TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
1inci
Birleşim
1
Ekim 2011 Cumartesi
(Bu Tutanak
Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her
tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve
tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun
olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GELEN KÂĞITLAR
II.- OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM
Başkanı Cemil Çiçekin, yeni yasama yılının ülkemize,
milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı
olmasını dileyen
konuşması
III.- SÖYLEVLER
1.- Cumhurbaşkanı Abdullah
Gülün, 24üncü Dönem İkinci Yasama Yılını açış
konuşması
IV.- ANT İÇME
1.- Milletvekillerinin ant içmesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
------ 0 ------
BAŞKAN Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24üncü Dönem İkinci
Yasama Yılının 1inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, gündeme geçiyoruz.
II.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçekin, yeni yasama
yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
hayırlı olmasını dileyen
konuşması
BAŞKAN Değerli
milletvekilleri, önce, yeni yasama yılının ülkemize,
milletimize, hepimize hayırlı ve uğurlu olmasını,
sağlıklı ve başarılarla dolu bir çalışma
yılı olmasını temenni ediyorum.
Meclisimiz 24üncü Dönemde milletimizin
beklentilerini karşılamak, millî hedeflerimizi gerçekleştirmek
ve ülkemizin huzur ve refahı için çalışacaktır.
İnanıyorum ki, milletvekillerimiz, milletimizden
aldığı temsil görevini en iyi şekilde yerine
getireceklerdir. Milletvekillerimiz ve siyasi gruplar yapacakları
çalışmalar ve gösterecekleri demokratik olgunlukla demokrasimizin
gelişmesine katkı sağlayacaklardır. İş
birliği ve diyalog kanallarının geliştirilmesi,
uzlaşı zemininin ve kültürünün güçlendirilmesi demokrasimizi daha
ileri noktalara taşıyacaktır.
Bu dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi
yüzde 95ler gibi büyük bir temsil oranına kavuşmuştur.
Kadın milletvekili sayısının artması ise hepimizi
sevindirmektedir. Bu tablonun çalışmalarımızda bize güç
katacağı, verim ve başarımızı
artıracağı inancını taşıyorum.
Sayın milletvekilleri, millî
iradenin, halkın egemenliğinin tecelli ettiği yer olan Türkiye
Büyük Millet Meclisi demokrasimizin ve kalkınmanın en büyük güç
kaynağıdır. Türkiye yokluklar içerisinde var olma mücadelesi
veren bir durumdan bugün dünyanın saygın ülkelerinden biri hâline
gelmişse, bunda Meclisimizin payı çok büyüktür. Demokrasimizin
kalbinin attığı bu kurum milletimizin ve ülkemizin her zaman
önünü açan çareleri üretme başarısını göstermiştir,
bugün de gösterecektir; bundan sonra da yüksek sorumluluk bilinciyle hareket
ederek milletimizin umudu olmaya, ülkemizin sorunlarına, milletimizin
menfaatleri doğrultusunda çözümler üretmeye devam edecektir.
Sayın milletvekilleri, yeni yasama
yılında Meclisimizi bekleyen en önemli gündem maddelerinden birisi
hiç şüphesiz yeni anayasa konusudur. Bilindiği üzere, 1982
Anayasası, günümüze kadar sayısız defa
değişikliğe uğramış ancak bunca
değişikliğe rağmen üzerindeki darbe Anayasası imajını
atamamıştır. Bu imaj nedeniyle, yaşanan her sorun,
haklı ya da haksız Anayasaya mal edilir olmuştur. Kaldı ki
Anayasanın birçok toplumsal soruna kaynaklık ettiğini göz
ardı etmek de mümkün değildir. Ülkemizde, toplumsal mutabakata
dayalı yeni bir anayasa ihtiyacı ve bu ihtiyacın giderilmesi
yönünde ciddi bir beklenti mevcuttur. Anayasanın, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, akademik camia
gibi her kesimin özgür ve aktif katılımıyla
gerçekleştirilmesi hususunda kamuoyunda bir uzlaşmadan söz etmek mümkündür.
Nitekim, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24üncü Dönem Milletvekili
Genel Seçimlerine de birçok siyasi partimiz yeni bir anayasa vaadiyle
girmiştir. Keza, uzun yıllardan beri çeşitli sivil toplum
kuruluşlarının da yeni ve sivil bir anayasa konusunda yaptıkları
sayısız çalışmalar mevcuttur.
Değerli milletvekilleri, yeni bir
anayasa yapımı sadece ülkemizde değil, tüm dünyada zorlu bir
süreç olmuştur. Anayasa yapımında izlenecek yöntemden metnin
içeriğine kadar her konuda sorun yaşanması son derece
doğaldır. Ancak hiçbir zorluk, gelişmiş demokratik
toplumları, çağın gereklerine uygun, özgürlükleri güvence
altına alan anayasaları yapmaktan vazgeçirmemiştir, bizi de
vazgeçirmemelidir. Yeni bir anayasa yapımı için, toplumumuz yeterli
demokratik uzlaşma kültürüne sahiptir, siyaset kurumu çözüm iradesini
ortaya koyabilecek olgunluktadır, sivil toplum örgütleri gerekli
katkıyı sağlayacak kapasitededir, akademik dünyamız anayasa
yapımının teorik zemini açısından yetkinliğini
fazlasıyla ispat etmiştir. Yazılı ve görsel medyada gerekli
duyarlılığın oluştuğu gözlenebilmektedir.
Yapılacak anayasa ile ülkemizin
kalkınmasına yeni bir ivme kazandırmak, Anayasadan kaynaklanan
toplumsal gerginlikleri asgariye indirmek, Anayasa çerçevesinde
yapılabilen ve hâlen de sürdürülen tartışmalara son vermek
toplum ve Meclis olarak bizim elimizdedir. Kangren olmuş bu sorunumuzu,
ülkemize karşı sorumluluğumuzun bir gereği olarak el birliğiyle
çözeceğimize inanıyorum.
Bugüne kadar konuya
anlayışla yaklaşan tüm parti gruplarımıza, siyasi
partilerimize, sayın liderlerimize ve sivil toplum kuruluşlarına
teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, mevcut İç Tüzük ile etkin ve verimli bir şekilde
yasama ve denetim faaliyeti yapıldığını söylemek zor.
O nedenle, ümit ediyorum, yeni dönemde siyasi parti
gruplarımızın katkılarıyla, Anayasayla eş
zamanlı olarak veya ondan ayrı yeni bir İç Tüzük
çalışması gündeme gelmelidir. Ayrıca, siyaset hukukunun
yeniden tanzim ve inşası, Anayasadan kaynaklanan sorunlar,
Anayasayla ilintili veya ondan ayrı, hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyal içerikli
yasal ve kurumsal düzenlemeler, daha pek çok sorun, iktidarın gündeme
getirdiği ve getireceği yasa tasarıları, muhalefet
partilerinin öncelik ve önem verdiği konular, sorunlar burada müzakere
edilecek ve karara bağlanacaktır, bunlar yeni dönemin öncelikli
konularıdır.
Değerli
milletvekilleri, günümüzdeki en önemli sorunlardan birisi hiç şüphesiz,
geçmişten beri halkımıza büyük acılar yaşatan terör
sorunudur. Söyleyecek sözü olmayanlar şiddete başvururlar.
İnanmak istiyorum
ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapacak
olan bütün milletvekillerimiz şu hususta hemfikirdir: Terör bir
insanlık suçudur, terör yoluyla ve terör yöntemleriyle sorunlara çözüm
aramak çağ dışılıktır ve ilkelliktir. İnsan
hayatına kasteden, kan döken, can alan, pusu kuran teröre ve terör
şebekelerine karşı mutlaka güçlü bir irade sergilemeli ve bu
iradeyi hiçbir zaman politik rekabete feda etmemeliyiz.
