
ulaşmış olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Yalnız, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ilk
konuşmayı yaptığımda sözlerime şu ifadelerle başlamıştım:
Yükseköğretimde kapasite artırımı için vakıf
üniversitelerinde okuyan öğrencilerin toplam öğrenciler içerisindeki
oranını yüzde 20lere çıkarma hedefini ve bunun için
yapılacak her türlü çalışmaya olumlu destek vereceğimizi
ifade etmiştim ve bu doğrultuda da gerekli açıklamaları
değerli konuşmacı arkadaşlarımız yaptılar.
Yalnız, gerek Komisyonda gerek grup adına yaptığım
konuşmada ifade ettiğim gibi gerek Millî Eğitim
Bakanlığı tarafından gerek yükseköğretim
kurumları tarafından Komisyonda ve Mecliste milletvekillerine bu
vakıf üniversitelerinin kuruluşuyla ilgili yapılan
çalışmaların bir özetinin sunulmaması nedeniyle büyük
eksiklik yaşadığımızı ve bu konuda
değişik sıkıntılar olduğunu ifade ettik.
Değerli arkadaşlarım, yapılan müzakerelerde de
görüldü ki, bunun sonuna gelmiş olmamıza rağmen, yasa
tasarısının sonuna gelmiş olmamıza rağmen hâlâ bu
konudaki tartışmalar bitmiş değil.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın
130uncu maddesi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve 2809
sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununa dayanılarak Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği
hazırlanmış. YÖK bu Yönetmelikin gereğini yapıyor.
Sıkıntı, bu Yönetmelikin gereğinin, sonucunda edinilen
bilgilerin, gerek Komisyon üyeleriyle gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleriyle paylaşılmamış olmasından
kaynaklanıyor. İnşallah bu yanlış giderilir, burada
hep birlikte, el ele vererek güle oynaya çıkartacağımız
kanun içerisinde bu tür, az önce yaşanan gerginliklerde olduğu gibi
bu tür gerginlikler bundan sonra yaşanmaz. Herkes bunlardan bir ders almıştır
diye umuyorum.
Değerli arkadaşlarım, konuşmalar içerisinde
ifade edildi Türk yükseköğretimi içerisindeki eksiklikler,
sıkıntılar ama bir de nereden nereye geldiğimize bakmak
lazım. 1923 yılında cumhuriyeti kurduğumuzda nüfusumuz 13
milyon. Bu nüfusun yüzde 75i kırsal bölgelerde yaşıyor, şehirde
yaşayan nüfus sayımız, genel toplam nüfusumuzun yüzde 30u ve o
dönemde okuryazar oranı yüzde 10. Bugün okuma yazma bilmeyenlerin
oranı yüzde 10. İnşallah çok kısa bir süre içerisinde bu
sayıyı da sıfır noktasına
ulaştırırız.
Değerli arkadaşlarım, 1923-24
eğitim-öğretim döneminde tüm öğretim seviyelerinde (ilkokul,
ortaokul, lise, üniversite) öğrenci sayımız 360 bin. Bugün bu
kadar sayıda öğrencimiz yükseköğretim kurumlarından mezun
olabilmekte. Bu yıl üniversiteye dâhil ettiğimiz öğrenci
sayısı, o gün tüm eğitim dallarında okula giden
nüfusumuzun, öğrenci sayımızın 2 katına
ulaşmış durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Asil, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun efendim.
BEYTULLAH ASİL (Devamla) İşte bu süreçte
eğitim-öğretimin bu denli ilerlemesinde, bu noktaya gelişimizde
katkısı olan, bu kadar imkânsızlıklar,
sıkıntılar içerisinde yükseköğrenimde bu noktalara
gelmemize vesile olan, yardımcı olan eğitim camiasının
tüm fertlerini yürekten kutluyorum. Tüm ölmüş, Hakkın rahmetine
kavuşmuş öğretim üyelerimize, öğretmenlerimize
Cenabıhaktan rahmet diliyorum. Emekli olanlara bundan sonra
hayırlı bir ömür diliyorum. Görevi başında olan, bu
çabanın içerisinde bulunan tüm arkadaşlarımıza da
başarılar diliyor, yeni kurulan üniversitelerin eğitim
camiasına hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Asil.
Aleyhte oyunun rengini belirtmek üzere Kamer Genç, Tunceli
Milletvekili.
Sayın Genç, buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 487 sıra
sayılı Yasa Tasarısının son oylamasından önce
oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize
saygılar sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, tabii ki ülkemizin çağdaş,
laik, ilerici bir eğitim sistemine kavuşması hepimizin
arzusudur. Ülkemizin kaynaklarının, insanlarımızın bu
yönde akılcılığa dayalı bir eğitim sistemine
kavuşturulması için bu kaynakların en iyi şekilde
kullanılmasını istemek bizim hakkımızdır ve
görevimizdir de. Ama AKP iktidara geldiği günden beri ve bu AKPnin
liderleri, işte Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Mehmet Ali
Şahinin geçmişte birtakım söylemleri vardır. Yani söyledikleri
tarihe göre yetmiş yıldır veya seksen yıldır bu
millet ,bu rejim altında, bu baskı rejimi altında inim inim
inliyor. diyorlardı. Bu inim inim inledikleri rejimi, Atatürkün
kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti devletini kastediyorlardı. Bunu
kendi yüzlerine de burada söyledim.
