TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
110uncu
Birleşim
23
Mayıs 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Denizli
Milletvekili Adnan Keskinnin, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve don
afetinin verdiği zararlara ilişkin gündem dışı
konuşması
2.- Denizli
Milletvekili Mehmet Yükselin, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve don
afetinin verdiği zararlara ilişkin gündem dışı
konuşması
3.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binicinin, Şanlıurfanın
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, hasat zamanı ülkemizin birçok bölgesinde
tabii afetler yaşandığına ve bu nedenle çiftçilerin
uğradığı zararın karşılanması
gerektiğine ilişkin açıklaması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 27 milletvekilinin,
demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan olayların
aydınlatılması ve devlet içindeki yasa dışı
örgütlenme ve yapıların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/286)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, küçük
esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/287)
3.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 20 milletvekilinin, kaçak
sigaranın yurda girişi ve pazarlanması ile ekonomiye
verdiği zararların
araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/288)
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, 17/2/2012 tarihinde Bingöl Milletvekili İdris
Baluken ve arkadaşlarının Bingöl Karlıova ilçesi
Hacılar köyünde bulunan termal su kaynağının incelenmesi,
halkın ve kamu yararının araştırılması amacıyla
vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin, Genel
Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin önerisi
2.- MHP Grubunun, 23/5/2012 tarihinde kamu
çalışanlarının özlük haklarının belirlenmesine
yönelik toplu görüşme sürecinden toplu sözleşme sürecine geçişi
sonucunda yapılan toplu sözleşme görüşmelerinin ve
sonuçlarının, kamu çalışanlarına beklentilerden uzak
bir teklifin yapılmasının gerekçesi olarak ileri sürülen
ekonomik kriz uyarılarının boyutlarının, toplu
sözleşme süreçlerinin işlenmesinden kaynaklanan sorunların
görüşülmesi amacıyla vermiş olduğu genel görüşme
önergesinin, Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü birleşiminde
okunarak ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin önerisi
VII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, Siirt Milletvekili Afif Demirkıranın
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Bingöl Milletvekili
Eşref Taşın, Bingöl Milletvekili İdris Balukenin
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin AK PARTİ Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.- Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu Raporları (1/486) (S. Sayısı: 233)
3.- Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S.
Sayısı: 177)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran
İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut
Kapılarının Ortak Kullanımına Dair
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/427) (S.
Sayısı: 7)
IX.- OYLAMALAR
1.- Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısının oylaması
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulunun, Bakanlığa bağlı kurum ve
kuruluşlarda hizmetlerde taşeronlaşmaya ve taşeron firma
çalışanlarının sorunlarına ilişkin sorusu ve
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/4872)
2.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
Bakanlığa bağlı, ilgili veya ilişkili kurum ve
kuruluşlara hizmet sağlayan taşeron firmalara ve taşeron
firma çalışanlarının sorunlarına ilişkin sorusu
ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın cevabı
(7/5044)
3.- Diyarbakır Milletvekili Nursel
Aydoğanın, Vandaki spor kulüplerine maddi yardım
yapılmasına ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıçın cevabı (7/5244)
4.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandırın, Bakanlıkta ve bağlı
kuruluşlarında şehit yakınları ve malûller için
ayrılan kadrolara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıçın cevabı (7/5245)
5.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
PARDUS işletim sistemine ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/5246)
6.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlunun, bağlı kurum ve kuruluşlarda emekliliğe
ayrılan ve ayrılacak personele ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/5408)
7.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
engelliler için düzenleme yapılan yükseköğretim yurtlarına
ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın
cevabı (7/6273)
8.- Bolu Milletvekili Tanju Özcanın, bir
bürokratla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor
Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/6274)
9.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun,
bankalarda işlem sıra numarası alınırken bankanın
kartına sahip müşterilere öncelik verilmesi uygulamasının
yasal dayanağına ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Ali Babacanın cevabı (7/6495)
10.- Balıkesir Milletvekili Namık
Havutçanın, Balıkesirdeki sulama projelerinin sorunlarına
ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/6556)
11.- Muş Milletvekili Demir Çelikin, Muş
Ovasında nehir taşkınları nedeniyle yaşanan
mağduriyete ve alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/6557)
12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün, orman
yangınlarına karşı alınan önlemlere ilişkin
sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun
cevabı (7/6668)
23
Mayıs 2012 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
_____0_____
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 110uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
Denizli ve ilçelerinde meydana gelen dolu ve don afetlerinin verdiği
zararlar hakkında söz isteyen Denizli Milletvekili Adnan Keskine aittir.
Buyurun Sayın Keskin.
III.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Denizli Milletvekili Adnan Keskinnin, Denizli ve
çevresinde yaşanan dolu ve don afetinin verdiği zararlara
ilişkin gündem dışı konuşması
ADNAN KESKİN (Denizli)
Sayın Başkan, Genel Kurulun değerli üyeleri; tümünüzü
saygıyla selamlıyorum.
Denizlinin değişik
yerleşim alanlarında meydana gelen doğal afetler, sofralık
ve şaraplık üzüm bağlarının tahribatına neden
olmuştur. Üreticiler büyük zararlara uğramışlardır.
Kırk beş dakika kesintisiz bir şekilde devam eden dolu
yağışı Buldan ilçesinin Türlübey, Doğan, Oğuzköy ve
Yenicekent kasabalarında meyve bahçelerinde, sofralık üzüm
bağlarında yüzde 80lere varan rekolte kaybına neden
olmuştur. Dolunun asma ve meyve ağaçlarında
açtığı yaralar 2013 yılının ürününde de rekolte
ve kalite kaybına neden olacaktır, tahribat o denli büyük boyutlardadır.
Zarar gören 10 bin dönümlük bağların çoğunluğu maalesef
sigorta kapsamı dışındadır. Bağların sigorta
kapsamı dışında olması, zararların daha büyük
noktalara ulaşmasına neden olmuştur. Özellikle tarım
sigortasındaki uygulamadan kaynaklanan aksaklık, bu konuda sigorta
kapsamının daralmasına neden olmaktadır. Ocak, şubat,
mart aylarına ilişkin donun sigorta kapsamı
dışında tutulması, bu konuda çiftçinin sigortaya
eğilimini törpülemektedir.
Çal, Bekilli, Baklan ve
Güney ilçelerindeki şaraplık üzüm bağlarının
asmaları aşırı soğuk nedeniyle
canlılığını kaybetmiştir,
canlılığını kaybeden asmaların tümü
kurumuştur. Dört ilçede 9 bin üzüm üreticisi, asmalardan üzüm
alınamayacak derecedeki tahribat nedeniyle büyük bir zararı omuzlamak
zorunda kalacaklardır.
Maalesef, tarım
sigortası ağaçlardaki dondan kaynaklanacak zararları poliçe
dışı tutmaktadır. Uygulamadaki bu engel nedeniyle, don
nedeniyle hayatiyetini kaybeden asma ağaçlarının tümü tarım
sigortasının kapsamı dışında
kalmıştır. Bu olumsuzluk, tarım sigortasından yararlanamayan çiftçilerin
zararlarına yeni boyutlar kazandırmıştır. Dört
ilçedeki şarap üreticisi çiftçiler ekonomik olarak büyük
sıkıntıyla karşı karşıyadırlar.
Zarar gören üreticilerimize devletin
yardım elinin uzatılması gerekmektedir. Denizli Tarım
İl Müdürlüğü gerekli çalışmaları tamamlamış,
yapılan tespitlerin tutanakları Bakanlığa intikal ettirilmiştir.
Umuyorum, diliyorum, çok sayıda üreticimizin karşı
karşıya kaldığı bu mağduriyeti giderecek
girişimler vakit yitirilmeden sergilenir, devletin yardım eli tüm
üreticilerimize zamanında yetiştirilir.
Bağlarda oluşan zararlar
yalnız üreticileri etkilememiştir, Denizlinin Güney ilçesinde
faaliyet gösteren şarap sektörünün önemli üniteleri de bu konuda zararla
karşı karşıya kalacaklardır. Bu yıl, 2012
yılındaki üretim kapasitelerinde üzüm yokluğu nedeniyle ciddi
kayıplar da yaşanacaktır.
Tarım
Bakanlığının vakit yitirmeden devletin yardım elini
zarar gören üreticilerimize uzatacağına olan inancımla tümünüzü
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı ikinci söz,
Denizli ve çevresindeki son don afeti nedeniyle bağcıların
yaşadığı sorunlar hakkında söz isteyen Denizli
Milletvekili Mehmet Yüksele aittir.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2.- Denizli
Milletvekili Mehmet Yükselin, Denizli ve çevresinde yaşanan dolu ve don
afetinin verdiği zararlara ilişkin gündem dışı
konuşması
MEHMET YÜKSEL (Denizli) Sayın
Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
gündem dışı, Denizli ve bölgesindeki don ve dolu afetinden
dolayı yaşananları dile getirmek üzere söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben öncelikle Cumhuriyet Halk Partisi
Denizli Milletvekili Sayın Adnan Keskin Beyefendiye teşekkür
ediyorum ilgi ve alakasından dolayı, yöremizle ilgili incelemelerde
bulunmuştur.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde ben yine bu kürsüden
sigortayla ilgili, tarım sigortasıyla ilgili bir konuşma
yapmıştım. Şimdi, yine, 10 Mayısta, Denizli bölgesinde
meydana gelen dolu afetinden dolayı zarar gören
bağcılarımız var, meyvecilerimiz var. Henüz bu giderilmeden
belki önümüzdeki günlerde -temenni etmeyiz ama- başka bir afet
arkasından gelebilir ama illaki, 2006 yılında Hükûmetimiz
tarafından uygulamaya konulan tarım sigortasının,
TARSİMin mutlaka yapılması, sigortalanması gerekmektedir.
Şimdi, Denizlimizde bu don
afetinin, sigorta kapsamı dışında, ocak ayının
17, 18, 19unda meydana gelmiş olması, gözler uyanmadan önce meydana
gelmiş olmasından dolayı sigorta kapsamı
dışında olduğu için şu anda Çal, Baklan, Bekilli,
Buldan, Güney, Çivril ilçelerimizdeki bağcılarımızın
uğradığı zararı maalesef sigorta kapsamında
olmadığı için telafi edemiyoruz. Ancak 2090 sayılı Yasa
kapsamında değerlendirilebilirse -ki inşallah öyle olacak-
Devlet Destekli Tarım Sigortaları kapsamı
dışındaki riskler 2090 sayılı Tabii Afetlerden Zarar
Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun
kapsamında değerlendirilecek ve bu sayede bu ilçelerimizdeki şu
ana kadar elde edilen rakamlara göre 96 yerleşim yerinde, 3.328
çiftçimizin 62.773 dekarlık bağında meydana gelen toplam 52
milyon TLlik bir hasardır. Çünkü bu bağlar, omcalar artık
tekrar hayata geçmesi en az iki yıl, beş yıl arasında verimli
hâle gelebilmektedir. Onun için, mutlaka bu çiftçilerimizin kredi
borçlarının faizsiz olarak ertelenmesinin gündeme gelmesi için
Denizli İl Tarım Müdürlüğümüzün hazırladığı
raporlar doğrultusunda Tarım Reformu Genel Müdürlüğüne
bildirilmiş, daha sonra Tarım Bakanlığı
tarafından, Maliye Bakanlığı tarafından
değerlendirilerek inşallah borçları bu anlamda ertelenmeye
gidilecektir.
Onun dışında ayrıca
yine 10 Mayıs tarihinde Denizlide Buldan, Güney Çal, Çivril ilçelerimizde
meydana gelen dolu afetinden dolayı da yine 1.278 adet hasar tespit
edilmiştir, bununla ilgili olarak da akabinde cuma, cumartesi günleri, bu
bölgede Tarım İl Müdürümüz, milletvekili
arkadaşlarımız, Bilal Uçar Bey olsun, diğer milletvekili
arkadaşlarımız olsun, İl Başkanımız olsun, o
bölgede ziraatçılarımızla bir araya gelmişler, ziraat
odası başkanlarımızla bir araya gelmişler,
onların hasar tespitini yerinde incelemişler ve yine, TARSİM
Bölge Müdürlüğünün devreye girmesiyle de 30 kişilik bir ekspertiz
grubuyla, 60 kişi, bu bölgede, bu 5 ilçemizde yoğun bir, tutanakla,
hasar tespiti yapmışlardır.
Sonuç itibarıyla, burada, biz bu
olayların tekrar yaşanmaması,
vatandaşlarımızın mutlaka bu dolu, don, sel ve diğer
afetlerden zarar gördüklerinde zararlarını tazmin edebilmeleri için
mutlaka TARSİM sigorta kapsamında olmaları en büyük
avantajlarıdır. Zira Hükûmetimiz tarafından bir devrim
niteliğinde, yetmiş yıllık, çiftçimizin rüyası olarak
2006 yılında hayata geçen tarım sigortasının
Hükûmetimiz tarafından yüzde 50 primi karşılanmakta, diğer
yüzde 50si de, değerli arkadaşlarım, ürün
kaldırıldıktan sonra bu bedel yine çiftçimiz tarafından
ödenmektedir, peşin ödenmemektedir.
Bu anlamda sigortanın ne kadar
önemli olduğunu, bu doğal afet günlerinde de bu sigortanın
devreye girmesiyle görüyoruz. Biz temenni ediyoruz ki
bağcılarımızın bu don dışında, don
olaylarında kapsam dışındaki bölümün de kapsama dâhil
edilerek, öncelikle afet kapsamında değerlendirilmesi ve gelecek sene
içinde de yine TARSİM kapsamında sigorta kapsamına girebilmesi
ve bağcılarımızın zararlarının temini
noktasında Hükûmetimizin çalışmalarına bizler de buradan
destek veriyoruz.
Tüm çiftçilerimize buradan geçmiş
olsun diyorum, iyi çalışmalar diliyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Gündem dışı üçüncü söz,
Şanlıurfanın sorunları hakkında söz isteyen
Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Biniciye aittir.
Buyurun. (BDP sıralarından
alkışlar)
3.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binicinin, Şanlıurfanın
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması
İBRAHİM BİNİCİ
(Şanlıurfa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün Urfanın sorunlarını gündeme getirmek için söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki, Urfada işsizlik sorunu
var, yatırım sorunu var, eğitim ve sağlık sorunu var,
su sorunu var, tarım ve hayvancılık sorunu var ama maalesef
yerel yöneticiler bunun dışında başka işlerle
meşguldürler. Asıl Urfanın sorunu adalet ve demokrasi
sorunudur, adaletsizlik ve demokrasi sorununda kilitlenmiş âdeta.
Peygamberler diyarı olan Urfa, bugün, AKPnin uygulamaları nedeniyle
hukuksuzluk ve adaletsizlik diyarına dönüşmüştür.
Urfada adalet yok edilmiştir.
Urfada hukuk askıda, demokrasi rafta, özgürlükler dört duvar
arasındadır. Siyasi soykırım operasyonlarına her gün
bir yenisi eklenmektedir. İl başkanlarımızdan tutun ilçe başkanlarımıza,
belediye başkanlarımızdan tutun meclis üyelerimizden, parti
yöneticileri ve üyelerimize kadar Urfada demokrasi, siyasetin içerisinde olan
her ne kadar insan varsa tutuklandılar. Bu da AKPnin başarısıdır.
Urfada halkın iradesi kelepçelidir. Seçilmiş Milletvekilimiz
Sayın İbrahim Ayhan cezaevinde esir tutulmaktadır.
AKP Urfa halkını esir almak,
teslim almak için bütün hukuksuzlukları, bütün
gayrimeşrulukları, bütün siyaset dışı, etik
dışı hatta ve hatta ahlak dışı şeyleri
yürürlüğe koymuştur. Urfada, kısacası, AKP
kuşatması vardır. BDPnin Urfada siyaset yürütmemesi için,
özellikle Urfa Valisi, Emniyet Müdür Yardımcısı, emniyet
müdürleri ve savcılar devreye girmişlerdir. Urfada devlet AKPdir ve
BDPye savaş açmıştır. Amaç, Urfayı ele geçirmek.
Orada demokratik siyasetin, muhalif siyasetin, halkçı, özgürlükçü bir
siyasetin gelişmesini istemiyorlar.
Değerli milletvekilleri, orada çok
açık bir çete yapılanması vardır. Bu karanlık
yapılanma, hukuku, adaleti ayaklar altına alarak AKPye orada alan
açabilmek, kendilerine rant oluşturabilmek için siyasetçilerimize yönelik
kirli komplolar kurmakta, siyasi kadrolarımızı
tutuklamaktadır. Yani kısacası, Urfa halkını Urfada
Ergenekon, JİTEM
JİTEM de AKPnin ta kendisidir. Kürt
halkının özgür iradesine karşı AKP âdeta bir nemruta
dönüşmüştür ama başaramayacaklardır, sonuç
alamayacaklardır.
Urfa halkı onurlu bir
halktır, onuruna sahip çıkacak, teslim olmayacak, -Urfada
yaşayanlar biliyor- AKPnin bu zulüm politikalarına boyun
eğmeyecek, kimseye de diz çökmeyecektir.
Kısaca bir örnek vereyim: Geçen
hafta Sayın Eş Başkanımız Selahattin Demirtaş
Urfaya geldi. Urfaya giriş âdeta kuşatılmıştı.
Gaziantep yolu, Viranşehir yolu, Ceylanpınar yolu, Siverek yolu
TOMAlarla, zırhlı araçlarla kapatılmıştı.
İşte biz şunu söylüyoruz: Eğer AKPnin valilere
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İBRAHİM BİNİCİ
(Devamla)
bu yetkiyi vermişlerse bu yetkiden bir an önce ellerini
çekmeleri gerekiyor.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Şandır, bir söz
talebiniz var; buyurun.
IV.- AÇIKLAMALAR
1.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, hasat zamanı ülkemizin birçok bölgesinde
tabii afetler yaşandığına ve bu nedenle çiftçilerin
uğradığı zararın karşılanması
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Denizli milletvekillerinin dile
getirdiği don felaketi, afeti yalnız Denizlide değil ülkemizin
birçok bölgesinde yaşanmaktadır. Hem Denizli çiftçisine geçmiş
olsun diliyorum hem de diğer vatandaşlarımıza.
Iğdırda, Mersinde, Türkiye'nin hemen birçok bölgesinde maalesef
mahsul zamanı, hasat zamanı bu türlü felaketler yaşanıyor
ama acı olan hadise, çiftçimizin kendi acısıyla baş
başa bırakılmasıdır. Bu noktada Hükûmeti her
defasında uyarıyoruz. Yani bu afet yasasıyla çiftçinin mal
varlığının yüzde 40ını kaybetmesi beklenilirse
bunun hiçbir anlamı yok. Onun için, çiftçilerimizin bu tabii afetler
karşısında uğradıkları zararın Hükûmetçe,
devletçe, toplumca karşılanması lazım. Elinin emeğiyle
geçinen insanları kaderleriyle baş başa bırakmaya
hakkımız yok. Bu noktada, Mersinde de yaşanan felaket var,
özellikle kayısı üreticilerinin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Şandır.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 27 milletvekilinin,
demokrasiye müdahaleye zemin hazırlayan olayların
aydınlatılması ve devlet içindeki yasa dışı
örgütlenme ve yapıların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/286)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
16 Mart 1978 günü Beyazıt
Meydanında, İstanbul Üniversitesinden çıkan öğrencilere
yapılan bombalı ve silahlı katliamda; Cemil Sönmez, Baki Ekiz,
Ahmet Turan Ören, Murat Kurt, Abdullah Şimşek, Hatice Özen,
Abdülhamit Akıl öldürülmüş, pek çok öğrenci
yaralanmıştır. 1995 yılında davanın yeniden
açılmasını sağlayan ölen gençlerin arkadaşlarından
Av. Cem Alptekin, katliamın 32. yıldönümünde basına
yaptığı açıklamalarda; "İlk davanın,
"adam öldürmek" ten yargılanan 5 sanığın delil yetersizliğinden
beraat etmesiyle faili meçhul olarak kapatıldığını;
kendilerinin dosyayı 1988 yılında yeniden açarak, kamuoyuna
tanıklık için çağrıda bulunmaları üzerine; İsot
Ailesi'nin ortaya çıkması ile 1992 yılında
yaptıkları suç duyurusu sonucu 1995 yılında yeniden
başlayan yargılamada, müdahil vekillerinin katliamın
Kontrgerilla eylemi olma iddiasını Mahkemenin ciddiye alarak
sanıklara ek savunma hakkı verip; yine müdahil vekillerinin
taleplerine uygun olarak, 12 Eylül öncesi ve sonrasının önemli siyasi
cinayet ve katliamlarına ilişkin dava dosyaları ile, Susurluk
kazası sonrası düzenlenen, Meclis ve Başbakanlık
Teftiş Kurulu raporların celbine karar vermekle davanın;
"adam öldürme davasından "Kontrgerilla Davasına
dönüştüğünü; ancak Devlet kurumlarının, mahkemenin
istediği bilgi ve belgeyi göndermemesi ve üstelik de davada müdahil vekili
olarak sunduğu belge nedeniyle kendisi (Av. Cem Alptekin) hakkında
MİT'in suç duyurusuyla başlatılan soruşturma (ve
açılan dava) üzerine, yargılamanın önünün
tıkandığı gerekçesi ve, savunmaya yapılan aleni
baskıları protesto etmek amacıyla müdahil avukatların 1997
yılı Aralık ayında duruşmalardan çekilmesi ile davada,
hiçbir ilerleme olmadığını, rutin oturumlarla yıllar
geçirilerek, zaman aşımı süresinin doldurulduğunu,
Mahkemenin, 20 Ekim 2008 günü verdiği son kararla da; sanıklara
verdiği ek savunma hakkından, suç vasfının
değişme ihtimalinden, delil olarak toplanan onca siyasi cinayet ve
katliam dosyasından ve Kontrgerilla iddialarından hiç söz etmeksizin,
sadece olayın üzerinden 30 yıl geçtiği yani zaman
aşımı olduğu gerekçesiyle, davayı
düşürdüğünü, Yargıtay'ın kararı onaması ile de 32
yıllık sürecin arkasında pek çok sorular bırakarak
dosyanın kapatıldığını ve olayın, yargı
kararıyla faili meçhuller mezarlığına
gömüldüğünü" belirterek "suçun örgütlü bir suç olduğunu,
suçu işleyen örgütün muhtemelen 16 Mart 1978 tarihinden önce de faal olan
ve katliamdan sonra da varlığını sürdüren bir örgüt
olduğunu ve kesintisiz örgütlü suç faaliyeti devam ettiği sürece
mevcut mevzuatımıza göre de zaman aşımının
işletilemeyeceğini; oysa mahkemenin, bidayette bizzat vermiş
olduğu ara kararlarıyla davayı, "adam öldürme"
davasından "Kontrgerilla" davasına dönüştüğünü
unutarak ve sıradan bir cinayet davası olarak açılan ancak daha
sonra Gladio davasına dönüşen 16 Mart Davası'nın
Yargıtay aşamasından da aynen bu şekilde geçerek
kapanmasının, bir skandal olduğunu" belirtmiştir.
12 Eylül'ün işaret
fişeği sayılan 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart 1978
Katliamları ile Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan olaylar
arasındaki fiil ve fail bağlantısı; faili meçhul
bırakılan cinayetlerin işlenmesinde, halkın iradesi ile
işbaşına gelen hükümetler üstü bir gücün
varlığını işaret ettiğinden yola çıkarak;
bir ucu ABD'ye dayandığı söylenen kontrgerilla faaliyetinin ve
bu faaliyetin üstünü örterek, delil karartma ve zamanaşımı
manevralarıyla yargısal süreçte kendini gösteren bir devlet
geleneğinin varlığının saptanması; Devleti esas
alan devletin hukuku yerine, yurttaşı esas alan hukuk devletinin
önündeki engellerin kaldırılması için 16 Mart 1978 tarihindeki
öğrenci katliamı'nın; neden, nasıl, kimler tarafından
ve hangi yöntemlerle yapıldığının; faillerin neden
bulunamadığının, devletin sorumluluktan nasıl
sıyrıldığının, yargısal sürecin nasıl
ve hangi yöntemlerle tıkandığının, ülkemizdeki
faaliyeti ile hükümetleri devirip, sivil ya da askeri darbelerle anayasal
demokratik düzeni işlemez hale getirdiği; sosyal, kültürel, etnik,
dini, mezhepsel gibi farklılıkları ve yaraları
kaşıyarak halkı birbiriyle çatıştırıp,
cinayet ve katliamlarla ülkede kaos yaratıp, istediği yönetimleri
işbaşına geçirdiği söylenen emperyalizmin
yasadışı örgütü olduğu iddia edilen Kontrgerillanın,
16 Mart 1978'deki öğrenci katliamı öncesinde, katliamın
oluşunda, sonrasında olaylardaki bağlantısı ve rolünün
araştırılması ve tespiti demokratik hukuk devletinin asli
görevidir. Demokratik hukuk devletinde, hangi nedenle olursa olsun demokrasiye
ve halkın iradesine yönelik tüm müdahalelere karşı çıkmak,
demokrasiyi ve hukuku savunmak herkesin asli ödevidir. Demokrasiye müdahaleye
zemin hazırlayan karanlık olayların
aydınlatılması, devlet içindeki yasa dışı
örgütlenme ve yapıların açığa çıkarılması;
TBMM'nin öncelikli ödevidir. Açıklanan nedenlerle Anayasanın ve
İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca 16 Mart 1978 Öğrenci
katliamı hakkında Meclis Araştırması
yapılmasını dileriz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Aykan Erdemir (Bursa)
3) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
4) Aylin Nazlıaka (Ankara)
5) Mahmut Tanal
(İstanbul)
6) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
7) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
8) Mehmet Volkan Canalioğlu (Trabzon)
9) İhsan Özkes (İstanbul)
10). Uğur Bayraktutan (Artvin)
11) Ali Serindağ (Gaziantep)
12) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
13) Veli Ağbaba (Malatya)
14) Ümit Özgümüş (Adana)
15) Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
16) Nurettin Demir (Muğla)
17) İlhan Demiröz (Bursa)
18) Ali Özgündüz (İstanbul)
19) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
20) Erdal Aksünger (İzmir)
21) Ali Demirçalı (Adana)
22) Hasan Akgöl (Hatay)
23) Doğan Şafak (Niğde)
24) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
25) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
26) Sakine Öz (Manisa)
27) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
28) İdris Yıldız (Ordu)
2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 21 milletvekilinin, küçük
esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/287)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Küçük esnaf, bakkal ve küçük
marketlerin yaşadığı sıkıntıların, bu
sıkıntıların giderilmediği takdirde
yaratacağı işsizlik sorununun ve alınması gereken acil
tedbirlerin, araştırılması konusunda, Anayasanın 98.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ve teklif ederiz.
1) Reşat Doğru (Tokat)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Enver Erdem (Elâzığ)
4) Ali Halaman (Adana)
5) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
6) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
7) Sinan Oğan (Iğdır)
8) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
9) Celal Adan (İstanbul)
10) Murat Başesgioğlu (İstanbul)
11) D. Ali Torlak (İstanbul)
12) Muharrem Varlı (Adana)
13) Özcan Yeniçeri (Ankara)
14) Adnan Şefik Çirkin (Hatay)
15) Alim Işık (Kütahya)
16) Seyfettin Yılmaz (Adana)
17) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
18) Mehmet Günal (Antalya)
19) Bülent Belen (Tekirdağ)
20) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
21) Mustafa Kalaycı (Konya)
22) Sümer Oral (Manisa)
Gerekçe:
Serbest Piyasa Ekonomi modellerinde
"Milli Ekonominin ve Sosyo-Ekonomik yapının"
istikrarlı işlemesinde şüphesiz ki en önemli unsurun,
"dengeli, tarafları kapsayan aynı zamanda hakkaniyete
dayalı, yasal zemine oturulmuş ve tarafları
koruyucu-kollayıcı olmasından geçtiği
inancındayız.
Ülkemizde faaliyet gösteren süpermarket
ve hipermarketlerin açılışını ve
çalışmasını düzenleyen bir yasa olmamasından, il
merkezi ve ilçelerde şubeler açıp süratle büyüyorlar. Ancak bu
adaletsiz ve haksız durum kapitalizmin en acı yönünü; haksız
rekabeti körüklemektedir. Açılan bu büyük marketler başta bakkallar
olmak üzere, hemen hemen bütün işkollarındaki esnaf ve
sanatkârın işlerini aksatmış, rekabet gücünü
kırmıştır.
Çünkü günlük promosyonlar ve geç
saatlere kadar çalışma düzenine esnaflarımız ayak
uyduramamıştır. Bu nedenle esnaf ve sanatkârımız
üretim ve hizmet sektöründe yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Bugün esnaflarımız,
ülkemizin her yerinde, ben dükkânımı kapatmayayım,
çalışayım, bizim bakkal yaşasın mücadelesi veriyorlar.
Mücadele güçleri bittiği an da binlerce insan işsizler ordusuna
katılacaktır.
Ancak dünyaya şöyle bir göz
atalım; AB ülkelerinde esnaf ve sanatkâr ile küçük girişimciyi
koruyan birçok mevzuat vardır. Küçük esnaf, sanatkâr devlet ve halk
tarafından saygı gösterilerek korunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası "Devlet esnaf ve sanatkârı koruyucu, destekleyici
tedbirleri alır" şeklinde bir hüküm bulunmasına rağmen
şu ana kadar koruyucu ve kollayıcı bir tedbir
alınmamıştır.
Ülkemizde birçok süper ve hiper market
yerli olmaktan neredeyse tamamen çıkmış, küresel sermayenin
eline geçmiştir. Uygulamalar böyle devam ettiği sürece her geçen gün
daha çok esnafımız kepenk indirecek, bu durum oligopol piyasalarda
görülen, kontrolün birkaç büyük firmanın elinde bulunduğu bir ortama
dönüşecektir. Bu durumda zaten ulaşım ve pazarlama yönünden
sıkıntı çeken, Ülkemizin birçok ilinde daha çok esnaf,
işyerini kapatmak zorunda kalacak, işsizlik ve ekonomik kriz daha çok
hissedilecektir. "Ekonominin Kılcal Damarları" olarak kabul
edilen Esnaf ve Sanatkârlarımızın milli ekonomi içerisindeki
durumu, yeni çıkarılacak, herkesi adil şekilde kapsayan kanunun
sağlıklı işleyişi ile mümkün olacaktır.
Esnaf ve Sanatkârlarımız
bölgesel ve genel ekonominin vazgeçilmez temel taşı ve
istihdamın ve istikrarın sigortasıdır. O halde esnaf ve
Sanatkârımızın içinde bulunduğu
sıkıntıları acil olarak gidermemiz için Perakende
Yasası'nın bir an önce çıkarılması TBMM'nin zorunlu
bir görevi olmuş ve bu görevin de bir an önce yerine getirilmesi
gerekmektedir.
Yasal düzenlemeler yapılırken
kent içi yerel marketler zincirine yasal çerçevede düzenleme getirilmesi
gereklidir. Ulusal market ağlarının en azından bundan
sonrası için, kent dışı kurulumları konusunda
uygulanabilir bir yasal düzenlemenin yapılması gerekmektedir.
Kepenklerini kapatma durumuna gelen bu insanların acil
sorunlarının giderilmesi ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi için araştırma önergemiz
hazırlanmıştır.
3.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 20 milletvekilinin, kaçak
sigaranın yurda girişi ve pazarlanması ile ekonomiye
verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/288)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kaçak sigaranın insan
sağlığı, çevre ve ekonomiye verdiği zararlar
bilinmektedir. Ülkemize kaçak yollarla sokulan kaçak sigaranın yurda
girişinin engellenmesi, pazarlanmasına engel olunması ve
ekonomiye verdiği zararların en aza indirilmesi amacıyla Anayasa'nın
98. ve TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılmasını saygılarımla arz
ederim.
1) Vahit Kiler (Bitlis)
2) Şuay Alpay (Elâzığ)
3) Muhammed Murtaza Yetiş (Adıyaman)
4) İlhan Yerlikaya (Konya)
5 )Ekrem Çelebi (Ağrı)
6) Yunus Kılıç (Kars)
7) Ali Boğa (Muğla)
8) Seyit Sertçelik (Ankara)
9) Tülay Selamoğlu (Ankara)
10) Abdurrahim Akdağ (Mardin)
11) Oya Eronat (Diyarbakır)
12) Durdu Mehmet Kastal (Osmaniye)
13) Şamil Tayyar (Gaziantep)
14) Bünyamin Özbek (Bayburt)
15) Recep Özel (Isparta)
16) Mehmet Yüksel (Denizli)
17) Mehmet Kerim Yıldız (Ağrı)
18) Mehmet Erdem (Aydın)
19) Muhyettin Aksak (Erzurum)
20) Yusuf Başer (Yozgat)
21) Mehmet Emin Dindar (Şırnak)
Gerekçe:
Ülkemizde bir çok kaçakçılık
türüne rastlanmaktadır. Uyuşturucu, akaryakıt, sigara, alkol vb.
yapılan kaçakçılık türlerinden sağlık, çevre ve
ekonomik alanlarda öne çıkan ve büyük ekonomik getirisi olan kaçakçılık
türü sigara kaçakçılığıdır. Kaçak sigaralar ülke
dışında resmi olarak faaliyet göstermeyen işletmeler
tarafından üretilmekte ve ülkemize yasal olmayan yollarla
sokulmaktadır. Sigaranın sağlığa zararları
bilinmektedir. İngiltere'de yapılan araştırmaya göre yakalanan
kaçak sigaralarda kadmiyum beş kez, arsenik altı kez yüksek
bulunmuş; katran oranın % 160, nikotin oranının % 80,
karbon monoksit oranının % 133 daha fazla olduğu
saptanmıştır.
Sigara kullanmayan kişilerin
kullanan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz
etkilenmeleri sağlık sorunlarının ortaya çıkmasında
büyük bir nedendir. Sigaranın çevreye de büyük oranda zararı
vardır. Dünyadaki yangınların % 70inin sigara sebebiyle
çıktığı ve binlerce hektar ormanın yok olmasına
neden olduğu araştırmalar neticesinde tespit edilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, 2010'da
Türkiye'ye kaçak sigara getirme faaliyetlerinin daha da
arttığını tespit etmiştir. 2010 yılı resmi
verilerine göre Şanlıurfa'da 1 milyon 200 bin paket, Hatay'da 1
milyon 635 bin 500 paket, İstanbul'da 1 milyon 853 bin 500 paket, Düzce ve
Zonguldak'ta 862 bin paket sigara yakalanmıştır. Türkiye'de
sigara kaçaklığının boyutları son yıllarda
giderek daha organize ve daha büyük çaplara ulaşmıştır.
Öyle ki, PKK gibi terör örgütleri ile uluslararası uyuşturucu
kartelleri sigara kaçakçılığından elde edilen büyük
paraları keşfettikten sonra neredeyse sektör
değiştirmiş ve bu alana yönelmiştir. Öyle ki; bir
konteynır kaçak sigaranın yaklaşık olarak 90 bin
dolarlık bir üretim ve taşıma maliyeti vardır. Bu maliyet
sınıra gelişe kadar. Fakat Türkiye'ye sokulup piyasaya
dağıtıldığı zaman 1 milyon 600 bin dolar
etmektedir. Başka bir ifadeyle her konteynır da 1 milyon dolar
haksız kazanç sağlanmaktadır. 2010 yılı resmi
kayıtlarına göre güvenlik güçleri 20.532 operasyon gerçekleştirmiş
olup bu operasyonlarda 28.642 kişi gözaltına
alınmıştır. Yakalanan sigara paketi ise 76.585.011dir.
Türkiye'ye her yıl 25 bin ton
kaçak sigara girmektedir. Yani her altı sigaradan biri kaçaktır.
Resmi kurumlara göre ekonomi yılda 1 milyar dolar, Tütün Eksperlerine göre
ise 2 milyar dolar zarara uğramaktadır. Aslında bu
rakamların daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Sadece bir kalemde
bu meblağda bir kaybın olması ekonomi için büyük bir kayıp
oluşturmaktadır.
Sağlık, çevre ve ekonomiye
verdiği büyük zarar düşünüldüğünde kaçak sigaranın ülkemize
girişi ve satılması konusunda gerekli tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
BAŞKAN Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun, İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- BDP Grubunun, 17/2/2012 tarihinde Bingöl Milletvekili İdris
Baluken ve arkadaşlarının Bingöl Karlıova ilçesi
Hacılar köyünde bulunan termal su kaynağının incelenmesi,
halkın ve kamu yararının araştırılması
amacıyla vermiş olduğu Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun 23/5/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin önerisi
23.05.2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulu 23.05.2012
Çarşamba günü (Bugün) Toplanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Hasip
Kaplan
Şırnak
Grup
Başkanvekili
Öneri:
17 Şubat 2012 tarihinde, Bingöl
Milletvekili İdris Baluken ve arkadaşları tarafından
verilen (606 sıra nolu), "Bingöl Karlıova İlçesi
Hacılar Köyünde bulunan termal su kaynağının incelenmesi,
halkın ve kamu yararının" sebebinin
araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
23.05.2012 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması
ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Barış ve
Demokrasi Partisi Grup Önerisi lehinde söz isteyen İdris Baluken, Bingöl
Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Grubumuzun Karlıova ilçesi
Hacılar köyündeki termal suyla ilgili vermiş olduğu
araştırma önergesi lehine söz almış bulunmaktayım.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarımız, bu kış boyunca burada Bingölle ilgili
sorunları defalarca çeşitli şekillerde -Genel Kurul
konuşmalarıyla, araştırma önergeleriyle, farklı
platformlarda komisyon çalışmalarıyla- gündeme getirmeye
çalıştık. Ancak, maalesef, Türkiyede en fazla yetkiyi
almış olduğunuz ilin sorunlarına karşı mevcut
Hükûmetin ve AKPnin çok ciddi bir duyarsızlık içerisinde
olduğunu tekrar buradan belirtmek istiyorum.
Getirmiş olduğumuz bütün
önerilere, bütün önergelere karşı şartlanmış bir ön
yargı içerisinde ret oyu kullanarak ve bütün taleplerimizi ve
önerilerimizi reddeden bir yaklaşım, maalesef, Bingöldeki
sorunların hâlâ can yakıcı şekilde devam etmesine ve bugüne
kadar giderek bir kartopu gibi büyümesine sebep oldu.
Bunlardan birisi de Hacılar
köyündeki termal suyla ilgili ihale aşaması ve ihale sonrasında
kamuoyunda yaşanan infial durumudur. Bingölün diğer
sorunlarıyla ilgili uluslararası anlaşmalar bölümünde de söz
alıp Genel Kurula ve Türkiye kamuoyuna bilgilendirme amaçlı bir konuşma
yapacağım. Ancak, özellikle bu Hacılardaki termal suyla ilgili
duyarlılığınızı Bingöl halkı adına
sizlerden rica ediyoruz.
