DÖNEM: 23 CİLT: 87 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
42nci Birleşim
26 Aralık 2010 Pazar
(Bu Tutanak Dergisinde yer
alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde
belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı
Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim
Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2009 Bütçe
Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve
Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
III. - SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Genel
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Hükûmete
ve Başbakana sataşması nedeniyle konuşması
IV. - TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep
Tayyip Erdoğanın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür
konuşması
V. - OYLAMALAR
1.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının oylaması
2.- 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının oylaması
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu
saat 10.00da açılarak altı oturum yaptı.
TBMM
Başkanı Mehmet Ali Şahinin, Libya Arap Halk Sosyalist Büyük
Cemahiriyesi Genel Halk Kongresi Başkanı Muhammed Ebulkasım
El-Zuveyin vaki davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle
Libyaya resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi kabul edildi.
2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/960) (S.
Sayısı: 575) ve 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporunun (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576)
görüşmelerine devam edilerek, maddeleri kabul edildi.
Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Balıkesir Milletvekili Ergün
Aydoğanın, Hükûmete ve grubuna,
Trabzon
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin,
Ecevit Hükûmetine,
Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Giresun Milletvekili Nurettin
Caniklinin, 57nci Hükûmete,
Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve
Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın, Hükûmete,
Sataşmaları
nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmında bulunan 537 ve 558 sıra sayılı kanun
tasarılarının bu kısmın 4üncü ve 5inci
sıralarına alınmasına; diğer işlerin sırasının
buna göre teselsül ettirilmesine,
Genel Kurulun 24
Aralık 2010 Cuma günkü (bugün) birleşiminde 2011 Yılı
Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2009 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının oylanmamış
maddelerinin oylanmasının tamamlanmasından sonra kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, bu birleşimde 558
sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasına,
İlişkin
Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1inci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun
(1/324) (S. Sayısı: 96),
2nci
sırasında bulunan ve İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi
kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun (1/499) (S. Sayısı: 321),
3üncü
sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Soner Aksoyun; Yenilenebilir
Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporunun (2/340) (S.
Sayısı: 395),
Görüşmeleri
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından
ertelendi.
4üncü
sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Arap
Devletleri Ligi Arasında Türkiyede Bir Misyon İhdas Edilmesine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Dışişleri
Komisyonu Raporunun (1/903) (S. Sayısı 537),
5inci
sırasına alınan, Türk-Arap İşbirliği Forumu
Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun (1/581) (S. Sayısı: 558),
Görüşmeleri
tamamlanarak yapılan açık oylamalardan sonra kabul edildi ve
kanunlaştı.
Alınan karar
gereğince, 26 Aralık 2010 Pazar günü saat 13.00te toplanmak üzere
birleşime 20.31de son verildi.
Sadık YAKUT
Başkan Vekili
Fatih
METİN Yusuf
COŞKUN
Bolu Bingöl
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Bayram
ÖZÇELİK Yaşar
TÜZÜN
Burdur Bilecik
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
26 Aralık 2010 Pazar
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.05
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf COŞKUN
(Bingöl)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42nci Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır.
Gündeme geçiyoruz.
Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, programa göre, 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere
başlıyoruz.
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (x)
BAŞKAN Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulun 8/12/2010 tarihli 28inci Birleşiminde alınan karar
gereğince bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve Hükûmete birer
saat süreyle söz verilmesi -ki bu süre birden fazla konuşmacı tarafında
kullanılabilir- İç Tüzükün 86ncı maddesine göre yapılacak
son konuşmalarda lehte ve aleyhte görüş belirtecek
konuşmacıların ise onar dakika süreyle konuşmaları
karar altına alınmıştı.
Şimdi, grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına: Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Akif
Hamzaçebi, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak ve Yalova
Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Muharrem İnce.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Nurettin Canikli.
Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına: Batman Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Bengi Yıldız ile Siirt Milletvekili Sayın Osman
Özçelik.
Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına: Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Mehmet Şandır ile İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Oktay Vural.
Şahısları
adına: Lehinde, Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvan; aleyhinde,
Denizli Milletvekili Sayın Hasan Erçelebi.
Sayın milletvekilleri,
şimdi ilk söz, biraz önce de sizlere arz ettiğim gibi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Trabzon Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Akif Hamzaçebiye aittir.
Gruplar adına
konuşmalar, biraz önce ifade ettim, altmış dakika.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bir hususu bilgilerinize sunmak istiyorum. Genel Kurul,
20 Aralık 2010 tarihli 37nci Birleşimde yapılan usul
tartışması sonucu Genel Kurulda alınan karar gereği ek
süre verilmeyeceği şeklinde bir karar almış. Tabii,
hatiplerin sürelere riayet etmelerini ben de özenle istirham ediyorum ama bu
Genel Kurulun bir kararıdır. Biliyorsunuz benim yönettiğim
oturumlarda ben milletvekili arkadaşlarımıza ek süre veriyordum
ancak Genel Kurulun bu kararı beni de bağlıyor. O nedenle
hatiplerin bu karara uygun hareket edeceklerine inanıyorum.
Sayın Hamzaçebi, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz yirmi
sekiz dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Hükûmetin 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2009 yılına ilişkin Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz aldım. Sözlerime başlarken sizi
saygıyla selamlıyorum.
Bütçe, devletin
harcamalarıyla bu harcamaların kaynağını oluşturan
gelirlerin gösterildiği bir dokümandır, aynı zamanda hükûmet
politikalarının bir uygulama aracıdır. Hükümetler, topluma,
halka vadettiklerini ve bu vaatler uyarınca yapması gerekenleri,
yapmak istediklerini bütçelerle hayata geçirirler. Demokrasilerde devletin
yapacağı harcamaların büyüklüğü ve kapsamıyla, bu
harcamaların yapılabilmesi için kaynak sağlamak amacıyla
halka getirilecek olan vergilere millet adına onun seçilmiş
temsilcileri karar verir. Temsilciler, yani Türkiyede milletvekilleri millet
adına hareket ettiğine göre gerçekte harcamalara, vergilere,
borçlanmaya milletin kendisi karar veriyor demektir. Buna bütçe hakkı
diyoruz. Millet bütçe hakkını bütçe kanunları
vasıtasıyla kullanır. Bütçelerle harcamaların
yapılabilmesi için hükûmete yetki verilir, gelirlerin, vergilerin
toplanması için de izin verilir.
Bütçeler, ekonomide bir
yılda yaratılan gelirin, katma değerin çok önemli bir bölümünün
yeniden dağıtılması aracıdır. 2011 yılı
bütçesi için konuşacak olursak, 2011 yılı bütçesi 312,5 milyar
Türk liralık bir büyüklüğe sahiptir. Yani ekonomiden 2011
yılında vergi, vergi dışı gelir ve borçlanma yoluyla
312,5 milyar Türk liralık bir gelir toplanacak, toplanan bu gelirler
bütçede öngörülen harcamalar yoluyla ekonomiye yeniden iade edilecektir.
İşte hem vergilerin ödenmesi hem de bu harcamaların
yapılması toplumu, vatandaşı yakından
ilgilendirmektedir.
Vatandaş
açısından 2011 yılı bütçesi bize ne getirecek? sorusunun
cevabı son derece önemlidir. Emekliler, çalışanlar,
işsizler, esnaf, devlet memurları, sanayici, herkes bütçeye
odaklanır, Acaba 2011 yılı bütçesiyle benim sorunlarım
çözülecek mi? beklentisi içine girerler. Doğal olarak bütçeyi
değerlendirirken toplumun bu beklentilerinin karşılanıp
karşılanmadığına bakmak gerekir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi bugüne kadar bütün bütçe görüşmelerinde devamlı olarak
2002yi referans almıştır. Yani 2002 yılında biz
nasıl bir tablo devraldık? diye söze girmiş ve geçen süre
içerisinde neler yaptığını ifade etmiştir, bugün de
sanıyorum öyle yapacak. Oysa 2002nin hesabını biz 2007de
gördük. Aslında 2007den bu yana konuşmak gerekir. Ama Adalet ve
Kalkınma Partisi mademki 2002yi esas alıyor, ben de 2002
yılına ilişkin bazı verileri esas almak suretiyle bugünü
değerlendirmeye çalışacağım.
2002 yılında
Adalet ve Kalkınma Partisi ekonomi yönetimini devraldığında
ekonomide en temel sorun neydi? diye bir soru soracak olursak, bunun
cevabı: Ekonomi tasarruf yapmıyordu, tasarruf
yapamadığı için yatırım yapamıyordu. Kamu
maliyesi bozuktu, ekonomi cari açığa mahkûmdu yani yurt
dışından gelecek sıcak parayla ancak büyümesini sağlayabiliyordu.
Sıcak paranın gelmediği yıllarda ekonomi krize giriyordu.
Doğal olarak, şimdi
AKPnin dokuzuncu bütçesini konuşurken Geride kalan sekiz
yıllık süre içerisinde ekonomide var olan riskler
aşılmış mıdır, tasarruf yetersizliği sorunu
çözülmüş müdür, geleceğe umutla bakabilir miyiz bu açıdan? diye
bir değerlendirmek, sormak gerekir.
Ben şimdi size bir tablo
göstermek istiyorum, 2002-2010 yılını gösteren bir tablo:
Tasarruflar
açısından neredeyiz? Türkiye 2002 yılında özel ve kamu
sektörü tasarrufu açısından, toplam tasarrufların gayrisafi yurt
içi hasılaya oranı olarak yüzde 18,6lık bir orana sahiptir.
Bugün nedir? 2010 yılında bu yüzde 12lere düşmüştür yani
üçte 1 oranında tasarrufumuz azalmıştır.
Kamu sektörü tasarrufu
-aşağıda lacivert çizgiyle görülüyor- 2002 yılında
kötüydü, kamu açık veriyordu, 2005 yılından itibaren düzelmeye
başladığını görüyoruz. 2006 yılında olumlu
bir çizgiye gelmişken daha sonra uygulanan seçim ekonomisi ve diğer
politikalar nedeniyle onun da azaldığını görüyoruz, bugün
yüzde 0,8lere düşmüş durumda.
Özel sektör tasarrufu ise çok
daha vahim bir durumda -yukarıda kırmızı çizgiyle
görülüyor- özel sektör tasarrufu 2002ye göre bugün üçte 1 oranında
azalmış durumda.
Toplam tasarruflar -özel ve
kamunun toplamı yeşil çizgiyle gözüküyor- 2002ye göre üçte 1
oranında, 98e göre yarı yarıya azalmış durumda.
Bakın, IMF
politikaları Türkiyeyi tasarruf etmeyen bir ülke hâline
dönüştürmüştür. Tasarruflar neden önemli? Tasarruf yapamazsanız
yatırım yapamazsınız, yatırım yapacaksanız
dışarıdan kaynağa ihtiyaç duyarsınız, borç
alırsınız. İşte cari açık dediğimiz olay
burada devreye girmektedir.
Bu da Türkiye'nin
sağladığı büyüme ile cari açık arasındaki
ilişkiyi gösteren bir tablo, lacivert çizgi Türkiyedeki büyümeyi gösteriyor.
Bakın, büyümenin olduğu yıllarda cari açık yükseliyor, cari
açığın aşağıya düşmesi cari
açığın arttığı anlamında. Şu
sıfır çizgisidir, sıfır çizgisinin altında eksidir.
Cari açığın sürekli arttığını görüyoruz.
Kriz yıllarında sadece Türkiye cari açığını
azaltabiliyor. Bakın, burada, 99 yılında cari açık -99 kriz
yılıdır bakın- kriz yılında cari açık
azalmıştır. 2000 yılında büyüme başlamıştır,
2001 yılında kriz olmuştur, büyüme dibe vurmuştur, ama cari
açık verilmemiştir, çizginin yukarı çıkması cari
açığın düzeldiği anlamındadır. 2009
yılı: Burada, bakın, yine büyüme dibe vurmuş, cari
açık nispeten toparlanmış, ama ilginç olan, büyümenin
düşmeye başladığı yıldan itibaren -ki bu yıl
2004ten itibarendir, 2004te 9,4lük büyüme, daha sonra düşüyor- büyüme
düşmesine rağmen, ekonomide cari açık büyümeye devam ediyor.
Yani Türk ekonomisi yatırım yapabilmek için yurt
dışından gelen sıcak kaynağa ihtiyaç duyuyor,
sıcak para gelmediği zaman ekonomi krize giriyor.
Şimdi, bu bütçeyi
değerlendirirken burada bir iyileşme öngörüyor mu bu bütçe, buna
bakmak gerekir. Tablo bunu göstermiyor,
2011 yılı, 2012, 2013 yılı rakamları, Orta Vadeli
Program rakamları burada hiçbir iyileşme öngörmüyor.
Sayın Maliye Bakanı
ne diyor? Sayın Maliye Bakanı bütçe konuşmasında bir cümle
kullandı, aynen okumayacağım, bütçe konuşmasının
17nci sayfasında yazılı. Sayın Maliye Bakanı diyor ki
özetle: Türkiye ekonomisi büyümek istiyorsa cari açık vermek
zorundadır. Cari açık vermeden büyüyemez çünkü yurt içi tasarruflar
yetersizdir. Hemen ifade edeyim, bu bir şehir efsanesidir. Sayın
Maliye Bakanının burada ekonomi bilimi yerine şehir efsanelerine
dayalı olarak konuşmasını
yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Gerçekleri
yansıtmıyor. Sayın Bakan keşke 2000 öncesi rakamlara zahmet
edip birazcık baksaydı.
Bakın, 84-87 dönemini
örnek vereceğim. Anavatan Partisinin dört yıllık iktidar dönemi.
Türkiye dört yılda ortalama yüzde 7 büyümüş, dört yılda ortalama
yıllık cari açığı yüzde 1,9. 94 kriz yılını
atlıyorum, kriz yılında cari açık sorun olmuyor
biliyorsunuz. 92-97 döneminde ortalama büyüme yüzde 7,6; ortalama cari
açık yüzde 1,6. Sizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin
çıkardığı gömleğin iktidarda olduğu 97
yılında ekonomi yüzde 8,3 büyümüş, cari açık sadece yüzde
1,4. Bir problem var. Türkiye cari açık vermeden büyüyebilmiş
80lerde, 90larda; cari açığa mahkûm değil ama IMF
politikalarını aynen uygulayan Adalet ve Kalkınma Partisi
Türkiye ekonomisini cari açığa mahkûm bir hâle getirmiştir.
Faiz dışı
bütçe giderlerine bir göz atmak istiyorum. Faiz dışı bütçe
giderleri şu lacivert çizgi, bakın. Faiz giderleri ile beraber toplam
giderler yüzde 25lerin üzerinde. Faiz giderlerini göstermiyorum. Bakın,
burada faiz dışı bütçe giderlerinde düşüş var, sonra
bir yükseliş var. Peki, gelirler nerede? Gelir tarafı önemli. Yüzde
22,5luk bir gelire sahip Türkiye, bütçe geliri olarak 2002 yılında.
Bu gelirlerin toplamının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yüzde 22,5; vergi, vergi dışı gelirler. Şimdi neredeyiz
2010 yılında? 23teyiz, 2013 yılı için 22,5u öngörmüş.
İşte ikinci ana problem buradadır. Türkiye aynı gelir
seviyesine mahkûm ama aynı gelir seviyesi nedeniyle
harcamalarını artıramıyor. Oysa sosyal devlet olmanın
gerektirdiği harcamalar var, bunları yapamıyor,
yatırım yapamıyor, çünkü geliri sınırlı. Öte
yandan, faiz dışı bütçe giderlerinde bir artış var,
gelir sabit. Bu neyi gösteriyor? Bunun gösterdiği, Türkiyenin bir vergi
reformuna ihtiyacı olduğudur. Türkiyede vergi oranları yüksek
olmasına rağmen toplam vergi geliri açısından Türkiye son
derece düşüktür, son derece düşük. Sayın Maliye Bakanı
bunun rakamlarını verdi, tekrar etmek ve sizleri rakamlara
boğmak istemiyorum. Hem vergi oranlarını düşürmek gibi bir
iddiaya Türkiye sahip olmalıdır hem bu iddiasını ortaya
koyarken toplam hasılatını artırmak gibi bir iddiaya da
sahip olmalıdır ama Hükûmet bu iddiayı ortaya koyabilme
imkânına, perspektifine, vizyonuna sahip değil. Bu vizyona sahip
olmadığı için Türkiye, dar bir alanda mevcut gelirle çarkı
döndürmeye çalışıyor.
Peki, ekonomide durum ne, sokakta
durum ne? Yani rakam bu. Şimdi, vatandaşa ne diyeceğiz ? 2011
yılı bütçesi ne getiriyor? İşsizlikte bir azalma var
mı? Yok. 2002 yılında 2 milyon 464 bin civarında işsiz
vardı, şimdi 500 bin daha fazla olmuş. İş bulma ümidi
kalmadığı için veya diğer nedenlerle iş aramayan ama
yarın iş bulsa çalışacak olan vatandaş
sayısı 2002ye göre 900 bin kişi artmış. Bu rakam
sizin işsiz sayınıza dâhil değil. Siz işsizliği
sadece bir istatistik olarak görüyorsunuz. Onun arkasında, aç kalan, okula
çocuğunu gönderemeyen, okula kahvaltı etmeden giden çocuklar olarak
işsizlik rakamlarını görmüyorsunuz.
Sayın Başbakan,
burada, bütçe konuşmasında bütün bu gerçeklere
karşılık bize başka şeyler söyledi. Kendi dönemlerinde
çimento üretiminin ne kadar arttığını söyledi, ham çelik
üretiminin ne kadar arttığını söyledi. Sayın
Başbakan diyor ki: Bizim dönemimizde çimento üretimi 33 milyon tondan 54
milyon tona çıktı. Güzel, elinize sağlık. Tabii ki güzel
bir şey. Şüphesiz her Hükûmet bir şeyler yapıyor bu
ekonomide. Yıllık yüzde 7 artmış. Peki, 80-90 yılları arasında ne
olmuş? Sanki önceki hükûmetler bir şey yapmamış
anlamında söylüyor Sayın Başbakan veya onları geçtik anlamında.
80-90 yılları arasında çimento üretimi her yıl yüzde 7
artışla 12 milyon tondan 24 milyon tona çıkmış. Peki,
90-2000 yılları arasında ne olmuş? 24 milyon tondan 36
milyon tona çıkmış. Yani Türkiye yerinde saymıyor
hükûmetler döneminde. Ham çelikte ne olmuş? Sayın Başbakan diyor
ki: Bizim dönemimizde 16 milyon tondan 25 milyon tona çıktı.
Elinize sağlık, teşekkür ederiz. Peki, önceki hükûmetler ne
yapmış? Yıllık artış yüzde 7 AKP döneminde. 80-90
yılları arasında
yıllık yüzde 27 artmış, 7 falan değil, 27. 2,5
milyon tondan 9,4 milyon tona
çıkmış. 90-2000 yılları arasında 24 milyon tondan
36 milyon tona çıkmış, 90-2000 yılları iyi yıllar
değildir ekonomide; işte, kriz yılları, koalisyon
yılları, istikrarsızlık yılları. Ama burada çok
önemli bir gerçeği Sayın Başbakan dikkatten kaçırıyor:
Türkiye imalat sanayisinde yüksek teknolojili ürünleri üretmekten vazgeçiyor,
pazarı kaybediyor. Yüksek teknolojiye sahip ürünlerin üretimi toplam
imalat sanayisi içinde 2002de yüzde 5,1 iken, şimdi 2009da 3,7ye
düşmüş. İhracatta aynı ürünlerin payı 2002de yüzde
6,2 iken, şimdi 3,5a düşmüş. Türkiye yüksek teknolojili
ürünlerden vazgeçiyor, diğer ürünlerin üretiminde de önemli ölçüde
dışa bağımlı.
Şimdi, sokakta durum
nedir? Tekrar o soruyu sorup... Rakamlar büyüyor, rakamlar şeklen büyüyor.
Sayın Maliye Bakanı asgari ücretin satın alma gücünü bize
örnekleyerek verdi, öğrencilerden rol çalarak yumurta örneğini verdi:
2002de asgari ücret ne kadar yumurta alıyordu, şimdi ne kadar
yumurta alıyor? Bu hafta içerisinde bir konuşmasında da Asgari
ücretli 2002de ne kadar benzin veya mazot alıyordu, şimdi ne kadar
benzin veya mazot alıyor? Sayın Bakan, asgari ücretlinin
arabası yok, böyle her gün gitsin, benzin alsın, mazot alsın.
Asgari ücretlinin gıda maddelerine gelelim. Yumurta örneğiniz, rol
çaldınız ama güzel. Beyaz peyniri örnek vereyim, ben de beyaz peyniri
örnek vereyim yani herkes bir ürünü örnek verebilir. Beyaz peynir 2002
yılında asgari ücretle 50 kilo satın alınabilirken
şimdi 44 kiloya düşmüş, gerilemiş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) 34 kiloydu...
ALİ TEMÜR (Giresun)
Yanlış rakam...
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Evet, siz bakın, Yanlış demeyin.
Oturup, oturup siz inceleyin.
Bakın
ALİ TEMÜR (Giresun)
Siz peynir aldınız mı?
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Siz oturup Türkiye İstatistik Kurumunun
sayfasına bakın, yanlışım varsa çıkıp burada
düzeltirsiniz.
Bakın
ALİ TEMÜR (Giresun)
Yakında siz peynir aldınız mı? Marketten peynir
aldınız mı, marketten ?
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) Konuşmacıya laf atma da incele!
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen yerimizden müdahale etmeyelim Hatibe.
Sayın Hamzaçebi, siz
Genel Kurula hitap edin efendim.
Buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Bakın, dana eti, 2000
Bırakın,
2002den her türlü örnek bulunabilir. O çay, simit hesabınız da çöktü
aslında. Dana etine gelelim. Dana eti 2009 yılında 27 kilo
alınıyormuş. Şimdi ne kadar alınıyor? 23 kilo,
asgari ücretle. Diyeceksiniz ki, 2009 kriz yılı yani fiyatlar
düşmüş olabilir. 2008de de 31 kilo alınıyormuş dana
eti. Ama Sayın Bakan belki şunu diyor olabilir: Et yemesin ot yesin
vatandaş yani sebze yesin. Sebzelerde durum vahim. 2009u
almayacağım, kriz yılı, fiyatlar dibe vurmuş; 2008i
alacağım:
Bakın, asgari ücretli
2008 yılında 366 kilo domates alırken şimdi 217 kilo
alabiliyor. Fasulye 248 kilo alırken şimdi 204 kilo alıyor.
Ispanak 346 kilo alırken 294 kilo alıyor. Çoğaltabilirim
bunları. Bakın elimde bir liste var. Kabak, karnabahar, beyaz lahana,
marul, pırasa, salatalık
Çoğaltayım, çoğaltayım.
Sebze de alabilecek durumda değil.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Domatesi 5 liradan almayın.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Sayın Maliye Bakanı ne diyor? Ben 2010
yılında memura yüzde 5,1 maaş artışı verdim.
Efendim, enflasyon farkı olarak da toplarsak 6,3e geldi. E, mutfaktaki
enflasyon? Mutfaktaki enflasyon dehşet. Siz şimdi bu fiyatları
dikkate alarak memura, çalışana ve asgari ücretliye gerekli
artışı yaptığınızı söyleyemezsiniz.
Şimdi Maliye
Bakanı rol çalıyor. dedim. Sayın Başbakan büyüyen
Türkiyeye ilişkin çeşitli ürünlerin üretimindeki rakamları
veriyor. Evet, bir şeyler büyüyor. İşsizlik rakamı da
büyüyor. Bundan hiç kimse söz etmiyor tabii. Bütün bunlar büyürken Türkiyede
hayaller küçülüyor, hayaller küçülüyor. İşsizlik artarken
insanların hayali, umudu küçülür, tükenir, yaşama karşı
dayanaksız hâle gelirler.
Bakın, birkaç gün önce
bir gazetedeki bir köşe yazarımız bir öğretmenin
mektubundan esinlenerek bir yazı yazmıştı. Öğretmen
öğrencilere görev vermiş: Allaha mektup yazın. Yani Allaha
mektup yazmak nedir? Allaha dua etmek. Bir öğrencinin sözleri şu:
Allahım, ben bir gün inşallah tost yiyebilirim. Okul kantininde
arkadaşlarının yediği tosta imrenen ama onu yiyemediği
için Allaha dua eden öğrenciler var bu sistemde.
OSMAN KILIÇ (Sivas) Devlet
yardım ediyor.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Evet, devlet yardım etse yiyebilirdi herhâlde.
Devlet yardım etmiyor. Ettiği yardım yetersiz, ona
ulaşmıyor. Bugün, öğrenciyi müşteri olarak gören bir
eğitim sistemi var Türkiyede. 2002 yılında Türkiyede 600 bin
öğrenci dershanelere giderken bugün 1 milyon 200 bin öğrenci
dershanelere mahkûm durumda. Ne diyor öğrenciler? Üniversite
öğrencileri ne diyor? Biz, üniversitelerin şirket, öğrencinin
müşteri olduğu bir üniversite istemiyoruz. Harçlar yüksek, bunu
istemiyoruz. Yarın üniversiteyi bitirirsek iş bulabilecek miyiz? Bu
endişeyle yaşıyoruz. Bunu istemiyoruz, bu endişeyle
yaşamak istemiyoruz. Özgürlük istiyoruz, eşitlik istiyoruz, iktisadi
kaynaklardan yararlanmada bir denge istiyoruz, fırsat eşitliği
istiyoruz. Fırsat eşitliğinin hayata geçebilmesi için nitelikli
eğitim istiyoruz. Hepimiz bunu istiyoruz. diyor. Bu talebe duyarsız
kalabilir misiniz? Bu talebe, bir senaryoyla öğrenciler taş ve
molotofkokteyli atıyor diyerek karşı çıkabilir misiniz?
Kimsenin taş ve molotofkokteyli attığı yok. Dünyanın her
yerinde öğrenci grupları polisle bir gerginlik yaşar, sorun
yaşar, seslerini ancak böyle duyururlar. Demokrasilerde polis, bunlara
şiddet değil, aşırı güç değil, ölçülü güç
kullanır. Türkiyede bu kaçırılmıştır, bu ölçü
yoktur. Evet, dikkatli bir dil kullanalım. Öğrencilerimizi
birtakım eski tecrübelere döndürmeyelim, bunları örnek vermeyelim
kendilerine ama öğrencilere de kulak verelim. Sayın Başbakan
diyor ki: Ben, polisimi öğrenciye ezdirmem. Sayın Başbakan,
polisi, önce, şu biraz önce verdiğim gıda fiyatlarına
ezdirmeyin, onların maaşlarını yükseltin biraz. Siz
bırakın onu.
Şimdi, o öğrenciden
örnek verdim. Evet, TÜİKin fiyatlarına
baktığımızda tost makinesinin fiyatı düşmüş
arkadaşlar! Tost yiyemiyor öğrencilerimiz ama tost makinesinin
fiyatı düşmüş! İşte, TÜİKin o kalem kalem
enflasyon hesabını yaptığı tabloda tost makinesinin
fiyatı düşmüş. Sosyal devletin olmadığı, yetersiz
kaldığı bir ülkede teselliyi dinde arayan, İslamın
infakında arayan, yani İhtiyacından fazlasını ihtiyaç
sahibi olana ver, senin ihtiyacından fazla elde ettiğinde ihtiyaç
sahibinin de bir hakkı vardır. anlayışının da
bir kenara atıldığı bir sistemde yaşıyoruz. Bu
infakın modern demokratik devletteki tercümesi sosyal devlettir, güçlü
sosyal devlettir. Güçlü soysal devlet yok. Şimdi teminatsız krediler
var, teşvikler var, iktidarın yakınları için
yaratılmış inşaat projeleri var, onlar için
yaratılmış ihaleler var.
Ne diyor burada iktidar
partisinin bir sözcüsü, ilk gün bir şey söyledi: Şimdi bana eski
dosyaları açtırmayın. 85-95 yılları arasında
Türkiyede 17 milyar dolarlık bir teşvik yağması
yapıldı. diyor. Siz niye hesap sormuyorsunuz bu iddiayı ortaya
koyacağınıza? Ama siz ne yaptınız? 13 Ekim 2010da bir
kanun çıkardınız, 6015 sayılı Kanun, devlet
yardımlarının düzenlenmesine ilişkin Kanun. Oraya bir
geçici madde eklediniz, Cumhuriyet Halk Partisinin itirazlarına
rağmen, Gelin bunu düzeltelim. dememize rağmen. Ne dediniz orada:
2001 yılından önce teşvik belgesi aldığı hâlde
teşvik belgesinin öngördüğü yatırımları yapmamış
olan mükellefleri, yatırımcıları affediyorum, onlardan
almam gereken vergileri almıyorum, onlar hakkında hiçbir işlem
yapmayacağım. dediniz. Şimdi, siz ya 17 milyar dolarlık
teşvik yolsuzluğu derken millete bu kürsüden doğruyu
söylemediniz ya da bu 17 milyar dolarlık yolsuzluğa ortak oldunuz.
Bunu izah etmeniz gerekir.
Sayın Başbakan 2007
yılında, bir grup toplantısında iddialı bir yolsuzluk
dosyası açıklamıştı, akaryakıt yolsuzluğu,
toplam 38 milyar dolarlık bir gelir kaybına yol açan yolsuzluk.
Ülkelerle yazıştık. Birçok ülkeye yazdık, otuz birinden
cevap geldi. Otuz bir ülke diyor ki: Bizden Türkiye 28 milyar dolarlık
akaryakıt, petrol ithal etti. diyor. Yine Sayın Başbakan diyor
ki: Biz gümrük kayıtlarımıza bakıyoruz, 19 milyar
dolarlık bir giriş var. Arada 9 milyar fark var, buna ÖTV, KDV, EPDK
payını da ilave ettiğimizde 38 milyar dolara çıkıyor.
Daha on yedi ülkeden de cevap gelmedi, bu rakam büyüyecek. Şimdi
soruyorum: Ne oldu bu 38 milyar dolarlık yolsuzluk? Ya bu doğru
değildi, ya bu yolsuzluğa ortak oldunuz. Nerede, kim, hani,
açıklayın, kim yaptı bu 38 milyar doları, ne işlem
yaptınız? Şimdi, bunları söylemek kolay, bunları
söylersiniz. Bunlar unutuluyor diye düşünmeyin.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, bütçe ne getiriyor? Tarım
sektörüne bakalım. Tarım sektöründe Hükûmet iddialı Çok iyi
şeyler yaptık. diyor. Sayın Başbakan bütçe
görüşmesinde burada Merhum Başbakan Adnan Menderese sahip çıkan
konuşmalar yaptı. Merhum Adnan Menderes Türkiyede on yıl
başbakanlık yapmış önemli bir siyasi şahsiyettir. Bir
darbe sonrasında, yargının siyasetin emrine girdiği bir
dönemde hukuksuz bir şekilde yargılanmıştır ve idam
edilmiştir. O olaylar bize bugün demokrasiye ne kadar sahip
çıkmamız, ne kadar kuvvetle sahip çıkmamız gerektiğini
söyler. Evet, merhum Menderesi ben de rahmetle anıyorum ama Sayın
Başbakan Menderese, o döneme sahip çıkarken, Aydında
referandum öncesinde miting yapıp, beyaz gömleğini giyip Menderesin
idam gömleğini sembolize ederken biraz ötedeki Söke Ovasına gidip
Pamukta durum nedir? diye sormuyor, Adanadaki pamukta durum nedir? diye
sormuyor. Menderesin tarım sektörüne gösterdiği sarılmayı,
tarım sektörüne gösterdiği ilgiyi, desteği Sayın
Başbakan iş bütçeye gelince göstermiyor, böyle bir şey yok. 2002
yılında Türkiye 2,5 milyon ton kütlü pamuk üretirken, bugün pamuk
üretimi 1,7 milyon tona düşmüş durumda. Türkiye 2002
yılında ithalatta pamuğa, pamuk ipliği ve pamuklu mensucata
1,3 milyar dolar öderken bugün yıl sonu itibarıyla 3 milyar
dolarlık bir gider söz konusu.
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, iki dakika süreniz kaldı, ek süre veremeyeceğimi ifade
etmiştim. Lütfen
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Şimdi, tarıma sahip çıkmak bu mudur?
Tarıma sahip çıkmak bu mudur? 2002 yılında 1 litre mazot
almak için buğday üreticisi sadece 4 kilo buğday verirken bugün 6
kilo buğdayla 1 litre mazot alabiliyor.
Şimdi, Sayın
Başbakan asgari ücretlinin asgari ücreti ile ne kadar mazot
aldığını söylüyor. Sayın Başbakan,
bırakın, şimdi buğday üreticisine gelin, pamuk üreticisine
gelin, onlar ne kadar alabiliyor ona bakalım.
Yine, 2002de pancar
üreticisi 16 kilo pancarla 1 litre mazot alırken şimdi 25 kilo
pancarla alabiliyor. 1 kilo DAP gübresi için pancar üreticisi 2002de 5,2 kilo
pancar verirken bugün 8 kilo veriyor. Tarım sektöründe durum bu.
Bütçede ne öngörülmüş
tarım sektörü için? 6 milyar liralık bir ödenek. Yeter mi? Yetmez. 6
milyar nedir? Gayrisafi yurt içi hasılanın binde 48i. 2002de neydi?
Binde 53, onun altına düşmüşsünüz. Peki, 2008de ne verdiniz?
5,8 milyar TL, şimdi 6 milyar. Enflasyonu üst üste koyarsanız,
büyümeyi bırakalım, 6,9 vermeniz lazım. Onu vermiyorsunuz, onun
için çiftçi perişan durumda.
Fındık üreticisinin
169 milyon TLlik alacağını da 2004ten bu yana ödemediniz,
gasbettiniz onu. Bakın, Gasp ağır bir laf, özellikle
söylüyorum, bir Hükûmet yetkilisi çıksın, düzeltsin Hayır,
devlet gasbetmez, bunu ödeyeceğiz. diye ama sekiz yıldır
ödemediniz, sekiz yıldır ödemediniz. Sayın Maliye Bakanı
Biz 2009 bütçesine koyduk, ödemeyeceğiz. diye bir cevap verirse
şaşırmam.
Şimdi, ne yapmak
gerekir? Değerli arkadaşlar, birkaç çözüm cümlesini söylemek
istiyorum:
Birincisi, Türkiye ciddi bir
vergi reformu yapmak zorundadır. Türkiye vergi reformunu yapmadan hiçbir
yere gidemez. Türkiye
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, Genel Kurulun almış olduğu ek süre verilmemesiyle
ilgili bir karar var önümde.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Bir selamlayayım efendim.
BAŞKAN E, açarsam ek
süre vermiş olacağım.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) Sayın Başkan, bütçenin ilk günü vermiştiniz ama.
BAŞKAN Şimdi, bu
kararı da ben biraz önce öğrendim. Pazartesi günü Genel Kurulumuz ek
süre verilmemesiyle ilgili bir karar almış.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Sayın Başkan, teşekkür için süre verelim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN Yani sizin
kararınız. Ben Meclis Başkanı olarak bu karara uymak
zorundayım, değişinceye kadar uymak zorundayım.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Verelim efendim.
SUAT KILIÇ (Samsun)
Sayın Başkanım, tümü üzerinde
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, tümü üzerinde bir istisna
olarak verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN Grup
Başkan Vekili Arkadaşım, buyurun.
SUAT KILIÇ (Samsun)
Sayın Başkanım, tümü üzerindeki son görüşmeler olduğu
için tüm gruplar toleranslı davranılmasını uygun
bulacaklardır.
BAŞKAN Ne diyorsunuz
Sayın Şandır?
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Başkan, yeni bir karar alalım.
BAŞKAN Yani, beni
Alınan Genel Kurul kararına aykırı hareket ediyor. diye
itham etmenizden endişe ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Ama gördük ki o kararın uygulamasında gerçekten hatibe son bir dakika
vermek gerekli oluyor çünkü sözünü tamamlayıp teşekkür etmesi
gerekiyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, gruplar arasında bir
mutabakat da var.
BAŞKAN Değerli
milletvekilleri, bakın, grup başkan vekili
arkadaşlarımı duyamıyorum; lütfen, bir uğultu var.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Sayın Başkanım
BAŞKAN Sayın
İnce, buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Sayın Başkanım, ilk ve son günler hariç demiştik efendim.
BAŞKAN Yalnız,
oylamaya sunulan metinde böyle bir cümle yok.
Efendim, grup başkan
vekili arkadaşlarımız eğer bu konuda bir tolerans göstermem
konusunda mutabıksalar ben sizlere yardımcı olurum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Bir mutabakat var efendim, gerekiyorsa yeni bir karar alalım.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Mutabıkız Sayın Başkan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Tamam, tamam.
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, tekrar mikrofonunuzu açıyorum, lütfen Genel Kurulu
selamlayınız efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan, sözlerimi
toparlıyorum.
Türkiye vergi reformu yapmak
zorundadır. Vergi reformu iki aşamalı olmalıdır.
Birincisi: Mevcut vergi oranları aşağı düşürülmeli.
Özellikle istihdam üzerindeki vergi yükü Türkiye'de aşağı inmek
zorundadır. Bu çerçevede sosyal güvenlik primlerinin
ağırlığı çok fazladır, istihdamı
cezalandıran bir yapı vardır. Bunu düşürürken toplam vergi
hasılatını da artıracak bir programı uygulamaya koymak
gerekir, ama bugüne kadar Hükûmet bunun adını, lafını
etmesine rağmen kendisini buralara getirememiştir, bu önlemi
alamamıştır.
AHMET YENİ (Samsun)
Siz bir tanesini söyleyin, bir tanesini.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Türkiye tasarruflarını artırmak
zorundadır, özel sektör tasarruflarını artırmak
zorundadır, bireysel tasarrufları teşvik eden bir model
uygulamak zorundadır. Yine, Türkiye sanayileşmede teknoloji
yoğun sektörlere ağırlık vermek zorundadır.
Devam edemeyeceğim,
çünkü sürem bitti. Sayın Başkanın toleransına da
teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. 2011 yılı
bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Hamzaçebi.
Sayın milletvekilleri,
şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci söz, Tekirdağ
Milletvekili Sayın Faik Öztraka aittir.
Sayın Öztrak, sizin de
süreniz yirmi dakika; yirmi dakika içerisinde konuşmanızı
tamamlamanızı istirham ediyorum.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2011 yılı merkezî yönetim bütçesinin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere ikinci
konuşmacı olarak söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
AKP İktidarının seçimlerden önce hazırladığı
son bütçeyle ilgili konuşmama sekiz yıllık iktidar döneminin bir
değerlendirmesini yaparak başlamak istiyorum. Son sekiz yıl
küresel ekonomide hem oldukça uzun süren olağanüstü bir bolluk ikliminin
hem de en ciddi küresel ekonomik krizlerden birinin
yaşandığı bir dönem olmuştur. Küresel iklimin
böylesine belirleyici olduğu bir dönemde, iktidarın ekonomik
performansını değerlendirirken haksızlık yapmamak için
dünya nereye gitmiş, biz nereye gelmişiz, buna bakmak lazım.
Değerli milletvekilleri,
bir ekonominin başarısı üretimiyle ve istihdamıyla ölçülür.
Hükûmetin sürekli eleştirdiği 1980-2002 döneminde Türkiyenin
ortalama büyüme hızı 150 gelişen ekonomi içinde 49uncu
sıradaymış. Peki, AKPnin iktidar olduğu 2003-2009
döneminde Türkiye bu sıralamada nerede? 88inci sırada. Değerli
milletvekilleri, Türkiye 1980-2002 döneminde, kendine benzeyen ekonomiler
arasında işsizlik oranı en yüksek 49uncu ekonomiymiş,
2003-2009 döneminde ise 26ncı sıraya yükselmiş; büyümede 39
basamak düşen Türkiye, işsizlikte 23 basamak birden
tırmanmış. AKP, işsizliği çözme konusunda bize
benzeyen ekonomilerin çok gerisinde kalmış.
Dış dengeye
geldiğimizde, Türkiye, cari denge/millî gelir oranı
bakımından en iyiden en kötüye doğru bir sıralama
yapıldığında, 1980-2002 döneminde 30uncu sıradayken
2003-2009 döneminde 71inci sıraya düşmüş. Türkiye bu
sıralamada da 41 basamaklık bir düşüş kaydetmiş.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Başbakanın yerden yere vurduğu dönemde, büyümede ilk
50de olan Türk ekonomisi AKP elinde hızla irtifa kaybetmiş.
İktidar, büyüme ve işsizlikte ülke performansını
düşürürken cari açık sorununu daha da
ağırlaştırmış. Bir başka ifadeyle, yurt
dışından diğer ülkelere göre daha fazla borç
kullanmasına rağmen, büyümede de işsizliği çözmekte de bu
ülkelerin gerisinde kalmış.
Değerli milletvekilleri,
sekiz yıllık AKP İktidarının katettiği mesafe bu.
Bizlere başarı hikâyeleri anlatıyorlar ancak uluslararası
karşılaştırmalar övünülecek bir başarının
olmadığını açıkça gösteriyor. Sayın Başbakan
ikide birde muhalefeti 3 koyunu gütmemekle eleştiriyor. Bu rakamlar,
ekonomiyi yönetmekle koyun gütmek arasında hiçbir ilişki
olmadığını ortaya koyuyor. Yönetmeyi gütmek
sananların, ekonomiye sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
pencerelerinden bakmaya devam etmenin, anlattıkları başarı
hikâyelerinin aslı budur.
Değerli milletvekilleri,
bu aşamada iktidarın küresel krizde ekonomiyi nasıl
yönettiğine de kısaca değinmek isterim; çünkü kaptanın
ustalığı deniz sakinken anlaşılmaz, ustalık
dalgalı denizlerde ortaya çıkar. Kriz yılları olan
2008-2009 döneminde, Türkiye kendine benzeyen 150 ekonomi arasında en
fazla daralan 14üncü ülke. Yine, Türkiye kendi liginde, ülkeler arasında
işsizliği en fazla artan 6ncı ekonomi. Dünyada birçok ülkenin
aksine bankacılık krizi yaşamayan bir ekonomide böyle bir
çöküşü, nasıl Dünyada kriz oldu ama bize teğet bile geçmedi.
diyerek geçiştirebilirsiniz? Çok daha çarpıcı bir rakam var,
dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim: Ailelerimizin göz bebekleri, bin bir
emekle büyütüp iş güç sahibi olsunlar diye her türlü fedakârlığa
katlanarak okuttukları gençlerimiz krizde âdeta ezilmiş. Bunu biz
söylemiyoruz, Uluslararası Çalışma Örgütünün rakamları
söylüyor. 2007-2009 döneminde genç işsizliği dünyada 1,1 puan, Latin
Amerikada 1,6 puan, Orta Doğuda 3 puan, dünyanın en fakir bölgesi
Sahra Çölünün altındaki ekonomilerde 0,4 puan, bizim de içinde
olduğumuz merkez ve güneydoğu Avrupa ülkelerinde 2,8 puan
artmış. Aynı dönemde Türkiyede genç işsizliği ne kadar
artmış? 5,3 puan. Yani dünyanın 5 katına, kendi
bölgemizdeki ülkelerin 2 katına yakın. Sadece bu
karşılaştırma bile AKPnin kriz yönetimindeki
yetersizliğini anlatmak için yeterli. Üniversitelerde yükselen tansiyonun,
atılan yumurtaların nedenlerini biraz da bu tablonun gençlerimizde
yol açtığı umutsuzlukta, karamsarlıkta aramak gerekiyor.
Buna rağmen, bu kürsüye çıkan iktidar sözcüleri Krizde
vatandaşa bedel ödetmedik. diyebiliyorlar. İşsizlikten, ekmek
kapılarının kapanmasından, gençlerin umudunu yitirmesinden
daha ağır hangi bedel olabilir ki?
Tarımı bitirdiler,
bedelini millet ödedi. Kilosu 10 liradan domates, kilosu 30 liradan kıyma
yedi. Bayramda millet ithal kurban kesti. Vatandaş, dünyanın en
pahalı benzinini, mazotunu kullanır hâle geldi. Akaryakıttan
alınan vergilerde Türkiyeyi Avrupa şampiyonu yaptılar. 2009da
benzin üzerindeki vergi yükü, komşumuz Bulgaristanın 2,3 katı,
Yunanistanın 2 katı, Romanyanın 2,6 katı. Vatandaş
tüm bunlarla mücadele edebilmek, ayakta kalabilmek için borca yüklendi.
2007-2009 döneminde ailelerin borçları yüzde 41,5 arttı, 119 milyar
Türk lirasına ulaştı. Millet kazancıyla değil, borçla
yaşar hâle geldi. Vatandaşa ödetilen bu bedelleri görmemek olsa olsa
bunun siyasi hesabını ödemekten kaçmak için kafayı kuma gömmek
olur.
Sayın milletvekilleri,
kriz döneminde yaşanan bu çöküşün ve bolluk döneminde yitirilen
fırsatların arkasında yatan nedenlere bakmakta yarar var.
Öncelikle, Hükûmet, küresel krizin 2006dan sonra giderek
kırılganlaşan Türk ekonomisi üzerindeki etkisini hafife
aldı, Teğet geçecek. söylemiyle geçiştirmeye
çalıştı. Başbakan, kendi talep etti, muhalefet olarak
tedbir önerdik; küçümsedi, hafife aldı ama daha sonra hepsini uygulamak
zorunda kaldı ancak geç de kaldı.
Kriz KOBİlerin,
esnafın krediye ulaşmasını engellemişti, Derhâl Kredi
Garanti Fonunu kullanın. dedik ancak geçtiğimiz yılın
sonuna yetiştirebildiler. Kriz nedeniyle çiftçi, esnaf, iş
adamı, vatandaş devlete olan borçlarını ödeyemiyor, cezai
faizlerin yüksekliği bu borçları ödenemez hâle getiriyor, bu
borçları yapılandırın. dedik, düzenleme hâlâ komisyonda.
Bir de bizim bu düzenlemeyi desteklememizi fırsat bilip hem seçimde
kullanmak hem de seçim sonrasında kendilerini korumak amacıyla bir
sürü ek düzenlemeyi arkasına taktılar, bunun ortaya çıkardığı
gecikmenin ekonomide yol açacağı tahribat ise umurlarında dahi
değil. Aslında, 2007den itibaren dünyadaki gidişin
sürdürülebilir olmadığını söyledik, Mali disiplini
güçlendirerek krizde kullanabileceğiniz oyun alanını
genişletin. dedik, bize Paradigmalar değişti. dediler.