Şimdi, gözünüz aydın, geldiniz, laik Türkiye Cumhuriyeti
devletini yok ettiniz, onun yerine -buradaki konuşmalarda da görüyoruz-
işte cemaatler ve tarikatlara dayalı bir Türkiyeye doğru
gidiyoruz.
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) Boş konuşuyorsun!
KAMER GENÇ (Devamla) Dolayısıyla başarıya
ulaştınız, sizi tebrik ederiz! Ne yapalım ki, işte o
çağdaş, ilerici ve bu Türkiye Cumhuriyeti devletini kurup da yedi
düvele karşı İstiklal Savaşını veren ve
Türkiyeyi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmak
konusunda gayret sarf eden kişilerin emekleri sizin
İktidarınıza kadar sürdü ama ondan sonra da maalesef güç
kaybetti. Bakalım siz ne kadar devam edeceksiniz bu işe?
Şimdi, İktidarınızla beraber Türkiyeye iki
tane adam geldi Malezyadan: Birisi Ahmet Davutoğlu,
Dışişleri Bakanlığına getirdiniz; birisi de YÖK
Başkanı.
Ahmet Davutoğlunun Türk dış politikasını
nereye getirdiğini, o sıfır problemin sıfır sonuçlar
verdiğini, hatta eksi sonuçlar verdiğini, Türkiyeyi bir Orta
Doğu ülkesi hâline getirmek için çok gayret sarf ettiğini herkes
biliyor artık.
YÖK Başkanlığına getirdiğiniz kişi
Bir üniversitedeki, bir memleketteki eğitim seviyesini anlayabilmek için
en üst yerdeki YÖK Başkanının seviyesine bir bakmak lazım.
YÖK Başkanı buraya atanırken Abdullah Gülle Tayyip Erdoğan
bunu çağırdılar ve bununla özel bir konuşmalar
yaptılar. İşte, kendisi Meclise, Meclis Başkanını
ziyarete geldiği zaman dedi ki: Abdullah Gülle Tayyip Erdoğan bana
dediler ki: Aman ha Hocam, bu söylediklerimizi başkasına söyleme,
yoksa ipimizi çekerler. Ben hâlâ bunların arasındaki, iplerini
çekmesine götürebilecek konuşmanın mahiyetinin ne olduğunu
öğrenmek istiyorum. Arkadaşlar, yani bir yiğit çıksın
burada, Biz bu konuşmaları yaptık
Ama belli, YÖK Başkanının
uygulamalarından belli.
Burada medrese eğitiminden bahsediyorlar. İşte
sizin özlem duyduğunuz eğitim sistemi medrese eğitimi
sistemidir. Yani çalışmayan, üretmeyen, işte, böyle bir gençlik,
miskin bir toplum yaratarak orada kazandığınız büyük
kaynakları burada sarf etmektir, kullanmaktır.
Şimdi, bu vakıfların kimlerle ilişkisi
olduğu belli. Bu vakıflara, bunların destek vericileri ile
İlim Yayma Cemiyetini, kimler destekledikleri belli. Şimdi, bu
üniversiteleri kurmakla bunların tarafsız bir eğitim
getireceklerine kesinlikle şüphe ile bakıyorum, zaten
inanamıyorum. Ne yapacaklar? Daha önce de söylediğim gibi, devletin
kıymetli arazilerini, hazinelerini bunlara verecek -zaten kendilerine bir
parça- ondan sonra, onlar da o yollarla büyük servet sahibi olacaklar. Yoksa
ki, böyle, Türk eğitimi, gençleri okutma konusunda ciddi bir çabaları
olacağına inansam ben de desteklerim. Onun için, bu konuda
bunların böyle ciddi bir çaba içinde olduklarını
Zaten
uygulamaları da belli, işte, zaten cemaatlerin Türkiyede
yaptıkları uygulamalar da belli. Onun için, böyle bir şey yapacaklarına
kesinlikle inanmıyorum. İnşallah ben aldanırım da siz
haklı çıkarsınız ama uygulamalarda göreceğiz,
uygulamalarda neler yapacaklarını göreceğiz.
Ya o kadar keyfî uygulamalar var ki
Şimdi biraz önce sizden
birisi konuştu, diyor ki: Türkiye'nin sosyolojik yapısı
cemaatler ve tarikatlara dayanıyor. Yani tamam, kendiniz de itiraf
ediyorsunuz, yani Türkiye Cumhuriyeti devleti
vatandaşlığını da artık bırakıyoruz,
ümmetçiliğe doğru gidiyoruz ve burada bunlar söyleniyor, ben
söylemiyorum, siz söylüyorsunuz. Ama öyle yapıyorsunuz ki mesela
Samandağı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Genç, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, Türkiyede o kadar yasa
dışı Kuran kursları var ki hiçbir şey
yapılmıyor. Ama Samandağında iki tane Alevi dedesi oradaki
Alevi gençleri toplamış, bunlara saz öğretmiş veyahut da
Alevi inancıyla ilgili bilgi vermiş; hemen savcılar hareket
ediyor talimatınızla, o insanları alıyor, içeriye
tıkıyor. Yani demek ki sizde objektiflik yok. Yani benden ise
yaşayacaksın benden değilsen biteceksin, yani hayat hakkın
yok. Bu getirdiğiniz cemaat ve tarikat felsefesi ve
anlayışı ile sizler Türkiyeye bir fayda getirmeyeceksiniz.
Bakın, o kadar keyfî şeyleriniz var ki
Sizin Bitlis
Milletvekiliniz İstanbulda 86 katlı bir bina yapıyor,
Türkiyenin en yüksek binası. Bu önce yeşil alandı. İmar
planını değiştirdiniz, cami yaptınız,
arkasından 5 katlı bir bina yapma ruhsatını
aldınız, arkasından da birileri çıktı Ya, 5 kat ne!
