TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
19uncu
Birleşim
16
Kasım 2011 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan
ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde
belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçerinin, kanun hükmünde kararname yetkisinin Hükûmetçe
kullanılış biçimine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağın cevabı
2.- Malatya Milletvekili Öznur Çalıkın, on
yıldır informal bir grup olarak görev yapan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Nüfus Kalkınma Grubunun faaliyetlerine ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- Tunceli
Milletvekili Hüseyin Aygünün, tutuklu bulunan öğrencilerin
durumlarına ve adil yargılanma yapılabilmesi için
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı
konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağın cevabı
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygünün, gündem
dışı konuşmasına Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağın vermiş olduğu
cevapta ifadelerini yanlış aksettirdiğine ilişkin
açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkesin,
Suudi yetkililerince Kabei Muazzamadaki Osmanlının
yaptırdığı revakların yıkılmak
istendiğine ilişkin açıklaması
3.- Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan
Canalioğlunun, yeni atanan bakan yardımcılarının
yetki, görev ve sorumluluklarının belirlenmesine ilişkin
açıklaması
4.- Niğde Milletvekili Doğan
Şafakın, Niğde ilinin merkez köyleri ve Çiftlik ilçesinde
meydana gelen don olayı nedeniyle patates üreticilerinin
mağduriyetinin giderilmesine ilişkin açıklaması
5.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, Barış ve Demokrasi Partisine ayrımcılık
yapıldığına ilişkin açıklaması
6.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Van ilinde
meydana gelen depremde yıkılan konutların bir an önce yapılarak
teslim edilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
7.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Deniz Feneri davasının
avukatlığını yapan üyenin olup olmadığına,
var ise davanın avukatlığından ne zaman istifa
ettiğine ilişkin açıklaması
8.- Tokat Milletvekili Reşat Doğrunun,
Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini kullanırken ortaya çıkan
sorunlara ilişkin açıklaması
9.- Muğla
Milletvekili Mehmet Erdoğanın, Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin
açıklaması
10.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, Hükûmetin
kanun hükmünde kararname yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara
ilişkin açıklaması
11.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının, Hükûmetin sağlık hizmetlerine önem vermesi
gerektiğine ilişkin açıklaması
12.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakıkın, Kıbrısta üniversitelerde okuyan Kürt
çocuklarının sorunlarına ilişkin açıklaması
13.-
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metinerin, CHPli bir vekilin, cemaat
mensuplarının herhangi bir göreve gelmemeleri gerektiği
görüşünün özgürlük anlayışına ters olduğuna
ilişkin açıklaması
14.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, kanun hükmünde
kararnamelerin kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal
ettiğine ilişkin açıklaması
15.- Hatay Milletvekili Refik Eryılmazın,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Yargıtay üyeleriyle ilgili
iddialara ve Van depreminde mağdur olan depremzedelere yeterli
yardımların yapılmadığına ilişkin açıklaması
16.- İstanbul Milletvekili Metin Külünkün,
Süveyş Kanalının açılış yıl dönümüne
ilişkin açıklaması
17.- Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeçin,
hakkındaki disiplin takibatının sürdüğüne ve hâlen
Milliyetçi Hareket Partisinin üyesi olduğuna bu nedenle AB Uyum Komisyonu
üyeliğinin devam ettiğine ve bu komisyona seçim
yapılamayacağına ilişkin açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Avrupa Parlamentosu
(AP) Başkanı Jerzy Buzekin beraberinde bir Parlamento heyetiyle
birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/631)
B) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 20 milletvekilinin orman yangınlarının
nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/53)
2.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 21
milletvekilinin, küresel ısınmanın ülkemize etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/54)
3.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, mevsimlik tarım işçilerinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/55)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve
arkadaşları tarafından (124 sıra no.lu) Türkiyede
medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi
yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- "AKP İktidarı döneminde Afet ve Acil
Müdahale Mevzuatında yapılan değişiklikler ve getirilen
yeni yapılanma sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin
araştırılması, sonuçlarının tespiti ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla" verilen
Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde
yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- (10/20) esas numaralı,
Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki Meclis
Araştırması Önergesinin ön görüşmesinin, Genel Kurulun
16/11/2011 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılının, Batman Milletvekili Ayla Akat Atanın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın,
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılının,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Batman Milletvekili Ayla Akat Atanın,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Metinerin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Muş Milletvekili Sırrı
Sakıkın, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyarın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5.- Bursa Milletvekili Necati Özensoyun, Çanakkale
Milletvekili Mehmet Danişin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
6.- Çanakkale Milletvekili Mehmet Danişin, Çanakkale
Milletvekili Mustafa Serdar Soydanın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
7.- Yalova Milletvekili Muharrem İncenin,
İstanbul Milletvekili Volkan Bozkırın, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
8.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
9.- Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaşın, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
10.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
IX.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Millî Savunma ve
AB Uyum Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti
Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41)
XI- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
Kütahya-Tavşanlıdaki siyanür tehlikesiyle ilgili bazı iddialara
ilişkin Orman ve Su İşleri Bakanından sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/382)
2.- Bolu Milletvekili Tanju Özcanın, Suriyeye
yapılan ihracata ilişkin Başbakandan sorusu ve Ekonomi
Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/531)
3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın,
632 sayılı KHK sonrası alınan sözleşmeli personelin
kadroya alınmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/565)
4.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın,
4-Cli çalışanların aile yardımı almalarına ve
kadroya geçirilip geçirilmeyeceklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/566)
5.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Hilal Kaplanın,
motorin yerine kullanılan 10 numara yağın çevresel etkilerine
ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktarın cevabı (7/580)
6.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkinin,
İskenderun Körfezinde batan bir yük gemisine ilişkin sorusu ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/581)
7.- İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğanın, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremindeki hasarlı
binalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/582)
8.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret
Akovanın, Ayvalıkta bir köydeki demir cevheri zenginleştirme
tesisinin bölgeye zarar verdiği iddialarına ilişkin sorusu ve
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/583)
9.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceerin,
Tekirdağdaki tarihî ve kültürel varlıkların korunmasına ve
tanıtılmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/658)
10.- Tekirdağ Milletvekili Bülent Belenin, bir
şirkete yönelik vergi incelemesi yapılmasına ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/674)
11.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın,
Antalya-Serikin bir köyündeki sel felaketi ve Manisa-Gördesin bir beldesindeki
hortum felaketine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/699)
12.- Manisa Milletvekili Özgür Özelin, Manisa ve
Balıkesirin bazı ilçelerinde faaliyete geçmesi planlanan nikel
rafinerisine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/713)
13.- Bursa Milletvekili İlhan Demirözün,
Karacabeyde yapılması planlanan KOBİ Sanayicileri Toplu
İşyerleri Yapı Kooperatifine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/714)
14.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
yabancı basında yer alan AB ile müzakerelerin felç olduğu
iddiasına ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen
Bağışın cevabı (7/757)
15.- İstanbul Milletvekili Umut Oranın, AB
İlerleme Raporuna ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı
Egemen Bağışın cevabı (7/925)
16 Kasım 2011 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 19uncu Birleşimini açıyorum.
III.YOKLAMA
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz kanun hükmünde kararnameler
hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeriye aittir.
Buyurun Sayın Yeniçeri. (MHP sıralarından
alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.-
Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, kanun hükmünde kararname yetkisinin
Hükûmetçe kullanılış biçimine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağın cevabı
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce Meclisin kürsüsünden yemin hariç ve arızi bir durum
hariç ilk kez konuşuyorum. Bu yüzden, imkân bulduğumuz
süre içerisinde hayırlara vesile olacak çalışmaları
yapmayı Cenabı Allahtan nasip etmesini dileyerek sözlerime
başlamak istiyorum.
Bilindiği
gibi, 12 Mart darbecilerinin 1960 Anayasasına eklediği bir hükümle
Hükûmete, kanun hükmünde kararname çıkararak Parlamentoyu devre
dışı bırakma yetkisi verilmiştir. 12 Eylül 1982
Anayasası da kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren maddeyi
aynen korumuştur. İstisnai hâllerde belli süre ve amaçlarla verilen
bu yetki, AKP İktidarı tarafından yoğun bir biçimde
istismar edilmiştir.
Darbe
anayasalarını kıyasıya eleştirmek, ardından da
darbe anayasalarında yer alan ve demokrasinin mabedi olarak nitelenen
Parlamentoyu bir nevi baypas eden kanun hükmündeki kararnamelerle devleti
yapılandırmak hem tutarlı hem de demokratik bir tavır
değildir.
Bir önceki
Hükûmet seçim öncesi Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi almıştı. Bu yetkiye dayanarak,
diğerleri bir yana, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkken otuz dört
tane kanun hükmünde kararname çıkarılmıştır. Hükûmet
çıkardığı kanun hükmündeki kararnameler ile devletin
yönetim yapısını ve bürokrasideki görevli yöneticilerin
statülerini altüst eden değişiklikler yapmıştır. Bu
bağlamda, 8 Haziran 2011 tarihinde çıkarılan 636
sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle Çevre, Orman ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmündeki Kararnameyle Çevre, Orman ve Şehircilik
Bakanlığı kurulmuştur. Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı kapatılarak bu Bakanlığa ait
görevler bu yeni Bakanlığa devredilmiştir ancak 4 Temmuz 2011
tarihli Resmî Gazetede iki kanun hükmündeki kararname daha yayınlanarak
bu Bakanlık 644 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, 645 sayılı Kanun Hükmündeki
Kararnameyle de Orman ve Su İşleri Bakanlığı olmak
üzere ikiye ayrılmıştır. 644 sayılı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına ait kanun hükmündeki kararnamenin
yayınından bir buçuk ay sonra değiştirilen ilk maddesi yeni
bir kanun hükmündeki kararnameyle tekrar değiştirilmiştir.
Bir getiren-bir kaldıran, bir birleştiren-bir
ayrıştıran uygulamalar, devlette devamlılık, devlet
geleneği ve devlet sorumluluğuyla bağdaşır bir durum
değildir. Bunun adı, kanun hükmündeki kararname müessesi değil,
yap-boz, koy-kaldır, dene-yanıl müessesesidir. Hükûmet, aslında
kanun hükmündeki kararnamelerle âdeta devlete el koymaktadır. Kanun
hükmündeki kararnameler torba kanun niteliğinde düzenlenmiştir. Bir
kanun hükmündeki kararname ile onlarca kurumla ilgili yapısal düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Birkaç gün önce Avrupa Birliği Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname ile
Bazı Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmündeki Kararname onlarca kamu kurum ve
kuruluşunun düzen değişikliği yaratacak hükümler
içermektedir. Söz konusu kanun hükmündeki kararnamenin 57nci maddesiyle Kamu
İhale Kurumundaki tüm başkan yardımcıları, baş
hukuk danışmanları, daire başkanları, unvanlı
kişiler bir kalemde görevden alınmış ve bunlar bir anda
müşavir hâline getirilmiştir. Böylece, Kamu İhale Kurulundaki
başkan yardımcıları artık kurul kararıyla
değil bakan tarafından atanacaktır. İlgili bakan
bağımsız ihale kurulunun karar yetkisini eline almış
olmaktadır.
Kanun hükmündeki kararname anayasal bir müessese olmasına
rağmen demokratik bir müessese değildir. Yasamanın yetkisini
yasamadaki çoğunluğun arzusuyla yürütmeye devretmek anlamına
gelmektedir. Kanun hükmündeki kararname kanun hükmündedir ama kanun da
değildir. Kanun olabilmesi için Meclisten geçmesi gerekir. Anayasanın
açık hükmüne rağmen çıkarılan onlarca kanun hükmündeki
kararnameden henüz Türkiye Büyük Millet Meclisine gelen yoktur. Anayasayı
yasalara, yasaları da kanun hükmündeki kararnamelere indirgemek fena hâlde
Anayasa suçu işlemek anlamına gelmektedir. Anayasayla kurulmuş
olan Devlet Planlama Teşkilatının bir kanun hükmündeki kararname
ile Kalkınma Bakanlığına dönüştürülmesi ilginçtir.
Anayasayla kurulan bir teşkilatı kanun hükmündeki kararnameyle
kaldırmak Anayasanın hem resmen hem de fiilen ihlalidir. Hükûmetin
tasarrufu kanun hükmündeki kararname tasarrufu değil Anayasa hükmündeki
kanun tasarrufu hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, çıkarılan kanun hükmündeki
kararnamelerle devlet bürokrasisi iktidarın rehinesi konumuna
indirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözünüzü tamamlayınız.
ÖZCAN
YENİÇERİ (Devamla) Görevlerini vekâleten yürüten üst düzey
bürokratlar bugün AKP Hükûmetine bağlı etkisiz eleman
durumundadır. Artık bürokratların kaderini yasalar değil,
bakanın iki dudağı tayin etmektedir.
Kanun
hükmündeki kararnameler bakanlıklarda teşkilat ve görevleri yeniden
tanımladığı için görev başında bulunan
bürokratların mevcut statülerini kaybetmeleri sonucunu
doğurmuştur. İdarenin tek yanlı bu tasarrufuna
karşı mağdur olanların yargıya gitme hakları da
yoktur. Bu durum Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olma niteliğini
tartışılır hâle getirmiştir.
Kanun
hükmündeki kararnameler devleti partileştiren, partiyi de
devletleştiren bir araca dönüşmüştür. Hükûmet kanun hükmündeki
kararnamelerle devlete el koymuş, bürokrasiyi rehin hâline
getirmiştir. İktidar Anayasanın kanun hükmündeki kararname
çıkarması konusunda kendisine verdiği yetkiyi kötüye
kullanmıştır. Anayasanın 91inci maddesine göre
çıkarılmış olan kanun hükmündeki kararnamelerin yine
aynı madde gereği Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmesi
gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisini devre dışı
bırakan, demokrasiyi tehdit eden, bürokrasiyi rehin hâle getiren, hukuku
formaliteye indirgeyen kanun hükmündeki kararname uygulamalarının
mercek altına alınması varlığının
gereğidir.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Yeniçeri.
Hükûmet
adına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap
verecektir.
Buyurunuz
Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Sayın Özcan Yeniçerinin kanun hükmünde
kararname yetkisini Hükûmetin kullanmasına ilişkin gündem
dışı konuşmasında ifade ettiği hususları
cevaplandırmak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Bir
defa, bir konuda anlaşmamız lazım, o da şu: Kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi anayasal bir yetki midir, değil midir?
Anayasayı açıp bakıyoruz. Anayasanın 91inci maddesi
Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme
başlığını taşıyor. Yani demek ki Hükûmetin
kullandığı kanun hükmünde kararname çıkarması
Anayasadan kaynağını alan bir yetkidir. Anayasanın
6ncı maddesinde de zaten Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. hükmünü amirdir. Burada, bir defa, Hükûmetin kullandığı
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi Anayasaya dayanmaktadır.
Okuyorum, 91inci maddede deniliyor ki: Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir.
Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere,
Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü
bölümünde yer alan siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle
düzenlenemez.
Bir defa, burada hangi konuların kanun hükmünde kararname konusu
olamayacağını da, yasak alanı da açıkça Anayasa ortaya
koymuştur.
Devam ediyor, ikinci fıkra: Yetki kanunu, çıkarılacak
kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını,
ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname
çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir.
Peki, değerli milletvekilleri, kanunlar nereden çıkar? Türkiye
Büyük Millet Meclisinden çıkar. Bu yetki kanunu, adı üstünde, bir
kanun. Nereden çıktı? Türkiye Büyük Millet Meclisinden
çıktı. Geldi hem ilgili komisyonda görüşüldü hem de Genel
Kurulda müzakere edildi ve Genel Kurulun kabulü ile 6/4/2011 tarih, 6223
sayıyla kanunlaştı burada.
Bakıyoruz, amaç ve kapsam aynen Anayasada belirtildiği gibi
var bunun içerisinde, süresi var, kaç defa kanun hükmünde kararname, bu süre
içerisinde birden fazla çıkarılıp
çıkarılamayacağına ilişkin usuller var, ilkeler var.
Yani Anayasanın bir kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren
kanunda aranması gereken, bulunması gereken şekil
şartları neyse, esasa ilişkin şartlar neyse bunların
tamamı bu kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini veren kanunda
var.
Peki, bu kanun Anayasaya uygun mu? Bu konu
tartışılmış. Muhalefet partileri farklı
görüşler dile getirmişler ama konu Anayasa Mahkemesine de
taşındı. Anayasa Mahkemesi daha sonra verdiği bir kararda,
27 Ekim 2011 Perşembe günü verdiği kararda bu Kanun Hükmünde
Kararnamenin yürürlüğünün durdurulması talebini reddetmiştir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Kaça kaç?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Yani Anayasa
Mahkemesinin kararında
Kısa özeti elimde
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Haşim Kılıç reddetti.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bir
başka konu: Şimdi, bu Kanun Hükmünde Kararnameye
baktığınızda, neyi düzenliyor diye ifade ediyoruz. Onun
amaç ve kapsamını düzenleyen 1inci maddesine bakıyoruz: Kamu
hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde
yürütülmesini sağlamak üzere
diye amaç ve kapsamın çerçevesinde
belirtiyor. Hangi konularda düzenleme yapılacağını
belirtiyor, ilkelerini belirtiyor, süresini belirtiyor. Yapılan
düzenlemelere baktığınızda ise tamamen Yetki Kanunu
çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hükûmete verdiği yetki
sınırları içerisinde kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi kullanılmıştır. Bugün Sağlık
Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı,
diğer bakanlıklar Türkiyede çok başarılı hizmetler
ortaya koyuyorlar. Teşkilatların çalışmasında ortaya
çıkan aksamaları bizzat tecrübeyle yakından biliyorlar.
Bakanlıkların daha etkin, daha verimli çalışması için
neler yapılması gerektiğine dair onların
çalışmaları, ortaya koydukları birtakım tespitleri var
ve bu tespitler çerçevesinde devletin bütün organlarının daha etkin,
verimli faaliyet gösterebilmesi ve vatandaşın ve devletin menfaatine
olacak sonuçların kısa sürede ortaya çıkarılması için
atılması gereken adımlar neyse o çerçevede düzenlemeler
yapılmış ve adımlar atılmıştır.
Bugüne kadar çıkarılan kanun hükmünde kararname sayısı,
Yetki Kanununu aldığımız günden bugüne kadar çıkan
kararname sayısı 35 adettir. 35 adet kanun hükmünde kararname
çıkmıştır ve bunlar da Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir ama burada bir hususu da ifade etmem lazım.
Sayın Hatip burada Bunlar Meclis Başkanlığına
sunulmadı, keşke buraya sunulsaydı. dedi ama zannedersem
Meclisi takipte bir eksiklik var, Anayasayı da okumamış belli
ki Sayın Hatip, Anayasayı okusaydı, 91inci maddenin son
fıkrası aynen, şöyle Kararnameler, Resmî Gazetede
yayımlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur.
hükmüne amirdir.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Genel Kurula getirmeniz lazım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Yani bir
kanun hükmünde kararname Resmî Gazetede yayımlandığı gün
Meclis Başkanlığına sunulur, Başkanlığa
müracaat ederseniz Sayın Vekilim, hepsi orada.
Danışmanlarınızı biraz
çalıştırsaydınız bunların bilgilerini alırdınız.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Buraya getireceksiniz, buraya.
Başkanlık olmaz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Efendim,
Meclis Başkanlığına sunulur Anayasanın hükmü. Siz
Sunulmadı dediniz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Meclis
Başkanlığı yazmıyor orada, Meclise sunulur. diyor.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ve bütün
kanun hükmünde kararnameler Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunulmuştur ve
Başkanlıktadır.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Başkanlık olmaz. Bu bir
şey değiştirmez ki!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - İsterseniz şimdi hemen gidip
edinebilirsiniz veya danışmanlarınız vasıtasıyla
edinebilirsiniz ama Anayasayı okumadan Mecliste bu konuda ne işler
yapılmış, bunu değerlendirmeden burada itham etmek
fevkalade yanlıştır.
Bir başka konu, o da şu: Bu kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisini sadece AK PARTİ Hükûmeti mi kullanmış?
Bundan önce kullananlar hiç olmamış mı? Bakıyorsunuz, bizim
hukukumuza girdikten sonraki süreçte, elimde rakamlar var: Bülent Ecevit
Hükûmeti, 1inci Hükûmet, CHP, 26/1/1974 ila 17/11/1974 yılları
arasında sürmüş, baktığınız zaman bir yıl
bile sürmemiş bu süre. Peki, Hükûmet o dönemde kaç tane kanun hükmünde
kararname çıkarmış? 3 tane çıkarmış.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) 3 tane mi!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi,
gene bakıyoruz, Bülent Ecevit Hükûmeti, CHP, 3üncü Hükûmet. Ne zaman
kurulmuş? 5/1/1978 ila 12/11/1979 tarihleri arasında bu Hükûmet görev
yapmış. Rakama baktığınızda da, işte bir
yıldan biraz fazla, iki yıla yakın. Kaç tane kanun hükmünde
kararname çıkarmış? Tam 21 tane kanun hükmünde kararname
çıkartılmış. Şimdi, bakıyorsunuz, DYP-SHP
Hükûmeti var, 20/11/1991 ila 25/6/1993 arasında, o zaman DYP-SHP Hükûmeti
var, bu süre arasında 14 tane kanun hükmünde kararname
çıkartılmış.
Tansu Çiller Hükûmeti, gene o da DYP-SHP Hükûmeti, daha sonra 1995in
sonuna doğru CHP ismini aldı, değişti. O dönemde,
Sayın Tansu Çillerin Başbakanlık yaptığı
25/6/1993 ila 5/10/1995 tarihleri arasında tam 75 tane kanun hükmünde
kararname çıkarılmış.
Peki, geliyorum Sayın Yeniçerinin mensubu olduğu partinin de
koalisyon ortağı olduğu döneme. Ne zaman? 28/5/1999da hükûmet
kuruluyor, 19/11/2002 tarihine kadar görev yapıyor, yaklaşık üç
buçuk yıla tekabül ediyor. Şimdi söyleyeceğim rakama dikkat
buyurun, üç buçuk yıl içerisinde çıkarılan kanun hükmünde
kararname adeti nedir biliyor musunuz? Tam 51 adet kanun hükmünde kararname
çıkarılmış, 51 adet.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Deprem kararnameleri onlar.
Konularını açıkla konularını.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bakın,
biz dokuzuncu yılı dolduruyoruz, onuncu yıla geçiyoruz, üç tane
hükûmet, üçüncü hükûmet, bir de başlangıçtakini sayarsanız
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Devlet yapısını
değiştiren bir şey yok, kurum yapısını
değiştiren bir şey yok!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
dördüncü
hükûmet diyelim ve bakın, onuncu yıla geçiyoruz. Biz, ilk iki hükûmet
döneminde bu yetkiyi hiç kullanmadık sadece bakanlıkların
yapılandırılması ve Türkiyedeki idari yapının
daha verimli, daha etkin işletilebilmesi açısından yaşanan
tecrübelerden hareketle atılması gereken adımlar olduğu
için bu yetkiyi aldık ve bizim kullandığımız kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisiyle
çıkardığımız kararname sayısı, sayın
vekilim, 35tir. Ben şimdi soruyorum yüce heyete: Üç buçuk senede 51 tane
kanun hükmünde kararname çıkarmak mı Meclisi devre
dışı bırakmaktır, yetki gasbı yapmaktır yani öyle kabul ederseniz, kaldı ki
öyle değil- yoksa on yıla yakın, işte, 18 Kasımda
10uncu yıla giriyoruz biz Hükûmet olarak, on yılda 35 tane çıkarmak mı?
Hangisi daha Meclise eğer saygı açısından bakıyorsanız
MAHMUT TANAL (İstanbul) Devletin ana yapısını
değiştirdiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Kaldı
ki bunun Meclisin yetkisini gaspla da uzaktan yakından alakası yoktur
çünkü Meclis yetki ve görevlerini Anayasadan alır. Anayasanın Meclise
verdiği bir yetkiyi, Anayasanın Hükûmete verdiği bir yetkiyi,
Anayasanın Meclise veya Hükûmete verdiği bir görevi Anayasaya uygun
şekilde kullananları Yetki gaspı yapıyorsunuz, Meclisin
yetkisini devralıyorsunuz, Meclisi işlevsiz kılıyorsunuz.
diye eleştiremezsiniz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Bozdağ, 12 Eylül
anayasası o! O 12 Eylül darbe anayasası, darbe!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) O zaman
şunu yapacağız, o zaman diyeceğiz ki: Bu maddeyi
değiştirelim, bu maddeyi kaldıralım.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Hani siz karşı
çıkıyorsunuz ya, o darbe anayasası o!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ha o zaman o
konuşulabilir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Senin söylediğin darbe
anayasası, onu söylüyorsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Yeni anayasa
sürecinde elbette bunlar müzakere edilebilir ama bakın, biz demokratik bir
hukuk devletiyiz. Parlamento yetkilerini Anayasaya göre kullanıyor,
İç Tüzüke göre kullanıyor, Hükûmet de yetki ve görevlerini Anayasa
ve kanunlar çerçevesinde yapıyor.
Burada Hükûmetimiz Anayasanın verdiği imkânı kullanarak,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakere edilip görüşülerek
kanunlaşan yetki kanunu çerçevesinde çıkardığı kanun
hükmünde kararnameleri Meclisin verdiği izinle çıkarmaktadır.
Eğer Meclis izin vermeseydi, Meclis bu kanunu çıkarmasaydı
Hükûmet kullanamazdı bu yetkiyi. Dolayısıyla, bu yetki, yetki
gaspı değildir, Meclisi işlevsiz kılma değildir,
aksine Meclisin verdiği izin ve yetki çerçevesinde ve Meclisin
çizdiği sınırlar içerisinde bu yetkinin
kullanılmasıdır. Burada Anayasa ve yasaya aykırı bir
durum söz konusu değildir. Türkiye'nin daha iyi yönetilmesi,
kurumlarımızın daha etkili ve verimli çalışması
ve bugüne kadar yaşanan aksaklıkların, eksikliklerin ortadan
kaldırılması için atılması gereken
adımlardı, biz bunları attık, ülkemiz için
hayırlı ve yararlı olduğuna inanıyoruz. Bu
hayırlı ve yararlı kanunlardan herkes istifade edecektir ve
Türkiye bu kanunlarla daha güçlü hâle gelecek, daha iyi hizmetleri daha güzel
bir şekilde üretme imkânı bulacaktır.
Ben böylesi bir konuşmama fırsat verdiği için Sayın
Yeniçeriye teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bozdağ.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Sayın Başkan, hem benim
konuşmalarıma cevap olmadı söyledikleri hem de benim
söylediklerimi çarpıttı Sayın Bakan. Onun için, söz istiyorum.
BAŞKAN Yani cevabı bu kadar oldu, yapacağımız
bir şey yok.
Gündem dışı ikinci söz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus
Kalkınma Grubu hakkında söz isteyen Malatya Milletvekili Öznur
Çalıka aittir.
Buyurunuz Sayın Çalık. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
2.- Malatya Milletvekili
Öznur Çalıkın, on yıldır informal bir grup olarak görev
yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma Grubunun faaliyetlerine
ilişkin gündem dışı
konuşması
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün sizlere yüce Meclisimizin çatısı altında
on yıldır informal bir grup olarak görev yapan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Nüfus Kalkınma Grubunun faaliyetleri hakkında kısaca
bilgi vermek istiyorum.
Nüfus Kalkınma Grubumuz 2001 yılında kurulmuş ve
kurulduğu günden itibaren de sekreteryasını Türkiye Aile
Planlaması Derneği yapmakta ve özellikle ana çocuk
sağlığı ve üreme sağlığı konusunda
yapmış olduğu çalışmalarla da son on yılda çok
önemli imzalar atmış bulunmakta.
Grubumuz, kurulduğu andan itibaren, özellikle Avrupa Parlamenterler
Forumu ile yapmış olduğu çalışmalar ve
Birleşmiş Milletlerin Türkiyedeki ofisleriyle yapmış
olduğu çalışmalarla dikkat çekmekte. Özellikle Türkiyedeki
Birleşmiş Milletler ofisleri içerisinde Nüfus Kalkınma Fonu
UNFPA ile Kadın Dostu Şehirler Projesi ve anne çocuk
sağlığı konusunda projelere imza atmıştır.
Grubumuz, 2009 yılında Addis-Ababada yapılan ICPD
toplantısında özellikle Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu
Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ofisinin İstanbulda
kurulmasıyla ilgili çok önemli girişimlerde bulundu. Bu ofis, bizim
de titizlikle takip ettiğimiz, özellikle nüfus, yaşlanma,
uluslararası göç, anne çocuk sağlığı, üreme sağlığı,
toplumsal cinsiyet eşitliği, insan ticareti gibi konularda
gelişmekte olan ülkelerin eğitilmesi ve
aydınlatılmasına yönelik çalışmalar yapılmak
üzere kuruldu. Bu bölge ofisinin Doğu Avrupa ve Orta Asyadaki on dokuz
ülke bize bağlı olarak çalışacak ve ülkemizin son
yıllarda uluslararası kuruluşlarda en üst düzeyde temsil edilme
yönünde izlediği aktif politika açısından bu duruma
baktığımız zaman çok ciddi stratejik öneme sahip
olduğunu göreceğiz.
Birleşmiş Milletlerin ülkemizde hâlihazırda on iki
kuruluşu bulunuyor ve bunlardan sadece bölge ofisi olan Gıda Örgütü
ve Sınai Kalkınma Örgütü sadece Türkiyedeydi. İlk kez bu sene
Birleşmiş Milletler Nüfus Kalkınma Fonunun Doğu Avrupa ve
Orta Asya bölge ofisi Türkiyede kuruldu ve İstanbul bu mücadeleyi
verirken Viyana, Kopenhag ve Cenevreyle mücadele etti ve başta Sayın
Başbakanım olmak üzere bu konuda bize canıgönülden destek veren
Sayın Dışişleri Bakanımıza, Kalkınma
Bakanımız Sayın Cevdet Yılmaza ve tüm
bürokratlarımıza, müsteşarlarımıza canıgönülden
teşekkür ediyoruz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ilk kez
Birleşmiş Milletler Evsahibi Ülke Anlaşması kırk dokuz
yıl sonra ilk kez 23üncü Dönemde bu Meclis tarafından imzalandı
ve artık Türkiye, Birleşmiş Milletler ofislerinin bölgesi hâline
gelmek üzere çok hızlı adımlarla, stratejilerle ilerlemeye devam
ediyor.
Değerli milletvekillerim, Sağlık
Bakanlığımızın da özellikle Türkiyede
yapmış olduğu sağlıktaki reformlarla ilgili ana çocuk
sağlığı konusunda grubumuz çok yakın takip içerisindedir.
Özellikle 2015 Milenyum Kalkınma Hedefleri çerçevesinde anne bebek
ölümleri konusunda Türkiye'nin yapmış olduğu
çalışmaların tüm dünya tarafından takdir edildiğini
bilgilerinize sunmak isterim. Özellikle anne ve bebek ölümleri konusunda 1990lı
yıllarda yüz binde 100 olan anne ölümleri bugün yüz binde 16 seviyesine
gerilemiş, bebek ölümleri ise binde 60lardayken bugün binde 10lara,
binde 9lara gerilemiş vaziyettedir. Özellikle anne ve bebek ölümleri
konusunda tüm dünya Türkiye'nin bu konudaki ilerlemesini de takdirle
izlemektedir.
Nüfus
Kalkınma Grubumuzun yoksulluğun önlenmesiyle ilgili özellikle TİKAyla yapmış olduğu çalışma yine bütün
dünyanın severek izlediği bir pozisyon almıştır.
Türkiyenin, gittiğimiz ülkelerde, Afrikada bir hastanede sunulan tedavi
merkezinde, Gürcistanda bir kanser erken teşhis merkezinde, Afganistanda
ya da Kosovada çatışmalardan zarar görmüş halkın
sığındıkları konutlarda Türkiyenin adı var,
TİKAnın adı var. Bu konuda Sayın Bakanımıza,
Başbakanımıza ve Hükûmet yetkililerimize de canı gönülden
teşekkürlerimizi iletiyoruz. Ve Nüfus Kalkınma Grubu, Türkiye Aile
Planlaması Derneği ve TİKA anne-çocuk
sağlığı konusunda özellikle gelişmekte olan ve az
gelişmiş ülkelere anne-çocuk sağlığı eğitimi
vermek üzere yeni bir proje başlatmış bulunmakta. Grubumuzun 24üncü
Dönem toplantısını da arkadaşlarımızla yapıp
bundan sonra neler yapacağımızı da sizlerle
paylaşacağız.