Bakın, bu termal su bulunduğu
zaman, termal su özelliklerine göre birinci derece kalite olarak
belirtilmiş;
Bu termal suyla ilgili ihale süreci,
ihalenin devredilmesi, ihale sürecinden sonra kamuoyunda oluşan tepkilerin
tümü tamamen bir gizlilik içerisinde yürütülmüş ve deyim yerindeyse Ben
yaptım oldu bitti.ye getirilme gibi bir çalışma içerisine
girilmiştir. Özellikle bizim buraya getirdiğimiz önergelerde sizler
son derece ön yargılı yaklaşıp ret oyu
kullandığınız için, ben durumun vahametini size AKPli milletvekillerinin
seçim beyanlarından ve şu anki beyanlarından izah edeceğim.
Bakın, bu termal kaynak suyla
ilgili ihale süreci şöyle gelişiyor: Bingöl kamuoyundan, Bingöl
basınından tamamen saklanarak, MTAnın resmî web sitesinde
yayınlanan bir ihale ilanıyla ihaleye çıkarılıyor.
İhaleye giren tek bir firma oluyor ve bu firma da milyarlarca
dolarlık getirisi olan bir termal kaynak suyu 470 bin dolar gibi çok komik
bir rakama alıyor. Bununla ilgili daha önce Bingöl milletvekillerinin
seçim bildirgelerinde kullanmış olduğu birtakım
şeyleri burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bingöl Milletvekili -AK PARTİ
adayı- Eşref Taşın seçim bildirgesinde belirttiği
cümleler şunlardır: Karlıova bölgemizde, Bingöle
yaklaşık
Bakın, bu ihaleyi alan firma, Öz
Yapıcılar firması, şu anda Bingölde mevcut bulunan tüm
termal suların işletme hakkını elinde bulunduran
firmadır. Ilıcalar bölgesinde ve Hamamlar bölgesinde bulunan termal
suyun işletme yetkisi Öz Yapıcılar şirketine aittir. Burada
Öz Yapıcılar şirketinin Ilıcalar bölgesinde daha iyi rant
sağlaması amacı ile İl Özel İdaresi tarafından
işletilen ve bölge halkının daha düşük fiyatlarla
yararlandığı bir termal tesis de -deyim yerindeyse- atıl
hâle getirilip bir harabeye çevriliyor. İl Özel İdaresi tesisi
harabeye çevrildikten sonra Öz Yapıcılar şirketi mevcut termal
sudan yararlanma fiyatlarına yüzde 50 zam yapıyor yani Ilıcalar
bölgesinde termal suyu elinde bulunduran firma orada, o bölgede, o yörede, o
köyde yaşayan insanlarımızın da şifa amacıyla
termal sudan yararlanamayacağı şekilde bir rant sağlama
girişimini devreye sokuyor. İşte, Ilıcalarda böylesi bir
rant arayışında olan firma, Hacılarda da Bingöl için
milyar dolarlık getirisi olacağı söylenen bir ihaleyi gizli
saklı -deyim yerindeyse- kendisine peşkeş çektirilecek
şekilde alıyor.
Bakın, burada özellikle 22nci
Dönem AKP Milletvekili -yani bir iki dönem önce sizin
sıralarınızda oturan- Abdurrahman Anıkın Bingöl
basınına vermiş olduğu beyanatı okuyorum:
Yapılan ihalenin şeffaflık ilkesinden uzak olduğu
görülmektedir. Burada bütün Bingöl halkının hakkı vardır.
İhale edilecekse, termal otel mi yapılacak, başka bir amaçla
mı kullanılacak, bunu gizli yapmak yerine kamuoyu bilgisi dâhilinde
şeffaf bir şekilde yapılması lazımdı. El
altından birtakım işler yapılıyorsa kesinlikle
ilgililerin müdahale edip iptal cihetine gitmesi gerekiyor. Burada
şeffaflık noktası tartışılmalıdır. Bu
cümleleri kullanan iki dönem önceki AKP Milletvekili
arkadaşımız. Yetkililerin bir an önce bu işi iptal
etmesinde fayda var. Açık ilan yapılmalıydı. Ortada bir
haksızlık var. Bu haksızlığı önlemek de
yöneticilerin görevidir. diyor.
Bakın, yine, şu anda Bingöl
Belediye Başkanı olan AKPli Serdar Atalayın Bingöl
basınındaki ihale süreci ve termal suyun değerlendirilmesiyle
ilgili beyanatlarını okuyorum. Hacılar suyunun bulunmasıyla
ilgili süreci anlatıyor şu anki Belediye Başkanımız ve
şöyle söylüyor: " Hepimiz, Özel İdare vasıtasıyla
belediyenin de ortak olabileceği bir proje ile seracılıkta,
termal turizmde kullanılmak üzere getirilmesini planlıyorduk.
Maalesef kaynak devrine ilişkin ihaleden ihale bittikten sonra haberdar
olduk. Çok üzüldüm. Bingöl'ün birçok ihtiyacında kullanılabilirdi. Bu
kaynağın özel sektöre satılmış olmasını
yanlış bir tercih olarak değerlendiriyorum. İhale
sonrası bu görüşümü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın
Taner Yıldız Bey'e de ilettim. Bu suyun şehir için çok ciddi
faydalar sağlayacağını belirttim. İhale edildikten
sonra yapabileceğimiz bir şey kalmadı. İhale süreciyle
ilgili herhangi bir bildirim yapılmadı. Hükümetimizin de
şeffaflık ilkesine aykırı olduğunu da Sayın
Bakana bildirdim. İlana çıkmış olsa bile yerel aktörlerin
haberdar edilmesi lazım. Belediyemiz ve İl Özel İdaresi birlikte
daha yüksek bir meblağ verebilirdi. Bu, Kalkınma Ajansına ya da
AB Projesi kapsamında projeye dönüştürülüp finanse edilebilirdi.
Bingölün genel menfaatlerine uygun bir ihale olmamıştır.
Bakın, burada özellikle AKPli
Milletvekili ve Belediye Başkanının ağzından
söylememizin sebebi şudur: Biz buraya muhalif parti kimliğimizle bir
öneri getirdiğimizde sizler muhakeme gücünüzü kaybediyorsunuz, haklı
ile haksızı ayırt etme yeteneğinizi kaybediyorsunuz,
refleks olarak, bizim sunduğumuz öneriye karşı ret şeklinde
parmak kaldırıp parmak indiriyorsunuz. İşte, burada,
tartışmalı, peşkeş çekilen bir ihale süreci var, bir
kente milyar dolarlık getirisi olabileceği söylenen bir
yatırım alanı var ancak bütün bu yatırım alanı
bir iş adamının tekeline sokulacak şekilde
işletilmiş ve AKPnin yereldeki temsilcileri ve yöneticileri de bu
işten rahatsızlar.
Bu resimden sonra Bingöl
halkının sizden beklentisi şudur: Burada bizler dile
getirdiğimiz için bu araştırma önergesine ret oyu vermemeniz
hem Bingöl kamuoyunun hem de bizim beklentimizdir. Bu ihale sürecinden
başlayarak Bingölün yaşamış olduğu sorunlarla ilgili
bir araştırma komisyonunun kurulması ve çözüme yönelik önemli
projelerin derhâl hayata geçirilmesiyle ilgili beklentiyi buradan ifade etmek
istiyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen Afif
Demirkıran, Siirt Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Siirt)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, Barış ve
Demokrasi Partisinin getirmiş olduğu bu grup önerisinin doğrusu
Meclisin zamanını işgal etmesi gerekir mi, onu da
tartışmak belki gerekir. Saygıyla karşılıyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Yapmayın, bari bunu yapmayın!
ALİM IŞIK (Kütahya) Yapma,
yapma, yapma! Böyle şeyler söylemeyin bari!
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Alim Hoca, bir saniye
İdris Bey kendi iliyle ilgili bir
konuyu burada gündeme getirmekle tabii kendi görevini yapmıştır
ama bence olayın bu şekilde basite indirgenmemesi lazım,
olayın resmi çok daha büyüktür. Türkiye'nin jeotermal potansiyeli nedir?
Türkiye'nin enerji gereksinimi nedir? Türkiyedeki jeotermal potansiyelin ne
kadarı, nerede değerlendirilmiş? Gerekli aramalar
yapılıyor mu? Bunlar yerli yerinde kullanılabiliyor mu? Bu bir
hükûmet politikası mı yoksa bir devlet politikası
mıdır? Geçmişten geleceğe, gelecek nesillere bunu
taşıdığımız zaman nasıl bir resimle
karşılaşıyoruz? Bunu burada konuşmamız, müzakere
etmemiz gerekiyor. O açıdan ben söyledim, yoksa İdris Beyin buraya
getirmiş olduğu önergeyi küçümsediğimden değildir.
Değerli arkadaşlar, tabii ki
Bingöl Karlıova Hacılar köyünde Türkiye'nin birçok yerinde
olduğu gibi yüz yetmişin üzerinde saha var, jeotermal sahası
var. Çoğu gerçi batıda bulunuyor ama yer yer Güneydoğu
Anadoluda, Doğu Anadoluda da jeotermal sahalar var ve jeotermal
kaynaklarımız üç, hatta dört esas sektörde kullanılmaktadır;
bir tanesi enerji ki dünyanın üzerinde en fazla durduğu elektrik
enerjisi üretiminde kullanılan jeotermal kaynaklar. Burada yüksek
sıcaklık gerekiyor, 120 derecenin üzerindeki bir sıcaklık
gerekiyor ve buna baktığımız zaman, Türkiyede şu anda
elektrik üretimi yapılan jeotermal potansiyeli 114 megavattır. Bu,
önümüzdeki birkaç yıl içinde alınmış olan lisanslar,
yapılan yatırımlarla beraber 650 megavata kadar
çıkabilecektir ve nihai hedefimiz de 1.500 megavata kadar bu elektrik
enerjisinde kullanılan jeotermal potansiyeli kullanmaktır. Aramalar
devam ediyor, sıcaklığı yüksek olan yeni sahalar bulunur, o
şekilde de inşallah daha fazla potansiyel bulunur ve elektriğe
yerli kaynak olarak daha fazla hizmet eder çünkü -gerçekten, bu kürsüden de
defalarca söyledik- maalesef, Türkiye'nin enerji ithalatının yüzde
72si ithal kaynaklarla karşılanıyor. 109-110 milyon ton petrol
eş değeri tüketimimiz var yılda, bunun ancak yüzde 28ini yerli
kaynaklardan kullanıyoruz; doğal gaz çok az, petrol çok az ve hidrolik,
kömür, rüzgâr, jeotermal ve inşallah önümüzdeki dönemde güneş
enerjisini de ciddi şekilde kullanmaya başlayacağız. Yani
şunu söylemek istiyorum: Hükûmetimiz, uyguladığı
politikayla yerleştirme oranını artırmaktadır çünkü
aksi takdirde, biz devamlı, her sene çok büyük bir fatura ödüyoruz yurt
dışına. Geçen sene, 2011 yılı enerji faturamız
maalesef 54 milyar dolar olmuştur, enerji ithalatına verdiğimiz
bedel 54 milyar dolar olmuştur. Onun için, biz yerli
kaynaklarımızı geliştirmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla,
enerji kaynaklarımızı, elektrik kaynaklarımızı
değerlendirdiğimiz zaman da -her türlü enerji
kaynağımızı- petrol olsun, doğal gaz olsun, jeotermal
olsun, kömür olsun, rüzgâr olsun, hidroelektrik olsun ve güneş olsun,
devletin mevcut bütçesiyle bunu yapabilme imkânı yok. Peki, ne
yapmamız lazım? Özel sektöre açmamız lazım,
yerli-yabancı fark etmez. Yabancı bir şirket de Türkiyeye
geldiğinde, Türk kanunlarına göre kurulduğunda artık o bir
yerli firma statüsündedir, eşit muameleye tabidir. Dolayısıyla,
MTA da yıllarca yapmış olduğu sondajlar ile tespit
etmiş olduğu sahaları zaman içinde ihaleyle özel sektöre
devretmiştir. Bugüne kadar seksen üç saha devredilmiştir, bunlardan
bir tanesi de Bingöl Karlıovadaki biraz önce İdris Beyin
bahsetmiş olduğu- sahadır. İdris Bey konuşması
içinde şöyle bir şey kullandı, dedi ki
Birinci dönem AK
PARTİ Hükûmetinde burada milletvekili olan bir AK PARTİ
milletvekilinin ihaleyle ilgili bazı tereddütlerini, şüphelerini ve
istifhamlarını ifade etti.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Belediye Başkanı da aynı şeyi söylüyor, şu anda Belediye Başkanı.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Belediye Başkanı da söylemiştir.
Bir başka noktaya geleceğim
buradan. Demek ki 2007 öncesinden itibaren bu saha ihale edilmek
istenmiştir. Peki, son ihale tarihi ne zamandır? 2011 sekizinci ay.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Alakası yok.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Bu kadar zaman içinde defaatle bu saha ihale edilmiştir ve herkesin de
haberi vardır, hiç kapalı kapılar ardında
olmamıştır
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Bu
su 2010 tarihinde bulunmuştur Sayın Vekilim, yanlış
bilgilendirme yapıyorsunuz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
şeffaflıktan uzak değildir, tamamen şeffaf bir ortamda,
herkesin bilgisi dâhilinde olmuştur ve 470 bin
İDRİS BALUKEN (Bingöl) 2007de
su bulunmuş değildir, bilmeden konuşuyorsunuz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Ama diyorsunuz ki: Abdurrahman Bey bahsetmişti. Abdurrahman Bey 2007den
önce milletvekiliydi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Abdurrahman Bey ihale süreciyle ilgili konuşuyordu. Suyun bulunma tarihi
2010dur. Biraz hazırlık yapıp konuşun.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Dolayısıyla, 470 bin dolar ile bu saha devredilmiştir. Önemli
olan bence, Bingöl halkının burada bu firmaya destek verip bir an
önce -çünkü burası sadece konaklama için, daha doğrusu kaplıca
olarak sıhhi amaçlı kullanılabilmektedir ısısı
itibarıyla- bu firmanın orada ilgili tesisleri kurmasını
sağlamaktır ve milletvekili arkadaşlarımızın da
Belediye Başkanımızın da söylediği gelir, işte o
zaman elde edilebilecektir. O saha yer altında kaldığı
müddetçe, o su yer altında kaldığı müddetçe hiç kimseye
faydası yok.
Bakın, bordan bahsediyoruz zaman
zaman, trilyonlarca dolarlık bir bor rezervimiz var dünyaya dört yüz
yıl yetecek kadar, dünya rezervinin yüzde 70den fazlası Türkiyededir.
Peki, bunu hemen, bir sene, üç sene, beş sene içinde ekonomiye
kazandırabilme imkânı var mıdır? Hayır. O zaman, onun
toplam geliri bugün sanki hemen ekonomiye kazandırılabiliyormuş
gibi bir tez ortaya koyarsak bu kendimizi de halkımızı da
yanıltmak anlamına gelir. O açıdan, Bingöllü kardeşlerimin
benim kanaatimi söylüyorum- keşke
Bizim ilimizde de var böyle bir
jeotermal sahası. Hatta ben MTA Genel Müdürlüğüne şunu söyledim:
Lütfen, hiçbir bedel almadan bunu bir an önce birilerine verin ama tesis yapma
taahhüdünü alarak. Arkadaş, şu kadar zaman içinde sen bu tesisi
yapmazsan ben bu sahayı senden geri alırım.
Dolayısıyla, burada önemli olan tesisi kurmaktır,
yatırımı yapmaktır, onun önünü açmamız gerekiyor.
Şimdi, tabii, bir iki dakika zamanım
var.
Değerli arkadaşlar, jeotermal
potansiyelinden bahsederken enerjiyle ilgili olan kısmını
söyledim. Serayla ilgili olan kısım... Şu anda ikinci
kullanım alanı seracılıktı. Şu anda 2.800 dönüm
sera Türkiyede jeotermal suyla faaliyetini sürdürmektedir ve hedef 20 bin
dönüme çıkmaktır. Önemli bir hedeftir, güzel bir hedeftir ve bu
hedefi yakalamak için tabii ki bu eldeki, MTAnın elindeki sahalar veyahut
da özel sektörün kendi tespit ettiği, temin ettiği, bulduğu
sahalar veyahut da MTAnın yeni sondajlarla bulmaya
çalıştığı sahalar özel sektöre devredilecek ki
seracılık yapılsın. Herhâlde, devletten seracılık
yapmasını beklememiz mümkün değil, bekleyemeyiz. Biraz önce MTA
Genel Müdürüyle konuştuğumuzda
Hâlen Bingölde MTA jeotermal
sondajlar yapmaktadır. Bizim bunu desteklememiz lazım, bizim
teşekkür etmemiz lazım Buyurun gelin daha fazla arama yapın.
diye. Petrol araması yapın, doğal gaz araması yapın,
kömür araması yapın, maden araması yapın, jeotermal saha
araması yapın. ve Türkiyede 100 metrekarelik 1 milyon adet konuta
yetecek kadar bir jeotermal potansiyelimiz var. Bunlar önemli potansiyeller.
Avrupada, tahmin edersem, 1inci sıradayız.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Potansiyeli
değerlendirin Sayın Vekilim, değerlendirin.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) İşte,
potansiyeli değerlendirmek için özel sektörün önünü açmamız
lazım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Öyle tespit yapmakla olmaz;
icraat yapın, icraat.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) Eğer bu
şekil önergelerle biz ikide bir insanları iş yapmaktan,
yatırım yapmaktan caydırmaya çalışırsak,
maalesef, potansiyeli değerlendiremeyiz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Yolsuzluktan
caydırıyoruz Sayın Vekilim, yolsuzluk yapmaktan
caydırıyoruz. Milletin malını çalmaktan alıkoymaya
çalışıyoruz.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu önergenin büyük resmin
içinde belki bir damla mertebesinde olduğunu
Ve fakat Bingöl söz konusu
olduğunda Bingöldeki bütün siyasetçilerin projenin önünü açıp bir an
önce tesisin kurulması için gayret göstermeleri gerektiğine
inanıyorum, bunu buradan ifade ediyorum ve önergenin aleyhinde
olduğumu ifadeyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen Aytuğ Atıcı,
Mersin Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; BDP grup önerisinin lehine söz almış
bulunmaktayım. Emekten ve alın terinden yana olan tüm
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün KESK yurt genelinde
görevini yapıyor ve üretimden gelen gücünü kullanarak grev yapıyor,
hepinizin haberi vardır. Emekçiye bu komik zammı reva görenlerin
utanma duyguları kalıp kalmadığını sorgulamaya
davet ediyorum ve alanlardaki emek mücadelesi veren tüm emekçileri milletin bu
kürsüsünden sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Bingöl ili doğunun her
türlü zor koşullarını yaşayan, bir yanda terör belası
ile boğuşurken diğer yanda depremle cebelleşen, bir yanda
ekonomik zorluklarla mücadele ederken diğer yanda itilmişlikle ve
kimlik sorunlarıyla uğraşan, sürekli göç veren, ancak tüm
bunlara rağmen, onurlu insanlarıyla dimdik ayakta duran son derece
özel bir kenttir. Ben de bu kentin gönüllü milletvekili olmaktan gurur
duyuyorum, iftihar ediyorum ve her fırsatta Bingölü ziyaret ederek
onların sorunlarını yakından izliyorum. Geçen hafta üç gün
boyunca Bingöldeydim, Bingölün her tarafını gezdim ve sorunlar
hakkında da bilgi aldım. Ama bugün Bingölün sorunlarını
burada konuşurken, BDPnin Bingöl Milletvekili konuşuyor, CHPnin
gönüllü milletvekili konuşuyor ama Bingöl hakkında konuşacak bir
milletvekili yok.
EŞREF TAŞ (Bingöl)
Buradayım.
AYTUĞ ATICI (Devamla) Bir
milletvekili çıkıp konuşmuyor. Dönüp bakıyoruz
AFİF DEMİRKIRAN (Siirt)
Hepimiz her yerin milletvekiliyiz, Türkiye milletvekiliyiz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) Tabii
hepimiz Türkiye milletvekiliyiz efendim, ama Bingöl özel bir kenttir. Bingöl
halkı, kendi seçtiği milletvekillerinin, kendi seçtiği
bakanın bu kürsüden sorunlarını dile getirmesini istiyor. Hangi bir
gün çıkıp konuşuyorsunuz? Bingölü konuşuyoruz, nerede
bakan? Bingöl, çıktı bir bakan gönderdi buraya, nerede bakan,
Bingölün sorunlarını konuşurken nereye gitti? Yok. Ama,
birazdan size onun söylemlerini aktaracağım. Şimdi bakın
EŞREF TAŞ (Bingöl) Ben
buradayım.
AYTUĞ ATICI (Devamla) Nerede
olduğunuzu ben şimdi size söyleyeceğim, hemen söylüyorum çok
merak ettiysen.
Bakın, Bingölün sosyopolitik
yapısına baktığımız zaman muhafazakâr bir
yapı görürüz. Bingöl halkı size güvendi, AKPye güvendi ve büyük bir
çoğunlukla bu partiyi destekledi. 2007 yılında Meclise 3
milletvekili gönderdi, 3 milletvekilinin 3ünü de AKPden gönderdi ancak bir de
baktı ki, sürekli hayal kırıklığına uğruyor.
Bir Allah kulu çıkıp da burada Bingölün sorunlarını dile
getirmiyor hiçbir şekilde. Bakana baktı, bakan da aynı keza,
hiçbir şekilde gündeme getirmediği gibi, yolsuzluklar aldı
başını gitti diyor ve 2011 seçimlerinde, Acaba sesimizi
muhalefet duyurur mu? diye 1 milletvekilini BDPden seçerek buraya gönderiyor.
Yani sizi cezalandırıyor. Haksız mı? Haklı, çünkü siz
Bingöle sahip çıkmadınız, çıkmayacaksınız. Bir
daha ki seçime biz de Bingölden milletvekili çıkararak Bingölün sesini,
doğunun, güneydoğunun sesini burada
yankılandıracağız, bundan da haberiniz olsun.
Şimdi, BDP grup önerisi gündeme
geldi, ben, bundan daha önce bir soru önergesiyle aynı konuyu gündeme
getirmiştim. Bir soru önergesi verdim, dedim ki; Bingöl ili Karlıova ilçesi
Hacılar köyünde Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünce bir sondaj
çalışması yapıldı ve ekonomik değeri yüksek
Bakın -oradaki halkı bilen milletvekilleri bilir- fakruzaruret
içerisindeki millet, ekonomik değeri yüksek bir jeotermal su
bulunduğundan dolayı çok mutlu oldu ve Bingöl Milletvekili aynı
zamanda Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, bu doğal
kaynağın Bingölün öz malı olduğunu söyledi
-çıksın konuşmalarını kontrol etsin- dedi ki: Bölge
halkına yararlı olacaktır, refaha katkı yapacaktır,
işsizliği azaltacaktır. ve dedi ki: Velhasıl Bingölün
makûs talihi değişmeye
başlamıştır. Bakan ya, koskoca Bakan
Halk güvendi buna ve
hayaller kurmaya başladı. Ben oraya gittiğimde dedi ki: Burada
bir su çıktı, biz bu suyla neler yapmayız ki? Evlerimizi
ısıtırız -oradaki ahırlar evler kadar önemlidir çünkü
insanların yaşam kaynağı hayvancılıktır,
tabii sizden geriye bir şey kalırsa- ahırlarımızı
ısıtacağız, seracılıkta kullanacağız,
hatta ve de hatta Batıya özendik buralara turistik tesis yapacağız.
Ne oldu? Bir sabah uyandılar baktılar ki, bu sıcak su
kaynağı tamamen satılmış, ihaleyle birilerine
devredilmiş. Şaka gibi ya, şaka gibi
EŞREF TAŞ
(Bingöl) Gidip girseydin, gidip girseydin.
AYTUĞ ATICI
(Devamla) Ben senin gibi tüccar değilim. Ben bir milletvekiliyim ve
tüccarlarla iş birliği yapmam, bunu da hiçbir zaman unutma. Bütün hayallerini
suya düşürdünüz Bingöl halkının. Benim derdim, ihaleyi kimin
aldığı değil, benim derdim bu ihalede yapılan
yolsuzluklar. Benim derdim, bu ihaleyle sizin, Bingöl halkını hayal
kırıklığına uğratmanız.
Bakın, ben iki
bakana bu konuyu, bu soruyu tevdi ettim. Bir tanesi, Enerji Bakanımız
Taner Yıldız. Soru önergesi verdim. Bakın, ne komik
şeylerle cevaplandırmış beni. Demişim ki: Jeotermal su
kaynakları devlet eliyle halkın yararına kullanılabilecekken
Bakın, devlet eliyle
Ben burada
ihaleden bahsetmiyorum, buradan oturduğunuz yerden Sen de girseydin.
deyip ticari kafanızı bana burada sergilemeyin. Biz bu
kaynakların devlet eliyle,
halkın yararına kullanılabileceğini söylüyoruz. Hangi
gerekçelerle bu kullanım hakkını devrettiniz? diyoruz. Bu gerekçe,
bu gerekçeniz, halkın ortak yararından üstün müdür? diyoruz. Komedi
gibi bir cevap: Efendim MTA tarafından bulunmuştur. MTA söz konusu
jeotermal kaynakları falanca yasaya göre almıştır. Arzu edilirse buradan
ısınma, sera hizmetlerinden yararlanılacaktır. Böyle bir
komiklik olur mu? Böyle içi boş bir cevap olur mu? Siz burayı
halkın yararına sunacaksınız ama işletmeci eliyle.
İşletmeci buradan kâr etmeyecek mi? Edecek. Sen ne güne duruyorsun
devlet olarak? Niye sen bunu halkın yararına kullanmıyorsun da
kalkmışsın peşkeş çekmişsin? Buradaki suyun
kullanım parasını kim verecek? Gene bu halktan
alacaksınız.
Sormuşuz: İhaleye hangi
şirketler katıldı, ihale bedeli nedir? El cevap: Ben de
zannettim ki bir sürü şirket katılmış, bir tane şirket
katılmış. İsmi de İnternette olduğu için
söylüyorum, Öz Yapıcılar İnşaat Ticaret Sanayi
Şirketi. KDV hariç 470 bin dolara
Fazla gibi geldi değil mi size?
Birazdan size anlatacağım, bu rakamı unutmayın, Bingöl
halkı siz de unutmayın, 470 milyon
Affedersiniz, yanlış
söyledim, 470 bin dolar. Komik bir rakam. 470 bin dolara ihale etmişler,
hem de yüzde 20si peşin, geri kalanı dört yıl taksitle, dört ay
değil, dört yıl taksitle devretmişler değerli
arkadaşlar.
Sonra demişim ki başka hangi
şirketler katıldı? Vallahi başka kimse
katılmadı. Bunları birazdan yolsuzlukla ilgili konularda
gündeme getireceğim zaten.
Demişiz ki peki, hadi 470 bin
liraya verdiniz, yine kanun gereği, masraflar düştükten sonra sizin
Bingöl İl Özel İdaresine para vermeniz lazım, kalan paranın
yarısını Bingöl İl Özel İdaresine devretmeniz
lazım. Ne kadar devrettiniz?
Bakın, Bingöl İl Özel
İdaresi, doğrudan doğruya Bingöl halkına hizmet edecek bir
yapıdır. Kalktılar bize dediler ki: Efendim, el elde, baş
başta. Nasıl el elde, baş başta? Vallahi masraflar 470
bin, biz de bunu 470 bine verdik, bir kuruş bile parayı Bingöl
halkının yararına sağlamadık. İmza: Taner
Yıldız.
Biz buna tabii çok sinirlendik ve
burada bir tartışma sırasında Bingölün Bakanı Cevdet
Yılmaza da sorular sorduk. Dedik ki yahu kardeşim siz bu suyu
nasıl peşkeş çektiniz, siz hiç utanmadınız mı
bunu yaparken? Bize verdiği cevap şu: Efendim, siz bunu soru
önergesi yapacakmışsınız. Ee
Siz verin bir sürü soru
önergesi, biz de sizi işte soru önergesi şampiyonu ilan edelim. gibisine
işte tutanaklarda bunlar var, diyor. Çıkıyor, burada Bingöl
adına konuşan AKP Milletvekili, o da diyor ki: Meclisi meşgul
ediyorsunuz Bingölün sorunlarıyla.
Buradan şikâyet ediyorum: Evet,
biz Meclisi Bingöl sorunlarıyla işgal ediyoruz. Sizin gibi
davranmıyoruz, Bingölü perişan ettiniz, biz de o sorunları
buradan konuşuyoruz.
Bakın, ne diyor Bingölün sorununu
konuşan Bingöl Bakanı? Diyor ki: Ben nöbetçiyim valla burada. Böyle
olur olmaz sorular soruyorsunuz, bizi zor durumda bırakıyorsunuz.
Aynen söylediği şey bu. Daha sonra biz sorularımıza devam
ediyoruz, diyoruz ki: Yahu, bu halkın yararına
kullanılacaktı, niye böyle yapıyorsun? Diyor ki:
Kardeşim, biz burada suyu bulduk, tabii ki biz kullanacağız.
Sanki biz suyu aldık başka ile mi götürdük, sanki Bingölü mahrum mu
bıraktık? Kimin sözlerine benziyor? Başbakanın sözlerine
benziyor. Buradaki vatan toprağını satarken şöyle
demişti Başbakan: Ne var sanki, toprağı alıp, sırtlayıp
götürdüler mi? Toprak yine burada kaldı. Tutanaklarda var. (AK PARTİ
sıralarından Doğru sesi) Buradan da Doğru diyor,
aynı şekilde siz de Bakanın bu konuşmasını
alkışlamışsınız AKP sıralarından
alkışlar diye not düşmüş. Yani Bakan Bingölün suyunu
satıyor, siz de alkışlıyorsunuz, aferin size! (CHP ve BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen, Kemalettin
Yılmaz, Afyonkarahisar Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
KEMALETTİN YILMAZ (Afyonkarahisar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz ülke olarak zengin
kaynakların fakir bekçisi olmak istemiyorsak -ki istemiyoruz- bu
doğal kaynaklarımızın çıkartılması ve
insanlarımızın hizmetine sunulması gerekir, ki tabii
kullanırken de israf etmemek gerekir.
Önergenin desteklenmesi konusunda ve bu
zengin kaynaklarımızın çıkartılarak
insanlarımızın hizmetine sunulması konusunda biz de
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, jeotermal kaynaklar konusunda zengin bir il
olan Afyonkarahisar ilinde jeotermal kaynakların etkin kullanımı
ve jeotermal kaynakların çok amaçlı kullanılabilmesiyle ilgili
sorunların tespiti ve çözüm yollarının belirlenmesi, destekleme
yollarının araştırılması, idari ve kurumsal yasal
düzenlemelerin yapılması amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasını istemiştik. Bu Meclis
araştırması komisyonu kurularak, bu konunun teferruatlı bir
şekilde tüm Türkiye çapında ele alınması çok önemlidir, biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak da bu konuyu çok önemsiyoruz.
Jeotermal kaynakların birçok
üstünlükleri var. Özellikle jeotermal yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez bir
enerji kaynağıdır ve Türkiye gibi jeotermal enerji
açısından şanslı ülkeler için bir öz kaynak teşkil
etmektedir. Temiz ve çevre dostudur jeotermal, yanma teknolojisi
kullanılmadığı için sıfıra yakın bir
emisyona sebebiyet verir. Konutlarda, tarımda, endüstride, sera
ısınmasında ve benzeri alanlarda çok amaçlı
ısınma uygulamaları için ideal şartlar sunar.
Rüzgâr, yağmur, güneş gibi
meteorolojik şartlardan bağımsız olması,
kullanıma hazır olması, fosil enerji veya diğer enerji
kaynaklarına göre daha ucuz olması, arama kuyularının
doğrudan üretim tesisleri ve bazen de renjeksiyon alanlarına
dönüştürülebilmesi, yangın, patlama, zehirlenme gibi risk faktörleri
taşımadığından güvenilir olması, pek çok
avantajlarla kullanımını özendirmektedir.
Yüzde 95in üzerinde verimlilik
sağlar jeotermal enerji ve diğer enerji türleri üretiminde,
hidroelektrik, güneş, rüzgâr, fosil enerjilerinin aksine, tesis alanı
ihtiyacının asgari düzeylerde kalması, yerel niteliği
nedeniyle ithalinin ve ihracatının uluslararası konjonktür,
krizler, savaşlar gibi faktörlerden etkilenmemesi, konutlara fuel-oil,
mazot, kömür, odun taşınması gibi problematikler içermediği
için yerleşim alanlarında kullanımının
rahatlığı gibi nedenlerle jeotermal kaynakları diğer
enerji kaynaklarına oranla büyük avantajlar taşımaktadır.
Ülkemizde olduğu gibi
Afyonkarahisar ilimizde de çok ciddi jeotermal kaynakları
bulunmaktadır ki Afyon deyince bir noktada jeotermal kaynaklar akla
gelmektedir, bir noktada termalin başkenti Afyonkarahisar olarak
adlandırılmaktadır ve bu amaçla, gerek sağlık turizmi
noktasında gerekse tarımsal faaliyetlerde jeotermal enerjiden
istifade edilmektedir ve pek çok konutta ısınma noktasında
jeotermal enerjiden istifade etmektedirler.
Ancak şu var: Her yerde
olduğu gibi burada da çok ciddi sıkıntılar var, su yönetimi
konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Atıyorum,
yaklaşık 20 litre/saniye çıkan bir suyun 5 litre/saniyesi
kullanılıyor, diğer 15 litre/saniyesi atık olarak çevreye
zarar verecek bir şekilde doğaya salınabiliyor. İyi bir su
yönetimiyle bunlar önlenebilir, ki Afyonda, Sandıklıda bu konuda
çok ciddi çalışmalar yapılmıştır.
Yatırımcıya kuyu açma izni verilmemektedir son gelinen noktada
ancak yatırımcıya su temin etme garantisi verilmektedir. Bu
şekilde, doğal kaynaklarımızın da israfı
önlenmiştir değerli milletvekilleri.
Dünyanın pek çok yerinde jeotermal
kaynaklardan elektrik üretimi yapılmaktayken veya pek çok yerde konut
ısınmasında istifade edilirken, ülkemizde pek çok yerde maalesef
sadece konut ısınmasında istifade edilebilmekte veya
kaplıca ihtiyacı, sağlık ihtiyacı noktasında
faaliyetler sürdürülebilmekte, yalnız elektrik enerjisi üretiminde
Türkiyede hiçbir faaliyet sürdürülememektedir, yapılmamaktadır ama
çok ciddi kaynaklarımız vardır. Sözlerimin başında da
ifade ettiğim gibi, biz bu zengin kaynakların fakir bekçisi olmak
istemiyorsak, bu kaynaklarımızı çıkartarak
insanlarımızın hizmetine sunmak mecburiyetindeyiz.
Değerli milletvekilleri, jeotermal
kaynaklardan elektrik enerjisi üretiminde istifade edilebiliyor, merkezî
ısıtma, merkezî soğutma, sera ısıtımı gibi
ısıtma, soğutma uygulamaları noktasında istifade
edilebiliyor. Proses ısı temini, kurutma işlemleri gibi
endüstriyel amaçlı da kullanılabiliyor. Diğer taraftan,
karbondioksit, gübre, lityum, ağır su, hidrojen gibi kimyasal
maddelerin ve minerallerin üretimi noktasında da jeotermal kaynaklardan
istifade edilebiliyor, ki ülkemizde en çok bilinen noktalardan bir tanesi
termal turizmi ile kaplıca ve sağlık turizmi noktasındaki
faaliyetlerdir. Özellikle Afyon, Kütahya, Uşak, Isparta, Bursa gibi
illerimizde ve daha pek çok ilimizde -ki biraz evvel Sayın Milletvekilinin
ifade ettiği gibi- Bingölde de, Sivasta da- bu faaliyetlerimiz,
jeotermal kaynaklarımız var, bunların bir an evvel
insanımızın hizmetine sunulmasında yarar vardır. Biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak konuyu çok önemsiyoruz.
Afyon, termal
kaplıcalarda özellikle son yıllarda çok ciddi atılımlar
yapmıştır. Ancak tarımsal çalışmalarda,
seracılık çalışmalarında da termal suyun
kullanılabiliyor olması çok ciddi bir teknik tarım
uygulamalarına da imkân ve fırsat tanımıştır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Türkiyenin hemen hemen pek çok yerinde jeotermal
kaynaklarımıza rastlamak mümkün. Ama jeotermal kaynaklarla beraber
deprem olgusu da unutulmamalıdır, ki pek çok ilimizde, özellikle
Erzincanda, Bingölde, Afyonda, Kütahya Simavda, jeotermal kaynakların
olduğu yerlerde deprem olgusuyla karşı karşıya
kalıyoruz. Bunun için bu depremi de biz önleyemeyeceğimize göre, depremle
yaşamak mecburiyetinde olduğumuzdan dolayı jeotermal
kaynaklarımızın olduğu yerlerde devlet olarak gerekli
yatırımları, gerekli teşvikleri, gerekli destekleri
sağlayarak buralardaki gerek tarımsal gerekse ısınma
gerekse diğer enerji üretimleri noktasında desteklerimizi devlet
olarak esirgememiz lazım. En önemli konulardan bir tanesi de jeotermal
sularımızın mineral içeren içme suyu noktasında
kullanılabiliyor olması da büyük bir avantajdır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiyedeki jeotermal
kaynaklarda olduğu gibi Afyondaki jeotermal kaynakların da
hangilerinin kullanımının mümkün olduğu, -tarımda
mı, ısınmada mı, yoksa termal turizmin
canlandırılması noktasında mı- bunların tespiti
ve su yönetimiyle suyun israf edilmemesi konusunda gerekli çalışmaların
yapılması için bir Meclis araştırması
açılmasını istemiştik ve bununla ilgili olarak söz konusu
olan öneriyi destekliyoruz ve bu konuda tüm Türkiyedeki jeotermal
kaynakların tespiti ve bu jeotermal kaynakların kullanıma
hazır hâle getirilmesi ve kullanıma hazır hâle getirilirken
önünde bulunan yasal ve birtakım bürokratik engellerin
aşılması konusunda, durumların tespit edilmesi ve çözüm
önerilerinin geliştirilmesi konusunda bir Meclis
araştırması açılmasını biz de Milliyetçi Hareket
Partisi olarak destekliyoruz.
Bu noktada, pek çok alan maden
kapsamına alındıktan sonra, maalesef bazı art niyetli insanlar
veya kuruluşlar tarafından pek çok alan kapatılmış
vaziyettedir. Buralarda bu alanları kapatmış olan kişiler
veya kuruluşlar jeotermal kaynak arayışlarından
vazgeçmedikleri gibi, bir başkasının kullanımına
sunmaktan da çekinmektedirler veya Afyonda olduğu gibi, buralarda kuyu
açılması için çok fazla ve fahiş fiyatlar talep etmektedirler.