86 kat; 60ı sana, 26sı bana. Bunların hepsi kayıtlarda
var ama ben size söylüyorum, gidin araştırın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) Geç yerine!
SONER AKSOY (Kütahya) Git, git!
KAMER GENÇ (Devamla) Ya, sen ne diyorsun!
BAŞKAN Sayın Genç
Arkadaşlar,
tartışmayınız.
Sayın Aksoy, lütfen
Sayın Aksak
Lütfen
arkadaşlar.
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan, böyle, ellerini
sallayarak müdahale edilir mi! Adabı muaşeret de bilmiyorlar.
Sayın Başkan, bunların bir defa terbiye sınırları
içinde dinlemesini öğrenmeleri lazım.
BAŞKAN İkaz ettim efendim.
Evet, teşekkür ediyorum Sayın Genç.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, açık
oylama mı yapacaksınız, işari oylama mı efendim?
BAŞKAN İşari oylama yapacağım efendim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Öyle mi?
BAŞKAN Evet efendim.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa
kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) O zaman yoklama istiyoruz.
BAŞKAN Peki efendim.
Sayın Anadol, Sayın Ünsal, Sayın Susam, Sayın
Koçal, Sayın Güvel, Sayın Özer, Sayın Özdemir, Sayın Köse,
Sayın Sönmez, Sayın Ağyüz, Sayın Arifağaoğlu,
Sayın Yazar, Sayın Oksal, Sayın Emek, Sayın Güner,
Sayın Dibek, Sayın Kaptan, Sayın Aydoğan, Sayın
Barış, Sayın Seçer.
Sayın milletvekilleri, yoklama için üç dakika süre veriyorum
ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, toplantı yeter
sayısı vardır.
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(Devam)
BAŞKAN Tasarının tümünü oylarınıza arz
ediyorum: Kabul edenler
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan
Sayın
Başkan
BAŞKAN Kabul etmeyenler
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN Kabul edilmiştir.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, bundan önce bir usul
itirazımız vardı.
BAŞKAN Açıklama şimdi de olur, fark etmez
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ama oylama yaptıktan sonra
bizim itirazımızın bir anlamı kalmaz ki.
BAŞKAN Mikrofonunuzu açayım, buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandırın, kabul edilen bir önergeyle, 487 sıra
sayılı Kanun Tasarısının parasal konuları da
içermesi nedeniyle, İç Tüzükün 142nci maddesine göre, tümünün
oylamasının açık oylama şeklinde
yapılmasının zorunluluk taşıdığına
ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkanım,
tabii, oylama yaptınız, bundan sonra söylenenlerin bir
geçerliliği yok, ama İç Tüzükün 142nci maddesine göre
tartışılması gereken bir durum var. Çok hayırlı,
faydalı, herkesin de desteklediği bir kanun çıkardık. Bu
Kanunu şeklen sakatlamış olmamamız açısından bir
uyarı niteliğinde bir açıklamada bulunmak istiyorum.
Açık oylamanın zorunlu olduğu hâlleri belirleyen
İç Tüzük 142nci maddeye göre -uzun okumayayım- her türlü parasal,
mali ilişkilerle ilgili hukuk düzenlemesi açık oylamaya tabidir. Bu
kanun tasarısının Hükûmetten geldiği ve Komisyondan
çıktığı şekliyle parasal bir yönü
bulunmamaktadır. Ama, burada verilen bir önergeyle ve kabul edilen bir
önergeyle İç Tüzük 142ye göre bu oylamanın açık oylama olarak
yapılması zorunluluk taşımaktadır. Çünkü
bakınız, diyor ki: Dolu kadrolarda bulunan sağlık
hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri ile
yardımcı hizmetler sınıfındaki personel ise
bulundukları kadrolarıyla birlikte Sağlık
Bakanlığına devredilir. Sağlık Bakanlığına
parasal yönleriyle de devredilir.
Bir başka şey: Bu personelle ilgili aradaki fark
tazminat olarak ödenir. Bu da bir parasal, mali hükümdür. İç Tüzük 142ye
göre de devlet kurumlarıyla ilgili her türlü parasal hukuk açık
oylamaya tabidir. Her ne kadar Divandaki bürokrat arkadaşlarımız
farklı şeyler söylüyorlarsa da önergeyle oluşan yeni hususla bu
işin açık oylamayla yapılması gerekir. Aksi takdirde
şeklî olarak, şeklen oylama hukuka uygun düşmemiş olur.
Bunu dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Açık oylama kararı Genel Kurulun kararıyla
mümkündür. Eğer mümkünse meseleyi bir açık oylamayla, daha tereddütsüz
şekilde tamamlamış olalım diye arz ediyorum. Tutanaklara
geçmesini de gerekli görüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Sayın Başkan, bir cümle
söylemek istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) Şimdi, ben de zaten
oylamanın şekliyle ilgili sorumu ondan sormuştum
zatıalinize. Bu durumda hukuka aykırılık vardır.
Tutanaklara geçmesi için söylüyorum. Sonra Anayasa Mahkemesine gittiler, dava
açtılar. diye kimse kızmasın.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Kabul edilen önergeyi de dikkate alarak
Başkanlığın doğru bir uygulama yaptığı
kanaatindeyim. Bütçeye ek bir yük de getirmemektedir ama sizlerin sözleri de
tutanaklara geçmiştir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Elitaşın
önergesiyle bu durum yaratıldı.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yük meselesi değil Sayın
Başkanım, aktarmalarla
VIII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/808) (S. Sayısı: 487)
(Devam)
BAŞKAN Böylece tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır. Ülkemize, milletimize, öğrencilerimize
hayırlar getirmesini diliyorum.