2007den sonra mali disiplini gevşeterek faiz dışı
fazlaları hızla düşürdüler, bir de Seçim ekonomisi
uygulamıyoruz. dediler. Sonuçta, krizde iç talepteki düşüşü
devlet harcamalarıyla destekleyecek takatleri kalmadı. Kendi
ligimizde en fazla daralan ve işsizliği en fazla artan ekonomilerden
biri olduk ancak tüm bunların ötesinde hem krizde ödenen yüksek bedelin
hem de bolluk döneminde yitirilen fırsatların arkasındaki en
önemli neden Hükûmetin baştan itibaren izlediği yanlış
büyüme stratejisidir. İktidar, 2003 yılından itibaren küresel
iklimde yaşanan değişikliği görmemiştir, büyümeyi ve
istihdamı küresel sermayenin risk iştahına emanet etmiştir,
ekonominin hazmetme kapasitesinin üzerinde döviz girişine seyirci
kalmıştır, bunun başlangıçta ekonomide
yarattığı coşkuyu kendi politikalarının
başarısı olarak görmüştür, çok övündüğü Türk
lirasındaki değerlenmenin dış rekabete açık
sektörlerimizde yol açtığı tahribatı ise görememiştir.
Bu sektörlerde yerli girdi kullanımı azalmış,
çalışanlar önce kayıt dışına, sonra da üretim
dışına itilmiş, yerli katma değer erimeye
başlamıştır. İnşaat ve ticaret büyümenin motoru
olurken büyüme, bize benzeyen ekonomilerin gerisine düşmeye
başlamış, ithalata ve dış tasarruflara
bağımlılık hızla artmıştır. Krizde
küresel sermayenin risk iştahının kesilmesi ekonomideki kötü
yönetimle birleşince o büyük çöküş yaşanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
iktidar sözcüleri sık sık bu krizi 2001 yılında
yaşanan krizle karşılaştırıyorlar, o dönemde
faizlerde ve kurda yaşanan dalgalanmaları hatırlatarak bu krizin
teğet geçtiğini savunuyorlar. Oysa bu krizde dünyanın hiçbir
ülkesinde faizlerde ve kurlarda 1997de Asyadaki, 1998de Rusyadaki ve 2001
yılında Türkiyedeki krizlerde görülen dalgalanmalar
yaşanmadı. Bu kiriz bundan öncekilerden farklıydı. Gelişmiş
ekonomilerin krizi aşmak için sisteme bıraktıkları likidite
ve gelişmekte olan ülkelerin bahsettiğim krizlerden sonra
gerçekleştirdikleri rejim değişikliği ve reformlar bunda
etkili oldu. Bu kriz doğrudan büyümeyi ve istihdamı vurdu. Türkiyede
bu göstergelere bakıldığında kendi liginde krizden en fazla
etkilenen ekonomilerden biri oldu.
Değerli milletvekilleri,
tek başına büyümeye baktığımızda bu yıl
ekonomide yaşanan hızlı toparlanmayı memnuniyetle
karşılıyoruz ancak bu toparlanmanın dışarıdan
yeniden akmaya başlayan sıcak parayla desteklenen iç talepten
kaynaklanması, buna bağlı olarak artan ithalat ve cari açık
bunun sürdürülebilirliği ile ilgili endişelerimizi
artırıyor. Küresel ekonomide kırılganlıklar sürüyor
hatta Avrupada artıyor, bu da aynı bölgede bulunduğumuz için
bize bulaşma riskini yükseltiyor. Amerika Birleşik Devletleri yüz
milyarlarca dolar basarak dünyayı likiditeye boğmaya devam ediyor. Bu
dolarlar bize benzeyen ülkelere akıyor. Dolar karşısında
değerlenen yerli paralar rekabet gücümüzü hızla
aşındırıyor. Bunun sonucunda, hem gelişmiş
ülkelerdeki finans kuruluşları ciddi kârlar sağlayarak krizdeki
zararlarını kapatıyor hem de bize ihracatlarını
arttırarak kendi insanlarına iş ve aş
sağlıyorlar. Gelişmiş ekonomiler âdeta krizin bedelini bize
ödetiyorlar. Âdeta, gelişmiş ekonomileri bizim gibi ekonomiler
kurtarmaya başlıyor. Tabii, dünyada böyle uslu çocuk rolünü oynamaya
başladığınızda da o çok övündüğünüz, bugüne kadar
kredibilitesi sıfıra inmiş, Asya krizinde kredibilitesini yitirmiş,
son dünya krizinde kredibilitesini yitirmiş derecelendirme
kuruluşları da bizim gibi uslu çocukların notunu
artırıyor.
İktidar şu ana
kadar bu oyuna ve cari açığın hızla artmasına seyirci
kaldı. Uluslararası Para Fonu, geçtiğimiz hafta
yayınladığı değerlendirmede, bu yıl cari
açığın millî gelire oranının yüzde 6 seviyesinde
gerçekleşeceğini öngördü. Bu, 2006 yılındaki rekor
açığa eşit. Cari açığın finansman kalitesi de hızla
bozuluyor. Hareket kabiliyeti yüksek finansmanın yani sıcak
paranın payı, ödemeler dengesi finansmanı içinde hızla
artıyor. Özellikle Avrupada kırılganlıkların
arttığı bir dönemde, ülkeye krizde en büyük bedeli ödeten
politikalara yeniden geri dönülmesi son derece riskli. Bu çerçevede, uzunca bir
süredir, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, finans sisteminde makro risklerin göz
ardı edilmesi ve buna bağlı olarak sıcak paranın yol
açtığı balonların ülkemize verdiği zararları
anlatmaya çalıştık, bu konuda Hükûmeti uyarmaya
çalıştık. Daha 2008 yılında
yayımladığımız parti programımızda, bu
konuda alınması gereken önlemlere yer verdik.
Hükûmet, sıcak para
sorununu anlamakta ve tanımakta zorlanıyor. Bu çerçevede, Merkez
Bankasının almış olduğu son kararları ilgiyle
izliyoruz. Bu yeni arayış yerindedir ancak geç kalınmıştır.
Diğer taraftan, Merkez Bankasının da tek başına bu
süreci idare etmesi mümkün değildir. Bu çerçevede hızla, Maliyet
Bakanlığı, Hazine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Merkez Bankası ve diğer ilgili
kurumlardan oluşan bir finansal istikrar komitesi kurulmalı ve süreç
bu komite eliyle yürütülmelidir. Makro risklere odaklanacak böyle bir komite
Merkez Bankasının enflasyonla mücadeledeki güvenilirliğine halel
getirmeden finansal istikrarın kollanmasına olanak verecektir. Böyle
bir yaklaşım, ekonominin küresel sermayenin kaprisleri
karşısındaki dayanıklılığını
güçlendirecek, dış açıkların yönetilmesini ve
istikrarlı büyümenin sağlanmasını kolaylaştıracaktır,
ancak bu da tek başına yeterli değildir.
Değerli milletvekilleri,
bütçeyi konuşuyoruz, ancak iktidarın bütçe uygulamalarına
baktığımız zaman, bizden yetki almak için önümüze getirilen
rakamlar hiçbir şey ifade etmiyor. 2010 yılı bütçesiyle Hükûmet
bizden 230 milyar liralık faiz dışı harcama yapma yetkisi
almış, ancak son getirdiği harcama tahmini 247,5 milyar Türk
lirası. Ek ödenek mi alındı? Hayır. Peki, bu nasıl
yapılıyor? Yani Meclisin vermiş olduğu yetki, yeniden
Meclisten yetki almadan nasıl aşılıyor? Burada,
değerli arkadaşlarım, maalesef, Maliye Bakanımız
kendisine bütçe kanunlarıyla ve Kamu Mali Yönetimi Yasasına da
aykırı olarak verilen aktarma yapma yetkisini, otomatik ödenek
sistemini istismar ederek kullanıyor. Sene sonunda otomatik ödenek
alabilen personel ödeneklerinden diğer kalemlere -yatırım
kalemlerine, diğer kalemlere- aktarma yapılıyor. Tabii, öyle
olduğu zaman da huzurumuza gelen bütçeyle ilgili olarak ne
yatırımcı bakanlıkların ne de burada bulunan Meclis
grubunun sesi çıkmıyor.
Bakınız, şunu
hatırlatmak istiyorum: Geçen sene Genel Kurula mali kural gelmişti ve
mali kuralla ilgili düzenleme Hükûmetin baskısıyla gelmişti.
Ancak muhalefet partisi olarak biz bu uygulamayı destekledik ve dedik ki:
Gerçekten, mali kuralı olan bir ekonomi ileriye doğru güvence verir.
Mali kuralın çıkarılmasında çok büyük yarar vardır.
Ne oldu? Genel Kurula indi, birdenbire mali kuralla ilgili düzenleme geri
çekildi. Peki, sebep ne? diye araştırırken birdenbire
yatırımcı bakanlar bağırmaya başladı Biz bu
bütçeye sığamıyoruz. diye. Peki, bu bütçeye
sığamıyorsanız, mali kuralla öngördüğünüzden daha dar
bir bütçeyi neden buraya getirdiniz? Samimiyet bunun neresinde?
Değerli
arkadaşlarım, açıkça söyleyeyim, yapılacak olan şey
şudur: Bu bütçeyi zaten AKPnin ne kadar uygulayacağı belli
değildir. Bu nedenle de sene başında ödeneklerden yine
aktarmalar yapılacak, yine harcamalar yapılacaktır, bu çerçevede
de yatırımcı bakanların bu konuda sesi sedası
çıkmayacaktır. Açık söyleyeyim, harcama disiplini diye bir
şey kalmamıştır. Dış açığı Merkez
Bankasına emanet edelim, biz bu disiplinsizliği sürdürelim.
derseniz, cari açık sorununu çözmek, istikrarı korumak ve
vatandaşın aldığı borçları geriye ödeyebilmesini
sağlamak mümkün olamayacaktır. Her yerde Biz gidersek
aldığınız bu borçları geri ödeyemezsiniz. diye
vatandaşa baskı yapıyorsunuz. Esas bu politikalarla
boğazına kadar borca batmış olan vatandaş bu borcunu
geriye ödeyemeyecektir. Bu kaptanın ikinci bir fırtınada
artık gemiyi batıracağı çok açık seçik, net
gözükmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye artık seçim sathı mailine girmiştir. Son günlerde
kamuoyuna yansımaya başlayan Cumhuriyet Halk Partisinin projeleri
AKPyi telaşlandırmış görünmektedir. İktidar,
vatandaşları rahatlatacak bu projeler karşısında
yapabildiği en iyi şeyi yapmaktadır; yine vatandaş üzerinde
geçmiş korkusu yaratmakta, küçümsemekte, Cumhuriyet Halk Partisini ucuz
halkçılık yapmakla suçlamaktadır. Oysa hem krizden önce hem de
krizde yaptığımız öngörüler ve tavsiyelerin doğruluğu
her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi halkın mutluluğunu, refahını her
şeyin önünde görür. Ekonomik gelişmenin vatandaşa
dokunmasını, vatandaşın refahı hissetmesini,
yaratılan hızlı büyümeyle yaratılacak kaynakların da
hakça paylaşılmasını savunur. Bunu yaparken de, hiç merak
etmeyin, hesabı kitabı bir kenara bırakmaz. Cumhuriyet Halk
Partisinde hesap kitap, ekonomik istikrarın sürdürülmesi büyük önem
taşımaktadır. Gerçekleştirmeyi vadettiğimiz her
projenin arkasında hem vatandaşı rahatlatmak hem de ekonomide
etkinliği artırarak kalıcı, yüksek büyümeye ulaşma
hedefi vardır. Bundan, hiç kimsenin korkusu, kuşkusu
olmamalıdır.
Değerli milletvekilleri,
2011 bütçesinin, ne işsizliği ne de cari açık sorununu çözerek
milletin derdine derman olması mümkün değildir. Hedeflerine
baktığımız zaman bu da açık seçik ortadadır.
Örneğin, işsizlik: Bakınız bu bütçeye temel teşkil
eden Orta Vadeli Ekonomik Programa: İşsizlik bir türlü yüzde 11in
altına düşmüyor. İktidar döneminizde ülkeyi yüzde 10luk
işsizliğe mahkûm ettiniz. Önümüzdeki üç yılda, eğer
gelirsek vatandaşa diyorsunuz ki: Yüzde 11 işsizliğe hazır
ol. Bu tabii, ülkeyi iyi yönetmek anlamına gelmiyor. Neyse ki bu, AKP
İktidarının hazırlamış olduğu son bütçe.
Sözlerimi tamamlarken âdet
olduğu üzere bütçenin hayırlı olmasını diliyor, Genel
Kurula bir defa daha saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Öztrak, teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bütçenin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına son söz, Yalova Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Muharrem İnceye aittir.
Sayın İnce, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on iki dakika.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, Sayın Başbakanın çok sevdiği çark etmek,
tornistan sözcüklerine birkaç örnek
vermek istiyorum:
Bundan tam iki yüz yirmi üç
gün önce Sayın Başbakan, Zonguldak Karadonda madencilerimiz göçük
altında kalınca: Madencilerimiz buradan çıkarılıncaya
kadar Çalışma ve Enerji Bakanımız burayı terk
etmeyecek. dedi ama bakanlar burada.
Yine, Füze Kalkanı
Projesi gündeme geldiğinde Düğme bizde olacak. daha sonra
Düğme NATOda olacak. denildi. Bu da tornistana herhâlde ikinci bir
örnektir.
Yine, miting
meydanlarında, Kocaeli mitinginde İşsizliği yüzde 10un
altına düşüreceğiz. dedi Sayın Başbakan ama 2010
bütçesinde yüzde 12 olacağı öngörülüyor.
Yine, Oferle görüştüm,
görüşmedimi, sabah yaktığınız mumun bırak
yatsıya kadar gelmesini ikindide nasıl söndürdüğünüzü hepimiz
biliyoruz.
Yine Sayın
Başbakanın bütçe konuşmalarına baktım. 4 Aralık
2007 bütçe konuşmasında IMFye borcumuz 23,5 milyar dolardı.
demiş, 13 Aralık 2010da yaptığı konuşmada ise
borcumuzun 26,5 milyar dolar olarak alındığını
söylemiş. Kendisine haksızlık etmeyeyim, Nobel Ekonomi Ödülüne
aday gösterilmelidir bence. Millî gelir hesaplama yöntemlerini bir gecede
değiştirerek her Türk vatandaşına 2.354 dolar para kazandıran
bir Başbakan yalnızca bizde
vardır.
Şimdi, sizlere
memleketten insan manzaraları sunmaya devam edeceğim:
Nevşehirin Kozaklı
Akpınar köyünün sekiz aydır suyu elektrik borcu yüzünden
akmıyor.
Şırnakta
öğrenciler mum ışığında KPSSye girdiler.
Ardahanda öğrenciler at arabasıyla taşımalı
eğitim görüyorlar.
Kocaeli Büyükşehir
Belediyesinde, engelli bir çocuğuna saçını süpürge eden anneyi
önce yılın annesi seçtiler, daha sonra sendika
değiştirmediği gerekçesiyle 10 kez sürgün ettiler.
Sayın Başbakan on
altı yaşında idam edilen Erdal Eren için gözyaşı
döktü, ağladı ama AKPli Esenyurt Belediyesi, Erdal Ereni anma
gecesi için salon vermedi.
Meydanlarda Kenan Evreni
yargılayacağız. dediniz ama maaşına zam yapmakta hiç
tereddüt etmediniz.
Özürlülere pozitif
ayrımcılık. dediniz ama Başbakanlık müşaviri bir
kişi, yanında yardımcısı olmadığı
gerekçesiyle uçağa binemedi.
Yozgatta otuz günden fazla
rapor aldı diye sözleşmeli öğretmen Metin Kurtçuyu ölüme terk
ettiniz.
Doktor sayımız
yetersiz, dışardan doktor getireceğiz. diyen bir
Sağlık Bakanı.
Hayvan sayımız
yetersiz, dışarıdan hayvan getireceğiz. diyen bir
Tarım Bakanı.
Bir buçuk yılda
kırk dört ülkeye yetmiş bir ziyaret yapmakla övünen bir Devlet
Bakanı.
Eğitimin farklı iki
tanımını dahi yapamayan bir Millî Eğitim Bakanı.
Yumurta atan öğrenciden
siyah ceketinin sol omzu kirlendiği için davacı olan Vakko bayisi
Devlet Bakanı.
Bugünlerde, geçmişte
düğünlerde amcasından bir bilezik, halasından bir tencere diye
hediyeler dağıtılırken, artık Bursadaki seçimlerde
Bakanımdan bir greyder tartışmalarına geldik.
Sıfır sorun
yapacağız. deyip elde var sıfır yapan bir hayalci
Dışişleri Bakanı.
SONER AKSOY (Kütahya)
İktidara gelemeyen bir CHP.
MUHARREM İNCE (Devamla)
Milleti gelişmişlikte 83üncü, kendisi 2nci olan bir
Başbakan.
Lübnanda katile katil
deyip Bağdatta dili tutulan bir Başbakan.
SONER AKSOY (Kütahya)
Yaşa!
MUHARREM İNCE (Devamla)
Dünyanın en pahalı benzinini tükettiren bir Başbakan.
Sesimizi sadece millet keser.
deyip milletin sesini polis copuyla kesen bir Başbakan.
Telekomu Lübnanlıya
sattıktan sonra sultan gibi karşılanan bir Başbakan.
İngiliz viski
şirketlerinin 500 milyon dolarlık borcunu affedip Çayyolunda içkili
mekân bastıran bir Başbakan.
AHMET YENİ (Samsun)
Siz bütçeden anlamaz mısınız, bütçeden?
MUHARREM İNCE (Devamla)
Bir yakasında Kaddafinin İnsan Hakları Ödülü, öbür
yakasında Yahudi Cesaret Ödülü, boynunda İslama Hizmet Ödülünü
taşıyan bir Başbakan. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun)
Bütçeyle ilgili bir sözünüz yok mu, bütçeyle?
MUHARREM İNCE (Devamla)
Yargıç devletine son. deyip kadı devletini kuran bir
Başbakan.
Taksimetrede bile gece
tarifesi yokken, sağlıkta gece tarifesi başlatan bir
Başbakan.
167 ülke arasında
ülkesini demokrasi liginde 89uncu sıraya gerileten bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
Yüzde 48 oy alan AK PARTİ, onu da söyle.
MUHARREM İNCE (Devamla)
Ardahanda çiftçinin tezeğine icra gelmesini seyreden bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
Yüzde 58 Evet. veren bir millet, onu da söyle.
MUHARREM İNCE (Devamla)
DGMleri kaldırıp acımasız yargılama usullerini özel
yetkili mahkemeler eliyle sürdüren bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
Kırk senedir iktidara gelemeyen CHP.
MUHARREM İNCE (Devamla)
Hak arayanların, Tekel işçilerinin, öğrencilerin,
öğretmenlerin seyahat özgürlüğünü engelleyen bir Başbakan.
Yumurtadan Ergenekon
çıkaran bir Başbakan.
Dumansız hava
sahasında bir numara, yalansız hava sahasında son numara bir Başbakan.
(CHP sıralarından alkışlar)
Kendi
yurttaşlarını ABD ilaç şirketlerine kobay olarak
kullandıran bir Başbakan.
Cari açıkta, borç
stokunda, protestolu senetle karşılıksız çek
sayısında, bütçe açığında rekor kıran bir
Başbakan.
Şehir merkezindeki değerli
arsaları olan okulları satmak için kanun çıkaran bir
Başbakan.
Benden taraf olmayanı
bertaraf ederim. diyen bir Başbakan.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
Boş konuşan bir Muharrem İnce.
MUHARREM İNCE (Devamla)
Polis copunu hükûmet etme biçimi hâline getiren bir Başbakan.
İsrail ormanları
için yangın söndürme uçağı bulup Haydarpaşa Garı için
bulamayan bir Başbakan.
Camdan konuşunca
kültürlü, candan konuşunca küfürlü bir Başbakan.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar)
Kamer Genç ne söyledi? Senin partinin milletvekili söyledi.
AHMET YENİ (Samsun)
Kamer Genç söyledi.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- İhale mevzuatını sekiz yılda 23 defa değiştiren
bir Başbakan.
Polis İmdat
hattını kaldırıp imdat polis hattını kuran bir
Başbakan.
AKP Programında, asgari
ücretten kademeli olarak vergileri azaltacağınızı
söylediniz. Bunu yapmadınız ama Telekomu sattıktan sonra
kurumlar vergisini azalttınız. Zümrütte, yakutta, elmasta vergiyi
kaldırdınız. Benzin istasyonlarını vergi dairesine
dönüştürdünüz, verginin vergisini aldınız.
Devletin kodlarıyla
oynadınız. Devlet adamlığı kavramını yerle
bir ettiniz. Valileri kamyonun şoför mahalline oturtup kömürcü
yaptınız. Görevden alınan valiler de Her genç kızın
başına gelebilir bunlar. dedi. Devletin geleneklerini yok ettiniz.
Devlet adamlığı ciddiyetini ortadan kaldırdınız.
Bu milletin, doksan yıl
önce birlik ve beraberliğini kuran bu milletin sekiz yılda birbirine
düşmesine sebep oldunuz.
İmralıya gündem
belirleten, tarikatlarla koalisyon kurup Bakanlar Kurulunu
paylaştıran bir Hükûmet oldunuz.
Devletin valisine,
müsteşarına, bakanına Benim bakanım, Benim valim deyip
Apoyla görüşme konusunda Ben görüşmedim, devlet görüştü.
dediniz ve siz, sayın milletvekilleri, bu Bakanlar Kurulunu, Başbakanı
aklayan paklayan sayın milletvekilleri, Kâbede, Mekkede tavaf ederken
Mecliste oy kullanma becerisini gösteren sayın evliyalar, siz de bunlara
seyirci kaldınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu kürsüden defalarca
rahmetli Adnan Menderesten söz ettiniz, onun takipçisi olduğunu söylediniz
ama onun hatırasına en büyük saygısızlığı
siz yaptınız. Oğluna Ben siyasette olduğum sürece
ticaretle uğraşamazsın. diyen rahmetli Menderesle sizin
aranızdaki benzerliği Allah aşkına söyleyiniz!
Değerli milletvekilleri,
sekiz yıldır bu ülkenin hangi temel sorununu çözdünüz?
Kıbrıs sorununu mu çözdünüz? Terörü mü bitirdiniz? ABye mi girdik?
İşsizliği mi çözdünüz? Eğitimin niteliğini mi
yükselttiniz? Gelir ve vergi adaletini mi çözdünüz? Çiftçinin yüzü gülmeye mi başladı?
Emekliler daha mı rahat yaşıyor? Bunların hiç birini
yapamadınız.
AHMET YENİ (Samsun)
Nerede yaşıyorsun?
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Ergenekon dediniz, her yere kondunuz; rektörlerin başına
kondunuz, yargıçların başına kondunuz, askerlerin
başına kondunuz, savcıların başına kondunuz,
gazetecilerin başına kondunuz, düşünen, yazan, size muhalif
herkesin başına kondunuz, bir tek Deniz Fenerine
konamadınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri,
devleti ele geçirebilir, yasaları değiştirebilir, hak
arayanların sırtına cop indirebilir, kendine hizmet edecek
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Anayasa Mahkemesi kurabilirsiniz ama
Türkiye'nin direnen tek kalesi Cumhuriyet Halk Partisini
susturamayacaksınız. (CHP sıralarından alkışlar,
AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) -
Millet susturdu sizi, millet.
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
- Ders almıyorsunuz.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Ben, bu kürsüden diyorum ki:
Ey halkım!
Hastalık
yayılıyor,
Pas demiri yiyor,
Yüreklerin kulakları
sağır,
Hava kurşun gibi
ağır.
Bağır
bağır bağırıyorum, sizi, hepinizi, AKPden hesap
sormaya çağırıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Son olarak FATİH
Projesini başlatan Hükûmete, bir öğretmen olarak birkaç proje
öneriyorum. Eğitimde FATİH Projesinden sonra, ben size bir ÖMER
projesi öneriyorum: Öğretmenlerin maaşlarını ele güne muhtaç
etmeyecek rakama yükseltme projesi. Baş harflerine bakarsanız ÖMER
projesidir.
Bir projem daha var size
ORHAN projesi: Ortalık rezalet, hani adaletin nerede projesi.
AHMET KOCA (Afyonkarahisar) -
Çok mu düşündün bunları?
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Size bir projem daha var, YAVUZ projesi: Yalanı, avantayı,
vurgunu, zalimliği yok etme projesi.
Bakın, bir projem daha
var -bunu gerçi yakından bilirsiniz- VAHDET projesi: Vatanı,
Atatürkçülüğü, hürriyeti derdest etme teknikleri projesi. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Madem bir dakikam
kaldı... Her bütçe konuşmasında Sayın Başbakan 3 koyun güdemeyenler diye CHPyi
eleştiriyor. Şimdi, Sayın Başbakana cevap veriyorum:
1) Koyun gütmek marifet
değildir, keçi gütmek marifettir. Koyun gütmek kolaydır, keçi gütmek
zordur; bu bir.
AHMET YENİ (Samsun)
Keçi gütmeye devam et sen, Yalovada keçi gütmeye devam et.
MUHARREM İNCE (Devamla)
2) Memlekette güdülecek koyun mu kaldı? Bu memleketin koyunları
Uruguaydan, Paraguaydan gelir oldu. Memlekette koyunları yok ettiniz.
Sayın Başbakana
diyorum ki: Önce şuna bir baksın yani keçi gütmek ile koyun gütmek
arasındaki farkı bir öğrensin. Sonra da, memlekette koyun
kaldı mı, bu koyunlar nereye gitti, hangi hayvancılık politikasıyla
bu memleketi bu hâle getirdim? Bir de buna baksın.
Hepinize çok teşekkür
ediyorum. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun)
Hep boş konuştun, zamanı boşa harcadın.
MUHARREM İNCE (Devamla)
Bunu da size, AKPli belediyelere kapak olsun diye gönderiyorum. Bakın,
öğrenci polisi nasıl da dövüyor görüyor musunuz? İleri demokrasi
anıtı bu! (CHP sıralarından alkışlar)
ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay)
Okulda da fıkra anlatıyordun sen okulda.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) Mizah dergisi kur sen bir tane mizah dergisi Sayın
İnce.
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bütçe üzerindeki
görüşmeler tamamlandı.
Şimdi, AK PARTİ
Grubu adına Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Nurettin Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli, buyurun
efendim.
Süreniz altmış
dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 2011 yılı merkezî
yönetim bütçesi üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini arz etmek
üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
bugün AK PARTİ hükûmetlerinin dokuzuncu bütçesinin kapanış
konuşmalarını yapıyoruz. Öncelikle bütçenin
hazırlanmasında emeği geçen herkese, bürokrasiden komisyondaki
çalışan arkadaşlara, grubu bulunan tüm siyasi partilere, içeride
ve dışarıda katkı sağlayan herkese
şükranlarımı arz ediyorum.
Tabii, bütçeler gerçekten
önemli metinler. Hükûmetler somut olarak bütçeleriyle konuşur. Bir
arenadır bütçe görüşmeleri. Her şey burada
tartışılır, bir yılın muhasebesi burada
yapılır, geleceğe ilişkin projeksiyonlar burada
netleştirilir. Biz, bütçe görüşmelerine bu çerçevede bakıyoruz,
bu çerçevede değerlendiriliyoruz. Elbette, bütçe, aynı zamanda,
ağırlıklı ekonomi yönetimi olmak üzere, geçmiş tüm hükûmet
icraatlarının masaya yatırıldığı,
irdelendiği bir ortam olması gerekir.
Bu açıdan
bakıldığında belki şu soruyla başlamak gerekir:
Bir hükûmetin özellikle ekonomi yönetiminde başarılı olup
olmadığını nasıl ölçersiniz? Objektif olarak, burada,
şu anda işbaşında olan AK PARTİ hükûmetlerinin,
gerçekten, öncelikle 2010 yılında ve genelde, iktidarda
kaldıkları dönem içerisinde, ekonomide ne yaptılar ya da
ekonomide yaptıklarını biz nasıl ölçeriz,
başarılı olup olmadıklarını nasıl ortaya
koyarız, bu sorunun cevabının verilmesi gerekiyor, objektif
olarak verilmesi gerekiyor. Tamamen siyasi birtakım kaygılardan,
birtakım anlayışlardan ari bir yaklaşımla bu sorunun
cevaplandırılması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
ekonomide iki tane temel hedef vardır: Bir tanesi daha çok mal ve hizmet
üreteceksiniz, ekonomiyi büyüteceksiniz ve ikinci hedef de buna
bağlı, bundan ayrılamayan bir hedef, gelir
dağılımını düzelteceksiniz. Yani millî gelir
artabilir, ülkedeki, ekonomideki mal ve hizmetler artabilir, çoğalabilir
ancak bunun dağıtımın da bütün toplum kesimi, bütün toplum
katmanları arasında dengeli dağıtılması gerekir.
Dolayısıyla, ekonominin performansı, ekonomi yönetiminin
performansı ölçülürken bu iki kriterden başlamak gerekir, bu iki
kriterin hangi ölçüde yerine getirilip getirilmediğine bakılması
gerekir.
İsterseniz, önce
birincisinden başlayalım. Temel hedef yani ekonominin büyütülmesi,
refah seviyesinin yükseltilmesi, daha çok mal ve hizmet üretilmesi.
Aklınıza gelen her türlü mal, yani otomobilden tutun gıdaya kadar,
hububat ürünlerine kadar ve hizmete kadar her şey bu kapsama girer. Biz
bunu ekonomide millî gelir kavramlarıyla ölçüyoruz yani bir ülkede belli
bir dönemde üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamını gayrisafi yurt
içi hasılayla ölçüyoruz.
En saf hâliyle, hiç çok
detaya girmeden, ayrıntıya meydan vermeden, kafa
karışıklığına yol açmadan, çok net olarak, 2002
yılında, yani bizden önce bir yılda üretilen mal ve hizmetin
toplamı -kur dalgalanmalarını da bertaraf edecek tarzda, TL
olarak, nominal TL olarak konuşuyorum- bir yılda üretilen mal ve
hizmetin değeri 2002 yılında 350 milyar lira değerli
arkadaşlar, 350 milyar lira. Çok net bir kavram, hiç kimsenin de
itirazı olamaz.
AKİF AKKUŞ (Mersin)
480 milyar
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2010 yılında, yine aynı rakamla,
üretilen mal ve hizmetin toplamı 1 trilyon 100 milyar lira, 2010
yılında yani 350 milyar liradan 2010 yılında 1 trilyon 100
milyar liraya çıkmış. Yüzde olarak ifade ettiğimizde
artış yüzdesi yüzde 214tür değerli arkadaşlar. Tabii, bu
tek başına bir anlam ifade etmeyebilir. Bunun ne anlama
geldiğini algılayabilmek için bir şeylerle
karşılaştırmak gerekir. İlk
karşılaştırılması gereken rakam nedir? Enflasyon
rakamı.
Gerçek, reel büyümeyi
kavrayabilmemiz için, yakalayabilmemiz için enflasyonla
karşılaştırmamız gerekir. Yine bu sekiz
yıllık döneme baktığınız zaman kümüle enflasyon,
üst üste enflasyon fiyat artışı yüzde 107 civarında. Millî
gelir artışı ne kadar? Yüzde 214 değerli arkadaşlar
yani enflasyonun çok çok üzerinde bir millî gelir artışı söz
konusu, bir üretim artışı söz konusu. Bunu ister dolar
rakamlarıyla alın ister kişi başı millî gelir
rakamlarıyla alın, hangi ölçüyü kullanırsanız
kullanın, hangi kriteri kullanırsanız kullanın. Dolar
bazında aldığınız zaman, 2002 yılında ülkede
üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamı 230 milyar dolar değerli
arkadaşlar. 2010 yılı sonu itibarıyla beklenen üretim
miktarı dolar bazında 740 milyar dolar. Yani son sekiz yılda
dolar bazında 2 katından daha fazla bir artış meydana
gelmiş üretilen mal ve hizmetlerde. Kişi başı millî gelir
rakamlarına baktığınız zaman da aynı sonuca
ulaşırsınız. Bu rakamlara baktığınızda,
2002 yılında 3.300 dolar civarında kişi başına
düşen millî gelir, 2010 yılında en az 10 bin dolar.
Biliyorsunuz, millî gelir
hesaplama yöntemleri değiştirildi. Bu itibarla, rakamlarda
birtakım oynamalar meydana geldi. Bu değişiklikler, önceki eski
seriyi dikkate aldığınızda hiçbir tadilata yol açmadan,
yani 2002de hangi kriterler kullanılıyorsa aynı kriterleri
kullanarak hesap ettiğinizde 2010 kişi başı millî gelir
rakamında 10 bin dolara ulaşırsınız. İster alttan
alın ister yandan alın, ister yan yana toplayın ister üst üste
toplayın -ki, muhalefete mensup arkadaşlarımız da bunu
itiraf ettiler, ifade ettiler daha doğrusu, ortaya koydular- son sekiz
yılda Türkiye, gerçekten çok büyük bir oranda büyüdü. Çok büyük oranda mal
ve hizmet üretir hâle geldi. Bu kesin, buna hiç kimsenin bir itirazı yok.
Şimdi, itiraz şu
değerli arkadaşlar: Tamam üretim artışı var, üretim
artışı var.
Bir de şuna bakalım
ona geçmeden önce, yani fiktif mi, değil mi tartışmaları
var. Üretim artışı var ama fiktif, reel değil, ithalata
dayalı. Üretilen bir şey yok, dışarıdan geliyor ve
ithalatın beslediği bir üretim artışı. En çok itiraz
bu, hatırlarsınız.
Gerçekten öyle mi? Buna bir
bakmamız lazım: Buna bakabilmemiz için de bazı önemli üretim kalemlerine göz
atmamız gerekiyor değerli arkadaşlar. Yani işte, beyaz
eşyadan tutun da üretilen otomobillere kadar, dairelere kadar Türkiyedeki
durum nedir onları bir değerlendirmemiz lazım, gözden geçirmemiz
lazım. Rakamlara baktığımızda üretim
artışı ortada. Bunu hiç kimse inkar edemiyor, kabul ediyor ve
dünyada baktığımızda -gündeme geldi- Çini dışarıda
bıraktığınız zaman, Çini ve Hindistanı -ki,
onların özel durumları var- Türkiyedeki son sekiz yılda millî
gelir artışı dünya ortalamasının bir hayli üzerinde.
4,5 rakamını yani dünyadaki tüm yıllık ortalama millî gelir
artışını, Çini dışarıda
bıraktığınız zaman, 3,5a düşer.
Çinde üretim
artışı olması son derece doğal çünkü Çinde kişi
başına düşen millî gelir 3 bin dolar civarındadır
değerli arkadaşlar, yani satın alma gücü paritesi
itibarıyla 3 bin dolar civarındadır, bizdeki 15 bin dolar.
Marjinal tüketim eğilimi yüksek olduğu için Çin ve Hindistan büyümek
zorundadır. Ne yaparsa yapsın, büyümek istemese bile büyümek
zorundadır çünkü piyasaya aktarılan her türlü satın alma gücü
büyümeyi tahrik eder, teşvik eder ama diğer ülkeler için geçerli
değil, ayrıntıya girmeyeceğim.
Şimdi, üretim fiktif
midir buna bakalım, buna bakmamız lazım. Çok rakamlara
boğmayacağım değerli arkadaşlar ama millî gelir
içerisinde önemli paya sahip bazı kalemlerde ne kadar üretim
varmış, kaça çıkmış bunları görmemiz lazım.
Bakın, 2002
yılında üretilen buzdolabı sayısı 3,3 milyon iken 5,5
milyona çıkmış 2009
yılında.
AKİF AKKUŞ (Mersin)
Geçen sene de aynı şeyleri söyledin. Ezberlemişsin
onları, ezberlemiş!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Çamaşır makinesi, 1,6 milyon iken 4,8
milyona çıkmış. Bulaşık makinesi 345 bin adet
üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında 2,3 milyon
üretilmiş. Artış oranı -bir yılda, hepsi bir
yılda- yüzde 260. Fırın: 1,3 milyon fırın
üretilmiş, 2009 yılında 2,7 milyon fırın
üretilmiş.
Gıda maddelerine,
gıda ürünlerine geçelim. En çok kullanılan, süt: 2002
yılında üretilen süt miktarı 8,4 milyon litre değerli
arkadaşlar, 2009 yılında 12,5 milyon litre. Peynir: 3,3 milyon
tondan 5 milyon tona çıkmış.
2002 yılında
alınan yapı ruhsat sayısı sadece 43 bin adet iken bu rakam
2009 yılında 92 bin adede çıkmış.
19,5 milyon ton buğday
üretilmiş 2002 yılında, 2009 yılında bu rakam 20
milyon 600 bin tona çıkmış. Tahıl: Toplam tahıl olarak
30 milyon ton tahıl üretilmiş 2002 yılında, 2009
yılında üretilen tahıl toplamı 33,5 milyon.
Mısır: 2 milyon 100 bin, 4 milyon 250 bin ve bu şekilde devam
ediyor.
Düşen yok mu? Düşen
de var. Bakın, kırmızı ette, istisnai olarak
kırmızı et üretiminde yüzde 1,9luk bir azalma var değerli
arkadaşlar yani 2002ye göre 2009 yılında 1,9luk azalma var.
Onun dışındaki hemen hemen tüm ürünlerde, tarım ürünleri
dâhil olmak üzere, gıda, aklınıza hangi ürün geliyorsa, çok
ciddi anlamda reel artışlar söz konusu.
Bakın, daire üretiminde:
2002 yılında bir yılda toplam üretilen daire sayısı,
konut sayısı 161 bin adet iken 2009da 518 bin adede
çıkmış değerli arkadaşlar.
6 bin kilometre yol
yapılırken 2002ye kadar, son sekiz yılda 12 bin kilometre duble
yol yapılmıştır. Otomobil üretimi: 2002 yılında
üretilen otomobil 259 binden 752 bin adede çıkmıştır.
Değerli arkadaşlar,
eğer üretim artışı fiktifse, reel değilse, bu buzdolabındaki
artışı, daire sayısındaki artışı,
otomobil sayısındaki artışı nasıl izah
edeceksiniz? Bunları nereye koyacaksınız? Bunlar reel değil
mi, fiziki değil mi? Üretim artışı reeldir, üretim
artışı gerçektir; daire sayısının 100 binden 500
bine çıkması kadar gerçek ve reeldir değerli arkadaşlar,
otomobil üretiminin 259 binden 750 bine çıkması kadar reel ve gerçek;
hangi açıdan bakarsanız bakın üretim reeldir.
Tüketim rakamlarına
Şu soru gelebilir: Türkiye üretmiş ama bunları biz mi
tüketmişiz? Aynı şey tüketim rakamları için de geçerli,
zaman kazanmak amacıyla bunlara girmiyorum.
Bir başka açıdan
test edelim, gerçekten büyüme reel mi değil mi. Büyüme olabilmesi için
yatırım olması gerek. Öyle değil mi arkadaşlar?
Yatırım olmadan büyüme olmaz, yatırım olmadan üretim olmaz.
Yatırım olabilmesi için de yatırıma harcama
yapılması gerekir, yatırıma kaynak ayrılması
gerekir, kaynak aktarılması gerekir. Aynı şekilde,
yatırım harcama rakamlarına baktığımızda
2002 yılında, bir yılda, özel sektör ve kamu sektörü
toplamı 60 milyar lira yatırım için para ayırırken,
harcama yaparken, toplam olarak ekonomideki yatırım için, üretim için
ayrılan kaynağın toplamı 60 milyar lira, 2010
yılında bu rakam 207 milyar lira değerli arkadaşlar yani
207 katrilyon lira; toplam artış yüzde 245. Demek ki
yatırım harcaması var, üretim var ve bu üretim gerçek, bu üretim
reel; ister rakamlar itibarıyla bakın, ister harcamalar
itibarıyla bakın, ister yatırım harcamaları itibarıyla
bakın, hangi açıdan bakarsanız bakın üretim gerçek.
Son bir rakam verip bu konuyu
kapatacağım değerli arkadaşlar. Sanayi üretim endeksi:
Yine, üretimin fiktif olup olmadığını gösteren en önemli
rakamlardan bir tanesi de sanayi üretim endeksi. Sanayi üretim endeksi son ekim
ayında tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Bugüne kadar,
cumhuriyet tarihinde ulaşılan en yüksek seviyeye ulaştı,
128,9 seviyesiyle. Bütün bunları bir arada değerlendirdiğinizde
bir ekonomi yönetiminden beklenen birinci görev son sekiz yılda AK
PARTİ hükûmetleri ve ekonomi yönetimleri tarafından
başarıyla gerçekleştirilmiştir yani refah
artışı sağlanmıştır, üretim
artışı sağlanmıştır ve millî gelir
büyümüştür.
Şimdi, ikinci konuya
girmemiz gerekir. Yani millî gelir artışı var, mal ve hizmetler
üretiliyor, ancak bunlar adil dağıtılıyor mu? Çünkü en çok
tartışılan konulardan bir tanesi de bu değerli
arkadaşlar. Bilerek konuşuluyor, bilerek konuşulmuyor.
İktisatta rakamlar vardır, bir de masallar vardır; ekonomide bir
rakamlar vardır, bir de masallar vardır. Eğer rakamla
konuşmuyorsanız anlattıklarınız masaldır
değerli arkadaşlar. Biz rakamlarla konuşuyoruz ama bol miktarda
buradan masal dinliyorsunuz.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, üretim artışı var ama bakalım gerçekten
dağılımda durum nedir? Yani ikinci görev de bu, üretim
artışının toplumun tüm katmanlarına, tüm kesimlerine
adil olarak dağıtılması gerekir. Yine burada da
bunların izlendiği rakamlar var, TÜİKin
yayınladığı herkesin elinde olan rakamlar var.
2002 yılında,
toplumun en zengin yüzde 20sinin, en çok pay alan yüzde 20nin, en zengin
yüzde 20nin millî gelirden aldığı pay değerli
arkadaşlar, düşüyor; en fakir yüzde 20nin aldığı pay
da artıyor. Bunlara bakalım: En zengin yüzde 20nin millî gelirden
aldığı pay 2002 yılında yüzde 50,1 iken, yani toplumun
nüfus olarak en zengin yüzde 20si, biraz önce bahsettiğimiz üretilen tüm
o mal ve hizmetlerin yüzde 50,1ini almış. Bir dengesizlik
olduğu tartışmasız ortada. 2008 -en son rakamlar 2008
rakamları- yılına gelindiğinde bu rakam yüzde 46,7ye
gerilemiş. Yani, zenginin, en çok zenginin, en çok yüzde 20 paya sahip
olan zenginin millî gelirden aldığı pay yüzde 50,1den 46,7ye
iniyor. Bu değerlendirmenin, bu rakamların anlamlı olabilmesi
için en yoksul kesimin aldığı payda da ters bir gelişme
olması gerekir ki o zaman bir anlam ifade etsin. Ona bakalım, fakirin
durumu nedir; zenginin payı azalıyor, fakirin durumu nedir. En fakir
yüzde 20nin millî gelirden, üretimden aldığı pay 2002
yılında yüzde 5,3 iken yüzde 5,8e çıkmış 2008
yılında değerli arkadaşlar. 5,3ten 5,8e
çıkmış.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya)
Ne kadar çok şey başarmışsınız, helal olsun!
Korkunç bir şey yapmışsınız!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bunlar kesin rakamlar. Bakın, bu
kırsalda çok daha net. Kırsalda yaşayan en fakir yüzde 20nin,
en fakir yüzde 20 kesimin 2002de aldığı pay yüzde 5,2den
2008de yüzde 6,5a çıkmış değerli arkadaşlar. Yani,
muhalefete mensup arkadaşlarımızın, kırsal kesimde
yaşayan tarım kesimine ilişkin yaptığı
yorumların yanlışlığı çok net olarak bu
rakamlarla ortaya konmuş oluyor.
Daha çarpıcı
şu: 2002 yılında en zengin ile en fakir arasındaki gelir
farkı 9,5 katmış. En zengin ile en fakir
vatandaşımız arasındaki makas 9,5 kat iken bu 2008de 8,1e
düşmüş değerli arkadaşlar. Burada altının
çizilmesi gereken nokta şu: 2003 yılına kadar bu denge sürekli
bozulmuş, hep bozularak gelmiş. Bozulan trend 2003 yılında
durdurulmuş, sonra iyileşmeye başlamış.
Yine, kesintisiz bir
şekilde, hemen hemen istisnai bir yıl hariç, onun
dışında sürekli olarak bu tablo bu şekilde gidiyor. Yani
zaman zaman arızi durumlar ortaya çıkabilir, önemli olan bir trendin
ortaya konulması gerekir. Yani bu değişim, yani gelir
dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi çizgisi, düz
bir çizgi, kesintisiz bir çizgi olarak yürütülüyorsa anlamlıdır.
Zaman zaman tesadüfi olarak ortaya çıkmış rakamlardan
bahsediyorsak, o zaman bir anlam ifade etmez. Bu açıdan
bakıldığında da, kesinlikle istikrarlı bir
şekilde gelir dağılımı düzeliyor, buna hiç kimsenin
bir itirazı olamaz değerli arkadaşlar. Zaten çıkıp da
söyleyemiyorlar arkadaşlar, yani Gelir dağılımı
bozuluyor, gelir dağılımı daha da bozuk hâle geldi. kimse
diyemiyor ama biz buradan, çok net olarak ve gurur duyarak AK PARTİ
hükûmetlerinin uyguladıkları ekonomi politikalarının sonucu
olarak gururla söylüyoruz ki, adaletsiz gelir dağılımı
düzelmeye başladı ve devam ediyor değerli arkadaşlar. Ha,
şunu söylemiyoruz: Sorun çözüldü, gelir dağılımındaki
adaletsizlik tamamen ortadan kaldırıldı demiyoruz; bu, önemli
bir zaman gerektirecek çok ciddi bir problemdir, ama şunu söylüyoruz:
İyiye gidiş başlamıştır, 2003 yılından
itibaren kesintisiz bir şekilde devam ediyor ve bu süreç devam edecek. O
yüzden diyoruz her zaman, daha çok yapacak işi var AK PARTİ
hükûmetlerinin değerli arkadaşlarım.