Bunların önüne geçilebilmesi için, buralarda yapılmış olan
tahsislerin tekrar gözden geçirilmesi ve belirli bir zaman içerisinde buralarda
arama yapmayan şirketlerin veya kişilerin ellerinden bu
ruhsatların alınması suretiyle bu kaynaklarımızın
insanımızın hizmetine sunulmasında çok ciddi yarar
vardır.
Bu duygu ve düşünceler içerisinde
hepinizi en kalbî duygularla selamlıyorum, saygılar sunuyorum
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan, söz talebimiz olacak.
BAŞKAN Kabul etmeyenler
Kabul
edilmemiştir.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) AK
PARTİ adına konuşan milletvekili hem ihale tarihiyle ilgili hem
de bizim Meclisi gereksiz yere meşgul ettiğimizle ilgili cümleler
sarf etti. Bununla ilgili cevap hakkımı kullanmak istiyorum.
BAŞKAN Cevap hakkı
değil de sataşma nedeniyle buyurun.
İki dakika süre veriyorum.
VII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, Siirt Milletvekili Afif Demirkıranın
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tabii, burada AKP adına
konuşan milletvekilinin konuşmasını gerçekten büyük bir
üzüntü ve hayretle izlediğimi belirtmek istiyorum. Hiçbir
araştırma yapmadan, ihalenin hangi tarihte
yapıldığını bilmeden, bu suyla ilgili çalışmaların
hangi tarihte açığa çıktığını bilmeden,
sağından solundan yuvarlak konuşmalarla geçiştiren bir
konuşma yaptı. Biz buraya jeotermal suların
bulunmasını eleştiren bir yaklaşımı getirmedik
ki, jeotermal suyun, jeotermal enerjinin güneş enerjisiyle birlikte,
rüzgâr enerjisiyle birlikte yenilenebilir alternatif enerji olarak, ekolojik
bir paradigmaya sahip bir parti olarak, kullanılmasını en fazla
savunan bir konumda bulunuyoruz.
Biz, burada bu alanla ilgili
yapılan yolsuzluğu teşhir etmek için bu araştırma
önergesini verdik. Bu yapılan yolsuzluk bir kentin geleceğini tamamen
etkileyen bir yolsuzluktur. Yapılan ihale süreci Bingöl Valiliğinin,
Bingöl İl Özel İdaresinin, Bingöl Belediyesinin bile haberi olmadan
yürütülmüş bir süreçtir. Tüm Bingöl halkının faydalanması
gereken bir süreçken bir tek iş adamının yararlanmasını
öngören bir süreçtir.
Burada Bingöl Milletvekili
arkadaşımız, CHPli milletvekili arkadaşımız
konuşurken Siz de ihaleye girseydiniz. gibi bir cümle kullandı.
İşte bu zihniyet zaten mevcut yaklaşımı ele veriyor.
Bunun adı Milletvekili değil, kusura bakmayın, Bingöl
halkı buna Müteahhit vekili diyor. Eğer siz müteahhit
vekilliğini kendi içinize sindiriyorsanız biz de sizi Bingöl
halkının takdirine bırakıyoruz, sizi Bingöl halkına ve
Türkiye halkına şikâyet ediyoruz.
Teşekkürler. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
EŞREF TAŞ (Bingöl)
Sayın Başkan
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Taş.
EŞREF TAŞ (Bingöl)
Sataşmadan dolayı söz istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Açıktan sataşma var Sayın Başkan.
BAŞKAN Ne diye sataştı
Sayın Taş?
EŞREF TAŞ (Bingöl) Müteahhit vekili dedi.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Ne güzel,
yakışmış işte!
BAŞKAN Buyurun Sayın
Taş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika süre veriyorum.
2.- Bingöl Milletvekili
Eşref Taşın, Bingöl Milletvekili İdris Balukenin
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
EŞREF TAŞ (Bingöl)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bingöldeki termal suyla
ilgili seçim beyannamesinde -benim ifade ettiğim- Bingöl Karlıova
Hacılar köyünde çıkan ve çıkarılmış olan termal
suyun Bingölde seracılık ve ısıtma sisteminde
kullanılabileceğini ve milletvekili olduğum zaman bununla ilgili
çalışmalar yapabileceğimi söylemiştim. Seçim esnasında
yani seçim zamanından hemen sonra Maden Tetkik Arama Enstitüsüne
gittiğimde, araştırdığımda, otuz altı gün
Maden Tetkik Arama Enstitüsü tarafından bu suyun ihaleye
açıldığını ve iki firmanın gelip dosya
aldığını, bir firmanın da teklif verdiğini
öğrendim.
Dolayısıyla, bu akan suyun
ısıtma sistemi ya da termal su olarak kullanılmasını
amaçlıyorduk, dereye akıtılmasını değil.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Birinin
cebine paraları akıtmaya!
EŞREF TAŞ (Devamla) Tabii
ki bu açılan ihale tüm Türkiye'deki iş adamlarına
açıktı. Açık olan ihalede bir yolsuzluğun
yapıldığına ben inanmıyorum. Eğer isteyen
kişi olsaydı -Bingöllü iş adamı olabilir, Türkiye'deki
iş adamları olabilir- gidip bu ihaleye başvurup bu termal suyu
alabilirdi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Duyurusu yapılmadı, duyurusu!
AYTUĞ ATICI (Mersin) Siz de
verirdiniz(!)
EŞREF TAŞ (Devamla)
Duyurusu tüm Türkiye'de
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
AYTUĞ ATICI (Mersin) Beleşe
sattınız, beleşe.
EŞREF TAŞ (Devamla)
İnternet üzerinden yapıldı.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Bingöl basınına niye vermediniz?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Taş.
EŞREF TAŞ (Devamla)
İkincisi; Sayın Milletvekilim diyor ki: Bingöle hiçbir şey
yapılmıyor. Bingöl milletvekilleri konuşmuyor; Bingöle çok
şey yapılıyor, şu anda üniversitesi bitmek üzere
BAŞKAN Sayın Taş,
teşekkür ederim.
EŞREF TAŞ (Devamla)
havaalanı bitmek üzere
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Salim Usluyu
çağırın Sayın Başkan.
EŞREF TAŞ (Devamla)
Diyarbakır-Elâzığın 500 trilyonluk projesi bitmek üzere.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Yıllardır halkı uyutuyorsunuz böyle.
EŞREF TAŞ (Devamla) Şu anda demir yolu ihalesi
yapılmış, yapılıyor.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Yıllardır uyutuyorsunuz halkı böyle.
BAŞKAN Sayın Taş
EŞREF TAŞ (Devamla) Şu
anda yapılıyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın
Başkan, Salim Usluyu göreve davet edin.
EŞREF TAŞ (Devamla)
Yıllardır tüm bölge unutulmuş, tüm bölgedeki terörden
dolayı unutuluyor. Terör olmasaydı
(CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın Taş,
lütfen
EŞREF TAŞ (Devamla) Kimse
kusura bakmasın. Bizim adımıza konuşmasın. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) 4 milyon dolar
(CHP ve
MHP sıralarından gürültüler)
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara)
Artık oturun yerinize, oturun, süreniz doldu. Yeter! Yeter!
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Taş
EŞREF TAŞ (Devamla) Biz Bingöle hizmet etmek istiyoruz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Zorla
çıkıyorsunuz, zorla oturuyorsunuz.
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara)
Zalim Usluyu istiyoruz, Zalim Usluyu (!)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- MHP Grubunun,
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 23.05.2012 Çarşamba
günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisini, İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Oktay
Vural
İzmir
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
23 Mayıs 2012 tarihinde (bugün) TBMM
Başkanlığına, "Kamu çalışanlarının
özlük haklarının belirlenmesine yönelik toplu görüşme sürecinden
toplu sözleşme sürecine geçişi sonucunda yapılan toplu
sözleşme görüşmelerinin ve sonuçlarının, kamu
çalışanlarına beklentilerden uzak bir teklifin yapılmasının
gerekçesi olarak ileri sürülen ekonomik kriz uyarılarının
boyutlarının, toplu sözleşme süreçlerinin işlenmesinden
kaynaklanan sorunların görüşülmesi amacıyla"
verdiğimiz Genel Görüşme önergemizin 23.05.2012 Çarşamba günü
(bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Mehmet Günal, Antalya Milletvekili.
(MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün kamu çalışanları ayakta. Sizler de Meclise gelirken
yollarda onların eylemlerinin bir kısmına tanık oldunuz;
ben gelirken de arkadaşlarımız Eskişehir yolu üzerinden bu
tarafa doğru yürüyorlardı. Şu anda bilmiyorum, polis durdurdu
mu, çatıştılar mı, gaz mı yediler, orasını
yoğun çalışma temposu içerisinde henüz duyamadık, birazdan
herhâlde haberlerde göreceğiz.
Değerli arkadaşlar, dün
başka bir kanun teklifi, önceki gün
Yine herkes ayakta. Öyle bir ucube
yaptınız ki, getirdiğiniz kanun hükmünde kararnameyle Bütün
kamu çalışanlarının özlük haklarını
düzenleyeceğiz. diye birbirine karıştırdınız.
Defalarca söyledik Bunu getirin,
burada kanun hâlinde köklü bir reform yapalım. diye. Maalesef bugün
içinden çıkılmaz hâle geldi ve maaşlarla ilgili zamlarla beraber
de bunları da düzeltmek zorundasınız, bunun başka yolu yok.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, böyle bir grevsiz toplu sözleşme hakkı zaten olmaz.
Bunun bir kandırmaca olduğunu memurlar gördüler. Şimdi, üstüne
üstlük hakları var. Yukarıda kanun çıkarken dedik ki: Bunlar
eksik. Bir sendikayı kayırıyor, bir konfederasyonu
kayırıyor, sarı sendikacılığa gidiyor. Hakem
kurulu tarafsız olmalı. dedik. E, şimdi devletin
memurlarından oluşuyor. Nasıl bir karar verecek hakem kurulu?
Kolay mı? İşte, şimdi isimlerini okuyayım size
istiyorsanız. Hangi unvanlarda arkadaşlarımızın
olduğunu siz biliyorsunuz. E, şimdi Sayın Başbakan
koymuş, diyor ki: Efendim, bundan öte zinhar olmaz, Yunanistana
döneriz. Günaydın! Yani sadece memura verdiğiniz maaşla mı
Yunanistana döneceksiniz? Neymiş? Borç artarmış. E, borcumuz
artmıyor mu zaten? On yıldır kaça
çıkardığınızın siz farkında değil
misiniz arkadaşlar? Yani borçlar artmıyor mu zaten, duruyor mu
yerinde? Şimdi, buraya, memura gelince bir sürü bütçe
çıkarmışlar. En komik olan şeyler bunlar.
Buraya geçeceğim ama mali boyutuna
geçmeden önce ciddi anlamda sorun yaşanıyor. Şu anda diğer
iki konfederasyon eylemde, Memur-Senden arkadaşlarımız da
teklif bekliyorlar. Bir taraftan maalesef, baskılar önümüzdeki süreçte
-eğer takip ediyorsanız-haziran ayı içerisinde yeniden yetkiyle
ilgili sayılar belirlenecek. Şimdi, duyuyorum, bir sendika yetkilisi
şube başkanı arkadaşımız arıyor,
kaymakamın birisi oturup kendiliğinden başarı ödülü veriyor
40 küsur tane öğretmene. 40 küsur kişinin içerisinde 4-5 tane Türk
Eğitim-Sen üyesi var, 1 tane de Eğitim-İş üyesi var.
Gerisinin hepsi, maşallah, yandaş sendikanın üyeleri. Soruyorlar
müdüre: Hocam, buna niye görev verdiniz? Benim haberim yok. diyor.
Biliyorsunuz, başarı ödülleri, önce müdür teklif ediyor, ondan sonra
kaymakama geliyor millî eğitim müdürleri aracılığıyla
ve ama böyle hızlıca bir sendikalaşma faaliyeti bir taraftan
devam ediyor ama onlar da bu eylemlere maalesef katılmıyorlar.
Burada çok ciddi sorunlar var.
Şimdi, top hakem kuruluna atılmış durumda ama bir taraftan
Efendim, biz hepsine eşit davranıyoruz. diyor Sayın Bakan.
Öbür taraftan bakıyoruz, şimdi, efendim, bu, hakem kuruluna
karşı yapılmış bir eylem olurmuş. Memur-Sen
Başkanı açıklama yapıyor. Ya, iyi de biz size burada
okuduk, Sayın Arınç da yalanlamadı. Memur-Senin
toplantısında söylediklerini biliyorsunuz, daha önce size arz ettim.
Ne diyordu: Tabii ki Memur-Senle oturup sözleşme yapacağız.
Siz zamanında Hayır, hayır. dediniz, şimdi de geldiniz,
masada bizimle görüşmeye kalkıyorsunuz. diyen bir anlayış
var. Bunun arkasından Tabii ki milletin kafasını
bulandırmayın. Nerede toplu sözleşme deyip ortalıkta
dolaştığını görünce hayır diye
yırtınanların, kardeşim, sen şurada bir otur
bakalım, senin bunları konuşmaya hakkın yok, milletin
kafasını da bulandırma. Memur-Sen ne yapacağını
bilir, Hükûmetle bu konuyu müzakere etti, yasal değişiklik yapacak,
toplu sözleşme imzalanacak. Bu haklarda da gerileme olmaz. diyor.
Sayın Bülent Arınç söylemiş. Şimdi, Memur-Sen oturdu.
Kendisi ne teklif etti size? En son 7,5+6 küsur. Sizin verdiğiniz kaç? En
son kertede 3,5+4. Peki, hani nerede? Hani
anlaşmıştınız? Hani oturmuştunuz, kuzu kuzu
Memur-Senle bu işi götürecektiniz. Bir taraftan bunu yapıyorsunuz,
öbür taraftan itiraz hakkı yok. Dedik ki: Gelin, diğer iki
konfederasyon en azından birlikte yaparlarsa, hem buna itiraz etme
hakkı olsun hem de toplu sözleşmeyi imzalama hakkı olsun. Bu da
yok. Peki, şimdi ne verdiniz? Yani memura verilen oranın
dışında ek bir şey veriyor musunuz? Verdiğiniz oran ne
kadar? Oransal artışlarda beklediği yok. Ek ödemeler,
birtakım taban aylığıyla ilgili ödemeler, aile
yardımı gibi bir şey var mı? Onlarda da
karşılanmamış. Memurun istediği hiçbir şey
karşılanmamış. Burada asgari ücretle ilgili var ve en
önemlisi, hani siz 4/B ve 4/Cnin hepsini kadroya alacaktınız, hani
söz vermiştiniz seçim meydanlarında. Bunlarla ilgili bir şey var
mı? Yok. Ücretlerle ilgili bir şey var mı? Yok. Ücret
adaletsizliğini giderecek bir şey var mı? Yok. Ne var? Vallahi,
OVPde sıkıntımız var, mali disiplin var. Günaydın!
Siz burada kendiniz geri çekmediniz mi mali kuralla ilgili kanunu seçim öncesi
aman ne olur ne olmaz diye? İşinize gelince bütçe, mali kural,
işinize gelmediği zaman Vallahi veremeyiz, kriz çıkar.
Şimdi, eğer bu memura verilen parayla kriz çıkacaksa, o zaman
zaten kriz çıkıyor demektir. Siz nerelere ne paralar
aktardığınızı biz burada, Genel Kurulda çıkarılan
kanunlarla ve Bütçe Komisyonunda nerelere ne ödenekler verdiğimizi
biliyoruz.
Efendim, 1 puan artış 1
milyarlık artışa neden oluyormuş. Sonra da bakıyoruz
toplamda 25 milyardan bahsediyorsunuz. Ya matematik bilmiyorlar
Ya,
şimdi, 1 puan eğer 1 liralık artışa neden oluyorsa
toplamda yüzde 3,5 verdiğinizde normal çıkacaksa 7, 5 verince ne
yapar? En fazla 4 milyar yapmaz mı? Bir de böyle gözü korkutmak için,
kriz çıkar demek için 20 küsur milyarlık fatura
çıkarıyorlar, ne ortada hesap var ne kitap var.
Değerli arkadaşlar,
bakın, bu, çok doğru bir şey değil. Toplamda
verdiğiniz 3,5+4 7,5 etmiyor, 5 nokta küsurat, 6 bile değil. On iki
aya bölün yıllık olarak bunu hesaplayın, ben size
hesaplarını vereyim istiyorsanız, ilk üç aydaki enflasyon
oranı kaç? Merkez Bankasının enflasyon oranı, efendim, 6,5
olarak hesaplanmış. diyor Bakan, 7-8 enflasyon minimum olacak
mı? Olacak, şu andaki hesap geriye çekse, ileri çekse. İlk üç
aydaki şey yüzde 3ün üzerinde mi? Evet. Siz daha ilk altı
ayınkini karşılayamıyorsunuz yani nasıl olacak da bu enflasyona
ezdirmeden memurun hakkını vereceksiniz? Daha refah payını
söylemiyorum. Hani, büyümeden memur refah payı alacaktı, nerede? Yok.
E, şimdi, yaklaşık büyüme oranı kaç diyorsunuz?
Değerli arkadaşlar, böyle bir
şey olamaz. O zaman da söyledim. Neden? Çünkü orada TEFE
fiyatlarını, yani ÜFE fiyatlarını alıyorsunuz
işinize geldiği zaman. Memura gelince TÜFE, onu da revize ederek.
Beklentimiz şu, sonra fark vereceğiz
Ya, farkı kalmadı
ki, haziran ayı, zaten ilk altı ay bitti.
Onun için, bakın, böyle,
Sayın Başbakanın dediği gibi bu şeylerle, sayın
bakanların yaptığı gibi tehditlerle olmaz. Memura
hakkını verin, alın terini verin. Aksi takdirde, kriz zaten geliyor
ama bu, vereceğiniz zamdan değil kötü yönetimden, AKPnin iş
bilmez yönetiminden olacak diyor, saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz isteyen, Ünal
Kacır, İstanbul Milletvekili
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Süreyya Sadi Bilgiç.
BAŞKAN Buyurun Sayın
Bilgiç. (AKP sıralarından alkışlar)
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin
vermiş olduğu bu genel görüşme açılmasını arz
eden önerge üzerinde görüşlerimi aleyhte olmak üzere arz etmek istiyorum.
Tabii, Sayın Milliyetçi Hareket
Partisi Temsilcisini burada, kürsüde dinleyince, gerçekten, bazen insanın
şaşırmaması mümkün değil. Tabii, bizim AK PARTİ
İktidarının geçtiğimiz on yıllık
icraatlarına ve bu süreç içerisinde memurlarımıza,
çalışanlarımıza yönelik olarak yapmış olduğu
düzenlemelere genel olarak bir baktığımızda, burada
yapılmış olan eleştirilenin çok insaflı olduğunu
söylemek gerçekten mümkün değil.
Ülkemizde, bildiğiniz gibi, kamu
görevlilerinin örgütlenme hakkı ilk defa 1961 Anayasasıyla
düzenlenmiş idi. 1961 Anayasasının ilk hâlinde
çalışanlar ifadesi kullanılarak sadece işçilere
değil, kamu görevlilerine de sendika kurma hakkı
tanınmıştı. Anayasanın bu hükmüne dayanarak 1965
yılında 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu
çıkarıldı ancak 1971 muhtırasından sonra Anayasada
yapılan değişiklikle çalışanlar ibaresi
işçiler olarak değiştirilmiş, 624 sayılı Yasa
yürürlükten kaldırılmış ve kamu görevlilerine sendika kurma
hakkı, maalesef, yasal bir hak olmaktan çıkarılmış
idi. 1995 yılından itibaren kamu görevlileri
sendikacılığı açısından son derece önemli
gelişmeler yaşanmıştır. Bu tarihte Anayasada
yapılan değişiklikle ve 2001 yılında yürürlüğe
giren 4688 sayılı Yasa ile de kamu görevlilerinin
sendikacılığı mevzuatımızdaki yerini tekrar
almıştır.
1991 yılından sonra göreve
başlayan memurlara ilave bir derece verilmesi, disiplin affının
çıkarılması, aile yardım ödeneğinde çocuk
sınırlandırmalarının kaldırılması,
yardım tutarının artırılması, kurumsal ek ödeme
almayan personele önce denge tazminatı ödenmesi yapılması,
bilahare de farklı kurumlarda aynı unvanla çalışan personel
arasındaki ücret dengesizliğinin giderilmesi, banka promosyonlarından
personelin yararlandırılması, Tasarrufu Teşvik Fonunda
biriken paraların nemalarıyla birlikte
çalışanlarımıza ödenmesi, sendika üyesi kamu
çalışanlarımıza toplu sözleşme primi ödenmesi,
sözleşmeli personele eş durumu sebebiyle nakil hakkı verilmesi,
kamu personelinin izin sürelerinde Avrupa Sosyal Şartına uygun
olarak artış yapılması, ihtiyaca cevap vermeyen sicil
sisteminin kaldırılması, tatillerde izinsiz olarak il
dışına çıkış yasağının
kaldırılması ve benzer pek çok düzenleme ve iyileştirme AK
PARTİ iktidarları sürecinde tarafımızdan
gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, tabii ki zam
oranlarını tartışıyoruz. Meselenin kilitlenmiş
olarak gelmiş olduğu nokta budur ve tartışmaların
odağına yerleşen zam rakamlarının bu kadar önem kazanması,
hem basın diline hem de sokaktaki vatandaşımızın
lisanına rahatça girmesi, bütçe disiplini kavramına zihinlerimizin
alıştığını göstermektedir. Ayrıca, bu
meselenin ilk defa bu derece yaygın olarak tartışılması,
gerek bizzat vatandaşın ve gerekse demokratik baskı gruplarının
yönetime katılımı konusunda hangi seviyede bir iyileşme
sağlandığını net olarak ortaya koymaktadır.
12 Eylül tarihindeki referandumla
yapılan Anayasa değişikliğiyle birlikte
memurlarımıza da toplu görüşme yerine toplu sözleşme yapma
hakkı tanınmıştır. Bugün toplu görüşmeden toplu
sözleşme masasına geçilmiş, on bir tane hizmet kolu
konfederasyonlarla beraber masaya oturmuş ve bütün kendi taleplerini de o
masada Hükûmete iletmişlerdir. Bu toplu görüşme sonucunda bu taleplerden
elli altı tanesi de karşılanmıştır.
Şimdi AK PARTİ hükûmetleri
ne yaptı? deniliyor, işte birtakım rakamlar
Ben sizi çok fazla
rakama boğmayacağım ama bir iki rakamla, burada size
birtakım konuları izah etmek istiyorum:
Bir kere, ücret
eşitsizliğinden bahsediliyor.
AK PARTİ döneminde
yapılmış en önemli iyileştirmelerden bir tanesi bu
olmuştur. En yüksek devlet memuru maaşı yani müsteşar
maaşı ile 9un 1indeki memurun maaşı arasındaki
katsayı farkı 2002 yılında 7 idi. Bu katsayı 2012ye
geldiğimizde 3,9a kadar düşürülmüştür. Bu da bir kere, ücret
dengelerinin AK PARTİ iktidarları tarafından azami ölçüde
korunmuş olduğunun en önemli göstergesidir.
Bakıyoruz, grevden bahsediliyor.
Biz asla grev demedik yani Memura grev hakkı bizim
tarafımızdan asla telaffuz edilmedi.
Toplu görüşmeye
baktığınızda nihai kararı veren Hükûmet idi,
şimdi Kamu Görevlileri Hakem Kurulu oluşturuldu ve en fazla üyeye
sahip olan konfederasyonun buraya başvurma hakkı var. Onlar da, bu
haklarını bu yasal süreçlerin sonunda kullanacaklar.
Onların taleplerine
bakıyoruz. Maliye Bakanlığının açıklaması
var, bütçeye 25 milyar civarında bir yükten bahsediliyor. Hükûmetin en son
gelmiş olduğu noktada önermiş olduğu zam oranı yüzde
3,5+4tür.
Şimdi, vermiş oldukları
önergeye baktığımızda, bütün bunları da, Türkiyedeki
mali kaynak yetersizliğini de AK PARTİ iktidarlarının bu
konudaki, mali yönetimdeki beceriksizliğine bağlamaya
çalışıyorlar ama bu da son derece insafsız bir
eleştiri. Bütçe disiplini kavramının ne olduğunu da Sayın
Günal da
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Ben biliyorum
da siz bilmiyorsunuz.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) -
Milliyetçi Hareket Partisi de, grubu da gayet net olarak biliyor.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Siz
bilmiyorsunuz.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) Şimdi konfederasyonlar tartışılıyor. Sanki
sadece bütün bu görüşmenin, en azından referandumdan sonraki bu yasa
hazırlanırken bütün bu görüşmelerin sadece Memur-Sen
kanadında yapıldığı gibi bir ifade var. Bu son derece
yanlış bir ifade.
EMİNE ÜLKER TARHAN (Ankara) Niye
yargı yolunu kapattınız? Niçin kapattınız yargı
yolunu?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) Bütün konfederasyonlarla da, hizmet kollarıyla da defaatle bu
görüşmeler yapılmıştır.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Hani
anlaşmıştınız? Sayın Arınç öyle diyordu,
Hallettik biz, sözleştik. diyordu.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) - Yani defaatle bu görüşmeler yapılmıştır.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Ama
çıkmadı. Hani? Anlaşma çıkmadı.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) - Sayın Günal, siz de hem bir komisyon üyesi olarak hem de bir
alt komisyon üyesi olarak bunun bu şekilde olduğunu son derece iyi
biliyorsunuz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Biz de
zannettik ki Memur-Sen olursa hemen imzalayacaksınız.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) Bakın, personel giderleri meselesine bakıyorsunuz.
Şimdi, biz iktidarı devraldığımız tarihte
personel giderlerinin bütçeden almış olduğu pay yüzde 18,4tü;
bugün 2012ye geldiğimizde personel giderlerinin bütçeden almış
olduğu pay yüzde 27,6ya gelmiştir. Şimdi, yüzde 27
MEHMET GÜNAL (Antalya) Memur
sayısı kaç olmuş?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla) Ona bakarsanız bütçe büyüklüğünü de öngöreceksiniz yani
bütçe büyüklüğünü hiç konuşmuyorsunuz, siz sadece bir tarafına
bakıyorsunuz ama gelinen nokta itibarıyla yapılmış
olan iyileştirmeler net bir şekilde ortadadır. Ayrıca burada
hukuken, yasama süreci itibarıyla baktığınızda da
Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu yasa geçirilmiş ve
çıkmış olan yasaya uygun olarak da bu toplu sözleşmeye
ilişkin görüşmeler de taraflarca sürdürülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, müsaade ederseniz, OECDnin Başekonomistinin yapmış
olduğu bir açıklama var, dün yapmış olduğu bir
açıklama. Orada şunu söylüyor, diyor ki: Yüksek ve artan ülke
borçluluğu, zayıf bankacılık sistemleri,
aşırı mali konsolidasyon ve düşük büyüme ile birlikte
kısır döngü riski artıyor ve böyle bir aşağı
yönlü senaryo somut hâle gelebilir ve Euro bölgesinin dışına
taşarak küresel ekonomiye yönelik çok ciddi sonuçlar ortaya
çıkarabilir." değerlendirmesinde bulunuyor.
Dünya ekonomisinin içine girdiği
kriz sürecinin nasıl devam edeceği konusunda net bir fikir maalesef
yok. Daha düne kadar İşler düzeliyor. diyen ekonomistlerin, bugün
yeniden daha tehlikeli bir dönemin içerisine girildiğini söylemesi, her
geçen gün yeni bir gelişme yaşanabilir izlenimini de doğurmakta,
bu da tarafınızdan gayet net olarak biliniyor. Hatta IMF, Dünya
Bankası gibi kurumların çok sık aralıklarla tahminlerini
revize etmesi de tablonun belirsizliğini ve
karmaşıklığını ortaya koyması
açısından çok önemli bir durumdur.
Dünya krize girerken Türkiye'nin bu
krizlerden en asgari şekilde etkilenmesini başarmış bir AK
PARTİ Hükûmetinin tedbirli ve ayağı yere basan mali ve ekonomik
politikalar izlemesi nasıl eleştiri konusu olabilir, anlamak mümkün
değil. Böylesi kaotik dönemlerde karar vericiler açısından belirsizliği
bir miktar da olsa belirli hâle getirme çabası içinde olan, halkına
gerçekçi ve olabilirliği yüksek politikaları dillendiren bir Hükûmete
karşı haksız ve yersiz eleştiriler sonucunda Acaba, AK
PARTİ İktidarını buradan sıkıştırabilir
miyim? umutlarıyla hareket eden muhalefeti yine
başarısızlığa sürükleyecektir.
Ekonomistler, gelecek günlerde, Avrupa
ekonomisindeki olumsuzlukların da etkisiyle dünya ekonomisinin
sıkıntılı bir sürecin içerisine gireceği
kanaatindeler. Avrupadaki sıkıntıların Türkiyede
yaşanmasının, yansımasının ihracat ve finansman
tarafında görülme ihtimali var. Birincisi, daralan Avrupa
piyasalarına mal satmak zorlaşacağı için, Türkiye'nin
ihracat tarafında sıkıntı yaşaması ihtimali
olabilir. Türk bankaları ve özel sektör şirketlerinin
finansmanının bir kısmının Avrupalı bankalardan
sağlandığı da dikkate alındığında,
burada oluşabilecek daralmanın da Türkiyeyi etkilemesi son derece
muhtemeldir.
Bu şartlar altında, bütçe
disiplinine sahip bir şekilde, bütçe disiplinini koruyan, gözeten bir
şekilde
MEHMET GÜNAL (Antalya) Onun için mi
diyor Başbakan Yunanistana benzeriz diye?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Devamla)
toplu sözleşme görüşmelerinin yürütülmesinden daha
tabii bir şey olamaz ve Hükûmet de, sendikalarımız da kendi
gündemlerine hâkimdir. Bu sebeple, Mecliste herhangi bir şekilde, bu
konuda yeniden bir araştırma önergesine karşı
olduğumuzu ifade etmek istiyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen Musa Çam,
İzmir Milletvekili.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Bakalım,
kaç vereceksiniz Hakem Heyetinde? Tutanakları da o zaman
okutacağım Sayın Bilgiç. Belli olsun Hakem Heyetinde,
tutanakları okutacağım.
AYTUN ÇIRAY (İzmir) 1 Mart
tezkeresinde Geçmezse ödeyemeyiz maaşları. diyorlardı.
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Çıkaracağım o tutanakları.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) Ben de çıkaracağım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çam.
(CHP sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) Sayın
Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri;
hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla
selamlıyorum ve buradan, bugün, ülkemizin dört bir yanında meydanlara
ve sokaklara çıkıp Hükûmet, al zammını başına
çal! diyen kamu emekçilerini ve onları destekleyen sivil toplum örgütlerini,
meslek örgütlerini ve sendikaları burada bir kez daha sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 12 Eylül
2010 tarihinde Türkiyede bir referandum gerçekleştirildi ve bu
referandumda gerçekleştirilenlerden bir tanesi de kamu
çalışanlarına sendika hakkıydı. Orada
söylediğiniz şuydu: Artık bundan sonra Türkiyede kamu
çalışanları toplu sözleşme yapacaklar. denildi ama
referandumun üzerinden on sekiz ay geçmiş olmasına rağmen, bu
yılın başında ancak gecikmeli bir şekilde 4688
sayılı Kamu Çalışanları Sendika Yasası Türkiye
Büyük Millet Meclisine ve komisyonlara geldi. Gerek Plan Bütçe Komisyonunda ve
gerekse Çalışma, Sağlık, Aile Komisyonunda
yaptığımız görüşmeler sonucunda 4688 Sayılı
Kamu Çalışanları Sendika Yasasını Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine
getirebildik.
Değerli arkadaşlar, Türkiye
Cumhuriyeti devleti uluslararası sözleşmelere ve anlaşmalara
imza atmış bir ülkedir. ILO sözleşmeleri, 87, 98 ve 151
sayılı sözleşmelerde grev ve toplu sözleşmeli bir sendika
hakkı tanırken maalesef burada, bu Parlamentoda grevsiz bir
yasayı çıkarmak durumunda kaldık. Bizim buna bütün
direnmelerimize rağmen, bütün karşı çıkmalarımıza
rağmen sadece sizin parmaklarınızla bu yasa buradan
çıkartıldı. Bakınız, bir ay sonra, 11 Haziranda
İsviçrede Cenevrede ILO toplantıları var ve genel kurulu var.
Orada, genel kurulda yapılacak olan görüşmelerde yine Türkiye,
sendikal hak ve özgürlükler alanında çekinceli ülkeler arasına
girecek ve o kategoride değerlendirilecek. Bu doğru bir iş
midir? Doğru bir iş değildir. Biz zamanında uyardık,
dedik ki: Arkadaşlar, kamu çalışanlarının grevli ve
toplu sözleşmeli bir sendika hakkının olması gerekir, bunu
böyle çıkarmamız gerekir. dememize rağmen, maalesef buna
aldırmadınız ve grevsiz bir toplu sözleşme sendika
yasasını buradan çıkardınız. Şimdi,
Haziranın 11inde, 12sinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı oraya gidecek ve orada konuşmasını yaparken yine
ILOda çekinceli bir ülke konumuna geleceğiz.
Yasa geçti, toplu sözleşme
görüşmeleri başladı, 14 Mayısta Hükûmet teklifini verdi.
Vermiş olduğu bu teklifte birinci yıl için 3+3, ikinci yıl
için de 2+3, ikinci yıl, dönem için de 3,5+3,5 ve son verdiği
teklifte de 3+3.
Şimdi, bakın arkadaşlar,
Başbakan, Bakanlar Kurulunun değerli temsilcileri, sizler, her bu
kürsüye çıktığınızda, Türkiye'nin dünyanın en
büyük 16 ekonomisinden biri olduğundan, Avrupanın da 6ncı
büyük ekonomisi olduğundan, on yıllık Hükûmetiniz döneminde
Türkiyede refahın arttığından, millî gelirin
arttığından dem vuruyorsunuz ve bunları söylüyorsunuz. E
peki, mademki Türkiye gerçekten dünyanın 16 büyük ekonomisinden biriyse,
Avrupanın 6 büyük ekonomisinden biriyse neden kamu
çalışanlarına birinci yıl için 3+3, ikinci yıl için de
2+3ü veriyorsunuz? Neden? O zaman burada şu gerçek ortaya
çıkıyor: Aslında Türkiyedeki ekonomi sizin söylediğiniz
gibi tozpembe değil, iyi değil, iyi olmadığı da zaten
vermiş olduğunuz bu tekliflerde açık ve net bir şekilde
ortada görülüyor ama sanal bir Türkiye âlemi çiziyorsunuz, pembe bir tablo
çiziyorsunuz ve bunu da topluma yutturmaya çalışıyorsunuz. Bu
doğru değil, burada suçüstü yakalandınız.
İkincisi, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı diyor ki: Eğer biz bütçeyi aşacak bir
ücreti verdiğimiz takdirde Yunanistana döneriz. Şimdi,
gösterdiği örneğe bak! Hem Dünyanın en büyük 16 ekonomisiyiz.
diyor hem Avrupanın en büyük 6 ekonomisinden biriyiz. diyor ve bizi
Yunanistanla, 7 milyonluk bir ülkeyle mukayese ediyor. Bir Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanına böyle bir yakıştırma olabilir
mi arkadaşlar? Uygun olabilir mi? Böyle bir eşitleme olabilir mi?
Oradaki, Yunanistandaki olan olayların suçlusu ve kabahatlisi oradaki
emekçiler, çalışanlar değil. Kimdir suçlusu? Kötü yönetimdir.
Burada da zaten suçlu ve sabıkası olan, AKP Hükûmetinin on
yıllık iktidarıdır arkadaşlar. Mademki güllük
gülistanlık, her şey doğru dürüsttü, o zaman Türkiyede bizim
enflasyonun üzerinde veyahut da enflasyonun altında kalmayacak bir ücret
zammının belirlenmesi gerekirken maalesef, 2 milyon 800 bin aktif, 1
milyon 700 bin civarındaki emeklilerimizin kulakları buradaydı,
Meclisteydi ve görüşme masasındaydı. Ne yazık ki büyük bir
hüsranla sonuçlandı arkadaşlar.
Şimdi, geldiğimiz nokta
şu: Bugün, binlerce kamu çalışanı sokaklarda ve meydanlarda
haykırıyorlar. Diyorlar ki: Bu verilen ücret bir sefalet ücretidir,
bizim insanca hayatlarımızı sürdürebilecek bir ücret
değildir. Sayın Başbakan ve bakanlar ve milletvekilleri, sizler
söylüyorsunuz: Ya bizler, hepimiz aynı gemideyiz, batarsak hep beraber
batacağız. Aynı gemide değiliz arkadaşlar veyahut da
aynı gemideysek siz yukarıda kaptan köşkündesiniz, keyfinizi
çatıyorsunuz ama bu ülkenin emekçileri aşağıda kürek
çekmeye devam ediyorlar. Aynı gemide olup da kulvarları farklı
olan insanlarız arkadaşlar. Dolayısıyla, bu verilmiş
olan zammı kabul etmek mümkün değildir ve Türkiyenin emekçileri de
bugün bu taleplerini ve isteklerini, kürsülerde, meydanlarda, alanlarda dile
getirmektedirler.
Şimdi ne olacak? Anlaşma
olmadı, 29 Mayısta Hakem Kurulu karar verecek ve onun vereceği
karar da son olacak. Hiçbir itiraz yolu yok, yargı yolu yok, başka
tartışma koşulları yok, grev hakkı yok ve ne verilirse
onu insanlar kabul etmek durumunda kalacaklar. Böyle bir demokrasi olur mu?
Hukukun yollarını kapatıyorsun, grev hakkını
vermiyorsun ve ondan sonra Ben, kamu çalışanlarına grev,
sendika hakkı verdim diyorsun arkadaşlar. Bunu kabul etmek
doğru değildir ve bunu şiddetle reddediyoruz arkadaşlar.
