DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT
: 85
31inci Birleşim
13 Aralık 2010 Pazartesi
(Bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN
KÂĞITLAR
III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)
2.- 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçın, İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlunun konuşmasına ilişkin
açıklaması
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Özyürekin, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VI.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakıkın, yurt dışı
seyahatler için yapılan ödemelere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdilin cevabı (7/17305)
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 14.04te açılarak on üç oturum yaptı.
Sivas
Milletvekili, Malik Ecder Özdemirin,
Diyarbakır
Milletvekili Akın Birdalın,
Dünya İnsan
Hakları Gününe ilişkin gündem dışı
konuşmalarına Devlet Bakanı Faruk Çelik,
Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Akif Paksoyun, Afşin-Elbistan Termik Santrali
İşletmesinin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin
gündem dışı konuşmasına Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldız,
Cevap verdiler.
Konya
Milletvekili Ayşe Türkmenoğlu,
Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural,
Eskişehir
Milletvekili Beytullah Asil,
İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesinin kabulünün 62nci yıl dönümüne;
Adana
Milletvekili Hulusi Güvel, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade
etmelerine ve serbestçe toplantı yapmalarına,
Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, Aydın ilinde aşırı
yağış nedeniyle meydana gelen afete,
Van Milletvekili
Özdal Üçer, ülkemizde 121 bin kişinin cezaevlerinde çok kötü
koşullarda yaşam sürdürdüklerine,
İstanbul
Milletvekili Edibe Sözen, insan haklarına,
Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığındaki personele
baskı yapıldığına,
Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut, Çin Özerk Uygur Bölgesinde yaşayan
Türklerin işkence gördüklerine,
İlişkin
birer açıklamada bulundular.
İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 22 milletvekilinin, bireylerin
telefonlarının yasadışı dinlenmesi konusunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
(10/957),
İzmir
Milletvekili Kamil Erdal Sipahi ve 21 milletvekilinin, astsubayların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi (10/958),
İstanbul
Milletvekili Hasan Macit ve 20 milletvekilinin, 12 Eylül askerî darbesi
döneminde Hava Kuvvetleri Komutanı olan emekli Orgeneral Tahsin
Şahinkaya ile ilgili usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarının
araştırılması (10/959),
Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir ve 24 milletvekilinin, sosyal yardımlaşma
ve dayanışma vakıflarının yaptığı
yardımlarda yaşanan sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/960),
Amacıyla bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun
(1/499) (S. Sayısı: 321),
3üncü
sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoyun; Yenilenebilir
Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporunun (2/340) (S.
Sayısı: 395),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
4üncü
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen ve görüşmelerine devam olunan Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Kanunu Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/961) (S.
Sayısı: 574), görüşmeleri tamamlanarak yapılan açık
oylamadan sonra,
5inci sırasında
bulunan, Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurtun; 1219 sayılı
Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (2/401) (S. Sayısı: 374),
görüşmeleri tamamlanarak,
Kabul edildi ve
kanunlaştı.
Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan, kürsüde konuşurken Meclis TVde
yayının kesilmesine,
Mersin
Milletvekili Ömer İnan, Mecliste Kürt düşmanlığı
yapılmadığına,
İstanbul
Milletvekili Halide İncekara, milletvekillerinin üsluplarına,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,
İzmir
Milletvekili Oktay Vural,
Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ,
Adalet
Bakanı Sadullah Ergin,
Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, merhum Başbakan Adnan Menderesin özel hayatına
dair ifadelerine;
Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, merhum Başbakan Adnan Menderesin özel
hayatına dair sözlerini geri aldığına ve ailesinden özür
dilediğine,
İlişkin
birer açıklamada bulundular.
Adalet
Bakanı Sadullah Ergin, Ordu Milletvekili Rahmi Günerin,
şahsına;
Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ:
Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, AK PARTİ Grubuna,
Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüzün, Başbakana;
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Yozgat Milletvekili Bekir
Bozdağın, Genel Başkanına,
Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Konya Milletvekili Faruk Balın,
Konya
Milletvekili Faruk Bal, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
Şahıslarına
sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gürültü ve kavga
nedeniyle İç Tüzükün 68inci maddesine göre ikinci kez birleşime ara
vermek yerine, birleşimi kapatması gerektiği hâlde
kapatmaması nedeniyle Oturum Başkanının tutumu
hakkında açılan usul görüşmesi sonucunda, Oturum
Başkanı, tutumunda bir değişiklik
olmadığını açıkladı.
Alınan karar
gereğince, 13 Aralık 2010 Pazartesi günü saat 13.00te toplanmak
üzere birleşime 05.56da son verildi.
|
|
Meral
AKŞENER |
|
|
|
Başkan
Vekili |
|
|
Bayram
ÖZÇELİK |
|
Yusuf
COŞKUN |
|
Burdur |
|
Bingöl |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
Harun
TÜFEKCİ |
|
Gülşen
ORHAN |
|
Konya |
|
Van |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.: 43
II.- GELEN KÂĞITLAR
13 Aralık 2010 Pazartesi
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, Tuncelide 1937-1938 yıllarında
yapılan askeri harekata ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/2282) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
2.-
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoyun, tarih öğretmeni
ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/2283) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğrunun, su kaynaklarının
korunması için alınan önlemlere ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sözlü soru önergesi (6/2284) (Başkanlığa
geliş tarihi: 06/12/2010)
4.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğrunun, Yeşilırmak Nehrinin
korunması için alınan önlemlere ilişkin Başbakandan sözlü
soru önergesi (6/2285) (Başkanlığa geliş tarihi:
06/12/2010)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Wikileaksin yayımladığı belgelerdeki bir iddiaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17202)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
2.- İzmir Milletvekili Canan
Arıtmanın, Avrupa Birliğine yapılan ihracata ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17203)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
3.- İzmir Milletvekili Canan
Arıtmanın, Füze Kalkanı Projesine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17204) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/11/2010)
4.- İstanbul Milletvekili Hüseyin Mertin,
GSYİH değerlerine ve bir bakanın bir açıklamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17205)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
5.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuzun,
Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17206)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
6.- Denizli Milletvekili Ali Rıza
Ertemürün, Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir
iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17207)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
7.- Trabzon Milletvekili M. Akif Hamzaçebinin,
DHMİ tarafından yapılan bir ihaleye ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17208)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
8.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersinin,
Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17209)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
9.- Gaziantep Milletvekili Yaşar
Ağyüzün, yurt dışında açılan Mimar Sinan Sergisine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17210)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
10.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin
Pazarcının, KPSS ortaöğretim ve ön lisans sınavındaki
bazı uygulamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/17211) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
11.- İzmir Milletvekili Selçuk Ayhanın,
Türkiye İş Kurumuna 65 yaş ve üstü vatandaşlarca
yapılan iş başvurularına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17212) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/12/2010)
12.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, Türkiye
Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının
çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/17213) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/12/2010)
13.- Konya Milletvekili Atilla Kartın,
Sayıştayın KOSGEBin hesap ve işlemlerini
denetlemediği iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17214) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2010)
14.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbaturun,
Haydarpaşa Garında çıkan yangına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17215)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
15.- Yalova Milletvekili Muharrem İncenin,
TOKİ tarafından yapılan okullara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17216) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2010)
16.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif
Paksoyun, yenilenen KPSS Eğitim Bilimleri sınavına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17217)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
17.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulutun, şeker pancarı üretimi ve şeker
fabrikalarının kömür kullanımına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17218)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
18.- Gaziantep Milletvekili Yaşar
Ağyüzün, Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir
iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17219)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
19.- Kırklareli Milletvekili Tansel
Barışın, Lüleburgazda fakülte kurulup
kurulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/17220) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
20.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigenin,
İstanbul Sultançiftliğinde bir çocuğun ölümü ile sonuçlanan
kazaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17221) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
21.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylaninin, bir
tutuklunun tedavisiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17222)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
22.- Diyarbakır Milletvekili Akın
Birdalın, bir hükümlünün sağlık sorunlarına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17223)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
23.- Ordu Milletvekili Rıdvan
Yalçının, bazı avukatların ölümlü kazalarda tazminat
pazarlığı yaptığı iddialarına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17224) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/12/2010)
24.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersinin, velayet
temelli bir uluslararası çocuk kaçırma olayına ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17225)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
25.- Adıyaman Milletvekili Şevket
Kösenin, özürlülerin istihdamına ilişkin Devlet Bakanından
(Selma Aliye Kavaf) yazılı soru önergesi (7/17226)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
26.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin,
özürlülerin istihdamına ilişkin Devlet Bakanından (Selma Aliye
Kavaf) yazılı soru önergesi (7/17227) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/12/2010)
27.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, ilgili
kuruluşların ve enerji sektöründeki KİTlerin mali durumuna
ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/17228) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
28.- Iğdır Milletvekili Pervin
Buldanın, elektrik abonmanlığı bulunmayan kamu kurum ve
kuruluşlarına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17229) (Başkanlığa geliş
tarihi: 01/12/2010)
29.- Balıkesir Milletvekili Ergün
Aydoğanın, Bandırma Bor Tesisleri İşletme Müdürüne ve
Bigadiç Bor İşletmesindeki atamalara ilişkin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/17230)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
30.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı illerde karla mücadelede yaşanan araç ve personel sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17231) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
31.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı illerin ilçe ve köylerinin yol, su ve elektrik sorununa ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17232)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
32.- Muş Milletvekili M. Nuri Yamanın,
Belediyelere Yapılacak Yardımlar Ödeneğinden yararlanan
belediyelere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/17233) (Başkanlığa geliş tarihi:
01/12/2010)
33.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, 2002-2010
yılları arasında meslekten çıkarma veya disiplin
cezası alan emniyet mensuplarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17234) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/12/2010)
34.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, özel
tiyatroların desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17235) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30/11/2010)
35.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin,
Haydarpaşa Garında çıkan yangına ve Galataport Projesine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17236) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
36.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan
Köktürkün, bir tarihi eserin yurt dışına
kaçırıldığı iddiasına ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/17237)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
37.- İstanbul Milletvekili Çetin
Soysalın, Haydarpaşa Garının çatısında
yapılan bakım ve onarıma ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17238) (Başkanlığa
geliş tarihi: 01/12/2010)
38.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin,
zorunlu din dersine ve Malatyada yaşanan bir olaya ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17239)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
39.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın,
Şırnakta KPSSde yaşanan elektrik kesintisine ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17240)
(Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
40.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulutun, okullarda çalışan hizmetli personelin sorunlarına ilişkin
Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17241)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
41.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulutun, Anıttepe Lisesi öğretmen ve idarecileri hakkındaki
bazı iddialara ilişkin Milli Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17242) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2010)
42.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, Vanda
antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17243)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
43.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin,
Şanlıurfada antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım
miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/17244) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/12/2010)
44.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, Karamanda
antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17245)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
45.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin,
Niğdede antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17246)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
46.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin,
Çankırıda antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanım
miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/17247) (Başkanlığa geliş tarihi:
02/12/2010)
47.- Antalya Milletvekili Hüseyin
Yıldızın, son üç yılda hastanelere alınan
sağlık malzemeleri ve ekipmanlara ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17248)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
48.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulutun, röntgen teknisyenlerinin özlük haklarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17249)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
49.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepenin,
özel bir sağlık merkezinde yapılan göz ameliyatlarına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17250) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
50.- Konya Milletvekili Atilla Kartın,
şeker pancarı üreticilerinin sorunlarına ve şeker
fabrikalarının denetimine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17251)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
51.- Adıyaman Milletvekili Şevket
Kösenin, KOSGEB kredisinin dağıtımına ilişkin Sanayi
ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17252)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
52.- Adıyaman Milletvekili Şevket
Kösenin, KOSGEB kredisinin dağıtımı ile ilgili iddialara
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17253) (Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
53.- Edirne Milletvekili Bilgin
Paçarızın, KKDF oranında yapılan değişiklikten
sonra Bankalar Birliğine bildirilen görüşe ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17254)
(Başkanlığa geliş tarihi: 30/11/2010)
54.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigenin,
Allianoi Antik Kenti ile ilgili bir açıklamasına ve bir iddiaya
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17255) (Başkanlığa geliş tarihi: 01/12/2010)
55.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, protestolu
senetler ve karşılıksız çeklere ilişkin Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan)
yazılı soru önergesi (7/17256) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2010)
56.- Konya Milletvekili Mustafa
Kalaycının, DHMİnin hizmetinde bulunan uçak ve helikopterlerin
kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17257) (Başkanlığa geliş
tarihi: 02/12/2010)
57.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif
Paksoyun, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde
görev yapan 4/Bli personelin özlük haklarına ilişkin Devlet
Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru önergesi (7/17258)
(Başkanlığa geliş tarihi: 02/12/2010)
58.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulutun, Balıkesir Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait yurdun bahçesinde
bekletilen tomruklara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Nafız
Özak) yazılı soru önergesi (7/17259) (Başkanlığa
geliş tarihi: 02/12/2010)
59.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebinin,
kadrosu bulunmayan milletvekili danışmanlarına ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/17260) (Başkanlığa geliş tarihi: 12/11/2010)
60.- İstanbul Milletvekili Esfender
Korkmazın, Flaman Parlamentosu Başkanının bir
açıklamasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/17261)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
61.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebinin,
Wikileaks belgelerindeki Türkiyede nükleer silahlar bulunduğu
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/17262) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
62.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhanın,
yabancı bir şirkette yatırımı olduğu
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/17263) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
63.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllünün, resmi
tören ve tesis açılışlarında yaptığı
konuşmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/17264) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
64.- İstanbul Milletvekili Esfender
Korkmazın, Flaman Parlamentosu Başkanının bir
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/17265) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
65.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu
Özbolatın, Dünya Özürlüler Günü nedeniyle düzenlenen bir gezi
programının ertelenmesine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/17266) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/12/2010)
66.- Samsun Milletvekili Osman Çakırın,
uzman kadrosunda çalışanların ücret
farklılıklarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/17267) (Başkanlığa geliş tarihi:
07/12/2010)
67.- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, demokratik açılım projesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17268)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
68.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
kurulması planlanan bölge adliye mahkemelerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17269)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
69.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncelin,
Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/17270)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
70.- Konya Milletvekili Atilla Kartın, bir
hakimle ilgili iddiaya ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/17271) (Başkanlığa geliş tarihi:
03/12/2010)
71.- Van Milletvekili Fatma Kurtulanın,
cezaevlerinde hak ihlali yaşandığı iddialarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17272)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
72.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylaninin,
Wikileaksin yayınladığı belgelerdeki bir iddiaya ilişkin
Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/17273)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
73.- Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat
Korkmazın, Ispartada özürlülerin istihdamına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/17274) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
74.- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, Emet Bor İşletmesinin bazı servislerinde
çalıştırılan taşeron işçilere ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17275) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
75.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin,
TRTnin elektrik payı ve bandrol ücretlerinden kaynaklı
alacaklarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru önergesi
(7/17276) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
76.- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, Vakıflar Genel Müdürlüğü personelinin özlük
haklarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Bülent Arınç) yazılı soru
önergesi (7/17277) (Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
77.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17278)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
78.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17279)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
79.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı illerde Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan
müracaatlara ve ödeme miktarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17280) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03/12/2010)
80.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı belediyelere karla mücadele için ödenek verilmesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17281)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
81.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
bazı belediyelere karla mücadele için ödenek verilmesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17282)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
82.- Antalya Milletvekili Mehmet Günalın,
Haydarpaşa Garında çıkan yangına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17283)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
83.- Antalya Milletvekili Mehmet Günalın, bir
binanın tapu tahsis işlemine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17284)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
84.- Hakkari Milletvekili Hamit Geylaninin,
protestocu öğrencilere yapılan müdahaleye ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/17285)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
85.- İstanbul Milletvekili Sacid
Yıldızın, içeriğinde triclosan maddesi bulunan diş
macunu ve sıvı sabunların üretim ve denetimine ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/17286)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
86.- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, kurulması planlanan bölge adliye mahkemelerinin binalarını
yapan bir şirketle ilgili iddialara ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/17287)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
87.- İstanbul Milletvekili Sacid
Yıldızın, içeriğinde triclosan maddesi bulunan diş
macunu ve sıvı sabunların üretim ve denetimine ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17288)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
88.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, Erzurumda
antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17289)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
89.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, Trabzonda
antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17290)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
90.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin,
Elazığda antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17291) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
91.- Bursa Milletvekili Kemal Demirelin, Kütahyada
antidepresan ve antipsikotik ilaç tüketim miktarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/17292)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
92.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigenin,
Afyonkarahisarda bir göz merkezinin yaptığı ameliyatlara
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/17293) (Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
93.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin,
Telekomünikasyon Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin İmtiyaz
Sözleşmesinin bir maddesi ile ilgili mahkeme kararının
uygulanmamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17294) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/12/2010)
94.- Adana Milletvekili Hulusi Güvelin, Türk
Telekomünikasyon A.Ş.nin özelleştirilmesi sürecine ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17295)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
95.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün, Vanda
yapılan Kuskunkıran Tünelinin tamamlan-masına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17296)
(Başkanlığa geliş tarihi: 03/12/2010)
96.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhanın,
Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanıyla
ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Hayati
Yazıcı) yazılı soru önergesi (7/17297) (Başkanlığa
geliş tarihi: 03/12/2010)
97.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün, çiftçilere
kredi açılırken istenen teminatlara ilişkin Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısından (Ali Babacan) yazılı
soru önergesi (7/17298) (Başkanlığa geliş tarihi:
03/12/2010)
98.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki
Kulkuloğlunun, Hacca gitmede özel kontenjan uygulandığı
iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik)
yazılı soru önergesi (7/17299) (Başkanlığa geliş
tarihi: 03/12/2010)
99.- Bursa Milletvekili İsmet
Büyükatamanın, beden eğitimi derslerinin
kaldırılacağı iddialarına ilişkin Milli
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/17300)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
100.- Samsun Milletvekili Osman
Çakırın, bir imam-hatipin görev yerinin değiştirilmesine
ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Çelik) yazılı soru
önergesi (7/17301) (Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
101.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğrunun, Yeşilırmaka dökülen atıklara ilişkin Çevre
ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/17302)
(Başkanlığa geliş tarihi: 06/12/2010)
102.- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, Emet Bor İşletmesinde açılması
planlanan ek üniteye ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/17303) (Başkanlığa geliş
tarihi: 07/12/2010)
103.- Van Milletvekili Fatma
Kurtulanın, bir askerin ölümü ile ilgili iddialara ilişkin Milli
Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/17304)
(Başkanlığa geliş tarihi: 07/12/2010)
104.- Muş Milletvekili
Sırrı Sakıkın, yurt dışı seyahatler için
yapılan ödemelere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/17305)
(Başkanlığa geliş tarihi: 12/11/2010)
Süresi İçinde Cevaplanmayan Yazılı Soru
Önergeleri
1.- Adana
Milletvekili Tacidar Seyhanın, YSKnın kullandığı
SEÇSİS sisteminin güvenliğine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16177)
2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, üniversite hastanelerine mali yardım
yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/16208)
3.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldızın, Ankaradaki amipli dizanteri
vakalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16304)
4.-
Eskişehir Milletvekili Tayfun İçlinin, domuz gribi
aşısına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16305)
5.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, hakim ve savcı adayları ile stajyer
avukatların fişlendiği iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/16329)
6.- İzmir
Milletvekili Selçuk Ayhanın, Adalet Bakanlığının
çıkartmış olduğu bir yönetmelik ile ilgili basında
çıkan bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/16332)
7.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuzun, SEÇSİS programına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/16338)
8.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, silikozis hastalarının
mağduriyetlerine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16379)
9.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğrunun, Kırım Kongo Kanamalı
Ateşi hastalığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/16380)
10.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğrunun, Tokatta kurulacak Psikiyatri
Hastanesinin yerine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/16381)
11.- Muş
Milletvekili M. Nuri Yamanın, diyabet hastalarının
ilaçlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/16382)
13 Aralık
2010 Pazartesi
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 13.00
BAŞKAN:
Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN
(Bingöl)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31inci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Gündemimize göre
2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine başlayacağız.
III.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S.
Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)
BAŞKAN
Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın
milletvekilleri, Komisyon raporları 575 ve 576 sıra
sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, şimdi, Hükûmetin sunuş konuşmasını
yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşeke söz
vereceğim.
Buyurun
Sayın Şimşek. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
15 Ekim 2010 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri
yoğun bir çalışma sonucunda tamamlanmıştır.
Öncelikle, yaptıkları çalışmalar için Plan ve Bütçe
Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli
katkılarda bulunan bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin
temsilcilerine teşekkür ediyorum.
Dünya ve Türkiye
ekonomisinin görünümü ile ilgili genel bir değerlendirme yaptıktan
sonra 2009 yılı kesin hesabı ve 2011 yılı merkezî
yönetim bütçesi konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.
(x)
575 ve 576 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri
tutanağa eklidir.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; 2008 Eylül sonrasında şiddetlenen
küresel kriz, dünya ekonomisinde İkinci Dünya Savaşı'ndan bu
yana görülmemiş boyutta bir ekonomik duraklama dönemine girilmesine neden
olmuştur. Ancak uluslararası kuruluşların ve ülkelerin
aldığı olağanüstü tedbirler sayesinde 2009
yılının ortalarından itibaren dünya ekonomisi bir
toparlanma eğilimine girmiştir.
2010
yılında güçlenen bu toparlanma, ülke grupları bazında
farklılaşarak da olsa devam etmektedir. Gelişmiş
ekonomilerde büyüme zayıf seyrederken Türkiye'nin de aralarında
bulunduğu, Asya'nın başını çektiği birçok
gelişmekte olan ülke güçlü bir büyüme sürecine girmiştir.
2009
yılında binde 6 oranında daralan dünya ekonomisinin, 2010
yılında yüzde 4,8; 2011 yılında ise yüzde 4,2
civarında büyüyeceği tahmin edilmektedir. 2010 yılı için
tahmin edilen yüzde 4,8'lik küresel büyüme oranı, Çin hariç
tutulduğunda yaklaşık yüzde 3,5luk bir rakama düşmektedir.
2010
yılında gelişmekte olan Asya ülkelerinde yüzde 9,4'lük, Latin
Amerika ülkelerinde yüzde 5,7'lik, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yüzde
3,7'lik bir büyüme öngörülmektedir. Türkiye için IMF'nin 2010 yılı
büyüme tahmini yüzde 7,8; OECD'nin tahmini ise yüzde 8,2'dir. Burada özellikle
şunun altını çizmek istiyorum: Türkiye ekonomisinin performansını
bizim esas olarak Avrupadaki gelişmekte olan ülkelerle
karşılaştırmamız lazım. Bu açıdan ülkemiz
için tahmin edilen yaklaşık yüzde 8lik büyüme gerçekten büyük bir
başarıdır.
Küresel
ekonomideki bu güçlü toparlanmaya rağmen, özellikle gelişmiş
ekonomilerin kamu bilançolarında, bankacılık sektörlerinin
bilançolarında ve hane halkı bilançolarında ortaya çıkan
tahribatlar ile yüksek işsizlik oranları ciddi bir
kırılganlık kaynağı olarak devam etmektedir.
Küresel krizde
uygulamaya konulan genişletici maliye politikaları ve sıkıntıya
düşen bankaların desteklenmesi sebebiyle, dünyada birçok
gelişmiş ülkede, kamu finansman dengelerinde bozulmalar
görülmüştür. Kriz öncesi dönemde gelişmiş ekonomilerde
yaklaşık yüzde 2-3 civarında olan bütçe
açıklarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, krizle
birlikte yüzde 8-9'lara kadar, hatta bazı ülkelerde çift haneli rakamlara
kadar çıkmıştır.
Krizde
gelişmiş ülkelerde kamu borcunun millî gelire oranı kriz
öncesine göre tabii ki yüksek düzeylere çıkmıştır. Bu da
beraberinde özellikle gelişmiş ülkelerde kamu borç
stoklarının sürdürülebilirliğine ilişkin bir kaygı
ortaya çıkartmıştır. Gelişmiş ülkelerin 2007
yılı sonunda yüzde 72,8 olan borç stokunun millî gelire oranı
2009 yılında yüzde 91 düzeyine yükselmiş, 2010 yılı
içerisinde ise yüzde 97,4'e yükselmesi beklenmektedir. Bu oranın 2011
yılında daha da artarak yüzde 102'ye ulaşması tahmin
edilmektedir.
Türkiye kamu borç
dinamikleri yönünden dünyadan pozitif yönde bir ayrışma
içerisindedir. Krize rağmen kamu bilançolarında kalıcı bir
tahribat yaşanmamıştır, hiçbir banka
batmamıştır. Genişletici maliye politikası
sınırlı tutulmuştur. Türkiye, 2010'da borç stokunun millî
gelire oranını bir önceki yıla göre en fazla azaltan Avrupa
ülkesi olacaktır. Hatta Avrupa Komisyonunun son verilerine göre, İsveç
hariç tüm Avrupa ülkelerinde borç stoklarının millî gelire oranı
artacaktır. 2010'da Türkiye'de borç stokunun millî gelire oranı yüzde
40lar civarına düşecektir.
Küresel
toparlanmanın önündeki bir başka risk unsuru da bankacılık
ve finans sektörüdür. Bazı ülkelerde bankacılık sektörü hâlâ
merkez bankalarından ve hükûmetlerden sağlamış olduğu
olağanüstü kaynaklarla ayakta durabilmektedir. Hatta bazı ülkelerde
bankalar batmaya devam etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 2009
yılında 140 banka batmışken 2010 yılı Kasım
ayı itibarıyla bu sayı irili ufaklı bankalardan
oluşmak üzere 149a ulaşmıştır.
Nitekim, son
dönemlerde, tabii ki uluslararası camia, bankaların hem sermaye
miktarını hem de sermayenin kalitesini artırmak üzere Basel III
çerçevesini çizmiştir. Bunlar yapılırken birçok Avrupa ülkesi
özellikle Basel III uygulamasının -ki bu sermaye yeterlilik
oranını yüzde 8,5'a çekecek- tedricî olarak 2018 yılında
devreye girmesini talep etmişlerdir. Bugün itibarıyla, bizim
yaptığımız tahminlere göre, genel sermaye yeterlilik
oranı yüzde 19un üzerinde olmakla birlikte, Basel IIIe göre Türkiye
şimdiden yüzde 17lik bir sermaye yeterlilik oranına sahiptir. Yani
uluslararası camia 2018 yılında yüzde 8,5u öngörürken biz şimdiden
yüzde 17 civarındayız.
Dünya
ekonomisinin kırılganlığının diğer önemli
bir unsuru da başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok
gelişmiş ülkede hane halkı borçluluğunun çok yüksek düzeyde
seyrediyor olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde, hane
halkının yüksek borçluluk düzeyi, konut sektöründe devam eden
zafiyetler ve yüksek işsizlik, tabii ki iç talebi olumsuz yönde
etkilemektedir. Türkiye bu hususlarda da dünyadan ayrışmaktadır.
Yine, ILO'ya göre
kriz döneminde dünyada yaklaşık 34 milyon kişi işsiz
kalmıştır. Pek çok ülkede büyüme, istihdam yaratmaktan
uzaktır. Bu, dünya ekonomisi için tabii ki önemli bir risk çünkü yüksek
işsizlik oranları özel sektör harcamalarının,
dolayısıyla iç talebin canlanmasının önünde önemli bir
engel teşkil etmektedir.
Tabii ki birçok
gelişmiş ülke hâlâ kredibilitesi yüksek orta vadeli bir programı
ortaya koyamamıştır. Bakın, Avrupa Birliğinde birçok
ülkeye bugün IMF ve Avrupa Birliği destekli çok büyük paketler
açıklanmış olmasına rağmen maalesef hâlâ mali
sürdürülebilirlik endişeleri tamamen ortadan kaldırılamamıştır.
Memnuniyetle şunu ifade etmek istiyorum ki: Türkiye birçok
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeden çok önce gerçekçi ve
ihtiyatlı bir orta vadeli programı ortaya koymuştur ve piyasaların
güvenini kazanmıştır.
Tabii ki küresel
kriz, uluslararası ticaret hacmi üzerinde de olumsuz etkide
bulunmuştur. Uluslararası ticaret hacmi 2009 yılında
yaklaşık yüzde 11 civarında daralmıştır. Bu sene
ise yüzde 11,4 civarında büyümesi bekleniyor ve böylece 2009
yılındaki kayıplar telafi edilmiş olacaktır.
Gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkeler arasında birçok alanda ortaya çıkan
bu ayrışma enflasyon konusunda da kendisini göstermektedir. Son
dönemde güçlü iç talep ve yükselen emtia fiyatlarına bağlı
olarak bazı gelişmekte olan ülkelerin enflasyon oranları, neredeyse
kriz öncesi döneme ulaşmıştır. Ancak gelişmiş
ülkelerde tabii ki iç talebin zayıflığı aynı zamanda
atıl kapasitenin yüksekliği nedeniyle enflasyon çok düşük
düzeylerde seyretmektedir. IMFnin Dünya Görünüm Raporuna göre 2010
yılı sonunda dünyada enflasyon yaklaşık yüzde 3,3 olacak,
gelişmiş ülkelerde yüzde 1,1; gelişmekte olan ülkelerde ise
yüzde 5,9 düzeyinde gerçekleşmiş olacaktır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, uluslararası finans
piyasalarındaki olumsuz gelişmelerin ve küresel ekonomideki yavaşlamanın
etkileri ülkemizde 2008 yılının son çeyreğinden itibaren
hissedilmeye başlanmıştır. Türkiye ekonomisi 2009
yılında iç ve dış piyasalarda talebin
zayıfladığı ve beklentilerin olumsuz seyrettiği bir
süreçten geçmiştir. Ancak Türkiye, AK PARTİ Hükûmetlerinin hayata
geçirdiği yapısal reformlar, sağlam makroekonomik temelleri ve
güçlü bankacılık sistemi sayesinde 2010 yılında krizin
etkilerini üzerinden en hızlı atan ülkelerden bir tanesi
olmuştur.
Türkiye ekonomisi
kriz süresince aldığı proaktif önlemlerin de
katkısıyla, dünyadan pozitif yönde ayrışarak
hızlı bir toparlanma sürecine girmiştir. Şunu ifade etmek
isterim ki bu ayrışma büyümede, istihdamda, kamu finansman
dengelerinde, derecelendirme kuruluşlarının verdiği kredi
notlarında ve ülke risk primi gibi çok temel göstergelerde kendisini çok
açık bir şekilde göstermektedir.
Türkiye
ekonomisi, bu yılın ilk üç çeyreğinde kaydettiği yüzde
8,9'luk büyüme performansıyla dünyada üst sıralarda yer
almıştır. Türkiye, Avrupa ve OECD ülkeleri arasında en iyi,
en hızlı büyüyen ülkelerden biri olmayı sürdürmektedir.
Mevsimsellikten arındırılmış gayrisafi yurt içi
hasıla verilerine baktığımızda, Türkiye'nin kriz
öncesinden daha iyi bir noktaya ulaşmış olduğunu
memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Buna karşın Avrupa
Birliğinde hâlâ ekonomisi daralan ülkeler bulunmaktadır. Bakın,
Türkiye'nin yüzde 6 büyüdüğü 2009 yılının son
çeyreğinde 24 Avrupa Birliği ülkesi daralmaktaydı. Yine
Türkiye'nin yüzde 11,8 büyüdüğü bu senenin ilk çeyreğinde 13 Avrupa
Birliği ülkesi daralmıştır. Bizim yüzde 10,2
büyüdüğümüz bu yılın ikinci çeyreğinde ise Avrupada
daralan ülke sayısı 4'tür. Üçüncü çeyrekte de daralan Avrupa ülkeleri
mevcuttur.
Krizin olumsuz
etkilerini büyük ölçüde üzerinden atan Türkiye ekonomisinin 2010
yılını yaklaşık yüzde 6,8'lik bir büyüme oranıyla
tamamlayacağını tahmin ediyoruz. Bu, ihtiyatlı bir
tahmindir. Uluslararası kuruluşlar ise az önce de ifade ettiğim
gibi, Türkiye'nin bu oranın da üzerinde, yüzde 8 civarında büyümesini
öngörmektedirler.
2010
yılının dördüncü çeyreğine ilişkin veriler tabii ki bu
güçlü görünümün devam ettiğini göstermektedir. Özellikle bir veri dikkati
çekiyor. Mesela, ekim ayında sanayi üretim endeksine bakarsanız, tüm
zamanların rekorunu kırarak 128,9 seviyesine
çıkmıştır.
AK PARTİ
hükûmetleri uzun yıllar çift haneli olan, hatta bazı dönemlerde zaman
zaman üç haneye çıkan enflasyonu tek haneye indirmiştir ve küresel
krize rağmen biz enflasyonu tek hanede tutmaya devam ettik. Türkiye yüksek
enflasyona sahip ülkeler sıralamasında çok uzun yıllar
-90lı yıllarda- hep ilk 10 arasında yer almaktaydı ama
geçtiğimiz dönemde 60ıncı, hatta 80inci sıralara kadar
düştük.
Bu
yılın ilk aylarında gıda fiyatlarının etkisi ile
yükselişe geçen enflasyon son aylardan itibaren düşüş
eğilimine girmiştir. Manşet enflasyon kasım ayı
itibarıyla yüzde 7,3 düzeyindedir. Ancak gıda, tütün, enerji ve
altın kategorilerini hariç tutan çekirdek enflasyon yüzde 2,5 oranı
ile en düşük düzeyine inmiştir. Önümüzdeki aylarda enflasyondaki
düşüşün devam edeceğini tahmin ediyoruz.
Bugün
itibarıyla Türkiye'nin risk primi, kredi notu A düzeyinde olan
İspanya ve İtalya gibi gelişmiş ekonomilerden daha
düşük durumdadır. Kriz döneminde kredi notumuz farklı
derecelendirme kuruluşları tarafından kısa aralıklarla
4 defa artırılmıştır. Yine bu dönemde kredi notu iki
kademe birden artan tek ülke Türkiye olmuştur. Ülkemiz krizde
gösterdiği performans ve sağlam makroekonomik temelleri ile daha
yüksek kredi notlarını hak etmektedir. Önümüzdeki bir iki yıl
içerisinde yatırım yapılabilir ülke kredi notuna
erişebileceğimize ben inanıyorum.
Pek çok ülkede iç
borçlanma ihalelerinde talep yetersizliğinin yaşandığı
ve risk priminin yükseldiği bir dönemde, iç borçlanma maliyetlerimiz
tarihin en düşük düzeylerine inmiştir. 2002 yılında yüzde
62,7 faizle borçlanabilen Hazinemiz bugün rahatlıkla yüzde 7-8
civarındaki bir faizle borçlanabilmektedir.
Türkiye,
cumhuriyet tarihinde ilk defa iç piyasada Türk lirası cinsinden on
yıllık vade ile borçlanmıştır.
Yurtdışına ihraç edilen eurobondlarda ise vade otuz yıla
çıkmıştır. Bu tahvillerin faizleri, kredi notu Türkiye'den
daha yüksek olan ülkelerin çıkardıkları tahvillerden çok daha
düşük faizlerle bugün işlem görmektedir.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; tabii ki bu başarı tesadüf
değildir. Sağladığımız siyasi ve ekonomik
istikrar ve gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar sayesinde
sağlam makroekonomik temellere sahip bir ülke olarak krize karşı
önemli bir direnç gösterdik. Dediğim gibi bu tesadüf değildir.
Türkiyeyi bu
krizde ayrıştıran en önemli noktalardan bir tanesi, az önce de
ifade ettiğim gibi Türkiyenin sağlam finans ve bankacılık
sektörüne sahip olmasıdır. Ben burada detaylara girmek istemiyorum
ama şunu çok açık yüreklilikle ifade edeyim: Bugün Türkiye
bankacılık sektörü dünyanın en sağlam bankacılık
sektörlerinden bir tanesidir ve bu tabii ki yapılan reformlar ve
doğru uygulamalar sayesinde gerçekleşmiştir.
Yine, 2009
yılı sonu itibarıyla baktığımız zaman 27
Avrupa Birliği ülkesinde hane halkı borcunun gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı ortalama yüzde 58,6 düzeyindedir. Aynı dönemde
Türkiyeye baktığımız zaman bu oranın yüzde 15,4
civarında olduğunu görüyorsunuz. Yani Türkiyede hane halkı
yükümlülükleri birçok ülkeye göre düşük düzeydedir. Bu da yine Türkiye'nin
gücünü göstermektedir. Ayrıca hane halkının kur riski hemen
hemen yok denecek kadar düşük düzeydedir. Zira, Türkiyede tüketici
kredileri içerisinde döviz cinsi ve dövize endeksli kredilerin payı sadece
ve sadece yüzde 2dir. Diğer taraftan hane halkı kredilerinin
çoğunluğu sabit faizli olduğundan faiz riski de hemen hemen yok
denecek düzeydedir. Bu durum, Türkiye'nin küresel krizden az etkilenmesinde ve
krizden hızlı bir şekilde çıkmasında tabii ki önemli
bir rol oynamıştır.
Kamu finansman
dengeleri açısından da birçok ülkeden pozitif yönde
ayrışmış durumdayız. Tabii ki bunu 2002den bu yana
uyguladığımız sıkı maliye politikasına
borçluyuz. Bu sayede son sekiz yılda bütçe dengelerinde ve kamu borç
yükünde önemli iyileşmeler sağladık. 2002 yılında
yüzde 10,8 olan genel devlet açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranını 2007 yılında binde 2ye kadar yani
yüzde 0,2ye kadar düşürdük. Kriz nedeniyle tabii ki bir yükselmeye girdi
ama açıkladığımız orta vadeli programla tekrar bunu o
seviyeye doğru düşüreceğiz.
Şunu çok
açık yine ifade etmek istiyorum ki, eğer Türkiye 2002deki bütçe
açıkları ve borç stoklarıyla krize yakalansaydı, tabii ki
krizden çok daha farklı boyutlarda etkilenecekti. Mali disiplin sayesinde
hareket alanı sağladık bu dönemde, bunun bilincinde olarak mali
disiplini kararlılıkla sürdüreceğiz.
Hükûmetimizin
güçlü iradesi ve Orta Vadeli Programımız mali disiplinin en büyük
teminatıdır. 2002 yılında yaklaşık olarak yüzde
74 olan AB tanımlı devlet borç stoku, yani brüt borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı tabii burada, biz 2007
yılında bunu yüzde 39,4e kadar düşürdük, 2008de yine 39,5
civarında tuttuk, kriz nedeniyle yüzde 45,5 civarına kadar
çıktı ama krizden hemen sonra tekrar bunu düşüş trendine
soktuk ve bu sene muhtemelen yüzde 40 civarında bir rakama kadar
erişebileceğiz. Tabii yüzde 40 civarındaki bir kamu brüt borç
stokunun millî gelire oranı gelişmekte olan ülkelere paralel bir
orandır ancak Avrupa Birliği ortalamasının neredeyse
yarısı kadardır çünkü Avrupa Birliği ortalamasına
baktığınız zaman yaklaşık yüzde 80
civarındadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin
ortalaması gelecek sene itibarıyla yüzde 100leri
aşmış olacaktır.
Kriz döneminde
birçok ülke merkez bankasının kaynaklarına başvururken biz
tam aksine bu dönemde kamu bankalarına ve Merkez Bankasına 2001 krizi
sonrasında verilen nakit dışı iç borçlanma
kâğıtları nedeniyle oluşan borçları geri ödedik. Evet,
geçen sene biz Merkez Bankasına Hazine olarak 8 milyar lira borç ödemesi
yaptık, 2001den kalan kâğıtlar
karşılığında. Bırakın Merkez Bankasından
açıktan para basmayı, Hazineyi desteklemeyi bir kenara
bırakın, biz bu dönemde Merkez Bankasına borç ödedik. Aynı
zamanda kamu bankalarına da geri borç ödedik. Dolayısıyla
aslında bu Türkiye'nin olduğu noktayı göstermesi
açısından çok önemlidir.
Yine kriz
döneminde birçok ülke hazinesi IMF kaynaklarına başvururken biz
IMFden borç almadık, tam aksine geçmişten gelen borçları da
azalttık. Muhtemelen bu sene sonu itibarıyla IMFye olan borcumuz
yaklaşık 6 milyar dolar civarına düşmüş
olacaktır. Hatırlarsanız, 2002 sonunda, yani 2003
başlarında, bir ara 22 ile 23,5 milyar dolar civarında IMFye
bizim bir borç stokumuz söz konusuydu.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sağlam makroekonomik
temellerimizin yanında küresel krizi iyi yönetmemizin tabii ki bu pozitif
yönde ayrışmamıza büyük katkısı olmuştur. Krize
karşı proaktif önlemler aldık, likidite ve fon
akışının sorunsuz bir şekilde işlemesini ve kredi
mekanizmasının normalleşmesini sağladık, reel sektöre
destek olmak, istihdamı teşvik etmek ve finansman
kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla birçok tedbir paketini
hayata geçirdik.
Türkiye, ilk
defa, bir krizi uluslararası kuruluşlardan destek almadan, kendi
kaynaklarıyla başarıyla atlatmıştır. 2008-2010
döneminde 22 ülke IMF ile stand-by anlaşması yapmak zorunda
kalmıştır ve bu ülkelerin ekonomik performanslarıyla
Türkiyeyi karşılaştırdığınız zaman
Türkiye'nin ekonomik performansının çok daha iyi olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Bu noktada uzun
yıllar Türkiye ekonomisini takip eden birisi olarak şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ki, 1994 ve 2001 krizleri Türkiye'nin kendi iç
dinamiklerinden kaynaklandı ve bu krizleri tabii ki başkaları
yönetti, başkalarının gözetiminde yönettik. Oysaki son küresel
krizi başkaları çıkardı, biz yönettik.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biz son altmış
yılın en büyük krizini kendi tedbirlerimizle atlattık ama daha
önemlisi, bu krizin faturasını vatandaşımıza
çıkarmadık. Kriz süresince Türkiye'nin ihtiyacı olan öğretmen,
doktor, polis alımına devam ettik, kamu çalışanlarına
ve emeklilere enflasyonun üzerinde maaş artışları verdik,
ülkemizi kara yollarıyla, demir yollarıyla, hava limanlarıyla,
hastaneler, üniversiteler ve okullarla donatmaya devam ettik.
Ancak, dünyada
birçok ülke krizin faturasını doğrudan doğruya kendi
vatandaşına çıkarmak zorunda kaldı. Bu süreçte birçok
ülkede maaşlar dondurulmuş hatta bazılarında
düşürülmüş, emeklilik yaşı ve vergi oranları
artırılmış ve yeni vergiler uygulamaya konulmuştur.
Şimdi bu
düzenlemelere ilişkin bazı çarpıcı örnekleri sizlerle paylaşmak
istiyorum:
İngilterede
2011 yılından itibaren KDV oranı yüzde 17,5tan yüzde 20ye
çıkartılıyor. Çocuk yardımı dâhil sosyal
yardımlarda kesintilere gidiliyor. Üniversite öğrenci harçları
yaklaşık 3 kat artırılarak, 9 bin sterline
çıkartılıyor. Emeklilik yaşının 66ya
çıkartılması bir yasa tasarısıyla şu anda
gündemde.
İspanyaya
bir bakalım: İspanyada KDV oranı yüzde 16dan yüzde 18e
çıkartıldı. Emeklilik yaşının 65ten 67ye
yükseltilmesi planlanıyor. Kamuda 2010 yılında maaşlarda
nominal yüzde 5 kesinti yapıldı. 2011 yılında da
maaşlar donduruluyor.
Portekizde
2010da yüzde 20 olan KDV 2011 yılında yüzde 23e
çıkartılacak. Gelir vergisi üst dilimi yüzde 45e
çıkartılıyor. Askerî yatırım harcamalarında yüzde
40lık bir indirime gidiliyor.
Yunanistana
bakalım: Komşumuz Yunanistanda KDV oranı yüzde 19dan yüzde
23e çıkartıldı. Kamu çalışanlarının
maaşlarında yüzde 8 kesintiye gidildi. Emeklilik
yaşının 2015e kadar 61den 67ye çıkartılması
öngörülüyor. Vergiye tabi olmayan kilise ve kiliseye ait arsa ve arazilere yeni
vergi getiriliyor. İşçilere verilen ikramiyeler
kaldırılıyor.
İtalyada
2013 yılına kadar kamu sektöründe ücretler donduruldu. 2011
bütçesinde 5,5 milyar avroluk bir kesinti planlanıyor. Bütün
bakanlıkların harcamalarında yüzde 10luk kesintiye gidildi.
Romanyada KDV
oranı bu sene yüzde 19dan yüzde 24e çıkartıldı. Kamu
çalışanlarının maaşlarında yüzde 25, emekli
maaşlarında ise yüzde 15 kesinti yapıldı.
Litvanyada kamu
çalışanlarının ücretleri iki yıl süre ile donduruldu.
Emeklilik yaşı kademeli olarak 65e çıkartılıyor.
Ücretli doğum izni uygulamasına son veriliyor.
İrlandada
2013e kadar KDV oranının yüzde 21den yüzde 22ye, dört yıl
içerisinde yüzde 23e yükseltilmesi kararlaştırıldı. 2014
yılına kadar işsizlik maaşı ve çocuk yardımı
gibi sosyal yardım harcamalarından 2,8 milyar avroluk bir kesinti
öngörülüyor. Devlet memurlarına yapılan ödemelerde yüzde 5 ile 15
arasında kesinti yapılması planlanıyor. Emeklilik
yaşı, yine, 65ten 66ya çıkartıldı.
Yine benzer
şekilde, Almanyada askerî personel sayısı 40 bin
azaltılıyor. Kamu sektöründe çalışanların
sayısı 15 bin azaltılıyor.
Aslında,
bunun örnekleri çok daha fazladır.
Bu ülkelerin
uygulamaya koymak zorunda kaldığı acı reçeteleri görünce,
doğrusu kendimi çok şanslı hissediyorum. Doğrusu, AK
PARTİ hükûmetlerinin son sekiz yılda yaptığı
yapısal reformlar ve uyguladığı doğru makroekonomik
politikalar sayesinde krizi halkına fatura etmeyen bu ülkenin
vatandaşları olarak hepimiz çok şanslıyız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri, son sekiz
yılda Türkiye'nin birçok önemli sorununa çözüm getirdi. Kamu finansman
dengelerini iyileştirdik, enflasyonu ve faizi tek haneye indirdik,
bankacılık sistemini güçlendirdik. Sağlıkta bir devrim
gerçekleştirdik. Eğitim ve altyapıda, gelişmiş
ülkelerle aramızdaki farkı azaltıyoruz. Ancak, Türkiye hâlâ,
tabii ki cari açık ve işsizlik gibi, çözüm bekleyen iki temel
sorunla karşı karşıyadır.
Cari açık,
hızlı büyüdüğümüz 2010 yılının ilk dokuz
ayında kümülatif olarak 32,5 milyar dolar seviyesine
ulaşmıştır. Bu sene muhtemelen 40 milyar dolar
civarında bir rakama ulaşacak. Bu da gayrisafi yurt içi
hasılanın yaklaşık yüzde 5,4üne tekabül etmektedir.
Önümüzdeki dönemde, iç talepteki güçlü toparlanmanın zayıf
dış taleple birleşmesini ve emtia fiyatlarındaki olası
artışla birlikte cari açığın gayrisafi yurt içi
hasılaya oranının bu seviyelerde devam etmesini bekliyoruz.
Son dönemde
yükselen enerji fiyatları, hızlı ekonomik büyüme ve reel döviz
kurunun değerlenmesi cari açığın artışında
belirleyici olmuştur. Bu unsurların yanı sıra, yeterli
sermaye birikiminin ve ölçek ekonomilerinin olmaması, düşük
verimlilik gibi unsurlar nedeniyle ithal girdi kullanımı ve
dolayısıyla cari açıklar tabii ki artmıştır.
Türkiye
ekonomisinde büyüme oranları ile cari açık arasında
doğrudan ve güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Ülkemiz
hızlı büyüdüğü her dönemde cari açık vermiştir çünkü
yurt içi tasarruf oranlarımız düşüktür. Yurt içi
tasarrufların yatırımları finanse etmekte yetersiz
kalması, yatırımların bir bölümünün yurt
dışı tasarruflarla karşılanmasına, başka bir
ifadeyle cari açık verilmesine neden olmaktadır.
Orta ve uzun
vadede cari açığı daha makul düzeylere düşürmek için
ülkemizin yurt içi tasarruf oranlarını artırması, enerjide
dışa bağımlılığı azaltması, katma
değeri yüksek mal ve hizmet üretiminde yoğunlaşması ve
beşerî sermayesini güçlendirmesi gerekiyor.
Müsaade ederseniz
bu hususlar hakkında AK PARTİ hükûmetlerinin bugüne kadar uygulamaya
koyduğu tedbirleri sizlerle paylaşmak istiyorum:
İlk olarak,
son sekiz yılda toplam yurt içi tasarruflar içerisinde önemli bir yeri
olan kamu tasarruflarında artış sağladık yani bütçe
açıklarını azaltarak aslında Türkiye'nin
tasarruflarını artırmış olduk. Dolayısıyla
2001 yılından itibaren baktığınız zaman bu
tasarruf açığının önemli ölçüde kamudan değil, tam
aksine özel sektör tasarruflarının azalmasından kaynaklamakta,
çünkü kamu sektörünün tasarrufları yükselmiştir, tabii ki daha da
adım atacağız. Özellikle özel tasarrufları artırmak
amacıyla son yıllarda iş gücüne katılım oranını
ve istihdamı artırmak için tedbirler aldık. Finans
piyasalarının derinleşmesi ve finansal araçların
çeşitlendirilmesi hususunda gerekenleri yapıyoruz.
İkinci
olarak cari açığı etkileyen diğer bir unsur, tabii ki
enerjide dışa bağımlılığımızı
azaltacak tedbirleri aldık. Ülkemizin enerji kullanımında büyük
oranda dışa bağımlı olduğu, bir gerçektir. Ara
malı ithalatının önemli bir bölümünü oluşturan enerji
ürünleri ithalatı, son yıllarda enerji fiyatlarında yaşanan
yüksek oranlı artışla birlikte tabii ki cari
açığın büyümesine yol açmıştır. Aslında
enerji hariç tutulduğunda yani en kötü yılımızda bile
sadece yüzde 1ler civarında bir cari açık veriyoruz. Şu son
döneme baktığınız zaman, enerjiyi dışarıda
tuttuğunuz zaman Türkiyede bir cari fazla var yani cari işlemler
dengesinde bir fazla var, bir açık söz konusu değildir.
Tabii ki cari
açıkta enerji ithalatı önemlidir. Hükûmet olarak enerjide
dışa bağımlılığı azaltmak için son
yıllarda gerçekten önemli adımlar attık. Şimdi size birkaç
örneğini vermek istiyorum.
2002-2010
döneminde Türkiye'nin elektrikte toplam kurulu gücü neredeyse yüzde 50
oranında artırılmıştır. Bu artışın
yaklaşık üçte 1i yenilenebilir enerji kaynaklarından, yani
Türkiye'nin kendi kaynaklarından sağlanmıştır. Ülkemizin
su kaynaklarını enerjiye dönüştürmede 2002den bu yana çok
önemli mesafeler katettik. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki yetmiş
dokuz yılda 12.300 megavat olan kurulu hidroelektrik kapasitesini, sekiz
yılda 16.772 megavata çıkardık. Büyük bir kısmı özel
sektör eliyle su kullanım hakkı anlaşmaları çerçevesinde
yürütülen projeler tamamlandığında, bu kapasite 24 bin megavata
çıkacaktır.
Ayrıca,
Türkiye, 2002 sonunda sadece 17 megavatlık rüzgâr santraline sahip iken,
2010 yılında tabii ki bu 1.200 megavata kadar
çıkmıştır. Türkiye, rüzgâr enerjisi kurulu kapasite
anlamında bundan birkaç yıl önce Avrupada 35inci
sıradaydı, bugün 13üncü sıraya yükseldik. Öyle inanıyorum
ki, önümüzdeki yıllarda yapacağımız yatırımlarla
ilk üçe gireceğiz.
Yine, enerji
verimliliği üzerinde de hassasiyetle duruyoruz çünkü bu da önemli bir
konudur.
Üçüncü olarak, tabii
ki, katma değeri ve kâr marjı yüksek, bilgi yoğun mal ve hizmet
üretimini desteklemeye devam ediyoruz. Bu kapsamda, hükûmetlerimiz döneminde
ARGEye hiçbir dönemde olmadığı kadar kaynak aktardık. 2008
yılında çok önemli bir ARGE reformu gerçekleştirdik. Bu
çabalarımız sayesinde, Türkiye, ARGE harcamalarında, ARGE
personeli artış hızında dünyada ilk üçe girmiştir.
Kişi başına ARGE harcamamız 2002 yılında 46 dolar
iken, 2009 yılında tam 122 dolar olmuştur. ARGE
harcamalarının millî gelire oranı 2009 yılı sonu
itibarıyla binde 8,5a çıkmıştır. Bu da Avrupa
Birliği üyesi olan sekiz ülkeyi geride
bıraktığımız anlamına gelmektedir. Tabii ki, orta
vadede ARGE harcamalarını daha da yükselteceğiz.
Cari
açığın azaltılmasında, tabii ki, geleneksel
sektörlerin değişim ve dönüşümü için bir çaba içerisindeyiz.
ARGEye ek olarak, markalaşmayı ve özgün ürün geliştirmeyi
teşvik ediyoruz. Geleneksel sektörlerin fiyat avantajı
sağlayacağı bölgelere taşınmasını da tabii
ki destekliyoruz.
Cari
açığı azaltmak için 2009 yılında yeni bir teşvik
sistemini uygulamaya koyduk. Bu yeni teşvik sisteminde dış
ticaret açığının yüksek olduğu alanlara büyük
yatırımlar kapsamında özel teşvikler verdik ve burada
başarıyı inşallah sağlayacağız.
Son olarak, tabii
ki Türkiye'nin rekabet gücünü kalıcı bir şekilde
artırmamız lazım. AK PARTİ hükûmetleri döneminde gerek
beşerî sermaye yani insanımıza gerekse altyapıya önemli
ölçüde yatırımlar yaptık. Bakın, kara yollarında
gelinen nokta ortada. Burada yıllık artı 4,8 milyar liralık
bir tasarruf sağlıyoruz. Niye? Çünkü kara yolu çok şeritli yol
ağını 6.101 kilometreden 19.476 kilometreye çıkarttık.
Bu konudaki çabalarımız tabii ki devam edecek. Ama daha önemlisi,
demir yollarına da büyük ölçekte kaynak aktarmaya tabii ki devam ediyoruz,
buna öncelik veriyoruz. Bir yandan hızlı tren ağları
konusunda çalışmalarımız devam ediyor ama öte yandan da
daha önemlisi biz hem yeni raylar döşüyoruz hem de var olanları
rehabilite ediyoruz. Bakın, şu son sekiz yıl içerisinde
yaklaşık 5.500 kilometrelik demir yolu yenileme
çalışmasını tamamladık ve yılda ortalama 135
kilometre yeni demir yolu ağı yapıyoruz. 1951-2002 arasında
bunun sadece 18 kilometre olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tabii ki hava
taşımacılığında da çok önemli mesafeler katettik.
Gerçekten, Türkiye, bu konuda da özel sektörün dinamizmini kullanarak
Batıyla, dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle arayı çok
hızlı bir şekilde kapatmaktadır. 2002 yılında
sadece 2 uçuş merkezinden Türkiye içerisinde 25 ilimize uçuş
yapılıyordu. Bugün Türkiye'nin 7 merkezinden 45 ilimize uçuş
gerçekleştiriyoruz ve Türk hava yolu
taşımacılığı sektörünün cirosu 2002
yılında yaklaşık 2,2 milyar dolar iken bugün 8 milyar
doları aşmıştır.
Dünyayla rekabet
etmek için beşerî sermayenin geliştirilmesi yani eğitimin önemi
ortadadır. Bu nedenledir ki Millî Eğitim Bakanlığı
bütçesini, biz 2002 yılında 7,5 milyardan
devraldığımız bütçeyi, tam 4 kat artırarak, bu sene
içerisinde 28,2 milyar liranın üzerine çıkardık. Tabii ki,
önümüzdeki sene de Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini
yaklaşık yüzde 21 artırarak 34 milyarın üzerine
çıkartacağız. Aynı şekilde üniversitelerimize
verdiğimiz kaynakları 4 kat artırdık ve 2011
yılında da yüzde 23 artırarak 11,5 milyar liraya
çıkartacağız.
Ayrıca,
ekonominin rekabet gücünü artırmak için, Türkiyede verimliliği
artırmak için özelleştirme uygulamalarına da büyük önem verdik.
Biz, özelleştirmeyi bir gelir kaynağı olmanın çok ötesinde,
ekonomide rekabeti, verimliliği, yenilikçiliği artıracak önemli
bir yapısal reform olarak görüyoruz. Özelleştirilen kuruluşlarda
çalışanlar mağdur edilmemiş, diğer kamu kurum ve
kuruluşlarında geçici personel statüsünde işe yerleştirilme
imkânı sağlanmıştır.