Yine, Grubumuzun gündeminde ve
konusunda olan önemli konulardan bir tanesi demografik yapılar,
nüfus artış hızı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ÖZNUR ÇALIK (Devamla) Özellikle Sayın
Başbakanımızın üstüne basarak Türkiyenin gündeminde
tuttuğu Her ailede mutlaka üç çocuk olmalı. söylemi Türkiyenin
demografik yapısına baktığımızda gerek ve
şarttır. Dünya yaşlanıyor ve Türkiye de bununla beraber
yaşlanmaya devam ediyor. Eğer yaşlı bir nüfus istemiyorsak
mutlaka her evde en az üç tane çocuk olması gerektiği konusunda Nüfus
Kalkınma Grubu olarak da fikirlerimizi çok net beyan ediyoruz.
Sözlerime son verirken, Türkiye Büyük Millet Meclisi Nüfus Kalkınma
Grubumuzun geçmiş dönemlerde üyeliğini sürdürmüş tüm
milletvekili arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyor, yeni
üyelerimizle birlikte yapacağımız yeni çalışmalarda,
yeni projelerde sizleri de haberdar etmeyi temenni ediyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Çalık.
Gündem dışı üçüncü söz, tutuklu öğrenciler ve adil
yargılanma hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygüne
aittir.
Buyurunuz Sayın Aygün. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.-
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygünün, tutuklu bulunan öğrencilerin
durumlarına ve adil yargılanma yapılabilmesi için
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı
konuşması ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağın cevabı
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Sayın Başkanım, çok
teşekkürler.
Sayın Başbakan birkaç gün evvel Suriyedeki cezaevlerinde
yatan insanların gördüğü işkencelerden duyduğu acıyı
dile getirdi. Sayın Başbakana hatırlatmak isteriz. Aylardır
bu ülkede gazeteler 500ün üzerinde öğrencinin, aralarında
çocukların da olduğu ve bir yandan da televizyonların utanmazca
Okula git. kampanyası yürüttüğü bu ülkede 500ün üzerinde
öğrencinin olduğunu herhâlde unutmuş. Başka bir ülkeye,
Suriye üzerinden, nedense Suriye üzerinden ders verirken kendi ülkesinin
gençlerinin ne hâlde olduğunu, en azından, bizim de herhâlde
görmediğimizi zannediyor.
Sayın
milletvekilleri, Malatya Hapishanesinde 2 genç, sadece duruşma
sırasında özel yetkili mahkemede birbirine baktıkları için
bir kısmı Adıyamana bir kısmı Elbistan Cezaevine
nakledildiler ve üç dört saatlik yoldan o mahkemeye getirilip götürülüyorlar,
elleri kelepçeli, havasız ring araçlarında. Bunun nasıl bir
zulüm olduğunu size, özellikle AKP Grubuna hatırlatmak isteriz.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; bu öğrenciler, Hopa
olaylarında Başbakanı suçlayanların kırk iki yıla
varan hapis cezalarıyla cezalandırılmaya
çalışıldığı bir ülkenin ne yazık ki
gençliğini oluşturuyor ve F tipi hapishanelerde tutuluyorlar,
yetişkinlerle bir aradalar. Ne yazık ki onların ne AKP Grubundan
bakan ve milletvekilleri ne de diğer partilerimizin gruplarından
giden herhangi bir ziyaretçileri yok. Öylesine ihmal edilmişler ki Avrupa
Birliğinin ilerleme raporunda bile unutuldular, tek satır olarak yer
almadılar.
Suçları
On beş yıl ceza avukatlığı yapmış bir arkadaşınız
ve TBMM üyesi olarak bu dosyaları incelediğimde dehşete
kapıldım. Marksın kitaplarını okumak, Deniz
Gezmişi anmak, Mahir Çayan hakkında gösteri yapmak, İbrahim
Kaypakkayanın posterini yurttaki odasına asmak, 1970li
yıllarda yayınlanmış eserleri okumak, kırk iki
yıla varan cezaların istendiği bu dosyaların delilleri
olarak özel yetkili savcılarca ileri sürülebiliyor.
Şu
anda Sincan F Tipi Hapishanesinde bulunan Ali Haydar Yıldız dört
silahlı örgüte birden üye olmakla suçlanıyor ve ailesi Ankarada
avukat aramakla meşgul. Dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir
insanın, görüşleri ayrı dört ayrı terör örgütüne üye
olması mantık kuralları açısından kabul edilemez
olduğu hâlde, Türkiyede Ankaranın özel yetkili savcısı bu
çocuğu hem eğitim hakkından mahrum ettiği gibi hem de dört
silahlı örgütün üyesi yaparak toplum nezdinde hedef hâline getiriyor, ailesini de telafisi imkânsız acılara sürüklüyor.
Sayın milletvekilleri, AKP Grubu 12 Eylülle hesaplaşmayı
gündemine alarak çok ciddi mesajlar verdi ve toplumun bir bölümünde büyük
beklentiler yaratıldı. Kenan Evrenin yargılanacağı,
darbecilerin hesap vereceğine dair söylemler nedense çabuk unutuldu. Size
sadece bu konuda AKPnin tutarsızlığını, samimiyetsizliğini,
inandırıcı olmama niteliğini göstermek açısından
bir tek örnek vereceğim. Sayısız örnek verilebilir, Mustafa
Balbay verilebilir, Ergenekondan yatanlar, KCK tutukluları, çekilen
acılar, Büşra Ersanlının başına gelenler
konuşulabilir ama tek bir örnek: 1985 tarihli bir öğrenci
yönetmeliği var. Zahmet edip bakınız, bu yönetmelik okulda
dernek kurmayı, okulda siyasi faaliyet yürütmeyi, okul yöneticilerini
eleştirmeyi bir veya iki dönem okuldan uzaklaştırmayla
cezalandırıyor ve biz inceledik, 1985ten bu yana bu yönetmelikte
ciddi hiçbir değişiklik yok, yapılan üç düzenleme esasa dair
değil. Şu an Hopa olaylarından yatanlar, Malatya hapishanesinde
tutulanlar, İstanbulda yargılananlar, şu saatlerde sadece
puşi taktığı için İstanbul Özel Yetkili Mahkemesinde
hakkında verilecek kararı bekleyen kardeşimiz Cihan
Kırmızıgül gibi arkadaşlar bu yönetmeliğin de
ayrı mağdurları durumundalar çünkü okul hayatlarını da
kaybediyorlar. Eminim pek çok milletvekilinin bu yönetmelikten, bunun 12 Eylül
ürünü olduğundan dahi haberi yoktur çünkü pek çok milletvekilinin kendi
mağdurlarını sadece Türkiyede siyasi gündeminde tuttuğunu
da acı bir deneyim olarak biliyoruz.
Çok kısaca benim önerilerim ve CHPnin, mensubu bulunduğum
partinin önerileri şu:
Özel yetkili mahkemeler hukuk katilleridir, bunların
lağvedilmesi lazım. Adalet herkese lazım olur, geçmişte
solcuları, devrimcileri, demokratları, yurtseverleri yargılayan
bu mahkeme bir gün sizleri de yargılayabilir. Türkiye her türlü
değişime gebe, garip bir ülkedir. O yüzden tutarlı olalım,
hukuk devleti için adaletin, doğal hâkim ilkesinin hayata geçmesi için
bence birazcık kafa yoralım. Bu mahkemeler bir an evvel
lağvedilmeli.
Terörle Mücadele Kanunundaki terör tanımı
değiştirilmeli. Şiddet içermeyen eylemler terör kapsamı
dışına çıkarılmalı.
TCKnın çok tehlikeli bir maddesi, darbeyle hesaplaşan AK
PARTİ Hükûmeti döneminde çıkarılan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen tamamlayınız.
Buyurunuz.
HÜSEYİN
AYGÜN (Devamla) Çok sağ olun, teşekkürler.
...2005te
sizin Hükûmetinizce çıkarılan TCKnın 220/6 ve 7nci maddeleri
çok tehlikeli, kaldırılmaları lazım. Zira, örgüt üyesi
olmadığı hâlde örgüt adına eylemlere katılan
kişiler de terör örgütü olarak altı yıl üç ay ceza alıyorlar.
Bu çok tehlikeli, sanatçılar da, şairler de, düşünürler de bu maddenin
kurbanlarıdır. Bu maddelere dikkat çekmek istiyorum.
En son
özel yetkili savcılarla, cemaat, oradan hükûmet arasındaki
inanılmaz paralele dikkat çekerek
sözlerimi bitireyim.
Sayın
Başkanım mesela mezun olana da bir rektör soruşturma
açmış. 4 Ağustos 2011 tarihli bir gazete haberine göre,
rektörler o kadar AKP karşıtı öğrencilere ön
yargılı ki Eskişehir Anadolu Üniversitesindeki Rıfat Çapar
okulu bitirdiği hâlde rektörün gazabına uğramış. Yine,
Sayın Bülent Arınçın Okuldan at! dediği öğrenciler
okuldan atılmışlar.
Yargının,
özel yetkili mahkemelerin ve üniversitelerin
siyasallaşmadığı bir demokrasi istiyoruz.
Çok
sağ olun, çok teşekkürler. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Aygün.
Hükûmet
adına Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ cevap
verecektir.
Buyurunuz
Sayın Bozdağ. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Milletvekilinin dile getirdiği hususlar üzerinde görüşlerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye bir hukuk devleti. Hukuk devletinin
gerekleri neyse bunun yapılması, hepimizin üzerinde hassasiyetle
durması gereken bir konu. Anayasamızın 2nci maddesi ve ilgili
başkaca maddeleri ve bu konuya ilişkin yasal düzenlemelerin hepsi,
hukuk devletinin ayakta durması için birtakım kuralları
barındırıyor kendisinde. Bir defa, siyasetçilere birtakım
görevler yüklüyor. Nedir? Yargıyla ilgili konularda daha hassas
davranılması ve yargının artık tekelinde olan
soruşturmasında veya kovuşturma aşamasında olan
konularla ilgili konuşurken, değerlendirme yaparken, yargı
süreçlerine ilişkin değerlendirme yaparken burada büyük bir
hassasiyete ihtiyaç var ki süreçler sağlıklı işlesin.
Yargıya birtakım görevler düşüyor. Yargı görevini
yapan ister avukat olsun ister hâkim olsun ister savcı olsun, kim görev
yapıyorsa, bu görevi yapanlar dosyaya karşı bir defa
bağımsız olmalılar, tarafsız olmalılar, ön
yargısız olmalılar, dosyanın taraflarına
karşı da aynı şeyi gerçekleştirmeliler, taraflara
karşı da aynı şeyde olmalılar, öte yandan kendilerine
karşı da tarafsız ve bağımsız davranabilmeliler.
Her hâkimin her savcının her avukatın elbette bir siyasi
düşüncesi olabilir, elbette bir ideolojisi olabilir, elbette bir
görüşe yakın, diğer görüşe uzak olabilir ama yargılama
yaparken, soruşturma yaparken bir savcı veya hâkim kendi ideolojisine
göre, kendi siyasi eğilimine göre değerlendirme
yaptığı zaman işte orada hukuk devleti çok büyük yara
alıyor demektir, yara almış demektir. O nedenle,
yargıçların ve savcıların ve yargı görevi yapan
avukatlar dâhil herkesin dosyalara bakarken, olaylara bakarken objektif
bakabilmesi için taraflara karşı, kendi düşüncesine,
ideolojisine karşı, dosyaya karşı tarafsız ve
bağımsız olma zorunluluğu var. Medyaya karşı da
tarafsız ve bağımsız olma zorunluluğu var.
Bakıyorsunuz medyada özellikle devam eden kimi soruşturmalarla ilgili
ikiye ayrılmış kampları görüyoruz. Bazı
soruşturmalarda bazı medya veya bazı siyasiler Bunlar kesin
suçludur, bunlar cezasını almalıdır, şöyledir,
böyledir. büyük bir kabul içerisinde. Hâlbuki hukuk ön kabulleri kabul etmez,
reddeder. Bu, yargılamanın sonucunda ortaya çıkacak bir
husustur. Diğer kesime bakıyorsunuz, onlar da bu dosyalarda
yargılananların suçsuz ama başka dosyalarda
yargılananların suçlu olduğu yönünde bir kabule sahiptir. Bu da
çok tehlikeli bir durum. Bir ülkede siyasiler, medya mensupları, insanlar
davalar konusunda ikiye, üçe ayrılıyorsa, bir davadakiler suçlu, öbür
davadakiler suçsuz yaklaşımını benimsiyor, ona göre kendi
söylemlerini, eylemlerini tanzim ediyorsa, hukuk devletinin orada işlemesi
fevkalade zordur. Bugün Türkiyede maalesef bunu yaşıyoruz. Zaman
zaman bakıyoruz, siyasi partilerin grup toplantıları âdeta
mahkeme salonuna dönüyor, hâkimler, savcılar, yargıçlar, nelerle
nelerle itham ediliyor ve suçlanıyor, yargılananlar aklanıyor.
Hangisi doğru? İkisi de yanlış hem suçlamak
yanlış hem aklamak yanlış. Suçlamak da bizim işimiz
değil aklamak da bizim işimiz değil. Bu, yargı süreçleri sonucunda
ortaya çıkacak bir husustur ama maalesef Türkiyede biz bunu
aşamadık.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) Bunu öz eleştiri sayabilir miyiz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ben bir
hukukçu ve siyasetçi olarak bütün siyasi partilerden ve herkesten, her kesimden
özellikle istirham ediyorum. Devam eden soruşturmalar konusunda herkesin
kendisine de bir ölçü, mesafe koyması lazım. Bir iddia varsa, bir
soruşturma varsa, bir karar varsa, bir tutuklama veya başka bir husus
varsa bununla ilgili gazetelerin yazdıklarıyla konuşmak veya
birilerinin ortaya koyduklarıyla konuşmak bizi doğru sonuçlara
götürmez.
Geçmişte çok tartışıldı. İşte, imza
ıslak mıydı, kuru muydu, kâğıt parçası
mıydı, değil miydi ve daha işin başında
tartışıldı ama daha sonra ne oldu? Bütün bilirkişi
raporlarıyla ve kamuoyunun da kabul edeceği şekilde
kâğıt parçası olmadığı, imzanın da
ıslak olduğu ve kimlere ait olduğu tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde ortaya çıktı.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Mahkeme sonuçlanmadı, bak sen de
konuşuyorsun öyle Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Şimdi,
İnternet andıcı
konuşuldu, tartışıldı, dendi ki şöyledir,
böyledir, başka şeyler çıktı.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Bu mahkeme de sonuçlanmadı,
konuştuğun mahkeme.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ben onun
için diyorum ki bunlarla ilgili konuşmanın yeri ne buradır, ne
de gruplardır ne de siyasilerin ağzıdır veya
yaptığı toplantılardır.
S. NEVZAT KORKMAZ
(Isparta) Şu anda ne yapıyorsunuz siz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Biz
bunları konuştuğumuzda iki gün sonra ortaya çıkacak bir
mahkeme kararı, bir bilirkişi raporu veya ortaya çıkacak yeni
bir delil bizi fevkalade zor durumda bırakabilir ve bırakıyor
da.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Devam eden mahkemeyle ilgili
konuşuyorsun Sayın Bakan. Kendi yanlışını kendin
yapıyorsun ya.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bir
başka konu, o da şu: Bakın, Türkiyede yargı
bağımsızlığını ve
tarafsızlığını etkileyen, ortadan kaldıran bana
göre en önemli şey, Yargıtaya itaat etmek zorunda olan bir yargı
sisteminin olmasıdır. Bugün Türkiyede adli yargının
Yargıtaya, idari yargının Danıştaya itaat etmeden yani
onun kararlarına uymadan karar verdiği zaman terfi sistemi, fevkalade
onun önünü kapayacak bir şekilde. Hâkimler kararlarında
direnemiyorlar. Neden? Çok yanlış bir not sistemi var, çok
yanlış bir terfi sistemi var, herkes bakıyor. Acaba
Yargıtay daha önce bu konuda ne demiş, Yargıtay nasıl karar
vermiş, ben karar verirken Yargıtayın kararına uyarsam ne
olur, uymazsam ne olur, herkes onun derdine düşmüş. Hâlbuki
Yargıtayın ne dediği elbette önemli yol göstericilik
açısından, ama mahkemelerin tamamen Yargıtayın
kararlarına itaat ederek, Yargıtay ne diyorsa o yolda adım
atarak mesafe alması da fevkalade yanlıştır ve yargı
bağımsızlığı açısından da çok büyük bir
tehlikedir, maalesef, bu tehlikeyi Türkiye bugün yaşıyor.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Bütün bunları biz düzeltiriz, merak
etme! Siz on yıldır düzeltemediniz!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ben avukatlığım
döneminde de, siyaset yaptığım dönemde de bu konuyu hep
eleştirdim, yine de eleştirmeye devam edeceğim, çünkü bunun
düzelmesi lazım, yargıçların Yargıtaya karşı
bağımsız hâle gelmesi lazım, idari yargıda görev
yapanların Danıştaya karşı tam bağımsız
hâle gelmesi lazım. Onun için şu kadar iş yükü çıkacak,
şu kadar, efendim, şu notla geçecek, geçmezse senin akıbetin
şöyle olacak şeklindeki ilkel sistemin kaldırılması
lazım
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Ama Hükûmete karşı
bağımlı olması lazım!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
bununla
ilgili de Adalet Bakanlığının bir çalışması
olduğunun müjdesini, ben, buradan yüce heyetle paylaşmak istiyorum.
Bir başka konu, Türkiye'nin hukuk devleti olması yolunda
hepimizin kararlı çalışması lazım. Siyasetçilerin,
medyanın, bilim dünyasının, ama en önemli
çalışmayı da yargının yapması lazım.
Bugün devam eden ve eleştirilen konulara
baktığınızda, Türk Ceza Kanunu ve ceza
mevzuatımıza baktığınızda ve bunun içerisindeki
düzenlemelere baktığınızda, hâkimlerin,
savcıların, yargı görevi yapanların temel hak ve
hürriyetlerden yana, özgürlüklerden yana, insandan yana, hukuktan yana yorum
yapmasına engel olan bir düzenleme yok, esasında teşvik eden
düzenlemeler var.
Örneğin bu ülkede yıllar yılı baş örtüsü zulmü yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Ya bırak baş örtüsünü Bekir
Bey Allah aşkına ya! Sen içerdeki adamlara bak ya! Masal okuyorsun
orada ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Neyle
yaşandı? Mahkeme kararıyla yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Senin özgürlük anlayışın
bu kadar! Baş örtüsü!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Şimdi,
bakın, bir mahkeme, bir öğrenciyi başını örtüyor diye
eğitim hakkını elinden alan karara imza atarsa, orada hukuk
devletinden bahsedemezsiniz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Baş örtüsü! Senin özgürlük
anlayışın baş örtüsü!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Anayasa
Mahkemesi
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Dayak yiyen çocuklar ne olacak, dayak
yiyen çocuklar?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Anayasa
Mahkemesi, eğitim hakkını bir kişinin elinden alan
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Bakan, dayak yiyen
çocuklardan bahset.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
şu
kıyafeti tercih ediyorsun diye, onun altına imza atarsa orada hukuk
devletinin adı anayasada yazar ama uygulamada ararsınız,
bulamazsınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Tabii
Hukuk devletinde insanlar içeri
girer!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Onun için,
biz diyoruz ki: Bakın, Amerikasını da
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) İktidarlara bağlı olur
hâkimler, hâkimler yargıya bağlı olmaz sana bağlı
olur.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Bugün, ileri
demokrasi dediğimiz ülkelerde hukuk devletinin inşasında en
önemli gücü yargıçlar ortaya koymuşlardır.
Demokratikleşmeyi de insan hakları alanında önemli adımlar
atılmasını da
.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Onun için, insan hakları ihlalinde
birinci sıradasınız dünyada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
hukukun
evrensel ilkelerinin siyaset kurumu tarafından hayata geçirilmesini de
mahkemeler zorlamıştır
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Tabii, tabii
Onun için birinci
sıradasınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
parlamentoları zorlamışlar, hükûmetleri zorlamışlar
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) İnsan hakları konusunda
dünyada birinci sıradasınız. Gözünüzü açın Sayın
Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
siyasi
partileri zorlamışlar, verdikleri kararlarla insan
haklarının, hukuk devletinin yolunu açmışlar.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) İnsan haklarıymış!
Hapishanede adamlar ölüyor, nasıl öldüğü belli değil. Bunun
sorumlusu sizsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ama
Türkiyede bakın, tam tersi, yargı verdiği kararlarla Meclisin
attığı adımların önünü kapattı. İşte
Anayasanın 10 ve 42nci maddesini hep beraber 411 oyla
değiştirdik. Anayasa ayaklar altına alındı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) İşine gelince 12 Eylül
Anayasası, işine gelince Anayasa
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Böyle bir
karar çıkar mı? Çıkmaz. Hâlbuki, mahkemelerin Parlamentoyu
haklar, hürriyetler, hukuk devleti konusunda şöyle yanlış
kanunlar var, maddeler var, hükümler var, bunları düzeltin diye verdikleri
iptal kararlarıyla zorlamaları lazım ama öyle olmadı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Bakan, 12 Eylül
Anayasasına, yasalarına karşı mısınız
değil misiniz? Onu söyleyin. Bırak, masal anlatma.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bakın,
301 tartışmalarının yapıldığı günleri
ben hatırlıyorum. O zaman, çok değerli tartışmalar
yaşandı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Masal anlatıyor. Dört senedir
dinlerim seni.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Sayın
Orhan Pamukla ilgili, savcılardan birisi takipsizlik kararı verirken
bir tanesi tuttu dava açılması yönünde ve de daha büyük cezalarla
dava açılması yönünde karar verdi.
İşte Şemdinli olayını yaşadık.
Mahkemenin bir tanesi otuz dokuz yıla varan bir kararın altına
imza atarken, bir başka mahkemeden fevkalade başka bir karar
çıktı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Kozinoğlu neden öldü hapishanede?
Onu açıklasana.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben
şimdi soruyorum, hem kendime soruyorum hem de hepimize soruyorum
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Kozinoğlu hapishanede neden öldü
Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bir
mahkemede bir kişinin otuz dokuz yıl ceza almasına ilişkin
bir karar çıkar da bir başka mahkeme -Haydi buna yirmi yıl
diyebilir, on beş yıl diyebilir- beraatine dair bir karar tesis
ederse orada hukuk nasıl tecelli edecek?
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Sayın Bakan, muhalefet değilsin,
iktidarsın. Çözüm söyle, çözüm.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Baktığınızda, bizim
sıkıntılarımız var.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) İktidar değil misiniz Sayın
Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Onun için,
biz diyoruz ki: Hep beraber bu sıkıntıları aşmak
zorundayız. Ama, en önemli sıkıntısı Türkiye'nin,
yasalar değişse de değişmeyen kafalardadır, yasalar
değişse de değişmeyen uygulamalardadır, yasalar
değişse de değişmeyen
alışkanlıklardadır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Biz AK PARTİ Hükûmetleri olarak, bugüne kadar bu
ülkede değişmeyen alışkanlıkları değiştirmeye,
değişmeyen uygulamaları değiştirmeye, hukukla
bağdaşmayan uygulamaları hukukla bağdaşır hâle getirme
noktasında son derece kararlıyız.
GÜRKUT ACAR (Antalya) Yargıyı kendinize
bağladınız, kendinize bağladınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bugüne kadar
ciddi adımlar attık, atmaya da devam edeceğiz ve biz bu noktada,
herkesin ezberlerini bozduk. Daha çok bozacağımız ezber var, onu
da beraber yapmamız lazım. Böyle karşı karşıya
gelerek değil, omuz omuza vererek yapmamız lazım çünkü
aşacağımız daha çok büyük engeller var. Hepimiz bir araya
geldiğimizde, ben inanıyorum ki, insan hakları ve hürriyetleri
konusunda, hukuk devleti konusunda, şu Parlamentoda bulunan grupların
anlaşamayacağı şey yoktur ama ideolojiler öne
çıktığında, ön yargılar öne
çıktığında
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Doğru söylüyorsun!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) -
ön kabuller öne
çıktığında da bizim tartışmaları
sağlıklı yapma imkânımız yoktur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Hani biz seninle 12 Eylülle ilgili kanun
çıkarıyorduk geçen sene, ne oldu? Hani çıkacaktı o kanun?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben,
umarım, bu noktada, Anayasa tartışmaları Türkiyeye önemli
bir eşik atlatır, önemli bir noktaya getirir.
Biz hukuk devleti konusunda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yapısını değiştirirken çok önemli bir adım
attık. Ondan önce, baktığınızda, işte,
Danıştaydan 2 kişi, Yargıtaydan 3 kişi seçiliyor,
onlar oraya geliyor, işte, baktığınızda farklı
bir yapı oluyor, Cumhurbaşkanı da onlardan atama yapıyor.
Şimdi, onlar da Yargıtaya, Danıştaya üye atıyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Şimdi, hemşehrilerini
atıyor!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Kapalı
devre bir kast sistemi işliyor.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Hemşehrilerini atıyor
şimdi!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Şimdi,
o sistemin içerisinde herkes birbirinin ağzına bakıyor. Neden?
Çünkü, bütün yükselmeler oradan geçiyor. Biz ne yaptık? Biz dedik ki: Bu
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kim hakkında karar veriyor? Hâkim
ve savcılar hakkında. Öyleyse, hâkim ve savcılar kendilerini
temsil edenleri doğrudan seçsinler. Doğrudan seçme yetkisi verdik,
aracıyı taracıyı kaldırdık.
İki: Ne dedik? Yargıtay kendini
temsil edeni doğrudan seçsin, Danıştay kendini temsil edeni
doğrudan seçsin. dedik. Kötü mü yaptık?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın
Bakan, özel yetkili mahkemelere gel ya!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Ama o zamanki Yargıtay Başkanımız
da, Danıştay Başkanımız da çıktılar bunu
eleştirdiler.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Gündem
dışı konuşma özel yetkili mahkemeler, tutuklular.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Allah aşkına, dünyanın neresinde Sizin
adınıza sizi temsil edecekleri siz doğrudan seçin, biz size bu
yetkiyi veriyoruz. diye bir kanuni düzenleme olur da bu düzenleme lehine
yapılanlar Biz bunu kabul etmeyiz. diye ayağa kalkarlar?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın
Bakan, haksız tutuklamalara gel, tutuklamalara.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Bunun hukukla alakası var mı? Bunun
ideolojiyle alakası var.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin)
Tutuklamalara gel, özel yetkili mahkemelere gel, gündem konusu oydu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - O nedenle, biz bu alanda da önemli bir adımı
attık, kast sistemini ortadan kaldırdık.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Gündemle
ilgili konuşmuyorsun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Yargıçlar ve savcılar kendileriyle ilgili
karar verecekleri bundan sonra doğrudan seçiyorlar. Bunun adı demokrasidir,
bu, hukukun evrensel ilkelerinin bu alanda hayata geçirilmesidir.
Bakın bir başka konu: Biz 12
Eylül halk oylamasında kabul edilen Anayasa değişiklikleriyle
Türkiyede önemli adımlar attık. Geçici madde 15in
kaldırılması önemli bir reform oldu, daha önce 2001de bunun
birinci fıkrası kaldırılmıştı, ikinci
fıkrası kalkmamıştı ama biz tamamen maddeyi ortadan
kaldırdık. Ne yaptık? O zaman, bu ülkede darbe yapanların
yargılanmasını engelleyen düzenlemeyi ortadan
kaldırdık. Herkes tartıştı. Efendim, zaman
aşımı dolmuştur, bu iş olmaz veya hukuka uygunluk
nedeni vardır, bu şöyle olmaz, böyle olmaz. şeklinde pek çok
değerlendirmeler yapıldı. Biz o zaman da, bakın o zaman da
Hükûmet olarak çok net ifade ettik, Burada zaman aşımının
işlemesi söz konusu değildir, işlemeyen bir zaman olduğu
zamanda zaman aşımı söz konusu olamaz. Geçici madde 15 zaman
aşımının işlemesini durdurmuştur. O nedenle,
zaman aşımının işlemesi diye bir şey söz konusu
değildir. dedik ve bizim kararımız o, bizim düşüncemiz de
o. Bu konuda son kararı elbette yargı verecektir. Bize göre darbe
yapanlarla ilgili zaman aşımı 12 Eylül 2010 tarihinden itibaren
işlemeye başlamıştır ama buna yargı karar
verecektir.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) O size göre.
Size göre o, size göre.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR
BOZDAĞ (Devamla) - Farz edin bunun aksini söyleyenler olsun, Yok, zaman
aşımı dolmuştur. veya Hukuka uygunluk vardır.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Milleti
kandırmak için yaptınız o yorumları.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Hangi görüşü
benimserseniz benimseyin, ortaya çıkarsa çıksın bu ülkede darbe
yapanlarla ilgili adli soruşturmalar yapılacaktır.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Hani yapılıyor mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
Yapılmadan karar verilemez. Çünkü zaman aşımına
ilişkin bir karar verilecekse soruşturmanın sonucunda karar
verilecektir, eğer başka bir karar verilecekse yine
soruşturmanın sonucunda verilecektir. Farz edin ki dava
açılmaması yönünde bir karar çıktı ve bu karar nereye
gidecektir? İtiraz üzerine mahkemeye taşınacaktır. Sonuçta,
darbe yapanlar her hâl ve şartta savcıların önüne çıkacak
hesap verecektir, yargıya gidecek hesap verecektir. Biz bunun
adımını attık, yolunu açtık. Biliyorsunuz Kenan
Evrenin de ifadesi alındı, dosya açıldı,
soruşturması devam ediyor.
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Marmariste, Marmariste...
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) O gün burada
bu geçici madde 15 kalkmasın diye uğraş verenleri de Türkiye
gördü, meydan meydan gezip Darbeciler yargılanmasın. diyenleri de
Türkiye gördü, bizi de gördü.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Çok yargıladınız Bekir
Bey.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) O nedenle,
biz bu noktada samimiyiz.
S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Ceza kanunundaki zaman
aşımı süresini kaldıralım dediğimizde niye ret
oyu verdiniz?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Bekir Bey Adalet Komisyonunda 12 Eylülle
ilgili yasa bekliyor, biraz samimi olalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Ve
yargılama devam edecektir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Biraz samimi olalım. O yasadan
senin haberin var, Grup Başkan Vekiliydin o zaman.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) Cihan
Kırmızıgülle ilgili ve öğrencilerle ilgili de bir
şeyi ifade etmek istiyorum. Şimdi, Sayın Vekilin ifade
ettiği Cihan Kırmızıgülle ilgili -bugün değişik
medya organlarında da vardı- baktığımız zaman,
aldığım bilgilere göre, tabii ben bilmiyorum ama öğrenci
olduğu için mi gözaltına alınmış, yoksa öğrenci
olduğu için mi tutuklanmış nedir konu diye
baktığımızda
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Galatasaray Üniversitesi öğrencisi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla)
PKK terör
örgütü adına eylem yapmak amacıyla Kâğıthane ilçesi Etibank
Caddesi üzerinde toplanan grup içerisinde yer alarak, toplanan kişilerin
üzerine yüzünü kapatarak ellerindeki molotofkokteyllerini cadde üzerinden bir
marketin camlarına doğru attıkları
Uzun uzun
anlatıyor. Yani bir eylem var. Bununla ilişkin bir soruşturma
devam ediyor. Şimdi, terör örgütü adına eylem yaptığı
hakkında iddia olunanlarla ilgili cumhuriyet savcıları
soruşturma açmayacaklar mı? Elbette açacaklar, yasa bu yetkiyi
veriyor. Kolluk güçleri vazifesini yapmayacak mı? Elbette yapacak. Yani
burada eylem yapılıyor, bunu yapanlar öğrenci diye geri duracak
mı? Durmayacak, çünkü yasa ona o yetkiyi veriyor. O çerçevede bir
değerlendirme yapılıyor ama konuyu farklı gösterip,
öğrenciler böyle duruyor diye dendiği zaman bu da fevkalade
yanlış bir yaklaşım olur.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Bakan, Sivas
sanıkları Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasından
yargılandı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Diğer
isimlere baktığım zaman, terör örgütüne üye olmak ve terör
örgütü propagandası yapmak şeklinde birtakım eylemler nedeniyle
itham edildiklerine dair bilgiler var. Tabii, bunlar doğru mudur
değil midir, iddia bunlar, bunun doğru olup olmadığına
yargı karar verecektir, bizim karar vermemiz fevkalade yanlış
olur; ama bunlarla ilgili soruşturmayı, kovuşturmayı
elbette yargı yapacaktır ve yargı sonucunu hepimiz beklemeliyiz
ve yargının vereceği karar neyse ona da hepimiz saygı
duyacağız.