Hukuk alanını
çiğnemeye kimsenin hakkı olamaz. Kimin, ne isteği, ne talebi
varsa bunun en evvel konuşulacağı yer burasıdır. Hukuk
içinde kalarak,
demokratik
yol ve yöntemlerle sorunlara çözümü burada bulabiliriz. En doğru olan yol
budur. Her şeyi burada konuşabiliriz, çözümleri de birlikte
bulabiliriz. Bunu yaparken hepimize düşen bir sorumluluk var. Bu kürsüdeki
ve bu çatı altındaki her kelime, her cümle bir yarayı
kanatmayı değil, bir yaraya şifa olmayı esas
almalıdır. Yanlışın eşiğinde olanı daha
çok yanlışa sürüklemek ve onunla köprüleri atmak yerine, onu
gerçeğin zeminine çekecek uzlaşma dilini bulmak durumundayız.
Zaten zor olan da budur ve demokrat olmak bu zorluğu aşabilmektir.
Meclis Başkanı olarak toplumsal barış ve huzuru koruma
konusunda herkesi sağduyulu davranmaya davet ediyorum. Şunu da asla
unutmamamız gerekmektedir: Demokrasi de, haklar da, özgürlükler de sadece
yaşayan bireyler içindir.
Değerli
milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle 24üncü Dönem İkinci Yasama
Yılında iktidar ve muhalefet partilerine mensup milletvekillerimiz ve
bağımsız milletvekillerimizin değerli
katkılarıyla milletimiz tarafından minnet ve şükranla
anılacak önemli çalışmalar yapılacağına,
ülkemizin ve milletimizin menfaatleri doğrultusunda en iyi, en doğru
çözümlerin hayata geçirileceğine yürekten inanıyorum. Ben de Meclis
Başkanı olarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu
sürece katkı yapma gayreti içerisinde olacağım.
Sözlerimi
bitirirken başta cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk
olmak üzere, Meclisimize Başkanlık yapmış, üye olarak
bulunmuş bütün devlet ve siyaset adamlarından ölenlerini rahmet ve
minnetle anıyor, hayatta olanlara ve siz değerli milletvekillerimize,
şehitlerimize ve gazilerimize minnet ve şükran duygularımla
sağlıklı ve esenlikli bir yeni yıl diliyorum, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız yeni yasama
yılının açılış konuşmasını yapmak
üzere şu anda Genel Kurul salonunu teşrif etmektedirler. Kendilerine,
Meclisimiz adına Hoş geldiniz. diyorum. (Ayakta alkışlar)
Şimdi İstiklal
Marşımız okunacaktır:
(İstiklal Marşı)
BAŞKAN Buyurun Sayın
Cumhurbaşkanım.
III.- SÖYLEVLER
1.- Cumhurbaşkanı Abdullah
Gülün, 24üncü Dönem İkinci Yasama Yılını açış
konuşması
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 24üncü Dönem İkinci Yasama Yılının
açılışı vesilesiyle, siz değerli milletvekillerimizi
en kalbî duygularımla selamlıyorum.
12 Haziran 2011 seçimlerinde ilk kez
veya yeniden seçilen tüm değerli milletvekillerimizi tebrik ediyor, yeni
yasama yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı ve
verimli olmasını temenni ediyorum.
Bugüne kadar Mecliste
Cumhurbaşkanı olarak yaptığım bütün konuşmalarda
Türkiye Büyük Millet Meclisinin anlam ve önemi üzerinde durdum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsil
ettiği değerlerin hatırlatılması, hem demokrasimizin
niteliklerinin korunması yolunda bugüne kadar sergilenen çabalara sahip
çıkmamızı hem de Meclisin önünde duran sorunlara büyük bir öz güvenle
yaklaşılmasını sağlayacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada çatısı altında bulunduğumuz Türkiye
Büyük Millet Meclisi, milletin kayıtsız şartsız
hâkimiyetini temsil eden en kudretli kurumdur. Meşruiyetini milletimizden
alan, onun adına diğer kurumlara meşruiyet veren mercidir.
Millet olarak kurtuluşumuzun karargâhı, devlet olarak
kuruluşumuzun kaynağıdır. Demokrasimizin ocağı,
istiklal ve egemenliğimizin nihai teminatıdır.
Halkımızın hak, hukuk, özgürlük, adalet, refaha ilişkin
talep ve özlemlerinin dile geldiği, yerine getirildiği yüce
makamdır. Milletimizin ortak hafızası ve vicdanının
tecessüm ettiği çatıdır. Ülkemizi muasır medeniyet düzeyine
ve ilerisine taşıyacak irade ve azmin müşahhas ifadesidir.
Milletimizin birlik ve beraberliğinin timsali, halkımızın
geleceğe yönelik ülkü ve özlemlerinin tezahür ettiği kurumdur. Tüm bu
nedenlerle mesuliyeti çok ağır ancak o denli de şerefli bir
müessesedir.
Sayın Başkan, bir demokrasi
şöleni ikliminde gerçekleştirilen 12 Haziran seçimleri,
halkımızın tercih ve özlemlerini güçlü bir şekilde
yansıtan bir tablo ortaya koymuştur. Seçim sonuçlarının, hiçbir
tereddüde yer bırakmaksızın, muazzam bir başarıyla
birkaç saat içinde alınması takdire şayandır.
Geçen yıl Meclisin
açılışında bu kürsüden yaptığım
konuşmada demokrasimizin hem temsilî hem de katılımcı
yönüyle birlikte işlemesinin gerektiğine işaret etmiştim.
Halkımız, 12 Haziran seçimlerinde yüksek katılım
oranıyla siyaset kurumunu onurlandırmış, siyasetin tüm renk
ve eğilimlerinin büyük ölçüde Mecliste temsil edilmesini
sağlamıştır. Yüce Meclise istisnasız bütün
sorunların üzerine cesur bir şekilde gitme gücü vermiştir.
Cumhurbaşkanı olarak benim
görevim, halkımızın verdiği her bir oyun gereğinin
yerine getirilmesi çağrısında bulunmaktır. Parlamenter
demokrasilerde talep ve itirazın yeri Meclistir. Yüce Meclise geldikten
sonra, şüphesiz her siyasi parti, her siyasi çizgi ve her milletvekili,
ortak geleceğimiz, sorunlarımız ve umutlarımız
adına kendi tezlerini ortaya koyacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 13 Haziran 2011 sabahı itibarıyla Türkiye'nin en
önemli gündem maddesi, yeni bir anayasanın hazırlanmasıdır.
İstisnasız tüm kesimler, yeni
bir anayasa yapma iradesi ve düşüncesini taşıyor, çünkü herkes,
yürürlükteki Anayasanın ihtiyaçlarımıza cevap vermemesinden,
Türkiye'nin demokratik olgunluk ve çeşitliliğini kısıtlamaya
çalışmasından, Türkiye'nin zenginliklerini yok saymasından
rahatsızdır. Bu nedenle, temsil gücü ve meşruiyeti yüksek,
sorumluluğu ağır bu Meclisten halkımızın
beklentileri de aynı ölçüde büyüktür.
Aziz milletimiz, siz değerli
milletvekillerimize uzun süredir özlemini duyduğu, 1921 ve 1924
anayasalarından beri ilk defa millet iradesine dayanan bir anayasa yapma
mesuliyetini ve şerefini tevdi etmiştir. Bu şerefli vazifeyi ifa
ederken büyük bir sorumluluk ve öz güven içinde hareket etmelisiniz. Zira bu
süreç, korku, endişe, tahammülsüzlük ve kısır kavgalarla
tekemmül ettirilebilecek bir süreç değildir.