Özetle,
Hükûmetimiz, cari açığı orta ve uzun vadede daha iyi, daha
yönetilebilir seviyelere çekmek için ne gerekiyorsa yapmıştır,
yapmaya devam ediyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin diğer önemli bir
sorunu tabii ki işsizliktir. Küresel krizle birlikte tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de işsizlik oranları yükselmiştir,
ancak hızla toparlanan Türkiye ekonomisi, dünyadan ayrışarak,
krizde ve kriz sonrasında istihdam yaratmayı
başarmıştır. Bakın, 2007 yılının, yani
kriz öncesi 2007 yılı sonunu alırsanız ve 2010
yılının ilk yarısına bakarsanız -benim dünya için
bulduğum veriler bu çerçevede- Türkiye ekonomisi yaklaşık 2,8
milyon kişiye istihdam yaratmıştır, ama aynı dönemde
Amerika Birleşik Devletlerinde 6,5 milyon istihdamda azalma
olmuştur, Avrupa Birliğini oluşturan 27 ülkede istihdamda 2,1
milyon kişilik azalma olmuştur. Artık Türkiyenin aslında
başarısı ortada. Bakın, 2009 yılı ki, krizin en
kötü dönemiydi, o yılda bile Türkiye net yaklaşık 83 bin
kişiye istihdam yaratmıştır ve ağustos ayı
itibarıyla son bir yıla baktığınız zaman
yaklaşık 1,1 milyon kişiye biz istihdam yarattık.
Yüksek istihdam
artışına rağmen, işsizlik oranlarının hâlâ
kriz öncesi seviyesine göre yüksek bir düzeyde olması iş gücü
piyasamızın bazı yapısal özelliklerini
yansıtmaktadır.
En başta
Türkiyede her yıl çalışma çağındaki nüfus ortalama
800 bin kişi artıyor ve yaklaşık 500 bin genç iş
gücüne katılmaktadır.
Tabii ki ikinci
olarak, ülkemizde tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki
payı, gelişmiş ülkelere oranla hâlâ yüksektir. 2002
yılında yüzde 35ler düzeyinde olan bu oranı biz yüzde 25e
kadar düşürdük ama gelişmiş ülkelere
baktığınız zaman, tarımda çalışan nüfusun
istihdamdaki payı Amerikada yüzde 1,5; G-7 ülkelerinde yüzde 2,3; avro
bölgesinde yüzde 3,6dır. Bu da şunu ifade ediyor: Tarım
sektöründen sanayi ve hizmetler sektörüne geçişler devam edecek ve tabii
ki bu da bir yapısal husustur.
İşsizlik
sorununu etkileyen diğer önemli bir husus da iş gücünün önemli bir
kısmının eğitim düzeyinin düşük olması ve
istihdam edilecek alanlarla iş gücü niteliği arasındaki
uyumsuzluktur.
Son olarak,
iş gücüne katılım oranları son yıllarda
hızlı bir şekilde artmıştır. Bakın, 2007
yılında iş gücüne katılım oranı yüzde 46,2
civarındaydı, 2010 Ağustos ayı itibarıyla bu oran
yüzde 49,7ye ulaşmıştır. İş gücüne
katılım oranındaki 1 puanlık artış aslında
telafi edilmezse işsizlikte neredeyse 2 puana yakın bir
artışa tekabül ediyor. Bu, önemli bir husustur.
Hükûmetimiz,
ülkemizin en önemli sorunu olarak gördüğü işsizliği çözmek için
kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve politikaları uygulamaya
koymuştur.
Bu çerçevede
ülkemizde işsizlik sorununun çözümü için ilk defa Hükûmetimiz bütüncül bir
çerçevede ulusal istihdam stratejisini geliştirmiştir.
Çalışmalarımız
eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi; iş gücü
piyasasının esnekleştirilmesi; kadınlar, gençler ve
dezavantajlı grupların istihdamının
artırılması; istihdam-sosyal koruma ilişkisinin
güçlendirilmesi olarak belirlenen dört temel politika ekseni çerçevesinde devam
etmektedir.
Kısa vadede
işsizliğin azaltılması ve istihdamı artırmak için
ilki 2008 yılında olmak üzere dört ayrı istihdam programı
açıkladık. Benim konuşma metnimde bunun detayları var.
Aktif iş
gücü politikalarını ilk defa AK PARTİ hükûmetleri döneminde
bütün ülke çapına yaydık. Bakın, 2008 yılında aktif
iş gücü politikalarından yararlanan sadece 32 bin kişi iken 2009
yılında bunu 213 bin kişiye ulaştırdık.
Orta vadede
istihdamı artırmak amacıyla eğitim-istihdam ilişkisini
güçlendirmeye yönelik çeşitli projeleri tabii ki hayata geçiriyoruz.
Nitekim, Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projemiz ile
beş yılda yaklaşık 1 milyon işsizi eğitimden
geçirmeyi ve başarılı kursiyerlerin yüzde 90ını
istihdam etmeyi hedefliyoruz. Yani aslında işsizliğe
karşı bir program geliştirmişiz, bir reçetemiz var, bir
çözümümüz var ve bu çözüm şu anda uygulamada.
Doğrudan
iş gücü piyasasına yönelik projelerimizin yanı sıra
yürüttüğümüz diğer birtakım önemli projeler var. Özellikle
bölgesel kalkınma projeleri bu konuda ön plana çıkıyor.
Bakın, uluslararası çalışmalara göre sulu tarıma
geçişle birlikte hektar başına doğrudan ve dolaylı
olarak 2 kişiye ilave istihdam yaratmak mümkün. Gerek GAP olsun gerek
Doğu Anadolu Projesi olsun gerek Konya Ovası Projesi olsun, bu
projeler çerçevesinde önümüzdeki dönemde yüz binlerce hektarda sulamaya
geçileceğini dikkate alırsak aslında ne kadar istihdam
yaratacağımızı çok açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Yine, biz, geçen
sene yeni bir teşvik sistemini uygulamaya koyduk ve bu teşvik sistemi
çerçevesinde ülkemize gerek dışarıdan gerek içeriden önemli
ölçüde yatırım çekmeye başladık. Bu yürürlüğe giren
yeni teşvik sistemi çerçevesinde bugüne kadar 166.732 kişiye istihdam
imkânı sağlayacak yatırımlara destek verilecektir. Bu da
çok önemlidir.
İşsizliğin
uzun vadede çözümü için eğitimin kapsam ve kalitesini de tabii ki
artıracak projeleri hayata geçiriyoruz. Bakın, en son
açıkladığımız FATİH Projesi çok önemlidir çünkü
beşerî sermayemiz güçlenirse dünyayla rekabet edebilecek gençlerimiz tabii
ki işsiz kalmayacaktır. Biz, 42 bin okuldaki 570 bin dersliğe
dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, İnternet ve çok amaçlı
yazıcı ve akıllı tahtaların sağlanmasına
yönelik altyapının kurulması için projeyi başlattık.
Ülkemizin her yerinde tabii ki eğitimde kaliteyi artıracağız.
Ama şunu çok açık bir şekilde söyleyeyim:
İşsizliği azaltmanın bir tek yolu var, o da tabii ki
istikrarlı ve yüksek düzeyde büyümedir. Bu da tabii ki siyasi
istikrarı ve doğru politikaları, bütçe disiplinini gerektiriyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekleştirdiğimiz
yapısal reformlar ve uyguladığımız proaktif maliye
politikaları sayesinde ekonomide başlayan toparlanmanın
kalıcı olmasını sağlayacağız. Biz, ülkemizin
sorunlarına uzun vadeli çözümler üretiyoruz, popülist politikalar ve seçim
ekonomisi uygulamıyoruz. Makroekonomik istikrar ve mali disiplin
önümüzdeki dönemde de temel önceliğimiz olmaya devam edecektir. Bu
anlayışla, 2011 yılı bütçesini de dünyada oluşan yeni
ekonomik konjonktürü dikkate alan, reel ekonomiyi destekleyen, aynı
zamanda sosyal yönü güçlü olan bir bütçe hazırladık.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere 2009
yılı kesin hesabı ile 2010 yılı gerçekleşme
tahmini ve 2011 yılı bütçesinden bahsetmek istiyorum.
Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı görüşülecek olan 2009 yılı bütçesinde
bütçe giderleri 268, 2 milyar lira, bütçe gelirleri 215, 5 milyar lira ve bütçe
açığı 52,8 milyar lira düzeyinde gerçekleşmiştir.
2009
yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı yüzde 5,5 düzeyinde gerçekleşirken faiz
dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yaklaşık binde 0,5 olmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde
2010 yılı sonu gerçekleşme tahminlerimizle ilgili
açıklamalarda bulunacağım.
Orta Vadeli
Program çalışmaları sırasında 2010 yılı sonu
itibarıyla bütçe açığının 44,2 milyar lira
olacağını tahmin etmiştik. Biliyorsunuz 2010 yılı
başlangıç bütçesi 50 milyar liralık bir açık öngörüyordu
fakat gelinen noktada bu açığın altında kalacağız
gibi görünüyor. Tabii ki 44,2 milyar liralık açık yaklaşık
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 4ü kadar bir seviyedir.
Aslında, biz, tabii ki gelirlerimizdeki artışın bir
kısmını gerek Ulaştırma Bakanlığına
gerek Millî Eğitim Bakanlığına gerek ARGE
harcamalarına ekstra imkân olarak sağladık. Bunu
sağlamasaydık bütçe açığını muhtemelen yüzde 3e
kadar düşürebilirdik. Ama Türkiye'nin geleceği çok önemlidir.
Türkiye'nin beşerî sermayesi, altyapısı ve tabii ki ARGEsi çok
önemlidir, daha fazla kaynak aktardık. Yani buralara ekstradan bu sene 11 milyar
liralık imkân sağlamış olacağız. Ancak, on bir
aylık bütçe gerçekleşmelerine bakarsanız, muhtemelen bütçe
açığı belki de 44,2 milyarın bile altında
kalacaktır.
Şu son sekiz
yıla baktığınız zaman, Türkiyede bütçe
açıklarını AK PARTİ hükûmetleri döneminde ortalama yüzde
3,6ya düşürdüğümüzü görürsünüz. Bir önceki sekiz yılla
karşılaştırın, yaklaşık yüzde 8,2 yani
neredeyse biz onların yarısından daha az bir bütçe
açığıyla bu işi götürmüşüz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2011-2013 yılı Orta Vadeli
Program ve Mali Plan dönemindeki bazı hedef ve politikalardan da sizlere
bahsetmek istiyorum. Orta Vadeli Mali Planda, 2011 yılı merkezî
yönetim bütçe açığının millî gelire oranının
yüzde 2,8 olarak gerçekleşeceğini, 2012 ve 2013 yıllarında
ise sırasıyla yüzde 2,4e ve 1,6ya düşeceğini öngördük.
Genel devlet açığına bakarsak, 2011 yılında
açığı 2,1; 2012de yüzde 1,8; 2013te ise yüzde 1,1e
düşüreceğimizi hedefliyoruz. Yani dikkat ederseniz biz genel devlet
açığını yine yüzde 1ler civarına indireceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı bütçesi AK
PARTİ İktidarının dokuzuncu, 60ıncı
Hükûmetimizin ise hazırladığı dördüncü bütçedir.
Bildiğiniz üzere 2010 yılı bütçesini bir krizden
çıkış bütçesi olarak hazırlamıştık ve 2010
yılında bu hedefimize ulaştık. 2011 yılı
bütçesini ise sürdürülebilir büyümenin devamlılığını
sağlarken aynı zamanda mali dengeleri de iyileştireceğimiz
bir bütçe olarak hazırladık. Birazdan detaylarını
vereceğim 2011 yılı bütçesinde faiz giderlerimizi
azaltırken, faiz hariç giderleri nominal büyüme oranının
altında tutuyoruz. Diğer yandan bütçe gelirleri ve vergi
gelirlerimizde nominal büyümeye paralel bir artış öngörüyoruz. 2011
yılı bütçe açığını, 2010 yılı
gerçekleşme tahminine göre yüzde 24 oranında düşürmeyi hedefliyoruz.
2011
yılı bütçesinin temelini oluşturan makroekonomik göstergelere
bakarsanız, bizim tahminlerimiz, yani temel aldığımız
makroekonomik büyüklükler şunlardır: 2011 yılı için
gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 215 milyar lira, büyüme oranı
yüzde 4,5; TÜFE yıl sonu tahminimiz yüzde 5,3; ihracat 127 milyar, ithalat
199,5 milyar dolar olarak hedeflenmiştir.
2011
yılı bütçesine baz oluşturan bu makroekonomik hedeflerimizin
ihtiyatlı ve gerçekçi olduğu kanısındayım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de sizlere 2011
yılı bütçesinin bazı temel özelliklerinden bahsetmek istiyorum:
2011 yılı bütçesi sosyal bir
bütçedir. Bu kapsamda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Fonuna aktarılan kaynağı yüzde 12,8 oranında
artırarak 2,2 milyar liraya çıkartıyoruz.
İlk kez AK
PARTİ hükûmetleri döneminde başlattığımız özürlü
eğitimi ve evde bakım programları için
ayırdığımız ödenekleri yüzde 33 oranında
artırarak 3,2 milyar liraya çıkartıyoruz.
Kız
öğrencilerimizin okumasını teşvik etmek amacıyla
taşımalı eğitimin kapsamını genişletiyoruz
ve bu amaçla, bütçeden taşımalı eğitime daha fazla kaynak
ayırıyoruz.
2011
yılı bütçesi reel kesimi destekleyen bir bütçedir. 2010
yılı sonu itibarıyla esnaf ve sanatkârlara
kullandırılan düşük faizli krediler için bütçeden
sağladığımız sübvansiyon 150 milyon lira
civarındadır. Şimdi biz bunu 2011 yılında yüzde 118
artırarak 327 milyon liraya çıkartıyoruz.
Esnaf ve
sanatkârlara 2002 yılında Halk Bankası
aracılığıyla kullandırılan kredi miktarı,
hatırlarsanız, sadece 153 milyon liraydı. Eylül sonu
itibarıyla 2010 yılında bu rakam 3,3 milyar liraya
çıkmış ve esnafa verdiğimiz destek tam 22 kat
artmıştır.
Yine, burada üst
limitleri 5 bin liradan 35 bin ve 50 bin liraya çıkarttık. Yani üst
limitleri 7 ile 10 kat arasında artırdık.
Bu dönemde bu
kredilerden yararlanan esnaf sayısı 4 kat artarak 63 bin kişiden
-yaklaşık olarak- 237 bin kişiye çıkmıştır.
Yine, hatırlarsanız, 2002 yılında esnafa verilen kredilerin
faizi yüzde 59 civarıydı, bugün itibarıyla yüzde 5e kadar
düşürmüş oluyoruz.
2010
yılı sonu itibarıyla çiftçilerimize düşük faizli kredi
kullandırımı için verdiğimiz 300 milyon liralık
desteği tam yüzde 158 oranında artırarak 2010 yılında
776 milyon liraya yükseltiyoruz. Evet, yani, çiftçilerimize düşük faizli
kredi kullandırtmak için bütçeden ayırdığımız
parayı yüzde 158 oranında artırıyoruz. Tarımsal kredi
faiz desteğimiz sayesinde Ziraat Bankası ve tarım kredi
kooperatifleri çiftçimize yüzde 0dan yüzde 13e kadar değişen
oranlarda faiz ile kredi kullandırmaktadır. 2010 yılı sonu
itibarıyla Ziraat Bankasınca kullandırılan düşük
faizli kredi toplamı 10,1 milyar liradır. Tarım kredi
kooperatiflerince kullandırılan düşük faizli kredi toplamı
ise 2,2 milyar liraya ulaşmış ve söz konusu uygulamadan 1 milyon
128 bin tarımsal üretici faydalanmıştır. Bakın, 2002
yılında bu sayı sadece 550 bin çiftçiydi. Bu sayı 2010
yılı sonu itibarıyla 1 milyon 135 bine
ulaşmıştır.
2011
yılı bütçesi, tabii ki, kamu görevlilerini ve emeklileri gözeten bir
bütçedir, burada da bütün detayları var ama ben sadece şunu söylemek
istiyorum: 2011 yılında en düşük devlet memuru
aylığını biz yüzde 17,9 oranında
artıracağız. Dikkat edin 2011 yılında öngörülen
enflasyon yüzde 5,3tür. Yine ortalama memur maaşını 2011
yılında 2010 yılına göre yaklaşık yüzde 13,7
oranında artıracağız. Yine, tabii ki, emeklilerimize de
benzer bir şekilde çok önemli artışlar sağlıyoruz.
2011 yılı Ocak ayında 60 liradan az olmamak üzere yüzde 4
oranında, Temmuz ayında da yüzde 4 oranında artışlar
sağlanacaktır. Yapacağımız bu artışlarla en
düşük emekli aylığı, yıllık bazda, yüzde 21,7
artmış olacaktır.
Yine
altını çizmek istiyorum, öngörülen enflasyon oranı yüzde 5,3.
Geçmişteki popülist yaklaşımlar olmasaydı muhtemelen bugün
emeklilerimize çok daha fazla imkân sağlayabilirdik.
Bugün bazı
gazetelerde bir İspanyol gazetesinde çıkan bir haberin
alıntıları var. Maalesef biz bir tekzip
yayınlayacağız. Ben hiçbir şekilde emeklilerimizin
maaşlarının yüksek olduğunu iddia etmedim. Şu çok
gerçek: Keşke imkânlarımız olsa ki imkânlarımız oluşuyor,
çok daha fazlasını hak ediyorlar, çok daha fazlasını
vereceğiz. Bakın ne diyorum? 2011 yılında en düşük
emekli maaşını biz yüzde 21,7 oranında
artıracağız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2003-2010 Kasım döneminde
TÜFEdeki artış oranı yüzde 107,3. Şunu bir yere not edin:
Yani 2003-2010 dönemi enflasyon yaklaşık yüzde 107. Peki bu dönemde
biz maaşları ne kadar artırmışız? Bakın, en
düşük memur maaşı 392 liraydı, 1.300 liraya
çıktı, artış yüzde 207 yani enflasyonun yaklaşık
2 katı. Net asgari ücret 2002 yılında 184 liraydı, 2010
yılı Aralık ayında 599 liraya çıkmış,
artış yüzde 194,3. En düşük SSK emekli aylığı
2002 yılında 257 liraydı, 2010 yılında bu 720 liraya
çıkmış, artış yüzde 180. En düşük BAĞ-KUR
esnaf emekli aylığı 2002 yılı Aralık ayında
149 lirayken 2010 Aralık ayında 578 liraya
çıkmıştır, artış yüzde 288,7. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) En düşük BAĞ-KUR çiftçi
emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 liraydı,
sadece 66 liraydı, 2010 yılında Aralık ayı
itibarıyla bu 410 liraya çıkartılmıştır,
artış yüzde 523,1. En düşük memur emekli aylığı
2002 yılında 377 liraydı, aralık ayı sonu
itibarıyla 898 liraya çıkmış ve artış yüzde
138,6. Altmış beş yaş aylığı 2002
yılı Aralık ayında sadece 24 liraydı, 2010 Aralık
ayında 101 TLye çıktı ve artış yüzde 311,7. Muhtar
aylığı 2002 Aralık ayında 97 liraydı, 2010
yılında bu 354 liraya çıkmış, artış yüzde
263,9.
Bunları niye
veriyorum? Çok basit bir şekilde, enflasyon yüzde 107, burada enflasyonun
altında kalan hiçbir kesim yoktur. Birçok kesim enflasyonun 2 katı
kadar bir maaş artışı sağlamıştır ki,
biz bunları küresel bir kriz döneminde yaptık. Bakın, size
örnekleriyle ifade ettim; birçok Avrupa ülkesinde maaşlar nominal olarak
azaltılıyor, yüzde 5 ile yüzde 25 arasında
azaltılıyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; satın alma gücü itibarıyla
da aslında bizim vatandaşımızın, emeklimizin,
memurumuzun durumu iyileşmiştir. Bakın, en düşük memur
maaşıyla satın alınabilen bazı ürünleri ben burada
tablo hâlinde listeledim. Son günlerde en fazla tartışma konusu olan
bir husus, dana eti. 2002 Aralık ayında, en düşük memur
maaşı alan bir vatandaşımız 45 kilo dana eti
alabiliyordu, bugün 51 kilo.
Mazot,
bakın
GÜROL ERGİN
(Muğla) Danaya girme, çıkamazsın.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Dana eti mi kaldı?
MALİYE BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) Bakın, bugün mazot
ŞENOL BAL
(İzmir) Kimi kandırıyorsun?
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) 2002 yılında en
düşük memur maaşıyla siz 310 litre mazot alabiliyordunuz, bugün
418 litre mazot alabiliyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yine, net asgari
ücret açısından bakalım.
Değerli
arkadaşlar, dana eti yine, 21 kiloyken 24e çıkmış.
Bakın, mazot 146 litreden 193 litreye çıkmıştır. Yani
satın alma gücü itibarıyla hangi ürüne bakarsanız bakın,
Türkiyede bütün vatandaşlarımız
Doğal gaza
baktığınız zaman, bakın, net asgari ücretle 492
metreküp doğal gaz alınabiliyordu, bugün 837 metreküp doğal gaz
alınabiliyor. Ben burada en kötüsünden size örnekler verdim.
Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, bu hususları sizlerle paylaşmak
istedim.
2011
yılı bütçesi öğrencilerimiz için daha fazla kaynak ayıran
bir bütçedir. Bakın, burs ve harç desteğini yüzde 22 oranında
artırıyoruz. Yine, öğrenim ve harç kredisi ödeneklerini yüzde
17,5 oranında artırıyoruz. 1 milyar 123 milyon ücretsiz ders
kitabını son sekiz yıl içerisinde dağıttık.
2011
yılı bütçesi özellikle özürlü vatandaşlara desteği
artıran bir bütçedir. Bakın, özürlülerin eğitimi ve evde
bakımı için 2011 yılında ödeneklerimiz yüzde 33
oranında artıyor ve 3,2 milyar liraya çıkıyor. Bakın,
burada özürlü eğitiminden 216 bin, özürlü evde bakım
programından tam 280 bin özürlümüz yararlanıyor.
2011
yılı bütçesi eğitime ve sağlığa ayrılan
kaynağın tabii ki artırıldığı bir bütçedir.
Onu daha önce zaten ifade ettim.
Yine 2011
yılı bütçesi vatandaşın sağlık hizmetlerine
erişimini kolaylaştıran bütçedir. Bakın, 2011
yılında ilk defa aile hekimliği uygulamasını bütün
ülke çapına yayıyoruz ve bunun için gerekli ödeneği 2010
yılı başlangıç ödeneğine göre yüzde 146,6 oranında
artırıyoruz; 1,3 milyar liradan 3,3 milyar liraya yükseltiyoruz.
2011
yılı bütçesi üniversitelere personel ve kaynak desteğini
artıran bir bütçedir. Yine 8 bin öğretim görevlisi kadrosu veriyoruz
ve üniversitelerimizin bütçesini yüzde 23 oranında artırarak 11,5
milyar liraya çıkartıyoruz.
2011
yılı bütçesi üniversite eğitimini Türkiyenin geneline yayan bir
bütçedir. Tabii ki artık her ilimizde üniversite var ve biz 102 tane
devlet üniversitesinin tamamını bu çerçevede destekliyoruz.
2011
yılı bütçesi, tabii ki, sosyal güvenlik sistemini destekleyen bir
bütçedir.
2011
yılı bütçesi çiftçimize destek olan bütçedir. Bakın, tarım
desteklerini, bütçede öngörülen başlangıç ödeneğini 2010 için
5,6 milyar liradan 6 milyar liraya çıkartıyoruz ve 2010
yılı sonu itibarıyla tarımsal destekleme niteliğindeki
diğer ödemelerle birlikte tarım kesimine 8,3 milyar lira
aktardık. 2011 yılında bunu 9,8 milyar liraya
çıkartıyoruz. Az önce zaten diğer dolaylı desteklerden
bahsettim.
Yine 2011
yılı bütçesi mahallî idarelere desteği artıran bir
bütçedir. Bakın, burada özellikle 2008 yılında önemli bir
reforma gittik ve merkezî hükûmetten mahallî idarelere aktarılan
kaynakları biz artırdık. Bu düzenleme ile mahallî idarelerimize
bu reform olmasaydı 2008 yılında, yani ona göre, ekstra 1,3
milyar lira, 2009 yılında 2,1 milyar lira transfer ettik. 2010
yılında bu transfer tutarı 3 milyar, 2011 yılında ise
3,2 milyar lira olmasını bekliyoruz. Böylece, kanuni düzenlemeyi
takip eden dört yıl içerisinde mahallî idarelerimize ek olarak 9,6 milyar
lira bir kaynak sağladık. 2011 yılı da böyle olacak. 2011
yılında mahallî idarelerimizin bütçeden aldıkları gelir
paylarında yüzde 10,7 oranında bir artış öngörülüyor yani
23,7 milyar liraya ulaşacak. Aslında, buna, KÖYDES, BELDES gibi
projeleri de katarsanız, toplamda 2011 yılında mahallî idarelere
27 milyar lira tutarında bir destek sağlamış
olacağız.
Bu arada
şunu da belirtmek istiyorum: Şu anda Meclisimizin gündeminde olan,
Plan ve Bütçe Komisyonunda olan çok önemli bir tasarı var. Bu tasarıyla
mahallî idarelerimize yardımcı olacağız, onlardaki ihtiyaç
fazlası personeli kamuya alarak bunların daha çok hizmet üretmesini,
bir istihdam bürosu olmaktan çıkıp bir yatırım, bir hizmet
bürosuna dönüşmesini sağlayacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Yine, 2011
yılı bütçesi, bilimi ve ARGEyi destekleyen bir bütçedir. Bakın,
TÜBİTAKa biz 2010 yılında 625 milyon lira olan ödeneğimizi
yüzde 28 oranında artırarak 800 milyon liraya çıkartıyoruz.
Yine, üniversitelerimizin ARGE ödeneklerini yüzde 23 oranında
artırarak 480,4 milyon liradan 547 milyon liraya çıkartıyoruz.
2011
yılı bütçesi Türkiyenin dört bir yanına ihtiyaç duyduğu
yatırımı götüren bir bütçedir. Bakın, 2010
yılında merkezî yönetim bütçesinde biz 22,4 milyar liralık
yatırım harcaması öngörmüştük yani başlangıç
ödeneği 22,4 milyar lira. Ancak gelir hedeflerimiz bizim
beklentilerimizden yani gelir gerçekleşmeleri çok daha iyi olduğu
için biz dedik ki: Ülkenin eğitimine, ülkenin altyapısına, ülkenin
araştırma, geliştirme geleceğine 11 milyar lira ekstradan
imkân sağlayalım. ve böylece, aslında, bu
ayırdığımız tutarla birlikte başlangıç
ödeneği 22,4 milyar lira olan yatırımlarımızı
muhtemelen 33,4 milyar lirayla bitirmiş olacağız.
Bakın, bütün
Avrupada yatırımlar erteleniyor, yatırımlar kesiliyor,
yatırım ödenekleri kesiliyor, biz ise çok önemli ölçüde, öngörülenin
çok ötesinde bir artış sağladık. Tabii ki 2011
yılında muhtemelen bu eleştirilecek. Biz 26 milyar liralık
bir ödenek öngördük yatırımlar için fakat şunu çok açık bir
şekilde ifade edeyim: Gelecek ekstra imkânları yine biz buraya
aktarmakta tereddüt göstermeyeceğiz.
Şunun
altını da çizmek istiyorum: Bugün vergi barışıyla
sağlayacağımız imkânların 1 kuruşu bütçe
gelirlerinde yer almamaktadır. Dolayısıyla oradan gelebilecek
imkânların bir kısmını tabii ki belli bir çerçevede
Türkiyenin önceliklerine harcayacağız.
2011
yılı bütçesi bölgesel gelişme projelerinin tamamını
destekleyen bir bütçedir. Ben yine burada detaylara girmek istemiyorum.
Detaylar çok açıktır. Yani gerek DAPa gerek KOPa gerek GAPa çok
önemli ölçüde ödenek ayırıyoruz ve bu ödenekleri büyük ölçüde
artırıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; şimdi sizlere 2011 yılı bütçe
büyüklüklerinden biraz bahsetmek istiyorum. 2011 yılında merkezî
yönetim bütçesinde bütçe giderleri 312,6 milyar lira, faiz hariç giderler 265
milyar lira, bütçe gelirleri 279 milyar lira, vergi gelirleri 232,2 milyar
lira, bütçe açığı 33,2 milyar lira, faiz dışı
fazla 14 milyar lira olarak öngörülmüştür. Buna göre 2010 yıl sonu
gerçekleşme tahminleriyle kıyasladığımız zaman
bütçe giderleri yüzde 5,3; faiz hariç giderler yüzde 7,1; bütçe gelirleri yüzde
10,4; vergi gelirleri yüzde 10,5 civarında artış gösterirken
faiz giderleri yüzde 4 oranında azalış göstermektedir. Böylece
biz 2011 yılında bütçe açığını bugünkü tahmin
itibarıyla yüzde 4 civarından yüzde 2,8e düşürmüş
olacağız.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; 2011 yılı bütçesi bir seçim bütçesi
değil bir istikrar bütçesidir. AK PARTİ İktidarının
bundan önceki sekiz yıllık bütçe karnesinde olduğu gibi 2011
yılı bütçesi de mali disiplin anlayışı çerçevesinde
hazırlanmıştır. Harcamalarımızı sağlam
gelir kaynaklarına dayandırıyoruz, seçim ekonomisi
uygulamıyoruz, seçim bütçesi hazırlamıyoruz. Bugüne kadarki
bütçe performansımız da mali disiplin anlayışına
bağlılığımızın en önemli göstergesidir. 2011
yılı bütçesinde faiz giderlerimizi azaltırken faiz hariç
giderleri ise nominal büyüme oranında artırıyoruz. Diğer
yandan, bütçe gelirleri ve vergi gelirlerimizin nominal büyüme oranında
artacağını öngörüyoruz. Bu suretle, 2011 yılı bütçe
açığını, 2010 yılı gerçekleşme tahminine
göre yüzde 24 oranında düşüreceğiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; faiz yükünü azaltmaya devam
ediyoruz. Bu noktada, faiz giderleriyle ilgili çok çarpıcı bir
tabloyu sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002 yılında faiz
giderlerimizin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 14,8di, yani
bütün vatandaşlarımız, bütün şirketlerimiz
çalışıyordu, gayrisafi yurt içi hasıla, yani bir katma
değer üretiyordu; bu üretilenin yüzde 14,8i kamu tarafından iç ve
dış borç faizi olarak ödeniyordu. Biz, bu oranı 2009
yılı sonunda yüzde 5,6ya indirdik ve 2010 yılı sonunda ise
yüzde 4,5a indirmeyi öngörüyoruz. Bakın, orta vadeli mali planda yüzde
3,4e düşülmesini de hedefliyoruz. 2011 yılında yüzde 3,9 olarak
öngördüğümüz faiz giderlerinin millî gelire oranı, 1992den bu yana
en düşük oranı ifade etmektedir. Aynı şekilde, 2011
yılında yüzde 15,2 olarak öngördüğümüz faiz giderlerinin bütçe
içerisindeki payı 1985ten bu yana ulaştığımız en
düşük seviyedir.
Başka bir
açıdan baktığımızda, 2002 yılında
topladığımız her 100 liralık verginin
yaklaşık 86 lirası faize gidiyordu. 2010 yılında bu
100 liralık verginin sadece 24 lirası faize gitmiş olacak. Mali
plan dönemi sonunda, yani 2013te bu tutar 18 liraya inmiş olacaktır.
2002
yılında yüzde 14,8 olan faiz giderlerinin millî gelire oranı
aynı düzeyde kalsaydı, yani aynı oranda faiz ödeseydik, 2011
yılı bütçesindeki faiz giderleri tam 179,3 milyar lira olacaktı.
Oysaki 2011 bütçesinde iç ve dış borç faiz giderlerine
ayırdığımız miktar sadece 47,5 milyar liradır.
Bu, AK PARTİ hükûmetlerinin başarısıdır. Biz, faizden
tasarruf etmiş olduğumuz bu kaynağı sağlığa,
eğitime, ARGEye ve yatırımlara harcıyoruz, yani
halkımızın hizmetine harcıyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biz bu dönemde istihdam üzerindeki
vergi ve prim yükünü azalttık. Yani işveren prim ödemelerini brüt
ücrete oran olarak yüzde 19,5ten yüzde 14,5e indirdik. OECD
sıralamasında eskiden, yani istihdam üzerindeki yükler sıralamasında
Türkiye en yüksek sırada yer alıyordu 2002 yılında veya
ikinci sıradaydı dönem dönem. Biz şimdi Türkiyeyi sekizinci
sıraya kadar düşürdük ve vergi yükünü yüzde 42,5ten yüzde 36,2ye
kadar indirdik.
Bakın yine,
teşvikler çerçevesinde kurumlar vergisini yeni yatırımlar için
yüzde 2ye kadar düşürdük. Küresel krize karşı
başarılı bir gelir politikasını tabii ki biz
uyguladık. Araştırma geliştirme faaliyetlerine tabii ki
desteği artırdık.
Vergilerde çok
önemli ölçüde indirime gittik. Kurumlar vergisi 2002 yılında yüzde
33tü, yüzde 20ye indirdik. Yeni yatırımlar için yüzde 2 ile 10
arasında. Yani biz vergileri azalttık. Gelir vergisindeki üst tarife
neydi? Yine yüzde 45ti, yüzde 35e indirdik. Yine en düşük vergi
oranı da yüzde 20ydi yüzde 15e kadar düşürdük.
Asgari geçim
indirimini uygulamaya koyduk. Bugün, eşi çalışmayan, 4 çocuklu,
asgari ücret alandan sıfır vergi alıyoruz. Hatta ortalama olarak
addedilen
Yani şöyle söyleyeyim: Bekâr ve çocuksuz, yani en ekstrem uçta
bile, çalışanlarda vergi oranını sadece yüzde 5,2ye, evli
ve 2 çocukluda yüzde 2ye kadar indirdik. Bakın yine bizden önce, 2002
yılında asgari ücretli üzerindeki gelir vergisi yükü bugünün katbekat
üzerindeydi, yüzde 9,4tü.
Eğitimde,
sağlıkta, gıdada, tekstil ve turizmde KDV oranlarını
yüzde 18den yüzde 8e düşürdük. İletişim alanında,
bakın İnternet özel iletişim vergisini biz yüzde 15ten yüzde
5e düşürdük. Daha yeni Yalın DSLde uygulanacak, yani telefon
hatsız İnternet bağlantısında uygulanacak vergiyi
yüzde 5 olarak belirledik.
Ülkemizde
aslında vergi yükü de düşüktür. Bakın, Türkiyede toplanan bütün
vergileri, sosyal güvenlik primlerini, mahallî idareler tarafından
toplanan vergileri, hepsini toplasanız, millî gelire oranlasanız,
yüzde 23,5. 30 OECD ülkesi arasında biz 29uncu sıradayız. Yani
en düşük vergi yüküne sahip ülkelerden bir tanesiyiz, Meksikadan sonra.
Peki madem böyle, neden vergilerin yüksek olduğu algısı var?
Maalesef, dolaysız vergilerle ilgili birtakım hususlar var.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, konuşması sınırsız
mı, süresi var mı? Aynı hakkı diğerlerine de
vereceksiniz değil mi?
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Sayın Bakan, Meclise konuş Meclise!
MUHARREM
İNCE (Yalova) Bize de vereceksiniz aynı hakkı değil mi?
MALİYE
BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) Bakın, dolaysız
vergilerin millî gelire oranı OECD ülkelerinde yüzde 10,9, Türkiyede ise
yüzde 10,8. Yani Türkiyedeki dolaylı vergilerin millî gelire oranı
OECD ülkelerinin ortalamasındadır. Biz 15inci sıradayız
ortalama olarak. Peki, bütün bunlara rağmen neden zaman zaman bu
tartışmalar yaşanıyor? Türkiyede problem dolaysız
vergilerin düşüklüğüdür. Onları da artırmak için birçok
tedbir aldık ve önümüzdeki dönemde bunun sonuçlarını
göreceksiniz.
Sadece son
günlerde güncel olduğu için bir hususta son bir rakam vermek istiyorum.
Bakın, 2002 Aralık ayında eğer 100 liralık benzin
alsaydınız bunun 70 lirası vergiydi. Bugün 100 liralık
benzin alsanız bunun 65 lirası vergidir. Aynı şekilde
motorinde, bugün 100 liralık motorin alsanız vereceğiniz vergi
55 lira, daha önce 60 liraydı 2002 yılında. Biz 2005-2007
yılında bir kuruş bile artırmadık. Bakın,
şunu ifade etmek istiyorum: Türkiyede bütçede maktu olan vergiler var. Bu
maktu vergilerin enflasyon paralelinde artırılması son derece
makuldür. 2002 yılını da katarsanız, yeniden değerleme
oranı yüzde 236 ama bütün ürünlerde bile, hiçbir üründe yüzde 130u
aşan bir artış söz konusu değildir.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; biz tecil ve gecikme faizlerini düşürdük,
biz sorgulu tahsilat ve e-tahsilat uygulamalarıyla hızlı ve
hatasız bir tahsilatı sağladık, kredi kartıyla
tahsilatın önünü açtık, tebligatları hızlandırmak,
kolaylaştırmak için e-tebliğ uygulamasını getirdik,
vergi incelemelerinde uyulacak esasları belirledik.
Burası çok
önemli değerli arkadaşlar, bakın, biz idareye karşı
mükellefi koruyan çok önemli düzenlemeleri bu Meclis döneminde
gerçekleştirdik, mükellefin haklarını en iyi şekilde
korumak için çok önemli düzenlemeler yaptık, yine detayları burada.
Mükelleflerin
uyum maliyetini azaltmak ve mükellef haklarını güçlendirmek için yeni
özelge sistemi kurduk. Yurt dışına çıkış
yasağı uygulamasını tabii ki yeniden düzenledik.
Ben, burada
birçok husus daha var, onları atlayacağım zamanımız
elvermediği için.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; siyasi kaygılarla alınan
kararların ve popülist yaklaşımların sonuçlarını
geçmişte hep birlikte gördük. Geçmişi suçlayarak siyaset yapanlardan
değiliz ancak şunu belirtmek istiyorum: Bu ülke AK PARTİ
hükûmetlerinden önce iç ve dış borç faiz ödemelerinin toplam vergi
gelirlerini aştığı yılları da gördü, çiftçisine,
çalışanına, üreticisine borçlu olan bir devlet dönemini gördü.
İçerideki makroekonomik istikrarsızlıkların ve altüst olan
mali dengelerin Türkiyenin ilerlemesinin önünde nasıl bir engel
teşkil ettiğinin dönemlerini biz hep beraber gördük.
Biz,
sağladığımız siyasi ve ekonomik istikrar ile bütün
bunları ülkenin kaderi olmaktan çıkardık. AK PARTİ olarak
siyasi sorumluluk ve riskleri üstlenerek Türkiyenin uluslararası
platformlarda saygınlığını tekrar
kazanmasını sağladık.
Bugün Türkiye,
sağlam makroekonomik temelleri sayesinde bölgesinin ekonomik ve siyasi
olarak en önemli ülkesi hâline gelmiştir. Hedefimiz, bilgi toplumuna
dönüşmüş, her alanda Avrupa Birliği standartlarını
yakalamış ve dünya ile en iyi şekilde rekabet edebilen bir ülke.
Bu ülke
insanının en iyiye layık olduğuna inanıyor ve bu
uğurda gece gündüz özveriyle çalışmaya devam ediyoruz. 2011
yılı bütçesi, Hükûmetimizin önceki bütçelerinde olduğu gibi
ülkemizi 2023 vizyonuna yaklaştıran bir bütçedir, 21inci
yüzyıla damgasını vuracak olan ülkemizin beşerî
sermayesine, altyapısına ve ARGEsine kaynak ayıran bir
bütçedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü Türkiye hedefi
doğrultusunda atılmış önemli bir adım olan 2011
yılı bütçesinin ülkemize, milletimize ve ekonomimize
hayırlı olmasını diliyorum. Yapacağınız
yoğun ve yorucu çalışmalar, katkı ve yapıcı
eleştirileriniz için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere
şimdiden teşekkür ediyorum.
Bu duygu ve
düşüncelerle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar.
BAŞKAN
Sayın Şimşek, teşekkür ederim.
Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 8/12/2010 tarihli 28inci
Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan
programa göre yapılacaktır. Başlangıçta bütçenin tümü
üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve Hükûmet adına
yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması
hariç, birer saat -ki, bu süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilir- kişisel konuşmalarsa onar dakikadır.
Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde şahsı
adına iki milletvekili arkadaşımıza söz verilecektir.
Şimdi,
bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz
alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın Mustafa Elitaş ve Ankara Milletvekili Sayın Bülent
Gedikli; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Batman
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Ayla Akat Ata ve
Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın
Devlet Bahçeli; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve
İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu.
Şahısları
adına, lehinde Manisa Milletvekili Sayın Recai Berber; aleyhinde
İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit. Tabii, bu ara, Hükûmetin de
söz talebi olması hâlinde Hükûmete de söz verilecektir.
Şimdi
gruplar adına ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
Kayseri Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mustafa
Elitaşa aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
Elitaş , buyurun.
Bir saatlik
süreyi iki arkadaş kullanacaksınız; sizin süreniz otuz
dakikadır efendim.
AK PARTİ
GRUBU ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle
bütçenin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye
Bakanımız olmak üzere, Maliye Bakanlığı
çalışanlarına, ilgili kurum ve kuruluş temsilcilerine ve
yine, bütçe kanununun Genel Kurula sunulmasında, yoğun bir
çalışma süreci içerisinde, emeklerini esirgemeyen Plan ve Bütçe
Komisyonunun Sayın Başkanı ve değerli üyelerine ve
aynı şekilde, demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından
eleştiri hakkını demokratik bir şekilde
gerçekleştiren, eleştirileriyle katkı sağlayan Plan ve Bütçe
Komisyonunun değerli üyelerine sevgilerimi, saygılarımı
sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılı bütçesi AK
PARTİ İktidarları döneminde hazırlanan dokuzuncu bütçeyi
oluşturmaktadır. Bütçe kanununun hazırlanması,
görüşülmesi, kabul edilmesi ve yayımlanması bütçe
hakkının bir gereğidir. Bütçeler, devletin gelir ve giderlerinin
nasıl toplanacağı, gelirlerinin neler olacağı, bu
konuda nasıl izin verileceği hakkında ve bu toplanan gelirlerin
nasıl harcanacağı, giderlerin neler olup nasıl
yapılacağı konusunda ilgililere yetki veren kanunlardır.
Genel anlamda
bakıldığında, bütçelerin mali yönleri yanında ekonomik
ve sosyal yönleri de vardır, olması da kaçınılmazdır.
Millet adına, yasaların verdiği yetkiyle vergi toplayan, kamu
kaynakları elde eden hükûmetlerin bu gelirleri dağıtırken gözetmesi
gereken temel unsurlardan birisi de sosyal etkilerinin en iyi ve en verimli
şekilde kullanılmasının gerçekleştirilmesidir.
Hükûmetler, bir yıl içinde millete sunacağı kamusal hizmetleri,
izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar.
Kısaca bütçeler, devletin nerelere ne kadar kaynak
ayıracağını ve bu kaynakları nelerden
sağlayacağını gösteren önemli belgelerdir.
Bütçeler bir
tahmin vesikasıdır. Geçmişte yapılanların
ışığında, gelecekle ilgili beklentiler, ekonomik ve
sosyal hayatın gelecekte nasıl olacağını ifade eden
bütçelerin en önemli özelliği, bütçe kalemlerinin, bütçe
rakamlarının ilgililer tarafından inandırıcı
bulunmasıdır. Eğer bütçe rakamları, bütçe tahminleri,
piyasa yapıcıları tarafından, kamuoyu tarafından
inandırıcı bulunmazsa, doğruluğu hakkında olumlu
kanaat oluşturulmazsa bütçe sonuçları hayal
kırıklığını da beraberinde getirir. Bu
inandırıcılık algılaması, sadece Türkiye içindeki
fertlerle, yerleşiklerle alakalı değil, aynı zamanda
dünyanın diğer ülkelerindeki fertlerle, ilgililerle ve aktörlerle de
çok alakalı ve etkili, önemli unsurlardan birisidir.
Güçlü bütçe
yapmak güçlü ülkelerin işidir. Bir bütçe ne kadar güvenilir, öngörülebilir
ise ülkenin küresel ekonomi içindeki yeri de o denli sağlam ve güçlü olur.
Geçmiş yıllarda yapılan bütçe kanunlarındaki en önemli
eksik, biraz önce önemini ifade etmeye çalıştığım,
güvenilirlik, uygulanabilirlik ve inandırıcılığın
olmaması, ilgili hükûmetlerin yaptığı bütçelerin kamuoyunda
karşılığını bulmamasıdır. O anlamda
bakıldığında, 2003 yılına gelene kadar, özellikle
1990dan sonra, Türkiye ekonomisinde inişli çıkışlı
dönemler sıkça yaşanmıştır. İki yıl, üç
yıl büyüme gerçekleştirilirken, ardından büyük bir küçülme
maalesef beraberinde gelmiştir ve bu da çöküşle
sonuçlanmıştır.
Hükûmetlerin
iktidarlarını korumak için yaptıkları popülist
yaklaşımlar ile muhalefetin iktidarı koparabilmek için uçsuz
bucaksız, mesnetsiz, dayanaksız, kaynaksız vaatleri büyük bir
vaat yarışını da beraberinde getirmiş, bu yüzden de
ekonomide İki ileri bir geri, bir ileri iki geri. sistemi hareketleri
kaçınılmaz olmuştur. Açıkça, 1990 başından 2002
yılı sonuna gelene kadarki dönemde bir manada popülizm
yarışı vaat yarışı şeklinde
yaşanmış, geçmiştir denilebilir.
Özellikle, 1991
yılından 2002 yılı sonuna kadar geçen sürede ikili, üçlü,
hatta dörtlü koalisyonların yaşandığı, bunlar
yetişmediği takdirde çeşitli vaatler ve tavizlerle
dışarıdan desteklerin sağlandığı hükûmetleri
de yaşadığımız ilgili dönemde yapılan bütçeler,
maalesef kamuoyu nezdinde inandırıcılığını
sağlayamamıştır.
14 Ağustos
2001 tarihinde, milletin isteği ve güçlü desteği neticesinde,
Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde kurulan AK PARTİ
kadroları, kurulduğu günden Kasım 2002de iktidara gelene
kadarki süre içinde Türkiye ekonomisindeki aksaklıkları derinlemesine
inceleyerek, tam detaylarıyla irdeleyerek ortaya koydukları reçeteyi
Acil Eylem Planı adı altında kamuoyuyla
paylaşmıştır. İlk defa, bir hükûmet kurulurken,
programını yaparken halka bir taahhütte bulunmuştur. Türkiye'nin
önündeki açmazları bir aylık, üç aylık, altı aylık, on
iki aylık dilimler hâlinde ayırarak bir kısmını da bir
yıldan fazla, yıllara yayarak bir eylem planı sunmuştur.
Milletin yüzde 34 oyuyla Parlamento çoğunluğunu sağlayan AK
PARTİ İktidarı derhâl kolları sıvamış ve
halka, kamuoyuna taahhüt ettiği 205 başlık altındaki Acil
Eylem Planı'nı hayata geçirmeye başlamıştır.
Devlet Planlama
Teşkilatı tarafından hazırlanan 2004 yılı Acil
Eylem Planı uygulama sonuçlarını gösteren raporlara göre,
58inci Hükûmetin bir aylık 14 faaliyet ile üç aylık 25 faaliyetin
tamamını 2004 yılı sonu itibarıyla
gerçekleştirdiği, altı aylık 39 faaliyet taahhüdünün
33ünü, on iki aylık ve daha uzun süreli 82 faaliyetin ise 32sini
gerçekleştirdiği görülmektedir. Kısaca, AK PARTİ
hükûmetleri, beş yıllık icraat dönemi içerisinde öngördüğü
205 başlığın 148ini bir yıllık süreç içerisinde
gerçekleştirme başarısını ortaya koymuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, bir atasözümüz
vardır: Geçmişte yaşananları insanoğlu unutur.
Hafızai beşer nisyan ile maluldür. diye ifade edilen, insan
belleği unutma özürlüdür diye açıklayabileceğimiz atasözünü
bugünlerde, 2002 yılına gelene kadarki Türkiye'nin
konuştuğu meseleleri sizlerle paylaşmak istiyorum: 205
başlık altında ortaya koymaya
çalıştığımız, İktidara geldiğimiz
takdirde bu meseleleri düzelteceğiz. diye, milletimize taahhüt
ettiğimiz meselelerin neler olduğunu çok kısa
başlıklar hâlinde sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 2002 yılına gelene kadarki konuştuğumuz en
önemli meselelerin başında Türkiyede enflasyon meselesi vardı.
Hep beraber, ta 1980lerin başından itibaren buna değişik
değişik isimler koymaya başlamıştık, enflasyon
canavarı diye söylemiştik. Enflasyon, vatandaşın cebindeki
kaynaklarını, değerlerini, alın terini habersizce yutan,
habersizce ortadan kaldıran ve zengini daha zengin, fakiri daha fakir
yapan, adaletsiz bir gelir dağılımını, gelir paylaşımını
ortaya koyan bir sürecin olduğunu ifade etmiştik ama şimdi 2010
yılına geldiğimiz, 2011 yılının arifesinde
olduğumuz şu süreçte Türkiyede enflasyonun artık gündemden
düştüğünü, enflasyon hedeflemesiyle enflasyon gerçekleşmesi
arasındaki yüzde 1lik, yüzde 2lik oynamaların muhalefet
tarafından eleştiriye maruz kaldığını görüyoruz.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Hangi yüzde 1?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bakınız, değerli milletvekilleri,
2002 yılından önce bir aylık enflasyon yüzde 10lara, yüzde
15lere ulaşırken şu anda Türkiye ekonomisinde yüzde 7,5luk,
yüzde 8 civarındaki 2010 yılı enflasyonuyla karşı
karşıya kalacağız. Bizim, enflasyon oranını yüzde
5lerde, yüzde 6larda tutmak gibi hedeflerimiz olmasına rağmen, 2008
yılında başlayıp 2009 yılında dünyaya
yayılan küresel krizin etkisiyle yüzde 7 civarında gerçekleşen
enflasyon ve beklentilerimizin 5 olması, 1-2 puanlık fark muhalefet
tarafından eleştiriliyor. Tabii ki eleştirecekler, hakları
ama geçmiş döneme baktığımızda, 2002
yılından önceki enflasyon verilerini değerlendirdiğimiz
zaman şu anda Türkiye'nin gündeminde enflasyonun var
olmadığını işaret etmemiz ve bunda da gerçeği
tespit etmemiz gerekir.
FARUK BAL (Konya)
1999la 2002yi de rakamlarla söyle.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) 1999-2002 yılı verilerine de
geleceğim, biraz sonra onu göreceğiz.
Bakınız,
değerli milletvekilleri, 2002 yılı sonu itibarıyla
Türkiyede konuşulan en önemli meselelerden birisi de
vatandaşımızın, SSKlı bir işçinin
sağlık hizmetlerinden faydalanması için gerekli olan zahmet ve
emekti. İşçimiz, rahatsızlanır, hastalanır,
işverenine gider, vizite kâğıdını alır. Vizite
kâğıdıyla birlikte SSK hastanesine başvurur, sıra
bekler. Sabahtan akşama kadar sıra bekler. Sıra gelirse,
şansı varsa ne âlâ, doktor tarafından muayene olur ve doktor
vizitesini yazar. Bu çile, bu zulüm bu anda bitmez, arkasından tekrar ilaç
kuyrukları başlar. İlaç kuyruklarında zamanları geçer.
Bir taraftan işveren işçisinin sağlığına
kavuşup bir an önce üretime dönmesi için beklerken, öbür taraftan sağlığını
kaybetmiş işçi, bir an önce sağlığına
kavuşabilmek için büyük bir zaman, büyük bir efor sarf eder. Bir taraftan
hastalığın verdiği eziyet, öbür tarafta kuyruklardaki,
doktor kuyruğundaki, hastane kuyruğundaki çile, maalesef işçiyi
hayatından bezdirir.
SSK
hastanelerinde doluluk oranı yüzde 100ün üzerindeyken, işçilerin
sağlık kontrolünden geçmeleri sıhhi bir ortamda
yapılmazken, denetimlerin tam manasıyla veya teşhisin tam
manasıyla, tedavinin gerçek anlamda uygulanamadığı bir
süreç yaşanırken, devlet hastanelerindeki doluluk oranı yüzde
35ler civarında. Bir taraftan devlet hastanelerinden BAĞ-KURlular,
devlet memurları faydalanır ama öbür taraftan SSK işçilerinin bu
hizmetlerden faydalanması maalesef çok zor olur.
Biz ne
yaptık? Tek çatı altında sağlık sistemini
birleştirdik ve tek çatı altındaki sağlık sistemini
birleştirirken bu anlamda da özel hastanelerden, fakültelerden hizmet
sağlanmasını, bu hizmet sağlayışıyla
birlikte ücretsiz olarak yine sağlıkla ilgili
kuruluşlarımızın, sosyal güvenlik
kuruluşlarımızın bu konuyu
karşılayacağı şekilde düzenlemeyi yaptık ve bir
anda, işçimizin sağlık kuruluşlarındaki çektiği
çileyi bitirdik. O dönemde sağlık kuruluşlarının tek
çatı altında birleştirilmesiyle ilgili muhalefetle
yaptığımız tartışmaları
hatırlıyorum ve gerçekten, AK PARTİ İktidarı döneminde
yapılan bu icraatın vatandaşımıza ne büyük bir
kolaylığı beraberinde getirdiğini de ifade etmeye
çalışıyorum.
2004
yılı, 2005 yılı bütçeleri konuşulurken 2002
yılı öncesinde çok önemli hadiseler geçerdi. Hastaların
hastanelerde rehin alındığı süreçleri
yaşamıştık. Öyle ki sosyal güvenlik sistemine
bağlı BAĞ-KURlu veya SSKlı bir vatandaş, herhangi
bir şekilde, acil durumlarda fakülte hastanelerine gittiği takdirde,
Sosyal Güvenlik Kurumunun taahhüdü olmasına rağmen ayrıca
vatandaştan senet alınırdı. Vatandaş
hastalığı bitip taburcu olma durumuna geldiği noktada
senedini ödemediği takdirde rehin durumuyla karşı
karşıya kalınır, eş dost veya bu konuyla ilgili bir
milletvekilinin yardımına muhtaç kalınır, milletvekili
telefon açar Ne olur bizim hastamızın bu borçlarıyla ilgili
durumu yapın, SSK, BAĞ-KUR size üç ay sonra, dört ay sonra bunu
ödeyecek. diye büyük sıkıntılarla
karşılaşırdı. 2004 yılı bütçe
görüşmelerini burada yaparken -çok iyi hatırlıyorum-
bakınız, değerli milletvekilleri, 2004 yılında, 2005
yılında muhalefet partilerine biz sağlık sisteminde hiçbir
hastanın rehin kalmayacağını ifade ettiğimiz dönemde
muhalefet teker teker bazı illerde uç örnekler bularak Şu hastanede
şunlar rehin kalmıştır. diye bir örnek, iki örnek bulmak
için gayret sarf ediyordu ama 2010 yılında ve 2011 Türkiyesine
giderken bunlar tamamen gündemimizden dışarıya
çıkarıldı.
Yine, en önemli
meselelerden birisi emeklilerin maaşlarını alabilmeleriydi. Çok
düşük seviyede olan emekli maaşlarını alabilmek için banka
önündeki kuyrukları hep beraber hatırlıyoruz. Sabah erkenden,
gün doğmadan yaşlı başlı insanlarımız,
emeklilerimiz banka veznelerinin, banka kapılarının önünde
kuyruğa dizilir, onlar emekli maaşlarını almak için çile
çekerlerdi sabahtan akşama kadar. Bunun için bir çözüm bulalım. dediler,
Tek numaralar şu gün gitsin, çift numaralar bu gün gitsin. diye. Yani o
gün içerisinde çözüm bulmak için bu gayretler de maalesef imkân
sağlamadı. Biz ne yaptık? Geldiğimiz dönemde Sadece devlet
bankalarıyla değil, kurum ve kuruluşlar istedikleri bankalarla
anlaşarak, kamuda olan çalışanlarının
maaşlarını istedikleri şekilde ödeyebilir. dedik ve emekli
maaşlarının alınma çilesini bir anda bitirme imkânına
kavuşmuş olduk.
Değerli
milletvekilleri, bir de geçmiş dönemdeki en önemli, konuşulmayan konulardan
birisi Tasarrufu Teşvik Fonu diye ifade edebileceğimiz, 2002
yılından önce alınmış ve
dağıtılması çoğu zaman aklının ucundan
geçirilmemiş veya dilinin ucundan geçirmekten, söylemekten, ifade etmekten
çekinildiği, nema diye adlandırdığımız bir
süreç yaşadık. Yaklaşık 14 milyar TLnin, o zamanki parayla
14 katrilyon liranın nasıl ödeneceğiyle ilgili bir süreci
yaşadık. Biz, iktidara geldiğimiz süreçte, Devletin
vatandaşa borcu olmaz. ilkesinden hareketle, millet adına toplanan,
milletin dört gözle beklediği paraları, sıkıntı
içerisinde yaşayan, 2001 krizinin bütün imkânsızlıkları
içerisinde hayatını idame ettirmeye çalışan
insanlarımızın nemalarını belirli bir periyot
dâhilinde ödeme imkânını gerçekleştirdik. Olmaz. denilenleri
yapma şartını ve bunu da hayata geçirmenin
başarısını göstermenin hep birlikte gururunu
yaşıyoruz. Buna Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu içerisindeki milletvekillerinin çok önemli
katkılarını da ifade etmek istiyorum.