Ben, bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bozdağ.
Sayın milletvekilleri
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Sayın Başkanım,
konuşmalarım çarpıtıldı. Bizim mahkeme
kurduğumuz, siyasi partilerin yargıyı
yargıladığı yönünde iddialarda bulundu.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Öyle bir şey olmadı
efendim, öyle bir şey olmadı, hayır.
BAŞKAN Anlayamadım bir dakika.
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Bizim, siyasi parti olarak mahkeme
kurduğumuzu, yargı hakkında kararlar verdiğimizi, bir
mahkeme gibi davrandığımızı söyledi ve
konuşmamızı çarpıttı. Bir dakika izin istiyorum
efendim.
BAŞKAN Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygünün, gündem dışı konuşmasına
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağın vermiş
olduğu cevapta ifadelerini yanlış aksettirdiğine
ilişkin açıklaması
HÜSEYİN AYGÜN (Tunceli) Sayın Başkanım, Bekiz
Bozdağın avukat olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş
oldum. On dokuz dakika sadece suya sabuna dokunmayan sözlerle hepimizi yine
klasik AKP taktiğiyle aldatmaya çalıştı. Sadece iki dakika,
Cihan Kırmızıgül ve diğer terör örgütü üyeleriyle ilgili
bana göre son derece talihsiz, avukatlık mesleğiyle de uyuşmayan
sözler etti.
Şimdi birincisi şu: 12 Eylülü falan
yargılamadınız, lütfen kendinizi ve bizi aldatmayın. Kenan
Evren, savcılara verdiği mülakattan sonra -ben ona mülakat diyorum-
şöyle söyledi: Ben iki tane savcıya, Ankaradan geldiler, mülakat
verdim dedi. Bunun savunma olmadığını bizzat Kenan Evren
söyledi ve geçen gün Ankara özel yetkili savcısının Altı
yüz seksen işkenceden ötürü, işkenceden ölümden ötürü elimizde dosya
var ama daha tek bir kamu davası açılmadı yönündeki sözlerini
lütfen unutmayınız. Kimseyi aldatmaya
çalışmayınız, Meclise yanlış bilgi vermeyiniz. 12
Eylülle hesaplaşılmıyor, sadece, daha arsız, daha korkunç,
daha kuralsız ve insanların özel hayatlarını da didik didik
eden vesayetin yerine, askerî vesayetin yerine cemaatlerin de denetimini koyan
yeni bir düzen inşa ediyorsunuz, buna demokrasi demeyin.
Öğrencilerle ilgili de
Cihan Kırmızıgül Galatasaray
Üniversitesi öğrencisi, ben ailesini tanıma imkânı buldum,
şu an hakkında verilecek kararı biz de merakla bekliyoruz.
Sayın Bakana ve yüce Meclise hatırlatmak isteriz: Cihan
Kırmızıgülün eylemi bir yürüyüş eylemidir ve yüzüne
poşu taktığı için yirmi iki aydır hapiste.
Cihanın ailesi, avukatları, dostları, sivil örgütler, CHP
milletvekilleri şu an Beşiktaştaki mahkemede sonucu
bekliyorlar. Galatasaray Üniversitesi gibi parlak bir okulun öğrencisine
yirmi iki aylık tutuklamayla korkunç bir yargı zulmünün
uygulandığını düşünüyorum. Cihan serbest
bırakılıp okuluna geri dönmeli, tıpkı o demagojik
reklamdaki gibi okulunda okumalıdır; küçükler için yapılan o
reklamı çok beğendim ama bir ikiyüzlülük de görüyorum.
Diğer soruşturmalar da öyle sevgili milletvekilleri,
kesinlikle öğrencilikle ilgili olmasa da yapılan yürüyüşler
düşünce açıklaması niteliğindedir, yapılan
yürüyüşler Hükûmete eleştiri içermektedir. Sayın
Başbakanı bu ülkede protesto etti diye Berna ve Ferhatın on
dokuz ay tutuklu kaldığını unutmayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) Terör
örgütüne üye oldukları için tutuklandılar.
HÜSEYİN AYGÜN (Devamla) - Özel yetkili savcılarınız
ne yazık ki Berna ve Ferhatın on dokuz aylık
tutukluluğundan sonra hem tahliyelerini hem beraatlarını
istiyorlar. O on dokuz ayı kim o çocuklara geri verecek, bunu
düşününüz. Özel yetkili savcılarda, özel yetkili mahkemelerde
arkalarında Hükûmet olduğu için gerçekten korkunç bir
vicdansızlık olduğunu biliyorum ama cezaevi
kapılarındaki anaların ahı sizi tutar yani o yüzden bunu
unutmayın.
Saygılar. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri, şimdi isimlerini okuyacağım
sayın milletvekillerine İç Tüzükün 60ıncı maddesine göre
bir dakika söz vereceğim.
Sayın Özkes, Sayın Canalioğlu, Sayın Şafak,
Sayın Tüzel, Sayın Gök, Sayın Tanal, Sayın Doğru,
Sayın Erdoğan, Sayın Yeniçeri, Sayın Atıcı,
Sayın Sakık, Sayın Metiner, Sayın Özel, Sayın
Eryılmaz. Bunun dışında sisteme girecek olan sayın vekillere
söz vermeyeceğim. Bu okuduklarımla sadece sınırlı
olduğunu tekrar beyan edeyim, bir dakika olduğunu tekrar
hatırlatayım. Ona göre lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Sayın Özkes, buyurunuz.
2.- İstanbul
Milletvekili İhsan Özkesin, Suudi yetkililerince Kabei Muazzamadaki
Osmanlının yaptırdığı revakların
yıkılmak istendiğine ilişkin açıklaması
İHSAN ÖZKES (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Suudi yetkililerinin Kabei Muazzamada Osmanlının
yaptırdığı revakları yıkacağı
bilinmektedir. I. Abdülmeciti anma etkinlikleri düzenleyenler Kâbede
revakların yıkılmasına seyirci kalmaktadır. Daha önce
de revakların yıkılması gündeme gelmiş ancak
zamanın, Türkiye Cumhuriyetinin dirayetli liderleri tarafından
engellenmiştir. Maalesef imam hatip mezunu bugünkü liderler aynı
dirayeti gösteremediler. Revakların yıkılmasını
engelleme başarısı gösteremeyen iktidar, yıkılacak
revakların enkazına talip olma acziyeti içerisindedir. Mekkenin
kavurucu sıcağında hacıların gölgelenmesi için
yapılan bu revaklar Türkiye'nin istismar ikliminde Ankarada Hacı
Bayram Camisi ile İstanbulda Sultanahmet Camisine ve Konyaya
taşınmak isteniyor. AKP kendi acziyetini gizlemek için göz boyamak
istiyor. İktidarda mağduriyet, başarısızlıkta
mağruriyet ustası oldular! Libyada Müslümanların birbirini
öldürmesi için 400 milyon dolar veren AKP için
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Canalioğlu
3.- Trabzon Milletvekili
Mehmet Volkan Canalioğlunun, yeni atanan bakan yardımcılarının
yetki, görev ve sorumluluklarının belirlenmesine ilişkin
açıklaması
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, öncelikle sayın
bakanlarımızın bakan yardımcıları atanmaya
başlamış ve bu atanan bakan yardımcıları
gittikleri illerde sanıyorum yetki, görev ve sorumlulukları
belirlenmediğinden öncelikle ne yapacaklarını bilemiyor ve
dahası stadyumlarda, protokollerde valilerden, milletvekillerinden önde yer
alıyor ve ona göre davranıyorlar. Ve ayrıca gittikleri illerde
millî eğitim müdürlüğüne bağlı, Millî Eğitim
Bakanlığına bağlı okullarda da sınıflara
giriyorlar, okulları denetliyorlar ve de bağlı oldukları
bakanı övüyorlar. Bunların etik olmadığını ve bir
an önce bakan yardımcılarının yetki, görev ve
sorumluluklarının belirlenmesi hem illerde valilerimizi hem de kamu
görevlilerini rahatlatacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Şafak
4.- Niğde
Milletvekili Doğan Şafakın, Niğde ilinin merkez köyleri ve
Çiftlik ilçesinde meydana gelen don olayı nedeniyle patates üreticilerinin
mağduriyetinin giderilmesine ilişkin açıklaması
DOĞAN ŞAFAK (Niğde) Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, Kurban Bayramının üçüncü günü
Niğdenin merkez köyleri Hasaköy, Konaklı, Edikli, Orhanlı,
Ağcaşar, Bağlama, Alay, İnli ve Çiftlik ilçesinde patates
ürünleri donmuştur. Niğde Tarım İl Müdürlüğünün ön
tespitine göre 1.400 üretici mağdur olup yaklaşık 50 bin
dekarlık ekili alan donmuştur. Çiftçinin 4 ton dekar başına
ürün aldığı hesaplanırsa, 200 bin ton patates tarlada
donmuştur. Şu anda patatesin fiyatı kilo başına 300
kuruştur. Yaklaşık olarak 60 trilyon ekonomik kayıp ve
çiftçimizin zararı vardır.
2090 sayılı Yasaya göre, yüzde 40 mal
varlığını ve gelirini kaybeden çiftçinin
mağduriyetinin giderilmesi gerekmektedir. Hükûmeti bu konuda acilen önemle
hareket etmeye çağırıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ederiz.
Sayın Tüzel
5.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzelin, Barış ve Demokrasi Partisine
ayrımcılık yapıldığına ilişkin
açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizlere bağımsız vekil olarak
sesleniyorum.
Dün Genel Kurulda yapılan gensoru görüşmeleri esnasında
yaşananlar demokrasi ve özgürlükler adına kaygı vericidir.
Yapılan konuşmalar, takınılan tutum halk temsiliyetine bir
tahammülsüzlüğü göstermektedir.
Sayın Başbakan grup konuşmasında BDP Mecliste olsa
da olur olmasa da olur. demiştir. İçişleri Bakanı
gensoruya verdiği yanıtta BDPyi hedef gösteren
kışkırtıcı bir üslupla konuşmuştur. Son olarak
bir TV programında konuşan Gençlik ve Spor Bakanı, gençlik
politikalarıyla yapılan çalışmalarda AKP, MHP, CHP gençlik
teşkilatlarını çağıracaklarını,
görüşeceklerini söylüyor. Neden BDP yok? diye sormak gerekiyor.
Siyasette müzakere edeceğiz. dediğiniz bu mudur? BDPden vaz
mı geçtiniz? Milyonlarca yurttaşın oyunu almış ve Kürt
sorununun çözümünde çabası göz ardı edilemeyecek BDP hedefe konularak
sorunlar çözülebilinir mi? Hükûmetin demokrasi anlayışında
kendinden farklı düşünenlere yaşam hakkı tanımayacağı
anlaşılmaktadır. Nedir bu ayrımcılık diye sormak
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Gök
6.- Ankara Milletvekili
Levent Gökün, Van ilinde meydana gelen depremde yıkılan
konutların bir an önce yapılarak teslim edilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
LEVENT GÖK (Ankara) Sayın Başkan, Vanda depremde
yıkılan evlerin bir an önce yapılmasını hepimiz arzu
ediyoruz. Dün de burada konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı,
sekiz ay gibi bir zamanda yıkılan konutların
yapılacağını ifade etti. Umarım daha da kısa bir
süre içerisinde bunlar gerçekleşir ancak daha önceki uygulamalara
baktığımızda bunun pek mümkün
olmadığını söylemek istiyorum. Örneğin, hemen
Ankaramızın bir saatlik mesafesinde, Balâ ilçesinin Afşar
beldesinde dört yıl önce meydana gelen depremde yıkılan
konutların yerine yenisi daha henüz yapılmamıştır ve
teslim edilmemiştir. İki yüz elli konutu yapamayan Hükûmet, acaba
Vandaki depreme nasıl merhem olmaya çalışacaktır? Bu
konuda Sayın Bakandan somut bir açıklama bekliyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz.
Sayın
Tanal
7.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanalın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda
Deniz Feneri davasının avukatlığını yapan üyenin
olup olmadığına, var ise davanın avukatlığından
ne zaman istifa ettiğine ilişkin açıklaması
MAHMUT
TANAL (İstanbul) Teşekkür ederim Başkan.
Değerli
milletvekilleri, Sayın Bakandan şunu öğrenmek isterim eğer
beni dinleme lütfunda bulunur ise Sayın Bakan.
1)
HSYKyı bu kadar övdünüz. Övüp seçmiş olduğunuz üyelerin
arasında Deniz Feneri davasının avukatlığını
yapan üye var mı? Var ise Deniz Feneri davasının
avukatlığından ne zaman istifa dilekçesini verdi? Bu bir.
2)
Başbakanın yargılandığı davada bilirkişi
raporu düzenleyen üye var mı?
3)
Aynı üyenin oturduğu villanın değeri 7 milyon dolar
mı? Bu HSYK üyesi, bu kadar övdüğünüz üye kimdir, hakkında
herhangi bir işlem yapacak mısınız?
Saygılar.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz.
Sayın
Doğru
8.- Tokat Milletvekili
Reşat Doğrunun, Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini
kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
REŞAT
DOĞRU (Tokat) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Hükûmetler
acil hâller dışında olağanüstü hâller içerisinde kanun
hükmünde kararnameler çıkartır. Bu birçok Hükûmet tarafından kullanılmıştır
ancak 57nci Hükûmetin çıkartmış olduğu kanun hükmünde
kararnamelerin daha çoğu depremle ilgilidir yani çok aciliyeti olan
durumlar içerisinde o kanun hükmünde kararnameler çıkartılmıştır
ancak AKP İktidarı zamanında son olarak çıkartılan otuz
beş tane kanun hükmünde kararname kısa zaman içerisinde, süratli bir
şekilde çıkartılmıştır. Bunların
bazılarında aciliyet yoktur. Mesela, Millî Eğitim
Bakanlığının personeliyle ilgili
çıkartılmış olanı veyahut da Sağlık
Bakanlığının hem tam gün hem de teşkilatıyla
ilgili olanıdır. Mesela, Sağlık Bakanlığıyla
ilgili olarak çıkartılmış olan kanun hükmünde kararnamede
tartışılması ve komisyonlarda görüşülmesi gereken
birçok konu vardır. Yabancı doktorlardan, hemşirelerden tutun da
bunun yanında hastane birliklerine kadar birçok konu ciddi manada
tartışılması ve karar verilmesi gereken konulardır
ancak bunların hepsi bir kenara bırakılmış ve kanun
hükmünde kararnameyle birçok şey altüst edilmiştir. Korkarım ki
önümüzdeki zaman diliminde yeniden tekrar torba kanunla getirilip
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Erdoğan
9.- Muğla
Milletvekili Mehmet Erdoğanın, Hükûmetin kanun hükmünde kararname
yetkisini kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin
açıklaması
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan açıklamaları sırasında kanun
hükmünde kararname çıkartma yetkisinin Anayasada yer
aldığını belirttiler. Anayasamızda yasama, yargı
ve yürütme ayrı ayrı yer almaktadır. Hükûmet kanun hükmünde kararname
çıkartma yetkisini kullanarak hem Meclisi hem de yargıyı
bertaraf etmiştir. Şu anda cumhuriyet tarihinde hiç
olmadığı kadar bürokrat işsiz konuma getirilmiştir. Bu
bürokratların eski görevlerine dönme konusundaki yargıya
başvurma hakları da gasbedilmiştir. Ben, özellikle bu konunun
yeniden ele alınmasının gerektiğine inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Yeniçeri
10.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçerinin, Hükûmetin kanun hükmünde kararname yetkisini
kullanırken ortaya çıkan sorunlara ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben biraz önceki konuşmam sırasında kanun
hükmündeki kararnamelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
getirilmediğini ve burada görüşülmediğini ifade ettim. Elbette
Meclis Başkanına götürecekler, Meclis Başkanına verecekler.
Meclis Başkanına götürmekle sorun çözülmüyor ki. Önemli olan milletin
Meclisine getirme, milletin vekilleriyle bu meseleyi tartışıp
kanun hâline getirmek. Kanun hâline getirilmemiştir. Adalet ve
Kalkınma Partisi döneminde çıkarılan kanun hükmündeki
kararnamelerden hiçbirisi Genel Kurula gelmemiştir, onu söyledim.
Anayasayı yasalara, yasaları da kanun hükmündeki
kararnamelere bağladınız. Ben kanun hükmündeki kararnameleri
çıkarmadınız demedim. Başka bir şey daha söyledim,
Devlet Planlama Teşkilatı anayasal bir kuruluştur, siz Devlet
Planlama Teşkilatını kanun hükmündeki kararname ile
değiştiremezsiniz, kanun hükmündeki kararname ile bakanlığa
dönüştüremezsiniz. Bu ancak anayasal bir değişiklik sonucu olur.
Bir kanun hükmündeki kararname Anayasa hükmündeki kararname değildir, onu
söyledim. Hukuk devleti diyorsunuz, kanun hükmündeki kararname ile birlikte
hukukları elinden alınan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Atıcı
11.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcının, Hükûmetin sağlık hizmetlerine
önem vermesi gerektiğine ilişkin açıklaması
AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkürler Sayın Başkan.
Öncelikle çok merak ettiğim bir soruyu sormak istiyorum: Vanda
naylon çadırlarda çocuklar donarken Hükûmet üyeleri ve onları
alkışlayanlar gece rahat yatabiliyorlar mı acaba?
İki, Nüfus Kalkınma Grubu üyelerine de bir hatırlatmam
var: İnsanlar diyor ki: Başbakana uyduk 3 çocuk yaptık,
şimdi perişanız.
Üçüncü olarak da yine, AKPnin Sayın Milletvekili
Sağlıkta başarılı işler yapıldı.
dedi. Eğer sağlıktaki başarı özelleştirmeyse,
performans denilen kelle başı ödeme yapmaksa, halktan katkı
payı almaksa, süslü laflar söyleyip kavramların içini
boşaltmaksa Hükûmet başarılıdır denebilir.
Sağlıkta puan aldığını düşünen Hükûmetin,
maskesi düşünce en ağır darbeyi de yine sağlıkta
yiyeceğini hatırlatmak isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Sakık
12.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakıkın, Kıbrısta
üniversitelerde okuyan Kürt çocuklarının sorunlarına
ilişkin açıklaması
SIRRI SAKIK (Muş) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Daha önce de burada dile getirdim, Sayın Bakanımız da
burada, bu Kıbrısla ilgili, orada okuyan Kürt çocuklarının
uğradığı bir haksızlık var. Yani Kürt
çocukları dediğimiz zaman da tepki alıyoruz, Kürt
coğrafyası dediğimiz zaman da tepki alıyoruz ama bu da
hayatın bir realitesi. Sadece Kürt oldukları için, orada mahkeme kararı
yok ortada ve orada öğrenci, hepsinin, büyük bir kısmının
iki dersi var, mezun olacak ve mahkeme kararı da ortada yok ve bunlar
sınır dışı edildiler.
Şimdi, bu ailelerin hepsi perişan, bu çocuklar perişan,
bu ülkenin vatandaşları. Yani bunlar orada dört yıldır
üniversitelere para veriyorlar, Kıbrısa para veriyorlar ve bu
insanların sorununu gidermek Hükûmetin görevidir. Sayın Bakan bu
konuda acaba ne düşünüyor, ne yapabilirler? Gerçekten aileler mağdur
ve her gün bize başvuruyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Metiner
13.- Adıyaman Milletvekili Mehmet Metinerin,
CHPli bir vekilin, cemaat mensuplarının herhangi bir göreve
gelmemeleri gerektiği görüşünün özgürlük anlayışına
ters olduğuna ilişkin açıklaması
MEHMET METİNER (Adıyaman) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, biz özgürlükler söz
konusu olduğunda amaları olan bir anlayışın
mensupları değiliz. Eski Türkiyeye ait ne kadar antidemokratik yasa
varsa, yasaklar varsa buyurun Mecliste hepsini birlikte düzeltelim.
AYTUĞ ATICI (Mersin) KHKlar var mı?
MEHMET METİNER (Adıyaman) Biz topyekûn, yeni bir Anayasa
isterken bazı siyasal partilerimizin kırmızı çizgi siyaseti
izlemeleri çelişki değilse birlikte düşünelim. Bir insanın
ENGİN ALTAY (Sinop) Başbakan da Yirmi altı maddeyle
oynatmam. diyor. Niye? Onu söylesene.
MEHMET METİNER (Adıyaman) 12 Eylül faşist
fermanının ruhunu değiştirmeden, zihniyetini
değiştirmeden yapacağınız hiçbir düzenlemede
inandırıcı olamazsınız.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) Geçen sene
yapsaydınız.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Askerî vesayet yerine cemaatlerin
vesayetinden bahsetti CHPli vekil arkadaşımız.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) YÖKü
kaldırsaydınız.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Bu ülkenin herhangi bir
yurttaşı herhangi bir cemaate mensup olabilir. O vekil
arkadaşımız bu mensubiyeti herhangi bir göreve gelmemek için
yeter sebep olarak kabul ediyorsa bence özgürlük anlayışını
gözden geçirmelidir. Herkes için özgürlük isteyen bir anlayışın
mensubuyuz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederiz.
Sayın Özel
14.- Manisa Milletvekili
Özgür Özelin, kanun hükmünde kararnamelerin kuvvetler
ayrılığı ilkesini ihlal ettiğine ilişkin
açıklaması
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın Metinerin bahsettiği,
demokrasinin sıkıntıya düştüğü darbe dönemlerinin
meşhur şarkısı Bir gece ansızın gelebilirim
tehdidini, bu Hükûmet, bu Meclise ve pek çok alana, her gece, yetki kanununun
sonu yaklaşırken yeni bir kanun hükmünde kararname çıkararak
birer sivil darbe indirmiştir. Bunlardan bir tanesi de sağlık
alanındaki Sağlık Bakanlığının Teşkilat
Yasasının değiştirildiği Kanun Hükmünde Kararnamedir.
Kararnamenin yayımlandığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi
çalışmakta, hatta ilgili komisyon toplantı hâlindeydi.
Komisyonun, iktidar ve muhalefet partilerinden seçilmiş, kendi
alanlarının uzmanı, sağlıkçı tüm milletvekilleri
yasama görevlerinin başındayken AKP demokrasiye yönelik bir sivil
darbe daha gerçekleştirdi.
Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi, Meclisin çeşitli
sebeplerle kanun çıkarma konusunda elverişsiz bir hâlde olduğu
özel durumlarda devletin işleyişini acze uğratmamak için Meclis
tarafından hükûmete verebilecek ancak her ne şartta olursa olsun
demokrasi açısından tartışmalı bir yetkidir. Bu yetki
AKP Hükûmeti tarafından kuvvetler ayrılığı ilkesinin
açıkça ihlal edildiği
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Eryılmaz
15.- Hatay Milletvekili
Refik Eryılmazın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve
Yargıtay üyeleriyle ilgili iddialara ve Van depreminde mağdur olan
depremzedelere yeterli yardımların yapılmadığına
ilişkin açıklaması
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan, siz daha önce Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyeleri ile Yargıtay üyelerini dedelerden talimat almakla suçluyordunuz.
Oluşturduğunuz yeni Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile
Yargıtay üyelerinin bu sefer tarikat şeyhlerinden talimat aldığı
yönünde iddialar yer almaktadır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Siz bir hukukçu olarak doğal mahkeme ilkesine açıkça
aykırı olan özel yetkili mahkemeleri nasıl savunabiliyorsunuz?
Bu özel yetkili mahkemelerin kaldırılması konusunda neden
katkı sunmuyorsunuz?
Üçüncü bir soru: Somalide açlık çeken insanlara göstermiş
olduğunuz yardımseverlik ve ilgiyi Vanda mağdur olan
depremzedelere gösterdiğinize inanıyor musunuz? Vanda mağdur
olan depremzedelere yaptığınız yardımı burada bizlerle
paylaşmayı düşünüyor musunuz? Vana kaç defa gittiniz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, şimdi gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
Tezkereler
1.-
Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Jerzy Buzekin beraberinde bir
Parlamento heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/631)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Sayın Jerzy
Buzekin beraberinde bir Parlamento
heyetiyle birlikte ülkemizi ziyaret etmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlık Divanının 2 Kasım 2011 tarih ve 8
sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 7. Maddesi gereğince Genel Kurulun bilgilerine
sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının tezkeresi bilgilerinize
sunulmuştur.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç
önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
B)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 20 milletvekilinin orman
yangınlarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ormanlar; toprağın korunması, su rejiminin düzenlenmesi,
iklim, halk sağlığı yurt savunması, rekreasyon,
turizm, yaban hayatın korunması vb. gibi konularda olumlu etkileri
ile sosyal ve kültürel nitelikte hizmetleri sağlayan ülkenin ulusal
değerleridir. Orman varlıklarımızın korunması,
son derece önemli ve ivedi çözüm bekleyen bir konudur.
Bu bağlamda, orman yangınlarının nedenlerinin,
alınan önlemlerin, meydana gelen can kayıplarının ve maddi
zararların araştırılması için Anayasanın 98.,
İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını saygılarımla arz
ederim.
1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2) İhsan Özkes (İstanbul)
3) Atilla Kart (Konya)
4) Kamer Genç (Tunceli)
5) Sinan Aydın Aygün (Ankara)
6) Erdal Aksünger (İzmir)
7) Candan Yüceer (Tekirdağ)
8) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
9) Mehmet Şeker (Gaziantep)
10) Tufan Köse (Çorum)
11) Kazım Kurt (Eskişehir)
12) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
13) Salih Fırat (Adıyaman)
14) Özgür Özel (Manisa)
15) Celal Dinçer (İstanbul)
16) Aytuğ Atıcı (Mersin)
17) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
18) Nurettin Demir (Muğla)
19) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
20) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
21) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
Gerekçe:
Ormanlarımızı sadece usulüne uygun olarak
yetiştirmek değil, aynı zamanda ormanların çeşitli
tehlikelere karşı korunması, bu yönde gerekli tedbirlerin
zamanında alınması ve bu tedbirlere rağmen ortaya
çıkabilecek tehlikelerle mücadeleye hazır bulunması
gerekmektedir.
Orman yangınları, başta Muğla, Antalya ve İzmir
illerimiz olmak üzere ülkenin bir çok bölgesine sıçramış, hâlâ
yer yer orman yangınlarının devam ettiği görülmektedir.
Orman alanlarımızda meydana gelen bu yangınlar, sadece ormanlara
değil, zeytin ağaçlarına, hayvancılığa, arıcılığa
ve diğer tarımsal alanlara da büyük zararlar vermektedir.
2007 yılında tarihinin en büyük orman
yangınlarını yaşayan Türkiye'nin, hâlâ orman
yangınlarına karşı ulusal bir politika
oluşturamadığı ve Sayıştay
Başkanlığının 2004 yılında TBMM'ye
sunduğu raporda öne sürüldüğü üzere ''Hükümetin orman
yangınları için yapılan uyarıları dikkate
almadığı" görülmektedir.
AKP Hükümetinin, orman yangınlarının önlenmesi,
ormanlarda açma yapılması ve ormanların işgalini önleyecek
önlem almak yerine, 2B statüsündeki orman alanlarını yerli ve
yabancı şirketlere satma ısrarı; ormanların
yağmalanmasını, ormanlarda açma açılmasını,
madencilik adı altında tahrip edilerek ya da yakılarak insan eli
ile yok edilmesini adeta teşvik etmektedir.
Kamuoyunda, orman yangınları ile ortaya çıkan alanlara
"imar izni" verileceği ve bu alanların turizm ve konut alanlarına
dönüşeceği ya da satılacağı yönünde bir kaygı
yaşanmaktadır.
Ülkemizde artık sıkça örneklerine tanık olduğumuz
bir konu, ulusal basınımızda "Antalya'da ormanı rant
için yaktılar" başlığı ile yer
almıştır. Söz konusu haberde, "deniz manzaralı ormanlık
bölgede iki ay içinde dördüncü kez orman yangını
çıkması" AKP hükümetinin Orman dışına
çıkartılan 2B arazilerini satacağı yönündeki beklentilerden
kaynaklandığı öne sürülmektedir. (18 Eylül 2007 Hürriyet)
Bu bağlamda, orman yangınlarının
çıkış nedenlerinin araştırılması,
alınan önlemlerin yeterliliği, bugüne kadar ki can
kayıplarının sorgulanması, yönetimden kaynaklanan görev
ihmallerinin sorgulanması ve benzeri konularda ortaya çıkabilecek
aşağıdaki sorulara yanıt aranması gerekmektedir.
Şöyle ki;
1- Orman yangınları ile mücadele görevini üstlenen
Bakanlık görevlileri arasında, orman yangınları konusundaki
eğitim almayan bakanlık çalışanı var mıdır?
2- Bu eğitimler ne kadar ve hangi aralıkla
yapılmaktadır?
3- Bakanlık, hava aracında görevlendirdiği personellerden
uçmaya elverişli olduğuna dair "sağlık raporu"
aramakta mıdır?
4- Orman yangınları artışının, 2003
yılından bu yana, yönetici konumundaki görevlilerin
tamamının değiştirilerek, yerine orman yangınları
konusunda deneyimli olmayan kişilerin getirilmiş olmasından
kaynaklandığı yönündeki iddialar doğru mudur?
5- Orman Koruma faaliyetlerini
yürüten teknik eleman ve Orman Muhafaza Memuru sayısının önemli
oranda düşürülmesi, orman koruma faaliyetlerinin Köy Tüzel
Kişiliklerine ve ardından özel güvenlik şirketlerine
devredilmesi uygulamaları gözden geçirilecek midir?
6- Helikopterlerde görevlendirilen
ve yangın söndürülmesini sevk ve idare edecek teknik ve yardımcı
personel özel bir eğitimden geçirilmiş midir? Bu personelin
diğer ormancı çalışanlardan farklı özlük hakları
(yıpranma tazminatı, uçuş tazminatı vb. gibi) var
mıdır?
7- JAR (AB Havacılık
Kuralları) kuralları nedeniyle ülkemizin doğu bloku ülkelerinden
yangınla mücadelede araç satın alınmasının
engellendiği, bu nedenle 12 ton kapasiteli Rus yangın uçağı
alımı yerine 2,5-4,5 ton su kapasiteli ABD, Kanada
uçaklarının ülkemize dayatıldığı doğru
mudur?
8- Kamuoyunda oluşan genel
kanı; orman yangınları ile ortaya çıkan alanlara "imar
izni" verileceği ve bu alanların turizm ve konut alanlarına
dönüşeceği ya da 2/B kapsamına alınarak, yapılacak
yasal bir düzenleme ile yerli ve yabancılara satılacağı
yönündedir. Kamuoyunun bu kaygısı doğru mudur? Değilse, bu
alanlarda AKP'nin ne gibi bir projesi bulunmaktadır?
9- 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2007 yıllarında orman
yangınları ile kaybettiğimiz alanların, iller bazında
hektar olarak büyüklüğü nedir?
10- Orman alanları
dışında meydana gelen zeytin ve arıcılık gibi, bu
zararların ilere göre 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2007 yıllarında
ülkemize toplam maliyeti ne olmuştur?
11- Orman yangınlarından zarar gören ve tek geçim
kaynağı tarımcılık ve ormancılık olan
köylümüzün bu zararlarının giderilmesi için Hükümetinizce ne tür
ekonomik önlemler alınmıştır? Alınmış ise,
köylümüz bu önlemden ne zaman yararlanacaktır?