Yeni anayasa süreciyle ilgili olarak,
bugün, öz güven duymak için gerçekten çok sağlam sebeplerimiz de
vardır. Her şeyden önce, iki yüz yılı aşkın bir nayasa
süreci tecrübemiz mevcut. 1808 yılında Senedi İttifakla
başlayan, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kanuni Esasi,
Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile devam eden, 1921, 1924, 1961 ve 1982
anayasalarına uzanan deneyimlerimiz milletimize köklü bir hafıza ve
müspet ya da menfi tecrübeler sunmaktadır. Bu hafıza ve tecrübeler
milletimizi önümüzdeki yüzyıla taşıyacak yeni anayasaya da
ışık tutacaktır.
Millet olarak, bu engin tecrübenin
ışığında asgari müştereklerimizin ve temel
değerlerimizin neler olduğu hakkında güçlü bir mutabakata
sahibiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisimiz, Kurtuluş
Savaşımızın yapıldığı en zor
şartlar altında dahi sivil bir anayasa yapmaya muktedir olmuş
bir meclistir.
Bizzat Gazi Mustafa Kemalin riyaset
ettiği Meclisimizin hazırladığı 1921 ve 1924 anayasalarımızdan
sonra yapılan tüm anayasalar, maalesef demokrasimizin,
dolayısıyla millî iradenin askıya alındığı
ara dönemlerin ürünüdür.
Böyle bir dönemin ürünü olan ve hâlen
yürürlükte olan 1982 Anayasası da, son yıllarda yapılan çok
kapsamlı reformlara rağmen, iç sistematiğini yitirmiş,
artık milletimizin ulaştığı demokratik ve ekonomik
seviye nazarı itibarıyla dar gelmeye başlamıştır.
Millet olarak, 70 milyonu aşan
dinamik nüfusumuzla, yaklaşık on yıl sonra cumhuriyetimizin
100üncü yılını, yaklaşık yarım asır sonra
da bu topraklara kök salışımızın bininci
yılını idrak edeceğiz.
Bu nedenle, ülke olarak, millet olarak
daha parlak bir geleceğe umutla bakmamız çok tabiidir.
Dolayısıyla, yeni anayasa sürecini bazı usul ve üslup
hatalarına kurban etmeden, itidal, öz güven ve kararlılıkla
yürütmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu öz güvenle hazırlanacak yeni anayasada vizyon ve
yazım olmak üzere iki husus çok önemlidir.
Anayasalarımız bugüne kadar,
özgürlükler konusunda şüpheci ve katı, sınırlamalar
konusunda geniş ve esnek bir dil benimsemiştir. Her türlü özgürlük,
çerçevesi belli olmayan, her anlama çekilebilecek sınırlamalara tabi
olmuştur. Bugün yapılması gereken ise tam tersidir.
Yeni anayasamız esnek ve
özgürlükçü bir karaktere sahip olmalıdır. Anayasalar üzerinden
milletin farklı siyasi çizgilerini zapturapt altına alma, devlet ve
millet arasında bir gerginlik oluşturma anlayışından
uzak durulmalıdır.
Bununla birlikte, esneklik,
kuralsızlık da değildir. Çağdaş gelişmelere cevap
veren, yeni toplumsal dinamikleri kapsayan ve kapsayabilmeye açık bir
esneklikten bahsediyorum. Esneklik, temel ilke ve hassasiyetlerin
aşındırılması da demek değildir; tam tersine,
temel ilke ve hassasiyetlerin zamana karşı dirençli hâle gelmesi için
zorunlu bir özelliktir.
1982 Anayasasının temel
sorunu, toplumun ve toplumsal dinamiklerin gerisinde kalması, hatta
toplumsal dinamikleri bir sorun saymasıdır. Yeni anayasa bunun tam
aksine, toplumsal dinamiklerden yararlanmalı ve özgürlükçü bir zihniyetle
hazırlanmalıdır.
Bu anlayışla, yeni anayasa:
Fazla detaya girmeyen, temel ilkeleri
güçlü bir şekilde belirleyen ancak detayları kanunlara bırakan,
esnek ve ilerlemeye izin veren bir nitelikte tanzim edilmelidir. Bu süreçte en
önemli ölçümüz evrensel standartlar olmalıdır.
Temel hak ve hürriyetleri herkes için,
her yönüyle eşit vatandaşlık temelinde güçlendiren ve teminat
altına alan bir anayasa olmalıdır. Toplumun her kesiminin bu
ülkede kendisi olarak yaşama hakkı anayasal güvenceler altında
itina ile muhafaza edilmelidir. Bunu sağlamanın yolu özgürlükçü bir
anlayışla milletimizin her bir ferdine, siyasi görüşü,
meşrebi ve kökeni ne olursa olsun, güvenen bir vizyonla hareket etmektir.
Bütün bu iki yüz yıllık
çabalarımızın kazanımlarını pekiştiren,
hepimizin üzerinde mutabık olduğu demokratik, laik, sosyal bir hukuk
devleti olan cumhuriyetimizin temel ilkelerinden taviz vermeyen bir anayasa
olmalıdır.
Bir yandan devletin bekası
konusunda her türlü tedbiri alırken diğer yandan devletin, milletin
hizmetinde olduğunu unutmayan bir anayasa olmalıdır. Bu
bağlamda, vesayeti örtülü bir şekilde başka organlar
aracılığıyla sağlamak yerine, çağdaş
demokrasilerde olduğu gibi açık bir şekilde halka tevdi eden bir
anlayışı hâkim kılmalıdır.
Sadece hesap soran değil,
aynı zamanda hesap veren bir devlet anlayışını
yansıtmalıdır. Bu itibarla, çağdaş demokrasilerin
şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi en önemli
vasıflarını ruhunda ve lafzında içeren bir anayasa
olmalıdır.
Demokrasinin tüm kurum ve
gelenekleriyle ilerlemesine izin verecek fren ve denge sistemlerini içinde
barındırmalıdır. Bu meyanda, güçler
ayrılığı, yargı erkinin
bağımsızlığı, basın ve ifade özgürlüğü
ilkelerine özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Netice olarak yeni anayasamız,
Türk demokrasisini kurumsallaştıracak tüm hasletleri içinde
barındırmalıdır. Zira, kurumsallaşmış bir
demokrasi, dönemlerden, kişilerden, iktidarlardan bağımsız,
sürekli, sürdürülebilir ve tutarlı bir demokrasi demektir.
Kurumsallaşmış bir
demokrasi, konjonktürel akımlardan etkilenmeden, vatandaşlarına
demokratik hukuk devletinin icaplarını, her zaman ve her şartta
sağlayabilen bir demokrasi demektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yeni anayasanın yapılmasında normlar kadar
anayasanın yapılma süreci de önemlidir çünkü esas kadar usul de
mühimdir. Yeni anayasanın iyi hesaplanmış ve sorunları
çözmeyi esas alan bir usulle yapılması elzemdir. Bu meyanda,
Sayın Meclis Başkanının bilim adamlarıyla
başlattığı ve tüm partilerin ortak bir anlayışta
buluşmasını hedefleyen çalışmaları memnuniyet ve
ümit vericidir.
Yeni anayasa, hiçbir özel fikrin,
partinin, ideolojinin ve doktrinin mührünü taşımamalıdır.
Anayasanın taşıması gereken tek mühür, milletimizin mührü
olmalıdır.