Biraz önce söylediğim
gelir dağılımına ilişkin rakamları bir iki rakamla
da teyit etmek, pekiştirmek istiyorum.
Şimdi bakın, 2002
yılında toplam Türkiye nüfusunun yüzde 26sı fakir kavramı
içerisinde değerlendirilmiş TÜİKin yaptığı
çalışmalara göre. Yüzde 26sı fakir. Ne zaman? 2002 yılında.
2008 yılına geldiğimizde değerli arkadaşlarım, bu
rakam yüzde 17lere kadar gerilemiş. Yüzde 17,1e düşmüş. Bunun
sayısal karşılığı nedir biliyor musunuz? 6 milyon
kişidir. Yani son 2002yle 2008 arasında fakirlerin sayısında
6 milyon kişi azalmıştır. Çok net,
tartışmasız bir rakam. Hani hep söylüyorlar ya; Siz fakirlere
balık tutmayı öğretmiyorsunuz, onlara sadece sosyal yardım
çerçevesinde kömür dağıtıyorsunuz, malzeme
dağıtıyorsunuz. Hayır, onu yapacağız, yapıyoruz,
onu yaparken, diğer taraftan da balık tutmasını
öğretiyoruz değerli arkadaşlar. Balık tutmasını
öğretmemiş olsaydık, son altı yılda, yani 2002-2008
arasında fakirlerin sayısında 6 milyonluk bir azalma meydana
gelebilir miydi? Gelemezdi. Bunun çok somut örneğidir, çok somut
göstergesidir.
Son olarak şunu
söyleyeyim bu konuda: Yine uluslararası kullanılan bir kriter,
Günlük elde edilen gelir 4,3 doların altındaki insan
sayısı. Bu da önemli kriterlerden bir tanesidir, hem gelir
dağılımı açısından hem de fakirlik
açısından. 4,3 doların altında gelir elde eden kişi
sayısı., bu da önemli kriterlerden bir tanesidir. Buna
baktığınızda, 2002de nüfusun yüzde 30u 4,3 doların
altında, bir günde, gelir elde ederken, bu oran 2008de yüzde 6ya
düşmüş değerli arkadaşlar yani günlük 4,3 dolar gelir elde
eden kişi sayısı 2002de 21 milyon iken, bu sayı 2008de
4,8 milyona düşmüştür. Bu gelişmeyi görmemek mümkün mü, bu
rakamları görmemek mümkün mü değerli arkadaşlar?
Şimdi, bu noktada
sorulması gereken soru şu: Bunlar nasıl gerçekleştirildi?
Tamam, rakamlarını anladık, ortaya konuldu, millî gelir büyüyor,
ekonomi büyüyor, gelir dağılımı düzeliyor, adaletsizlik
gideriliyor, zenginin aldığı pay azalırken fakirinki
artıyor ama bu nasıl oldu? Bunu ortaya koyabilmek için bütçe rakamlarına
bakmamız lazım, 2002 ve 2011 rakamları. Biraz önceki
konuşmalarda ifade edildi, her yıl bütçe yoluyla millî gelirin
yaklaşık yüzde 28i toplanır, yeniden harmanlanır ve
dağıtılır hükûmetler tarafından.
Dolayısıyla, bu rakamları etkileme kabiliyetine sahiptir, yani
gelir dağılımı rakamlarını ve diğer göstergeleri
bütçe yoluyla hükûmetler etkileme imkânına sahiptir. Bunun finansmanı
nasıl sağlandı ya da AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİ
yönetimleri bunu nasıl gerçekleştirdi? Bu, önemli bir soru. Bunu
herkesin bilmesi gerekiyor. Bu sorunun cevabını bulabilmek için 2002
ve 2011 bütçelerinde bazı ana kalemleri karşılaştırmak
gerekir, ana kalemlere bakmak gerekir. Bunlardan en önemlilerden bir tanesi
tahmin edebileceğiniz üzere faiz giderleri. 100 liralık bir bütçe
düşünün, toplam harcama 100 lira, 2002 yılına
baktığınızda bunun 43 lirası faiz ödemelerine
aktarılıyor değerli arkadaşlar, 43 lirası hiç kimsenin
dokunma imkânı olmadan doğrudan faiz ödemelerine
aktarılıyor. 2011 bütçesinde bu rakam ne kadar biliyor musunuz? 15
lira, sadece 15 lira. Yani 2002 yılında faize aktarılan 100 lira
üzerinden 43 lira 2011 bütçesinde 15 lira. Eğer şöyle olsaydı,
şöyle bir varsayım yapalım: AK PARTİ hükûmetleri bütçe
içerisindeki faizin oranını iyileştirmeyip kötüleştirmeseydi,
aynı şekilde muhafaza etmiş olsaydı, aynı oran
korunmuş olsaydı, şu anda 2011 bütçesinde 47,5 milyar lira
olarak öngörülen faiz giderleri 120 milyar liranın üzerine
çıkacaktı. Hiçbir kötüleşme de olmamış olsaydı,
iyileşme de olmamış olsaydı, yani pay düşmemiş
olsaydı, 2011 yılında ayrılan 47,5 milyar liralık faiz
2011 yılında 134 milyar lira olacaktı, 134 milyar lira. Bunun
anlamı nedir biliyor musunuz? Sadece 2011 bütçesinde faiz giderlerinin
bütçe içerisindeki payının azaltılması yoluyla elde edilen
rakam 86,5 milyar lira, 86,5 katrilyon lira, sadece 2011 yılı için.
Şimdi, kaynak konusu bugünlerde önemli, biraz sonra ayrıntılara
gireceğiz, kaynak konusu önemli. Lütfen, bu rakamlar
aklınızın bir yerinde not olarak kalsın arkadaşlar.
Sadece 2011 yılında
Geriye gittiğinizde,
2003 yılından 2010 yılına kadar bu şekilde elde edilen
tasarruf ne kadar biliyor musunuz? Yani faiz giderlerinin azaltılması
yoluyla elde edilen tasarruf 291 katrilyon lira, 291 milyar lira. AK PARTİ
hükûmetlerinin, AK PARTİ yönetiminin bu şekilde elde ettiği, ortaya
çıkardığı kaynak 291 milyar lira, katrilyon lira. Nereden
sağlandı bu kaynak? Faiz giderlerinin azaltılması yoluyla.
Bu nasıl gerçekleştirildi? Ekonomi yönetiminin,
başarılı ekonomi yönetiminin faiz oranlarını
düşürmesi neticesinde. Faiz oranları düşünce bütçe içerisindeki
faiz ödemeleri de azaldı ve sonuç itibarıyla, 43 olan oran 15e
düştü, bir yıllık 134 milyar lira olan faiz gideri de 47,5
milyar liraya düştü. Bir yılda elde edilen tasarruf 86,4, son yedi
yılda elde edilen 291 katrilyon lira. Bu kaynak konusu önemli.
Peki, bunlar nereye
aktarıldı? Faizden bu kadar tasarruf elde edildi, faizden son 2010
yılı itibarıyla 291 katrilyon liralık bir kaynak
oluşturuldu, ilave bir kaynak oluşturuldu. Bu nerelerde
kullanıldı? Yani tabii, burada şu önemli: Faiz gelirini kim elde
eder değerli arkadaşlar? Faiz gelirini sermaye sahibi elde eder.
Parası olan faiz geliri elde eder. Yani bir bütçe düşünün, bir
hükûmet düşünün, 100 liralık bütçenin 43 lirasını
zenginlere, sermaye sahiplerine aktarıyor, parası olana
aktarıyor, geriye kalan 57 lirayla da 73 milyon insana hizmet etmeye
çalışıyor. Yani sayıları 300-400 bin civarında
olan önemli bir kesim bütçeden 100 liranın 43 lirasını
alıyor, geriye kalan 73 milyon kişiye de 57 lirayla hizmet etmeye
çalışılıyor, diğer işler, diğer fonksiyonlar
ifa edilmeye çalışılıyor değerli
arkadaşlarım.
Tabii, böyle bir bütçe nedir?
Böyle bir bütçe zengine hizmet eden bir bütçedir, sermayeye hizmet eden bir
bütçedir. Hani konuşmamın başında söyledim, hükûmetler
bütçeleriyle konuşur, meydanlardaki konuşmaların çok fazla bir
anlamı yok, esas olan bütçedir. Siz bütçenin yarısını
zengine aktaracaksınız, sermayeye aktaracaksınız, ondan
sonra çıkıp emeklinin hakkından bahsedeceksiniz, çiftçinin
hakkından bahsedeceksiniz. Bunun bir anlamı yok,
inandırıcılığı yok. Hükûmet olduğunuzda
bütçeden zengine ne kadar pay aktarıyorsunuz, fakire ne kadar
aktarıyorsunuz, önemli olan budur. Bu rakamlara
bakıldığında, 2002 öncesindeki hükûmetlerin önemli bir
bölümü, değerli arkadaşlar, sınıfta
kalmıştır. Biraz sonra ayrıntılı rakamlara gireceğim.
Peki, biz bu rakamları
ne yaptık? Yani zenginden elde ettiğimiz, kestiğimiz, sermayeden
elde ettiğimiz bu rakamları ne yaptık, nereye aktardık,
şimdi ona bakalım. Bütçedeki personel giderlerinin payı yüzde
18den 27ye çıkmış, memura aktarmışız, memura.
Sosyal güvenlik harcamalarına aktarılan pay 2002 yılında 9
iken 20ye çıkarmışız. Sosyal güvenlik harcamalarından
kim pay elde eder değerli arkadaşlar? Emekli, emekli; işçi
emeklisi, memur emeklisi ve diğer emekliler, BAĞ-KUR emeklisi, SSK
emeklisi. Sosyal güvenlik harcamalarından pay elde eden kesim bunlar. Ne
kadar aktarmışız? 9 iken 20ye çıkarmışız, 2
kattan daha fazla aktarmışız.
Onlar konuşuyor, biz
yapıyoruz değerli arkadaşlar. Bu rakamlar önemli, meydanlarda
istediğiniz kadar emeklinin dostu olduğunuzu söyleyin,
istediğiniz kadar boş vaatlerde bulunun, onların bir anlamı
yok, önemli olan bu rakamlar, bu ne, rakamlar ne diyor, onlar önemli. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Devam edelim, bakın,
mahallî idarelere 2002 yılında yüzde 6 aktarırken bütçenin
payı 8e çıkmış. Yatırımın payı 6,6dan
8e çıkmış. Mahallî idarelerin payı 6,6dan 8,9a
çıkmış. Tarımın payı 1,5tan 1,9a
çıkmış.
Bakın, tablo şu,
değerli arkadaşlar: 2002ye göre faiz geliri elde edenlerin payı
azalırken, yani zengin kesimin, azınlıktaki sermaye sahibinin
bütçeden aldığı pay inanılmaz bir şekilde
azalırken, toplumun önemli bir kesimini oluşturan memur, emekli,
çiftçinin payı artıyor, inanılmaz bir şekilde artıyor.
Bütçe bu, görüntü bu. Dolayısıyla, siz çıkıp buradan
istediğiniz kadar konuşun. AK PARTİ hükûmetleri ne
yapmış? Zenginden almış, fakire vermiş. Aynen tablo
bu. Nasıl yorumlarsanız yorumlayın. Ve bu ilk defa bu sene
olmuyor. Hani bazı arkadaşlar diyorlar ki: Efendim, neden hep
2002yle karşılaştırıyorsunuz? 2003le karşılaştırın,
2004le karşılaştırın, 2005le
Zaten kendimizle
yarışıyoruz, kendimizle yarışıyoruz şu anda.
Bütün bu rakamlara baktığınızda görünen tablo bu.
Değerli arkadaşlar,
şimdi tabii, biraz önce hani gelir dağılımının
düzelmesinden bahsettik. Gelir dağılımı niye düzeliyor?
Niye zenginin aldığı pay azalırken fakirin
aldığı pay artıyor? İşte bu rakamlar, biraz önce
söylediğim rakamlar. Çünkü biz bütçenin yapısını
değiştirmişiz, AK PARTİ hükûmetleri bütçenin
yapısını değiştirmiş; sermaye sahibine aktarılan
parayı kısmış, diğer kesime aktarmış, o
nedenle değişiyor. Yani hiçbir şey tesadüfî değil.
Aslında bir tür otokontrol için söylüyorum bu rakamları, çek etmek
amacıyla. Gerçekten büyüme var, refah artışı var, gelir
dağılımında iyileşme var. Reel mi bu, gerçek mi, bu
rakamlarla ortaya koyuyoruz.
Bakın, bütçe
içerisindeki sosyal yardımların payı rakamlarına
baktığımızda da çok net olarak aynı tabloyu görüyoruz.
2002 yılında bütçenin sadece yüzde 12si sosyal amaçlı harcama
kapsamında değerlendirilebilir, yüzde 12si. 2011 bütçesinde bu oran
yüzde 28 değerli arkadaşlar, yüzde 28; 2,5 kattan daha fazla veya 2,5
kat civarında. Bunlar önemli, çok ciddi reel artışlardır.
Şimdi, tabii son olarak
bu çerçevede gelir dağılımındaki bu düzelmenin gerçek
olduğunu göstermesi açısından toplumun yardıma muhtaç
kesimleri, sosyal kesimlerine yapılan bir de aktarmalar var, onlara bakmamız
lazım. Bu rakamlar, bakın, 2002 yılında sadece 1,1 milyar
lira civarında. Yani toplumdaki özürlüler dâhil fakir insanlara, ihtiyaç
sahibi insanlara, en alt gelir grubunda bulunan insanlara bir yılda
bütçeden aktarılan para 2002 yılında sadece 1,1 milyar lira iken
2011 yılında 15,4 milyar liraya yani katrilyona çıkmış
değerli arkadaşlar.
Bunlar içerisinde en ilginci,
özürlü vatandaşlarımıza yapılan aktarmalar. Bakın,
2002 yılında özürlü vatandaşlarımıza yapılan
eğitim ve evde bakım desteği rakamı ne kadar biliyor musunuz?
Sıfır, hiç yok, bir kuruş para aktarılmamış.
Şimdi, 2011 yılında aktarılacak rakam -sadece bu iki kalem-
3,2 katrilyon lira değerli arkadaşlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2002 yılından önce
bu ülkede özürlü vatandaşımız yok muydu? AK PARTİ
hükûmetleriyle beraber mi toplumun yüzde 9u özürlü hâle geldi değerli
arkadaşlar? Çıkıp konuşuyorsunuz, her yerde söylüyorsunuz.
Neredeydiniz? 2003ten önce özürlü vatandaşlarımızın
eğitimi ve evde bakımıyla ilgili olarak, geçmişte hiçbir
hükûmet bir kuruş para ayırmamış değerli
arkadaşlar. Bu önemli bir adımdır, bakın, bu önemli bir
anlayışı gösterir, bu diğerlerinden farkı ortaya
koyar. Bunun not edilmesi gerekir, bunun hiçbir şekilde unutulmaması
gerekir değerli arkadaşlarım.
Şimdi, tabii burada
şu noktayı vurgulamak gerekiyor: Biraz önce de gündeme geldi, bütün
bu artışlar, bütçeden harcamalar var, toplumun dar gelir
gruplarına aktarılıyor, işte efendim
Peki, bunları
daha somutlaştırdığımız zaman, yani memur ne
kadar almış, öğretmen ne kadar almış, 2002-2010
karşılaştırması yaptığınız da da emekliler
açısından aynı iyileştirmeleri orada görürsünüz.
Bakın, mesela en
düşük memur maaşı 2002 yılında 392 lira iken şu
anda kasım itibarıyla 1.300 liraya çıkmış,
artış oranı yüzde 231. Net asgari ücret 184 liradan 594 liraya
çıkmış, artış oranı yüzde 225. En düşük SSK
emeklisinin maaşı da yüzde 180 artmış. En düşük
BAĞ-KUR esnaf emeklisinin maaşı da yüzde 288 artmış;
hepsi için geçerli değerli arkadaşlar. Çok fazla zaman almamak için bu
rakamları geçiyorum.
Şimdi, biraz önce ortaya
koymaya çalıştığım, ifade etmeye
çalıştığım bütün bu başarılı ekonomi
yönetiminin elindeki en temel kural, anahtar nedir biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Mali disiplin, bütçe disiplini. Bu çok önemli. Eğer bunu
sağladığınız takdirde başarı zaten
kendiliğinden gelir. Bugün dokuzuncu bütçeyi görüşüyoruz, geçmiş
sekiz bütçenin hepsinde istisnasız buradan önerilen rakamlar
tutturulmuştur yani hangi rakamlar konuşulmuşsa gerçekleşen
rakamlar o olmuştur. Bütçe açığı azaltılmış,
daraltılmıştır. Mali disiplin olmamış
olsaydı, bütçede samimi uygulama olmamış olsaydı bu
başarıların elde edilmesi mümkün olmazdı.
Bakın, değerli
arkadaşlar, geçmiş yıllarda popülist yaklaşımlar çok
oldu. Hatırlayın, yani uzun yıllar önce -on yıl önce, yirmi
yıl önce- birçok lider, siyasi lider, parti başkanı
insanların görüşünü etkilemek amacıyla, onların
oylarını kendi siyasi düşüncelerine kanalize etmek amacıyla
birçok vaatlerde, taahhütlerde bulunmuşlardı.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya)
Cemil Çiçek de dâhil, orada oturuyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Hatırlayın, neredeyse seçimden önce
pazar açılırdı, piyasa açılırdı, yani ben
beş verdim, sen on verdin, ben en fazla verenden daha beş
vereceğim
İki anahtardan tutun da aklınıza gelmez,
inanılmaz vaatler, popülist yaklaşımlar olurdu değerli
arkadaşlar. Son yıllarda, Türkiye siyasi yapısından
popülist yaklaşımlar çıkmış gibi gözüküyordu.
Hakikaten, son yıllarda, genelde siyasi partiler bu yönteme pek
başvurmuyorlardı. Bu, bütün siyasi partiler için geçerli, bazı
belki uç siyasi partiler dışarıda bırakılırsa
Mesela, geçtiğimiz siyaset döneminde bir Genç Parti vardı,
inanılmaz birtakım taahhütler ortaya koymuştu.
İnandırıcı değildi ama en azından böyle bir
yöntemle bazı insanlarımızın kafasını
karıştırabilmeyi başarmıştı, onu da
söyleyeyim. Şimdi, yine, bir siyasi parti Sayın Genel
Başkanı var, Sayın Haydar Baş -siyasi partinin ismini
şu anda hatırlamıyorum- o da inanılmaz birtakım
vaatlerde bulunuyor, belki bazı arkadaşlarımız okuyabilir.
Bir de son günlerde ana muhalefetin Sayın Genel Başkanı
Sayın Kılıçdaroğlunun bazı açıklamaları bu
yönden çok dikkat çekici değerli arkadaşlar, önemli çünkü hakikaten
baktığınızda, peş peşe, her gittiği yerde,
her gittiği ortamda birtakım vaatlerde bulunuyor. Bunların
hepsinin bizde, burada örnekleri somut olarak nerede, ne konuşma
yaptığı, hepsi var.
Şimdi, biz, tam,
gerçekten, geçmişte çok büyük bedeller ödenmesine yol açan, ekonomik
dengeleri allak bullak eden bu popülist yaklaşımların, bu
popülist vaatlerin artık bir daha gündeme gelmeyeceğini
düşünürken peş peşe Sayın Kılıçdaroğlunun
yaptığı bu açıklamalar elbette dikkat çekici ve elbette
bizim de bu konu üzerinde kafa yormamıza neden oldu. Bakın, biz de
bir çalışma yaptık değerli arkadaşlar. Bu vaatler
nedir, ne anlama gelir, rakamsal olarak ne anlama gelir? Bunlarla ilgili
düşüncelerimi, kanaatlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şimdi, Sayın
Kılıçdaroğlunun birkaç yerde yaptığı
konuşmaları ben size söyleyeyim. Olağan Kurultayda
yaptığı bir konuşma var, Genel Başkan seçildiği
Kurultayda Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki mesela: Emekliler
intibak yasasını çıkaracağız. 8/6/2010 tarihli grup
konuşmasında diyor ki: Çiftçiye her yıl 10 milyar lira
vereceğiz. Mazottan ÖTVyi kaldıracağız. Tarıma
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1inden fazlasını
vereceğiz. 23/11/2010 tarihinde yaptığı bir konuşma
var, bir grup konuşması yine: Öğretmenlere Öğretmenler
Gününde 1 aylık ek maaş vereceğiz. Ortalama 2 bin liranın
üzerine çıkaracağız öğretmenin maaşını. Ek
ders ücretini 6,5 liradan 15 liraya çıkaracağız. Yine, İSO
Meclisinde yaptığı bir konuşma var 27/10/2010 tarihinde:
Elektrikte TRT payını kaldıracağız. Evinde
sigortalı olmayan bir kişiyi sigortalı yapacağız.
Fakir ailelere asgari 1 maaş ödeme yapacağız. En son 15inci
Olağanüstü -genel kurultay topluyor- Kongrede, yine Yoksul ailelerde
kadınların hesabına 1 maaş aktaracağız. Bütün
atanamayan öğretmenlere ve onların ailelerine sesleniyorum:
Halkın iktidarında atanmayan öğretmen kavramı
olmayacaktır. diyor ve diyor ki yine -kendi ifadeleriyle okuyorum- Bütün
taşeron işçilerine söz veriyoruz: Halkın iktidarında kamuda
taşeron işçiliğini tarihe gömeceğiz. ve devam ediyor, bu
şekilde bir hayli var.
Şimdi, bakın, biz
bir çalışma yaptık, bunların rakamsal boyutu nedir diye bir
çalışma yaptık. Bunların birkaç tanesini sizlerle paylaşayım.
Mesela öğretmenlerle ilgili verdiği taahhüdün bütçeye maliyeti 12
katrilyon lira.
Bu arada öğretmenlerle
ilgili bakın biz ne yaptık. Yani ortada bir vaat var, bir de bizim
yaptıklarımız var. 8inci derecenin 1inci kademesinde olan bir
öğretmenin maaşı 2002 yılında 535 lirayken, evet
sadece 535 lirayken, 2010 yılında biz bunu 1.570 liraya
çıkarmışız değerli arkadaşlar ve artış
oranı yüzde 193. Enflasyonun yüzde 107 olduğunu dikkate
alırsanız ne kadar ciddi bir reel artış, enflasyonun
üzerinde bir artış olduğunu görürsünüz.
Fakir ailelerle ilgili
taahhüdünün bedeli 18 katrilyon, yaklaşık 2,5 milyon fakir aile
hesabıyla. Mazotun pompa satış fiyatının 1 liraya
düşürülmesinin maliyeti yaklaşık 28-30 katrilyon lira. Devam
ediyor bu şekilde, ben de çok ayrıntıya girmiyorum.
İşte, öğretmenlerle ilgili maliyet var, emeklilerin
intibakının yapılmasıyla ilgili yaklaşık 20
katrilyon lira, taşeron işçilerin maliyeti yaklaşık -ilave maliyeti,
hepsi bunlar- 19 katrilyon lira. Devam ediyoruz, ve bunların toplamına
böyle bir politikanın bütçe yapısında ortaya
çıkaracağı tahribatı ve değişikliği de dâhil
ettiğinizde yaklaşık 200 katrilyon liranın üzerinde bir
kaynak gerekiyor değerli arkadaşlar, 200 katrilyon. Sadece,
bakın, bütün bunların dışında, sadece böyle bir
politikanın işaretlerini piyasalar aldığı anda ilk
tepkisi ne olacaktır? Faizler ciddi oranda yükselecektir, hiç
tartışmasız. Faizlerin ikiye katlanması demek, bugün 2011
bütçesinde 47,5 milyar lira olarak öngörülen faiz giderlerinin en az ikiye
katlanması daha fazla rakamlara çıkması demek, en az 100 milyar
liraya çıkması demektir. Sadece buradan gelen maliyet en az 60-70
katrilyon liradır değerli arkadaşlar bütün bunların hepsini
topladığınızda.
Tabii, bazı
bilinmeyenler de var. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki yine:
Fabrikalar kuracağız. Diyarbakırda yaptığı bir
konuşmada aynen öyle söylüyor: Fabrikalar kuracağız. Tabii,
şu net değil: Bu fabrikalar sadece Doğu ve Güneydoğuya
mı kurulacak? Sadece illere mi kurulacak? Karadenize kurulacak mı
örneğin, İç Anadoluya kurulacak mı? Onları bilmiyoruz ama
biz bir varsayımdan yola çıkarak bir rakam tahmini yaptık.
KAMER GENÇ (Tunceli)
İşsizliğin olduğu her yere kurulacak.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Evet, güzel. O zaman bu rakamı düzeltiyorum
yani bu rakam 200dü 300ü geçer değerli arkadaşlar. Bakın, 300
katrilyonu geçer. Neden biliyor musunuz? 1980 bütçesinin yüzde 20si kamu
iktisadi kuruluşlarının yani fabrikaların zarar eden
açıklarını kapatmak için bütçeden aktarılan pay; yüzde 20,
1980 bütçesine baktığınızda. Bugünkü rakama
dönüştürdüğünüz zaman bu 70 milyar liraya yakın bir para
demektir değerli arkadaşlar. Tabii, orada bunların kuruluş
masrafları, bunların zararları da ortaya çıkacak.
Düşünün şimdi, ne olacak? Telefonla milletvekilleri adam yerleştirecek.
Öyle değil mi, bunlar geçmişte yaşandı
KAMER GENÇ (Tunceli) AKP
onu yapıyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
çiftlik gibi kullanıldı. Niye zarar
etti geçmişte KİTler, kamu iktisadi kuruluşları? Bunun
için. Neden bırakılmıyor, neden birileri ısrarlı bir
şekilde, aynı şekilde bunların sürdürülmesinde ısrar
ediyor? Bunun için değerli arkadaşlar, çiftlikler
Her türlü
imkânları kullanılıyor, sosyal imkânları
kullanılıyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Petrol Ofisi zarar mı ediyordu? TÜPRAŞ zarar mı ediyordu?
Tekel zarar mı ediyordu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Telefonla yüzlerce, binlerce işçi işe
alınıyor. Bunları yaşadı Türkiye, bu ağır
bedelleri ödedi.
İşin garip
olanı ne biliyor musunuz? En çok garip olanı da şu: Bugün
komünist olan eski Rusya ile komünist olan Çinde artık devlete ait hiçbir
fabrika kalmadı hemen hemen, hepsi özelleşti.
Diyelim ki -yani olmaz ama-
varsayalım ki Sayın Kılıçdaroğlu iktidar oldu ve
devlet fabrikalar kurdu; herhâlde dünyada tek komünist ülke biz
kalırız, iktisadi anlamda söylüyorum, tek oluruz; Rusya yok, Çin yok,
hiçbirisi yok. Yani bunu da ilginç bir not olarak burada sizlerle
paylaşmak istiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Özel
teşebbüsün kurmadığı yere kuracak.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, benim bulduğum
200 katrilyon lira... Bu, bir yıllık, her yıl gerekiyor bu para.
Her yıl bu açık olacak, 200 katrilyon... Bütçemiz ne kadar? 312
katrilyon.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Nurettin Bey, TÜPRAŞ zarar mı ediyordu? Telekom zarar mı
ediyordu? Petrol Ofisi zarar mı ediyordu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bütçemiz 312 katrilyon, 200 katrilyon gerekiyor.
İki yılda 400 katrilyon, üç yılda 600, dört yılda 800...
Beş yılı hesap edemedim çünkü katrilyondan sonra ne geliyor?
Kentilyon geliyor galiba. Artık rakamlarını telaffuz edemiyoruz,
rakamlarla ifade edemiyoruz değerli arkadaşlar. Öyle bir
atış var ki, öyle bir inanılmaz bir desteksiz atış
var, kusura bakmasınlar. Bakın, ben rakamlarla konuşuyorum.
Böyle popülist yaklaşım olmaz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sizin
zamanınızda yapılan suistimal...
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, bakın, ne olacak peki? Bu
rakamı bütçe giderlerini azaltarak karşılayabilir misiniz?
Karşılayamazsınız. Faiz gideri zaten 43ten 15e
inmiş, indirmeye de devam ediyoruz. Hepsini toplasanız zaten 47,5
milyar yapıyor. Personel harcamalarını azaltabilir misiniz? Ana
kalemler bunlar, azaltamazsınız.
Yatırıma giden kaynağı...
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) Parayı nereden bulacaksınız?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Hani, kaynak bulacağız ya bunlara,
bulmaya çalışıyoruz, ben de yardımcı olmaya
çalışıyorum. Bakın, bütün samimiyetimle, acaba bu 200
milyar lirayı nasıl bulabiliriz? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Çok önemli katkı sağlıyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Yani şimdi, bir laf konuşuldu, ortada
kaldı. Kaynağının... Belki bazı arkadaşlar bize
kızacaklar kaynağı sorduğumuz zaman ama yani İsmim
Kemal, ben bulurum. demekle olmuyor değerli arkadaşlar, olmuyor.
Binlerce yıldır iktisatçıların en çok kafa yorduğu
kaynak meselesi. Binlerce yıldır iktisatçılar, dünyanın
bütün iktisatçıları, Nobel kazanmış iktisatçılar dâhil
-Kemal Ağabey, biliyorsunuz- en çok kafa yorduğu şey kaynak
meselesi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Doğru...
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Çünkü iktisatta, ekonomide kaynaklar sınırlı, talepler
sınırsız ve kaynak konusunda birazcık öne çıkan, yeni
bir öneri getiren iktisatçılar Nobele aday gösterilmiş, Nobel
Ekonomi Ödülünü almışlar değerli arkadaşlar.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Ofere giden para...
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Hani biraz önce burada konuşmacı bir
arkadaşımız Nobel Ödülünden bahsetti. Aslında Nobel
Ödülünü düzenleyenlerin bunu görmesi lazım, bunu görmesi lazım. Yani
bir anda 200 katrilyon liralık bir kaynak ortaya koyduğunu iddia eden
bir Sayın Genel Başkan için herhâlde bir yıl değil her
yıl bundan sonra, kıyamet kopana kadar Nobel Ekonomi Ödülü verilmesi
lazım, öyle değil mi değerli arkadaşlar? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Ya Nobel Ekonomi Ödülü verilmesi
lazım ya da desteksiz atış ödülü verilmesi lazım,
ikisinden birinin mutlaka verilmesi lazım değerli arkadaşlar.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yazık değil mi?
Emeklilere hitap ediyorsunuz, muhatap alıyorsunuz ve onlara geleceğe
ümitle bakabilecekleri bir şey söylüyorsunuz. Yani onlar da
umutlanıyorlar ama gerçek olmadığını,
olmayacağını yarın diyelim ki -olmaz ama- karşı
karşıya kaldığı zaman da bu insanların
yaşayacağı hayal kırıklığını
tahmin edebiliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yazık değil
mi bu insanların umutlarıyla, gelecekleriyle oynamak,
gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sözler vermek?
Bakın, harcamaları
kısamıyorsunuz, ortada. Hani kaynak bulmaya
çalışıyoruz, biz de yardımcı olalım. Peki,
gelirleri artırma yoluyla yapabilir misiniz? Yapamazsınız çünkü
geçmiş elli yıla bakın, reel olarak en fazla artış
oranı yüzde 5i, 10u geçmez vergiyle toplam bütçe gelirlerinde
Bu da bir
realite. Harcama, diğer harcamaları azaltarak kaynak bulamıyorsunuz.
200 katrilyon konuştuğumuz kaynak, en az. Gelirleri artırarak
yapamıyorsunuz. Peki, ne yapacaksınız? Para
bastıracaksınız. Seçeneklerden bir tanesi. Merkez Bankası
kaynaklarını kullanacaksınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) 80
katrilyon vergi oldu.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) İnanın var ya, bu kadar kaynak için
Merkez Bankası para basmaya çalışsın kâğıt
fiyatları herhâlde ikiye katlanır, üçe katlanır. Kâğıt
bulamazsınız, Türkiye kâğıt ithal etmek zorunda kalır
bu kadar para basabilmek için. Tabii, işin esprisi belki ama
KAMER GENÇ (Tunceli) Para
piyasaya çıkınca, paranın dönüşünden vergi alınacak.
Senin bunları bilmen lazım.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Onun onda 1i kadar bile Merkez Bankası yani
200 katrilyonun 20 katrilyonu kadar bile para basmaya kalkıştığınız
anda son sekiz yılda gerçekten çok büyük bedeller ödenerek, mücadele
verilerek elde edilen bu olumlu sonuçların hepsi heba edilmiş olacak,
hepsi ortadan kaldırılmış olacak. Biz daha önceki eski
karanlık ve sıkıntılı günlere dönmüş
olacağız değerli arkadaşlar.
Bir başka seçenek nedir?
Yani para basma, diğeri borçlanma. Para bastığınız
zaman enflasyon artacak, faiz oranları yükselecek ve yatırımlar
azalacak, en çok dar gelirli zarar görecek. Enflasyondan bugüne kadar en çok
zararı kim gördü? Dar gelirli gördü. Dolayısıyla o
yaşadığımız, bildiğimiz tablolar ortaya
çıkacak.
Dördüncü seçenek nedir?
Dördüncü seçenek de borçlanma. O daha da beter. O daha da beter. O daha da
beter. O kadar rakamı borçlandığınız zaman, bu kadar
büyük faiz ödemesine ne bütçe bulabilirsiniz ne de başka bir kaynak
bulabilirsiniz; hiçbir şekilde
inandırıcılığınız kalmaz, hareket
kabiliyetiniz kalmaz; bütçe içerisindeki dengeler altüst olur, yine fakirin
aldığı pay azalır, enflasyon inanılmaz, üç haneli
rakamları aşar gider.
Aslında beşinci bir
seçenek var: Çark etmek. Çark etmek. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Ya sen
nasıl maliyecisin kardeşim?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Benim şahsi kanaatim de Sayın
Kılıçdaroğlu, eğer iktidara gelebilirse çark edecek. Bu
konu daha önce burada konuşuldu, ben tekrar etmeyeceğim onları
çünkü hiçbirisinin, diğer dört seçeneğin uygulama kabiliyeti yok,
uygulama kabiliyeti yok, o yüzden.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bakın, gerçekten, Türkiye, geçmişte buna benzer
politikalar yüzünden çok ağır bedeller ödedi. Ben birkaç tanesini
şimdi sizlerle paylaşacağım bunların. Yani IMFye
muhtaç olmaktan, onun kaynaklarını alabilmek için hükûmetlerin ne
kadar taviz vermek zorunda kaldıklarından -somut, biraz sonra bilgi
vereceğim size- tutun da inanılmaz onur kırıcı
davranışlara muhatap olmamıza kadar çok ağır bedeller
ödedi Türkiye.
Şimdi, bakın,
popülizm, hiçbir zaman bir ülkeye katkı sağlamamıştır,
fayda getirmemiştir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bakın,
15/7/1999 günü, dönemin Çalışma Bakanı Sayın Yaşar
Okuyanın Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir
konuşma var, aynen o bölümünü okuyorum: Sisteme müdahale edilmezse
-emeklileri konuşuyoruz ya en çok, SSKdan bahsediyor- azami beş
yıl sonra emeklilere maaş ödenemeyecek duruma gelecektir. Bunu,
dönemin Sayın Bakanı söylüyor. Emekli maaşları
yüreğimizi parçalıyor. Yani çok az diyor. Çerez parası diyor.
Dönemin Sayın Çalışma Bakanı böyle tanımlıyor; o
gün verilen, emekliye verilen maaş için çerez parası diyor. Emekli
maaşlarınız yüreğimizi parçalıyor. Bu sistem en fazla
beş yıl sonra bu gülünç rakamları da veremez hâle gelecektir.
diyor o dönem, 1999da söylüyor bunu. Yani rakamlar, gerçekten emekliye verilen
para o kadar gülünç ki Sayın Bakan bunu ifade ediyor ama Böyle devam
ederse beş yıl sonra bu rakamları, bu ücretleri emeklilere
veremez hâle geleceğiz. diyor.
Bakın, aynı
Çalışma Bakanı, 27/5/2002 tarihinde Antalyada
yaptığı bir konuşmada da şunları söylüyor:
SSKnın iflas derecesine gelmesinde en büyük etkenin geçmiş
hükûmetlerin SSKyı babalarının çiftliği gibi görmeleridir.
Şu anda SSK emeklilerinin maaşlarını, ilaç
paralarını ödeyememekteyiz. Bunu bir çalışma bakanı
itiraf ediyor değerli arkadaşlar. Bunları hazineden
aldığımız parayla ödeyebiliyoruz. diyor.
Şimdi, bu konuyla ilgili
son olarak, yine Merkez Bankası eski başkan
yardımcılarından Sayın Ercan Kumcunun Hürriyetteki
köşesinde yazdığı bir yazı var, tarih 1 Ağustos
2002, aynen okuyorum: Bu kuruluşlar -yani sosyal güvenlik
kuruluşları, SSK, BAĞ-KUR vesaire- yakın bir gelecekte
emeklisine yardım yapamayacak hâle gelebilecektir. Emeklilerine maaş
veremeyen devlet değil, emeklisini daha da aç bırakan bir devlet
hâline dönüşeceğiz. diyor Sayın Ercan Kumcu. Ne zaman? 2002
yılında. Tabii, muhtemelen Sayın Kumcu AK PARTİ
yönetimlerinin işbaşına geleceğini bilmiyordu, muhtemelen o
güne kadar ülkeyi yöneten zihniyetlerin ya da siyasi partilerin ya da
anlayışların devam edeceği varsayımıyla böyle bir
yorum yaptı 2002 yılında. Reformlar da yapıldıktan
sonra diyor ki: Birkaç yıl sonra artık SSK, emeklisinin
maaşını ödeyemeyecek hâle geldi.
Şimdi, burada, belki
biraz bunların nedenlerine girmek lazım, bu nokta önemli. Yani, niye
SSK battı? Bu popülist yaklaşımla hep onları
konuşuyoruz, onlara biraz ayrıntılı bir şekilde
girmemiz lazım.
Şimdi, bakın, 1991
yılında SSK, Sosyal Sigortalar Kurumu -eskiden, biliyorsunuz SGKdan
önce bu vardı- 128 bin lira kâr eden bir kuruluş. En son kârı da
bu zaten. 1991 yılında SSKnın kârı 128 bin lira. Ondan
sonra zarar etmeye başlıyor 1992den itibaren ve devam ediyor. Neden?
Tabii, SSKnın zarar etmesinde ya da sosyal güvenlik sisteminin çökmesinde
-o zaman için söylüyorum- hükûmetlerin aldığı siyasi
kararların etkisi var, bunu inkâr etmiyoruz ya da almadıkları
kararların etkisi var, bunu yadsımak mümkün değil. Ama sadece bu
kadarla sınırlı değil. Bakın, ben birkaç tane size
örnek vereceğim şimdi değerli arkadaşlar. Aynı
zamanda, yolsuzlukla mücadele konusu konuşulur ve
tartışılırken de bunların hep dikkate
alınması ve unutulmaması gerekiyor.
Bakın, SSKda 1992
yılında bir ihale yapılıyor, aslında ihale
yapılmıyor daha doğrusu, çünkü davetiye usulü ihale.
Biliyorsunuz, eski ihale mevzuatımıza göre davetiye usulü diye bir
sistem vardı, şöyle olurdu: İdare, ihaleyi yapacak idare bu
ihaleye katılacak firmaları kendi tespit eder ve
çağırırdı. Diyelim ki sen, sen, sen, geliyorsun, ihaleye
giriyorsun. Herkes giremiyor ihaleye, idarenin belirlediği firmalar
katılabiliyor, davetiye usulü bu. O sistem şu anda yok, bizim dönemde
hiç uygulanmadı çünkü bizden hemen önce ihale mevzuatı
değiştirildiği için bizde böyle bir sistem yok. Bizim dönemlerin
tamamında kapalı zarf teklifi usulüyle yapıldı bütün
ihaleler. Bunu da antrparantez belirtmiş olalım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ya,
insaf be! Hep davetiye usulü ihale yapıyorsunuz!
AHMET YENİ (Samsun)
Dinle, dinle, öğren biraz!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bir ihale veriliyor. Bakın, ihale
rakamı ne kadar biliyor musunuz? SSKnın bir ihalesi, İstanbul
Göztepe Hastanesi onarım işi. Bir binanın onarım işi
değerli arkadaşlar. İşte bu, bir binanın onarım
işi, SSK Göztepe Hastanesinin onarım işi. Başlangıç
ihale rakamı ne kadar? 21 milyar lira. Tarih 1992, 21 milyar lira, hepsi
resmî rakamlar bunlar.
AHMET YENİ (Samsun)
Genel müdür kim, onu bilmiyoruz ki!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) İzin verin.
Bakın, 1998e kadar
inşaat devam ediyor. Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesinin onarım
inşaatı işi, başlangıç rakamı 21 milyar,
bitişi tahmin edin değerli arkadaşlar.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) Ne kadar?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 1998 bitiş. Başlangıç rakamı
21 milyar lira, bitiş rakamını tahmin edin.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bir
ihale ismini ver! Hangi ihale yapılmış?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 466 milyar lira değerli arkadaşlar. Tam
21 kat, 21 kat! (AK PARTİ sıralarından Vay be! sesleri)
M. YILMAZ HELVACIOĞLU
(Siirt) Helal olsun! (AK PARTİ sıralarından
Hırsızlar! sesleri)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bitmedi. Bakın, bu şekilde
aşağı yukarı tam 150 tane ihale var. İhale değil
aslında, davetiye usulü
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) Kime vermişler?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hepsini söyleyeceğim değerli
arkadaşlar, merakınızı gidereceğim.
Bakın, bir başka
ihale, Tunceli Sağlık Meslek Lisesi inşaatı.
İnşaata başlama tarihi 1993, yani ihale tarihi. İhale
değil aslında, ihale falan yok, verme var.
Çağırıyorsunuz ihaleye girecekleri, hepsi davetiye usulü. 23,6
milyar lira başlangıç ihale rakamı, bittiği zaman toplam
maliyet 195 milyar lira değerli arkadaşlar, artış
oranı yüzde 747.
Son olarak bir tane daha söyleyeceğim.
Tam 195 tane var bu şekilde, hepsi var, hepsinin rakamları var.
İstanbul Merdivenköy dispanser inşaatı, altı üstü bir bina.
1993te ihalesi davetiye usulüyle yapılmış, ihale bedeli 50
milyar lira, gerçekleşme bedeli tam 348 milyar lira değerli arkadaşlar,
yüzde 596.
İstanbul Göztepe
Hastanesi genel onarım inşaatının işini kim
almış? O dönemde bir sayın CHP il başkanı
almış ve Tuncelili bu vatandaşımız.
BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) Kime verilmiş?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Biraz önce okuduğum ikinci ihaleyi de Ali
Rıza Olcay diye bir vatandaşımız almış, tesadüf o
da Tuncelili.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) Tesadüfe bak!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) İstanbul Merdivenköy dispanser
inşaatı işini Sayın Adil Özçırpıcı
almış, o da Tuncelili. (AK PARTİ sıralarından Oo!
sesleri)
Daha garip olan nedir biliyor
musunuz değerli arkadaşlar, daha ilginç olan nedir: O dönemde bu
ihaleleri veren SSKnın Genel Müdürü Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu, o da Tuncelili. (AK PARTİ
sıralarından Bravo! sesleri, alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun)
Tesadüfe bak ya!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ben bütün bunların tesadüf olduğuna
inanıyorum değerli arkadaşlarım, bütün bunların
tesadüf olduğuna inanıyorum.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) Kamer Genç neredeymiş o zaman?
KAMER GENÇ (Tunceli)
İhale açık ihale, herkes alır ya!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, değerli arkadaşlar
KAMER GENÇ (Tunceli)
İhale açık ihale, herkes girer ya!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Açık ihale değil, bakın, tekrar
tekrar söylüyorum.
Biraz daha örnek vermem
gerekiyor anladığım kadarıyla, yeteri kadar etkili
olmadı değerli arkadaşlar.
Dört: Ankara Etlik dispanser
işi...
Bakın, altı
yılda bitirilemeyen, yedi yılda bitirilemeyen inşaatlar bizim
dönemimizde altı ayda bitiyor değerli arkadaşlar; üç ayda bitiriyoruz
biz, üç ayda. Altı ayda bitiyor, altı yılda bitmiyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bunların hiçbirinde
açık ihale yok, hiçbirinde istisnasız; bir kısmı davetiye
usulü yani müteahhitler seçilerek çağrılmış, verilmiş,
bir kısmında da sadece yönetim kurulu kararı var.
AHMET YENİ (Samsun)
Biraz daha yavaş anlat, yavaş.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Evet, tekrar ediyorum: Bu dönemde yapılan
hiçbir ihale -Sayın Kemal Kılıçdaroğlu 1992den 1999a
kadar Genel Müdürlük yapıyor kesintisiz bir şekilde- açık ihale
değil.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Cami onarım ihalelerine bak, camilere.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hepsi davetiye usulü verilen ihaleler yani
müteahhitler toplanıyor, çağrılıyor ve onlara veriliyor
-biraz önce de ihaleleri alanların kimliklerini söyledim- bir
kısmı da sadece yönetim kurulu kararıyla veriliyor, sadece
yönetim kurulu kararı, başka bir şey yok, yarışma
filan yok.
Dört: Ankara Etlik dispanser
inşaatı: Arkadaşlar, 31,7
KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, gerçek dışı konuşuyor, bir genel
müdürün ihale yaptığı nerede görülmüş?
NURETTİN
CANKİLİ (Devamla) Kayıtlar devletin kayıtları
bakın, gidin araştırın. Biz belgesiz konuşmayız
çünkü konuşmamın başında söyledim: Ya rakamlarla
konuşursunuz ya da masal anlatırsınız. Biz masal anlatmıyoruz,
rakamlarla konuşuyoruz değerli arkadaşlar, masal anlatanlar
belli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ankara Etlik dispanser
inşaatı: 31,7 milyar liraya ihalesi yapılmış,
verilmiş 1992 yılında, 253 milyar liraya tamamlanmış;
artış oranı yüzde 716. Değerli arkadaşlar, biraz önce
bir arkadaş AK PARTİ milletvekilleri hesap sorsun. dedi. Hem AK
PARTİ milletvekilleri hem siz hesap sorun, esas hesap sorulması
gereken bunlar, lütfen sorun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Cami ihalelerine hâlâ bir cevap vermedin.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, deyin ki: Yahu, Sayın Genel
Başkanımız, bunları bize izah eder misiniz? 23 milyar
liraya, 21 milyar liraya ihale edilen bir inşaat nasıl 466 milyar
liraya çıktı? Lütfen bunun bir izahını alın
değerli arkadaşlar.