Sayın Bakanım, hayırlı olsun efendim.
Sayın Bakanın kısa bir teşekkür
konuşması olacak.
Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU
(İstanbul) Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
ülkemizin yükseköğrenim sistemine çok önemli katkılar sağlayacak
olan altı yeni vakıf üniversitesinin kurulmasına dair kanun
tasarısının Genel Kurulda kabul edilmiş olmasından
duyduğum memnuniyetle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye 70 milyonu aşan nüfus büyüklüğü
açısından dünyada 17nci sırada yer alıyor. Yine 27,7
yaş ortalamasıyla Avrupanın en genç nüfusa sahip ülkelerinden
birisi. Bu önemli potansiyeli bir fırsata ve kazanca dönüştürmenin
yolu ise çocuklarımıza ve gençlerimize eğitimin her kademesinde
nitelikli ve yaygın bir eğitim sunmaktan geçiyor.
Bu kapsamda, 2002 yılında 53ü devlet, 23ü vakıf
olmak üzere ülkemizdeki üniversite sayısı 76 iken, bugün bu
sayı, 95i devlet, çok yakın bir tarihte kurduğumuz Türk-Alman
Üniversitesiyle 45i vakıf olmak üzere toplam 140a
ulaşmıştır. Böylece, 2003 yılından bu yana, 41i
devlet, 22si vakıf olmak üzere 63 yeni üniversite kurulmuştur. Bugün
kurulan bu üniversitelerle birlikte Türkiyedeki üniversite sayısı
146ya yükselmiş olacaktır.
Burada vurgulamak gerekir ki, 2002 yılında kurulan
vakıf üniversiteleri, 1i hariç, üç büyük ilde toplanmışken bu
tarihten sonra kurulan 22 vakıf üniversitesinin 7si üç büyük ilimizin
dışında kurulmuştur. Dolayısıyla yeni kurulan
vakıf üniversiteleri de Türkiye geneline yayılmakta ve bu
yayılma eğilimi, eğitim adına da sevindirici bir
gelişmedir.
Toplumsal dönüşümümüzü sağlamak, çağdaş
uygarlığı yakalamak yolunda, başta yükseköğrenim olmak
üzere, genel anlamda eğitim ihtiyacının
karşılanması büyük önem arz etmektedir. Bu doğrultuda,
devlet, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları eliyle eğitim
hizmetlerini geliştirme çalışmalarının birlikte
yürütülmesi gerekmektedir. Böylelikle, küreselleşme sürecinde önemli
alanlar olarak öne çıkan, bilgi toplumu, rekabet,
araştırmacı niteliklere sahip bireyler yetiştirmek, yeni
değerlere açık, her türlü bilgiyle donatılmış bir
gençlik hedefimize doğru adım adım yaklaşıyoruz.
Ayrıca, tüm dünyada yükseköğretimde okullaşma oranı
artarken ülkemizin de bu gelişmelerin dışında ve
uzağında kalması beklenemez.
Sonuç olarak, yükseköğretime olan talebin
karşılanması, kalkınma planlarımızda
yükseköğretim için hedeflenen okullaşma oranları, devlet
üniversitelerinin üzerindeki kontenjan baskısının azaltılmasında
vakıf üniversitelerinin önemine bir kez daha vurgu yaparak sözlerimi
tamamlamak isterim.
Bu çalışmayı yaparken bizlere destek veren ve çok
emeği geçen, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna,
Yükseköğretim Kuruluna, vakıf üniversitelerinin kurulmasında
elini taşın altına koyan vakıf başkanlarına ve
mütevelli heyetlerine, çalışma arkadaşlarıma ve Genel Kurul
üyelerine teşekkür ediyorum. Yeni kurulacak vakıf üniversitelerimizin
ülkemiz gençliğine, eğitim sistemimize hayırlı uğurlu
olmasını diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Hayırlı olsun.
Saygıdeğer milletvekilleri, 5inci sırada yer alan,
Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaşın; Kooperatifler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonları raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Kooperatifler Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaşın, Kooperatifler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve
Köyişleri ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm Komisyonları Raporları (1/811, 2/633) (S. Sayısı:
496) (x)
BAŞKAN Sayın Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
(x) 496 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu 496 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüzün söz talebi
vardır.
Buyurun Sayın Ağyüz. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 496 sıra
sayılı Kooperatifler Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım.
Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, son on gün içerisinde ülkemizde yaşanan, CHP
Genel Başkanı Sayın Deniz Baykala yapılan
saldırıyı ve Samsunda yaşanan, Sayın Ahmet Türke
yapılan saldırıyı kınıyorum. Özellikle de
artık siyasi partilerimizin ve özellikle de iktidar partisinin gerilim
siyasetinden vazgeçerek ülkeye ve topluma örnek olması gerektiğine
inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Kooperatifler Kanununun
bazı maddelerini ve Bayındırlık
Bakanlığının, Bayındırlık
Yasasının bazı maddelerini değiştiriyoruz.
Ülkemizde çağdaş kooperatifçilik 1863 yılında
başlamıştır, memleket sandıklarıyla
başlamıştır ve bu kooperatifçiliğin en büyük önderi ve
teşvikçisi de cumhuriyetimizin kurucusu, bize bu günleri armağan eden
Ulu Önder Atatürktür. 1938 dönemine kadar yaygınlaşan bu
kooperatifçilik bir dönem durağan olmuş, sonra 61 Anayasasında
yerini almıştır, 51inci maddeyle.