Bu bakımdan, sadece yüce Mecliste
temsil edilen partilerin değil, diğer siyasi partilerin, sivil toplum
kuruluşlarının, üniversitelerin ve meslek
kuruluşlarının da bu tartışma sürecine
katılıyor olmasını son derece faydalı buluyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tarih, temel hak ve özgürlükleri genişleten, hesap verebilir
yönetimlere sahip olan ve hukukun üstünlüğünü tesis eden devletlerin ve
rejimlerin daima güçlendiğini göstermektedir.
Kısaca demokrasi olarak ifade
ettiğimiz bu değerler manzumesi, bir ülkenin istikrarının,
refah ve güvenliğinin en temel teminatıdır. Ayrıca,
bölgesel ve uluslararası barışın da güvencesidir.
İç
barışımızı pekiştirmenin en etkili yolu da
ülkemizi her açıdan birinci sınıf bir demokrasi hâline
dönüştürmektir.
Demokrasiyi tüm kurum, teamül ve
müktesebatıyla benimsediğimiz vakit, ülkemizde gerçek sulh ve huzuru
yakalayabiliriz.
Demokrasinin en temel ve vazgeçilmez
ilkelerinden biri de hiç şüphesiz, hukukun üstünlüğüdür. Ancak hukuk,
siyasi üstünlük mücadelesinin bir aracı da değildir. Hukuk yoluyla
siyasi üstünlük sağlamanın, topluma şekil vermenin ve
insanları belli bir kalıba sokmanın mümkün
olmadığı defalarca görülmüştür.
Hukukun, insan hayatını ve
onurunu el üstünde tutan bir özelliği olmalıdır.
Haksızlık ve adaletsizlik hukuk kılıfına
sarılmamalıdır. Hukuk adalet ilkesini gözetmelidir. Hukuk
devleti ilkesinin ve hukukun üstünlüğü idealinin de nihai hedefi,
esasen, adalet talebinin karşılanmasıdır.
Adalet talebinin
karşılanması, devletin bütün organlarının, bu
organları oluşturan kurumların ve bu kurumlarda görev
yapanların tamamının ortak sorumluluğudur.
Hukukun üstünlüğü temelinde
görev yapan, insan onurunun korunmasını ve adaletin gereği gibi
sağlanmasını hedefleyen, bağımsız ve
tarafsız bir yargı sistemi, demokrasinin ve hukuk devletinin
vazgeçilmez şartlarından biridir.
Yargı mercileri,
haksızlığa uğradığını düşünenlerin
son umut kapısıdır. Hukuka sığınanların
umutlarının yıkılması, devlete duyulan güveni de
sarsar.
Yargının adaletli
davranmadığı yönünde yaygın bir kanaat oluşursa toplum
vicdanında kapanması zor yaralar açılır ve güven duygusu
kaybolur.
Bu sebeple, yargı mercilerinin de
fonksiyonlarını yerine getirirken azami özen göstermesi
beklenmektedir. Şahsi duygular ve tercihler, siyasi ve felsefi
görüşler yargı kararlarını etkilememeli ve adaletsiz
sonuçlara yol açmamalıdır.
Öte yandan, mahkemelerimizin önünde
aşırı iş yükü ve personel eksikliği nedeniyle
zamanında sonuçlandırılamayan çok sayıda dosya
bulunmaktadır. Tutuklulukların fiilî cezaya dönüşmesine ve
adaletin tecelli etmesinin gecikmesine sebep olan en önemli hususlardan biri de
budur. Söz konusu durum, yargının etkinliğine de gölge
düşürmektedir. Dolayısıyla, bu sorunların el birliği
içinde süratle çözümlenmesi, temel önceliğimiz olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; güvenlik ve demokrasi arasındaki bağ, hepimizin
hassasiyetle tahlil etmesi gereken bir husustur. Günümüzde, demokrasi olmadan
güvenlik, güvenlik olmadan da gerçek bir demokrasiden bahsedilemez.
Bu nedenle, demokrasi, terörle mücadele
etmenin hem en etkili yolu hem de kıskançlıkla korumak için en fazla
fedakârlık yapmamız gereken değerimizdir.
Son dönemlerde artan terör eylemleri,
sadece güvenlik güçlerimize, masum vatandaşlarımıza, millî
birlik ve bütünlüğümüze değil, demokrasimize de kastetmektedir.
Bu nedenle terörle mücadele aynı
zamanda demokrasimizi koruma ve ilerletme mücadelesidir.
Tüm milletimize şu mesajı
açıkça vermek isterim: Devletin birliği ve bölünmez bütünlüğü,
temel siyasi perspektifimiz ve tartışmaya açık olmayan
ilkemizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Terörün hiçbir haklı gerekçesi
olamaz. Hiçbir şekilde, devletin bütünlüğüne ve milletin
varlığına dönük saldırılar, bir hak
arayışı olarak sunulamaz. Terör, zerre kadar müsamaha
gösterilemeyecek, yok edilmesi gereken bir beladır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Terör
hiçbir davaya hizmet etmez ve edemez. Tam tersine bir dava teröre
bulaştığı anda, ne söylerse söylesin onunla mücadele
etmenin yolu da bellidir. Terör iklimini yaymaya çalışanlar, teröre
karşı net tutum takınmayanlar, en büyük zararı kendilerine
verirler. Bu nedenle ülkemiz, terörle mücadeleyi en etkin yollarla ve
tereddütsüz sürdürecektir.
Son dönemde, bölücü terör örgütünün
aralarında kadınların ve bebeklerin de bulunduğu masum
insanları hedef alan saldırıları, insanlık adına
utanç verici cinayetlerdir. Söz konusu saldırılar, vicdanları
derinden yaralamakta ve tahammül sınırlarını
zorlamaktadır. Bu nedenle, şehirlerin merkezinde hiçbir ayrım
gözetmeden kalabalıkları hedef alan teröristleri, fikri, zikri,
partisi ne olursa olsun, herkesin şiddetle telin etmesi, en azından
insanlığa karşı bir namus borcudur. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bu süreçte devletin tüm kurumları
ve siyasetin tüm eğilimleri ortak bir hassasiyetle hareket etmek
zorundadır. Devlete düşen görev, terörle mücadele için gereken
adımları atmak, hukuk kuralları dâhilinde bütün metotları
kendi prensipleri içinde uygulamaktır.
Dolayısıyla devletimize sahip
çıkmak, devletimizi köşeye sıkıştırmaya veya
zafiyete düşürmeye çalışan tertipleri bertaraf etmek hepimizin
vazifesidir.
Bu vesileyle, vatan ve millet
uğruna canlarını feda eden tüm şehitlerimizi rahmet, minnet
ve hürmetle anıyor, gazilerimize de şükranlarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; terörle mücadelede, taleplerini şiddete başvurmadan
demokratik sistem içinde dile getiren vatandaşlarımızı,
teröre destek veren, terörü yücelten kesimlerden ayırmak büyük önem
taşımaktadır.
Devletimizin şefkat ve hukuk
çerçevesinde suçsuzlara zarar vermeden mücadele etme özeni ile milletimizin
basireti ve metanetini bir zafiyet olarak görenler yanılmaktadır.
Teröristler bu politikamızı böyle algıladıkları
müddetçe terörle mücadelemizdeki kararlılık devam edecek ve onlar da
sonuçlarına katlanacaklardır.
Kan ve şiddetle hak alma arayışında
olanlar, atılan demokratik adımların terör sayesinde elde
edildiğini zannedenler, tarihî bir yanılgı içindedirler. Zira,
şu da iyi bilinmelidir ki, terör olmasaydı, demokratik standartlarda
da, ekonomik gelişmişlikte de çok daha ileride bir Türkiyede
yaşıyor olacaktık.
Değerli milletvekilleri, diğer yandan, uzun
yılların ihmalinin bir sonucu olan demokratik eksikliklerimizden
neşet eden Kürt sorununu, ortak değerlerimize ve devletimize sahip
çıkan bir anlayışla, yine demokrasi içinde çözebiliriz.