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Çok katkıları var, çok parmak kaldırdılar!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Muhalefette olan
arkadaşlarımızın da desteğini inkâr etmemek
lazım. Sizin de, eğer o dönemde bulunmuş olsaydınız,
bizimle birlikte, yaptığımız bu doğrulara parmak
kaldıracağınıza inanıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Elitaş, lütfen karşılıklı
konuşmayalım. Genel Kurula hitap edin Sayın Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Değerli milletvekillerim, Türkiye
ekonomisinde çeşitli dönemlerde krizlerle karşı karşıya
kaldığımızı ifade etmek istiyorum. İlk defa
krizlerin yaşandığı dönem 1969lara bağlanabilir, 1980
yılına gelen süreç görülebilir, 1994 yılındaki ekonomik
krizi, ekonomik daralmayı ifade edebiliriz, bir de 2000 yılında
başlayıp 2001 yılında ortaya çıkan krizleri de göz
ardı etmemiz mümkün değil.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, 1994 krizi ile 2001 krizi birbirine paralel
krizlerdir. 1994 krizindeki yönetimdeki basiretsizlik, Türkiye ekonomisindeki
öngörüsüzlük 2001 krizinde de aynı şekilde kendisini ortaya
koymaktadır. 2000 yılının sonuna doğru on sekiz tane
bankaya el konulmuş, 2000 yılının Kasım ayında,
Aralık ayında altı tane bankaya el konulmuşken, kriz bar
bar bağırırken, krizin ayak sesleri güçlü bir şekilde
duyulurken, sağır sultan dahi duymuşken, maalesef, üçlü iktidar
döneminde krizle ilgili hiçbir öngörü ve duyum ortaya konulmamış,
tedbirlerle ilgili bir adım dahi atılmamıştır. 19
Şubat tarihinde ortaya çıkan bir Anayasa kitapçığıyla
Türkiye ekonomisinde bir günde, bir gecede hepimiz bir anda fakirleşmek
mecburiyetinde kaldık. Ekonomiyle ilgilenenlerin o görüşme içerisinde
çıpalı kur sisteminden değişken kur sistemine geçilmesi
noktasındaki ilgililerin arada toplantıdan çıkarak hemen mevduat
hesaplarını, TL cinsinden olan hesaplarını döviz cinsine
çevirdiği günleri de birlikte hep beraber yaşadık.
Yine o günde,
ekonomi yönetimine veya ülke yönetimine yakın olan çevrelerin Merkez
Bankasından o gece içerisinde ne kadar dövizi satın
aldıklarını, bu dövizi satın almalarından dolayı
bir gecede ne kadar büyük rakamların -3 milyar dolar civarında-
birilerinden milletin paralarının, milletin kaynaklarının
birilerine kaynak olarak transfer edildiğini hep beraber
yaşadık.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Siz ne yaptınız?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) 2001 yılındaki daralma
-bakınız- iç yönetimin dengesizliğinden, iç yönetimin
uzlaşma kabiliyetinin olmadığından, üçlü iktidarın
iktidarı kurarken Şu banka senin, bu banka benim; şu
yatırımcı kuruluş benim, öbür yatırımcı
kuruluş senin; şu köye hizmet eden kurum benim, bu köye hizmet eden
kurum senin. diye paylaşım mücadelesini verirken hâlbuki
yeterlilikle mücadele değil ortaklık dengesini korumak için
yaptıkları gayret içerisinde millete hizmet etmek yerine
yandaşlarına Nasıl imkân sağlayabiliriz? şeklindeki
bir sürecin yaşandığı dönemi görüyoruz ve o gün 5,7lik bir
daralmayla karşı karşıya kalıyoruz.
2007
yılında Amerika Birleşik Devletlerinde başlayıp 2008
yılında dünya ekonomisine, Avrupa ekonomilerine sirayet etmeye
başlayan ve 2008in son çeyreğiyle 2009 yılında
ağır etkilerini hissettiğimiz küresel krizin oluş
sebeplerindeki 2009 yılındaki Türkiye ekonomisindeki daralma ki,
bunda sadece 2001 krizindeki Uzak Doğu ülkelerindeki etkinin Türkiyeye
yansımaları çok büyük bir darbe ortaya çıkarmışken
dünya ekonomisinin en büyük ülkesindeki ortaya çıkan daralmanın
tsunami etkisiyle birlikte bizde ortaya koyduğu süreç 4,7 civarında
bir daralmayı da beraberinde getirmiştir.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Amerikanın 2 misli oldu bizde, Amerikanın 2 misli!
Krizin merkezi Amerikaydı. İyi yönetim bu!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) 2001 yılında Amerikada hiç kriz yoktu,
2001 yılında dünyanın hiçbir yerinde kriz yoktu. O kadar güzel
yönettiniz ki, o kadar güzel bir iş yaptınız ki 5,7ye
çıkardınız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Sen ne yaptın?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Hiç ortada bir şey yokken, ortada hiçbir
şey yokken kendi başınıza
çıkardığınız krizle belli bir noktaya getirdiniz.
Bakınız
.
BAŞKAN
Sayın Elitaş, lütfen karşılıklı
konuşmayalım.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Sen nasıl yönettin?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Sayın Başkanım
BAŞKAN
Lütfen Genel Kurula hitap edin siz.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Yüzde 15 daralma nerede görülmüş, nerede görülmüş? Bizden
daha çok daralan var mı, bizden daha çok küçülen var mı?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bakınız, değerli milletvekilleri,
2008 yılına gelirken Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki
yaşadığı olumsuzlukları Türkiyede de yaşayan ve
yaşatan farklı olaylarla karşı karşıya
kaldık. 22 Temmuz tarihindeki öne alınmış seçime gitmenin
hangi şartlarda oluştuğunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Masal anlatıyorsun, masal
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Ağustos 2007 tarihindeki
Cumhurbaşkanlığı seçimine geliş sürecini hangi
sıkıntılarla yaşadığımızı çok iyi
biliyorsunuz. Daha yedi ay önce milletin yüzde 47sinden ibra almış,
yaptığı hizmetlerin, yaptığı programların
başarısı millet tarafından taahhüt edilmiş,
belgelenmiş bir siyasi iktidar hakkında 14 Mart 2008 tarihindeki
açılan kapatma davasının Türkiye ekonomisine ne büyük zararlar
verdiğini hep beraber görüyoruz, biliyoruz. 14 Mart 2008 tarihi Cuma
günüdür. Cuma günü kapatma davasını açan başsavcıya
sordular Niye 16.35te yaptınız? deyince Piyasalar bundan
etkilenmesin. dedi. İktidardaki yüzde 47lik bir partiyle ilgili
yapılan böyle bir hareketin piyasaları ne kadar olumsuz
etkileyeceğinin bilinci altında olmasına rağmen,
Türkiyedeki yaşayan insanların bundan ne büyük zararları olacağını,
bunlarla hangi zararlara maruz kalacağını bilmelerine
rağmen buna cesaret edilmiş ve AK PARTİye kapatma davası
açılmış.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Yani öyle olmasa hiç kriz olmayacaktı
BAŞKAN
Sayın Günal
Sayın Günal, lütfen
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Biraz gerçekçi olsun Sayın Başkanım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bu süre içerisinde bütün
imkânsızlıklara, bütün sıkıntılara rağmen Hükûmet
basireti elden bırakmamış, mali disiplini elden
bırakmamış, kararlı bir şekilde, milletine
verdiği sözü yerine getirmek için, ekonomik şartları, hiçbir
etki altında kalmadan, 2009 yılındaki mahallî idareler seçimini
de hiç dikkate almadan mali disiplini kararlı bir şekilde
uygulamış ve istikrarla, güvenle birlikte Türkiye ekonomisinin, dünya
ekonomilerinin yaşadığı krizden minimum seviyede
etkilenerek çıkmasına büyük bir katkı
sağlamıştır. Biz hep söylüyoruz, Dünyadaki ekonomik kriz
bütün ülkeleri derinden etkiledi ama Türkiye ekonomisini teğet geçti.
dediğimiz ifade bundan kaynaklanmaktadır.
Siz 2001
yılında Uzak Doğuda bir veya iki ülkede ortaya çıkan etkinin
sonuçlarını 5,7 şeklindeki bir küçülmeyle, bir gecede
doların 600 liradan 1.200 liraya çıktığı bir süreci
yaşarken, Türkiye ekonomisi 2008-2009 yılında ortaya çıkan
mali piyasalardaki bozukluğu çok hafif sıyrıklarla atma
becerisini ortaya koymuştur.
Şimdi,
değerli vatandaşlarıma şunu ifade etmek istiyorum: Bundan
önceki süreçte yaşananların yaşandığı bir
ortamda, eğer 2008 yılında yaşanan yüzyılın en
büyük krizi diye ifade ettiğimiz bir süreçte AK PARTİ
İktidarı olmamış olsaydı, bizden önceki iktidarlar
olmuş olsaydı, bizden önceki koalisyonlar olmuş olsaydı,
şu anda belki, Türkiye, 2008 yılındaki İzlandanın
konumuna düşüp, artık dünya ülkelerinden, IMFden para da bulamaz
noktaya gelip belirli değerlerini -Yunanistanın şu anda
Adalarını satıyor. şeklinde medyada yer
aldığı gibi- pazarlama noktasına getirecek iktidarlarla
karşı karşıya olacaktı.
Şimdi
milletimiz şükrediyor, diyor ki: İyi ki 2002 yılında ben
yüzde 34le AK PARTİyi iktidara getirmişim, iyi ki 2007
yılında ben yüzde 47yle AK PARTİyi iktidara getirmişim.
diye millet şükrediyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Siz belki bunları anlamayabilirsiniz ama millet
bunları çok iyi bir şekilde anlıyor.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Haziranda göreceğiz bakalım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) İnşallah 2011 yılında
yapacağımız seçimlerde de yine, sekiz yıllık AK
PARTİ İktidarı dönemi içerisinde, bütün olumsuz şartlara
rağmen, muhalefetin acımasız ve kantarın topuzunu, ölçüsünü
hiç tutturamadığı bir süreç içerisinde yaptığı
eleştirilerine rağmen, millet kimin doğru söylediğini,
kimin farklı bir şekilde söylediğini açık ve net bir
şekilde görüyor. 2011 yılındaki seçimlerde de inşallah
bununla ilgili değerlendirmelerini yapacak.
Değerli
arkadaşlar, biz iktidara gelirken üç meseleyi gündeme getirdik. Bir: Yoksullukla
mücadele edeceğiz. dedik. İki: Yolsuzlukla mücadele edeceğiz.
dedik. Üç:Yasaklarla mücadele edeceğiz. dedik.
2002
yılından bu tarafa, iktidara geldiğimiz günden bu tarafa
çeşitli değişikliklerle, Anayasadaki
yaptığımız değişikliklerle yasakları minimum
seviyeye getirip özgür bir Türkiyeyi, konuşan bir Türkiyeyi
gerçekleştirebilmek için Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan
milletvekillerimizin desteğiyle birlikte ve en son milletimizin
onayıyla birlikte 12 Eylül 2010 tarihinde Ben yasaksız bir Türkiye
istiyorum. diyen halk oylamasının sonuçlarını gördük.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Siz konuşurken iyi, başkası konuşsa
kötü.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Kim için yasaksız?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) İnşallah, halk oylamalarının
sonuçlarındaki mesajı hepimiz iyi bir şekilde
algılayabilirsek, hepimiz doğru okuyabilirsek 2011 seçimlerinden
sonra burada bulunan siyasi partilerle hep birlikte -kim olur kim kalır-
yepyeni bir Anayasayı yapma şerefi Türkiye Büyük Millet Meclisinin
24üncü dönemindeki Parlamentosu üyelerine nasip olacaktır diye
düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, bizim bu süreç içerisindeki yaptığımız,
milletimizle paylaştığımız çok önemli
kaynaklarımız var. Bakınız 58inci Hükûmet iktidara gelir
gelmez yoksulluk sınırının altında ücret alan
emeklilerimize 75 lirayla 100 lira arasında seyyanen zam yaptı. O
zaman Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı itiraz etti Bu
kaynağı nereden bulacaksınız? Zaten 2001 yılı etkilerini
çözmeniz, etkilerini azaltmanız mümkün değil, kaynak
bulamazsınız. dedi. Kaynak 3 milyar liraydı yani 3 katrilyon
lira kaynak bulunmaz. denildi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Ne zaman itibarıyla?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Biz dedik ki: Bunun özü, bunun kaynağı
millettir. Bizden önceki dönemde faiz kıskacında boğulmuş,
gelirinin büyük bir kısmını, vergi gelirlerinin çok büyük bir
kısmını faiz giderlerine harcamak mecburiyetinde kalan ülkenin
güven veren, istikrar sunan bir iktidarı sayesinde faiz gelirlerinde
artış değil hatta göreceli, hatta uzun vadede
baktığımızda önemli bir düşüşün var olduğunu
görüyoruz.
HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) Faiz gideri, gider gider
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) 2001 yılında vergi gelirleri faiz
gelirlerini karşılayamamış üste 3 lira borçlanma
ihtiyacı hisseden bir hükûmetten 2002 yılında vergi gelirleri
ancak faiz gelirlerinin yüzde 80ini karşılayabilen bir ülke konumuna
gelmiş.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Faiz haram değil mi Sayın Elitaş?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Şu anda vergi gelirleriyle faiz gelirlerini
karşılaştırdığımızda vergi gelirlerinin
faizleri karşılama oranının çok yüksek noktaya
çıktığını milletin alın teriyle ödediği
vergileri yine millete kaynak olarak aktardığımızı
görüyoruz. İlki, emekli maaşlarındaki
artırdığımız seyyanen paralar. Arkasından Susuz
köy kalmayacak. dedik, Yolsuz köy kalmayacak. dedik; Su medeniyettir
dedik, Yol medeniyettir. dedik, köylere su götürdük. Bizden önceki dönemde
sulu köy nasıldı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bir
köyün meydan çeşmesi vardı. O meydan çeşmesinde -hatta bunun da
şarkıları, türküleri olurdu, filmleri olurdu- herkes
bakracını, bidonunu alır, çeşmesinde evinin
ihtiyacını karşılamak için giderdi.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Artık millet film de yapamayacak!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Ama biz KÖYDES projesiyle birlikte artık her
eve su verme imkânını, her köye yol götürme imkânını
sağladık. Nereden sağladık? Milletin kaynaklarını
en verimli şekilde kullanarak, tüyü bitmedik yetimin hakkını en
iyi şekilde koruyarak, ihalelerdeki en yüksek oranları en düşük
oranlarla
Yüzde 10luk, 10lukçu diye tanımlanan dönemleri geçirip
maliyetlerin en uygun şekilde ve yatırımların en verimli
şekilde olması noktasına getirdik.
Bakınız,
1998 yılında Bayındırlık Bakanlığının
ortalama kırım oranları yüzde 40-45 civarında. 1999
yılından 2000, 2001 yıllarına
baktığımızda, Bayındırlık
Bakanlığının ihalelerinde kırım oranları
yüzde 10a düşmüş. 10lukçu diye bazı müteahhitler ortaya
çıkmış ve o süreçte tabii ki siz, milletin kaynaklarını
iyi bir şekilde değerlendirmezseniz, milletin kaynaklarını
koruma güdüsü içerisinde olmazsanız, hesap verme sorumluluğunu
içinizde hissetmediğiniz takdirde bu sonuçlarla karşı karşıya
kalırsınız.
Bizden önceki
sekiz yıllık dönem ile bizim zamanımızdaki
geçirdiğimiz sekiz yıllık döneme bakın: Harcanan paralar
eşit, bütçeden yatırıma ayrılan kaynaklar eşit ama
ondan önceki dönemde 5 bin tane yatırım için portföy hazırlanmış,
her birine ufak tefek şeyler verilmiş. Ama bizim
zamanımızda baktığımızda 5 bin tane
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Sizin zamanınızda aynı yollar üç
yılda 4 defa yenilendi. Yeniden yeniden duble yol yapılıyor.
BAŞKAN
Sayın Elitaş, size ayrılan otuz dakikalık süre doldu.
Konuşmanızı lütfen tamamlayın. Aksi hâlde Sayın
Gediklinin süresinden kullanmak zorunda kalabiliriz.
Size iki dakika
ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım, iki dakikada bitireceğim efendim.
Bakınız,
Değerli Milletvekilim, AK PARTİ iktidara geldiği dönemde
Türkiyede 6.101 kilometre duble yol vardı.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Duble yol demiyorum
Yeniden yeniden, tekrar tekrar
yapıyorsunuz.
BAŞKAN
Lütfen, lütfen karşılıklı konuşmayalım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) 6.101 kilometre duble yol vardı.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Bize anlat Sayın Başkanım, bize anlat.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) AK PARTİnin iktidara geldiği şu
aralık ayı itibarıyla, kasım ayı sonu itibarıyla,
13.500 kilometreye yaklaşan duble yol var. Cumhuriyet tarihi döneminde
6.100 kilometre duble yolu gerçekleştirmiş hükûmetler, sekiz
yıllık süre içerisinde 2 katına çıkarmış,
milletimizi duble yolla karşılaştırmış.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Demir yolu köprülerinin üstünden sular akıyor,
sular
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Şu anda duble yolun ne olduğunu bilmemiz
mümkün değil.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Yanına çizgi çekin!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Mesela, siz, ilinize Ankaradan giderken 3
kilometrelik, 5 kilometrelik tamirle karşı karşıya
kaldığınızda duble yolun ne kadar büyük bir nimet
olduğunu ancak o zaman kavrayabilirsiniz.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Efendim, ihale konusunu diyorum, ben duble yola bir
şey demiyorum. İhalesini diyorum, ihalesini
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Sizinle beraber bir yurt dışına
maça gittik biliyorsunuz. Yurt dışına gittiğimiz maçta 70
kilometrelik yolun bir buçuk saatte aşılacağını
söylediler bize.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Aynı yere 4 defa ihale yapıldı.
BAŞKAN
Lütfen sayın milletvekilleri
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Dedik ki: Avrupa Birliğinin ortasındaki
bir ülkenin 70 kilometrelik yolu bir buçuk saatte aşılır
mı? diye hayıflandık. Orada biz dedik ki size: Bakın,
Değerli Milletvekilim, biz şu anda milattan önceyi konuşmuyoruz,
AK PARTİden önceyi söylüyoruz, daha beş sene önce Türkiye'nin 70
kilometrelik mesafesindeki yolu bir buçuk saatte, iki saatte geçilirdi.
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) Elmadağ, Elmadağ
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bugün Elmadağ diye, ölüm virajları
diye ifade ettiğimiz yol iki saatte geçilirdi. Şimdi Elmadağ
yolu on dakikada geçilir oldu. Bugün Türkiye'nin ana arterlerinin
tamamını duble yolla ortaya çıkardık. Onun için diyorum ki:
2002den önce yapılan süreçlerle, yatırımlarla şu andaki
yatırımları milletimize hatırlatmamız lazım.
Ben
Kayseri-Ankara yolunda bundan önce duble yolla gitmeyip tek şeritli yoldan
giderdim ama bu yapılanların nasıl değerli olduğunu
ancak tamir anında bakıp hissediyoruz.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) 2 milyon dolara alıp Seydişehir Alüminyum
Tesislerini 320 milyon dolara verdiniz, eşe dosta sattınız.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bu hizmetleri bize kazandıran,
gerçekleştiren Sayın Recep Tayyip Erdoğan
başkanlığındaki Hükûmete ve AK PARTİ Grubuna
teşekkür ediyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Elitaş, sadece selamlama yapmanız için açıyorum
mikrofonu, lütfen
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Bütçemizin hayırlı uğurlu
olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Elitaş, teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri,
birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.55
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.11
BAŞKAN:
Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN
(Bingöl)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
2011
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Şimdi, söz
sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Bülent Gediklide.
Sayın
Gedikli, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz otuz
dakikadır.
AK PARTİ
GRUBU ADINA BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin
geneli üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşmelerine
başladığımız 2011 yılı bütçesinin ülkemize
ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bütçeler bir memleketin en önemli işidir. 2011
yılı bütçesi AK PARTİ İktidarının 9uncu bütçesi
olarak huzurunuzdadır. Ne mutlu bize ki sekiz yıl üst üste
gelişen ve kalkınan Türkiyemizin 9uncu bütçesini yapıyoruz. Bu
bütçe de diğerlerinde olduğu gibi bir hedefin, bir iradenin, bir
gayretin yansımasıdır. Bu hedef, ülkemizi layık olduğu
yere taşımak; halkımızın ayağına layık
olduğu hizmeti, hak ettiği hizmeti götürmektir. Bütçe
görüşmeleri Türkiye fotoğrafını bir bütün olarak görmek bakımından
da en önemli zemini teşkil ediyor.
Öncelikle
eğri oturup doğru konuşalım. Bütün değerlendirmelerden
önce bir tespiti, bir gerçeği birlikte yapalım. İşin
başı istikrardır. İşin başı
istikrardır. İstikrar dediğimiz zaman önce siyasi istikrar gelir,
ondan sonra ekonomik istikrar gelir, arkasından sosyal istikrarla bu halka
tamamlanır. Hamdolsun 3 Kasım 2002de AK PARTİnin iktidara
gelmesiyle milletimizin hasretle beklediği istikrar ortamı
sağlanmıştır, hatta bu sekiz yıllık icraatın
sonunda Türkiye bambaşka bir noktaya gelmiştir. Bugün Avrupa
Birliği için Almanya neyse, bu coğrafya için Türkiye de odur. Biz bu
coğrafyada güçlü olmak zorundayız, güçlü olmanın temel
şartı da istikrardır. Bugün dünyanın 17nci büyük ekonomisi
olan Türkiye, bir krizler ülkesi değil huzur ve istikrar ülkesidir.
Türkiye, bugün bir demokratik istikrar adası olarak sadece siyasi gücüyle
değil, gelişen, büyüyen ekonomik imkânlarıyla dünyadaki en
önemli cazibe merkezlerinden birisi olmuştur. Düne kadar başarı
grafiklerini, gelişmişlik seviyelerini imrenerek izlediğimiz
ülkeler tsunami gibi üzerlerine gelen küresel krizle boğuşurken,
Türkiye bugün dimdik ayaktadır. Bir büyük küresel felaket
karşısında bile sendelemeden, tökezlemeden güçlenen ülkemizin bu
başarısından hepimiz gurur duymalıyız.
Maalesef, Türkiye
bu istikrar döneminden önce âdeta bir krizler ülkesiydi. Türkiye, yıllarca
enerjisini enflasyona, faize, kurlara, kamu borçlarına sarf ederek
tüketmiştir, bu sorunları bir türlü çözemeyerek zamanını
heba etmiştir, bu sorunlarla hep uğraşmış ve bu
sorunların da esiri olmuştur.
Geçmişte bu
kürsüde yapılan bütçe konuşmalarını şöyle bir
taradığımda görüyorum ki, hep kamu açıkları, kamu
borçları, enflasyon ve faiz konuşulmuş, anarşi ve terör de
cabası. Hortumlar, yağmalar, kıtlıklar, ek bütçeler, yüz
günlük, beş yüz günlük programlar, başarısızlığa
mahkûm stand-by anlaşmaları, erken seçimler, maalesef, bunlar
hafızalarımızdan hâlâ silinmiş değil.
Bir örnek
vereyim: Rahmetli Özal Başbakan sıfatıyla 1988 yılı
bütçesini sunarken Yüzde 60larda olan enflasyonun gelecek dönemlerde
ineceğini hep beraber göreceğiz. diye Genel Kurula hitap etmiş.
Fakat, aradan geçen sadece dört yıl sonra, Sayın Demirel o günün
Başbakanı sıfatıyla yaptığı bütçe
konuşmasında ülkeyi yüzde 71 enflasyonla devralmaktan
yakınıyor. Demirel de Hükûmeti devrederken enflasyon hangi
oranlardadır varın tahmin edin; yüzde 70ler civarında.
Evet, böylesine
bir temel sorunu da, diğer meselelerde olduğu gibi, çözmek AK
PARTİ iktidarlarına, bizim hükûmetlerimize nasip oldu.
Uzun yıllar
boyunca bizim yaşadığımız bu olumsuzlukları
şimdi dünyanın gelişmiş ülkeleri farklı
şekillerde yaşıyor. Eğer ülkenizi dünyadaki durumu dikkate
almadan değerlendirirseniz ne dünyayı ne de ülkenizi doğru
anlamış olursunuz. Bize ne dünyadan? diyemeyiz.
Bakın,
komşumuz Yunanistan: Kamu çalışanlarının ikramiyeleri
kesildi, maaşlara yapılacak zamlar donduruldu, kamuda
çalışanların sayısı azaltılıyor, vergiler
artıyor, emeklilik yaşı yükseliyor, kamu
yatırımları erteleniyor.
Fransa: Kamu çalışanlarının
maaşlarında kesintiye gidildi, kamu
çalışanlarının sayısı üç yıl içinde 100
kişi azaltılacak.
İngiltereye
bakalım: Kamu çalışanlarının maaşları
donduruldu, kamu çalışanlarının sayısı önümüzdeki
yıllarda 500 bin kişiye kadar azaltılacak; çocuk
yardımı azaltıldı, gösteriler devam ediyor.
İrlanda ise
ekonomik olarak çökmüş vaziyette. IMF ve Avrupa Birliği
ortaklaşa 85 milyar avro yardım yaptı, buna rağmen ülkenin
ne olacağı belli değil.
İrlanda, çok
yüksek ülke borcundan dolayı Avrupa Birliğine âdeta bir Arjantin
sendromu yaşatıyor. Biliyorsunuz 2002 yılında, 2001
yılında, o zamanlar üçlü koalisyon döneminde Acaba Türkiye, Arjantin
olur mu? diye tartışılırdı, konuşulurdu.
Evet, dünyada
durum bu. Verdiğimiz örnekler ne kadar da Türkiyenin eski dönemlerini
hatırlatıyor. Şimdi Avrupa ülkeleri de benzer durumda.
Bu kriz sonucunda
dünya ekonomisi binde 6 oranında küçülmüş vaziyette. Fakat bu sizi
yanıltmasın, gelişmiş ülkeler yüzde 3,2 oranında
küçüldü. Büyük ekonomileri örnek verirsek; Almanya yüzde 5, Japonya yüzde 5,2;
Rusya 7,9 oranında küçülmüş vaziyette; başka sorunlarla da
uğraşıyorlar; kur meseleleri, sosyal sorunları gittikçe
artıyor.
Evet, Türkiyenin
daha da kötü durumlara düşeceğini zanneden, bu kriz ortamında,
felaket tellallarının kötümser senaryoları ellerinde
kalmıştır. Ekonomik krizden Türkiye için bir çöküş
bekleyenler mahcup olmuştur. Ekonomik krizin siyasi istikrarı
bozmasını bekleyenler hayal kırıklığına
uğramıştır. Az önce örneğini verdiğim ülkeler
krizin altında kalarak havlu atarken, Türkiye sapasağlam durmuş,
geriye doğru değil ileriye doğru hamle yapmıştır.
Bu süreçte Amerika bile 1929 dünya buhranına geri mi dönüyoruz? diye
panik yaşamış, Almanya Başbakanı Merkel Avrodan
çıkabiliriz. diyecek bir noktaya gelmiştir. Bu arada, şimdiye
kadar Amerikada 314 tane bankanın battığını da
hatırlatmak isterim.
Türkiye, böyle
büyük bir felaketi kazasız belasız atlattıysa öncelikle siyasi
vizyonuna bakacaksınız. Sağlam bir siyasi irade, dünyayı
iyi okuyan, ülkemizin gücünü, imkânları başta olmak üzere dünyaya
doğru hissettiren bir Hükûmet işbaşında olmasaydı kim
bilir şimdi hangi uçurumdan yuvarlanmış olacaktık.
Değerli
arkadaşlarım, krizi iyi yönetmek başlı başına bir
marifettir. Eski dönemler devam etseydi böyle bir krizde yalvar yakar IMFye
gidilirdi. IMFden temin edilecek kaynağa göre tutum belirlenir, buna
uygun reçetelerle yeni bir meçhule doğru ülke yol alırdı. Oysa
bu sefer milletine inanan, milletinden güç alan bir Hükûmet önderliğinde
kriz başarıyla yönetilmiştir. Bu krizde, IMF
karşısında ilk kez kompleksiz bir duruş sergilenmiş,
cumhuriyet tarihinde ilk defa bir başbakan, Başbakanımız,
IMFye duracağı yeri göstermiştir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu krizde bu olmuştur. Bu,
yüksek bir liderlik, siyasi bir kararlılık ve milletine duyulan
güvenin sonucudur.
Evet, Türkiye
krizi başarıyla yönetti. Önceki krizlerde yaşananların
hiçbirisi bu krizde Türkiyede yaşanmadı. Önceki krizlerde -hepimiz
gayet iyi biliyoruz- kurlar fırlar, faizler zıplar, enflasyon artar,
bankalar batar, paralar uçar, vergiler artırılır, yetmez, ek
vergiler getirilir. Bütün bunlar sonucunda, öğrenilmiş bir çaresizlik
olarak, en sonunda IMFnin kapısına gidilirdi. Bu krizlerde bu
olurdu.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Farklı bir şey söyle!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, bu krizde de aynı şey oldu.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Farklı bir şey söyle! Sekiz senedir aynı
gazeli okuyorsun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) IMFsiz olmaz, ekonomi batar, ülke batar, sosyal
patlamalar yaşanır. dediler.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Sekiz senedir aynı şeyleri söylüyorsun.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Tek başınıza
yapamazsınız, anlaşın. dediler. Hatta, Merkez
Bankasının ucuz döviz satması için lobi yapanlar bile oldu.
Bunları hatırlatmak bizim görevimiz değerli arkadaşım.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Artık, kendinizi geliştirin, geliştirin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) İsterseniz 2001 yılına gidelim.
Merkez Bankasının o dönemde sattığı ucuz dövizlere
gidelim isterseniz.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Sekiz senedir iktidardasınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Nasıl satmış, nasıl
olmuş?
BAŞKAN
Sayın Gedikli
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) İsterseniz onlara kadar gidelim.
RECEP TANER
(Aydın) SEKAya gel, SEKAya gel.
BAŞKAN
Sayın Gedikli, lütfen kişisel
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Daha sonra, o hükûmetin yapmış
olduğu kanun değişikliklerine bir bakalım.
BAŞKAN
Kişisel münasebetler içine girmeyin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Neler olmuş o dönemde?
BAŞKAN
Genel Kurula hitap edin Sayın Gedikli. Lütfen
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bunları ortaya koymadan, bu hesabı
vermeden bu konuşmaları elbette yapamazsınız.
TUNCA TOSKAY
(Antalya) Dedikodu yapma!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, dedikodu değil, bunlar sabit
BAŞKAN
Lütfen sayın milletvekilleri
TUNCA TOSKAY
(Antalya) Belge açıkla, belge!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Yargı kararları var, yapılan
çalışmalar hakkında, o dönemde satılan dövizler
hakkında, hepsi var. Yargı kararları mevcut.
RECEP TANER
(Aydın) Sekiz seneden beri iktidarsınız, ne
yaptınız?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Değiştirdiğiniz kanun da ortada,
4üncü maddeyi nasıl değiştirdiğinizi de biliyoruz.
HÜSEYİN
YILDIZ (Antalya) Hiçbir şeyden haberin yok.
BAŞKAN
Sayın Gedikli, lütfen, siz Genel Kurula hitap edin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, birçok ülke yatırım
kısıtlamasına giderken, vergiler artarken biz
yatırımları artırdık, vergileri azalttık,
teşvik paketleri uyguladık.
Bu krizde
farklı şeyler oldu değerli arkadaşlarım. Bakın,
milletimiz bize güvendi, biz de milletimize güvendik. Bu küresel krizde, hem
ülkemizin yeteneklerini hem de uluslararası piyasaları çok iyi
okuduk. Bu değerlendirmelerin ışığında, yine,
cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başbakan krize teşhis koymuş,
Kriz bize teğet geçecek. demiş ve haklı
çıkmıştır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Buna var mı bir itirazınız? 94, 99, 2001
krizlerinde neler olduğunu gayet iyi biliyoruz. Krize teşhis bile
koyamadınız, krizin altında kaldınız. Evet, biz bu
krizde IMFden borç almayı bırakın, 23,5 milyar dolardan 6
milyar dolara kadar IMFye olan borcu düşürdük.
RECEP TANER
(Aydın) Şu anda kaç?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Sizlerin o dönemde IMFye
yaptığınız borçları ödedik biz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Piyasalardan aldığınız borcu söyle.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Stand-by anlaşmalarını, hiçbirini
neticelendiremediniz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Şu anda Türkiye'nin borcu ne kadar piyasalara?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Tabii, bir taraftan bütün bunlar
yaşandı.
RECEP TANER
(Aydın) Ezbere konuşuyorsun!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, siz, tabii, muhalefet olarak bu duruşa
alışkın değilsiniz, yapılanları anlamakta zorluk
çektiniz ama anlamamanızı mazur görüyoruz, bu krizdeki
anlayışsızlığınızı mazur görüyoruz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Senede bir kere kürsüye çıkıyorsun, konuş,
konuş; bırak laf atmayı ya!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bakın, çünkü ilk kez bir Hükûmet gördünüz,
böyle bir Hükûmeti gördünüz, ilk kez böyle bir Başbakan gördünüz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Türkiye'nin borcu ne kadar, onu söyle.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, bu krizlerde farklı bir durum daha vardı.
Türkiyede daha önce yaşanan bütün krizlerin bedelini fakir fukaraya
ödettiniz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Milleti kandırmaktan vazgeç.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Önceki dönemlerin yaptığı budur,
bu hükûmetlerin yaptığı budur. Fırsatçılar
servetlerine servet kattı.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Türkiye'nin borcunu söyle, borcunu.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Geleceğim acele etmeyin.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Ne kadar Türkiyenin borcu?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Borçlara da geleceğim, sıcak paraya da
geleceğim. Hiç endişe etmeyin, hepsini konuşacağız,
hiç merak etmeyin.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Tefeciden borç aldınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, siz fırsatçıların
servetlerine servet kattırdınız.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Ayıptır, milleti kandırıyorsun!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Stokçulara, dövize, faize oynayanlara paralar
kazandırdınız, yaptığınız buydu.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Tefeciden aldığın borcu söyle.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) ‑ Bütün bu krizlerde ülkemizin
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Doğru konuşun, doğru!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bu krizlerdeki ortaya çıkan
sıkıntıların ateşini de fakir fukaraya söndürttünüz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) IMFden borç almamış! Tefeciden borç
alıyorsunuz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet ama tamam, değerli arkadaşlarım,
şimdi size hitap etmiyorum. Muhalefet olarak hararete gerek yok.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Türkiye'nin borcunu 1 trilyon dolara
çıkardınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Onları da anlatacağım, hepsini
anlatacağım.
Bu noktada bir
üzüntümüzü de dile getirmek istiyorum. Bu krizde maalesef özel sektörümüz de
sosyal sorumluluk anlayışı içinde hareket etmedi, edemedi;
işçi çıkartma yoluna gittiler. Fakat daha sonra gördük ki birinci
beş yüz, ikinci beş yüz büyük firma, maşallah 2009
yılında güzel kârlar yapmışlar, yapsınlar hiç gözümüz
yok.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Bankaların kârı ne kadar oldu, onu konuş,
konuşsana bankaların kârını.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Kriz onları da teğet geçmiş, öyle
göründü. İnşallah, bundan sonra aynı şeyi yaparlar ama biz
onları da mazur görüyoruz. Çünkü bu krizi eski krizlerin kodlarıyla
okudu özel sektörümüz maalesef ama eski dönemlerin hükûmeti de yoktu tabii.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Ayıptır! Milleti aldatmaktan vazgeç.
RECEP TANER
(Aydın) Telekomu kaça sattınız, Telekomu?
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Onu konuşun bakayım, Türkiyeyi nasıl
yabancılara peşkeş çektiniz?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) 2002de çıkardığınız YPK
kararlarını burada açıklarız. (MHP sıralarından
gürültüler)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Açıkla, açıkla!
BÜLENT GEDİKLİ
(Devamla) Neleri özelleştirdiniz, onlara bakarız. Bizden çok daha
fazlasını yaptınız.
BAŞKAN
Sayın Gedikli, lütfen karşılıklı konuşmaya mahal
vermeyin, siz Genel Kurula hitap edin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, ülkemiz
2009un son çeyreğinden itibaren hızla büyümeye
başlamış, en hızlı büyüyen ekonomilerden biri
olmuştur. (MHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Yolsuzlukları nerelere
taşıdınız?
RECEP TANER
(Aydın) Demagoji yapıyorsun!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Dinleyin, lütfen dinleyin.
Türkiye, dünyada
en hızlı büyüyen ekonomilerden birisidir şu anda.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Ayıptır, ayıptır!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) 2010 yılının ikinci
çeyreğinde -bakın iyi dinleyin- 2010 yılı birinci
çeyreğinde 11,3; ikinci çeyrekte 10,3; üçüncü çeyrekte yüzde 5,5; dokuz
aylık ortalamayı veriyorum, yüzde 8,9 oranında bir büyüme
gerçekleştirerek tarihî bir başarıya imza attık.
Buraları dinleyin.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Geçen sene yüzde kaç küçüldü?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Üç aylık dönem bakın yüzde 8,9.
Bakın, bu büyümeyi, 8,9luk büyümeyi Kriz Türkiyeyi teğet geçmedi.
diyenlerin kulağına küpe olarak takıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından
gürültüler)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Geçen seneyi de söyle, geçen seneyi.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, krizle beraber birçok ülkenin de bütçe
dengeleri altüst oldu, ciddi finansman sorunları ortaya çıktı.
Amerikada yüzde 93, Avrupada yüzde 85 -bakın, kamu borç
oranlarını veriyorum- Türkiyede yüzde 43.
Evet, bütçe
dengesinde de yine başarılı bir performans ortada var.
Başka oranlar vereyim: Amerikada yüzde 11,1; avro bölgesinde yüzde 6,5 bütçe
açığı var ortalama olarak. Bizde ise, demin değerli
arkadaşlarım söyledi, 2010 yılında yüzde 4ün bile
altına inecek şekilde bir hedef tespit ettik. Evet, bu da gösteriyor
ki, aslında Avrupa Birliği eğer bizi almış
olsaydı ekonomik göstergeleri de düzelmiş olacaktı. Öyle
görünüyor.
Evet, bütçe
açığı: Tabii, 2009 yılında verilen bütçe
açığı çok eleştirildiği için biraz ondan bahsetmemizde
fayda var. Bu dönemde verilen açık, bir acziyetin sonunda verilen bir
açık değildir değerli arkadaşlarım, kriz dolayısıyla
alınmış olan tedbirlerin getirmiş olduğu bir
açıktır.
ŞENOL BAL
(İzmir) Hani teğet geçmişti kriz?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bu dönemde vergiler indirilmiştir, vergiler
azaltılmıştır. Daha önceki krizlerde ise vergiler
getirilmiştir. (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, lütfen yerinizden söz atmayın.
Sayın
Gedikli, siz de Genel Kurula hitap edin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bakın, hatta ne enteresan vergiler,
literatürde olmayan vergiler getirildi: Net aktif vergisi, ekonomik denge
vergisi. Hiç duydunuz mu böyle vergileri? Bunları getirdiler koydular. Ama
şimdi, biz, bu krizde bile vergileri aşağıya doğru
çektik; KDVler, ÖTVler, daha önce kurumlar vergisi ve bunların
maliyetleri 4,8 milyar lira oldu.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Haririnin vergisini düşürdünüz Türk Telekomu
sattıktan sonra.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) İşsizlik sigortası kapsamında
-çok aktif bir şekilde çalıştığı için söylüyorum-
3,6 milyar lira da ödeme yapıldı.
Bu tabii,
stratejik bir yaklaşım, bütçe açığı vermek maliye
politikasının bir gereği; kendi kendine olmuyor, bir irade
sonucu ortaya çıkıyor.
Evet, biz
popülizm de yapmadık bu dönemde. Öyle suçlamalara maalesef maruz
kaldık: Popülizm yapıyorsunuz. Popülizm yapmadık.
Bizim iktidar
döneminde hiçbir zaman, 2009 hariç -onu da anlattım- bütçe
açığı hedefleri şaşmamıştır
değerli arkadaşlarım. Eğer öyle olsaydı 2007
yılı seçim ve referandum yılıydı, popülizmi o yıl
yapardık herhâlde.
ŞENOL BAL
(İzmir) Yapmadınız mı?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Orada da bütçe açığı beklenen
hedefin altında kaldı. Rakamları da vereyim: 16,8 milyar lira
hedeflemişiz, 13,7 milyar olarak gerçekleşmiş; ortada.
Evet, bu
popülizme zaten ihtiyaç duymuyoruz. Ama 3 Kasımdan önce yapılan
popülizmleri de tabii çok iyi biliyoruz. Keşke vakit olsa da bunları
anlatsam, o dönem yapılan yağmaları anlatsak.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Hadi canım sen de! Ne biliyorsan söyle.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Banka hortumlamalarını anlatsak.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Söylesene
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Teşvik yağmalarını anlatsak.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Söyle
Söyle
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Banker yağmalarını bir anlatsak.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Mal varlığını açıkla, hadi!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Tasarruf bonoları hikâyelerini bir anlatsak.
Neler görürsünüz orada, neler.
OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) Hadi açıkla! Hükûmetin mal
varlığını açıkla!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Evet, 85-95 arasında, sadece 85-95
arasında 17 milyar dolar teşvik yağması
yapılmıştır bu ülkede. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunları biz biliyoruz.
İsterseniz o yıllara inelim.
KÜRŞAT
ATILGAN (Adana) Açıkla! Açıkla hadi!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Aa, 3 Kasımdan öncesinde popülizm demekle
hata yaptım tabii, lütuf oldu bu yağma dememiz lazımdı
yağma, ne popülizmi?
RECEP TANER
(Aydın) Yağmanın daniskasını siz yaptınız.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Değerli arkadaşlar, 2011 yılı
bütçesinin önemli özellikleri var. Bütçemiz, ülkemizin sorunlarını
daha da hafifletecek olan bir hizmet bütçesidir, bir sosyal bütçedir,
halkımıza refahı yansıtan bir bütçedir. Bir kere, biz
bütçemizi ağır faiz yükünden kurtardık. Bakın, 2002
yılında faiz bütçe içerisinde ne kadar yer tutuyordu? Yüzde 43.
Düşünebiliyor musunuz, bütçenin yüzde 43ü faize gidiyor. Böyle bir
bütçeyle hangi hizmetleri üreteceksiniz? Hizmet üretebilir misiniz, mümkün mü
böyle bir şey? Peki şimdi ne kadar gidiyor? Yüzde 15,2si.
İşte bakın, yaptığımız hizmetlerin
kaynağı bu değerli arkadaşlarım. Faizi
azaltırsanız bu hizmetleri yaparsınız.
MEHMET
SERDAROĞLU (Kastamonu) Haririden bahsetsene
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Vergi olarak oran vereyim isterseniz:100
liralık vergi gelirinin 85 lirası faize gidiyordu 2002
yılında. Şimdi ne kadarı gidiyor? 20,5 lirası. Bu
hesapları iyi yapın.
Bakın, bu
yüzde 43 oranı devam etseydi, ülkemiz yine krizler, kaoslar ülkesi
olsaydı, yani bütçenin yüzde 43ü faize gitseydi şu anda ne kadar
faiz ödüyor olacaktık dersiniz? 185 milyar lira. Peki, bizim
koyduğumuz rakam ne? 47,5 milyar lira. Aradaki fark 87,5 milyar. 58 milyar
dolara denk geliyor. Bakın, 58 milyar dolar faizden alınıp
diğer personel gibi, yatırımlar gibi, sağlığa,
esnafımıza, sosyal güvenliğe, çiftçimize, KÖYDESe, BELDESe
gidiyor bütün bu rakamlar. İşte iktidar olmak budur, yönetmek budur,
hükûmet olmak budur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar,
CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Ha, burada demin
Hortumlama dediniz; 46 milyar dolar TMSFnin resmî belgelerinde var,
açın bakın. 46 milyar dolar bankalarda hortumlanmış. Peki,
46 milyar dolarla biz neler yapardık biliyor musunuz? Bakın, bir
GAPın maliyeti 32 milyar dolar. Biliyor musun 32 milyar dolar
olduğunu? 1,5 tane GAP yapılırmış demek ki. Peki,
Atatürk Barajının maliyeti nedir? 4 milyar dolar. Muharrem Bey kaç
tane yapılırmış Atatürk Barajı, hesabı
yaptın mı? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Ben şimdi cevap vermiyorum.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) 4 milyar dolar
BAŞKAN
Sayın Gedikli, böyle karşılıklı isim vererek
konuşmak hiç uygun değil, lütfen Genel Kurula hitap edin siz.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Hayır, söz atıyor Sayın
Başkanım, söz atıldığı için öyle söylüyorum. Söz
attığınız için söylüyorum.
12 tane baraj
yapılırmış. Bakın, bir otoyolun kilometre maliyetini
veriyorum; 6 milyon dolar. Kaç kilometre yol yapılırmış?
7.700 kilometre otoyol yapılırmış bu ülkede, bu paralar
hortumlanmasaydı. Peki, 1 kişiye iş bulmanın maliyeti
nedir? 150 bin dolar. 150 bin dolar
46 milyar dolarla 300 bin kişiye
iş bulabilirdik değerli arkadaşlarım, 300 bin kişiye
iş. İşsizlik meselesini kökünden hallederdik.
Ha, bir de
şöyle bir eleştiri var, deniliyor ki: Efendim, bu bütçedeki
iyileşmeler, faizler düştü ama bunlar halkın refahına
yansıyor mu? Halkın refahına yansımıyor.
Yansımaz olur mu; bakın, kişi başına tüketim,
kişi başına yatırım, bu rakamları
hesapladığınız zaman yansıdığını
gayet iyi görürsünüz. 2002de neydi, 2009da ne oldu, 2010 ve 2011de ne
olacak? Kişi başına yatırımı ve tüketimi reel
olarak hesaplarsanız, refaha yansıdığını
görürsünüz.
Haa, kişi
başına borcu da hesaplayalım, borçlar ne olmuş? Çünkü
aktif-pasif, ikisini beraber ele almak lazım. Borçlar artmış ama
karşılığında varlıklar ne olmuş, aktif ne
olmuş? Bilanço olarak bakacaksınız. Nominal olarak şuradan
şuraya gelmiş, reel söyleyeceksiniz reel, nominal olmaz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Türkiye'nin satmadık nesini
bıraktınız?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bakın, reel olarak yatırım
tutarını veriyorum: 2002de 719 lira, 2009da 2.280 lira, 2010da
2.857 lira, 2011i vermiyorum, onu da gerçekleştiği zaman veririz.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Milletin gözünün içine baka baka doğruları
söylemiyorsun!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Reel artışlar ne kişi
başına? 2002den 2009a yüzde 87 değerli arkadaşlarım.
2010a yüzde 123. Reel artış bunlar, enflasyondan
arındırılmış rakamları veriyorum.
Kişi
başına düşen faiz harcamasını da hesapladım. Yani
1 kişinin ödemesi gereken, eğer ödenmesi gerekseydi, faiz tutarı
ne olurdu diye baktık, 2002de 1.028 lira 1 kişinin ödemesi gereken
faiz. 2009da 2.991 lira olmuş. Evet, nominal olarak artmış ama
reel olarak azalmış. Ne kadar azalmış? Yüzde 51
azalmış değerli arkadaşlarım, reel olarak yüzde 51
azalma var.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Nasıl azaldı?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Borç tutarı da aynı şekilde, borç
da nominal olarak artmıştır ama reel olarak
azalmıştır.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Vatandaşın borcu ne kadar olmuş
Sayın Gedikli?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bakın, çok konuşulduğu için
vereyim, 2002de 3.262 lira kişi başına düşen borç
miktarı, 2009da 4.309 lira, 2010da 4.305 lira, bu da reel olarak yüzde
22 azalışı 2009 yılı itibarıyla gösteriyor. Yani
borçlarımız reel olarak azalmış değerli
arkadaşlarım.
Fert
başına yoksulluk rakamlarına baktığımız
zaman gelir dağılımının düzeldiğini de
rahatlıkla görebiliriz. Mesela kişi başı günlük 4,3 dolar
ve altında geliri olanlar, 2002 yılında yüzde 30,3 -burayı
iyi dinleyin- 2008 yılında bu oran yüzde 6,8lere inmiş.
Bakın, 2000 yılında yüzde 30,3; yoksulların
oranını veriyorum size. Nereden nereye gelmişiz.
Tamam, elbette
yoksulluğu tamamıyla yok etmiş değiliz. Bu bir mücadele,
bir süreç, inşallah bunu tamamıyla da çözeceğiz tabii.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, biz sosyal devleti de daha güçlü bir
şekilde geliştiriyoruz. Şöyle bir dışarı
çıkın, gelişmelere bakın. Dışarıda birçok
şey olup bitiyor, bunlara iyi bakın. 112 Acil Servis hizmetlerine
bakın, ambulans helikopterlere bakın, mobil sağlık
hizmetlerine, aile hekimliği uygulamalarına bakın. Artık
günümüzde hastalar ambulanslarla sağlık hizmetlerinin
yapılacağı yere ücretsiz taşınıyor, ücretsiz.
Örneğin, bakın, geçende bir arkadaşımdan dinledim,
karaciğer naklî için Samsundan Malatyaya helikopter ambulansla hasta
naklediliyor, tedavisi yapılıyor, tekrar Samsuna götürülüyor.
ŞENOL BAL
(İzmir) Görgüsüzlük yapmayın!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Eğer ihtiyacı varsa, evde
bakımı için de kendisine maaş ödeniyor. İşte böyle bir
Türkiyede yaşıyoruz şimdi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bunların hepsi Türkiyede oldu mu? Oldu. Hastanede
kuyruklar bitti mi? Bitti. İlaç fiyatları yüzde 1 ila yüzde 80
arasında düştü mü? Düştü. On sekiz yaşın altında
herkes bedava sağlık hizmeti alıyor mu? Alıyor. İlk ve
ortaöğretimde öğrencilerimize kitaplar artık ücretsiz
dağıtılıyor mu? Dağıtılıyor.
Yardıma muhtaç kimselere aylık bağlanıyor mu?
Bağlanıyor. Bunların hepsi refah göstergeleri değerli
arkadaşlarım, işte refah böyle artmış, refahın
dağılımı düzelmiş. Bunun neyine itiraz ediyorsunuz?
Bakın, daha
geçtiğimiz mart ayında -Allah bir kere daha vermesin-
Elâzığda bir deprem oldu, kasım ayında Sayın
Başbakanımız konutlarını teslim etti, biz de
oradaydık, Elâzığda. Bu teslimler
yapılmıştır altı ay içerisinde. Geçmişe
gitmiyorum şimdi!
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) Geçmişten bugüne gelemedin ki zaten!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Türkiye değişiyor, yaşam
kolaylaşıyor, Türkiye artık kolaylıklar ülkesi oluyor.
Emekli aylığı bağlama işlemleri, en basit, altı
yedi ay sürerdi, Ankaraya gelirdi herkes. Şimdi, bulunduğu yerden,
bir ay içerisinde, bir aya kalmadan emekli aylığı
bağlanıyor. İçinizde emekli olanlar zaten görmüştür.
Yatırımlar:
2011 bütçesi yatırım bakımından ne getiriyor değerli
arkadaşlarım, bir de bunu görelim. Elimizde 2.425 adet
yatırım projesi var bizim. Bunlar değişik sektörlerde:
Haberleşme, ulaştırma, enerji, sağlık, eğitim,
konut, turizm gibi sektörler. Bu projelerin toplam tutarı 273 milyar lira.
Bugüne kadar 118 milyar liralık bir harcama zaten yapılmış
vaziyette, dolayısıyla geriye 155 milyar liralık bir harcama
kalmış. Bu harcama -en son konulan ödeneğe göre söylüyorum- o
ödeneğe göre devam etse bile ortalama dört buçuk yıl içerisinde bütün
bu projeler bitirilecek değerli arkadaşlarım; kaynakları
hazır, dört buçuk yıl, neredeyse bir seçim dönemine denk.
Bakın,
eskiden onlarca yıl yatırımlar bitmezdi, temeller
atılırdı, ortada kalırdı, kurdeleler bir türlü
kesilemezdi. Karadeniz otoyolu örneğini herkes çok iyi
hatırlıyordur, bitmeyen birçok barajlar var, hepimiz bunları
gayet iyi biliyoruz. Bir tane meşhur İnebolu Limanı var
Osmanlı döneminden kalma, onu bile biz geldik bitirdik; yüz yirmi
altı yaşındaydı.
Peki, esnafa,
çiftçiye, reel kesime bu bütçeden ne düşüyor acaba; esnafımıza,
çiftçimize ne veriyoruz, bir de ona bakalım.
Bakın, tarım
kesimine verdiğimiz destekler 2010da 8,3 milyar liraymış,
2011de 9,8 milyar liraya çıkmış. Bu da yüzde 17,6lık bir
artış. Reel kesime verdiğimiz destekler -esnafımız da
içindedir- 5,8 milyardan 2011de 7,3 milyar liraya çıkmış. Yüzde
24,9luk bir artışa tekabül ediyor.
Evet, sadece
destek vermiyoruz tabii, bütçeden verilen destekler başka, bir de
bankalardan verilen krediler var biliyorsunuz esnafımıza ve
çiftçimize. Peki, bunlar ne durumda? Ziraat Bankasının tarımsal
kredileri: 2002de kullandırılan kredi tutarı -artık baz
yıl tabii 2002- 227 milyon 788 bin lira civarında ama 2010da bu
rakamlar 11,5 milyar liraya yükselmiş değerli arkadaşlarım,
50 kat artmış, 50 kat.
SÜLEYMAN TURAN
ÇİRKİN (Hatay) Yani borcunu da
artırmışsınız çiftçinin.
BÜLENT GEDİKLİ
(Devamla) Peki, faizler ne? Faizler o zaman uçuyor tabii, yüzde 50ler
civarında. Tabii, bununla da iş kalmıyor, 2010da faizler nedir
diye baktığımızda da şu anda yüzde 0 ila 9,75
arasında çiftçimize kredi uygulanıyor. Rakam bu.
ALİM
IŞIK (Kütahya) Hacizli çiftçileri de söyle!
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Tarım kredi kooperatiflerinde de durum
aynı. Bugün 2002de kullanılan rakam 302 milyon lira, bugün 2 milyar
250 milyon. Bakın, aradaki farka bakın, yani faizler gene yüzde 0 ila
9,75.
Evet, esnafımıza
verilen kredilerde de benzer, Halk Bankasında da aşağı
yukarı 22 kata yakın bir artış olmuş.
Bir de konut
kredisi olarak bakın değerli arkadaşlarım. Şimdi,
2002de, bir aile reisi düşünün, konut sahibi olmak istiyor, bankaya
gitmiş. Aylık faiz oranı ne? Hatırlayabilen var mı,
merak ediyorum, 3,6 aylık faiz oranı. Şimdi, bu faiz
oranıyla bu aile reisi konut sahibi olabilir mi, faiziyle bu kredileri
geri ödeyebilir mi? Bugün gittiğinde karşılaştığı
faiz oranı ne? 0,8-0,9. İşte, bu insanların nasıl konut
sahibi olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz.
Evet,
değerli arkadaşlarım, tabii, söyleyeceğimiz çok şey
var ama sıcak parayla ilgili olsun, cari açıkla ilgili olsun,
borçlarla alakalı olsun, fakat vaktimizin yettiği nispette tabii ben
bunları size açıklamak isterim. En çok da borç konusuna
değinildiği için ona birkaç cümleyle değineyim. İşte,
Borçları 2 katına çıkardınız. Böyle bir şey
var. Bakın, bu rakamları dikkatle dinleyelim, fayda var. 2003 ila
2010 arasında ödediğimiz borç tutarı 1 trilyon 324 milyar lira.
Borçlandığımız rakam ise 1 trilyon 114 milyar lira.
Borçlandığımız rakam 1 trilyon 114 milyar, tekrar
söylüyorum. Yani ödediğimizden daha az borçlanmışız.
2002den önce ödediğimizden çok daha fazlasını borç olarak
alıyorduk. İşte bütçe de bunun için batıyordu değerli
arkadaşlarım. 210 milyar lira tasarruf edilmiş. Peki, bu nereden
yapılmış? 140 milyar dolar ediyor. Daha iyi
anlaşılması bakımından söylüyorum. Yıllık
ortalama 17,5 milyar dolar ekstra bir tasarruf yapmışız ve borç
ödemeye gitmiş bu kaynak. Yani faiz dışı fazla gibi veya
özelleştirme gelirleri gibi kaynaklar buralara sarf edilmiş.