2.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğüt ve 21 milletvekilinin, küresel ısınmanın
ülkemize etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/54)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dünyanın yüzeyi güneş ışınları
tarafından ısıtılmaktadır. Dünya bu
ışınları tekrar atmosfere yansıtır ama bazı
ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının
dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü
tarafından tutulur. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak
kalmasını sağlar. Ama son dönemlerde fosil yakıtları
yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus
artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması
gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların
atmosferdeki yığılması artış göstermiştir.
Bilim adamlarına göre, işte bu artış küresel
ısınmaya neden olmaktadır.
Birleşmiş Milletler ve İngiliz Stern Komisyonu'nun
hazırladığı raporlar; dünyanın felakete gittiğini
göstermiştir. Daha önce bu çağrıya burun kıvıran
ülkeler şimdi küresel ısınmayla mücadele için program
açıklamaktadırlar. BM tarafından hazırlanan iklim
raporları felaketin boyutlarını gözler önüne sermiştir.
Yeryüzündeki canlı türlerinin yüzde 50'sinin yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya olması hükümetleri harekete geçmek
zorunda bırakmıştır. İngiliz insani yardım
kuruluşu Christina Ait, yayımladığı raporda, 2050
yılına kadar en az 1 milyar insanın küresel
ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği
uyarısında bulunmuştur. Avustralya, geleneksel ampulleri
yasaklayarak 2010 yılından itibaren çevre dostu ampuller
kullanılması kararını aldı. Meksika hükümeti, ülke
genelinde 250 milyon ağaç dikilmesi kararı aldı. Avrupa
Birliği, otomobil üreticilerine küresel ısınma standardı
getirdi.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın
bazı bölgelerinde kasırga, fırtına, sel ve
taşkınlar bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli
kuraklık ve çölleşme yaşanacağı bilinmektedir. Türkiye
gibi kurak-yarı kurak iklim kuşağında bulunan ülkelerde ise
en büyük sorun kuraklık olacaktır. Tüm Akdeniz havzasındaki 16
ülkede yağışlar son 25 yılda yüzde 20 azalmış
durumdadır. 2050 yılına geldiğimizde, deniz seviyesinin
Akdeniz'de 20-
Ülkemiz, kar yağmayan, yağış miktarı iyice
düşmüş bir kış mevsiminin ardından küresel
ısınmanın en ağır etkilerini yaşamaya
başlamışken, İç Anadolu'daki göller bir bir kururken, kuraklık
ve açlık kapımızdayken, sadece ülkemizi değil, bütün
dünyayı tehdit eden küresel ısınma ve tarım sektörüne
olası etkileri konusunda hükümetimiz tarafından hiçbir ciddi
girişimde bulunulmamaktadır. Ülkemizin buğday ambarı diye
bilinen ve buğday üretiminin yüzde 40'ını gerçekleştiren
Konya Kapalı Havzasında yüzde 80'e varan rekolte kaybı
olmuştur. Akdeniz bölgesinde ise rekolte yüzde 30-50 oranında
düşmüştür. DSİ yetkilileri çiftçilere "Barajlarda su yok,
ikinci ürünü ekmeyin" uyarısı yapmaktadır. Bazı
bölgelerde barajlarda doluluk oranı yüzde 25'lere kadar
düşmüştür. Kuraklık afeti, hem binlerce çiftçimizin
yaşamını felakete çevirecek, hem de buğday, mısır
ve diğer hububat başta olmak üzere birçok üründe çok ciddi verim
düşüşlerine, bu da çok büyük oranda ithalata ve sonucunda enflasyon
baskısına yol açacaktır.
Sağladığı bunca hayati işleve rağmen sulak
alanlarımız gün geçtikçe kurumakta ve kirlenmektedir. Sulak
alanların kaybedilmesinde en büyük etken yanlış tarımsal
sulama yöntemlerinin kullanılması, yer altı sularının
kontrolsüz şekilde çekilmesi ve suyun akış yönünün
değiştirilmesidir. Sonuç olarak küresel ısınma dünyada
olduğu kadar ülkemiz için de hayati önem arz etmektedir. Bu nedenle sivil
toplum kuruluşları ve TEMA önderliğinde gerekli
araştırmaların titizlikle yapılması ve bir an önce önlem
alınması gerekmektedir.
Tüm yerkürenin yakın gelecekteki en büyük tehdidi olan küresel
ısınmanın ülkemize etkilerinin araştırılması
amacıyla Anayasanın 98. TBMM İçtüzüğünün 104. ve 105.
maddelerin uyarınca Meclis Araştırma açılmasını
saygılarımla arz ederim.26.07.2011
1) Ensar Öğüt (Ardahan)
2) İhsan Özkes (İstanbul)
3) Mehmet Şeker (Gaziantep)
4) Bülent Kuşoğlu (Ankara)
5) Tufan Köse (Çorum)
6) Candan Yüceer (Tekirdağ)
7) Erdal Aksünger (İzmir)
8) Metin Lütfi Baydar (Aydın)
9) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10) Kazım Kurt (Eskişehir)
11) Salih Fırat (Adıyaman)
12) Aytuğ Atıcı (Mersin)
13) Özgür Özel (Manisa)
14) Nurettin Demir (Muğla)
15) Atilla Kart (Konya)
16) Sinan Aydın Aygün (Ankara)
17) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18) Ali Özgündüz (İstanbul)
19) Rıza Mahmut Türmen (İzmir)
20) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
21) Celal Dinçer (İstanbul)
22) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
3.- İstanbul
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 23 milletvekilinin, mevsimlik
tarım işçilerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/55)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Mevsimlik
tarım işçileri, yıllardır sadece hasat zamanlarında
yaşanılan trafik kazalarında hatırlanan
vatandaşlarımızdır. Bu hatırlamalarda da
sorunların asıl nedenleri tespit edilerek, çözüm yolları
araştırılmamış, sadece bir trafik kazası olarak
çoğu yerde anılmıştır.
Oysa
Türkiye'de mevsimlik tarım işçileri açısından yaşam,
çok zor koşullar altında devam etmektedir. Her yıl, hasat
mevsimine yakın zamanlarda, balık istifi kamyon kasalarında
taşınan, beslenme ve barınma koşulları
sağlanamayan, sağlık ve emeklilik güvencesinden yoksun, sosyal
hakları olmayan bu insanlar çok düşük ücretler karşılığında
uzun saatler çalışmaktadır.
Özellikle
doğu ve güneydoğu bölgelerinden gelen mevsimlik tarım
işçilerinin temeldeki sorunları yaşadıkları bölgede
geçimlerini sağlayabilecekleri, üretim yapabilecekleri bir iş
alanlarının olmamasıdır. Bu nedenle yılın belli
dönemlerinde, ortalama dört ay süre ile yaşadıkları yerden
ayrılarak daha çok Ege, Çukurova ve Karadeniz Bölgesi'nde
çalışırlar. Bu süre zarfında kazandıkları para
onların bir yıl boyunca geçimlerini sağlayacakları
paradır. Günlük olarak aldıkları ücretleri 10 ile 15 YTL
arasında değişmektedir. Üstelik kazanılan bu paranın
bir bölümü de kendilerine bu işi sağlayan
"dayıbaşı" ya da "elçi" olarak tabir edilen
aracılara verilmektedir. Yani geçinmeleri için kalan para günlük 8 ile 13
YTL arasındadır. Barınma koşulları oldukça
sağlıksızdır. Çadırlarda ya da barınaklarda kalan
bu işçiler, temiz içme ve kullanma suyuna da sahip değildir. Bu
sağlıksız ortam ve koşullar, anne ve babaları ile
birlikte gelen çocuklar için riskli bir durumu ortaya çıkarmaktadır.
Çadır yerleşimleri açık alanlarda ve uygun altyapı
koşulları olmayan yerlere kurulduğu için yaygın olarak
salgın hastalıklara rastlanılmaktadır. Bu hastalıklar,
beslenmeleri de yetersiz olan çocukları daha fazla etkilemektedir. Ortaya
çıkan tablo, insanların asgari gereksinimlerini
karşılamaktan uzak bu ortam, 19. yüzyıl koşullarını
anımsatmaktadır. Şanlıurfa'da, Tokat'ta, Batman'da,
Sivas'ta, Niğde'de, Kırıkkale'de ve son olarak Afyonkarahisar'da
yaşanan, kazalar bize devletin mevsimlik tarım işçilerinin
yaşadıklarını görmezden geldiğini açık bir
şekilde göstermiştir.
Sosyal devlet,
yaşamlarını yitiren mevsimlik tarım işçileri için
"Hasat Döneminde Alınacak Trafik Önlemleri" genelgesi
yayınlamanın çok daha ilerisine gidebilen devlet demektir.
21. yüzyılda mevsimlik tarım
işçilerinin Türkiyede yaşamak zorunda
bırakıldıkları ilkel koşulların düzeltilmesi için
acil önlemlerin alınması gerekmektedir.
Uzun
vadede bulundukları yerlerde iş ve üretim olanaklarının
yaratılmasıdır. Kısa vadede ise; sosyal güvenceleri
sağlanmalı bu çerçevede, sendikalı olma, sağlık ve
emeklilik gibi özlük haklarını içeren düzenlemeler
yapılmalıdır. Çalışma ve barınma
koşulları iyileştirilmelidir. Çalışma saatleri
düzenlenmeli, ücretleri arttırılmalı, çalıştıkları
yerlerde barınmalarına olanak sağlayacak sosyal tesis ve yurtlar
yapılmalıdır. Beslenmeleri konusunda desteklenmeleri
gerekmektedir. Temiz içme ve kullanma suyuna rahatça ulaşabilmeleri
gerekmektedir. Bu sayede salgın hastalıkların önü
alınmış olacaktır. Aileleri ile birlikte geldikleri
yerlerde, çocuklar için eğitim verilebilecek birimlerin oluşturulması
gerekmektedir. Böylelikle, mevsimlik tarım işçilerinin çocukları
açısından ortaya çıkan eğitimdeki eşitsizlik bir nebze
olsun giderilmiş olacaktır.
Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı
sorunların nedenleri ve bu sorunların önlenmesi için alınacak
tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasa'nın 98. ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis
araştırması açılmasını saygılarımla arz
ederim.
1) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
2) Candan Yüceer (Tekirdağ)
3) Erdal Aksünger (İzmir)
4) Atilla Kart (Konya)
5) Veli Ağbaba (Malatya)
6) Kamer Genç (Tunceli)
7) İhsan Özkes (İstanbul)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Mevlüt Dudu (Hatay)
10) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
11) Kazım Kurt (Eskişehir)
12) Salih Fırat (Adıyaman)
13) Özgür Özel (Manisa)
14) Aytuğ Atıcı (Mersin)
15) Nurettin Demir (Muğla)
16) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
17) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
18) Ali Özgündüz (İstanbul)
19) Rıza Mahmut Türmen (İzmir)
20) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
21) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
22) Celal Dinçer (İstanbul)
23) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
24) Malik Ecder Özdemir (Sivas)
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, şimdi on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.36
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.52
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 19uncu Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup, işleme
alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124
sıra no.lu) Türkiyede medyanın ayrımcı, ötekileştiren
ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin
BDP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 16.11.2011 Çarşamba günü (Bugün)
yaptığı toplantısında oy birliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri: 14 Ekim 2011 tarihinde, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel
ve arkadaşları tarafından (124 sıra nolu) Türkiyede
Medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve cinsiyetçi
yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis
Araştırma Önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 16.11.2011 Çarşamba
günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin
aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Lehinde, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, lehinde de
kura çektiniz mi? Lehinde de talep vardı.
BAŞKAN Çekeceğiz efendim. Şimdi çekiyoruz konuşma
sırasında. İlk talep onunki.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Nasıl? Daha yeni okundu
efendim, şimdi okundu.
BAŞKAN Önerge sahibi de olarak aynı zamanda...
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Ama önerge sahiplerini
Bu şey
değil efendim. Danışma Kurulu önerilerinde grup adına
olmaz, önerge sahiplerinin konuşma hakkı yok, kurada ne çıkarsa
odur.
BAŞKAN Hayır, ben Batman Milletvekili Ayla Akat Ata,
lehinde diye okudum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, biz de BDP
Grup önerisinin lehinde konuşma taleplerimizi bildirdik. Yani Grup
önerisinde önerge sahibinin bu söz hakkını kullanma veya
başkasına devretme hakkı yok.
AYLA AKAT ATA (Batman) Yeni usul mü yaratılıyor?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Yeni usul değil, şu anda
yeni usul uygulanıyor.
BAŞKAN Sayın Elitaş, siz de uygulamayı gayet iyi
biliyorsunuz, yakından da takip ediyorsunuz hepimiz gibi. Parti grup
önerilerinin lehinde ve kendi parti grup önerileri için ilk söz daima o
kişilere ait olarak veriliyor. Hangi partiyse onun milletvekiline
veriliyor, biliyorsunuz. Bundan sonrakiler için kura çekeceğiz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkanım,
İç Tüzük 19uncu maddesine göre, Danışma Kurulu çoğunluk
sağlanamadığından veya uzlaşamadığından
toplanılamadı kanaati oluşuyor.
BAŞKAN Şimdiye kadar bütün yaptığımız
çalışmalarımızda
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkanım, grup
başkan vekilleriyle yaptığımız anlaşmalar
BAŞKAN
lehine olarak partinin
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkanım,
müsaade eder misiniz? Grup başkan vekilleriyle
yaptığımız anlaşmada muhalefet partilerinin aleyhinde
olan sözleri iktidar grubuna, lehinde olan sözleri muhalefet kendi
arasında anlaşacaktı. Diğer muhalefet partileriyle
anlaştık fakat Barış ve Demokrasi Partisi bu konuda iki
konuşmaya razı olmadığından dolayı, üç
konuşma istediğinden dolayı bu
BAŞKAN Üç konuşma nasıl istenir zaten?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Üç konuşma diye istedi. Bunu
da kuraya girelim dedik.
BAŞKAN Sayın grup başkan vekilleri, anlayamıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkanım,
müsaade ederseniz ben anlatayım, sonra siz devam edin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkanım,
izin verirseniz
Yanlış bilgilendirme yapılıyor ve İç
Tüzük denen bir hüküm var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) İç Tüzükü
uygulamanızı istiyorum Sayın Başkanım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Önerge sahibi her zaman kendi
önergesi üzerinde konuşur.
BAŞKAN Sayın grup başkan vekilleri, beş dakika ara
veriyorum.
Lütfen bu konuyu netliğe kavuşturalım.
Kapanma
Saati: 15.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 16.12
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 19uncu Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu
maddesine göre verilmiş önerisi üzerinde konuşmalar
yapılacaktı.
Öneri üzerine ilk konuşma, lehinde olarak, Batman Milletvekili Ayla
Akat Ataya ait.
Buyurunuz Sayın Ata. (BDP sıralarından
alkışlar)
AYLA AKAT ATA (Batman) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisinin lehine söz
aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bir grup önerimiz var. Medyanın ayrımcı,
ötekileştiren ve cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında
bir araştırma yapılması, bu yaklaşımın
doğurduğu sonuçların incelenmesi ve medyada nefret söyleminin
ortadan kaldırılması için hukuki altyapının
hazırlanması vesilesiyle hazırladık bu grup önerimizi.
Sizlerin de hepinizin tanıklık ettiği üzere, son bir ay
içerisinde, Van depreminin öncesinde ve Van depremiyle de açığa
çıktığı üzere, medyanın kullanmış
olduğu dilin toplumda bazı yansımaları var. Van depremi
sonrasında açığa çıkan durum gösterdi ki toplumun tüm
kesimleri esasında bu dilin yansımasından rahatsız, siyasi
partiler de rahatsız. Siyasi parti liderlerinin, özellikle de Milliyetçi
Hareket Partisi Sayın Genel Başkanının, Sayın
Bahçelinin kamuoyunun vicdanını da rahatlatan bir
açıklaması oldu. Tüm siyasi parti liderleri bu konuda kendilerini
açıklama yapmak durumunda hissettiler açığa çıkan sonuçlar
itibarıyla.
Çok açık
ve net ki medyanın kullanmış olduğu dil üzerinde
siyasetçilerin ciddi bir etkisi var. Evet, Montesquieuden beri yasama,
yürütme, yargı yetkisi var ama bugün itibarıyla medya ve sivil toplum
örgütleri dördüncü, beşinci güç. Siyaseten kendinizi var etmek
istediğinizde medyayı bir araç olarak kullanabilirsiniz ama bugün
gördük ki, medyada siyasetçinin kullanmış olduğu dilin ve
medyayı da kendi amaçları uğrunda kullanmasının
toplumdaki yansıması ve açığa çıkardığı
sonuçlar öyle kapanması çok da kolay yaralar açığa
çıkarmıyor. Öyle yaralar çıkabilir ki açığa, yarın
öbür gün değil bizler -ki bizler her koşulda belki
konuşabiliyoruz ama- bizim çocuklarımız, gençlerimiz
birbirleriyle konuşamayacak bir duruma gelecekler. Medyanın bu yönlü
bir etkisi var üzerinde. Bizler, medyanın toplum üzerindeki
etkisinin görülüp, özellikle siyasetin bu konuda bazı tedbirler
alması gerektiğini düşünüyoruz. Şimdi, bu noktada defalarca
kez kaygılarımızı dile getirdik ama ben bugün Sayın
Başbakanı dinledim, Eşi Vefat Eden Kadınlar İçin Sosyal
Yardım Programı toplantısında. Sayın Başbakan,
evet, Van depremi sonrasında bir açıklama yaptı; özellikle,
sosyal medyada paylaşılanlar, kamuoyuna yansıyanlar, kutu kutu
gönderilen çöplük ve taşlar, bunlar üzerine herkesin vicdanı
rahatsız oldu ve bir açıklama yaptı ama bugün Sayın
Başbakan, tekrar: BDPli vekiller sefahat içinde yaşıyorlar,
istismar ediyorlar. ve son noktada da Biz anaları
ağlatmayacağız. beyanı.
Şimdi, biraz gerçekçi olmak lazım, biraz topluma dokunmak
lazım, biraz toplumdan nemalanmak lazım, ona göre siyaset yapmak
lazım. Bizler, toplumun uzlaşma noktalarının çok da büyük
olduğunu düşünmüyoruz, çok diyebileceğimiz konularda
uzlaşma zeminimiz yok bizim ama kadın sorunu bunlardan biridir.
Defalarca kez, bir önceki yasama döneminde de biz çağrı yaptık,
dedik ki: Kadın sorunu, kadına yönelik şiddet sorunu,
kadının yaşadığı sorunlar partiler üstü ele
alınması gereken bir konudur. Belki birçok konuda bir araya
gelemeyebiliriz ama kadın konusunda bir araya gelebiliriz. Bizim için bir
çıkış noktası olabilir. Bu konuda, bu zemindeki
buluşmamız toplumsal birçok sorunun çözümünde araç olarak
kullanılabilir. Ama Sayın Başbakan kalkıyor, tam da 25 Kasımın
arifesinde, böyle önemli bir toplantıda tekrar, bir diğer siyasi
partiyi hedef alarak ve toplumu da bu şekilde yönlendirerek bir
konuşma yapıyor. Bunun neresi akılcıdır? Bunun neresi
topluma hizmet eder?
Dün bu salonda yaşananlar var. Herkesin duyduğu rahatsızlıkları,
dün akşamdan itibaren biz dinledik ama şunu ifade edelim: Evet,
şiddet, yaşamdan bir bütün çıkartılmalıdır,
adına ne derseniz deyin. Eğer şiddete karşı mücadele
ediyorsanız, eğer şiddeti savunmuyorsanız, o zaman bir
gerekçe de bulmazsınız şiddete, Ben buna
karşıyım. dersiniz, üzüntünüzü dile getirirsiniz ama bugün
yaşadığımız bu değil.
Bakın, ben de son bir yıl içerisinde defalarca kez devlet
kaynaklı şiddete maruz kaldım ama bunun
karşısında, bu salonda oturanlar ya da Türkiye'nin bir bütünü,
işte, kalkıp Ya kadına yönelik bir şiddet var
Şimdi, burada bir samimiyet testi de söz konusu. İşte, ben
yıllarca kadına yönelik şiddetle ilgili çalıştım.
Gidiyorduk, katledilen kadınların, mağdurların aileleriyle
de görüşüyorduk, zaman zaman faillerle de görüşüyorduk anlayabilmek
için biz. Hak etmişti çünkü namusunuzu kirletmişti. Hak etmişti
çünkü sözünüzü dinlememişti. Hak etmişti çünkü ayağını
çok uzatmıştı. Bunlar bir gerekçeydi, kadına yönelik
şiddet için. Şimdi, bize sokak ortasında uygulanan şiddet
için de: Evet, bunlar hak etmişti çünkü özgürlük, eşitlik talebi var.
Çünkü bunlar hak etmişti çünkü kendilerine oy veren seçmene
sırtlarını dönmelerini istiyorsunuz, onların yanında
yer aldılar; yer almasınlar, o zaman şiddete maruz kalmazlar.
Şimdi, açık söyleyelim, hiç kimse
bir diğeriyle bunu tartışmayacaktır. Hepimizi buraya
getiren toplumsal ihtiyaçlar, talepler ve ideoloji vardır, kimse bunlara
sırtını dönerek burada siyaset yapamaz, biz de bunu yapmaya
çalışıyoruz. Ama dün burada ifade edilenler için şunu
söyleyeyim: Değerli milletvekilleri, sizin için söylenirse,
inandığınız uğruna, ölümü göze
aldığınız birtakım değerler adına sizin için
aksi söylendiğinde ne hissediyorsanız biz de o kadarını
hissediyoruz, ne eksiği ne fazlası. Ama şu da bir gerçek:
Şimdi, böyle bir şiddet var ortada, AKP de şunu yapıyor:
Siyasi iktidar şiddeti gerekçelendirmek ki olası mıdır, dün
Sayın Bahçekapılı da Benim grup başkan vekilime
yönelirseniz ben de bunun karşılığını veririm.
dedi. Ya kadının kadınla bulaşacağı bir noktada,
bu noktada, bu noktadan hareket edersek verilene hiçbir anlam
veremediğimiz açıktır, ortadadır. Ama bunun üzerinden
Barış Demokrasi Partisinin kadına yönelik şiddet
konusundaki tavrını yargılamak çok ahlaki değildi, çok da
doğru değildi.
Bakın, bizler, yaşamın her
alanında, savaş ortamında büyüdük, ne
yaşadığımızı biliyoruz, hangi şiddet
ortamının hangi sonuçları doğurduğunu da çok iyi
biliyoruz ama buna rağmen, şiddetin açığa
çıkarmış olduğu sonuçlarla mücadele ediyoruz. Bakın,
bu savaş uzadıkça kirlenecek. (AK PARTİ sıralarından
Ne savaşı? sesleri, gürültüler) Arkadaşımız, kirli
savaş diyor. Evet, bu savaş uzadıkça kirlenecek değerli
arkadaşlar.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sen
hangi tarafındasın bu savaşın? Sen hangi taraftasın?
AYLA AKAT ATA (Devamla) Bizler, çok
açık söyleyelim, bizler sorunun siyasetin çözümü tarafındayız.
Siyaseten çözüm diyorsanız biz buradayız, tarafımız bu
ama sizin o tarafta olmanız için daha sanırım çok mesafe
geçmesi, çok yer geçmesi gerekiyor.
Bir diğer boyutu
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Savaşın neresindesiniz?
AYLA AKAT ATA (Devamla) - Savaşın
tam ortasındayız, orada çocukluğumuz oldu. Yani
sıkıyönetim, olağanüstü hâl, savaş yılları tam da
ortasında büyüdük, tam da savaşın ortasında. Şimdi,
Çocuklarımız savaş ortamında büyümesin ve
savaşın ağır sonuçlarını yaşamasın.
diye uğraşıyoruz, bunun için mücadele ediyoruz.
Diğer bir boyutu: Arkadaşlar,
şimdi, evet, bu ülkede yaşanan 12 Haziran seçimleri sonrasında
şiddet tırmandı ve bunun sonuçları açığa
çıktı, sivil ölümleri yaşandı. Hepimiz üzüntü
duyduğumuzu açıkladık, bunlara karşı sessiz
kalmanın vicdani bir muhakemesinin olamayacağını kamuoyuna
deklare ettik. Ama yapılmaması gereken neydi? Bunlar üzerinden
siyaset yapmaktı, sivil ölümler üzerinden siyaset yapmaktı. Yani
insanlar ölüyorsa siyaseten çözüm bu kadar kendini dayatmış
SONER AKSOY (Kütahya) İnsanlar ölmüyor, PKK öldürüyor.
AYLA AKAT ATA (Devamla)
ama burada kapalı oturumlar yapıp
senin ağzından tek kelime çıkmıyor, siyaseten çözüm
getirmiyorsan, arkasından da bırakın elinde silah olan güvenlik
güçlerini sivil insanlar yaşamını yitirdiğinde bile bunun
üzerinden siyaset yapıyorsan burada ciddi bir sorun var demektir. Bunu
yapmamak lazım, bundan bir an önce vazgeçmek lazım; aksine, ölümler
dursun diye elinizi taşın altına koymak lazım. Burada sözüm
sadece siyasi iktidara değil. Bu sorun Türkiye'nin sorunu; o yüzden MHPnin
de sorumluluğu var, CHPnin de sorumluluğu
var.
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Sizin yok mu?
AYLA AKAT ATA (Devamla) O yüzdendir ki, biz, bu sorun bu Parlamentoda
çözülür, siyaseten çözülür, atılacak adımlarla çözülür,
demokratikleşmeyle çözülür, diyoruz. Sorunu açığa çıkaran
nedenler neyse o nedenleri doğru tespit ettikten sonra çözüm için mesafe
kat edebiliriz arkadaşlar. Bizler de Hani ne yapılıyor? diye
sorulunca söylüyoruz arkadaşlar; biz savaş bitsin diye
uğraşıyoruz, biz bu savaşta daha fazla ölüm
yaşanmasın diye uğraşıyoruz. Bundan daha
fazlasını söyleyen varsa tabii ki her platformda kendileriyle
tartışmaya hazırız.
Yine, arkadaşlar şunu ifade edelim: Şimdi içinde
yaşadığımız toplum çok kimlikli, çok dinli, çok
kültürlü bir toplum. Şimdi, bu toplumda siz tek tipleştirmeye giderseniz
vallahi bazı söylemleriniz havada kalıyor, Sayın
Başbakanın olduğu gibi. Mesela, Medeniyetler
İttifakında İspanyayla birlikte bizim eş
başkanlığımız var. Ya kendi toplumumuzda bu ülkenin
Zerdüşti vatandaşları var, benim ilim Batmanda Ezidi Kürtler var,
çok büyük katledilmişler, Ezidi
Kürtler bu ülkede yaşıyor ama dün bu salonda onları da hiçe
sayarak ifade edilen sözler var. Yapmayın bunu. Kültür Bakanı
oradaydı, oturuyordu. Bu ülke çok kültürlü; bunu görerek, bunu bilerek,
herkese de saygı duyarak çözüme gidebilirsiniz.
Bir diğer boyutu arkadaşlar: Şimdi, bugün Başbakan
söylemiş, çok önemli, güzel bir söz; diyor ki: Toplum kadınla
değişir, kadınla dönüşür. Kadınların
değişimi ve dönüşümü eğer olumsuz yöndeyse biliniz ki o
toplum uçuruma doğru yol almaktadır. Tam da bu noktadayız
arkadaşlar. Dün Sayın Bahçekapılı bunun örneğini
ortaya koydu. Kadın, toplumun değişim, dönüşüm gücüdür
arkadaşlar. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez diyoruz
ama kadının da özgürlük bilinciyle buluşması öyle çok kolay
değildir. Ortada beş bin yıllık bir egemenlik varsa
beş bin yıllık da bir ezilmişlik vardır. O beş
bin yıllık ezilmişlik de bir feodalizm getirir, egemenlik de.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözünüzü bağlayınız.
AYLA AKAT ATA (Devamla) Kadın hem kendini değiştirip
dönüştürecek, o feodalizmle mücadele edecek hem de erkeği
değiştirip dönüştürecek. Eğer şiddetin devamında
fayda görenler varsa şiddete gerekçe üretmeye devam edebilirler ama biz
bunda bir fayda görmüyoruz. Toplumdaki tüm eşitsizliklerin
kaynağının kadın-erkek eşitsizliğinden
kaynaklandığını düşünüyoruz, mücadele etmek için de
her türlü ortak platformda buluşmaya hazırız. Bu
platformları da içinde buluşulamaz hâle getirenlere karşı
da hiçbir noktada sessiz kalmayacağız.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Ata.
Aleyhine
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Efendim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Efendim sayın
konuşmacı ismimi kullanarak, dünkü olaya da atıfta bulunarak
bazı açıklamalar yaptı. Bir sataşma vardır, söz
istiyorum efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkanım,
dün fiilî saldırıda burada, Grupta Sebahat Hanıma
Kendi
oturduğu yerden, Grup Başkan Vekiline, Pervin Hanıma
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Efendim ben söz istedim,
lütfen
HASİP KAPLAN (Şırnak) Yani, burada önce bir özür
dilemeye davet edin, ondan sonra istediğiniz kadar konuşsun.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Özür dilemesi gereken sensin.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Ben söz istedim efendim.
BAŞKAN Dün davet etmiştim, buyurunuz Sayın
Bahçekapılı. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılının, Batman Milletvekili
Ayla Akat Atanın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Sayın Başkan,
sevgili arkadaşlarım; bu konuyla ilgili olarak dün düşüncelerimi
açıklamıştım, bugün son kez açıklıyorum. Dünkü
burada gelişen olayla ilgili olarak biraz önce Sayın Grup Başkan
Vekili Pervin Buldanın yapmış olduğu basın
açıklamasını da okuyarak ve bundan hareket ederek
şunları söylemek isterim: Dün burada bazı gergin anlar oldu,
fiilî olmasa da sözlü bir şiddet yaşadık. Sayın Grup
Başkan Vekili Mustafa Elitaş, BDP grup sıralarına giderek
bu olayı bastırmak anlamında veya önlemek anlamında
bazı müdahalelerde bulundu fakat kendisine, bu faaliyetine
karşılık olarak fiilî bir müdahaleye hazırlık
anlamında bir hücum oldu. Ben de kendilerini durdurmak için oraya gittim
ve oraya gittikten sonra -tabii ki bu anlık meseleler- bir itip
kakışma oldu, ben ayrılıp yerime geldim ama maalesef bu
gizleniyor. Sayın Pervin Buldan benim bu masamın önüne gelerek bana
hakaret etti, ben de kendisine yerine gitmesini söyledim, giderken de bana
Terbiyesiz. dedi. Olay bundan ibarettir. Kadın şiddeti ilk defa
oldu. diye, Meclisin yüzkarası. diye bazı beyanlarda bulundular,
ben de kendilerine olayın böyle olduğunu anlatarak samimi olmaya
davet ettim.
Evet, şiddete karşıyız, hepimiz de
karşıyız, BDPli milletvekili arkadaşlarım da
kadına karşı şiddete karşılar ama lütfen samimi
olsunlar. Nedeni ne olursa olsun, haklı veya haksız, belki nedenleri
ortaya çıktığı zaman kendilerine katılabilirim de, hak
da verebilirim de ama nedenini bilmeden bir kadın milletvekilinin gencecik
bir memura -bakın, görevinde haklı olabilir, BDPli milletvekili
arkadaşım da haklı olabilir- bir delikanlıya tokat
atması, 74 milyonun önünde tokat atması kadın şiddeti
olmuyor
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
benim
burada göreve gelip müdahale etmem veya arkadaşımı engellemek
anlamında olaya müdahale etmem kadın şiddeti oluyor. Takdiri
size bırakıyorum.
Çok teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bahçekapılı.
Sayın milletvekilleri
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Başkan
AYLA AKAT ATA (Batman) Sayın Başkan...
BAŞKAN Efendim Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Bahçekapılı
benim ismimi kullanarak sataşmada bulundu, söz istiyorum.
AYLA AKAT ATA (Batman) Sayın Başkan, BDPli kadın
vekiller diyerek sataşmada bulundu, biz de söz istiyoruz.
BAŞKAN Sayın Buldan, buyurunuz.