Şimdi, diyorlar ki:
Efendim, eliniz kolunuz bağlı mı, gidin yargıya, açın
dava. Öyle değil. Bakın, bütün bunlardan sonra, biliyorsunuz,
sanıyorum 1999 yılında -lütfen düzeltin- bir af kanunu
çıkarıldı yani kamuoyunda da Rahşan affı olarak
bilinen bir af kanunu çıkarıldı ve hepsinin üzerine sünger
çekildi değerli arkadaşlar. Yani, o olmasaydı gerekeni elbette
yapacaktık, elbette yapılacaktı gereken, elbette hesap
sorulacaktı.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Eğer bir suistimal varsa buyurun sorun hesabını!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ama maalesef 2000 yılında çıkan
Rahşan Affı Kanunu, Af Kanunu bütün bunların üzerine gidilmesini
hukuken engelliyor değerli arkadaşlar. Yoksa, hesap sormanın nasıl
olacağını biz, daha doğrusu sistem, hukuk sistemi
göstermiş olacaktı.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
Sayın Başkan, AKPliler oy verdi mi vermedi mi? Biz o zaman yoktuk.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, sadece -isterseniz birkaç tane daha
vereyim, zaman da daraldı- kaynaklar heba edilmiyor. Bakın, son
olarak şunu söyleyeyim: Kastamonu Hastanesi dış cephe ve
çatı onarımı yani bir ayda, iki ayda yapılması
gereken, mümkün olan bir iş; öyle değil mi değerli
arkadaşlar? Çatı onarımı, dış cephe onarımı;
dış cephe onarımı da muhtemelen boya badana falan gibi bir
şey herhâlde. 16,9 milyar liraya ihalesi yapılıyor yine davetiye
usulü.
ABDULLAH ÖZER (Bursa) Af
kanununa Cemil Çiçek de oy verdi. 45 tane milletvekiliniz oy verdi o kanuna.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Haydarpaşa Garının çatısı mı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hayır, Dunan İnşaata
yapılıyor, Dunan İnşaat, onu da söyleyeyim, Haydar Baş
değil.
Ne zaman ihalesi
yapılıyor? 97de. Kaça bitiyor? 103,9 milyar liraya bitiyor
değerli arkadaşlar.
SIRRI SAKIK (Muş)
Yüreğin yetiyorsa OYAKa verilenleri de açıkla!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Kaç kat? 6 kat, yüzde 600. Bunlar dolu, yani bir
saat daha verilse, zamanım olsa bunları saymakla bitiremeyiz
değerli arkadaşlar. Zaten saymayacağım, ama isteyen
arkadaşlar olursa, bütün arkadaşlar için söylüyorum, bu bilgileri
paylaşmaktan onur duyarım, memnunluk duyarım değerli
arkadaşlar.
SIRRI SAKIK (Muş)
Sayın Canikli, bir sürü rakamlar verdiniz, Dersimden bahsettiniz,
yüreğiniz yetiyorsa OYAKa verilenleri de açıklayın!
BAŞKAN - Sayın
Sakık, arkadaşlar, böyle bir müzakere usulümüz yok, lütfen kimse
yerinden konuşmasın.
SIRRI SAKIK (Muş)
Bunları da söylesin Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın
Sakık, lütfen
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Son olarak şunu söylüyorum değerli
arkadaşlar: Sadece kaynaklar ihale yöntemiyle, bu şekilde heba
edilmiş değil SSKda. Başka yöntemlerle de kaynaklar heba
edilmiş. Yine, aynı dönemde tam 9.500 tane eleman işe
alınmış, 9.500 tane, evet. (AK PARTİ sıralarından
Sınavla mı almış? sesleri)
Hayır, o zaman ÖSYM
sınavı falan yok, sınavları kurumun kendisi yapıyor, yazılıyı
da kendisi yapıyor, sözlüyü de kendisi yapıyor; hâkim de kendisi,
savcı da kendisi, hepsi kendisi. Sistem böyle, komisyonlar kuruluyor
müdürlerden, amirlerden, memurlardan, onlar tarafından alınıyor.
Neyse, benim burada esas itibarıyla vurgulamak istediğim nokta
başka değerli arkadaşlar. Şimdi, bakın, bugün çok
şey söyleniyor, tabii birçok eleman alınıyor, eski hükümlü
faslından da alınıyor, biliyorsunuz mevzuatımıza göre
belli bir sayıda eski hükümlü ve sakat da, özürlü
vatandaşımızın da işe alınması gerekiyor.
Şimdi, burada dikkat çeken nokta şu: Eski hükümlü faslından
işe alınanların hemen hemen tamamına yakını
belirli suçlardan hüküm giymiş olanlar. Hüküm giymiş bakın.
Zaten, eski hükümlü kavramına girebilmesi için mahkûm olması
gerekir, hüküm giymiş olması gerekir. Bunlardan 100e yakın isim
var, ben birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım sadece:
Bakın, Ali Uludağ, işe alınan bir işçi, eski hükümlü.
Suçu şu: Yasa dışı Dev-Yol örgütü adına çeşitli
öldürme, bombalama, kurşunlama suçlarından dolayı müebbet hapis
almış, yatmış ve çıkmış. Hasan Ertürk,
işçi, eski hükümlü. Yine, Sayın Kemal Kılıçdaroğlunun
SSK Genel Müdürü olduğu dönemde Kurumun doğrudan kendi yaptığı
tasarrufla; o zaman sınav falan yok, ÖSYM falan yok, bunun tekrar
altını vurgulayalım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Tayyip Erdoğanın aldığı işçilere bak,
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Suçu nedir? Dev-Yol isimli örgüte üye olmak ve
örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak, anayasal düzeni cebren
değiştirmeye teşebbüs suçuna feran iştirak suçlarından
ağır hapis cezası almış, mahkûm olmuş,
çıkmış.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hüsnü Ertürk, yasa dışı Dev-Yol
örgütü ve Silahlı Devrim Birlikleri örgütü mensubu olmak, eylem ve
faaliyetlerinde bulunmak, öldürme olaylarına karışmak
suçlarından ağır hapis almış.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Mehmet Ardıç, eski hükümlü
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ayıp ya! Ayıp!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
yasa dışı THKP-C adlı
örgütü
Adam öldürmek, yaralamak ve patlayıcı madde atmak
suçlarından hüküm giymiş.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Büyükanıta çektiğiniz zırhlıyı
da anlat.
BENGİ YILDIZ (Batman)
Hırsızlık yapanları mı alsınlar? Rüşvet
yiyenleri mi alsınlar?
SIRRI SAKIK (muş)
Bunlar üzerinden siyaset yapma. Ayıp!
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Burada olmayanlar üzerinden
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Buradaki arkadaşlar da, bu bilgileri verince
onlar da rahatsız olmaya başladılar, nedendir bilemiyorum yani.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
İstanbul Belediyesini söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Mehmet Tanlak, çeşitli tarihlerde Dev-Yol
adına adam öldürmek
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ayıp yaptığınız. Burada olmayan
kişileri okuyorsun, ayıp yapıyorsun.
BAŞKAN Sayın
Kaplan
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
silahlı gasp, bomba atmak suçlarından
hüküm giymiş kişi.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ama burada olmayan kişilerle ilgili
BAŞKAN Sayın
Kaplan, lütfen
Biraz sonra sizin grup başkan vekiliniz çıkacak,
bunlara cevap verir. Lütfen sakin olun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Erdal Camcı, ideolojik nedenle adam öldürmek
suçuna iştirakten hüküm giymiş.
Habip Gürel, yasa
dışı silahlı örgüt kurup faaliyet göstermekten hüküm
giymiş.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
İstanbul Belediyesine alınanları da söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Devam edip gidiyor.
Değerli arkadaşlar,
tamam, eski hükümlü, bunlar da alınabilir, ona bir itirazımız
yok
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
Onların resimleriyle propaganda yapıyordunuz referandumda.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
İstanbul Belediyesini söyle. Tayyip Erdoğanın belediye
başkanı olarak aldıklarını da oku. Tarikatları
hep aldınız.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
ama eski hükümlü, sadece yasa
dışı Dev-Sol, Dev-Yol, illegal örgütlere üye olmanın veya
buradan mahkûm olmanın dışında hüküm giyen mahkûm yok mu bu
ülkede? Sadece onları alıyorsunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Özetlemek gerekirse
değerli arkadaşlar, popülizm, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan,
ülke gerçekleriyle uyumlu olmayan, bütçe imkânlarıyla, kaynaklarla uyumlu
olmayan taahhütler bu ülkeye geçmişte çok büyük zarar verdi.
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya)
AKP de hırsızları alıyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bugünlere tekrar onların izlerini görmeye
başladık ama biraz önce rakamlarla ifade etmeye
çalıştığım gibi, böyle bir kaynağın
kesinlikle
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya)
Sayın Canikli, güzel bir illüzyon yaptınız, helal olsun!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
Gören de başarılı bir iktidarın grup başkan vekili
sanacak.
BAŞKAN Evet,
Sayın Canikli, süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum bir dakika, lütfen
Genel Kurulu selamlayın efendim.
Buyurun.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biz son yedi yılda 291
milyar lira kaynak oluşturmuşuz ve ülkenin kalkınması için,
yatırımlar için, emekli için, işçi için, köylü için, memur için
vermişiz, dar gelirli için vermişiz, özürlü vatandaşımız
için -rakamlarını ayrıntılı verdim- aktarmışız.
Biz sözümüzü vermişiz ve yerine getirmişiz. AK PARTİ hükûmetleri
sözünü vermiş, yerine getirmiş. Sayın
Başbakanımız sözünü vermiş ve yerine getirmiş.
Sayın Başbakanımızın sözünün bir
karşılığı var değerli arkadaşlar, bir
karşılığı var. Somut rakamda bu en az
Nedir
karşılığı? Son yedi yılda 291 katrilyon lira, en
az 291 katrilyon lira ama Sayın Kılıçdaroğlunun
verdiği sözlerin karşılığının bir
kuruşu yok.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Deniz Feneri, Kombassan
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yani şöyle olmuş olsaydı,
eğer rakam 15-20 bin liralık bir rakam olsaydı veya 30 bin
liralık, 50 bin liralık, yani olabilirdi, inanabilirdik, en
azından hiçbir şey bulamazsa kendi imkânlarıyla
karşılayabilirdi maaşından, ama böyle bir rakamı, bir
yılda 200 katrilyon, dört yılda 800 katrilyon liralık bir
kaynağı çıkarması mümkün değil. Türkiye bunlardan çok
çekti.
O yüzden, bakın
değerli arkadaşlar, şimdi, sadece Türkiyede değil,
popülist yaklaşımları
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Canikli,
ek süreniz de doldu efendim. Lütfen
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Canikli.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Başkan
Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, bir şey söyleyeceksiniz herhâlde.
Buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Konuşmacı,
konuşmasında
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Biraz da Deniz Fenerinden bahsetseydin, Kombassandan
bahsetseydin.
BAŞKAN Bir saniye
arkadaşlar
Lütfen
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon)
Genel Başkanımız Sayın
Kılıçdaroğlunun söylemediği şeyleri söylemiş
gibi cümleler kullandı.
SONER AKSOY (Kütahya)
Muharrem Bey de aynı şeyi yaptı ya!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Genel Müdürlüğü, SSK Genel Müdürlüğü
döneminde, hapse mahkûm olmuş olan kişileri kanuna aykırı
bir şekilde işe aldı gibi, kanuna uygun olmayan bir
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Kanuna aykırı. demedim.
AHMET YENİ (Samsun)
Öyle bir şey demedi, doğruları söyledi.
MEHMET OCAKDEN (Bursa)
Mevzuata uygun. dedi.
BAŞKAN Üç dakika
içerisinde özetleyin lütfen.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Lütfen yeni bir
sataşmaya mahal vermeyin.
III.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Sayın Canikli, konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı Sayın Kılıçdaroğlunun vaatlerini
irdelemeye çalışırken cümleleri sanıyorum yetersiz
kaldı, Sayın Kılıçdaroğlunun SSK Genel Müdürlüğü
dönemine gitti, 200 katrilyonluk bir kaynak gerekiyor. dedi.
VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) Ayinesi iştir kişinin...
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Beklerdim ki bu kaynak hangi hizmet için ne
kadardır, böyle bir rakam versin. Anlaşılan böyle bir
çalışmayı yapmamış, hatta katrilyondan YTLye, YTLden
TLye geçtiğimizi de unutmuş, abartarak bir şeyler söylüyor.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
Gerici, gerici!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Şimdi, şunu söyleyeyim: Devlet
memuriyetine girmenin şartları 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda belirtilmiştir. Bir kişi eğer hapse
mahkûm olmuş ve mahkeme kararında kamu hizmetlerinden mahrumiyetine
karar verilmiş ise hiçbir kamu görevlisi onu işe alamaz. Hukuk, yasa
böyle karar vermediği hâlde, siz yasa dışında bir uygulama
mı istiyorsunuz? Sizin sıralarınızda acaba, 2000 öncesinde,
80 öncesinde hapse girmiş, hapiste kalmış
arkadaşınız yok mu? Bakanlar Kurulu sıralarında yok mu
hiç hapse girmiş arkadaşınız? Hapse girmek suç mudur? Bu
mudur?
SUAT KILIÇ (Samsun) Hangi
suçtan hapse girdiği
Dev-Yol, Dev-Sol
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Sizin hukuk devleti anlayışınız
bu mudur?
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Hikmetyarın adamlarını aldınız, Hikmetyarın,
İstanbul Belediyesine!
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
Onların önünde ağlıyordunuz, ağlıyordunuz!
BAŞKAN Lütfen
sayın milletvekilleri
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) İhaleler
diyorsunuz. Siz, şimdi,
90lı yıllarda SSK Genel Müdürlüğünün ihalelerinden örnek
veriyorsunuz. O kadar eskiye gitmeye gerek yok. Kuşadası Limanı
özelleştirmesi: Hukuksuz bir şekilde Ofere verilmiştir
Özelleştirme İdaresinin yetkisi olmamasına rağmen.
Sayın Başbakan Oferi tanımıyorum. demişti,
öğleden sonra Ya, galiba görüştüm. akşamüzeri de Evet,
görüştüm. dedi. İhaleyi böyle yaptınız!
TÜPRAŞın yüzde 14,76sının satışında 400
milyon dolarlık hazine zararı mahkeme kararıyla tespit
edilmiştir, Yargıtay kararıyla onaylanmıştır.
Nerede? Niye bunu tahsil etmiyorsunuz? Niye bunu tahsil etmek yerine Plan ve
Bütçe Komisyonundaki torba yasaya bir madde eklemeye çalışarak
affetmeye çalışıyorsunuz?
SONER AKSOY (Kütahya)
Sayın Başkan, sataşmalara cevap verecekti
AHMET YENİ (Samsun)
Nurettin Beye cevap verecektiniz
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Yolsuzluklara ortak olan bir parti varsa bu Adalet
ve Kalkınma Partisidir.
Bakın, siz, Sayın
Canikli, Giresun Milletvekilisiniz, beklerdim ki
Ben burada bir konuşma
yaptım, fındık üreticisinin 2004 yılındaki don
afetinden 169 milyon liralık alacağı var, Hükûmet bunu
gasbetti. diyorum, çıkıp Hayır, Hükûmet, devlet gasbetmez, biz
bunu ödeyeceğiz. deme cesaretini gösteremiyorsunuz.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi
biraz önce, Sayın Başbakanımızı ve Hükûmetimizi
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, çok iyi niyetli olarak, açıklama yapmak üzere grup
başkan vekili arkadaşlarımıza söz veriyorum ama bu
birbirini takip etmemeli.
Sayın Canikli, buyurun
efendim.
Bir saniye, bir saniye
Ne
istediğinizi bilmiyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Biraz önce Sayın Hamzaçebi
konuşmasında hem Sayın Başbakanımızı hem de
Hükûmetimizi haksız bir şekilde suçlayan bir ifade kullandı,
onunla ilgili olarak sataşmadan söz istiyorum Sayın
Başkanım.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hiç de suçlamadı, açıklama getirdi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Suçlama yoktu efendim.
BAŞKAN Şimdi, bir
saniye
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Efendim, Kuşadası ihalesiyle ilgili, Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Ben büyük bir
dikkatle takip ettim. Tabii, Sayın Hamzaçebiye, Sayın
Kılıçdaroğluna yönelik iddialara cevap vermesi için,
sataşma nedeniyle, Grup Başkan Vekili olduğu için söz verdim ama
tabii, o da Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve
Sayın Başbakanla ilgili birtakım iddialarda bulundu. Bu nedenle,
hak ve nasfet bu iddialara karşı da AK PARTİ Grup Başkan
Vekiline söz vermemi gerektiriyor. Üç dakika içinde
Ama yeni bir sataşmaya
lütfen mahal vermeyin çünkü birbirini takip etmesin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Trabzon Milletvekili
Mehmet Akif Hamzaçebinin, Hükûmete ve Başbakana sataşması
nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Esasında biraz önce
Sayın Konuşmacının suçlama yaptığı konuyla
ilgili olarak müteaddit defalar bizim konuşmacılarımız
tarafından çok net cevaplar verildi, Kuşadası Limanıyla
ilgili, değerli arkadaşlar. Bakın, o ihale yürürlükteki ihale
mevzuatına göre yapılmıştır. Biraz önce
konuşmamda da müteaddit defalar belirttim, şu anda uygulanan, yani
2003 yılından beri, AK PARTİ hükûmetleri iktidara
geldiğinden beri uygulanan ihale mevzuatına göre hiçbir şekilde
bir kişiye özel olarak davetiye usulü ya da başka özel bir yöntemle
ihale verilmesi kesinlikle söz konusu değildir.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Balıkesir SEKA pazarlık usulüyle verildi.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) 2003 yılından itibaren bu kapı
kapalıdır. Ta 2001 yılında çıkmıştır bu
kanun ama ağırlıklı olarak uygulaması bizim dönemde
olmuştur.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Samsun-Ceyhan petrol boru hattı ihalesiz verildi.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Herkesin girebildiği, isteyen herkesin
girebildiği açık bir ihale söz konusuysa orada yolsuzluk olur mu
değerli arkadaşlar, soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyun.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Samsun-Ceyhan ihalesiz verildi.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yani isteyen girebiliyor, şartlar eşit,
özel bir ayrıcalık sağlanmıyor, herhangi bir kişinin
ya da birinin girmesi
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Balıkesir SEKAdan bahset, Samsun-Ceyhandan bahset.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
ya da girmemesi için ihaleye, bir durum söz
konusu değil, bir baskı söz konusu değil. Böyle bir tespit var
mı? Yok. O zaman böyle bir ihalenin yolsuzluğundan, yasa
dışılığından söz edilebilir mi? Edilemez.
ABDULLAH ÖZER (Bursa)
Kişiye özel şartlar koyuyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, biraz önce Sayın Hamzaçebi
fındık meselesinden bahsetti değerli arkadaşlar. Biz, iki
yılda, 2007 ve 2008 yıllarında alınan fındıklar
için, tarihinde hiç görülmemiş bir rakam aktarıldı oraya. Hatta,
başka arkadaşlarımız, başka bölgedeki milletvekilleri
ya da sizlerden de arkadaşlarımız tarafından da zaman zaman
eleştiri konusu oldu. İki yılda aktarılan kaynak 3
katrilyon lira değerli arkadaşlar, açın bakın. AK
PARTİ Hükûmete geldiğinde, fındığın bir kilosu
1,5 liraydı piyasada, 1,5 liraydı. Madem açtınız, onun için
söylüyorum, 1,5 liraydı. Şu anda ne kadar? 4,5-5 lira civarında.
Hiç ezdirilmedi, tarımla uğraşan hiçbir
vatandaşımız, çiftçilerimizin hiçbirisi ezdirilmedi,
inanılmaz kaynaklar aktarıldı.
Yine bir rakam vereyim
bakın, masal olmasın: 2002 yılında, tarım kesimine
yapılan aktarmalar, bütçe içinden, doğrudan Tarım
Bakanlığı bütçesi üzerinden ve onun dışında
diğer kurumlar üzerinden yapılan aktarmaların toplamı 2,3
milyar lira iken 2010 bütçesinde bu rakam 8,4 milyar liradır değerli
arkadaşlar. Yani, Ziraat Bankasının sıfır faizle
verdiği kredinin sübvansiyonu için ayrılan kaynak da dâhil olmak
üzere, buna benzer, Tarım Bakanlığı
dışındaki kaynaklar da dâhil olmak üzere, tarihin hiçbir
döneminde, tarım kesimine bu kadar büyük kaynak
aktarılmamıştır, aktarılmaya da devam edecek.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Tarım battı ya!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Çiftçimizin bunu hak ettiğini biz biliyoruz,
o nedenle tarımda üretim artıyor, sıkıntılara
rağmen üretim artıyor. Tarımda, bakın,
çalışanların sayısında ciddi oranda bir azalma var.
Tarımda istihdam edilenin payı 36dan 26ya düşerken üretim
artıyor. Neden? İşte, aktarılan kaynaklar, orada
verilmeyenin artırılması nedeniyle. Fındık da dâhil
olmak üzere, narenciye, aklınıza gelen bütün ürünler için, buğday
üreticisi için, hububat üreticisi için, hayvan üreticileri için, inanılmaz
kaynaklar aktarılmıştır, aktarılmaya da devam
edecektir, bundan yana hiçbir problem yoktur değerli arkadaşlar. Bu,
fındık üreticileri için de geçerlidir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Trabzon) 169 trilyonu ödeyebilecek misiniz Sayın
Canikli?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bahse konu husus, dondan afet gören hususla
ilgilidir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Soruya cevap vermedi ki!
BAŞKAN Sayın
Canikli, teşekkür ediyorum.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) 169
ne olacak, 169?
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Genç, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, biraz önce, Sayın Canikli, Sayın Genel
Başkanımızın Tuncelili olduğunu ve Tuncelililerden 3
kişiye inşaat verdiğini söyledi. Bu konuyu, müsaade edersiniz,
ben Tunceli Milletvekili olarak
BAŞKAN Sayın
Genç, Sayın Kılıçdaroğluna yönelik iddialarla ilgili, Grup
Başkan Vekilinize söz verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, ama Tunceliyi kastetti bakın, Sayın Başkan
BAŞKAN Sizin Tunceli
Milletvekili olmanız
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama,
dedi ki
BAŞKAN -
Tunceliyle
ilgili bir söz söylendiğinde size söz verme hakkı doğurmaz.
Bakın
KAMER GENÇ (Tunceli)
Nasıl doğurmaz efendim? Tuncelililer hakkında bir söz söylerse
nasıl doğurmaz?
BAŞKAN Öyle bir
şey olabilir mi?
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan
BAŞKAN Lütfen
Lütfen
KAMER GENÇ (Tunceli)
Tuncelililere iftira attı. Orada dedi ki: 3 tane
BAŞKAN Bakın,
ben
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, bir beni dinler misiniz?
BAŞKAN Sayın
Genç, ben Sayın Caniklinin konuşmasını büyük bir dikkatle
takip ettim.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, dedi ki
BAŞKAN Dinleyin bir
dakika.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bir
dakika Sayın Başkan
(AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Bir dakika
KAMER GENÇ (Tunceli)
İş verdiği
BAŞKAN Bir dakika
KAMER GENÇ (Tunceli)
Bakın, Sayın Başkan
BAŞKAN Bir dakika
Burada sözü ben veririm.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, dedi ki
BAŞKAN Burada sözü ben
veririm. Ben konuşacağım, sonra size söz verirsem
konuşacaksınız. Bir dakika susun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Peki,
söyleyin.
BAŞKAN Sayın
Canikli dedi ki: Bunun tesadüf olduğuna inanıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Hayır efendim, dedi ki: Sayın Kemal Kılıçdaroğlu
Genel Müdürken 3 tane ihale verdi. dedi.
BAŞKAN Burada bir
sataşma, Tuncelilileri rencide edecek bir ifade kullanmadı.
KAMER GENÇ (Tunceli) 3ü
de Tuncelili. dedi.
BAŞKAN Efendim,
olabilir.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, Ali Özcan Tuncelili değil.
BAŞKAN Ancak bir
ithamda bulunmadı.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, bir dakika
Ama rica ediyorum
Ayrıca da Tuncelide bir
lise -sağlık meslek lisesi- yapıldı.
BAŞKAN Efendim, lütfen
oturunuz. Böyle bir
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan
BAŞKAN
sizin
şahsınıza yönelik bir sataşma yok...
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, taraflı hareket ediyorsun! (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Kamer Genç
ismine yönelik.
Lütfen oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Taraflı hareket ediyorsun!
BAŞKAN Oturun
yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ben
sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN Oturun
yerinize, öyle şey olmaz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim
ilime iftira atıyor efendim!
BAŞKAN Öyle bir
şey olmaz. Lütfen oturun yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli)
İftira atıyor benim ilime!
BAŞKAN Burası
şov yeri değil, lütfen otur yerine.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Beyefendi, burası bilmem neresi değil!
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam ediyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, ısrar ediyorum sataşmada.
BAŞKAN Şimdi söz
sırası Barış ve Demokrasi Partisi adına
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, sataşmada ısrar ediyorum, oylatın.
BAŞKAN Lütfen oturur
musunuz yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Hayır efendim. İç Tüzüke göre, sataşmada ısrar ediyorum,
oylatın.
BAŞKAN Sizin
şahsınıza yönelik herhangi bir sataşma söz konusu
değil.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, benim ilime sataşma var.
BAŞKAN Lütfen oturun
yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Bakın, AKP zamanında 1 tane Tuncelili alınmıyor işe.
BAŞKAN Lütfen
oturunuz, öyle şey olmaz. Kaldı ki Grup Başkan Vekilinize söz
verdim.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Tuncelide deprem oldu, bir tek bakan gitmedi.
BAŞKAN Sayın
KAMER GENÇ (Tunceli) Hâlâ
Tuncelideki depremzedelere 1 kuruş para, doğru dürüst bir
yardım gönderilmedi.
BAŞKAN Lütfen oturur
musunuz yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sen
nasıl Meclis Başkanısın!
BAŞKAN İdare
amirleri, lütfen Sayın Milletvekilini yerine oturtur musunuz.
İşlem
yaptırmayın bana, lütfen
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sataşmada ısrar ediyorum.
BAŞKAN Lütfen
KAMER GENÇ (Tunceli) Israr
ediyorum efendim, oylatın.
BAŞKAN Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına 2 sayın milletvekili
arkadaşımız konuşacaklar.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, ısrar ediyorum.
BAŞKAN Otuzar dakika
süreleri var.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, duyuyor musun?
BAŞKAN Sayın
Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, sataşmada
ısrar ediyorum, oylatın o zaman.
BAŞKAN Sayın
Genç, bakın, şu Parlamentonun en tecrübeli milletvekillerinden
birisiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, bakın, İç Tüzükü aç oku, diyor ki: Kendisine
sataşılan kişi eğer
BAŞKAN Hangi hâlde söz
verilir, hangi hâlde sataşmadan söz verilir, bunu en az bizim kadar
biliyorsunuz. Sizin şahsınıza yönelik herhangi bir sataşma
söz konusu değil.
KAMER GENÇ (Tunceli)
İlime sataşma var efendim, ilime sataştılar. O il
gönderiyor beni buraya.
BAŞKAN Sayın
Kılıçdaroğlunun iddialarıyla ilgili sataşmadan söz
verdim, Sayın Grup Başkan Vekili konuştu. Lütfen oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, ben sataşmada ısrar ediyorum.
BAŞKAN Lütfen
oturunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli)
İç Tüzüke göre oylatın efendim.
BAŞKAN Lütfen oturunuz
yerinize.
KAMER GENÇ (Tunceli) Yalan
söylüyor! Bir defa, o işi alanlar Tuncelili değil.
II.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/960) (S. Sayısı: 575) (Devam)
2.- 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve
Kurumların 2009 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/905, 3/1261) (S. Sayısı: 576) (Devam)
BAŞKAN Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu adına ilk söz Batman Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Bengi Yıldıza aittir.
Sayın Yıldız,
buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakikadır
efendim.
BDP GRUBU ADINA BENGİ
YILDIZ (Batman) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum.
Tabii, biraz önce burada
yapılan konuşmalarda
Aslında, yasalarımıza göre,
hükümlü kadrolarından işe alınmanın koşulları
bellidir. Bunlar siyasal suçlardan, başka suçlardan
alınmış. şeklindeki bir değerlendirmenin çok
doğru bir değerlendirme olmadığını
düşünüyoruz. Siz de belki takdir hakkınızı kullanarak, o
hükümlü kadroları arasında, mesela, rüşvetten,
hırsızlıktan yatmış olanları
alırsınız. Bu genel bir tercih meselesidir.
Dolayısıyla bu meseleleri çok da, yasalara uygun olduğu için,
dillendirmemek lazım.
Adalet ve Kalkınma
Partisinin bütçesini nitelendirmemiz gerekirse, belki Fakirden alıp
zengine verme bütçesi. olarak nitelenebilir çünkü çok zengin
yarattınız bu dönemde. Sizin o görünmeyen el teoriniz hep
fakirlerin cebinden çıkarıp zenginlerin cebine aktardı sizin
iktidarınız döneminde. Belki başka bir adlandırma da
yapabiliriz: Altın yumurtlayan tavuk. Mesela, TÜPRAŞı,
Tekeli, şeker fabrikalarının hepsini özelleştirdiniz,
toprakları satıyorsunuz. Yani altın yumurtlayan tavukları
kesiyorsunuz, kısa vadede bütçenizi dolduruyorsunuz ama sonuçta
milyonlarca insan işsiz kalıyor. Sonra da tütünü gidip Amerika Birleşik
Devletlerinden alıyorsunuz, onların sigarasını bu halka
kullandırıyorsunuz. Bu da bir tercihtir, bu da Adalet ve
Kalkınma Partisinin bir tercihi olarak nitelenebilir.
Bütçe
tartışmaları birileri için kuru, teknik ve anlaşılmaz
kavramların tekrarlandığı bir münazara ortamı olarak
görülebilir ancak emekçiler, Kürtler, Aleviler, meşhur deyimle,
gayrimüslimler ve ötekileştirilen kesimler açısından
geleceğimizin tartışıldığı bir süreçtir
aslında. Ekonomik kaynaklarımız, savaşa, talana, sermayeye
mi peşkeş çekilecek, yoksa daha çok iş, aş,
sağlık, eğitim, adalet, yol, su, daha demokratik bir ülke
özlemimize mi harcanacak? Bu ülke, askerî ve bürokratik vesayetten kurtulacak
mı, yoksa hamasi nutuklarla ve yapay düşman söylemleriyle
geleceğimiz ipotek altına mı alınacak? Hepsinin
cevabı, bu bütçedeki kararlarımızla veriliyor. Geleceğimiz
burada şekilleniyor.
Sayın
Cumhurbaşkanımız, yasama yılının
başlangıcında burada önemli konuşmalar yaptı.
İşte, seçimlere gittiğimiz bir ortamdayız. O
konuşmadan geriye kalan şu gök kubbede bir hoş seda sanki. Ne
demişti Sayın Cumhurbaşkanımız, bir
hatırlayalım ve onun gereğini ne kadar yaptık,
tartışalım hep birlikte.
Ülkemizin demokrasisinin ve
siyasetinin daha iyi işlemesi ve daha verimli olması için üç önemli
hususa dikkat çekmek istiyorum.
Öncelikle vurgulamak istediğim
husus: Türkiye Büyük Millet Meclisinde siyasi temsilin
derinleştirilmesinin ve çeşitlendirilmesinin
sağlanmasıdır. Temsilin derinleştirilmesi ve
çeşitlendirilmesi, kendi içimizdeki tüm farklılıkları
siyasete yansıtacaktır. Ülkenin tüm önde gelen siyasi
akımlarının temsil edilmediği bir meclis, eksik bir meclis
olacaktır. Bu anlamıyla siyasal istikrar ve çoğulcu temsil
birbirini dışlamaz, dışlamamalıdır.
Olgun bir demokrasi için
altını çizmek istediğim ikinci önemli husus:
Katılımın daha da teşviki ve güçlendirilmesi meselesidir.
Sadece siyasi partilerin değil, sivil toplum kuruluşları
aracılığıyla toplumun tamamının siyasal sürece
katılması önemlidir.
Demokrasinin olgunluğu,
ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın
teşviki ve güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir. Ancak, bugün
geldiğimiz noktada, demokratik sistemin kendini yenilemesi ve vizyonunu
küresel standartlara yükseltmesi için siyasetçilere düşen çok önemli
görevler vardır. Bu görev, siyaset dilinin yenilenmesi görevidir.
Siyaset dilinin mahiyetinin
sonuçları belirlediğini biliyoruz. Siyaset dili yapıcı da
olabilir, yıkıcı da ve farklı bakış
açılarını kutuplaşma olarak görmek,
olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın
tezahürüdür. Bu farklılıklar, dışlama, tahkir etme, yok
sayma, kültürel bölünme değil, tam tersine demokratik zenginliğin bir
göstergesi olarak ele alınmalıdır. ve yargılama
süreçlerine ilişkin değerlendirmeleri oldu.
Yargılama sürecindeki
gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun, tutukluluğu fiilî bir mahkûmiyet
durumuna dönüştürmemesi gerekir. Bu tür aksaklıkların
düzeltilmesi ve geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farklı
olmadığı anlayışı ile gerekli yasal düzenlemelerin
en kısa zamanda hayata geçirilmesi gereğinden bahsetmiştir.
Bu yargılamaları
biliyoruz, KCK adı altında Kürt siyasal muhalefeti cezaevine
tıkıldı, referandumda evet cephesinde yer almayan Türkiye
demokrasi güçleri Devrimci Karargâh adı altında cezaevlerine
tıkıldı ve benzeri birçok muhalefet eden kesimlerin
susturulduğu bir ortamla karşı karşıyayız.
Açık ve net bir
şekilde ifade etmek gerekirse dünkü sorunlarımız zamanında
çözülmediği için bugüne dek büyüyerek gelmiştir. Aynı
şekilde bugün çözmezsek bunlar yarına miras kalacak ve bu çözümleri
de giderek zorlaştıracaktır. Bu bağlamda, demokrasimizin
sürekli geliştirilmesi, reformların kesintisiz sürmesi elzemdir.
Unutmayalım ki bu süreç, ülkemizi her bakımdan daha güçlü hâle
getirecektir. Bu sorunları cesaretle çözmek yerine siyaseten
kullanılmasının ileride bize çok büyük maliyetler
getireceğini bir kez daha hatırlatmak isterim ve sorunların
çözümünü ertelersek gelecek nesilleri çok daha çetrefilli bir sorunlar
yumağıyla karşı karşıya bırakırız.
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak konuyu tüm yönleriyle,
tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek konuşuyorum. Bu
sorunu büyük bir kararlılıkla biz çözmeliyiz. Gücümüzün,
potansiyelimizin, beraberliğimizin değerini hiçbir zaman
unutmayalım ve bu işi çözmenin yegâne yeri de Türkiye Büyük Millet
Meclisidir. diye Sayın Cumhurbaşkanımız vurgu
yapmıştı. Bugüne kadar, bu alanda Adalet ve Kalkınma
Partisinin, Sayın Cumhurbaşkanının belirttiği siyasal
temsiliyetin yansımasından tutun da adaletin tecelli etmesine kadar
ve bu problemlerin bu Parlamentoda tartışılmasına kadar
hiçbir adım atmadığını çok rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Yeni, sivil bir anayasa
yapacağız. deniliyor. Toplumun tüm kesimleri bu anayasa sürecini
tartışmalıdır. diyoruz. Ancak Kürtler, Aleviler, emekçiler
yeni anayasa önermelerinde bulunduklarında kıyameti
koparıyorsunuz. İşte, Diyarbakırda Demokratik Toplum
Kongresi ve Özerklik Çalıştayı bu amaçla toplandı. Burada
herkes önermelerde bulundu. Birçok aydın, yazar bu toplantıya çağrıldı,
katılanlar oldu. Gizli kapaklı değil, yasal ve meşru
zeminde yapılan bu düşünce açıklamalarını niye
illegalize ediyorsunuz? Niye düşünceyi, projeleri, taslakları
suikast kavramıyla açıklıyorsunuz? Ortaya bir çözüm projesi
koymadığı gibi, çözüm önermelerine de bu şekilde
yaklaşan bir hükûmetle karşı karşıyayız.
Hâlbuki Sayın
Başbakan 29 Haziran 2010 tarihli grup toplantısında şöyle
diyordu: Sorunu inkâr edenler, görmezden gelenler, başını kuma
gömenler çözümü de anlayamazlar, algılayamazlar. Asırlara sari bu
meseleyi birkaç paket açıklayarak, birkaç yasal düzenleme yaparak
çözemezsiniz. Milletin derdine derman olma yolunda kimin elinde bir çözüm
önerisi varsa kimin bir teklifi varsa art niyetsiz, ön yargısız bir
şekilde ona kulak veririz, dinleriz, söylediklerini de dikkate
alırız. diyordu Sayın Başbakan.
Türkiye bu meseleyle
geleceğe yürüyemez. Bu meseleyi çözmekten, bu meseleyi artık geri
bırakmaktan başka önümüzde hiçbir seçenek yok. Bu sözler, altı
ay önce bu Meclis kürsüsünden dile getirildi. Başbakan, kimin ne çözümü
varsa dinleyeceklerini açıkça deklare etti. Şimdi, biz bir çözüm
projesi ortaya koyduk: Demokratik özerklik dedik, iki dilli yaşam
dedik. Öneriyi ortaya koyduk, aldığımız karşılık,
Sayın Başbakandan tutun da Hükûmet yetkililerine kadar herkesin
savcıları göreve çağırdığı bir cevapla
karşı karşıya kaldık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dünya bu sorunlarını nasıl
konuşuyor, nasıl tartışıyor? Birilerinin
söylediği gibi gerçekten dünya üniter, tekilci bir devletten yana mı
tavır koymuş yoksa federasyondan tutun da özerkliklerin
yaşadığı, bölge düzeyinde oluşumların
yaşandığı bir dünyayla mı karşı
karşıyayız? Dünya coğrafyasını,
haritasını karşına aldığında, Amerika
Kıtasından Asya Kıtasına kadar her yerde en güçlü demokrasilerin
federatif, özerk, bölgesel düzeyde, kendi vatandaşını
yaşama katan yönetimler olduğunu görüyoruz. İşte, Kanada on
eyaletten oluşan dünyanın en demokratik ülkelerinden birisi. Hemen
altında Amerika Birleşik Devletleri, hemen altında Meksika, hemen
altında Brezilya. Geçelim Avrupaya: İngiltere Galleri,
İrlandası, İskoçyası ve bölgesel yönetimleri. Belçika
hakeza, Almanya öyle, İsviçre öyle. Fransa, merkezî yetkilerinin
tamamına yakınını hemen hemen yerellere devretti,
İtalya bölgesel yönetimlere geçti. İspanya, o çokça
tartıştığımız İspanya on beş-on
altı tane özerk bölgeden oluşuyor. Ve Asyanın en güçlü
demokrasisi, işleyen demokrasisi, dünyanın en kalabalık
ülkelerinden birisi Hindistandır. Hindistan federal bir ülkedir. Rusya
Federasyonuna bakın, 22,5 milyon kilometrekarelik bir coğrafya,
onlarca özerk bölge var içinde.
Şimdi, bu ülkelerin
hepsi dünyanın en gelişmiş, en demokratik, en istikrarlı,
en güçlü devletleri ama biz Türkiyede demokratik özerkliği
tartıştığımızda, yerellere yetki aktarılsın
dediğimizde, çok dillilik dediğimizde... Ki İsviçreyi unuttum,
Konya gibi bir yer, bilmem kaç tane kantonu var, beş tane de resmî dili
var.
Şimdi, dünya, bu
sorunlarını böyle çözmüş. Biz, bunların hepsini öteleyerek,
görmezden gelerek çok kültürlü, çok dilli bir mirasın sahibi, Osmanlı
İmparatorluğundan kalan bir ülke olarak tekleştirici,
ötekileştirici, inkâr edici bir söylemle ülkemizin sorunlarını
çözemeyiz. Dolayısıyla bu ülkeler bölünmüyorsa bu
tartışmalar da bu ülkeyi bölmez, tam tersine bu tartışmalar
olmadığı zaman, bastırıldığı zaman esas
bu ülke bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Demokratik açılım
söylemi vardı Hükûmetin bir yıl, bir buçuk yıl önce. İçine
ne koydunuz? Sayın Hükûmet yetkililerinden bazıları bizim çok
dilli ve demokratik özerklik tezimize suikast dediler, Sayın Meclis
Başkanımız palavra dedi. Bu sürece bakalım, Kim palavra
attı? meselesini bir ele alalım.
Şimdi, demokratik
açılım, Kürt açılımı, millî birlik beraberlik
açılımı dediğiniz, bu halka pazarladığınız,
bir ölçüde de tek bir adım atmadan bu toplumu
kutuplaştırdığınız o projenin içerisinde, o
palavranın içerisinde çıka çıka Siz köylerinizin, ilçelerinizin
isimlerini değiştirebilirsiniz. dediniz fakat şimdi bölgede
birkaç tane tabela asıldı diye veyahut Kurtalan Belediyesi çöp
kutularının üzerine Kürtçe yazdı diye çöp kutularını
toplatıyorsunuz, o köylerin isimlerinin Türkçe yanında Kürtçe
yazılmasını da çok yadırgadığınızı
söylüyorsunuz. On yıl önce de biz -Ben Batman Belediyesinde Belediye
Başkan Danışmanıydım- mahallelerimizin,
caddelerimizin, bulvarlarımızın ismini Kürtçe koyuyorduk ama on
yıl sonra siz hâlen bu tabelaları bölücülük,
parçalayıcılık, suikast olarak niteliyorsunuz. Hâlbuki bu halka
pazarladığınız tek şey buydu.
Bu köylerin, kasabaların,
illerin isimlerini kim değiştirdi? Bir kanunla değiştirdi.
Eğer gerçekten iade etmek istiyorsanız siz de bir kanunla bu
köylerin, kasabaların ismi 1960larda, 1950lerde neyse o şekilde
konuşulmasını, adlandırılmasını yasal bir
teminata kavuşturursunuz. Kim yapacak bu işi? deniliyor.
İllerde il encümenleri, belediye meclisleri yapacak. Bu yetki zaten var
orada ama bunu bile
Biz Pazarda, çarşıda, hayatın her
alanında kendi ana dilimizi konuşacağız. dediğimizde
kıyamet koparıyor. Zaten bunu konuşuyorduk biz. Bunu Bir dilin,
bir kültürün yok olmaması için daha fazla kullanılması gerekir.
şeklinde Barış ve Demokrasi Partisi söylediğinde Siz
söylemeyin, onu ancak biz söyleriz. Ne zaman, nerede konuşacağınızı
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, Sayın Başbakan kendi seçim
malzemesi yapacak. Seçimden seçime gidecek, diyecek ki: Her şey özgür.
Biz izin verdik, konuşabilirsiniz, çarşıda, pazarda, manavda
konuşabilirsiniz.
Ve sizin 2004
yılındaki Kamu Reformu Yasanız ortadadır, iyi ki de
yapmışsınız. Öyle bir teklifte bulunmuştunuz, her ne
kadar Sayın Cumhurbaşkanımız bunu üniter devletin
yapısına aykırı bulduysa da. Sizin o zamanki önermeleriniz
palavra mıydı Kamu Reformu Yasasını çıkarırken?
Mesela ne diyorsunuz: Millî savunma, sosyal güvenlik, içişleri, maliye
gibi konular dışında yerel yönetimlere devredeceğiniz
şeyler, il özel idarelerine devredilen bakanlık taşra örgütleri,
hangileri? Millî Eğitim, Sağlık, Sanayi,
Bayındırlık, Kültür Turizm, Tarım ve Orman
Bakanlığını devrediyorsunuz. Belediyelere neyi
devrediyordunuz? Çevre, gençlik spor, sosyal hizmetleri. Köy hizmetlerini
İstanbulda İstanbul Büyükşehir Belediyesine, diğer
yerlerde il özel idarelerine devrediyordunuz, trafik hizmetlerini belediyeye
devrediyordunuz. Bu, sizin 2004 yılında bu Meclisten geçirmeye
çalıştığınız, geçirdiğiniz veya daha sonra
dönen bir kanun çalışmanız, bir dünyaya bakış
açınız, Türkiye kendi sorunlarını nasıl çözer
meselesi.
Şimdi, bunu daha önce
Cumhuriyet Halk Partisi de yapmış. 1999 yılındaki
raporlarında, Cumhuriyet Halk Partisi
Rapor elimde, altını
çizdiklerimi
Bu anlayışla Kürt kökenli
yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma,
geliştirme ve açıklayabilme, kendi ana dillerinde yazılı basın,
radyo ve televizyon dâhil her türlü medya aracılığıyla
yayın yapabilme, özel okullarda kendi ana dilleriyle eğitim
yapabilme, Kürt dili ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler
ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına
kavuşturulmalıdır. Ve yerel yönetimler modeli olarak
katılımcı, çoğulcu yerinden yönetim modeli olarak formüle
ettikleri önermelerinde Türkiyede idari yapı eskimiştir. Mevcut
aşırı merkeziyetçi idari yapılanma
çağımızın ve demokrasimizin gereksinimlerini, toplumun
beklentilerini ve dinamizmini karşılamamakta, yetersiz kalmaktadır.
Kapsamlı bir idari ve yerel yönetim reformu kaçınılmaz hâle
gelmiştir. Yerel yönetimlerin çoğulcu, katılımcı,
şeffaf yapıda güçlendirilmesi, başta eğitim, kültür,
sağlık ve diğer bazı yerel hizmet alanlarında olmak
üzere genişletilmiş yetki ve sorumluluklara kavuşturulması,
mali kaynakların ve kaynak yaratma erkinin aktarılması, merkezi
vesayetten kurtarılması, ilçe belediye meclislerinin
etkinleştirilerek çoğulcu yerinden yönetim yapılanmasının
odakları hâline getirilmesi. Ancak böylelikle yurttaşlarımızın
özellikle kendi yaşamlarıyla yakından ilgili konularda
yönetimlere doğrudan katılmaları sağlanabilir. Ülke
coğrafyamızın tümünde hızla yaşama geçirmek zorunda
olduğumuz çoğulcu yerinden yönetim reformu Kürt sorununun
aşılmasında da önemli köşe taşlarındandır.
diyor Cumhuriyet Halk Partisi de kendi raporlarında.