Tarımsal alanlarda ortaya çıkan kooperatifçilik,
günümüzde 26 ayrı türde 87.849 kooperatif ve 8 milyon 500 bin üyeyle devam
etmektedir. Tabii, bunların içerisinde ortak sayısı
bakımından yapı kooperatifleri ilk sıralardadır.
Toplam 59.129 konut yapı kooperatifi bulunmakta, bu da var olan
kooperatifler içerisinde yüzde 68 paydadır.
Tabii, kentleşme politikalarının önemli
faktörlerinden birisi olan kooperatifçiliği her alanda desteklemek
günümüzün, çağımızın temel ilkesiyken biz, maalesef,
kooperatifçiliği yeterince destekleyemedik. Bakın, 2000li yılların
başında sektör içinde payı yüzde 36 iken bugün yüzde 6
seviyelerine düşmüştür. Bunun nedeni, kentleşme
politikalarımızın yetersizliği ve hükûmetlerin bu konuda
duyarsız davranmasıdır, aynı zamanda yerel yönetimlerin de
bu işe olumsuz katkılarının olmasından
dolayıdır.
2012 yılını Birleşmiş Milletler
kooperatifçilik yılı olarak ilan ediyor. Kooperatifçiliği tek
bir çerçeve yasada toplamamız gerekirken, onların gerek yönetsel
gerek parasal gerek arsa temini konusunda desteklenmesi gereken düzenlenmeleri
yapmamız gerekirken, biz sadece şekil üzerinde duruyoruz,
kooperatiflerin, yapı kooperatiflerinin Bayındırlık
Bakanlığına bağlanmasını görüşüyoruz. Bu çok
yanlıştır. Bayındırlık Bakanlığına
bağlamakla sorun çözülmüyor. Yeniden, tarım kooperatiflerinin
bağlı olduğu bakanlık, bazı kooperatiflerin
bağlı olduğu Sanayi Bakanlığı ve ayrıca
Bayındırlık Bakanlığı adı altında üç
ayrı yapı oluşturuyoruz. Bu üç ayrı yapı da sorunu
çözmez. Ayrıca da bu uyguladığımız,
konuştuğumuz konu da maalesef, 2008 yılından beri Sanayi
Bakanlığının önderliğinde yapılan Kooperatifçilik
Strateji Belgesine de aykırı bulunmaktadır. Yani, bu ne acele?
Bekleyin, Kooperatifçilik Strateji Belgesi ortaya çıksın ve orada
alınmış olan kararlar bu strateji belgesine uygun olarak ortaya
çıksın, biz de kararlarımızı ona göre alalım, ama
görüyoruz ki, Bayındırlık Bakanlığı, ne hikmetse,
kendisine kooperatifleri bağlamak istemiş. Kimine göre Sanayi
Bakanlığının yükü ağır, kimine göre
şehircilik, ruhsat, imar vesaire istemleri düzensiz gidiyor, bu
nedenlerle; ama Bayındırlık Bakanlığının
biz
Karayolları giderken o günkü Parlamento sessiz kalmış,
işte, Afetler Genel Müdürlüğü giderken o günkü Parlamento sessiz
kalmış ve Bayındırlık Bakanlığını
işlevsiz bırakmışız, şimdi
Bayındırlık Bakanlığına bu şekilde bir
işlev yüklemeye çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu hiçbir şeyi çözmeyecek. Biz
eğer kooperatiflerin işlevsel konumunu etkin hâle getirmezsek -bunun
içerisine esnaf kefalet kooperatifleri, küçük sanayi kooperatifleri dâhil- ve
bunlara finansman dayanak, arsa sunma, arz etme imkânını
sağlayamazsak, bunu gerçekleştirmemiz,
yaygınlaştırmamız mümkün değildir. O nedenle, ozan,
yazar ne demiş: Kanun, düzendir, ama iyi kanun, iyi düzendir.
Parlamentoların görevi de iyi kanun yapmaktır, çünkü toplumun buna
göre şekillenmesi, buna göre yönlendirilmesi çok daha rahat, çok daha
kurallara tabi olarak olacaktır.
Ayrıca, Türkiye, çok yoğun bir şekilde
kentleşme oranının yüksek olduğu bir ülke. Bazı
bölgelerde yüzde 70lere, 75lere varmış. Peki, bizim
sağlıklı, yön gösteren bir kentleşme politikamız var
mı? Maalesef yok. Bakın, Dokuzuncu Kalkınma Planında,
kendisini plancı, yön gösterici, sorunları çözen iktidar olarak sunan
AK PARTİ İktidarında hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma
Planında bağımsız bir bölüm var sadece ve bir alt
başlıkla bu işin ciddiyeti ortaya konulmak isteniyor. Oysaki
barınma temel bir insan hakkıdır, Anayasamızın temel
hükümlerinde var. Yani, 171inci madde, eski Anayasada yer alan 55inci madde,
bunlar temel haklar olmasına rağmen, Hükûmet, özellikle son
yıllarda AKP Hükûmeti yapı kooperatiflerinin yerine -TOKİye
terk ederek- bir TOKİyi, soyma mekanizması, yandaş zengin etme
mekanizması aracı olarak kullanarak inşaat sektörünün ve
yapı kooperatiflerinin önünü kesmektedir. Bu çok yanlıştır.