2.- Iğdır
Milletvekili Pervin Buldanın, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılının, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz önce Sayın Bahçekapılı
burada dün yaşananları ifade etmeye çalıştı ama her
zaman olduğu gibi yine olayları gerçekten saptırmaya
çalışarak, gerçekleri gizleyerek anlatmaya çalıştı,
isterseniz ben de biraz gördüklerimi, tanık olduklarımı ifade
edeyim.
Dün, evet, burada bizim Grubumuzun önünde istemediğimiz bir olay
yaşandı. Sayın Sebahat Tuncel araya girerek erkek vekil
arkadaşlarımızın yerlerine oturması gerektiğini
ve bu yaşanan tartışmanın bitmesi gerektiğini ifade
etmeye çalıştı ama bu arada Sayın Bahçekapılı
Sayın Sebahat Tunceli eliyle itekleyerek
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Ben ondan daha önce geldim
oraya yalnız.
PERVİN BULDAN (Devamla) Siz elinizle Sayın Tunceli
iteklediniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Ben daha önce geldim oraya.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Daha önce gelmiş olabilirsiniz
Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) O bizi itti.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Yapmış olduğunuz hareket
yanlıştı. Sayın Tuncele karşı fiilî bir
saldırı gerçekleştirdiniz, elinizle ittiniz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Verdiğim örneğe
cevap verin.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Ben de sizin yanınıza geldim.
Yapmış olduğunuz hareketin çirkin bir hareket olduğunu ve
bu konuda özür dilemeniz gerektiğini ifade etmeye
çalışacaktım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Terbiyesiz diyerek mi?
PERVİN BULDAN (Devamla) - Elim böyleyken siz benim elimi itelediniz
ve aynı saldırıyı bana da yaptınız.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Hayır, yanlış
söylüyorsunuz. Yanlış, yanlış! Yanlış ve yalan!
PERVİN BULDAN (Devamla) - Bunun karşısında size
Terbiyesiz dedim, doğrudur.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Bana şurada
Terbiyesiz dediniz siz.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Bu konuda sizden bir özür bekliyoruz
Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Bak, bana şurada
Terbiyesiz dediniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Terbiyesiz dedin mi, demedin mi?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Sen Terbiyesiz dedin mi,
demedin mi?
PERVİN BULDAN (Devamla) - Bu konuda sizden bir özür bekliyoruz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Özür dilemeyeceğim.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Özür dilemediğiniz sürece sizinle
ilişkilerimi askıya alıyorum ve sizinle kesinlikle görüşmüyorum
Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Siz bana burada Terbiyesiz
dediniz, burada.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Bu Meclise ve Türkiyede siyaset yapan
bütün kadınlara karşı bir özür borcunuz vardır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Yapmıyorum.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Bunu yapmadığınız
sürece ben ilişkilerimi askıya alıyorum ve sizinle
konuşmuyorum Sayın Bahçekapılı.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) O genç arkadaştan özür
dileyin, ben de o zaman dileyeceğim.
BAŞKAN Sayın
PERVİN BULDAN (Devamla) Ben de konuşmuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
PERVİN BULDAN (Devamla) Sizin bu kadınlardan, siyaset yapan
bütün kadınlardan, özellikle BDPli kadınlardan bir özür borcunuz
vardır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Buldan.
Sayın milletvekilleri ve sayın grup başkan vekillerimiz; lütfen
bu yaşanan
Sayın Bahçekapılı, Sayın Buldan, tek tek
hepinizi dinledik, bu yaşananlar için lütfen
karşılıklı özür dileyiniz ve bu konu kapansın ve bir
daha böyle olayları yaşamayacağımızı umut edelim.
Lütfen çok rica ediyorum, ikiniz de bu konuda karşılıklı
olarak özür dileyiniz. Bir olay yaşanmıştır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, müsaade
eder misiniz?
BAŞKAN - Sayın Grup Başkan Vekilimiz, lütfen
Bu Meclisteki grup başkan vekillerinin böyle
yaşanmış bir olay karşısında en azından
karşılıklı olarak birbirlerinden özür dilemelerini rica
ediyorum. Lütfen
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, Terbiyesiz
diyenden özür dilenmez, Terbiyesiz diyen özür dilemeli.
BAŞKAN Lütfen Sayın Elitaş
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, olayın
muhatabı benim.
BAŞKAN Karşılıklı olarak, kimin
HASİP KAPLAN (Şırnak) Fiilî saldırı iki defa
olmuştur.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Fiilî saldırı diye bir
şey yoktur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Bahçekapılının da
özür dilemesi lazım, suçtur.
BAŞKAN Bakın, Sayın Kaplan
Sayın Kaplan,
karşılıklı olarak özür dileyiniz ve bu konu kapansın.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Başkan,
hayır. Ben özür dileyecek bir şey yapmadım.
BAŞKAN Çok rica ediyorum. Lütfen, rica ediyorum çünkü bir daha bu
Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle bir tartışmayı
yaşamış olmaktan dolayı üzüntü duyuyorum. Şiddete
karşı, lütfen, özür dilerseniz karşılıklı olarak.
Çok rica edeceğim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın Buldan
Sayın Buldan, lütfen.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Başkanım,
hayır, ben özür dileyecek bir şey yapmadım.
BAŞKAN Ama lütfen
Lütfen
Sayın Bahçekapılı, lütfen
İkiniz de grup başkan vekilisiniz, bu konuda lütfen özür
dilerseniz bu konu da kapanmış olur. Çok rica ederim.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Bana bakarak
konuşmayın efendim.
BAŞKAN Efendim?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Bana bakarak
konuşmayın, sadece bana bakıyorsunuz.
BAŞKAN Ona da bakıyorum, size de bakıyorum. Lütfen
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Biz gözünüzü görmüyoruz, o tarafa
döndüğünü görmüyoruz.
BAŞKAN Oraya da dönüyorum efendim, Genel Kurula genel olarak da
hitap ediyorum. Bu konuyu gerginleştirmeyelim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır ama buraya Lütfen.
diyorsunuz.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Evet
Sayın
Bahçekapılı, lütfen. diyorsunuz.
BAŞKAN Sayın Buldana da Lütfen. diyorum.
Lütfen, Sayın Buldan
Sayın Buldan
Sayın Buldan, lütfen,
o sarf etmiş olduğunuz söz için özür dileyiniz, sonra da
Bahçekapılı özür dilesin.
Lütfen, buyurunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Ben özür dileyecek hiçbir
şey yapmadım.
BAŞKAN Sayın Buldan, bu gerginliğe gerek yok. Lütfen
Lütfen
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Fiilî saldırıyı
gerçekleştirmiş olan Sayın Bahçekapılı. Bu konuda çok
kararlıyım.
BAŞKAN - Bu Meclisin Genel Kurulunun grup başkan
vekillerisiniz, her biriniz birer partinin grup başkan vekilisiniz.
Lütfen, gruplarınızın da şiddete karşı
olması için, lütfen, rica ediyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, önce
Bahçekapılı özür dilesin, iki defa fiilî saldırısı
vardır. Önce o özür dilesin.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Bana Terbiyesiz. denildi
efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Önce o özür dileyecek.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, ya grup
başkan vekillerini arkaya çağırırsınız,
görüşürsünüz ama şu anda kamuoyunun önünde
HASİP KAPLAN (Şırnak) Televizyonlar açık,
görülsün
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
konuya hâkim olmadan bir meseleyi
kalkıp da grup başkan vekilini özür dilemeye
çağırıyorsunuz.
BAŞKAN Yeterince açıkladılar Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Kendisi kürsüde Terbiyesiz. diye
ifade ettiğini teyit etti, ikrar etti. Ondan özür dilemeyi istemiyorsunuz.
BAŞKAN Ben de onun için karşılıklı özür
dilenmesini rica ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, ya, arkaya
çağırır grup başkan vekillerini, konuşursunuz yoksa
burada olmayan bir şeyi, Terbiyesiz diye itham eden birisini, ikrar eden
birisini özür dilemeye çağırmıyorsunuz.
BAŞKAN
Çağırdım efendim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Çağırın özür dilesin.
BAŞKAN
Çağırdım.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Ama Ben özür dilemem. diyor ama siz buraya hitap
ediyorsunuz.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) Sayın Elitaş
BAŞKAN
Sayın Buldan
PERVİN
BULDAN (Iğdır) -
lütfen, siz yerinizde oturun, bırakın
Sayın Bahçekapılı konuşsun. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, ben oraya, BDP Grubundan
Sayın Bakana karşı üzerine yürüme olunca Grup Başkan Vekili
olarak gittim.
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, öyle anlaşılıyor ki
karşılıklı özür dilemekten kaçınıyorsunuz. Onun
için, konuya devam ediyorum.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124
sıra no.lu) Türkiyede medyanın ayrımcı, ötekileştiren
ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN
Şimdi, aleyhte Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner; buyurunuz
efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
METİNER (Adıyaman) Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; BDPnin önergesi aleyhinde konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şiddet,
terör, hiç kuşkusuz hiç kimsenin tasvip edemeyeceği bir şey ama
eğer biz şiddete, teröre bir bütün olarak, ilkeli olarak
karşı çıkmazsak asla inandırıcı olamayız.
Şiddet nereden gelirse gelsin, terör nereden gelirse gelsin ve kime
yapılırsa yapılsın hiçbir şekilde kabul edilemez,
caizdir diye savunulamaz arkadaşlar. Hiçbir talep üzerinden gelişen
şiddet eylemselliği asla kabul edilmemesi gereken bir durumdur.
Sevgili
arkadaşlar, burada konuşan BDP sözcüsü birtakım iddialarda
bulundular. Tabii ki medyanın kendi diline dikkat etmesi gerekiyor.
Çatışmayı derinleştiren, toplumsal barışı
bozan her türlü üsluptan herkesin kaçınması gerekiyor. Bu toplumda
daha fazla acıların yaşanmasına gerek yok, daha çok
kanın dökülmesine, gözyaşının akmasına gerek yok.
Eğer ortada bir sorun varsa, birbirimizi kırmadan, dökmeden de
konuşarak, müzakereler yaparak çözebiliriz ama burada dikkat etmemiz
gereken bir konu var. Ortada çözülmeyen bir sorun var diye ki bu
bir iddiadır, bunu da enikonu tartışmamız gerekiyor. Ortada
çözülmemiş bir sorunun varlığına göndermede bulunarak
terörü, şiddeti şu ve bu şekilde
meşrulaştırıcı argümanları siyasetin diline
taşıyamazsınız. Şiddete, teröre hiçbir şekilde
arka çıkamazsınız. Sayın BDP sözcüsü dediler ki: Bizden,
seçmenlerimize, tabanımıza, toplumsal tabanımıza sırt
çevirmemizi istiyorlar. Hayır, hiç kimsenin, herhangi bir partinin
seçmenine sırt çevirme çağrısı yok. Ama burada söylenen
şey şudur, açık ve net bir biçimde söylüyoruz, AK PARTİ
adına söylüyoruz: Teröre, şiddete kesinkes tavır koymak
mecburiyetindeyiz. Siyaseten çözümün önünü açmak istiyorsak amaların
arkasına sığınmadan terörü meşrulaştırma
anlamına gelebilecek hiçbir argüman arkasına
sığınmadan terör eylemselliklerini mahkûm etmemiz lazım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Birlikte görev
yaptığın Fırat Anlı terörist miydi?
MEHMET METİNER (Devamla) - Demokrasilerde sorun çözücü yöntem
diyalogtur arkadaşlar. Siyasal, yasal bir partinin herkesten daha fazla
diline dikkat etmesi gerekiyor. Yasallığın,
siyasallığın zeminini tahrip etmeden topyekûn sorunu birlikte
çözmek istiyorsak o zaman seçmenlerinize karşı
sırtınızı dönmenizi değil ama teröre karşı,
bir yöntem olarak teröre karşı, sorun çözücü bir yöntem olarak teröre
karşı herkesin ilkeli bir biçimde karşı durmasını
talep etmek hiç de yanlış değil.
Şimdi, arkadaşlar, biz, Türkiyede
vatandaşlarını düşman ilan eden, imha edilmesi gereken
düşman ilan eden bir anlayışı yok etmek isterken, süregiden
bir trajediyi tanımlarken savaş tabirini kullanmamız hiç de
yakışık değil. Savaş iki düşman taraf
arasında yapılır. Eğer iki düşman taraf varsa o zaman
size tarafınızı tercih edin diye sorulur. İki
düşmandan söz etmeyelim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Genelkurmay düşük
yoğunluklu çatışma demişti, siz de bir isim bulun.
MEHMET METİNER (Devamla) - Ortada bir çatışma
vardır, ortada bir sorun vardır ve bu çözülemeyecek bir sorun
değildir arkadaşlar.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Muharebe, sizin dilinizle
muharebe!
MEHMET
METİNER (Devamla) Kürt meselesi diye tanımlanan mesele
çözülemeyecek bir mesele değildir. Biz AK PARTİ olarak Sayın
Başbakanımızın da defalarca belirttiği gibi ret,
inkâr, asimilasyon ve imha politikalarına karşı çıkan bir
partiyiz ve bu anlayışı tarihe uğurlamış bir
partiyiz. Evet, Kürt vatandaşlarımızın başkaca
talepleri varsa bunlar ülkeyi bölen talepler değildir. Yeni bir anayasa
yaparak biz bu sorunları çözebileceğimize inanıyoruz. Bunun için
zamana ve sabra ihtiyacımız var arkadaşlar. Zamanı ve
sabrı tüketen anlayışlardan, yaklaşımlardan her
birimizin kaçınması gerekiyor. Özellikle bu yüce çatının
altında faaliyet gösteren partilerimizin söylemlerine dikkat etmesi
gerekiyor. Gerilimi, çatışmayı tırmandıran açıklamalardan
her birimizin özenle kaçınması gerekiyor.
Şimdi,
burada biz herhangi bir siyasal, yasal partimizin terör örgütüyle organik
ilişkisi üzerinden konuşarak başka bir yanlış mecraya
kendimizi kaptırmak istemiyoruz. Yargının işi yargıya
aittir ama ortada terörün tanımından kaynaklanan,
yasalarımızdan kaynaklanan yanlışlıklar varsa bu yüce
Meclis terörle mücadele yasalarını değiştirir.
Biz herkes
için demokrasi isteyen, herkes için özgürlük isteyen bir partiyiz ve Kürt
meselesi de terör meselesi de bu ülkede çözülemeyecek bir mesele değildir.
Eğer sorunlardan beslenmiyorsanız çözüm bulunabilir arkadaşlar.
Demokratik açılım diye tanımlanan, bir başka deyişle
millî birlik ve kardeşlik projesi olarak tanımlanan
anlayışımıza, projemize siyasal partilerimizin topyekûn
karşı çıkmaları elbette ki düşündürücüdür. Sorunlardan
beslenenler çözüme direniyorlar, işin gerçeği bu. Birbirinin
hasmı biamanı olan partilerimizin demokratik açılım söz
konusu olduğunda bir safta yer almış olmalarını
Türkiye toplumunun sağduyusuna havale ediyoruz.
Gelin, bu
sorunu birlikte çözelim. Gelin, birbirimizi kırmadan dökmeden, birbirimizi
tahrip etmeden, birbirimizi imha edilmesi gereken düşman olarak görmeden
bu sorunu çözelim. Bu sorunu çözmenin yegâne yolu da demokratik diyaloji yöntemidir.
Şiddeti
hiçbir şekilde gerekçelendiremeyiz, hele hele Kürt meselesinin
çözülmemiş olduğu genel ezberinden hareketle terörü, şiddeti
meşrulaştırma yoluna gitmemeliyiz. Kürt meselesi
dediğimiz mesele etnik kimliğin inkârından kaynaklanan bir meseledir,
bunu herkes biliyor. Ama bugün Türkiyede etnik kimliğin inkârı
üzerinden yol yürüyen bir iktidar yok, bir devlet anlayışı da
yok. Ama Kürt kardeşlerimizin, Kürt vatandaşlarımızın
çok haklı talepleri var, demokratik, siyasal, kültürel talepleri var.
Biz
şunu açık yüreklilikle belirtiyoruz: On sene önce TRT
Şeşin açıldığı söylenseydi, ülkenin bölünüp
parçalanacağını söyleyenler bugün
yanıldıklarını artık görsünler. Birbirimizi ikna
ederek bu sorunu çözebiliriz arkadaşlar. Birbirimizin
duyarlılıklarını kaşıyarak, etnik fayları
harekete geçirerek biz bu sorunu çözemeyiz. Türkiye'nin etnik bir sorunu var,
geçmişte inkâr, asimilasyon, ret politikalarının önümüze
koymuş olduğu bir sorun var ama biz
bu sorunla bir ömür boyu yaşayamayız. Bugünkü
İktidarımız, AK PARTİ İktidarı bu
anlayışı, devlet aklının üzerine oturduğu bu
anlayışı tarihe uğurladı. Eğer biz AK
PARTİnin devrimsel nitelikteki bu reformlarını görmezlikten
gelirsek, AK PARTİ sanki hiçbir şey yapmamış gibi
davranırsak çok yanlış yaparız arkadaşlar.
Evet, bu
sorun çözülebilir, yeter ki sorundan beslenenler çözüme inatla direnmesinler.
Bizim şiddet dilinden duyduğumuz rahatsızlığı
herkes biliyor. Siyaseten müzakereye ne kadar açık olduğumuzu da
herkes biliyor. Evet, terörle mücadeleyi biz, siyasi mücadelenin, topyekûn
demokratik mücadelenin sadece ve yalnızca bir parçası olarak
görüyoruz. Sadece ve yalnızca güvenlik algısı üzerine oturan bir
anlayışımız yok. Ama demokrasinin yaşayabilmesi için
de herkes takdir buyurur ki güvenlik ortamına ihtiyaç var.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, sorun, hangi önerge
üzerinde konuşuyor, farkında mı? Önergenin adını
biliyor mu?
MEHMET
METİNER (Devamla) Eğer bir örgüt, Kürtlerin büyük bir
kısmına rağmen bile, bir coğrafya üzerinde silahlı bir
vesayet rejimi oluşturmak istiyorsa burada demokrasi olmaz arkadaşlar.
Adının önünde Barış ve Demokrasi olan bir partimiz
herkesten daha fazla barış ve demokrasi konusunda ilkeli bir siyaset
izlemek zorundadır.
HASİP
KAPLAN (Şırnak) Konuştuğunuz önergenin adını
biliyor musun? Hele onu bir okuyun.
MEHMET
METİNER (Devamla) Devletten kaynaklı her türlü şiddete beraber
karşı çıkalım ama örgütten kaynaklı şiddete de.
Hele hele kendinden farklı düşünen Kürt vatandaşlarına
karşı dahi tahammül edemeyen Stalinist bir örgüte karşı da
onun şiddet politikalarına karşı da anlamlı bir ses
yükseltmeliyiz. Şiddete karşı olmaklığın
gereği budur arkadaşlar.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) Siz hangi taraftasınız,
devlet tarafında mı, terör tarafında mı?
Tarafınızı bilelim, tarafınızı!
MEHMET
METİNER (Devamla) Bizim tarafımız çok net Sayın KÜRKCÜ!
Siz ne zamandan beri hangi taraftasınız bilemiyorum.
PERVİN
BULDAN (Iğdır) KÜRKCÜ değil, yanlış söylüyorsun!
(BDP sıralarından gülüşmeler)
MEHMET
METİNER (Devamla) Sayın milletvekilleri, şimdi, biz
silahlı mücadeleyle
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
MEHMET
METİNER (Devamla) -
siyasal mücadelenin artık birbirinden ayırt
edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Silahlı mücadele herkese
kaybettirir. Siyasi mücadele herkese kazandırır. Kürt sorunu yoktur,
Kürt vatandaşlarımızın sorunu vardır. şeklinde
bir eleştiri üzerinden Sayın Başbakanımıza yöneltilen
bir suçlama var. Burada söylemek istediğimiz şey şudur: Evet,
ret, inkâr, asimilasyon politikalarının ürünü olan Kürt meselesi
yoktur, PKK meselesi vardır ve ne yazık ki PKK Kürt sorununun çözümü
önünde şiddet politikalarıyla bir engel oluşturmaktadır.
Umarım, partisinin adı önünde Barış ve Demokrasi olan bir
partimiz PKKnın bu şiddet politikalarına, Kürt sorununun
HASİP
KAPLAN (Şırnak) Çıkarırız
konuştuklarını, veririz İnternete, rezil olursun sonra.
Rezil olursun, Başbakana dediklerin gibi olur!
MEHMET
METİNER (Devamla) -
çözümsüzlüğünü derinleştiren bu şiddet
politikasına da karşı çıkar.
Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Metiner.
Lehinde,
Mersin Milletvekili Ertuğrul KÜRKCÜ
AYLA
AKAT ATA (Batman) Sayın Başkan, sözcü diyerek ifadelerimizden
BAŞKAN
Pardon, anlayamadım?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) Sataşmada bulundu.
AYLA
AKAT ATA (Batman) Benim konuşmama atıfta bulunarak, Sayın
Sözcü diyerek
BAŞKAN
Ne söylemişti?
AYLA
AKAT ATA (Batman) Şiddete gerekçe ürettiğimizi, şiddeti
meşru gösterdiğimizi söyleyerek
BAŞKAN
Duyamıyorum, lütfen yüksek sesle
AYLA
AKAT ATA (Batman) Sayın Başkan, kendisinin söylediklerini
tekrarlamak durumunda kalmak istemiyorum ama bizim şiddete meşruiyet
kazandırdığımızı söyleyerek, defalarca İsminin önünde Barış ve Demokrasi olan
BAŞKAN Yani ben şahsınıza
AYLA AKAT ATA (Batman) Sayın sözcü şiddete meşruiyet
zemini yarattı ifadesini kullandı Sayın Başkan.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Sayın Başkan, şahsına
herhangi bir sataşma, bir şey oldu mu ya?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) Konuşurken
kendilerine bakmadı diye Sataşmada bulundu diyorlar!
BAŞKAN Tamam iki dakika cevap verin ama yeni sataşmalara
mahal vermeyin, konuyu netleştirin konu bitsin.
Buyurun.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Sayın Başkan, şahsına
hiç sataşma olmadı, isim söylemedi, hiçbir şey demedi, niye
üzerine alınıyor ki?
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Batman Milletvekili
Ayla Akat Atanın, Adıyaman Milletvekili Mehmet Metinerin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
AYLA AKAT ATA (Batman) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın sözcü dedi, burada konuşan bendim Sayın Grup
Başkan Vekili, siz de takdir edersiniz.
Şimdi, bizim bu şiddet meselesinde söyleyecek çok sözümüz var
arkadaşlar, öyle az değil yani. Şiddetin her türlüsüne maruz
kalmış olan bir coğrafyadan geliyoruz, o koşullarda
büyüdük, o yüzden şiddet konusunu geçin.
Şimdi, şöyle bir gelelim arkadaşlar, Ortada inkâr yok,
asimilasyon yok, imha yok. deniliyor, Bizim dönemimizde bu bitti. deniliyor.
Bunun yerine ne deniliyor? Biz ne dedik? Tek dedik. Tek demek ne demektir
arkadaşlar? İnkâr demektir, imha demektir, asimilasyon demektir.
Hatta daha fütursuz davranıp buradan çıkıp bizlere, işte,
farklı birtakım sıfatları beraberinde getiren konuşmalar
yapmak demektir. Siz tek dediğiniz sürece bunun içinde inkâr
vardır, tek dediğiniz sürece imha vardır, asimilasyon
vardır.
Ne zamanki siz bu ülkenin çoğulcu yapısına uygun bir
söylem ve politika ürettiniz, o zaman bu halk da sizin samimiyetinizi test
eder, samimiyetinize güvenir ama bugün itibarıyla sınıfta
kaldınız. Geçmişte yargı statüko, ordu statüko, şimdi
AKPnin kendisi statüko.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Sayın Başkan
Sayın
Başkan
BAŞKAN Lehinde, Mersin Milletvekili Ertuğrul KÜRKCÜ.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Sayın Başkan, az önce Sayın
Mehmet Metiner her türlü şiddete karşı çıkılması
gerektiği yönünde bir açıklamada bulundu. Ben AKP Grubunun bu konuda
samimi davranmadığını iddia ediyorum. Eğer bu konuda
bana bir iki dakikalık izin verirseniz
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
AHMET AYDIN (Adıyaman) Allah aşkına böyle bir şey
var mı ya?
BAŞKAN İddianız tutanaklara geçmiştir efendim.
Buyurunuz Sayın KÜRKCÜ.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Bakın efendim, Suriyeden gelen
muhaliflere karşı Türkiyede silahlı eğitim
verildiğini
BAŞKAN Lütfen yerinize oturunuz, iddianız da tutanağa
geçmiştir.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Eğer izin verirseniz bunu AKP Grubuna
da anlatmak istiyorum.
BAŞKAN Sayın Milletvekili
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) On bir saniye alacağım var.
BAŞKAN Ben yeniden sözünüzü vereceğim.
Lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Efendim, burada Sayın Mehmet Metiner
yirmi dakika boyunca şiddete karşı çıkılması
gerektiğini beyan etti, aynen katılıyoruz efendim. Bu konuda
samimi olmadıklarını
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, iddianız tutanaklara
geçmiştir, lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Türkiyenin ulusal
çıkarlarını tehdit edecek tavır içinde olduğunu
anlatmaya çalışıyorum. (AK PARTİ sıralarından
Böyle bir usul yok sesleri, gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Milletvekili,
lütfen yerinize geçiniz.
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Okuyun arkadaşlar, okuyun
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124
sıra no.lu) Türkiyede medyanın ayrımcı, ötekileştiren
ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Kürkcü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar
(AK PARTİ ve CHP sıraları arasında
karşılıklı konuşmalar) Bu böyle devam ederken, ben
konuşmuyorum
REFİK ERYILMAZ (Hatay) Suriyeye karşı mücadele eden
muhalif gruplara karşı verilen silah desteğinden haberiniz var
mı? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen yerinize oturunuz
Lütfen
(AK PARTİ ve CHP sıraları arasında
karşılıklı konuşmalar) Karşılıklı
konuşmayınız.
Buyurunuz.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) Peki.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; biliyorsunuz, ben
aranızda yeniyim, eskiden beri bu Mecliste olanlar var, fakat ben bu
Meclise alışmakta gerçekten çok büyük güçlük çekiyorum. Çünkü, benden
önce konuşan konuşmacının, Mehmet Metinerin
konuşmasını dikkatle dinledim. Şimdi, bizim üzerinde
konuştuğumuz bir araştırma önergesi var,
araştırma önergesinin ne hakkında olduğunu hatırlatmak
istiyorum. Türkiyede medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve
cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında bir
araştırma yapılması, bu yaklaşımın
doğurduğu sonuçların incelenmesi ve medyada nefret söyleminin
ortadan kaldırılması için hukuki altyapının
hazırlanması amacıyla bir Meclis araştırması.
Metiner, bu önergenin aleyhinde konuştu, konuşmasının
içerisinde bir tek kere medya sözü geçmedi.
MEHMET METİNER (Adıyaman) Sizin konuşmacınız
çok geçirdi çünkü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) Şimdi, böyle mi
tartışacağız? Ortadaki önerge hakkında hiçbir şey
söylemeden bunun reddedilmesini isteyeceğiz ve tamamen başka bir
konuda nutuk atacağız ve vakit böyle geçecek, böyle geçecek, böyle
geçecek kum saati akıp dolacak, fakat biz hiçbir şey yapmamış
olacağız.
Şimdi, işin başına dönelim, başı
şudur: Biz, Türkiyede, özellikle içinden geçtiğimiz günlerde
toplumun çeşitli kesimleri arasında artan birbirini
dışlama, birbirine sırtını dönme, birbiriyle gerilerek
yaşama ritminin değişmesi için medyanın
oynadığı belirleyici rolde olumlu bir değişiklik için
Meclisin harekete geçmesini talep ediyoruz çünkü sevgili
arkadaşlarım, medya, biz onu ne kadar beğenmezsek
beğenmeyelim, ne kadar eleştirirsek eleştirelim eninde sonunda
toplumun birbiriyle haberleştiği en önemli ortam ve bu ortamın
nasıl kurgulandığı, bunun dilinin nasıl
kurgulandığı son derece önemli. Az çok bütün gençler, bütün
çocuklar konuşmayı, kelime haznelerini, birbirlerine hitap
şekillerini medyadan devralıyorlar, özellikle görsel ve
yazılı medyadan devralıyorlar. Bu nedenle, Meclisin, Türkiye'nin
bugün geçmekte olduğu zor durumu göz önüne alarak medyayı
yapıcı bir role davet etmesi, şüphesiz ifade özgürlüğü,
şüphesiz eleştiri özgürlüğü bahsini herhangi bir biçimde
denetimi altına almaya kalkışarak değil, amma velakin
yurttaşların birbirleri hakkındaki düşüncelerini nefret
etmeksizin, birbirlerini dışlamaksızın ifade edecekleri bir
çalışma, düşünme, konuşma, temas
alışkanlığı kazandırması için harekete
geçmesini istiyoruz.
Bu mesele sadece ve sadece Türkiyede şu gün en çok
konuştuğumuz Kürt meselesiyle ilgili değildir; bu mesele
kadına karşı ayrımcılıkta kendini göstermektedir,
bu mesele kendisini inançlara karşı ayrımcılıkta
göstermektedir, bu mesele kendisini cinsel yönelimleri bakımından
çoğunluktan ayrılan yurttaşlarımıza karşı
göstermektedir. Dolayısıyla bir bütün olarak nefret söyleminin
medyadan dışlanması için medyanın bugün nefret söylemiyle
ilişkisini ve nefret söylemi karşısındaki durumunu gözlem
altına alacak ve bu bakımdan tavsiyelerde bulunacak bir
araştırma komisyonu öneriyoruz.
Her şeyden önce, nefret söylemi dediğimiz zaman neyi
kastettiğimizin bilinmesini isterim. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin tanımlarına dayanarak Avrupa Komisyonunun
yaptığı bir çalışmada şu noktalar nefret söylemi
kapsamında görülmektedir: Birincisi, ırkçı nefretin veya
başka bir deyişle kişilere veya gruplara yönelik nefretin belli
bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması.
İkincisi, cinsel nedenlerle nefretin
kışkırtılması. İnananlar ile inanmayanlar
arasındaki ayrıma dayalı nefretin
kışkırtılması da aynı kefeye konulabilir. Son
olarak, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret söylemi üzerine tavsiye
kararında kullanılan ifadeleri kullanacak olursak saldırgan
milliyetçilik ve etnik merkezcilik şeklinde ifadesini bulan,
hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin
kışkırtılması.
Bugün, Türkiye medyası, bu nefret söyleminin bin bir
varyantını başlıklarında, yorumlarında,
analizlerinde, haberlerinde, görsel malzemelerinde, karikatürlerinde
kullanagelmektedir ve bu, Türkiyede zaten çok yaygın olmayan hoşgörü
ortamının giderek daralmasına yol açmaktadır.
Deminki tartışmada, ister istemez bu
tartışmanın bu önergenin başlığından
ayrılmasına yol açan bir boyut var, bu boyuta geri dönmek isterim ve
ben, eğer medyayı eleştireceksek, kendimizi medyadan ayırt
edecek ya da medyanın olumsuz yaklaşımından ayırt
edeceksek, buradan ayırt edecek bir tavrı hep birlikte benimsememiz
ve bunun tersine davranışları da kendimizden
uzaklaştırmamız gerektiğine dikkat çekmek isterim.
Örneğin, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve
Başbakan Tayyip Erdoğanın son aylarda sıkça özellikle Kürt
meselesi bağlamında ortaya attığı şu
tartışmayı nereye koyalım? İkide birde, kendisi gibi
düşünmeyenlere ya da karşısında yer alanlara Zerdüşt
diye seslenen Başbakanın aslında Zerdüşt
yurttaşlarımızın da Başbakanı olduğunu
unutması düşünülebilir mi? Türkiye gibi bu kadar çok dinsel
inancın, mezhebin, ırksal köken farkının bir arada
yaşadığı bir yerde velev ki yurttaşlarımız
Zerdüşttür, velev ki Zerdüştçe davranmaktadırlar, ne olacak?