Çare, ideolojik ve etnik odaklı bir siyasi dil ile
çatallaşmaya gitmeden, demokratik gelişim yolunda adımlar
atmaktır.
Bu bakımdan Meclisin açılış gününde,
tüm siyasi partilere karşılıklı birbirlerini anlamaya,
uzlaşmaya ve itidal tavsiye etmeyi bir borç biliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir
ülkede istikrar, başarı ve halkın mutluluğunun en önemli
göstergesi, o ülkenin ekonomik performansıdır. Bu
anlayışla, gerek Türk ekonomisi, gerekse uluslararası ekonomiyle
ilgili görüşlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
On beş yıldır gümrük birliğinin
içinde olan ve dünya ekonomisiyle bütünleşen Türk ekonomisi, tabii ki
uluslararası piyasalarda olup bitenlerden etkilenecektir.
Herkesin bildiği gibi 2007 Ağustos ayında
başlayan küresel kriz henüz son bulmamışken, dünya ekonomisi
bugün yeni bir krizle karşı karşıya bulunmaktadır.
2009 yılı sonlarında başlayan ve 2010
yılı boyunca devam eden toparlanma, maalesef 2011 Mayıs
ayından itibaren duraksamış ve ülkeleri tekrar bir daralma
sürecine sokmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri ve euro bölgesinin
karşı karşıya kaldığı yüksek borç yükü ve büyük
bütçe açıklarından kaynaklanan kamu maliyesi sorunları ve bu
sorunların çözümüne yönelik siyasi karar almadaki yetersizlikler, söz
konusu ülkelerin sorunlarını
ağırlaştırmıştır.
Bu süreçte özel borçlar kamu borcuna dönüşmüş
ve devletin borç yükü sürdürülemez seviyelere gelmiştir. Önceki krizde
kamu kesimi, özel kesim şirketlerini
kurtarıyordu. Şimdi devletler kurtarılmaya muhtaç hâle
gelmişlerdir.
Neticede, yeni bir
küresel kriz beklentisi gerek tüketicilerin gerekse üretici ve
yatırımcıların kararlarını menfi yönde
etkilemektedir.
Hâlihazırda ortaya
çıkan bu ekonomik dehşet dengesinin bir anda küresel krize
dönüşmemesi için, uluslararası camianın elindeki en iyi
mekanizma olan G-20 platformunun daha etkin bir şekilde
çalıştırılması elzemdir.
Küresel ekonomik
gelişmeleri ülkemiz ekonomisi açısından
değerlendirdiğimde ise şu tabloyu görüyorum:
Her şeyden önce,
hâlen devam eden küresel kriz ve önlenmeye çalışılan ikinci
ekonomik daralma dalgası, bizim gibi yükselen piyasa ekonomilerinin krizi
değildir. Bu krizler gelişmiş ülkelerin neden olduğu
krizlerdir.
Söz konusu küresel
krizlere rağmen, Türk ekonomisi sağlam makro temeller üzerine
oturmaktadır. Bugün, kamu maliyesi daha güçlü, borç dinamikleri
sürdürülebilir, bankacılık sistemi sağlam, kredi piyasaları
işlevsel ve parasal aktarım mekanizmaları çalışan bir
ekonomimiz var.
Son yıllarda bir
miktar artış olsa da hane halkı borçluluk oranımız
diğer ülkelere nazaran hâlâ düşüktür. Öte yandan, tasarruf
eğilimimizin düşük olması bizim için bir zafiyet oluşturmaktadır.
Bununla birlikte,
çoğu ülkelerin çok düşük büyüdüğü, bazı ülkelerin hiç
büyümediği bir küresel ortamda Türk ekonomisi 2010 yılında yüzde
9, 2011 yılının ilk yarısında ise yüzde 10,2
oranında büyümüştür. Bu büyüme, istihdam yaratan bir büyüme
olmuştur.
Pek çok
gelişmiş piyasa ekonomisinin notlarının
düşürüldüğü bir dönemde, ülkemizin kredi notunun 2009dan beri 3 kez
artırılması takdire şayan bir başarıdır.
Bunda katkısı bulunan tüm yetkilileri ve çalışkan
halkımızı yürekten kutluyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Ancak, daha önce
bahsettiğim nedenlerle dışa açık bir ekonomide her zaman
dikkatli olmak, bir rahatlama ve gevşeme duygusuna kapılmadan, küresel
şartlardaki değişim trendlerini yakından izlemek
şarttır.
Bu meyanda, başta Hükûmet olmak
üzere ekonomi yönetimimizin esasen bu yönde gereken parasal ve mali
kararları vakitlice aldığını ve almaya da devam
ettiğini memnuniyetle görüyorum. Söz konusu kritik süreçte ekonomiyle
ilgili tüm birimlerin kendi aralarında sağladıkları
koordinasyon ve iş birliğini de takdirle karşılıyorum.
Türk ekonomisinin bugün dünyanın
16ncı, Avrupanın 6ncı en büyük ekonomisi olmasından
elbette gurur duyuyoruz. Bununla birlikte, sadece kişi başına
millî gelir bakımından gelişmiş ülkelerle aramızdaki
gelir farkını kapatmak için değil, aynı zamanda bölgesel
dengesizlikleri gidermek ve gelir dağılımındaki adaleti
sağlamak için de çok çalışmamız gerekmektedir.
Yapılan ekonometrik analizler,
cumhuriyetimizin 100üncü kuruluş yılı olan 2023
yılına kadar kesintisiz sürdürülebilir yüzde 10luk bir büyüme
hızının, fert başına düşen millî gelirimizi
Avrupa Birliğinin bugünkü ortalamasının ancak yüzde 80i
seviyesine taşıyacağını göstermektedir.
Söz konusu hedeflere ulaşmak için
gerçekleştirmek zorunda kaldığımız yüksek büyüme
oranları, maalesef kronik cari açık sorunları ve risklerini
oluşturmaktadır.
Bugüne kadar cari açıkla ilgili
sorunlarımıza çoğu kez döviz kuruyla çare aradık. Tabii ki
döviz kuru bir ekonominin rekabet gücünü belirleyen önemli makro
değişkenlerden birisidir, dolayısıyla karar
alıcılar tarafından göz önünde bulundurulmalıdır.
Ancak, döviz kuruyla ilgili tartışmalar yapısal sorunların
ötelenmesine ve çözümlerin geciktirilmesine neden olmamalıdır. Son
büyüme ve cari açık rakamları, ülkemizin cari açık sorununun
önemli bir bölümünün yapısal olduğuna işaret etmektedir.
Ülkemiz nihai ürün üretimi bazında
son yıllarda önemli başarılar elde etmiştir. Başta
makine ve teçhizat olmak üzere, beyaz eşyada ve bazı endüstri
dallarında ortaya konulan performans bunun kanıtıdır.
Ancak, uluslararası piyasalarda talep edilen bu kaliteli ürünleri üretmek
için ülkemizde yeterince
kaliteli ara malı ve ham madde üretemiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bu noktada özellikle bir hususa dikkatinizi
çekmek istiyorum: Ekonomi Bakanlığımızın 2009
yılında yaptığı bir çalışmaya göre, imalat
sanayimizin ithalata bağımlılığı yüzde 82
civarındadır, ihracatımızın ithalata bağımlılığı
da bir o kadar yüksektir. Yani, 1 dolarlık ihracat yapabilmemiz için 82
sentlik ithalat yapmak durumundayız. Bu, hepimizi rahatsız etmesi
gereken ciddi bir yapısal sorundur.