Şimdi, bu
rakamları tabii reel olarak verdiğimizde de toplam borç
rakamının, 2002yi, 2003ü baz olarak aldığımızda
265 milyar lira. 2003te sabit fiyatlarla toplam borç stokunu veriyorum, 265
milyar.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) 221 milyar.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) 2010da ise 252 milyar. Bakın, 265ten 252
milyar liraya düşmüş. Yani borcumuz bizim reel olarak yüzde 5
azalmış. Nominal değil değerli arkadaşlarım,
nominal bir şey ifade etmez, reel bakacaksınız. Borçla ilgili
durum bu. (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, lütfen
Yerinizden söz atmayın. Biraz sonra
sizin sözcünüz de, Genel Başkanınız da çıkacak, o da hitap
edecek. Lütfen
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Şimdi sıcak para diyoruz.
Değerli arkadaşlar, birincisi, sıcak para iyi yönetilen ülkeye
gelir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Gedikli, otuz dakikalık süreniz doldu. Size de iki dakika ek
süre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Peki,
değerli arkadaşlarım, geçen sene bütçe görüşmeleri
sırasında muhalefet ne söylemiş, ne gerçekleşmiş,
bunlara değinerek sözlerimi bitirmek istiyorum.
Geçen sene bu
kürsüden yapılan konuşmalardan size bazı pasajlar
vereceğim.
Değerli
arkadaşlarım, gene aynı şekilde AK PARTİ
İktidarı -tabii o AKP demiş de- AKP döneminde sürekli artan
işsizlik önümüzdeki dönemde yüzde 14 bandına oturacaktır, daha
da yükselecektir. Tarih 14/12/2009.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Tabii
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Endişe etmeyin Sayın Şandır,
sizin sözünüz değil, konuşan Sayın Baykal.
İşsizlik
şu anda hangi noktada değerli arkadaşlarım? Yüzde 11ler
seviyesine inmiş vaziyette.
Sayın
Başbakanımız bu yılın başında, yüzde 16yken
işsizlik oranı Yüzde 10lara doğru birkaç ay içerisinde
işsizlik oranı inecek. dediğinde hiçbiriniz
inanmadınız. İndi mi? İndi. Yani o hedef de tuttu. (CHP ve
MHP sıralarından gürültüler)
ŞENOL BAL
(İzmir) Nerede indi? Senin çevrende inmiştir.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bir başka pasaj daha okuyorum size:
Şimdi, 2010 yılı bütçesi bu hâliyle inandırıcı
olmaktan uzaktır -2010 bütçesi konuşulduğu için- ve aynı
zamanda yetersizdir. Bundan dolayı Türkiye ekonomisi önümüzdeki
yılı daha büyük zorluklar içerisinde geçirecek -2010 yılı
kastediliyor- milletimiz adına umut verici gelişmeler
yaşanmayacaktır. AK PARTİ İktidarıyla, gelecek
yıl da şimdiden kaybedilmiş gözükmektedir. Ne yapalım,
dünyada da kriz var. diyen bakış açısıyla Hükûmet
teslimiyetçi tutumunu ekonomide de sürdürecektir.
IMFyle
anlaşma yapmadık değerli arkadaşlarım. IMFye Sen
şöyle bekle. dedik, IMFden para almadan bu krizi yönettik.
Tarih 14/12/2009.
Konuşan Sayın Bahçeli. Yorum yok. Bir başka pasaj daha okuyorum:
Şimdi, yüzde 18,2. (MHP sıralarından gürültüler)
MEHMET
SERDAROĞLU (Kastamonu) 40 milyar dolar nerede?
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Dinleyin.
Eğer
inanabilirsek, inanırsak bu yüzde 18,2lik gelir artışı iki
tane şeyi ifade eder. Biri, ya 1 Ocak 2010 yani bundan beş gün
sonra
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Gedikli, ek süreniz de doldu efendim.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN
Sadece Genel Kurulu selamlayabilmeniz için mikrofonu tekrar açıyorum.
Lütfen konuşmanızı tamamlayın ve Genel Kurulu
selamlayın.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Konuşsun, konuşsun Sayın Başkan, çok
yararlanıyoruz, devam etsin.
BÜLENT
GEDİKLİ (Devamla)
1 Ocak 2010 tarihinden itibaren yağmurdan
boşalırmış gibi, gökyüzünden taş
yağıyormuş gibi Türk halkının üzerine zam
yağacaktır, vergi yağacaktır veya bu sadece bir komiklik
olarak ifade edilebilecektir. 25/12/2009, konuşan o günkü CHP sözcüsü.
Tabii, bu Sayın Milletvekilimiz, öyle zannediyorum, yüzde 22 vergi
artışı olduğunu 2010 yılında görmüştür,
yüzde 18i aşan bir orandır. Muhtemelen bu Sayın
Milletvekilimiz, bürokrat olduğu dönemdeki zam ve vergi
sağanaklarını hatırlıyor, öyle anlıyorum.
Sözlerimi
bitirirken, bütçenin hazırlanmasında, başta Hükûmetimiz olmak
üzere, Komisyon başkan ve üyelerine, bürokrat
arkadaşlarımıza ve emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum. Bütçemizin tekrar hayırlı ve uğurlu olmasını
temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, Sayın Gedikli 85-95
arasında 17 milyar dolar teşvik yağması
yapıldığını söyledi. O dönemlerdeki Bakanlar Kurulu
üyelerinden Sayın Cemil Çiçek ve Sayın Abdülkadir Aksuya açıkça
sataştı. Ben Sayın Cemil Çiçekin kendini savunmasını
istiyorum. Sataştığı kişi, o dönem eğer
yağma varsa -Bakanlar Kurulunun üyesi- buna cevap vermelidir, kendisini
savunmalıdır, bu sataşmaya sessiz kalmamalıdır.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Efendim, siz niye başkası adına konuşuyorsunuz? O
arkadaşlarımızın dili yok mu? İsterlerse, söz isterler
konuşurlar.
Sayın
Gedikli, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Şimdi,
Barış ve Demokrasi Partisinde sıra. 2 arkadaşımız
Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini ifade edecekler.
İlk söz,
Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Ayla Akat Ataya
aittir.
Sayın Ata,
buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
AYLA AKAT ATA (Batman) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerine
Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İlkel
birikim dönemlerinden modern kapitalist dönemlere kadar geçen zaman diliminde
toplumsal üretim ve paylaşım süreçlerinin her zaman bir kazananı
bir de kaybedeni olmuştur. Bu tarihsel sürecin kazananları iktidar
aygıtlarını ellerinde bulunduran küçük bir azınlık
olurken kaybedenleri ise üretim süreçlerine en aktif biçimde katılan ve
emeğiyle dünyadaki toplam maddi üretimi bugünkü muazzam noktaya getiren
emekçi halklar olmuştur. Kâr hadlerini artırmak için her türlü
siyasal, sosyal ve kültürel güç odaklarını devreye koyan bu sömürü
sistemi, 21inci yüzyılın başında bugün de etkin olan kendi
kurumsal ağlarını ortaya çıkarmıştır ve
bugün faaliyetlerini en üst aşamada sürdürmektedir. İşte tam da
bu noktada 2011 bütçe görüşmelerinin başladığı bugün,
AKP Hükûmeti şahsında yapacağımız eleştiri ve
politika önerilerini bu ifade ettiğimiz olgulardan bağımsız
ele alamayız. Güncel politik yaklaşımlara damgasını
vuran anlayışlar hiç kuşkusuz ki bu tarihsel gelişmelerden
bağımsız ve ideolojik tarafsızlık içerisinde cereyan
edemez.
2007
yılından bu yana yani Demokratik Toplum Partisi olarak radikal
demokrasi mücadelesinin Meclis çatısı altında
başladığı günden bugüne kadar geçen süreçte, Türkiye
halklarının temel hak ve özgürlükleri için mücadelemizi bütün
baskı ve yıldırma politikalarına rağmen kararlılıkla
sürdürdük. Şimdi ise katıldığımız bu üçüncü bütçe
görüşmelerinde de geleneğimizden aldığımız güçle
Barış ve Demokrasi Partisi olarak toplumun büyük bir kesimini oluşturan
emekçilerin, yoksulların, gençlerin, kadınların, köylülerin,
Alevilerin, Müslümanların, gayrimüslimlerin ve şu anki kurulu
iktisadi politik düzen tarafından gerek AKP öncesi gerekse de AKP
döneminde mağdur edilen kesimlerin sesini en üst perdeden duyurmaya ve hak
mücadelesini bu temelde sürdürmeye devam edeceğimizi buradan bir kez daha
vurgulamak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, sermayenin tarihsel olarak en büyük problemi, sürdürülebilir
politikalar üretmek olmuştur. Kâr hırsıyla 1929 büyük buhrandan
sonra kendisini sosyal devlet ve devletçi kalkınma modelleriyle 1970lere
kadar getiren küresel sistem, 1970ler İngilteresinde yeniden
sınırlamalara tabi olmayacağını ilan ederek sermaye
önündeki engellerin kaldırılması için gerekli ültimatomları
yerellere veriyordu. Artık bundan sonra dünyada hiçbir alan sermayenin
etkisi dışında kalamayacak, sermaye zaman ve mekândan
soyutlandıkça yereller de uluslararası kurumlar sayesinde bu
mekanizmalara dâhil edileceklerdi. Bu kurumlar da kendi içlerinde yeniden
organize edildi. IMFe verilen yeni görev yerellerde kâr elde etmek için
başı boş dolaşan sermayelerin önündeki engelleri
kaldırmak olarak tanımlanırken, Dünya Bankasının
misyonu da ulus ötesi şirketlerin girişini serbestleştiren
ülkeleri kredi kolaylıklarıyla ödüllendirmek veya cezalandırmak
olarak yeniden tanımlandı. Kapitalist sistem neoliberal ideolojik
aygıtlarla yeniden örgütlenirken, sistemin yerellerdeki en büyük
müttefikleri ise hükûmetler olacaktı. Yerellerde çoğu darbeler
yoluyla kurulan hükûmetler sermayenin önündeki her türlü engeli
kaldırmakla mükellef kılındılar. İşte, Türkiyede
ekonomik düzenin adı 1980 darbesiyle başlayıp, AKP eliyle devam
ettirilen bu sermaye egemenliğidir.
Değerli
milletvekilleri, 1980 sonrası köklü iktisadi değişimler
Türkiyede de uygulamaya konulurken, topluma ödetilen bedeller de bugün
artık daha açık bir şekilde görülmektedir. Toplumsal muhalefet
kesimlerine saldırıların arttığı, toplumun
neredeyse bir bütün olarak cendereye alındığı bir dönemde
halka büyük bedeller ödettirilirken, en büyük bedel de iktisadi alanda ortaya
çıkmıştır. Dış borç stoklarında 200
katı bulan artışlar, cari açıkta meydana gelen büyük
gedikler, toptan fiyatlara göre yüzde 30ları bulan reel ücret
kayıpları, sanayi ücretlerinde emeğin payının yüzde 55
oranında azalması
Bu verilerin hepsi 80 sonrası iktisadi
politikaların temel göstergeleridir. Türkiye açısından
yoğun savaş yılları diyebileceğimiz 90lı
dönemlerde dış borç artarak devam etmiş, cari açık
sürdürülebilirliğini yitirmiş, borç stokları yüzde 400
oranında artış kaydetmiştir. 1984-1988 yılları
arasında Türkiyedeki yabancı sermayenin gayrisafi millî
hasılaya oranı 2,2 iken, bu oran 1993 yılına kadar artarak
3,3 oldu. 1994 kriziyle eksilerde kalan bu oran sürekli arttı ve 2001
kriziyle yeniden eksilere düştü. Ancak AKPli dönem olarak
nitelendirebileceğimiz 2002-2007 yılları arasında ise bu
oran 9,8 gibi bir oranda tarihsel zirvesini yaptı. 2007nin
sonlarında sinyal vermeye başlayan dünya ekonomisi 2008de artık
kendisini göstermeye başlayınca Türkiyedeki taşlar da yerinden
oynadı.
IMF
tarafından Büyük Resesyon olarak adlandırılan bu son ekonomik
krizde de yine faturanın büyük bir kısmı yoksul ve emekçi
kitlelerden çıkartıldı. Yabancı sermaye girişine
bağımlı hâle getirilen iktisadi büyüme, sermayenin kriz
dönemlerinde daha güvenilir alanlara çekilmesiyle yerini daralmalara
bıraktı. İşsizlik arttı, yoksulluk katlandı.
Çalışanların bu dönemde reel ücret kayıpları yüzde
30ları aştı. Sermaye açısından kriz öncesi önlem
maliyetleri kriz sonrası düzeltme maliyetlerinden daha yüksek olduğu
için krizlere toplumsal yıkımlar pahasına müdahale
edilmediği bilinmektedir. AKP de kriz döneminde kendisinden bekleneni
yaptı ve bu dönemde herhangi bir önlem almadı. Halkın
katlandığı acı fatura ise Hükûmetin umurunda olmadı.
İşsizlik
bu dönemde, resmî veri bazında tarihsel zirve olan yüzde 16ya kadar
ulaştı. Yoksulluk, yine resmî veriler bazında yüzde 20ye
dayandı. İstihdamda kayıt dışılık yüzde
50ye yaklaşırken genç işsizlik yüzde 25lerin üzerine
çıktı. Halkın büyük bir bölümü artık umudunu yitirdiği
için iş gücünden çekilmek zorunda kaldı.
Yine bu dönemde
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun verilerine göre
Türkiyedeki bankalar 2009 Ağustos itibarıyla kârlarını
yüzde 4,8 oranında artırarak 15 milyar liralık kâr
açıkladılar. Bankaların 2010 yılı kârları da
şimdiden milyon liralarla ifade edilmeye başlandı. Kriz
dönemlerinde zordaki işletmelere kredi musluklarını kısarak
krizden etkilenmemeye çalışan bankalar, krizin tüm yükünü halkın
üzerine yıktı ve halk yoksulluk içindeyken bunlar devasa kârlar elde
ettiler. Bu duruma müdahale etmeyen Hükûmet, toplumsal tepkileri ise
Başbakanın bankalara yönelik birkaç içi boş göstermelik
tehdidiyle geçiştirdi.
Yine, 1986
yılında başlayan kamuya ait işletmeleri özelleştirme,
daha doğrusu sermaye gruplarına peşkeş çekme
politikası sonucu yaklaşık 40 milyar liralık
özelleştirme gerçekleşti. Özellikle Kürt sorunundan kaynaklı
otuz yıllık savaşın finansmanı için yatırım
maliyetleri kısılarak etkisizleştirilen KİTler bugün Kâr
etmiyor. diye kelepir fiyatlara yandaş sermayelere verilmektedir.
Başta Türk Telekom, TÜPRAŞ, ERDEMİR, PETKİM ve Tekel olmak
üzere çok sayıda kuruluş AKP döneminde özelleştirildi. AKP
Hükûmeti yirmi dört yıllık özelleştirmelerin yüzde
77,6sını yaparak 30 milyar 750 milyonluk özelleştirme
gelirleriyle borç ödemesi gerçekleştirdi. Bu rakamlara dâhil olmayan son
bir yıllık özelleştirmeler de işin cabası.
Değerli
milletvekilleri, günümüzde finans kapitalin en önemli dayatmalarından biri
olan cari açıkla büyüme modeli ekonomilerin en temel sorununu
oluşturmaktadır. Ülkemiz cari açığın gayrisafi millî
hasılaya oranında 1984ten günümüze olan süreçte en tepe
noktasını 2002-2007 yılları arasında yani AKPli
yıllarda yaşamıştır. Bu dönemin ortalaması
diğer yılların en üst noktasına ulaşarak eksi 5,8
olarak gerçekleşmiştir. 2008de ise bu oran eksi 6 olarak
gerçekleşmiş, 2009da da cari açık artarak devam etmiştir.
2010 yılı Ocak-Ekim dönemi cari açığı bir önceki
yılın aynı dönemine göre tam yüzde 288 artış kaydetmiş,
yıl sonu gerçekleşmelerinde ise rekor bir cari açık beklentisi
mevcuttur.
Sıcak paraya
bu kadar bağımlı hâle gelen ekonomiler yüksek
kırılganlıklar arz etmektedir. Türkiyede de sıcak para
girişlerinin yoğun olduğu dönemlerde büyüme oranları görece
yüksek bir noktadayken kriz dönemlerinde sıcak para
çıkışıyla büyük iktisadi daralmalar
yaşanmıştır.
Yine, cari
açığa dayalı büyüme modellerine geçilen 80li yıllardan
günümüze Türkiye tarihinin en düşük büyüme oranları
yakalanmıştır. Örneğin, kesintisiz IMF ve
dolayısıyla yüksek cari açığı verilen yıllar olan
98-2007 arası 3,6lık ortalama büyüme oranıyla cumhuriyet
tarihinin ortalama büyüme oranı olan yüzde 4,9luk büyümenin gerisine
düşülmüştür. 2009 krizinde de yüzde 7,8 oranında daralan Türkiye
ekonomisi, 2010 yılına sıcak para girişleriyle yeniden
yüksek cari açık pahasına belli oranlarda büyüme kaydetmiştir.
Ancak her ne kadar Hükûmet krizin etkilerinin
aşıldığını ifade etse de işsizlik ve
yoksulluk göstergeleri kriz öncesinin üstünde kalmaya devam etmektedir. İş
ve aş üretmeyen iktisadi büyümeler yine sadece toplumun en zenginlerinin
işine yaramaktadır. Son ekonomik verilere göre 2010un üçüncü
çeyreğinde beklentilerin altında büyüyen Türkiye ekonomisi yüzde 5,5
büyümesine karşı, işsizlik ve yoksulluk yüksek, halkın
gıda harcamaları düzeyi ise yine geri noktalarda kalmıştır.
Tablo bu iken, yani dışa bağımlı, edilgen, kendi
öznesi olmayan bir ekonomi yönetimi söz konusuyken, Hükûmet sadece piyasa
ekonomisinin mağdurlarını baskılamakla
uğraşmaktadır. Bugün üniversitelerde demokratik öğrencilere
karşı geliştirilen polis teröründen işsizlik ve yoksulluk
oranlarının varmış olduğu noktaya, en küçük hak
taleplerinin zorla bastırılmasından esnek istihdam ve
taşeronlaşmaların geldiği düzeye kadar birçok alanda muhalif
duruşlara karşı AKP Hükûmetinin gösterdiği tahammülsüzlük, Hükûmetin
gerçek amacını da ortaya koymaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1873 uzun bunalım ve 1929 büyük
bunalım sonrasında dünya ekonomik sistemi kendisini hep yeniden
rötuşlayarak yoluna devam etmiştir. 2007-2008 büyük resesyonunda ise
dünya hâlen bir arayış içerisinde bulunmaktadır. Yüzde 0,6
oranında daralan dünya ekonomisi bugün hâlen diken üzerindedir. Avrupada
zayıf halkaların krizi hâlen devam ederken başta Yunanistan
olmak üzere İspanya, İtalya, İrlanda ve Portekiz gibi ülkeler
borç çevirememe noktasına gelmiş ve bugün avronun kaderi ciddi bir
risk altındadır. Türkiyenin dış ticaretinde sadece
Almanyanın yüzde 10 payı dikkate alındığında
Avrupanın kaderi Türkiye için oldukça önemlidir. Avrupa Birliği ve
ABDnin, Türkiyenin turist potansiyelinin yüzde 60ını
oluşturduğu dikkate alındığında, Türkiyenin
kendisine özgü bir krizden çıkış stratejisi
oluşturmadığı, ülke ekonomisini sermaye hareketlerinin
kaderine endekslediği görülmektedir.
Şimdi, bütün
bu yumakları alt alta topladığımızda ortaya çıkan
net tablo, 1980den günümüze ekonomide ve siyasette temel bir hedefe doğru
gidiştir. Yani 1980de yapılan darbeyle hedeflenenler, bugün AKP
Hükûmeti ile artık doruk noktasına ulaştırılmış
ve sermaye, bugün AKP ile bu ülkenin yoksul halklarına ve emekçilerine
karşı zaferini âdeta haykırmaktadır. O hâlde Hükûmetin ve
Başbakanın dönem dönem sarf ettikleri büyük sözlerin bir
karşılığı var mıdır?
IMF ile yeni
stand-byın imzalanmamasını Sayın Başbakan ümük
sıktırmamak olarak tanımlıyor. Oysa sermayenin
Türkiyedeki gelişim seyri Başbakanı yalanladığı
gibi, tam tersine sistematik bir ümük sıkma politikasının IMF
adına AKP İktidarı tarafından başarılı bir
şekilde yürütüldüğü apaçık ortadadır. IMFnin hükûmetlerden
sermaye adına talepleri bellidir: Özelleştirmeleri
yoğunlaştır, büyümeni sıcak paraya dayalı hâle getir,
kurumsal yapılarını dönüştür, esnek istihdam
politikalarına geç, örgütlü toplumu sınırlandır,
daraltıcı maliye politikaları uygula ve benzeri birçok talep.
Peki, bunlar, bugün AKPnin temel ekonomi politikaları değil midir? O
hâlde IMF, talep ettiği yapıyı AKP üzerinde
sağlamamış mıdır? Aynı zamanda, Hükûmetin bundan
sonraki ekonomik politikalarına yön verecek olan 2011-2013 orta vadeli
ekonomik planda da IMF eksenli bir politika göze çarpmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, AKPnin, kendi bürokratlarına kapalı kapılar
ardında hazırlattırıp Komisyonda da dokundurtmadan Meclisin
önüne getirdiği 2011 Bütçe Tasarısının esas niteliği
ise ancak bu çerçevede anlaşılmaktadır. Türkiyede bugün vergi
gelirlerinin yüzde 90ı orta ve alt gelir gruplarından
karşılanmaktadır. Vergi gelirleri içinde gelir vergisinin
payı, 2010 yılında yüzde 29 oldu. Ancak memur ve işçi
ücretlerinden kesilen vergiler bu yüzde 29un yüzde 60ını
oluşturuyor. Yani gelir vergisinin yarısının
fazlasını emekçiler öderken, Türkiye'nin büyük holdinglerinden,
bankalarından, sermaye gruplarından ve tüccarlarından çok daha
düşük bir vergi alındı. Varlıklı sınıflardan
alınan vergi oranı ise yüzde 3 bile olamadı. Yine bu ülkede en
alt gelir grubunu oluşturan yüzde 20lik kesim millî gelirin ancak yüzde
6sını alabilirken, en üstte bulunan yüzde 20lik kesimin millî
gelirden aldığı pay yüzde 46 dolaylarındadır ve bu
makas her geçen gün daha da açılmaktadır.
Bütçenin büyük
bir kısmını oluşturan vergilerin
ağırlıklı bölümü orta ve alt gelir gruplarının
sırtındayken, 2011 bütçesinde yine halkın temel sorunlarına
öncelik verilerek giderilmiyor ne yazık ki.
2011
yılı Bütçe Yasası Tasarısına
baktığımızda, Hükûmetin brüt 250 milyar 769,4 milyon Türk
lirası tutarındaki vergi geliri hedefinin yüzde 67,9unun
dolaylı vergilerden, yüzde 32,1inin ise doğrudan vergilerden elde
edileceği görülmektedir. Net vergi geliri ise 232 milyar Türk lirası
olarak ifade edilmektedir. Dolaysız vergiler bakımından, gelir
vergisinden 48 milyar 951 milyon Türk lirası, kurumlar vergisinden 25
milyar 359,6 milyon Türk lirası gelir elde edilmesi hedeflenmektedir. Bu
rakamlara -vergi adaletinin olmadığı bir ülkede
yaşadığımız dikkate alınırsa-
ulaşılacak hedeflere yine dolaylı vergiler yoluyla, yani
halkın sırtındaki vergi yükünün daha da artması sonucu
ulaşılacağı görülüyor. 2011 senesi de yine gelir düzeyi
düşük vatandaşların vergilerde asıl yükü çekeceğini
göstermektedir.
AKP
iktidarlarının kamu gelirleri politikasına damgasını
vuran iki temel tercihi olmuştur. Birincisi, toplumda ekonomik açıdan
güçlü kesimlerin vergi yükünü azaltmak ve bu yükü
ağırlaştırarak dolaylı vergiler aracılığıyla
toplumun geniş kesimlerinin üzerine yıkmaktır. Kurumlar
vergisinin yüzde 20ye düşürülmesi, gelir vergisi tarifesinin en üst
diliminde yer alanlara sağlanan vergi indirimleri, söz konusu kesimler
lehine gerçekleştirilen vergisel düzenlemelerin başında
gelmektedir.
Kamu gelirleri
politikasına ait ikinci tercih ise, topluma ait olan, geçmişte büyük
özverilerle inşa edilmiş, kârlılık oranları yüksek
olan KİTlerin ve kamusal gereksinimlere tahsis edilmesi beklenen kamu
arsalarının yine ekonomik açıdan güçlü kesimlere ve özellikle
yabancı sermayeye her koşulda satışının
sağlanmasıdır. Bu tercihler sonucu, Tekelde görüldüğü
üzere, ücret baskılaması, sosyal hak kayıpları ve orta
vadede işsizlik olarak kendini göstermektedir.
Kamu gelirleri
politikası mutlaka değiştirilmelidir. Kamu gelirleri yüklerinin
dolaylı vergilere dayalı yapısı değiştirilerek,
toplumun geniş kesimleri üzerinden alınıp ülke zenginliğine
değer katmayan bir avuç mutlu azınlığa yüklenmelidir.
Yıllardır devlet iç borçlanma senetleri faizlerinden, kentsel
rantlardan, borsada spekülatif kazançlardan fahiş servetlere sahip olan bu
kesimlerin artık eşitlik ve adalet ilkeleri doğrultusunda
vergilendirilmelerinin zamanı gelmiştir. Ancak temel amaçları
sermayenin çıkarlarını toplumsal çıkarlara karşı
korumak olan AKP Hükûmetinin bunu ne kadar başarabileceği de bir soru
işaretidir.
Değerli
milletvekilleri, Türkiyede sayıları her geçen gün artan yoksul insan
sayısı artık resmî verilerle açıklananların çok
ötesine taşmıştır. Emek örgütlerinin verilerine göre
Türkiyede 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2.950
lira iken açlık sınırı da 799 liradır. Ancak ülkemizde
asgari ücret miktarı sadece 577 liradır. Son verilere göre ülkemizde
asgari ücretliler ve bu ücretlere bağımlı yaşayan nüfus
sayısı 10 milyon dolayındadır. Yani ülkemizde bugün 10
milyondan fazla insan açlık sınırının çok altında
bir gelirle yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Bununla beraber ülkemizde sadece yüzde 25lik bir kesimin geliri yoksulluk
sınırının üstünde seyretmektedir. Bu tabloya göre ülkemizde
her 4 kişiden 3ü yoksulluk ve açlık koşullarında
yaşamak zorundadır. Hükûmetin bu yoksul çalışanlar için
sosyal yardım yapacağı yönündeki açıklaması AKPnin
bağımlı kitle yaratma politikalarından biridir. Çalışanlara
sadaka yaklaşımının toplumsal kesimler tarafından asla
kabul edilmeyeceği AKP tarafından idrak edilmeli ve sadaka yerine
adil ücret düzenlemelerine gidilmelidir.
2011 bütçesinde
de Sosyal Yardımlaşma Fonunu yüzde 12 artıran AKP Hükûmeti,
yoksullukla mücadelede farklı bir mücadele yönteminin
olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Oysa
bugün yoksulların acil bir biçimde güçlü bir sosyal güvenlik
şemsiyesine ihtiyaçları vardır.
Eurostat
verilerine göre Türkiyedeki sosyal yardımlar yoksullukla mücadelede
etkili olmamaktadır. Avrupada transferler öncesi durumla transferler sonrası
yoksulluk oranları arasında yüzde 40lar dolayında bir
iyileşme gözlemlenirken, Türkiyede bu oran ancak yüzde 7lerde
kalmaktadır.
TÜİKin
2009 Yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırmasına göre,
bu araştırmaya katılanların yüzde 60ı bir yılda
daha ucuz ürün tüketmeye başladıklarını ifade
etmiştir. Son bir yılda borçlandım. diyenlerin oranı
yüzde 34,3tür. Yüzde 27,9u gelirinin azaldığını, yine
yüzde 27,9u tasarruflarının azaldığını ifade
etmiştir. Yüzde 25,9u eğlence ve tatil masraflarından
kıstığını açıklamıştır. Yine,
Türkiyede en yoksulların yüzde 75i çocuklarının gıda
harcamalarında kesinti yapmış, yüzde 29u sağlıkta,
yüzde 14ü de eğitimde kesintiye gittiğini belirtmiştir.
Türkiyede
yoksulluğu tetikleyen en önemli AKP icraatlarından biri ise esnek
çalışma koşullarının yaygın istihdam
politikası hâline getirilme çabasıdır. 2011-2013 Orta Vadeli
Ekonomik Planda da değinilen bu politika taşeronlara ucuz
emeğin kapılarını sonuna kadar açarken, güvencesiz iş
ve sağlıksız çalışma koşullarında emeğin
işveren lehine çok daha fazla sömürülmesinin de önüne açmaktadır.
Asgari ücret
seviyesinde ve altında bir ücretle, çoğu kayıt
dışı çalıştırılan taşeron firma
işçileri her gün ölümle karşı karşıya
bırakılmaktadır. Esnek çalışma
koşullarının sonuçlarının en son ve en büyük
örneğini yakın zamanda tersane işçileri şahsında
yakıcı bir şekilde yaşadık. Onlarca yoksul işçi
fazla mesainin vermiş olduğu yorgunlukla iş kazasına kurban
giderken, yine yakın zamanda acısını yüreklerimizde
hissettiğimiz göçük altında kalan maden işçileri de büyük oranda
taşeronlaştırma politikalarının doğrudan veya
dolaylı etkileri sonucu hayatını kaybetmişti.
Değerli
milletvekilleri, halkın içinden geldiklerini iddia eden siyasal iktidar
elitlerinin içinden geldiklerini belirttikleri halkın yoksulluğu her
geçen gün derinleşirken bu kesimlerle aralarına koydukları
mesafeyi daha da büyüttükleri gözden kaçmamaktadır. Daha fazla
zenginleşen bu çevre, sadaka verdiğini düşünerek vicdanını
rahatlatıyor olabilir ve hatta bundan dolayı iyi bir Müslüman
olduğunu da düşünebilir ancak tam da bu noktada Martin Luther Kingin
şu sözü, olması gerekeni çok iyi açıklamaktadır: Gerçek
merhamet, bir muhtaca para vermekten öte bir şeydir. Gerçek merhamet,
muhtaçlar üreten bir yapının yeniden yapılandırılmak
zorunda olduğunu görmeyi gerektirir.
Hükûmetin
yoksullukla mücadele noktasında sonuç alıcı bir politikası
olmadığı gibi 2011 bütçesinde sosyal güvenlik, sağlık,
sosyal yardım ve hizmetlerinin tümü için oluşturduğu bütçede de
sınıfta kalmıştır. Toplumun en fazla ihtiyacı
olan bu alanlardaki bütçeler, vergi toplarken yine bu kesimin omuzlarına
yüklenen yükle orantılı değildir. Özellikle Avrupa ülkelerinde
sosyal koruma harcamaları, gayrisafi millî hasılanın yaklaşık
yüzde 26sını oluştururken Türkiye'de 2011 bütçesinde bu oran
sadece yüzde 13te kalmıştır.
Siyasal
iktidarın ideolojik konumlanışından kaynaklı olarak
suistimal edebileceği ve dolayısıyla ettiği alanlardan biri
de işsizliktir. Arttığında sistem için tehlike hâline gelen
işsizlik, işsiz kitleler kontrol edilebildiği durumda ise
iktidar için iyi bir şeydir çünkü artan işsiz sayısı emek
arzını artırdığı gibi, artan emek arzı ise
ücretler genel seviyesinde düşüşlere yol açmakta ve sermaye için
gerekli ucuz emek gücünü fazlasıyla sağlamaktadır.
AKP Hükûmetinin
işsizliğe çözüm olarak sunduğu bütün seçenekler dikkat edilirse
hep ucuz iş gücü projeleridir. Esnek çalışma, stajyerlik,
bölgesel asgari ücret ve benzeri önerilerin tümü işsiz
vatandaşlarımıza Düşük ücrete razı olman durumunda
iş veririm. anlayışının bir ifadesidir. Tarihsel
olarak en yüksek noktalara ulaşan işsizlik bugün yoksulluğun en
önemli kaynaklarından biri iken ucuz emek pazarının
yaygınlaşması ise yoksulluğu kronikleştirmektedir.
Oysa yapılması gereken oldukça açıktır: Geniş bir makroekonomik
plan çerçevesinde, uzun çalışma koşulları
sınırlandırılmalı ve sosyal güvenlik ağı
güçlendirilmelidir. Toplumun alım gücünü artırıcı
politikalar uygulamaya konulmalı ve üretim
canlandırılmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, Türkiyede saklanması artık imkânsız hâle gelen
gerçeklerden biri de, bölgelerin iktisadi gelişmişlikleri
arasındaki farkın büyüklüğüdür. Bugün resmî istatistiklere göre
doğu ve güneydoğu illeri işsizlik ve yoksulluk başta olmak
üzere birçok alanda batı bölgeleriyle yarışamayacak
durumdadır. İşsizlik reel olarak yüzde 50leri
aşmış, yoksulluk ise yüzde 90 dolaylarında olup sosyal
korumanın en düşük olduğu bölgelerdir bunlar.
Yine, otuz
yılı aşkın bir süredir âdeta oy kapma projesine
dönüştürülen GAP projesi, büyük oranda bir enerji projesi olarak
kalmıştır. Bugün enerji projelerinde yüzde 74 oranında
fiziki gerçekleşme durumu yaşanırken, bölge halkının
refahı üzerinde doğrudan etkisi olacak sulama projelerinde fiziki
gerçekleşme oranı yüzde 16,5tir. GAP Eylem Planıyla birlikte
bitirilmesi öngörülen projeler için taahhüt edilen tarihler sürekli
ötelenmekte, sürdürülebilir bir kaynak da hâlen oluşturulamamaktadır.
Farklı fonlardan kaynak aktarma yoluna gitmek, bugün başka
adaletsizliklerin önünü açmaktadır. Artık GAPa merkezî bütçeden
kaynak aktarmanın gerekliliği ortadadır.
Yine
teşvikler noktasında da bir sonuç alınamamış, tam
aksine teşvikler bölgeler arası ve bölge içi eşitsizlikleri
artırmıştır. 2002-2006 yılı teşviklerinde
doğu ve güneydoğu illeri toplam teşvik belgelerinin sadece yüzde
9unu alırken -ki burada yüzde 9un yüzde 4,5i direkt Gaziantepe
gitmiştir- 2004-2009 yıllarını kapsayan 5084
sayılı Teşvik Yasası sonucunda ise bölgenin 21 ili, toplam
ek istihdamın ancak beşte 1ini alabilmiştir.
Yine merkezî
bütçeden illere ayrılan rakamlar Türkiyede tam bir
ayrımcılığı temsil etmektedir. İşsizlik,
Türkiyenin bölge illeri için yakıcı bir sorunken, bölge illeri bu
sorunla daha fazla muhatap durumdadır. En fazla göç alan illerden biri
olan Adana 2009 yılında işsizliğin en fazla olduğu il
iken, Adanayı Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak, Siirt gibi
bölge illeri takip etmektedir. Resmî verilere göre bölge illerindeki
işsizlik her ne kadar yüzde 20ler dolayında görülse de reel olarak
yüzde 50lerin üzerindedir. Savaş ve yoksulluktan kaynaklı
batıya göç eden Kürt nüfus, buralarda, formel ve enformel alanlarda
oldukça kalabalık bir yoksul, işsiz ve ucuz iş gücü
oluşturan kitleler olarak öne çıkmaktadır.
2010 Ekim
ayı itibarıyla merkezî bütçeden bölge illerine aktarılan
rakamlar ayrımcılığın bir başka göstergesidir.
Bingöle aktarılan merkezî bütçe ödeneğinin yüzde 33ü asker ve polis
harcamalarına gitmiş, sosyal güvenliğe ise sadece yüzde 2,4lük
bir oran ayrılmıştır. Asker ve polis harcamalarında
Bitlis yüzde 26,3 oranında bir merkezî bütçe dilimine sahipken sosyal
güvenlik payı ise yüzde 2,9da kalmıştır. Bu oranlar,
Hakkâri için yüzde 36,5 asker, polis harcaması iken sosyal güvenlik
oranı ise sadece yüzde 1de kalmıştır; Siirt için yüzde
36,3e yüzde 3,7dir. Tunceli için bu oranlar yüzde 56,2yle yüzde 1,5tir.
Şırnakta bu oranlar sırasıyla yüzde 51e yüzde 1,3 olarak
gerçekleşmiştir. Oysa, merkezî bütçe verilerinde Türkiye genelinin
asker ve polis harcama ortalaması yüzde 11 iken sosyal güvenlik
ortalamaları ise yüzde 22dir. Bu iki alanda da bölge illeri, asker, polis
harcamalarında Türkiye ortalamasının çok üzerinde, sosyal
güvenlik harcamalarında ise çok altındadır. Bu tablo tam bir
ayrımcılık göstergesidir ki bu ayrımcılık,
sağlık, eğitim, ulaştırma, imar,
bayındırlık gibi daha pek çok alanda da kendisini
göstermektedir.
Yine sorunlu
alanlardan biri de savunma bütçesidir. AKPnin Türkiye'de kişi
başına düşen sağlık
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Ata, otuz dakikalık süreniz doldu, size de ek süre veriyorum
iki dakika, lütfen tamamlayın konuşmanızı.
Buyurun.
AYLA AKAT ATA
(Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Bütçe Kanunu
Tasarısının benimsediği politika tercihlerine, toplumun
yoksul kesimleri içinde eşitsiz ve bağımlı konuma sahip
kadın ve kız çocukları üzerindeki muhtemel etkileri
açısından da bakılmak gerekmektedir. Hükûmetin, sekiz
yıllık iktidarı boyunca benimsediği ekonomik
yaklaşımın temel özelliği olan piyasa ilişkilerinin
genişlemesi, özelleştirmeler, kamu hizmetleri alanının
daraltılması, ticarileştirilmesi ve buna paralel olarak hane
halkı gelirinin düşmesi sonucu kadınların maruz
kaldığı gelir ve servet eşitsizliği, bütçenin ve genel
olarak ekonomi politikalarının cinsiyetçiliğini de ele
vermektedir.
Türkiyede
toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemenin yapılamaması,
başta eğitim ve sağlık olmak üzere birçok alanda cinsiyet
eşitsizliğini hem beslemekte hem de derinleştirmektedir. AKP
İktidarının 2011 yılı bütçesi, geçmiş bütçelerde
olduğu gibi cinsiyet körlüğüyle maluldür, oysa Türkiye, imza
koyduğu, 1995 yılında Pekinde gerçekleştirilen Dördüncü
Dünya Kadın Konferansında kabul edilen Eylem Platformu Belgesinin
bir gereği olarak sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Bugün,
Türkiye'nin üyesi olduğu Birleşmiş Milletler ve Avrupa
Konseyinde, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda önemli
gelişmeler kaydedilmiştir, oysa AKP Hükûmetinin, kadın-erkek
eşitliğini sağlamaya dönük bir çalışması
olmadığı gibi, başında kadın-erkek
eşitliğine inanmadığını açık açık ifade
eden bir Başbakanın olduğu Hükûmetin, cinsiyet eşitlikçi
yaklaşımları konusunda da oldukça karamsar olduğumuzu bir
kez daha belirtmek istiyoruz.
AKPnin Ben
yaptım oldu. anlayışı, katılımcı bütçeleme
noktasında da kendisini göstermiştir. İşte, Edirneden
Hakkâriye kadar kazanılacak demokratik özerklik statüleriyle
katılımcı bütçeleme yolunu da açacaktır.
Katılımcı bütçeleme, mali saydamlığı, toplumsal
katılımı, hesap verebilirliği ve demokratikleşmeyi
sağlamayı amaçlayan bir yönetim anlayışıdır.
Katılımcı bütçe ile yönetilenler bütçenin öncelikleri,
uygulanacak projeleri belirleme ve denetimi gerçekleştirme
aşamalarında söz sahibi olabileceklerdir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Evet, mikrofonunuzu tekrar açıyorum. Lütfen Genel Kurulu selamlayın,
konuşmanızı tamamlayın.
AYLA AKAT ATA
(Devamla) Bu duygularla sizleri selamlamadan önce şunu belirtmek
istiyorum: Bizde bir söz var:
(x) diyorlar. İşte, AKPnın
politikası da bu. Türkçe de ifade edeyim: Kurtla yiyip çobanla
ağlamak; her ikisinin de acısına ortak olmak gibi ya da her ikisinin
acısının üzerinden sebeplenmek.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Değerli milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına ikinci söz Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplana
ait.
Sayın
Kaplan, buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz
otuz dakikadır.
BDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Biliyorsunuz,
geçen sene bütçede yoktuk, partimiz kapatıldı; Sevgili Ahmet Türk,
Aysel Tuğlukun üyeliği düşürüldü ama biz yine buradayız ve
bu seçimde yine bu 2 arkadaşımız burada olacaktır. Biz
yokken Meclis renksiz, sessiz, heyecansız, hatta
sıkıcıydı, oysa biz, Meclisin tadı biberiyiz, bizsiz
bir Meclis eksik kalır, bunu bileceksiniz, farklıyız. Evet,
farklılıklarımız var ama bu, ayrışmanın
nedeni değil; demokrasilerde birliğin ve demokrasinin
harcıdır. Zaten yeni partimizin amblemi de ağaç. Yaşamak bir
ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine. dedik, yolumuza
devam ettik, geldik AK PARTİnin 9uncu bütçesini dinliyoruz, sanal
rakamlarını, palavralarını. Şimdi, sıra bizde,
bizde.
AHMET YENİ
(Samsun) Biz de sizin palavralarınızı dinleyeceğiz
şimdi, değil mi?
HASİP KAPLAN
(Devamla) Şimdi, Krizden etkilenmedik. Çok dinledik, dinledik,
dinledik.
Birinci büyük
bunalımda dünyanın en büyük krizi olan uzun bunalımda, 1870ten
Birinci Dünya Harbine gelirken Türkiye, o zaman Osmanlı olarak kaybetti;
Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu çözüldü ve en son, İstiklal
Savaşı mücadelesinde burada Türkiye Cumhuriyeti devleti
kurulduğu zaman, Musul ve Kerkükü Misakımillî
sınırları dışında bıraktık. İkinci
büyük ekonomik kriz 1929da başladı. Bu da nereye geldi? İkinci
Dünya Savaşına geldi, faşizm hortladı İtalyada,
Almanyada, İngilterede, Amerikada ve İkinci Dünya
Savaşının sonunda Türkiye savaşa girmese de kapitalist
sistemle sosyalist sistem arasında topraklarına üsler konulmuş,
NATOnun, üzerine, topraklarına çöreklendiği Türkiye de Orta
Doğunun ve dünyanın sosyalist sistem karşısında
jandarması olduğu bir ülke durumuna geldi.
(x)
Bu bölümlerde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille, birtakım
kelimeler ifade edildi.
Üçüncü büyük
küresel ekonomik krizden etkilenmedik. diyorlar hatipler, Hükûmet hep. Dünya
etkileniyor, Amerika etkileniyor, Avrupa etkileniyor ama siz etkilenmediniz.
Peki, karşılıksız çeklerden, peki, ödenmeyen kredi
kartlarından, borçlarından batan şirketlerden, işten
atılanlardan, intihar edenlerden, bunların rakamlarından da
haberiniz var mı? Peki, dünyada aleyhimize gelişen gelişmelerden
haberiniz var mı? Bu küresel krizde yüzde 60 ihracat ve ithalatımızı
yaptığımız Avrupa Birliği, Amerika gibi ülkelerde
yüzde 40lara, dibe vurduğunu ihracatımızın,
ithalatımızın rakamlarını da açıklar
mısınız? Açıklayamazsınız. Orada gelişen
ırkçılığı da açıklayamazsınız,
İslam karşıtlığını da, Avrupa
Parlamentosunda ırkçı partilerin grup kurduğunu da
açıklayamazsınız. Açıklayamadığınız,
cesaret edemediğiniz, edemeyeceğiniz bir şey daha var: Emperyal
güçler bu ülkeye topla, tüfekle, tankla giremediler ama bu küresel krizde, bu
üçüncü bunalımda topla, tankla değil, sermayeleriyle,
şirketleriyle giriyorlar ve alıyorlar, satın alıyorlar
yap-işlet-devretle limanlarımızı,
ırmaklarımızı, köprülerimizi, çörekleniyorlar ülkemizin
başına. Onlar küresel krizi böyle değerlendirirken birileri de
çıkıp burada diyor ki: Biz etkilenmedik, teğet geçti.
Eğer söylenenler gerçek değilse ve yalanın boyutu büyükse bizim
72 milyon halkımızın bildiği bir tek kelime vardır
palavra, biz palavra deriz.
Bakın, Bütçe
Komisyonunda, 26 Ekim 2010, Bakan açıklıyor, çok seviyorsunuz
rakamları, ona geleceğim: 10 bin dolar gayrisafi millî hasıla ve
2002den bu yana artırdık. Güzel ama çok geçmedi, iki hafta sonra,
bir gece ansızın zengin oluverdik. Nasıl? AKPnin elinde sihirli
değnek, kurlarla, istatistiklerle oynuyor, bir gecede milleti zengin
ediyor. Gayrisafi millî hasılayı kişi başına da 2.345
TL artırıyor, yılda 16 bin dolara gayrisafi millî
hasılayı çıkarıyor, Türkiyeyi dokuz basamak
artırıyor. Var mıdır dünyada böylesi Hükûmet? Yoktur tabii.
Ancak sizin sanal rakamlarınızda, sizin sahte
rakamlarınızda, sizin bir gecelik oynamalarınızda olabilir.
Ne oldu da iki haftada bu zenginlik yaşandı? Cevabını
burada vermelisiniz.
Evet, 2 milyon,
açlık sınırının altında yaşıyor bu
ülkede. 15 milyon kişi, yoksulluk sınırının
altında yaşıyor bu ülkede. 10 milyon kişi, yeşil
kartlı yaşıyor bu ülkede. AKPnin full çektiği
Ağrı, Bingöl, Şanlıurfada, yüzde 50nin üzerinde
yeşil kart var. Bu, Türkiye'nin fotoğrafı değil mi?
Yabancı bir ülkeden mi bahsediyoruz?
Nazım der
ki:
Sen
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin
kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı
bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde
elmaların
Sen
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
Halkımız
da soruyor: Yoksulluğun, işsizliğin, baskının,
ayrımcılığın, işkencenin, sosyal
adaletsizliğin, zamların resmini yapabilir misiniz Sayın Recep
Tayyip Erdoğan? Sekiz yılda yarattığın eserin resmini
yapabilir misin? İşten çıkarılanların, 18 milyon
işsizin; ÖSS, KPSS sınavlarında kuyruk olan milyonların;
Zonguldak maden ocaklarında kalan cesetlerin resmini yapabilir misin?
İşçinin, memurun, emeklinin, emekçinin, esnafın, dar gelirlinin
eriyen ücretlerini; perişan olan taksicinin, kamyoncunun, tekstilcinin,
inşaatçının, bakkalın; fındığına kota
koyduğun Giresunlu, Trabzonlu, Ordulu, Sakaryalının;
pancarına kota koyduğun Muş, Erzurum, Niğde,
Aydınlı, Tekirdağlının; tütününe kota koyduğunuz
Bitlis, Diyarbakır, Samsun, Manisa, İzmir ilinin; Trakyada ürününü
kaldıramayan köylünün, tarım üreticisinin; Karadenizde hamsi
kasasını 1 liradan satan, mazotunu karşılayamayan balıkçının;
Ege, Marmarada zeytin üreticisinin; yoksul orman köylüsünün; yayla
yasaklarıyla yok olan hayvancılığın, ithal
angusların resmini yapabilir misiniz? Seçim vakti kömür, makarna, beyaz
eşya kuyruklarının; kelepçelenen Kürt siyasetçilerin, belediye
başkanlarının; gazlanan, coplanan, saldırıya
uğrayan milletvekillerinin, Tekel işçilerinin, öğrencilerin,
bebeğini düşüren kadınların, havan mermisiyle parçalanan
Ceylanın, on iki yaşında on üç kurşun yiyen
Kaymazın, gaz fişekleriyle ölen çocukların, Nevrozda coplanan
kadınların; Kürt, Roman olduğu için lince
uğrayanların; cezaevindeki basın mensuplarının; Kaz
Dağlarını kaz gibi gören madencilerin; bitirdiğiniz
Karadeniz derelerinin, Hasankeyfin, Munzurun, Allionanın; HESe kurban
ettiğiniz, yakılan yıkılan doğanın,
tabiatın, tarihin, kültürün; özelleştirip
sattığınız fabrikaların, madenlerin, limanların,
yolların, ormanların; yakılan binlerce köyün, göçün, göç
varoşlarındaki mahzun yaşamların yapamazsınız
resmini, işinize gelmez. Biz foyanızı da boyanızı da
tablonuzu da çizeceğiz; halkımıza açıklayacağız,
yalanlarınızı ve palavralarınızı bir bir
anlatacağız.
Krizin
faturasını halka çıkarmadık. Palavra 1. Bakın, 57nci
sayfa, sunuşlar: Krizin faturasını halka çıkarmadık.
Zenginleyenler kim? Sayıyorum: İMKB, dünya 6ncısı oldu.
Türkiyede kârlarına kâr katan, en çok vergi veren, en zengin yirmi yedi
banka. Türk bankacılık sektörünün aktifi 108 milyar. Forbes dergisine
göre, on iki Türk şirketi dünya devler liginde. Krize rağmen, ocak
ayında 28 bin olan milyarder sayısı 29 bine ulaştı.
Siz kurumlar
vergisini 2006da 33ten 20ye indirmediniz mi? Peki, işçinin, memurun
vergisi niye yüzde 27de duruyor? Niye onu indirmiyorsunuz? Niye
garibanın, emekçinin, işçinin ücretini, maaşını
İşinize gelmez.
Bütçeniz
zafiyetli, ekonominiz şeffaf değil, işsizlik teknik ölçümleriniz
yanlış. Zamları otomatiğe bağladınız.
Bankacılık sektörünün Türkiye ekonomisi içindeki yerini
sağlıklı değerlendiremiyorsunuz, eleştiremiyorsunuz.
Vergi alamıyorsunuz. Vergi kaçağıyla mücadeleyi
bıraktınız, aflarla ödüllendiriyorsunuz. Kayıt
dışı ekonomiyi özendiriyorsunuz. Külçe külçe altın,
hesapsız, geliyor, Türkiyeye giriyor. Kamu-özel ayrımını
sakat bir yöntemle yönlendiriyorsunuz. Bir yandan özelleştiriyorsunuz, bir
yandan TOKİyle ticaret ve müteahhitlik yapıyorsunuz. Sendikal hak ve
özgürlüklere karşı acımasızsınız, gelir
vergisinde adaletsizsiniz. Sosyal yönünüz pek zayıf. Enerji
alanını da dışa bağımlı sömürü ve soygun
alanına çevirdiniz. İç borç yönetiminde yanlış, tarım
sektöründe yanlış. Et fiyatları aldı başını
gidiyor ve siz, vergi gelirlerine baktığımız zaman,
232,2nin yüzde 70ini gariban halkımızdan alıyorsunuz. Bunun da
rakamlarını açıklayınız, açıklayınız
cesursanız!
Bakın, size
bir şey daha söyleyeceğim. Afrikanın tamtamları, AKPnin
zam zamları ayrı bir şey. Ben size biraz daha açacağım
bunu.
Bakın -bu
kitapçıkta da gördüm- alışmışsınız, 2002de
böyleydik, 2010da böyleydik. Hemen açıyorum, yine aynı nakarat.
Bakanımız da açıldı, anguslar geldi, etin
fiyatlarından başladı.
Şimdi ben
size soruyorum: Dünyada, bir yana, Edirnede -bakın- etin kilosu,
dananın -dana örneği veriyor- 30 lira, 20-30 bonfile. 20 kilometre
yakında, Bulgaristanın Svilengradında 9-12 TL. Hemen 18
kilometre yakında, Yunanistanda Orestiadada 14-15 lira. Bu kadar basit.
Şimdi anguslarla bize hava atmayınız. Bakın, size
göstereceğimiz başka şeyler de var.
Ekmek 2002de ne
kadardı biliyor musunuz? Haydi, konuşalım, madem öyle. 200
gramı 250 bin YTL, şimdi 1 milyon YTL, 1 lira. Aradaki farkın
rakamını biliyor musunuz? Elektrik 2002de 12 kuruş, şimdi
20.650 kuruş. Biliyor musunuz? 2002de benzin 1,20 YTL, şimdi 4 TL.
Biliyor musunuz? Doğal gaz 2002de 0,0298le başlayan rakamlar,
şimdi 0,614le başlıyor. Otomatiğe
bağladınız, biliyor musunuz? Benzin, motorin vergisinde
dünyanın en pahalı vergisini ödüyoruz: 66,80. Biliyor musunuz? 65
milyon kişi cep telefonu kullanıyor. Cep telefonunda vergi yüzde 58.
Biliyor musunuz? Marlboro 2002de 2,5 liraydı, şimdi 7 lira. Biliyor musunuz?
Rakının 2002de 8,25 TL, şimdi 40 TL olduğunu biliyor
musunuz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Son ideolojik
zamlarla alkol ürünlerine yüzde 30 zam yaptınız. Başbakan Üzüm
yiyin, üzümün suyunu içmeyin. diyor. Efkarlanan vatandaşa bir kadeh, bir
cigara çok gördünüz. Yetmedi, IV. Murat devri sanki, Ankaranın
göbeğinde, Çayyolunda restoran basıyor polisler, bebeleri
fişliyor, tutanak tutuyor, orada, Ankara Baro Başkanının
huzurunda diyor ki: İçkili lokantada ne işin var?
Siz Taliban
mısınız? Siz El Kaide misiniz? Bu 2010, 21inci yüzyıl
Türkiye Cumhuriyeti midir? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) Sayın Başkan
Sayın Başkan
HASİP KAPLAN
(Devamla) Bu çağdaşlık mıdır? Siz bunu nasıl
anlarsınız? Sonra çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki:
Kıyılarda, sahillerde oy niye alamıyoruz? Siz bu kafayla
sittinsene alamazsınız. Siz Hava vergisi vermedik, hava vergisi
dışında, yaşama vergisi almıyoruz. diye
vatandaşa Oturun, şükredin. diyorsunuz değil mi? Bu vatandaş
size şükretmesini bilecektir. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Vatandaş bilecektir.
HASİP KAPLAN
(Devamla) Arkadaşlar, heyecanlanmayın, sakin olun, sakin olun. (AK
PARTİ sıralarından Sen sakin ol! sesleri) Vaktim
sınırlı.
Bakın,
bütçenin aslan payını kime ayırdınız? Güvenliğe
ayırdınız. Nereye ayırdınız bütçenin aslan
payını? Güvenliğe, askere, polise, jandarmaya. Türk Silahlı
Kuvvetleri, Millî Savunma Bakanlığı 17 milyar, Jandarma 4,5,
emniyet 10,5 -yüzde 23 artış, diğeri yüzde 17- Sahil Güvenlik,
arkasından Kamu Düzeni, toplam 40 milyar. Türkiye'nin en büyük bütçesini,
Türkiye'nin geleceğini güvenliğe ayırdınız,
güvenliğe. Farkında mısınız siz? Silaha harcamaya,
operasyona, tezkereye, bilmem neye
Şimdi gelin
Asker mevcuduna geleceğiz. Başka bir gerçekle
yüzleştireceğim sizi, farkında değilsiniz, göreceksiniz.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcudu 600 bin. Evet, askerî vesayet
Sonuna
kadar karşıyız darbelere de ama durun bakayım, onun yerine
kim geçiyor, hangi güç, ona bakacağız.
Şimdi,
Türkiye, güvenlik devleti olma yolunda. Jandarmanın ne kadar
sayısı? 244.966. Emniyet 230.387, Kamu Düzeni vesaire, güvenlik,
Sahil Güvenlik 5.283, özel güvenlik sayısı 410.659, korucu
sayısı 82 bin. Yeni alacaksınız sözleşmeli er, 50 bin.
10 bin tane de sınır güvenlik. Alın size, sayısı 1 milyon
200 bin.
Şimdi, kim
başında bunun? İçişleri Bakanı Sayın Beşir
Atalay. Şimdi, Orgeneral Koşaner mi daha büyük bir güce hükmediyor,
yoksa Beşir Atalay mı ediyor? Onu da bırakın, 1 milyon 200
bin, İçişleri Bakanının emrinde, 600 bin de askerde, eder 1
milyon 800 bin. Yeni kanunlar çıkardık, emniyete 70 bin, bilmem
nereye
2 milyon silahlı gücümüz var. Bölün bakayım Türkiyeye.
Türkiyeye böldüğünüz zaman 36 kişiye 1 silahlı güç
düşüyor, 1 silahlı! Uyanın, uyanın! 36 kişiden birine
1 silahlı düşüyor ama yumurtalı öğrenci olunca 50 tane
düşüyor, ama Kürt siyasetçi olunca da 500 tane düşüyor, panzer
düşüyor, gaz bombası düşüyor, gaz fişekleri düşüyor.