Bakınız, geçtiğimiz
günlerde Meclisin komisyonuna geldi. Şu anda Türk Hava Yollarında 14
bin çalışan var arkadaşlar, toplu sözleşme görüşmeleri
devam ediyor. 1 Ocak 2011 yılında başlaması gerekir idi,
ama Türkiyede bu iş kolunda bir tek sendika var, Hava-İş
Sendikası. Tek sendika var. 1 Ocak 2011 yılında başlaması
gerekiyordu ama Türk Hava Yolları yönetimi buna itiraz etti, yetkiye
itiraz etti ve bir yıl sürdü. 1 Ocak 2012 yılında Türk Hava
Yollarında toplu sözleşme görüşmeleri başladı
arkadaşlar. Geldi, anlaşmazlık ortaya çıktı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı arabulucu tayin etti. Yani Bakanlığınız
arabulucu tayin ediyor ama buna rağmen Türk Hava Yolları bu
arabulucuya 5 Mayıs tarihinde itiraz ediyor ve mahkeme de bunu 5 Eylüle
atıyor arkadaşlar. Tam beş ay atıyor arkadaşlar.
Beş ay atmışken, şimdi Sayın Metin Külünk ve
arkadaşları bir kanun teklifi veriyorlar ve diyorlar ki: Türk Hava
Yollarında çalışanların grev yasağı kapsamı
içerisine alınması gerekiyor ve burada grevin yapılmaması
gerekiyor. E, hani biz, Türkiye 16ncı büyük ekonomiydik, Avrupanın
6ncı büyük ekonomisiydik! Demokrasiyi biz getiriyoruz, insan haklarını
biz getiriyoruz, şöyle demokrat bir ülkeyiz diyorsunuz. Arkadaşlar,
neden peki Türk Hava Yollarında çalışan insanların toplu
sözleşme hakkını ve grev hakkını bir kanun teklifiyle
ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz? Şu anda,
çalışanların, işçilerin, eski adıyla 2821, 2822, yeni
adıyla Toplu İş İlişkileri Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündeminde, komisyonlarda
görüşüldü hâlâ getirilmiyor Meclise. Bu varken bir kanun teklifi vererek
Türk Hava Yollarında çalışanların grev hakkını
engellemek yakışıyor mu arkadaşlar size?
Yakışıyor mu? Ama yakışıyor çünkü siz Biz,
darbelerle hesaplaşacağız. diyorsunuz ya, aslında 12
Eylülün çocukları olanların 12 Eylülle ve darbecilerle hesaplaşma
şansı yok. Siz, sivil bir darbeyi gerçekleştiriyorsunuz, Türkiye
Büyük Millet Meclisine açık ve net bir şekilde hem kamu
çalışanlarına ve hem işçilere açık ve net bir
şekilde bir darbe yapıyorsunuz.
Biraz önce, değerli
dostum Süreyya Bilgiç burada Biz grev hakkı vermedik, böyle bir taahhütte
de bulunmadık. dedi. Türkiye Cumhuriyeti devleti ILO sözleşmelerinin
altına imza atmış, taahhüt altına girmiş. Evet, buna
uyacağız. demiş. Sizin cumhuriyet Hükûmeti olarak buna uyma
hakkınız yok mudur? Bunu yerine getirmek diye bir düşünceniz
olamaz mı arkadaşlar? Bunu yerine getirmeniz gerekirken maalesef buna
Hayır. diyorsunuz.
Şunu söylemek
gerekiyor, Bülent Arınç da söyledi, siz de söylediniz: Türkiyede
Memur-Seni arka bahçe yaptınız, yandaş konfederasyon
yaptınız. YÖKü yaptınız, Hâkimler Savcılar Yüksek
Kurulunu yaptınız, bütün kamu kurum ve kuruluşlarını
arka bahçe yaptınız, yan bahçe yaptınız,
sendikanızı da yaptınız arkadaşlar. Üçüncü sırada
olan bir konfederasyonu on yıllık Hükûmetiniz döneminde birinci
konfederasyon yaptınız, bundan dolayı sizleri alkışlamak
gerekir. Ama şunu bilmeniz gerekiyor arkadaşlar: Hiçbir şekilde
bu yandaşlığın ömür boyu sürmeyeceğini bilmeniz
gerekiyor.
Sendikanın, bir
siyasi partinin arka bahçesi olmaması gerekiyor. Sendika hem devletten
bağımsız olacak hem sermayeden bağımsız olacak
hem de siyasi iktidardan bağımsız olması gerekirken ne
yazık ki bugün Memur-Sen AKP Hükûmetinin arka bahçesi oldu ve şimdi
de -önümüzdeki günlerde- 29 Mayısta açıklanacak olan bu sefalet
ücretine de Evet. demek durumunda kaldı. Bunu şiddetle
kınıyoruz ve protesto ediyoruz ve kamu
çalışanlarının bu haklı mücadelesinde yanında
olduğumuzu ve onlarla birlikte bu mücadelede birlikte yol
yürüyeceğimizi söylüyor, hepiniz saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Öneri aleyhinde söz
isteyen Erol Dora, Mardin Milletvekili.
EROL DORA (Mardin) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
vermiş olduğu genel görüşme açılması aleyhinde söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün toplu sözleşme
masasında emek, hak ve özgürlük arayışında Hükûmetin
duyarsız yaklaşımı nedeniyle ortaya çıkan
uzlaşmazlık sonucu alana inen tüm kamu
çalışanlarını selamlayarak sözlerime başlamak
istiyorum.
Toplu sözleşme hakkı, 12
Eylül 2010 Anayasa değişikliğiyle AK PARTİnin her zamanki
lütuf gibi gördüğü değişikliklerden bir tanesi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kamu görevlilerine toplu
sözleşmenin yolunu açan ve demokrasinin gereği olan kanun ve
uygulamaları devreye sokmakta geç kalmış olmakla birlikte
uluslararası sözleşmelerin vurgu yaptığı örgütlenme
özgürlüğü, grev hakkı ve toplu eylem biçimleri AK PARTİ İktidarının
korkulu rüyası olmuştur. Kamu görevlilerinin haklarının
minimize edildiği ve toplu sözleşmenin kapsamının
daraltıldığı ve Hükûmetin isteği dâhilinde
imzalanmasının mümkün kılındığı ve itiraz
hakkının olmadığı bir içeriğe sahip taleplerinizi
emekçilere kabul ettirmek istiyorsunuz.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda
var ki, istediği yasayı jet hızlarla Meclisten geçirip
sonrasında köşke onaylatmakta ustalığını
kanıtlamış olan AK PARTİ referandum üzerinden geçen bir buçuk
yıldan sonra bu demokratik ve emekten yana hiçbir uygulamayı Meclise
taşımamış ve toplumsal özgürlükler önünde engel olarak AK
PARTİ engeli söz konusudur.
Emekçilerin örgütlenme, sosyal ve özlük
haklarına saygı duymayan, emekçi insan olmasından öte,
üretmesinden öte, ucuz iş gücü olarak gören AK PARTİ zihniyeti,
geldiğimiz nokta itibarıyla, enflasyon yüzde 10un üzerindeyken,
işsizlik had safhaya ulaşmışken emekçiye zammı fazla
görmektedir. Keşke bu on sekiz aylık gecikmenin üzerinde çok
düşünüldüğü, bütün sendikaların taleplerini
karşılamayı planladığı ve en nihayetinde kamu
görevlilerini tatmin eden bir yasa çıkarma amacıyla
yaşandığını söyleyebilseydik.
Sendika konfederasyonları ile
bakanlık düzeyinde yapılan toplu sözleşmenin düzeyi dâhil birçok hususta
mutabakata varılamamış olmasına karşın
işçilerin en temel hakkı olan grev hakkına yönelik ise Hükûmet
kriminalize edici bir yaklaşım içerisindedir.
Kamu görevlilerine Anayasa
değişikliğiyle tanınan toplu sözleşme hakkı,
mevcut hâliyle çok eksik bir haktır. Bugün kamu
çalışanlarının örgütlenme özgürlükleri, toplu eylem
biçimleri olarak tanımlanan grev, iş bırakma ve iş
yavaşlatma eylemleri gibi haklar suç unsuru gibi sayılmakta ve
işveren ya da çeşitli devlet organları tarafından
cezalandırılmak istenmektedir. Bu minvalde, bu toplu eylem
biçimlerine katılan kamu görevlilerine davalar açılmış ve
birkısmı görevlerinden olmuştur. Bununla birlikte iç hukuk
yollarının tükendiği durumlarda benzer cezalar ile
karşılaşan kamu görevlilerinin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine başvurduğu ve mahkemenin kamu çalışanı
lehine Türkiyeyi cezalandırdığı birçok dava mevcuttur.
Oysaki toplu eylem biçimleri ve grev
hakkı, demokrasilerin olmazsa olmazı niteliğinde olup
Uluslararası Çalışma Örgütü ve birçok uluslararası
sözleşme ile teminat altına alınmış, bu anlaşma
ve sözleşmelere taraf olan ülkeler açısından bağlayıcı
bir niteliğe sahiptir. Bu bağlamda, uluslararası
anlaşmalara atıfta bulunan Anayasanın 90ıncı
maddesinde belirtilen
temel hak ve özgürlüklere ilişkin
milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas
alınır. hükmü gereği, milletlerarası
anlaşmaların garanti altına aldığı ve sosyal
hukuk devletinin gereği olan grev hakkının yapılan Anayasa
değişikliği ve sonrasında önümüze getirdiği bu yasa
tasarısıyla yasal güvence altına alınmaması AK
PARTİnin ne kadar göstermelik bir iş yaptığının
kanıtıdır.
Bugüne kadar AK PARTİ
tarafından getirilen hiçbir yasada olmadığı gibi, bu yasada
da demokrasi ve özgürlükler adına hiçbir düzenlemeden bahsetmek mümkün
değildir. Demokrasi kültürü olmayan bir anlayıştan daha
fazlasını beklemek de pek mümkün olmasa gerek.
Siyasi iktidar çifte adaletsizlik
yaparak hem milyonlarca kamu emekçisinin, emeklilerin ve ailelerinin sadaka
zammıyla sefalet içinde yaşamalarını istemekte hem de bunu
kabul etmeyerek uluslararası hukuktan kaynaklanan grev haklarını
kullanmak isteyen kamu emekçilerini tehdit etmekte ve bu haklarını
kullanmalarını engellemeye çalışmaktadır.
Hükûmetin kamu adına ne varsa
ortadan kaldırmaya çalıştığını ve sendikal
faaliyetlere karşı bir tutum içinde olduğunu, buna
karşılık başta KESK olmak üzere bütün emekçiler bu süreçte
herkesin beklediği tutumu geliştirmektedir. Toplu sözleşme
masasının çalışanlarla dalga geçilecek bir yer
olmadığını herkes bilmek zorundadır, başta da
Hükûmet. Kimse emekçilerle dalga geçemez. Getirecekleri önerilerin de bir
ciddiyeti olacak.
AK PARTİ, kamuoyunda her zamanki
popülist siyasetine devam etmiş ve bu politikalar tutmadığı
vakit polis, asker ve yargıyı devreye sokmaktadır. AKP elli
yıllık tek parti iktidarına büyük yenilikler getirmeden bütün
taleplerin kıyısından köşesinden dolanarak düzenlemeler
yapmaktadır. Son süreçte 2 adet helikopter ihalesi yapıldı
toplam 4 milyon dolarlık ve 7 milyon dolarlık olmak üzere. 4 milyon
kamu emekçisinin yüzde 1lik zam talebi helikopterlere ayrılan bu parayla
karşılanabilir. Türkiyede enflasyon oranı yüzde 10un
üzerindeyken memura yapılmak istenen yüzde 3,5luk zam enflasyon
karşısında memura zam yerine ücretinde düşüklük
getirmektedir.
Bu düşüncelerimi belirttikten
sonra tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Dora.
Sayın Günal, söz talebiniz var,
buyurun.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Az önceki yaptığım
şeyle ilgili bir ek bilgi aktarmak için söz istedim. Ben demiştim ki:
Memurlar bu tarafa doğru geliyor, ne olur? diye. Ama şu anda
Kamu-Sen Genel Başkanının ağır şekilde gaz
altında kaldığını arkadaşlarımız haber
vermiş oldular, ben söylerken bir taraftan onlar gazı yemişler.
Onun için burada ek bilgiyi de sizlere aktarmış olayım. Kendilerine
geçmiş olsun diyoruz. İnşallah bir şeye yarar da bari hiç
olmazsa maaşlarına artış gelir, yedikleri gazın da
karşılığında bir şey gelir yoksa gazı da
boşa yemiş olacaklar.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ SUSAM (İzmir)
Karar yeter sayısı.
BAŞKAN Karar yeter
sayısı arayacağım.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.02
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 16.16
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110uncu Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı vardır, öneri kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına
geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden
başlayacağız.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu Raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
2.- Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk
Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet
Komisyonu Raporları (1/486) (S. Sayısı: 233)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan,
Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri
Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen
Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
3.- Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S.
Sayısı: 177)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Komisyon raporu 177 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ahmet Kenan
Tanrıkulu, İzmir Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU
(İzmir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 177 sıra sayılı Kanun
Tasarısının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini
belirtmek üzere huzurunuzdayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, hemen İkinci
Dünya Savaşı ertesinde gelişmekte olan birçok ülke ekonomik
kalkınmalarını sağlayabilmek için finansman
arayışlarına girdi ve bu finansman arayışları
sırasında 1945 yılında Bretton Woods dediğimiz
Uluslararası Para Sistemi yürürlüğe girerek bir anlaşma
yapıldı. 27 Aralık 1945 tarihindeki bu anlaşmayla birçok
ülke Uluslararası Para Fonunun ve Dünya Bankasının
yürürlüğe koyduğu kuralları kabul etme durumunda oldu. Türkiye
de hemen 1945 sonrasında, 11 Mart 1947de bu anlaşmaya imza koyarak
IMF ve Dünya Bankasıyla ilişkilerini o tarih itibarıyla
başlattı. İşte ondan sonra, 1947 sonrasında ilk
1961de imzalanan stand-bydan itibaren Türkiye 19 tane stand-by
anlaşması imzaladı ve bunun sonuncusunu da 2005
yılında AKP Hükûmeti imzaladı.
Değerli milletvekilleri, bu
anlaşma da 2009 yılında nihayetlendi ve o günden bu güne kadar
şu anda Türkiye bir stand-by anlaşması yapmıyor IMFyle,
ancak birtakım gözlemleme, monitoring dediğimiz uluslararası
gözlemleme sistemlerini devam ettiriyor.
Sayın milletvekilleri, büyük ve
iddialı bir söylemle duyurusu yapılan mali kuralın uygulamaya
geçemeyişi, Gelir İdaresinin özerkleştirilemeyişi, yerel
yönetimlere siyaseten para kaynaklarının aktarılması IMF
tarafından yaklaşık on yıldır sürekli
eleştirilmektedir. En son ocak ayında IMFnin
yayınladığı raporda da yine -Hazinenin sitesinde bu rapor
bulunabilir- bu şekilde bir eleştiri getirilmektedir. Ülkemiz ekonomisini
daha şeffaf hâle getirecek, doğal olarak daha sağlıklı
ve sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayacak olan tedbirleri alamayan
yetkililer ekonomimizin şu anda çok iyi bulunduğunu iddia etseler de
birçok çevre, buna uluslararası ekonomi kuruluşları da dâhil
olmak üzere, durumun hiç de böyle olmadığını makroekonomik
göstergeler açısından açıklamaktadırlar. Şu
sıralarda Türkiye ekonomisinin artık büyüme değil, bir iniş
içine geçtiği ve bu inişin nasıl olacağı, sert bir
düşüş şeklinde mi olacağı, yoksa daha yumuşak bir
düşüş mü olacağı şeklinde tartışmalar da
yapılagelmektedir. Ancak iç talebin sürekli düşmesi, Avrupa
Birliğine olan ihracatımızın azalması ve dünya
ekonomisindeki yavaşlamayı da göz önüne alırsak bu inişin
oldukça sert olacağını öngörebiliriz.
Değerli arkadaşlar, 2012
başında, yani yıllık ekonomi programında
açıklanan birçok rakam, bugün, 5inci ayı bitirdiğimiz bu dönem
içerisinde maalesef sürekli revize hâle getirilmiştir. İşte
OECDnin Türkiye için öngördüğü bu yılki büyüme hızı yüzde
3,3tür. Ancak bizim Orta Vadeli Programda bir türlü
tutturamadığımız ve aşağıya doğru
sürekli revize ettiğimiz rakamlar 2012 yılının da Türkiye
açısından iç açıcı geçmeyeceğini göstermektedir.
Türkiye açısından son on yılda birçok rekorlar
kırılmaktadır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek dış
ticaret açıkları, cari açıklar, ithalat rekorları yine bu
dönem içerisinde kırılmıştır. Öte yanda,
sürdürülemeyen niteliksiz bir büyüme, onun doğal sonucu olarak istihdamda
düşmeler, işsizliğin artması ve son zamanlarda yine dikkat
çekici bir şekilde Türkiye'nin yurt içi tasarruf oranlarının da
oldukça düşük seviyeye gelmesi bugünün en önemli
başlıklarıdır.
Değerli milletvekilleri, bu
başlıklardan cari açığa baktığımız
zaman, millî gelirimizin yüzde 10unu aşan ve artık kritik seviyeyi
hayli geçmiş olan cari açık, alarm zillerinin çalmasına da sebep
olmaktadır. Türkiye, 100 dolarlık ihracat yapabilmek için 140
dolarlık ithalat yapmaktadır ve bu 40 doların nereden finanse
edildiği ve nasıl finanse edildiği konusu da oldukça tartışmalıdır.
Cari açık sürdürülebildiği sürece ve finanse edildiği sürece bir
problem olmadığını bazı iktisatçılar ileri sürse
de, bugünkü ekonomi yönetimi de bunun içine dâhildir, ancak açığın
finansmanı ve finansmanın kalitesi tartışmaları da
sürmektedir.
Değerli arkadaşlar; 2,6
milyar dolarlık sermaye kalemlerindeki finanse edilemeyen
açığı, net hata, noksan diye Merkez Bankasının her
hafta açıkladığı bilançosundaki bir kalem
kapatmaktadır. Ve bu rakam son olarak açıklandığında
3,8 milyar dolar civarındadır ve sıcak paranın girmeye
devam ettiğini ve sağlıklı bir açık finansmanı
şeklinde de sürdürülemediğini göstermektedir. Geçmişte
sıcak paranın hisse senedine mi, tahvile mi veyahut mevduata mı
yatırıldığı noktasında en azından bazı
bilgilere sahiptik; ancak, bugün itibarıyla bu para nereye geliyor ve ne
şekilde ekonomiye enjekte oluyor, maalesef bu konuda da bilgi sahibi
değiliz. Esasen bütün bu olumsuz gelişmeler, geçtiğimiz yaz,
yani Temmuz 2011den itibaren alarm çanlarını bize
çaldırmıştı, yani artık cepten yemeye devam ediyoruz,
döviz rezervlerimiz sürekli azalıyor ve biraz önce de belirttiğim bu
net hata, noksan diye kaynağı belli olmayan bir paranın
girişine bel bağlamış durumdayız. Öte yandan, enerji
faturamız da kabarıyor, cari açığı tahmin ederken Orta
Vadeli Programda, 97 dolar civarında bir enerji faturasından, petrol
fiyatından bahsediliyordu varil başına, ancak 2012
yıllık programı hemen açıklandığında yani
aradan birkaç ay geçmeden bu 100 dolar olarak revize edildi, petrol
fiyatı. Bugünlerde dalgalanan -ne mutlu ki aşağıya
doğru dalgalanıyor- petrol fiyatı bizim cari açık
tahminlerimizin de baştan yapılmasına vesile olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, biz
57nci Hükûmet döneminde Merkez Bankasını bağımsız
hâle getirdik ancak görülen o ki bugün başta Sayın Başbakan ve
ekonomi yönetimi Merkez Bankasının bu
bağımsızlığından oldukça şikâyetçi görünüyor
ve hatta Merkez Bankası Başkanının bazı
açıklamalarından da rahatsız görünüyorlar. En son Sayın
Başbakan TOBB Genel Kurulunda bankaların kredi açmamasından dem
vurdu ve şikâyet etti. Ne ilginçtir ki o şikâyet edilen banka kredi
oranları Merkez Bankasının geçen sene
sınırladığı, yüzde 25 olarak belirlediği, bu sene
yüzde 15e düşürdüğü, hatta yüzde 14e çekme noktasında da
tedbir aldığı bir uygulamadan dolayı
yapılmaktadır. Yani biz, bir yandan dövmeye devam ederken
kurumlarımızı, öbür taraftan da Kaçın. diye
arkalarından kovalıyoruz.
Değerli arkadaşlar, aynı
şekilde kredi derecelendirme kuruluşlarıyla da kavgamız
devam ediyor. Zaten Türkiyede son zamanlarda bütün uluslararası kurumsal
yapıyla bir kavga modası da var. Şimdi, deniliyor ki: Bu kredi
derecelendirme kuruluşları yanlış bazı tespitler
yapıyor ve kendi yerli kuruluşumuzu yapacağız. Bir yönüyle
baktığımız zaman çok normal ve sevindirici bir gelişme
gibi görülse de siyasi sahada hamasi söylemlerle ekonomi
yönetilemeyeceğini maalesef sonradan başımızı vura
vura öğrenmek durumunda da kalacağız.
En yüksek cari açığı
veren bir ekonomi yönetimimiz var ve öte yandan, millî gelirin yüzde 20ler seviyesinden
1999da yüzde 12ler seviyesine düşen bir tasarruf oranımız var.
Peki, bu konuda tedbir alması gereken ekonomi yönetimi ne yapıyor?
Maalesef herhangi bir ciddi tedbir ve politika geliştirilemediğini
görüyoruz.
Dünya Bankası bir rapor
hazırladı. Bazı zamanlar, uluslararası
kuruluşların hazırladığı raporlara ciddi itibar
gösteriyor ekonomi yönetimi ancak bu raporu yani yüksek büyümenin
sürdürülebilirliğiyle ilgili ve tasarruflara yönelik ciddi eleştirilerin
yapıldığı bu raporu maalesef ekonomi yönetimi atladı.
1990larda Türkiye yüzde 23,5 seviyesinde tasarruf yapıyormuş, gide
gide 2000-2008 döneminde bu oran yüzde 17ye düşmüş ve nihayetinde de
geçtiğimiz yıl içerisinde yüzde 12,7ye kadar gerilemiş.
Şimdi, geliştirilmesi gereken
esas mesele, biraz önce de söylediğim dış talebin
azaldığı ve sürekli bir sıkıntının içinden
bahsedildiği dünya ekonomisinin yavaşladığı bir
dönemde sizin iç talebinizi ve dolayısıyla tasarruflarınızı
büyütmeniz gerektiği.
Makroekonomi açısından
baktığınız zaman, tasarruf bir sonuçtur değerli
milletvekilleri. Dolayısıyla, şimdi sizin yapmanız gereken,
bu tasarruflarınızı ne şekilde
arttıracağınız olması lazım. Eğer yüksek
oranlı büyüme hızında ısrar ederseniz, o zaman ortada,
belki de Yunanistan gibi, ülke ekonomisinin ileride -Allah göstermesin-
iflasına kadar gidecek ciddi politika yetersizlikleriyle karşı
karşıya kalabilirsiniz.
Dünya Ekonomik Forumu bir Küresel
Rekabet Endeksi yapıyor. Dolayısıyla, bu kadar tasarruf edemeyen
bir ekonomide girişimcilerimiz de sıkıntı içerisindedir. Bu
endekse baktığımız zaman, Türkiye, iç piyasada rekabetin
yoğunluğu açısından 142 ülke arasında 13üncü; rekabet
hukukunun etkinliği bakımından 33, firmaların pazar
hâkimiyeti bakımından da 41inci duruma gerilemiş yani hem
tasarruf yapamıyorsunuz hem girişimcileriniz, firmalarınız
zor duruma düşmüş, bunun doğal sonucu olarak da rekabet yapma
endeksiniz gerilemiş.
2011 yılında ne olmuş?
diye şöyle geriye baktığınız zaman, Türkiyede
rantiyenin kazandığını görüyoruz değerli
arkadaşlar. Ücretlimiz enflasyona, rantiyeye ezdirilmiş durumda ve
ciddi manada, sürdürülemez bir yapı içerisinde Türkiye, 2012
yılında yaklaşık 130 milyar dolar civarında bir
dış finansman ihtiyacı içerisinde.
Şimdi Bu finansmanı nereden
bulacağız, nasıl bulacağız? tartışmaları
devam ederken ve 2012de kaynak
bulmanın zor olacağı noktasında bütün uluslararası
kuruluşlar kanaat belirtirken, biz öte yanda dönüyoruz 2012de yüksek bir
büyüme hızı öngörüyoruz, daha sonra bunu revize ediyoruz ama revize
ettiğimiz rakam bile uluslararası kuruluşların
tahminlerinin çok çok ötesine çıkıyor. Öbür taraftan da kredilerimizi
daraltıyoruz, bankalara tabiri caizse- fırça çekiyoruz ve bunun
sonucunda kendi ayağımıza kendimiz kurşun
sıkıyoruz.
Avrupa bankaları artık bu
dönemde bize borç verme durumunda olmayacak çünkü kendi
sıkıntılarını aşma noktasındalar, borç krizi
yüzünden kredilerini kısmak zorunda kalmış durumdalar.
Ekonomi yetkililerinin yürüttüğü
mevcut büyüme modeli, yani ısrarla, sıcak paraya dayalı,
sürdürülemez ekonomik modeli artık iflas etmiş noktaya geldi.
Değerli arkadaşlar, ülkenin
sürekli cari açığını ve dış borçlarını
arttıran bu model istikrarlı ve sürdürülebilir olmaktan da
uzaklaştı. O zaman ne yapmamız lazım? İyi bir büyüme
stratejisi ortaya koymamız lazım. Bu stratejinin içerisinde üretimin
yavaşlaması değil, üretimin ithalata bağımlı hâle
gelmesi değil, tam tersine, ihracat odaklı bir büyüme stratejisi
izleyerek üretimi artırmak olması gerekiyor ama öbür taraftan
bakıyoruz, ülkemizde maalesef ihracattan sorumlu bir bakan var ama
ithalatla ilgili, nedense hiç kimse ağzını açıp da bir
kelime söylemiyor. Zaten ihracatçı kuruluşların tepesinde de
eğer ithalatçılar oturursa, bir kısım ithalatçılar bu
meslek kuruluşlarının tepesinde meslek odası
başkanlığı gibi bir görev yaparsa zaten bu soruna da
doğru bir çözüm getirme şansımız, maalesef, olmaz.
Öbür tarafta işsizlik
rakamlarına da göz atmak lazım. Bakın, 2012 yılına
geldiğimiz zaman artık çift haneli işsizlik rakamlarıyla
karşı karşıya kaldık ve bu, geçtiğimiz senenin
Temmuz 2011 sonrasındaki dönemin zaten belirtileri arasındaydı.
Geçtiğimiz yaz döneminde, o cepten yediğimiz, fazladan
kullandığımız rezervler bugün bize ciddi manada sorun
yaratmaya başladı. İşsizliğin bu kadar
artmasının tabii ki en önemli sebebi, işte biraz önce söyledim,
büyümenin yani aşağı inişin, durağan hâle gelmenin,
yumuşak mı, sert mi tartışmalarının sonucunda
büyüme hızımızın düşmesi. Yüzde 8,5 seviyesindeki bir
büyümede, siz birden ayağınızı frene
bastığınız zaman, bu aracı bu kadar hızlı bir
şekilde durdurursanız bunun doğal sonucu olarak da ortaya bir
istihdam boşluğu ve işsizlik çıkaracaksınız
demektir.
Değerli milletvekilleri, çok
ilginçtir, Türkiyede bir de bir IMF borcu tartışması
yapılıyor. Şimdi, 2002 yılında Türkiyenin
devrettiği IMF borç stoku 23,5 milyar dolar falan değildi. Bu borç,
ben size söyleyeyim, 13,9 milyar dolardı. Şimdi, bu tabii ki çok
ilginç bir noktadır. 2003te 16,7ye çıkmış, 2004te 18,4
olmuş, 2005te 14,6 olmuş, 2006da 10,8 olmuş, 2007de düşmeye
başlamış, 7,1 olmuş, 2008de tekrar artmış 8,6
olmuş ve nihayetinde yani bu son 2005 stand-by anlaşmasının
bittiği 2009da da 8 milyar dolar civarına gelmiş. Yani sizin
yaptığınız anlaşmanın sonucunda
kullandığınız kredi dilimlerine göre sizin borç stokunuz
artabiliyor da, azalabiliyor da. Şimdi, buradan yola
çıktığımız zaman siz şuna bakacaksınız:
2002-2011-2012 arasındaki toplam borç stoku ne kadar artmış; ona
bakacaksınız. Türkiyenin IMF borcu artık o kadar az bir noktaya
gelmiş ve konuşulmaz bir hâle gelmiş durumda ki sizin bu borçla
mukayese yapma şansınız zaten yok uluslararası anlamda. Siz
toplam borcunuza bakacaksınız, kamu artı özel sektör borcuna
bakacaksınız. Öbür tarafta, bu süre içerisinde 50 milyar dolar civarında
özelleştirme yapmışsınız. Yani bir yandan borcunuzu
artırıyorsunuz, 2002de 221 milyar dolardan 580 milyar dolar
civarında bir toplam borç rakamına geliyorsunuz ve 50 milyar dolar,
özelleştirmeye rağmen büyük bir maharet göstererek toplam borcunuzu
artırıyorsunuz. Asıl mesele bunun konuşulması, bunun
nasıl azaltılacağı noktasında, burada, Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak ortak tedbir geliştirelim, beraber
politikalarımızı üretelim.
Değerli arkadaşlar,
istihdamı sanayi sektörünün yaratması lazım, büyütmesi
lazım. Ancak bizde, baktığımız zaman, istihdam yaratan
çalışma kollarına baktığımızda, maalesef,
vasıfsız, düşük ücretli ve düşük katma değerli iş
kollarında istihdam var. Bu, sanayi sektöründe de böyle, hizmet
sektörlerinde de böyle. Dolayısıyla bütüncül bir şekilde ve
hükûmetten hükûmete de değişmeyecek bir istihdam stratejisi ortaya
koyamazsanız o zaman sizin memleketinizde, ülkenizde işsizlik
sorununu çözme şansınız da kalmaz.
Birçok yapısal sorun var
işsizlikle ilgili. Bunların en başında da iş gücüne
katılımın uluslararası standartlara yükseltilmesi meselesi
geliyor, kadın iş gücünün yükseltilmesi meselesi geliyor ki, biz bunu
son yapılan istihdam stratejisi çalışmalarında göremiyoruz
değerli arkadaşlar.
Yaklaşık on yıldır
ülkemizde pür liberal ve küresel piyasalara entegre olma gayreti içinde olan
bir politika izlendiğini görüyoruz. Bu politikalar dünyanın birçok
ülkesinde terk edilmiş olmasına rağmen, maalesef, ısrarla,
Türkiyenin kendi iç dinamiklerini ve rekabet gücünü yükseltecek bir politika
izleme yerine, doğru önceliklere dayalı stratejiler geliştirmek
yerine böyle bir politika takip ediliyor. Bu, bizi, performans
bakımından kendi ligimizdeki ülkelerden geride bırakacak bir
uygulama hâline gelir ve maalesef, bunların sonucunda da küresel finans
piyasasının dışsallıklarına daha fazla
bağımlı hâle geliriz. Onun için, Türkiye'nin refahı
noktasında, Türkiye'nin ekonomik kalkınması noktasında çok
da fazla bir şey yapmayan ekonomi yetkililerine buradan seslenmek
istiyorum: Değerli arkadaşlar, karmaşık hedeflerle
uğraşmayı ve stratejik kurgulamayı öğrenmeniz
gerekmektedir. Eğer bunu doğru yerde ve doğru zamanda yaparsanız,
ülkemizin o namütenahi dediğimiz sonsuz değerlerini, millî
ekonominin servetlerini de geliştirme şansınız olur.
Değerli arkadaşlarım, bu
düşüncelerle tasarının hayırlı olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz isteyen Orhan Düzgün, Tokat Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) Sayın Başkan, yanlış bir rakam verdi,
onunla ilgili düzeltme için ne zaman söz verirsiniz?
CHP GRUBU ADINA ORHAN DÜZGÜN (Tokat)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Para
Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen
Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım, ben bir
ekonomi uzmanı değilim, bu nedenle, ekonomiyle ilgili eminim ki siz
sayın milletvekillerinin arasında benden çok daha fazla söz
söyleyecek insan vardır diye düşünüyorum.
Sadece şunu belirtmek isterim ki:
Daha dün, Sayın Başbakan Artık biz IMFye borç vereceğiz.
diye bir söylem geliştirmişti. Bugün bu ülkenin memurları
sokaklardalar, gene -eğer televizyonlara bakabildiyseniz- hepsi
coplanıyor, hepsi biber gazından geçiriliyor. Bunun nasıl güçlü
bir ekonomi olduğunu biz anlayamadık. Dünyanın 16ncı
büyük ekonomisiyiz. diyeceksiniz ama memura gelince Yüzde 3,5a razı
olacaksın. Eğer bunu vermezsek Yunanistandan daha kötü oluruz.
diyeceksiniz yani burada şunu çok doğru olarak tespit etmek
lazım: Demek ki bizim ekonomimiz pamuk ipliğine bağlı,
eğer yüzde 3,5 yerine 5 verirsek Yunanistan olacağız. Bunu da
şu anlamda takdir etmek lazım: En azından iktidar ülkedeki
ekonominin vahametinin farkına varmış demektir. Bu açıyla
bakacak olursak bunun da doğru bir yaklaşım olduğunu
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
ben Tokat Milletvekiliyim. Bu nedenle IMFdeki anlaşmadan çok -Sayın
Başkanımın da hoşgörüsüne sığınarak-
Tokatın problemlerinden bahsetmek istiyorum bu vesileyle.
Şimdi size birkaç tane isim
okuyacağım: Yeter Demir, Dönüş Usta, Ercan Koldan... Kim bu
adamlar? diyeceksiniz, ben size söyleyeyim, bir tanesini anlatayım,
bizzat tanıdığım için anlatıyorum: Ercan Koldan, iki
yıl önce evlenmiş, fakir bir ailenin çocuğuydu. Kendisi
çobanlık yaparak ailesindeki 7-8 nüfusu geçindirmeye
uğraşıyordu. Yaklaşık on gün önce kene
ısırması sonucu öldü. Eşinin kucağında sekiz
aylık bir bebek var ve bu ailenin başka çalışacak kimsesi
yok. Baba yaşlı, anne tarlalarda gündelik işçi olarak
çalışarak bu ailenin geçimine katkı sağlamaya
uğraşıyor. Ne oldu peki? Ercan Koldan öldü.
Değerli arkadaşlarım, bu
Meclise benden önce de 2 kez Kırım Kongo kanamalı
hastalığının araştırılması için önerge
verilmişti. Bu önergelerin 2si de maalesef, yüce Meclis tarafından
reddedildi. Şunu belirtmek isterim ki bugün bu saydığım
isimlerin ölümünden o gün bu önergenin reddine el kaldıranlar
sorumludurlar.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Tokatta ne oluyor? Tokatta her bahar geldiğinde,
insanlar tarlalarına gitmek için, bir şeyler üretebilmek için
evlerinden çıktıklarında veya da hafta sonları gidip
çoluğuyla çocuğuyla doğru dürüst bir piknik yapmak
istediklerinde akşam evlerine bir panikle dönüyorlar, Acaba bizi bir kene
ısırdı mı? Acaba biz bir hafta, on gün içerisinde
hastalanıp ölecek miyiz?
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, iktidardaki Tokat milletvekili arkadaşlarım
buradalar mı, göremedim kendilerini ama ben, yine de, bu konuyla ilgili
hususları kendilerine hatırlatmak isterim. Benim değerli arkadaşlarım
seçim öncesinde demişlerdi ki: Biz Tokatı turizm merkezi
yapacağız. Çünkü bu, Tokatta doğru bir çözümdü. Neden
doğru bir çözümdü? Tokatta sigara fabrikası vardı,
sattınız; Turhalda şeker fabrikası vardı,
sattınız dolayısıyla bu insanların bir yerden bir
geçim temin etmesi lazım. O zaman dediler: Biz size turist getiririz. Siz
de turistler sayesinde geçinirsiniz.
Tabii, Tokata turist gelebilir ama
turisti Tokata getirmenin koşulları var. Şimdi,
yaşayanların sokağa çıkmaya korktuğu bir Tokata
dışarıdan nasıl turist getireceksiniz; onu ben çok merak
ediyorum.
Bakın, size akraba olan
gazetelerden birinin yazısı, deniliyor ki: Tokatta kene
hastalığıyla ilgili kamu görevlilerine sus emri verildi. Eğer
kamu görevlilerinin susmasıyla Tokattaki kene hastalığı
çözülecekse, bu problem bitecekse ben de hemen bu kürsüyü terk edeceğim
çünkü konuşmamak vatandaşın sağlığına
demektir.
Arkadaşlar, bu konuyla ilgili
Sayın Sağlık Bakanımıza bir soru sordum, dedim ki:
2002 yılından beri Tokatta, Sivasta, Çorumda, Amasyada bu
hastalığa kaç kişi yakalandı? Kaç kişiyi kene
ısırdı? Bunların kaç tanesi hastaneye yattı? Kaç
tanesi de öldü?
Bakın, Bakanlığın
bana gönderdiği yazıyı size aynen okuyorum: Kırım
Kongo kanamalı ateşi hastalığı tanısıyla
2011 yılında Amasyada 47, Çorumda 137, Sivasta 80, Tokatta 258,
Yozgatta 115 vaka tespit edilmiş olup tamamı yatarak tedavi
almıştır. Hastalığın ülkemizde görülmeye
başlandığı 2002 yılından günümüze kadar ise
Amasyada 14, Çorumda 48, Sivasta 15, Tokatta 57, Yozgatta 40 kişi
yaşamını yitirmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
ben mesleğimden dolayı da çok iyi biliyorum ki hastanelerde gerçekten
bu konularla ilgili ciddi istatistikler yapılıyor, ciddi veriler
sağlanıyor ve bunların her birisi her ay Bakanlığa
gönderiliyor. Tabii, ben sorduğum soruya cevap alamadığım
için acaba bir yanlışlık mı var diye tekrar yazı
yazdım. Şunu da belirtmek istiyorum: Bir milletvekili
sıfatıyla Bakanlığı kendim aradığımda
bana bu konuda bilgi veremeyeceğini söyledi Sağlık
Bakanlığı. Bu söylediğim bilgileri bilgi edinme hakkımızı
kullanarak alabildik ancak. Bir milletvekiline Bakanlığın
gösterdiği muamele budur.
Evet, arkadaşlar, biz diyoruz ki:
Kaç kişiyi kene ısırdı? Bilgi yok. Kaç kişi hastaneye
müracaat etti? Bilgi yok. Bakanlık sadece ölenleri saymış,
onları da doğru mu saydı, yanlış mı saydı,
onu da bilemiyoruz tabii, çünkü bu bölgeye eğer gidebilecek
olursanız, yolunuz düşerse o rakamların gerçekte çok daha
farklı olduğunu, şu anda hastanelerin intaniye servislerinin
kene ısırıklarıyla dolu olduğunu görürsünüz. Umut ederim
de bir gün uğrayıp görürsünüz diye düşünüyorum.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, nedir Kırım Kongo kanamalı
hastalığı ve neler yapıldı; onlara bakmak lazım.