Tabii, ister istemez Başbakanın ağzından çıkan bu
söylem medyada dalga dalga yayılmakta ve ona hak verenler bu söylemi, bu
ifadeyi olumsuz,
aşağılayıcı bir ifade olarak kullanmaya devam
etmektedirler.
Dünkü oturumda, buradaki nefret söylemi bağlamında açık
ve net bir nefret söylemi olarak kabul edilmesi gereken bir ifade
İçişleri Bakanımızın ağzından
çıktı. İçişleri Bakanımız, inananlarla
inanmayanlar arasındaki ayrımı körükleyecek şekilde BDP
milletvekillerinden ya da Kürt militanlardan ya da kendisine muhalefet eden
Kürtlerden dinsizler diye söz etti. Velev ki dinsizler, dinsizlerin de
İçişleri Bakanı olmayacak mıdır İçişleri
Bakanımız, dinsizlerin dinsiz olma hakkını korumayacak
mıdır? Benim bildiğime göre, Anayasamız bunu emreder.
Peki, ısrarla ve sistematik olarak din
ayrımcılığı, inananlarla inanmayanlar arasındaki
ayrımcılığın bu kürsüden, bu koltuklardan, bu
mikrofonlardan yapılması kaçınılmaz bir biçimde medyada
karşılığını ve yankısını
bulmayacak mıdır?
Etnik kimlikleri dolayısıyla çoğunluktan ayrılan
yurttaşlarımızı ya da çoğunluktan ayrılan
başkalarını sistematik olarak suçlayan, örneğin,
Suriyedeki çatışma söz konusu olduğunda Adalet ve Kalkınma
Partisinin dış politikasını eleştiren
milletvekillerini ya da politik parti liderlerini Onlar da ötekiler gibi
Alevidir. diyerek dışlamanın medyada bir
karşılığı ve yankısı olmayacak
mıdır? Elbette olacaktır.
Bunların Adalet ve Kalkınma Partisiyle
başladığını ya da onun sözcüleri tarafından icat
edildiğini söylemiyorum. Bu, Türkiyede yaygın kendiliğinden
bilinçtir. Bu kendiliğinden bilinç ne yazık ki erkektir,
heteroseksüeldir, Türktür ve Müslümandır. Dolayısıyla, bu
zihniyetle yetişen çocuklar büyüdüklerinde, milletvekili olduklarında
eğer hoşgörü eğitiminden geçmemişlerse, hoşgörü
ikliminde siyaset yapma alışkanlığı
edinmemişlerse kaçınılmaz olarak bu dili
tekrarlamaktadırlar. O nedenle, ben, Meclisimizin böyle bir
araştırma komisyonu kurarken kendisini de
araştıracağını, kendi dilini de gözden
geçireceğini ve topluma ibret olabilecek bir dil, söylem, ilişki
biçimi geliştirmek için kendini de kontrolden geçirmiş
olacağını düşünüyorum. O nedenle, bu önergenin aleyhinde,
bana sorarsanız, hiçbir milletvekilinin olmaması lazım çünkü bu,
Türkiye kamuoyunu biçimlendiren son derece eksik bir medya ahlakıyla, son
derece eksik bir medya örgütlenmesiyle, son derecek eksik bir medya
deontolojisiyle çalışan Türkiye gazeteciliğine de
yardımcı olmaktır. Bu medya eğer bizim hepimizin buradaki
sözlerimizin, düşüncelerimizin yayılması için ihtiyaç
duyduğumuz şeyse ve burada tıpkı bir prizmada
kırıldığı gibi bütün sözlerimiz, bütün
düşüncelerimiz kırılarak, çarpılarak, ya küçültülerek ya da
inanılmaz ölçüde büyütülerek, bağlamından koparılarak
yansıyorsa, yanlış bir biçimde burada görüntüleniyor isek, bizim
medya imgemiz hiçbir zaman istediğimiz gibi değilse, o zaman, bu
medyanın kendi kendine bakması, bizim de ona bakmamız için
yardımcı olmamız gerekmez mi? Niye bu önergenin aleyhinde
konuşulur? Niçin bu önergenin reddedilmesi istenir? Bence, üyelerimizin
hepsinin, bu önergeyi, bu araştırmayı, kendimizi
araştırmak, toplumumuzu araştırmak, medyamızı
araştırmak, medyamızın geleceğini araştırmak
ve yeni ortaya çıkan medya türlerinin olumlu ve yapıcı bir
iş görebilmesini sağlayabilmek bakımından desteklemesi
gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) O nedenle, içinde bulunduğumuz
tartışmalar ne olursa olsun, tartışmanın hangi
tarafında olursak olalım, bizim hepimizin, hava gibi, su gibi, ekmek
gibi, gerçeğin aynası olan bir medyaya ihtiyacımız var.
Görüş ve kanaatleri, bakış açıları tamamen farklı
olabilir ve olmalıdır. Çoğulcu bir medyaya ihtiyacımız
var ama asla ve asla, nefret söylemiyle yurttaşları birbirine
karşı konumlandıran bir medyaya ihtiyacımız yok. Bu
medyaya söylemiyle, diliyle, üslubuyla, hitabetiyle, muhataplarını
karşıya alışıyla kötü örnek olan, nefret söyleminin
bizzat bu çatı altından topluma yayılmasına yol açan
siyasetçilere ise hiç ihtiyacımız yok.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Kürkcü.
Aleyhinde, Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar.
Buyurun Sayın Tayyar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; BDPnin medyayla ilgili verdiği
araştırma önergesinin aleyhinde konuşmak üzere söz aldım.
Hepinizi sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.
Önergeyle ilgili konuşmadan önce bir iki konuya açıklama
getirmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında
ironik bir üslup ve metaforik bir yaklaşımla yaptığım
açıklamaya ilk tepkiyi bölücü terör örgütünün kanalı Roj Televizyonu
gösterdi, dakikalarca haber yaptı ve şahsımı PKK üzerinden
tehdit etti.
Asıl öfkenin
HASİP KAPLAN (Şırnak) Ne dediğinizi de söyleyin.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Asıl öfkenin
HASİP KAPLAN (Şırnak) Ne dediğinizi söyleyin
Meclis duysun!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Dinleyin
Dinleyin
HASİP KAPLAN (Şırnak) Ne dediğini söyle.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Dinleyin
Asıl öfkenin bu konuşmamdan değil
HASİP KAPLAN (Şırnak) Mecliste, bu meydanda döversiniz,
grup başkan vekilini dövüyor. Sen eşkıya mısın?
BAŞKAN Sayın Kaplan
ŞAMİL TAYYAR (Devamla)
piyasaya yeni çıkan, PKK ve
Ergenekonun kan kardeşliğini anlatan Kürt Ergenekonu isimli son
kitabımdan kaynaklandığının farkındayım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Saygılı ol, ne
dediğini söyle!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Hiç önemli değil...
HASİP KAPLAN (Şırnak) Cesur ol, ne dediğini söyle!
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Hayatım boyunca çetelere pabuç
bırakmadım, bunlara da bırakmam.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Televizyonda değil, gel
burada
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Unutmayın, Allahın
verdiği canı ancak Allah alır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
HASİP KAPLAN (Şırnak) Eşkıya mısın
sen?
BAŞKAN Sayın Kaplan, lütfen
Konuşmacıyı
dinleyin lütfen.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Asıl üzüldüğüm nokta
HASİP KAPLAN (Şırnak) Eşkıya
mısınız?
BAŞKAN Dinleyin, dinleyin lütfen.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Asıl üzüldüğüm nokta, bir
milletvekilinin PKKnın bu tehdidini Meclis kürsüsünde dile getirmesidir.
Kitabım için çakma dedi, ağır hakaretler savurdu. Bu iddia
teknik olarak mümkün değil çünkü bu kitap benim eserimdir ama çakma
diyen zat kimin eseridir, bunu bilmiyorum. Yıllardır beraber siyaset
yaptığı arkadaşları ağır bedeller öderken o
hep ayakta kalmayı başardı, acaba neden? Bu soruya yanıt
vermesi gerekir. Misal, devletin derin dehlizlerinde Kürt siyaseti için
devşirilmiş olabilir mi, açıkçası merak ediyorum.
SIRRI SAKIK (Muş) Devşirme sensin.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Bu zat devam ediyor, diyor ki:
Haddini bilmeyen milletvekillerine haddini bildiririz.
PKKnın gölgesinde boks yapanlara buradan sesleniyorum:
İşte buradayım, hadi gelin haddimi bildirin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Siz söylediklerinizi bu kürsüden
tekrarlasanıza.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Sonra utanmadan, sıkılmadan
O tetikçileri biz iyi tanırız. diyor.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Tekrarla cesaretin varsa
televizyon ekranlarında konuştuklarını.
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Bakın, tetikçileri iyi
tanıdığınızı biliyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Eşkıya
mısınız?
ŞAMİL TAYYAR (Devamla) Ben hayatım boyunca silahlı
kamp görmedim, Bekaaya gitmedim, buralarda eğitim almadım,
teröristlerle kol kola girip eylem yapmadım. Bu konuda
hakkınızı teslim ediyorum!
Önergeye gelince
Medyanın ayrımcı, ötekileştiren ve
cinsiyetçi yaklaşımı ve dili hakkında bir
araştırma yapılmasını istiyorsunuz. Önce g++ünaydın
diyorum. Biz, yıllardır medyanın sorunlu ve arızalı
yapısını dile getirdik. Yirmi altı yıllık meslek
hayatım boyunca bunun kavgasını verdim. Maalesef Türkiyede
genel olarak medya, darbeci cuntanın kaldıracı olarak davranmış,
darbe öncesi şartların olgunlaşmasını sağlamak
üzere kodlanmıştır. 27 Mayısta, 12 Martta, 12 Eylülde, 28
Şubatta bunun acı örneklerini yaşadık. 27 Mayıs
darbesinden önce üniversite öğrencilerinin kıyma makinelerinde
katledildiği yalanlarını yazanlar darbe gününe kadar bu
pervasızlıklarını sürdürdüler. Darbeci tayfa ise
yayınladıkları tebliğlerle bu medyanın işini
kolaylaştırdılar.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek 1960
yılı Nisan ayında yayınladığı tebliğde
medyaya bakın nasıl talimat veriyor: Başlıklarda
yetmiş iki puntodan büyük harf kullanmak, sürmanşet, dişi
klişe, espaslı manşet, dört sütundan büyük resim kullanmak
yasaktır. Bu orducu siyaset anlayışı bir süre sonra
medyanın ağababalarını darbe senaryosu üretimine kadar
sürükledi. 9 Mart cuntasının önemli üyeleri İlhami Soysaldan
Hasan Cemale kadar çok sayıda gazetecidir.
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Yakın zamanda Ergenekon
sürecinde kimi gazetecilerin darbecilerle nasıl kol kola girdiklerine
şahit olduk. Evet, medyamızın sorunlu ve arızalı bir
yapısı var, bunun mutlaka düzeltilmesi gerekir ancak bunun
mecrası Parlamento değildir. Parlamento aslan terbiyecisi rolüne
soyunup medyaya çekidüzen vermeye kalkışmamalıdır.
Basın çağdaş demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı gibi
bağımsız bir kuvvettir. Basının akıbetini
toplumsal dinamikler ve evrensel değerler belirlemelidir. Aksi hâlde
takınacağımız tutum sansürcü bir yaklaşım olur,
Dört sütundan büyük resim kullanmak yasaktır. diyen Fahrettin Özdilek
Paşadan hiçbir farkımız kalmaz.
Efendim, Hükûmet medyayı baskı aracı olarak kullanarak
kendi politikalarını dayatıyor. Bu iddia mesnetsizdir.
Kaldı ki önergede imzası bulunan Sebahat Tuncelin bu kadar
gocunmasına da gerek yok. Terörist cenazelerindeki efe görüntülerini Roj TV,
Fırat Haber Ajansı sürekli olarak veriyor. Bizlere de sürekli hakaret
edip hedef gösteriyorlar. Önergenin gerekçeleri arasında bazı gazete ve
İnternet portallarından çıkan haberlerin çıktısı
var. Baktım, PKKnın yayın organı Fırat Haber
Ajansı bunların arasında yok. Hiç kusura bakmayın.
Eğer Türkiyede medyanın Roj gibi, Fırat gibi olmasını
istiyorsanız, KCKnın basın komitesi gibi
çalışmasını istiyorsanız Kandile gidin.
Basın
özgürlüğüne müdahale olarak algıladığımız ve
Meclis gündemini engellemek için verildiğini düşündüğümüzden
dolayı bu önergeye ret oyu vereceğimizi bildirmek istiyorum.
Yüce
heyetinizi sevgi ve saygılarla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bu arada,
belki Beyefendiye de bir ufuk açar diye bunu da Sırrı Sakıka
hediye ediyorum, buraya da bırakıyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Tayyar.
SIRRI
SAKIK (Muş) Sayın Başkan, dün de bugün de şahsıma
yönelik sataşma olmuştur, cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
Yeni sataşmalara mahal vermeyiniz Sayın Sakık.
Lütfen
buyurunuz.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakıkın, Gaziantep Milletvekili
Şamil Tayyarın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
SIRRI
SAKIK (Muş) Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Şimdi,
Hatip burada konuştu. Bizi dost da tanır düşman da tanır.
Biz hiçbir yerden, derinliklerden gelmiyoruz, çok şeffaf alanlardan
geliyoruz. Orada doğduk, orada ölürüz. Biz böyle, ülkücü alandan gelip,
DSPden çark edip sonra AKPye çengel atanlardan da değiliz. Ben 5-6 kez
tutuklanmışım. Sadece Allah adına, ön sayfada ismim
olduğu için gidip bir yıl yatmışım. Başım
gözüm üstüne, yine gelirse yine gideriz yine yatarız. Bu halkı
özgürleştirmek bizim boynumuzun borcudur ama biz bu alandan
nemalanmadık. İlk günden beri siz çıktınız
Hiçbir
tartışmamız, konuşmamız yok sizinle. Ama siz
çıktınız, ekranlardan bizi tehdit ettiniz. Hatta dediniz ki: Yaşlı
babamı da tehdit ettiler. Kim ki senin yaşlı babanı tehdit
ediyorsa alçaktır.
ŞAMİL
TAYYAR (Gaziantep) Teşekkür ederim.
SIRRI
SAKIK (Devamla) Şimdi, ama yalan, dalaverelerle de siyaset olmaz.
Çıkıp bunları söylüyorsun, Kürt ve Ergenekon. Bakın, benim
ailemden, burada oturan bütün şahsiyetlerin ailelerinden,
Ergenekondan 10larca insan bu ailelerden öldürülmüştür. Bizi
bunların yanına koyamazsınız.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) Peki, PKKdan öldürenler yok mu?
Yok mu PKKdan öldüren? 4 bin çocuğun kanını
akıttılar.
AYLA AKAT ATA (Batman) Bir hakikatler komisyonu kuralım, failler
de mağdurlar da konuşsun.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) Sadece PKK niçin
Buna da cevap ver
hadi.
SIRRI SAKIK (Devamla) Şimdi, bakın, bakın
AYLA AKAT ATA (Batman) Hepsini aydınlatalım.
ŞAMİL TAYYAR (Gaziantep) Efeleniyorsunuz, meydan okuyorsunuz,
PKKya bir tek laf edebiliyor musunuz? Size soruyorum.
SIRRI SAKIK (Devamla) Şimdi, bakın, gelin, hakikatleri
araştırma komisyonunu birlikte kuralım. Gelin, birlikte
kuralım.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Hakikatler komisyonuna
varız.
SIRRI SAKIK (Devamla) İşte, diyalog kuramıyoruz. Gelin,
kim ki yapmazsa namerttir. Adres Kandile mi gider, size mi gelir, Ulucanlara
mı gider, bilmem Silivriye mi gider, nereye giderse gitsin, gelin, bu
hakikatleri araştırma komisyonunu hep birlikte kuralım, geçmişimizle
yüzleşelim, Kürt sorununu bir rant sorunundan çıkaralım.
Ne yazık ki Kürt sorunu acımasız siyaset
dünyasının kurbanıdır. Kürt sorunu olmasa siz tek kitap
yazamazsınız, bu ekranlarda her gece Kürt sorununu
tartışanlar ekranlarda tek kelime edemezler. Onun için, Kürt sorunu
bir rant sorununa dönüşmüş, biz bunu da ranta
dönüştürmeyeceğimizi söylüyoruz ve ben 6-7 kez tutuklandım,
bilmiyorum, o kadar çok şey yaşadım ki ve hiç kimse de dönüp
bana demedi
Niye ayaktaysak diye üzülüyor musunuz? O zaman gelin, şiddete
başvuran sizsiniz. Burada Uslu şiddete başvurdu, dün grup
başkan vekili başvurdu, aha ben de buradayım, gelin, siz de
şiddete başvurun, çözüyorsa çözün.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) Bu söylediğine
inanıyor musun?
SIRRI SAKIK (Devamla) Söylediğime inanıyorum. Ben
arkasında duramayacağım hiçbir söz de söylemem. Onun için
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) Hakaret etti.
SIRRI SAKIK (Devamla) Kim hakaret etti? Siz ön
yargılısınız ya!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SAKIK (Devamla) Yani, Sebahat Hanıma nasıl bir ön
yargılı olduğunuzu görüyoruz burada.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından (124
sıra no.lu) Türkiyede medyanın ayrımcı, ötekileştiren
ve cinsiyetçi yaklaşımı hakkında alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 16/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.
Şimdi de, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzükün
19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve daha sonra oylarınıza
sunacağım.
2.- "AKP
İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında
yapılan değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma
sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin
araştırılması, sonuçlarının tespiti ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla" verilen
Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde
yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulunun 16.11.2011 Çarşamba günü (bugün) yapılan
toplantısında oy birliği sağlanamadığından
Grubumuzun aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu Maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkanvekili
Öneri:
14
Kasım 2011 tarih ve 732 sayı ile "AKP İktidarı
döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında yapılan
değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma sonuçlarının
Van Depremindeki etkilerinin Araştırılması,
sonuçlarının tespiti ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla" verdiğimiz Meclis Araştırma
önergemizin 16.11.2011 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
bugünkü Birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN-
Önerinin lehinde Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz
Sayın Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabii ki
bu Danışma Kurulu, grup önerilerinin bir anlamı ve bir önemi
var, bunu ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Grup önerileri,
toplum kesimlerinin sorunlarını Meclis gündemine taşıma
amacıyla hazırlanıyor. Araştırma komisyonu
kurulması bir talep ama üzerinde konuşulması da bir fırsat
olarak değerlendiriliyor.
Şimdi,
buraya gelen konular üzerinde kırk dakika lehte, aleyhte konuşuyoruz.
Böylelikle toplum kesimlerinin sorunlarına bir duyarlılık ortaya
koyuyoruz. Bunu önemsemek lazım. Bu, Meclisi çalıştırmamak
gibi, zaman kazanmak gibi, muhalefetin bir aracı değil, gerçekten bir
demokrasi gereği, bir görev gereği, bir sorumluluk gereğidir.
Biz,
bugün, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Vanda ve Ercişte
yaşanan depremden sonra bu acıyı çok derinden yaşayan
insanlarımızın sorunlarını gündemde tutmak, Genel Kurulda tekrar tartışarak onları
sahiplenmek, onların acısını paylaşmak için bir
fırsat olarak görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, bazı konular vardır ki bunlar
hepimizin ortak paydasıdır. Bu ortak paydaların önemini bilmek,
birliğimizi geliştirmek anlamında bunları böyle bir siyasi
kavganın aracı olarak değil, gerçekten ortak aklı üretmek,
acıyı paylaşmak veya sevinci paylaşmak anlamında
değerlendirmek gerekiyor. Deprem bizim ortak paydamızdır.
Ülkemiz dünyanın önemli, önde gelen deprem bölgelerinden birinde
bulunmaktadır. İlgili kurumların yaptığı
araştırmalara göre Türkiyede her yıl 6 ve yukarısı
şiddette bir deprem olduğu bellidir, istatistiki birtakım
rakamlar var ve deprem bizim hayatımızın, ülkemizin bir
gerçeği. Bu konuyla ilgili alınması gereken tedbirleri -tüm
iktidarları, tüm yöneticileri kapsayacak şekilde söylemek istiyorum-
yeterince alamadığımız için maalesef her sene bu
acıları yaşıyoruz. Her sene ülkemizin bir bölgesinde deprem
dolayısıyla hayatlarını kaybeden insanlarımız,
evlerini, işlerini kaybeden insanlarımızın
acılarını konuşuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk
milleti bu sorunu aşabilmek noktasında, bana göre, bize göre, yeterli
iradeye ve güce sahiptir. Bunu doğru tanzim etmek, gereğini eksiksiz
ve zamanında yapmak hepimizin sorumluluğu, özellikle Türkiye Büyük
Millet Meclisinin ve bu Meclisin içinden çıkmış siyasi
iktidarın sorumluluğu. Sizlere de geliyordur. Her gün masamızda
onlarca faks buluyoruz, e-mail, elektronik posta buluyoruz. Depremde
yaşananların feryatları, yani, uykularımızı
kaçırıyor. Öğretmenlerimiz, polislerimiz, lojmanlar
yıkılmış, okullar yıkılmış, eşyalarını
alamamışlar. Hiç farkına vardınız mı sayın
bakanlarım? Polislerin bazılarının ayağında
eşofman vardı -ben geçen gün bir televizyon programında izledim-
eşyasını alamıyor, oturacağı yer yok, karakolu
yıkılmış. Öğretmenler, eğitim yapacak
okulları kalmamış. Şimdi, bu feryatları, bu
sonuçları ülkenin gündeminden düşürmemek gerekiyor.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu konuda bir toplumsal
sorumluluk, bir duyarlılık olarak bu konuyu tekrar gündeminize
getiriyoruz hatta Sayın Başbakanın ifadesinin devamı olarak
Sayın Başbakan ikinci depremden sonra Vana gittiğinde
gördüğü manzara karşısında anlaşılıyor ki
irkildi ve bu sonucun sorumlularından hesap soracağız
anlamında sözler söyledi, çok önemliydi. Sorumlular üniversiteden
olabilir, bürokrasiden olabilir, nereden olursa olsun bunun arkasını
arayacağız. demişti. Çok doğru bir yaklaşım ama
meselenin bir de siyasi sorumluluğu var sayın milletvekilleri.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Başbakan edebiyat yapıyor,
edebiyat.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) İdari sorumluluğun
gereğini yerine getirmek tabii ki Hükûmetin görevi ama işin siyasi
sorumluluğu da var. Bu sorumluluk eğer konuşulmazsa,
sorgulanmazsa herkes yaşadığı acıyla köşesinde
kıvrana kıvrana bu bizim kaderimiz diye umutsuzluğa
düşer.
Bu sebeple Milliyetçi Hareket Partisi olarak önümüzdeki hafta içerisinde
de deprem ve deprem sonrasıyla ilgili, görevli Sayın Bakan
hakkında da gensoru vereceğiz. Amacımız bu konu burada
tartışılsın, sürekli gündemde tutulsun.
Bakın, bugün gündeminize getirdiğimiz çok önemli bir konu var.
Biz diyoruz ki, siz
Burada bu deprem olunca ilk konuşmalardan birini ben
yapmıştım, demiştim ki: Türkiye Cumhuriyeti devletinin,
Türk milletinin deprem ve deprem sonrası afetle, felaketle mücadele
etmekte yeterli birikimi var, tecrübesi var. Bu tecrübeden faydalanınız.
Marmara depremi sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Hükûmeti,
bakanları, bürokratları, teknokratları çok önemli bir sınav
verdiler ve yüz akı oldular. Dünyada Kobe depremi gibi çok önemli bir
depremden çok daha başarılı bir sonuç aldılar. Gelin, bizim
deneyimlerimizden faydalanın. İlk günler söyledik bunu.
Bugün de getirdiğimiz husus şudur: Huzurunuzda bir soru
soruyoruz sayın bakanlarım, sayın milletvekillerim. Allah
indinde, millet huzurunda sorumluluğunuzu hatırlatmak anlamında,
Parlamento olarak sorumluluğumuzu hatırlatmak anlamında bir soru
soruyoruz. Bunun araştırılması sizin görevinizin
gereği değerli iktidar partisi grubu milletvekilleri.
Diyoruz ki iktidarınız döneminde afet ve acil müdahale
mevzuatında çok önemli değişiklikler yaptınız. Bu
değişiklikler doğrultusunda, bu konudaki yapılanmayı,
devlet kurumlarını feshettiniz, yeni bir kurum kurdunuz. 2000
yılında çıkartılan yapı denetimi uygulamasının
genelleştirilmesini sekiz yıl ertelediniz, bu yılın
başında genellediniz.
Ölümleri deprem yapmıyor, çürük binalar yapıyor. O çürük
binaları denetleyecek yapıyı, mevzuatı -bilerek dersem
yanlış olabilir ama hangi amaçla onu anlamakta zorlanıyorum,
çünkü sizin bölgenizde, sizin döneminizde de 6 tane deprem yaşandı-
Yapı Denetim Kanununun Türkiye genelinde uygulanmasını sürekli
ertelediniz.
Şimdi diyoruz ki Türkiye'nin afet ve afet sonrası müdahale ve
mücadelesinde birikmiş hafızasını sildiniz,
mevzuatını değiştirdiniz, yeni mevzuatı da
uygulamadınız ve Van depreminde görünen bir sonuç var ki yine
Başbakanın ifadesiyle Başarısız olduk. diyor,
İlk yirmi dört saatteki müdahalede başarısız olduk. Zaten
ölümler de o zaman oluyor, ölümler de o zaman oluyor. Gelin, bu konuyu
araştıralım. Yani Türkiye'nin deprem ve deprem sonrası
afetle mücadelede, müdahalede hafızası, bilgi birikimi durumuna
gelmiş olan mevzuatını değiştirmenizin ve bu konudaki
kurumsal yapıyı bozup yeni bir yapı kurma gayretlerinizin Van
depremi üzerindeki etkilerini, gelin, birlikte araştıralım,
tartışalım, tespitler yapalım, sonuçlar çıkaralım
ve alınması gereken tedbirleri alalım ki her yıl bir büyük
deprem yaşamak durumunda olan ülkemizde bu acılar
yaşanmasın.
Değerli milletvekilleri, kırmızı
koltuklarınızda rahat oturuyorsunuz ama inanınız ki Vanda
insanlar soğuktan tir tir titriyorlar, çocuklar, yavrular çadırlarda
hayatlarını kaybediyor. O çadırların altında, o
yağmurun, karın içinde o polis memurları, güvenlik güçleri,
milletin, halkın güvenliğini emanet ettiğimiz o insanlar, evi
yıkılmış, karakolu yıkılmış,
eşyası yok. Rahat olamazsınız, sorumluluktan
kaçamazsınız. Bu konu bu ülkenin gündeminde sürekli
kalmalıdır. Ne yapılması gerekiyorsa ama ne
yapılması gerekiyorsa onu tamamen bir bütünlük içinde
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Tekrar ediyorum: Deprem konusunda ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak
sorumluluğu bu Parlamentonundur, bu Parlamentodan çıkmış
olan siyasi iktidarındır. Bundan kaçamazsınız.
Ağıtlar yakarak, nutuklar atarak, hem Allah indindeki
sorumluluğunuzdan hem millet nezdindeki sorumluluğunuzdan
kurtulamazsınız.
Bu sebeple diyorum, gelin bir konuyu araştıralım.
Söylediğimiz konu, değiştirdiğiniz mevzuatın ve
değiştirdiğiniz devlet yapılanmasının Van
depremindeki etkilerini araştıralım, alınması gereken
tedbirleri bu dersten, bu acıdan çıkaralım diyoruz. Bu komisyon
kurulmalıdır. Bu komisyonun kurulmasına Hayır. demeniz
hâlinde veya şimdi aleyhte konuşacaksınız, Marmara
depremini belki dile getireceksiniz ama Marmara depreminin tecrübelerinden
faydalanmak konusunda gösterdiğiniz isteksizliği millet nezdinde
şikâyet ediyorum, sizi millete havale ediyorum ama Vanda çekilen
acıların
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
yok sayılmasını asla
kabul edemeyeceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Önerinin aleyhinde, Niğde Milletvekili Alpaslan
Kavaklıoğlu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kavaklıoğlu.
ALPASLAN KAVAKLIOĞLU (Niğde) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ İktidarı döneminde afet ve acil müdahale
mevzuatında yapılan değişiklikler ve getirilen yeni
yapılanma sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin
araştırılması, sonuçlarının tespiti ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi için Meclis
araştırması açılması önergesi aleyhinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlarken Van depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allahtan rahmet diliyorum, geride kalan yakınlarına
başsağlığı, bütün Vanlı kardeşlerime ve
orada görev yapan arkadaşlarıma sabır ve kolaylıklar
diliyorum.
Ayrıca, Niğde ilinde meydana gelen don afeti neticesinde zarar
gören patates üreticisi çiftçilerimize Geçmiş olsun. diyorum. Konuyla
ilgili, Hükûmetimiz tarafından gerçekleştirilmekte olan
çalışmaları yakından takip ettiğimizi belirtmek
istiyorum.
Sayın milletvekilleri, Türkiyede afet yönetim sistemiyle ilgili
tartışmalar 1992 yılında başlamıştır.
Erzincanda 13 Mart 1992de 6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana
gelmiş, 653 kişi ölmüş ve 8.057 bina
yıkılmış, çökmüş, ağır hasarlı
olmuştur. Erzincanın hasarlarının ortadan
kaldırılması ve yeniden imarı için Dünya Bankasından
proje desteği ve para desteği istenmiş, Dünya Bankası
tarafından gönderilen uzmanlar tarafından hazırlanan proje ve
borçlanma hususunda anlaşma sağlanmıştır. Fakat, Dünya
Bankası uzmanları, 1992 yılında, ülkemizin afet yönetim
yapısının iyi olmadığını ve yeniden
yapılanması gerektiğini beyan etmişler ve bu hususu proje
kapsamına koymayı teklif etmişler, kurumsal
yapılanmayı, borçlanma projesi içine koymak istemişler. O
zamanki Hükûmet bunun için yani kurumsal yapılanmanın
yapılması için para gerekmediğini, bunu kendi kendimize
yapabileceğimizi düşünerek bunun proje dışında
bırakılmasını istemiş ve Dünya Bankasından
alınan paralarla Erzincan yeniden imar edilmiş fakat kurumsal
değişiklik konusunda herhangi bir faaliyet, çalışma
yapılmamıştır.
1992den gelmişiz 1999a, Marmara
depremine. 1999 Marmara depreminden sonra biz, Dünya Bankasından Marmara
depreminin zararlarının telafisi için proje ve para desteği
istemişiz. Yapılan görüşmeler neticesinde Marmara Depremi
Yeniden Yapılandırma Projesi ve bununla ilgili borçlanma o zamanki
Koalisyon Hükûmeti tarafından imzalanmıştır. Bu defa, Dünya
Bankası kurumsal yeniden yapılandırmayı borç paranın
ön şartı yapmıştır yani Siz afet yönetim
yapınızı iyileştirmezseniz, biz size kalıcı
konutlar için para vermeyiz. demiştir ve yapılan borç
sözleşmesinde bu bir hüküm olarak yer almıştır.
O zamanki Koalisyon Hükûmeti, 22 Kasım
1999a kadar İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Sivil
Savunma Genel Müdürlüğü -ki o zamanki koalisyon döneminde Anavatan
Partisindeydi İçişleri Bakanlığı- ve MHP kontrolündeki
Bayındırlık Bakanlığı bünyesindeki Afet
İşleri Genel Müdürlüğünün tek çatı altında
İçişleri Bakanlığı bünyesinde birleştirilmesi
hususunda karar vermiş ve bu anlaşmayı
imzalamıştır. Yani İçişleri Bakanlığı
bünyesinde Sivil Savunma Genel Müdürlüğü ve Afet İşleri Genel
Müdürlüğü birleştirilecektir. Bu birleşmeyi sağlamak için
bakanlıklar arasında müsteşarlar seviyesine kadar on bir
toplantı yapılmıştır. Hiçbir parti elindeki bir teşkilatı
başka bir partinin kontrolündeki bakanlığa vermek
istemediği için herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır.