Bu da yetmiyor AK
PARTİye, yeni bir tasarı hazırlıyor. On sekiz
yaşındakilere silah vereceksiniz, üstelik bir değil, beş
tane vereceksiniz. Texas mı burası ya? Dağ başı
mı? Ne yapmak istiyorsunuz? Texasa çevirdiniz ülkeyi. Bu ülke hukukla
yönetilir, bu ülke insan haklarıyla yönetilir, bu ülke demokrasiyle
yönetilir. Eğer zorbalıksa, eğer silahlı güçlerle
yönetilecekse siz kaybetmişsiniz, bu ülke kaybetmiş demektir
arkadaşlar. Siz bu çok ciddi yanlışın ayrımında
değil misiniz? Bu ülkeyi -2 milyonu silahlı olan bu ülkeyi- siz
hukukla mı koruyacaksınız, silahla mı
koruyacaksınız? Bütün mesele bu ama anlaşıldı ki
Sayıştay Kanununda performans ölçümünü niye
çıkardınız, anlaşıldı ki Sayıştay
Kanununda güvenlik güçlerinin harcamalarını niye gizli
yönetmeliğe bağladınız, niye Meclisin denetiminden
kaçırdınız, belli oluyor.
Bunlar da
yetmiyor, paralı asker, lejyoner sistemini ülkeye getirdiniz. Bu da
yetmiyor, bu seçimlerde
Size şunu söyleyeyim:
Aldığımız haberlere göre Şırnak-Hakkâriye de 50
bin tane sözleşmeli er göndereceksiniz, orada oy kullansınlar da size
ithal milletvekili çıkarsınlar diye.
O da yetmiyor.
İçişleri Bakanlığınıza bağlı Nüfus
Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün yurt
dışı seçmen kütüğü var mı? Hani seçim kütükleri? Yok.
Orada da hile hurda yapacaksınız. Aynen böyle, bir gecede
oynadınız ya rakamlarla, zenginleyiverdik birdenbire, millî gelir 10
bin liradan 16 bin liraya çıktı, oynayacaksınız rakamlarla.
O zaman sizin seçim sonuçlarınız yüzde 102yi bulabilir! İyi
hesaplayın. Yüzde 100ü geçince olmuyor yani! O kadar da atmayın.
Şimdi,
bakın, kontrolsüz güce dönüştünüz. Yürütmesiniz, Mecliste
çoğunluksunuz, yargıyı denetim altına adlınız,
tek partiye doğru gidiyorsunuz. Sizin Başkanda biraz narsisizm var.
Devlet başkanlığına doğru da gidiyorsunuz, bunun sonu
diktatörlüktür. Bu ülkeye yapılacak en büyük hakarettir. Bakın, size,
hoşunuza gitmiyor ama söyleyeyim: Dolmabahçede neler dönüyor? Bakın,
Büyükanıtla konuşup Şemdinliyi sattınız, sonra Kürtleri
sattınız. Şemdinliyi, bırak Kürtleri, Dolmabahçe denince
artık Atatürkün adı geçmiyor, orada rektörler toplanıyor,
öğrenciler yürüyor. Sonra neyle gündeme geldi? Orada ne planlar, ne
dolaplar dönüyor? Dolmabahçe öyle bir yer mi? Yoksa üniversitelerde rektörler
korkudan toplanamıyor diye mi toplantılar orada yapılıyor?
Şimdi
Türkiyeyi güvenlik, polis devletine çevirdiniz. derken biz bunu öyle sanal
rakamlara, tespitlere dayanarak söylemiyoruz. Siz millî güvenlik siyaset
belgesini istediğiniz gibi şekillendirmediniz mi? İrticayı
çıkarmadınız mı? Sonra kala kala bölücüleri koydunuz,
sadece bölücüler kaldı. Ondan sonrası çok kolay. Öğrencilere
saldırı özgürlüğünü geliştirdiniz. Üniversitede Kürt
öğrencilere saldırı olunca Kız meselesi. dediniz,
Partimize saldırı olunca Deli dediniz, ücretsiz eğitim isteyen
öğrencilere Militan dediniz. Hrant Dink davasında teklediniz,
yerinizde saydınız. 50 milyon dışlanan bir vatandaş
grubu oluşturup MGKnın yerine geçtiniz. DİSK Genel Başkanı
Kemal Türklerin kızının çığlıkları
yankılanıyor hâlâ Adalet gecikti, katiller kazandı. diye.
Sizler uzun tutuklulukların hesabını veremiyorsunuz bile. Sizler
üç yüz yetmiş bir cezaevinde 120.916 tutuklu ve hükümlünün yaşama
koşullarından da bihabersiniz, oradan çıkan cenazelerden... Siz
gizli dinlemeye bel bağlamışsınız, siz izleme, takibe,
bilişime bel bağlamışsınız. Duvergerin bir sözü
var: Adaletin olmadığı yerde herkes suçlu duruma
düşebilir.
SIRRI SAKIK
(Muş) Su verin arkadaşlar
HASİP KAPLAN
(Devamla) Bizi ihmal etmeyin, Hükûmeti etmiyorsunuz.
Yönetme anlayışınız
zaten Hükûmet anlayışınızla iflas etmiş.
Bakın,
enerji konuşulduğu zaman kim konuşacak? Bir bakıyorsun
Çevre Bakanı konuşuyor, bir bakıyorsun Tarım Bakanı
konuşuyor, bir bakıyorsunuz Kültür Bakanı konuşuyor. Bir
santral oluyor, hepsi konuşuyor. Kardeşim, kimin görevinde,
yetkisinde? Belli değil. Bu ülkenin hükûmet sistemi yanlış. Bu
ülkede Maliye Bakanı eğer paradan sorumluysa onun yerine ekonomiden
sorumlu Babacan kalkıp mali affı açıklamaz.
Bu ülkede 20
genel müdürlüğün bütçesi eğer Dışişleri ve Kültür
Bakanlığının bütçesinden büyükse bu ülkede sakatlık
var. Bu ülkede -maden ocakları- 48 bin tane ruhsat
dağıtılıyorsa, maden bakanlığı yoksa bu
Hükûmetin yapılanmasında yanlış var.
Bunları size
uzun uzun anlatacak değilim ama size şunu söyleyeyim: Bu HESlerle
Karadenizin derelerini kurutmayınız. Kazım Koyuncunun,
Şevval Samın türkülerinde dereler kalmasın. Allianoiya
kıymayınız, Hasankeyfe kıymayınız, Munzura
kıymayınız efendiler! Kıyılmaz doğa,
kıyılmaz tarih, kıyılmaz kültür, kıyılmaz tabiat,
bu ülkeye kıyılmaz efendiler üç kuruş için,
hırslarınız için! Siz iştahınız kabardıkça
tahribat artıyor, tahribatınız arttıkça talan artıyor,
talan arttıkça halkımızın öfkesi artıyor, bilesiniz,
bilesiniz.
Şimdi,
GAPta işsizlikten bahsettik. GAP projesi
Hadi GAPı
konuşalım. Başbakan çıktı 16 milyar
ayırdık. dedi. İyi. Nerede bu 16 milyar, nereden koydu? Yok. 16
milyar yerine İşsizlik Fonundan işçilerin parası 1,3
milyar üç senedir kesiliyor. Şimdi, şunu söylemek istiyorum:
Bakın, GAPta Sayın Bakanı, ilgili Bakanı
açıkladı, diyor ki: Biz ilk sene 3 milyar
2008de 2, 2009da 3,
2010da 4 milyar lira harcadık. Toplam 9 milyar. Başbakan diyor 16
milyar. Arkadaşlar, ya Başbakan doğruyu söylemiyor ya Bakanı
doğruyu söylemiyor. Artık bunu çıkın, açıklayın
burada. Öyle rakam makam yok. Birisi palavra atıyor ama kim?
Çıksın konuşsun.
Şimdi,
bakın, 12 Eylülle ilgili konulara gireceğim, vaktim yok ama size bir
iki şey söyleyeceğim, İnsani Gelişme Endeksi
rakamlarınıza bakmanızı tavsiye edeceğim. Çok uçurduğunuz
Türkiye 83üncü sırada. Evet, kadında, eğitimde,
sağlıkta bütün Avrupanın en gerisindesiniz, farkında
mısınız? Öyle şişirin rakamları, hiçbir şey
düşünmüyor
Bakın, sanal
ekonomik gelişmişlik programınıza hayranım. Seçim
dönemi, seçim bütçesi. E tabii, Napolyon ne demiş: Para, para, para.
Valla AK PARTİ de aynısını tutturmuş ama o diyor ki:
Hep bana Rabbena. diyor.
Şimdi, sizde
ne siyasal demokrasinin etiği var
Yüzde 10 seçim barajına
sığınan bu ülkede halkın özgür iradesinin önüne baraj koyanlar,
Kenan Evrenin yasasına sığınanlar, bu şekilde seçime
gidenlerin siyasi ahlaktan bakma, konuşma hakkı yok. Yüzde 10
barajına sığınanların demokrasiden bahsetme hakkı
yok. Yüzde 10 barajına sığınanların ahlaki olarak
düştükleri yer nedeniyle hiçbir toplumda kabul görmelerinin imkânı ve
yeri yok. Yüzde 10 barajına sığınıp 2 bin oyla
beleş milletvekili peşinde koşanların bu ülkeye
yapacakları en büyük kötülükler budur. Zaten, dediniz işte: Nasılsa
seçimden sonra Anayasa, Siyasi Partiler Yasası bilmem ne, bilmem ne
Burada çok
şey konuştunuz. Şiirler okudunuz, gözlerimizi
yaşarttınız. Beni burada arama anne/Kapıda adımı
sorma/Saçlarına yıldız düşmüş/Koparma
anne/Ağlama dediniz. Biliyor musunuz, meydanlarda
bağırdınız referandumda: 12 Eylülden hesap soracağız.
Kenan Evren nerede? Bir gün ifadeye gitti mi? Yüzlerce şikâyet dilekçesi
verildi, siz onu yargılayamadınız. Biliyor musunuz Sayın
Başbakan, senin sömürdüğün o solcu genç Ahmet Eren, Erdal Eren, Erdal
Eren, Erdal Eren bugün idam edilmişti? Yıl dönümü, biliyor musun?
Söylediğin yalanlardan vicdanen rahatsızlık duymuyor musun?
BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) Bağırma, bağırma!
MUSTAFA ATAŞ
(İstanbul) Bağırma, sakin ol!
HASİP KAPLAN
(Devamla) Sen Kenan Evreni yargılayamazsın, sen ancak önünde
düğmeni ilikleyebilirsin. Böyle, böyle olanların hiçbir şekilde
bu ülkede demokrasiyi getirme şansı yok.
Bu bütçe soygun
bütçesi, bu bütçe seçim bütçesi. Diyorsunuz ki: Bu seçim bütçesi değil.
En büyük yalan, en büyük palavra. Bunu sona bıraktım. Biliyor musunuz
niye? Şimdi açıklayacağım.
ABDURRAHMAN
DODURGALI (Sinop) Bağır biraz, duyulmuyor ya!
HASİP KAPLAN
(Devamla) Şimdi, seçim bütçesinin S harfi Sıcak para
akıyor. E harfi Enerjide dışa
bağımlılık, Ç harfi Çevre felaketi, İ harfi
İşsizlik artışı, M harfi Mali af, B harfi
Bütçe açıkları, Ü harfi Üretimi geriletme, tüketimi
teşvik, T harfi Türkiye ekonomisi -yalan-dünyanın en büyük
ekonomisi, Ç harfi Çiftçiye köstek olma bütçesi, E harfi Enflasyon
artışını gizleme, S harfi Sadaka devletine sosyal
devlet deme, İ harfi İhracat artıyor.
Şimdi,
alın, sizin seçim bütçenizi böyle koyunca oluyor Seçim Bütçesi.
Eğer bu benim söylediklerim
NURİ USLU
(Uşak) Aferin, aferin. İyi uydurmuşsun!
HASİP KAPLAN
(Devamla) Bakın, iyi bakın, ne yazıyor? Halk geçim, AKP
seçim diyor. Derdiniz bu. Durup dururken Allah aşkına, 50 milyar
kaynak için mali af çıkaracaksınız. Vergi, sigorta primleri
Niye büyük şirketlere af çıkarıyorsunuz? Çekini ödemeyene,
kredisini ödemeyene, teşvik alıp ödemeyene, mahkemeden ceza alana,
telefon borcu olana, niye esnaf kefalet kooperatiflerine, niye bütün
vatandaşa mali af çıkarmıyorsunuz? Niye sadece Avrupanın,
ABDnin büyük şirketlerini büyük mali yükten kurtaracak aflar
çıkarıyorsunuz? Niye holdinglere çalışıyorsunuz? Niye
72 milyon halka çalışmıyorsunuz?
Çalışamazsınız. Siz anlamazsınız. Askerliği
de kısaltacaktınız, o da palavra çıktı, bedelliyle artırıyorsunuz.
IMFye borcumuz,
Başbakan diyor ki: 2012de kapanacak.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kaplan, süreniz doldu efendim. İki dakika ek süre veriyorum,
lütfen
HASİP KAPLAN
(Devamla) Tamamlıyorum.
Şimdi,
Hazine Müsteşarlığından sorumlu Bakan 2013
Mayısında kapanacak. diyor. Ya Başbakan doğru
konuşmuyor ya Bakanı doğru konuşmuyor. 2012de mi
kapanacak, 2013te mi kapanacak, bilemiyoruz, birisi yalan söylüyor.
Bakın,
Avrupa Yatırım Bankasından 15,3 milyar, Dünya Bankasından
8,1 milyar, Avrupa İmar Bankasından 5,5 milyar, alıyorsunuz
kredileri, mali aftan 50 milyar. Özelleştiriyorsunuz. Elektriği
sattınız geçen hafta, 7 milyar. Koyun üst üste, bunların
hiçbirisi bütçe rakamlarında yok. Siz milleti dalga geçecek, milleti enayi
mi zannediyorsunuz? Bu halkla dalga geçenleri çok gördük, çok.
Bakın, bu
kadar parayı üst üste koydunuz seçim için, anladık. Bir de 400 bin
kadro dağıtacaksınız bu arada. Emniyetin, jandarmanın,
YÖKün ve Diyanetin, sadece bu saydığım yerlerde 400 bin tane
kadro dağıtacaksınız, o kadrolar da bu bütçeden
çıkacak ve siz diyorsunuz ki Hayır. Uçun beyler uçun, yolunuz
açık olsun, zaten hep havada dolaşıyorsunuz. Ülke ülke
geziyorsunuz yandaşlarınızla, hiçbir gün muhalefeti
yanınıza almıyorsunuz. Brezilya, Latin paradise, Hindistana,
Çine gidin, Uzak Doğu egzotik kollarını açmış, sizi
bekliyor.
Bakın,
Başbakan 2023te 500 milyar olacak ihracatımız. diyor. Uçun
beyler uçun 500 milyara! Zaten siz hep uçuyorsunuz. Bakın, bir
bakanınız 65 ülkeye uçmuş, 340 bin kilometre yapmış.
Şimdi
soruyorum: Tüm bunlardan sonra Bu seçim bütçesi değil. demek halkla
dalga geçmek değil de nedir? Türkiye halkı aklı, zekâsıyla
dalga geçen çok iktidarı gördü, inanıyorum, sizi de görecektir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kaplan, ek süreniz de doldu. Selamlayabilmeniz için mikrofonu
açıyorum. Lütfen
HASİP KAPLAN
(Devamla) Türkiye halkına hizmet etmeyen bu sanal bütçeye ret oyu
kullanıyoruz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
Sayın milletvekilleri,
şimdi de söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Başkanı ve Osmaniye Milletvekili ve Grup Başkanı Sayın
Devlet Bahçeliye ait.
Sayın
Bahçeli, buyurun efendim. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar)
Süreniz
altmış dakika.
MHP GRUBU ADINA DEVLET
BAHÇELİ (Osmaniye) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
15 Ekim tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2011 Yılı
Merkezî Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki parti Meclis grubumuzun
görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere huzurlarınızda
bulunuyorum. Demokrasinin en önemli gereklerinden birisi olan bütçe
müzakereleri vesilesiyle yapacağım değerlendirmelere geçmeden
önce muhterem heyetinizi şahsım ve partim adına
saygılarımla selamlıyorum.
Konuşmamın
başında, son dönemde üniversitelerde yaşanan ve hepimizi derin
bir endişeye sevk etmesi gereken vahim gelişmeler ve gerilimler
üzerinde durmak istiyorum.
Yükseköğrenim
gençliği ve üniversiteler Türk milletinin en dinamik, hassas,
heyecanlı ve tahriklere açık kesimlerinin başında
gelmektedir. Türkiye üzerinde hesap yapanların yöneleceği ve istismar
etmeyi düşüneceği en önemli kaynağın üniversite
gençliği olduğu yaşadığımız ve
ağır bedeller ödediğimiz deneyimlerimizle ortadadır.
1970 ve 1980
döneminde dizginlerinden boşanan tahriklerin ve çatışma ortamının
acı hatıraları hafızalardaki tazeliğini hâlâ
korumaktadır. Bugün ülkemizi her kademede yönetenlerin büyük bir bölümü bu
karanlık döneme şahit olmuş ve Türkiyenin nasıl uçurumun
kenarına getirildiğini yaşayarak görmüştür. Türkiyemizin
bir daha böyle bir kaos ve çatışma ortamına sürüklenmesini
önlemek, iktidar ve muhalefetiyle hepimizin ortak görevi ve sorumluluğu
olarak görülmelidir.
Üniversitelerde
yangın kıvılcımlarının tutuşturulmak
istendiğini, etnik nifak tohumlarının ekilmesine
çalışıldığını büyük bir endişeyle
görüyor ve izliyoruz. Bu yangın ateş bacayı sarmadan önce
yerinde söndürülmelidir. Bunda en büyük görev ve sorumluluğun AKP
Hükûmetine ait olduğu tartışmasızdır. Geçtiğimiz
günlerde İstanbulda başlayan, Ankarada devam eden olaylarda Sayın
Başbakan ve AKPnin benimsediği tutum, maalesef bu siyasi görev ve
sorumluluğun asgari icaplarıyla uyuşmamıştır.
Türk emniyet güçleriyle öğrencileri karşı karşıya
getirmenin ateşle oynamak olduğunu artık herkes idrak etmelidir.
Başbakan, Hükûmet yetkilileri üniversite gençliğinin sorunlarına
ve bunları dile getirme çabalarına karşı gereken
anlayış ve hoşgörüyü göstermek durumundadır. Türk polisini
öne sürerek aradan çekilmek Sayın Başbakanı ve Hükûmetini vebal
ve sorumluluktan kurtaramayacaktır.
Emniyet
teşkilatımız olumsuz koşullarda büyük bir şuur ve
fedakârlıkla çok güç bir görevi yerine getirmektedir. Kanlı terörün
hedefi olan, etnik bölücülerin organize ettiği eylemlerde taş ve
molotofkokteyillerine vücudunu siper eden kahraman emniyet teşkilatımıza
herkes sahip çıkmalıdır. Polisimizi yıpratmak, siyasi
amaçlar için kullanmaya çalışmak büyük bir gaflet olacaktır.
Polisimiz de toplumsal olaylarda, kanunlardan kaynaklanan görevlerini yaparken
ve yetkilerini kullanırken orantısız güç kullanmamaya dikkat
etmeli, kendisini bir çatışmanın tarafı konumuna
getirmemelidir. Üniversite gençliğinin de protestolarını
meşru zeminlerde ve meşru yöntemlerle ortaya koymaları,
şiddet unsuru içeren eylemlerden uzak durmaları mutlak bir
zorunluluktur. Üniversitelerdeki olayların kontrolden çıkarak
kitlesel çatışmalara dönüşmesi, hiçbirimizin altından
kalkamayacağı büyük bir felaket olacaktır.
Yaşanan son
müessif olaylar neticesinde, AKP Hükûmetinin, üniversite gençliğinin ve
emniyet güçlerimizin, sağduyunun rehberliğinden, aklın yol
göstericiliğinden ayrılmamaları hayati bir önem
taşımaktadır. Üniversite yönetimleri de bu konuda üzerlerine
düşeni büyük bir dikkat ve itina ile yerine getirmelidir. Öte yandan,
muhalefet partilerinin de bu konuda sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır.
Bu bakımdan, son yaşanan protesto gösterilerinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine taşınması ve ana muhalefet partisinin buna
aracılık etmesinin bu sorumlulukla örtüşmediğini bu
vesileyle hatırlatmak isterim.
Sayın
milletvekilleri, bütçeyi konuşup hakkında yorum yaparken
yalnızca ekonomik ve mali tarafına odaklanmak konunun bir
tarafını ciddi anlamda eksik bırakacaktır. Zira, bütçenin,
en az bunlar kadar, belki de daha fazla dikkat edilmesi gereken siyasi ve hukuki
yönleri olduğu kuşkusuzdur. Bu yüzden, devletin belli bir dönemde
yapacağı harcamaları ve elde edeceği gelirleri gösteren
bütçenin bir bütün hâlinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütçenin,
millet egemenliğinin somutlaştığı yer olan yüce
Meclisimize, Hükûmetin işlemlerine izin verme ve denetleme imkânı
sağlaması, en başta, siyasi işlevinin bir sonucudur.
Dolayısıyla aziz milletimiz, temsilcileri eliyle, tüm kamu kesimine
teorik de olsa hâkim olacak ve kontrolünü sağlayacaktır. Elbette
bunun sağlıklı ve etkili yapılabilmesi, güçler
arasındaki ayrımın ve görev dağılımının
ihlal edilmemesine veya zayıflatılmamasına
bağlıdır. Bütçe özü itibarıyla kaynak tahsis meselesidir ve
bu da doğal olarak siyasal bir tercihe dayanacaktır. Genel olarak her
iktidar siyasi önceliklerini, başta maliye ve para politikalarını
vasıta yaparak bütçede belirlemekte ve yasama organının
onayına sunmaktadır. Takdir edersiniz ki bütçenin onay süreci
sıradan ve olağan bir işlem olmamalıdır; aksini
düşünmek demokrasiye ve millet iradesine hazımsızlık kadar
saygısızlık da olacaktır. Bütçe ve kesin hesap
tasarıları üzerindeki görüşmeler aynı zamanda bize Hükûmet
uygulamalarına yönelik uyarı, tenkit ve öneri imkânı da
sağlamakta, milletimizin ve devletimizin sorunlarını daha
bütünlükçü ele alma fırsatı sunmaktadır. Bu söylediklerimin
amacına ulaşabilmesi siyasi iktidarın sözlerimize,
eleştirilerimize ve tekliflerimize göstereceği ilgi ve dikkatle
mümkündür. Fakat tecrübelerimiz, AKP İktidarının bu zamana
kadarki kayıtsız ve vurdumduymaz eğilimlerini yönlendiren
başına buyruk siyaset anlayışında ne kadar ileri
olduğunu da göstermektedir. Uzlaşmadan ziyade çatışan,
iş birliği yerine çarpışan, hoşgörülü olmaktansa kaba
güç gösterilerine tevessül eden AKP zihniyetinin hazırladığı
bütçelerle ekonomik gelişmeyi yakalaması ve milletimizin
refahını artırması bugüne kadar söz konusu
olmamıştır, bundan sonra da olması ihtimal dâhilinde
değildir. Nitekim yaklaşık sekiz yıldır olan da budur
ve gerçekler tüm açıklığıyla görmesini bilenler için
ortadadır. Bu itibarla görüştüğümüz 2011 yılı bütçesinin
de ümit ettiğimiz gelişmelere kapı aralayabilmesi ve
milletimizin beklentilerine cevap verebilmesi söz konusu değildir.
Değerli
milletvekilleri, 2011 yılı bütçesi hakkındaki düşüncelerimi
sizlerle paylaşırken pek tabiidir ki önce ülkemizi merkezine alan ama
küresel gelişmeleri de ihmal etmeyen ekonomi-politik bir
değerlendirmeye ihtiyaç vardır ve son gelişmeleri bu perspektifle
ele almak işin doğası gereği olacaktır.
İnsanlık,
asırlarca, daha iyi yaşayabilmek, daha sağlıklı
olabilmek ve hedeflediği mutluluğa ulaşabilmek amacıyla
sürekli yeni arayışlara, çabalara ve çalışmalara
girişmiştir. Ancak, her defasında savaşlardan, bunalımlardan,
yoksulluk ve açlığın neden olduğu sosyal afetlerden
yakasını kurtaramamış ve arzuladığı seviyeye
bir türlü erişememiştir. Bugün yaşlı yerkürenin düne
nazaran daha umut bir verici bir durumda olduğunu söylememiz ne yazık
ki zordur. Küreselleşme dediğimiz çok yönlü dinamik süreç, birçok
sakıncasına rağmen dünya üzerindeki hayat biçimleri
hakkında herkese ortak bir fikir vermiş, iletişim araçları
sayesinde yoksulluktan harap, bitap düşmüş milyarlarca insana
zenginliğin ve iyi yaşamanın nasıl olacağını
göstermiştir. Küresel sistemin dengesiz ve adaletsiz görünümü bu
şekliyle deşifre olmuş ve gerginliklerin,
çatışmaların ve sancıların mahiyeti ve niteliği
farklı bir boyut kazanmıştır.
Bir tarafta
servet ve gelirin muazzam derecede üst üste yığıldığı
ülkelere karşı, diğer tarafta sürekli ekonomik sorunlarla
boğuşan ve aralarında bizim de yer aldığımız
milletlerin varlığı hepimizin malumudur. İçecek temiz su
bulamayan, yiyecek ekmekten mahrum ve başını sokacak bir meskeni
olmayan milyarlar, insanlığın nasıl bir rezaletle
karşı karşıya olduğunu göstermesi bakımından
ibretliktir. Bu sakil ve son derece rahatsız edici adaletsizliğin
çözümü ve temelinden hâlli, bugüne kadar maalesef gerçekleştirilememiştir.
Ekonomik eşitsizliğin neden olduğu nefret duyguları etnik
ve mezhepsel çatışmaların ateşini yükseltmiş, hem
yerel hem de küresel terör vahşetine lojistik destek
sağlamıştır.
Dünyanın
içine düştüğü ekonomik ve siyasi gerilimin kökeninde elbette tarihsel
faktörlerin ve dünden devralınan sömürgeci mirasın etki ve
katkısı çok fazladır. Şaibeli ve insanlık
değerleriyle bağdaşmayan emperyal maharetle kaynak ve imkânlara
ulaşıp zenginleşen ülkelerin bugünkü çağda demokrasi ve
özgürlük savunucusu kesilmeleri de bir bakıma kürenin en büyük açmazı
ve talihsizliği olmuştur. Balkanlardan Kafkasyaya, Afrikadan
Okyanusyaya ve Cebelitarıktan Kuzey Amerikaya uzanan geniş
coğrafyalarda yaşanan dramlar, facialar ve sistematik kıyım
ve ekonomik saldırılar çağımızın
gelişmiş ülkelerince hiçbir kural ve ahlaki kaygı gözetilmeden
gerçekleşmiştir. Bu itibarla, son beş yüz yıllık zaman
zarfında, Avrupanın ve Amerikanın dünyanın toplam
gelirinden aldığı pay hızla artarken Asya ve
Afrikanınki sürekli gerilemiştir. Ne yazık ki açgözlülük,
bencillik, adaletsizlik ve ihtiras, kürenin bir bölümünün
istikrarsızlıkların ve kaosların içine girmesine yol
açmış ve bunun sarsıntıları bu yüzyıla kadar
artarak devam etmiştir.
Aslına
bakılırsa başta ülkemiz olmak üzere gelişmekte olan ve az
gelişmiş ülkelerin yaşadıkları sorunların büyük
bir bölümünü burada aramak ve varlığını sürdüren küresel
tasarımın altındaki büyük haksızlığı ve
adaletsizliği açıklıkla itiraf etmek gerekmektedir. Güçlünün
kazandığı ve sözünün geçtiği mevcut küresel sistemin sahip
olduğu dengesizlikler ve çarpıklıklar artık
sürdürülemeyecek noktaya kadar gelmiştir. İnsanlığın
daha iyi ve güzele olan talebi ve bunlara ulaşma gayreti önümüzdeki
yıllarda oyun kurucuların yeniden değişeceği bir
dönemin ortaya çıkacağını şimdiden bize
göstermektedir. Gelecek yıllarda, küresel ısınmadan iklim
değişikliklerine, kadın haklarından gençlik
örgütlenmelerine ve çevreci hareketlere, başta İnternet olmak üzere
iletişim araçlarından teknolojik gelişmelere kadar ve
ideolojilerin yerini almaya aday kimlik politikaları bu
değişimde etkili olacaktır.
Küresel ekonomik
krizin ortaya çıkardığı gerçekler arasında, geleneksel
güç merkezlerinde yaşanan kaymaların tetikleyeceği yeni bir
ilişki ağına gidişin belirtileri bulunmaktadır. Burada
hayrete düşülecek bir taraf esasen yoktur. Yüzyıllardır sürekli
değişen ve farklı bir noktada dengeye oturan küresel sistemin
önümüzdeki süreçte buna bir kez daha muhatap olması kaçınılmaz
gibi durmaktadır. Ne var ki Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bu
gelişmeleri doğru okuyamadığı ve gerçekçi, ayakları
yere basan ve millî politikalar üretemediği de ortadadır. Türkiyenin
jeopolitik ve jeostratejik gücünü harekete geçirmekten âciz ve bihaber olan
Hükûmetin sadece küresel alana eklenme niyetiyle avunması ve üstelik bunu
da taviz ve teslimiyet döngüsü içine hapsolarak planlaması bu zamana kadar
hayırlı ve faydalı bir sonuç doğurmamıştır.
Ekonomiden
siyasete, güvenlikten diplomasiye, sanattan spora, edebiyattan bilime kadar
mukayeseli bir üstünlüğe sahip olmadan uluslararası ilişkilerde
iddialı olmaya çalışmak hem komik hem de milletimizin
aklıyla alay etmektir. Üstelik iç huzurumuzun hiç kalmadığı
ve birlikte yaşama inancına yönelik hain suikastların
varlığı biliniyorken, bölgemizde sözü dinlenir bir ülke
olduğumuzu dillendirmek ve bu propagandayı sürekli pompalamak,
ülkemize ve aziz milletimize hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Şehit
kanlarıyla çizilmiş sınırlarımızın, üniter
yapımızın, kardeşliğimizin ve millî kabullerimizin
sorgulandığı bir ortamda sürekli içi boş bir
gelişmeden ve sözde ileri demokrasiden bahsetmek, ancak basiretini ve
idrakini kaybeden bir hükûmetin bastırılamayan çelişki ve
bunalımına işaret edecektir.
Siyasi sorumluluk
üstlendiği ülkesinin iç sorunları katlanırken
Dışarıda sıfır sorun hezeyanlarıyla vakit
geçiren bir hükûmet etme anlayışının etkinliğinden,
ciddiyetinden ve samimiyetinden bahsetmek inanın mümkün değildir.
Kaldı ki Aziz Atatürkün belirlediği ve ilan ettiği Yurtta
sulh, cihanda sulh. ilkesi bizim için vazgeçilmezliğini hâlâ
korumaktadır ve başkaca bir hayalperestliğe millet olarak
ihtiyacımız olmayacaktır.
Bölgesinde cazibe
merkezi olmaya talip ve hakikaten sözü dinlenir ülke hâline gelmek için
ekonomik ve siyasal alanlarda istikrarlı ve kudretli olmak
tartışmasız bir gerekliliktir. Bunlar olmadan yalnızca
sözde ve propaganda düzeyinde ülke olarak itibarımızın
arttığını ileri sürmek yalandır, sanaldır ve
aldatmadan başka bir anlama gelmeyecektir.
Arkasına
ekonomik gücünü alamamış, askerî
caydırıcılığını sağlayamamış,
coğrafyadan kaynaklanan üstünlüğünü gösterememiş ve beşerî
varlığını huzura erdirememiş bir ülkenin küresel
düzlemde belirleyici olmasına tarih henüz tanıklık
etmemiştir.
Eğer bugün
Amerika Birleşik Devletlerinin küresel sistemdeki kuvvetinden ve
etkinliğinden söz ediliyorsa bu söylediklerimi siyasetinin ana ekseni
yapmasıyla mümkün olduğunu hatırlardan çıkarmamak
gerekmektedir.
60 trilyon
doları geçen dünya toplam gelirinin yüzde 21ine yakınını
Amerika Birleşik Devletlerinin var olan askerî gücüyle iç içe geçmiş
bu ekonomik gücü sayesinde kıtalar arasındaki sorun alanlarına
doğrudan müdahale ettiği ve yönlendirdiği hepimizce
bilinmektedir.
Ülkemizin ise
insanlığın toplam gelirinden aldığı yüzde 1,2lik
payla ne yapacağı, sözünün nasıl dinleneceği ve hangi
tarihsel hatıraları canlandırarak sürükleyici ve tayin edici bir
konumda olacağı belirsiz olduğu kadar şüphelidir.
Üstelik ordumuzun
darbeci olarak gösterilmeye çalışıldığı ve
sindirilmek için özel bir gayret sarf edildiği bir ortamda
vatanımızı parsellemeyi hedefine koymuş olan bölücü
mihraklar da şımartılmışken, güçlü ve bölgemizde
istikrar abidesi olduğumuza yönelik iddialar tam bir karartmadır ve
AKP Hükûmetinin şuurunu kaybettiğinin resmidir.
Bu itibarla,
kutlu ceddimizin, Osmanlının muhterem hatıralarını
istismar ederek, Osmanlı milletler sisteminin tekrar kurulmasıyla
ilgili hem de yabancı başkentlerde düşünce beyanlarında
bulunmak, aymazlıktan öte, saflık ve gerçeklerden ne kadar kopuk
olduğunun bariz bir göstergesidir.
Çatısı
altında bulunmaktan övündüğümüz gazi Meclis, milletimizin himmetiyle,
yedi düvele karşı verdiği şanlı mücadeleyle Türkiye
Cumhuriyetini kurmuş ve 29 Ekim 1923 tarihinde son sözünü
söylemiştir. Bu tarihe gelesiye kadar yaşadığımız
ağır tahribatlar, isyanlar, işgaller, toprak
kayıpları, maruz kalınan bağımsızlık
mücadeleleri millî hafızalarda hâlâ derin bir üzüntü olarak
hatırlanmaktadır. Elbette, ecdadımız, böylesi bir sonu
istememişti ve arzu etmemişti ancak küresel güçlerin tüm
iğrençliğiyle vatanımıza gözünü dikmelerine de mâni
olunamamış ve karanlık odalarda yaptıkları toprak
paylaşımlarının önüne ise geçilememiştir. Sonucunda
bugünkü sınırlarımıza kadar gerileyerek, gidecek başka
yerimiz olmadığı hususunda kesin karar, destansı bir
kurtuluş mücadelesiyle herkese ilan edilmiştir.
Bütün bu
gerçekler ortada dururken ve iç bütünlüğümüz bile
tartışılır hâldeyken başkalarının tesiri
altına girip Türkiye Cumhuriyetini sulandırmaya çalışmak,
arkadan dolaşarak ve sözüm ona ilgi uyandıracak projeleri gündeme
taşımak asla doğru olmayacaktır ve bunun perde
arkasındaki tezgâhlar ülkemizin mahvına sebep olacaktır.
Bilinmelidir ki hükümran bir geçmişe sığınıyor
görüntüsü altında yabancıların projelerine taşeronluk
yapanları, bilerek ya da bilmeyerek buna hizmet edenleri ne Allah ne de
aziz milletimiz hiçbir zaman affetmeyecektir. (MHP sıralarından
alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, olması gerektiği gibi
kalkınamayışımızın nedenlerini, sürekli ve
kararlı bir gelişme gösteremeyişimizin sebeplerini, genel
olarak, Lale Devrinden beri sorguladığımız bir gerçektir.
Ancak hâlâ kapsayıcı ve etkili bir yöntem veya çare
bulamadığımız da malumlarınızdır. Bu
uğurda takip edilen yolların, Batılılaşmanın
hedef alınarak izlenen prensiplerin bizi her ne hikmetse hep bir
başkası olmaya zorladığı da açıktır.
Değerlerden başlayarak sosyal ve ekonomik hayatın bütün
veçhelerine sokmaya çalıştığımız yabancı
bakış açısı ne yazık ki orijinal ve kendimize özgü
kültürel yapımızı sürekli
aşındırmıştır.
Doğu ile
Batı arasına sıkışmış ve ilerleyebilmek için
Batıya yakın olmaya karar vermiş olan milletimizin muhatap
olduğu sorunlar ve sarsıntılar hiç dinmemiş ve
azalmamıştır. Bir tarafta tarih yapan ve kudretli bir millet
olduğumuz inancı, diğer tarafta da yabancı sosyal ve
ekonomik sisteme geçme ve yerleşme talebi ister istemez çelişkilerin
iyice çoğalmasına ve kabından taşmasına neden
olmuştur. Teknik buluşları ithal ederek gelişeceğimizi
zanneden kafa yapısı, bunun arkasındaki zihniyet örgüsünü
anlamak için nedense hiçbir zaman mesai ve emek harcamamıştır.
Kullanımına talip olduğumuz her kavramın, teorinin, teknik ilerlemenin
bir zihniyete dayandığı, belirli ve somut bir ihtiyaçtan
kaynaklandığı görmezden gelinmiş ya da
anlaşılmamıştır. Asırların imbiğinden
damıtarak olgunlaştırdığımız millî ve manevi
değerlerimizi hakkıyla idrak etmeden çıkılan
modernleşme macerası, doğal olarak meyvelerini bize ikram
etmemiş ve sorunlarımızla başa çıkabilmede
yardımcı olmamıştır.
Refahın,
zenginliğin, ilerlemenin, insanlık değerlerinin bizim
dışımızdaki toplumlara ait olduğunu sanan çürümüş
bir anlayışın problemlerimizin azalmasına katkısı
elbette olmayacaktır. Geleneksel olarak ekonomik ilişkilerini günlük
temin alanına sıkıştıran bir zihniyet örgüsünün de
pazar için üretim ve kâr gibi saiklerden ne anladığı belli olmadan
kapitalist ilişki içine girmesi yaşadığımız
birçok soruna âdeta davetiye çıkarmıştır.
Az önce de
belirttiğim gibi, adaletsiz ve eşitsiz küresel ekonomik
ilişkiler ağı doğal olarak koyduğu kurallar
doğrultusunda kaynakları ve sermayeyi kendisine çekmiş,
milletimizin hanesine işsizlik, gelirsizlik ve yoksulluk düşmüştür.
Bu gerçekler inkâr edilemez bir boyutta ve farklı yoğunlukta hâlâ
yaşanmakta ve tüm haksızlığa rağmen sürmektedir.
Tarihî ve
toplumsal kabullerimiz üzerine bina edilemeyen ve kendi
ihtiyaçlarımızı tatmin etmekten uzak siyasi ve ekonomik
tercihlerin getirdiği yer işte bugünkü gibidir.
Karşılaştığımız her sorun
karşısında hazır kalıp arama ve bunu da taklit etme
alışkanlığının uzun vadede bedeli ne hazindir ki
acı olmuştur. Hepimizin en başta düşünmesi ve cevabı
üzerinde kafa yorması gereken bir soru vardır: Tarihin belirli bir
döneminde sahip olduğu kudretinden dolayı dünyayı titreten ve
hâkim bir güç olan milletimizin bugün içine düşürüldüğü ataletin ve
acziyetin hesabını kim ya da kimler verecektir?
Yenilikçiliğin
olmadığı, teknoloji üretiminin yetersiz kaldığı,
değişim dinamiklerinin yanlış yorumlandığı
ve geliştirici iş birliklerinin bulunmadığı bir ortamda
hep aynı sorun alanları etrafında dolanmanın faturası
gün geçtikçe artmaktadır. İstirham ederim, bir kere düşünün
değerli arkadaşlarım: Bundan bir asır önce hangi sorunlarla
yüz yüzeysek bugün benzerleri yok mudur? Geçmişteki tehlike ve tehditlerin
değişik türevlerine bu zamanda da şahit olmuyor muyuz? Peki,
bunlar bizim kaderimiz midir ve teslim olacağımız, Ne
yapalım, buraya kadar. diyerek sineye çekeceğimiz kara talihin bir
eseri olarak mı kabul edeceğiz? Titreyip kendimize ne zaman
geleceğiz? Birbirimizi daha hangi şartlar altında kucaklayıp
güç birliği yapacağız? Ekonomik problemlere daha ne kadar
katlanacağız? Aynı bayrak altında tek milletin eşit ve
onurlu bir üyesi olmanın şerefine sahip olmak varken, daha nereye
kadar kardeşler arasına sokulmaya çalışılan nifaklara
sessiz kalacağız?
1910lu
yıllarda milletimizin bölünmesi ve parçalanması için ellerini
ovuşturanlarla bugün aynı kirli amacı taşıyanlar
arasında yalnızca bir zaman ve nesil farkı olduğunu katiyen
unutmamalıyız. Figüranlar farklı olsa da niyetlerin, emellerin
ve fesadın aynı olduğu şüphesizdir.
Balkanları
elimizden koparanları, Ermeni çetecileri üzerimize gönderenleri,
vatanımızı esaret altına almaya çalışanları
ve kutsal toprakları oyunlarla elde edenleri biz hiç
hatırımızdan çıkarmadık. 1919 yılında hangi
tezgâhlar varsa, emin olun ki bugün de benzerlerine şahit olmaktayız.
Dünün işgalcileri ve emperyalist mihrakları hem kendileri hem de
uzaktan kumanda ettikleri uzantılarıyla birliğimizi ve
bağımsızlığımızı yok etmeye
çalışıyordu. Bugün de masum kavramlarla yarım kalan
işlerini tamamlamak için faaliyet içinde olduklarını iyi biliyoruz
ve üstelik de muhatap oluyoruz.
Yaşadığımız
çağda en korkunç savaşların demokrasi adına, en feci
baskıların özgürlük uğruna ve dehşet verici zulümlerin
insanlık namına yapıldığı biliniyorken esasen
kavramların istismar edilmesine çok da şaşırmamak
lazımdır. Dün de etnik tahrikler vardı, bugün de
bulunmaktadır. Dün de milletimizi bölmeye çalışanlar vardı,
bugün de otuz altıya ayırmayı düşünenler faaliyet
içindedir. Dün de âciz yönetimler vardı, maalesef bugün de var. Türk
milletine duyulan kin ve tahammülsüzlük dün de vardı, bugün de
değişik boyutlarla varlığını sürdürmektedir.
Başka
milletlerin bilim ve teknikte mesafe kaydettiği bir süreçte ve hatta uzaya
kadar hâkimiyet alanlarını yayıp yeni elementler bularak
dünyanın gidişatını etkilerken, bizim hep aynı
meselelere saplanıp kalmamız kabul edilemez bir insafsızlık
ve yanlış olacaktır. Bakınız, Almanya iki dünya
savaşının da tarafı oldu ve tam bir yıkıma
uğradı. Gelin görün ki bugün Avrupanın en büyük ekonomisi ve
dünyanın da en çok ihracat yapan iki ülkesinden birisi hâline geldi.
Japonya için de benzer şeyleri söylememiz mümkündür ve istenildiği
zaman kültürel güçten alınan destekle nelerin
başarılacağını herkes görmüştür. Millet olarak
karşımıza dikilen engelleri
aşamadığımızdan sorunlarımızı da bir
türlü çözemiyoruz. Takatimizi bitiren, enerjimizi heba eden ve birbirimize
düşmemize sebep olan meselelerin aşılamaması bu
coğrafyada bağımsız yaşama irademize de darbe
vuracaktır. Bugün geldiğimiz bu aşamada insanımız
güvensiz ve korkular içindedir, bu itibarla, bugünden endişeli
yarından karamsardır. Tahammül etmemizin artık imkânsız
olduğu, tepkisiz kalmamızın düşünülemeyeceği bu
çarpıklıktan mutlaka kurtulmamız ve zaman öznesi hâline
gelebilmemiz için tek bilek ve tek yürek olmamız zorunludur. Gerçekten de
mensubu olmaktan iftihar ettiğimiz büyük Türk milletinin, eğer
şartlar elverirse neler yapacağını biliyor ve buna
canıgönülden inanıyorum.
Sayın
milletvekilleri, biraz önce de vurguladığım gibi, ülkemizin her
alanında sorunlar artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Artık
insanımız yoğunlaşan problemlere göğüs germekten
yorulmuş ve haklı olarak bıkmıştır. Huzur ve
refahın her geçen gün ulaşılabilir bir hedef olmaktan
çıkması ve yarınlara dair umutlu bekleyişlerin hayal
kırıklıklarıyla yer değiştirmesi, yaşadığımız
coğrafyada jeopolitikten doğan girdapların daha da
belirginleşmesine ve hızlanmasına neden olmuştur. Bir
gerçeği artık herkesin kabul etmesi gerekmektedir: Sosyal krizler, cinnet
ve cinayet haberleri, yozlaşma ve yolsuzluktaki artışlar,
siyasal kaoslar, ekonomik buhranlar, kimlik ve değer
aşınmaları toplumsal yapının zaten zayıf ve
yetersiz olan sorun çözme kültürünü tüketme noktasına getirmiştir.
Yine hepinizin
şahit olduğu üzere,
karşılaştığımız en ufak sorunun büyüyüp
çoğalması ve bunun sonucunda toplumsal sistemin anında kamplara
ve cephelere bölünmesi sağlıklı bir hâlin göstergesi
değildir. Özellikle AKP iktidarları boyunca Türkiye maalesef bu dar
ve çıkmaz alanın dibine kadar düşmüştür. Bu anormal
görünümün kapsamında gelişme, büyüme ve kalkınma
girişimlerinin yalnızca sözde kalacağı, hiçbir anlam ve
sonuç doğurmayacağı açıktır.
Bugünkü olumsuz
şartlar altında, muhatap kaldığımız ve her gün
bir yenisine şahit olduğumuz sorunların üstesinden gelebilmek
için öncelikle meseleleri tarafsız ve kararlı bir biçimde ele alacak
ve üzerine gidecek zihnî ve fiziki faktörlere ihtiyaç bulunmaktadır.
Elbette ekonomideki belirsizlikler ve kronik hastalıklar en dikkat
edilmesi gereken konular arasındadır. Kim ne derse desin, AKP Hükûmeti
ne türlü bir propaganda yaparsa yapsın ekonominin istikrarlı ve güçlü
yapısından söz etmek imkânsızdır. Yanlış ve sakat
ekonomi politikalarına paralel yürüyen eğri ve bulanık siyaset
tercihi vatandaşlarımızı zayıf ve yorgun
düşürmüş, deyim yerindeyse hayatlarından bezdirmiştir.
Yalnızca
rakam ve oranların inşa ettiği sığınaktan
gelişmelerin analizi ve dikkatlerin borsa endeksine kilitlenmesi bir
bakıma ekonomiye nasıl bakıldığını da ispat
etmiştir. Özellikle Türkiye ekonomisinin yaşadığı
ağır kriz hâlinin geometrik terimlerle hafife alınması ve
Bize bir şey olmadı. tekerlemeleri, ne kadar inkâr edilse de
milletimizin yaşadığı felaketi bastırmaya
yetmemiştir ve ülkemiz tarihin en büyük krizlerinden birisine Adalet ve
Kalkınma Partisinin yönetimi altında girmiş, hiçbir izah ve
bahane bu gerçeği değiştirmemiştir. Unutmayalım ki Ne
yapalım, kriz ABDde çıktı. ya da Avrupa Birliği de
sarsılıyor. gerekçeleri ne Başbakanı ne de Hükûmetini
sorumluluktan kurtarmayacaktır. Siyaset bedel ödememek maksadıyla
umut ve güven pompalamayla çalışmanın ve aldatıcı bir
iyimserlik havası oluşturmanın iktidar partisine hiçbir
faydası olmamıştır. Kabul etmemiz lazımdır ki
bütün ülkelerde büyümeyi sağlayan olağanüstü elverişli küresel
ekonomik iklimin sonucunda 2005 yılına kadar Türkiye ekonomisi artan
bir oranda büyümüştür ancak 2005 yılını takip eden
yıllarda, ekonominin kendi iç çelişkisinden kaynaklanan sorunlardan
dolayı büyümesi yavaşlayarak, uluslararası risk iştahı
ve likidite bolluğuna rağmen irtifa kaybetmeye
başlamış ve büyüme hızı hem potansiyelinin hem de
muadillerinin gerisine düşmüştür. Nitekim, 2009 yılında
büyümedeki düşüş eksi yüzde 4,7 olmuştur.
Adalet ve
Kalkınma Partisi hükûmet olduğunda, ülkemizle benzer şartlara
sahip 149 ülke içerisinde Türkiye en hızla büyüyen 29uncu ülkeyken, 2009
yılında büyüme hızı sıralamasında 136ncı
sıraya inmiştir. Hatırlanacağı üzere, bu
yılın ilk dokuz ayında ortaya çıkan büyüme oranı yüzde
8,9 olarak gerçekleşse de bu büyüme büyük ölçüde baz etkisinden
kaynaklanmıştır. 2010 yılı ilk çeyrek büyümesi yüzde
11,8 seviyesinde olduğu hâlde, üçüncü çeyrekte bu oranın 5,5e
gerilemesi, baz etkisinin süreç içinde etkisini kaybetmeye
başladığını göstermiştir. Açıktır ki
AKP Hükûmeti, bu zamana kadar üretimi ve çalışanı dikkate alan,
işsizliği azaltan bir büyüme stratejisi tespit ve tayin
edememiştir. Ne yazık ki Türkiye ekonomisi küresel para tacirlerinin,
sıcak para operasyonlarının, uluslararası finans
kuruluşlarının insaf ve merhametine tam anlamıyla terk
edilmiştir. Bunlara başarı diyebilmek için ise ancak ve ancak
hayata ve gerçeklere kara bir propaganda gözlüğüyle bakmak ve iktidar
yandaşı olmak yeterli olacaktır.
İşsizliğin
aldığı boyut korkutucu bir noktadadır ve resmî
işsizlik rakamına iş aramayıp ancak çalışmaya
hazır kişiler de ilave edildiğinde işsiz
vatandaşlarımızın sayısının 5,5 milyona
ulaştığı görülecektir.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetinin yönetimi altında Türkiye ekonomisi
teğet geçme ve krize fırsat gözüyle bakma dışında
yeni bir şeyle karşılaşmamıştır. Bu
kapsamda, hesap oyunlarıyla kişi başına düşen gelir
rakamları sanal olarak arttırılmış, hayat
pahalılığı yükselmiş, gıda enflasyonu
fırlamış, ülkemiz ithal mallarının cenneti hâline
gelmiş, cari açık azmış, toplam borç stoku 741 milyar Türk
lirasını aşmış, vatandaşlarımızın
toplam borcu 159,2 milyar Türk lirası olmuş, bankaların yüzde
41,9u, sigorta şirketlerinin yüzde 63ü yabancıların eline
geçmiş, başta elektrik dağıtım şirketleri olmak
üzere kamu varlıkları satılmış ve bütçe
açıkları kapatılmış, vatandaşlarımız
dünyanın en pahalı benzinini almak zorunda
bırakılmış ve et fiyatları anormal seviyelere
çıkmış ve ekonomideki alaboralar milyonlarca
insanımızı aç ve yoksul bırakmıştır.
Ekonominin
yapısal sorunları ciddiyetle ve kararlılıkla ele
alınmadığı gibi sosyal gelişmenin, sağlıklı
ve istikrarlı bir büyümenin önündeki engeller de
kaldırılamamıştır. Bugüne kadar krizin iyi
yönetilememesi sonucunda ekonominin her alanda güven kaybı
hızlanmış, geleceğe dönük risk beklentisi yükselmiş ve
hemen hemen her sektörde tahribat yaşanmıştır.
İflaslar, feryatlar, intiharlar ve ailedeki parçalanmalar ekonomik
depremin hüzün veren neticelerinden bazılarıdır. Maalesef,
hükûmet etme sorumluluğunu uhdesinde bulunduran AKPnin sözlerindeki
yavanlık, uygulamalarındaki yapaylık ve ortaya koyduğu hedeflerdeki
tutarsızlık sosyal ve ekonomik sistemimizde tedavisi zor yaralar
açmıştır. İşte, AKP Hükûmetinin başarı diye
sunduğu ekonomik yapının gerçekleri bunlardır ve bu kara
bilançonun saklanmasına ya da gizlenmesine kimsenin nefesi ve gücü
yetmeyecektir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizin takdir edeceği üzere
sokaklarında aç, işsiz ve muhtaç vatandaşları bulunan bir
ülkenin huzurlu olması ihtimal dâhilinde değildir. Böyle bir açmaz
içerisinde, her alanda yoğunlaşan sorunlarımızın
aşılması ve bir üst seviyede çözüme kavuşturulması da
çok zordur. Şu gerçeği elbette kabul ediyorum: Türkiye sanayi
devrimini gerçekleştiremediğinden toplumsal ve ekonomik olguları
sorgulama ve bunlara cevap arama geleneğini de hiçbir zaman yeterince
geliştirememiştir. Yıllardan beri Türk sanayisinin ani bir
sıçrayış ve ilerleyiş içine girememesi, sorun çözme
kültürünün kitleselleşmesine ve ekonominin istikrarlı
gelişmesine engel olmuş ve gecikmiştir. Bu itibarla, sanayileşmenin
ve sanayi bilincinin sosyal, siyasal ve ekonomik hayattaki önemini göz
ardı etmemiz mümkün değildir. Sanayileşmeyi
ıskalamış, üretmeyen ve sıcak paraya bağımlı
bir ekonomik yapının ortaya çıkaracağı tek gerçek
krizdir, istikrarsızlıktır ve kaynakların
dışarıya akmasıdır.
Ülkelerin
sanayileşme sürecinde ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşmada bilim ve
teknoloji politikalarının önemli bir işleve sahip olduğu
açıktır. Bilim, teknoloji ve sanayi politikaları ekonomik refah
ve toplumsal huzur seviyesini doğrudan ve yakından etkileyen
içeriklere sahiptir. Doğal olarak başka türlüsü de çok zor
olacaktır. Sanayi politikasının bize göre vazgeçilmez bir
bileşeni olan teknolojik gelişme medeniyetler ve milletler
mücadelesinde mutlak üstünlük kurulmasına katkı verecek ve destek
olacaktır ve sanayileşmiş ülkelerin de teknoloji üretebilen bir
özelliğe sahip oldukları da hiçbir zaman gözlerden uzak
tutulmamalıdır. Buna rağmen teknolojinin ithal edilmesi, ikinci
ve hatta üçüncü el olması arzulanan ve hedeflenen ekonomik gelişmişlik
düzeyine ulaştırmayacaktır. En başta kültürel
yapımızla uyumlu ve bizatihi kendi ihtiyaçlarımızdan
doğmuş bir teknolojik yapıya gerek ve ihtiyaç vardır. Aksi
hâlde, başka ülkelerin sırf kendi toplumsal taleplerinden dolayı
doğmuş olan teknolojileri anında almak doğru ve yerinde
değildir ve bir gelişme göstergesi de olmayacaktır. Herhangi bir
teknolojik gelişmenin sağlıklı ve rasyonel sonuç
doğurabilmesi sosyolojik zeminde
karşılığının olmasına ve somutlaşmasına
bağlıdır. Güzel temenniler ve samimi niyetlerle de olsa bile
yeni teknolojik gelişmelerin kültürel özelliklerimizle var olan
çelişkileri ihmal edilerek gözü kapalı bir biçimde alınıp
kullanılması yeni sorun alanlarının ortaya
çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Nitekim bu zamana kadar da
olan budur. Böylesi bir sürecin sonucunda sanayileşmenin beraberinde
getirdiği bilinç ve düşünce sistematiği toplumsal tabana
yayılamayacak, sanayileşmeden umulan medet kendisini
gösteremeyecektir.
Bizim
açımızdan sanayileşmenin vazgeçilmez bileşeni olan
teknolojik yenilik, sosyal ve ekonomik sistemde muhtevasız bir şekil
olarak kalmamalı ve ihtiyaçları doğrudan doğruya
karşılayabilme özelliğine sahip olmalıdır. Milletimizi
bütünlüğüyle kucaklayan ama öncelikle çalışanların sağlık,
eğitim, barınma, kültür gibi temel taleplerini sağlamak üzere
ileri teknolojileri işsizliği de ortadan kaldıracak biçimde
kullanan bir sanayileşme stratejisi az önce ifade ettiğim sorun çözme
kültürünü kurumsallaştıramayacaktır. Bir insanlık
ayıbı olan ve iktidar partisi AKPnin üstesinden gelemediği
işsizliğin, yoksulluğun, gelir dağılımı
adaletsizliğinin, toplumsal ve bölgesel eşitsizliklerin ortadan
kaldırılması böylelikle gerçekleşecektir.
Sanayi sektörünün
güçlenmesi üreten ekonomiyi canlandıracak, aynı zamanda
uzlaşmayı sağlayarak vatandaşlarımızın
sorumluluk duygularını güçlendirecektir. Bu süreçte toplumla fert
arasındaki karşılıklı etkileşimlerle kopmaz bir
bağ tesis edilecek, beliren her sorun alanı anında tesirsiz hâle
getirilecektir. Böylelikle tartışma ve çekişmeler değer
alanından çıkacak ve milletimizin ihtiyaçları ve talepleri neyi
gerektiriyorsa dikkatler o tarafa çevrilecektir. Bunun sonucunda hiçbir siyasal
zihniyet sürekli olarak gerginlik ve mağduriyet üzerinden prim
yapamayacaktır.