Şu ana kadar Tokatta elle tutulur, gözle görülür hiçbir önlem
alınmadı. Tabii, Amasyayı, Çorumu, Sivası bilmiyorum ama
farklı bir durum var mı? Çok olduğunu düşünmüyorum, tahmin
etmiyorum açıkçası.
Arkadaşlar, burada insanların
öldüğü bir hastalıktan bahsediyoruz ve bu, gerçekten bu ülkenin
prestijine, bugünkü konumuna son derece yakışmayan bir durum. Gene
hatırlatmak isterim ki sizin o beğenmeyip buraya her
geldiğinizde laf sokuşturduğunuz cumhuriyet hükûmetleri bu
ülkede sıtmayı yenmiştir, trahomu yenmiştir, cüzzamı
yenmiştir ama siz on yıldır bırakın yenmeyi, her geçen
yıl, biraz daha sayısı artarak, ölümler artarak bu
hastalığın devam etmesini seyretmektesiniz. Ne zaman bir tedbir
alacağınızı ve ne zaman bu işteki süreci
durduracağınızı gerçekten büyük bir merakla izliyorum.
Bundan önceki konuşmamda da
söyledim, vatandaş artık o kadar çaresiz ki bu konuyla ilgili,
belediye başkanları sülün alıp doğaya salıyorlar,
çözümü burada arıyorlar. Vatandaş sağdan, soldan parasıyla
keklik alıp bahçesine bırakıyor, kekliklerden medet umuyorlar. Şimdi,
siz bana anlatabilir misiniz ki Biz sağlıkta devrimler yaptık.
Bu ülkenin sağlık problemleri yok, hepsini çözdük, hepsinin üzerine
gidiyoruz. Eğer başka yerlerde gidiyorsanız da Tokatta
gitmiyorsanız, bunun gerekçesini de bize söyleyin. Tokat size, en son,
geçtiğimiz yerel seçimde yüzde 56 oy vermiş bir il. Bu insanlardan ne
istiyorsunuz? Bunun gerekçesi nedir?
Değerli arkadaşlarım,
umut ediyorum ki Sayın Sağlık Bakanı bu konuyla ilgili
geçmişte yaptığı gibi Pantolonunuzun paçasını
ayakkabınızın içerisine sokun. Üstünüze beyaz elbiseler giyin.
şeklinde tavsiyelerde bulunarak bu konuyu geçiştirmek yoluna gitmez.
Sayın Bakan bu konuyla ilgili bir de eleştiriye
kızmış, Ben böyle söyledim, benimle dalga geçtiler. diyor.
Değerli arkadaşlarım, o zaman, Sayın Bakan annelere mama
tarifi yapsın. Sağlık Bakanının yapması gereken iş
bu değildir. Sağlık Bakanı, bu işle ilgili bu ülkenin
yetişmiş insanlarını bir an evvel görevlendirip, bu
bölgelere gönderip, ne yapması gerekiyorsa, Bakanlığın
yetkilerini ve elindeki imkânları kullanarak bu insanları bu
hastalıktan korumak zorundadır. Yoksa, dediğim gibi Üzerinize
beyaz elbise giyin. demek Sağlık Bakanının işi de
değildir, görevi de değildir. Biz kendisini bu nedenle
eleştiriyoruz, yoksa kimseyle alay etmek gibi falan bir haddimiz de yok,
hakkımız da yok, onu da biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, az
önce, bir belediye başkanı arkadaşım gelmişti.
Keşke uygun olsanız da bir gün gitsek, bizim Reşadiye diye çok
şirin bir ilçemiz var, Türkiyede çok az bulunan krater gölleri var. Tam
dağın tepesinde, çıkıyorsunuz, bir göl var orada,
olağanüstü, doğal, güzel bir manzara var. Adamcağız
gidiyor, geliyor buraya
Değerli arkadaşlarım,
yine bir şeyi söylemek istiyorum: Bundan birkaç gün önce 19 Mayıs Gençlik
ve Spor Bayramımızı kutladık. İl Başkanım
iki kez emniyete davet edildi. Gerekçesi şu: Atatürk anıtına
çelenk koymayacaksınız. Emniyette görevli bir arkadaşım
partimize kadar gelip sağ
olsun, zahmet etti- bize bu yaptığımızın
yanlış olduğunu anlatmaya çalıştı. Efendim,
bununla ilgili yönetmelikler varmış, biz, Atatürk anıtına
çelenk koymamalıymışız.
Sayın milletvekilleri, kendilerine
de çok açık ve net olarak söyledim, biz bu ülkeyi, bu cumhuriyeti kuran
partiyiz. Biz bu devletin askerine kurşun sıkmayız,
geçeceği yola mayın döşemeyiz, bu ülkenin çocuklarını
öldürtenlere sayın demeyiz ama biz, 19 Mayıslarda bedeli ne olursa
olsun, karşılığı ne olursa olsun gider, çelengimizi
koyarız ve nitekim, Tokatta koyduk. (CHP sıralarından
alkışlar) Eğer bizi bu yöntemlerle
yıldıracağını düşünenler varsa yanlış
hesap yapıyorlar. Bu hesaptan bir an evvel vazgeçmeleri onların
lehine olacaktır, bizim değil çünkü bizim daha fazla kaybedecek bir
şeyimiz yok.
Değerli arkadaşlarım,
umarım, İçişleri Bakanımız bu konuyla bir ilgilenir.
Tokatın Belediye Başkanlığı yaklaşık yüzde
50 gibi bir oyla sizin partinize verildi. Bu Belediyenin bir Belediye Başkan Yardımcısı var, o
da sizin partinizden, Cumhuriyet Halk Partili falan değil. Adam, iki
aydır bas bas bağırıyor, diyor ki: Bu Belediye
Başkanı yolsuzluk yapıyor, bu belediyede başka türlü
işler dönüyor. Fakat ne açılan bir soruşturma var ne gönderilen
bir müfettiş var ama İzmir Belediyesi oldu mu 52 tane müfettişi
koyuyorsunuz oraya -o da benim hemşehrimdir, biz Sayın Aziz
Kocaoğlunun da arkasında hep duracağız, onu da açıkça
söylüyorum- Tokat Belediyesine gelen geçen kimse yok. Cumhuriyetin
savcıları artık bu işleri bırakmışlar
anlaşılan o ki. Önceden, böyle işler yazıldığı
çizildiği zaman, cumhuriyet savcıları da bununla ilgili bir
soruşturma açarlardı en azından nezaketen. Artık, demek ki
savcılarımız çok nazik de değiller.
Yine, değerli
arkadaşlarım, bakın, söyledim ya Tokat size çok oy veren bir il.
Bir Turhal Belediye Başkanınız var, bir uygulama
planlamış. Planlama aslen mantıklı bir şey, kabul
ediyorum, su sayaçlarını otomatik hâle getirelim, kartlı hâle
getirelim, vatandaş kartını alsın, aldığı
kart kadar da su kullansın. Tamam, güzel, buraya kadar güzel. Bundan
sonrasını söyleyeyim: Sayaçlar değiştiriliyor. Sayacın
tanesi, gidip Ankarada almaya kalkarsanız 160 lira fakat Sayın
Belediye Başkanı, üç aydır bu saatleri Turhallılara 300
liraya satmaya uğraşıyor, almayana da aba altından sopa
gösteriyor, kimseden korkusu yok. Dedik ki: Biz bunu gündeme getiririz, biz
bunu konuşuruz. Ben inanıyorum ki AK PARTİnin içerisinde de
vicdan sahibi insanlar vardır, bunun üzerine eğilirler. Fakat,
değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan bizden
korkmadığı gibi kendi iktidarının vekillerinden de
korkmuyor Biz bunu satacağız. diyor Hesabınıza gelirse.
Vatandaşa da diyor ki: Keserim suyunuzu ha. Şunu da açıkça
söyleyeyim, o Başkanın da o vatandaşın suyunu kesmeye gücü
yetmez. Biz, dostluktan yanayız, barıştan yanayız,
dürüstlükten yanayız ama eğer gerekirse kavga etmeyi biliriz. Bunun
da bu şekilde bilinmesini istiyorum.
Evet değerli
arkadaşlarım, benim bu anlaşmayla ilgili
Sayın
Başkanın hoşgörüsüne teşekkür ediyorum, bize ilimizin
sorunlarıyla ilgili konuşma şansı
tanıdığı için ve bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 177 sıra
sayılı Uluslararası Para Fonu ile ilgili sözleşme üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Ancak bir gerçeği hatırlatma gereğini
duyuyorum. 1994te Türkiye ekonomik krize girdiği zaman IMF,
Uluslararası Para Fonu ne yapmıştı? Türkiye'nin parası
devalüe edilirken, enflasyon birdenbire yükselirken neler
yapılmıştı? Sonra, 2000-2001 banka krizlerinde banka
hortumlama ve banka batıklarından sonra IMF ne tür acı reçeteler
Türkiye'nin önüne koydu? Bunları iyi görmek lazım. Türkiye ne kadar
faiz ödedi, ne kadar anapara ödedi? Ve bu uygulamaların içinde sıkça
karşımıza çıkan bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum.
Bu gerçek şu: Asgari ücreti artırma, yerinde saysın. Memura zam
yapma, yerinde saysın. yani IMFnin standart talepleri hâline
gelmişti o dönemlerde.
Bugün Türkiyede bakıyoruz meydanlara, sabah
Güvenparka baktım, kamu emekçileri zam artışları için,
haklı talepleri için meydanlardaydı. Sonra Türkiye'nin bütün
şehirlerinde bu hak taleplerini dile getirmek için iş bırakma
eylemleri vardı. Ne oldu? Memurlar hak talepleri için meydana
çıkıyor, devletin memurları da onlara gaz sıkıyorlar
şimdi. Gerçekten, tuhaf bir durumla karşı
karşıyayız.
IMFnin tarihinde, serüveninde kriz dönemlerindeki
aldığı boğaz sıkma, kemer sıkma politikalarının
tamamı emekçi kesime yönelik; çalışanlara yöneliktir, sendikal
haklara yöneliktir, kamu emekçilerinin örgütlenmelerine yöneliktir, böyle bir
prosedürü vardır.
Şimdi, Orta Vadeli Programla bütçelerimizi
yapıyoruz, üç yıllık bütçe şu andan belli. Bu üç
yıllık bütçe belli olmasına rağmen, vergi afları,
vergi barışı, özelleştirme, bir ton ekonomik kaynak elde
ediliyor, bütçeye para geliyor yani bütçenin gelirleri içinde yer almayan
kalemler olarak. Vergilerin dışında, dolaylı vergilerin
dışında, gelir vergisinin dışında böylesi
kaynaklar oluşturuluyor ve bütçe cari açıktan bir türlü
kurtulamıyor, 60-70 milyar civarında. Şu anki cari açık 70
milyar civarında.
Şimdi, küresel krizin hüküm
sürdüğü, Avrupada en çok etkilendiği, ABDnin en çok
etkilendiği bir sürede, burada icra direktörlüğünden bir tanesini
Türkiyeye vereceğiz. G-20 üyesi ülkedir, Türkiye de bu konuda, işte
bundan sonra IMFyi yönetenlerin arasına katılacak, Türkiye de bundan
sonra IMFnin aldığı kararların ortağı olacak,
emekçilerin, çalışanların, hepsinin boğazını
sıkacak.
Şimdi böyle bir sözleşme
imzalarken, Türkiyeye ne getiriyor ne götürüyor, iki gözlükten bakabilirsiniz:
Bir, emperyal açıdan, sermaye açısından bakarsınız.
Buradan, az gelişmekte olan, gelişmekte olan ülkeleri kendine
bağımlı kılacak yerlere verilecek kredilerle, bu kredileri
faiz borçlarına boğup, o ülkelerin millî servetlerini
akıtabilirsiniz zengin ülkelere. Hangi ülkeler? İşte, başta
G-8 ülkeleri olmak üzere Amerika, Avrupaya. Peki kim krizi başlatan
2008den bu yana? Amerika başta olmak üzere Avrupa. Hangi ülkeler şu
an krizin cenderesinde? İşte Yunanistan, bakıyoruz İtalya,
İspanya, Portekiz, İrlanda. Ne oluyor bu ülkelerde, bu gerçeği
görmek lazım.
Şimdi burada, biz,
uluslararası sözleşmedir, teknik sözleşme imzalıyoruz, bu
teknik sözleşmeler de Dışişleri Komisyonundan geçiyor, aman
komisyondan geçti buna bir imza da biz atalım, dünyayı yönetiriz,
IMFnin icra direktörlüğünden iki tanesini gelişmiş Avrupa
ülkelerinden birini alırız. Zaten Avrupa ekonomileri bu krizin
sonucunda sallantıya girdiği zaman büyümeleri durdu, hatta geriledi,
üretimlerinde, istihdamlarında durulma yaşandı. E, Türkiye de
Çinden sonra yüzde 8,6yla dünyada en çok büyüyen ülkeler kategorisi içinde, bu
icra direktörlüklerinden birine talip yani dün IMFnin
uyguladığı tedbirlere ülkemizdeki emekçilere, bugün IMFnin icra
direktörü olarak bizim ülkemiz bu sürece katılarak ortak olacak.
Bu küresel krizin getirdiği üç
tane ağır sonucu açıklayayım. Bundan ders almamız
gerekiyor. Birisi: Avrupada küresel kriz ırkçılığı
hortlattı, ırkçılık gelişti. Irkçı partilerin çok
hızlı bir şekilde geliştiğini ve Avrupa Parlamentosunda
grup oluşturduğunu biliyoruz. Bu yanı çok önemli. İkincisi:
İslam karşıtlığı hızla gelişiyor bu
ülkelerde; bu çok daha önemli. Üçüncüsü: Üçüncü dünya ülkelerinde, açlık
ve yoksullukla mücadele edilen ülkelerle yapılan anlaşmalarda ve
ikili anlaşmalarda tam bir sömürü zihniyeti, bu bankacılık,
finans zihniyetinin temelini oluşturuyor.
Şimdi, biz, bu IMFnin icra direktörü
olmak için Bu sözleşme tekniktir. diye buna evet mi diyeceğiz? Evet
dersek vicdanımız sızlar çünkü kamu emekçilerinin Güvenparkta,
İstanbulda, İzmirde, Adanada, Mersinde, Diyarbakırda ve
birçok şehirde gaz
bombalarıyla dağıtıldığı, demokratik hak ve
taleplerinin boğdurulduğu, kamu emekçilerinin gözaltına
alındığı haberlerini alıyoruz. Bu haberlerin
kaynağını iyice bir araştırın. IMFnin Orta
Vadeli Programa bağladığı, Türkiyede bütçe
rakamlarının üç yılda bir otomatiğe
bağlandığı, artık değiştirilemez
olduğu, bütün bakanlık bütçelerinin belli bir kaleme
bağlandığı bir süreçte şunu dayatıyor: Memurlara
fazla para vermeyeceksiniz, memurlara fazla zam artışı
vermeyeceksiniz, fazlasını verirseniz disiplini bozarsanız, Orta Vadeli Programa
aykırı. Kim bunu diyor? Uluslararası Para Fonunun niyetleri,
direktifleri doğrultusunda oluşturulan Orta Vadeli Program. Orta
Vadeli Program Hükûmetin tasarrufu.
Şimdi, bu tasarruf
karşısında şunu sorma hakkı vardır: Türkiye
ekonomisi yüzde 8,6 büyüyorsa niye memuruna bu parayı vermiyorsunuz,
maaşına zam yapmıyorsunuz? Ocak ayından beri henüz
zamlarını alamadılar. Kamu Emekçileri Sendikası (Kamu-Sen)
bugün meydanlarda. Niye meydanlardadır, meydanlarda olmasının
sebebi nedir? Niye devletin güvenlik güçleri bu memurların hak talepleri
karşısında gaz bombalarıyla karşılarına
dikiliyor? Hâlâ IMFye mevcut borcumuz 2,3 milyar dolar. Yani biz hâlâ IMFye
borçlarımızı daha kapatamadığımız bir ülke
olarak İcra Direktörlerinin bir üyeliğine talip olacağız.
Burada şöyle
açıklanıyor: Efendim, yüzde 36ydı IMFde en yüksek kota
payına sahip üye sıralaması. Bu sıralamada Türkiyeninki
20nci sıraya yükseldi, o zaman Türkiye 20ye yükseldi, G-20 zirvesinin de
üyesi maşallah. İki tane de icra direktörlüğünü -Avrupa
ekonomisi geriledi- alalım, bir tanesini Türkiyeye verelim. Ee, ne
olacak ? Burada hemen ne olacağının cevabı şu:
Türkiyenin 1.455,8 milyon SDR olan ülke kotası 4.658,6 milyon SDRye
yükselecek. Şimdi, siz bunu memura anlatırsanız, emekçiye
anlatırsanız, çalışana anlatırsanız
Bu ne
getirecek ülkeye? Kime, ne getirecek? Türkiyedeki finans ile Avrupadaki,
Amerikadaki finans sektörünün, uluslararası sermayenin birleşip
merkezileştiği, bu IMF üzerinden kâr getirileceklerin hesabına
kârlar gidecek ama emekçinin cebinden çıkarıla çıkarıla
gidecek.
Şu ana kadar yapılan
da budur. Enerjide böyledir, petrolde böyledir, akaryakıtta böyledir,
gıda sektöründe böyledir. Zamları üst üste, üst üste getirirsiniz. Enflasyon oranları ortada, yüzde
10ların üstüne çıktı, çift haneli ama memura geldiği zaman
yüzde 3,5 zam
İnsan bir ülkede kendi çalışanına,
emekçisine, memuruna bu kadar düşman bir siyaseti, ekonomi siyasetini
gözleyebilir mi? Gerçekten bu doğru bir politika mıdır? Bunun
çok iyi sorgulanması lazım.
Aslında Mecliste böyle önümüze
gelen IMFye de evet
IMFye niye evet diyelim kardeşim, niye IMFnin
sömürücü politikalarında icra direktörlüğü? Ha dünya sermayesi bunu
zorunlu kılıyor... Dünya sermayesinin zorunlu
kıldığı onların çıkarlarına olan bir
şey, yani siz bir direktörlük aldığınız zaman dünya
sermayesi sizin üzerinizden az gelişmekte olan Orta Doğu ülkelerinin,
Balkanların, Kafkasların, Afrika ülkelerinin, Kuzey Afrika
ülkelerinin, Arap baharının yaşandığı ülkelerin
paralarına gözlerine dikiyor, ceplerine elini atacak. Bu direkt
demokrasiyi etkiliyor arkadaşlar. Demokrasiyi direkt etkileyen bu süreçte
hak ve özgürlükler, ekonomi mi, özgürlük denklemi mi? Hak ve özgürlükler tabii
burada kısıtlanmaya başlıyor. İşte, bunun en
bariz örneği, Ankarada bile kamu emekçileri sendikaları bir hak
talebi için meydanlara çıkamıyorlar.
Peki, 12 Eylül referandumunda siz toplu
sözleşme, grev ve sendika hakkını memura, emekçiye
tanıyacağınıza dair meydanlarda nutuklar
atmadınız mı, oyları almadınız mı?
Aldınız. Peki, aldıktan sonra siz niye bunun gereğini
yerine getirmezsiniz? Seçim bitti, işler bitti. E, şimdi memurlar
para, hak talepleriyle ortaya çıktıkları zaman üzerlerine
TOMAları, gaz bombalarını, gaz fişeklerini, polis
memurlarını gönderiyorsunuz. Bu yaklaşımın gerçekten
dehşet verici olduğunu söylemek lazım.
Bu ülkenin bir ekonomi politikası
yok. Bu ülkenin ekonomi politikasını Meclis de belirlemiyor; sermaye
şirketleri belirliyor, talimatı Hükûmete veriyor. Hükûmetin,
maşallah, 6-7 tane ekonomiden sorumlu bakanı var. Kalkınma
Bakanı var, Ekonomi Bakanı var, Maliye Bakanı var, hepsi de
maliyeden, ekonomiden sorumlu, anlayamıyorsunuz hangisi sorumlu? Hakikaten
hangisi, Türkiye'nin ekonomisinden, maliyesinden hangisi sorumlu bu bakanların? Yani
bu karmaşanın içinde E, vallahi bir sözleşme geçirelim
arkadaşlar... Ya bu sözleşmeler, teknik işler önemli
değildir, vallahi biz IMFye oy vermeyiz arkadaşlar. Biz IMFye,
emekçilerin burnundan fitil fitil getiren, zulüm uygulayan, ücretlerini
donduran, enflasyonu azdıran, zamları azdıran
politikalarına buradan, Meclisten Evet. demeyiz, diyemeyiz.
Bizim
programımız, bizim görüşlerimiz, dünya bakış
açımız: Biz, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku olarak seçimlere
girdik. Biz emeği savunacağız diye girdik; biz IMFyi
savunacağız, ona destek olacağız, onun sözleşmelerini,
yasalarını çıkaracağız diye bu Meclise gelmedik. Onun
için, IMFye verecek bir tek oyumuz yok burada. IMFye verilen bir tek oy bu
Mecliste, gaz fişeği, gaz bombası olarak Kızılay
Meydanında emekçi memurun başına patlıyor arkadaşlar.
Burada vereceğiniz her oy, gaz fişeği olarak memura dönüyor,
emekçiye dönüyor, işçiye dönüyor, alın teriyle geçimini sağlayan
bütün vatandaşlarımız bundan nasibini alıyorlar.
O açıdan, IMFyi
sorgulayacak bir Meclis onurlu bir görev yapabilir. IMFyi
sorgulayacağız artık, NATOyu sorgulayacağız
artık, Birleşmiş Milletleri sorgulayacağız artık,
Güvenlik Konseyini sorgulayacağız artık. Altmış
yıl geçti, bu bölgesel ve milletlerarası kuruluşların
hepsinin miladı doldu. Dünyanın yeni ekonomilere, yeni ekonomik
politikalara, yeni açılımlara, yeni ittifaklara, yeni güç
arayışlarına ihtiyacı var. Türkiye, bu arayışların
içinde sürüklenen bir ülke olarak kaderini IMFnin eline teslim edemez. Biz
buradan IMFye kaderimizi asla ve asla teslim etmeyeceğiz, memurların
ve emekçilerin kaderini de teslim etmeyeceğiz. Gaz fişekleriyle dönen
her oyun, oraya, IMFye bugüne kadar ödediğimiz bütün borçların,
bütün faizlerin cari açığı da beslediğinin gerçeğini
göreceğiz.
Böyle demiş
işte Kızılderili atasözü: Arkamda yürüme, ben öncün
olmayabilirim; önümde yürüme,
takipçin olmayabilirim; yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz.
demiş. Biz böylece beraber, yan yana yürüyeceğimiz siyaset ve ekonomi
politikası anlayışına sahip anlayışlarla
yürüdüğümüz zaman bu ülkenin kaderini belirlemeye başlayabiliriz. Biz
bu kaderi paylaşma konusunda artık Meclisin de bir ses vermesi
gerektiğini düşünüyoruz.
Son olarak, bu küresel kriz
tartışmaları içinde, yoksulluk denkleminin güvenlik denklemiyle
karşı karşıya getirildiği bir anlayışın
artık ekonomistler tarafından tahlil edildiği bir dünyada
yaşıyoruz ve ekonomistler, açlık sınırı
altında, yoksulluk sınırı altında gelişen
milyarlarca nüfusun artık demokrasileri de, özgürlükleri de tehdit etmeye
başladığını ifade ediyorlar. O zaman, eşit, adil
bir bölüşüm ve ekonomide yeni politikaların, stratejilerin çizilme
zamanı geldiği bir dönemi yaşıyoruz.
Biz, üniversite
yıllarımızdan bu yana, mücadelenin içinde olduğumuz günden
bu yana, bağımsızlık dediğimiz günden bu yana,
özgürlük dediğimiz günden bu yana, demokrasi dediğimiz günden bu
yana, hukuk, insan hakları dediğimiz günden bu yana, parayla
uğraşan Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşların,
bütün bu olaylarda karşısına çıkıp Türkiye'nin, fikir
beyan ettiğini gördük. Ellerinde çantalarıyla havaalanında inip,
burada beş yıldızlı otellerde görüşüp ertesi gün bu
Mecliste kanunlar çıkardıklarını gördük. Biz bu günleri ne
çabuk unutacağız? IMFye boyun eğen bir ülke mi olacağız?
IMFden bir direktörlük kaparak, bu direktörlüğü de bir parmak bal çalarak
ağzına, bir rüşvet misali, Türkiye de işte büyük
potansiyel, dünyanın G-20 ülkelerinden birisi, Türkiyeyi de bu IMF
zinciri içine alırız, ondan da biraz daha faydalanırız, onun
sayesinde de Orta Doğudaki İslam ülkelerine, Afrikadaki İslam
ülkelerine, Kafkaslardaki, Balkanlardaki tarihsel bağlarını
kullanarak o ülkelerin de içine gideriz, petrollerine el koyarız,
enerjilerine el koyarız, geleceklerine, sanayilerine el koyarız
anlayışıyla yapılan anlaşmaların, bir daha
değil, bin defa, milyon defa daha gözden geçirilmesi gereken bir zamanda
yaşıyoruz.
Biz, bugün, Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına, bu kürsüden, gaz yiyen emekçilerin, kamu
emekçilerinin, memurların adına, IMFnin getirdiği,
dayattığı bu sözleşmelere, bunların kime hizmet
ettiğini bildiğimiz için onların namına, bu gaz
bombası ve fişeklerin de onların namına
atıldığını düşünerek protesto ediyoruz.
Hükûmete de, artık şu gaz
tasarrufuna gidin kardeşim, gaz tasarrufuna gidin
Yani bu gaz hiç de
faydalı bir olay değil. Memurun, emekçinin üzerine ikide bir gaz
bombalarıyla saldırmak, demokratik haklarını kısmak
Ne olacak, memurlar bir gün boyunca bir eylemde halay çekseler, haklı
taleplerini dile getirseler Türkiye'ye ne kaybettirir?
Memurlar, değil bir gün iş
bırakma eylemi, bir sene iş bırakma eylemi yapsalar, IMFnin
size dayattığı, Türkiye'ye dayattığı faiz
borcunun karşılığı kadar bir kayba neden olamazlar. O
hâlâ kalan 2,3 milyar dolar borcumuzun da faiz olduğunu burada
hatırlatayım ben sizlere.
Arkadaşlar, böylesi bir
durumdayız. Bu teknik sözleşmeyi bu nedenlerden dolayı, IMFnin
emperyal ve sömürücü politikaları nedeniyle karşı olduğumuz
için şiddetle reddediyoruz ve memurlar adına da bu sözleşmeye oy
vermeyeceğimizi bildiriyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Hükûmet adına Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
YILMAZ (Sivas) Sayın Başkanım, çok saygıdeğer
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu anlaşma IMFe olan
ortaklık payımızı artırma sözleşmesidir, IMFin
yönetiminden talimat alma sözleşmesi değil, IMFin yönetiminde söz
sahibi olmadır.
Bizden önceki iki hatibin
yanlışlarını, hatalarını düzeltmek istedim
Sayın Başkanım.
Bir tanesi şu: Hatiplerden bir
tanesi 2002 yılında IMFe olan borcumuzun 16 milyar dolar
olduğunu söyledi. Bu rakam doğru değil. 16 milyar Özel Çekme
Hakkı (SDR) deseydi doğru olabilirdi ancak söylediğimiz rakam
doğrudur, 2002 yılında IMFe olan borç 22 milyar doların
üstündedir.
Yine bir başka hatip bugün
itibarıyla IMFe olan borcumuzun 2,3 milyar dolar olduğunu söyledi.
Bu rakamda da hata var, bir de onu düzeltmek istiyorum. 1 Mayıs
itibarıyla IMFe olan borcumuz 1,72 milyar ABD dolarıdır; 1,7
milyar ABD dolarıdır. Bu 1,7 milyar dolar borcumuzun
yarısını 2013e kadar ödeyeceğiz; yarısını
bu yıl, geri kalan yarısını da 2013 yılında
ödeyeceğiz ama Mayıs 2013 tarihine geldiğimizde IMFe hiçbir
borcumuz kalmamış olacaktır.
Türkiye'nin geldiği yeri görmek
açısından bir başka ilave bilgi vermek isterim: 1 Mayıs
tarihi itibarıyla Yunanistanın IMFe borcu 27 milyar dolar,
Portekizin IMFe borcu 24 milyar dolar, İrlandanın IMFe borcu -bunlar
yaklaşık değerler- 21 milyar dolar, Romanyanın 15 milyar
dolar, Ukraynanın 13 milyar dolar, Macaristanın 11 milyar dolar,
Beyaz Rusyanın 3,5 milyar dolar. Görüldüğü gibi, Türkiye'nin IMFe
olan borcu bütün bu saydığımız ülkelerden çok çok daha
azdır. Türkiyenin 2002de 22 milyar doların üzerinde bir borcu
vardı, bugün 1,7 milyar dolar borca geldi. Bu borcu da istersek şimdi
ödeyebilir miyiz? Öderiz ancak gerek yok, 2013ün Mayısına kadar
peyderpey ödeyeceğiz.
Bir başka husus
OKTAY VURAL (İzmir) Memurun
maaşını ödeseniz daha iyi olurdu.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Devamla) - Bu memur maaşıyla
ilgili olan husus da
Dünyanın en büyük 16ncı ekonomisiyiz ancak
dünyadaki ekonomik trendlere bakın, bugün Almanya, Fransa, İngiltere
ve İtalya da -İtalya da dünyanın çok büyük ekonomilerinden birisi-
işçisine, memuruna ilave bir ödeme yapmıyor, aksine, daha önce
vermiş olduğu sosyal haklardan geriye gidiyor. Biz ne yapıyoruz?
Çalışanımıza, işçimize, memurumuza şu sözümüz
var; diyoruz ki: Enflasyon karşısında sizi
ezdirmeyeceğiz. 2002den bu yana bu sözümüzün arkasında durduk, bundan
sonra da yine bu sözümüzün arkasında duruyoruz ki biz,
çalışanımızın, işçimizin, emeklimizin
yanındayız. Geçmişte olduğu gibi enflasyona ezdirmedik,
bundan sonra da enflasyona ezdirmeyeceğimizi söylüyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Şimdi, şahsı adına
söz isteyen Levent Tüzel, İstanbul Milletvekili, buyurun.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul)
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; evet, IMF adlı Uluslararası Para Fonunun Ana
Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformu diye önümüze gelen bir
yasa teklifi var. Yani IMF kendi iç işleyişinde demokrasi istiyor ama
bu demokrasinin ülkemiz halkları için uzaktan yakından demokrasiyle bir
bağlantısı olmadığını görmemiz gerekiyor.
IMF denince, yıllardır
ülkemize son derece acı ve üzüntü getiren, yoksulluk getiren,
işsizlik getiren, sefalet ücreti durumundaki asgari ücreti
hatırlıyoruz. Bir zamanlar bir IMF Başkanı vardı Anne
Krueger isimli. Bu kadın Başkanın ülkemize geldiğinde ilk
önce söylediği sözlerden bir tanesi hafızalarımızdan hiç
silinmiyor. Asgari ücrete değinerek Bu asgari ücret çok fazla.
demişti ve o asgari ücret, hâlâ işte, bugün gelmiş olduğu
nokta 751 lira- milyonlarca işçinin, emekçinin bir sefalet ücreti, açlık
sınırının çok çok altında bir ücret olarak
karşımızı çıkıyor.
AKP Hükûmeti, IMF ile artık
anlaşmalara bağlı kalmadığını övünerek
söylüyor ama diğer taraftan da bu İcra Direktörleri Kurulunda
artık sandalyede payının olacağından söz ederek, bu
uluslararası anlaşmanın onaylanmasını Meclisimizden
istiyor.
Dolayısıyla, ülkemiz
işçileri, emekçileri adına IMF ile yapılacak, yenilenecek
herhangi bir anlaşmadan bizim payımıza gelecek zerrece bir fayda
yoktur. Yıllardır yaşadığımız acı
tecrübeler bunu göstermiştir. Uluslararası sermayenin ülkemizdeki
talanına, rantına, yağmasına, borçlandırmalarına,
ülkemiz halklarına yeni faiz ve borç yüklerinin yüklenmesine hiçbir
şekilde rıza göstermemiz mümkün olmamalıdır.
Şimdi, bakın, bugün 23
Mayıs; Türkiye sokaklarında, alanlarında milyonlarca kamu
emekçisi, kendilerine dayatılan sefalet zammına karşı,
böylesi bir ahlak dışı pazarlığa karşı grev
hakkını kullanarak alanlara çıktı. 4,5 milyon kamu
emekçisinden söz ediyoruz. Çalışanı ve emeklileriyle birlikte,
onların kaderi, bugün Hükûmetin elindeydi. Sözde, Hükûmetin elinde ama
tabii, arka planında, IMF başta olmak üzere, birçok uluslararası
güç var.
Hükûmetin hangi sınıfın
hükûmeti olduğunu bir kez daha burada görüyoruz. 2009 Temmuzundan bugüne
kadar tam 11.382 adet teşvik belgesi veren Hükûmet yani yatırım
payı olarak tam 157 milyar dolar kapsamında bir yatırım
düşünen, sermaye gruplarına, büyük şirketlere böylesi bir pay
ayıran Hükûmet, şimdi, kamu emekçileri, kendilerine 3+3 zammı
dayattığında buna itiraz ettiğinde Bakan diyor ki: Sizin
istediğiniz bütçemize 25 milyar liralık bir ek yük getirecektir. Ne
oldu? Hani dünyanın 16ncı büyük ekonomisi? Ne oldu bu ekonomide,
büyüyen ekonomide kamu emekçisine düşen pay, refah payı? İşte,
toplu sözleşme, toplu görüşme süreçlerinde bunu isteyen, insanca
ücret isteyen, gerçekten, bir sahte sendika yasası değil, grevli,
toplu sözleşmeli bir sendika yasası isteyen, güvenceli bir iş
isteyen, gelecek isteyen kamu emekçisine, şimdi sokaklarda bir kez daha
devlet şiddeti, devlet terörü, antidemokratik uygulamalar ve devletin
ceberut yüzü gösteriliyor.
Dolayısıyla bu politikalar
çözümsüz kalmıştır. Boşuna, kamu emekçilerimiz, işte,
zam istediklerinde, insanca ücret istediklerinde, bugün Hükûmetin öne
sürdüğü işte Bizim en düşük kamu ücretlimiz 1.800 lira
alıyor. yalanını ortaya çıkarttıklarında -ki
gerçek ücret 1.400 liradır- şimdi, bu yalan ortaya
çıktığında, buna itiraz edildiğinde Biz Yunanistan
olamayız. deyip Yunanistandaki kapitalist sistemin krizinin
sonuçlarıyla ülkemiz emekçilerini tehdit etmek, işte asıl kabul
edilemeyecek olan budur. Dolayısıyla artık Hükûmetimizin bu 4,5
milyon kamu emekçisinin kaderiyle oynamaması ve kamu emekçisinin gerçekten
örgütlü, sendikalı, toplu sözleşmeli ve tabii ki bunun doğal
sonucu olarak grevli hakkını, grevli sendika hakkını
artık kabul etmesi gerekiyor. referandum döneminde Biz kamu
emekçilerimize, kamu çalışanlarımıza toplu sözleşme
hakkını tanıyoruz. dendi, tam altı ay boyunca zam yapmayarak
Bir sendika yasası çıkaracağız. dendi ama grevsiz
nasıl olacaksa, bir toplu sözleşme, grevsiz nasıl olacaksa,
sendika yasası diye bir garabet ortaya çıktı. Kamu emekçileri,
özellikle bugün alanlarda güvenli çalışma derken, ek ödemeleri
yansıtılmış bir emeklilik hakkını ve
ücretlerinden, bugünkü artık komik düzeyde kalan ücretlerinden vergi
diliminin kalkmasını, sendikaları üzerindeki, mevcut
sendikaları üzerindeki baskıların son bulmasını,
özellikle kadın kamu emekçilerine pozitif ayrım yapılarak bu
şekilde bir düzenleme olmasını istiyorlar.
Değerli milletvekilleri, evet,
sıkıştığında Hükûmet kamu emekçilerini, bütün bu
alanda çalışanları Yunanistana benzemekle tehdit ediyor,
korkutuyor ama grev silahını kullanan, örgütlenme hakkını
kullanan ve alanlara çıkan kamu emekçileri de Hükûmete bugün şunu
söylüyor: Biz bu kapitalist sistemin krizini çekmek istemiyoruz. Eğer siz
yani AKP Hükûmeti bu ülkeyi yönetemiyorsanız, bu ülkenin emekçilerine,
işçilerine, işsizlerine, bütün halklarına, ezilenlerine insanca
yaşayacak bir gelecek vadedemiyorsanız çekilin gidin,
bırakın gidin. Biz, bu ülkeyi layıkıyla, gerektiği
gibi, halkın gücüyle, halkın kaynaklarıyla, birikmiş
gücüyle çok daha iyi bir şekilde yönetecek bir durumdayız. Evet,
milyonlarca kamu emekçisi, eğitim emekçisi, sağlık emekçisi,
büro emekçileri, kültür sanat emekçileri, hepsi bugün alanlardaydı ve
onların konfederasyonları, bir kısmı Hükûmetin arka bahçesi
noktasına düşmüş olsa da büyük bir kısmı
birleşerek, bugün tabanının sesini dinleyerek, olması
gerektiği gibi kendilerine yasalarda tanınmayan ama en temel hak ve
özgürlüklerin başında gelen grev hakkını, iş
bırakma hakkını kullanarak Hükûmete gücünü göstermiştir.
Şimdi, bundan sonra yapılması gereken, tabii ki Hükûmete
düşen görev de artık bu ülkenin kaynaklarını, birikimlerini
sağa sola çarçur etmek, birtakım sermaye gruplarına teşvik
olarak sunmak değil, gerçekten bu ülkede hayatı var eden, üreten,
halka hizmet sunan, yurttaşların önemli bir payı, parçası
olan kamu emekçilerine bu hakkı, bu geleceği, insanca
yaşayacağı bu ücreti tanımaktır. Yoksa, asgari ücret
zammında olduğu gibi bir simit parası zammını bir kez
daha milyonlarca kamu emekçisine reva görmek, işte bu kabul edilebilir
değildir.