TOKİye bu kadar verilen sayısız yetkiler ve kamu
olanaklarını pervasızca kullanması maalesef bu
sıkıntıları daha çok artırmıştır
değerli arkadaşlarım.
Tabii, TOKİ denince, verdiğimiz yasal yetkilere
baktığımız zaman da, o zaman da planlamanın çok
başlı olmasına Sayın Bayındırlık
Bakanlığı yetkilileri karşı çıkmıyorlar.
Planlama çok başlı hâle gelmiş. Bayındırlık
Bakanlığının plan denetim yetkisi vardı eskiden,
şimdi de vardır muhakkak, hiçbir belediyede plan denetim yetkisi
uygulanmıyor. Plan tadilatlarıyla yeşil alanlar yok edildi, spor
alanları yok edildi, okul alanları yok edildi.
Bayındırlık Bakanlığımız sessiz. Şimdi
kooperatifler şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı hareket
ediyorlarmış, bunun için yetkinin kendilerine verilmesi
gerekirmiş!
Peki, Sayın Bayındırlık
Bakanlığı, bu memleketin, Türkiye'nin, ülkenin 3194
sayılı İmar Yasasının değişmesine
ihtiyacı var -yıllardır kavurga gibi çiğniyorsunuz
ağzınızda- niye getirmiyorsunuz? Bugün ucube bir kentsel
dönüşüm yasası var. Bunlar arsa yaratmıyor, bunlar rant
yaratıyor ve orada yerleşik olan insanları kapı
dışarı ediyorsunuz. Tarlabaşında bu
yapılıyor, Balatta bu yapılıyor, yarın Gaziantepte,
Türktepede bu yapılacak. Bu örneklemeler size örnek teşkil etmiyor
mu? Bunların disipline edilmesi gerektiğine neden
inanmıyorsunuz? Bugün Türkiyede bir yapı denetim sorunu var. Bu
yapı denetim sorunu evvelemirde çözülmesi gereken bir sorunken,
Bayındırlık Bakanlığına yapı
kooperatiflerini bağlayalım da yatan personel varsa biraz daha etkin
hâle getirelim
Böyle bir kavramla bu sorunu kalıcı olarak çözme
şansımız var mıdır?
İstanbulda, İstanbulun ciğeri Ali Sami Yen
Stadı yapılıyor. O plan Büyükşehir Meclisinden geçmedi,
İlçe Meclisinden geçmedi; kim yaptı? TOKİ yaptı.
Yanında Tekel Likör Fabrikası var, arsası var, 30 bin küsur
metrekare; yarın o da gidecek. Şimdi, Bayındırlık
Bakanlığının işlevi tüm ülkede belediyeleri de
disipline ederek kentleşme politikasını uygulamak ise
bunları yapması gerekir ama siz bunları da görmezlikten
geleceksiniz, uyuyacaksınız, kaçak yapılaşma
yaygınlaşacak.
Bakın, AKPli belediyelerin tümünde kat fazlası kaçak
yapılardan belediyelere hibe alınarak ruhsatsız şekilde göz
yumuluyor, yoğunluk artıyor. Şimdi, bunlara sessiz
kalamayız ki. Bunlar Komisyonda dile getirilmesine rağmen, maalesef,
bu tür yasalar, oradaki oy baskısıyla, muhalefet göz ardı
edilerek geçiyor. Şimdi bizim niyetimiz yasa çıkmasın,
yasayı engelleyelim değil ki. Yasayı çıkaralım ama
yasa, ihtiyaca cevap verecek konumda olsun; bir açığı, bir
boşluğu, bir eksiği tamamlayacak nitelikte olsun.
Demin, mesela, Millî Eğitim Bakanlığının
üniversite kurma yasaları geçti. Üniversiteye ihtiyaç var, doğrudur
ama arsa var mı, bina var mı, öğretim üyesi var mı?
Kâğıt üzerinde istediğin kadar, beş yüz tane üniversite
kur. Bu niye zorunuza gidiyor sizin? Bunları söyleyen üyeler, bunları
söyleyen sözcüler gerçeği söylemiyorlar mı? Bugün
başarısız, niteliksiz bir öğrenciyi mezun ettiğimiz
zaman yarın ne yapacağız biz? Sonra bu da çelişki.
Üniversite sayısını artırıyoruz; Sayın
Başbakan diyor ki: Ben, üniversite mezunu gençlere iş vermek zorunda
değilim. Şimdi, bunlar karşımızda bulunan büyük
çelişkiler değerli arkadaşlarım.
Tabii, iç göç, bu kentleşme sorununda büyük problem. İç
göç neden kaynaklanıyor? Ekonomik kökenli. İnsanları
doğduğu yerde barındırma ve besleme durumunda, onları
geçindirme durumunda değiliz ki. Tarımdaki yanlış
politikalar köyleri boşalttı. Anlamsız terör, 1990lı
yıllardan beri, Gaziantep de dâhil, o bölgedeki, Doğudan gelen
vatandaşlarımızı misafir etti, konaklattı,
misafirperverliğini gösterdi ama ona hazır olmayan kentler,
altyapı sıkıntısı çektiler, çevre sorunu çektiler,
ulaşım sorunu çektiler, barınma sorunu çektiler. Şimdi,
düzensiz kentleşmeyi, göç olgusunu önlemek Hükûmetin görevi değil mi?
Hükûmet hangi politikasıyla bunun yanında? Hiçbir politikasıyla
bunun yanında değil. Sadece TOKİnin lüks evler yapmasıyla
siz barınma ihtiyacını karşılayamazsınız.