Bahsetmeye
çalıştığım ve sanayileşmenin pozitif etkilerinin
çok büyük olduğu bu süreçte hiçbir aziz vatandaşım birilerinin
yardımına ihtiyaç duymayacak, herkes alın terinin sonucunda
akşam evine ekmeğini götürecektir. İşte,
sanayileşmenin mesafe alması ve ekonomik gelişmenin
sağlanması bu kadar önemlidir ve acildir ve gecikilmesinin ortaya
çıkaracağı sosyal ve ekonomik bedeller her geçen gün
çoğalmaktadır.
AKP Hükûmetinin,
hâlâ, geçmişin belirli bir zaman aralığındaki -bize göre
tartışmalı- başarılarla avunması ve bununla
günlerini geçirmesi, siyasi ve ekonomik sistemimiz için iyi günlerin hâlâ
yakın olmadığını göstermektedir. Bu çerçevede,
sanayicisine sırt çevirmiş, işçisine kapı göstermiş,
esnafına duvar örmüş, çiftçisini azarlamış bir
iktidarın ayakta kalması ve millete hizmet yolunda değer
üretmesi artık imkânsız hâle gelmiştir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki düşüncelerimi
genel hatlarıyla ve özet olarak ifade ederek konuşmamı
tamamlamak istiyorum. Meclis grubumuzun değerli üyeleri, bütçe
görüşmeleri süresince, partimiz adına görüş ve
düşüncelerimizi detaylı bir şekilde ortaya koyacaklar ve
sizlerle paylaşacaklardır.
Görüştüğümüz
2011 yılı bütçesinin, Hükûmet tarafından ileri sürülen
yatırım yapan, reel kesimi destekleyen ve ekonomik ve sosyal
kalkınmaya odaklanmış, toplumsal refahı gözeten bir bütçe
olduğuna dönük iddiaları, bizim tarafımızdan makul ve kabul
edilebilir değildir. İlave olarak, bu zamana kadar benzer hedefleri
tayin eden AKP İktidarının, bunların hiçbirisine
ulaşamadığını da belirtmekte yarar görüyorum.
Hatırlanacağı üzere, 2010 yılı bütçesi
hazırlanırken ekonomik krizin etkilerini azaltmaya yönelik hiçbir
politikaya yer verilmediğini vurgulamış ve bunu da
eleştirmiştik. İktidar, yine ezberlediği hedeflerle yola
çıkmış ve sıradanlaştırdığı bütçe
müzakerelerinde görüş ve uyarılarımızı dikkate
almamıştı. Gelecek yılın bütçesinde de Türkiyenin
karşılaşabileceği risklerin ve özellikle Avrupa
Birliği üyesi ülkelerin ekonomik problemlerinin yol açacağı
sıkıntıların fazlaca hesaba katılmadığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, AKP Hükûmetinin, bugüne kadar
bütçe hedefleri ve tahminleri hiç tutmamış, öngörü
noksanlığı ve eleştirilere kulak asmayan siyasi
alışkanlığı kendisini her fırsatta
göstermiştir. Bu itibarla, üretim, işsizlik, dış ticaret
açığı, cari açık, yoksulluk, gelir
dağılımındaki adaletsizlik ve refah artışı
alanlarındaki sorunlar daha da derinleşmiştir. Nitekim,
hazırlanan bütçelerde, gelir politikaları açısından büyüme,
yatırım ve istihdamın desteklenmesi ve kayıt
dışılığın azaltılmasına yönelik somut
uygulamalara da tesadüf edilmemiştir. Gelecek yıl bütçesinin de
gerçekçi olmadığı, vatandaşlarımızın
sorunlarını hafifletici bir işlev taşımadığı
aşikârdır.
2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısında harcamalar
312,5 milyar TL, gelirler ise 279 milyar TL olarak belirlenmiş, bütçe
açığı da 33,5 milyar TL olarak hedeflenmiştir. Bütçe
harcama ve gelir rakamlarına detaylı bakıldığında
ise, Hükûmetin, uzun dönemde istihdamı artıracak yatırım
harcamaları yerine, kısa dönemde, bilhassa seçimde kendisine avantaj
sağlayacağını düşündüğüm personel
harcamaları ve cari transferlere önem verdiği görülmektedir.
Gelirlerde ise, yürütülen ekonomik programın sonucu olarak, ithalattan
alınan vergiler artırılmıştır.
2011
yılı bütçesi bu hâliyle, sosyal yönü olmayan, sadece seçim dönemini
dikkate alan, milletimizin sorunlar altında ezileceğini tescil eden
bir özelliğe sahip olmuştur.
Kamu
çalışanlarına yönelik, 2011 yılında, altışar
aylık dönemler itibarıyla yüzde 4+4 zam yapılacak olması,
gelecek yılın memurlarımız açısından yine
sıkıntılı ve zorluklarla geçeceğini göstermektedir.
Öte yandan, orta
vadeli programa göre, 2011 yılı büyüme hedefi yüzde 4,5; enflasyon
hedefi ise yüzde 5,3tür. Bütçe gelirlerindeki artış oranı yüzde
10,4; vergi gelirlerindeki artış beklentisi ise yüzde 10,5tir.
İstihdamda ciddi bir artış beklenmediği ülkemizde,
enflasyon ve büyüme oranının üzerinde bir vergi tahsilatı
artış öngörüsü mantıklı ve inandırıcı
değildir.
Ayrıca,
gelir vergisinin vergi gelirleri tahsilatı içindeki payı 2008
yılında yüzde 22,6 iken bu oranın sürekli düşerek 2011
yılında yüzde 20,4e gerileyeceği öngörülmektedir. Buradan da
kayıt dışılığın arttığı ve
çalışanların ücretlerinin düştüğü ve istihdamın
azaldığı anlaşılmaktadır.
Kurumlar
vergisinde 2011 yılında bir önceki yıla göre yüzde 10,7lik bir
artışla 23 milyar TLlik bir gelir hedeflenmiştir. Öngörülen bu
artışın ana sebebi, sigorta ve emeklilik fonları hariç
finansal hizmet faaliyetleri sektöründe tahmin edilen büyüme olmuştur. Bu
sektörün tüm kurumlar vergisi içinde yüzde 35lik paya sahip olduğu
düşünüldüğünde ve dâhilde alınan katma değer vergisi
oranının sadece yüzde 2,8 artacağı dikkate
alındığında bankacılık hariç diğer
sektörlerin daralacağı şimdiden bellidir.
Ayrıca,
dâhilde alınan KDVden sadece yüzde 2,8lik bir artış
hedeflenmesi, ithalden alınan KDVde yüzde 15,3lük bir artış
öngörülmesi 2011 yılında düşük katma değerli üretim
yapılacağı anlamına gelmektedir.
Buradan
çıkaracağımız sonuç, AKP Hükûmetinin ithalata dayalı
büyüme politikasını sürdürmeye devam edeceğidir. Hükûmetin vergi
gelirleri tahsilatını artırmak için ithalatı
destekleyeceği ve sıcak paraya dayalı ekonomi modelini gelecek
yılda da sürdüreceği anlaşılmaktadır.
Önümüzdeki
yıl büyüme hedefinin yüzde 4,5; enflasyon hedefinin ise yüzde 5,3
olduğunu hesaba kattığımızda özel tüketim vergisinin
yüzde 7,7 oranındaki artış öngörüsünün de izaha muhtaç
olduğu şüphesizdir.
Ayrıca, 2011
yılı bütçesindeki tarımsal desteklerin millî gelire oranı
binde 4,9 olarak yer almıştır. Tarımsal destekleme
ödemelerinin gerçekleşme tahmini için 2011 yılında sadece 6
milyar TLlik bir ödenek öngörülmesi çiftçilerimizin yine kendi kaderine terk
edileceğini göstermektedir. Bu kapsamda 2011 yılı bütçesi
çiftçimize, esnafımıza, memurumuza, işçimize, emekli ve
dul-yetimlerimize bir umut vadetmemektedir. Ekonomide biriken sorunların
inkârıyla her şeyin düzeleceğini öngören Hükûmet, siyasi
ihmalinin bedelini, hazırladığı bütçelerle ne yazık ki
dar gelirli kardeşlerimizin sırtına yüklemiştir.
İnancım ve beklentim 2011 yılı bütçesinin AKPnin
hazırladığı son bütçe olacağı yönündedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin çözülemeyecek sorunu,
halledilemeyecek meselesi yoktur. Eğer Türkiye'nin, geleceğin küresel
klasmanında güçlü ve bölgesinde lider bir ülke olmasını
istiyorsak, var gücümüzle sorun alanlarını belirleyip ortadan
kaldırmak durumundayız. İşte Milliyetçi Hareket Partisi
buna taliptir ve başarmak için her gayreti göstermeye Allahın
izniyle kararlıdır.
Bu duygu ve
düşüncelerle 2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Ekranları
başında bizi izleyen aziz vatandaşlarıma saygı ve
sevgilerimi sunuyorum.
Konuşmama
son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Bahçeli, teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.46
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.59
BAŞKAN:
Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Yusuf COŞKUN
(Bingöl)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Şimdi söz
sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve
İstanbul Milletvekili ve Grup Başkanı Sayın Kemal
Kılıçdaroğluna aittir.
Buyurun
Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
Süreniz
altmış dakikadır efendim.
CHP GRUBU ADINA
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 2011 merkezî yönetim bütçesini görüşüyoruz. Bütçede bir
kural var, birden fazla kural var: Bütçeler saydam olmalı, bütçeler
samimi olmalı, bütçeler gerçekçi olmalı diye kurallar var.
Üniversitelerde okutulan kitaplarda yazar, pek çok bilimsel makalede yazar, bir
bütçenin topluma güven vermesinin temel normları bunlardır.
İzin
verirseniz, önce 2011 merkezî yönetim bütçesi gerçekten samimi mi
hazırlandı yoksa hazırlanmadı mı? ona bir
bakmamız gerekiyor.
Bir bütçenin
hazırlanmasında belli prosedürler var. Orta Vadeli Ekonomik Program
yayımlanır, Orta Vadeli Mali Plan yayımlanır, bütçe
çağrısı yapılır ve ondan sonra bütçe
hazırlanır, en geç 17 Ekimde de bütçenin Türkiye Büyük Millet
Meclisine teslim edilmesi lazımdır. Orta Vadeli Ekonomik
Programın normalde mayıs ayında hazırlanması
gerekirdi, mayıs ayında Resmî Gazetede yayımlanması
gerekirdi; yayımlanmadı, tam yüz kırk gün bu plan
yayımlanmadı. Eleştiri aldı, gazetelere haber olunca
yayımlamak zorunda kaldılar. Haziran ayının ortasında
çıkması gereken Orta Vadeli Mali Plan zamanında
yayımlanmadı, tam yüz yirmi beş gün gecikildi, ondan sonra
yayımlandı ve en komiği değerli milletvekilleri, bütçe
çağrısı. Normalde bütçe çağrısının her
yılın temmuz ayında yapılması lazım.
İzlenir, kuralları konur, herkes de bu kurallara uyar ama
şaşıracaksınız belki -belki AKP kanadı hiç
şaşırmayacaktır, doğal karşılayacaktır
bunu- temmuz ayında yayımlanması gereken bütçe
çağrısı 10 Ekim 2010da yayımlandı Resmî Gazetede.
Peki ne zaman verildi bütçe Parlamentoya? 15 Ekimde.
Şimdi,
elinizi vicdanınıza koyun ve benim bu soruma da Sayın
Başbakanın yanıt vermesini istiyorum bu kürsüden: Siz
iktidarsınız, muhalefetti, koalisyondu, böyle bir şey de yok.
Çıkaracaksınız bir şey niye yasalara uygun yapmıyorsunuz?
Beş günde bütçe hazırlıyorsunuz, çağrıyı
ayın 10unda yapıyorsunuz, 15inde veriyorsunuz; beş günde bütçe
hazırlanıyor! Bu bütçeye kim inanır? Bu bütçenin samimiyetine
kim inanır? Bunu yapıyorsunuz. Ben şimdi merak ediyorum: Geçen
bütçe için de böyle bir şey söylenmişti, biraz gecikme olmuştu
ama o zaman yetkililer çıktı, dediler ki: Ekonomik kriz vardı,
ekonomik kriz nedeniyle büyüklüklerin saptanmasında zorluklar oldu; o
nedenle geç yaptık. Makul görülebilir. Bu sene ekonomik kriz var mı?
Yok. Niye gecikildi? Niye gecikildi? Sayın Başbakandan istediğim
birinci soru. Zor bir soru değil, kolay bir soru. Kendisi Başbakan,
bu kürsüye gelip bir açıklasın, biz de öğrenelim.
Şimdi,
Sayın Başbakan buraya gelecek, bunu Parlamentoya anlatacak ve bu
yapı sağlıklı bir yapı değil arkadaşlar.
Kendi çıkardığı yasalara uymayan bir hükûmet, halka güven
veremez. O zaman bu yasaları niye çıkarıyoruz? Niye bu
yönetmelikler çıkıyor? Bu planlar niye çıkıyor? Bunu
yaptığınız zaman bütçe umut vadetmekten çıkar.
Nitekim, bu bütçe de umut vadetmiyor.
Kaç dönemdir
Parlamentodayız? İki dönemdir. Eskiden dinleyici
sıralarında bütçenin geneli üzerinde görüşmeler
yapılırken oralar dolu olurdu; sendikalar olurdu, sivil toplum
örgütleri olurdu, çiftçiler, çiftçi temsilcileri olurdu. Bakarlardı, bu
bütçe bize ne verecek? Bu bütçeyi bir dinleyelim bakalım. derlerdi.
Allah aşkına, şu dinleyici sıralarına bakın. Eski
parlamenterler gelirdi, onlar da yok
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Sürpriz kalmadı artık.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla)
çünkü bu bütçe umut vadeden bir bütçe
değil.
AHMET YENİ
(Samsun) Teknik gelişti, teknik.
BAŞKAN
Lütfen sayın milletvekilleri, yerinizden müdahale etmeyin.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Biz bütçelerde halkın sorunlarının
çözüleceğini, halkın zenginleşmesi için umut
yaratacağını düşünen bir siyasal partiyiz. Kaynakların
toplum yararına harcanması, halkın çıkarları için
harcanmasına inanan bir siyasal partiyiz. Bunun için de bürokrasinin, yerinde,
zamanında, kurallara uygun olarak bütçeyi hazırlamasını ve
Parlamentoya sunmasını bekleyen bir siyasal partiyiz.
Yandaşların zengin edilip halkın
yoksullaştırıldığı bir bütçeyi ve o bütçeyi
buraya getirenleri şiddetle protesto ediyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bu bütçeden kimin
ne umudu var? Allah aşkına, çiftçinin sorununu mu çözüyorsunuz?
İşçinin sorununu mu çözüyorsunuz? İşsizliği mi
önlüyorsunuz? Enflasyonu mu baskı altına aldınız? Sanayici
mi derdini çözdü? Ne oldu? Kimin umudu var bu bütçeden? Kimse bu bütçeye umut
bağlamadığı için bütçe görüşmelerini izlemiyor bile,
gerek duymuyor bile.
Değerli
milletvekilleri, katıldığım bütün toplantılarda,
Adalet ve Kalkınma Partisinin saygıdeğer bakanları da
katılırlar, zaman zaman Sayın Başbakan da katılır
ve ilk sözlerinde ya da sözlerinin ortasında öyle açıklamalar
yaparlar ki efendim, Türkiye sanki G-20ye AKP döneminde girdi, ondan önce G-20
yoktu, öyle ekonomik başarılar elde ettiler ki bütün dünya oturdu,
Türkiyeyi G-20ye aldı. Önce bu yanlışı düzeltelim, bu
yanlışı düzeltelim. Türkiye'nin G-20ye girişi 1980den bu
yana var, 1980den bu yana var. 1980den bu yana G-20de olan bir Türkiyeyi
sanki G-20ye AKPnin izlediği başarılı ekonomi
politikaları sonucu girmiş gibi bir hava yaratmayı doğru
bulmuyorum, buradan da milletimize söylüyoruz, doğrusu budur diyoruz. Daha
G-20 ligi kurulmadan önce, Türkiye dünyanın 14üncü büyük ekonomisiydi
1987 yılında. Rakamlara bakabilirler. Önce bu gerçeğin
altını çizelim. 1999 yılında da Türkiye G-20ye davet
edilmiştir.
Kriz öncesi
sorunlar vardı, rakamlar yeterli değildi, değerlendirmeler
yeterli değildi. Kriz sonrası, geçti, rakamlar çıkmaya
başladı, şimdi daha sağlıklı değerlendirme
yaparak bir dünya tahlili yapalım: 2003-2007 yılları
arasında bütün dünyada büyümenin güçlendiği, enflasyonun
düştüğü, ticaretin arttığı, sermaye ve likiditenin
bollandığı bir dünya görüyoruz. 1980 yılından 2002
yılına kadar dünya ekonomisi yılda yüzde 3,1 oranında
büyüyor ama 2003le 2007 arasındaki büyüme yüzde 4,7ye çıkıyor
çünkü küresel para miktarları, sermaye miktarı yeteri kadar var.
1980le 2002 arasında enflasyonun dünya ortalaması yüzde 15,2.
2003-2007 döneminde enflasyonun dünya ortalaması 3,8.
Gelişen ve
yükselen piyasalara bakalım, ekonomilere bakalım, bir de oradan
bakmamız gerekiyor, üç aşağı beş yukarı bizimle
aynı durumda olan ülkeler. Özel küresel sermaye miktarı, 1995-2002
arasında 233 milyar dolarken 2003-2007 arasında 686 milyar dolara
çıktığını görüyoruz. Sadece 2002 yılında
fonlar 152 milyon dolar iken -özel küresel fonlar- 2007 yılında 10
kat artarak 1 trilyon 300 milyar dolara çıkmıştır.
Bunları
şunun için anlatıyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar
olduğunda çok uygun bir zemin yakalamıştı, dünyada
enflasyon düşüyor, özel fonlar müthiş artıyor, sermaye
piyasalarında ciddi gelişmeler var ve biz bu çerçevede Adalet ve
Kalkınma Partisinin Mucizeler yarattık. dediği rakamlara
bakalım, Türkiyedeki rakamlara bakalım: 1923le 2002 arasında
ortalama büyüme Türkiyede 4,6. Çok partili yaşamı alalım,
1923ten sonrasını değil, 1946-2002 arasını
alalım, ortalama büyüme yüzde 5. 2003-2009 arasını
alıyoruz, AKPnin iktidar olduğu dönem: Ortalama büyüme 4,3; 2010u
dâhil edersek buna 4,6 çıkıyor. İkinci Dünya
Savaşının 1929 ekonomik krizini düşünün, daha sonraki
krizleri düşünün, yarattığınız, mucize diye halka
sattığınız gelişme ortalama yüzde 4,6, gerçek bu. Ha,
bu rakamları biz üretmiyoruz. Bu rakamlar, bürokrasinin ürettiği
rakamlardır, arzu eden arkadaşlarımız gidip bakabilirler.
İsterseniz
bir de büyümeyi dünyayla karşılaştıralım, nedir, ne
oldu? Çünkü, bir şeyin sağlıklı olarak görülebilmesi için,
aynı konuda iki alanın, olabildiğince benzer iki alanın,
iki ülkenin karşılaştırılması lazım.
1980-2002
döneminde dünyada ortalama büyüme hızı açısından Türkiye
49uncu sırada; 49uncu sırada! 2003-2009 sıralamasında
büyüme hızı açısından Türkiye 88inci sıraya
gerilemiş durumda yani 39 ülke bu arada bizim önümüze geçmiş.
Peki, büyüme
sokaktaki insana yansıdı mı? Buna da razıyız, hadi 4,6
ortalama büyüme olsun. Acaba sokaktaki yurttaşımız bu büyümeden
yeteri kadar yararlandı mı yararlanmadı mı ona
bakalım, mademki dünyanın en büyük 16ncı ülkesiyiz.
Birleşmiş
Milletler İnsani Gelişme Raporuna bakıyoruz. Nedir? Bütün
dünyada yapıyorlar, Türkiye de buna dâhil. Yıllık olarak
yayınlanan ancak 2010 raporu rakamlarını vereyim size
değerli arkadaşlar:
Türkiye, insani
gelişme açısından 169 ülke arasında 83üncü sırada.
Bizim önümüzde hangi ülkeler var? Ürdün, Tunus, Jamaika, Kolombiya, Gürcistan,
Ermenistan, İran gibi ülkeler var; daha var, Bulgaristan, vesaire, onlar
da var. Libya da bizim önümüzde Kuveyt de bizim önümüzde.
Türkiye,
bakın değerli arkadaşlarım, 1980le 1990 arasında,
ortalama yüzde 4,9 büyürken insani gelişme açısından büyüme
hızı 1,82 olmuştur, 1,82. 1990la 2000 arasında, yine on
yıllık periyot, 4,4lük bir kalkınma hızımız var,
insani gelişme olarak büyüme 1,39 olmuştur. Sekiz
yılını AKPnin yönettiği Türkiyede 2000le 2010
arasında ortalama büyüme 4,3; insani gelişme hızı büyümesi
binde 7ye düşmüştür arkadaşlar. Bu rakamları da biz
üretmiyoruz, Birleşmiş Milletler üretiyor. Arzu edenler
Birleşmiş Milletlere gider, raporlarına bakar, orada görürler.
Bir de şu
cepheden bakalım: İnsani gelişmeye yeteri kadar
yansımadı. Peki, kadının durumu ne? Öyle ya Parlamentoda
kadınlarımız da var, onlar da milletvekili. Onların acaba
Türkiyedeki durumu nedir? Dünya Ekonomik Forumu tarafından
yayınlanan bir rapor var, Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu
diyor, 2010. 134 ülke arasında eşitsizlikte biz 126ncı
sıradayız. Kadınların ekonomik yaşama
katılımı açısından 131inci sıradayız,
eğitim yaşamına katılma açısından 109uncu
sıradayız, politik yaşama katılma açısından da
99uncu sıradayız.
Dünyanın en
büyük 16ncı ekonomisinin insan boyutu bu arkadaşlar. Bu boyut
Türkiye'nin 21inci yüzyılda ulaştığı boyut
olmamalıdır. Daha iyi bir noktada olmalıydık, insani
gelişme açısından biz en azından İranın, en
azından Tunusun, en azından Ürdünün önünde olmalıydık. O
zaman şapkamızı önümüze koyacağız, daha gerçekçi
düşüneceğiz, daha dikkatli düşüneceğiz, daha dikkatli
konuşacağız. Niçin ben bu sıradayım arkadaş, ben
bunu hak ediyor muyum? demeliyiz ve bu soruyu kendimize sormalıyız.
KEMALETTİN
AYDIN (Gümüşhane) Verileri yanlış yazmışlar.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Verileri yanlış yazdıysanız
gidersiniz, Birleşmiş Milletler orada
Sizin Hükûmetiniz var, Hükûmet
çıksın
KEMALETTİN
AYDIN (Gümüşhane) Yanlış yorumladınız.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Eğitime geliyoruz, acaba eğitimde ne
durumdayız? OECDnin yaptığı bir çalışma var, her
yıl yapar, on beş yaşındaki çocukları alır, belli
bir sınava tabi tutar bütün ülkelerden, bu, okuma, matematik, fen
bilimleri, buralarda derecelerini ölçerler. 2006 yılında yapılan
çalışmada gençlerimiz 30 ülke arasında 29uncu. 2009
yılında 33 ülke arasında da 32nci sıradayız. Buradaki
risk şurada değerli arkadaşlar: Okuma, matematik, fen bilimleri
alanında yapılıyor. Eğer biz fen bilimlerinde ve
matematikte gençlerimizi belli bir yere çıkaramadıysak, sondan 2nci
sıraya sürekli olarak yerleştirdiysek, Türkiye'nin geleceği
açısından ciddi risk var demektir. Gençlerimiz, üniversite
sınavlarında, fen bilimlerinde, matematikte
Ki bunlar çok önemli
alanlardır ve insan gücünün kesinlikle kalkınmaya, üretime
dönüşebileceği alanlardır ve bu alanlarda da çok gerideyiz.
Şimdi, niçin
bu bütçe halka zenginliği götürmüyor, halka refahı götürmüyor, bu
veriler bunu çok net gösteriyor.
Değerli
milletvekilleri, burada Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli
milletvekilleri de konuştu -belki Sayın Başbakan da
konuşacak- işsizlikten hiç söz edilmedi. İşsizlik Türkiye'nin
en temel sorunlarından birisidir. Eğer bir evde bir işsiz varsa,
bilin ki o evde huzur yoktur. Anne bakar, baba bakar, komşular bakar,
akrabalar bakar, Kızım veya oğlum ne zaman işe girecek?
Askerliği bitirdi geldi, işsiz. Allah aşkına, bir bütçe
Sekiz yıldır iktidardasınız, işsizlik sorununu
temelden çözmediniz, çözemediniz, çözüm üretemediniz. Ne olacak bu memleketin
hâli? İşsizlerin hâli ne olacak? Gidin, pek çok ilinizde var
değerli milletvekilleri, bizden çok daha fazla işsizliğin
dramını siz bilirsiniz. İktidardasınız diye
işsizler size gelir, size yalvarır, Bana iş bulun. der,
Belediyelere yerleştirin. der. Ne olacak peki? Siz çözüm üretemezseniz
Çözümü iktidar üretir. Siz iktidarı zorlayacaksınız, Ey
iktidar, sen işsizlik sorununu niye çözmüyorsun? diyeceksiniz. Mucizeler
yarattık, kalkınmayı yaptık, dünyanın en büyük,
gelişmiş ülkeleri -ekonomik büyüklük olarak söylüyorum-
arasındayız. Peki, bu işsizlik ne?
Şimdi,
1988le 2002 arasında Türkiyede işsizlik yüzde 8dir
arkadaşlar, yüzde 8le teslim aldınız, 2003-2009 döneminde yüzde
11,1e sıçradı, bazen 14 oluyor, bazen 11, bazen 12, bazen 10
civarında ama hep ikili rakamlarda gidiyor. Şimdi, böyle bir tabloyu
kabul etmek mümkün mü?
Bakın
şimdi, işsizlik sıralamasında biz nereye çıkmışız
dünyada? İlkinde 49uncu sıradayız. En çok işsizi olan
ülkelerden 49uncu sıradayız. 2003-2009 döneminde 26ncı
sıraya yerleşmişiz. Yani, 23 puan
sıçramışız, işsiz sayımız çok fazla
olduğu için. Bu da bizim değil, bu da uluslararası veriler.
İşsizlik
açısından Türkiye en ağır faturayı ödeyen ülkelerden
birisi arkadaşlar. 2009 sonunda yüzde 14ler seviyesine ulaştı
ama bu rakamlar gerçek işsizleri yansıtmıyor onu da söyleyeyim.
Örneğin Ben iş bulsam hemen çalışırım ama
iş aramıyorum çünkü iş bulmaktan umudumu kestim. diyenler
işsizler arasında görünmüyor, onlar işsiz
sayılmıyorlar. Ama İş bulsam
çalışırım. diyenler eğer işsizler arasına
konulursa o zaman yüzde 21-22lere çıkıyor işsiz
sayısı.
Bir
değişiklik yaptı Türkiye İstatistik Kurumu, mevsimlik
işçileri işsiz saymadı yani gidip haftada bir fındık
topladınız mı artık siz işsiz değilsiniz, sizin
işiniz var demektir! Diğerleri? Olabilir mi? Diğer aylar
işsiz mi, hiç önemli değil, artık sen devletin
istatistiğinde işin var olan bir kişi olarak görünüyorsun.
Bakın,
dünyaya gelelim, Türkiye böyle de dünya nasıl? 2007-2009 döneminde
işsizlik bizde 3,7 puan artıyor. Arjantinde -hani bu
kasapların, etlerin, mağazaların, bankaların
yağmalandığı ülkede ekonomik krizden- binde 9 artıyor,
Meksikada 1,5 puan artıyor, Güney Afrikada binde 6 artıyor,
Malezyada binde 5, Rusyada 2,1 puan artıyor, bizde -çok daha ciddi bir
rakam- 3,7. Yeri geldiğinde övünüyoruz. Bunları size söylememin
nedeni şu arkadaşlar: Parlak bir tablo çizebilirsiniz, iktidar gelip
çizebilir, Hükûmet ne yaptığını söyleyebilir ama
ayaklarımız yere basmalı ki ona göre çözüm üretelim. Çözüm
üretmek sizin göreviniz olduğu kadar bizim de görevimiz. Bu ülkede kimse
işsiz kalmasın. Herkes evine, aşıyla işiyle
ekmeğiyle gitsin.
Şimdi,
bakın arkadaşlar, genç işsizlik var bir de. Üniversiteyi
bitirmiş, okumuş, askerlik yapmış, iş bulamıyor.
Bunlarda işsizlik oranı çok daha yüksek. Bizde genç işsizlik
oranı 2007-2009 döneminde 5,3 puan artarken bütün dünyada 1,1 arttı,
Latin Amerikada 1,6; Orta Doğuda 3 puan arttı. Dünyanın en
fakir ülkeleri olan Sahra Çölünün altındaki ülkelerde binde 4 puan
arttı işsizlik, genç işsizlik binde 4 arttı.
Burada bir
haksızlık da yapmayalım. Hükûmet çözüm üretmiyor. dersek
yanlışlık yapmış oluruz. Sayın
Başbakanın bir çözümü var, Trakyada söyledi, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği Genel Kurulunda söyledi, üstelik bir de birkaç kez
söyledi, dedi ki: Her işveren bir işçi alırsa, işsizi
istihdam ederse işsizlik sorunu çözülür. Dinleyen oldu mu? Hayır.
Yerine getiren oldu mu? Hayır.
Peki, Sayın
Başbakan bunu niye söyledi? Çünkü ekonomiyi bilmezseniz, ekonominin
gereklerini yerine getirmezseniz bu sözü kimse dinlemez ve dinlenmedi de zaten.
İşveren, kazanıp kazanamayacağına bakar. Eğer
para kazanıyorsa, krizi atlatmışsa Sayın Başbakan
Almayın dese gider alırlar ama siz Başbakan olarak
çıkıp Ey işveren, sen de bir tane al, sen de bir tane, birer
tane alırsanız biz işsizlik sorununu aşarız... Gördünüz
ki aşılmıyor ve genç işsizler konusunda da Sayın
Başbakan bir şey söyledi, o da çok güzel bir laftı: Efendim,
her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kural yoktur. Doğru,
durumu iyi olan birisi için böyle bir kural yok ama bu ülkenin anaları
babaları, çocuklarını niye üniversiteye gönderirler? Daha iyi
okusun, daha iyi çalışma koşullarına sahip olsun,
kendilerinden daha iyi bir yaşam sürsün ve daha kolay iş
bulabilsinler diye gönderirler. Bunu bir Başbakan özellikle kriz döneminde
asla telaffuz etmemeli. Ne anlama geliyor biliyor musunuz bu? O genç
işsizlerle dalga geçmek anlamına geliyor ve doğru değildir.
Çözüm üretiliyor
mu? Hayır, hiçbir çözüm üretilmiyor. Sizin 2011-2013
programlarınız var, planlarınız var. Ortalama yüzde 5
kalkınmayı öngörüyorsunuz. İki gün önce Türkiye
İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Genel Kurulundaydık,
değerli 2 bakan da oradaydı. TİSKin Genel Başkanı
çıktı dedi ki: Türkiyede işsizlik sorununun çözülmesi ve
Türkiye'nin 2023 yılında ilk 10a girebilmesi için yıllık yüzde
8 kalkınma hızını hedeflememiz lazım. Yüzde 5 ne
demek? İşsizlikle yolumuza devam ediyoruz demek. İşsizlik
barış getirmez, işsizlik huzur getirmez, işsizlik toplumu
kaosa sürükler. İşsizlik ekonominin de, sosyal yaşamın da
dibine konmuş bir dinamittir. Bu dinamit karşısında sizler
suskunluğunuzu korursanız Hükûmet de, ne olsun, Böyle gider. der.
Değerli
milletvekilleri, sadece işsizlik mi? Borçlar da bizim için bir dert.
Sayın Bakan dedi ki: IMFye olan borçlarımızı ödedik.
Doğru. İyi ki ödediniz. Peki ne oldu? Türkiye'nin borçları
mı azaldı? Hayır. Bakın, 1986yla 2002 arasında tüm
borçlardaki artış 118 milyar dolardır yani 148 milyar dolara
çıkmıştır borç stokunuz. 2003-2010 arası
ÜNAL KACIR
(İstanbul) Yüzde kaç artmış?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla)
173 milyar dolar artıyor ve 321 milyar
dolara çıkıyor. On yedi yılda yapılan borçlanmanın 1,7
katını sekiz yılda AKP Hükûmeti gerçekleştiriyor.
Sakın
şu anlama gelmesin: Niye borçlandınız? Hayır, her ülke
borçlanır. Yerinde ve zamanında parayı kullanırsanız
Niye borçlandınız? demeyiz ama değerli arkadaşlar, bu
kadar para borçlanacaksınız, 33 milyar dolar özelleştirmeden
para alacaksınız, bu kadar işsizlik olacak. İnsaf!
İnsaf! Nereye gitti bu para? Nereye gitti bu para? Kime gitti bu para?
Allah
aşkına, çıkın, bir esnafa soralım: Senin durumun
nedir? Çiftçiye soralım, emekliye soralım, memura soralım,
sanayiciye soralım: Nedir senin durumun? Şu kadar
borçlanıldı, şu kadar da özelleştirmeden para
alındı. Senin hangi derdin çözüldü? Tehlikeli olan budur
arkadaşlar, tehlikeli olan budur. Biz borçlanmayın demiyoruz,
yerinde, zamanında borçlanırsınız, gelir yatırım
yapar, ileri teknoloji getirir, eyvallah hiç itirazımız yok ama bu
işsizlik varken bu borçlanma her zaman risktir değerli
arkadaşlar.
Efendim
övündüğümüz bir konu var. Biz iktidar olduğumuzda faiz şu
kadardı, şimdi şunu yaptık, efendim işte Ecevit
Hükûmeti şöyle yaptı, vesaire böyle, bankalar battı, bilmem ne.
Arkadaşlar, artık bunlardan kurtulalım. Siz sekiz
yıldır muhalefet değilsiniz. Sanki muhalefet partisiymiş
gibi gelip burada dert yanılıyor. Efendim hortumlamalar oldu.
İktidar değil misiniz? Sizin elinizden tutan mı var? Niye hesap
sormadınız? Vatandaş onu soracak size. Efendim biz faizi
indirdik. İyi ki indirdiniz. Sadece bizim ülkemizde mi indi? Şu anda
dünyanın en yüksek faizini ödeyen ilk on ülkeden birisiyiz biz. Niye bu
gerçeği kabul etmiyoruz? Bütün dünyada indi faiz. Bu kadar para varken bir
de faiz yüksek mi olsun? Altı yüz milyar dolar para bastı Amerika.
Niye bastı? Efendim, ben kendi krizimin faturasını dünyaya
fatura edeceğim. diye. Biz ne yaptık? Övündük, bizim paramız
çok değerlidir diye. Paranız değerliyse buyurun sanayiciye
bakın. İzmirde bir toplantıdaydım, bir sanayici
çıktı şunu söyledi: Türkiye şu anda Avrupanın ithal
mallarının lojistik merkezidir. Doğru mu? Doğru.
Otomobilde net ithalatçı konumuna geldik. Eskiden ihracatçıydık.
Net ithalatçı konumuna geldik. Bu nasıl bir tablodur arkadaşlar?
Bereket versin Sayın Başbakan doğruyu keşfetmiş. Yurt
dışında yaptığı bir toplantıda diyor ki:
Biz sıcak paranın tehlikeli olduğunu
Eğer sıcak para
kontrol edilemezse tehlikeli para sizi kontrol eder. Ne güzel. Ama Sayın
Başbakan, zaten sizi kontrol ediyor bu sıcak para. Farkına
vardıysanız teşekkür ederiz. Önlem almamız lazım.
diyor. Şu kürsüye gelip Sayın Başbakanı bu para
dolayısıyla, sıcak para dolayısıyla hangi önlemleri
aldıklarını ben doğrusunu isterseniz merak ediyorum. Bir
açıklasın, biz de öğrenelim.
Biz faize ne
kadar para ödüyoruz değerli arkadaşlar biliyor musunuz? Yılda 16
milyar dolar. GAPa ne ödüyoruz? Beş yılda 12 milyar lira. Nasıl
oluyor arkadaşlar bu? Bu anlayışla bu ülke kalkınabilir mi?
Kalkınamaz.
ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) Eskiden ne ödüyorduk?
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Eskideni bırakın arkadaşlar, siz
iktidarsınız, siz iktidarsınız. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Lütfen yerinizden söz atmayın arkadaşlar, lütfen dinleyin.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Çiftçinin hâlini görüyorsunuz. Eski
yanlış yaptıysa siz iktidar oldunuz. Siz hâlâ aynı
yanlışı sürdürecek misiniz? Efendim, bizim
zamanımızda bankalar batmadı. Sayın Başbakan dâhil,
sizler dâhil, yatın kalkın, rahmetli Ecevite dua edin. Onun Hükûmeti
zaten o önlemleri aldı ve -faturasını- devlet adamı
kimliğiyle yürüdü, bütün her şeyin riskini aldı üstüne ve
düzeltti. Amerikada batıyormuş da bizde batmıyormuş! Biz
önlemini daha önceden aldık arkadaşlar. Bankalar Kanunu bile yoktu.
Amerikada niye
reel sektörde kriz olmadı da bizde reel sektörde kriz oldu? O soruyu
kendimize sorduk mu? Mademki bu kadar güzel, bizde bankalar batmadı, o
zaman bizde niye reel kriz oldu? Olmasaydı, bizim durumumuz iyiydi,
bankalarımız batmıyordu.
Değerli
arkadaşlar, borçlanma sadece burada değil, vatandaşın
borçlanması da felaket. 2003 yılında harcanabilir gelirin sadece
yüzde 6,8i kadar vatandaş borçlu, hane halkı 6,8. Sizin
İktidarınızda ne olmuş biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Bu yılın ilk dokuz ayında yüzde 43,5; 100 lira
için 43,5 lira borçlanıyor. Hani Sayın Başbakan der ya Nereden
nereye. diye. Yüzde 7 nerede, yüzde 43,5 nerede? İnsaf! Şu
vatandaşın hâlini acaba biliyor musunuz? Yüzde 540! Hane halkının
borç miktarı yüzde 540 artıyor. İnsaf denen bir şey var. Af
yasası getiriyorsunuz, bunları affediyor musunuz? Vatandaşı
kim takar ki!
Sayın
Başbakandan bir istirhamım daha var: Gittiği illerde sevgiyle
karşılanıyor; doğaldır, Başbakan gelmiştir,
vatandaşlar karşılayacaktır, sevgi gösterilerinde
bulunacaklardır, onu da doğal karşılıyoruz ama
Sayın Başbakandan bir istirhamım var: Lütfen, o ile
gittiğinde vali beye söylesin: Şuradaki icra dosyalarının
sayısı AKP Hükûmeti döneminde ne oldu, eskiden neydi? Bir de bunu
kıyaslayalım. Yan yana koyduğunda, samimi söylüyorum, bir insan
boyunu aşar. Yazık günah bu millete.
Değerli
arkadaşlar, krizin bedelini en ağır ödedik, Teğet geçti.
dedik. Bu da bir değerlendirmedir ama ortada bir tablo var, bu tabloyu
yadsımak mümkün değil; acımasız bir tablo, o tabloyu da hep
beraber gördük, yaşıyoruz.
Şimdi,
bakın, krizin olduğu 2008-2009 döneminde bize benzeyen ülkeler
yılda ortalama 4,2 büyümüşler. Latin Amerikanın o yükselen
yıldızı dediğimiz ülkeler 1,2 oranında
büyümüşler. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri yüzde 3,5
büyümüş. Dünyanın en fakir, o Sahranın altındaki Afrika
ülkeleri krizde yüzde 4 büyümüşler. Doğu Avrupanın
gelişmekte olan -merkez ve Doğu Avrupanın- ülkelerinde ekonomi
sadece binde 4 daralmış, bizde ise 2,1 oranında
daralmış. Bu durumda en ağır faturayı biz ödemiş
oluyoruz.
Bakın, bu
faturanın sonucu ne oldu arkadaşlar: Diyarbakırlı bir
yurttaşımızı düşünün, iftarda evine bir şey
götüremediği için kendisini gidip asmak zorunda kaldı.
Viranşehirde bir çocuk çöpte kâğıt toplarken arabanın altında
kaldı ve öldü. Denizlide ve Ankarada sanayiciler intihar etti.
Düşünün, Ecevit Hükûmeti döneminde bir yazar kasa
atılmıştı, intiharlar yoktu. Afyonda böbreğini satan
köylüler, açlıktan ölen, evinde aç olarak ölen gazi, bu olayın sosyal
faturalarıdır ve bu faturalar hepimize kesilmiş
faturalardır, Parlamentoya kesilmiş faturalardır.
İktidarı
gözü kapalı alkışlarsanız Ne olacak, ben ne yaparsam
buradan geçer. diyecektir. Keşke benden önce siz Sayın
Başbakana sorsaydınız, Maliye Bakanına sorsaydınız,
Hazineden sorumlu olan Bakana sorsaydınız, Arkadaşlar, siz bu
orta vadeli planı, mali programı niye zamanında
yayınlamadınız? diye sorsaydınız. Siz
yaptınız, kuralları siz koydunuz. Kurallar ihlal ediliyor, ihlal
edenleri alkışlıyorsunuz. Yanlışımız buradan
başlıyor.
Bir kavram daha
gelişti: İstihdam yaratmayan büyüme. Büyüme var ama istihdam
büyümüyor. Bizim iktisat kitaplarında okuduğumuzun tam tersi bir
olay. Nerede? Türkiyede. Çünkü sıcak paraya teslim olan bir ekonomi var.
Ne demek? Büyüme olursa istihdam olur ama büyüme var, istihdam yaratmıyor
bu büyüme ve biz buna sağlıklı bir gelişme diyoruz.
Değerli
arkadaşlar, sorun büyük ve sıcak para konusunda da Hükûmetin acil
önlem alması lazım. Bunu, bırakın bir ana muhalefet
partisinin başkanı olarak, sade bir yurttaş olarak, ülkesini
seven bir yurttaş olarak söylüyorum; bu sıcak para politikası
ekonomiyi bitirecektir, sanayimizi bitirecektir. Dışarıdan
ithalat daha cazip hâle geldi. Başkalarının sorunlu ekonomik
krizini biz çözüyoruz, biz onlardan mal alıyoruz. Böyle bir
anlayış olabilir mi? Otomobil yedek parçası üreten Türkiye,
otomobilde net ihracatçı olan Türkiye net ithalatçı oldu.
İthalatla seviniyoruz. Nasıl oluyor bu?
Bakın,
değerli arkadaşlar, arkadaşlarıma bir hesap
yaptırdım, dedim ki: Eylül ayının ilk gününden ekim
ayının son iş gününe kadar bir banka 1 milyon dolar para
getirirse kaç lira para kazanır? 69 bin dolar. Şimdi, Sayın
Başbakana ve Sayın Maliye Bakanına soruyorum: Kim 1 milyon dolar
karşılığında hangi yabancı ülkede -herhangi bir
ülkeyi alalım- 69 bin dolar kemiksiz para kazanır iki ayda? Niye ben
fabrika kurayım? Niye işçiydi, kıdem tazminatıydı,
greviydi diyeyim? Niye elektrikti, efendim, vergiydi, sigorta primiydi diyeyim?
At masa sandalye, 69 bin dolar parayı kazan, gül gibi geçin ve buna da
ekonomik büyüme var diyoruz. Bu büyüme sağlıklı bir büyüme
değil arkadaşlar. Üretmeyen Türkiye, üretemeyen Türkiye birilerinin
mutlaka kölesi olur, birilerinin mutlaka yönetimine girer. Birileri bizi
yönetir. derken, gelir, oturur anlamında demiyorum; parasıyla
yönetir, malıyla yönetir, üniversiteleriyle yönetir, gelir sizin tepenize
vura vura vura yönetir. Sıcak paraya teslim oluyorsunuz. Niye teslim
oluyorsunuz? Teslim olmayalım. Çıkın milletin karşısına,
Ben sıcak paraya teslim olmayacağım, teslim olanlara da izin
vermeyeceğim. Ey halkım, bana da şu şu şu alanlarda
destek verin. Gelin muhalefete, destek verelim. Siz ekonomiyi
batırıyorsunuz.
Sanayiciler bu
ekonomiye ne diyorlar biliyor musunuz? Yap sat ekonomisi değil, al sat ekonomisi.
diyorlar. Yapmaya artık gerek yok, alıp satsan daha
kârlısın. diyorlar.
Değerli
arkadaşlar, girdi fiyatlarında da ciddi sorunlar var, imalat
sanayisinde girdi fiyatlarında ciddi sorunlar var. İmalat sanayisinde
ücretler üzerindeki vergi yükü bizde yüzde 36,2; OECD ortalaması yüzde 26,
10 puanın üzerinde bir maliyetimiz var burada, yüksek maliyetimiz var. Bu
konuda Hükûmetin önlem alması lazım.
Bakın,
Uluslararası Enerji Ajansının rakamlarına baktık. 2010
verilerine göre 31 ülke arasında dünyanın en pahalı mazotunu
yakan Türkiye, bizim insanlarımız.
Sayın
Başbakandan bir istirhamım daha var. Kamyon şoförleriyle bir
araya gelsin ve onlara şu soruyu sorsun: Siz mazot mu yakıyorsunuz
yoksa yağ mı yakıyorsunuz? Daha ucuz olan yağı tercih
ediyorlar ve depolarında yağ var. Gitsin sorsun Sayın
Başbakan, niye sormuyor? Bütün vatandaşlarla
kucaklaştığına göre, bir de kamyon şoförlerine sorsun,
tır şoförlerine sorsun. Ne olacak? diyorlar, onlar bize soruyorlar.
Ne olacak? Yağ yakıyorum, kamyonum perişan oluyor.
Sanayide
kullanılan elektrik de çok yüksek değerli arkadaşlar. 2009
rakamlarını yine vereyim ben size, bir uluslararası enerji
ajansının rakamlarını: Rakibimiz olan Kore, kilovatsaati 6
sent, Meksika, kilovatsaati 8 sent, Türkiyede 14 sent ve siz rekabet
edeceksiniz, bizim sanayici rekabet edecek.
Hep Sayın
Başbakan der ki: Biz verdiğimiz sözlerin arkasında durduk.
Doğru, pek çok verdiği sözün arkasında durdu. Ama şu
tabloyu unutmuyorum: Sayın Başbakan Başbakanlık
merdivenlerinden inerken ilk acil eylem planını orada
açıkladı ve verdiği sözlerden birisi de Elektrikteki TRT
payını kaldıracağız. Kaldırdı mı?
Sadece düşürdü, kaldırmadı. Sayın Başbakanın
buraya gelip açıklamasını istiyorum. Verdiğiniz sözü
tutacaksınız ve siz verdiğiniz sözü tutarken de çok güzel laflar
da ediyorsunuz, diyorsunuz ki: Bakın, bu söylediklerimi not edin, bir
yere yazın, ileride yerine getiremezsem bana gelin hesap sorun.
Şimdi, ben, buradan Sayın Başbakana bunun hesabını
soruyorum, siz sorduğunuz için, siz böyle istediğiniz için ben
soruyorum. Gelin buraya, TRT payını niye
kaldırmadığınızı açıklayın.
Sayın
Başbakandan bir sorum daha: 2008-2009 arası, İrandan
aldığımız doğal gaz var. 1 milyar 309 milyon dolar,
doğal gaz kullanmadığımız hâlde parasını
ödedik, 1 milyar 309 milyon dolar. Siz evinde doğal gaz olanlara kömür
dağıtıyorsunuz. Allah aşkına, o evde doğal
gazı var zaten, bedava verin yani İrana vereceğinize bedava bu
insan kullansın ve bu süre içinde siz doğal gaza bir de zam
yaptınız. (CHP sıralarından alkışlar) Allah
aşkına, insaf denen bir şey var! Bu parayı niye
ödüyorsunuz? Tuz Gölünün altına depo yapılacaktı. Bir türlü
ihaleye çıkılamıyor. Niçin? Yandaş mı bulunamadı?
Yandaşlar mı anlaşamadılar? Bu 1 milyar 309 milyon
doların hesabını birilerinin vermesi lazım, sizin
sormanız lazım. Bedava kömür dağıtıyoruz,
kullanmadığımız doğal gazın parasını da
ödüyoruz, bizim insanımız onu ödesin. Kömürün de bedeli
Hiç
değilse kömür de bizim depomuzda kalmış olur. Hayır, hem o
harcanacak hem ben oraya para vereceğim.
Bakın
değerli milletvekilleri, buraya bir nükleer santral anlaşması
geldi ve siz onay verdiniz. Niye ihale yapılmadı bu? Hükûmetin
elinden tutan mı vardı? Bir ihale yaptılar, iptal ettiler.
Dünyanın en pahalı nükleer santralini sizler onayladınız. KDV
hariç kilovatsaati 13-14 sente geliyor. Yazık, günah değil mi
arkadaşlar? Bu ülkenin sanayicisine üzülmüyor musunuz? Bu ülkenin
sanayicisi bu fiyatla nasıl rekabet edecek?
Şimdi
bakın, bu santralin bir benzerini, daha küçüğünü Rusya kendi
ülkesinde yapıyor. Açın, Uluslararası Enerji Üretim
Ajansının İnternet sitesine bakın. Maliyetine bakın,
bizdeki onun 2 katı. Allah aşkına biz kazıklanacak ülke
miyiz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Efendim, yasa olarak geçirelim
ki, yargıya gidilmesin. Bu, yasa olur mu?
Tartışılmıyor da yeteri kadar. Çünkü itiraz edenin nerede
olacağını biliyorsunuz siz zaten.
Değerli
milletvekilleri, tarımdaki durum daha da vahim. Geçen hafta Pazar günü
İzmirdeydim ve narenciye üreticileriyle konuştum. Narenciye dalda
bekliyor. Ton başına ihracatta 75 dolar veriyorsunuz, 150 dolara
çıkması lazım. Uzun süre bekleyemez. Mandalina da böyle,
greyfurt da böyle. Biz Hükûmete bir an önce önlem alın
çağrısı yapıyoruz ve bunun için de rica ediyoruz,
üreticiler adına rica ediyoruz, önlem alın. Sonunda o insanlar bizim
insanlarımız o insanlar sokak köşelerinde sefalete
yuvarlanmasınlar.
Tarım Kanunu
çıktı, bu Parlamento çıkardı Tarım Kanununu. Onun bir
maddesi diyor ki: Millî gelirin yüzde 1i oranında tarımcıya,
çiftçiye destek verilir. ve bu söyleniyordu. Ne oldu biliyor musunuz
arkadaşlar? Bırakın yüzde 1ini yüzde yarımı bile
verilmiyor.
Bir hükûmet
Parlamentonun çıkardığı kanunu uygulamazsa o hükûmete
saygı duyar mısınız? Hükûmete siz benim adıma lütfen
sorun, sizler sorun, iktidar kanadının değerli milletvekilleri
olarak sorun: Biz bu Kanunu çıkardık. Yüzde 1 vereceksin. Niçin
vermiyorsun? Çiftçiyi niye ikinci sınıf yurttaş sayıyorsun?
Ver yüzde 1ini. Yasal zorunluluk bu. Verilebilir. demiyor, Verilir.
diyor, emredici hüküm ama yerine bile gelmiyor.
Bakın, ben
size kısaca örnek vereyim arkadaşlar: Bu Hükûmet döneminde, sekiz
yıllık dönemde, ayçiçeği fiyatında yüzde 45 artış
var, pancar fiyatında yüzde 49, pamukta yüzde 68, buğdayda yüzde 94
artış var; güzel. Ama bir de girdilere bakalım: Gübrede yüzde
400, sulamada yüzde 230, mazotta da yüzde 140 zam gelmiş. Ne yapacak bu
köylü? Allah aşkına gidin, bir köylülerle konuşun. İnsanlar
perişan.
Bakın,
değerli arkadaşlar, biz Mazottan ÖTVyi
kaldıracağız. dedik iktidar kanadından eleştiri
geldi: Siz bu parayı nereden bulacaksınız? Vallahi de
bulacağız, billahi de bulacağız, hiç endişe etmeyin.
(CHP sıralarından alkışlar) Köylünün rahat etmesi için
ÖTVyi kaldıracağız ve köylü rahat edecek. Biz, halka para bulma
konusunda kararlıyız ama sizler de, yani Hükûmeti kastediyorum,
yandaşlara para bulma konusunda kararlı. Aramızda bu kadar fark
var. (CHP sıralarından alkışlar)
Acil Eylem
Planı: Ne diyordu Acil Eylem Planında? Türkiyede verimli
tarım topraklarının sürekli işlenir kılınmasını
sağlayacağız. Ne güzel bir laf, değil mi? Sekiz
yıllık iktidarda tarım alanı 26,6 milyon hektardan 24,3
milyon hektara düşmüştür yani 2 milyon hektar tarım alanı
işlenmiyor. Buğday ekim alanı 9,3 milyon hektardan 8,1 milyon
hektara inmiş durumda. Hani diyorsunuz ya Biz köylüyü, çiftçiyi
destekliyoruz. İşlenecek tarım alanlarını
işliyoruz. diye; tablo bu. Süt üreticisine bakın, yem var
Zaten ete
dokunmayacağım, ete değinmeyeceğim. Sizin İktidarınız
döneminde kurbanlık hayvan bile ithal edildi. Artık, bu
noktadasınız, tarımı getirdiğiniz nokta budur,
düzelmesi de zaman alır. Değerli milletvekilleri, bir tarım
ülkesiyiz, hakkını vermiyoruz.
Kısaca bir
konuya daha değineceğim: Rahmetli Ecevit Hükûmeti döneminde, 1995te
bir genelge çıktı, Ekonomik ve Sosyal Konsey kuruldu. Daha sonra
2001de bir yasa çıktı, genelge yasaya dönüştürüldü. Sonra 12
Eylül 2010da Hükûmet dedi ki: Bu Yasa yetersiz, bunu bir de Anayasaya
koyalım. Güzel, Anayasaya da kondu. Bu Yasanın bir maddesi der ki:
Ekonomik ve Sosyal Konseyin Başkanı Başbakandır ve üç
ayda bir toplanması lazım. En son ne zaman toplandı Ekonomik ve
Sosyal Konsey? 5 Şubat 2009da. Şimdi, bakın, kendi
çıkardığı yasaları uygulamayan bir Hükûmete ne denir
Allah aşkına? Üç ayda bir toplanması lazım. Yasa öyle
diyor, Başkanı da Başbakan. diyor. Niye toplanmıyor?
Çiftçi gelecek oraya, derdini anlatacak, Hükûmet derdin altında ezilecek,
sendikacı gelecek, derdini anlatacak, sanayici gelecek derdini anlatacak;
Sayın Başbakan dert dinlemekten hoşlanmaz, derdini anlatan
vatandaşı azarlar, onları haydi haydi azarlar. O zaman, bu
Ekonomik ve Sosyal Konseyi Anayasaya niye koydunuz? Milleti kandırmak
için, Biz demokratız, biz toplumda uzlaşma sağlıyoruz,
barış sağlıyoruz. diye. Allah aşkına, üç ayda
bir siz toplanacaktınız. İyi ki Sayın Başbakan
çıkıp şunu söylemiyor: Biz toplanacağız ama muhalefet
engel oluyor. Öyle bir şansımız da yok. (CHP
sıralarından alkışlar)
Güneydoğu
Anadolu: Sayın Başbakanın Diyarbakırda
yaptığı bir konuşma var, hafızama
kazınmış bir konuşma. Miting yaparken genç bir
Diyarbakırlı kardeşimiz tam üç kez diyor ki: Sayın
Başbakan, fabrika istiyoruz. Sonra, Başbakan dönüp diyor ki: Biz
buralara fabrika mabrika yapmayacağız kardeşim, Teşvik
Kanununu getirdik. Ama Sayın Başbakan çok güzel bir şey daha
yaptı, yine Diyarbakıra gitti yine bir mitingde dedi ki: Sevgili
Diyarbakırlılar, hiç üzülmeyin, biz size daha modern, daha güzel bir
hapishane yapacağız, eski hapishaneyi de yıkacağız.
Size bir soru: Dünyanın hangi ülkesinde bir başbakan hapishane
yapacağım diye reklam yapar, propaganda yapar? Bu, hepimizin
vicdanına kazınsın istiyorum. Fabrika yapın, elinizden
tutan mı var? Adam fabrika istiyor, hapishane değil. Siz, Hapishane
yapacağım, eskisini yıkacağım... Bir başka
bakanımız da dedi ki: Hayır, eskisini yıkmayalım, onu
da müze yapalım. Karar verin kendi aranızda, ne yaparsanız
yapın ama Allah aşkına insanlara Size hapishane
yapacağım. diye gitmeyin.
Değerli
arkadaşlarım, yolsuzluk, bu iktidarın en ciddi
sorunlarından birisidir, en ciddi temel sorunlarından birisidir.