Dolayısıyla,
yüksek cari açık vermeden hızlı büyümeyi gerçekleştirmenin
yollarını bulmalıyız. Geçtiğimiz dokuz on yıl,
ekonomimizin bozulan makroekonomik temellerinin onarım yılları
oldu.
Önümüzdeki dönemde ise
bu olumlu ekonomik tablonun sağladığı altyapı ve öz
güvenle yüksek oranlı büyümeyi gerçekleştirebilmek için bütün
gayretlerimizi toplam faktör verimliliğini artıracak reformlara
yoğunlaştırmalıyız.
Gümrük Birliği ve
Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan
yükümlülüklerimizi de akılda tutarak çok tükettiğimiz ancak bir
kısmını kısmen ürettiğimiz bir kısmını
da hiç ürettiğimiz ham madde ve ara mallarının yurt içinde
üretilmesi imkânlarını muhakkak sağlamalıyız.
Kalkınma
süreçlerini ülkemizle mukayese edebileceğimiz bazı ülkelerin kendi
markalarını oluşturduğu 60lı, 70li ve nihayet
90lı yıllarda, siyasi ve sosyal istikrarsızlıklar
nedeniyle yapamadıklarımızı geç de olsa telafi etmek
zorundayız. Bu çerçevede, teşvik sistemimizi rasyonel bir
şekilde gözden geçirerek enerji, ham madde, ara malı ve ileri
teknoloji ürünleri bakımından dışa
bağımlılığımızı azaltmak
mecburiyetindeyiz.
Değerli
milletvekilleri, unutmayalım ki dinamik bir nüfusa, stratejik bir
coğrafyaya ve köklü bir tarihe sahip ülkemizin bir yandan millî
çıkarlarını koruması, diğer yandan bölgesinde istikrar
ve barış unsuru olması için sürdürülebilir ve sağlam temellere dayalı
bir ekonomisinin bulunması şarttır. Bu anlayışla, son
on yılda, yüksek enflasyon, bozuk kamu maliyesi ve yüksek faiz
sarmalından nasıl kurtulduysak, uygulamaya konulacak yapısal
değişimlerle bu sefer yüksek büyüme oranlarını düşük
cari açıklarla sağlayabileceğimize olan inancım da
tamdır.
Diğer taraftan, muhtelif
konuşmalarımda kamuoyunun dikkatini çektiğim üzere, ülkemizin
vakit geçirmeden bir bilgi ekonomisi hâline dönüşmesi de elzemdir. Bu
doğrultuda, bilim, teknoloji, eğitim, araştırma, geliştirme
ve inovasyon alanında devlet-üniversite-özel sektör iş birliğinin
artırılması kilit rol oynamaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 21inci yüzyılın güç dengelerine göre rekabet
edebilmek için ülkemizi bir bilgi toplumu ve ekonomisi hâline dönüştürmekten
başka çaremiz yoktur. Bunun da yolu eğitimden geçer. Eğitimin
temelini ise öğretmenler oluşturur. Hepimiz şahit
olmuşuzdur ki iyi yetişmiş, fedakâr, vizyon sahibi bir
öğretmen tüm öğrencilerinin istikbalini değiştirebilir. Bu
nedenle, başta nitelikli öğretmen yetiştirilmesi olmak üzere
eğitimle ilgili tüm sorunların çözümüne gerekli enerji ve
kaynağı teksif etmek bir milletin yapabileceği en iyi
yatırımdır.
Diğer yandan,
sağlıklı bir toplum ve ekonominin ancak kadınların
siyaset dâhil beşerî hayatın tüm alanlarına etkin bir
şekilde katılımıyla mümkün olacağı da
aşikârdır. Bu vesileyle, 12 Haziran seçimleri neticesinde Meclisteki
kadın milletvekillerimizin sayısının kayda değer bir
şekilde artmasından duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum.
Yeni yasama yılında, kadın milletvekillerimizin de büyük
katkısıyla, kadına yönelik şiddet ve
kızlarımızın eğitim sorunu gibi meselelerin çözülerek
ülkemizin gündeminden çıkarılmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dış politika bakımından son derece
hareketli ve tarihî bir dönemden geçmekteyiz. Geçen yıldan bu yana Orta
Doğu ve Kuzey Afrikada önümüzdeki on yıllara damgasını
vuracak tarihî bir değişim ve dönüşüm süreci yaşanmaktadır.
Pek çok vesileyle ifade ettiğim
gibi, Avrupadaki 1848 ve 1989 devrimlerini çağrıştıran bu
demokrasi dalgası, artık geri çevrilemez bir nitelik arz etmektedir.
Bölgedeki değişim
ihtiyacına, 2003 yılında Tahranda düzenlenen İslam
İşbirliği Teşkilatı Dışişleri
Bakanları Toplantısında yaptığım konuşmada
dikkat çekmiştim.
O gün, meslektaşlarıma,
mevcut yönetimlerin, bölge halklarının meşru taleplerine cevap
vermekte yetersiz kaldığını ifade etmiş; bu
şartlar altında halkın tepkisinin veya dış müdahalenin
önüne geçmek için herkesin kendi evini düzene koyması ve samimi reformlar
yapması gerektiğini anlatmıştım.
Yıllarca baskı, korku,
işgal, yoksulluk ve yolsuzluğun kıskacında acı çeken
bölge halkları, nihayet geleceklerini kendi ellerine almaya ve tarihi
yakalamaya karar vermişlerdir. Bu mücadele, özgürlük ve adalet kadar,
millî onur ve öz güvenin de yeniden kazanılması mücadelesidir.
Bölge halkları,
yaşadıkları tarihî dönüşüm sürecinin başarıya
ulaşması için bir ilham kaynağı olarak gördükleri
Türkiyeyi yakından takip etmektedirler.
Dost ve kardeş bölge
halklarının bu tarihî ve şerefli mücadelesinde, Türk milletinin
yanlarında olduğunu bu kürsüden bir kez daha ilan etmek istiyorum.
Ülkemizin bu anlayışla
yaptığı ekonomik, siyasi ve askerî katkılar gerçekten
takdire şayandır.
Bu vesileyle, önce, Libyadaki 25 bin
vatandaşımızın ve çok sayıda yabancının
tahliyesinde, bilahare, icra edilen NATO operasyonlarında gösterdikleri
üstün başarı ve fedakâr çalışmalarından dolayı
tüm sivil ve askerî makamlarımızı kutluyorum.
Demokratik değişim yönünde
büyük fedakârlıklarla önemli bir merhaleyi geçen Libya halkının,
artık ideolojik ve kabile temelli çekişmeleri bir yana
bırakarak, millî birlik ve bütünlüğünü tahkim etmesi en büyük
temennimizdir.
Diğer yandan, üzülerek ifade etmek
isterim ki, son yıllarda en büyük siyasi ve diplomatik yatırım
yaptığımız komşumuz Suriyenin bölgedeki
gelişmeleri doğru tahlil etmekte geç kaldığını
görüyoruz. Türkiye olarak, her zaman Suriye halkının mutlu, Suriye
devletinin ise güçlü olmasını istedik ve bu doğrultudaki
politikaları samimiyetle yürüttük.
Ne var ki, Suriye yönetimi nezdindeki
açık ve kapalı tüm girişimlerimize rağmen, ülkede
kardeş kanı akmaya devam etmektedir. Kendi halkına
karşı baskı ve şiddet kullanmayı sürdüren Suriye
yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır. Türkiye her
hâlükârda, kadim dostu Suriye halkının yanında olacaktır.