Daha sonra Türkiye Barolar
Birliği Türkiye 25 tane bölgeye ayrılsın. şeklinde
Anayasa önermelerinde bulunmuş. Bunun gibi birçok alanda ülkemizin idari
bir reforma gitmesi gerektiği noktasında kamuoyunun önemli bir
kesiminde bir ortaklaşma vardır.
Şimdi, bunu ve benzeri
önermeleri biz yaptığımızda suikast oluyor, AKP
yaptığında ise Türkiye'nin sorunlarını çözen bir
önerme oluyor.
Barış ve Demokrasi
Partisinin demokratik özerklik formülasyonu programının kendisine de
yansımıştır. Bu programın kendisi Demokratik Özerklik
Kitapçığı Yargıtayın kendisine vermiş ve oradan
da bugüne kadar bu özerklik programının, tartışmalarının
ülkenin tekliğine, bütünlüğüne aykırıdır şeklinde
bir değerlendirme de gelmemiş. Her ne kadar Parlamentoda biz getirip
içinde sıkça Kürtçe Demokratik özerklik anlatımı da var diye
siz okumadıysanız da emin olun Yargıtay cumhuriyet
başsavcıları okudu bunu ve ülkenin tekliğine,
bütünlüğüne bir aykırılık görmedi. Biz bunu şimdi
bölgede, burada tartıştığımızda niye ülkeyi
bölmüş, parçalamış oluyoruz değerli arkadaşlar? O
programın içindekinden başka bir şey anlatmadık biz hiçbir
yerde.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dil, bir halkın onurudur. Geçmişi
geleceğe taşıyan en önemli unsurdur dil. Dilimize yasak koymakla
ne yapmak istediniz? Bizi köksüzleştirmeyi, asimile etmeyi;
başaramadınız ama. 21inci yüzyıldayız. İki dilli
yaşam söylemimiz süreci olumsuz etkiliyormuş. Kim söylüyor bunu, bu
veciz sözü? Sayın İçişleri Bakanımız Beşir
Atalay. Hani geçen sene Dünyaya örnek olacak bir model önereceğiz.
diyordu ya Sayın Beşir Atalay, Dünyaya örnek bir model
geliştireceğiz. diyordu. Şimdi, iki dilli
tartışmalarımızı bu sürecin önünü kapatan, baltalayan
bir açıklama olarak görüyor.
Peki, milyonlarca Kürt,
dilini nasıl koruyacak, okulda, camide, kışlada, tüm devlet
kurumlarında, basın ve yayında sadece Türkçe
konuşacaklarsa? Asimilasyon, hani Almanyada insanlık suçu olarak ama
Türkiyede her alanda yürütülen bu asimilasyonu nasıl önleyeceğiz?
Kürt dilinin yaşaması, korunması sizin derdiniz değil
biliyoruz ama bizim varlık nedenimiz ve mücadele gerekçemizdir. Bunu
bilmeniz lazım. AKP TRT Şeşi açtık, daha ne istiyorsunuz?..
Sadaka dağıtır gibi, haklar alanında da sadaka yaklaşımıyla
yaklaşıyor.
Size şunu
hatırlatayım: Şu anda 20 tane Kürtçe yayın yapan Kürtlerin
televizyonları var, 20 adet Kürtlerin televizyonu. Kuzeyden, güneyden, her
taraftan... Baas rejimi 1939da Kürtçe radyo açmıştı, 1939da, o
beğenmediğiniz
Biz Kürtçe
(x) oradan dinlerdik. Ülkemiz laik ve
demokratikti ama Erivan radyosunu dinliyorduk biz. Meyrem Hanları,
Karapete Haçoları Erivan radyosundan dinliyorduk çünkü ülkemiz üniter
yapılıydı ve Kürtçe
(x) bu üniter yapıyı
bozardı.
Devletimiz, 1961 Anayasasına
göre insan haklarına dayalı, 1982 Anayasasına göre de insan
haklarına saygılı bir devlettir ama kendi vatandaşı
olan milyonlarca insanın ana dil gibi bir hakkına ne saygı
gösteriyordu ne de ona dayanıyordu.
Şimdi, Iraktaki Baas
rejiminden, hatta İrandaki Şah ve Humeyni rejiminden
Çünkü onlar da
aynen Bağdat radyosu gibi, 1939da Urmiye radyosundan Kürtçe yayın
yapıyorlardı. Erivan elli beş yıl önce, Bağdat ve
Tahran yetmiş yıl önce Kürtçe yayın yapıyorlardı. Siz,
2010 yılında bir Kürtçe televizyon açıyorsunuz, bunu Kürtlere
pazarlıyorsunuz. Bravo! Tebrik ediyoruz! Laik, demokratik, insan
haklarına dayalı hukuk devletimize ve onun iktidarına.
Dil böler. diyenlere
diyeceğimiz şey şu: Doğrudur, dil böler ama bizim dilimiz
değil, sizin inkârcı ve asimilasyoncu diliniz asıl bu ülkeyi
böler. Lozanda İsmet Paşanın dediği gibi, Türkler ve
Kürtler Türkiye Cumhuriyetinin ana unsurlarıdırlar. Kürtler
azınlık değil, bir millettirler. Gerçek olan, doğru olan
bu. Lozanda 1922de, 1923te millet olan Kürtler, 21inci yüzyılda
herhâlde aşiret olmadılar. Dolayısıyla, O cumhuriyet tarihinin, Kurtuluş
Savaşının felsefesine bakın. diyenlere, bize
hatırlatma yapan Genelkurmay ve ona selam çakanlara biz de diyoruz:
Kurtuluş Savaşının felsefesine bakın. Mustafa Kemal
ne demiş? Bu Mecliste ne tartışılmış? Kürt
mebusu, Kürdistan mebusları burada ne konuşmuşlar? O tarihe siz
de bakın ve bu resmî tarihten kurtulun çünkü halkımızı bu
resmî tarihle zehirlediniz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; müthiş bir yabancılaşmayla
karşı karşıyayız. Emekçi emeğine, Türk Kürte,
Sünni Aleviye yabancılaşmış,
yabancılaştırılmış bu düzen tarafından ve bu
yabancılaşmanın önüne geçmek için bu eğitim sistemi, bu
resmî tarih anlayışı Kürtü, Aleviyi, Lazı, Çerkezi,
ötekileri anlatması lazım, öğrenmesi lazım. Kürtün,
Türkün düşmanı olmadığını, Alevinin, Sünninin
zıddı bir şey olmadığını bu resmî tarih ve
bu eğitim sistemi anlatmadığı sürece biz birbirimize
mesafeli duracağız ve bu ülkenin temeline
21inci yüzyılda, belki
19uncu yüzyıl, 20nci yüzyılda Kürtler Batmanın Sason
ilçesinin dağlarında radyodan, televizyondan, şundan bundan
haberleri yoktu, dünyada ne olup ne bitiyor bilmiyordu ama şu anda
dünyayı yirmi dört saat her an izliyor, bu Parlamentoyu takip ediyor. Dolayısıyla
19uncu ve 20nci yüzyılın mantığıyla
yaklaşmayın onlara. O dönem aşılmıştır,
bizim de aşmamız lazım. Bu cami, kışla kültürü bizim
sorunumuzu çözemez, Uyu uyu, yat uyu. diyen eğitim sisteminiz bu ülkenin
sorunlarını çözemez.
Çok partili siyasal
yaşam aldatmacası var bu ülkede. Eğer aynı şeyi
söylüyorsanız, resmî ideolojiyi savunuyorsanız yüz tane parti
yaşayabilir ama eğer bu resmî ideolojinin dışında bir
şeyler ifade ediyorsanız bizim siyasal geleneğimizde olduğu
gibi kapatılırsınız. Kapatılırsınız ama
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden de mahkûm olursunuz. Buna
rağmen ısrar edersiniz, yine savcıları göreve
çağırırsınız ve baraj ve hazine yardımıyla
Parlamentonun önünü tıkıyorsunuz, temsiliyetin önünü
tıkıyorsunuz. Siyasi Partiler Yasasını değiştirmiyorsunuz.
Siyasi Partiler Yasasının 81inci maddesini bir okuyun lütfen, bir
okuyun da bu utancı şimdiye kadar nasıl
taşıdığınızı
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Yıldız, süreniz doldu. Size de ek süre veriyorum.
Buyurun, bir dakika içinde
tamamlayın lütfen.
BENGİ YILDIZ (Devamla)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Hiç kimse Türk dilinin,
kültürünün ve bir mezhebinin dışında dili, kültürü savunamaz,
bunun korunmasını isteyemez. O zaman biz suç işliyoruz, Kürtçe
var, Kürtçe korunsun. diyoruz, Asimilasyona uğramasın. diyoruz.
Sizin bu Siyasi Partiler Yasasıyla bizim siyaset yapma
şansımız yoktur. Bu ülkede Aleviler vardır, Alevileri de
koru. dediğin zaman başka bir mezhebi de korumuş oluyorsunuz.
Bu Siyasi Partiler Yasasının 81inci maddesine ikide bir göndermede
bulunuyorsunuz. Bu, aslında, bu ülkede demokrasinin, siyasetin
işlemediğinin açık göstergesidir.
Sürem bitiyor. Çok güzel bir
şiirimiz var:
Ellerinize ve Yalana Dair
Bu dünya öküzün boynuzunda
değil,
Bu dünya ellerinizin üstünde
duruyor.
Ve insanlar, ah, benim
insanlarım,
Yalanla besliyorlar sizi,
Hâlbuki açsınız,
Etle, ekmekle beslenmeye
muhtaçsınız.
Ve bunu niye yapıyor?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Tamamlayın
lütfen, şiiriniz yarım kalmasın. (BDP sıralarından
alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Devamla)
Teşekkürler Sayın Başkan.
İnsanlarım, ah
benim insanlarım,
Antenler yalan söylüyorsa,
Yalan söylüyorsa rotatifler,
Kitaplar yalan söylüyorsa,
Dua yalan söylüyorsa,
Ninni yalan söylüyorsa,
Bu ölümlü, bu
yaşanası dünyada
Bu bezirgan saltanatı,
bu zulüm devam etsin diyedir. diyor Nazım Hikmet ve bu yalanları
söylemeye devam ediyorsunuz ne yazık ki bu halka.
Selam ve
saygılarımı sunuyorum, yüce heyeti selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına ikinci söz, Siirt Milletvekili Sayın Osman Özçelike ait.
Sayın Özçelik buyurun,
sizin de süreniz otuz dakika efendim. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine
grubumuzun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle şunu ifade
etmek istiyoruz: AK PARTİ, Meclisten kanun çıkarma envanterine bir
fasıl daha ilave etmek ve bunu bir propaganda aracı olarak kullanmak
üzere Meclisi olağan dışı bir tempoyla çalıştırma
sevdasından, huyundan vazgeçmiyor. Meclisten çıkarmaya
çalıştığı kanun tasarıları derde deva oluyor
mu? Hayır. Çünkü bu kanun tasarılarını bir süre sonra
tekrar Meclise getirip eksiklerini, yanlışlarını düzeltmek
için bizi bir daha çalışmaya zorluyor. Apar topar, alelacele
getirilen tasarılar, muhalefetin bütün uyarılarına
karşın parmak gücüne dayanılarak kanunlaşıyor ve
tekrar tekrar Meclisin gündemine aynı kanun tasarıları geliyor.
Plan ve Bütçe Komisyonu
üyesiyim, bu komisyonda çalışan arkadaşlarımız bilir,
kanun tasarıları, bütçeler komisyona geldiğinde, biz,
masamızın üstünde yüzlerce sayfayı bulan tasarı örnekleri,
ekleri, rakamlarıyla karşılaşıyoruz. Bir kez bile
okumaya fırsat kalmadan, hatta doğru dürüst incelemeye fırsat
kalmadan biz bunların görüşmelerine geçiyoruz; AK PARTİ, bir an
önce bir başka kanun tasarısı veya bir bakanlığın
bütçesine geçmek üzere bir an önce oylamaya geçmeye çalışıyor
çünkü AK PARTİ, gerek komisyonlarda gerekse Meclisteki oy
sayısına, parmak sayısına dayalı bir politika güdüyor,
oylamaya ve oylamaya geçişe çok büyük önem veriyor.
AHMET YENİ (Samsun) O
sayıyı millet verdi, millet.
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla)
Yangından mal kaçırma telaşı ile ne oldum delisi bir
tutum içinde AK PARTİ. Bu nedenle muhalefetin uyarılarını
dikkate almıyor, küçümsüyor, bıyık altından gülüyor çoğu
kez çünkü az sonra yapılacak oylamanın sonucundan emin. AK
PARTİ, tek parti dönemine özlem duyuyor. Hâlen Mecliste grubu bulunan üç
muhalif siyasi parti varız. AK PARTİ bundan çok rahatsız, tek
parti özlemi içinde.
Yapılan son kamuoyu
araştırmaları, partimiz Barış ve Demokrasi Partisinin
yüzde 7 ile 7,5 arasında bir oy potansiyeline sahip olduğunu
gösteriyor. Türkiye genelinde konulan yüzde 10luk yüksek baraj nedeniyle,
barajın yarattığı psikolojik etkiyle
Bu barajın
kaldırılması hâlinde yüzde 10ları çok fazla
aşacağımızı biliyor AK PARTİ, biz de bunu
biliyoruz, o nedenle yüzde 10 barajında ısrar ediyor.
Oylarımızın yüzde 7-7,5 olması hâlinde bile bu 3 milyon
seçmene tekabül ediyor. 3 milyon seçmen de yaklaşık 10 milyon nüfusa
eş değer bir durum. AK PARTİ, Avrupa Birliği ülkelerinde,
demokrasiyle yönetilen ülkelerinin hiçbirinde görülmeyen oranda baraj engeli
koyuyor düşüncenin ve örgütlenmenin önüne yani demokrasinin önüne baraj
koyuyor. Bütün toplumsal kesimlerin aldıkları oy oranında
Mecliste temsilini engelleyici bir tutum içinde. Sivil toplum örgütlerinin,
aydınların, üniversitelerin, sendikaların, siyasi partilerin
bütün uyarılarına rağmen AK PARTİ bu barajı
düşürmeme konusunda ısrar ediyor, inat ediyor. 2011 seçimleriyle 10
milyon nüfusun temsilini yapan biz Barış ve Demokrasi Partisini yine
Meclisin dışında bırakmaya çalışıyor, buna
heves ediyor.
AK PARTİnin, MHPye de
tahammülü yok. Yandaş basın ve yandaş kalemleriyle MHPnin
barajı aşamayacağı propagandası yapıyor, MHPyi
de Meclis dışında tutmak istiyor.
Geriye kalıyor CHP.
Şimdilik CHPyi baraj altına düşürmeyi gözü kesmiyor.
Doğrusu, CHPnin bugüne kadarki politikaları ile siyaset
tarzından AK PARTİnin hoşnut olmadığını
söylemek mümkün değil, CHPden çok rahatsız olduğunu iddia etmek
de herhâlde bize göre mümkün değil.
Bakın, Cumhuriyet Halk
Partisi yeni Genel Başkanı, Parti Meclisinde yaptığı
ilk toplantıda, bizim demokratik özerklik projemizle ilgili neler
söylüyor: Resmî dilimiz Türkçedir. Resmî dilin yanına başka bir dil
koymak doğru değildir, ülkeyi böler, ayrıştırır.
diyor, Aynı kökten gelen insanların farklı dili
konuştukları için bölündüklerini görüyoruz. diyor. Aynı dili
konuşmak, aynı kökenden gelmek veya farklı dili konuşmak,
farklı kökenden gelmiş olmak, bölünmenin gerçek nedeni olamaz.
Aynı dil konuşuluyor olmasına rağmen bölünme olabilir,
aynı kökenden geliniyor olmasına rağmen bölünme demek
olabiliyor. Bölünmeye neden olan, antidemokratik uygulamalardır,
eşitsizliktir, özgürlükleri kısıtlamaktır. Eğer bir
bölünme söz konusu olacaksa çok kültürlü, çok dilli ve bütün bu kültür ve
dillere, bütün bu inançlara saygı gösterildiği için, onların
kendilerini özgürce ifade ettikleri, demokratik bir yaşam
sağlandığı için bölünme olmuyor; tam aksine, bunları
engellediğiniz zaman, bunları yok ettiğiniz zaman, bölünme o
zaman ortaya çıkabiliyor.
Sayın Genel Başkan,
Başbakana da neden müdahale etmediğini, neden sessiz
kaldığını söylüyor. Genelkurmay Başkanına
sesleneceğine bir sosyal demokrat partinin, Senin bu konularla
ilişkin ne? diyeceğine, Dille, edebiyatla, kültürle ilgili senin
herhangi bir görevin yok, sen niye ültimatomlar veriyorsun, niye bildiriler
yayınlıyorsun? diyeceği yere, Başbakana sesleniyor
Sayın Kılıçdaroğu, Başbakanın harekete geçmesini
istiyor. Ne yapacak Başbakan? Partimizi mi kapatacak? Bizi Meclisten mi
dışarı atacak? Bizim konuşmamızı mı
engelleyecek? Bunu mu istiyor Sayın CHP Genel Başkanı?
Sevgili arkadaşlar, AK
PARTİ bilmelidir ki tek parti hevesi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.
Bu halk, Türkiyede yaşayan milyonlarca insan AK PARTİnin sekiz
yıllık uygulamalarından haberdar, uyuyor zannetmeyin, hiçbir
şekilde siz tek parti olarak bu Mecliste olmayacaksınız. Bu
halkın size büyük sürprizleri olacak, önümüzdeki seçimlerde hiç
beklemediğiniz bir tabloyla karşı karşıya
kalacaksınız. Bundan emin olun, size sürprizimiz var.
Sayın milletvekilleri,
AK PARTİnin adında adalet var, Adalet ve Kalkınma Partisi ama
adalet sadece adında, adalet kavramı Adalet ve Kalkınma
Partisinde yok. Eğer gerçekten adil bir tutum içinde olmuş
olsaydı bakın, 12 Eylül askerî darbesi sonrası, şu anda
yürürlükte olan Anayasada bile Siyasi partilere yeteri miktarda ve adil bir
şekilde devlet hazine yardımı yapar. diyor. Peki, AK PARTİ
ne yapıyor, bu adalet partisi; Adalet ve Kalkınma Partisi ne
yapıyor? Partimiz -demin söyledim- 10 milyon nüfusun temsilcisi, 72 milyon
nüfusun da sözcüsü partimize bir kuruş hazine yardımı
yapmıyor ama kendisi bu yıl bütçeden seçimler nedeniyle
yaklaşık 191 trilyon para alacak. AK PARTİ bugüne kadar hazineden
525 trilyon para aldı ama Barış ve Demokrasi Partisine, Meclis
dışında geniş halk kitlelerini şu veya bu şekilde
temsil eden partilere bir kuruş yardım yok. Adalet bunun neresinde?
Nasıl adaletten söz edebiliyorsunuz, nasıl bunu içinize sindirebiliyorsunuz,
onu anlamak mümkün değil.
Kanun teklifleri verdik,
önergeler verdik ama AK PARTİ bunların hiçbirini dikkate almadı.
Bu hazine yardımı
konusunda siz 525 trilyon para alırken 10 milyon nüfusun oyunu
almış bir partinin beş kuruş bile yardım almaması
bir gasptır. Bunun adı gasptır. Yani vergisini veren, yani
vatandaşlık görevlerinin tamamını eksiksiz yerine getiren,
askerlik yapan bu vatandaşların temsilini sağlayan partiye
hazine yardımı yapmıyorsunuz. Bu, kendi cebinizden
yapacağınız bir yardım değil. Bu, halkın
emeğiyle, halkın vergileriyle oluşmuş hazineden kendinize
düşen payın ötesinde diğer partilerin paylarından da hazine
yardımı alıyorsunuz.
Hazine yardımı
yanında adaylarınızın seçimde yaptığı
harcamalar, devletin olanaklarıyla
dağıttığınız kömür, makarna, buzdolabı,
çamaşır makinesi ve diğer yardımlar, bütün bunları üst
üste koyduğunuzda, valilerin il başkanı gibi, kaymakamların
ilçe başkanları gibi seçimlerde size çalıştığı
-hepsini söylemiyorum, büyük bir bölümü için- güvenlik gerekçesiyle
jandarmanın sandık başlarında silahlarıyla
durduğu seçimler sonrasında buna rağmen Barış ve
Demokrasi Partisi 3 milyon seçmenin oyunu alıyor ve AK PARTİ,
Sayın Başbakan tehditle, baskıyla oy
aldığımızı iddia edebiliyor. Bu
insafsızlıktır, bu vicdansızlıktır, 3 milyon
seçmenin iradesini hiçe saymaktır, onları korkaklıkla,
onları inisiyatifsizlikle suçlamaktır. Buna rağmen eğer biz
3 milyon kişiyi baskıyla, tehditle sandığa götürüyor
kendimize oy verdiriyorsak o zaman siz devlet değilsiniz, o zaman siz
hükûmet değilsiniz. İkisinden biri yalan, ikisinden biri
yanlış.
HALUK İPEK (Ankara)
Ağrı seçimleri, yerel seçimler sonrasında ne oldu?
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla)
- Sayın milletvekilleri, AK PARTİnin tek amacı vardır:
Devletin tüm kurumlarını ele geçirmek, kadrolaşmak ve
olanaklarını yandaşlarına peşkeş çekmek, saltanat
rejimi kurmaktır AK PARTİnin amacı. Bu nedenle muhalefet
istemiyor, siyasi partileri etkisiz kılmak, demokratik muhalefet
odaklarını, basını, sivil toplum örgütlerini,
gençliği, kadını, aydınları, üniversiteleri kendi
politikalarının şakşakçısı, yardakçısı
yapmak istiyor. Buna karşı duranları susturmak, tehditlerle
devre dışı bırakmak dışında bir politikası
yok.
Yasama
çalışmalarında emek ve meslek örgütlerini sürece katmıyor,
devre dışı bırakıyor. Katılımcı,
çoğulcu siyasetten anladığı tek şey, kendi yandaş
bürokratları ve kendi yandaşlarının
katılımını sağlamanın ötesinde
katılımcı demokrasiye verdiği bir anlam yok.
AK PARTİ,
kuruluşundan bugüne kadar katıldığı tüm seçimlerde
benzer vaatler verdi. Türkiye Avrupa Birliğine girecek. dedi, Özgürlük
gelecek, eşitlik gelecek, kalkınma olacak Avrupa Birliğine
katılmakla. dedi. Avrupa Birliği ilerleme raporları ne diyor?
Daha sizin bin fırın ekmek yemeniz gerekir. diyor. İlerleme
yok.
Kıbrıs sorununu
çözeceğiz, barış gelecek Kıbrısa. dedi, arpa boyu
yol alınmadı. Resmî görüşün çizgisinde AK PARTİ
politikaları sürdürüyor, resmî görüşe teslim oldu.
Ermeni sorunu çözülecek.
dedi, neredeyse Ermenistanla boğaz boğaza geldi Türkiye.
Yeni bir anayasa vadediyor
her seçimde, şimdi de yeni bir anayasadan söz ediyor, hep geleceğe
dair umutlar dağıtıyor. Hani başkaları için
Söylüyor. diyordu ya, asıl kendisi hep geleceğe dair vaatlerde
bulunuyor.
12 Eylül
Anayasasını küçük makyajlarla cici hâle getiriyor, yargı
üzerindeki hâkimiyetini geliştirici düzenlemeler yapıyor.
Hani 12 Eylülcüleri
yargılayacaktınız? Aradan ne kadar zaman geçti, kaç kişiyi
yargıladınız? Ses yok.
Alevi
açılımı diyorsunuz, çalıştaylar yapıyorsunuz. Bu
çalıştaylarınızda, Alevi toplumunun sorunlarına çözüm
bulmak yerine, onları AK PARTİye -AKPye, Adalet ve Kalkınma
Partisine- entegre etmeye, onları sistemin bir parçası hâline getirme
çabanızdan öte bir şey görmüyoruz. Alevi vatandaşlarımızın, hâlâ, cemevlerinin ibadethane olarak kabul
edilmesi beklentilerine yanıt verilmiş değil, hâlâ, zorunlu din
dersinin kaldırılması taleplerine dair herhangi bir gelişme
yok. Alevileri küçümseyen, aşağılayan
anlayışların önüne geçilmesi konusunda yapılan hiçbir
düzenleme, bir engelleme yok. Aleviler hâlâ aşağılanıyor,
küçümseniyor. Ne yaptınız bugüne kadar Alevi sorununu çözmek için?
Hiçbir şey yok. Çalıştay üstüne çalıştay
Düşünce ve ifade
özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ağır baskılar
altında. Demokratik toplantı ve gösteriler polis copuyla, gazla,
renkli sularla karşılanıyor. Demokratik muhalefete hiçbir
tahammülünüz yok.
Bakın, kayıp
anneleri 300üncü haftadır Galatasarayda kayıplarını
arıyorlar, faili meçhul cinayetlerde gidenlerin akıbetini soruyorlar,
çocuklarını, eşlerini, babalarını geri istiyorlar, hiç
değilse faillerinin bulunmasını istiyorlar; 300 haftadır,
karda, kışta, yorulmadan, bıkmadan adalet arıyorlar. Ne
yaptınız? Hiçbir bir şey.
Şimdi gelelim Kürt
sorununa: Ne yaptınız, neye çözüm buldunuz? Hapishaneleri doldurmak,
BDP milletvekillerine yüzlerce fezleke düzenletmek, DTP (Demokratik Toplum
Partisi)yi kapatmak dışında ne yaptınız? Günlük
yaşamınızda, evde, sokakta ana dilinizde konuşabilirsiniz.
diyor. Ana dilimizde konuşmanın önüne başka bir engel
koyamadığınız için bunu söylüyorsunuz. 20 milyon polis
olmadığı için, herkesin başına bir polis koyma gücünüz
olmadığı için Eh, artık konuşabilirsiniz.
diyorsunuz. Bir dilin özgürlüğü, yaşamın bütün alanlarında,
eğitimden kamu hizmetlerine kadar, eğer bir dil kullanma alanı bulamıyorsa
o dilin özgürlüğünden söz edilemez. Bir dil sadece evde konuşmakla,
onu da engelleyemediğiniz için, onun konuşmasına fırsat
vermekle dil özgürleşmez. Üstelik Kürtçe sözcüğünü bile telaffuz
etmiyorsunuz, ana dil ile geçiştirip gidiyorsunuz. TRT Şeşi
başımıza kakıyorsunuz. TRT Şeş korsan yayın
yapıyor. TRT Şeşin yasal dayanakları yok, korsan
yayın yapıyor. TRT Şeşi başımıza
kakıyorsunuz.
Türkiyenin
demokratikleşme projesi olarak sunduğumuz demokratik özerklik
projemiz karşısında âdeta infiale kapılıyorsunuz. Bu,
Türkiyenin demokratikleşme projesidir. Bu, üniter yapı içinde bir
arada yaşamanın garantisidir. Eğer özgürlükler yoksa, eğer
inkâr, asimilasyon politikalarına devam ediliyorsa bir arada
yaşamanın koşullarını ortadan kaldırmış
oluyorsunuz. Zora dayalı, baskıya dayalı birlikteliğin
hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini yaşayarak bildik, gördük,
öğrendik. Bu projelerimiz karşısında bizimle oturup
konuşacağınıza, bizimle de değil, kendi aranızda
oturup konuşacağınıza
Bir düşünce, bir düşünce
projesi ortaya konulmuş; şiddet içermiyor, baskı içermiyor; bir
proje, bir toplumsal proje. Türkiyenin idari mekanizmasına, yönetim
mekanizmasına yeni, gerçekçi bir biçim verme projesi konusunda bir öneri
var ortada. Bunu tartışıp olumlu yanlarını, olumsuz
yanlarını kamuoyunda tartışacağınıza, bizi
polise, askere, savcıya, mahkemelere havale ediyorsunuz. Bu mudur
demokrasi anlayışınız, böyle mi gerçekleşecek
demokrasi? Kürtler savaşmasın. deniyor. Evet, kesinlikle
savaştan yana değiliz. Konuşulsun. deniyor. Konuşuyoruz.
Eh, çok konuştunuz, konuşmayın. deniliyor. Biz konuşmaya
devam edeceğiz. Biz sorunlarımızı bu Meclis
çatısı altında, barış içinde, demokratik yollarla tartışarak,
bütün ülkenin çıkarlarını bir arada gözeterek çözmek
zorundayız. Yoksa bugüne kadar uygulanan politikalarla hiçbir yol
alınmadığını, barışın gelmediğini
herkesin görmesi lazım. Tekçi anlayışla, resmî devlet
ideolojisiyle, inkâr politikalarıyla bu ülke huzur bulamadı, bu ülke
barışı bulamadı, bu ülke kaynaklarını heba etti. Bakın,
resmî kaynaklar, devletin ve Hükûmetin resmî ağızları 300 milyar
dolardan söz ediyor nakit harcanan paralar için. Ülke ekonomisine
getirdiği kaybın 1 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Oysa biz
Türkiye olarak çoğu zaman 10 milyon dolara muhtaç oluyoruz.
Gelin, bu
sorunlarımızı çatışmayla değil, silahla
değil, savaşla değil, demokratik yollarla, birbirimizi anlamaya
çalışarak, birbirimizin duygularını anlamaya
çalışarak birlikte çözmeye çalışalım. Bunun ötesinde
başka bir yol yok. Bizim bu taleplerimizi bastırarak bizi
düşüncelerimizden vazgeçirebileceğinizi düşünüyorsanız
yanılıyorsunuz. Bizi bu düşüncelerimizden, Türkiyenin
geleceğini kurtarma düşüncesinden, bir arada yaşama kültürünü
geliştirme düşüncesinden, eşit koşullarda, özgürce bir
arada yaşama koşullarını yaratma konusundaki
düşüncelerimizden hiç kimse vazgeçiremez, ne tehdit ne top ne tank ne
hapishane. Bunu herkesin iyi bilmesi lazım.
Artık karar vermek
gerekiyor: Türkiye polisin ve askerin vesayeti altında yönetilen bir
güvenlik devleti mi olacak, yoksa uygar dünyanın kriterlerine uygun,
demokratik, çoğulcu bir sisteme sahip demokratik bir ülke mi olacak, buna
karar vermemiz lazım. Düğüm noktası burası. Hangisini
tercih ediyorsunuz? Bizim tercihimiz çoğulcu, demokratik, bir arada
yaşayabileceğimiz, eşit koşullarda
yaşayabileceğimiz, herkesin refaha ulaştığı bir
toplum yaratmadır. Bizim tercihimiz budur. Askerî vesayet bu ülkeye,
demokrasinin önüne bir engel olarak duruyor. Daha ne kadar yoksulun, emekçinin,
memurun ücretinin
Çalışanın boğazından,
ekmeğinden kesip savunma gideri adı altında savaşa
yatırım yapılacak? Yetmedi mi bu kadar ölüm, bu kadar
gözyaşı, bu kadar acı? Daha ne kadar katlanmamızı
bekliyorsunuz? Bize dayatılan bu acımasız yaşama daha ne
kadar katlanmamızı istiyorsunuz? Bıkacağımızı,
yorulacağımızı, vazgeçeceğimizi
düşünüyorsanız yanıldığınızı
göreceksiniz.
Kürtlerin demokratik hak ve
taleplerini, özgürlük ve eşitlik taleplerini bir başka bahara
bıraktınız yine. Peki, onlara insanca yaşayabilecekleri
ekonomik olanaklar, insanca yaşayabileceği, açlığın,
işsizliğin, sefaletin önüne geçecek projeler, yatırımlar
yaptınız mı, ona bakalım. Bakın, Doğu ve
Güneydoğu illeri Türkiye toplam nüfusunun yüzde 16-17sini
barındırıyor. Merkezî bütçeden bölgedeki yerel yönetimlere
aktarılan pay yüzde 16-17 değil, yüzde 8,5 yani nüfusunun
yarısı kadar. Peki
Bölgenin 21 ilinde teşvik almış
yatırımların toplam içindeki payı yüzde 9,3. Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinin yatırımlar için, teşvik
almış yatırımlar için oranı, yapılan
teşviklerin tüm oranı yüzde 9,3. Sadece Marmara Bölgesi yüzde 39,7
yani 5 kat. Sadece Marmara Bölgesi Doğu ve Güneydoğu Bölgesinin 5
katı kadar yatırım alıyor. Aradaki farkı, uçurumu
kapatacağınıza, pozitif bir destek vereceğinize aradaki
mesafeyi daha da açıyorsunuz. Güneydoğuda teşvik
almış yatırımların payı yüzde 3,2 ama sadece
Bursanın yüzde 4,4. Bursaya 4,4 olmasın demiyorum, 8,8 olsun ama bu
fark da bu kadar açık fark da, lütfen olmasın. Eşitlikçi, adil
davranmak lazım.
Türkiye genelinde
işsizlik oranını -çok inandırıcı değil bize
göre ama-yüzde 12-13 olarak açıklıyorsunuz. Bu bölgede, Doğu ve
Güneydoğuda yüzde 30, yüzde 50leri buluyor işsizlik. Hani
işsizliği giderecektiniz, hani aradaki farkları
kapatacaktınız? Türkiyede toplam yeşil kartın
yarısı, yüzde 50sini Doğu ve Güneydoğudaki Kürt
insanlarımız alıyor. Sefalet belgesini, yüzde 50sini sadece
Kürtler almak zorunda kalıyor. Neden? Çünkü aç, çünkü yoksul, çünkü
iş güvencesinden yoksun, çünkü ihmal edilmiş, çünkü yalnız bırakılmış.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası verilerine göre ilde
çalışanların sayısı 28 bin, iş arayanların
sayısı 312 bin.
Yayla yasağı
nedeniyle bölge hayvancılık merkeziyken bugün hayvan ithalatı
yapmak zorunda kalınıyor.
Bölge petrol üretim merkezi.
Yılda 3-3,5 milyon ton ham petrol üretiyor Batman ve çevresi. Ülke
ekonomisine katkısı yılda 2,3 milyar TL. Bölgede kişi
başına düşen gelir hani Türkiye ortalaması 10 bindi, 15
bin olacaktı ya- 2 bin ve 2 binin altında, Bangladeşin altında,
Kongonun altında. Nerede eşitlik? Nasıl sağlanacak kardeşlik?
Keban Barajı yılda
450 milyon TL enerji üretiyor, ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Keban
Barajının etrafında insanlar hâlâ ilkel koşullarda
yaşıyorlar.
Geri kalmış iller
sıralamasında 22 ilden 18i bölgede. Neden? Neden 22 ilin 18i bölge
illeri? Okullaşma oranında Türkiye ortalaması yüzde 70-80ken
bölgede hâlâ okullaşma oranı yüzde 30-40.
Sağlık
hizmetlerinde bölge, yine, ülke ortalama değerlerinin üçte 1i, dörtte
1i. Diyarbakırda devlet hastanesi kapatıldı, göğüs
hastanesi kapatıldı, çocuk hastanesi kapatıldı. Devlet
hastanesine iki üç yıl önce 15 milyon liralık yatırım
yapıldı, şimdi kapatılıyor. Gerekçe ne? Depreme
dayanıklı değilmiş, boşaltılması
lazımmış. Uydurulan bir şey bu. Boşaltılıyor
ama İl Seçim Kurulu yerleşiyor oraya. Tabip Odasının bu
kadar çabalarına, bu kadar toplantılarına, taleplerine
rağmen Diyarbakırda devlet hastanesi, çocuk hastanesi, göğüs
hastanesi kapatılıyor. Eğitim ve araştırma hastanesi
yapılıyor. Bütün birimler orada toplanmaya
çalışılıyor. Bu konuyu tekrar dikkatlerinize sunmak
istiyorum.
Kişi başına
bölgede düşen motorlu araç sayısı Türkiye
ortalamasının onda 1i nerdeyse. Bütün bunlar yoksulluğun,
sefaletin işaretleri.
Sayın milletvekilleri,
AK PARTİ Kürtlerin acı yaşamına, acı yoksulluğuna
yoksulluk ekledi. Peki, ülkenin geri kalanına mutluluk ve refah mı
getirdi, bir bakalım.
AK PARTİ yedi yılda
35 milyar dolar özeleştirme yaptı. Seksen yıllık kamu
birikimi, emekçilerin birikimi kamu birikimini, seksen yıllık
birikimini üç dört yılda sattı. Türkiye seksen yılda 148 milyar
dolar borç almışken AK PARTİ yedi yılda 147 milyar dolar
borç yaptı. Her gün 120 milyon dolar faiz ödeniyor. Özel sektörün
dış borcu 177 milyar dolar. Halk borçlanıyor. Tüketim ekonomisi
pompalanıyor reklamlarla. Halk 80 milyar dolar kredi kartı ve tüketim
kredisi borcu ile karşı karşıya. 15 milyon kişi
yoksulluk sınırında.
Silikozis hastaları
haftalardır Ankarada. Kot taşlamada çalışan insanlar
yaşamlarını yitiriyor. 10 binlerce insan bu hastalığa
tutulmuş, binlercesi ölmüş. Hükûmette tık yok. Tekel
işçilerinin taleplerini karşılamıyor, onlara polis copuyla
cevap veriyorsunuz.
Devlet Planlama
Teşkilatı nominal ücretlerin yüzde 13e yakın gerilediğini,
yüzde 7 enflasyonla yüzde 20 oranında gelir kaybına
uğradığını tespit ediyor. TÜİK Yaşam
Memnuniyeti Araştırmasına göre, halkın yüzde 60ı
artık çok daha kalitesiz...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Özçelik, sizin de süreniz doldu, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen
tamamlayın konuşmanızı.
OSMAN ÖZÇELİK (Devamla)
Peki.
Göstergeler hiç iyi
değil, ne bölge için ne de Türkiyenin geneli için. AK PARTİnin
rakamları yanıltıcı. AK PARTİ, devlet fabrika kurmaz
diyor, devlet hastane yapmaz diyor, özel sektöre devrediyor. Peki, özel sektörü
geliştiriyor mu? Hayır. Ama AK PARTİ çok konuşuyor.
Bakın, AK PARTİnin çok konuşmasını Nazım
Hikmetin şiiriyle anmak istiyorum:
Taranta-Babuya Sekizinci
Mektup
Mussolini çok konuşuyor
Taranta-Babu!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış
bir çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup dinlenmeden
konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor
Taranta-Babu
çok korktuğu için
çok konuşuyor!
Saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.31
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.54
BAŞKAN: Mehmet Ali ŞAHİN
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Yusuf
COŞKUN (Bingöl)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 42nci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Bütçe görüşmelerinde
bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara devam edeceğiz.
Komisyon yerinde.
Hükûmet yerinde.
Şimdi de söz
sırası Milliyetçi Hareket Partisinde.
Milliyetçi Hareket Partisinde
ilk söz Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet
Şandıra ait.
Sayın Şandır,
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
Sanıyorum eşit şekilde kullanacaksınız.
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle
yüce heyetinizi şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, sizlerin de malumu, ülke gündemi üzerinde bir genel
görüşmedir. Bütçe kanununun kendisi ve bunun üzerinde yapılan tüm
müzakereler aslında geleceğimiz açısından önemli ve değerli
bir siyaset belgesidir, böyle de olmalıdır. Siyasi partiler bütçe
görüşmelerinde ülke ve millet için gelecek öngörülerini, ülke için tehdit
algılamalarını, tedbir önceliklerini, yatırım
önceliklerini bu müzakerelerde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe
görüşmeleri siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu sahnenin de
sahibi ve seyircisi milletimizdir. Yani millet adına ve milletin gözü
önünde iktidarı, muhalefetiyle birlikte burada
yaptığımız bir dün, bugün, yarın müzakeresidir,
tartışmasıdır. Geleceğimizi aslında birlikte
düşünmekteyiz, sesli düşünmekteyiz. Bu sebeple bütçe görüşmeleri
iktidar için icraatın hesabını vereceği bir fırsat,
muhalefet için de millet adına hesap soracağı bir imkân olarak
değerlendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini bu anlam ve
kapsamda kabul ediyoruz ve bunun gereğince davranmaya
çalışıyoruz. Ancak Hükûmetten ve AKP Grubundan maalesef bugüne
kadar böyle bir yaklaşım göremedik. Muhalefet partileri olarak bütün
gayretimize ve uyarılarımıza rağmen, iktidar partisinin
sözcülerini bugüne ve yarının tartışılmasına,
konuşulmasına bir türlü taşıyamadık, hâlâ 2002nin
öncesinde debelenip duruyorlar ve yine maalesef müzakere için bir ortak payda
da oluşturamadık. Sürekli olarak siz-biz, 2002 ve bizim dönemimiz
diye konuşuyorsunuz, tartışıyorsunuz. Türkiyeyi,
yarını ve bugünü özne hâline getiremedik. Bütçe görüşmeleri bir
şekil şartının ötesine maalesef geçemedi. Milletin
zamanını ve umutlarını maalesef sayın iktidar partisi
grubu milletvekilleri boşuna tükettiniz.
Değerli milletvekilleri,
AKP İktidarının dokuzuncu bütçesini görüşüyoruz, her
yıl aralık ayına geldiğimizde aynı söylemleri
dinliyoruz. Yine aynı nakarat, AKP sözcülerinin rakamlarla takla
attırarak övünmelerini, muhalefeti suçlamalarını, ilgisizliği,
tahammülsüzlüğü, sığ, vizyonu olmayan konuşmaları,
Başbakana yakılan methiyeleri ve geçmişi suçlamaları
yaklaşık on beş gündür birlikte izliyoruz, milletimiz de
izliyor. Maalesef, bütçe görüşmelerinde bugüne kadar ne dünü doğru
konuştuk ne bugünü doğru ifade ettik ne de geleceğe dönük bir
ufuk turu yapabildik. Bu yıl da bütçe görüşmeleri
sıradanlaştırıldı ve bir anlamda ciddiyetten
uzaklaştırıldı. Bunun sorumlusu Hükûmettir ve AKP Grubudur.
Dünyanın ve Türkiyenin
önemli bir dönemeçten geçtiği, bir çağ değişiminin
yaşandığı bu zaman diliminde dünyanın yöneldiği
değişme çizgisini milletimiz ve ülkemiz açısından
kavramadan bütçe hazırlamak veya müzakere etmek günübirlik sorunlar etrafında
sıkışıp kalma ihtimalini de beraberinde getirmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bütçe görüşmelerinin bu son gününde sizleri zaman ve mekân
bütünlüğünde birlikte düşünmeye davet ediyorum, gelin bir vicdan
muhasebesi yapalım: Yeni bir yüzyılın, hatta yeni bir bin
yılın başındayız. Bugün Türkiye, 70 milyonu geçen
dinamik nüfusu, jeostratejik konumu ve her yıl az çok büyüyen ekonomisiyle
önemli bir ülkedir. Yedi bağımsız devleti, 250 milyona
yaklaşan nüfusuyla Türk dünyası ve çok zengin yer altı
kaynaklarıyla Türk coğrafyası yani Avrasya coğrafyası,
yeni küresel güç adayı ülkeler olan Çin, Hindistan ve Rusyanın
ortasında bulunmaktadır. Türk milleti bana göre tüm zamanların
en şanslı dönemini yakalamış bulunmaktadır. Geçen
yüzyılın ilk çeyreğinden de, geçen bin yılın ilk
çeyreğinden de daha şanslı bir noktadayız.
İfade edildiğine
göre, BRIC ülkeler olarak ifade edilen yeni küresel güç adayları
ülkelerin ortasında çok değerli ve stratejik konumda bir
coğrafyada yaşamaktayız. Soğuk savaş dönemi
sonrasında oluşan tek kutuplu dünya ile bu yeni küresel güç
adayları arasında tarihî bir fırsat yakaladık. Bize göre bu
yeni küresel güç blokuna karşı barikat ülke olarak kendimizi
konumlandırmak yerine, Türkiye, oyunu kendi adına oynamalı,
barikat olmak değil, T-BRIC konumunu yakalamalı, lider ülke Türkiye
olmalıdır.
Türkiye'nin bu potansiyelini
gören küresel güçler bugün, tarihten bildiğimiz böl-parçala-yut
senaryolarını yeniden önümüze koymaya çalışıyorlar.
Bin yıldır birlikte yaşamış, kardeş olmuş
milletimizi etnik ve inanç temelinde ayrıştırmaya ve
çatıştırmaya çalışıyorlar. Bize göre Türkiye'nin
en önemli sorunu, küreselleşen dünyada Türkiye'nin
ayrıştırılmaya çalışılmasıdır ve
ne yazık ki ülkemizi sekiz yıldır milletimiz adına yöneten
AKP İktidarının bu projelere eş başkanlık
yapması, taşeronluk yapması, çanak tutmasıdır. Bize
göre Türkiye'nin temel sorunu, AKP İktidarının teslimiyetçi
politikaları tarafından yönetiliyor olmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği merkezli bir küresel
dünya düzeninden, çok merkezli bir dünya düzenine evrilen dünyamızda
Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adayları ile eskilerin
arasında tarihî bir fırsat yakalamış bulunmaktadır: Ya
tarih yazacağız, 21inci yüzyıl Türk asrı olacak, küresel
güç merkezi olacağız ya da Allah korusun, küresel güçlerin
ayakları altında kalacağız. Küresel güçler bu bölgeyi
kontrolleri altında tutabilmek için günümüzde âdeta savaş düzeni
aldılar ve maalesef savaş mevzilerini siyasi iktidarın
zafiyetiyle ülkemiz toprakları üzerinde kurmaya karar verdiler. Her yeni
yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu gibi 21inci
yüzyılın bu ilk çeyreğinde de dünya düzeni şimdiden yeniden
kuruluyor. Tarihin sonunun geldiğini ve artık medeniyetler
çatışması yaşanacağını düşünen ve dünya
imparatorluğu kurmak iddiasında olan küresel güçler bölgemizde bizim
üzerimizden küresel projeler uygulamaya çalışıyorlar.