21 Kasım gelmiş fakat birleşme
sağlanamamıştır. 21 Kasım akşamı Dünya
Bankasıyla görüşmeler yapılmış, Başbakanlık
bünyesinde Acil Durum Yönetimi Başkanlığı altında yeni
bir çatı teşkilatı kurulması ve bir süreç dâhilinde
diğer iki kurumun bu çatı altında birleştirilmesi teklif
edilmiş, Dünya Bankasınca ek bir mektupla uygun görülmüş ve
kalıcı konutlar için finansman sağlanmıştır. 22
Kasım 1999da Hükûmet sahip olduğu kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisini kullanarak Başbakanlık Türkiye Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı teşkilatını
kurmuştur. İki teşkilatı tek teşkilat hâline getirmek
için yola çıkılmış fakat Koalisyon Hükûmetinin bir marifeti
olarak iki teşkilat üç teşkilat hâline gelmiştir. Daha sonra,
2000 yılında yeni bir kanun hükmünde kararname çıkartılarak
burası genel müdürlük hâline getirilmiş, kalıcı bürokratik
yapılanması sağlanmış, diğer iki kurum mevcut
hâldeyken bu yeni kurulan Genel Müdürlük kalıcı hâle
getirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 2009 yılında 5209 sayılı
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun çıkartılmış,
bu üç kurum böylece tek çatı altına getirilmiştir. Yeni kurulan
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı hızla teşkilatlanarak görev alanlarıyla
ilgili çalışmalara hızlı ve etkin bir şekilde
başlamıştır ve devam etmektedir.
Ülkemizde afet yönetim sisteminin temel kanunları soğuk
savaş dönemi ve NATO konseptinin etkisi altında
çıkmıştır. Önce 1958de Sivil Savunma Kanunu,
arkasından 1959da Afet Kanunu dediğimiz Umumi Hayata Müessir
Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak
Yardımlara Dair Kanun çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, bu iki kanun hâlâ yürürlüktedir, herhangi
bir değişiklik yapılmamıştır. Bu iki kanunla
ilgili değişiklik çalışmaları ilgili kurumlarca
bitirilmiştir ve yasama sürecine sunulmak üzeredir.
Afet ve sivil savunma kanunları ile teşkilat
kanunlarının fonksiyonlarının birbirlerine
karıştırıldığını düşünerek bu
önergeye karşı oy kullanacağım. Bu sebeple oyumu buradan
beyan ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kavaklıoğlu.
Önerinin lehinde İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan.
Buyurunuz Sayın Eyidoğan. (CHP sıralarından
alkışlar)
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, Van-Erciş depremi, sonuçları
itibarıyla bir yapı denetim ve afet yönetim faciasıdır. On
yıldır birçok kurumun, üniversite mensubunun, uzmanların, meslek
odalarının ifade etmesine rağmen Yapı Denetimi Yasası
kapsamı on dokuz ille sınırlı kalmıştır. Van
da bu kapsamın dışında bir ilimizdir ve yarısı
birinci derece deprem bölgesi, yarısı da ikinci derece deprem
bölgesidir. Acaba gözden mi kaçtı bilemiyorum. Ne zamana kadar? 1 Ocak
2011e kadar on dokuz ilde kalmıştır. Bunun tabii
açıklanması gerekir. 1 Ocak 2011den itibaren birinci ve ikinci
derece deprem tehlikeli Van, Yapı Denetimi Yasası uygulamasına
girmiştir. O zamana kadar da yapılan yapılar, eski sistem,
teknik uygulama sorumlu sistemi ve belediyedeki süreçler çerçevesinde
karşımıza, depreme dayanıksız, plansız,
denetimsiz bir yapı stoku çıkarmıştır, bir intihar
havuzu çıkarmıştır.
Ne diyor Sayın Van Valisi 5,6 büyüklüğündeki depremden sonra?
Vanda kamu kurumu olarak iki tane bina ayakta kaldı. diyor. 26 Ekim
2011de TV 8de Sayın Valimiz röportaj yapıyor, diyor ki:
Şehirde bütün oteller dolu, yer bulamıyoruz. Hiçbir endişe yok.
7-8 katlı otellerde kalıyorlar. Endişeleri varsa merkezimize
gelsinler, mühendislerimiz gelsin baksın, kullanılabilir raporu
veriyorlar. Öncelikle kamu binaları bitti, vatandaşın
binasında da ön tespit yapıyorlar. diyorlar. 26 Ekim TV 8 röportajına
bakarsanız daha ayrıntılı ifadelerini görürsünüz.
15 Kasım günü Bakan şöyle ifade ediyor: 23 Ekimde hasar 28
bindi, 5,6dan sonra 35 bine çıktı. Peki, 5,6 büyüklüğünde,
Sayın AKP Sözcüsü biraz önce bize tarihsel süreci anlattı afet
yasalarıyla ilgili ve AFADın kurulmasıyla ilgili. Bunları
hepiniz biliyorsunuz. Şimdi, 1959 tarihli 7260 sayılı Afet
Kanununa bakın ve ona ek olarak 1968de bir yönetmelik var. On iki
yıldır söylüyoruz: Bu yasalar eskimiştir, bu yasaların
ülkenin koşullarına göre, yeni bilgilere göre, gelişmelere göre
güncellenmesi gerekir. Bu yamalı bohça yasa bir sürü eklentilerle doludur,
her depremden sonra eklentiler yapılmıştır. Eğer bu
konuda ciddi iseniz on yıldır bunu niye değiştirmediniz?
AFAD Yasasının oluşumunun tarihsel sürecini anlattı
Sayın Sözcü. Şimdi, bu depremde, Van depreminde
yaşadığımız olaylar
Bir dizi sorun yaşadık.
Bu sorunlara baktığımız zaman burada şu anda yara
sarma mahiyetindeki AFAD Yasası nedeniyle bir afet yönetim zafiyeti
karşımıza çıkmaktadır.
Bakınız, deprem oldu, önce 6,7 diye açıklandı. AFAD,
görevi olduğu hâlde açıklamadı, Kandilli açıkladı; iki
buçuk saat herkes tartıştı, sonra 7,2 diye açıklandı.
6 kat enerji farkı bir durumu yetkililere, üst yönetime, afet ve acil
durumu yapmakla görevli kurumlara iki buçuk saat sonra
açıkladınız. Yani daha küçük bir deprem olarak
açıkladınız, sonra bunu düzelttiniz. Bu deprem sorunlar, hatalar
ve zafiyetler dizisi olarak daha çok sık gündeme gelecektir.
Büyüklük, çeşitli kurumların, bakanlıkların
birbiriyle çelişkili açıklamaları, AFADın sessizliği,
hasar tespitindeki sorunlar ve artçı depremlerle ilgili bazı
çalışmaların yapılamaması -vaktimiz olursa bu konuda
da önemli şeyler söylemek isterim- ve tahliye konusu.
Şimdi, bakın, AFADın sayfasına girin. Bazı
yerleri tıkladığınız zaman boş çıkıyor.
Bütün gün araştırdım, bir haftadır
araştırıyorum, Allah aşkına -bu depremde hasar tespiti
yapılıyor ya 23 Ekimden bu yana- ağır hasar, orta hasar ve
hafif hasar sayıları hakkında bir sayı biliyorsanız
lütfen bana bu kürsüden ifade ediniz. 23 Ekimden beri hasar tespitleri
yapılıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
yapıyor. O niye yapıyor, niye AFAD yapmıyor, o da ayrıca
tartışılır. Biz daha hâlâ ağır hasar, orta hasar
ve hafif hasar değerlerini, sayılarını bilmiyoruz. Ama 26
Ekimde Vali diyor ki: Biz bu hasar
tespitlerini yaptık. Oteller çalışıyor. Vatandaşlara
da, gelenlere de söylüyoruz. Nasıl bir rapordur bu? Ortada rapor var
mı? Sözlü olarak! Kesin hasar tespitleri sonra
yapılacakmış. Peki, kesin hasar tespitleri yapılmadan oteli
nasıl işletiyorsunuz, bazı yapıları nasıl
açık bırakıyorsunuz, kullanıma açıyorsunuz? 28 binden
35 bine nasıl çıkıyor hasar? Ne zaman saydınız? Hangi
yöntemle saydınız?
Şimdi, bunun dışında, hasar tespitleriyle ilgili
olarak ön hasar tespitleri yapılıyor ama Türkiyede hasar tespitleri
konusunda ne bir araştırma kurumu ne bir araştırma
enstitüsü var. Bu da deprem şûrasında en az on tane resmî kurum,
üniversite raporlarında bunlar tartışıldı.
AFADa göre bölgeye 200 tane uzman gönderiliyor hasar tespitiyle ilgili,
Bakanlığın sayfasına göre 300 tane. Hangisi doğru?
Üniversitelerimiz ve ilgili meslek odalarımız diyorlar ki: Hasar
tespiti konusunda sizlere yetkin uzman mühendis desteği verelim. Cevap
yok. Tabii ki tespitler eksik ve yetersiz ve yavaş ve
tartışmalı; ondan sonra ortada veri yok.
İki otel çöküyor. Hasar tespitini kim yaptı? Otel sahibi
kendine göre bir şeyler söylüyor, yetkililer değişik şeyler
söylüyorlar ve ortada kalmış bir durum.
Eskiden, AFADtan önce, Afet İşleri Genel Müdürlüğü
zamanında hasar tespitleriyle ilgili bilimsel araştırmalar ya da
koordinasyonlar yapılıyordu. 1999 depreminden sonra -ben
hatırlıyorum- o zaman bir zafiyet ortaya çıktığında,
hızla hasar tespit uzmanı yetiştirme konusunda bir haftada
çalışmalar yapıldı, yeterli değildi ama o zaman 1.200
hasar tespit uzmanı -bendeki
kaynaklara göre- sahaya çıkmış ve hasar tespitleri
yapılmıştı. Dolayısıyla, bu konuda hem Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı hem de AFAD sınıfta
kalmıştır.
Sayın Bakan Bayraktar Yine diyorum, sağlam evlere girin
hasarlı evlere girmeyin. diyordu. Bu zaten biliniyor. Peki, Allah
aşkına nerde bu hasar raporları? Ben gitsem oraya, siz gitseniz,
elinizde bir hasar raporu olmadan nasıl gireceksiniz bir binaya? DASK
hasar raporu bekliyor ki ağır hasar ve orta hasar hak edişlerini
versin. Resmî tespit raporu olmadan DASK nasıl ödeyecek ağır
hasar ve orta hasar hak edişlerini? Bunlar cevapsız sorular.
Evet,
Sayın Van Valisinin feryatlarına kulak veriniz, Van
sıfırlandı. diyor ve yardım bekliyor. Somaliye 500 milyon
lira
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
HALUK
EYİDOĞAN (Devamla) -
Vana 200 milyon lira yardım yaptık.
AFAD sayfasına girin, oradan okuyun lütfen.
Saygılar,
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Eyidoğan.
Önerinin
aleyhine Sinop Milletvekili Mehmet Ersoy.
Buyurunuz
Sayın Ersoy. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
ERSOY (Sinop) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de
Milliyetçi Hareket Partimizin bu önerisi aleyhinde söz aldım.
Hepinizin
bildiği gibi AFAD idaresi 2009 yılının son günlerinde
faaliyete geçti. Ben de o kurumun Kurucu Başkanı olarak 5 Ocak
tarihinde kurumda Başkan olarak göreve başladım.
AFAD
kurulmadan önce Türkiye'nin, afetlerle ilgili temel görevleri ifa eden üç
ayrı kurumu vardı. Bunlardan bir tanesi Bayındırlık
Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel
Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum
Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığına
bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü.
Acil Durum
Genel Müdürlüğü, adı üstünde acil durumlarda müdahale yapardı.
Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, kamu binalarının ve halkın
sivil saldırılara karşı korunmasına yönelik tedbirleri
ve buna bağlı arama kurtarma faaliyetlerini yürütürdü. Afet
İşleri Genel Müdürlüğü ise afet sonrasındaki
iyileştirme faaliyetlerini yapardı.
Özellikle
1999 depreminden sonra görülen koordinasyondaki sıkıntılar ve
eksiklikler
Sayın Şandır, gerçekten Türkiye 1999 depreminden
çok ciddi dersler aldı, oradaki eksikliklerini gördü ve bunu Türkiye'nin
afet yönetimi açısından bir milat
kabul etti. Bundan alınan derslerin bir sonucu olarak da zaten bu üç
kurumun birleştirilmesi gündeme getirildi ve Afet ve Acil Durum
Başkanlığı Başbakanlığa bağlı
olarak, bir çatı kuruluş olarak kuruldu.
Şimdi, Değerli Hocam Haluk Eyidoğanla birlikte
çalıştık o süreçte, konuşmasını da dikkatlice
takip ettim. Tabii, cevapsız hiçbir soru yok. AFADı siz, sahadaki
uygulayıcı bir kuruluş olarak algılarsanız o zaman
bazı sorunlar çıkar ortaya.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Hayır, öyle değil.
MEHMET ERSOY (Devamla) AFAD her şeyden önce bir çatı
kuruluştur. Afetlerle mücadele, hiçbir zaman, ülkenin ne tek bir kurumuyla
ne tek bir idaresiyle yapılabilir. Afetlerle mücadele, bir devletin ve bir
toplumun devletiyle, siviliyle, sivil toplumuyla, bütün kurum ve
kuruluşlarıyla yapılabilecek bir mücadeledir. Afet ve Acil Durum
Başkanlığı da bu koordinasyonu ve devletin elindeki
kaynakları tek bir elden kullanmayı sağlamak amacıyla
kurulmuş bir kuruluştur.
MUHARREM İNCE (Yalova) Bak, hiç laf atmadım,
kıyağımı bil.
MEHMET ERSOY (Devamla) Sayın İnce, ben daha ziyade bir
bürokrat olarak konuşuyorum zaten. Bu uygulamaları yapan bir insan
olarak bilgilendirmeye çalışıyorum.
Şimdi, gerekçede özellikle Bu tecrübelerden
faydalanılmamış, bu üç kurumdan faydalanılmamış
ve üç kurumun tecrübesi aktarılmamıştır. ifadesine
kesinlikle katılmıyorum. Sonuç itibarıyla, bu üç kurum
kapatılırken oluşturulan kuruma, Sayın Şandır,
dışarıdan yetkili olarak hiç kimse alınmamıştır.
Kurumun 100ün üzerindeki mühendis kadrosunun hemen hemen tamamı Afet
İşleri Genel Müdürlüğünün bu tecrübeli elemanlarından
oluşturulmuştur. Kurumun yaklaşık 400 civarındaki
personelinin yine hemen hemen tamamı üç genel müdürlükte çalışan
personelden oluşturulmuştur. Kuruma atanan 6 daire
başkanının 6sı da bu üç kurumda çalışan
personelden seçilmiştir. O itibarla hem hafızamız hem
arşivlerimiz hem de tecrübelerimiz orada birleştirilmiş ve hem
Hükûmet açısından hem kamuoyu açısından yeknesaklık
sağlanmıştır.
Şimdi,
elbette ki bugün Vanda yapılan hasar tespitlerinin sonuçlarını AFAD
sayfasında göremezsiniz çünkü henüz bitmemiş, henüz
kesinleşmemiş bilgiler, belgeler ancak ildeki kriz merkezinde bulunur
ve bütün bu çalışmaların ilin valisinin sorumluluğunda
yerinde yürütülmesini sağlar AFAD. İlin neye ihtiyacı varsa,
müdahale için ne eksikliği varsa onu temin etmek üzere Türkiye'nin bütün
kaynaklarını, yetmezse uluslararası kaynakları oraya
seferber etmek için vardır.
Bunda
aslında küçümsenemeyecek, bunda aslında gerçekten önceki dönemlere
göre, önceki yıllara göre çok ciddi mesafeler
aldığımızı -teşekkür ediyorum- daha önceki
konuşmanızda zaten beyan ettiniz. Türkiye özellikle müdahale
konusunda bugün bütün dünyanın gıpta ettiği, teşekkür
ettiği, şükranla andığı, saygı duyduğu bir
yapıya kavuştuysa bu gerçekten bütün ülkemizin, devletimizin
başarısıdır. Bu başarıda da herkesin emeği
vardır, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyoruz.
Evet,
eğer sizin bir afette yıkılan binanız çoksa müdahalede her
zaman kaos yaşarsınız. Esas itibarıyla afetle mücadelenin
en önemli dayanağı yıkılan binanızın az
olmasıdır. Bunun da en sağlıklı yolu kentlerde kentsel
dönüşüm, kırlarda kırsal dönüşümü gerçekleştirmektir
ve yapılmak istenen bütün bu çalışmalara, hiçbir siyasi
kaygı, endişe taşımadan, devletin, bütün kurumların,
yerel yönetimlerin, belediyelerin mutlaka destek vermesi gerekir.
Yıkılan binanız çok olduğu sürece müdahaleye ne kadar iyi
hazırlanırsanız hazırlanın ilk günde kaos
yaşamanız kaçınılmazdır çünkü sonuç itibarıyla
orada yaşayan bütün insanlar bu afetten etkilendiyse,
dışarıdan uçurmaya
çalışsanız bile ancak bu kadar oluyor.
Evet, Van
depremi olduğunda depremin ilk akşamı Türkiye'nin
kırk sekiz vilayetinden, otuz yedi kurumundan arama, kurtarma ve
sağlık ekipleri olay bölgesine sevk edilmiştir. Evet, Van
Havaalanı, Yeşilköy Havaalanı yoğunluğunda
çalıştırılabilmiştir. Ama eksiklikler olur mu? Evet,
orada bu işi yapacak bütün görevliler de bundan etkilendiyse, ilk günde,
ilk bir iki günde bu eksikliklerin olması kaçınılmazdır.
Ama sonuç itibarıyla, çok başarılı bir müdahaleyle 250ye
yakın vatandaşımız o enkazların altından
kurtarılabilmiştir.
Yine çok
kısa süre içinde, değerli milletvekillerimiz, yetmiş bir bin
beş yüz çadır ulaştırılmış, üç yüz elli bine
yakın battaniye gönderilmiş ve nihayetinde, Van depreminden hemen
sonra yüz altmış dokuz kargo uçak seferi düzenlenebilmiş, yüz
yetmiş altı yolcu seferi düzenlenebilmiş, kara yoluyla
yapılan çalışmalar hariç.
Hiçbir
zaman, afetlerden sonra yapılan hasar tespitleri kesin hasar tespitleri
değildir. İdareye ve hak sahiplerine bundan sonraki hukuki süreçte
kullanabilecekleri hukuki belgeleri düzenleme amaçlı, onların
haklarını koruma amaçlı düzenlenir. Bugün hasar tespitlerinin
bitmiş olması mümkün mü? 7,2den sonra 5,6 oldu. Bu arada iki bine
yakın küçük deprem oldu. Bunların her biri hasarları
artırmakta, vatandaşlarımız sürekli müracaatlarda
bulunmaktadır.
Yine Afet
İşleri, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı
kurulduktan sonra sadece Türkiyedeki afetleri değil, uluslararası
alandaki her türlü acil müdahaleyi de ülkemiz adına yüreklilikle, onurlu
bir şekilde, hepimizin gurur duyacağı bir şekilde koordine
edebilmiştir. Haitiden Şiliye, Endonezyadan Japonyaya, Orta Asya
Türki cumhuriyetlerine, Pakistana ne zaman Türkiye gittiyse, bu kurumların
koordinasyonu ve iş birliği sayesinde gidebilmiştir.
Yine
hepimizin gurur duyduğu, bütün dünyanın keyifle izlediği
İsrail, Tunus, Mısır ve nihayetinde Libya operasyonunu
başarabilen bir Türkiye'nin, bugünkü müdahale kabiliyetini gerçekten
hepimizin takdir etmesi gerekir. Elbette ki bütün afetlerden, elbette ki bütün
acılardan bütün toplumun alması gereken dersler vardır. Van
depreminden de idarenin alacağı dersler mutlaka olacaktır ama
bugün bütün kamu görevlileri görevlerinin başındayken, bütün devletimizin
bakanları, neredeyse Bakanlar Kurulunu haftalık olarak Vanda
topluyorken böyle bir araştırma önergesiyle konunun yeniden gündeme
getirilmesi ve hukuki mevzuat boyutunun bugün konuşulur,
tartışılır hâle gelmesini zamansız bulduğumu ifade
ediyorum. Bu itibarla
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) Ne zaman uygun olur, ne zaman?
MEHMET
ERSOY (Devamla) Zamanı gelir Sayın İnce.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Ben demedim ya!
MEHMET
ERSOY (Devamla) Özür diliyorum.
Şimdi
bütün görevlilerimiz, devletimiz orada, Vanlıların
acılarını dindirmeye, onların
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET
ERSOY (Devamla) -
hayatlarını bir an evvel normale
dönüştürmeye, çadır altında kalan
vatandaşlarımızı bir an evvel konteynerlere yetiştirmeye gayret ederken Elâzığda
yaptığı gibi, Kütahyada yaptığı gibi sekiz ay
içinde binlerce afet konutunu oradaki afetzedelerimize sunmanın gayreti
içindeyken onları bu tür çalışmalarla mütereddit
kılmanın bir gereği yok diyorum.
Bu
itibarla önergenin aleyhinde olduğumu ifade ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Ersoy.
Sayın
Eyidoğanın bir kısa düzeltmesi var.
Buyurunuz.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) Teşekkür ederim.
Efendim,
Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığına,
Başbakanlığa bağlı olarak 2009 yılında
kurulmuş olan bu kuruma deprem öncesi, anı ve sonrası tüm
görevler verilmiştir. Ben deprem sonrası Vanda yaşanan
olaylarla ilgili konulara değindim ama öncesi ve anı için de tabii
ciddi konular vardır, onlar konuşulur. Bu yasa zaten eksiktir ve
geçen sene bu yasa taslağı üzerinde üniversiteler ve uzmanlar
görüş bildirmiştir, danışma kurulları bu konuda
görüş almıştır. Eğer o görüşler göz ardı
edilerek önümüze tekrar yasa gelirse ve bu yine yara
sarma yasası olarak, yara sarma içerikli bir yasa olarak icra edilecektir
ve bunun değişmesi gerektiğini, buna bağlı
mevzuatın değişmesi gerektiğini söylüyorum efendim.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Eyidoğan.
Sayın Yılmazın bu konuda kısa bir
açıklaması var yanlış anlaşılmayı düzeltmek
üzere.
Buyurunuz efendim.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın hatiplerden birisi, Sayın
Başbakanımızın Van depreminde başarısız
olduk. şeklinde bir ifadesi olduğunu söyledi. Bu, gerçeği
yansıtmamaktadır. Oradaki ifade edilen söz çadırların
tesliminde bir gecikme olduğu konusudur. Bu doğrudur. Daha
doğrusu halkın çadır talebi yönetilemedi. Yoksa, bu an
itibarıyla dağıtılan çadır 71 binin üzerindedir. Buna
konteynerler, Mevlânâ evleri, genel maksatlı çadırlar dâhil
değildir.
Yine bir başka hatip de âdeta acıları
yarıştırırcasına Somaliye bunu yaptınız da
Van, Ercişe bunu yaptınız. gibi bir açıklamada bulundu.
Bu da doğru değildir. Acılar, mağduriyetler yarıştırılmaz,
gaye her mağdura el uzatabilmektir. Genel ilkemiz, mağdurun
kimliği de sorulmaz, ister Haitide olsun ister Somalide olsun ister
ülkemizde olsun, her kimin ihtiyacı varsa bizim ona yardım etmemiz
insanlık vazifemiz. Türkiye Cumhuriyeti devletine de bu
yakışır diyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Yılmaz.
Sayın milletvekilleri, oylamaya geçiyorum
III.YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MUHARREM İNCE (Yalova) Yoklama talebimiz var.
BAŞKAN - Yoklama talebi
Sayın İnce, Sayın Gök, Sayın Öğüt, Sayın
Erdoğdu, Sayın Yalçınkaya, Sayın Ören, Sayın Özen,
Sayın Namal, Sayın Eyidoğan, Sayın Tanal, Sayın
Soydan, Sayın Kesimoğlu, Sayın Dibek, Sayın Kartal,
Sayın Ekşi, Sayın Korutürk, Sayın Pavey, Sayın Aygün,
Sayın Keskin, Sayın Canalioğlu.
Üç dakika süre veriyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
2.- "AKP
İktidarı döneminde Afet ve Acil Müdahale Mevzuatında
yapılan değişiklikler ve getirilen yeni yapılanma
sonuçlarının Van depremindeki etkilerinin
araştırılması, sonuçlarının tespiti ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla" verilen
Meclis araştırması önergesinin 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşimde okunarak görüşmelerinin aynı birleşimde
yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmemiştir.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup daha sonra,
işlemleri yaptıktan sonra oylarınıza sunacağım.
3.- (10/20) esas
numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar
hakkındaki Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi
16.11.2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu; 16.11.2011 Çarşamba günü (Bugün)
yapılan toplantısında oy birliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Muharrem
İnce
Yalova
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
Kısmında yer alan (Kazdağlarında Yaşanan Çevresel
Sorunlar hakkında); 10/20 Esas numaralı Meclis
Araştırması Önergesinin görüşmesinin, Genel Kurulun
16.11.2011 Çarşamba günlü (Bugün) birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Önerinin lehinde Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar
Soydan.
Buyurunuz Sayın Soydan. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunların ivedilikle
çözülmesi, sağlıklı ve dengeli bir çevre için gerekli
tedbirlerin alınması amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili
arkadaşlarımla birlikte vermiş olduğum Meclis
araştırması önergem hakkında söz almış
bulunmaktayım. Hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerime başlarken özellikle
şunu ifade etmek istiyorum: Bugün, burada bizlerin, çocuklarımızın,
torunlarımızın soluyacağı havayı, içeceği
suyu, yiyeceği besinleri konuşacağız. Bizler, her birimiz
tarihe kendi yaşamını karartan, içtiği suyu kirleten, havasını
solunmaz kılan, toprağını verimsiz ve
sağlıksız hâle getiren nesiller olarak mı geçeceğiz?
Bu sorumluluk ve bilinç altında bugünü değil geleceği
düşünen, geleceği yaşanabilir kılan, siyasetçiler olarak
hiçbir siyasi ayrım gözetmeksizin, hiçbir ideolojik baskı
altında kalmadan, yaşanabilir bir çevre için hep birlikte
olalım.
Değerli arkadaşlar, Kaz dağ yöresi yer üstü ve yer
altı su kaynaklarını oluşturan, besleyen ve onların
sürekliliğini sağlayan, Bandırmadan Ayvalıka
(Gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, uyarır
mısınız arkadaşları.
BAŞKAN Tamam.
Sayın milletvekilleri, lütfen biraz sakin olalım.
Buyurunuz efendim, siz devam ediniz.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Devamla) ... hatta Midilliye, hatta
Gökçeadaya kadar yaklaşık 2,5 milyon insanın temiz ve güvenilir
su kaynağıdır. Barındırdığı
bitkilerle,hayvanlarla, temiz havasıyla ve sularıyla can verdiği
tarım alanlarıyla yüzyıllardır tüm yörenin yaşam
kaynağı olmuştu ve olmaya devam etmelidir. Bölgedeki
bütünlüğü korunan önemli orman örtüsü, küresel ısınmanın
nedeni olan fazla karbondioksiti emerek küresel ısınmanın olumsuz
etkilerini azaltırken fotosentez sonucu ürettiği oksijen ile yöreyi
oksijen bolluğu açısından dünyanın en zengin yerlerinden
biri yapar ve tüm yörede solunum yapan canlıların, başta
insanlar olmak üzere, sağlıklı yaşamını
sağlamaktadır.
Kaz dağı yöresi, barındırdığı bitki
ve hayvan topluluklarıyla Anadolunun en önemli
sığınaklarından birini oluşturmaktadır. Yaban
hayatı için çok değerli bir yaşam alanıdır. İçerdiği
82 nadir bitki türünden 37 tanesi sadece Kaz dağına özgüdür. Bu
nedenle, önemli bir gen merkezidir. Burası aynı zamanda
kuşların ikincil göç yollarındandır.
Kazdağları, zengin biyolojik çeşitliliği nedeniyle
uluslararası değerlendirme ölçütlerine göre önemli bitki alanı
ve önemli doğa alanı olarak kabul edilmiştir, 2006 Dünya
Dağlar Yılında dünyanın en iyi iki dağından biri
seçilmiştir.
Akdeniz ile Karadeniz iklimleri arasında bir geçiş bölgesi
özelliği taşıyan Kaz dağı yöresi, sahip olduğu
fiziki coğrafya ve buna bağlı olarak da iklim
koşulları sayesinde doğal bitki örtüsü ve tarımsal etkinlikler
açısından çevreye göre daha zengindir. Bu yüzden, tıpkı
antik çağlarda olduğu gibi bugün de burada tarım oldukça önemli
bir yer tutar. Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 50si tarımla
geçinmektedir.
Yine Kazdağları tarihî ve mitolojik alandır. Geçmişten
devraldığımız, titizlikle koruyarak gelecek kuşaklara
devretmemiz gereken değerli tarihsel ve kültürel mirastır.
Çoğunlukla bölgenin kuzeyinde yer alan termik santraller ve
kurulması planlanan çimento fabrikalarının bacalarından
çıkacak zehirli gazlar ve etrafa yayılan küller havayı
kirletecek, oluşan asit yağmurları ise tarım
alanlarını ve Kazdağlarının bitki örtüsünü yok
edecektir. Kül depolama alanlarından etrafa yayılan radyoaktivite
ölümcül hastalıklara neden olmaktadır. Dünyanın en kirli
sanayilerinin ve madenlerinin böyle dünyada eşi olmayan bir bölgede
işletilmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur.
Değerli arkadaşlar, son yıllardaki olağan
dışı artış sonucu, ülkemizin yüzde 50sinden
fazlası, küresel sermaye tarafından, maden aramaları - özellikle
altın ve gümüş- gerekçe gösterilerek, onur kırıcı
ruhsat bedelleri karşılığı ipotek altına
alınmıştır. İpotek altındaki bölgelerden birisi
de Kazdağlarıdır. Bölgede özellikle altın tekelleri sondaj
çalışmalarını tamamlamak üzeredirler. Bu amaçla
Kazdağlarında altı adet firmanın otuz yedi farklı
yerde yüzlerce sondaj deliği açarak çalışmaları devam
etmektedir. Fırsat bulurlarsa yakında işletmeye
başlayacaklardır. Yani Kazdağlarının hemen
tamamında, çapı 600 metreye, derinliği 400 metreye varan
cehennem çukurları açacaklardır. Yer altı
sularımızı, havamızı zehirleyecekler, radyoaktiviteyi
artıracaklar, bölgedeki tarımsal üretimin değerini ve
miktarını düşüreceklerdir. İnsan başta olmak üzere,
tüm canlıların amansız hastalıklara yakalanmalarına
sebep olacaklardır. Başka bir deyişle, yeryüzü cenneti olarak
adlandırılan bu bölgede doğal yaşamı bitireceklerdir,
katledeceklerdir.
Değerli arkadaşlar, doğal yaşam için en temel
ihtiyaçlardan biri olan suyun artan nüfus ve plansız büyümeyle birlikte
tükenmeye başlaması, kullanılabilir, içilebilir temiz suya
erişimde yaşanan sorunlar, su yoksunluğu ve yoksulluğu,
suyun ticari bir meta olarak görülmeye başlanmasıyla
uluslararası su politikası da değişmeye
başlamıştır. Su artık yeni dünyanın en önemli
yaşamsal kaynağı hâline gelmiştir. Su yüzünden gelecekte savaşların
çıkması kaçınılmazdır. Siyanürle altın
madenciliğinde 1 ton kayaç için 3 ton su kullanılmaktadır, yani
başka bir deyişle,
Kazdağlarında milyarlarca ton suyun maden çıkarmada yok
edileceği açıktır. Kazdağları
sınırlarında sulanabilecek alanların yüzde 60ı
sulanmakta, yüzde 40ı su beklemektedir. Gerçekler bu iken, çokuluslu
altın tekellerine sularımızı kirletip yok etsinler diye
Sayın milletvekilleri, Kaz dağı yöresinde altın
madeni işletmeciliği başlar ise 2,5 milyar ton kayaç ve toprak
işlenecek, yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak, 2
milyon 580 bin dekar orman alanı ve başta 10 milyon adet zeytin
ağacı ve kiraz, şeftali, elma gibi dünyanın en kaliteli
meyve ağaçları ile tüm bitkisel üretimimiz olumsuz etkilenecek, yöre
tarımının can damarı olan su kaynaklarının
tamamı kirlenecek, tarımla uğraşan yaklaşık 750
bin kişi etkilenecek. Altından bir defa elde edilecek parasal
değer, tarımsal üretimden kazanılan ve ülke ekonomisine giren
bir yıllık kazancı bile karşılayamayacaktır.