Orta Doğu ve Kuzey Afrikada
yaşanan bu tarihî değişimin barış, istikrar ve refaha
tahvil edilmesi için sadece resmî makamlarımız değil, siyasi
partilerimiz, iş dünyamız ve sivil toplum kuruluşlarımızın
da bu ülkelerde aktif çaba göstermeleri gerekmektedir. Söz konusu
çabalarımızda, kardeş ve dost ülkelerin istikrar, adalet,
demokrasi ve kalkınma süreçlerine her seviyede yardımcı
olmalıyız.
Ayrıca, Arap Baharının
kazanımlarının kalıcı olması için tüm bölgeyi
kapsayacak bir ekonomik iş birliği mekanizması ile güvenlik
mimarisi oluşturulmasına da öncülük etmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, bugünlerde bölgede Sünni-Şii ayrımı ekseninde
içten içe derinleşen büyük bir tehlikenin zuhur ettiğini görüyorum.
Bölgenin enerjisini ve kaynaklarını heba edecek bu tehlikeli sürece
engel olunmalıdır.
Buradan, İslam dünyasında
böylesi ilkel bir ayrışmadan nemalanmaya çalışan kötü
niyetli güçlerin kışkırtmalarına alet olan tüm yönetimlere
ve örgütlere de seslenmek istiyorum: İslam dünyasını, 21inci yüzyılda
âdeta Orta Çağ Avrupasının karanlıklarına döndürecek
bir sürece izin vermeyiniz.
Değerli milletvekilleri, bu tarihî
olaylar hâlâ bölgede kaynamaya devam eden temel meselelerden birisinin Arap-İsrail
ihtilafı olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Bu
meyanda, Filistin halkının kendi devletinin tanınması
yolunda verdiği mücadeleye ülkemizin sağladığı destek,
Filistinle olan kardeşlik bağlarımızın ve tarihî
mesuliyetimizin bir icabıdır.
Öte yandan, bölgedeki yeni siyasi
iklimi en dikkatli takip ve analiz etmesi gereken ülke İsraildir. Zira,
bölgedeki demokratik ve demografik dinamikler İsrailin aleyhine
gelişmektedir. Başkenti Kudüs olan bağımsız ve onurlu
bir Filistin devletinin kuruluşunu işgal, zorbalık ve toprak
gaspıyla engellediği; işgal ettiği Arap topraklarından
çekilmediği sürece, İsrailin gerçek barış ve
güvenliğe ulaşması imkânsızdır.
İsrailin stratejik bir
yaklaşım sergilemediği bir başka konu da ülkemizle
ilişkilidir. İsrail, haklı taleplerimiz bağlamında gerekli
adımları atmadığı müddetçe ilişkilerimizin
normalleşmesi de söz konusu değildir.
Değerli milletvekilleri, 2011
yılı, dost ve kardeş Türk cumhuriyetlerinin
bağımsızlıklarının yirminci yıl dönümüdür.
Kardeş ülkelerin son yirmi yılda
bağımsızlığın pekiştirilmesi ve ekonomik
kalkınma yolunda katettikleri muazzam ilerlemeden millet olarak büyük bir
sevinç duyuyoruz. Sevinç ve kederlerini yüreğimizde hissettiğimiz
Türk cumhuriyetlerindeki kardeşlerimizin, önümüzdeki yıllarda daha
güçlü devletler ve demokratik toplumlar olarak, nice büyük başarılara
ulaşmasını samimiyetle temenni ediyorum.
Öte yandan, ülkemizin dünya
barışına katkı yapma yönündeki iradesi ve artan
etkinliği tüm dünyada takdirle karşılanmaktadır. Bu
bağlamda, birçok karmaşık sorunun çözümünde ülkemizin
katkılarının fark yaratmasından büyük memnuniyet duyuyorum.
Türkiyenin Kafkaslar, Balkanlar,
İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Lübnan, Filistin ve Somaliyle ilgili
pek çok meselede öncülük ettiği ya da
katıldığı diyalog ve iş birliği süreçleri,
bu bölgelerdeki barış ve istikrar çabalarına en anlamlı
katkıyı yapan mekanizmalar hâline dönüşmüştür.
Diğer taraftan, ülkemizin artan
imkân ve kabiliyetlerini küresel bir sorumluluk anlayışı içinde
kullandığı bir başka alan da küresel kalkınma
çabalarına verdiği destektir.
Bu çerçevede, Birleşmiş
Milletlerin kalkınma alanındaki en temel forumlarından biri olan
En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesine ev sahipliği yapmış
olmaktan büyük memnuniyet duydum.
En az gelişmiş ülkelerin üçte
2sini oluşturan Afrika, kendi kaderine terk edilmemesi gereken bir
kıtadır. Bu bağlamda, yirmi yıldır yaşanan iç
savaşın pençesinde kıvranan Somalide baş gösteren
açlık felaketi tüm insanlığın da ayıbıdır.
Asil milletimiz yüz elli küsur yıl
önce Büyük İrlanda Kıtlığı gibi pek çok afet
dolayısıyla gösterdiği alicenaplığı, bu kez
Somali için de sergilemiştir. Bu vesileyle, Somali kampanyasına büyük
şevkle katılan halkımızı en içten duygularımla
tebrik ediyorum.
Son dönemde Endonezya, Haiti, Pakistan
ve Japonyada pek çok doğal ve çevre felaketlerine tanık olduk.
Felaketlerin boyutları çoğu kez en güçlü devletlerin dahi
altından kalkamayacakları niteliktedir. Bu nedenle, geçen yıl
yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, açlık,
kuraklık, salgın hastalıklar ve doğal afetlerle mücadele
etmek için Küresel Acil Mukabele Yeteneği kurulması
çağrısında bulunmuştum.
Memnuniyetle ifade etmeliyim ki, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu bu çağrımıza cevap vermiş ve
geçtiğimiz haziran ayında kabul ettiği bir kararla HOPEFOR
adıyla bir gücün ihdas edilmesi sürecini başlatmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ortak değerler temelinde, güçlü müttefiklik
bağlarıyla bağlı olduğumuz ülkelerle ilişkilere
büyük önem vermekteyim. Bu çerçevede, pek çok küresel ve bölgesel meselede
benzer vizyonları paylaştığımız ve iş
birliği yaptığımız, müttefikimiz Amerika Birleşik
Devletleri ile ilişkiler özel bir yer tutmaktadır.
Yine, bir parçası olduğumuz
Avrupa, ülkemizin en köklü, kapsamlı ve çok boyutlu ilişkilere sahip
olduğu kıtadır. Pek çoğu müttefikimiz ve önde gelen ticari
ortağımız olan Avrupa ülkeleriyle yoğun siyasi, ekonomik,
askerî, bilimsel, kültürel ve beşerî münasebetlerimiz vardır.
Hepimizin malumu olduğu üzere,
2007 Ağustos ayında başlayan küresel ekonomik kriz ve euro
bölgesinde hâlen devam eden istikrarsızlık, Avrupanın içine
kapanmasına yol açmıştır.
Bu durumun ortaya çıkmasında, bazı Avrupa
Birliği liderlerinin stratejik miyopluğu da rol
oynamıştır.
Küresel ağırlık merkezinin Asyaya
doğru meylettiği, Arap baharı nedeniyle demokratik
genişlemenin Avrupanın doğusu ve güneyine doğru
kaydığı bir ortamda, Avrupa Birliğinin bu içe
kapanıklığının, ileride ciddi stratejik maliyetlere
yol açması kuvvetle muhtemeldir.
Avrupa Birliğiyle münasebetlerimiz
bağlamında, daha önce de değişik vesilelerle
tekrarladığım gibi, stratejik önceliklerimizden taviz vermeden,
müzakereler konusunda üzerimize düşenleri kararlılıkla yerine
getirmeliyiz. Zira, bugün ulaştığımız ekonomik
istikrar ve gerçekleştirdiğimiz demokratik reformlarda Avrupa
Birliği müzakere sürecinin çok önemli katkıları olduğunu da
unutmayalım.