Değerli milletvekilleri,
bu bölgenin sahipleri olan Türk milleti adına karar verici siz
milletvekilleri; nasıl bir gelecek öngörüsünde bulunuyorsunuz, Türkiye'yi
nereye koyuyorsunuz? Küreselleşme olgusunu güce ve hukuka
dönüştürenlere karşı yeni yüzyılda Türkiye için
öngördüğünüz bir konum var mı? Dünyanın yeniden tanzim
edildiği bu süreçte, Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi
olacak, yoksa paylaşılamayan, itibarlı, güçlü ve lider bir ülke
mi olacak? Bu bütçe tasarısı ve burada yapılan müzakerelerle
bizler, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak işte bu soruların
cevaplarını aradık. Hükûmet muhalefetle çekişeceğine,
geçmişle, 2002 öncesiyle boğuşacağına asıl bu
sorulara cevap vermeliydi.
Sizlere soruyorum, iktidar
partisinin değerli milletvekilleri: Bu bütçeyle Türk milletinin önüne
hangi hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe
tasarısının bir siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan
veren bir gelecek umudu, öngörüsü bulunuyor mu? Bize göre ne yazık ki, bu
bütçe tasarısında böyle bir gelecek öngörüsü yok. Yaklaşık
otuz günden bu yana bütçe tartışıyoruz, iktidarıyla
muhalefetiyle bütçe hakkını yerine getirdiğimizi maalesef
söyleyemeyiz. Sorunları derinlemesine tartışamadık,
alınması gereken tedbirler için ortak akıl geliştiremedik.
İktidarla ana muhalefet
arasında boş-dolu bardak tartışmasıyla horoz
dövüşüne dönüşen bir bütçe görüşmesinin daha sonuna geldik.
Bardağın dolu tarafının iktidar tarafından abartıldığı
buna karşılık da muhalefet tarafından boş
tarafının ifade edilmesine iktidarın ölçüsüz tepki vermesi,
toplum açısından ne anlam ve ne değer ifade etmektedir? Millet,
bu görüşmeleri bir tiyatro oyununu seyreder gibi seyretmektedir.
Trajikomik bir oyun. Bir bardak suda fırtınalar çıkarıp
birbirini boğmak isteyenleri ve bu arada suyu bulandırıp
balık avlamak fırsatçılığı yapan kurnazları
milletimiz üzülerek ve ibretle seyrediyor. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bardağın boşu-dolusu değil, bardağı
denizlere nasıl dönüştürürüz, bunun için ne yapmamız gerekir
sorusunun cevabının peşindeyiz. Bütçe görüşmelerinde lider
ülke Türkiyeyi nasıl kuracağımızı
konuşmalıydık.
Değerli milletvekilleri,
başarı ve ilerleme ancak ileriye dönük bir hedeflemeyle
kazanılır ama ne yazık ki sizler hep geleceğe dönük, geriye
bakarak ileriye gittiğiniz iddiasındasınız. Bunun mümkün
olmadığını sizler de görüyorsunuz. Ama maalesef bugüne
dair, geleceğe dair bir şey söyleyemeyeceğiniz için geçmişi
anlatarak kendinizi millet karşısında savunmaya çalışıyorsunuz.
Aslında bunu da doğru yapmıyorsunuz çünkü 2002 öncesindeki
57nci cumhuriyet Hükûmeti gerçekten, bu milletin ve ülkenin geleceği
açısından çok önemli şeyler yaptı, çok önemli kararlar aldı,
çok önemli hukuki düzenlemeler yaptı, hatta o Hükûmetin
hazırladığı ekonomik programı uygulamaya
çalıştınız.
Tekrar
hatırlatıyorum: İktidarınız sekiz
yılını doldurdu. Bugün ülkemiz dünden farklı veya dünde
yaşanan sorunlarının hiçbirinde daha iyi durumda değil.
2002de var olup da bugün olmayan bir sorunumuz var mı? Türkiyenin hangi
sorununu iktidarınız döneminde kesin çözüme kavuşturdunuz? Sekiz
yılın sonunda insanımızın hayatında ne
değişti iyiden yana, güzelden yana? Birçok şey anlatıyorsunuz
ama bir sonuç olarak söylüyorum, eğer tüm bu
anlattıklarınız insanımıza ekmek götürmüyorsa,
işsizliği çözmüyorsa, yoksulluğu azaltmıyorsa,
yasakları ortadan kaldırmıyorsa, bu söylediklerinizin hepsi göz
boyamadır, aldatmadır ve kandırmadır.
Değerli milletvekilleri,
bu sekiz yılı harcadınız, milletimizin sekiz
yılını harcadınız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan herkese
şükranlarımızı sunuyoruz ama biz, milletimizi ve ülkemizi
hizmetin en iyisine layık görüyoruz. Bugün ülkemiz hâlâ işsizlik ve
yoksulluk sorunu içerisinde kıvranıyorsa, bunun ifadesi, AKP
İktidarının başarısızlığıdır,
başaramadığıdır ve sekiz yılın boşuna
harcandığıdır. Siz, yanlış, eksik yapabilirsiniz,
milletimizin birliği üzerinde, ülkemizin geleceği üzerinde
ayrıca da yanlış yaptınız; yanlışların
faturasının çok ağır olacağı endişesini
taşımaktayız, çığlığımız,
itirazımız bundandır.
Değerli milletvekilleri,
gerçekler acı. Türkiye maalesef kötü yönetilmektedir. Türkiyeyi kötü
yönetilmenin ötesinde çok tehlikeli bir sürece de sürüklemektesiniz. AKP
İktidarı döneminde Türkiye çok önemli riskler altına
atıldı, gelecek açısından çok stratejik
yanlışlıklar yapıldı. Öncelikle,
uyguladığınız ekonomik politikalarla Türkiyeyi üretimden
uzaklaştırdınız. Devri iktidarınızda, Türkiye bir
açık pazar hâline dönüştürüldü. Düşük kur değerli Türk
lirası ile yabancının malını ucuzlattınız,
Türk üreticisini ölüme terk ettiniz. Tarlalar ekilmiyor, fabrikalar
kapanıyor. Yalnız benim ilimde, Tarsus ilçesinde -burada listesi var-
onlarca fabrika kapanmış, binlerce işçi sokağa
atılmış. İktidarınızın sonucu bu.
Dolayısıyla bugün burada Büyüdük, kalkındık. diye
övünmenizin halk nezdinde hiçbir karşılığı
bulunmamaktadır. Siz burada Büyüdük. diye rakamlara takla attırırken
millet işsizlikten kırılmakta, akşam evine ekmek götürmenin
derdiyle kıvranmaktadır.
Türkiyeyi üretimden
uzaklaştırmanın ötesinde bir başka
yanlışlığı daha yaptınız. Ülkeyi, özel
sektörü, kamuyu ve vatandaşlarımızı
taşıyamayacakları bir yükün altına attınız,
borçlandırdınız. Özelleştirmelerin
yabancılaştırmaya döndüğünün bile farkında
değilsiniz. Ne kadar stratejik değerde kuruluşumuz, kurumumuz
varsa yabancılara sattınız. Biz bunların, bugünün dününü
yaşadık. Dün yaşananların sonunda maalesef devletimiz yıkıldı.
Korkarız ki bu süreç durdurulamazsa ülkemiz hızla Osmanlının
son dönemindeki düyunu umumiyeye doğru ilerlemektedir, bunu
durdurmamız lazım.
Değerli milletvekilleri,
bakınız, her biriniz Anadolunun bir yerinden geldiniz.
İllerinizin milletvekili sayısının düşmesinin sebebini
sorgulamıyor musunuz? Anadolu boşalıyor. Anadolu köylerinde
mezar kazmak için kırk beş yaşın altında insan
kalmadı. İnsanlar doğdukları yerde, kendi
topraklarında kendi karınlarını doyuramayınca
şehirlerini terk ederek başka yerlere göçüyorlar. Bu bir sonuç
değil midir? Eğer iktidar başarılı olsaydı böyle
bir sonuç yaşanır mıydı?
İkinci stratejik
yanlışınız çok daha önemli, o da Türkiyede bir kimlik
sorunu yaşatıyorsunuz, bir kimlik sorunu oluşturdunuz. Türk
milletini Alt kimlik, Üst kimlik, Türkiyelilik adı altında ayrıştıran
bir sürece soktunuz. Sayın Başbakanın 2005 Ağustos
Diyarbakır konuşmasında Kürt kimliğini tanıyorum.
Kürt sorununu demokrasi içerisinde siyaset üreterek çözeceğim. vaadi
bugün Türkiye'nin handikabı olmuştur. Etnik bölücüleri tatmin etmek
için başlattığınız açılım süreci, şimdi
Demokratik özerklik adı altında özerk Kürdistan projeleriyle
ülkemizin etnik temelde ayrışması ve bölünmesi taleplerine
dönüştü. Yanlış yaptınız, geleceği öngöremediniz
Sayın Hükûmet. Buradan Sayın Başbakana soruyorum, halkım
adına soruyorum: Kürt sorunu. diyerek neyi kastediyorsunuz? Kürt sorunu,
bir Kürt devleti kurmak meselesi değil mi? PKK, bu amaç doğrultusunda
40 bin insanımızı katletmedi mi? 75 adet Kürt milletvekilim
var. diyorsunuz, Kürt vatandaşlarım. diyorsunuz. Ben tekrar
soruyorum: Bu Anayasanın neresinde bu yazıyor? Bir Başbakan
olarak, siz bu milleti etnik temelde ayrıştırmak hakkına
sahip misiniz? Bunun adı bölücülük olmaz mı? Ulaşılan sonuç
itibarıyla söylüyorum, sizin başladığınız o nokta
bugün nerelere vardı, bu gerçeği görmeye davet ediyorum. Böylece, bir
Kürt kimliği diye bir siyasi kimlik oluşturdunuz. Türk milletini
siyasi anlamda etnik bir ayrışmaya sürüklemiyor musunuz? Silahı
bırakın, masaya gelin. Ananızın kucağına dönün.
demiştiniz. Bölücü terörü siyasete çağırarak Türkiye'nin
geleceğinde bir toplumsal çatışmaya zemin
hazırlamış olmadınız mı? Bakınız, PKK
sizin davetinizi kabul etti, dağdan indi, şehre indi, KCK oldu,
Demokratik Toplum Kongresi oldu ve siyaset yapıyor; iki dilli bir sosyal
hayatı, öz savunma gücünü, yerel parlamentoyu, yerel yargıyı,
ayrı bayrağı, ayrı yönetimi öneriyor, kabul edecek misiniz?
Değerli milletvekilleri,
tarih önünde, millet önünde, vicdanlarınıza,
akıllarınıza soruyorum. Siz davet ettiniz Şehre inin,
siyaset yapınız. dediniz. Şimdi siyaset yapıyorlar,
ayrışmayı konuşuyorlar, ayrı kimliği
konuşuyorlar, kabul edecek misiniz?
ALİ KOYUNCU (Bursa)
Etmiyoruz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Etmeyeceğiz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Şimdi, sizin adınıza, devlet, İmralı canisiyle
görüşüyor. İsteklerini kabul edecek misiniz?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Görüşmüyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Etmediğiniz takdirde ne yapacağı gazetelere yansıdı.
Cumhurbaşkanınızı öldürürüz. diye tehdit ediyor,
farkında mısınız? Çok kan akar, savaş çıkar, bu
savaşta kimlerin öleceği de belli değil. diye sizi tehdit
ediyor, Türkiyeyi tehdit ediyor. Bu sürecin başlangıcı,
Sayın Başbakanın 2005 Diyarbakır
konuşmasıdır ve AKP İktidarının
yaklaşımlarıdır, politikalarıdır. Bana göre, bu
sonuçlardan Sayın Başbakan sorumludur. Sayın Başbakan
şunu hatırlamalıdır: Bu ülkeyi millet adına siz
yönetiyorsunuz, sekiz yıldır siz yönetiyorsunuz. Türk toplumunu cam
kırığı yığını hâline getirdiniz.
Değerli milletvekilleri,
farklılıklarımıza dayalı birlikte yaşamanın
zorluğunu yaşamaya başladık. İşte, anketler
yapılıyor. İnsanımız en tabii sonuç olarak
birbirleriyle komşu olmamayı istiyorlar, kız alıp
vermeyeceklerini söylüyorlar. Bu, dün yoktu, bugün başladı. Ortak
yönlerimizin paylaşımında birliği neden savunmuyoruz? Bunu
herkese soruyorum. Farklılıklarımızı öne
çıkararak birlikte yaşamanın zorluğuna katlanmak yerine,
bin yıldır oluşan ortaklıklarımızı öne
çıkartarak birlikte yaşamanın huzurunu duymak neden
düşünülmüyor, neden istenilmiyor?
Sayın Başbakana
milletim adına soruyorum: PKKya yataklık yapmaktan hükümlü Leyla
Zana ve arkadaşlarını Avrupa Birliğinin talep ve
baskılarıyla salıverdiniz, barış elçisi olarak da
evlerinizde ağırladınız. Ne acı günlerdi o günler.
Hemen sonrasında, daha sonra Haburda yaşadığımız
görüntüleri o gün de yaşadık ve millet neler olduğunu
sorgulamaya başlayınca başlayan telaşa karşı
Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli
15 Haziran 2004 tarihinde sizlere tarihî bir görev çağrısı
yaptı ve dedi ki: Sağduyulu ve sorumlu davranınız. Bu
gidiş iyiye gidiş değil. ama ne duydunuz ne dinlediniz. Sonra,
alt kimlik, üst kimlik diye, Türkiyelilik kimliği diye Türkiyede
bir kimlik tartışması başlattınız. Bunun sonunun
kötü olacağını, Bu millet tanımında gelin bir
mutabakata varalım diye 4 Mayıs 2005 tarihinde yeniden uyardı
Sayın Genel Başkanımız Gelin, bir millet
tanımında uzlaşalım, bu alt kimlik, üst kimlik bu milleti
böler. dedi ama gözler kör, kulaklar sağır, ne duydunuz ne
dinlediniz. Sonra, 23 Temmuz 2009da açılım
başlattınız. Biz dedik ki canhıraş
çığlıklarla Bu açılım bu ülkede bir beka sorunu
getirir, bir yıkım projesidir. Bunun önünü alamazsınız,
nokta koyamazsınız, içini dolduramazsanız. ve sonuçta maalesef,
işte bugünlere geldik.
Biz bunları söylerken
Sayın Başbakan, bizi hezeyan içinde olmakla suçladı, heyhat!
Milletimin takdirine sunuyorum. Şimdi, buradan soruyorum: Ne oldu
Sayın Başbakan, bugün birliğimiz dünden daha mı güçlü?
Buraya kalkıp da BDPnin yaptıklarından, KCKnın yaptıklarından
şikâyet etmeye hakkınız yok, bu sürecin
başlangıcı sizinle başladı, bu ülkeyi sekiz
yıldır siz yönetiyorsunuz.
Sayın milletvekilleri,
siyaset ve devlet adamları, geleceği öngörmek, doğru öngörmek
mecburiyetindedir. Bir devlet adamının söylediği bir söz,
gelecekte bir müktesep oluşturuyor. 1991de söylenen Kürt kimliğini
tanıyorum. sözü, bir başka devlet adamına Avrupa Birliği
yolu Diyarbakırdan geçer. sözünü söyletmişti ve ne yazık ki
Başbakana Kürt sorunu benim sorunumdur. sözünü de söylettiler. Sonuçta,
bugün gelinen noktanın karşısında Tek millet, tek devlet,
tek vatan, tek bayrak. demenizin çok fazla bir anlamı da kalmadı,
ağırlığı da kalmadı. Âdeta, bu kavramların
pazarlığa açık olduğunu ihsas eder bir algılama
yaratıyorsunuz. Siz, malumu ilan etmek değil, gereğini yapmak
sorumlususunuz. Dolayısıyla, gelinen nokta, oturup düşünmemizi,
bir vicdan muhasebesi yapmamızı zorunlu hâle getirmektedir. Bugün, bu
Mecliste, bu kürsüde, birileri Kürt coğrafyası sözünü, Kürt
halkı sözünü bir meydan okuma üslubuyla söyleyebiliyorsa, bir
başkası Bin yıllık kardeşlik bitti artık, yeni
bir eşikteyiz. diyebiliyorsa, özerklik kongreleri düzenleniyor, paralel
bir devlet yapısı öneriliyorsa gelinen nokta, değerli
milletvekilleri, ne yazık ki kıyametin bir adım öncesidir.
Bir devlet kurmak için bir
millete, bir millet için de bir dile ihtiyaç vardır; bu bir tarihî
gerçekliktir. Bölgede bir Kürt devleti kurulmak istendiğini siz ne zaman
göreceksiniz?
Buradan bir şey daha
söyleyeyim: Ne Kürt sorunu olarak ifade ettiğiniz husus ne Kürt devleti
kurmak meselesi benim aziz Kürt soylu vatandaşlarımın meselesi
ve talebi değildir. Onlar bin yıldır birlikte
yaşamış, kız alıp vermiş, kardeş olmuş,
aynı milletin, aynı kökün dalları, huzur içerisinde beraber
yaşamış, tarihte de bunu ortaya koymuşlar, Biz ayrı
bir devlet istemiyoruz. diye o günün Avrupa Birliğine kafa
tutabilmiş bir güzel insan topluluğudur. Ama bugün yine aynı
küresel güçler bu coğrafyanın jeopolitik değerinin artması
karşısında bu ülkeyi kendi içerisinde kavgalı tutabilmek
için etnik farklılıkları özne yaparak bizi
ayrıştırmaya çalışıyorlar. Özgürlük adına,
demokrasi adına, siyaset adına, iktidar olmak adına, oy almak adına
bunlara destek vermek, çanak tutmak, zemin hazırlamak; bunun siyasetinin yapılmasına
imkân vermek, buna dayalı hukuk geliştirmek inanınız ki
tarih önünde, millet önünde gelecekte sizi çok zor durumda, hepimizi zor
durumda bırakacak. Bizim görevimiz uyarmak ama yapmak sorumlusu olan
sizlerin sorumluluğu çok daha büyüktür.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin sorunları vardır. Etnik bir
farklılığı özne yaparak bu sorunlara çözüm ararsanız
bulacağınız sonuç ayrışmaktır çünkü
farklılıklar o kadar çoktur ki. Sayın Başbakan diyor ki:
36 tane alt kimliğimiz var. Kürt sorununu çözdünüz kendi üslubunuzca,
sırada hangi etnik grubun sorunu var? Nasıl başa
çıkacaksınız bu hadiseyle? Çıkmaz bir sokağa girdiniz.
Bu sokağın ucu, çıkmaz ucu PKKnın
kucağıdır; geriye döndüğünüz takdirde de millet sizi
bekliyor değerli AKPliler.
Değerli milletvekilleri,
bakın, burada bir gerçeği birlikte ifade edelim. Türkiye Cumhuriyeti
devleti bir millî mücadele sonrası kurulmuştur. Bedeli
atalarımız tarafından kanla ödenmiştir, bu toprakların
bedeli ödenmiştir. Devletimizin kuruluş hukuku Lozan Barış
Anlaşmasıyla önce tüm dünyaya kabul ettirilmiş, sonra 1924
Anayasasıyla da kendi vatandaşlarıyla bir sözleşmeye
dönüşmüştür. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti devleti üniter bir millî
devlettir, bu devlete vatandaşlık bağıyla bağlı
olan halkın adı Türk milletidir, dili Türkçedir, rejiminin adı
cumhuriyettir, hukukun üstünlüğü esastır. Bunlar bizim kurucu
hukukumuzdur, kuruluş hukukumuzdur. Bu kurucu hukuku
değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur, değiştirmeye
kalkılması da gayrimeşru olur.
Bize göre Türkiye'nin Kürt sorunu
yoktur, Kürtçülük sorunu vardır, bölücülük sorunu vardır. Bu sorun ne
Türkiye'nin sorunudur ne de kendisini Kürt olarak ifade eden
vatandaşlarımızın talebidir; bu sorun, bu topraklar
üzerinde kapatılmamış hesapları olan küresel güçlerin bin
yıllık sorunudur.
Değerli milletvekilleri,
birçok sorunumuz olabilir, bu sorunları aşabilmek için gücümüz de
olmayabilir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, tüm sorunları
aşabilmek için, öncelikle milletimizin birliğini ve
dayanışmasını güçlendirmemiz gerektiğini
düşünüyoruz ve kendimizi bu milletin birliğinin teminatı olarak
görüyoruz ve buradan herkese yüksek sesle söylüyoruz: Milliyetçi Hareket var
olduğu sürece, ne bir tek insanımızdan ne de bir tek çakıl
taşımızdan vazgeçmeyiz! (MHP sıralarından
alkışlar)
Sözlerimi Sayın Genel
Başkanımız Doktor Devlet Bahçelinin açıklamasıyla
bitirmek istiyorum: Milliyetçi Hareket, etnik köken, dil, din ve mezhep
farklılıklarına bakmadan, büyük Türk milletini ve bu büyük
ailenin eşit ve şerefli mensuplarını bir bütün olarak
kucaklayan siyasi misyonun adıdır. Türkiyenin millî birliği,
dirliği, kuruluş ilkeleri ve bin yıllık
kardeşliği bizim için her türlü düşünce ve hesabın önünde
ve üstündedir. Türkiyenin millî birliğinin temel harcı ve
sigortası olan Milliyetçi Hareket, Türkiye'nin etnik köken, dil, din ve
mezhep temelinde ayrıştırılmasına,
çatıştırılmasına ve bölünmesine sonuna kadar
karşı çıkacaktır, direnecektir. Bu uğurda ödenecek
bedel her ne ise bunu da büyük bir gönül ve vicdan huzuru içinde ödemeye
hazırdır.
Türk milleti çaresiz
değildir, Türkiye sahipsiz değildir. Türkiye'nin kuruluşundan
seksen yedi yıl sonra bölünmesi ve parçalanmasının tarihî
süreçte kaçınılmaz bir sonuç olduğunu düşünenler varsa
onlara söyleyeceğimiz tek söz şudur: Tarih, henüz nihai hükmünü vermemiştir.
Büyük Türk Milleti ve bu vatanı ve milleti karşılıksız
seven Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylememiştir.'' (MHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara rağmen, ben ve
partim Türkiye'nin ve Türk milletinin büyük geleceğine yürekten
inanıyoruz. Bize göre 21inci asır Türk asrı olacaktır.
Bu bütçe tasarısı
AKPnin son bütçesidir. AKP İktidarının teslimiyetçi ve
ayrıştırıcı politikalarına ve bu
politikaları destekleyen bu bütçe tasarısına Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak hayır diyoruz.
Ülkemize ve milletimize,
huzurlu ve birlik içerisinde uzun yıllar diliyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Şandır, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına şimdi de, İzmir Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Oktay Vural hitap edecekler.
Sayın Vural, buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz otuz dakika.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL
(İzmir) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli
milletvekilleri, 2011 bütçesi ve 2010 kesin hesabı hakkında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinize saygılarımı arz
ediyorum.
Evet, bugüne kadar, çok
partili hayata geçtiğimizden bu yana cumhuriyet hükûmetlerinin
hazırladığı 63üncü bütçe ve 46ncı Hükûmetin
bütçesini görüşüyoruz. Bugüne kadar çok partili hayat döneminde
milletimizin varlıklarını ve kaynaklarını kullanarak
ülkemize hizmet eden tüm hükûmetlere teşekkür ediyorum ve bugün de AKPnin
dokuzuncu bütçesini görüşüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak 2007
yılında Meclise girdiğimizden bu yana da dördüncü bütçesini
görüşmüş olacağız.
Aslında,
yıllık bütçe anlayışına göre 1946dan bu yana
görüştüğümüz bütçeler içerisinde AKPnin payı yüzde 14tür.
Gerçekten böyle bir süreyi dikkate aldığımız zaman, bir
partinin programında yazılı hususları hayata geçirebilmesi
için zannederim arayabileceği başka bir mazeret kalmamıştır.
Bu kadar sürede iktidar kalan bir parti, her şeyden önce,
programındaki hedeflere ulaşmış olmalıydı ama
görüyoruz ki biraz sonra anlatacağımız gibi maalesef AKP,
programına, hedeflerine yaklaşmak bir yana, bu programdan
uzaklaşmış gözükmektedir.
Bugüne kadar bu
kaynakları kullanan AKP Hükûmetine, hayırlı hizmetler yapanlara,
herkese teşekkür ediyoruz ve ancak yaptıklarıyla yetinmemiz,
kâfi görmemiz mümkün olmadığı gibi yanlış
yapılanları da elbette izah edeceğiz. İşte bugün bu
Meclis kürsüsünde her AKPden gelen sözcü bugünkü durumu anlatabilmek için hep
referans noktası olarak kendilerinden önceki 2002yi göstermiş ve o
günün şartlarında görev yapan Hükûmetin hangi şartlarda Hükûmet
devraldığını ve ekonomi devraldığını
göz ardı ederek bir değerlendirme yapmıştır.
Şüphesiz bu konuda ortaya konulan bütün görüşlerin elbette bir
cevabı olacaktır. Bu kürsü de bu cevaplara şehadet edecektir.
AKP, 2002
yılını mukayese ederken gerçekten 2001 yılındaki
bankacılık krizine atıf yapmakta, 1990dan önce yaşanan
dönemlerin sıkıntısı ve problemleri
hatırlatılarak âdeta Milliyetçi Hareket Partisinin içinde
bulunduğu 57nci Hükûmet dönemini topyekûn karalamak yolunu
açmıştır. Bugün, aslında, 1990lı yılların
enflasyonlu büyüme modelini, giderek artan kamu borçlarını, dirençsiz
ve denetimsiz ahlaki tehlike sınırında olan bir mali sektörü,
siyasal istikrarın var olmadığı bir Türkiyeyi MHP
koalisyonunun devraldığını göz ardı etmektedir.
Hükûmette olmadan önce toplam
faiz ödemesi 1.298 kat artmıştı. 1999da faiz yüzde 108,4
olmuştu. On yıllık faiz ortalaması yüzde 107,4tü.
Hazinenin görev zararları, gayrisafi millî hasılanın yüzde
17sini teşkil etmişti. Enflasyon 1998de yüzde 84,6ydı. 355
milyar dolar yatırım stokunu tamamlamak için o günkü mevcut
ödeneklerle yüz elli yıla ihtiyaç vardı. 90 ve 99 arasında, on
yıl içerisinde on bir hükûmet kurulmuştu ve bu hükûmetlerin kısa
süreleri maalesef sorunların ötelenmesine yol açmıştı.
İşte Milliyetçi
Hareket Partisi böyle bir ortamda hükûmet etme sorumluluğunu üstlendi ve
böyle bir ortamda devralınan Türkiyeyi, 2002 yılında
yapısal sorunları çözüm yoluna bırakılmış bir
Türkiyeyi AKPye teslim etmiştir. Evet, 2002 yılı, krizi
aşmış bir Türkiyedir. Yüzde 107 olan faiz oranı yüzde
49a, enflasyon oranı yüzde 84ten 29a düşürüldü. 69 fon
kapatıldı, bankacılık reformu gerçekleştirildi.
İş güvencesi getirildi, işsizlik sigortası kuruldu.
Tarıma doğrudan destek sağlandı.
Bu dönemde MHP, geçmiş
dönemin çatışmacı, uyumsuz, karalamacı
yaklaşımlarına, siyasi rant kavgalarına asla
karışmamış, milletin çıkarlarını parti
menfaatinin üstünde tutmuştu. Rant ekonomisi yerine üretim ekonomisi,
enflasyonlu büyüme modeli yerine gerçek kaynaklara dayalı büyüme, kavga
yerine uzlaşma, kayıt dışı bütçe yerine gerçek bütçe,
siyasi rant kavgası yerine uzlaşma tercih edildi. İşte,
böyle bir ortamda, siyasi ve ahlaki sorumluluğunun gereğini
Milliyetçi Hareket Partisi yerine getirdi. İşte, bugün, burada AKP
dönemini 2002yle mukayese ederken Milliyetçi Hareket Partisinin koalisyon
ortağı olduğu o dönemden önce 90lı yılları
unutanlar, ne yazıktır ki bugün gelip bu kürsülerde Bugün Türkiyede
bankacılık krizi yok. diyebiliyorlar. O gün tedbir
alınmasaydı bugün banka mı kalırdı? Ve bugün
geldiğimiz bu noktada, gerçekten 69 tane fon kapatılmasaydı,
acaba bugün burada Maliye Bakanı gerçek bütçeden bahsedebilecek miydi,
Bütçe açıkları azalıyor. diyebilecek miydi? Görev
zararlarını sıfırlamasaydık, nasıl kayıt
dışı bütçe açığını önleyecektiniz? Siyasi
rantı biz sona erdirdik. İşsizlik Sigortası
kurmasaydık, bugün bütçe açığını kapatmak için
kullandığınız o kaynaklara nereden
ulaşacaktınız? Size soruyorum. Bankalar için kural getirmeseydik
Bankacılıkta sorun yok. diyebilir misiniz?
O dönem içerisinde
yaptırdığımız hastaneleri, organize sanayi
bölgelerini, yolları, enerji santralini görmezden gelenler, bu kürsüden,
yaptıkları bölünmüş yollardan bahisle Belki görürsünüz de
teşekkür edersiniz ama böyle bir şeyiniz yok tabii, bu nezaket
meselesidir. diyebilmiştir. Bugüne kadar sizden önce hizmet edenleri
unutanlar, hatta hizmet etmediğini söyleyenler hiç olmazsa
devraldığı hükûmete teşekkür etse, bu hakikatten kaçmasa
nezaketten bahsetmeye o zaman ancak hakkı olabilir.
Kendinden önceki iktidar
döneminde alınmış kredileri kendine verilmiş addedenler,
kendinden önce yapılmış ihaleleri Hayallerinde olmayan
ihaleleri biz gerçekleştirdik. diyenler, gerçekten nezaketten bahsetmeye
ne kadar hakkı vardır, takdirlerinize bırakıyorum.
Zannedersiniz ki
konuşmacılara göre Türkiyede AKPden önce yol yoktu, su yoktu,
elektrik yoktu, hastane yoktu, okul yoktu. Bütçe konuşmalarında
yaptıklarını anlatırken 3 tane, 5 tane koyun güdemeyenler
bu ülkeyi yönetemez, anlamaz işlerden, anlamaz. diyerek bir de daha önce
hizmet yapmış olanlara dil uzatılabilmiştir.
Bu zihniyet bana bir
şarkı sözünü hatırlatıyor:
Peki peki anladık
Her şeyi sen bilirsin...
Her şeyden sen
anlarsın...
Sen neymişsin be abi!
diye bir şarkı var.
Gerçekten bütün bu
yapılanları cumhuriyet dönemiyle mukayese ederek, kendi dönemini ön
plana çıkartıp, geçmişte yapılan hizmetleri göz ardı
edenlere diyecek tek şeyim var: Bu ifadeler sadece ve sadece Danik Kruger
yaklaşımının tezahüründen başka bir anlam
taşımıyor.
Evet, koyun gütmekten
bahsedildi. 3-5 koyunu güdemezler. dedi. Aslında şunu ifade
etmeliyim ki, biz, milletimize hizmet ederiz, onların hizmetindeyiz.
Milletimizi göbeğini kaşıyan adam olarak görenlere ve millete
hizmeti koyun gütmekle özdeşleştirenlere hak ettiği cevabı
veririz.
Koyun meselesine gelince,
Başbakan uçurumdan atlarsa biz de peşinden atlarız. diyen
zihniyet ancak koyun gütmeyi ve güdülmeyi bilir. Biz, aklımızı
kullanacak cesareti olanlardanız. Milletimizin de aklı, sezgisi ve
iradesiyle bunu kullanmaktan çekinmeyeceğini herkes de bilmelidir.
Eğer koyun gütmek
mahdumlarını gemi sahibi kılmaksa doğrusu bunu bilmeyiz.
Eğer Oferle görüşüp yüzde 14,75 hisseyi gece yarısı
operasyonlarla satmaksa evet, biz koyun gütmesini bilmeyiz. Telekom
özelleştirilmeden önce Haririyle görüşüp onu ortak yapmaksa
doğrusu biz koyun gütmesini bilmeyiz. Un akıtıp babalar gibi
satmak koyun gütmekse doğrusu biz koyun gütmeyi bilmeyiz. Biz siyaseti
kendi koyunlarını gütmek için değil, millete hizmet için
yaptık ve yapıyoruz.
1990lı
yılların oluşturduğu siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın
akabinde koalisyon şartlarında ülkemize hizmet ettik ve bu dönemde
milletimiz için baldıran içtik, siz balını yiyorsunuz, bal tutan
parmağını yalar misali.
Evet, değerli
milletvekilleri, aslında dokuz yıllık bir AKP döneminde, AKPnin
nasıl bir siyaset anlayışı içerisinde olduğunu, siyasi
tercihle siyaset kurumu ve siyasi kurumlar arasındaki ilişkilerini
bir politik ekonomi çerçevesinde değerlendirmek lazım. Sayın
Başbakan daha önceki siyaset anlayışını Siyaset
yalanla, siyaset yolsuzlukla, siyaset sözünden dönmekle, çark etmekle, U
dönüşü yapmakla, sabah söylediğini akşam yalanlamakla
şeklinde değerlendirirken doğrusu, bir an için günümüzdeki
zihniyetle ne kadar özdeşleştiğini gördüm. Oferle önce
görüşmedin, sonra Görüşmüşüm. Davosta önce
(x) yarım
saat sonra özür. Önce Kürt sorunu yok, terör sorunu var. sonra Kürt sorunu
var. Önce İmralıyla görüşmedim. sonra Devlet
görüşmüş olabilir. sonra Devlet görüşür. Önce Haburda
yaşananlar umut tablosu. sonra yol kazası önce Rasmussenden
genel sekreter olmaz. sonra Rasmussen iftar sofralarının
konuğu. Önce Mavi Marmara için Gazze işgalinin sona ermesi gerekir.
deyip ondan sonra da özür ve tazminat arayışı için aracılar
koymak, otel odalarında buluşmak. Önce Barzani aşiret reisi,
postal yalayıcısı. sonra kırmızı halı ve
...(x) İşte, daha nice örnekler aslında.
Evet, Sayın
Başbakanın burada yaptığı konuşmada
milliyetçilikten bahsetmesini olumlu gördüğümü ifade etmek istiyorum.
Ancak tabii Sayın Başbakanın ve AKPnin milliyetçilikle ilgili
uygulamalarını dikkate aldığımız zaman
-zannederim- bu dersten sınıfta kaldığını
artık herkesin anlamış olduğunu bilmesi gerekiyor. Daha
önce de paramız değerlendiği zaman, altı sıfır
atıldığı zaman altı sıfırı atmanın
milliyetçilik olduğunu, paranın değerlenmesinin milliyetçilik
olduğunu ifade etmiş, kendisine de Suni kur politikalarıyla
paranın değerlendirilmesi aslında ithalatı teşvik
ediyor, ihracatınızı cezalandırıyor. derken bunun
milliyetçilik olmadığını ifade ettik ama
anlaşılan o ki Sayın Başbakan sıfırla ve
paranın değeriyle milliyetçilik arasındaki illiyet
bağını ifade etmekten geri kalmış.
Evet, Sayın
Başbakan diyor ki: Doğrudur, milliyetçilik millî kültürü
yaşatmaktır. Doğrudur, doğrudur ama bugün, maalesef Millî
kültür ve onunla oluşmuş bütün millî kimlik etnik kimlikler.
sözleriyle ayrıştırılmaktadır. Millî kültür ve millî
kimlik otuz altı etnik kimliğe bölündüğü zaman nasıl millî
kültürü yaşatabileceksiniz?
10 Ocak 2004te Millî
kültürler küreselleşme içinde varlıklarını korumak için
değişmeli. diyen sizsiniz. Önce, size göre millî kültür alt
değerdir Sakın ola ki üst değer olarak sunmayın. diyen de
sizsiniz.
Küresel kültürün
sürdürülmesi için mahallî kültür gerekir, bizde mahallî kültür
İslamdır. diyerek, İslamiyetin cihanşümul
anlayışını mahallileştiren de siz oldunuz.
Küresel kültürü hakim
kılarsanız millî kültür nasıl yaşayacak? Millî kültürü üst
değer olarak görmezseniz, millî kültürü nasıl
yaşatacaksınız?
Başbakan Milliyetçilik
bizi biz yapan değerleri muhafaza etmektir. diyor. Ama Sayın
Başbakan, bizi biz yapan değerleri sorgulayıp Biz ezber
bozuyoruz. demek değildir milliyetçilik.
Cumhuriyetin başına
numara koymak milliyetçilik değildir. Milliyetçilik bin yıllık
kardeşliğimizi, tarihimizi, kimliğimizi sorgulamak
değildir. Milliyetçilik Türkiyelilik değildir. Türklüğümüzü ve
Müslümanlığımızı sorgulamak değildir.
Ecdadımızın etnik temizlik yaptığını
söylemek değildir milliyetçilik.
Bugün Değerlerimizi
muhafaza etmek milliyetçiliktir. diyen Başbakana, bu değerlere sahip
çıkan Milliyetçi Hareket Partisini statükoculukla suçlamış
olması, fikrimizin ve düşüncemizin ne kadar güçlü ve hakim
olduğunu ve ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koymaktadır.
Sayın Başbakan
diyor ki: Milliyetçilik ülkeyi büyütmektir. Evet, doğru, ama Sayın
Başbakan ülkeyi hormonlu ithalatla büyütmek, üretimi ithalata daha fazla
bağımlı kılmak milliyetçilik değildir. Ülkeyi
ithalatla büyütüp, yabancılara, Hanslara, Georgelara iş bulup,
Ahmetleri, Fatmaları, Ayşeleri işsiz bırakmak milliyetçilik
değildir. Yabancılara iş bulup benim işsizlerime Yok öyle
yağma, taşı bulup suyunu çıkartacaksın. demek
milliyetçilik değildir. Milliyetçilik, kendi çiftçini unutup
Yunanistanın, Amerika Birleşik Devletlerinin çiftçilerini
düşünerek onlardan ithalat yapmak, onları desteklemek değildir.
Avrupa Birliğine Senin yükünü almak için gelmek istiyoruz. deyip
milletimize yük yüklemek değildir milliyetçilik.
Sayın Başbakan
Milliyetçilik, iç ve dış politikaya vizyon
kazandırmaktır. diyor, doğrudur, ancak Başkent Ankaradan
ve Türkçe bakarsanız vizyon kazandırabilirsiniz ama BOP
Eşbaşkanı olarak bakarsanız bu vizyonu
kazandırmanız mümkün değildir Sayın Başbakan.
Milliyetçilik, yol
yapmaktır. diyor ama milliyetçilik yolunu bulmak değildir, yol
yapıp defalarca bu yolu yaptırıp yandaşlarına kaynak
aktarmak değildir.
Milliyetçilik, ekonomiyi
geliştirmektir. diyor, doğrudur, milliyetçilik milletin ekonomisini
geliştirmektir yandaşların ekonomisini geliştirmek
değildir. Milliyetçilik, aynı zamanda geliştirdiğini hakça
paylaştırmaktır, zengini zengin fakiri fakir yapmak
değildir.
Milliyetçilik, okul
yaptırmaktır. diyor, doğrudur ama milliyetçilik, okullarda
Andımızı, İstiklal Marşımızı
tartışmaya açmak değildir. O okullarda çok kültürlülüğü,
çok kimlikliliği aşılamak milliyetçilik değildir Sayın
Başbakan. (MHP sıralarından alkışlar)
Üniversiteye gidemeyen
başörtülü gençlerimizin sorununu seçim yatırımı olarak 2011
yılı ötesine erteleyip ondan siyasi rant elde etmek istemek
milliyetçilik değildir Sayın Başbakan.
Evet, Sayın
Başbakan Milliyetçilik, vatandaşın ayağına adaleti
ulaştırmaktır. diyor, ama Sayın Başbakan, adaleti
ayaklar altına almak değildir milliyetçilik, vicdanlara
sığdırmak ve ulaştırmaktır milliyetçilik. Hak ve
hakikati bulmak, adaleti bulmaktır milliyetçilik. Davalarda hâkim ve
savcı olup adaletin yerine geçmek değildir, Senin hâkimin, benim
hâkimim. demek değildir. Adaletten kaçmak, dokunulmazlık
zırhına bürünmek hiç milliyetçilik değildir.
Evet, Sayın
Başbakan Milliyetçilik, Emniyeti vatandaşın ayağına
ulaştırmaktır. diyor. Evet, milletin huzurlu olması
gerekiyor ama Sayın Başbakan, milliyetçilik vatandaşa ayakla
vurmak değil, öğrencilere karşı polisi tahrik etmek, Tekel
işçilerine biber gazı sıkmak, öğrencileri yaka paça dövmek,
polisi bunun için tahrik etmek ve sevk etmek Emniyeti vatandaşın
ayağına götürmek demek değildir.
Milliyetçilik, suçla mücadele
eden emniyetimizi, emniyet güçlerimizi, terörle mücadele edenleri suçlu
konumuna sokmak hiç değildir.
Evet, 7 Ekim 2009da
Yahudiler için Yıldız Teknik Üniversitesinde Hakikaten
bakıyorsunuz, bilgide Yahudi ve Musevilerin çok ciddi keşifleri var.
Bu icatları sebebiyle oturdukları yerde para basıyorlar. Ampulde
onu görüyorsunuz. dedi. Evet, milliyetçilik, din ile ekonomik gelişme
arasında bir illiyet bağı olduğuna dair bir kabulle,
Protestanlığın ekonomik gelişmenin ajanı, İslamın
ise önleyicisi olduğunu ifade eden Neo-Weberyan görüşleri ifade etmek
değildir. İnanç değerlerimizin ekonomik gelişmeye engel
olduğuna ilişkin haksız değerlendirmeler milliyetçilik
değildir. Orada Ampulü onlar icat etti. dediğinize göre,
doğrusu bu konuda herhâlde sizin bir bildiğiniz vardır diye bu
konuyu kapatmak istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
Adalet ve Kalkınma Partisinin ışığında yedi tane
hüzme var. Aslında bu yedi hüzmenin hangi anlama geldiğini
Programında ifade ediyor ama izahatlarına baktığımız
zaman, bu yedi ışık sonucunda bugüne kadar dokuz yıla varan
bir siyaset anlayışı çerçevesinde bu yedi noktanın yedi
ışığı ifade ettiğini belirtmemiz mümkün.
Evet, AKP döneminde ve kendi
hazırladıkları dokümanlara göre: Ulus devletler
etkisizleştirilmelidir; ulus devletler yetkilerini yerel,
uluslararası kuruluşlara devretmelidir.
İkincisi: Etnik
ayrımcılık, din veya mezhep farklılığına
dayalı federatif ve siyasi örgütlenmeler
yaygınlaştırılmalıdır. Onlar diyor, kendileri
söylüyorlar hedeflerini.
Batı medeniyetinin
oluşturduğu kültür ve kimlik kabul edilmelidir. Bunun için millî
kimlik ve millî kültür tasfiye edilmelidir.
Millî menfaatler yerine
küresel politikalara destek veren ve bu menfaatleri koruyacak millî ordu yerine
jandarma teşkil etmektir.
Millî kalkınma yerine
ithalata ve borçlanmaya bağımlılık oluşturulmalı
ve ülke küresel pazar olmalıdır.
Nihayet yedincisinde de:
Sosyal devlet ilkesinden vazgeçilmeli, devletin gelir
dağılımı, işsizlik, yoksulluk, sosyal güvenlik
alanındaki faaliyetleri sınırlandırılmalı ve bunlar
piyasaya bırakılmalıdır.
Evet, AKPnin siyaset
anlayışının, ampulün yedi hüzmesinin amacı ve
hedefinin bu olduğu, gerek parti programında gerek Muhafazakâr
Demokrat adlı kitabında aynen bu şekilde ortaya konmuştur.
Dolayısıyla bugüne kadar yapılanları bu çerçevede
değerlendirmek, ekonomi politikasını da, politik ekonomiyle
ilgili ilişkisini de bu çerçevede ele almak gerekmektedir.
Evet, sayın
milletvekilleri, AKP dokuzuncu yılına girerken, sekiz yıl
boyunca, bu milletten 1,2 trilyon TL vergi toplamış, 33 milyar
özelleştirme yapmış, 217 trilyon merkezî yönetim borç stokunu
artırmış, 257 trilyon özel borcu
artırmıştır. Kullandığı toplam kaynak 1,5
trilyon TLdir. 1,5 trilyon TL içerisinde... Bu süreç içerisinde, AKPnin
bulunduğu süreç içerisinde gayrisafi millî hasıla sadece 650 milyar
TL artmıştır ve AKP bu dönemde 2002 Türkiyesinin 4,3
katını kullanmıştır, heba etmiştir. 1999
Türkiyesinin 2,3 katını kullanmış ve heba etmiştir.
Sonuçta ne olmuştur? Sonuçta, 2002 yılına göre istihdam 1,6
milyon sadece artmıştır.
2002den bu yana nüfusumuzun
5 milyon artmasına ve her yıl 600 bin kişiye iş
bulmamız gerekmesine rağmen, AKP döneminde istihdam etmemiz gereken
2,4 milyon kişi var iken işsizliği sabit tutabilmek için maalesef
sadece 1,2 milyon kişiye iş bulabilmiştir. Evet, ekonomik
tercihlerin sonucunda, ithalata bağımlı bir büyüme
olmuştur. Türkiyede üretmek yerine dışarıdan ithal etmek
ve bu politikayla dışarıdan hormonlanmış bir büyümeyi sağlamak
temel hareket noktası olmuştur. Rekabet gücümüz
azalmıştır, sıcak parayla kaynaklarımız yurt
dışına gitmiştir. 2010 yılında, on ay içerisinde,
dolar getiren bir kimsenin kazandığı para yüzde 25,7
olmuştur, vicdanınıza sığdırıyor musunuz?
Emeklilerimize, memurlarımıza yüzde 2,5 verirken onun 10-15
katını yurt dışından getirilen sıcak paraya
teslim etmek, zannederim AKP Hükûmetinin politik tercihinin bir neticesidir.
Evet, geldiğimiz bu
noktada işsizlik artmıştır, yoksulluk
artmıştır, vatandaş borca batırılmış,
borca batırılan vatandaş maalesef bağımlı hâle
dönüştürülmüştür. O bakımdan, bu süreç içerisinde uygulanan
ekonomi politikasının amaçları AKPnin istediği bir siyasi
ortamın gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır.
Bu dönemde yolsuzluk
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hakkı
savunmamız gereken, haksızlık yapanın eline vurmamız
gereken bir Türkiyede bu milletin hakkını ve hukukunu gasbedenlerin
cezaları düşürülmüştür. Görevini kötüye kullananların azami
cezalarını düşürerek Arkanızdayız, görevinizi kötüye
kullanın, biz sizi koruyacağız. diyen bir zihniyetin milletten
ne kadar koptuğunu, giderek yandaşlarını koruma gayreti
içerisine girdiğini görüyoruz.