Türkiye, Uluslararası Para Fonundan
çıkmalıdır. Türkiye, Uluslararası Para Fonunda daha iyi
temsil edileceğiz diye bu şekilde yasalar
hazırlayacağına, uluslararası sermaye güçlerine
birtakım finans merkezlerinde elinde çanta, Dünya Ekonomik Forumunda
Bakın, gelin ülkemize yatırım yapın, bu ülke sizin için
kârlı bir pazardır. diye dolaşacağına, artık, bu
güçlerle, bu borçlandırma ve cari açıkla dolu ekonomik
politikayı, bağımlı politikayı, bu kapitalist sisteme
göbekten bağımlı politikaları terk etmelidir. Peki, AKP
Hükûmeti bunu yapabilir mi? Bunu yapamaz. Geçmiş bu yedi aylık süreç
içerisinde Meclis çalışmalarında gördük ki, çıkan bütün
yasaların asıl karakteri, bu yerli, yabancı, uluslararası,
içerideki temsilcileriyle bunlara teşvik sağlamak,
ayrıcalık sağlamak, üstün hizmet ödülleri vermek; bunların
bir bir yağmalarına, toprak ve değerli alanların, işte,
madenlerin yağmasına seyirci kalmak; bunun yasalarını
çıkartmak, KDV istisnaları çıkartmak, vergi muafiyetleri
tanımak, yeni birtakım paketlerle bunlara teşvikler
sağlamaktır. Bu Hükûmetin halka hizmet etmeyeceği; 4,5 milyon
kamu emekçisi, emeklisiyle, bizlere, üreten, hizmet sunan kamu emekçilerine zerrece
faydasının olmayacağı bir kez daha bugünkü
görüşmelerde açığa çıkmıştır.
Kamu emekçilerinin örgütleri
vardır, konfederasyonları vardır ama bunlar muhatap
alınmamaktadır ve uyuşmazlık hâlinde de işte,
bakın, 29 Mayısta Hakem Kurulu bunu
bağıtlayacaktır.
Gelecekte ne olacaktır peki? Bundan sonra çıkacak olan
şey, bir kez daha kamu emekçilerinin, açlık sınırlarının,
yoksulluk sınırlarının çok çok altında hem
çalışarak, hem üreterek
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla)
hem
hizmet sunarak ama verginin en fazlasını vererek sefalete mahkûm
olmasıdır. Sadece bu nedenden ötürü AK PARTİ Hükûmetinin mahkûm
edilmesi ve bütün alanlarda bugün olduğu gibi protesto edilmesi en
doğru bir tutum olacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Tüzel.
Soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan, kişisel söz var efendim.
BAŞKAN Efendim?
KAMER GENÇ (Tunceli) Kişisel söz
var.
BAŞKAN Var ama talep yoktu
Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır, bir
kişi konuştu efendim. Gruptan sonra Bakan
BAŞKAN Tamam, söz talebi
olmadığı için sorulara geçtim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ben oraya haber
gönderdim. Nasıl, haber gönderdim, Yok. dediniz bana? Arkadaşa
gönderdim ben.
BAŞKAN Tarzınıza
dikkat edin Sayın Genç. Bana sormadınız ki, ben burada
yazılanlara göre
KAMER GENÇ (Tunceli) Efendim, ben
kişisel söz istedim, oraya
BAŞKAN Tamam, şimdi söz
istiyorsanız verilir ama bu şekilde davranmanız gerekmez ki.
KAMER GENÇ (Tunceli) Anladım,
Söz istiyorum. dedim canım.
BAŞKAN Tamam, kibarca söylemek
durumundasınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) Tamam, peki.
Hayır. dediniz de ben de Söz var. dedim.
BAŞKAN Birilerini
korkutacağınızı mı zannediyorsunuz?
KAMER GENÇ (Tunceli) Şimdi,
Sayın Başkan, zaten biz
BAŞKAN Lütfen...
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet,
teşekkür ederim.
Sayın Başkan, ben biliyorum,
şimdi, ben Söz istiyorum. dediğim zaman, AKPliler sözleri oraya
yazmışlar, hemen Biz istiyoruz. derler, yani onları biraz
tongaya düşürmek için son ana bırakıyorum bu işi.
BAŞKAN AK PARTİyle çözün
sorununuzu Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, Uluslararası
Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra Direktörleri Kurulu Reformuna
İlişkin Olarak Yapılması Teklif Edilen
Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısını görüşüyoruz.
Değerli milletvekilleri, tabii, Türkiye çok
sıkıntılı bir ülke hâline geldi AKPyle beraber. Ben geçen
hafta Çorumdaydım, Uğurludağ diye bir ilçenin Küçükerikli
köyüne gittim. Şöyle bir olayla karşılaştık: Orada
yaşlı bir adamın 1965 doğumlu çocuğunu bir kene
ısırmış. Kene ısırdıktan sonra doktora
götürmüşler, doktor çok ağır ateşi olmasına
rağmen ağrı kesici ilaçlar vermiş, Hadi git. demiş.
Yine getirmişler köye, yine çocuk
-adamcağız- çok ağır hastalanmış, yine
getirmişler doktora, yine raporla göndermişler. Neticede, sonradan
Çoruma, Çorumdan da Ankaraya getirince, zamanında müdahale edilmeyince
vatandaşımız maalesef Hakkın rahmetine kavuşmuş.
Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum ama babasının
acısını çok derin gördüm. Tabii evlat acısını
Allah kimseye göstermesin. Yani işte çağımızda bu bölgede kene
ısırmaları çok oluyor ve AKP, kaç tane insan burada kene
ısırmasından öldüğü hâlde, burada bu insanlara
zamanında müdahale etmemekten dolayı maalesef taze taze gençler
hayatlarını kaybediyor. O çocuğun babası o kadar büyük bir
ızdırap içinde ki Neredeyse gidip doktoru vuracağım.
diyor. Dedim ki: Artık sen evladını kaybetmişsin yani
bunun geri de gelmeyeceği belli.
O köylere giderken
Efendim, işte
bunları, evlat acısını çeken bilir yani. Adam diyor ki:
Benim oğluma zamanında müdahale edilseydi benim oğlum ölmezdi.
Burada vatandaş haksız da değil yani. Dolayısıyla,
herkesin görevini yapması lazım.
Köye gittim yani şimdi,
aslında, tabii, ağzıma almak da istemediğim bazı
şeyler var. Mesela, bir Alevi köyüne gidiyorsunuz, köy yolu berbat, hiçbir
hizmet gitmemiş ama Sünni vatandaşların bir köyüne
gidiyorsunuz -keşke daha iyi
olsun- bakıyorsunuz, köy içi taşlarla döşenmiş.
SONER AKSOY (Kütahya) Yalan
söylüyorsun, yalan!
KAMER GENÇ (Devamla) Ya, daha hâlâ bu
küçük zihniyetten bu AKP kendini kurtaramadı. Ya, biraz tarafsız olun
yani bu vatandaşlara eşit davranın, eşit hizmet götürün.
Mesela, benim ilimde şimdi vatandaş telefon ediyor: Köy
yollarımız yok. İşte Ovacıkta öyle, Nazımiyede
öyle, Pülümürde, Mazgirtte
Şimdi diyorlar ki: Efendim, Köy Hizmetleri
Genel Sekreterine telefon ediyoruz veyahut da Köy Hizmetlerine, Efendim,
yakıt parasını getirin verin, makineyi gönderelim. Zaten
makinelerin de en eskisi bizim o taraflarda, Karayollarının yine
makinelerinin en eskisi orada. Bu sene, biliyorsunuz, orada büyük afet oldu,
kışın birçok yerlere büyük paralar gitti. Mesela Bingöle -tabii
ki benim bitişik ilim- ona 1 trilyon lira giderken, afetten yani fazla bu
kar temizleme işi için bizim oraya 400 bin lira gitti.
Yani neyi dile getirelim, neyi
getirmeyelim, onları artık
Yani zaten AKPliler vurdumduymaz
birtakım insanlar.
Tabii, Çoruma giderken
Biliyorsunuz
19 Mayıs, Türk milletinin, bu ülke halkının
bağımsızlık mücadelesini verdiği ve verdiği bu
mücadeleyle gurur duyduğu bir tarihin başlangıcıydı
ama her nedense, bu 19 Mayısın kutlanmasını bir
Yunanlılar istemez, İngilizler istemez, Fransızlar istemez, bir
de AKPnin üst yöneticileri istemez.
Yahu, şimdi 19 Mayıs, bizim
millî bir heyecanı, bir zaferi kutlama günümüzdür. Gençlerimizin her 19
Mayısta bir araya gelip o gösterileri yaparak, başlatılan o
bağımsızlık mücadelesinin işte
hatıralarını tazeleyerek, yapılan o muhteşem zaferin o
şekilde anılması gereken o günden neden siz rahatsız
oldunuz da yani bunun kutlamasından vazgeçiyorsunuz ve ondan sonra
getiriyorsunuz Gençlik Spor İl Müdürüne veriyorsunuz? Gençlik Spor İl
Müdürü de gidiyor, Atatürk şeyine çelenk koyuyor ama saygı
duruşunda durmuyor.
Yani bakın, şunu herkesin
bilmesi lazım: Atatürk, dünyada lider olduğu herkes tarafından
kabul edilmiştir. Dolayısıyla yani birtakım insanlar bu
yüce liderin getirdiği devrimleri benimsemediler, doksan senedir bunun
getirdiği devrimlere karşı mücadele ettiler ve Tayyip
Erdoğan geçen gün Biz karşı devrim yaptık, Atatürkün
bütün devrimlerini yıktık. dedi. Ama bu kolay değil böyle;
öyle, sizin söylemlerinizle de bu böyle kolay olmaz çünkü o devrimler bir
istiklal savaşından sonra atılan adımlardır, o
devrimler halkımız tarafından benimsenmiştir.
Dolayısıyla bunu, kesinlikle sizin gibi bir grubun veyahut da bir
siyasi iktidarın bununla ortadan kaldırması -karşı
devrimle- mümkün değil.
Bakın, geçen gün
vatandaşın birisi bana bir yazı göndermiş: Fatih
Medreseleri Altında da diyor ki: Dört yaş dört ay dört günlük iken
alınır. Kuran kursu
Yani 4+4+4. İşte, sizin Türkiyeye
getirdiğiniz şey bu. Dört yaşındaki çocuğu Kuran
kursuna alıyorsunuz. Arkadaşlar, biz Kuranın
öğrenilmesine karşı değiliz. Kuran elbette ki bir kutsal
din kitabımızdır. Bu kitabı herkes öğrenmesi
lazım ama onun okunması gereken bir yaş var. Şimdi, siz
beş yaşında, altı yaşında çocuklara Kuran
hatmettirirseniz, onu ezberletirseniz o çocuk artık Türkçe de
öğrenmez.
SONER AKSOY (Kütahya) O senin
bildiğin bir şey değil.
NUREDDİN NEBATİ
(İstanbul) Ne diyorsun ya?
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) Sen
anlamazsın.
KAMER GENÇ (Devamla) Yani sizin bu
davranışlarınızla Türkiyedeki Latin alfabesini terk edip
Arap harflerine dönmek istiyorsunuz. Bu gerçekten Türkiyeye yapılan en
büyük kötülüklerden birisidir. Onun için siz bu Türkiyeyi, hukuk içinde
kalarak
Anayasaya bir yemin etmişsiniz ya. Laik Türkiye Cumhuriyeti
devletine sadakat göstereceğinize namusunuz üzerine, şerefiniz
üzerine yemin ettiniz. E, hani laiklik! Aslında, laikliği tabii bu
duruma getiren o Anayasa Mahkemesidir. Anayasa Mahkemesi eğer laiklik
karşıtı eylemlerin odağı olan bir partiyi
kapatsaydı o zaman böyle bir şey de olmazdı.
Şimdi, o Anayasa Mahkemesi
Başkanına sesleniyorum: Bu
Cumhurbaşkanlığının seçimini ne zaman sen karara
bağlayacaksın Bay Anayasa Mahkemesinin Başkanı?
Şurada, 28 Ağustosta seçim var. Sen ne zaman uykudan uyanacaksın
da bunu karara bağlayacaksın? Tayyip Erdoğan sana, Abdullah Gül
Hâlâ oradan sana talimat gelmedi mi Bay Anayasa Mahkemesi Başkanı?
Böyle bir Anayasa Mahkemesi olur mu? Yani eğer zaten açılan o
davayı da reddederse ben hemen bir kara çelenk alır giderim, Anayasa
Mahkemesinin kapısına bırakırım. Anayasa Mahkemesinin
kapısına da bir kilit asarım. Böyle bir şey olmaz. Ya sen
Anayasa Mahkemesi
Bakın, burada verdiğimiz yüzlerce, birçok dava
var, açmışız. AKPnin Anayasa dinlemez, hukuk tanımaz,
İç Tüzük tanımaz
Burada 4+4te maalesef Komisyonda 150 milletvekili
getirerek bir dikta rejimiyle, bir eşkıyalık yaparak, Komisyonu,
muhalefet partisi milletvekillerini çalıştırmayarak ve
Komisyonda müzakeresiz geçirilen bir kanun teklifini getirip de -biz bunu
açmışız, orada davayı- hâlâ ne zaman karar vereceksin?
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin olarak açılan davayı
niye bekletiyorsun? Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasalar
çıkarılırken yapılan affedilmez, korkunç, vahim hatalarla
ilgili olarak açılan davaları Bay Anayasa Mahkemesi Başkanı,
sen niye gündeme almıyorsun? Neyi bekliyorsun, kimden korkuyorsun? Ya o
görevden istifa et ya da o göreve başlarken ettiğin yeminin
gereğine göre bir hizmet ver, bir karar ver.
SONER AKSOY (Kütahya) Saçmalama!
Saçmalama!
KAMER GENÇ (Devamla) -
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi elbette ki AKPnin birtakım üst
düzey zaman zaman gördük- yöneticileriyle gitti, kebap yediler ama
Yahu,
yeter artık, yediğin kebapların artık
hatırının geçmesi lazım. Artık bir kendine gel de, o
makamda belli bir süre çalıştıktan sonra hâkimlik
mesleğinin gerektirdiği tarafsızlık, adalet duygusunun
etkisi altında kalarak hak ve adalete uygun, yasalara uygun, Anayasaya
uygun, bir an önce karar verilmesi lazım. Bunlar niye bekliyor? Anayasa
Mahkemesi Başkanının çıkıp da burada
açıklaması lazım arkadaşlar. Her gün kendine göre bir
şey veriyor. Dolayısıyla Türkiyede eğer hukuk bu duruma
gelmişse, eğer Türkiyede hak yoksa, yargının tamamen
Tayyip Erdoğanın emrine girmesinden kaynaklanıyor. Ha, bu
Tayyip Erdoğana çok pahalıya mal olacaktır.
Zaman yetmediği için tabii
ayrıntılı konuşmayacağım. Ama
Dışişleri Bakanı nerede? Nerede geziyor? Hani, nerede bu
Hükûmet yahu? Nerede, söyle bana. Hükûmet yok.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, müsaade ederseniz, burada biraz önce konuşan
kişi AKP Grubunu eşkıyalıkla suçlamıştır.
Cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın
Elitaş. İki dakika süre veriyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaşın, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin AK
PARTİ Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Dün siyasi parti gruplarıyla
yaptığımız görüşme çerçevesinde dün Askerlik Kanununu
mutabakat içerisinde çıkardık bugün de uluslararası
sözleşmeleri geçirmek için işte saat sekize kadar devam edelim dedik.
Milletvekili
arkadaşlarımızın bir kısmı, Sayın Kenan
Tanrıkulu -kendisine
teşekkür ediyorum- eleştirdi yaptığımız
icraatları, on yıllık AK PARTİ icraat süreci içerisindeki
kendi bakışı çerçevesinden, meşrebinden bilgileri
doğrultusunda eleştiri yaptı incitmeden ama ekonomik,
katılırız katılmayız, çoğuna
katılmadım. Ama gerçek anlamıyla bir beyefendi üslubuyla
yaptığı eleştiriye teşekkür ediyoruz. Olması
gereken de bu zaten. Ama şu anda buraya gelip de Anayasa Mahkemesi
Başkanlığından başlayıp Sayın
Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza
karşı söyledikleri sözler yenilir yutulur cinsten değil.
Yani yine bu şahıs gene
buraya gelmişti, bizim Grup Başkan Vekilimiz cevap vermişti;
demişti ki: Senin söylediğin sözlerin tamamını Sayın
Kemal Kılıçdaroğluna iade ediyorum. Oradan Cumhuriyet Halk
Partisi Grup Başkan Vekili Arkadaşımız dedi ki:
Yakıştıramadım Sayın Canikliye bunu. Niye? Çünkü O
milletvekili böyle hakaret etmiştir ama bizim Genel
Başkanımıza niye hakareti gönderiyorsun? demişti.
Bakın, değerli
arkadaşlar, açıkça söylüyorum: Bu kişiye burada cevap vermek
hayatımın en zor anlarından biri çünkü aynı seviyede olmak
beni rahatsız ediyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Açıkçası üzüyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Zaten sende
seviye yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Edersen âlimle muhabbet sözü lalü mercan incidir/ Edersen cahille muhabbet
sözü can incitir. İşte durum bu. Yani söylenen lafı alıp
cevap vermeye gerçekten zorsunuyorum. Yüce Meclisi bu şekilde
rahatsız ettiğim için de özür diliyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan, evvela, ben, burada 7 dönemdir bileğimin hakkıyla
seçilerek gelen bir milletvekiliyim. Ben bunun gibi Tayyip Erdoğanın
bilmem bir atamasıyla, Tayyip Erdoğanın elini öperek
milletvekili olmadım. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Onun için bana bir milletvekili olarak saygı göstermesi lazım.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sen Cumhurbaşkanına saygı göster.
KAMER GENÇ (Tunceli) -
Yaptıklarını, söylediklerini aynen iade ederim sana. Sana aynen
iade ederim. Tamam mı?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Dava et, dava. Zaten veriyorsun davaya.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bileğin
varsa, gel bağımsız gir seçime.
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Niye
bağımsız giremedin bu defa, korktun mu?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
3.- Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişikliklerin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/546) (S. Sayısı:
177) (Devam)
BAŞKAN Soru-cevap işlemini başlatıyorum.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, biraz önce IMFyle
olan borç stoklarıyla ilgili açıklamayı yaptınız.
Sorum şudur: AKP hükûmetleri
döneminde IMF ile stand-by anlaşması yapılmış
mıdır? Yapıldıysa hangi yılda
yapılmıştır? Bu anlaşma kapsamında hükûmetler
toplam ne kadar borç almış ve bunun ne kadarını
ödemiştir? Diğer uluslararası kuruluşlardan hangilerinden,
ne miktarda borçlar alınmış ve şu anda toplam borç stoku ne
miktara gelmiştir? Bir de 1998de 415 milyar dolarlık gayrisafi millî
hasılayla dünyanın 16ncı büyük ekonomisi olan Türkiyenin
-2010da da aynı sırada- 2012de 18inci sıraya düşmesini
nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, iyi ekonomi yönetiminin bir
göstergesi midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman...
ALİ HALAMAN (Adana)
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımız da yok
ama
Tarım Bakanımız geldi, ben epeydir de sormak istiyordum.
Adanada buğday hasat mevsimi yaklaştı, hemen hemen biçiliyor
da. Dolayısıyla Sayın Bakanımız bir taban fiyat
açıklamayı düşünüyor mu? Dolayısıyla demin ki
Bakanımız da IMFden dolayı borçların yok denecek kadar az
olduğunu söylüyor, borçların azaldığını söylüyor.
Ben, bu memurların hâli ne olacak diyorum, sokaklarda nümayiş
yapıyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Eyidoğan...
HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) Teşekkür ederim Başkan.
Şimdi soracağım soruyu
dün sormaya çalıştım, Sayın Millî Eğitim Bakanı
da buradayken. Şimdi yok ama yine de bu soruyu soracağım.
19 Mayıs 2011 tarihinde Kütahya
Simavda olan deprem nedeniyle birçok okul hasar görmüştür. Pamukkale
Üniversitesi, Kayaköy beldesi İlköğretim Okulu binasının
kullanılmaması ve yıkılmasını tavsiye
etmiştir. Kütahya İl Encümeni okul inşaatının programa
alınmasına karar vermiştir. Ancak altı ay sonra il
eğitim danışmanları 30 Kasım 2011 tarihinde inceleme
ve değerlendirme yapmış ve Kayaköy beldesinde okula ihtiyaç
olmadığına dair karar vermişlerdir. Kayaköyün bugün nüfusu
543tür. Hükûmet bu beldede Tarım Kredi Kooperatifini, Sağlık
Ocağını kapatmıştır, Okula gerek yok.
demiştir. HESi özelleştirmiş, yerel işçi
istihdamını ortadan kaldırmıştır. Şimdi de
543 nüfuslu beldede Okula gerek yoktur. diyor. CHPye oy verilen beldede
Belediye Başkanı CHPli olan bu belde insanına bir
garazınız mı var? Bu durumu açıklamanızı
bekliyorum.
Saygılarımla.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan
HASİP KAPLAN (Şırnak) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, dün Sayın Millî Savunma
Bakanına sormuştum, Uludere katliamını PKK yaptı.
dedi. Bugün de İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim
Şahin Vur! emrini görüntüleri izleyen hava kuvvetlerindeki
komutanların verdiğini söylüyor. Yani durumu -birisi görevi
gereği İçişleri Bakanı, birisi Millî Savunma Bakanı
görevi gereği- tam öğrenemedik, çelişkili iki açıklama
Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak en doğru
cevabı sizden bekliyoruz. Hangi komutan Vur! emrini verdi? Bu konuda
bilginiz var mı?
Teşekkür ederiz.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Veya hangi hayvan
verdi bu emri? O da olabilir yani.
BAŞKAN Sayın Kaplan, lütfen
Soru sorma hakkınız ama lütfen yani
HASİP KAPLAN (Şırnak) Vallahi, katliam
yapanlar insan olamaz.
SIRRI SAKIK (Muş) Yani bu katliamı kim
yapıyorsa hayvandır, hayvanoğluhayvandır!
HASİP KAPLAN (Şırnak) Katliam yapan
insan olamaz.
BAŞKAN Tenkit etme hakkınız var, soru
sorma hakkınız var ama Meclisin
SIRRI SAKIK (Muş) Katliamı kim
yapmışsa hayvandır ve hayvanoğluhayvandır!
BAŞKAN Aynı şeyleri ben de tekrar ederim
ama aynı şeyleri terör örgütü için de söylerseniz
SIRRI SAKIK (Muş) Ne demek yani? Siz katilleri mi
koruyorsunuz?
BAŞKAN Lütfen
SIRRI SAKIK (Muş) Nasıl böyle bir şey
dersiniz?
BAŞKAN Burada konuşulacak,
tartışılacak ama o kelimeleri kullanma hakkınız yok
hiç kimse için.
SIRRI SAKIK (Muş) Bu katliamı yaptıran
hayvandır, hayvanoğluhayvandır!
BAŞKAN Kem söz sahibine aittir.
SIRRI SAKIK (Muş) O zaman siz katilleri
koruyorsunuz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sen katilleri mi
koruyorsun? Terör örgütü katil
değil mi?
BAŞKAN Sayın Sakık, hayır,
katilleri korumuyorum. Katil kimse hesabını verecektir.
SIRRI SAKIK (Muş) Ayıptır ya!
OKTAY VURAL (İzmir) Asıl hayvanlar,
askerimize, polisimize doğu ve güneydoğudaki insanları katliama
uğratan PKKdır. (MHP ve AK PARTİ sıralarından
alkışlar, BDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Soru soracaksanız,
adabınızla usulüne göre soru sorarsınız.
SIRRI SAKIK (Muş) Uluderede
katliam iznini veren hayvandır
OKTAY VURAL (İzmir) Gidin
dağlarda vurun sürüleri.
BAŞKAN Adabınla sorunu sor,
lütfen!
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Bu katliam emrini veren insan olamaz. diyoruz. Bu insanlar bize bile
OKTAY VURAL (İzmir) Terörist
başına Sayın demeyi suç olmaktan çıkartırsan böyle
olur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Askerimizi şehit eden hayvanoğluhayvandır, hayvanoğluhayvandır!
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Aynen öyle, siz de söyleyin, siz de söyleyin aynısını, aynen
öyledir.
BAŞKAN Sayın Yılmaz,
buyurun
SIRRI SAKIK (Muş) Biz de bunu
söylüyoruz.
BAŞKAN Sayın Yılmaz
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Yahu, niye ikide bir Başkan müdahale ediyor ya, yapmayın
arkadaşlar!
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Ama burada o şeyleri kullanamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Olmaz öyle şey, her şeye müdahale etmesinler. İnsanlık
suçundan bahsediyoruz. Ne yapmak istiyor?
BAŞKAN Usul ve adap
sınırları aşıldığında müdahale ederim
ben. Lütfen
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Sayın Başkanım, çok müdahale ediyorsunuz.
BAŞKAN Tenkit etme
hakkınız var, iki günden bu tarafa konuşuyorsunuz, burada
müdahale mi edildi?
OKTAY VURAL (İzmir) Doğru
yapıyorsunuz Sayın Başkan.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Siz gereksiz yapıyorsunuz.
BAŞKAN Sayın Yılmaz,
buyurun
Sizden soracak değilim gerekli
gereksiz olduğunu.
SIRRI SAKIK (Muş) Biz de sizden
talimat alarak konuşacak değiliz Sayın Başkan, bunu böyle
bilin.
BAŞKAN Veririm ben burada, ben
Başkan Vekiliyim, talimat veririm.
SIRRI SAKIK (Muş) Siz de
katilleri kollayıp koruyun.
BAŞKAN Katilleri koruyan yok
burada.
SIRRI SAKIK (Muş) Göreviniz de
budur o zaman.
BAŞKAN Katilleri koruyan yok,
terör örgütünün devamı olduğunu, temsilcisi olduğunu söyleyenler
kimler, Türk milleti biliyor bunu burada.
OKTAY VURAL (İzmir) Katillere
Sayın diyenler düşünsün.
SIRRI SAKIK (Muş) Kürt milleti
de biliyor, bütün Türkiye halkı da biliyor.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz,
buyurun.
SIRRI SAKIK (Muş) - Bu ülke sadece
Türklerin anayurdu değil.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Herkesin yurdu.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, ben, size,
Uşakla ilgili birkaç tane şey sormak istiyorum, tabii, bu, genele de
yayılabilir.
Şimdi, öncelikle Uşak
çiftçisinin şöyle bir sorunu var: Arpa ve buğday ekimi Uşakta
çok fazla yapılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisinin dört beş
yıldır taban fiyatı vermediğini, taban fiyatı
vermemesi nedeniyle de Uşaklı çiftçilerin tüccarın elinde
oyuncak olduğunu, tüccarın çok düşük fiyatla
aldığını ve vadeli olarak ödemeleri
yaptığını -çerez parası yaptığını
ödemeleri- hâlbuki Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından taban fiyatı
verilseydi geçmiş yıllarda olduğu gibi çok daha iyi bedellerle
bu mallarını satabildiklerinden bahsediyorlar. Bu konudaki uygulama
nedir? Düşünceniz nedir? Bir bunu öğrenmek istiyorum.
İkinci sorum da: Ege Bölgesinde
olduğu gibi Uşakta da şap hastalığı son haddinde,
bütün hayvan pazarları kapanmış vaziyette. Köylüler
hayvanlarını hayvan pazarına götüremedikleri için çok ciddi kredi
borçlarını ödemek durumunda kalıyorlar. Ayrıca,
öğrendiğimiz kadarıyla, geçmişte bu şap virüsünün tip
analizi yapıldığı hâlde şimdi
yapılmadığından dolayı yapılan aşılamaların
da yetersiz olduğunu ve komşu köyün koruma
aşılamasının yapılmadığını
BAŞKAN Sayın Yılmaz,
lütfen tamamlayınız.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
hastalıkların bu nedenle de daha fazla arttığını
belirtiyorlar. Bu konudaki görüşleriniz nedir?
BAŞKAN Sayın Öğüt
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bilindiği üzere, Genelkurmay
Başkanlığı, muvazzaf ve emekli astsubayların özlük
haklarıyla ilgili eleştirileri üzerine 4 Mayıs tarihinde bir
açıklama yapmıştı. Siyasi arenada da çokça tartışılan
bu açıklama birkaç gün önce Genelkurmayın sitesinden
kaldırıldı. Bu açıklamayla ilgili Hükûmet cephesinden
farklı yorumlar geldi. Başbakan Erdoğan Cevapsız
kalmamalı. diyerek TSKnın durumunu desteklerken, AKP Sözcüsü
Hüseyin Çelik Konu ne olursa olsun TSK hiçbir bildiri yayınlamamalı.
Ancak kabul edelim ki astsubaylara yönelik bildiri yayınlamak da hoş
olmamıştır. dedi. Grup Başkan Vekili Sayın
Elitaş da İlke olarak Genelkurmayın açıklama
yapmasını uygun bulmuyorum. demişti. Bu doğrultuda, bu 3
ayrı AKP yetkilisinin üç ayrı açıklamasından hangisini
geçerli kabul edeceğiz, lütfen açıklansın.
Sayın Başbakan konuyla ilgili
ifadelerinde Hakaret ve eleştiri aynı şey değil.
demiştir. Astsubayların hak arama mücadelesi ne zaman ve niye hakaret
olmuştur? Millî Savunma Bakanı konuyla ilgili
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Varlı
MUHARREM VARLI (Adana) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu yağlı
tohumlarla alakalı, Adana bölgesinde ve diğer bölgelerde dosyalar
tamam, her şey hazır. Mayısın 15i ile 20si arasında
her yıl ödeme yapılırken bu yıl ne yazık ki bu
ödemeler yapılmadı, türlü türlü bahaneler üretiliyor. Bu konuda ne
zaman çiftçimiz primlerini alabilecek, açık bir şey söyleyebilir
misiniz?
Diğer bir konu: Daha önce de
gündeme getirmiştim; her defasında Ziraat Bankasının ne
kadar çok kredi verdiğinden övünüyorsunuz burada. Bu yıl Ziraat
Bankasının mısırı, pamuğu, karpuzu ve
buğdayı dönüm başına ne kadar düşürdüğünü lütfen
Genel Müdürlükten bir öğrenin. Çiftçi şu anda ödediği
parayı geri alamamakta, hatta yarısını bile
alamamaktadır. Lütfen bu konuda da bir çözüm üretirseniz memnun oluruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Oğan
SİNAN OĞAN (Iğdır)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Iğdır
eskiden doğunun Çukurovası olarak bilinirdi. Iğdırda
pamuk üretimi sizin iktidarınız döneminde tamamıyla bitti,
Iğdırda şeker pancarı üretimi sizin iktidarınız
döneminde tamamıyla bitti maalesef ve şimdi de Iğdırda,
maalesef, sulama yapılamadığı için normal
sayılabilecek ekimler de yapılamıyor. Orman ve Su
İşleri Bakanlığından biz gereken cevabı, desteği alamadık. Acaba Tarım
Bakanı olarak Iğdırda tarımın bitmesine siz ne
diyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, sorularla
ilgili olarak, Sayın Işıkın sorusu IMFle ilgiliydi. 18 ve
19uncu stand-by düzenlemeleri
IMFle 18 Ocak 2002 tarihinde 18inci stand-by
anlaşması yapıldı ve AK PARTİ İktidarı
öncesinde. 18inci stand-by anlaşması AK PARTİ iktidara gelmeden
önce, Ocak 2002 tarihinde imzalandı, kabul edildi. 19uncu stand-by
anlaşması da 26 Nisan 2005 tarihinde onaylandı.
OKTAY VURAL (İzmir) Kim
vardı iktidarda efendim?
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Şimdi, iktidarımız
döneminde IMFle 8,6 milyar SDRlık bir kullanım yapıldı,
bu süreçte 23,5 milyar SDRlık anapara geri ödemesi yapıldı. Bunu
özellikle vurgulamak istiyorum.
Ülkemiz, satın alma gücü
paritesine göre, 2011 yılı son verilerine göre, dünya ekonomileri
arasında 16ncı sırada yer alıyor. Bahsedilen
sırayı, 18incilik, şu anda teyit etmek mümkün değil.
Birtakım söylentiler var ama bunların sonuçta referans
alınabilmesi için yıl sonunda birtakım değerlendirmelerin
yapılması gerekiyor, yılı beklememiz lazım. Yani
şu an itibarıyla bunu söylemek erken, doğru değil. Bizim
elimizde şu andaki kesin veri 2011 yılına ait. 2011
yılı verilerine göre de dünya ekonomileri içerisinde 16ncı
sıra.
Tabii, bazı yerlerdeki
karamsarlığa bazı yerlerdeki küçülmeye bazı yerlerdeki
diğer ekonomik problemlere rağmen Türkiyenin içinde bulunduğu
durum ve gerçekleştirdiği büyüme, zaten, aslında, bütün bu alandaki
soruları en iyi şekilde cevaplıyor. Yani dünya ülkeleri
içerisindeki büyümenin net bir şekilde Türkiyenin ekonomik
performansını ortaya koyduğunu hepimiz bu manada biliyoruz.
Sayın Halamanın Adanada
buğday hasadı başladı. şeklinde
Değerli arkadaşlar, biz, her
yıl, tabii, hasat yapıldıktan sonra bir değerlendirme
yaparız o yılın verimine göre, üretim durumuna göre. Bizim
öncelikli tercihimiz şudur: Piyasanın kendi mekanizmaları
içerisinde arz ve talep karşılaşsın ve fiyat teşekkül
etsin.
Çiftçinin desteklenmesi, bizim
iktidarımız döneminde önceki iktidarlarla mukayese kabul edilmeyecek
kadar büyük bir artışta gerçekleşti.
Biz Toprak Mahsulleri Ofisi olarak
geçen sene de, önceki yıllarda da fiyat açıkladık. Demin
Sayın Milletvekilim -Sayın Yılmazdı zannediyorum-
Uşakla ilgili bahsederken, dört, beş yıldır fiyat
açıklanmadığını, fiyat verilmediğini söyledi. Bu
bilgi bir gerçek değil, bunu düzeltelim, doğru değil. Geçen sene
de, daha önceki yıllarda da Toprak Mahsulleri Ofisi alım
gerçekleşmesi yapıyordu. Üreticinin de son derece memnun olduğu
bir fiyat düzenlemesi ve uygulaması yapıldı. Bu sene de yine biz
durumu yakından takip ediyoruz. Arz ortaya çıktıktan sonra
maliyetlere göre, üreticinin durumuna göre eğer Toprak Mahsulleri Ofisinin
müdahale etmesi gerekirse Toprak Mahsulleri Ofisi müdahale edecek. Ama hep
şunu yapıyoruz, üstelik önceki dönemlerde olmadığı
şekliyle yapıyoruz: Bir: Alımlar başladıktan kısa
bir süre sonra Toprak Mahsulleri Ofisi emanet alım başlatıyor.
Bu emanet alımda üreticilerin lehine özellikle bir kira, vesaire de
alınmıyor. Üretici daha sonra arzu ederse bizim ilan ettiğimiz
fiyattan Toprak Mahsulleri Ofisine satıyor, değilse bunu götürüp
serbest piyasada da satabiliyor. Geçen sene bu alanda çok başka bir
uygulama, yeni bir uygulama başlattık, bütün üreticilerin de,
sanayicilerin de Türkiyede çok memnun olduğu bir uygulama bu; o da,
aldığımız protein cihazları sayesinde Türkiyedeki üç
yüze yakın noktada, alım yapılan bütün noktalarda protein
cihazlarıyla
Buğday makineye konuyor. Aynı, hastanedeki kan
örneğini nasıl verip de biyokimya tahlilleri yapılıyor, bu
şekilde verilen buğday da makineye konuyor ve o makine bize o
buğdayın bütün parametrelerini veriyor yani yüzde kaç protein,
gluteni ne, diğer özellikleri ne; bunları veriyor ve bunlarla
fiyatlar otomatik olarak bu şekilde teşekkül ediyor.
MUHARREM VARLI (Adana) Geçen seneki
fiyatın altında buğday şu anda Sayın Bakanım.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Üretici de son derece bu durumdan
memnun. Kalite ciddi bir artış gösterdi çünkü bu şekildeki bir
uygulamayla, geçmişte hiçbir zaman yapılmadığı
şekliyle artık aynı, birbirine yakın kaliteye sahip
ürünlerin bir arada depolanması söz konusu ve sanayici de Ben yüzde 12
proteinli buğday istiyorum veya yüzde 10 proteinli buğday istiyorum.
dediğinde, oraya yönlendiriliyor. Böylece, kalite anlamında da çok
ciddi bir gelişme bu alanda sağlandı alımla ilgili.
MUHARREM VARLI (Adana) Sayın
Bakan, buğdayın fiyatı şu anda geçen seneki fiyatın altında.
Bunu artırmak için ne yapmayı düşünüyorsunuz bunu anlatın.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Şimdi, arkadaşlar, geçen
senenin fiyatı üreticiyi son derecede memnun etti.
MUHARREM VARLI (Adana) Neresi memnun
üreticinin!
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) 600 lira fiyat verildi geçen sene,
ayrıca ton başına 50 lira prim veriliyor, 650 lira ve
MUHARREM VARLI (Adana) Ya ben bu
ülkede yaşamıyorum ya da siz bu ülkede yaşamıyorsunuz Sayın
Bakan!
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
gerek maliyetlere gerek dünya
fiyatlarına baktığımızda da son derece iyi bir fiyat
idi. Henüz daha buğday ortaya çıkmadan, henüz hasat yapılmadan
bu senenin fiyatının açıklanması ne ekonomik manada ne de
başka manada şu anda henüz ihtiyaç olan bir durum değil. Bu,
ihtiyaç olduğunda ortaya çıkacak ama üretici zaten bundan önce de
hiçbir zaman mağdur edilmedi, bundan sonra da edilmeyecek çünkü Türkiye
geçen sene 21,8 milyon ton civarında bir buğday üretimi
gerçekleştirdi, bir önceki yıla göre oldukça önemli bir
artıştı. Bu sene de, şu an itibarıyla, yine
buğdayda 21 milyon tonun altında olmayacak şekilde bir üretim
gerçekleşmesini bekliyoruz.
Yağlı tohumlarla ilgili prim
ödemeleri mayıs ve haziran ayında yapılıyor. Bu sene de
yine mayıs ayı sonunda veya en geç haziranın ilk haftasında
ödenecek, şu anda onunla ilgili hazırlıklar yapıldı.
Dolayısıyla yağlı tohum ödemelerinde de bir sorun yok.