Netice olarak, tıpkı Norveç gibi müzakereleri
başarıyla tamamlamamıza imkân verilmesini
muhataplarımızdan kararlılıkla talep etmeliyiz.
Unutmayalım ki, müzakere süreci tamamlandığında, Avrupa
Birliğine katılım konusundaki kararı, sadece Avrupa
Birliği halkları değil, Türk halkı da verecektir.
Bu arada, pek çok Avrupa Birliği üyesinin
arkasına sığındığı Kıbrıs
sorununda, uzlaşma iradesinden yoksun tarafın Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi olduğu herkes tarafından bilinmelidir.
Değerli milletvekilleri, herkesin malumu olduğu
üzere, adanın birleşmesi için yürütülen müzakerelerde Türk
tarafı olarak her türlü çabayı gösterdik. Tüm uluslararası
camianın desteklediği Annan Planını reddetmelerine
rağmen, Rum tarafı Avrupa Birliğine üye olabildi. Bu süreçte pek
çok önde gelen Avrupa Birliği ülkesinin, Güney Kıbrıs Rum
Yönetiminin Avrupa Birliğine adanın tamamını temsil
etmeden, eksik girdiğine dair yayınladıkları deklarasyon ve
beyanlar hâlâ arşivlerdedir.
Esasen Avrupa Birliği, ilk defa, kendi iç
sorunlarını çözmemiş, ülkesinin tamamını temsil etmeyen
bir yönetimi bünyesine alarak kendi ilkelerini ihlal eden bir politika
izlemiştir. Şimdi, böyle
bir yarım yönetimin 2012nin ikinci yarısında Avrupa
Birliğine Başkanlık yapıyor duruma gelmesi, Avrupa
Birliğinin zafiyetini gösterecektir. Bu, Avrupa Birliği
tarafından da sorgulanması gereken bir husus olmalıdır.
Çok daha önemli
bir nokta ise Avrupa Birliğinin tüm bu olup bitenleri normal gibi
görmesinin, müzakerelerin sürdüğü bir ortamda, Rum yönetiminin çözüm için
hiçbir mecburiyet hissetmemesine yol açmasıdır. Bunun da Avrupa
Birliğini çözümsüzlüğün en büyük cesaretlendiricisi durumuna
düşürdüğü aşikârdır.
Bu şartlar
altında, korkarım ki, Avrupa Birliği, adada birleşmeyi
tamamen imkânsız kılacak bir sürecin başlamasının
müsebbibi olacaktır. Böyle bir sürecin doğurabileceği
neticeleri, herkesin er ya da geç kabullenmek zorunda kalacağını
şimdiden hatırlatmak isterim.
Son olarak,
Türkiye'nin, Doğu Akdenizde tüm millî çıkarlarını korumak
için gereken her türlü tedbiri alacağından da hiç kimsenin
şüphesi olmamalıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime burada son verirken
başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yüce Meclisin milletimize
hizmet etmiş tüm üyelerini rahmetle anıyorum. Yeni dönemin milletimiz
ve devletimiz için hayırlar getirmesini Cenabıallahtan diliyorum.
(AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar, MHP ve BDP
sıralarından ayağa kalkmalar)
BAŞKAN
Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür ediyoruz.
Değerli
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
15.59
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.10
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Rıza
YALÇINKAYA (Bartın), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Şimdi, Anayasamıza göre
milletvekillerinin göreve başlamadan önce ant içmeleri gerekmektedir. Daha
önce ant içmemiş olan sayın milletvekillerinden bu birleşimde
ant içmek isteyenleri illerin alfabetik sırasına göre kürsüye davet
edeceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan, ben size bir pusula göndermiştim.
BAŞKAN Evet.
KAMER GENÇ (Tunceli) Gündemi
yanlış belirliyorsunuz. İç Tüzükün 3üncü maddesine göre,
birleşimin başında milletvekilleri yemin eder. Birleşimin
başı da geçti, Birinci Oturumu kapattınız ve İkinci
Oturuma geçtiniz. Dolayısıyla, İç Tüzükün 3üncü maddesindeki
hüküm açıktır, Milletvekilleri birleşimin başında andiçerler.
diyor. O zaman İç Tüzüke göre ant içme imkânı yok ama İç
Tüzükü hesaba katarsanız. Sizin bir huyunuz var, zamanında siz Meclis Başkanlığı
yaparken ben size bir pusula göndermiştim
Milletvekillerinin isteklerini
lütfen dikkate alın.
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Genç hassasiyetiniz için. Bu konuyla ilgili müsaade ederseniz
düşüncemi ifade edeyim.
İç Tüzük yemin
kısmını düzenlemiş yani yemin İç Tüzükün 3üncü
maddesinde düzenlenmiş durumda, sayın
cumhurbaşkanlarının konuşması ise Anayasanın
104üncü maddesindedir. Normlar hiyerarşisinde Anayasa İç Tüzükten
evvel gelir, bundan dolayıdır; bu bir.
İkincisi: Daha evvel 1951
yılında da aynen, nitekim o zamanki 1924 Anayasasının
36ncı maddesinde de Cumhurbaşkanının Mecliste geçen
yıldaki çalışmaları ve giren yıl içinde
alınması uygun görülen tedbirler hakkında bir söylev verir.
diyor ya da Söylevini Başbakana okutur. diyor. Yani 24
Anayasasında da bu hüküm var. O hükmün icabı olarak önce Sayın
Cumhurbaşkanı Genel Kurula konuşmuş, yemin merasimi 1951
yılında aynen bugün olduğu gibi gerçekleştirilmiştir.
Dolayısıyla, ant içmemiş ya da içememiş olan sayın
milletvekillerinin bugün burada ant içmelerinde İç Tüzük
açısından, uygulama açısından da bir sakınca yoktur.
KAMER GENÇ (Tunceli) O zaman önce
milletvekillerinin yeminini yaptırmanız lazımdı, ondan
sonra konuşmayı yaptırsaydınız. Yani yanlış
yapıyorsunuz.
IV.- ANT İÇME
1.- Milletvekillerinin ant içmesi
BAŞKAN - Şimdi, illerin
alfabetik sırasına göre sayın milletvekillerini kürsüye davet
edeceğim.
ADANA:
Murat Bozlak
AĞRI:
Halil Aksoy
BATMAN:
Ayla Akat Ata
Bengi Yıldız... Yok.
BİNGÖL:
İdris Baluken
BİTLİS:
Husamettin Zenderlioğlu
DİYARBAKIR:
Nursel Aydoğan
Emine Ayna
Şerafettin Elçi
Altan Tan
Leyla Zana
HAKKÂRİ:
Esat Canan
Selahattin Demirtaş
Adil Kurt
IĞDIR:
Pervin Buldan
İSTANBUL:
Sırrı Süreyya Önder
Sebahat Tuncel
Abdullah Levent Tüzel
KARS:
Mülkiye
Birtane
MARDİN:
Erol Dora
Ahmet Türk
MERSİN:
İsa
Gök
Yok.
Ertuğrul
Kürkçü
MUŞ:
Demir Çelik
Sırrı
Sakık
SİİRT:
Gültan
Kışanak
ŞANLIURFA:
İbrahim Binici
ŞIRNAK:
Hasip Kaplan
VAN:
Nazmi Gür
Aysel Tuğluk
Özdal Üçer
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, bugünkü gündemimizde başka bir konu bulunmamaktadır.
Gündemdeki konuları
sırasıyla görüşmek için, 4 Ekim 2011 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
16.41