Sayıştayla ilgili
performans denetimi yerine, yerindelik denetimini getirmek suretiyle bu
milletin kullandığımız kaynaklarının verimli kullanılıp
kullanılmadığı
Verimli kullanmayanları sorumlu
kılabilecek bir imkândan bile mahrum bırakıldı. Yiyenin
yanına kâr kalacak, Sen de ye. diyecek böyle bir ekonomik düşünce
gerçekten hayretler vericidir.
Sayın Başbakan, bir
sürü yatırımdan bahsediyor ve Yolsuzluk olsa, bu kadar yolsuzluk
olsa bu kadar yatırım olur muydu? diyor. Birinci günde bunu söyledi.
E, bu mantığına göre yolsuzluk yatırım olmayan bir
ülkede olur. Vallahi, bu mantığı ancak Aristo çözebilir,
bilemiyorum ona müracaat etmek lazım.
Sayın Başbakan
burada diyor ki: Biz stand-by imzalamadık. 26 Nisan 2005te 19uncu
Stand-byı imzalayarak 6,6 milyar SDR kredi talep eden kim, onun
altında kimin imzası var?
Sayın Başbakan yine
bölünmüş yollarla ilgili hesap yapıyor. Bir de bize diyor ki:
Keşke muhalefet yapsa. Evet, biz Marmarayı ihaleye çıkarken,
Mekece-Bozüyük hattını ihaleye çıkarken, hızlı treni
ihalelere çıkartırken hep biz bu hesapları yaptık.
Çanakkale-İzmir otoyolunu ihaleye çıkarırken, körfez
geçişini ihaleye çıkarırken, üçüncü köprünün projesi
hazırlanırken Milliyetçi Hareket Partisi hep bunları gözetti. Bu
millete hizmet etmek için bütün bu projeleri düşündük. Ama bölünmüş
yol derken her yıl bu yolları yapıp yapıp yeniden yapmak,
herhâlde biraz milletimize haksızlık oluyor.
Evet, Bizim
hesaplarımızı yapsa. diyor ama ben Sayın
Başbakanın hesaplarına bazen hayret ediyorum. Mesela, geçenlerde
Çine Barajından bahsetti: Bizden önceki ödenekler olsaydı seksen
bir yıl devam ederdi. Hesapladık, gittik, Milliyetçi Hareket Partisinin
koalisyon ortağı olduğu dönemde eğer o ödenekler
olsaydı zaten bu yatırım 2010 yılında bitmiş
olacaktı. Sayın Başbakan seksen bir yıl diyor, o seksen
bir yılda yedi tane Çine Barajını biz bitirmiş olurduk.
İşte hesap böyle yapılır. Bu hesabı kim yapmışsa
doğrusu hayret ediyorum. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Evet, hesap kitap
şaşabiliyor yani. Bunlarda bazen mizan olmuyor ama mizan
olmayınca biraz da izan olması gerekir. Bazen çay, simit hesabı
yapılıyor, tutmuyor, peynire gidiliyor; sonra süt hesabı
yapılıyor, o da tutmuyor; ondan sonra elinde ne varsa bu hesaba
vurmaya çalışıyor. Ama, yani artık mızrak çuvala
sığmıyor.
Bu ekonomi ahlaki sonuçlar
meydana getirmemiştir. Ahlaki sonuçları olmayan bir ekonomik modeli
Şu kadar yol yaptık, bu kadar yol yaptık
Nedir ahlaki
sonuçlar? İnsan. İnsana iş verebildiniz mi, iş bulma umudu
verebildiniz mi? Yok. Bugün, maalesef, iş bulma umudunu kesenlerin
sayısı yaklaşık 70 kat artmıştır. Bugün
işsizlik, maalesef, artmış. Gençlerde işsizliğimiz:
Her 4 gençten 1i işsiz hâle düşmüştür. Bugün geldiğimiz
Türkiyede, maalesef, bizim dönemimizde bakın 2000-2002 arasında on
beş-yirmi dört yaş arasında yüzde 50,5 olan istihdam oranı
yüzde 50,2ye düşmüş. O dönem içerisinde 23,5 milyon kişi
istihdam edilmişken, AKP dönemi içerisinde bu 23,2 milyon kişiye
düşmüştür. Bugün geldiğimiz bu noktada AKPnin
uyguladığı ekonomi politikalarından dolayı genç
yaşta olanların istihdam içerisindeki payı azalmakta ve elli
beş yaş ve üstü olanların da iş bulma umudu
kırılmaktadır, tablo budur. Tüm yaş gruplarında AKP
döneminde MHP koalisyon dönemine göre muazzam düşüşler olmuştur.
Kadınlarımızın
istihdamı maalesef 2002 seviyesinde kalmıştır. 2006
yılından bu yana kadınların ücretleri erkeklerin yüzde
46sıyken 2010da yüzde 26ya düşmüştür. Yarı yarıdan
daha fazla düşürdünüz bunların ücretlerini. Kadın-erkek cinsiyet
ayırımında 134 ülke içerisinde 126ncıyız.
Evet, ahlaki sonuç dedim;
biraz önce Nurettin Bey söyledi, gelir dağılımından
bahsetti. Bakın, 2002de en düşük yüzde 20lik gelir diliminde
çalışan sayısı yüzde 16,39; 2005te yüzde 17; 2008de yüzde
24,8 olmuş. İstihdam ettiğiniz insanlarımızın
hepsini, asgari ücrete, taşeron çalışmaya ve kayıt dışı
ücrete mahkûm ettiniz. Böyle bir tabloyla, maalesef bugün de
Artık,
TÜİKten yüzde 5lik ve yüzde 10luk rakamları da alamıyoruz,
mukayese etme imkânımız kalmıyor ve bugün artık gençlerin
ve kadınların AKPnin istihdam politikasında yeri
olmadığı açık. Bugün asgari ücret, taşeronlaşma
sonucunda, istihdam politikası gelir dağılımını
bozmaktadır.
Evet, bugün geldiğimiz
bu noktada gerçekten dünün sorunları bitmiştir, bugünün
sorunları farklıdır. Dün bankacılık kesimi sorunu
vardı, bugün reel kesimin sorunu var; dün cari işlemler
açığı sorunu yoktu, bugün var; dün enflasyonist ortamda
borçlarını ödeyebilecek gelir politikası vardı, bugün
borçlanmayı ödeyebilecek gelir politikası yok ve bugün
geldiğimiz bu Türkiyede TÜİKin yaptığı son
araştırmada
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL (Devamla)
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın
Vural, süreniz doldu; size de ek süre veriyorum, bir dakika içinde
tamamlayabilir misiniz lütfen.
OKTAY VURAL (Devamla) Evet,
son paragrafımı arz ediyorum.
TÜİKin beklenti
anketlerine göre yaptığı bir inceleme var. Aralık 2003te
Gelecek üç ayı nasıl görüyorsunuz? diye sorulanlardan Çok iyi
olacak. diyenlerin oranı yüzde 34 azalmış bugün. Biraz daha
kötü olacak. diyenlerin oranı yüzde 284 artmış. Çok kötü
olacak. diyenlerin oranı yaklaşık 4 katına
çıkmıştır. Şu an ekonomi üç ay öncesine göre daha
iyi. diyenlerin oranı yarıya inmiş, Çok daha kötüydü.
diyenlerin oranı 3,5 kat artmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi
olarak artık bu Hükûmetten beklentimiz kalmadığına dair
milletimizin kanaatini paylaşıyoruz. AKPnin geleceğinden
artık umutlar kesilmiştir. Bize Nasıl bilirdiniz? diye
sorulduğunda, biz bu bildiklerimizi söyleyeceğiz yarın bunlar
olmadığı zaman.
İnşallah milletimin
değerlerine, ihtiyaçlarına ve menfaatlerine aykırı
uygulamalarıyla millet iradesini milleti için değil temel
tercihlerini yabancılar için yapan AKPnin son bütçesi olur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Vural, tekrar açıyorum mikrofonunuzu, lütfen Genel Kurulu selamlayın.
Buyurun.
OKTAY VURAL (Devamla)
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu bütçeye, AKPnin siyasi ve sosyoekonomik
politikalarına Hayır. vereceğimizi ifade ediyor, bu vesileyle
2011 yılının, siz değerli milletvekillerine, milletimize,
ailelerimize hayırlı olması dileğiyle hepinize
saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, böylece bütçe üzerinde gruplar adına yapılan
konuşmalar tamamlandı. Şimdi şahıslar adına
yapılacak konuşmalara geçiyoruz.
Bütçenin lehinde olmak üzere,
Karaman Milletvekili Sayın Lutfi Elvanı davet ediyorum.
Buyurun Sayın Elvan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakikadır.
LUTFİ ELVAN (Karaman)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ olarak,
iktidara geldiğimiz günden bugüne kadar halkımızın refah
düzeyinin yükseltilmesi, büyük ve güçlü Türkiye'nin inşası için
kalıcı, dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme politikası izledik.
Türkiye, 2003-2007 döneminde ortalama, yaklaşık yüzde 7 oranında
büyümüştür. 2008-2010 döneminde süratle toparlanmıştır.
Büyümenin altyapısı bu kadar sağlam olmasaydı bu hızla
toparlanmamız mümkün olmadığı gibi bu yıl da
yaklaşık yüzde 8 oranında büyümemiz mümkün olmazdı.
Geçtiğimiz dönemleri
hatırlarsanız değerli arkadaşlar, tam yirmi sekiz çeyrek
büyümüşüz. Bu da büyümenin oldukça sağlam temeller üzerine
oturduğunu göstermektedir.
Tabii ki büyümenin oranı
kadar kalitesi de önemlidir. Biz, gelir dağılımını
bozan, bölgeler arası gelişmişlik farkını artıran
bir yaklaşım benimsemedik. Yine biz, bazı ülkelerdeki gibi temel
insan haklarını baskı altında tutarak, emeği istismar
ederek büyümedik, biz özgürlük alanını genişleterek büyüdük.
Bugün başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın birçok
ülkesinde büyüme potansiyeli düşmüştür. Küresel krize rağmen
izlemiş olduğumuz politikalar ve almış olduğumuz
önlemler sayesinde büyüme potansiyelimiz düşmemiştir değerli
arkadaşlar.
Uluslararası
kuruluşlar, OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme potansiyeline
sahip olan ülkeler arasında Türkiye'nin bulunduğunu ve 2013
sonrası Türkiye'nin çift haneli büyüyebilecek ülkeler arasında yer
aldığını ifade etmiştir. Eğer büyümeyi
sağlam temeller üzerine oturtmazsanız büyüme potansiyelinizi muhafaza
etmeniz ve uluslararası kuruluşların bu tür tahminlerde
bulunmaları mümkün değildir. Biz, iktidara geldiğimiz günden
bugüne kadar parasal genişlemeyle şişirilmiş, enflasyonist,
yapay bir büyüme gerçekleştirmedik; kalıcı, sürekli, dengeli ve
güçlü bir büyüme performansı gerçekleştirmek üzere
politikalarımızı dizayn ettik. Bizden önceki hükûmetlerin
yaptığı gibi enflasyonist, talep yönlü bir yaklaşım
benimsemedik, aksine bütçe disiplinini sağlayarak büyüdük. Büyüme
stratejimiz, finansal sektörler veya sıcak para üzerine değil,
aksine, reel sektör üretimi ve yatırımları üzerine
kurulmuştur.
Bakın, 2003-2009
döneminde büyümeye en yüksek katkı özel sektör sabit sermaye
yatırımları tarafından gelmiştir. Yine, Türkiyede
büyümenin lokomotifi özel sektör tüketimi ve yatırımları
olmuştur. Biz, yatırım ortamını iyileştiren, özel
kesimin dinamizmini ortaya çıkaran, insanları tembelleştirmeyen,
çalışanın kazanacağı, çalışanla birlikte de
milletin kazanacağı ekonomi politikalarını benimsedik. Uzun
vadeli bakarak kapsamlı, kaliteli bir büyüme politikası ortaya
koymaya çalıştık. Özgürlük alanını genişleten,
sosyal devlet anlayışını yerleştiren,
eğitim-iş gücü ilişkisini güçlendiren ve ARGE yenilikçilik
yatırımlarına ağırlık veren
politikalarımıza halkımızın güçlü bir şekilde
sahip çıkması bizim kararlılığımızı
daha da artırmaktadır.
Devletin görevi fabrika
yapıp işletmek değildir. dedik. Devletin görevi fabrika
yapacaklara altyapı hazırlamaktır, iş ortamını ve
rekabet ortamını geliştirmektir. dedik ve yaptık. Ancak,
ana muhalefet tarafından Güneydoğuda devletin fabrika yapıp
işleteceği ifade ediliyor. Siz herhâlde bu alanda dünyadaki
başarısız uygulamaları görmediniz, duymadınız,
okumadınız. Gidin İtalyanları bir dinleyin. Onların da
geri kalmış bölgeleri vardı, milyarlarca euroyu toprağa
gömdüler, hiçbir fabrikayı devlet olarak işletemediler. Kurulan ve
atıl kalan bu tesisler literatüre Çöldeki katedraller olarak geçmiştir
değerli arkadaşlar.
Çağdaş bir devlet,
düzenleyicidir, denetleyicidir. Çağdaş bir devlet, özel kesim için
uygun bir yatırım iklimi oluşturur, halkın önündeki
engelleri kaldırır. Çağdaş bir devlet, eğitimden
sağlığa, ulaştırmadan güvenliğe kadar her alanda
altyapı yatırımlarına yoğunlaşır.
İşte, biz bunu yaptık ve yapmaya devam edeceğiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; küresel kriz sonrası dünyada uygulanan ve
alınan önlemlere baktığımızda en
başarılı ülkelerden birisi Türkiye olmuştur. Artık
uluslararası kuruluşlar, küresel yatırımcılar,
sanayicilerimiz, üreticilerimiz Hükûmetimize karşı büyük bir güven
duymaktadırlar.
Bakın, sadece son iki
ayda dış basında çıkan bazı haber, yorum
başlıklarını sizlere okumak istiyorum. Dış
basında çıkan haber ve yorum başlıkları: Türkiye
bölgesel süper güç olma yolunda güvenle ilerliyor., Türkiye on yıl sonra Avrupanın en
güçlüsü., Türkiye küresel düzeyde rekabetçi bir otomobil merkezine
dönüşüyor., Türkiye 2010 yılında Avrupada en hızlı
büyüyen ülke olacak., Türkiyede altın bir dönem yaşanıyor.,
Finansal krizin en büyük galiplerinden biri Türkiyedir. Bu, son iki ayda
dış basında çıkan başlıklardan
bazıları.
Şimdi, 1999-2002
dönemine dönelim. Acaba o dönemdeki başlıkları okumamı
ister misiniz? Sadece birkaç örnek vermek istiyorum: Türkiyede
kargaşa., Türkiyede krizin nedeni bürokratlar değil,
politikacılar., Yıllardan beri Türkiye ancak muz cumhuriyetlerine
yakışır enflasyon oranlarıyla yaşadı., Türkiye
üç ay içinde ikinci büyük krizi yaşadı. Bunların tamamı,
Türkiyeyi küçük düşürücü ve o dönemde Türkiye'nin ne hâlde olduğunu
gösteren ifadeler.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; muhalefet tarafından çok eleştirilen
bütçenin şeffaflığı konusuna gelince: Evet, bütçeler
şeffaf olmalıdır, gerçekçi olmalıdır, topluma güven
vermelidir, kamu parasının yani milletin parasının nereye
harcandığı açıkça gösterilmelidir. Biz kamu
bankalarını bütçenin bir yan unsuru olarak kullanarak bankalara görev
zararı gösterip sonra da faturasını millete ödetmedik. Birçok
yasal düzenleme yaparak yapılacak olan tüm harcamaları açıkça
bütçede gösterdik. Böylece hesaplanabilir ve şeffaf bir bütçe
oluşturduk. Peki, AK PARTİ İktidarı öncesi
nasıldı? Bütçede çiftçiye, esnafa ödenecek para yoksa kolayı
vardır, Ziraat Bankasına talimat ver çiftçilerin ödemesini
gerçekleştirsin, Halk Bankasına talimat ver esnafa yapılacak
olan ödemeleri gerçekleştirsin. Peki, bu paralar bütçede var
mıydı? Hayır, yoktu. Ya ne oldu? Görev zararı
yazıldı. Peki, sonunda ne oldu? 2001 yılında Halk
Bankasının görev zararı, o dönemdeki para ile tam 11 katrilyon
liraya, Ziraat Bankasının görev zararı 12 katrilyon liraya
ulaştı. Peki, bunun faturasını kim ödedi? Değerli
arkadaşlar, milletimiz ödedi.
Bizim bütçemizin şeffaf
olmadığını söyleyenlere şu soruyu da sormak istiyorum:
AK PARTİ öncesi, yıllarca, hazinenin dış borç
hesaplarına Sayıştayca neden uygunluk verilmedi? Acaba,
dış borç hesabının tutulmasında,
kullanılmasında, şeffaf olmayan hususlar mı bulunuyordu?
Ama, artık, şimdi her şey şeffaf, Hazinenin web sitesine
girin, günlük, haftalık, aylık, hatta yıllık verilere
şeffaf bir şekilde ulaşabilirsiniz. Artık, AK PARTİ
İktidarı öncesi alışkanlıklar tamamıyla tarihe
gömülmüştür. Artık, ülkemizde, şeffaf, hesap verebilir ve
çağdaş bir yönetim anlayışı hâkimdir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Elvan, ek süre veriyorum, buyurun tamamlayın lütfen.
LUTFİ ELVAN (Devamla)
AK PARTİ İktidarının atmış olduğu
sağlam temeller üzerine güçlü Türkiyenin inşasına,
halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesine hep birlikte devam
edeceğiz. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında da ülkemizin
dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmesini yine hep birlikte
sağlayacağız.
Konuşmama son verirken
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Elvan.
Sayın milletvekilleri,
Hükûmetin söz talebi vardır. Hükûmet adına Başbakan ve
İstanbul Milletvekili Sayın Recep Tayyip Erdoğan
konuşacaklardır.
Sayın Başbakan,
buyurun. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta
alkışlar)
Süreniz altmış dakikadır
efendim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2011 mali
yılı bütçesinin ülkemiz, milletimiz, demokrasimiz için hayırlara
vesile olmasını Allahtan temenni ediyorum.
Öncelikle AK PARTİ
İktidarının en büyük başarılarından birisi,
milletimizin kendisine ve ülkesine olan güvenini yeniden tesis etmesidir,
devletimiz ile milletimiz arasına örülen duvarları yıkması,
büyük bir sosyal restorasyon dönemini başlatmış
olmasıdır.
Biz sekiz yıl önce bu
toprağa tohumlar attık. Zaman içinde bu tohumlar filizlendi ve fidana
dönüştü. İstikrar ve güven zemininde ilerlediğimiz müddetçe; o
fidanları koruduğumuz, gözettiğimiz, üzerlerine titremeye devam
ettiğimiz müddetçe o fidanlar boy atacak, kökleri toprağı çok
daha güçlü kavrayacak, toprağa çok daha güçlü bir biçimde
tutunacaktır.
Şunu açık açık
söylemek durumundayım: Biz hep birlikte destansı bir kahramanlık
örneği sergileyerek, onurlu bir mücadele ortaya koyarak büyük bir cihan
devletinin tecrübesi üzerine 1923 yılında bu topraklara cumhuriyet
tohumunu ektik. Cumhuriyeti kuran aziz milletimizin iradesi büyük badireler
atlattı. Hep birlikte o tohumun bir filize, bir fidana dönüşmesini
sağladık. O fidan ne zaman boy atmak istediyse boynu vurulmak
istendi; o fidan ne zaman kök salmak istediyse kökü kurutulmak istendi; o fidan
ne zaman dal budak salmak istediyse dalları, kolları, kanatları
kırıldı. Ne zaman ekonomi atılıma geçtiyse krizler
ülkenin önünü kesti. Ne zaman demokrasi güçlenme iradesine kavuştuysa
müdahalelerle engellendi. İstikrar ve güven, sağlam bir zemin,
sağlam bir mecra bulduğunda her seferinde bozuldu, bozguna
uğratıldı.
Şuraya da dikkatlerinizi
çekiyorum: Cumhuriyet çınarı sadece dışarıdan
değil, içindeki kurtçuklar tarafından da kemirilmek, çürütülmek,
zayıflatılmak istendi. İşte sekiz yıl boyunca, Hükûmet
olarak o çınarı büyütmek, o çınarı güçlendirmek, her türlü
saldırıya, her türlü tehdide, tehlikeye karşı o
çınarı korumak, kollamak için var gücümüzle çalıştık.
Dışarıdan Türkiyenin itibarını yükseltirken, içeride
de kurtçuklara karşı, çetelere, mafyaya karşı amansız
bir mücadele verdik. İstikrar ve güveni sarsacak, demokrasiyi
zayıflatacak her türlü girişimi kararlılıkla ve
soğukkanlılıkla bertaraf ettik. Türkiyeyi karanlığa
çekecek her türlü senaryoyu, her türlü tuzağı cesaretle boşa
çıkardık. Türkiyenin büyümesini, güçlenmesini,
kalkınmasını engelleyecek her provokasyonu, her
hukuksuzluğu etkisiz kıldık. AK PARTİ Hükûmeti sekiz
yıl boyunca bu toprağa sevgi tohumları ekti, kardeşlik
tohumları ekti. Demokrasiyi güçlendirerek, hukuku yücelterek, hak ve
özgürlükleri geliştirerek, ekonomiyi büyüterek, aziz milletimizin selameti
için, Türkiyenin bekası için ter döktü, gecesini gündüzüne kattı, büyük
bir mücadele verdi.
Şimdi, bakınız
değerli milletvekilleri, siz değerli milletvekillerimizle birlikte
bugün bizi televizyon ekranlarından izleyen aziz milletimizin de
dikkatlerini buraya çekmek istiyorum. 11 Aralıkta Mardine gittim.
Mardinde coşkulu bir topluluk eşliğinde, kar, bora,
fırtına, âdeta böyle bir hava, ve Mardine
kazandırdığımız tam 78 ayrı eserin resmî
açılışını yaptık. Eğitimden
sağlığa, emniyetten ulaştırmaya, belediye
hizmetlerinden KÖYDES projelerine kadar tam 78 farklı eser. Mardin
merkezde, Dargeçitte, Derikte, Kızıltepede,
Mazıdağında, Midyatta, Nusaybinde, Ömerlide, Savurda ve
Yeşillide anaokulundan ilköğretim okuluna, genel liseden
öğrenci yurduna, öğretmen lojmanından sağlık merkezlerine,
bölünmüş yollardan parklara kadar 78 yatırımı Mardinle buluşturduk.
Ertesi gün Siirte gittik.
Siirtte 32 farklı eser ve hizmetin toplu
açılışını yaptık. Bu açılışlardan
önemli bir kısmı özel sektör yatırımları. Yüzlerce
Siirtliyi istihdam edecek, Siirtin tarım ürünlerini, gıda ürünlerini
dünyaya ihraç edecek özel sektör yatırımlarının, o gün
büyük bir gururla, büyük bir umutla açılışlarını
gerçekleştirdik.
Önceki hafta cuma günü
Konyadaydık. Konya Büyükşehir Belediyesinin
yatırımlarını, TOKİnin yaptırdığı
okulları, Selçuk Üniversitesinin Tıp Fakültesi Hastanesini ki temeli
1992 yılında atılmış ve bizden önce 60 trilyonluk bir
harcama yapılmış, biz ise 120 trilyon harcama yapmak suretiyle
burayı bitirdik. Konyaya özel sektörün yaptırdığı bir
oteli de, bu arada, açtık. Ancak aynı gün, Ankara-Konya
hızlı tren hattında başlayan test sürüşlerini
inceledik. Şu anda, on saat otuz dakikada ulaşılan Ankara-Konya
etabını, inşallah, bundan sonra, bu yıl ortasında
-2011i kastediyorum- bir saat on beş dakikada ulaşacağız.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yol boyunca 135
menfez, 83 alt geçit, 25 üst geçit ve 7 tane köprü inşa edildi.
İnşallah, 2011 içinde bu devreye girdiğinde, âdeta Ankara-Konya
arasında Ankaranın sanki bir ilçesine gider gibi Konyaya gider hâle
geleceğiz.
Konyadan Muşa geçtik
ve Muşlu kardeşlerimin coşkulu katılımıyla tam
106 farklı eserin resmî açılışını
gerçekleştirdik.
Muştan Bitlise geçtik.
Bitliste 71 farklı eserin, 71 farklı hizmetin toplu
açılışını yaptık. Okulları, derslikleri,
sağlık merkezlerini, yolları, konutları, belediye
hizmetlerini, Bitlisli kardeşlerimin hizmetine sunduk. Bitlis-Muş
arasında inşa ettiğimiz -hani, dağları delerek
yolumuza devam ediyoruz ya- 1.900 metrelik bir tünelin de o gün
açılışını yaptık. Buralarda bu tür şeyler
yok, hasretti bunlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Zira, bu işleri yapmak için, tabii, dertli olmak gerekiyor, âşık
olmak gerekiyor, milletine sevdalı olmak gerekiyor. Bizim için fark
etmiyor, ha batı, ha doğu, ha kuzey, ha güney. AK PARTİ
İktidarı batıda nasıl varsa doğuda da aynı
şekilde var, kuzeyde nasıl varsa güneyde de aynı şekilde
var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kültür ve turizm
merkezlerinin, onardığımız vakıf eserlerinin,
tarımsal yatırımların, emniyet, çevre
yatırımlarının resmî açılışlarını
yaptık. İşte, Bitlisten aynı gün Ahlata geçtik. Ahlatta
Kültür Merkezimizin açılışını yaptık. Aynı
şekilde, Adilcevazda 400 konutu bitirdik, onların hak sahiplerine
dağıtımını yaptık ve sadece iki hafta içinde 5
farklı ilimizde 300e yakın eser ve hizmetin toplu
açılışını böylece gerçekleştirmiş olduk.
Değerli
arkadaşlarım, Aydında, İstanbulda, Elâzığda,
Ankarada, Sivasta, Balıkesirde, Şanlıurfada ondan önce yine
açılışlar gerçekleştirdik. 81 vilayetle de kalmadık,
ortak bir kültürü, ortak bir tarihi paylaştığımız
Priştinede açılış yaptık, Prizrende
açılış yaptık, Mamuşada açılış
yaptık, Lübnanın Aydamun köyünde, Sayda şehrinde
açılışlar yaptık.
İşte, en son
İstanbulda iki uluslararası zirveye ev sahipliği yaptık.
EKO Zirvesinde 7si devlet ve hükûmet başkanı olmak üzere 12 ülke
temsilcisini İstanbulda ağırladık. EKO Dönem
Başkanlığını devraldık.
Türkiye-Pakistan-Afganistan üçlü zirvesini gerçekleştirdik. Hafta içinde
Suriye Başbakanı ve 14 Suriyeli bakanı Ankarada ağırladık.
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyinin 2nci
toplantısını yaptık.
Sekiz yılda Suriye,
Irak, Yunanistan ve Rusya Federasyonu ile ikili, Türkiye-Suriye- Lübnan ve
Ürdünle dörtlü stratejik iş birliği mekanizmalarını
kurduk. Kazakistanla stratejik ortaklık, İtalya, İspanya,
İsveçle hükûmetler arası zirve, Pakistan, ABD, Hollanda ile benzeri
mekanizmaları tesis ettik. Uzak demeden yakın demeden dünyanın
tüm ülkeleriyle, bölge ülkeleriyle, komşularımızla, Türk
dünyasıyla ilişkilerimizi geliştirdik ve geliştiriyoruz.
Geniş Türk
coğrafyasıyla her alanda ticaretimiz büyüdü, ihracatımız
kat kat arttı. 1992 ile 2002 yılları arasındaki on
yılda Kafkasya ve Türk cumhuriyetlerine TİKAnın
yapmış olduğu yardımların miktarı sadece 52
milyon dolar. İktidarda olduğumuz 2003-2009 yılları
arasındaki altı yılda ise TİKAnın yapmış olduğu
yardımlar 128 milyon dolar. Fark bu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
TİKAyı 37 ülkede
faaliyet gösterebilecek bir konuma yükselttik. Türk cumhuriyetlerinde, akraba
ve soydaş toplulukların yaşadığı ülkelerde
TİKA aracılığıyla yaptığımız proje
sayısı 6.714 sayısına ulaştı. Bu projeler
kapsamında 112 okul inşa edildi, 105 okul onarıldı, 400e
yakın su kuyusu açıldı ve binlerce insan sağlık
taramasından geçirildi ve bunlara yönelik olan sağlık
ocakları da kuruldu, kuruluyor.
Kardeş ülkelerimizde
bağlarımızı sadece ekonomik ve ticari bir çerçevede
düşünmüyoruz. Kurduğumuz TRT Avaz kanalı ile de kültürel iş
birliği ve ortak kültürel mirasımıza sahip çıktık.
Aynı şekilde, Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi
Toplantısının 10uncusunu ülkemizde yaptık. Sarf ettiğimiz
çabalar neticesinde İstanbulda bir sekreterya kuruldu. Kısa adı
CICA olan Asyada İşbirliği ve Güven Arttırıcı
Önlemler Konferansı Teşkilatının dönem
başkanlığını yapıyoruz.
Türk Dili Konuşan
Ülkeler Parlamenter Asamblesi çerçevesinde birçok önemli faaliyete devam
ediyoruz. Geçtiğimiz aylarda Başbakanlık bünyesinde kurmuş
olduğumuz Dış Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığı ile birçok alanda iş birliğini
geliştirecek yeni kanalları oluşturmak için çaba gösteriyoruz.
Ta yaylalara, mezralara kadar okul, yol, su götürürken beş kıtada
iş birliği arayışını, beş kıtada
barış ve adalet mücadelesini sürdürdük.
Değerli
arkadaşlarım, tabii bütün bunlarla beraber bir şey de bizi
gerçekten üzüyor ve bakıyorsunuz, arkadaşımız
çıkıyor, diyor ki: Önce mizan olacak, izan olacak. Şimdi, bunu
diyen arkadaşıma ben de diyorum ki: Ama biraz da insaf olacak. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Bitmedi. Biliyorsunuz, bizde
insaf dinin yarısıdır, bu kadar bu iş önemli. Yani bir
şeyi eleştirirken, yargılarken insaf edin. Şu sekiz
yıl içerisinde bu ülkede bu kadar şeyler
yapıldığı içindir ki milletimiz demokratik tasarrufunu
kullanırken, yapılan bütün seçimlerde, gerek genel gerekse yerel
seçimlerde AK PARTİsini sürekli olarak iktidarda tutmuştur. O zaman,
siz milletimizin ferasetine güvenmiyor musunuz? Kendinizi milletimizden çok
daha akıllı mı zannediyorsunuz? Bu gerçeği göreceksiniz.
(AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) O zaman barajı indirin, millete güveniyorsanız
barajı indirin. Yüzde 10 barajını indirin görelim. (AK
PARTİ sıralarından Dinle sesleri, gürültüler)
BAŞKAN Sayın
Kaplan, lütfen
Lütfen
Değerli arkadaşlar,
yerimizden laf atmayalım.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Tabii, ben burada sizlere çok
çarpıcı
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Millete güvenmek o kadar kolay tabii! Yüzde 10
barajını kaldırın önümüzdeki dönemde. O kadar kolaydı!
Yüzde 10u indirin de gidelim, görelim bakalım. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın
Kaplan, lütfen
Değerli arkadaşlar, lütfen
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Biz bu ülkede yüzde 10 barajını
koymadık, yüzde 10 barajıyla biz iktidara geldik on altı ayda,
on altı ayda. Gücünüz varsa siz de gelin. Bu barajı biz koymadık,
koyanlara sorun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Kenan Evrenin yasasına
sığınmayın, yeter artık!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Seksen bir vilayetin seksen birinde, sekiz
yıl boyunca, defalarca toplu açılışlar
gerçekleştirdik.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Tuncelide yapmadınız. Seksen bir vilayete Tunceliyi katmayın.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Seksen bir vilayetin seksen birine, 780
bin kilometrekarenin tamamına ulaştık, tamamına hizmet
götürdük.
Burada size çok
çarpıcı bir belge göstermek istiyorum, tarih 5 Eylül 1792, yani 218
yıl öncesine ait bir belge. Dönemin padişahı, Bağdat Valisi
Kadir Süleyman Paşaya bir talimat gönderiyor ve Mardin Kalesinin tamir
edilmesini emrediyor. Bunu iyi görmeniz lazım. Tam 218 yıldır
onarılmayan, tamir edilmeyen o kaleyi işte şu anda biz tamir
etmeye başladık. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Biz buyuz, halkımız bu.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) O kadarını takdir ederiz sekiz senede!
M. NURİ YAMAN (Muş)
Göreviniz ne?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Şunu artık çok net görüyoruz
değerli arkadaşlarım: Seksen bir vilayet değişiyor.
Aslında, buradan
şimdi laf atıyor ya, oralardan geçerken de diyorlar ha: Yahu, neler
başarmışlar be! Orada da bunu diyorlar, onu da söyleyeyim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Yollar altından da olsa özgürlük olmadı mı
altından kafesleri kabul etmeyiz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Geçerken öyle diyorsunuz, onu biliyorum;
orada takdir ediyorsunuz, onu biliyorum ama burada farklısınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Özgürlük olmadı mı altından kafesi reddederiz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O işte özgürlüklerin neticesidir,
özgürlüklerin neticesidir o. Özgürlük mücadelesini biz verdik, veriyoruz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
M. NURİ YAMAN (Muş)
Suyu olmayan sanayiyi açtınız.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli kardeşlerim, seksen bir
vilayet değişiyor, köylerden ilçelere, mezralardan şehir
merkezlerine kadar bütün Türkiye değişiyor.
Yeni kurduğumuz, 80 tane
ile artık 156 rakamına ulaşan üniversiteler şehirlerimizi
değiştiriyor. Sordular: Tunceliye de üniversite yapacak
mısınız? Yapacağız dedik, inanmadılar.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Tuncelinin ne özelliği var ki
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ee, şimdi Tuncelide üniversite var
ama haberi yok, görmez, bilmez, anlamaz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Mesele göz meselesi, kulak meselesi, dil meselesi.
Yaptığımız
okullar, Türkiyeye kazandırdığımız toplam 160 bin
derslik şehirleri değiştiriyor.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Bakın, taşımalı eğitim, taşımalı
eğitim!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Restore ettiğimiz 3.500 vakıf
eseri, onardığımız tarihî eserler şehirleri
değiştiriyor. Sekiz yılda inşa ettiğimiz 13.555
kilometre uzunluğundaki bölünmüş yollar, havaalanları,
inen-kalkan uçaklar şehirleri değiştiriyor.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Sayın Başbakan, taşımalı eğitim!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O bile bizim attığımız
bir adımdır, siz onları da atamadınız, siz onları
da atamadınız.
MUHARREM İNCE (Yalova)
At arabasıyla taşımalı eğitim! Çağdaş
eğitim!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Özel sektör yatırımları,
açılan fabrikalar, canlanan ekonomi şehirleri değiştiriyor.
Türkiyenin her
şehrinden umut fışkırıyor, heyecan
fışkırıyor. 73 milyon hayata sımsıkı
sarılıyor, değişimde yerini alıyor, geleceğe
bugün her zamankinden daha bir umutla bakıyor. Türkiyenin yıllarca
hizmet almamış, yıllarca yatırım almamış,
bir çivi dahi çakılmamış illeri, ilçeleri bugün yeniden hayat
buluyor, kalkınma yarışında yeniden yerini alıyor.
Algı ile gerçek
arasında çok büyük fark var değerli arkadaşlarım. Doğu
ve güneydoğunun diğer bölgelerdeki imajıyla gerçek
durumları arasında çok ciddi bir uçurum var. Oralarda kaos
varmış gibi, oralarda huzursuzluk varmış gibi, oralarda
sokağa çıkılamıyormuş gibi bir görüntü
oluşturulmak isteniyor. Oysa tam tersi, Edirne, Kırklareli,
Muğla, Çankırı, Giresun, Antalya nasıl gelişiyorsa
oralar da aynı şekilde gelişiyor; batıda umut ne kadar
çoğalıyorsa doğuda da o kadar çoğalıyor; kuzey ve
güney nasıl kalkınıyorsa doğu ve güneydoğu da
aynı şekilde kalkınıyor. Türkiye topyekûn
kalkınıyor, Türkiye topyekûn aydınlık geleceğe
koşuyor.
Bizim lügatimizde
ayrımcılık yok, imtiyaz dağıtmak yok, bölgeleri
ayırmak yok, toplumu sınıflara, etnik gruplara, mezheplere,
kimliklere bölmek yok. Biz İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın. anlayışıyla hareket ediyoruz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli)
Bakanlar Kurulunda bir tane Alevi vatandaş var mı?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
insanlarımızı dinine, mezhebine göre ayırt etmedik,
etmiyoruz. Dün de değerli arkadaşlarım, etnik
milliyetçiliği
Yola çıkarken, partimizi kurduğumuzda, Afyonkarahisarda
-oradan yola çıktık- Bizim üç tane kırmızı çizgimiz var.
Biz etnik milliyetçilik yapmayacağız, biz bölgesel milliyetçilik
yapmayacağız, biz dinsel milliyetçilik yapmayacağız.
dedik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FEVZİ TOPUZ (Muğla)
Hepsini yaptınız!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ve biz şu ana kadar bunu
yapmadığımız içindir ki sekiz yıldır bizim
milletimiz, halkımız bizi iktidarda tutuyor ve sürekli olarak
oylarını artırarak bizi iktidarda tutuyor.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, biz Afyonkarahisarda bir şey
daha söyledik. Ne dedik? Onu da burada çok açık, net söylüyorum, orada da
söyledim, 2005te Diyarbakırda değil, ta orada. Dediğimiz
neydi: Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet dedik. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) Dil var mı, dil?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Resmî dil var, resmî dil, bekle.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sabırlı ol, sabırlı,
dur; dokuz ay on gün, biliyorsun, sabırlı ol. Onlar erken doğum,
sağlıksızdır.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, şunu çok dikkatle takip edelim:
Etnik kökeni, inancı, dili, kültürü ne olursa olsun 73 milyon
insanımız Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında birdir,
tek millettir. Evet, ben yine aynı şeyi söylüyorum: Alt kimlik, üst
kimlik. Üst kimlik, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığıdır. Bunun altında birçok etnik unsur
vardır, hepsi bizim kardeşimizdir ve hepsini Yaradandan ötürü
severiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir şeyi daha
söylüyorum: Bu ülkede ben bir Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum ve
savunmaya da devam edeceğim ama Kürtçülüğün
karşısındayım, aynen Türkçülüğün de
karşısındayım. (AK PARTİ sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar) Bunu da söyleyeyim. Bunu da söyleyeyim.
Çünkü bizim medeniyetimizde, bizim değerlerimizde ırkçılık
yok ama kavimlere saygı var. Biz buradan geldik, böyle de devam ediyoruz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şunu da
söyleyeceğim, o da şudur: Değerli arkadaşlarım, benim
milletimin dili tektir. (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
KÜRŞAT ATILGAN (Adana)
Hangi millet?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu, Türk milleti. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar) Dili tektir, o resmî dil Türkçedir,
bunu bugüne kadar öğrenmediysen, bundan sonra da öğrenemezsin zaten.
Değerli kardeşlerim, fakat, bu ülkede devletin kademeleriyle
belediyeleri birbirinden ayırt eden anlayış, devlet
kurumlarını anlayamamış anlayıştır.
Belediyeler de devletin resmî kurumlarıdır, diğerleri de resmî
kurumlarıdır. Orada da Türkçe kullanılır, orada da Türkçe
kullanılır. Birisinde farklı, birisinde farklı olmaz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir diğer konu, onu da
anlatayım, o da şu: Bakın, ademimerkeziyet dediğiniz
anlayışı anlatayım. Ben belediyecilikten geldim.
Ademimerkeziyetçiliği savunan birisiyim ama ademimerkeziyetçiliğin üç
tanımı vardır: Bir, siyasi tanımıdır; iki, idari
tanımıdır; üç, hizmet tanımıdır. Biz, siyasi
tanımına karşıyız, idari tanıma da karşıyız.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Neden?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Biz, hizmet içerikli olanın
yanındayız. Bizim anlayışımız budur, hizmet
içerikli olan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman)
O, ademimerkeziyetçilik değil. Sizin demokrasiniz ayrı.
Ademimerkeziyetçilik dünyada ayrı. Böyle bir ademimerkeziyetçilik yoktur
dünyada, o sizin
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
bakınız, köy boşaltmaların, faili meçhullerin,
işkencelerin, suikastların, darbe girişimlerinin, karanlık
senaryoların sorgulandığı, karanlık noktaların
aydınlığa kavuştuğu bir Türkiye var artık.
Olağanüstü hâlin kalktığı, Çekiç Güçün gönderildiği,
anaların hapisteki çocuklarıyla kendi ana dillerinde
konuştuğu, farklı dil ve lehçelerin öğretildiği,
öğrenildiği, devlet televizyonlarından farklı dil ve
lehçelerde yayınların yapıldığı, kontrol
noktalarının asgariye indiği bir Türkiye var artık. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman)
Yetmiş yıl sonra Kürtçe televizyon açtınız!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bunları görelim. Türkiyeyi bu
seviyelere biz getirdik.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) 3 bin tane de Kürt siyasetçi var içeride.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Kardeşliğimizi yüceltmek,
toplumsal barışı pekiştirmek adına bu
demokratikleşme adımlarını biz attık. İşte
bu, 2005ten itibaren devam eden süreçtir, bunun öncesi var, sonrası var.
Herkes, ana dilini istediği gibi, dilediği gibi konuşuyor.
Farklı dil ve lehçelerde yayın da yapılıyor, kurs da
açılıyor, üniversitelerde enstitü kuruluyor. Ancak şunu da
herkes çok iyi bilecek: Türkiyenin, değerli arkadaşlarım, resmî
dili -tekrar ediyorum- Türkçedir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ortak vatanda Kürtlerin Türkler kadar eşit olma
hakkı vardır.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ortak dil Türkçedir. Bu gerçeği değiştirmeye
yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ortak vatanda her Türk her Kürt kadar eşittir!
BAŞKAN Sayın
Kaplan
Sayın Kaplan, böyle bir usulümüz yok.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Vardır, nasıl yok!
BAŞKAN Lütfen...
Lütfen
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Zira, bu mesele sosyal barış ve
sosyal bütünlük meselesidir. Bu meseleyi tartışmaya dahi açmak, bu
meseleyi getirip Türkiye'nin gündemine taşımak ne demokrasiye ne özgürlüklere
ne toplumsal barışa ne de kardeşliğe asla hizmet etmez. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
tartışmaları gündeme taşımak da, bu
tartışmaları gündemde tutmak, sabah akşam bununla ilgili
yayınlar yapmak da millî birliğimize ve kardeşliğimize
destek olmaz, tam tersine köstek olur.
Millî Birlik ve
Kardeşlik Projesi, adı üstünde, bir birlik projesidir, bir
kardeşlik projesidir. Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, bu ülkeyi
dayanışma, paylaşma zemininde büyütme, yüceltme projesidir. Bu
proje, istismarcıların elinden oyuncaklarını alıp istismarcıları
hayal kırıklığına uğratma projesidir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bu proje, milletin her
bir ferdinin kendisini birinci sınıf vatandaş hissetmesini sağlayacak,
millet-devlet kaynaşmasını sağlayacak bir projedir. Biz
demokratik bir ülkenin onurlu bir vatandaşının sahip olması
gereken hak ve özgürlükleri geliştirmenin mücadelesini verirken, birileri
de gerilim üreterek, afaki taleplerle toplumu gererek, milletimizin sinir
uçlarına dokunarak gelişme sürecini baltalamaya
çalışıyorlar.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt)
Sinir uçlarınızı açıkta bırakmayın.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ucu açık olanlar sizinkiler, dikkat
edin, biz sağlamdayız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Dağlara kadar uzanıyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Biz iyi niyetle meselelerin üzerine
giderken, sorunların çözümü için çaba gösterirken, toplumsal
mutabakatı sağlamak üzere samimiyetle çalışırken
birileri de bayat senaryoları devreye alıyor, çözüm süreçlerini
sabote edecek yaklaşımlar sergiliyor. Milletin defalarca
izlediği, art arda izlediği, temcit pilavı gibi sürekli sofraya
sürülen o tezgâh yeniden ne yazık ki kuruluyor. Türkiye seçime giderken,
Türkiye istikrar ve güven zemininde kararlı şekilde ilerlerken
karanlık odaklar tarafından aynı oyun yeniden kuruluyor, yeniden
kurgulanıyor. Biraz önce ifade ettim ya, o fidan kök salmaya, o fidan dal
budak salmaya başlamışken yeniden kurutulmak, yeniden
dalları, kolları kırılmak isteniyor. Bu senaryo çok çirkin
bir senaryo. Bu tezgâh çok kirli bir tezgâh. Bu tuzak çok bildik bir tuzak.
Benim milletim bu oyunları defalarca gördü, bu senaryonun aktörlerini çok
iyi tanıdı ve kim ne yaparsa yapsın, benim milletim bu tezgâha
gelmeyecek, bu tuzağa asla ve asla düşmeyecek, ben buna inanıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şunu da burada açık
açık söylüyorum: Bu tezgâhın içinde terör örgütü var, bu
tezgâhın içinde terör örgütünün vesayeti altında hareket edenler var,
bu tezgâhın içinde can çekişen çeteler var, mafya var. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Senaryo çok ama çok açık: Seçim
öncesinde su bulandırılacak, seçim öncesinde milletin zihni
karıştırılacak, seçim öncesinde kaos oluşturulacak,
seçim öncesinde farklı gündemler oluşturulacak, milletin tercihleri
böylece etki altına alınacak.