TOKİ neden son yıllarda toplu konut kooperatiflerine verdiği
krediyi kesti? Neden düştü oran? Neden, üçüncü sektör olarak
tanımlanan kooperatifçilik ölüme mahkûm edildi? Bunların
hesabını, bunların arayışını Hükûmet olarak
siz yapmak zorundasınız. Hükûmetler sorun çözer, sorun yaratmaz ama
maalesef, yaklaşık yedi yıldır, siz, sorun yaratan bir
Hükûmet konumundasınız; sorun çözücü değilsiniz,
kalıcı hiçbir yasa getiremiyorsunuz.
Bakın, demin Anayasanın sayısız maddelerini
saydım. 170, 171, 172, 173, 56, 57; bunlar hep sosyal devlet
politikaları, sosyal politikalar. Siz bunları yaşama geçirmek
için çaba göstereceğinize, kendi kafanıza uygun Tayyip Erdoğan
Anayasası yapmak için çaba gösteriyorsunuz. Yani önce bunları
yaşama geçirin, bunlar yaşam kazansın, barınma
ihtiyacı ortadan kalksın, sosyal devlet
anlayışını yaşama geçirin. Ama bunları
yapamayınca, tabii Oynayamayan gelin yerim dar. der, siz bunu
diyemediğiniz için de, Anayasa tartışmalarıyla ve bazı
sorunların çözümünü de başka yerlere havale ederek çözmeye
çalışıyorsunuz.
Bakın işsizlik bugün açıklandı, yüzde 14,5;
ocak ayı oranı. Büyük rakam! Bu, görünen rakam. Her 4 gençten 1
tanesi işsiz. Arkadaşlar, bu bizim sorunumuz değil mi? Bu bizim
kanayan yaramız değil mi? Bunu bir Sayın Başbakan
nasıl sanaldır diye yorumlayabilir? Bu, kronikleşmiş,
gerçek bir sorundur. Bu sorundan kaçmak isteyenler, bu sorunu çözemeyecek
olanlar, bu sorunun altında ezilenler sanal olarak gösterebilirler ama
sanal değil.
Bakın, bugün, size, ticaret ve sanayi erbabı cevap
veriyor değerli arkadaşlarım. Diyor ki
Başbakan demiş
ki: 1 kişi alsalar işsizlik 3 puan düşer. Peki, o zaman,
Sayın Tayyip Erdoğan, Sayın AKP Hükûmeti, sen niye varsın?
Ekonomik kriz yaşanıyor, işten çıkarmalar
yaşanıyor, kapasite düşürümü yaşanıyor ve finansal
kriz yaşanıyor, sen bunları gidermek için hiçbir tedbir
almayacaksın, ama diyeceksin ki 1 milyon 300 bin kişi alırsan
işsizlik oranı düşer. Bakın, size ne güzel cevap
veriyorlar: Çarkların dönmeye devam etmesi için de itici güce ihtiyaç
vardır Sayın Başbakan. Bunu da ancak Hükûmet sağlayabilir.
diyorlar. Ben de diyorum ki Hükûmetin kendisi itilmeye muhtaç, kendisinin
yaratacak bir ivme, yaratacak bir itici gücü yok ki! O nedenle, size çok güzel
cevap veren sanayici, iş adamları ve esnaflar gerçekten
doğruları söylemişler değerli arkadaşlarım. Ama
bu doğrular söyleniyor da ne oluyor, bu doğrulardan ders mi
alınıyor? Hayır, hiçbir ders alınmıyor; yine yoksulluk
artıyor, yine yolsuzluk artıyor, yine işsizlik artıyor. Ama
kim çoğalıyor? AKP yandaşı yeni türeyen zenginler.
İstanbulda lüks ciplere binenler, Başbakanın taktığı
100 bin dolarlık saati takarak, Bulgari losyonları kullanarak,
Ferreden, Pradadan, adını anamayacağım değişik
markalardan giyinerek hava atan yeni zenginler türedi. Bu zenginler eskiden
mücahitti, şimdi müteahhit oldular! Kimin kanalıyla oldular?
Özelleştirmeler, TMSF, TOKİ, kamu ihaleleri ve belediye ihaleleri ile
imar planları rantlarından oldular. Bunların hepsi sizin
döneminizde arttı. Sizin döneminizde fakir fukara için ne arttı
biliyor musunuz? Yoksulluk arttı, yoksulluğu çözmek için de kumarhane
araçları arttı.
Bakın, siz gelmeden önce neymiş? At
yarışları haftanın belli günlerinde
oynanırmış. Siz gelmişsiniz bütün hafta yarışlar
yapılmaya başlamış!
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) Gece de var.
YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) Gece de varmış.
Sadece salı günü ve cuma günü yok, onun için de bir
arayış içinde imişsiniz! Kuşlar böyle söylüyor!
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin döneminizde
İddaa adlı oyun ihdas edilmedi mi? Edildi. Bugün devlete en çok kâr
getiren kurum orası değil mi? Millî Piyango İddaa olmasa ben
batardım. diyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sorun çözen,
toplumun sorunlarına cevap veren, Türkiyeyi kalkındırma
ivmesini yakalayan bir ülke hâline getiren hükûmet mi iyidir yoksa kumar mucidi
bir Hükûmet mi iyidir? İşte siz kumar mucidi bir Hükûmetsiniz. Ama
diyorsunuz ki Kumar haram, kumar parası haram. Tüyü bitmemiş
yetimin hakkını yemek de sizin için günahtı. Ne oldu? Herkes
tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyor, vallahi bir şey de
olmuyor! Bu dünyada olmuyor ama öteki dünyada çok şeyler var değerli
arkadaşlarım, buna da hazırlıklı olun!