Bakın, 17/07/2007 tarihinde Hacı Ali Hamurcu diye bir yurttaş
-Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise
rüşvet çarkının nasıl döndüğünü bütün
ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından, imzalıyor
ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor. Rüşveti toplayan kişi bu; taksi
duraklarından, benzin istasyonlarından ve diğer yerlerden.
Yıllardır devam eden bir prosedür. Bütün bunların hepsini
ayrıntılı anlatıyor. Anlattıktan sonra emniyet,
rüşvet, irtikap, resmî belgede sahtecilik ve nitelikli
dolandırıcılıkla cumhuriyet savcılığına
gönderiyor. Filme de alınıyor, videoya da alınıyor ama
video gizli. 26 sayfalık bu itiraf ne oluyor biliyor musunuz? 16 sayfaya
indiriliyor. Şimdi, birinci soru: 26 sayfalık itiraf niçin 16 sayfaya
indi? Kime soruyorum? Adalet Bakanına soruyorum. Bilmeliyiz. Onun içinde
Kayseri Ana Kent Belediye Başkanının rüşvet
olaylarıyla ilgili bölümler mi çıkarıldı yoksa başka
bir nedenle mi çıkarıldı? Bu sorunun yanıtını
bekliyorum.
AHMET KOCA
(Afyonkarahisar) Varsa söyle.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) İki tutanak da elimde. Ben onlardan önce
isterim.
Sonra ne oluyor?
Gidiyor savcıya. Savcı Beyin adı İsmail Dalan. Savcı,
emniyetin gönderdiği rüşvet, irtikap değil, bunu memur
suçlarıyla ilgili bir olay dolayısıyla Bakanlığa
yazıyor ve izin istiyor Adalet Bakanlığından. Adalet
Bakanlığı, haklı olan bir gerekçeyle bunu Valiliğe
gönderiyor, konuyu ön inceleme yapın, izin verip vermeyeceğimize
karar verelim diye. Ön inceleme yapılıyor değerli
arkadaşlar, bir vali vekili konuyu araştırıyor,
İbrahim Yurdakul. Komisyon kuruluyor, raporu düzenliyor, Adalet
Bakanlığına gönderdiği yazıda diyor ki: Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ve diğer
belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanununun 252sine giriyor,
rüşvet suçunu oluşturduğundan 3628 sayılı Mal
Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele
Kanununun 17nci maddesi kapsamında işlem yapılmasını
istiyor. Vali vekili basıyor imzayı ve gönderiyor. Bir önemli
gelişme oluyor. Bunun ekinde de bir rapor var, bu yazının ekinde
daha önce alınmış ifadeler, tutanaklar ve raporlar da var. Bu
Vali, bunu imzaladıktan otuz sekiz gün sonra görevden alınıyor,
başka bir ile gönderiliyor, Gaziantepe. Olabilir, bir ihtiyaç
çıkmıştır, olabilir.
Bakanlık
gayet güzel bir uygulama yapıyor ve bunu savcılığa
gönderiyor, diyor ki: Bize geldi, ekindeki raporlar da bunlardır,
gereğini yapın. Savcılık diyor ki: Vali Beyin
yaptığı gibi değil, emniyet müdürünün
yaptığı gibi değil. Yine, memur suçlarından ötürü,
dava açmak için izin istiyor. Yanıt gelmiyor Bakanlıktan. İkinci
bir yazı yazıyor, izin verin diye. Bunun üzerine Bakanlık
yazı yazıyor, İzin verdik, araştırın konuyu.
diyor. Konu araştırılıyor, yine gidiyor, bu kez bir
başka vali yardımcısı olayı araştırmakla
muhakkik olarak atanıyor. Prosedürde bir eksiklik yok. Bu Vali
Yardımcısı, Ali Yener Erçin, Kocasinan ve Melikgazi
belediyelerinden bilirkişi istiyor olayı araştırmak üzere.
Kocasinan Belediyesi 30/11/2007de bir halk sağlığı
uzmanı ile bir harita mühendisini görevlendiriyor. Melikgazi Belediyesi
ise 4/12/2007 tarihinde görevlendiriyor. Ama ciddi bir şey var: 4/12de
bilirkişi görevlendiriyorsunuz, ama bu Vali Vekilimiz 3/12de raporunu
Valiliğe sunuyor bir gün önceden. Nasıl oluyor bu? Daha
bilirkişi gelecek, inceleyecek; bir gün önceden gönderiyor. Şimdi,
bir gün önceden görevlendiriyor ve Sayın Vali Osman Güneş -Vali o
zaman orada, bir dönem bakanlık yaptı kısa süre- Ben de
aynı kanaatteyim, burada hiçbir şey yoktur, dosyanın
kapatılması lazım. diyor, basıyor imzayı. Ama bir
şey var değerli arkadaşlar: Sayın Vali, ondan önce
kararnamesi çıkmış ve Müsteşarlık görevine
atanmış birisi yani imzalarken, kararnamesi daha önce Resmî Gazetede
yayımlanmış, Müsteşarlığa atanmış
birisi yani Kayseri Valisi değil. O gidiyor, imzaladıktan sonra
Bakanlığa gönderiyor. Bakanlığa gittikten sonra, aynı
Osman Güneş, bu kez de Müsteşar olarak kendisinin gönderdiği yazıyı
alıyor, Sayın Bakanın onayına sunuyor ve diyor ki: Burada
hiçbir şey yoktur, dosyayı kapatalım. ve dosya kapanıyor.
[CHP sıralarından Bravo sesleri, alkışlar (!)]
Şimdi, benim
sorum şu: Ben Sayın Başbakana burada siz bunu yaptınız
demiyorum, ama Sayın Başbakanın vicdanına sesleniyorum: Bu
olayın üzerine giderseniz -ben daha bir ucunu çektim yalnız, çok
büyük bir olay bu- olayı ben soruşturacağım derseniz, biz
CHP Grubu olarak sonuna kadar sizin arkanızdayız, hiç endişeniz
olmasın, yeter ki kararlılıkla olayın üzerine gidin ama
gitmez, siz de o Vali ve Savcı gibi, Ya, bunu kapatalım, ya, bu da
çok önemli bir olay değildir. derseniz, o zaman çıkıp bu
kürsüden Biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz. demeyeceksiniz. Biz
yolsuzluklara kol kanat geren bir İktidarız. dersiniz ve bu iş
burada biter.
Benim Sayın
Başbakandan araştırmasını istirham ettiğim bir
soru daha var: Bu değerli, adını söyleyeyim, Hacı Ali
Hamurcu şu anda nerededir? Bu, çok önemli bir soru. Nerede olduğunu
Sayın Başbakan araştırdığı zaman görecektir.
Çünkü Sayın Başbakanın bir lafı vardı: Benim mal
varlığımı eleştirenler şimdi Silivride.
diyordu. Bunu da bir araştırsın bakalım, nerede?
Ve benim bir
sorum daha var: Avukat Yakup Erikel, kimdir bu adam?
Eğer
Sayın Başbakan benim bu konuştuklarımla ilgili olarak, her
satırıyla ilgili belge istiyorsa masamın üzerinde, her
satırıyla ilgili, bütün yazışmalar, o iki ifade
tutanakları, 26 ve 16 sayfalık ifade tutanakları. Elimde olmayan
bir şey var, kayıp olan ve ilk Valinin yazdığı rapor,
o elimizde yok, mahkeme dosyasında da yok. Nerede bu dosya? Niye gizleniyor?
Mademki her şey aleni, mademki avukat da istediği zaman verecekler,
ona da ulaşamıyorum, ulaşamıyoruz.
Yakup Erikeli
eğer Sayın Başbakan merak ederse, yanında Sayın Bülent
Arınç var, ona sorarsa sanıyorum benden çok daha fazla bilgi
alacaktır.
AHMET YENİ
(Samsun) Bütçeye bir gelelim.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (Devamla) Değerli milletvekilleri, bu bütçe
sağlıklı bir bütçe değil ve bizim temel bir sorunumuz var,
demokrasi sorunu. Yolsuzlukların olduğu bir ülkede demokrasiden söz
edemezsiniz. Yolsuzlukların kovuşturulmadığı bir
ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Konuşan kişilerin tehdit
edildiği bir ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Telefonları,
istediğimin telefonlarını dinleyebilirim. diye yola
çıkarsanız, o ülkede demokrasiden söz edemezsiniz. Özgürce köşe
yazarları yazı yazdı diye patronlarına telefon edip
işlerine son verdirirseniz, bu ülkede demokrasiden söz edemezsiniz.
Demokrasi farklı bir olaydır arkadaşlar, demokrasi özgürlüktür.
Sayın
Başbakan üniversite öğrencilerini suçladı, onlar illegal
kişiler dedi, illegal örgütler. Ben merak ediyorum, Sayın
Başbakan, siz Başbakan değil misiniz? Emniyet Genel
Müdürlüğü, Millî İstihbarat Teşkilatı, emniyet
istihbaratı, jandarma istihbaratı size bağlı değil mi?
İllegal bir örgütü yürürken görüp de önlem almamak mümkün mü?
Tutarsınız, yargıya çıkarırsınız;
belgelerini koyarsınız, illegaldir dersiniz. Yok öyle bir şey,
hepsi serbest. Yedikleri dayakla kaldılar. Böyle bir anlayış
olabilir mi?
Öğrencilerden
korkmayacağız, üniversitelerden de korkmayacağız;
onların sorunları var, sorunlarını dinleyeceğiz.
Sayın Başbakana çağrımız: Üniversitelerden temsilci
birer ikişer kişi öğrenci davet etsin, dinlesin, Sizin
sorununuz nedir arkadaşlar? Niye yürüyorsunuz? desin. Bunu yapmak
zorundayız ama orantısız güç kullanırsanız doğru
değil. Hele bir kadının çocuğunu düşürmesine vesile
olan bir şiddeti kim, hangi milletvekili, hangi vicdan sahibi uygun
görebilir? Ben isterdim ki Sayın Başbakan bunu da soruştursun,
Ne oluyor arkadaşlar? desin size.
Gençler Parlamentoya
geldi, benimle görüştüler, 4 genç. Sayın Başbakan
eleştirdi: Vay efendim, işte bak, muhalefete gitmişler
Ben
onlarla basın toplantısı da yapmadım ama sizin
milletvekiliniz Sayın Burhan Kuzu da onları aldı, oturdu
konuştu, basın toplantısı yaptı. Ne oldu? Bize gelince
suç, sizin milletvekillerinize gelince çıt çıkmıyor.
Demokrasiye
ihtiyacımız var. Demokrasi önemlidir, demokrasi vazgeçilmez bir
kurumdur, demokrasi bir kültürdür, demokrasi, yaşamın ayrılmaz
bir parçasıdır; demokrasi, insan haklarının gelişmesi,
büyümesi, kökleşmesi için temel bir olgudur ve demokrasiyi hep beraber
geliştirmek zorundayız, iktidarıyla muhalefetiyle. Eğer
bunu yapmazsak bizde de, ülkemizde de, her yerde de sorunlar çıkar.
Eğer
insanlar şikâyet ediyorsa şikâyetlerini dinlemek
politikacıların görevidir, her şeyden önce iktidarların
görevidir. Niye bu insan şikâyet ediyor? Bu insanın derdi nedir?
diye sormak zorundayız. Ama onlar soru sordu diye onları azarlarsak o
ülkede demokrasiden söz edemeyiz. Demokrasinin gelmesi, özgürlüklerin gelmesi,
özellikle üniversite özgürlüğünün gelmesi, üniversitelerde özgürlüğün
olması, insanlarımızın sorunlarını siyasilere
özgürce anlatabilmelerinin yolunun açılması için hep beraber, Parlamento
olarak çalışmak zorundayız.
Bu umutla hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Kılıçdaroğlu, teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, böylece, bütçenin tümü üzerinde gruplar
konuşmalarını tamamlamış oldular.
Şimdi,
şahıslar adına, lehinde olmak üzere, ilk söz Manisa Milletvekili
Sayın Recai Berbere aittir.
Sayın
Berber, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
RECAİ BERBER
(Manisa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının tümü
üzerinde şahsım adına lehte söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle,
hazırlıklarıma geçmeden önce, bütçe görüşmelerinde Plan ve
Bütçe Komisyonundaki çalışmalarda da yani tabiri caizse temcit
pilavı gibi muhalefet sözcülerinin sık sık dile getirdiği
bütçenin, daha doğrusu Orta Vadeli Programın zamanında
yayınlanmadığı, arkasından Orta Vadeli Mali
Planın zamanında, süresinde getirilmediği ve bundan dolayı
da bütçe genelgesinin de, bütçe çağrısının da 10 Ekimde
yapıldığı ve 10 Ekimden 15 Ekime kadar beş günde
bütçenin nasıl hazırlandığı soruldu. Bununla ilgili
her türlü ayrıntılı bilgi hem Sayın Bakanımız
tarafından hem ilgililer tarafından verildi. Buna rağmen burada
2011 bütçesinin samimiyetinden şüphe eden Sayın
Kılıçdaroğlunun, sadece buna dayanarak bütçenin samimiyetini
sorgulamasını ben hayretle karşılıyorum. Kendileri de
yıllarca bürokratlık yaptılar ki beş günde bütçe
hazırlanmaz, bütün bakanlıkların bürokratları ve Maliye
Bakanlığı bu bütçenin aylarca
hazırlığını yapar, ancak haklılar, Anayasa gereği
ve kanunlar gereği bu programların zamanında
yayınlanması gerekirdi. Ancak bu programların geç
yayınlanması dolayısıyla sadece buna dayanarak
içeriğiyle ilgili yani bütçenin gider kalemleri nedir, gelirleri gerçekçi
midir, değil midir, bunları sorgulamadan samimiyetsizlikle itham
etmesini hayretle karşılıyorum. Eğer bütçenin
tarafları, ilgilileri iş âlemiyse, vatandaşlarımızsa,
dünyadaki Türkiye ekonomisiyle ilgilenen çevrelerse ne kadar samimi olup olmadığını
onlardan öğrenebilirler. Çünkü o çevrelerin hiçbirisinden Türkiyede
şu anda yapılan bu bütçeyle ilgili ve Orta Vadeli Programla ilgili
negatif, olumsuz bir açıklama, duyum gelmemiştir. Tam tersine,
dünyanın global krizin içinden geçtiği bu süreçte bütçe son derece gerçekçi
ve tutarlı bulunmuştur. Hatta öyle ki, çok istedikleri mali kuralla
ilgili olarak, eğer mali kural kanunu yürürlükte olsaydı bile bütçe
açığının olması gerekenin de altında olduğu
bizzat kendi sözcüleri tarafından da komisyonlarda dile
getirilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, 2008 yılının ikinci yarısından
itibaren dünyayı etkisi altına alan krizin bir ekonomik ve sosyal
çöküş hâline dönmesini engellemek için hükûmetler ve merkez bankaları
finansal sisteme işlerlik kazandırmaya dönük olarak ciddi anlamda
destekler, parasal ve mali tedbirler almışlardır. Küresel
ekonomik krizin etkilerinin azaltılması amacıyla uygulanan mali
politikaları, finansal kesimden kaynaklanan mali yükler ve devresel bütçe
etkisi ülkelerin kamu açıklarını ve borç stoklarını
önemli ölçüde artırmıştır.
Krizle birlikte
dünya ekonomisi 2009 yılında yüzde 0,6 daralmış, 2009
yılının son çeyreğinden itibaren büyüme sürecine
girmiştir. ABDnin 2010 yılında 2,6; 2011 yılında ise
2,3 oranında büyüyeceği, Avrupa Birliği euro bölgesinin
ekonomilerinin ise 2010 yılında 1,7; 2011de de 1,5 oranında
büyüyeceği tahmin edilmektedir. IMFnin Türkiye için 2010 yılı
büyüme tahmini ise son revizyondan sonra yüzde 7,8 olarak revize
edilmiştir. Türkiye tekrar 2009 yılının son çeyreğinden
itibaren büyüme trendine girmiş ve 2010 yılında ilk üç çeyrekte
8,9 oranında büyüme gerçekleştirmiştir.
Burada ben
diğer ülkelerin tablolarına tek tek girmek istemiyorum ama şunu
bilmelerini istiyorum ki kamuoyunun, Türkiye, mensubu bulunduğu Avrupa
Birliği ülkeleri içinde en yüksek büyümeyi gerçekleştirmiş,
Doğu Avrupa ülkeleri içinde de yine onların ortalama büyümesinin 2
katı bir büyümeyi gerçekleştirmiştir. Çini
çıkarırsanız, diğer gelişmekte olan ülkelerin hepsinin
ortalamalarının da üstünde olduğunu yine göreceksiniz. Demek ki
Türkiyede kriz sonrasında alınan önlemler, kriz süresince
alınan önlemler son derece yerinde olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, geçmişte -Sayın Bakanımız da çok güzel,
veciz bir şekilde söylediler- kendi krizimizi başkaları
çözüyordu, kendi krizimizi, Türkiyede çıkan krizi
başkalarının yardımıyla çözüyorduk ama şimdi,
global krize karşı dünyanın pek çok ülkesi, yirmiden fazla
ülkesi IMFnin karşısında sıraya girmişken, kamuoyunun
bir sürü baskısına rağmen, Başbakanımızın ve
Hükûmetimizin bu konudaki kararlı tavrıyla ve kriz sürecini çok iyi
yönetmesiyle Türkiye ilk defa olarak başkalarının krizini en iyi
şekilde yönetmiştir. Bu kriz Türkiye'nin krizi değildir, bu kriz
global krizdir ama Türkiye tarafından, bütün dünyanın da takdir
ettiği gibi, en iyi şekilde yönetilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, özellikle işsizlik konusundaki rakamlar gerçekten hayret
edilecek bir noktada. Türkiye 2007 yılından bu yana, bu kriz süreci
de dâhil olmak üzere son üç yılda 3 milyon işsizine iş
bulmuş bir ülkedir ama bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri de
dâhil olmak üzere Avrupa Birliğinde ciddi anlamda istihdam azalması
olmuştur ve hâlen devam ediyor. Demek ki Türkiye, krize giriş
tarihindeki ve bugün geldiği noktada krizden, işsizlik konusunda da
başarılı bir şekilde çıkmıştır.
Tabii, bunu belli
konularda dünya ülkeleriyle karşılaştıralım deyip,
sonra işsizlik konusuna gelince sadece Türkiye'nin geçmiş
değerleriyle karşılaştırmaya kalkmak kendi içinde de
ne kadar tutarlıdır, bunu değerli milletvekillerinin takdirine
sunuyorum.
Değerli milletvekilleri,
özellikle enflasyon konusu da gerçekten krizin bu süreçte en iyi şekilde
yönetildiğinin yine kanıtıdır çünkü Türkiye ne zaman kendi
krizi olsun
Özellikle 94, 2001 krizlerinde rekor enflasyon düzeylerine
çıkmış ve son on beş-yirmi yıldır da sürekli
olarak, enflasyonu en yüksek on ülke içinde yer almıştır. Yani
bu kronik sorunu Türkiye başarılı bir şekilde çözmüşse
bunu takdir etmek lazım, başka birtakım noktalara çekmeye gerek
yok.
Değerli
milletvekilleri, özellikle borç stoku konusunda söylenenler de gerçeği
yansıtmıyor çünkü Türkiyenin 2002 yılından bu yana ciddi
anlamda ekonomisi büyümüştür, 3 kat büyümüştür. Yani işletmeci
olan, ekonomi bilen herkes şunu çok iyi bilir, hele bankacılar çok
iyi bilir: Eğer bir işletmeye siz kredi limiti tahsis edecekseniz
borçluluğunu aktif toplamıyla
karşılaştırırsınız, yani ne kadar borcu var,
aktifi ne kadar? Ülkelerin de, aynı şekilde, gayrisafi yurt içi
hasılalarının toplamıyla
karşılaştırılır.
Türkiye,
değerli arkadaşlar, 2005 yılından bu yana Maastricht
Kriterlerini yakalamış bir ülkedir. Şu anda Avrupa Birliği
ortalaması yüzde 84, Türkiye bunun yarısı, krize rağmen
yüzde 42. Demek ki Türkiye'nin borçluluğu nispi olarak, göreceli olarak
artmamıştır, tam tersine azalmıştır. Eğer
öyle olmasaydı, Türkiye'nin borç yönetimi sorunu olsaydı, dünyada bu
kadar kriz varken, dünyada global sermayenin, tabiri caizse,
sığınacak liman aradığı bir ortamda Türkiye en
sağlıklı, en güvenilir limanlardan biri olabilir miydi?
Eğer Türkiye borç batağında yüzüyor olsaydı, bu insanlar
Türkiyeye, hem de Türkiye'nin devletine değil sadece özel sektörüne
yatırım yapsın diye bu kadar borç vermek için
yarışır mıydı?
Değerli
arkadaşlar, özellikle Türkiyede kamu borçlanma gereğinin son
yıllarda ciddi oranda azaltılması sayesinde -tabii ki bunu
herkes çok iyi biliyor- Türkiye bütçesi çok ciddi fazlalar vermiştir. Yani
Türkiye bütçesindeki açık, geçmişte, özellikle gayrisafi yurt içi
hasılanın yüzde 14lerine kadar çıktı, şimdi Avrupada
pek çok ülkede olduğu gibi.
Değerli
arkadaşlar, geçen yıl krize rağmen -2009 yılında-
yüzde 5,5; eğer mali kural uygulansaydı, bu, yüzde 6,5lara kadar
zaten izin veriyordu. Şu anda da, bu yıl da, beklenen yüzde 4, ama 11
milyar dolarlık yatırımlara kaynak aktarılmamış
olsaydı yine bu yüzde 3lerde kalacaktı.
Ayrıca, 2011
bütçesinin samimi olduğu şuradan test edildi: Eğer bu bütçe bir
seçim bütçesi olsaydı, bu bütçede daha fazla harcamalara yer verilir,
gelirlerin de üzerinde bir artış öngörülürdü ama öyle bir şey
yok. Demek ki bütçenin tarafları bu bütçenin son derece samimi ve gerçekçi
olduğunu kabul etmiştir. Bu bütçe sayesinde ve Orta Vadeli Program
sayesinde Türkiyenin 2011 yılı ve önümüzdeki üç yılı
gerçekten daha güvenli ve daha istikrarlı bir şekilde büyümeye ve
istihdam sağlamaya devam edeceğini gösteriyor.
Ayrıca, Bu
bütçenin sosyal kesimlere ne faydası var? deniliyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Berber, on dakikalık süreniz doldu, bir dakika içerisinde
özetleyebilir misiniz efendim.
RECAİ BERBER
(Devamla) Hemen tamamlıyorum Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, bu bütçede Millî Eğitim Bakanlığının
ve üniversitelerin bütçesi yüzde 25ler seviyesinde
artırılmış. Giderler yüzde 5 artarken üniversitelerin ve
Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi yüzde 25 artırılıyorsa,
milyonlarca öğrenci sadece üniversite ve
Türkiyedeki öğrenci kesim,
20 milyon insan ve bunlar aileleriyle beraber, bunlar halkımız,
sosyal kesimler değil mi? Bunlar iş âlemi mi? Bunlara aktarılan
kaynak niçin sosyal harcama olmuyor? Sosyal güvenlikte ve sağlıkta
yapılan harcamalar sosyal içerikli değil de nedir acaba, sermaye
transferi midir?
MUHARREM
İNCE (Yalova) Yurtlara kaç öğrenci müracaat etti, kaçı
yerleşti, bunu da söyle.
RECAİ BERBER
(Devamla) Değerli arkadaşlar, bunlara
baktığınızda Türkiye bütçesinin gerçekten son yıllarda
hazırlanan en gerçekçi bütçelerden biri olduğunu ve Hükûmetimizin
bundan sonra da bu bütçeleriyle ekonomiye güven vermeye, dünyaya ve ekonomiye
en iyi şekilde yön vermeye devam edeceğini gösteriyor.
Ben, bütçemizin
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Tekrar, hem
Hükûmetimize, Maliye Bakanlığımıza ve bütün, Komisyonda
katkı veren milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Bütçemiz tekrar
hayırlı, uğurlu olsun. Sağ olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Berber, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, Manisa Milletvekili ve Başbakan Yardımcısı
Sayın Arınçın Başkanlığa bir yazılı
müracaatı var. Sayın Kılıçdaroğlu Yakup Erikel isimli
bir avukattan bahsederek, Sayın Başbakanın veya benim bu konuyu
bildiğimi söyledi. Kısa bir açıklama yapmak istiyorum,
takdirlerinize. demişler. İç Tüzük 69
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Sayın Başkan,
açıklamayı Sayın Başbakana yapsın.
BAŞKAN Ama
ben çok ciddi takip ettim. Bülent Arınçtan da bahsederek Bülent
Arınç da bilir konuyu. dediniz.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Evet bahsettim. Başbakana bilgi
versin.
BAŞKAN
Tabii, kendisi bir açıklama yapmak istiyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başbakan sorsun kendisine. Sayın
Arınç biliyor, sorsun kendisine.
BAŞKAN
Aslında sizin talebinize de uygun bir istekte bulunmuş, ben öyle
değerlendirdim.
Yerinizden olmak
üzere efendim
Mikrofonunuzu açalım.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Başkan, İç Tüzükün 69uncu
maddesi Sayın Arınça sataşma nedeniyle söz verilmesi
imkânını tanımıyor.
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) Kısa bir açıklama
rica ettim Sayın Başkanım, sataşmadan dolayı
değil.
BAŞKAN
Efendim, bana göre talebi İç Tüzüke tamamen uygundur ve kaldı ki,
Sayın Kılıçdaroğlunun
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) 60ıncı maddeye göre
BAŞKAN
Önemli bir konuyu gündeme getirdi ve isminden de bahsederek açıklama
istedi zımnen.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Başkan, 60ıncı maddeye
göre verebilirsiniz.
BAŞKAN
Yani açıklama yapması sizin tarafınızdan da desteklenmesi
gerekir diye düşünüyorum. O niyetlerle verdim.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) 60ıncı maddeye göre verebilirsiniz ama
69a girmiyor efendim.
SUAT KILIÇ
(Samsun) 60/4e göre Sayın Başkan.
BAŞKAN
Peki efendim, 60a göre, düzelttik; 69 yerine 60a göre verdik. Tamam,
teşekkür ederim uyarınız için.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlunun konuşmasına ilişkin
açıklaması
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; gerçekten, sataşmadan dolayı
değil, kısa bir açıklama yapmak üzere Sayın Başkandan
rica etmiştim. Çok teşekkür ediyorum.
Sayın
Kılıçdaroğlunun konuşmasını büyük bir dikkatle
takip ettim. Kayseriyle ilgili olduğu söylenen bir olayı
anlattı. Doğrusu bir şey anlamadım. Yani olay nedir,
tarafları kimlerdir, şikâyetçisi kimdir, sanıklar kimlerdir;
Vali ne yapmıştır, ne yapmamıştır, Adalet
Bakanı neden ne kadar sorumludur ve bunun bizim Hükûmetimizle ilgisi
nedir? Yani bir gizemli roman gibi bunu birtakım sembollerle anlatmaya
çalışmak, gerçekten bir yolsuzluğun üzerine gitmek
değildir. Biz yolsuzlukların üzerine gitmeyi en az Cumhuriyet Halk
Partisi kadar, Milliyetçi Hareket Partisi kadar, demokratik parti kadar
önemsiyoruz.
BENGİ YILDIZ
(Batman) Barış ve Demokrasi Partisi
DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Manisa) Olayı tam ortaya koyun
ki, bunun karşılığını size tam olarak
verebilelim.
Yakup Erikel kimdir?
diyorsunuz, bir başkası kimdir diyorsunuz. Bunları siz
biliyorsunuz, kim olduğunu siz söyleyeceksiniz ama benim
tanıdığım bir Yakup Erikel var. Ankara Barosuna
kayıtlı bir avukattır, kendisini şahsen de
tanırım. Bazı davalarımda benim de avukatlığımı
yapmıştır; bana karşı açılan tazminat
davalarında, benim de açtığım tazminat davalarında
avukatımdır. Kendisini tanırım ama sanıyorum
Sayın Kılıçdaroğlu şu hataya düşüyor:
Geçtiğimiz günlerde Habertürkte ve birkaç gazetede ondan haber alarak
yayınlanan bir yazı vardı. O yazıda Yusuf Erikel isimli bir
avukatın Millî Demokratik Halk Partisi gibi bir parti kurduğu,
sonunda da bazı olaylara karışması sebebiyle Silivride
yargılanacağı ve tutuklanacağı. Yusuf Erikelden
bahsederken benim de avukatım olduğunu söylemişlerdi. Ben bu
konuda bir açıklama yaptım ve Yusuf Erikelle hiçbir ilgim ve alakam
olmadığını söyledim. Ya bir karışıklık
var ama Yakup Erikel ismi üzerinde duruyorsanız, benim avukat olarak
tanıdığım bir arkadaşımdır. Bu olayla neyi
anlatmak istiyorsunuz? Benim bağlantım veya Sayın
Başbakanın ne bağlantısı olabilir, lütfen çok
açık konuşun Sayın Kılıçdaroğlu. Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu açıklığa her zaman saygı duyacaktır
ve gereken mutlaka yapılacaktır.
Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
III.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S.
Sayısı: 575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde Hükûmetin de söz talebi
vardır.
Hükûmet
adına Başbakan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkanı, Grup Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan
söz istemişlerdir.
Buyurun
Sayın Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz
altmış dakikadır efendim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2011 mali
yılı bütçe kanunu görüşmelerinin ülkemize, milletimize,
demokrasimize ve en önemlisi de ekonomimize hayırlı
olmasını diliyorum.
2011 yılı
bütçesiyle, 60ıncı Hükûmet olarak dördüncü bütçemizi, 58,59 ve
60ıncı hükûmetler olarak da dokuzuncu bütçemizi bugün Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşmeye başlıyoruz.
Görüşmelerin yapıcı bir ortamda geçmesini, katkı verici bir
anlayışla sürdürülmesini, karşılıklı
anlayış ve nezaketin asla elden bırakılmamasını
özellikle temenni ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 bütçesinin temel özelliklerini
Maliye Bakanımız sunuş konuşmasında bütün
ayrıntılarıyla aktardı. Ben, burada ayrıntılara
girmeyeceğim ancak şu kadarını belirtmekte fayda görüyorum:
AK PARTİ İktidarı tarafından bundan önce
hazırlanmış olan sekiz bütçe gibi dokuzuncu bütçe de güçlü
Türkiye vizyonuyla uyumlu bir bütçedir.
2011 bütçesi,
toplumsal duyarlılığı olan, sosyal yönü kuvvetli,
dezavantajlı grupları gözeten, üretimi, yatırımı,
ticareti, ihracatı destekleyen bir bütçedir. 2011 bütçesi, işçi,
esnaf, memur, çiftçi, emekli, öğrenci, yatırımcı ve
sanayiciler gibi tüm kesimlerin ihtiyaçlarını, sorunlarını
dikkate alan, özellikle ücretli kesimin alım gücünü artıran bir
bütçedir. Bu bütçemizde de bölgesel kalkınmaya, sosyal
katılımcılığa önem verilmiştir. 2011 bütçesi,
vatandaştan aldığını vatandaşa veren bir bütçe
olduğu kadar, birlikte kalkınmayı, hakça paylaşmayı
hedefleyen, yarınları düşünen, geleceği tasarlayan bir
bütçedir. En önemlisi de, 2011 Haziran ayında genel seçimler
yapılacak olmasına rağmen bugün görüşmeye
başladığımız bütçe seçimden etkilenmeyen, seçim
nedeniyle popülizme başvurmayan, Seçim var. diyerek hedeflerinden
vazgeçmeyen bir bütçedir. Türkiyede AK PARTİ iktidarlarıyla birlikte
seçim ekonomisi kavramı tedavülden kalkmıştır zira seçim
ekonomisi ve popülizm açık açık milletin kaynaklarını çarçur
etmek, milletin emanetine haksızlık etmektir. Türkiye bunu defalarca
yaşadı ve çok ağır bedeller ödedi değerli
arkadaşlarım. Siyaseti kendileri ve yakın çevreleri için bir
geçim kaynağı, bir ikbal vesilesi olarak görenler, kendi
hırsları uğruna defalarca Türkiye ekonomisinin dengeleriyle
oynadılar. Merkez Bankasına talimat verildi,
karşılıksız para basıldı, çeşitli toplum
kesimlerine bedeli, sonuçları, faturası hiç hesaba katılmadan
bol keseden dağıtıldı, tedbirler ertelendi, mali disiplin
delik deşik edildi, para politikaları rafa kaldırıldı,
popülist vaatler havada uçuştu, seçim öncesinde geçici bir rahatlık
yaşayan milletimiz seçimin hemen ardından bu
savurganlığın faturasını çok ağır
şekilde ödedi.
Enflasyon bu
ülkede üç haneli rakamlara kadar yükseldi, bütçe açığında
rekorlar kırıldı, faizler astronomik seviyelere
tırmandı, arka arkaya gelen zamlar, isabetsiz tedbirler neticesinde
milletin beli büküldü, âdeta kaşıkla verilen kepçeyle geri
alındı.
Sekiz
yıllık İktidarımız boyunca enflasyon yoluyla, faiz
yoluyla, karşılıksız para basmak yoluyla milletimizin
emeğine ve ekmeğine göz diken politikalardan özellikle
sakındık. Yüzde 30 seviyesinde aldığımız
enflasyon -bunun altını çiziyorum- 2009 yılı sonunda yüzde
6,5 seviyesine gerilerken 2010 yılı Kasım ayında yüzde 7,3
oldu. Tek haneli düşük enflasyon bu yıl da muhafaza edildi. Yüzde 63
seviyesinden devraldığımız devletin borçlanma faiz
oranı yüzde 7 seviyesine kadar geriledi.
Şimdi, az
önce burada konuşuluyor ve faizin yükseltildiğinden bahsediliyor.
İnsaf edin. Devletin borçlanma faizinin yüzde 63 olduğu bir orandan
yüzde 7ye iniyorsunuz, siz hâlâ faizin yükseltildiğini
konuşuyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunun bir defa insafla yakından uzaktan alakası yoktur. Yani
milletimizin emeği korundu, ekmeği korundu.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Faizin düşüğü de yükseği de haramdır,
hepsi haramdır!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Maşallah! Bundan ayrıca
gururlandım, aferin, gelişme var. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Lütfen...
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ülkenin kaynakları,
vatandaşın alın teri muhafaza edildi. 2002 yılından
sonra iki yerel seçim, bir genel seçim, iki halk oylaması ve bir
cumhurbaşkanlığı seçimini yaşadık. Dikkatinizi
çekiyorum, hiçbir seçim döneminde mali disiplin bozulmamış,
piyasaların güveni sarsılmamıştır. Bugün de aynı
şekilde, genel seçime yedi ay kalmasına rağmen, Türkiyeye,
Türkiye ekonomisine güven had safhada devam etmektedir. Sadece bir gösterge,
özellikle, değerli arkadaşlarım, bizim iktidara geldiğimiz
dönemde, 2002 yılında kamuoyu yoklamalarında en az güvenilen
kurum olarak siyaset kurumu çıkıyordu. İleri yaş grubunda
olduğu kadar genç nesil nezdinde de siyaset, kirli bir iş olarak
görünüyordu. Siyasete, siyasetçiye, siyaset kurumuna güvenilmiyordu. Siyasetçi
sokağa çıkmaya korkuyor, Ben siyasetçiyim. demeye çekiniyordu.
Siyaset, yalanla, siyaset yolsuzlukla, siyaset sözünden dönmekle, çark etmekle,
U dönüşü yapmakla, sabah söylediğini akşam yalanlamakla... Hatta
şimdi, biliyorsunuz, yeni yeni, tornistan, çakma filan, bu tür şeyler
çıkmaya başladı. Bunlar bir yerden çıkıyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bazı gerekçeleri var
bunların. İktidara gelmek için pervasızca atıp tutanlar,
Kafdağının ardındakini vadedenler, her yolu mübah
görenler, ilkeleri rafa kaldıranlar, aynada kendilerine
baktıklarında yüzleri kızarmasa da milletin aynasında
mahcup olurlar ve her zaman mahcup olmuşlardır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Birilerinin
şuuraltı böyle şekillenmiş olabilir. Değerli
arkadaşlarım, birileri bugün hâlâ siyaseti bir yolsuzluk, bir
usulsüzlük, kayırma, imtiyaz vesilesi olarak görüyor,
şuuraltındaki bu anlayışı siyasete egemen kılmaya
çalışıyor. Ben, şunu büyük bir gururla, büyük bir
samimiyetle ifade etmek istiyorum; milletimizin teveccühüne, takdirine,
itimadına dayanarak şunu açık açık söylüyorum: AK
PARTİ, siyaseti temize çeken bir partidir, (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) siyaseti farklı olan bir
partidir, siyaset ile yolsuzluğu, siyaset ile popülizmi birbirinden
ayırmış, birbirinden uzaklaştırmış bir
partidir. AK PARTİ, siyasete güveni yeniden tesis etmiş, siyasete
itibarını iade etmiş olan bir partidir.
Bizim
siyasetimiz, bizim siyaset anlayışımız bu ülkeye sekiz
yıl önce hâkim olan siyaset tarzından tamamen farklı bir yerde
durmaktadır. Biz en başından itibaren büyük düşünüyor,
büyük hedefler belirliyor ve bu büyük hedeflere ulaşmak için de büyük
adımlar atıyoruz. Biz Türkiye'nin potansiyeline, dinamizmine
inanıyor ve sekiz yıldır bunun gereğini yapıyoruz.
Tarihimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle çok büyük olduğumuzun bilincindeyiz.
Bu bölgede, bu coğrafyada çok uzun süreler tarihe yön verdiğimizin,
tarih yazdığımızın bilincindeyiz. Biz, ufku olan,
idealleri olan, büyük gayeleri, büyük vizyonu olan bir millet olduğumuzun
idrakindeyiz. Bu ülkeye, bu millete biçilen elbisenin dar olduğunu,
artık dar geldiğini biliyor, engelleri aşarak, zincirleri
kırarak, prangalardan kurtularak geleceğe yürüyoruz.
Hamaset
edebiyatı yapmıyorum. Eğer inanmayanlar varsa, onlara,
Balkanlarda bugünkü Türkiye'nin imajını iyi okumalarını
tavsiye ediyorum. Eğer inanmayanlar varsa, onlara, Kafkasyada, Orta
Doğuda, Afrikada, Avrupadaki Türkiye imajını doğru
okumalarını tavsiye ediyorum. Ben Mardinde gördüğüm,
Aydında, Siirtte, Sivasta, Konyada gördüğüm coşkuyu,
heyecanı, aynı şekilde Kosovada Prizrende, aynı
şekilde Lübnan Aydamunda gördüm. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Trabzonda, Antalyada, Vanda, Bingölde gördüğüm
heyecanı, umudu, sevinci Saraybosnada, Dakkada, Karaçide, Pariste,
Brükselde, Berlinde gördüm. (AK PARTİ sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar) Şu geçtiğimiz sekiz yıldır
benim gurbetçi kardeşim, benim soydaşım, benim
vatandaşım gittiği her yerde göğsünü gere gere Türküm
diyor, (AK PARTİ sıralarından alkışlar) göğsünü
gere gere Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu ifade ediyor.
Benim her bir kardeşim cebindeki pasaportunu, cebindeki Türk
lirasını artık gururla taşıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, paramızı delik deşik edenler,
sıfırlarla parayı zenginleştirdiğini zannedenler bizim
paramızın onuruyla oynamadılar mı? 1in yanına 6
sıfırı koyanlar kimlerdi? Hani onlar paramızın
değerini veya Türk lirasının değerini koruma
anlayışına sahiptiler, bu nasıl anlayıştır?
Bu 6 sıfırı attığımız zaman Enflasyon
patlar. diyenler onlar değil miydi, Enflasyon artar. diyenler onlar
değil miydi?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Kimse öyle bir şey söylemedi.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bunu biz yaptık ve bunu biz
başardık ve şu anda paramız da bundan dolayı
değeriyle dünyada itibarını görüyor.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, ben sizlere Avrupa Birliğiyle
katılım müzakerelerini kararlılıkla yürütürken, Avrupa
kurumlarıyla bu arada biz de kurumsallaşma sürecimizi devam
ettirirken Orta Doğuyla, Afrikayla, Balkanlarla bu arada hasret
giderirken vizeleri kaldırarak bu bölgelerle kucaklaşıyor ve
iş birliğini artırıyoruz. Size sadece birkaç veri
sunuyorum: 2002 yılında Suriyeye ihracatımız 267 milyon
dolardı, 2009 sonunda 1,4 milyar dolar oldu. 2003 yılında Iraka
ihracatımız 829 milyon dolardı, 2009 sonunda 5 milyar dolara
yükseldi. Rusyaya ihracatımız 2002 sonunda 1 milyar 172 milyon
dolarken 2009 sonunda 3 milyar dolara ulaştı.
KAMER GENÇ
(Tunceli) İthalatı da söyle, ithalatı da.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yunanistana 2002 yılında
590 milyon dolar ihracat yapıyorduk, 2009 sonunda 1,6 milyar dolar ihracat
yapar hâle geldik. İşte, dostluğun neticesi budur,
dayanışmanın neticesi budur, sıfır sorun
anlayışının neticesi budur. Biz kazanıyoruz,
komşularımız kazanıyor, bölgemiz kazanıyor,
halklarımız kazanıyor. Bu bölgede Türkiyenin çabalarıyla
barış kazanıyor, dayanışma kazanıyor, huzur ve
istikrar kazanıyor.
Dün başkenti
Ankaranın köylerine yol götüremeyen bir Türkiye vardı. Bugün
Ankaranın da ülkemin dört bir yanının da köylerine KÖYDES
projesiyle yol, su götüren bir iktidar var.
Dün alan bir
Türkiye vardı. Bugün dünyanın her yerinde yardım elini uzatan,
Kızılayıyla, TİKAsıyla, sivil toplum örgütleriyle
yaraları saran yani veren, yani elini uzatan bir Türkiye var. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Türk Hava Kurumu yok mu? Türk Hava Kurumuna niye
teşekkür etmiyorsunuz?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sadece şu son dört yılda
diğer ülkelere yaptığımız resmî kalkınma
yardımlarımız yıllık ortalama 700 milyon doları
aştı. Sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün
yardımlarıyla birlikte, Türkiye son dört yılda dünya genelinde
ihtiyaç sahiplerine yıllık ortalama 1,5 milyar dolar yardım
sağladı.
Yerelde de
güçlüyüz, küreselde de güçlüyüz. Köylerimizi, ilçelerimizi, illerimizi
hizmetle, eserlerle buluştururken yerele sıkışmıyor,
kendimizi dünyadan soyutlamıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, sloganlarla, içi boş vaatlerle, içi
boşaltılmış kavramlarla hareket etmiyoruz. Hayalleri
gerçeğe dönüştürüyor, kavramlara anlam kazandırıyor,
demokrasiye, milliyetçiliğe, halkçılığa en ideal anlamda
somut karşılıklar bulmanın mücadelesini veriyoruz.
Milliyetçilik
ülkeyi büyütmektir, ülkenin itibarını büyütmektir, millete hizmet
üretmektir. Milliyetçilik proje üretmektir, plan üretmektir, ekonomiyi
geliştirmektir, iç ve dış politikaya vizyon kazandırmak,
millî değerleri yüceltmek, millî kültürü yaşatmak, bizi biz eden
değerleri muhafaza etmektir. Milliyetçilik yol yapmaktır, okul açmaktır,
hastane inşa etmektir, konut inşa etmektir, şehirleri, evleri
doğal gazla buluşturmak, hızlı tren hatlarını
döşemek, Türkiyeye ufuk açmak, aydınlık bir kapı
aralamaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bugün
arkadaşlarım da söyledi, yetmiş dokuz yılda ülkemizde
inşa edilen bölünmüş yol miktarı 6.101 kilometre. Değerli
arkadaşlar, bizim sekiz yılda inşa ettiğimiz bölünmüş
yol uzunluğu 13.375 kilometre. Bunların üzerinden sizler de
şimdi seyahat ediyorsunuz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Etmeyelim mi? Yasak mı?
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Yasaklayın!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Belki görürsünüz de, marifet
iltifata tabidir, bir teşekkür edersiniz ama böyle bir şeyiniz de yok
tabii. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu nezaket
meselesidir.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Bizim vergilerimizle yapıyorsunuz Sayın
Başbakan.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu bölünmüş yollar yüz elli üç
milyon saat tasarruf sağlıyor ve 4,8 milyar Türk lirası ülkenin
kasasında kalıyor. Bu yollar 649 milyon litre yakıt tasarrufu sağlıyor
ve 2,1 milyar Türk lirası benim vatandaşımın cebinde
kalıyor. Bu hesapları biz yapıyoruz ama ah bir de muhalefet
yapsa! (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bütün
bunların yanında trafik kazalarında bir düşüşün
olduğu çok açık, net, o da ortada. İstanbulu, Bursayı,
Sivası hızlı trene kavuşturmak için yoğun
şekilde çalışıyoruz. Ankara-Eskişehir hızlı
tren hattını tamamladık. Bu hafta Ankara-Konya hızlı
tren deneme seferlerini başlatıyoruz (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) ve Ankara-Konya bir saat on beş
dakika, buraya iniyor. Türkiye'nin denizlerini keşfetmesini
sağladık. Hava yolunu halkın yolu hâline getirdik.
Değerli
arkadaşlarım, eğitimde sekiz yılda 160 bin derslik
açtık, 750 bin bilgisayarı okullara gönderdik, 80 yeni üniversite
kurduk. Şimdi, FATİH Projesiyle artık kara tahtadan
akıllı tahtaya geçiyoruz, bütün okullarda artık akıllı
tahta olacak. Aynı zamanda her sınıfta artık laptoplar,
bunun yanında İnternet ağı her sınıfta olacak,
buna geçiyoruz. Türkiye işte, bilişim teknolojisini bütün
çocuklarıyla buluşturmanın da bu projeyle adımını
atıyor.
Değerli
arkadaşlarım, ülkesini ve milletini sevmek işte budur,
sağlık hizmetini ülkenin dört bir yanına yaymaktır.
Milliyetçilik vatandaşın ayağına eğitim hizmetini,
sağlık hizmetini, adaleti, emniyeti ulaştırmaktır. Biz
bunu yaptık, bunu yapıyoruz. Sadece Türkiye içinde değil
Moğolistan Karakurumundan tutunuz, Saraybosnaya, Kırımdan
Kudüse kadar nerede ata yadigârı varsa, nerede bize ait kültürel miras
varsa sahip çıkıyor ve bunu onarıyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi bir
şeyi daha burada ifade edeceğim, o da bugün çok gündeme geldi. Çünkü
memleket yönetmek farklı bir şey, herkesin kârı değil yani
5 tane, 10 tane koyunu güdemeyenler ülke nasıl yönetilir bunu bilemez.
Bakınız, sekiz yılda 20 milyar dolar tutarında modernizasyon
projesi yürüttük. Bu projelerin yüzde 90ını -lütfen dikkat ediniz-
Türkiye'den, kendi sanayimizden, kendi imkânlarımızdan temin ettik.
Millî piyade
tüfeğimizin atış denemeleri başladı. 2011
yılından itibaren Türkiye artık kendi piyade tüfeğini seri
olarak üretmeye başlıyor, aynı zamanda ihracatını
yapıyor.
Altay adı
altında bütün alt sistemleriyle ilk defa Türkiye modern bir tankın
üretimine başlıyor, şu anda prototip üretimine
başladık.
Anka adı
altında insansız hava aracının prototip tasarımına
ve imalatına başladık. Türkiye, ABD ve İsrailden sonra
insansız hava aracı üreten dünyadaki 3üncü ülke oluyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Türkiye'nin ilk
savaş gemisini, Milgemi tamamıyla kendi öz kaynaklarımızla
inşa ettik.
Yine, İtalyanlarla
birlikte burada ürettiğimiz ATAK helikopterleri 2011de test
uçuşlarına başlıyor ve 2013ten itibaren de seri üretimle
hem kendimize hem de dünyaya ihracına başlıyoruz, şu anda
talepler gelmeye başladı.
Kendi
imalatımız olan Göktürk uydusunu 2012de uzaya gönderiyoruz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Başta F-16
olmak üzere, F-4, C-130 ve T-38 uçaklarımız, Skorsky
helikopterlerimiz veya Leopard tanklarımız bizzat kendi sanayimiz
tarafından, yerli sanayi tarafından ülkemizde modernize ediliyor.
Dünyadaki 100
büyük savunma sanayisi kuruluşu arasında artık Türkiye de var.
Malezyanın zırhlı tekerlekli araçlarını,
Birleşik Arap Emirliklerinin sahil güvenlik botlarını, Suudi
Arabistanın zırhlı araç modernizasyonunu, Hollandanın
alçak irtifa hava savunma sistemini, Pakistanın F-16 modernizasyonunu,
Güney Korenin pilot eğitim simülatörünü biz üretiyoruz, Türkiye üretiyor,
Türk firmaları üretiyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Türkiye işte bu seviyelere geldi. Küresel kriz
sürecinde Uluslararası Para Fonuyla yeni bir stand-by anlaşması,
bildiğiniz gibi, yapmadık. Birçok gelişmiş Avrupa ülkesi,
birçok gelişmiş ekonomi IMFyle yeni yeni anlaşmalar yaparken,
Türkiye olarak biz böyle bir anlaşmaya yanaşmadık ve kendi
imkânlarımızla yola devam ettik, devam ediyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Küresel bir krizi, hem de
ağır bir krizi kendi öz kaynaklarımızla, kendi becerimizle,
kendi imkânlarımızla aştık.
Yolsuzluk
Sürekli olarak bunu tekrar edenler oldu. Elinde aslı astarı olmayan
belgeleri sallayanlara
Şimdi yine burada da sallandı. Çünkü,
bunları çok gördük.
AHMET ERSİN
(İzmir) Araştır bakalım.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakın, yerel seçimlerde
İstanbul adayı olan Sayın Kılıçdaroğlu, benim
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımla ilgili de birçok
şey konuştu. Benim Belediye Başkanımın
dokunulmazlığı yoktu. Hadi, yargıya götürseydin ve
yargılansaydı.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yargıda, yargılanıyor.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Aldığın neticeye bak.
Ne aldın?
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yargılanıyor.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve bir şey bulamayacaksın
çünkü bugüne kadar açtığın bütün dosyaların içi hep
boş çıktı, boş. Boş! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Şu anda yargılanıyor.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yargıda, yargılanıyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Ne karar verileceğini de zaten biliyorsunuz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakınız, ben burada bir
şeyi daha özellikle ifade etmekte fayda görüyorum; o da şudur: Yine
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken
fakirlere ayda 600 lira maaş bağlayacağınızı
ifade etmiştiniz. Öyle mi?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Evet.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Peki, şimdi CHPnin Genel
Başkanı oldun. Haydi, İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı bütün fakirlere 600 lira versin. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar) Hadi yap! Hadi yap!
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Yapacağım, yapacağım.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yap!
Bekâra karı
boşamak kolay! İşi yap, işi! (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar) Senin belediye
başkanın. Yap!
Gerçekçi
olacağız. Biz ülke yönetiyoruz, ülke; devlet yönetiyoruz. Öyle kuru
kuruya Şuraya şu kadar vereceğim, buraya bu kadar
vereceğim. demekle ülke yönetilmez
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Bir başbakan böyle konuşmaz.
Yakışmıyor bir Başbakana!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN İşte, senin partinin belediyesi bu.
Hadi ver 600 lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) Ne alakası var Sayın Başbakan? Biz
devlet miyiz?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN Ve yine bir dosyadan daha bahsettin az önce.
Hemen irtibatı kurduk ve benim belediye başkanım, değerli
arkadaşlar, o kişiyle ilgili hemen anında davayı
açmış. Şikâyeti hemen ortaya koymuş ve 27/6/2007 tarihinde
cumhuriyet başsavcılığına gönderdiği
yazılı şikâyet ile belediye çalışanı Hacı
Ali Hamurcuyu yolsuzluktan dolayı ihbar etmiş.
Vurgulanması
gereken şudur: Bu şikâyeti AK PARTİli belediye
başkanı yapmıştır. Yirmi gün sonra kişi
yakalanmış ve savcılık tarafından adı geçenin üç
kere ifadesi alınmıştır. Birinci ifade 16 sahife, ikinci
ifade 13 sahife, üçüncü ifade 3 sahifeden ibarettir. Bütün bu ifadeler
dosyasında mevcuttur. Kaybolan herhangi bir ifade yoktur. Yargılama
iki yıl sürmüş, adı geçen şahıs altı yıl on
dört gün cezaya mahkûm olmuş ve cezası Yargıtay tarafından
onaylanmıştır ve şu anda bu zat cezaevinde, hapiste.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Nerede?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN Hapiste, hapiste şu anda, hapiste
(AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Al, hepsi burada
Gene
çaktın! Gene çaktın! Devamlı, devamlı yaptığınız
iş bu, devamlı. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Bir Başbakanın üslubu bu mu olmalı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN Ve değerli arkadaşlarım,
yolsuzluğun olduğu yerde -soruyorum şimdi yolsuzluğun
olduğu yerde- 13.375 kilometre bölünmüş yol olur muydu?
Yolsuzluğun olduğu yerde hızlı tren hatları olur
muydu? (AK PARTİ sıralarından Olmaz sesleri) Yolsuzluğun
olduğu yerde 160 bin derslik olur muydu? (AK PARTİ sıralarından
Olmaz sesleri) 80 üniversite olur muydu? (AK PARTİ sıralarından
Olmaz sesleri) Yolsuzluğun olduğu yerde 1.807 sağlık
tesisi, 263 hastane, 224 ek bina olabilir miydi? (AK PARTİ
sıralarından Olmaz sesleri) Yolsuzluğun olduğu yerde,
sadece, değerli arkadaşlarım, adalet sarayları
noktasında, cumhuriyet tarihinde 596 bin metrekare adalet sarayı
inşa edilmiş; şurada, sekiz yılda bizim inşa
ettiğimiz yaklaşık 2 milyon metrekare. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK
(Muş) Ama içinde adalet yok!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) İnşası devam edenler
bittiği zaman 3 milyon metrekare oluyor. Sadece, tüm Türkiyedeki adalet
saraylarının kapalı alan olarak tamamına, İstanbul
Çağlayan ve Kartalda yapılan iki adalet sarayı daha fazla.
SIRRI SAKIK
(Muş) Sayın Başbakan, içinde adalet yok, adalet sarayı
var. Arkadaşlarımız iki yıldır yargılanıyor.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Temenni ederiz ki o beklenen adalet
de gerçekleşsin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SIRRI SAKIK
(Muş) İnşallah
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Biz geldiğimizde Türkiyede
sadece 9 şehirde doğal gaz vardı, şimdi 66 şehirde
var. Yolsuzluk olsa bu şebekeler olur muydu? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Olur! 33 milyar dolar özelleştirme
yaptınız. Babanızın parasıyla mı
yaptınız onu? Özelleştirme parasıyla yaptınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 460 bin konut inşa edildi,
konut.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Nereden buldunuz parayı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Burada benim vatandaşım
var.
MUHARREM
İNCE (Yalova) 33 milyar dolar özelleştirme yaptınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu kaynaklar
Bak, diyorum ya, 3
tane, 5 tane koyun güdemeyen bu ülkeyi yönetemez, anlamaz bu işlerden,
anlamaz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Biz nerede güttük Allah aşkına?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ben şuradan size bir şey
söyleyeyim: Göreve geldiğimizde Türkiye'nin sadece IMFe olan borcu 26,5
milyar dolardı.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Güdülecek koyun bırakmadınız memlekette!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 33 aldın. diyorsun,
değil mi? Ha, bu 26,5 milyar doların şu anda kalanı 6
milyar dolar. Bitmedi
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Başka nereden borç aldınız?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Merkez Bankasının,
değerli kardeşlerim, döviz rezervi neydi biliyor musunuz? 27,5 milyar
dolar. Şimdi ne oldu biliyor musunuz? 79 milyar dolar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Hesap ortada
Hesap ortada
Ama,
anlamak kolay değil.
Değerli
arkadaşlarım, biz geldiğimizde, doğrudan sosyal
yardımlar noktasında çok ciddi adımlar attık çünkü
demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin gereği olan bu
adımları atmamız gerekiyordu, bu adımları attık.
Tarımda
çiftçilere verdiğimiz destek 36 milyar Türk lirası. Yolsuzluğun
olduğu yerde çiftçi alın terinin
karşılığını bu kadar alamazdı.
Yolsuzluğun olduğu yerde, az önce ifade ettiğim gibi
MUHARREM
İNCE (Yalova) Füze kalkanı
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
bakınız, benim çiftçim Ziraat Bankasından yüzde 59 faizle kredi
alıyordu. Kim vardı iktidarda? Merhum Ecevit başta değil
miydi? Yüzde 59 faiz vardı.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Haciz dosyaları ne kadar Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
şu anda, aynı Ziraat Bankası düşürdü, düşürdü,
düşürdü, sıfırla 12 arasında değişiyor.
AHMET KÜÇÜK
(Çanakkale) Çiftçiyi yerin dibine düşürdünüz!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Buraya getirdi, bak burada.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) İcra dosyaları, icra
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Şimdi, onların
rakamlarını vereceğim sizlere.