Soruyorum size: Toplumu
gerecek, milletin hissiyatını galeyana getirecek, siyaset kurumunu
etkisizleştirecek, güven ortamını sarsacak bu yaklaşım
tarzı hangi amaca hizmet ediyor? Yapılan işlerin çözüme bir
faydası var mı? Sorumsuz ve afaki taleplerle hassasiyetlerin
kaşınması sorunları çözüm yoluna mı koyuyor? Yoksa
daha mı derinleştiriyor? Ateşe benzin döken bu siyaset
tarzının kime, ne faydası var? Biz, sorunların
konuşulmasından, tartışılmasından, özgürce ifade
edilmesinden yanayız. Hayata geçirdiğimiz reformlarla,
yıktığımız tabularla, bozduğumuz ezberlerle
ülkemizi ileri demokrasiye taşıyoruz. Hiç kimseden demokrasi dersi
almaya ihtiyacımız yok. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman) -
Var, var, demokrasiyi bilmiyorsunuz, ihtiyacınız var Sayın
Başbakan
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bize demokrasi dersi vermek isteyenler 12
Eylülde benim vatandaşımın oy verme hakkını nasıl
tehditle gasbettiler, önce bununla yüzleşsinler. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Önce bununla yüzleşsinler.
BENGİ YILDIZ (Batman)
İhtiyacınız var Sayın Başbakan, sizin demokrasiye çok
ihtiyacınız var.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Kenan Evren de sandığa gitmişti.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Demokrasiden bahsedenler Doğu ve
Güneydoğuda sivil toplum örgütlerine, yazarlara yapılan
baskılarla, tehditlerle yüzleşsinler. Gelişen özgürlükleri çözüm
için kullanmak yerine ajitasyon için, provokasyon için kullanmak bu millete
reva mıdır? Milletin zihnini bulandırmanın,
korkularını kaşımanın, huzurunu kaçırmanın
hangi sorunun çözümüne faydası var, soruyorum.
Bu ülke sahipsiz
değildir, bu millet çaresiz değildir. Milletim müsterih olsun, biz
kimseye bu ülke üzerinde, bu topraklar üzerinde ameliyat
yaptırtmayız. (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ameliyatı siz yapıyorsunuz zaten.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Kimseyi bu milletin hissiyatıyla
oynatmayız.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ameliyatı da siz kangren hâline getirdiniz,
çözemediniz Kürt sorununu.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Çözüm için nasıl bir mücadele
verdiysek çözüm süreçlerini sabote edenlerle de aynı şekilde mücadele
ederiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Terör
örgütünün ve onun uzantılarının her seçim öncesinde olduğu
gibi yeniden taşeronluk üstlenerek iç politikayı dizayn etme
girişimlerini karşılıksız bırakmayız. Ne
milletin duygularını sömürerek rant hesabı yapanlara eyvallah
ederiz ne milletin korkularını kaşıyarak o hesabı
yapanlara eyvallah ederiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman)
Onu en çok siz yapıyorsunuz Sayın Başbakan.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Özgür ve açık seçimlere gelin, özgür seçimlere!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakın, buradan, hem doğudaki
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Öyle tehdit ederek, tehditle bir yere
varamazsınız, demokrasi açıklıktır. (AK PARTİ
sıralarından Dinle be! sesleri)
Siz susun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
hem batıdaki hem kuzeydeki hem
güneydeki bütün vatandaşlarıma
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Siz, konuşmaları dinleyeceksiniz, muhalefeti
öğreneceksiniz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
73 milyona, bütün kardeşlerime
sesleniyorum: Dağdaki teröristle, geçmişte devletin
koridorlarına kadar sirayet etmiş çetelerin nasıl bir iş
birliği içinde olduklarına lütfen dikkat edin. Az önce
arkadaşım zaten anlattı bunları. Her seçim öncesinde, terör
örgütünün nasıl devreye girdiğini, milletin hissiyatını
etki altına almak için ne tür tezgâhlar
yapıldığını çok iyi anlayın. Artık, bu oyunu
yutmazlar. Ne biz yutarız ne de milletim bu hileyi yutar.
Şimdi, Diyarbakırda
bir toplantı yapılıyor, bir bildiri taslağı
tartışılıyor. Dikkate dahi alınmayacak, ciddiye dahi
alınmayacak bu bildiri taslağı, günlerdir, çarşaf
çarşaf sayfalara, boy boy ekranlara taşınıyor. Bu bildiri
taslağı, son derece yapay bir şekilde, son derece
kasıtlı bir şekilde gündeme taşınıyor ve geliyor,
gündemin tam ortasına yerleşiyor. Her akşam saatlerce bu
konuşuluyor, köşe yazarları her gün bunu yorumluyor. Sağ
olsunlar, işleri güçleri yok onların da.
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) - Niye tartışmadan korkuyorsunuz Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sanırsınız ki Mecliste bir
Anayasa değişikliği oldu, yarın Türkiye farklı bir
idari yapıya kavuşacak, farklı bir yönetim şekline kavuşacak.
Açık söylüyorum:
Değerli arkadaşlarım, tehlikeli bir oyun bu. Burada ortaya konan
veya örtülü olarak ifade edilen hususları, çok yanlış, son
derece kabul edilemez buluyorum. Özerklik tartışması
demokratikleşmeyi, Türkiye'nin ileri demokratik standartlara kavuşmasını
hazmedemeyenlerin çirkin bir tezgâhıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Dinleyeceksiniz, tartışılacak. Demokrasi
tartışmak demektir, demokrasi konuşmak demektir, demokrasi
Meclise gelip konuşabilmek demektir. Sustura sustura susan bir Türkiye
yarattınız, suskun bir Türkiye yarattınız. Susmayacak
Türkiye, susmayacak; konuşacak! (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Sayın
Kaplan, lütfen
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu millet, bu tür tezgâhlara evet der mi?
(AK PARTİ sıralarından Demez. sesleri) Bu tür taslakları
alır bağrına basar mı? (AK PARTİ
sıralarından Basmaz. sesleri)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Cesaretiniz varsa projenizi getirin, konuşalım.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu projelere onay verir mi? (AK PARTİ
sıralarından Vermez. sesleri) Millete rağmen, milletin
kurumlarına rağmen, anayasal düzene rağmen, kim, hangi projeyi
hayata geçirebilir?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sizin projeniz ne? Projenizi çıkarın koyun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Demokratik sistemlerde siyasi partiler
aykırı projeler, teklifler getirme hakkına sahip olabilir ama bu
hakkın kötüye kullanılması demokratik siyaseti
zayıflatır, ülkenin gündemini gerer.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Projenizi koyun, sekiz senedir Hükûmetsiniz!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sonuçta millet destek vermez, bu partiler
de marjinal kalmaya mahkûm olurlar ama zarar gören siyaset kurumu olur, ülke
olur. (BDP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Niye endişeleniyorsunuz? Kaldırın
barajları da boy ölçüşelim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bak, partimizi kurduk, on altı ay
sonra -yüzde 10 barajıyla geldik- yüzde 34 aldık,
aynısını sen de yap. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) Peki, yetimin hakkı
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Demokrat değil misiniz, kaldırın
barajları!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ama gelip de bir etnik unsurun partisi
olma, oradan çık!
Terör örgütünün gündeme
taşıdığı konuları siyasete taşımak,
bunları medya sayfalarında abartmak hangi amaca hizmet eder?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sizin barajınız vız gelir bize! Biz gelmeyi
öğrendik zaten!
BAŞKAN Sayın
Kaplan, lütfen
Müdahale etmeye devam ederseniz İç Tüzükü uygulamak
zorunda kalırım, lütfen
Sayın Başbakan,
buyurun, devam edin siz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Soruyorum arkadaşlar: Bu, terör
örgütünün propagandasını yapmak değil midir? Bu, terörün
ekmeğine yağ sürmek değil midir?
BENGİ YILDIZ (Batman)
Kürt sorununu terör sorunu olarak tanımlıyorsunuz!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Hiçbir ciddiyeti ve derinliği olmayan bu projeleri benim Kürt
kökenli kardeşlerimin talebiymiş gibi takdim etmek çok büyük bir
haksızlıktır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman)
Kürtlere sor o zaman.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu bildirileri yayınlayanlar, bunun
siyasetini yapanlar benim Kürt kökenli vatandaşımın ne
kadarını temsil ediyorlar?
BENGİ YILDIZ (Batman)
Git sor!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) Bunlar Doğu ve Güneydoğunun ne
kadarını temsil ediyorlar?
BENGİ YILDIZ (Batman)
Diyarbakıra, Batmana sor!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ben her fırsatta, defalarca söyledim,
bugün de söylüyorum: Ne terör örgütü ne de onun uzantıları, hiçbir
zaman benim Kürt kökenli kardeşlerimin temsilcisi, sözcüsü
olmamıştır... (AK PARTİ sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar)
BENGİ YILDIZ (Batman)
Git sor, Kürtlere sor!
HAMİT GEYLANİ
(Hakkâri) Temsil anlayışınız, parti kapatmak, yüzde
10luk baraj!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
bundan sonra da asla olmayacaktır.
BENGİ YILDIZ (Batman)
Gidin, sorun! Gidin, sorun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Demokratik hak ve özgürlüklerden
bahsedenler, benim bölgedeki vatandaşımın haklarını
kullanmasını engelliyor; tehditle, baskıyla engelliyor,
sandığa göndermiyor.
BENGİ YILDIZ (Batman)
Kim yapıyor bunu Sayın Başbakan, kim yapıyor?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 12 Eylül referandumunda, bütün tehditlere,
baskılara rağmen, sindirmelere rağmen, Doğu Anadolu
Bölgesinde katılım oranı yüzde 66, Evet oy oranı yüzde
81. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde bütün baskılara, bütün tehditlere, engellemelere
rağmen katılım oranı yüzde 57, Evet oy oranı yüzde
84. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Hakkâri, Diyarbakır, Batman, Van?
BENGİ YILDIZ (Batman)
Baskı var. diyorsunuz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bak, o baskıları
kıranların verdiği oy bu.
Benim Kürt kökenli
vatandaşlarımı terörle, terör örgütüyle
özdeşleştirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur ve olamaz. Türkiye'nin
birlik ve bütünlüğünü zaafa uğratmaya, milletimizin
kardeşliğini zedelemeye çalışmak kimsenin haddi
değildir, olamaz. Herkes sağduyuyla, ferasetle, iyi niyetle hareket
etmelidir. Özellikle siyasetçiler daha büyük bir sorumluluğun
sahibidirler. Gererek, kırarak, dökerek, kaşıyarak, tahrik
ederek hiçbir şey yapılamaz, hiçbir hedefe ulaşılamaz.
Siyasi partiler, medya, sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri, herkes ama
herkes bu süreçte sağduyuyla hareket etmeli, ideolojiler üstü,
çıkarlar üstü bir tutum sergilemelidir.
Biri çıkıp
provokasyon yapacak, bir başkası çıkıp bundan rant
toplayacak. Biri dağdan cenazeler gelsin diye elini ovuşturacak, bir
diğeri çıkıp şehit cenazelerini istismar için fırsat
kollayacak. Bu, gaddarlık değil mi? Bu, istismar değil mi? Bu,
vicdana sığar mı? Bırakın
vatan sevgisini, millet sevgisini, kendisine saygısı olan, şu
kadarcık vicdanı olan biri buna göz yumabilir mi?
AKIN BİRDAL
(Diyarbakır) Eylemsizlik kararı
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Türkiye kaybetmiş, milletimiz
kaybetmiş, kardeşlik zedelenmiş, huzur, istikrar yara
almış, bunların hiç ama hiç derdi değil.
Değerli
arkadaşlarım, biz bu oyunu bozacağız. Biz, bu kirli
senaryoyu bertaraf edeceğiz. Bu kirli ittifakın, bu çirkin iş
birliğinin gerçek yüzünü gösterecek, bütün o maskeleri tek tek
indireceğiz.
BENGİ YILDIZ (Batman)
Cenazelerden kim medet umuyorsa alçaktır!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım, Anayasa ve
yasalar çerçevesinde başkasının özgürlük alanına müdahale
etmeden isteyen istediğini söyler ve konuşur. Her mesele, hukuk
çerçevesinde, demokrasi kuralları altında bu Parlamentoda çözüme
bağlanır. Hiç kimsenin kendisini, yasaların, Anayasanın,
Parlamentonun üzerinde görme hakkı yok, yetkilerini aşarak demokratik
sürece müdahale etme hakkı yok.
Değerli
kardeşlerim, biz, ne tahriklere geleceğiz ne de bu kirli tezgâhlara
göz yumacağız. Bir kaşık suda fırtına
koparmanın, durumdan vazife çıkarmanın, Hükûmeti topa
tutmanın hiçbir siyasetçiye de faydası yoktur, olmayacaktır.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Tehdit mi ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bütçe
görüşmeleri bir yıllık muhasebenin
yapıldığı
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Açık açık tehdit ediyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O
size ait bir şey. Siz o işi iyi bilirsiniz. Siz o işi iyi
bilirsiniz.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Biz emir eri değiliz, siyasetçileriz!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Bizim dünyamızda böyle bir şey yok.
Bütçe görüşmeleri bir
yıllık muhasebenin yapıldığı
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Bütün konuşmalar bizim projelerimiz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
gelecek vizyonunun ele
alındığı, ekonomi ile birlikte diğer bütün
hususların enine boyuna tartışıldığı bir
zemindir.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Tehdit ediyor açık açık.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Elbette demokratikleşme,
dış politika, iç politika ve ekonomi birbiriyle doğrudan
ilişkili, doğrudan bağlantılı konulardır.
Ekonomideki bir aksama, doğrudan doğruya dış
politikayı da etkiler. Demokratikleşmedeki bir sorun, doğrudan
doğruya elbette ekonomide aynı şekilde olumsuz tesirler meydana
getirir.
Değerli
arkadaşlarım, sekiz yıl boyunca bütçe disiplinini koruduk. Asla,
bizler, mali disiplinden taviz vermedik, para politikalarından taviz
vermedik, enflasyonla kararlı şekilde mücadele ettik ve tek haneli oranlara
kadar düşürdük. Faizler, biliyorsunuz, devletin borçlanma faizi yüzde 63
iken, yüzde 7ye kadar düştü. Ekonomide büyümeyi enflasyonun çok çok
üzerinde, ücretlere yansıttık. Eğitime, sosyal politikalara
ayırdığımız bütçeyi her yıl katlayarak
artırdık.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, ana muhalefet Genel Başkanı nereye gitse, kiminle
görüşse, kime hitap etse nabza göre şerbet veriyor,
Kafdağının arkasındakileri de vadediyor.
Bakınız, CHP Genel
Başkanının sadece kurultayda dile getirdiği bazı
vaatleri en mütevazı hesapla -az önce Grup Başkan Vekili
arkadaşım zaten rakamları açıkladı, tekrar ben
bunların üzerinde duracak değilim ama- 10 katrilyonlarca lirayı
buluyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) 100 katrilyon
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, ben, daha bunların
üzerinde durmayacağım. Bu, şunu benim aklıma getirdi:
Değerli arkadaşlarım, umut simsarlığı
kârlıdır.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) En iyi siz yapıyorsunuz!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ama hayal
kırıklığının faturası da o derece
ağırdır. Umut tefeciliği yapanlar, sadece kendileri
kaybetmezler, millete de kaybettirirler. Milletimiz bugüne kadar ne çektiyse
hesabını kitabını bilmeyen, ne konuştuğunu
bilmeyen, umut simsarlığı yapanlardan çekti.
KAMER GENÇ (Tunceli) Korkma,
korkma
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN - (Devamla) Böyle bol keseden dağıtanlar,
kaşıkla verenler, çok kısa süre zarfında kepçeyle bütün
kazanımları geri alırlar. Tıpkı 1990lı
yıllarda olduğu gibi, tıpkı 2001 krizinde olduğu gibi,
enflasyon anında fırlar, yeniden yüzde 60lar, 70ler seviyesine
çıkar; faizler anında yükselir, yüzde 7.500lere çıkar; Türkiye
yeniden borç-faiz sarmalına girer; yatırım, üretim, ihracat
geriler; vergiler faiz giderlerini dahi karşılayamaz hâle gelir.
Türkiye bunu geçmişte maalesef çok yaşadı. Türkiye bunu CHPnin
koalisyon ortağı olduğu dönemlerde defalarca ve en
ağır şekilde ödedi.
Şimdi, CHP çok uzun
süredir iktidara gelemediği, iktidar ortağı dahi
olamadığı için, CHPli hükûmetlerin ne anlama geldiğini
benim vatandaşlarım, tabii, unutmuş vaziyette. Hele hele,
özellikle kırk yaş altı vatandaşlarım CHPli
hükûmetler dönemini bilmiyor. Bilmiyor olmaları da gayet tabiidir.
Türkiye'nin hazinesi ne zaman belini doğrulttuysa, hemen ardından
CHPnin koalisyon ortağı olduğu iktidarlarca
boşaltılmıştır.
KAMER GENÇ (Tunceli) Yahu
insaf! Tersi, tersi, tam tersi.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Merhum Adnan Menderesin büyüttüğü
ekonomi, ardından gelen CHP tarafından küçültülmüş, kasalar
boşaltılmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Menderesi çok iyi okuyorsun
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Merhum Özal tarafından ekonomide
denge tesis edilmiş
MUHARREM İNCE (Yalova)
ama oğluna vasiyetini söylemiyorsun.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Senin seviyene inmem ben, dur.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Çıkamazsın ki!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
ardından CHPnin koalisyon
olduğu dönemlerde o dengelerin tamamı bozulmuştur. CHPnin
hükûmet ortağı olduğu her dönem, yüksek enflasyonla, yüksek
faizle, ekonomik krizle vatandaşın en büyük bedelleri ödediği
dönemdir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hangi
seneler?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) CHPnin hükûmet ortağı
olduğu her dönem, kuyrukların, karnelerin,
kısıtlamaların, zamların rekora koştuğu dönemdir.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Sekiz yıldan beri siz ne yapıyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Geleceğim, sabırlı ol.
Hesapsız kitapsız,
popülizmle, bol keseden vadederek iktidar ortağı olan CHP, her
seferinde ülkeyi uçurumun kenarına getirmiş, telafisi zor
faturaları bu millete ödetmiştir.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Yoksulluktan bahset, yoksulluktan.
MUHARREM İNCE (Yalova)
CHP olmasaydı onları bile konuşamayacaktın.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bakın, şimdi size ben Anadolu Ajansının
başlıklarıyla CHP dönemlerinden burada sadece birkaç haberi
tekrar yayınlıyorum, Anadolu Ajansının. 24 Şubat 1974:
İstanbulun da bulunduğu bazı illerde elektrik
kısıtlaması başladı.
26 Şubat 1974:
Şekere yüzde 25
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Ortağı kimdi CHPnin, ortağı?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
akaryakıta yüzde 65-79, çimentoya
yüzde 52, Sümerbank ürünlerine yüzde 20-70
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Ortak kimdi?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
gazete kâğıdına yüzde 36,5
zam yapıldı.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Ortak kimdi?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Türkiyede yerli motorlu taşıt
almak izne bağlandı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hocan ortağıydı, Hocan.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Hocan ortaktı, sen de ortaktın o Hükûmete.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) İstekliler bir dilekçe ve istenen
belgelerle birlikte kaymakamlıklara başvuracak.
MUHARREM İNCE (Yalova)
O zaman Gençlik Kolu Başkanıydın, Erbakan Hoca da bakandı.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Sen de ortaktın o Hükûmete.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
CHPnin koalisyon ortağı olduğu bir başka hükûmet, 42nci
Hükûmet, işte size o günlerden birkaç haber veriyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Beraber Kıbrısı almadık mı o zaman? Öyle demiyor
muydun?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 5 Ocak 1978: Hükûmet kuruldu.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Gençlik Kolu Başkanı değil miydin Beyoğlunda?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değildim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hocanın talebesi değil miydin? Hoca Hükûmet ortağı
değil miydi?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 6
Ocak 1978: Akaryakıt sıkıntısı tüm Türkiyede doruk
noktasına ulaştı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hocayı niye inkâr ediyorsunuz?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Rafinerilerde iki günlük stok kaldı.
Yakıt olmadığı için hastane, otel ve iş yerleri
kaloriferlerini kapatmak zorunda kaldı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hoca üzülecek buna!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 1 Mart 1978: Türk parasının
değeri yüzde 31le yüzde 38 oranında düşürüldü.
3 Mart 78: PETKİM
ürünlerine yüzde 60 zam yapıldı.
11 Haziran 78: ATAŞ
Rafinerisinde üretim tamamen durdu. Nedeni, işleyecek ham petrol
kalmadığı için.
20 Eylül 1978: Türk
parası tekrar devalüe edildi.
7 Aralık 1978:
Türkiyenin çeşitli yerlerinde mazot sıkıntısı
başladı. Fuel oil darlığı da kaloriferlerin
yakılmasını önlüyor.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Otuz beş sene öncesinden medet umuyorsun!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bu yüzden birçok iş yerlerinde
paltoyla çalışılıyor. (CHP sıralarından
gürültüler)
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Bugüne gel, bugüne! Ayıp!
MUHARREM İNCE (Yalova)
Bugüne gel, bugüne!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 26 Aralık 1978: Bakanlar Kurulu
sabaha kadar çalıştı, saat üç buçuk ve bu toplantı sonunda
13 ilde olağanüstü hâl kararı alındı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Otuz beş sene olmuş.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Yoksulluktan bahset, yoksulluktan!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - CHP ülkeyi olağan şekilde
yönetemediği için olağanüstü yollara başvuruyor ve
sıkıyönetim ilan ediyor.
16 Şubat 1979: Stokta
mazot kalmadı. (CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova)
O zamanlar Faiz haram. diyordun.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Rusyayla yapılan görüşmelerde
petrol ithali konusunda anlaşmaya varılamadı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Milli görüş diyordun, adil düzen diyordun, faiz haram diyordun.
Unuttun mu o günleri?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Irak, borcumuzu ödemediğimiz
gerekçesiyle mazot vermiyor. Döviz yokluğundan spot alım da
yapamıyoruz. PETKİM dünden itibaren ürünlerine yüzde 65 oranında
zam yaptı.
MUHARREM İNCE (Yalova)
100 bin tank diyordunuz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 12 Nisan 1979: İstanbulda tüp gaz
sıkıntısı giderek büyüyor, kuyruklar uzuyor.
Bağlantısı yapılan tüp gazın döviz yokluğu
nedeniyle yurda getirilemediği, sıkıntının bundan
kaynaklandığı bildirildi. Petrol yokluğu nedeniyle
İzmir Rafinerisinin ham petrol üretim ünitesinin faaliyeti durduruldu.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) - AKBİLin
hesabını ver, AKBİLin.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Şimdi, bir başkasına
geliyorum, 29 Nisan 1979: İstanbulda 1 Mayıs nedeniyle sokağa
çıkma yasağı ilan edildi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Sayın Başbakan, bugüne gel, bugüne.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sizin geçmişiniz sokağa
çıkma yasağı ilan ediyor, biz de 1 Mayısı bayram ilan
ediyoruz, farkımız bu. (AK PARTİ sıralarından Bravo
sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova)
İleri demokrasi anıtı! İstanbulda öğrenciler
gidemedi, yolda önünü kestiniz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 6
Kasım...
MUHARREM İNCE (Yalova)
İleri demokrasi anıtı!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) O karikatürler bende de çok.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Bak, ileri demokrasi anıtı Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 6 Kasım 1979: İstanbulda
elektrik kesintisi üç saatten dört buçuk saate çıkarıldı.
ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) Millî görüşten bahset, millî görüşten.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Türkiye, işte, CHP dönemlerinde 70
sente muhtaç hâle getirildi. Bütün CHP hükûmetlerinin klasiği budur ha,
klasiği budur.
MUHARREM İNCE (Yalova)
O zaman çocuk değil miydiniz siz, nereden biliyorsunuz Sayın
Başbakan?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) CHPnin iktidar olduğu bir başka
dönem 94: Dolar 19 bin liradan 38 bin liraya çıktı.
Uluslararası rezervlerimiz, 3 milyar dolara düştü. Şimdi ne
kadar biliyor musun? 80 milyar dolar, altın hariç. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova)
Olacak, yani otuz beş sene geçti, olacak.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Az önce bir ifade kullanıldı
burada, çok sevindim, çok sevindim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Fransa ne kadar büyüdü otuz senede?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Dendi ki: 21inci yüzyıl Türkiye'nin
yüzyılı olacak. Evet, biz onun temellerini atıyoruz işte,
biz onun temellerini atıyoruz. (AK PARTİ sıralarından
Bravo sesleri, alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova)
Otuz sene öncenin Türkiyesiyle şimdiki Türkiye kıyaslanmaz.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Çok enteresan. Aynı dönemde yüzde 400
faizli borçlanma kâğıtları piyasaya sürüldü. Vade ne kadar
biliyor musunuz? Doksan gün. Kredibilitesi kalmadı, bu hâldeler. Doksan
gün. Nereden nereye? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Enflasyon üç haneli oranlarla tanıştı.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Bugün on yıl vadeli
borçlandırıyoruz, on yıl vadeli.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
bunların hepsi CHP klasiği. Bugün bol keseden savrulan vaatlerin
Türkiyeyi nereye taşıyacağını görmek için falcı
olmaya gerek yok. Ben bunları anlatıyorum. Tabii, hep soruyorlar
Kaynak nedir? diye. (AK PARTİ sıralarından Kaynak Kemal
sesleri) Şimdi ortaya yeni bir şey çıktı Kaynak Kemal
diye. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
Değerli
arkadaşlarım, acaba Sayın Genel Başkanın adı o
zaman farklı mıydı veyahut da Sayın Genel
Başkanın adı o zaman Hıdır mıydı? Benim
adım Hıdır, elimden gelen budur. Böyle mi diyeceğiz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) Siz öyle deyin.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bunları artık ciddi olarak ele
alalım.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Seviyeyi koruyalım yalnız, seviyeyi koruyalım.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yani bir siyasi lidere, siyasi parti genel
başkanına her şeyden önce ciddiyet yakışır,
laubalilik değil. (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova)
Başbakanın seviyesinde kalsın! Önce, Başbakan seviyesinin
altına inmeyelim!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) Genel af diyeceksin, çark edeceksin; baş
örtüsü diyeceksin, U dönüşü yapacaksın; havuzlu villa diyeceksin,
kendi havuzlu villası ortaya çıkacak
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Yok canım.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Çarşaf liste diyeceksin, blok
liste... Ben genel başkan adayı değilim. diyeceksin, ertesi
gün genel başkan adayı olacaksın.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK
(Zonguldak) Sana ne kardeşim!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Yani bunlar çok enteresan şeyler, doğru.
Sizin adınız Kemal mi, Hıdır mı bilemem.
Değerli
arkadaşlarım, biz bu yola çıkarken Kaynak Türkiyedir. dedik,
Kaynak Tayyip Erdoğandır. demedik. Biz kerameti kendinden menkul
olanlardan değiliz. Türkiyeye inananlardan, Türkiye'nin gücüne, potansiyeline
güvenenlerden olduk.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)
Kaynağın toplandığı yer.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bizim farkımız bu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye güvenle, öz güvenle, istikrarla
sağlam bir zeminde yoluna devam ediyor. Türkiye için çok daha büyük
hayallerimiz var: 2023 yılında, Cumhuriyetimizin kuruluşunun
100üncü yıl dönümünde bugünkünden çok farklı, çok daha
kalkınmış, çok daha farklı bir Türkiye. İnşallah
ona hep birlikte ulaşacağız.
YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) Sen yokken.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) 2023 yılında uluslararası
alanda daha etkili, daha güçlü bir Türkiyeyi, Avrupa Birliği üyesi
olmuş, komşu ve çevre ülkelerle maksimum düzeyde ilişkilerini
geliştirmiş, G-20 başta olmak üzere üyesi olduğu
uluslararası oluşumlarda ve dünyada etkinliğini
artırmış, 2023 yılında dünyanın en büyük on
ekonomisi arasına girmiş bir Türkiye. Makro ekonomi alanında
daha istikrarlı ve daha müreffeh bir Türkiye'yi, yeniden büyük Türkiye'yi
inşa ediyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'nin dışa açık bir ekonomi olma
özelliğini koruyacak, daha fazla uluslararası yatırım
çekecek, gelen sermayenin daha uzun süre kalmasını
sağlayacağız.
Mali disiplinle,
ihtiyatlı para politikalarıyla, yapısal reformlarla, serbest kur
rejimi ve makro ihtiyati tedbirlerle küresel krizin bütün etkilerini geride
bırakacak, Türkiye'yi istikrarlı bir büyüme sürecine
kavuşturacağız.
Ve 2023. 82 milyonu aşan
bir nüfusla, kişi başına gelir 2023 yılında
inşallah 25 bin dolara yaklaşacak. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İhracat 500 milyar
dolara, dış ticaret hacmi ise 1 trilyon dolara ulaşmış
olacak.
Bakın, ben size dört
yıllık program açıklamıyorum, cumhuriyetimizin yüzüncü
yılının programını, hedeflerini açıklıyorum,
2023ü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İstihdam
oranını 10 puan artırarak çalışan nüfusumuzun 30
milyona çıkmasını sağlayacağız.
Türkiye genelinde
işsizlik oranını inşallah yüzde 5lere kadar
çekeceğiz.
Tarım
dışı kayıt dışılığı yüzde
15e kadar düşüreceğiz ve her yıl 400 bin kişiyi iş
gücü yetiştirme kurslarında eğitecek, bunların işe
yerleştirme oranını uluslararası oranlara, yüzde 40a
çıkaracağız.
Hayat boyu öğrenme
oranlarını yüzde 2den yüzde 8e çıkaracağız.
Sağlık
sigortası sistemi dışında hiçbir
vatandaşımız kalmayacak.
Engellilerin,
kadınların ve gençlerin daha çok çalışma hayatına
katıldığı bir Türkiye inşa edeceğiz.
İlköğretimde
yakalamış olduğumuz yüzde 100e yakın okullaşma
oranına, 2023 yılında okul öncesi eğitim ve
ortaöğretim kademesinde de ulaşılmış olacak. Derslik
başına öğrenci sayısı ilköğretim ve
ortaöğretimde 30 öğrenciye
Kaliteli sağlık
hizmetine herkesin eriştiği bir Türkiye olacak. Son yıllarda
hızla düşen bebek ölüm oranlarını ve anne ölüm
oranlarını 2023 yılında düşük, tek haneli rakamlara
indiriyoruz. 10 bin vatandaşa düşen hekim sayısı en az 21
seviyesine ulaşacak.
11 bin kilometrelik demir
yolu ağı 2 katına çıkacak. Edirneden Karsa,
İzmirden Diyarbakıra, Trabzondan Adanaya, Bursadan Antalyaya
yüksek hızlı tren hatları inşa edeceğiz. Bu hatlarda
yerli iş gücünün, yerli mühendislerin yaptığı trenlerin
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Başbakan, süreniz doldu, size ek süre vereceğim.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Herhâlde bir dakika vereceksiniz, herkese verdiğiniz gibi.
BAŞKAN -
Gruplarımız ortalama 2 kişiyle hitap ettiler, birer dakika
verdim. Dolayısıyla, size de iki dakika ek süre veriyorum.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bize biraz fazla olması gerekmez mi?
Cevap veriyorum, hepsine cevap veriyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Yok öyle bir şey!
BAŞKAN Adil olmak
durumundayız Sayın Başbakan.
İki dakikada
tamamlayın lütfen.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Asrın projesi Marmarayı,
İstanbul-İzmir otoyolunu, Körfez geçişini tamamlamış
olacağız.
Sekiz yılda 13.555
kilometre bölünmüş yol inşa ettik. 2023e kadar 15 bin kilometre daha
bölünmüş yolu buna ilave edeceğiz.
Dünyanın en büyük 10
limanından 1i Türkiyede olacak. Bunun da
çalışmalarını yapıyoruz.
Kendi
uçağımızı, kendi uydumuzu yerli tasarımla, yerli
teknolojiyle kendimiz üretiyoruz ve üretmeye devam edeceğiz.
Kendi savaş gemimizi,
kendi tanklarımızı, kendi insansız hava
uçaklarımızı üretmeye başladık, çok daha büyük
projelerin altına imza atacağız.
Kendi savunma uydumuzu Türk
mühendislerince tasarlıyor, imal ediyor, Göktürk uydumuzu uzaya
gönderiyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, en az üç nükleer enerji santralini bu arada tamamlamış
olacağız. 2009 yılındaki 2.565 kilovatsaat olan kişi
başına elektrik tüketimi 2023 yılında 4 bin kilovatsaat
seviyesini aşacak.
GAP, DAP ve KOP gibi bölgesel
projeleri tamamlamış, dünyanın tahıl ambarına,
tarım merkezine dönüşmüş bir Türkiye inşa edeceğiz.
Demokratikleşme
adımlarını kararlılıkla sürdürecek, Türkiyeyi
bölgenin en ileri demokratik standartlarına sahip ülke hâline
getireceğiz.
Özgürlükleri daha da ileri
standartlara kavuşturacağız. Yeni bir anayasayla,
katılımcı, özgürlükçü bir anayasayla, büyük Türkiye vizyonuna
denk düşen güçlü bir anayasayla geleceği kucaklıyoruz,
kucaklayacağız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Kardeşlikle, birlik ve
beraberlikle, istikrar ve güvenle, barış ve huzurla bütün
hayallerimizi, tüm hedeflerimizi gerçeğe dönüştüreceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Başbakan, selamlayabilmeniz için Genel Kurulu mikrofonu bir kez daha
açıyorum. Lütfen, Genel Kurulu selamlayın efendim.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Dikkatinizi çekiyorum, dört yıl
sonrasını değil, kısa vadeli değil, uzun vadeli bir
Türkiye vizyonu çizdim.
Evet, kaynak Türkiyedir.
Türkiye, bütün hayallerini gerçeğe dönüştürecek güce, potansiyele,
dinamizme sahiptir.
2011 bütçesinin
hayırlı olmasını diliyorum. Emeği geçenlere, siyasi
parti gruplarına, komisyonlara özellikle teşekkür ediyorum. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Başbakan, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
bütçenin tümü üzerinde son konuşma, aleyhte olmak üzere Denizli
Milletvekili Sayın Hasan Erçelebiye aittir.
Sayın Erçelebi, buyurun
efendim.
Sizin de süreniz on
dakikadır.
HASAN ERÇELEBİ (Denizli)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
görüşmelerinin sonuna geldik. Sayın Başbakan ve Hükûmet
sözcüleri, her bütçe konuşmalarında, sekiz yıldır hep
aynı ezberi okuyorlar. Ezberlerinin hepsinde 2002 yılına ait
konuşmalar yer alıyor. Hay sizin başınıza 2002 kadar
kuş konsun. diyecekken Sayın Başbakan imdadımıza
yetişti, Konyada dedi ki: Müflis tüccar eski defterleri açar.
Teşekkür ediyoruz. Sayın Başbakan Sayın Başbakanı
yanıtlamış oldu. Bugün defterler biraz daha geriye gitti, geriye
açıldı. Herhâlde bundan sonra Sayın Başbakan, kendisinden
sonra geleceklere o meşhur üç mektubu yazacak.
Bugün yine güzel bir şey
söyledi Sayın Başbakan, dedi ki: Bir konuyu değerlendirirken
mizan, izan ve insaf olacak. Aynen katılıyoruz. İşte,
2002yi de değerlendirirken mizan, izan ve insaf gerekir diye
düşünüyorum. 2002 yılında Hükûmet AKPye devredildiğinde
Türkiyedeki ekonomik durum neydi? Değerli milletvekilleri, 1999
yılında, hepinizin bildiği gibi, ülkemizde arka arkaya iki
deprem yaşadık, 20 bin yurttaşımızı kaybettik.
Allah, ülkemize ve milletimize bir daha böyle bir felaket göstermesin. Bu
depremler büyük sanayi kuruluşlarımızın bulunduğu
Marmara Bölgesinde oldu. DSPnin başında bulunduğu o günkü
hükûmet, bir taraftan yıkılan evleri, fabrikaları yeniden
yaparken öte yandan üç yıl gelir vergisi ve kurumlar vergisi alamadı.
O gün konan iletişim vergisini hâlâ alıyorsunuz. O dönemde, bankalar
batmasın diye gerekli yapısal ve yasal değişiklikler
yapıldı, Merkez Bankası özerkleşti, BDDK, SPK gibi özerk
kurumlar oluşturuldu ama çalışanların maaşları
her ay artırıldı, alım gücü sürekli desteklendi. O gün
güçlendirilen bankaları siz devri iktidarınızda yabancılara
sata sata bitiremediniz.
Ekonomist Yazar Sayın
Güngör Uras, 17 Kasım 2002 tarihinde yazdığı makalesinde
başlık AKP Enkaz Devralmayacak şeklindeydi ve şöyle
diyordu: Yeni kurulacak AKP Hükûmeti şanslı. Çünkü ekonominin temel
göstergelerinin hemen hemen tamamı iyiye gidiyor. Enflasyon
aşağıya iniyor. Faizler düşüyor. Borç ödemelerinde bir
sorun yok. İhracata bağlı olarak sanayi üretim
artışı artıyor. Bütün bu gerçekleşmeler yeni kurulan
bir Hükûmet için çok önemli ve olumlu göstergeler. Siz, bu aldığınız
olumlu ekonomik yapıyı mirasyedi gibi Hükûmetinizin ilk dört
yılında yediniz, bitirdiniz.
2002 yılında
çiftçilerimiz 4,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alıyordu, şimdi
6,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alabiliyor. Her zaman övündüğünüz,
dünyanın 16ncı büyük ekonomisi dediğiniz G-20lere Türkiye
1999 yılında davet edildi. O zaman da Türkiye G-20lerde 16ncı
sıradaydı ilk girdiğimizde, şimdi siz ancak 16ncı
sıraya gelebildiniz.
Peki, G-20
dışında durumumuza baktığımızda acaba devri
iktidarınızın durumu nedir? Basın özgürlüğünde 178
ülke içinde 138inci sıradasınız. Size uygundur. İnsani
gelişimde 169 ülke içinde 83üncü sıra, demokratik gelişimde ise
167 ülke içinde 89uncu sıradayız ve hibrit rejim olarak
değerlendiriliyoruz. Yani yarı otoriter, yarı demokratik.
Değerli milletvekilleri,
AKP hükûmetleri döneminde, asgari ücretli kiraya, ete, beyaz peynire ve
domatese yenilmiştir. 2003 yılının Ocak ayında
ortalama kira bedeli asgari ücretin yüzde 74ünü kapsarken bugün bu oran yüzde
81dir. Yine 2003 yılında asgari ücretli gıda bütçesinin tümüyle
20 kilo beyaz peynir alırken bugün ancak 15 kilo alabilmektedir. 2003
yılında bütün gıda bütçesiyle 198 kilo patates alabilen asgari
ücretli, bugün 20 kilo daha az patates alabilmektedir. Asgari ücretliyle
Hükûmetinizin durumu bu.
Peki, sekiz yıllık
iktidarınız döneminde Türkiyeyi ne yaptınız? Üretimden
düşürdünüz. İthalata dayalı hormonlu büyüme nedeniyle
işsizliği artırdınız. Gençleri umutsuzluğa sevk
ettiniz.
Başta enerji girdileri
olmak üzere tüm üretenleri, sanayicileri, çiftçileri üretimden bezdirdiniz.
Nükleer enerji için 13,5 sentten on beş yıl alım garantisi
verdiniz. Bu, açıkça, yurttaşların zararına olarak
yabancılara verilen bir kapitülasyondur.
Devri
iktidarınızda, dünyanın en zalim vergisi olan ve
vatandaşın arkasına dolanarak aldığınız
dolaylı vergilerin oranı yüzde 70tir.
Dünyanın en pahalı
akaryakıtını şu anda Türk halkı kullanmaktadır.
AKP Hükûmeti, çiftçinin traktörüne, tarlasına, nakliyecinin kamyonuna,
yolcu taşıyıcısının otobüsüne ve minibüsüne,
vatandaşın arabasına ceberut ortak olmuştur.
Devri
iktidarınızda, ilk defa iş adamları intihar etti, dershane
taksitlerini ödeyemeyen veliler hapse düştü, çocukları intihar etti.
Tarım ve
hayvancılığa büyük destek verdik. diyorsunuz. O hâlde, neden
Türkiye geçtiğimiz Kurban Bayramında kurbansız kaldı? Siz
yurt dışından anguslar getirdiniz. Sayın Başbakan
zaman zaman, bazen Bunlar 4 koyunu güdemezler. diyor. Sayın
Başbakan, ülkede koyun mu bıraktınız ki güdelim. Ha,
angusları da size bırakıyoruz, onları da siz güdün!
2002 yılında
protesto olan çek sayısı 742 bin, 2009 yılında bunun
sayısı 1 milyon 910 bin; 2002 yılında protestolu senet
sayısı 498 bin, 2009 yılında 1 milyon 599 bin. Bütün bunlar
ekonomiyi, esnafı nereye getirdiğinizi gösteriyor.
Kredi kartlarındaki
durumu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Şu anda 1 milyon 276 bin kişi
kredi kartlarındaki borcunu ödeyemiyor. Kredi kartlarının
faizlerine baktınız mı? Tefeci faizlerinden çok daha fazla.
Maden ocaklarını
işçilerimiz için mezar ettiniz. Öğrencilere orantısız güç
kullanmayı marifet saydınız. İnsanlarımızı
Ekmek mi, özgürlük mü? diye çağ dışı bir seçime
zorladınız. Siz çiftçinin, köylünün, işçinin, esnafın,
emeklinin, gençlerin, öğrencilerin, gazilerin, şehitlerin
anasını ağlattınız. Referandumda
halkımızı aldattınız. Şimdi size soruyorum: 12
Eylül yönetiminden ne zaman hesap soracaksınız?
AHMET YENİ (Samsun) Oy
verdin mi, oy?
HASAN ERÇELEBİ (Devamla)
Türkiyede çok partili rejime yirmi üç yılda geçtik ancak Türkiyede
demokratik olmayan seçim barajlarını ve lider sultasını
otuz yılda aşamadık.
Türkiyeyi soyup soğana
çeviren sıcak paradan ne zaman vergi alacaksınız?
Pırlantadan ne zaman vergi alacaksınız? 2004 yılından
bu yana aldığınız ve
alıştığınız hukuk dışı ve
kayıt dışı
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Erçelebi, size de ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen
konuşmanızı.
HASAN ERÇELEBİ (Devamla)
-
salma vergileri 2011 yılında da esnaftan alacak
mısınız?
İşçi emeklilerinin
beklediği intibak yasasını ne zaman
çıkaracaksınız?
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; son günlerde
yaşadığımız olaylarla ilgili olarak DSP Parti Meclisi
bildirisinin bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum, bunu cuma günü
yayınladık: Ülkemiz, etnik kimlik ve cemaatlere dayalı bir
ayrışmaya doğru hızla sürüklenmek istenmektedir. Bunun tek
devlet yapımız ve demokratik laik Cumhuriyetimiz için
taşıdığı tehlikelerden derin kaygı
duymaktayız.
Son günlerde gündeme
getirilen demokratik özerklik, öz savunma gücü ve iki dil istekleri ile
ayrı bir devletin tanımı yapılmaktadır. Bu tehlikeli
girişimi de derin bir üzüntüyle karşılıyor, iktidarın
bu konudaki suskunluğunu ibretle izliyoruz. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Geç kaldınız, geç
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Erçelebi, ek süreniz de doldu.
HASAN ERÇELEBİ (Devamla)
Bu suskunluk, ulusa ait olan egemenliğin terörle
paylaşılması anlamına gelmektedir.
BAŞKAN Sayın
Erçelebi, Genel Kurulu selamlayabilmeniz için mikrofonu tekrar açıyorum,
lütfen
HASAN ERÇELEBİ (Devamla)
Selam vereceğim.
Demokratik Sol Parti, ulusal
birliğimize, ülke bütünlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel
değerlerine aykırı düşen bütün girişimleri
halkımızla birlikte önlemeye kararlıdır.
Demokratik Sol Parti,
Atatürkün ulusumuza bıraktığı değerleri cemaatçi ve
ırkçı yaklaşımlara çiğnetmeyecek, ulus devlet
anlayışından asla ödün vermeyecektir.
Bu düşüncelerle 2011
yılı bütçesinin AKPnin hazırladığı son bütçe
olmasını diliyorum.
AHMET YENİ (Samsun)
Rüya görüyorsun, rüya!
HASAN ERÇELEBİ (Devamla)
- Halkımıza refah ve mutluluk vermeyen bu bütçeye ret oyu
vereceğim.
Saygılarımla. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın
Erçelebi, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesinhesap Kanunu Tasarısının
oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın
şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Her iki kanun
tasarısının açık oylamasının elektronik oylama
cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Şimdi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının açık
oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre
vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar varsa hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve
soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının açık oylama sonucu:
Kullanılan oy
sayısı : 450
Kabul : 332
Ret : 118 (x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Bayram Özçelik Yusuf
Coşkun
Burdur Bingöl
Sayın milletvekilleri,
2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul
edilmiştir.
Şimdi 2009
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
açık oylamasını başlatıyorum.
Yine, oylama için üç dakika
süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme
giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin adı ve
soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının açık oylama sonucunu
açıklıyorum.
Kullanılan oy sayısı : 441
Kabul : 333
Ret : 108 (xx)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Bayram Özçelik Yusuf
Coşkun
Burdur Bingöl
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, böylece 2009 Yılı Merkezî Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu
tasarıları böylece kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz için
hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Sayın
Başbakanın bir teşekkür konuşması talebi
olmuştur. Kendilerini mikrofona davet ediyorum.
Buyurun efendim. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
IV.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın, bütçenin kabulü
nedeniyle teşekkür konuşması
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, şu anda ekranları başında bizleri izleyen
sevgili milletim; öncelikle bütçemizin şu ana kadar getirilmesinde
emeği geçen tüm bakan arkadaşlarımı, milletvekillerimizi,
teknokrat, bürokrat bütün arkadaşlarımı kutluyorum, tebrik
ediyorum.
Yoğun bir
çalışma yapıldı, komisyonlarda yoğun
çalışmalar oldu ve şu ana kadar geldik ve bugün de bütçe,
oylarınızla kabul edildi. Ben de hayırlı olsun diyorum ve
sizleri en kalbî duygularla selamlıyorum.
2011 yılının
ülkemiz için yeni bir sıçramaya vesile olacağına inanıyor,
hepinize saygılar sunuyorum.
Yeni yılınız
şimdiden kutlu olsun, hayırlı olsun diyorum. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN Sayın
Başbakan, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
sözlü soru önergeleri ile alınan karar gereğince kanun tasarı ve
teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için 28 Aralık 2010 Salı günü saat 15.00te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.39