Şu an itibarıyla, biz, bir yıl içerisinde ödeyeceğimiz,
ödemeyi planladığımız çiftçi desteklerinin nisan
itibarıyla 3,5 milyarını ödedik. Bu ay içerisinde
ödeyeceğimiz parayla birlikte, bu ayın sonunda bu, 5 milyar
lirayı -5 katrilyonu- bulmuş olacak. Şimdi, 2002
yılında bütün bir yıl içerisinde 1 milyar 800 milyon
liralık bir ödeme yapıldığını dikkate
aldığımızda sadece mayıs ayı itibarıyla 5
milyar lira ödenmiş olması, yıl sonuna kadar da toplam 7,5
milyar liralık ortalama bir destek ödemesi
yapacağımızı burada bu vesileyle bir kez daha ifade etmek
istiyorum.
Şap hastalığıyla
ilgili bir sorun dile getirildi. Bu bilgi doğru değil. Şapla
ilgili hem üretim yapılıyor hem istenen her yere aşı
sevkiyatı yapılıyor. Aşılama da yılda iki defa
yapılıyor ve daha önceden yoktu böyle bir uygulama. Son birkaç
yıldır Türkiyedeki bütün büyükbaş hayvanların tamamı
yılda iki defa şap yönünden aşılanıyor ama hayvan hareketliliği
olduğu zaman elbette eğer bir hastalık çıkarsa karantina
tedbirleri almak zorundayız, bu tedbirleri de alıyoruz, bundan sonra
da bunları almaya devam edeceğiz.
Diğer sorularla ilgili
yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Bakanım.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Kredilerin ertelenmesi gibi bir şey var mı Sayın Bakan?
Kredilerin ertelenmesinin sağlanması
BAŞKAN Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
saati: 18.04
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.21
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık
YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Tanju ÖZCAN (Bolu), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 110uncu Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
177 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
1inci maddeyi okutuyorum:
ULUSLARARASI PARA FONU ANA
SÖZLEŞMESİNDE İCRA DİREKTÖRLERİ KURULU REFORMUNA
İLİŞKİN OLARAK YAPILMASI TEKLİF EDİLEN
DEĞİŞİK-LİKLERİN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 15 Aralık 2010
tarihinde kabul edilen Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde
İcra Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak
Yapılması Teklif Edilen Değişiklikler in onaylanması
uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Oktay Vural, İzmir
Milletvekili.
Buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL
(İzmir) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli milletvekilleri, bu
uluslararası sözleşme hakkında birkaç konuda kısa bir
değerlendirme yapmak amacıyla söz talebim oldu. Öncelikle, Sayın
Meclis Başkan Vekilinin bir önceki oturumda ortaya koyduğu
tavrın Türk milletinin hassasiyetlerine ve değerlerine sahip
çıkma tavrı olduğunu ifade ediyorum. Dolayısıyla, bu
bakımdan, Meclisi yöneten sayın Meclis başkan vekillerinin Türk
milletinin hassasiyetine uygun davranışı eleştirilecek bir
konu değildir; aksine, Meclisi yöneten başkan vekillerinin
görevlerinden biri olduğunu ifade etmek istiyorum.
Öte yandan, özellikle, bizim, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına konuşan Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulunun
borçlarla ilgili verdiği bilgiler üzerine Sayın Millî Savunma
Bakanının yaptığı bir değerlendirme var. Tabii bu
değerlendirmeyi yaparken âdeta Türkiye'nin sanki borç stoku
azalıyormuş, borçlarını ödüyormuş gibi bir hava
oluşturuyor, aslında böyle değil. Çünkü 2002 yılında
Türkiye'nin 220 milyar dolar borcu varken, bugün 595 milyar dolar borcu
vardır. Türkiye'nin borç stoku giderek artmaktadır. Üstelik 2002
yılında yüzde 24 olan tasarruf oranı, bugün yüzde 12ye
düşmüştür. Türkiye'nin gayrisafi millî hasılasına cari
açığın oranı yüzde 10lara varmıştır.
Dolayısıyla, Türkiye'nin bir sorunu
vardır, bu sorunun üstünü örtmenin bir anlamı yoktur. Zaten Türkiye
cari işlemler açığı bir problem olduğu için Hükûmetin
getirdiği birtakım tedbirlerle ithal ikamesi, cari işlemler
açığını azaltmak için birtakım tedbirler ve tasarruf
oranını artırmak için birtakım tedbirler alınması
aslında böyle bir sorunun var olduğunu ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, Sayın Bakanın IMF borcu şuradan buraya
indi. filan ifadesinin hiç anlamı yoktur, hiçbir manası yoktur.
Çünkü Türkiye sadece IMFye borçlu değildir. Maalesef, Türkiyenin 595
milyar dolarla ve dünyanın en fazla
cari açık veren ülkelerinden biri olarak da önemli
sıkıntıları vardır ki bu sıkıntılardan
dolayı da zaten bugün memurlara maaş zammının yüzde 3,5
olarak belirlenmesinin amacı da, yıllık ortalama yüzde 5 olması
da Türkiye'nin Yunanistan gibi çöken bir ülke konumuna girme riskindendir. Bu
bir sonuçtur. O bakımdan, sürekli olarak, IMFye borcu ödüyoruz
IMFye
borcu ödüyorsunuz da başka kurumlara olan borcunuz artıyor. Böyle
bakıldığı zaman, özellikle biraz önce Sayın Bakana
Alim Bey sordu ama bilgi tam verilmedi. IMFyle ilgili yapılan
anlaşmanın AKP döneminde yapıldığını ifade
ederken, aslında IMF borcu olarak ifade edilen ki uluslararası resmî
kuruluşlara olan borçlar kategorisine bakıldığı zaman
IMF sadece bunlardan biridir. Uluslararası kuruluşlar içerisinde,
Dünya Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası
ve diğer uluslararası kuruluşlar da var.
Şimdi, bakın, IMFye borcunuz
düşmüş. Nereden düşmüş? Dış borç stoku:
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasının borç stoku
2002de 5,3 milyar dolar, 2011de 12,1 milyar dolar olmuş; nereden
düşmüş! Diğer uluslararası kuruluşlara olan borçlar,
3,6 milyar dolar 2002de, 2011de 17,5 milyar dolara yükselmiş ya. Yani,
milletin karşısına çıkarken doğruları ve
gerçekleri söylemek lazım. Uluslararası kuruluşlara olan borç
artmıştır. Toplamda IMFyle ilgili borcun
azaldığını söyleyenler, resmî alacaklı olarak
uluslararası kuruluşlara olan borcun, 2002 yılında 31
milyar dolar iken, 2011de 34 milyar dolara çıktığını
ifade etmiyorlar. O bakımdan, yani millete gerçekleri ortaya koymak
lazım. Eğer, denildiği gibi, bu ülke, borcunu ödeyebilen bir
ülke ekonomisi hâlindeyse, o zaman neden astsubaylar ayakta, neden uzman
erbaşlar ayakta, neden atanamayan öğretmenler sıkıntı
içerisinde, neden kamu görevlileri bugün yüzde 3,5 zamma
karşılık, ortalama 5,3lük bir zamma karşılık
ayakta? Herkes ayakta. Yaş çay üreticileri sıkıntıda,
otoyolu kapattılar.
Bugün geldiğimiz bu noktada bu
sıkıntıların olduğu bir ekonomi, cımbızla
çek, IMFden borç azaldı. IMFden borcun azaldı da,
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından borcun
arttı, toplam borcun arttı. Hane halkı ekonomileri de borçlu,
yüzde 4 olan hane halkı ekonomisi borcu yüzde 45e yükselmiş. Borcunu
ödeyebilecek bir kapasite yok. Dolayısıyla, bugün
bakıldığı zaman, takipteki alacaklarda 2010
yılından beri en yüksek seviyeye yükselmiş, 20 milyar TLye
yükselmiş takipteki alacaklar. Önemli bir sıkıntıyla
karşı karşıyayız. Böyle önemli
sıkıntılarla ilgili ekonomik değerlendirmeler yaparken
işte Şurada azaldı. diyerek bunun üzerinden bir siyaset
oluşturmak açıkçası yanlış, doğru bir
değerlendirme olmaz.
Bu çerçevede bir konuyu
da ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, bakın, yüzde
3,5luk zam, buçukluk zam, kamu görevlilerinin taleplerini, ekonomik
beklentilerini karşılamaktan çok uzaktır ve bugün de kamu
görevlileri bu konuda bir uyarı eylemi yapmıştır.
Şimdi, böyle bir uyarı
eylemine bizim milletvekillerimiz de katıldı. Adana
Milletvekillerimiz Ali Halaman, Seyfettin Yılmaz, Mersin Milletvekilimiz Ali
Öz, Hasan Hüseyin Türkoğlu katıldılar Abdi İpekçide, oraya
gittiler, beraberiz dediler. Eylem bitmiş, dönerken, maalesef müdahale
yapılmış, ayakları kırılanlar var, biber
gazı sıkılmış.
Değerli
arkadaşlarım, yani böyle bir yöntem
Yani devlet memurları toplu
sözleşme ararken coplu sözleşmeye dönüştü. Nasıl olacak? Bu
sindirme
Bakın, toplumsal olaylarda, bu tür sosyoekonomik olaylarda,
baskıyla, tehditle, şiddetle, copla, biber gazıyla toplumu
sindirmek uygun bir yönetim modeli değildir.
Spor kulüplerinin
karşılaştığı, taraftarların
karşılaştığı, Fenerbahçe taraftarının
ya da Göztepe taraftarının karşılaştığı
problemler
Burada da, yapmışlar eylemlerini, ayrılıyorlar
ve dönerken, Abdi İpekçiden genel merkeze giderken barikat kuruluyor, biber
gazı, cop, ayakları kırılanlar
İşte Türkiye
Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncukta -gazetelerde var,
İnternet sayfalarında var- biber gazı maalesef önemli tahribat
yapmış. Böyle bir şey olamaz. İnsanlar hakkını,
hukukunu ararken, hak mücadelesi sürdürürken ben güçlüyüm, ben
haklıyım. dercesine bunları sindirmek doğru değil. Ne
istiyorlar? Peygamber Efendimizin hadisi şerifinde buyurduğu gibi.
İşçilerin alın teri kurumadan ödeyiniz. diyor ya. Bunlar
alın terlerini dökmüşler, daha maaş yok ortada. Bunu istemek
haksızlık mı? O bakımdan, kamu görevlilerine yapılan
bu muameleyi kınıyorum. Son derece yanlış bir muameledir.
Böyle olduğu zaman acaba bu konuda bu eylemi yapan Türkiye Kamu-Seni sindirmek
amacıyla mı yapılıyor? Yandaşlığın,
boyun eğmenin üstünlerin karşısında hak sahibi
yapamayacağını herkes öğrenmelidir, haksızlık
karşısında susan dilsiz şeytan
olmadığını göstermelidir. Hak mıdır? İlk
dört ayda enflasyon yüzde 3ü geçmiş, gerçek enflasyona
baktığınız zaman daha fazla. E, memurlara ilk altı ayda
yüzde 3ü vermek, önermek hak mıdır yani?
Dolayısıyla böyle bir konuda
yapılan muameleyi kınıyorum. Özellikle bu yönetim
anlayışını, baskı, tehdit, şiddetle sindirme
yönetim anlayışının bir yansıması olduğunu
kınıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hak sahibi olanların
hakkını verebilecek bir Meclis olduğunu, milletin Meclisi
olduğunu düşünerek bu konuda yapılan uygulamaların, bu
davranışların yanlışlığı konusunu sizlerle
paylaşmak istedim. Özellikle böyle bir konuda, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, polislerin uğradığı
haksızlığı burada dile getirirken, astsubayların
uğradığı haksızlığı dile getirirken,
3600 göstergeyi savunurken ve bunlarla ilgili Türkiye Kamu-Senin de polislerin
hakkının korunması konusunda bir mücadeleyi sürdürürken böyle
bir muameleye, birilerinin yönlendirmesi ve provokasyonuna maruz
bırakılmalarını, doğrusu, kabul etmemiz mümkün
değildir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak böyle
bir yönetim anlayışını
kınadığımızı, uğranılan bu
davranışlar karşısında üzüntülerimizi ifade ediyor,
hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi? Yok.
Sayın Ağbaba, buyurun.
VELİ AĞBABA (Malatya)
Sayın Başkan, Türkiye'nin dört bir yanında olduğu gibi
Malatyada da meralar peşkeş çekiliyor. Malatya Akçadağda,
Battalgazide, Yeşilyurtta, Doğanşehirde meralar
geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen sözüm ona ihalelerle
kiralandı. Meraları kırk dokuz yıl boyunca kiralamak o
bölgede yaşayan insanları açlığa mahkûm etmekle eş
değerdir. Hayvancılık bitiriliyor o köylerde. Özellikle
Doğanşehire bağlı Dedeyazı köyünde köyün içine kadar
girmiş arazi, mera
kiralandı ve köylü hayvancılık yapamaz duruma geldi. Yani bu
ihaleyi yapanlar diyorlar ki: Siz hayvancılık yapmayın.
Elinizdeki hayvanları, kuzuları, koyunları, inekleri satın.
Gidin o büyük ihaleyi alanların yanında çalışın.
Bu dönemde, özellikle
son dönemde Malatyadaki dağlar satıldı, taşlar
satıldı, topraklar satıldı. Tabii, biliyorsunuz, Malatyada
bütün kurumlar, üreten kurumların hepsi satıldı; Tekeli,
Sümerbankı, şimdi de Şeker peşkeş
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Tanal,
buyurun.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, doğal gaza
yüzde 16,6; elektriğe yüzde 19 zam geldi. Memura 3,5+4 geldi. Bunu
nasıl izah edebilirsiniz Sayın Bakan?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın Varlı
MUHARREM VARLI (Adana)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Az evvel buğday
fiyatlarıyla alakalı, Sayın Bakan Toprak Mahsulleri Ofisinin
emanete buğday aldığını, işte emanet bir fiyat
ortaya koyduğunu, protein değerinin ölçüldüğünü filan
anlattı. Yani bunların hiçbir tanesi üreticinin
buğdayının daha fazla para etmesini sağlayan unsurlar
değil Sayın Bakan. Siz üreticinin buğdayının daha
fazla para etmesini istiyorsanız eğer, Toprak Mahsulleri Ofisini
devreye doğrudan koyup peşin parayla Ben şu paraya
alıyorum. İthalatı da yasaklıyorum, ithalata da şu
kadar fon koyuyorum, eylül ayında da şu fiyata satacağım.
dediğiniz an üreticinin buğdayı para eder ama siz bunu hiçbir
zaman diyemediniz. Lütfen, bu konuda çiftçinin mağduriyetini önleyin. Yok
emanete buğday alıyormuşuz, yok protein değerini şu
kadar artırıyormuşuz, yok fabrikatör
Tabii ki iyi buğday
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman
ALİ HALAMAN (Adana)
Sayın Başkan, ben teşekkür ediyorum.
Sayın Tarım
Bakanımız cidden çok yumuşak anlattı ama bu çok doğru
değil biraz. Çiftçinin malının eğer para etmesini
istiyorsak tüccarın önüne Tarım Bakanlığının
takılmasına gerek yok, Tarım Bakanlığının
tüccarı arkasına alması lazım. Ortalarda bir yerde ben
fiyat açıklıyorum. demek önce tüccarın alımına
müsaade etmek, sonra da usulen Ben de şunu alacaktım. demek gibi
bir şey.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Oğan
SİNAN OĞAN
(Iğdır) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, iki sorum olacak.
Birincisi, Iğdırdaki devlet kurumları acaba patatesi,
soğanı vesaireyi neden Iğdırdan almayıp da Vandan ve
başka illerden alıyor? Bunu biz Iğdırlılar olarak çok
merak ediyoruz.
İkincisi de, Iğdırda
sizin bakanlığınızda orada il müdürü yapabileceğiniz
okumuş yazmış hiç kimse yok mu acaba? Iğdırdaki bütün
il müdürlerini özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinden atıyorsunuz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Özkan
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Sayın Bakan, dün Nevşehir
Derinkuyu, Niğde Azatlı, bu bölgedeki patates üreticileriyle
beraberdik. Patateste gerçekten bölgede çok büyük sorun var, patatesler
filizlenmiş durumda. En kısa zamanda devletin sıcak elini
oranın üreticileri bekliyorlar. Bunlar
Bu konuya Hükûmet olarak
eğilmenizi talep ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Bayraktutan
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, çayla ilgili
Karadenizde çok ciddi bir problem var. Çay üreticilerine uygulanan kota ve
kontenjan nedeniyle günlük 10 kilogramlık bir sınır
uygulanmaktadır. Bu nedenle bugün Rizede çay üreticileri ana yolu,
Karadeniz sahil yolunu kapattılar, sahil yoluna çay döktüler. Bu nedenle
çok ciddi bir infial oluşmuştur Karadeniz Bölgesinde. Bu infialin
giderilmesi için herhangi bir önlem almayı düşünüyor musunuz?
Kontenjanı kaldırmayla ilgili bir çalışmanız var
mıdır? Bu kontenjan uygulaması üreticileri ileri derecede
mağdur etmiştir, bu mağduriyeti gidermeyle ilgili Bakanlık
olarak herhangi bir çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Tabii, değerli
milletvekillerimizin birçoğunun aslında soru sormaktan çok bir fikir
beyanında bulunduğunu gördük.
Çayla ilgili olarak
ifade edilen husus şu: ÇAYKUR, biliyorsunuz, bütün fabrikalarıyla
yılda çayın yarısından fazlasını alıyor.
Şu anda da kapasitesini aşağı yukarı yüzde 100 olarak
kullanıyor ki bu da günlük 7 bin ton civarında bir çay demektir.
Tabii ki bu fabrikaların bir kapasitesi var, günlük
işleyebileceği bir miktar var. Bu kota meselesi buna istinaden ortaya
çıkıyor. Özel sektör alıyor. Talep tabii şu: Biz özel
sektöre değil de hepsini ÇAYKURa satalım talebidir, yani biraz
sıkıntı bununla ilgili.
ÇAYKUR bütün gücüyle,
bütün potansiyelini... Hatta bu sene önceki yıllara göre günlük
kapasitesini yaklaşık 350-400 ton artırmak suretiyle 6.600
tonlardan 7 bin tonlara çıkardı ve şu anda da bütün
fabrikalarında, ki elli civarında fabrikası var, bu
alımı gerçekleştiriyor. Tabii özel sektör de var. Bizim
ÇAYKURun ilan ettiği fiyatta 110 kuruş/kilogram yaş çayın
bedeli, 12 kuruş da prim ödüyoruz, toplam 122 kuruş olarak çay
üreticisine ÇAYKURun verdiği toplam bedel.
Alımla ilgili
yapılabilecek olan şu: Bu fabrikaların, ÇAYKUR
fabrikalarının full kapasiteyle çalışması ve
üreticilerin olabildiğince elindeki çayı
değerlendirebileceği kapasite ile bunu almasıdır, bunu
özellikle ifade etmek istiyorum.
Patatesle ilgili olarak, tabii, bir arz
fazlası var. Patatesin bu sene
-biliyorsunuz- geçtiğimiz haftalarda, aylarda bir don problemi oldu
beklenmedik bir şekilde. Biz Hükûmet olarak, bu sigorta kapsamında
değerlendirilemediği için yani sigorta
yapılamadığından dolayı patates üreticisine dekar
başına onun tohumluk ihtiyacını özellikle
karşılamak maksadıyla 200 lira civarında bir para
ödemesinin şu anda hazırlığını yapıyoruz.
Bununla ilgili bir karar şu anda istihsal ediliyor, Tarımsal
Destekleme ve Yönlendirme Kurulu kararı oldu.
Tabii, bu üretim tüketim meselesi yani
Türkiye 150 çeşit ürün üretiyor, zaman zaman bazı ürünlerde bir arz
fazlası olabiliyor. Bunu tabii piyasa şartları içerisinde yapmak
lazım, bunu sütle mukayese etmemek gerekiyor çünkü süt ayrı, özel bir
ürün. Okul Sütü Projesi tüm siyasi engelleme çabalarına rağmen
başarıyla şu anda devam ediyor, günde 7 milyon 200 bin
öğrencimize 200 mililitrelik UHT süt veriliyor ve şikâyetler de
aşağı yukarı neredeyse tamamlandı yani pek bir
şikâyet kalmadı, bu uygulama devam ediyor.
Devlet kurumlarına
atananların özel olarak bir bölgeden seçilmesiyle ilgili durum söz konusu
değil. Dolayısıyla Iğdırda işte sadece
Güneydoğu Anadolu Bölgesinden atama yapıldığı
görüşü doğru bir görüş değil.
SİNAN OĞAN (Iğdır)
İsterseniz sunarım size Sayın Bakanım.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Sunabilirsiniz. Sunarsanız iyi
olur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Cevap
verilmeyen soruları ne yapacağız? Yazılı mı
cevap
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.
BAŞKAN Madde üzerinde gruplar
adına söz talebi? Yok.
Şahsı adına söz isteyen
Kamer Genç, Tunceli Milletvekili.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası
anlaşmaları müzakere ediyoruz, devletin Hariciye Bakanı
makamında oturan Ahmet Davutoğlu piyasada yok. Türkiye dünyada
değer kaybediyor, dış politika sorumluluğu olan kişi
yok, Bakanlar Kurulu sırası boş.
Yahu, eğer bu kadar kendiniz de
bıktınızsa, yani burada gelip de Meclisin
karşısında utanıyorsanız, yüz yoksa o zaman istifa
edin buralardan.
Şimdi, bakın, değerli
milletvekilleri, Uluderede 34 tane vatandaşımız öldürüldü. Bu
Uludere meselesi öyle yabana atılacak, bir anda kapatılacak konu
değil. Bu olay Kürt vatandaşlarımız için büyük bir üzüntü
kaynağı. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin Hükûmeti bir talimat
veriyor -bu işin sorumlusu Başbakan Erdoğandır, Hükûmettir-
ve orada 34 tane vatandaşımız öldürülüyor. Bunun susacak bir
tarafı yok, bunun ertelenecek bir tarafı yok. Hükûmet eğer
sorumluluk taşıyorsa, sorumluluk duygusu denen bir kavram varsa
kendisinde, derhâl istifa etmelidir. Arkadaşlar, burada emri veren Hükûmettir.
Bugün İçişleri Bakanı
diyor ki: Hava Kuvvetlerinde bir görevli. Yahu, Hava Kuvvetlerinde görevli
olur mu? Bunu, yetkiyi Meclisten alan sen misin? Yetkiyi Meclisten alan sensin.
Bunu Hava Kuvvetlerindeki bir görevliye yükleyip de siz kendinizi temize
çıkaramazsınız. Aslında AKPnin grubunun bunun üzerinde
durması lazım, grubun Hükûmeti düşürmesi lazım.
Arkadaşlar, bu Türkiye Cumhuriyeti
devletini bölmeye getiren bir harekettir. 34 tane canın öldürülmesi
dışında Türkiye Cumhuriyeti devletini bölmeye
çalışanların eline verilmiş en büyük kozdur.
Dolayısıyla, bu ihmal edilecek, örtbas edilecek bir olay değil.
Bu, şimdi burada böyle iki üç tane lafla, bilmem şunu bunu sorumlu
tutmakla geçmez.
Şimdi, ben buraya
çıkıyorum, konuşuyorum. Ben yılların politikacısıyım,
otuz senedir bu kürsüde konuşuyorum arkadaşlar. Bu kürsüde her zaman
yolsuzlukları, haksızlıkları, işkenceleri dile
getirdim. Şimdi, bir AKPli çıkıyor bana diyor ki: Bu zat, ben
bunu şey etmem. Efendim, senin bize söylediklerini biz senin Genel
Başkanına iade ederiz. Yahu, ben ne diyorum? Benim Genel
Başkanımla ilgili bir şey söylüyorsanız buyurun söyleyin.
Sizi kan mı tutmuş? Niye yani? Ağzınız mı
kilitlenmiş? Alnın açıksa çık, eğer doğru bir
şey biliyorsan söyle ama ben yüzlerce, binlerce suistimali, soygunu
getiriyorum.
KİT Komisyonundayız, her gün
birçok suistimal olaylarını dile getiriyoruz ama orada AKPnin 21
tane milletvekili var, bir şey konuşmuyorlar, sadece akrabaya parmak
kaldırıyorlar. Böyle bir KİT Komisyonu olur mu arkadaşlar?
Ondan sonra, ihalelerin hepsinde yolsuzluk var, hepsinde demeyeyim, büyük bir
kesiminde yolsuzluk var.
Düşünün arkadaşlar, bugün,
mesela Ziraat Bankasına bağlı bir kuruluş, bir genel müdüre
18 milyar para veriyorlar, 18 milyar, bir de senede dört maaş da ikramiye
veriyorlar. Sıradan memur alıyorlar 7,5 milyar lira ücret veriyorlar,
dört tane ikramiye. Böyle devlet talan edilemez ki! Bunun gibi daha neler var.
Kömürdeki yolsuzluklar, petroldeki
yolsuzluklar, ihalelerdeki yolsuzluklar
Bunları söyleyeceğiz ama siz
sağırsanız, eğer sizde sorumluluk duygusu teşekkül
etmemişse, bunları söylediğimiz zaman ya
yapmayacaksınız ya da yaptığınıza göre sonucuna
katlanacaksınız. Ondan sonra da Biz senin söylediklerini senin Genel
Başkanına iade ederiz. Sen aciz misin bana laf söylemekten? Benim
Genel Başkanımla ne ilgisi var? Benim muhatabım kim?
İktidardaki Başbakandır, bugün, iktidarda Tayyip Erdoğan
Arkadaşlar, yurt
dışına Tayyip gidiyor, en azından 80-90 tane polis dört gün
önce gidiyor oraya, yiyor, içiyor, uçakla gidip geliyor, otel paraları,
yevmiyeler kaça mal oluyor? Yurt içinde öyle. Tayyip Erdoğan bugün
kendisini korumak için 5 bin kişilik polis ordusunu kurmuş. Yahu,
senin niye milletin içinde gezmeye yüzün tutmuyor? Ya gelsin arkadaş,
söylesin burada. Niye yüzün tutmuyor? Çık milletin içinde, eğer hakikaten
arkanda bir leke yoksa milletin içinde başın dik olarak yürü göreyim
seni bakalım! Ondan sonra da çıkıp da ben
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Halkın içine girmeye cesaretin yok!
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) - Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, şahsım adına söz istiyorum.
BAŞKAN Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Sonradan fark ettim Sayın
Elitaş, kusura kalmayın.
3üncü maddeyi okutuyorum:
Madde 3: Bu kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, grup adına söz istiyorum.
BAŞKAN AK PARTİ Grubu
adına Mustafa Elitaş, Kayseri Milletvekili.
Buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
IMF ile ilgili yapılan bu
sözleşme çerçevesinde değerli arkadaşlarımızın
yapıcı eleştirileri ortaya çıktı; fakat bazı
meseleleri, bazı rakamları ortaya koyarken yanıltıcı
bilgilendirildiği konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu
kendi çerçevemden, kendi açımdan aydınlatmak istiyorum.
Bakınız, değerli
arkadaşlar, 2002 yılında Türkiyenin borcu 221 milyar dolar.
2012 yılında Türkiyenin borcu 595 milyar dolar. 2002
yılında Türkiyenin gayrisafi yurt içi hasılası 231 milyar
dolar. Yani bütün yılın alın terini bir araya getirmişiz;
işçimiz çalışmış, memurumuz çalışmış,
sanayicimiz çalışmış, bütün artı değerleri,
kârları bir araya gelmiş 231 milyar dolar elde etmişiz. Buna
karşılık borcumuzu ödemişiz, cebimizde 10 milyar dolar
kalmış. 2012 yılının, 2011 yılı sonu
itibarıyla Türkiyenin toplam borcu 595 milyar dolar. Yine aynı
şekilde bu ülkenin insanları, 75 milyon insan
çalışmış, alın terini bir araya getirmiş;
işçinin maaşı, memurun maaşı, işçinin ücreti,
iş adamının kârı, her türlü birikimler bir araya
gelmiş 2011 yılında 772 milyar dolar gelir elde etmişiz.
Yani bugün biz bütün borçlarımızı ödemeye
kalktığımız takdirde elimizde ne kalmış? 177
milyar dolar artı değerimiz kalmış. 2002 yılında
ancak 10 milyar dolarlık, borcumuzu ödedikten sonra elde ettiğimiz
gelir varken 2011 yılında 177 milyar dolarlık bir artı
gelir elde etmişiz. 2002 yılındaki 231 milyar dolarlık
gayrisafi yurt içi hasılanın 2011 yılı itibarıyla
baktığımızdaki değeri 772 milyar dolar;
çarptığınız zaman 4 misline yakın bir
artışla karşı karşıya kalmış olursunuz.
Yine, 2002 yılında 370 milyar Türk lirası gayrisafi yurt içi
hasıla elde eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 2011
yılında 1 trilyon 404 milyar lira gayrisafi yurt içi hasıla elde
etmiş. 2002 yılında asgari ücret 184 lirayken 2012
yılının başında asgari ücret 751 liraya
çıkmış. Asgari ücret 4 misline yakın artış
göstermiş.
KAMER GENÇ (Tunceli) Fiyat
artışlarını bir söyle!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
2002 yılında asgari ücret 111 dolar iken bugün asgari ücret 420
dolara çıkmış.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Elektrik
ne olmuş, onu da bir söyler misin sen? Elektriğin, doğal
gazın fiyatını da bir söyle!
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, asgari ücretin geldiği konunun yüksek
olduğunu ifade etmiyoruz. En düşük memur maaşının,
aldığı paranın da yüksek olduğunu ifade etmiyoruz.
57nci Hükûmet de, 56ncı Hükûmet de, daha önceki hükûmetler de bu
ödedikleri paraları hiç kimse, Bakanlar Kurulu üyeleri cebinden ödemedi, başbakan
cebinden ödemedi. 58, 59, 60, 61inci hükûmetlerin üyeleri de memurumuza ödenen
maaşları, işçimize ödenen ücretleri cebinden ödemiyor; bu
ülkenin kaynaklarından, bütçe imkânları doğrultusunda
ödemelerini yapıyor.
Bakın, yine sizinle bazı
rakamları paylaşmak istiyorum. Alım gücüyle ilgili konuları
daha önce anlatmıştık. Değerli milletvekilleri, 2002
yılında müsteşar 7 lira maaş alırken 9/1 memur 1 lira
maaş alıyormuş. 2002 yılında -dikkat edin-
müsteşar, en yüksek devlet memuru 7 lira maaş alırken en
düşük, 9/1 devlet memuru 1 lira maaş alıyormuş yani 7
katı fazla maaş alıyormuş en yüksek devlet memuru. 2011
yılının Temmuz ayı itibarıyla
baktığımızda, devlet memuruyla müsteşar
arasındaki fark 3,4 misline indirilmiş. Bizim
yaptığımız ücret politikasında yüksek maaş alana
daha az ama düşük maaş alana daha yüksek şekilde maaş
artışını öngören bir sosyal politikayı gündeme
getirmişiz.
Bakın
değerli milletvekilleri, 2002 yılı itibarıyla TÜFE yüzde
18,4, memur maaş artışı yüzde 24,8; 2006 yılında
TÜFE yüzde 9,7, memur maaş artışı yüzde 22,5; 2008
yılında TÜFE yüzde 10,1, memur maaş artışı yüzde
23,2; 2011 yılında TÜFE yüzde 10,45, memur maaş
artışı yüzde 18,3. Şöyle bir düşünün: 2002
yılına girdiğimiz Türkiyede, 2001 krizinin sonuçları
çerçevesinde bu ülkede insanlar maaş artışlarını
değil, yarınlarını garanti altında görmek için
kaygı duyuyorlardı. Ama şu anda Türkiye ekonomisinin kalkındığını,
büyüdüğünü memur sendikaları ifade ediyorlar, diyorlar ki: On
yılda Türkiye ekonomisi şu kadar arttı, biz de buradan refah
payını istiyoruz, arzu ediyoruz. On yıl önce bu ülkenin insanı
bu ülkenin devletinden, hükûmetinden maaşlarını isterken tedirgindi,
Verirler mi acaba? diye kaygıları vardı ama şimdi refah
seviyesinin daha da artırılması için isteklerde, taleplerde
bulunuyorlar. Bir kimsenin bir şeyi talep edebilmesi için var olması
gerekir, kaynak olması gerekir, üretmesi gerekir; işte 2012 Türkiyesinin
en önemli farklarından birisi bu.
Bakın
değerli milletvekilleri, yine ülkelerin 2000 yılından 2010
yılına kadar gelen gayrisafi yurt içi hasıla
artışlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Amerika
Birleşik Devletlerinin 2000 yılından 2010 yılına
kadar gayrisafi yurt içi hasıla artışı yüzde 47;
İngiltere 52,6; Almanya 73,5; Fransa 91,7; İtalya 85,1; İspanya
136,1; Yunanistan 140,2. Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasıla
artışı on yılda yüzde 177 olmuş.
Değerli arkadaşlar, bu
doğruları, bu gelişimi, bu ülkedeki artı değeri ortaya
çıkarışı ve Türkiye'nin sadece figüran olmaktan
çıkıp global bir aktör hâline gelişini bu millet on
yıldır takip ediyor. On yıllık süre içerisinde hem mahallî
idareler seçimlerinde hem de genel seçimlerde artan bir oranla, bu ülke,
iktidarına, kendisini idare eden iktidara aynı şekilde
desteğini vermeye devam ediyor. Kamuoyu anketleri de zaten bu
desteğin aynı şekilde olduğunu ifade ediyor.
Bakın, değerli
milletvekilleri, bir de sizinle bir konuyu paylaşmak istiyorum. Lisede
felsefe hocamız vardı -yaşıyorsa kulakları
çınlasın, öldüyse Allah rahmet eylesin- derdi ki değerli
arkadaşlar: Bir kişi hangi mekânda yetiştiyse onun resmini
yapar veya o konuyu içine getirir. Mesela sarayda yaşayan bir ressam ile
köyde yaşayan bir ressamı ortaya koyalım. İki ressama da
diyelim ki: Mükellef bir sofra çizin. Saraydaki ressam gümüş veya
altın kaşıklarla, altın tabaklar içerisinde mükellef bir
sofrayı, kuş sütü eksik olmayan bir sofrayı ortaya koyar ama
çoban bulgur pilavıyla yanında da ufak tefek bir şeyler yapar.
Kişi ne gördüyse, nasıl yetiştiyse o ortam içerisinde, o çerçeve
içerisinde bunu değerlendirir. Buraya çıkan milletvekili sürekli
olarak yolsuzluktan, hırsızlıktan bahsediyor. Yani sen
hayatın boyunca yolsuzluk ve hırsızlıktan başka bir
şey düşünmedin mi ki? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Milletvekilliği yaptığın süre
içerisinde sen sadece o rezalet içerisinde bulundun mu ki anasının ak
sütü gibi helal oylarla bu milleti temsil eden, on yıldır da yükselen
bir değer olan Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine,
Başbakanına, Cumhurbaşkanına hakaret etmeyi kendinde hak
görüyorsun?
Bu duygularla yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Başka söz talebi?
Yok.
Soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Sayın Işık, buyurun.
ALİM IŞIK (Kütahya)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2000
yılında fert başına düşen millî gelir ile 2011
rakamlarına göre fert başına düşen millî gelir
değerleri kıyaslandığında Türkiye'nin
yaklaşık 15 sıra geri gidişini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Tarım Bakanı olmanız
nedeniyle, Hükûmet adına da orada oturmanızı da fırsat
bilerek soruyorum. Özellikle sizin döneminizde sıfır faizli kredili
damızlık inek dağıtımından yararlanan
vatandaşlarımızın birçoğu dağıtılan
damızlık sığırların brusella
hastalığı nedeniyle toplatılmasından mustariptirler.
Örneğin, Kütahya ili Domaniç ilçesinin Çukurca beldesinde
yaklaşık 200 damızlık inekten 100ü bu gerekçeyle
toplatılmıştır. Bu konuda nasıl bir tedbir
düşündünüz? Türkiye genelinde hastalıklı hayvanların
mücadelesiyle ilgili nasıl bir yol izleyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Öz
ALİ ÖZ (Mersin) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bu Hal
Yasasında yeni yapılan bir değişiklikle yüzde 2 olan hal
rüsumu yüzde 1e indirildi. Bu oranın da yüzde 0,25i üretici yerdeki
belediyeye, yüzde 0,75i de ürünün gönderildiği hal belediyesine verildi.
Bu durum üretimin yapıldığı yerin aleyhine bir durumdur. Bu
durumu eşitlemeyi veya bu oranları tersine çevirmeyi düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Varlı
MUHARREM VARLI (Adana) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Az önce Sayın Bakana fikrimizi
söyledik, pek hoşuna gitmedi herhâlde, yapılması gereken
doğruları söylediğimiz için hoşuna gitmedi. Peki,
şöyle soralım o zaman: Buğday hasadına
başlandığı günden buğday hasadı bitene kadar yani
ağustos ayının sonuna kadar, hatta eylül ayının
ortasına kadar ithalatı yasaklamayı düşünüyor musunuz? Bir.
Veya ithalatın fon değerini artırmayı düşünüyor musunuz?
İki.
Yine, Ziraat Bankasıyla ilgili
yönelttiğim soruya cevap vermediniz. Geçen yıl mısıra dönüm
başına 358 milyon lira verilirken bu yıl yarı fiyat ancak
veriliyor. Büyükbaş hayvanda geçen yıl verilen ücretin bu yıl
yarısı ancak veriliyor. Çiftçi ödediği paranın
karşılığını alamadığı gibi
yarısını bile alamıyor. Bu konuyla alakalı bir
çalışmanız var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Halaman
ALİ HALAMAN (Adana)
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımız, demin
de söyledim, cidden tatlı tatlı anlattı ama belirsizlik iyi bir
şey değil. Bu buğday hasadı Adanada turfanda yani en önce
biçilen yer. Dolayısıyla, Sayın Tarım Bakanımız
bir ön alma adına, bu fiyatla ilgili bir söyleme gibi bir düşüncesi
yok mu? Yarın bir gün bu buğday ortada kalır. Ondan dolayı,
Tarım Bakanlığının bir miktar ön almasını
istiyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Oğan
SİNAN OĞAN (Iğdır)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 15 Şubatta
TİGEMin Iğdır Devlet Üretme Çiftliğine güvenlik görevlisi
alınmasıyla ilgili bir çalışma yapılmış. Bir
vatandaşımız müracaat etmiş ve MHP Iğdır
Milletvekili olarak beni de referans göstermiş. TİGEM Genel Müdür
Yardımcınız Ayhan Karayaman cevaben bu
vatandaşımıza diyor ki: Biz seni alacaktık ancak
referansınız MHP Iğdır Milletvekili olduğu için biz
seni alamayacağız. Böyle bir partizanca tutumu Sayın Karayaman
mı yapıyor yoksa bu talimatı siz mi verdiniz?
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Ağbaba
VELİ AĞBABA (Malatya)
Sayın Bakana sormak istiyorum. Bugün İçişleri Bakanı
Sayın İdris Naim Şahinin açıklamaları var. Bir
televizyon kanalında diyor ki: Bu vatandaşlar kaçakçıydı.