Yolsuzluk ekonomide kurumsallaştı sayenizde. Hep
yandaşlar kazandı, TOKİnin 16 katrilyonluk ihalesinin 10
katrilyonu yeni kurulan yandaşlara verilmiş yüzde 3, yüzde 5, yüzde 7
kırımlarla. Yazık değil mi? Ama siz asgari ücretlilere
geldiği zaman da diyorsunuz ki Param yok. Emekliye diyorsunuz ki Param
yok. TOKİnin kaynaklarını gelir paylaşımı
adı altında, hasılat paylaşımı adı
altında ve ihalelerle peşkeş çekerken para var ama! Bu kaynakları
niye disipline etmiyorsunuz? Edemezsiniz. Çünkü, gelişiniz ile iktidar
koltuğuna oturduktan sonraki anlayışınız
değişti.
Bakın, Sayın Başbakan 2002 yılında Benim
aile fotoğrafımda millet var. diyordu. Peki, şimdi bakalım
millet var mı? Dışarıda Berlusconi var, Umman lideri var,
Arap şeyhleri var, Türkiyede de mücahit olarak kendini tanıtıp
müteahhit olanlar var! Bugün diyebilir mi Sayın Başbakan Benim aile
fotoğrafımda millet vardır. diye? Diyemezsiniz. Diyemeyecek
noktaya da geldiniz. Ama ne oldu? Siz, toplumu kucaklayan siyasetler
güdeceğinize gerilim siyasetinden hâlen nemalanmaya
çalışıyorsunuz. Gerilim siyaseti işinize geliyor.
Uzatılan ne kadar barış çubuğu varsa, uzatılan ne
kadar uzlaşma çubuğu varsa, hepsini reddetmek sizin
şiarınız. Siz Türkiyeden giderken başka konuşursunuz,
Türkiyeye gelince başka konuşursunuz. Siz Amerikaya gitmem.
dersiniz. Ama Sayın Baykal Gidecek. dedi. Baykalın dediği
doğru çıktı. Niye tersini yapmakla, bizi haklı
çıkarmakla bu kadar meşgulsünüz onu da bilmiyorum değerli
arkadaşlarım.
Tabii, bugün içinde bulunduğumuz ekonomik, siyasal, sosyal konjonktür
en çok dar gelirli vatandaşlarımızı eziyor. Çiftçilerimiz
bugün perişan. Bakın esnafımız perişan.
Geçen gün bir destek programı açıklandı, ben de
meraklıyım o destek programını açtım baktım, 3 D
Stratejisi, değişim, dönüşüm, destek. Dedim ki: Acaba
esnafın vergi borçları, prim borçları erteleniyor, faizler bir
biçimde yeni düzenlemeye giriyor veya faizler siliniyor mu diye baktım.
Değişim, dönüşüm, destek dedikleri şey cek, cak, cuk!
Akıl veriyor esnafa, diyor ki: Değişim için bana gel akıl
var. Akıl olsa zaten memleketi idare edersin Hükûmet! (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi değerli arkadaşlarım, bakkal gözünü
açmış bakkallık yapıyor, bakırcı gözünü
açmış bakırcılık yapıyor, elektrikçi gözünü
açmış elektrikçilik yapıyor, neyi değişecek? Siz
AVMlere teslim oldunuz, bunun hesabını veremiyorsunuz. AVM
yasası niye gelmiyor? Niye gelmiyor Sayın Bakan? Bir zahmet edip de
sor. Türkiyede yapımı başlama aşamasında
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ağyüz, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
YAŞAR AĞYÜZ (Devamla)
yapım aşamasında
yaklaşık 105 tane şey var değerli arkadaşlarım.
Bunlar bitmeli ki ondan sonra gelsin. Siz de milletvekili olarak bütün bunlara
sessiz kaldınız. Bakın AVMlere sessiz kaldınız,
bakkallara sessiz kaldınız, esnafa sessiz kaldınız,
çiftçiye sessiz kaldınız, çevrenizde gulül yendi, gulül. Çevrenizde
buna sessiz kaldınız değerli arkadaşlarım. Devlet
olanakları gulül oldu, siz sessiz kaldınız. Bunu sakın
gusül anlamayın, gulül, kamu hakkı yemektir, kamu
kaynaklarını parçalamaktır. İşte sizin
özelliğiniz bu. Onun için her zaman diyorum ki: Gidicisiniz. Biraz ülke
yararına, biraz kentler yararına, biraz toplum yararına bir
şeyler yapın; otobüs son durağa yanaştı, sizi Anayasa
değişikliği de kurtaramayacak, Yüce Divana gitme
olanaklarını elinizden önlemenin yolu da engellemeyecek,
sandıkta gidicisiniz. O nedenle, yasalarınız halk yararına
olsun, toplum yararına olsun, ülke yararına olsun.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.41
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.43
BAŞKAN: Başkan Vekili
Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Fatih
METİN (Bolu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 87nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
496 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon?.. Yok.
Bundan sonra da komisyonun bulunmayacağı dikkate
alınarak çalışma süremizin de tamamlanmasına çok az bir
zaman kaldığından, alınan karar gereğince kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 19 Nisan 2010 Pazartesi günü saat
13.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Sizlere ve bizleri izleyen vatandaşlarımıza
hayırlı akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati: 19.44