Bağırmakla
çağırmakla benim sesimi kesemezsiniz. Bu sesi kesmeniz mümkün
değil, benim sesimi sadece bu ülkede millet keser, milletin
dışında kimse kesemez. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Avrupa Birliği ülkelerinden, ARGE harcamaları
noktasında millî gelire oranı Türkiyede 2003 yılında 4,8
seviyesindeydi, şu anda, değerli arkadaşlarım, binde 8,5.
Avrupa Birliği ülkelerinden Bulgaristanda bu oran -bindelik dilimlerle
ifade ediyorum- 4,9; Letonyada 6,1; Romanyada 5,8; Slovakyada, değerli
arkadaşlarım, çok daha düşük. Avrupada ARGEye ayrılan pay
düşüyor, bizde hızla artıyor, işte fark bu. Türkiye
genelinde ARGE harcamaları 2002 yılında 2,9 milyar lira iken
2009 yılında 8,5 milyar liraya çıktı yani 3 kat arttı.
Türkiye 2003-2008 arasında OECD ülkeleri arasında ARGE
harcamalarını en hızlı artıran 1inci ülke oldu.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; dünya, son yüzyılın en
büyük küresel kriziyle baş etmek için, krizden kurtulmak, krizin
etkilerini telafi etmek için yoğun bir mücadele içinde. Türkiye'nin,
küresel finans krizi karşısında nasıl bir performans
sergilediğini ve bugün hangi konumda olduğunu arkadaşlarım
ayrıntılarıyla ifade etti. Öncelikle şunu söylemek
istiyorum: Bölgesel ve küresel siyasi meselelerde söyleyecek sözümüz
olduğu gibi, küresel ekonomi noktasında da dünyaya söyleyecek
sözlerimiz, önerilerimiz, tavsiyelerimiz, eleştirilerimiz var. Türkiye,
şu anda dünyanın en büyük 17nci ekonomisi, göreve geldiğimizde
26ncı büyük ekonomiydi. Dünyanın en büyük 17nci ekonomisi olarak,
G-20 zirvelerinde, IMF ve Dünya Bankası toplantılarında, tüm
uluslararası platformlarda biz uyarılarımızı
yaptık. Fakat burada da Sayın Başkan yine bir şeyi
kaçırdı, 1980 filan dedi G-20nin kuruluşunu.
KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Hayır, kuruluşu değil;
kuruluşu 1999.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ha, o zaman mutabıkız.
Ve o günden bu
yana Türkiye burada var. Biz zaten aksini söylemiyoruz. Biz de geldiğimiz
andan itibaren bütün G-20 toplantılarına katılarak, Türkiye'nin
düşüncelerini en geniş anlamda kendilerine ifade ettik.
Sınırsızca, sorumsuzca, hırsla kazanma arzusunun
dünyayı felakete sürükleyeceğini, gelir
dağılımındaki uçurumun açılmasıyla daha büyük
küresel sorunların ortaya çıkacağını dile getirdik.
Şu anda da küresel krizin etkilerinin yavaşladığı bir
süreçte, Avrupa Birliğine ve diğer gelişmiş ekonomilere,
yeni ve daha büyük krizlerin yaşanmaması için mesajların iyi
okunması gerektiğini, yeni tedbirlerin alınması
gerektiğini ifade ediyoruz.
2009
yılında, bir önceki yıla göre küresel ticarette yüzde 11
oranında daralma yaşandı. Bu yıl küresel ticarette yüzde
11,4 gibi bir büyüme bekleniyor ki bu da ancak zararları telafi edecek bir
büyüme oranı. Yüksek oranlı büyümenin devam edebilmesi için küresel
ölçekli ticaretin artırılması, korumacılıkla daha
etkin şekilde mücadele edilmesi gerekli hâle gelmiştir. Özellikle
bazı Avrupa ülkelerinde mali disipline ilişkin endişeler giderek
artıyor, bütçe açığı ve borç stoku bir risk olarak ortaya
çıkıyor. Kamu maliyesi sorunlu olan ülkelerin orta vadeli bir mali
program ortaya koymalarını bekliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisine ilişkin sekiz yıl boyunca en
sık işittiğimiz eleştiri şu olmuştur: Küresel
ekonomide her şey iyi gidiyor, sıcak para bolluğu var, küresel
ticaret artıyor, dolayısıyla, Türkiye bu iyi gidişten
etkileniyor. Türkiye'nin ekonomide kendi imkânlarıyla, kendi kaynaklarıyla
hızlı şekilde büyüyeceğine inanmak istemeyenler ekonomideki
iyileşmeyi haricî etkenlerde aramayı ısrarla sürdürdüler.
Şu anda küresel kriz karşısında Türkiye'nin gösterdiği
direnç, Türkiye'nin ne kadar sağlam, sağlıklı, dirençli bir
ekonomiye sahip olduğunu da tartışmaya mahal
bırakmaksızın ispat etmiştir. Şimdi de bizi son derece
insafsız bir biçimde küresel krizi iyi yönetememekle itham edenler var.
Bugün hâlâ küresel krizin teğet geçmediğini iddia edecek
Ama az
önce, Sayın Kılıçdaroğluna teşekkür ediyorum,
Şu anda artık, Türkiye'de küresel kriz yok. dediler, ondan
dolayı ayrıca teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Ve bazı
karşılaştırmaları da burada yapmakta fayda görüyorum.
O da şudur: 2010 yılının ilk üç çeyreğine
baktığımızda dünyanın en hızlı büyüyen
ekonomileri arasında bulunan Türkiye, Avrupa'da ve OECD ülkeleri
arasında da en hızlı büyüyen ekonomi olma
başarısını gösterdi. IMF 2010 yılı için
Türkiye'nin yüzde 7,8 oranında büyüyeceğini tahmin ederken OECD ise
yüzde 8,2 oranında büyüyeceğini öngörüyor. Aynı şekilde
Avrupa Komisyonu da Türkiye'nin 2010 yılında yüzde 7,5 oranında
büyüyeceğini tahmin ediyor. Biz ise çok daha mütevazı davrandık
ve 2010 yılı için kendimize yüzde 6,8 oranında bir büyümeyi esas
aldık. 2010 yılının ilk üç çeyreğinde yüzde 8,9
oranında büyüme kaydetmiş durumdayız.
2010
yılı için bütçe açığımızın millî gelirimize
oranını biz yüzde 4 olarak hedefledik. IMF, 2010 yılında
bütçe açıklarının millî gelire oranlarının Amerika
Birleşik Devletlerinde yüzde 11,1; Japonyada yüzde 9,6; yirmi yedi
Avrupa Birliği ülkesinde -ortalama oranı veriyorum- yüzde 6,9;
Polonyada yüzde 7,4; İrlandada yüzde 17,6 ve Yunanistanda yüzde 7,9
olacağını tahmin ediyor. Tekrar ediyorum, Türkiye için hedefimiz
yüzde 4.
Küresel krizin en
ağır etki yaptığı alanlardan bir tanesi de istihdam.
En son ağustos dönemine ait istihdam ve işsizlik verileri,
değerli arkadaşlarım, açıklandı. Buna göre,
işsizlik oranı 2 puan düşerek yüzde 13,4ten yüzde 11,4
seviyesine indi. Bu dönemde istihdam edilenlerin sayısı geçen
yılın aynı dönemine göre 1 milyon 87 bin kişi arttı.
Avrupada 2 puanlık düşüş ile işsizliği en
hızlı azaltan ülke konumundayız. Bütün resmî belgeler bunu teyit
ediyor. Birçok Avrupa ülkesinde işsizlik artmaya devam ederken, Türkiye
rekor sayılabilecek seviyelerde işsizliğini düşürüyor.
Şu anda elimde benim, OECDnin resmî rakamları var. Bakın, bu
resmî rakamlar içerisinde -ki, Amerika da bunun içindedir- bütün ülkeler eksi,
sadece burada Türkiye az da olsa artı olarak görünen ülke durumunda, ama
burada öyle şeyler söyleniyor ki, yani cidden gerek buradaki, IMFin
açıklaması, Dünya Ekonomik Forumunun açıklaması
-bunları görerek- ve burada bu tür açıklamalar da yapılınca
insan hakikaten üzülüyor. Çünkü nereden, nasıl bunlar, bulgular, bilmekte
zorlanıyorum.
Tabii bir
başka nokta, o da şu: Avrupada 2 puanlık düşüş ile
biz bu noktada iken, birçok Avrupa ülkesinde işsizlik artmaya devam
ederken Türkiye rekor sayılabilecek seviyelerde işsizliğini
düşürüyor.
Ve ben burada
tabii bir konuya daha girmek istiyorum. Bu, Sayın
Kılıçdaroğlunun kendisini ziyaretimde bana
yaptığı bir teklifti işsizlikle ilgili olarak, GAP, DAP,
bununla ilgili attığımız adımlarla ilgili olarak,
Doğu ve Güneydoğuya niçin fabrika yapmıyorsunuz? diye bir
teklifi olmuştu. Biz de kendilerine şunu söylemiştik: Bakın
biz devletçi bir zihniyetten çıkıyor ve özel sektörün buralara
yatırım yapmasını teşvik ediyoruz, farkımız
bu ve biz buralarda neyi yapıyoruz? Altyapıyı yapıyoruz.
Buralarda neyi yapıyoruz? Okulları yapıyoruz. Neyi
yapıyoruz? Hastaneleri yapıyoruz. Buralarda bugüne kadar bunlar
yapılmadı. Altyapı yoktu ama şimdi bak, buraların
hepsinde duble yollar var. Ben işte dün ve evvelsi gün Mardin, Siirt,
oralardaydım ve oralardaki duble yolların hâlini gördüm. Ama bugüne
kadar bunlar yapılmamıştı. İşte şimdi var.
Okulları gördüm, hastaneleri gördüm, bunları gezdim. Bunlar yoktu.
Üniversite
Yoktu. Ve buraların evlatlarını, buraların
gençlerini Siirtten çıkıp artık Batıya değil,
Siirtte eğitimini görmesini sağlayacağız,
yükseköğrenimini orada görecek. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Mardinde Artuklu Üniversitesinde görecek, orada bu
eğitimini alacak. Bugüne kadar bunlar yapılmadı ama biz
bunları yaptık ve şu anda bu şehirlerimizi, ayrıca, değiştiriyoruz.
Bu adımları atıyoruz. Hizmet sektöründe adımlar
atılıyor.
Haa, burada
kalkıp da cezaevi konusunu gündeme alıp, bunu sizler eğer
kendinize bir şey kazandıracak diye düşünüyorsanız onda da
aldanıyorsunuz. Bunun bir ihtiyaç olduğunu bildiğiniz hâlde
niçin kalkıp da bunu bir mugalata sebebi yapıyorsunuz? Bunların
hepsi ihtiyaç. Temenni odur ki
(BDP sıralarından gürültüler)
AYLA AKAT ATA
(Batman) Bunu ihtiyaç olmaktan çıkaracak politikalarınız var
mı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sizin
mantığınıza göre zaten olmaması lazım. Niye?
Çünkü esip geçiyorsunuz. Zaten bu bölgede biz bu terör belasıyla
mücadelede inşallah başarılı olduğumuzda, ben
inanıyorum ki özel sektör koşa koşa oralara gidecek ve
fabrikalarını oralarda yapacaktır. Şu anda en büyük engel
budur, en büyük engel budur. Ama buna rağmen, mesela, dün ben orada bir
baraj inşasını gittim gördüm. Ha bu tür, gerçekten, gidip
adımını atanlar da var ve orada 267 megavat bir barajı özel
sektörden bir vatandaşımız yapmış ve mart sonunda da
inşallah açılışını yapacağız. Hem
enerji hem su
Yenilenebilir enerjiyle ilgili atılan bir adım. Bak,
bunlar da devam ediyor ve otuz altı ayda bu yapıldı. Bu dönemde
adımı atıldı ve bu dönemde bitti. Demek ki oluyor. Ama
sizin bunlardan haberiniz yoktur çünkü bunları takip etmek diye bir
dertleri de yoktur.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Biz ayda mı yaşıyoruz? Niye haberimiz olmasın?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu ülke nasıl
değişiyor, neler oluyor, neler bitiyor, haberleri yoktur ve
hayatları bardağın boş tarafını göstermekle
geçmiştir. Ya şunu da ben yaptım. diyemezler. Yok
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sizin işiniz de bardağı doldurmakla geçti.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bizim görevimiz o zaten, biz ona
müdrikiz ve bunu da yapıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bütün bunların yanında, sürekli olarak
şu borç, borç, borç söyleniyor. Bakın, ben size onunla ilgili de
şurada gerçek rakamları söyleyeyim. Bakınız, rakamları
açıklarken lütfen rakamları dürüst verelim. Türkiye'nin, değerli
arkadaşlarım, borç noktasındaki durumu, 2002 yılında
AB tanımlı borç -kamu borç olarak söylüyorum- stoku 258 milyar Türk
lirasıydı, gayrisafi yurt içi hasıla olarak 350 milyar Türk
lirası. O zaman oran neydi biliyor musunuz? Yüzde 73,4. 2010da -tahminî
veriyorum çünkü yıl sonu itibarıyla henüz daha gelmiş değil
ama- tahminî olarak AB tanımlı 465 milyar. Gayrisafi yurt içi
hasıla olarak söylüyorum: 1 trilyon 100 milyar Türk lirası. Oran
olarak ne? Yüzde 42,3. Nereden nereye düşmüşüz? Yüzde 73,4ten yüzde
42,3e. Yani bizim borcumuz artmıyor, geriliyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Tabii, burada
gayrisafi yurt içi hasılayı gizlersen rakamı böyle verirsin ama
bunların tespiti gayrisafi yurt içi hasılaya oranla
yapılır. Bunu, tabii, yapmak işlerine gelmiyor.
Değerli
arkadaşlarım, bir diğer, tabii, burada önemli adım, o da
şudur: Bu yıl sonu itibarıyla kamu borç stokunun millî gelire
oranı, Amerikaya bakıyoruz yüzde 93, Japonyada yüzde 226,
İtalyada yüzde 118, Yunanistanda yüzde 130. Belçikada yüzde 100
seviyesinde gerçekleşmesinin beklendiğini kendileri ifade ediyorlar.
Küresel kriz
ortamında birçok ülke hazinesi IMF kaynaklarına başvururken ve
merkez bankalarından destek alırken -az önce de ifade ettim- biz
stand-by anlaşması yapmadık ve biz şu anda sadece küresel
krizle baş etmiyoruz, Türkiyeye ağır fatura ödeten 2001 krizinin
de etkilerini telafi ediyoruz.
Bakınız,
2001 krizi sonrasında Merkez Bankasına ihraç edilmiş olan 18,8
milyar Türk lirası tutarındaki nakit dışı devlet iç
borçlanma senedini 2010 yılında yapılan 8 milyar Türk
liralık itfayla tamamen ödemiş durumdayız. Bunu biz yaptık.
Yine, 2001 krizi
sonrasında Ziraat Bankası ve Halk Bankasına ihraç edilen nakit
dışı senetlere ilişkin olarak 2010 yılı
içerisinde toplam 5,6 milyar Türk lirası anapara ödemesi yaptık.
Bunları biz yaptık.
Ve değerli
kardeşlerim, IMF, Merkez Bankası, bunları da sizlere söyledim.
İşte emanete sahip çıkmak budur, işte vatandaşın
hakkına hukukuna sahip çıkmak budur. Sadece küresel krizi
aşmakla kalmıyoruz, DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükûmetinin bu ülkeye
yüklediği ağır faturaları da ödedik ve ödüyoruz.
Türkiye'nin
borcu arttı, borç yükü arttı. diyenlere sesleniyorum. Hayır,
Türkiye'nin borcu, borç yükü artmıyor. Banka olayını Sayın
Ecevit çözdü. diyorlar. Allah aşkına, yirmi bir banka Fona
devredildi ya, nasıl çözülüyor bu iş! Bunun benim milletime, benim
hazineme olan bedelini, faturasını nasıl görmezden gelirsiniz
bir Genel Başkan olarak ya, bir ana muhalefet olarak! Yani bunu artık
biraz mürekkep yalayan herkes bilir ya! Yirmi bir bankayı Fona
devrettiniz ya! Ama şu anda bu küresel krizde Amerika fonlarken biz
Türkiyede bir tane bankayı fonlamadık, Fona devretmedik (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) ve hiçbir bankaya da
kuruş destek vermedik.
Ve değerli
arkadaşlarım, küresel ekonomi karşısında
gösterdiğimiz başarılı performansı teyit eden bir
başka önemli gelişme de kredi notları. 2009 yılında
birçok ülkenin kredi notlarının düşürüldüğü bir ortamda
ülkemizin kredi notu iki kademe birden artırıldı. Küresel
ekonomide yaşanan belirsizliklere rağmen 2010 yılında da
ülkemizin kredi notunda ve kredi notu görünümünde artırıma gidildi.
Son olarak 24 Kasım 2010 tarihinde bir kredi derecelendirme kuruluşu
da ülkemizin kredi notu görünümünü durağandan pozitife yükseltti.
Uyguladığımız politikalar sonucunda ekonomimizin son
dönemde göstermiş olduğu güçlü performans ve yeni
açıkladığımız Orta Vadeli Program ile önümüzdeki
dönemde de kredi notumuzun daha iyi noktalara gelmesini bekliyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bununla ilgili olarak da neden orta vadeli program dört
ay on gün gecikmeli açıklandı? Uluslararası konjonktür pek çok
ülkenin Orta Vadeli Program yapmasını
zorlaştırmaktadır. Son G-20 zirvesinde gelişmiş
ülkelere orta vadeli program çağrısı yapılmıştır.
Pek çoğu bunu gerçekleştiremedi. Türkiye, hem 2009da hem 2010 Orta
Vadeli Programları yapmış, açıklamıştır.
Açıklamada gecikme olsa da uygulamamız tavizsiz devam etmektedir.
Olay budur.
Değerli
arkadaşlarım, bütün bunların yanında gururla ifade
ediyorum, biz seçim ekonomisine, popülizme asla tevessül etmiyoruz. Gururla
ifade ediyorum, dünyada parmakla gösteriliyor, örnek gösteriliyor,
dünyanın ekonomide de yükselen yıldızı olmaya Türkiye
olarak devam ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şu tabloya
da dikkatlerinizi çekmek isterim. Avrupa Birliği üyesi olan Portekiz 2013
yılına kadar memur maaşlarını sadece enflasyon
oranında artırma kararı aldı.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) Biz ne yapıyoruz?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Kamu çalışanı
sayısını azaltıyorlar, sosyal yardımları
kısıyorlar, teşvikleri kaldırıyorlar ve birçok
yatırımı askıya aldılar.
İngiltere
çok ciddi vergi artışları getirdi. İspanya emeklilik
yaşını altmış beşten altmış yediye
çıkarıyor, 2010 yılında kamu
çalışanlarının maaşında kısıntıya
gidiyor, 2011de ücretlere zam yapmıyor.
Almanya personel
sayısını 40 bin kişi azaltmayı
tartışıyor, yeni vergiler getiriyor ve sosyal
yardımları kesiyor.
Yunanistan 1,8
milyar avro sosyal güvenlik kısıntısını, emekli
maaşlarını dondurmayı, memur maaşlarını
indirmeyi, 2014 yılına kadar kamuda ücret artışı yapmamayı
tartışıyor.
İtalya üç
yıl süreyle ücretleri donduruyor, emeklilik yaşını
yükseltiyor.
Bütün Avrupa
ülkeleri, bütün gelişmiş ekonomiler, ücretleri geri çekiyor -dikkat
edin, biz gelişmekte olan ülkeyiz, onlar gelişmiş ülke- ücret
artışını gündeminden çıkarıyor, sosyal güvenlik
harcamalarını kısıyor, personel sayısını
azaltıyor ve emeklilik yaşını yükseltiyor. Avrupada
üniversitelerin harç ücretlerine ciddi zamlar yapılıyor. Dünyada
böyle bir tablo varken, böyle bir fotoğraf varken biz emeklilerimizi de,
memurlarımızı da enflasyon karşısında koruduk,
2011 yılında enflasyonun üzerinde maaş artışı
öngördük.
Yeniden
yapılandırma yoluyla esnafımızın rahat nefes
almasını sağlıyoruz. Sosyal harcamaları
kısıtlamıyor, tam tersine artırıyoruz. Asgari ücretten
öğrenci kredilerine, özürlü maaşlarından kamu işçisi,
memur, emekli maaşlarına kadar her alanda enflasyonun üzerinde
artışlar gerçekleştiriyoruz.
Yatırımlarımızı kısmıyor, okul, hastane,
adalet sarayı, yol, konut yapmaya hızla devam ediyoruz.
2002
yılında aile yardım ödeneği dâhil en düşük devlet
memuru maaşı -2002- 392 lira iken bugün 1.300 liraya
ulaşmıştır, artış oranı yüzde 207. Net
asgari ücret 2002de 184 lira iken bugün 599 lira, artış oranı
yüzde 194. En düşük SSK emekli aylığı 2002de 257
liraydı, bugün 720 lira, artış oranı yüzde 180.
BAĞ-KUR esnaf aylığı 2002de 149 lira iken bugün 578 lira,
artış oranı yüzde 289. En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli
aylığı 2002de 66 liraydı, bugün 410 lira, artış
oranı yüzde 523.
AKİF
EKİCİ (Gaziantep) Ekmek fiyatı ne oldu?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu dönemde kümülatif enflasyon ise
sadece 107,3. 2011 yılında da aynı şekilde devam ediyoruz,
ücretleri enflasyona ezdirmiyor, sosyal harcamaları daha da
artırıyor, eğitime, sağlığa, tarıma yine en
büyük destekleri sağlıyoruz.
Eğitim 2011
yılında da bütçeden en yüksek payı almaya devam ediyor, üstelik
ödenekleri yüzde 21 oranında artıyor ve 34 milyar liraya
çıkarıyoruz. Öğrencilerin burs, kredi tutarları için
ayırdığımız ödenekleri 2011de yine önemli oranlarda
artırıyoruz.
Burada da tabii
önemli bir şey var, öğrencilerle ilgili konu. Biz polisimizi hiçbir
zaman, hiçbir yerde kimseye ezdirmedik, ezdirmeyiz ama şunu bilmenizi
istiyorum
(CHP, MHP, DTP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Öğrencileri korumanız lazım.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Lütfen
Biz illegal
örgüt mensupları derken, kusura bakmayın, kuru kuruya
atmıyoruz, hepsinin belgeleri var, hepsinin vesikası var.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Nerede? Belgeleri çıkar, göster.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Nerede olduğunu sen çok iyi
bilirsin onların, çok iyi bilirsin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Göster, göster.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Araştırırsan onları
da öğreneceksin zaten.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Belgesi varsa niye çocuklar sokakta geziyor?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Çocukların üstüne polis sürüyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) İftira atıyorsunuz o çocuklara.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Kusura bakmayın, biz
entelektüel ortamda her türlü tartışmaya varız.
MUHARREM
İNCE (Yalova) O çocuklara iftira atamazsınız. Onların da
Başbakanısınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Önce Hükûmete faşist derken
daha sonra kendileri konuşturulmayınca öğrenciye faşist
diyen sizin insanınız, sizin görevliniz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ama ne oldu? Ertesi günü gene çark
ettiniz, gene U dönüşü yaptınız. Mesleğiniz o,
mesleğiniz o.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Yakışmıyor Başbakan,
yakışmıyor!
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Bu tavırla polisi öğrencilerin üstüne
saldınız.
MUHARREM
İNCE (Yalova) O çocukların da Başbakanısınız
siz. Nereden onları illegal örgüt üyesi yaptınız?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sadece o çocuklar yok bu ülkede. Bu
ülkede evelallah milyonlarca bizim yavrumuz var, milyonlarca öğrencimiz
var. Biz öğrencilerimizin hepsini başımız gözümüz üstünde
taşıdık, taşıyoruz, elinde taş, molotofkokteyli,
yumurtayla geleni değil. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM
İNCE (Yalova) O çocuklara iftira atıyorsunuz.
BAŞKAN
Lütfen sayın milletvekilleri, lüften
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Biz 156 tane üniversiteyi yaparken
öğrencilerimiz için yaptık.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Babanın parasıyla mı yaptın onu? (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 45 lira burs veriliyordu, 200 liraya
çıkardık ve şimdi yine artacak. Lisansüstü öğrencilere 400
lira veriyorduk, o da artacak. Doktora öğrencilerine 600 lira veriyorduk,
o da artacak. Bütün yurtlar, 60 bin yatak kapasitesi artırdık. Kim
için? O öğrencilerimiz için. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Biz konuşmaya değil, bu tür şiddete karşıyız.
Burada eğer sizler de şiddete karşı
olmadığınız müddetçe şiddet göreceksiniz, bunu bilin.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Kimden göreceğiz şiddeti?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Onlardan göreceksiniz, aynı
zihniyetten göreceksiniz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Molotofkokteyli var mıydı ellerinde?
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Hangi öğrencinin elinde molotofkokteyli vardı?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Size de kâr etmedi zaten, size de
kâr etmedi.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başbakan, o çocuklar yürüyüş
yapıyordu.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Tarımsal destekleri
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sizden şiddet görebiliriz belki ama onlardan
görmeyiz.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Az önce burada ben çok ilginç bir
şey daha gördüm.
MUHARREM
İNCE (Yalova) O çocukların da Başbakanısınız
siz!
BAŞKAN
Sayın İnce, lütfen
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Dolmabahçe Sarayında,
Atatürkün mekânında
Toplantının nerede
yapıldığından bile haberi yok.
Arkadaşlar,
biz Dolmabahçe toplantılarımızı, gayet ilkel bir yeri aldık,
renovasyonunu, her şeyini yaptık ve orada gayet güzel, modern bir
eser meydana getirdik aslına uygun olarak ve burada biz her tür
toplantıyı yapıyoruz ve yakında da gençlerimizle
toplanacağız.
AYLA AKAT ATA
(Batman) Hangi gençler?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Gençlerimizle
toplanacağız.
Uluslararası
toplantılar yapıyoruz, ulusal toplantılar yapıyoruz. Biz
hangi toplantıyı nerede yapacağımızı çok iyi
biliriz, sizden öğrenecek değiliz, çok iyi biliriz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bu konudaki tecrübemiz bize yetiyor
zaten ve gelenler de orada gayet mutlu bir şekilde, orada görüşlerini
ortaya koyuyorlar, müzakerelerimizi yapıyoruz ve ondan sonra
ayrılıyoruz.
Şunu bilin:
Davetli olan yere gidilir, davetsiz yere gidilmez.
MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)
Öğrenci her türlü
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Hiçbir yere
Hayır.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Şiddet olmadan
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Öğrenci de olsa davetli olan
yere gidecek. Davetsiz yere gidilmez.
Ve şunu da
söyleyeyim: İşte, kimliğin oluşumu orada
başlıyor, kimliğin oluşumu orada başlıyor. Ve
kalkıp taş atmakla, molotofkokteyli atmakla, yumurta atmakla
(CHP
sıralarından gürültüler)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başbakan, molotof kokteyli yoktu o
çocuklarda!
BAŞKAN
Sayın Başbakan, size de ek süre veriyorum efendim. Diğer
gruplarımıza verdiğim kadar size de ek süre veriyorum, dört
dakika.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Yazıktır ya! Bu ne biçim demokrasi anlayışıdır?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Reel kesimi, esnafı,
sanayiciyi, çiftçiyi, yatırımcıyı, mahalli idareleri,
bölgesel projeleri, ARGE yatırımlarını 2011
yılında da destekliyor, imkânları zorlayarak en yüksek
artışları sağlıyoruz.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Dedikodu yapmadan yetiştiremedin ki.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Deniliyor ki: Ekonomideki
iyileşme sokağa yansımıyor, ekonomideki iyileşme
çarşıya, pazara, atölyelere, hanelere, mutfaklara
yansımıyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Evet.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Eğer oraları
dolaşırsanız yansıdığını görürsünüz ama
oralara gitmeyenler bunu göremez tabii ama giderseniz onları da
görürsünüz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Birleşmiş Milletler raporları
açıklandı, onlara cevap verin!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Çarşı pazar
dolaşmayanın bundan bihaber olduğunu görüyorum.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Tüp gaz ve ekmek fiyatlarını söyle!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Benim milletim neyin ne olduğunu
gayet iyi biliyor. Eğer o konularda da bilgi isterseniz, o konularda da
dağarcığınız bir şeyler istiyorsa, o konularda da
sizleri ayrıca bilgi sahibi yapabiliriz.
YAŞAR
AĞYÜZ (Gaziantep) Sen kendine sakla.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
onların hepsinin hesabını yaptım, gayet mutluyum,
halkım da bundan dolayı gayet mutlu ve bu da zaten kendisini bütün
yaptığımız seçimlerde gösteriyor; genel seçimlerde de
gösteriyor, yerel seçimlerde de gösteriyor, halk oylamasında da
gösteriyor, haziranda da gösterecek, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
Bakınız,
ben burada birkaç önemli göstergeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002
yılında her 100 kişiden 33 kişide cep telefonu vardı,
bugün her 100 kişiden 86sı cep telefonu taşıyor.
MEHMET GÜNAL
(Antalya) Herkesi dinliyorsunuz!
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2002de 100 kişiden 6sı
İnternet kullanıyordu, bugün 100 kişiden 38i İnternet
kullanıyor.
FEHMİ MURAT
SÖNMEZ (Eskişehir) Cep telefonu firmaları kime ait?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2004te 100 evden 10unda bilgisayar
vardı, bugün 100 evden 31inde bilgisayar var. 2002de Türkiyede 33
milyon ton çimento üretiliyordu, 2009da 54 milyon ton çimento üretildi. 16
milyon ton ham çelik üretiliyordu, 2009da 25 milyon ton üretildi. 2002de 6
milyon 659 bin adet beyaz eşya üretildi, 2009da 16 milyon adet üretildi.
2002de 358 bin adet otomobil üretildi, 2009da 870 bin adet üretildi, bu
yıl inşallah rekora gidiyoruz. (CHP sıralarından Sen mi
ürettin onları? sesi)
Bunlar
başarılı ekonomide olur. Anlamazsın bu işlerden,
öğreneceksin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve otomobil
ihracatımız 262 bin adetten 629 bin adede yükseldi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Tarım ürünlerimiz aynı
şekilde
210 bin ton kiraz üretiyorduk, 450 bin tona yaklaştık.
2 milyon ton mısır üretiyorduk, 4,5 milyon tona yaklaştık.
8,4 milyon ton süt üretimi vardı, 12,5 milyon tona yaklaştık.
Madene
bakıyoruz. Mermer, 1,5 milyon metreküpten 4,5 milyon metreküpe
çıktı. Kömür, 51 milyon tondan 90 milyon tona çıkmış.
Bor, 2,4 milyon tondan 4 milyon tona çıkmış.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Et ne oldu, et, Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli kardeşlerim,
2002de iç hat yolcusu 8 milyon 729 bin kişiyken 2009 sonunda 41 milyon
kişiye ulaştı. Uçak, uçuşları söylüyorum.
Dış hatlarda uçan sayısı 25 milyondu 44 milyona ulaştı.
Bu neyi gösteriyor?
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Başbakan, Sayın Erdoğan, ek süreniz de doldu. Lütfen,
konuşmanızı tamamlayın. Bir kez daha, tamamlayabilmeniz
için mikrofonu açıyorum. Lütfen efendim, lütfen...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başbakan için süre söz konusu olur mu?
MUHARREM
İNCE (Yalova) Siz mi süre vereceksiniz, Başbakan mı süre
alsın?
BAŞKAN -
Diğer gruplara ne kadar vermişsem size de o kadar verdim. Lütfen...
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başbakan alır zaten.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Teşekkür ediyorum.
MUHARREM
İNCE (Yalova) İster siz verin, ister o alsın...
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yurt dışı
müteahhitlik hizmetlerimiz...
Hepinize cevap
verdiğim için biraz olsun.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Bence cam olsaydı daha kolay olurdu.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) ...1,9 milyar dolardan 20 milyar
dolara ulaşmış. Turist sayısı 13 milyon kişiden
2010 yılında 28,5 milyon kişiye, turizm gelirimiz 8,5 milyar
dolardan 23 milyar dolara ulaştı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Para nereden geliyor? diyorlar ya,
işte buralardan geliyor.
Değerli
arkadaşlarım, Halk Bankası esnafa 2002de 153 milyon lira kredi
kullandırmıştı, bugün bu kredi büyüklüğü 3,3 milyar
liraya ulaştı.
AKİF
AKKUŞ (Mersin) O zaman esnaf zengindi.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Halk Bankasından kredi kullanan esnaf
sayısı 2002 yılında 63.500 iken bugün, eylül ayı
itibarıyla söylüyorum, 234.615e ulaştı.
SÜLEYMAN
LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) Bu rakamlar esnafın
fakirliğinin göstergesi.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli kardeşlerim, bütün
bunların yanında, biliyorsunuz, Halk Bankasının da faizleri
yüzde 46dan ta 7lere, 8lere kadar düştü. Faizi düşüren biziz ve
esnafımızı bu noktada koruyan biziz. Burada, tabii, çok daha
ilginç bir şeyi ifade edecektim, vakit itibarıyla iyice vaktimiz
daraldı ancak ben şöyle kısa, özet olarak bir şeyi daha
Sayın Başkanın da iznine sığınarak ifade
ediyorum.
BAŞKAN
Lütfen, lütfen Sayın Erdoğan, tamamlayınız.
BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O da şudur: İnanın,
GAPtaki çiftçi değil, Menderes Ovasındaki çiftçi de artık bu
gelişmelerden kazançlı çıkıyor, sadece Siirtin
fıstık üreticisi değil, Karadenizin çay, fındık üreticisi,
Trakyanın ayçiçeği üreticisi de bu süreçten kârlı
çıkıyor.
Değerli
arkadaşlarım, bütün bunların yanında Türkiye nezaketine,
özellikle dilin, siyaset dilinin hâkim olması lazım ancak cuma günü
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan, işte bu kürsüden bu
milletin topyekûn saygı duyduğu, rahmetle, minnetle
andığı, tartışmasız bir demokrasi şehidi
olan merhum Adnan Menderese son derece saygısız bir üslupla dil
uzatıldı. Milletin tercihiyle iş başına gelmiş
merhum Adnan Menderesi antidemokratik yollarla iktidardan indiren, bununla da
kalmayıp düzmece bir mahkemeyle onu idam sehpasına taşıyan
zihniyetin bugün hâlâ sürdüğünü görmek, hele hele bu kürsüden onun
şahsi ruhanisine pervasızca dil uzatıldığına
şahit olmak demokrasimiz adına gerçekten bir talihsizliktir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben bundan
rahatsız olan ana muhalefet mensuplarını da biliyorum. Onlara da
ayrıca teşekkür ediyorum. 12 Eylül Anayasa referandumu sürecinde
Adnan Menderesten övgüyle bahseden CHP Genel Başkanının partisi
içindeki bu milletvekiline karşı nasıl bir tavır
takınacağını doğrusu merakla bekliyor ve bu
saygısızlığın telafisinin de takipçisi
olacağımızı burada ayrıca ifade etmek istiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve büyük bir
ülkede yaşıyoruz, her geçen gün daha da büyüyen, güçlenen bir ülkede
yaşıyoruz. Bütçemiz de şüphesiz ki çok daha büyüyor, çok daha
büyüyecek ve dünyanın en büyük on ekonomisi arasında yer alan bir
Türkiyeye doğru yürüyoruz.
Ben, bütün
bunları ülkem adına fazlasıyla hak ettiğimize
inanıyorum. Sekiz yıl boyunca en güzeli yakalamak için
çalıştık, daha güzeli yakalamaya da inşallah gayret
edeceğiz. Ülkemize hizmet etmeye, yeni eserler kazandırmaya devam
edeceğiz. Milletimize efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya devam
edeceğiz ve ben 2011 bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. Kalın sağlıcakla. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başkan...
BAŞKAN
Sayın Özyürek, buyurun, bir şey mi söyleyeceksiniz.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başkan, Sayın Başbakan, gençleri
bazı örgütlerin tahrik ettiğini söylediğinde, ben yerimden
Hangi örgütler? diye sordum, kendisi Sen onları çok iyi bilirsin.
dedi, dolayısıyla bana sataşmada bulundu ve beni bir örgütlerle
irtibatlı insan gibi gösterdi. Bu sataşma nedeniyle söz istiyorum
efendim.
BAŞKAN
Sizi kastettiğinden emin misiniz? Ben kaçırdım.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Evet, emimin. Çünkü ben sordum, bana karşı...
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Başkanım, böyle bir şey olmadı.
BAŞKAN
Efendim, bir saniye...
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Başkanım...
BAŞKAN Bir
saniye... Bir saniye arkadaşlar. Sayın Kılıç, bir saniye.
Evet, yani
Sayın Başbakan öyle bir ifade kullandı ama hangi milletvekili
arkadaşımızı kastettiğini ben tespit edemedim.
SUAT KILIÇ (Samsun)
Herhangi bir milletvekili kastedilmedi Sayın Başkanım.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Hangi örgütler? diye sordum, Sayın Başbakan...
BAŞKAN Bir
saniye Özyürek...
Sayın
Kılıç, buyurun.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Efendim, Sayın Başbakanımız isim de zikretmedi,
herhangi bir milletvekilini de kastetmedi. Kimlerin nerelerle
bağlantılı olduğu iyi bilinmektedir. şeklinde...
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) Yok, öyle bir şey olmadı.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Hayır, hayır.
BAŞKAN
Sayın Özyürek, bir saniye....
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sen çok iyi bilirsin. dedi.
BAŞKAN
Lütfen... Lütfen...
Şimdi,
bizim, biliyorsunuz tutanaklarımızda bunlar geçerler.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Sayın Başkan, tutanaklarda da var. Lütfen,
kısaca bunu...
BAŞKAN
Tutanakları getireceğim, birleşim bitmeden size söz
vereceğim. Arkadaşlara rica ediyorum. Lütfen sakin olun, söz
vereceğim. Oturun, lütfen.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde şahıslar
adına ve aleyhte olmak üzere son söz İstanbul Milletvekili Sayın
Hasan Macite aittir.
Buyurun
Sayın Macit. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Macit,
sizin de süreniz, kişisel söz olduğu için, on dakikadır.
HASAN MACİT
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011
bütçe görüşmeleriyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.
Hepinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına
saygılarımla selamlıyorum.
AKP Hükûmetinin
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısına genel
olarak bakıldığında, sekiz yıllık iktidar
döneminde hazırladıkları diğer bütçeler ile herhangi bir
farkının bulunmadığı kolayca görülmektedir. Bu
durumda, sunulan bu bütçeyle ülkemizde 2011 yılında yaşanacakların
2010 yılından farklı olmayacağını söylemek,
kehanet olmayacaktır. Bir yılın bütçesi, sadece ilgili
olduğu yılın değil, geleceğe dönük beklentilerin de
belgesi durumundadır.
Bütçeye bu gözle
de baktığımızda gelecekten umutlanamıyoruz.
OKTAY VURAL
(İzmir) Sayın Başkanım
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri
HASAN MACİT (Devamla)
2002 yılında iktidara gelen
BAŞKAN
Sayın Macit, bir saniye
Sayın
milletvekilleri, bakın, kürsüde Hatip konuşuyor. Büyük bir dalgalanma
var, büyük bir uğultu var, milletvekili
arkadaşlarımızın bir kısmı ayakta. Lütfen
Lütfen, değerli milletvekilleri, yerlerinize oturunuz.
Sayın Macit,
buyurun.
HASAN MACİT
(Devamla) 2002 yılında iktidara gelen AKP Hükûmetine makroekonomik
dengeleri kurulmuş, bankacılık sistemi oturmuş ve
enflasyonu iniş trendinde olan bir ülke bırakmıştık.
Biraz önce Sayın Başbakan burada, Sayın
Başbakanımız Bülent Ecevitin faizlerle ilgili söylediğini
söylerken, biz de buradan Sayın Ecevit için bir teşekkür etmesini
beklerdik. Zira, Karşılıksız para basmadık. derken
Merkez Bankasını özerkleştiren 57nci Hükûmet döneminde
yapılan yasal düzenlemelerle olmuştu, isteseler de
karşılıksız para basamazlardı çünkü bu yasayla teminat
altına alınmıştı yani 2002 seçimlerine girerken
rahmetli Bülent Ecevitin Başbakanlık yaptığı
Koalisyon Hükûmeti ekonominin altyapısını sağlam temele
oturtmuş durumdaydı.
Sayın
milletvekilleri, 2002 yılından itibaren dünya ölçeğinde 2008
sonlarına kadar büyük bir likidite bolluğu yaşandı. Uzun
süredir oluşmamış bu bolluk ülkemize sermaye
akışı ve döviz olarak yansıdı. Sağlam bir
ekonominin üzerine bir de bu sermaye ve döviz akışı gelince
ülkemiz için kolayca görülmeyecek bir şans ortaya
çıkmıştır. İşte, AKP İktidarı bu iç ve
dış zeminde devralmıştır iktidarı. AKP
Hükûmetinin dünyadaki para bolluğundan doğan konjonktürü doğru
şekilde kullandığını söylemek mümkün değildir.
İktidarın ilk yıllarındaki büyüme oranı devam
ettirilememiş, sonraki yıllarda büyük düşüşler
yaşanmıştır. Dikkatinizi çekerim ki bu düşüşler
dünyadaki ekonomik krizden bağımsız olarak daha önce
başlamıştır yani 2009 yılındaki dünya kriziyle
bir ilgisi yoktur. Bir fikir vermesi açısından söylemek istiyorum:
2007 yılında gelişmekte olan ülkeler yüzde 8 oranında
büyürken Türkiye yüzde 4,6 oranında büyüme
sağlamıştır. Tabii bunlar sürpriz değildir, uygulanan
politikaların sonucudur. Mali politikaların sıcak para
girişinin el üstünde tutulduğu, reel ekonominin göz ardı
edildiği bir ekonomi politikasından başka nasıl bir sonuç
doğabilirdi ki.
Küçük ve orta boy
sanayinin durumu perişandır. Türkiye genelinde organize sanayi
bölgelerinde işletmelerin yüzde 50si atıl durumdadır. Cumartesi
günü Ankara OSTİMde katıldığım bir toplantıda
bir sanayicimiz buradaki işletmelerin neredeyse yüzde 80inin atıl
durumda olduğunu belirterek şunları söyledi: Ben yedi yıl
önce ihraç ettiğim mal için yüzde 30u ithal mal, yüzde 70i yerli girdi
kullanıyordum. Şimdi ise ithal girdi yüzde 75, yüzde 25 yerli girdi
kullanır hâle geldik. Gerçek durum budur.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye ekonomisi büyük bir sıkıntıdadır.
Siz rakamlarla ne kadar oynarsanız oynayın gerçeği örtemezsiniz.
Sıkıntının kaynağı, ülkemizin eline geçen
fırsatları iyi şekilde kullanamamasındandır. Dünyada
paranın bol olduğu yıllarda bu bolluğu sanayimizi
geliştirmek, tarımsal üretimi artırmak,
borçlarımızı ödemek için kullanamadık. Tam tersine, uygulanan
yanlış ekonomik politikalar sayesinde borçlandık ve yüksek faiz
batağına girdik, cari açık verdik, dış ticaret
açığı verdik.
Değerli
milletvekilleri, üretimin yani sanayinin yani tarımın yani
hayvancılığın ikinci plana atıldığı bir
ekonomi politikası ülkeyi felakete sürükler. Buradan ağır
ekonomik ve sosyal sorunlar doğar, buradan görülmemiş ölçüde
işsizlik doğar, buradan sosyal dokusu çözülmüş, mutsuz ve
geleceği olmayan bir toplum doğar.
Nitekim, ülke
ekonomisinin yüzde 8-9 oranlarında büyüdüğü yıllarda bile
işsizlik sorununa çare bulunamamıştır. Ekonomik büyüme ile
istihdamda da bir artış olması yani işsizliğin
azalması gerekirken bunun tersi yaşanmıştır. Resmî
rakamlara göre işsizlik oranı Eylül 2007 ile Eylül 2008 arasında
yüzde 9,3ten yüzde 10,3e yükselmiştir. Maliye Bakanı sunuşunda
Her yıl 500 bin genç iş gücüne katılmaktadır. diyor. AKP
iktidara geldiğinden bu tarafa sekiz yılda 4 milyon gencimiz iş
gücüne katılmıştır ama geldiğimiz noktada, 2002de
devraldığınız işsizlik rakamlarının üzerine
4 milyon değil, bunun yarısını dahi istihdama dâhil
edemediniz. Gördüğünüz gibi, dünya ekonomik krizi yokken bile
işsizlik ülkemiz için büyük bir sorundur. İşsizliğin önüne
ekonomi büyürken bile geçemeyen AKP, ekonominin küçülmeye yöneldiği bir
ortamda nasıl bir çözüm bulacaktır?
Değerli
milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki çoluk çocuğu olan her evde en az 1
işsiz var ve bu işsizlik, yolsuzluklar yoksulluğun
artmasına neden olmaktadır. Hükûmetin yoksullara yardım
programındaki artışlar bu gerçeği doğrulamaktadır.
Büyüyoruz ama ne
hikmetse yoksullara yardım bütçesi her yıl katlanarak artmaya devam
ediyor. Yardıma muhtaç vatandaşlarımızın
sayıları her geçen gün artmaktadır. AKP Hükûmeti uygun ortamda
bile ekonomiyi düzeltememiş, halkımızı yoksullukla ve
açlıkla baş başa bırakmıştır. Tablo
böyleyken Hükûmetin bakanları kişi başına düşen millî
gelirin arttığı yönünde açıklamalar yapmaktadır.
Sayın Maliye Bakanının bütçe sunuş konuşmasına da
baktığımızda gerçekten ağzından bal
damlamaktadır; bütün rakamların, ülke ekonomisinin güllük
gülistanlık olduğu yönünde bir tespiti vardır. Onlara soruyorum:
Şimdi kişi başına millî gelirimiz 12.500 dolara
yükselmişse halkımızın cebindeki para neden eksiktir? Halkın
buna verdiği yanıt Atma Recep, din kardeşiyiz. olmaktadır.
Örneğin, ortalama bir memur maaşı 1.500 liradır. 4
kişilik memur ailesinin evine bu maaş ile yılda 12 bin dolar
girmektedir. Sizin hesabınıza göre bu eve girmesi gereken para 50 bin
dolar olmalıdır. Bu durumda aradaki 38 bin dolar kimin ya da kimlerin
cebine girmiştir yoksa İsviçre bankalarında mıdır? Ya
hesabınız yanlıştır ya da bu rakamların
hesabı verilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, şimdilerde Hükûmet kriz nedeniyle ödemelerini yapamayan
mükellefler için kamu alacaklarını yeniden yapılandırmaktadır.
Bu işlemin seçim öncesine denk gelmesi anlamlıdır. Hükûmet bu
yolla zora soktuğu mükelleflerin sorunlarını çözüyormuş
gibi görünmekte ve onların mağduriyetini oya dönüştürmeyi
ummaktadır. Hani her kesimin durumu ekonomik olarak iyiydi de bu yeniden yapılandırmaya
niçin ihtiyaç doğmuştur? Aynı zamanda bu yolla toplanan
kaynağı da seçim yatırımı olarak kullanmak
amacındadır. Evet, zor durumda olan esnafımıza
yardımcı olalım ama adalet duygusunu da zedelemeyelim.
Yapılan bu tür uygulamalar bir yandan da dürüst mükellefe dolaylı
biçimde ceza verme anlamına gelmektedir. Vergi ve primleri zamanında
ödeyenlere ödüllendirici bir yol düşünülerek bu zedelenme giderilebilir.
Akaryakıta
yapılan son zamlar geleceğin habercisidir. Avrupa Birliği
ülkeleriyle karşılaştırıldığında en
pahalı benzin, mazot ve LPG Türkiyededir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Macit, size de ek süre veriyorum efendim. Tamamlayın lütfen
konuşmanızı.
HASAN MACİT
(Devamla) 2008 yılında, kriz döneminde ham petrolün varili 150
dolara çıktığında Türkiyede benzin 3 lira 34 kuruştu.
Şimdi, ham petrolün fiyatı 90 dolara inmiştir ama Türkiyede
benzinin fiyatı düşmemiş tam aksine artmış, 4 lira
olmuştur. Hükûmet akaryakıta yüzde 160 vergi koyarak tahsil
edemediği vergileri yurttaşlarımızın sırtına
yüklemektedir. Bu noktada artık Hükûmeti eleştirmiyorum. Başta Sayın
Başbakan olmak üzere tüm Kabine üyelerini milletimiz adına tebrik ediyorum.
AKP Hükûmetinin
iktidarda bulunduğu sekiz yıl içinde sürekli olarak
yaptığı üzere bu yıl da geçici vergi uygulamalarına
devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu uygulamalar
hatırlanacak olursa 2003 yılında Vergi Barışı
Kanunu, ödeme kolaylığıyla sürdürülmüş ve sürdürülmeye
devam edecektir.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, aynı şekilde kamuda AKP
İktidarında maaş dengesizliği ortadan
kaldırılamamış, bu uçurumu gidermek için
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Macit, ek süreniz de doldu. Lütfen, tekrar açıyorum
mikrofonunuzu, tamamlayınız konuşmanızı.
HASAN MACİT
(Devamla) Sayın Başkanım, deminki arkadaşların
şeyine, biraz artırabilirseniz sevinirim.
BAŞKAN
Buyurun, tamamlayın.
HASAN MACİT
(Devamla) Siyaseti zenginleşmek ve zenginleştirmek olarak görmeyin.
Bu sizi zengin ama ceberut yapar. Bu gidiş ülkeyi çıkmaza, sizi
despot olmaya götürür. Bugün Sayın Başbakan emniyet güçlerine zor
kullanmaları için üst perdeden yol göstermektedir. Dün Tekel
işçilerineydi, bugün Kardemir ve öğrencileredir. Hak aramak, Hükûmeti
protesto etmek büyük bir suç hâline geldi. Bu burada kalmıyor. Siyaseten
zenginleşmek, siyasetçiyi zenginleştirmeyi sağlayan iktidar
olanağını her ne pahasına olursa olsun elinde tutmaya
yöneltir, demokrasi dışı tavırlara zorlar. Bugün ortaya
çıkan polis devleti görüntülerinin arka planında bu olgu
yatmaktadır. Bugün işçinin, öğrencinin kafasında patlayan
coplar, polis marifetiyle Başbakanın coplarıdır, gidişat
budur. Hükûmete önerim, ülkemizin ve milletimizin menfaatleri
bakımından bu anlayıştan vazgeçmesidir.
Bu
görüşlerle 2011 yılı bütçesi ülkemize hayırlı olsun
diyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Evet, Sayın Macit, teşekkür ederim.
Sayın
Özyürek, getirttim tutanakları.
Buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Yeni bir
sataşmaya mahal vermeyeceğinizden eminim.
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürekin,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başbakan
gençlik olaylarıyla ilgili burada son derece talihsiz bir konuşma
yaptı ve bu konuşmadan sonra emniyet güçleri masum öğrencilerin
üstüne daha şiddetle gideceklerdir. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Şimdi, biz
hiçbir zaman polisi suçlamadık; biz o polise emir veren,
orantısız güç kullanma emri veren yöneticileri suçladık.
Sayın
Başbakan dedi ki: Molotofkokteyli olan gençler. Şu ana kadar hiçbir
açıklama
AHMET YENİ
(Samsun) Taşlar, sopalar dedi.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) Molotofkokteyli dedi, tutanaklar orada.
Hiçbir görüntüde,
filmde, emniyet açıklamasında gençlerin elinde molotofkokteyli
olduğuna dair bir açıklama yoktur.
Ve dedi ki:
Bunların arkasında terör örgütleri var. Ben de yerimden sordum:
Hangi terör örgütleri? dediğimde, Siz iyi bilirsiniz. dedi.
Değerli
arkadaşlarım, ömründe hiçbir şiddete bulaşmamış,
ömründe hiçbir terör örgütüyle ilgisi olmayan bir milletvekili olarak
Başbakanın bana yönelik bu açıklamasını şiddetle
kınıyorum.
Ayrıca, biz
eli kanlı insanların elini hiçbir zaman sıkmadık ama
Sayın Başbakan Sudan Başkanı El Beşiri, ülkesinde
binlerce insanı katleden insanı Türkiyeye çağırdı ve
onun elini sıktı. (CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Lütfen, sayın milletvekilleri
MUSTAFA ÖZYÜREK
(Devamla) İşte, teröre destek vermek budur. Eğer Sayın
Başbakan benim herhangi bir terör örgütüyle uzaktan yakından
irtibatım olduğuna dair bir tek belge ortaya koyarsa ben
milletvekilliğinden istifa ediyorum ama Sayın Başbakanın bu
ifadesi nedeniyle benden özür dilemesini bekliyorum.
Saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun)
Sayın Başkan
BAŞKAN
Sayın Kılıç, buyurun.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Başkan, Sayın Başbakanımıza,
Grup Başkanımıza kendisinin konuşması
sırasında sarf etmediği sözler atfedilmiştir.
BAŞKAN
Değerli arkadaşlar, yoğun bir uğultu var, duyamıyorum
Sayın Kılıçı.
Şöyle biraz
yaklaşır mısınız.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Efendim, Grup Başkanımıza konuşması
sırasında sarf etmediği sözler atfedilmiştir. Kendisine
atfedilen sözleri düzeltmek üzere bir söz talep ediyorum İç Tüzük 69uncu
maddeye göre.
BAŞKAN Ne
söyledi efendim? Ben de takip ettim. Ne söyledi?
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Özyürek yapmış olduğu konuşmada
Sayın Başbakanımızı
kınadığını ifade etti. Bu Kınama ifadesi bile
başka bir şey gerektirmeksizin
MUHARREM
İNCE (Yalova) Tutanaklara bakın, tutanaklara.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Grup Başkanımıza yönelik kınadığı
ifadesi bile İç Tüzükün 69uncu maddesi uyarınca söz almamı
gerektirecek bir husustur.
BAŞKAN
Efendim Kınama sözcüğünü kullandı, ben de takip ettim ama o
sizin sataşma nedeniyle cevap vermenizi gerektiren bir ifade değildi.
Sayın
Kılıç, lütfen, oturunuz.
K. KEMAL ANADOL
(İzmir) İç Tüzükteki kınama değil.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Tutanakları getirtin.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Sayın Başkan, Sayın Başbakanın sarf
ettiği sözler nedeniyle kolluk kuvvetlerinin bundan sonra hukuka
aykırı bir şekilde eylemlere müdahale etmesine zemin
hazırladığını, illegal müdahaleleri
desteklediğini ifade etti.
BAŞKAN
Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Efendim, tamamen yanlıştır.
BAŞKAN
Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz, değil mi
efendim? Bunun doğru olmadığını söylüyorsunuz.
SUAT KILIÇ
(Samsun) Türkiye bir hukuk devletidir ve Türkiye Cumhuriyetinin
Başbakanının hukuka aykırı bir talimat vermesi söz
konusu değildir.
BAŞKAN
Sayın Kılıç, zabıtlara geçti, tamam. Oturun lütfen.
Zabıtlara geçti efendim. Lütfen
Tamam efendim, lütfen, zabıtlara
geçti, teşekkür ediyorum.
III.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S.
Sayısı: 575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım:
2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Böylece, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısının
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi
sırasıyla her iki tasarının da 1inci maddelerini
okutuyorum:
2011 YILI
MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
BÖLÜM
Gider, Gelir,
Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1 - (1) Bu
Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere,
10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununa ekli;
a) (I)
sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerine 306.648.673.330 Türk Lirası,
b) (II)
sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 26.598.692.500 Türk
Lirası,
c) (III)
sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
1.902.505.000 Türk Lirası,
ödenek
verilmiştir.
2009 YILI
MERKEZİ YÖNETİM KESİN
HESAP KANUNU
TASARISI
Gider bütçesi
MADDE 1- (1) 5828
sayılı 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa
bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere,
10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan
genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 257.742.143.488 Türk
Lirası,
b) (II)
sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 16.423.005.878 Türk
Lirası,
c) (III)
sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
1.923.611.108 Türk Lirası,
ödenek
verilmiştir.
(2) 2009
yılı merkezi yönetim konsolide ödenek toplamı 262.217.866.000
Türk Lirasıdır.
(3)
Kanunların verdiği yetkiye dayanarak yıl içerisinde eklenen ve
düşülen ödenekler sonrası merkezi yönetim kesin hesap gider
cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a) (I)
sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin
2009 yılı bütçe giderleri toplamı 262.597.514.551,99 Türk
Lirası,
b) (II)
sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2009 yılı
bütçe giderleri toplamı 17.368.169.726,37 Türk Lirası,
c) (III)
sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların
2009 yılı bütçe giderleri toplamı 1.819.209.938,32 Türk
Lirası,
olarak
gerçekleşmiştir.
(4) 2009
yılı merkezi yönetim konsolide bütçe gideri toplamı
268.219.184.705,19 Türk Lirasıdır.
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164üncü maddesi uyarınca
Bütçe Kanunu Tasarısıyla Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının görüşmeleri birlikte
yapılacağından okunmuş bulunan 1inci maddeler
kapsamına giren kuruluşların 2011 yılı merkezî yönetim
bütçeleriyle 2009 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için,
alınan karar gereğince, 14 Aralık 2010 Salı günü yani
yarın saat 11.00de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.50