Bu emri BDP verdi. Sağ yakalansalardı kaçakçılıktan yargılanacaklardı.
Filmin bütününe bakılınca Özür dilemek gibi bir şey yok. diye
bir söylem var. Eğer bunlar doğruysa, siz
katılıyorsanız niye tazminat ödeniyor öldürülen gençlere?
Kaçakçılık yapmanın cezası öldürülmek mi? Ayrıca siz,
kabineden bir bakan olarak, cenazelerde döktüğünüz gözyaşlarıyla
tezat değil mi bu davranış? Kaçakçılık yapmanın
cezası öldürülmek mi? Bunları bir bölge milletvekili olarak size
sormak istedim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Bayraktutan
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, demin çayla ilgili
soruma verdiğiniz cevabın çok inandırıcı
olmadığını düşünüyorum, şöyle ki: Günlük 7 bin
ton yaş çay kapasitesinin bugün Doğu Karadenizde 4 bin-4.500 ton
civarında uygulandığını düşünüyoruz. Eğer
dediğiniz rakamlar, kontenjan uygulamasıyla ilgili sorun olmasa, en
azından günlük 10 bin ton civarında ÇAYKURun çay işletmesi
gerekir diye düşünüyoruz. O nedenle, kontenjan uygulaması nedeniyle
üreticinin büyük mağduriyeti söz konusu. ÇAYKUR çayı
almadığı için, sizin ilan etmiş olduğunuz taban
fiyatının yarısına düşen miktarlarda, neredeyse 65
kuruşa düşen miktarlarda çay üreticisi özel sektöre çayını
vermekte ve bu nedenle büyük mağduriyet içerisinde yol almakta, onun da
parasını bir yıl sonra, nakit olarak değil, bir bölümünü
kuru çay, bir bölümünü zeytin olarak almaktadır. Bu nedenle bir
mağduriyet söz konusudur. Bu konuda herhangi bir şey yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK BAKANI
MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Önce tabii, deminden beri bu büyüme,
borç, vesaireyle ilgili birçok şey söylendi, önceki maddelerde de.
Şunu bir kez daha vurgulamak
lazım: Türkiye'nin, tabii, borcunu mukayese ederken -özellikle
dış borcunu, gerek IMFye gerekse diğer bütün uluslararası
kuruluşlara- bir, Türkiye'nin o günkü millî geliriyle mukayese etmek
lazım ve o gün ile bugünü mukayese etmek lazım.
Şimdi, 2002 yılında
Türkiye'nin uluslararası bütün kuruluşlara yönelik kamu borç stoku 29
milyar dolar. Bu 29 milyar dolar; Türkiye'nin o tarihteki toplam millî geliri
230 milyar dolar ve çok uluslu kuruluşlara -uluslararası
kuruluşlara daha doğrusu- olan borcun bu şekliyle millî gelire
olan oranı yüzde 12,6.
Şimdi, bugün, bu borç rakamı
2011de toplamda 34 milyar dolar. Yani Uluslararası İmar ve
Kalkınma Bankasından bahsedildi; İmar ve Kalkınma
Bankası dâhil olmak üzere borç 34 milyar dolar ancak Türkiye'nin millî
geliri -biraz önce de söylendi- 750 milyar dolarların üzerinde. Millî
gelirle bugünü mukayese ettiğimizde, oranladığımızda
ise bunun yüzde 4,4üne tekabül ettiğini görüyoruz. Yani bundan on sene
önce Türkiye'nin uluslararası kuruluşlara olan borcu millî gelirinin
yüzde 12,6sı ama bugün yüzde 4,4üdür ki burada üçte 1 oranında bir
düşüş söz konusu. Dolayısıyla, uluslararası
kuruluşlara olan Türkiyenin borcu da esas itibarıyla düşme
gösteriyor, artma göstermiyor. Aksine Türkiyenin millî gelirinde de 3
katlık bir büyüme söz konusu.
Sayın Başkan, tabii,
Türkiyede hayvan hastalıklarıyla ilgili bu dönemde çok etkin bir
mücadele yapılıyor. Ama bunu herkes bilir ki, takdir eder ki hayvan
hastalıkları sınır tanımıyor ve Türkiye gibi
iki-üç kıta arasında yer alan ve komşuları itibarıyla
da hayvan hastalıklarıyla ilgili hiçbir ciddi önlemin
alınmadığı bir ülkeyi dikkate
aldığımızda, bu hayvan hareketleriyle birlikte bu
hastalıkların bütünüyle eradike edilmesi uzun zaman alacak ve çok
büyük maliyetlere katlanmamızı gerektirecek bir durum.
Brucellada oranı itibarıyla
bir artış söz konusu değil ve brucella da, Bakanlığın
veyahut Hükûmetin verdiği faizsiz kredi destekleri veya diğer
kooperatif uygulamalarında eğer brucella varsa bunlar zaten sigorta
kapsamında. Dolayısıyla sigorta kapsamında
değerlendiriliyor. Eğer hastalık tespit edilirse o
vatandaşlarımıza, bu hayvanlar alınıp onların
yerine kendilerine yeni sağlıklı hayvanlar veriliyor. Bunu
özellikle vurgulamak istiyorum.
Şimdi, buğday ithalatı
veya buğday fiyatıyla ilgili tekrar tekrar söyleniyor. Değerli
arkadaşlar, biz, Hükûmetimiz döneminde, hiçbir dönemde üreticiyi
mağdur etmedik. Bu sene de zaten etmemiz söz konusu değil ama henüz
ortada daha ürün bile yokken kalkıp da işte, efendim, ön alalım,
fiyat açıklayalım, önden gidelim gibi bir şey ne ekonominin
gereğidir ne de Türkiyeyi doğru yönetmenin gereğidir. Bu
şekildeki popülist politikalarla geçmişte O kaç verirse ben 5
fazlasını veririm. diyenlerin Türkiyeyi hangi hâle koyduğu,
hangi krizleri yüklediğini de bütün milletimiz zaten biliyor ve Türkiye
bunun yıllarca acısını, ızdırabını çekti.
Gerek olmadığı zaman müdahale ettiğinde bir fiyat
açıklamanın da hiçbir anlamı yok, ekonomik olmaz.
Dolayısıyla, onu zamanı geldiğinde
açıklayacağız.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Uluslararası Para Fonu Ana Sözleşmesinde İcra
Direktörleri Kurulu Reformuna İlişkin Olarak Yapılması
Teklif Edilen Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
Kullanılan
oy sayısı |
: |
243 |
|
Kabul |
: |
231 |
|
Ret |
: |
12 |
Kâtip Üye Özlem Yemişçi Tekirdağ |
Kâtip Üye Bayram Özçelik Burdur |
Böylece tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.13
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 19.20
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Özlem YEMİŞÇİ (Tekirdağ)
----- 0 -----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 110uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
4üncü sırada yer alan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut Kapılarının Ortak
Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran
İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut
Kapılarının Ortak Kullanımına Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/427) (S. Sayısı: 7)(x)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 7 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Ali Haydar Öner, Isparta Milletvekili. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER
(Isparta) Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyeleri; 7 sıra sayılı Yasa Tasarısı
üzerinde söz almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi, İran
sınırı emperyal güçlerce belirlenmeyen tek
sınırımız.
Burada Esendereyle Sero -Urumiyenin
bir yerleşim merkezi- arasında hudut kapısı üzerinde
anlaşmamız var. Dönemin Devlet Bakanı, şimdiki Gümrük ve
Ticaret Bakanı Sayın Hayati Yazıcıyla İran
tarafından Ekonomik İşler ve Maliye Bakanı Shamseddin
Hosseini tarafından Ramsarda 2010 22 Martında imzalanan bir
anlaşma. Bu anlaşma, Türkiye ile İran arasında dostluk,
kardeşlik ilişkilerini pekiştirdiği gibi ticari
kapasitemizi de artıracak bir anlaşma çünkü Urumiyede
yaklaşık 700 bin nüfus var ve bunlardan yüzde 90ı Azeri kökenli
kimseler.
Yüksekova ilçe sınırları
içinde kalan Esendereyle Sero arasında öteden beri bir hudut trafiği
var. Bu bölgelerde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği de yeni bir hudut
kapısı yapmayı sözleşmeye bağladı. Daha önce
yapılan kapılarla birlikte trafiği hızlandıracak,
işlemleri yoğunlaştıracak, ülkemize zaman ve kazanım
sağlayacak bir çalışma. O bakımdan, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğinin bu iş birliği anlayışını
da dile getiriyor, kendilerine teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu
kapıyla, İran
Temennimiz, bu kapıdan gelecek
İranlı dostlarımızın, biz kendilerini ziyaret ederken,
geleneklerine, değerlerine gösterdiğimiz saygıyı
onların da Türkiyeye geldiğinde göstermeleri.
Sayın Cumhurbaşkanları
geldiğinde Ankaraya gelmediler İstanbulda görüşmelerini
yürüttüler. Bu, Türkiye adına çok hoş bir görünüm
olmamıştır. Biz İrana gittiğimizde onların
değerlerine nasıl saygı gösteriyorsak onlar da Türkiyeye
geldiğinde bizim değerlerimize, ulusal değerlerimize saygı
gösterirlerse bir şey kaybetmezler. Hele hele Türk ulusuna ve İslam
âlemine en büyük hizmetler veren liderlerden birisi olan Gazi Mustafa Kemal
Atatürkün Anıtkabirdeki mekânını ziyaret eder, bir çiçek
bırakacak kadar Fatiha okurlarsa herhâlde doğru şeyi
yapmış olurlar.
Değerli milletvekilleri,
İranla 2010 yılı ihracatımız yaklaşık 3,4
milyar dolar, ithalatımız ise 7,64 milyar dolar civarında.
Burada ciddi bir dış ticaret açığımız var.
Onlardan aldığımız ürünler belli, ancak
aldığımız ürünlerin fiyatları nedense belli
değil, başta doğal gaz ve petrol olmak üzere
aldığımız ürünlerin fiyatları nedense
açıklanmıyor. Biz de onlara bazı ham madde ürünleri ile
bazı mamul maddeleri satıyoruz. Bu kapasitenin genişletilmesi
için iş adamlarının, ticaret, sanayi odası heyetlerinin
İranla temaslarını yoğunlaştırmalarında
yarar var. Ancak içimizi yaralayan bir olay, Sayın İran
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejatın Sayın Cumhurbaşkanımızı
on iki saat bekletmesi, buna karşın Suriye Dışişleri
Bakan Yardımcısını kabul etmesi. Aynı şekilde,
dinî lider Hamaneyin de başkentte kabul yerine Tebrize kabul
bakımından beklentiye geçmesi. Bunlar ülkemiz açısından da
bizim elem duyduğumuz durumlar.
Ama Türkiye-İran münasebetleri
Türkiye ile İran arasındaki münasebetlerden ibaret değil. Dünya
karmaşık bir siyasal ilişkiler ağını
karşımıza çıkarıyor. İranla iyi geçinmek
isterken bir Kürecik erken uyarı sistemi kurulacak oluyor, İran soruşturuyor
bu Kürecikteki erken uyarı sistemi neyin nesi. İrandaki
dostlarımızın sorularının haklılık payı
yok mu? Önce dendi ki: Bu, NATOnun radar üssüdür, füze kalkan sistemidir.
NATOnun öyle bir şeyi olmadığı daha geçtiğimiz
günlerde anlaşıldı çünkü Chicagoda bu üs NATOya Obamanın
onayıyla yeni devredildi. Bu devir içinde imzası olan kim? Bay
Rasmussen. Rasmussen kim? Roj TVye ev sahipliği yapan, İslamın
Yüce Peygamberine hakaret edenlere gık demeyen, NATOnun Genel
Sekreteri. Kim onu oraya seçti? Biz seçtik. Güya taviz
koparmıştık. Hangi tavizi aldık? Bay Rasmussen şimdi
de ne diyor? Kürecik radarı, avro ve Atlantik dışındaki
tehlikeleri bertaraf edecek. Avro tehlikeleri nereden geliyor? Avro
bölgesinden, Avrupadan. Atlantik tehlikeleri nereden geliyor? O zaten NATOnun
kendisi, oradan da bir tehlike yok. Nereden gelecek bu tehlike? Herhâlde
İrandan. İrana karşı radar sistemi kuruyoruz. Ondan en
çok yararlanacak ülke hangi ülke? Hadi söyleyelim korkmadan, çekinmeden:
İsrail. Hani one minutele İsraile rest çekilmişti? Bir öyle,
bir böyle; hangisine inanacağız, hangi alanda hangisine
güveneceğiz?
İranla ilişkiler,
İranla ilişkilerden ibaret değil, İran-Suriye
münasebetleri var. Suriyeyle, Beşar Esadla kardeştik, Beşar Esadla
hasım olduk. Adam aynı adam, 1,80-1,90, ince uzun bir yönetici ama
Esadken dosttu, birden adı sanı değişti Esed oldu,
düşman oldu, hasım oldu. Esedin düşmanları Türkiyede
konuk edildi. Vandaki depremzedelerden esirgediğimiz olanakları
onlara sunuyoruz. Geçen Mardinden bir arkadaşım aradı, dedi ki:
Sayın Valim, oradaki konuklar ara sıra Suriye
sınırına gidip çatışma çıkarıp dönüyorlar.
Sonra da şöyle oldu, böyle oldu deniyor. Bunlar herkesin bildiği ama
dile getirmediği, dile getiremediği hususlar. Vandaki
kardeşlerimiz çadırlarda çok çocuk kaybettiler, yangınlarda ama
Suriyedeki rejim karşıtlarını konuk ettiğimiz
konteynerlerde yok yok iken depremzedeler bin bir güçlükle karşı
karşıya.
İranla
ilişkilerimiz sadece İranla münasebetlerimizden ibaret değil.
Irakla münasebetlerimiz, Rusyayla münasebetlerimiz, İsraille
münasebetlerimiz, Amerika Birleşik Devletleri ile münasebetlerimiz
İranla olan ilişkilerimizi çok etkiliyor. O bakımdan,
İranlı dostlarımızla münasebetlerimizi, iki ülkenin
karşılıklı egemenlik ve hakça çıkar ilişkilerine
dayalı olarak yürütmemiz ve İranla bozuşurken, efendim, bizimle
dostça ilişkilerine şüpheyle bakmamız gerekenlerle
aşırı yakınlaşmalardan sakınmamız gerekiyor.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) Söyleyene bak, söyleyene!
ALİ HAYDAR ÖNER
(Devamla) Anlaşılmadı efendim.
İBRAHİM
KORKMAZ (Düzce) Anlaşıldı
BAŞKAN Lütfen
Sayın Milletvekili
ALİ HAYDAR ÖNER
(Devamla) O uzaktan uzağa ne diyorsanız gelin burada söyleyin, sizi
dinlemeye hazırım, sizden yararlanmaya hazırım. Uzaktan
uzağa öyle konuşulmaz.
Değerli dostlar,
yakın bir tarihte -hepinize Allah sağlık versin- bir kalp
operasyonu geçirdim, beş damar değiştirildi. Yeniden aranızda olmanın
mutluluğu içindeyim. Bu baypas operasyonu bende birtakım bedensel
ağrılara neden oldu ama o arada geçen sürede asıl
rahatsızlıklar hukuksuzluk alanında, adaletsizlik alanında,
yolsuzluk alanında, yolsuzlukları koruma, kollama alanında
vicdanlarda yarattığı rahatsızlıklar. O çok daha
büyük, onu iyileştirmenin olanağı yok çünkü bu üç günde,
beş günde geçecek olaylar ama bu rahatsızlığı duyanlar
var, duymayanlar var. Hele hele 19 Mayısta Atatürkü anmaktan Türk ulusu
alıkonuldu, bunun verdiği rahatsızlık -Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısı altında ifade ediyorum- en büyük
rahatsızlık. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu Meclisi kuran Atatürkü anmaktan bu
ulus men edilmeye çalışıldı ama meydanlar susmadı,
gençler susmadı Mustafa Kemalin askerleriyiz. diye millet yürüdü,
anıtlara çelenk koydu. Atanın izindeyiz. diyen Türk polisine
Atanın anıtına çelenk koydurtmama görevini birtakım
gafiller, birtakım nankörler verdi. Atatürkün anıtına çelenk
koydurtmamak ne demek?
Millî Eğitim Bakanı usta bir
manevrayla -intihalcilikten şüpheli, millîliği gayrisahih olan Millî
Eğitim Bakanı- topu emlakten ve otomotivden iyi anlayan topçu Bakana
attı, Türkiye'nin her yerinde güya bayram kutlandı. Bayram mı
kutlandı, panayır mı yapıldı belli değil; orada
başka, burada başka.
Türkiye Cumhuriyeti devleti köklü bir
devlet, Türk ulusu medeniyetler kurmuş bir devlet, Atasına nankörlük
eden bir ulus değil. Kimse bu tür organizasyonlara itibar etmesin, bunun
vebalinden kurtulacağını sanmasın. Türk milleti millî
duygulardan kendini uzaklaştırmak isteyenleri tarihin çöp sepetine
atacaktır, haberiniz olsun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Irakla sıfır
sorun politikasını devam ettiriyorduk. Bugünlerde bir Iraklı
yetkili, konuğumuz, VIP konuğumuz, orada birtakım tertiplere
girdiği kendi korumasınca açıklanan biri burada VIP statüsünde
korunuyor. Türkiye, kanun dışı kimselerin korunağı
mı arkadaşlar? Daha önce Ömer El Beşir denen bir zatı da
burada konuk ettik. Uluslararası ceza mahkemeleri, hakkında fezleke
düzenlemiş, binlerce insanın katili olarak anılıyor, bizde
devlet yetkililerince ağırlanıyor. Türkiye katillerin
ağırlandığı bir yer değil. Aynı
şekilde, Haşimi de efendim, ağırlanıyor.
Bütün bunlar
yapılırken Kerkük unutuluyor. Haşimi niye
ağırlanıyor? Sünniymiş. Malikiyle niye ara bozulmuş?
Aleviymiş. Bize ne? Ama Kerkükü unutmayın. Kerkükteki Türkmen
soydaşlarımızın bir kısmı Alevi bir
kısmı Sünni. Laik yaklaşımlar içinde olmazsak Kerküke,
Kerküklü soydaşlarımıza ihanet etmiş oluruz. Onları
birbirine düşürecek mezhepçi yaklaşımlardan
uzaklaşmamız lazım çünkü Kerkük bizim millî
davamızdır, vazgeçemeyeceğimiz bir davadır, kimse bize
Kerkükü unutturamaz, Kerküklü soydaşlarımız arasında nifak
tohumları ekemez. İster Alevi ister Sünni hepsi bizim
kardeşimiz. O bakımdan fevkalade dikkatli olalım.
Değerli
arkadaşlarımız, son günlerde, yandaş bir sendikanın
bir söylemi var: Dağ fare bile doğurmadı. Nedir mesele?
Buçuklu öneriler. Efendim, Türkiye Cumhuriyeti devleti, biraz önce Sayın Elitaş da
söyledi, şöyle zenginleşti, böyle kalkındı, böyle dereceler
aldı ama kamu çalışanlarına, emekleriyle geçimlerini
sağlayanlara bir sürü vaatten sonra ki Sayın Bakanımız da
Tandoğanda çıktı, konuştu Anladım, anladım ne
istediğinizi. dedi, anlamış, 3+3 teklif etti, sonra lütfettiler
3,5+3,5 dediler, sonra da 3,5+4 2012 için, 2013 için de 3+3, Allah bereket
versin. Faiz ne? Doğal gaza ne kadar zam geldi? Elektriğe ne kadar
zam geldi? Refah payı nerede? Yandaş sendikanızı çok zora
soktunuz haberiniz olsun. AKP iktidarda diye, efendim, yandaş
sendikanın üye sayısı baskılarla
artırılmıştı, kendi yandaş sendikanızı
zora soktunuz. Allah sizinle iş birliği yapanları sizin,
efendim, kötülüklerinizden korusun.
Efendim, çıktık geldik,
Komisyonda görüşülmeyen bir kanun teklifi onaylanmış, 4+4+4.
Komisyonda ilk 6 madde usulünce görüşüldü, son 21 madde
görüşülmüş gibi sahte tutanakla Meclis
Başkanlığına, oradan da ilgili mercilere gönderildi,
onaylanıvermiş. Bu kadar kötü emsal olur mu arkadaşlar? O zaman
hiçbir kanunu komisyonda görüşmeyelim, direkt, zorbalıkla,
diktatöryal yaklaşımlarla Genel Kurula indirelim, onaya gönderelim.
4+4ün bocalaması her gün karşımıza çıkıyor, bir
genelge çıkarıyorlar, Sayın Bakan Benim haberim yok. diyor,
neden haberi varsa? Sayın Bakanın bir defa millî bir bayramı
Millî Eğitim Bakanlığının bünyesinden
çıkarıp bir başkasına atması bile Millî Eğitim
Bakanlığına yaraşır bir davranış değil.
Her gün yeni bir şey. Yok,
beş yaşındakiler şöyle, altı yaşındakiler
böyle, altmış altı aylıklar böyle, yetmiş iki
aylıklar böyle, şuralar şu okula dönüşecek, buralar bu okula
dönüşecek. Bu kadar zikzak olmaz, bu kadar tutarsızlık olmaz.
Tutuklu vekillerimiz hâlâ içeride.
Sayın Meclis Başkanı bohçanın dört ucunu bir araya
getirememiş. Bohçanın dört ucunu bir araya getiremeyen adam
nasıl Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık yapıyor
anlayamıyorum.
Ben kendisine hatırlatıyorum.
RECEP ÖZEL (Isparta) Ya, seni
valilikten almasın diye kaç defa gittin Cemil Beye!
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla)
Sayın Özel, gelip konuşursun burada! Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet
Meclisi Başkanı devletin 2 no.lu protokolünde.
RECEP ÖZEL (Isparta) Ona şimdi
hakaret ediyorsun!
BAŞKAN Sayın Özel, lütfen
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla)
Protokolündeki yerinin hakkını versin, yoksa orayı terk etsin.
Deniz feneri yolsuzluğunun
mahkemesi bulunamıyor. Savcılara mahkeme bulundu, yoksulun, yetimin
hakkını yiyenlere mahkeme bulunamıyor. Allah, yoksulun yetimin
hakkını yiyenleri koruyanlardan hesap soracak.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla)
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz isteyen Kemalettin Yılmaz, Afyonkarahisar Milletvekili.
(MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA KEMALETTİN YILMAZ
(Afyonkarahisar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Esendere ve Sero Kara Hudut Kapılarının Ortak
Kullanımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi selamlıyorum.
Bu anlaşma gündeme geldiğinde
ki daha birkaç ay önce İranla sıcak ilişkilerimiz var idi,
ticaret hacmimiz artış eğiliminde idi, ancak AKP Hükûmetinin
dış politikadaki basiretsizliği, başarısızlığı
karşımıza çıktı. Belki de bu sınır
kapısı ortak olarak hiç kullanılmayacak, İranla
ilişkilerimiz daha da kötü olmaya devam edecek.
Türkler ile İranlıların
köklü ilişkileri, bu iki ulusun İslamiyeti kabul etmeleriyle
başladı. Türkler bu dönemde Orta Asyadan batıya akın
ederek İranlılarla karşılaştılar ve bu
karşılaşma her iki kültürü de çok derin bir şekilde
etkiledi. 20nci yüzyıla kadar İranda kurulmuş olan hemen
hemen her devlet bir Türk hanedanı tarafından yönetildi. Bir yandan
da Türk dili İran kültüründen derin bir şekilde etkilendi. Sanat,
bilim ve devlet yönetimi konusunda Türklerle İranlılar arasında
çok etkileşimler oldu. İki millet birbirinden çok şeyler
öğrendiler.
Sonunda, 1639 yılında
imzalanan Kasrı Şirin Anlaşmasıyla Türk-İran
sınırı belirlendi. Günümüzde dahi geçerliliğini sürdüren
sınırımız hâlen bu anlaşmadaki şeklindedir.
İran ile aramızdaki
ilişkilerin mutlaka gelişmesi, geliştirilmesi gerekmektedir
ancak son yıllarda gelişmesi için uğraşılan,
anlaşmalarla, ziyaretlerle sıcaklaştırılan ilişkiler
AKP Hükûmetinin komşularımızla ortaya koyduğu basiretsiz
dış politikanın kurbanı oldu. Artan ticaret hacmimiz
maalesef düştü. İran ülkemize farklı gözle bakmaya
başladı, hatta Malatya-Kürecikte İsrailin güvenliği için
kurulan füze kalkanı nedeniyle ülkemize İranlılar düşman
kesildiler. Sözde sıfır sorun politikası
uyguladığımız Suriye, Rusya, İran füzelerini ülkemize
çevirmiş, menzillerini füze kalkanının olduğu Malatya
ilimize göre ayarlamışlardır.
Değerli milletvekilleri, AKP
Hükûmetlerinin sıfır sorun diye iç politika malzemesi
yaptığı başarısızlık örneği
dış politikaları maalesef ciddi sorunlar yaratmaya devam ediyor.
ABDnin dayatmalarıyla yapılan her hamle ülkemize yeni bir tehdit
olarak geri dönüyor.
Sınır kapısını
ortak kullanalım ama sınır güvenliğinin ne durumda
olduğunu kısa süre önce Şırnak-Uluderede yaşanan elim
olayda görmüş bulunduk. Âdeta kaçakçılık normalleştirilerek
kamuoyuna da doğal bir olaymış gibi lanse edildi. İran,
Irak, Suriye üzerinden çok ciddi sigara, uyuşturucu, akaryakıt ve
akla hayale gelmeyecek ürünlerin sevkiyatı yapılmakta, bu sayede de
terör örgütü PKK ekonomik olarak desteklenmektedir. Hükûmet de bu
kaçakçılık faaliyetlerine maalesef göz yummaktadır. Bu
kaçakçılık faaliyetlerinin Türk ekonomisine zararı
yıllık 150-200 milyar dolar civarındadır.
Kaçakçılık inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
Terör de bundan inanılmaz imkânlar sağlamaktadır ve ciddi bir
kaynak aktarılmaktadır teröre bu kaçakçılıktan.
Türkiyedeki araç sayısı
hızla arttığı hâlde resmî akaryakıt
satışı maalesef düşüyor. Bu, inanılmaz boyutlarda
akaryakıt kaçakçılığı var demektir değerli
milletvekilleri.
Kaynaklarda sigara
satışının yüzde 14 azaldığı ifade ediliyor.
Ancak bu azalma sigarayı bırakanlardan değil, kaçak
sigaranın piyasaya hâkim olmasından kaynaklanıyor. Sadece kaçak
yollarla gelen 1 konteyner kaçak sigaranın bıraktığı
kâr 1 milyon 200 bin dolar civarındadır. Tuz, çay, şeker,
dişçilik malzemeleri de dâhil böyle yüzlerce kaçak ürün kalemini
sayabiliriz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bugün terör örgütünün paraya ihtiyacı yoktur. Çünkü
kaçakçılıktan inanılmaz kaynaklar elde ediyorlar. Kendi gümrük
kapılarını bile kurmuşlar; sınırın bu
yanından da, diğer yanından da kaçakçılardan âdeta haraç alıyorlar.
Bu, Türk ekonomisine, sanayisine, tarımına korkunç bir darbe vuruyor.
Namuslu çalışanların aleyhine haksız bir rekabet düzeni
var. Gümrük Bakanlığının fonksiyonları maalesef yok
olmuş vaziyette. Sınırlarda o kadar asker ve polis ne
yapıyorlar?
34 kişinin öldüğü olayda
karakolun haberi vardı. deniliyor; bu, inanılmaz bir suç
itirafı. O bölgede devlet yok. Bazı ağalar, aşiretler, art
niyetli idareciler, bazı siyasiler terör örgütüyle âdeta iş
birliği içerisinde ve âdeta bölgede PKK tarafından uygulanan bir
sıkıyönetim hâkimdir.
Türkiyeye yılda 2,5 milyon ton
kaçak akaryakıt giriyor. Bu miktar ülke içinde tüketilen toplam
akaryakıtın yaklaşık yüzde 20sini, bir başka ifadeyle
beşte 1ini oluşturuyor. Kaçak akaryakıtın parasal
değeri ise yaklaşık 6 milyar dolar civarında. Katır
sırtında, gizli bölmelerde, tır ve kamyonlar ile her gün
binlerce ton akaryakıt ülkemize dağıtılmaktadır.
Her yıl Irak ile İrandaki
fabrikalarda üretilen sigaraların 25 bin tonu kaçak yollardan Türkiye
piyasalarına sokuluyor. Bu kaçakçılıktan dolayı ülkemizin
sadece vergi kaybı yıllık 2,5 milyar dolar civarında ve
diğer ekonomik zararları da hesaba dâhil edilmiyor. Ülkede tütün
ekimi bitirilmeye çalışılırken oluşan boşluk
mamul edilmiş kaçak sigaraya bırakılmaktadır.
Kaçakçılığı için
İran ve Iraka günübirlik turların bile düzenlendiği
şekerde ise yıllık kaçak sokulan tutar 500 bin ton
civarındadır. Bu oran Türkiyedeki yıllık tüketimin
yaklaşık beşte 1ine denk geliyor. Kaçak şekerin ekonomiye
maliyeti yaklaşık 750 milyon dolar civarında. Pancar üreticisi
çiftçimiz alınlarının teriyle üretim yapmaya çalışırken,
on yıldır emeklerinin karşılığını
alamazken vatandaşlarımızın kazanması gereken paralar
maalesef kaçakçılara rant oluşturuyor.
Özellikle üreticiye en büyük
zararı olan bu yaygın olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgemizde tüketilen çayın kaçak yollardan Türkiyeye giriş
miktarı ise yaklaşık 60 bin ton civarındadır. Bu
önemli miktar İran ve Suriyeden ülkemize giriyor. Ekonomiye maliyeti ise
yaklaşık 75 milyon dolar civarındadır. Ülkemizde çay
üreticisinin çektikleri sıkıntılar ortadayken, ürününü haraç
mezat aracılara, fırsatçılara vermek zorunda
bırakılırken, bu sektördeki kaçakçılığa da göz
yumularak çay üreticimizin emekleri heba ediliyor.
Değerli milletvekilleri, ülkemize
kaçak yollardan sokulan bir başka ürün de alkollü içkiler.
Yıllık yüz bin şişe civarında kaçak içkinin yurda
çeşitli yollardan sokulduğu tahmin ediliyor. Özellikle turistlik
otellerde tüketime sunulan kaçak içkinin yıllık ekonomiye zararı
300 milyon dolar civarında. Bu durum, hem sağlık
açısından hem de ekonomik kayıpları açısından
değerlendirilmelidir. Birçok vatandaşımız ve turist
misafirlerimiz hayatlarını kaybediyorlar, geçmişte bunların
örnekleri de vardır. Bu yüzden, ülkemizin en büyük gelir
kaynaklarından olan turizmi kan kaybediyor, ülkemizin turizmdeki
imajı maalesef sarsılıyor.
Türkiyeye, İran, Irak ve Suriye
üzerinden her yıl, büyük bir kısmı da küçükbaş olmak üzere
500 bin civarında canlı hayvan kaçak yollardan sokuluyor. Kaçak
canlı hayvanın yıllık ekonomik zararı yaklaşık
750 milyon dolar civarında olmakla beraber, bir diğer kaçak
giriş yapan ürün de karkas et. Kaçak et, ülkemize, özellikle İran
üzerinden giriyor. İstanbulda tüketilen etin maalesef yüzde 40ı
kayıt dışıdır. Bu rakam Türkiye genelinde tüketilen
etin de üçte 1ine denk düşüyor. Kaçak etin yıllık değeri
ise 5 milyar dolar civarında. Buradaki kayıp, ülkemizin maalesef
kanayan yaralarından bir tanesidir. Zaten ağır maliyetler, girdi
fiyatları ve başarısız tarım ve hayvancılık
politikalarıyla bitme noktasında olan ülkemizdeki
hayvancılık ile geçinen vatandaşlarımız, bir de kaçak
hayvan, kaçak et yüzünden ciddi zararlar görmektedirler. Et
fiyatlarının kontrolünü sağlıyoruz. diyerek ülkemizi ithal
ete, ithal süt tozuna, ithal kurbanlığa mahkûm eden AKP Hükûmeti,
yandaşlarını bu yolla beslemektedir. Hayvan
kaçakçılığına göz yumularak da bazı kesimler ve terör
örgütüne ciddi rant sağlanmaktadır.
Sınır ticareti adı
altında sınır kapılarından ülkemize sokulup tüm yurda
dağılan başlıca kivi, muz, kavun, karpuz, ananas ve mango
kaçaklığının yıllık ekonomik değeri de
yaklaşık 400 milyon dolar civarındadır. Ülkemizde kavun,
karpuz tarlada kalmaya, işçilik maliyetlerini bile karşılamamaya
devam ederken, maalesef yurt dışından kaçak sebze, meyve girmeye
devam etmektedir. Tüm bunların yanında, bu türlü konserveler ve her
türlü konservelerin yanında, salam, sosis gibi hazır et ürünleri;
sos, mayonez, ketçap gibi gıda katkıları; süt tozu, mama, kek
unu, hazır çorba, biber tozu ve özellikle Orta Doğu ülkeleri
üzerinden gelen pirinç ve bakliyat ürünlerinin kaçakçılığı
artış gösteriyor. Bunların toplamının ekonomik
değeri, maalesef yıllık 1,5 milyar dolar civarında
olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamlar tekzip edilmeyen bir sivil toplum
örgütünün rakamlarıdır.
Yine son yıllarda İran
üzerinden yurda kaçak sokulan zirai mücadele ilaçlarının
miktarlarında da önemli bir artış söz konusudur.
Uyuşturucu
kaçakçılığı işin bir diğer boyutu, ki
uyuşturucu kaçakçılığının boyutu rakam ve
değeri nedir, maalesef yürekler acısı, bilinemiyor. O kadar ki
uyuşturucu kaçakçılığı sınır güvenliği
olmadığı için aleni yapılabilir hâldedir, terör örgütünün
de en büyük finans kaynağını maalesef uyuşturucu
kaçakçılığı karşılamaktadır.
Bu rakamlar ve olaylar, sınır
boylarında ve kapılarında etkin bir denetimin
sağlanamadığını ortaya koymaktadır. Ancak
olayın ekonomik boyutuna baktığımızda sorunun daha
karmaşık olduğu görülmektedir. Kaçakçılık sektörünün
bu kadar kârlı bir sektör hâline gelmesinde, kaçak alkol olayında
gözlendiği gibi, yüksek vergiler nedeniyle iç piyasada fiyatların
aşırı yükselmiş olması ve et olayında
gözlendiği gibi, üretim düzeyinin yetersizliğinden ötürü zaman zaman
aşırı fiyat artışlarının ortaya
çıkması önemli bir rol oynamaktadır.
Burada
sayamadığımız ve ekonomik kaybının ne olduğu
kesin olarak bilinmeyen binlerce kalem ürün ülkemize kaçak yollardan sokuluyor.
Bizim ülkemizde esnaf sıkıntı çekerken, çiftçi
sıkıntı çekerken, imalatçı sıkıntı çekerken
biz elimizdeki imkânları kaçakçılığın önünü almayarak
İrana, Suriyeye, Iraka ve daha kötüsü PKK terör örgütüne
kaptırıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
kaçakçılık engellense, bizim ülkemiz insanının emeği
heba edilmese, ülkemizde yıllardır kanayan yara olan terör
olaylarının müsebbibi PKK terör örgütü para kaynaklarını kaybetse,
yok olup gitse, tarihin karanlıklarına gömülse olmaz mı? Bu
kaçakçılık kayıpları engellense de çiftçimizin
yaklaşık 20-25 milyar TL civarında olan borçları bir
çırpıda siliniverse, bu kaçak kayıplar engellense de
esnafımızın borçları tamamen kapansa, emeklimize yüzde 2-3
gibi komik rakamlar, zamlar değil de hak ettiği zamlar verilebilse,
asgari ücretliye günde 1 TL değil de günde elimizden gelse 20 TL zam
verilse iyi olmaz mı değerli milletvekilleri? Memurumuza altı
aydır beklediği zam yüzde 3-3,5 değil de insanca
yaşayabileceği bir oranda zam olarak verilebilse iyi olmaz mı?
Bu kaçaklar, işsizlikten kırılan gençlerimize iş olsa,
aş olsa daha iyi olmaz mı? İşin ekonomik
kısmını anlatıyoruz; çiftçimiz, emeklimiz, asgari
ücretlimiz can çekişirken akla zaten başka da bir şey gelmiyor.
Gelin, bu anlaşmalardan önce,
ortak kullanımlardan önce, sınır boylarımızda etkin
önlemler alalım, kaçakçılığı önleyelim, PKKnın
kaynaklarını keselim. Komşu ülkelerimizle ilişkilerimizi
ABD politikaları, Avrupa Birliği politikaları ekseninde
değil, gerçekten komşu gibi düzenleyelim. Emperyalist dış
politikalardan vazgeçelim. Komşularımızla ticari ve insani
ilişkilerimizi olgunlaştırıp ülkemizin hem güvenliği
hem de ekonomik refahı için çalışmalar yapalım.
Bir de son günlerde
esnafımızdan, ihracat yapan insanlarımızdan şikâyetler
alıyoruz. İran ile iş yapan bu insanlarımız
paralarını alabilecek banka bulamamaktadırlar. Her
işlemlerinde ciddi komisyonlar, masraflar alınmaktadır.
Paraları, evrakları, gümrük beyannameleri olmasına rağmen,
bankalardan maalesef geri iade edilmekte, gönderilmektedir. İran ile
ticaret âdeta işkence hâline gelmiştir saygıdeğer
milletvekilleri. ABDnin ambargosuna takılan ticaretimiz engelleniyor,
ülkemizin para kazanması engelleniyor ve bu işten hem
esnafımız hem de devletimiz ciddi gelir kayıpları yaşıyor.
Bu konunun da bir an önce açıklığa kavuşturulması ve
İran ile ticaretimizde bankacılık işlemlerimizin bir düzene
oturtulması önem arz etmektedir.
Yine, son günlerde ülkemizden
İrana günde yaklaşık 1 tona yakın altın
çıkışının Dubai üzerinden
yapıldığı bildiriliyor. Bu çok ciddi bir rakam. Reel
ticaret ise bu durumun takibi yapılıyor mu, gerçekten merak ediyorum.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen iki
ülkenin ticaret hacminin artışına fayda sağlaması
dileklerimizle bu anlaşmanın ülkemiz için hayırlara vesile
olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi? Yok.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin tamamlanmış olması sebebiyle Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşleri
sırasıyla görüşmek için 24 Mayıs 2012 Perşembe günü,
alınan karar gereğince, saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.56