Kaldı ki kaybedilen çevresel değerlerin hiçbir şekilde telafisi
mümkün değildir. Kaybedilen, yaşamın ta kendisidir. Yaşamı
parasal değerlerle yerine koymak mümkün mü? Mümkün olmadığını
birileri, hatta birçokları ifade etmeye başladı hem de gür
sesleri ve yürekleriyle. Kimler mi onlar? Onlar, Çanakkale Çan Söğütalan
köylüleri, Lâpseki Şahinli köylüleri, Bayramiç Kuşçayırı
köylüleri, Biga Elmalı köylüleri ve çevrede yaşayan Çanakkaleliler,
Balıkesirliler. Çocuklarına, torunlarına yaşanabilir bir
çevre bırakmak isteyen duyarlı insanlardır onlar.
Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası, Çanakkale Çevre Platformu,
Çanakkalede görev yapan tüm yazılı ve görsel basın
mensupları, belediye başkanlarımız; gelin bu insanlara
sizler de katılın, güç verin.
Değerli arkadaşlar, Anayasanın 56ncı maddesinde de
belirtildiği gibi, herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
devletin ve vatandaşların görevidir. Kazdağlarında
altın işletmecilerine ruhsat vermeyelim. Kazdağlarını
özgür bırakalım, yaşama yaşam katmaya devam etsin
yüzyıllardır olduğu gibi. Çanakkale savaşlarının
100üncü yılını kutlamaya hazırlandığımız
bugünlerde Kazdağlarında yaşanan gelişmeler, bu topraklarda
verdiğimiz yüz binlerce şehidin kemiklerini sızlatmaktadır.
Çok ağır bedeller ödeyerek yurt edindiğimiz bu ülkede
toprağımız, suyumuz, havamız, ormanlarımız yasa
tanımaz iş birlikçilerin rant aracı olmamalıdır. Buna
izin vermeyelim.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bir hatırlatma yaparak
bitirmek istiyorum. 1925 yılında yani tam seksen altı yıl
önce, Atatürk, bozkır ortasında kurulmuş bir ülkenin
başkentinde Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur.
Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan
dahi yeşillikler arasında olduğunu fark edebilsin. diyerek
modern bir çiftliği yani bugünkü Atatürk Orman Çiftliğinin
kurulmasını istemiştir. Bizler de çocuklarımız da,
torunlarımız da renk zevkinden mahrum kalmasın, kalmayalım.
Hep birlikte temiz su içelim, temiz hava soluyalım, temiz topraklarla
tarım yapalım, gerçek modern insanlar gibi yaşam
kaynaklarımıza sahip çıkalım. Unutmayalım ki Kazdağlarının
üstü altından daha değerlidir.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Soydan.
Önerinin aleyhine, İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzel.
(BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Tüzel.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri
saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Genel
Kurula sunulan Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunların
çözülmesi, sağlıklı ve dengeli bir çevre için gereken yasal
tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına dair önerge üzerinde konuşmak üzere söz
almış bulunuyorum.
Kazdağları başta olmak üzere ülkemizde doğanın
tahribatı ve tarihî, kültürel varlıkların talanı giderek
üretim ve yaşam alanlarını yok edecek boyutlara
ulaşmış durumdadır. Geçtiğimiz yıllarda yöre
halkının ve ülke kamuoyunun yoğun tepkisi nedeniyle bir süre
uykuya yatırılan Kazdağlarında altın
işletmeciliği yeniden gündeme gelmiştir.
Kazdağlarında 2007 yılından günümüze kadar yüzlerce
yerde sondaj kuyusu açıldı. Bölgede toplam on altı firma otuz
dört ayrı nokta için altın arama ve işletme ruhsatı
aldı.
Mitolojik efsanelere kaynaklık eden Alp Dağlarından sonra
dünya üzerinde oksijeni en bol olan yer Bin Pınarlı İda bu
sondajlar nedeniyle âdeta delik deşik edilmiş durumda.
Kazdağları, barındırdığı bitki ve
hayvan topluluklarıyla Anadolunun en önemli
sığınaklarından biri durumunda. Dünyada bulunan seksen iki
nadir bitki türünden otuz yedi tanesi sadece Kazdağlarında vardır Bölge, bu
zengin biyolojik çeşitliliği nedeniyle uluslararası
değerlendirme ölçütlerine göre önemli bitki alanı ve önemli doğa
alanı olarak kabul edilmiştir.
Kazdağlarındaki
tarımsal üretimlerin ekonomiye katkısı 4 milyar 750 milyon
dolar, hayvansal üretim katkısı ise 2 milyar 750 milyon dolar
civarındadır. Yöredeki tarımsal üretimin parasal değeri
yanında yarattığı istihdam, sosyal değerler ve
kültürel yaşama sağladığı katkıyı da göz
önüne alırsak, Kaz dağlarının bölge açısından
önemini daha iyi anlayabiliriz.
Günümüzde Kazdağlarında
faaliyet göstermek için çalışmalarını sürdüren
Kanadalı Alamos Gold adlı şirket, raporlarında
altının onsunu 314 dolara mal edeceklerini yazmaktadır.
Günümüzde
İşletilen
şirketler için çok kârlı olan altın madenciliğinin ülke
ekonomisine bir katkısı da yoktur aslında. KDVden muaf olan bu
işletmeler pek çok teşvikten yararlanmaktadır. Bütçeye katkısı
yüzde 2lik, yüzde 1lik devlet hakkıyla sınırlıdır.
Bölgede bu kadar büyük bir kazanç özel sektöre sunulurken, bütün toplumsal
varlık ve değerler risklerle karşı karşıya
bırakılmaktadır.
Eğer
yörede altın işletmeciliğine izin verilirse neler
olacağını hep birlikte görmeliyiz. Yaklaşık 400 bin
ton siyanür kullanılacak. 10 milyon adet zeytin ağacı olmak
üzere tüm bitkisel üretim olumsuz etkilenecek. Yöre tarımının
can damarı olan su kaynaklarının tamamı kirlenecek,
tarımla uğraşan yaklaşık 750 bin kişi
etkilenecektir. En önemli nokta ise tarım yapılacak toprak
kalmayacak, yöredeki tüm sular içme ve kullanım suyu olarak
kullanılmayacak, başta yöre halkı olmak üzere tüm canlılar
olumsuz etkilenecektir.
Sayın
milletvekilleri, ülkemizdeki yer altı zenginliklerine göz diken çok uluslu
altın ve gümüş tekelleri tam yirmi yıldır ülkemizde
faaliyet hâlindedir.
Bergama
köylülerinin yaşam alanlarını korumak adına verdikleri
onurlu direniş, Almanya kışkırtıyor, arkalarında dış güçler var. yalanlarıyla karalayan
devlet-şirket koalisyonu, kesinleşmiş mahkeme
kararlarını yok sayarak bugün ülkemizin dört bir yanında
altın işletmeciliği yapmakta ya da girişimlerde
bulunmaktadır.
5 Haziran 2004, yani Dünya Çevre Gününde 5177 sayılı yeni
Maden Yasası ve bazı yasaları değiştiren yasa yürürlüğe
girdi. Bu yasa, madencilik lobilerinin doymak bilmez kâr hırsları
için ülkemizin çevresel felaketlere sürüklenmesine yol açacak bugüne kadar
planlanmış en büyük yıkım projesidir. Bugün
fıstık çamları ve doğal bitki örtüsüyle ünlü Bergama Kozak
Yaylalarında, İzmirin hemen yanı başında yer alan su
havzası Efemçukuru köyünde, Fırat Nehrine
Altın işletmeciliğinin yol açabileceği
kazaların sonuçları en son Kütahya Eti Gümüş Tesislerinde
görüldü. 2005 yılında Ovacık altın madeni civarındaki
içme ve kullanma sularında Ege Üniversitesi tarafından yapılan
tahlillerde limit değerlerin yaklaşık 30 katı arsenik
tespit edildi. 2006 yılında Kışladağ altın madeninin
bulunduğu Eşme ve çevresindeki köylerde yaşayan 2 bine
yakın insan siyanürden zehirlendi, köylerde sakat ve ölü hayvan
doğumları büyük artış gösterdi.
Altın işletmeciliği dayatılan ülkelerde bu
işletmeciliğin sonuçları daha çok yoksulluk ve borç anlamına
gelmektedir. Yer altı zenginlikleri olan az gelişmiş ülkeler,
emperyalist devletlerin yağması nedeniyle gittikçe daha kötü duruma
düşmektedirler. Ruanda, Irak, Afganistan, Libya gibi ülkeler örnektir.
Bu, siyanürle altın işletmeciliğine karşı yöre
halklarının yaşam alanlarını koruma mücadelesi
aynı zamanda ülkemizin doğa ve kültürünün,
çocuklarımızın geleceğinin, demokrasi ve hukuk
mücadelesinin birer parçası durumundadır.
Altın madenciliği yanı sıra, bilim insanları,
Manisa'nın Turgutlu ve Gördes ilçelerinde sülfürik asit liçi yöntemiyle
yapılmak istenen nikel madenciliği hem yöredeki canlı
yaşamını, su kaynaklarını, Gediz Nehri ve yeni yapılan
İzmir'in içme suyunun önemli bir bölümünü karşılaması
beklenen Gördes Barajını ve toprağı kirleteceği
uyarısında bulunmaktadır.
Karadeniz
Bölgesinde yoğunlaşmak üzere, ülke genelinde 2 bine yakın
hidroelektrik santrali projesi vardır. Geçtiği yerlere yaşam
veren, o yörenin flora ve faunasını belirleyen, kültürüne katkı
koyan derelerin akış yönlerinin değiştirilmesi, tamamen
kurutulması, tıpkı Karadeniz Otoyolu Projesi gibi büyük bir
çevre katliamına yol açacaktır. Küresel iklim
değişikliğinin her geçen gün daha çok kendini hissettirdiği
zamanda ülkenin su kaynakları yönünden en zengin bölgesi olan Karadeniz'de
yapılacak böyle bir hareket, geri dönüşü olanaksız zararlara yol
açabilecektir. Ayrıca, bu HES projeleri, tüm canlılar için bir
yaşam hakkı olan suyun, ticari bir meta olarak alınıp
satılmasının da yolunu açabilecektir.
Çevreye
olan yıkıcı etkileri, canlı yaşamında yol
açtığı sağlık sorunları yıllardır
gözlemlenen Yatağan, Çan, Afşin, Elbistan gibi termik santrallere
onlarcası eklenmek istenmektedir. Ülkemizin en gözde tarım, turizm,
balıkçılık beldelerinden İskenderun Körfezinde, Amasra'da,
Aliağa-Foça'da, Karabiga'da, Gerze'de yapılmak istenmektedir bu
kömüre dayalı termik santraller.
İki
bin yıllık antik sağlık yurdu Allianoi, henüz su
dağıtım kanaletleri bile yapılmayan ömrü en fazla elli
yıllık olan Yortanlı Barajı'nın suları
altına gömüldü. Hasankeyfte sular altında kalma tehlikesi sürüyor.
Bunun
yanı sıra, Aliağa yakınlarındaki Kyme antik kenti,
Karabiga'daki Priapos, Biga'daki Parion antik kentleri,
Kazdağlarındaki onlarca antik kent, demir çelik, termik santral ve
maden işletmelerince yok edilme tehdidi altındadır.
Manisa
Kula yakınlarında bir yıldır faaliyet yürüten ve daha
şimdiden yarattığı sorunlar nedeniyle halkı isyan
ettiren tehlikeli atık bertaraf tesisleri, Kütahya Şaphane'de
kurulmak istenen asit fabrikası, ülkenin birçok yerinde yapılmaya
çalışılan çimento fabrikaları, demir çelik fabrikaları
halkın yaşam alanlarını tehdit etmektedir.
Kentsel
dönüşüm, yoksulları yerlerinden etmenin, önemli rant alanları
hâline gelen mahalleleri büyük sermaye
çevrelerinin peşkeşinin adı olmuştur. Çevresel etkileri
hesaplanmadan apar topar yapımı planlanan otoyollar, köprüler,
alt-üst geçitler hem kentsel dokuları bozmakta hem yaşamları
risk altında bırakmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bütün
yapılacak faaliyetler canlı yaşamı odaklı olmalıdır,
ekolojik yıkıma yol açabilecek hiçbir faaliyete izin verilmemelidir, uluslararası tekellerin
çıkarlarını ifade eden "sürdürülebilir kalkınma değil, "yaşamın sürdürülmesi" gözetilmelidir. Nihayetinde altın madenciliği bir
ülkenin bütçesi kadar para getirse de insan olmadıktan sonra hiçbir
kıymeti olmayacaktır.
Sizlere bir kez daha saygılar sunuyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Tüzel.
Önerinin
lehinde Bursa Milletvekili Necati Özensoy. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Özensoy.
MHP GRUBU
ADINA NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu
Kazdağlarıyla ilgili önerge üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii,
Kazdağları gerçekten Allahın bu millete bahşetmiş
olduğu en önemli güzelliklerden bir tanesi. Florasıyla, yani bitki
zenginliğiyle, tabii güzellikleriyle, turizm potansiyeliyle gerçekten
önemli bir bölge. Şimdi burada Kazdağlarından, tabii,
bahsedeceğim sıkıntılarından ama dün Sayın
Bakanın ifade ettiği gibi, aynı şeyi söylemek
durumundayım. Orayı buradan, Çankayadan veya bürokratların
masalarından değerlendirmek doğru değil diye düşünüyorum.
Yani, oraya gidip görmenizde, o Kazdağlarının güzelliklerini
gözüyle görmenizde çok daha fazla fayda var. O güzelliklerin nasıl
mahvedildiğini de gözlerinizle lütfen bir görün.
Şimdi,
bakın bu konuda Uluslararası Kazdağları ve Edremit
Sempozyumu diye bir sempozyum düzenledi Edremit Belediyesi Kültür ve Turizm
Bakanlığının da katkılarıyla. Buraya yine yirmi
beş farklı ülkeden 55 yabancı, Türkiyeden de 105
bilim insanı katıldı yani böyle önemli bir yer.
Ben oranın güzelliklerinden bahsederken farklı bir pencereden
de bakacağım. Mesela yine Edremit Belediye Başkanı
Sayın Avukat Tuncay Kılıç Bey dünyanın beş
kıtasını gezdiğini hatırlatarak Dünyadaki tüm
dağları, Fujiyama ve Alp Dağları dâhil gördüm.
Yaptığım naçizane tespit şu: Kazdağlarındaki
flora zenginliği dünyanın hiçbir dağında yok. Kaz dağlarına
şimdi hep beraber çıksak benim rehberliğimde, üç yüz
altmış beş gün hiçbir gıda yardımı olmadan
yaşayabiliriz. Yamaçlarındaki zeytinler, daha yüksek rakımdaki
kestaneler, vadilerindeki fındık ve pelit, yabani otlar ve dünyadaki
birçok bitki Kazdağlarında mevcut. Dünya küresinde Kaz dağlarını
aldığınız takdirde güzellik kalmaz. diyor Sayın
Belediye Başkanı.
Yine, Edremit Kaymakamı bu sempozyumda Kaz dağlarının
doğasıyla bölgenin gelinliği olduğu ifadesini
kullanıyor. Bu gelinliğin tacı ise Sarıkızdır.
diyor. Gelinliğin içindeyse güzel insanlarımız yer
almaktadır. Kaz dağlarımız görselliğinin yanı
sıra kültürüyle dikkat çekmektedir.
Yine, Balıkesir Üniversitesi Rektörü Profesör Sayın Mahir
Alkan Edremit ilçesi, Kazdağları
ve Edremit Körfeziyle birlikte sahip olduğu doğal,
arkeolojik, tarihî ve kültürel kaynak değerleriyle yüksek potansiyele
sahip bir yöremiz. Bu yörede yaşayanların refah toplumu olabilmesi
için tüm kaynaklarının verimli bir şekilde
değerlendirilmesi ve etkin bir planlama yapılması
gerekmektedir. diyor.
Şimdi, bakın, bu sempozyumla ilgili sonuçlar da var da, oraya
gelmeden önce, yine bizim Balıkesir Milletvekilimiz bir soru önergesi
vermiş Bakanlığa, diyor ki: Kazdağlarının
kendisi altındır. Altın için oyulmasına gerek var
mıdır? Bölgede açılan tahribat konusunda ne
yapılacaktır? Balıkesir ve Çanakkalede tarımın
Kazdağlarıyla hayat bulduğu bir gerçektir. Bu doğa
alanlarının korunması doğrultusunda ne tür
çalışmalar yapmaktasınız? Yerli ve yabancı
firmaların maden aramalarında Kazdağlarına
açacağı tahribatların önüne geçmesi konusunda ne tür
çalışmalar yapacaksınız? diye bir soru önergesi veriyor,
ama cevap gene sığ her zaman olduğu gibi: Çanakkale ve
Balıkesir illeri sınırları içerisinde yer alan,
Kazdağları olarak isimlendirilen alan millî park olarak ilan
edilmiştir. Kazdağları millî park içerisinde, madencilik
faaliyetlerinde bulunulması mümkün değildir. Yine Kazdağları
olarak isimlendirilen, ancak Kazdağları millî parkı
dışında Çanakkale ve Balıkesir illeri arasında kalan
bölge için müracaat olmasına karşın verilmiş ÇED olumlu
kararı bulunmamaktadır. diyor, ama Madencilik Kanununda da, biliyorsunuz,
arama için ÇEDe de gerek yok, bu da ayrı bir problem.
Yine, maden mevzuatı uyarınca maden ruhsatı verilmesiyle
ki
Verilen ruhsatlarla ilgili iş ve işlemlerin yürütülmesi Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlıdır. diye
bir cevap.
Şimdi, bakın, Millî Park diye ilan edilen
Kazdağları bölgesinin alanı sadece yüzde 10uyla
sınırlı. Dolayısıyla, yani bu
Kazdağlarının biraz önce ifade ettiğimiz, yine Cumhuriyet
Halk Partisinin konuşmacısının da ifade ettiği bütün
bu güzelliklerin sadece yüzde 10u koruma altına alınmış.
Dolayısıyla, Kazdağlarıyla ilgili gerçekten bir
araştırma önergesinin gündeme alınması ve
araştırma komisyonu kurulması gerçekten zaruridir.
Bakın, işte bu sempozyumda bir sürü görüşmeler
yapılmış. Bununla ilgili sonuç bildirgesinde şu ifade
edilmiş. Diyor ki: Yaklaşık 258 bin hektarlık bir alana
yayılan, ekolojik, kültürel, toplumsal, tarihsel ve biyoklimatik
özellikleri çevresiyle birlikte bütünlük gösteren Kazdağlarını,
en başta yangınlar olmak üzere biyotik ve abiyotik birçok tehlike
beklemektedir. Bu önemli karasal ekosistem sadece Balıkesir il
sınırları içinde kalan 21.542 hektarlık
kısmının millî park statüsü altında korunmasının
yanlış, riskli ve sorun yaşattığı
yıllardır süregelen bilimsel çalışmalar, deneyim,
gözlemlerle anlaşılmıştır. Bu sakıncanın bir
an önce giderilmesi için, Kazdağlarının Çanakkale
sınırları içinde biyolojik çeşitlilik açısından
risk altında bulunan kesimlerin Korunan alanlar statüsüne
kavuşturulması, korumada bütünselliğin bir an önce
sağlanması ivedi ve yaşamsal önem taşımaktadır.
diyor sonuç bildirgesinde.
Bunun
dışında, çeşitli başlıklar da verilmiş.
Yöre insanlarıyla buluşacak bir doğa kültür turizmi
hedeflenmeli. denmiş Gezi ve ziyaret planlanması, tüm yaban
yaşamı, endemik türleri ve çok özel bitki örtüsünü koruyacak bir
biçimde yapılmalıdır. Kazdağları yerel yönetimler
birliği kurulmalıdır. Eğitim ve bilimde bütünlük
sağlanmalıdır. Kazdağlarında maden ve özellikle
altın aranması durdurulmalıdır. diye bir sonuç
çıkmış.
Yine Bir
profesörden Kazdağları için ürküten bir rapor. diye yine
basında yayımlanan bir rapor var. Burada, Sayın Profesör, burada
kullanılan siyanürlerin doğaya etkisinden de bahsetmiş,
aynı zamanda ekonomik getirisi de ortaya koymuş yani
Kazdağlarından elde edilecek toplam 388 ton altının,
rezervin ülke ekonomisine on yılda kazandıracağı rakam 40
milyar dolar civarında ama o bölgenin insanının
kazandığı, şu anda ekonomiye katkı
sağladığı rakam on yılda 75 milyar dolar.
Zaten var
olan bir gelir bu. Şimdi, bütün bunları göz önünde bulundurursak,
burada bu Kazdağlarını katletmek, bu maden aramalarına,
altın aramalarına, özellikle siyanürle altın
çıkarılmasına müsaade etmek âdeta bir katliamdır.
Bakın,
zaman zaman siyanürle altın aramada bazı bilim adamları veya
öyle olduğunu iddia edenler çıkıp sıkıntı
olmadığından bahsediyorlar. Dünyada birçok yerde siyanürle
altın aramada kazaların meydana geldiği vakıadır ve
bunlar artık tescil edilmiştir. Binlerce insan bu kazalardan
dolayı ölümlere maruz kalmışlardır. Çok öteye gitmeyelim, geçtiğimiz
aylarda Kütahyada Eti Gümüş tesislerinden siyanür
sızıntısı olduhepinizin
bildiği gibi. Bu Eti Gümüş sızıntılarından sonra,
bölgedeki sulara karıştı, bölgedeki insanlar
rahatsızlandılar, hastanelere gittiler. İşin çok daha vahim
tarafını söyleyeyim Kütahyayla ilgili: Burada çalışan
işçilerden 100ün üzerindeki işçi bu siyanürlerden dolayı
rahatsızlandıklarında ve Kütahyadaki hastanelere
başvurduklarında, Kütahya hastaneleri, şu anda, bu işçileri
kabul etmiyorlar, meslek hastanelerine sevk ediyorlar. Dolayısıyla,
elbette burada çalışan işçilerin, bu anlamda, bu raporlarla
ortaya çıkmaları, siyanürle aramanın, altın veya gümüş
aramanın tehlikelerinin ne boyutlarda olduğunu bir kez daha ortaya
koyacaktır diye düşünüyorum.
Gerçekten Kazdağlarını, bütün milletvekillerinin, sadece
turistik gezi için bile olsa, gidip görmelerini ve gördüklerinde de gerçekten
bu madencilikle ilgili olan uygulamaların
yanlışlığını orada bizzat göreceklerdir diye
düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi bitiriniz, buyurunuz.
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) Toparlıyorum Sayın
Başkanım.
Bakın, o bölgenin en önemli gelir kaynaklarından bir tanesi de
zeytincilik. Bakın, Zeytin Kanunu da var. Zeytin Kanununda, yine,
zeytinleri kesmek de yasaklanmış bir durumda ama maalesef Maden
Kanunundaki birtakım boşluklardan dolayı zeytin
ağaçları da kesiliyor.
Bu arada, diğer maden aranan yerlerde de ormancılarla,
ormancı bürokratlarla da iktidar mensubu arkadaşların,
sayın bakanların da görüşmesini ben buradan tavsiye ediyorum.
Ormancılar da, bu anlamda, madencilerden son derece şikâyetçiler.
Bir an önce, Türkiye'nin gözbebeği olan, oksijenin en bol
olduğu, hasta gidip sağlıklı dönenlerin yöresi olan bu
Kazdağlarıyla ilgili bu araştırma komisyonunun
kurulmasını buradan talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.
Önerinin aleyhinde, Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Daniş. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET DANİŞ (Çanakkale)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kazdağlarında yaşanan
çevresel sorunların çözülmesi konulu araştırma önergesinin
aleyhinde söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak
hakkına sahip olduğunun, çevreyi geliştirmenin, çevre
sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini
önlemenin devletin ve vatandaşların vazifesi olduğunun
belirtilmesi yasal zeminlere dayanmıştır ve bununla ilgili mevzuat
da gerçekten ülkemizde hem kanunlar anlamında hem de yönetmelikler anlamında,
Avrupa Birliği süreci de dâhil olmak üzere, bazı konularda Avrupa
Birliğinden de daha hassas bir şekilde kanunlar
çıkarılmıştır. En son Maden Kanunu 2010
yılında
2004 yılında Maden Kanunumuzu
yapmıştık, 2010 yılında da 5595 sayılı
değişiklikle de bunu aslında yeniledik ve maden aramayı da,
işletme ruhsatı alabilmeyi de daha da zor ve birçok alanda, mesela
özel çevre alanlarında, millî parklarda, özel korunan alanlarda daha da
zor hâle getirdik, yaban hayatın korunduğu yerlerde de bunları
daha da zorlaştırdık ve bu, hatırlarsınız, 2010
yılında gerçekten çok ciddi bir alt komisyon oluşturuluyor ve
ben de zaman zaman yöremizdeki maden arama ve işletmelerin yoğun
olduğundan dolayı bu alt komisyon çalışmalarına
katıldım, iktidar, muhalefetle çok ciddi bir alt komisyon
çalışması sonucunda bu tasarı
kanunlaşmıştır.
Bakın, tabii, maden dediğimizde
sadece altını, çevre duyarlılığı
dediğimizde sadece siyanürü anlarsak ve objektif bilginin ötesinde
bazı kulaktan dolma veya moda olmuş söylemleri dilimize dolarsak
hiçbir sonuca varamayız.
Şimdi, 2003 yılında
Türkiyeye baktığımızda, mesela 15 tane katı atık
deponi alanı var düzenli olarak, bu, 2011e geldiğimizde sayı
59a çıkmış. Yine deniz kirliliği ölçüm istasyonlarına
baktığımızda 26 iken, bu sayı 231e
çıkmış.
Kazdağları, tabii, söz konusu
olunca muhalefet partisine mensup arkadaşlarımın da
duyarlılığı gerçekten bizim için takdire
şayandır. Hem Balıkesir milletvekillerimizin hem yöre
milletvekillerimizin hep beraber gerçekten de Kazdağlarını
önemsiyor olması önemli.
Tabii, Kazdağları Çanakkalenin güneyinde yer alır,
Ayvacıktan başlar; Ayvacık, Bayramiç, Çan, Yenice istikametinde
devam eder ve hemen hemen de coğrafyamızın
yarısını ilgilendiren bir alandır. Tabii ki Çanakkaledeki
3 millî parktan 1i de Kazdağlarında bulunmaktadır.
Arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, bitki ve hayvan
varlığı bakımından da endemik türleri içerisinde
barındırır. Bunların da belki en önemlisi Kazdağı
köknarıdır. Aynı zamanda mitolojide, Homerosun
İlyadasında İda olarak yer aldığı gibi,
dünyada var olan, var olduğu düşünülen 7 tane Olimpos
dağından da 1i olduğu ifade edilmektedir. Gerçekten,
arkadaşım da davet etti, hepinizi Kazdağlarına davet
ediyoruz, bekliyoruz.
Daha önce, yani 23üncü Dönemde Meclisimizde bununla ilgili bir
araştırma komisyonu kuruldu aslında. Belki
arkadaşlarımız biraz daha dikkatli bir araştırma
yapsalardı bunu görürlerdi. Bizim önergemiz ile yine Milliyetçi Hareket
Partisi Milletvekilimiz Mustafa Kemal Cengiz ve 27 arkadaşının
verdiği araştırma önergesi birleştirilerek, ülkemizde
yaşanan çevre sorunlarının araştırılarak
sürdürülebilir çevre politikası için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kuruldu. Bu
komisyon Çanakkaleye geldi, Çanakkalede kaldı, Kazdağlarına
gitti ve bütün Kazdağlarındaki araştırmalarının
neticesini de Çanakkalede değerlendirdi. Buraya da bakarsanız, bu
raporun 328inci sayfasında Kazdağlarıyla ilgili de,
Çanakkaleyle ilgili de hem tespitleri hem de çözüm önerileri var. Bakın
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Kaç yılında?
MEHMET DANİŞ (Devamla) 2008 yılında.
Hatırlarsanız 2007 yılında da yine bu söylemler
Çanakkalede artmıştı. Âdeta şöyle kategorize ediliyordu,
karikatürize ediliyordu olay: Siyanürle hepiniz öleceksiniz, titreye titreye
öleceksiniz, hayvanlarınız ölecek, elma ağaçlarınız
kuruyacak. Bunlar anlatıldı insanlarımıza. Yine,
arkadaşım hatırlar, seçim çalışmaları boyunca bir
canlı yayın programına katıldık, beraberindeki
heyetten bir arkadaş bana geldi dedi ki: Bayramiçte çeşmelerden
siyanür akıyor, çeşmelerden çamurlu su akıyor. Oysa hiçbir
altın arama işleminde siyanür kullanılmamaktadır.
Altın aramalarının yapıldığı yerleri gidip
gördüyseniz, fotoğrafları var gösterebilirim,
Bakın, sadece altını konuşmakla aslında gerçek
iyi niyetimizi ortaya koyabilmiş değiliz. Yıllarca dere
yataklarından, maden, kum ocakları olarak kullanıldı ve
topraklarımız gitti. Birçok madenler var, taş ocakları var,
bunlardan hiç kimse bahsetmiyor. Türkiyede gerçekten de bu altın
konusunu, siyanür konusunu açık yüreklilikle herkes
konuşmalıdır.
2007 yılında, Çanakkalede Kolin Hotelde, Çanakkale Ticaret ve
Sanayi Odasının organize ettiği bir toplantıda, dönemin
Enerji Bakanımız Mehmet Hilmi Güler, akademisyenler ve iş
adamları, madenciler, çevreciler, Bergamada hani o meşhur olmuş
arkadaşlarınız da salonda olmak üzere saatlerce
tartışıldı. Süre sınırı konulmadan bunların
hepsi ifade edildi.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Oradaydık, oradaydık.
MEHMET DANİŞ (Devamla) - Arkadaşlar lütfen biraz okuyun.
Ne diyoruz? Bilimin ışığında ilerleyebiliriz. Lütfen
bilime kendinizi biraz teslim edin. Siyanür nedir
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Mehmet Bey, ben kimya mühendisiyim siz
avukatsınız.
MEHMET DANİŞ (Devamla) Ben avukatım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Bu konuyu da benim kadar bilemezsiniz.
MEHMET DANİŞ (Devamla) Ama siyanürü 2003
kasımından bugüne dek sürekli araştırıyorum.
Bakın, siz de ifade ettiniz, Türkiyede Kazdağlarında 400
bin ton siyanür kullanılacak deniyor. Ben ifade ediyorum, resmî rakamlar,
Türkiyede bugün yılda kullanılan siyanür 300 bin tondur, sadece
yüzde 1i madencilik sektöründe kullanılmaktadır, altında da değil.
Sadece madencilik sektöründe kullanılan 3.000 ton siyanürdür. Siyanür bir
zehirdir; eyvallah. Siz tuzu da gereğinden fazla tüketirseniz, doz
aşımında bulunursanız zararını görürsünüz. (CHP
sıralarından gülüşmeler)
TANJU ÖZCAN (Bolu) Ne alakası var!
MEHMET DANİŞ (Devamla) Lütfen gülmeyin, dinleyin.
Bakın, Amerikada, Avustralyada, Kanadada -yalansa yalan deyin-
iki yüzün üzerinde siyanürle altın işletmeciliği yapılan
ocaklar var. Şimdi bunlar geleceklerini yok mu ettiler?
Bir tane vakıa ifade edebilir misiniz. Arkadaşlar,
bunları biz yerel seçimlerde çok konuştuk.
Arkadaşlarımızın da başka konusu yoktu. O Kazdağlarını
da karış karış hep beraber dolaştık, Evcilerde
yaptığımız toplantıyı
arkadaşlarımız bilir. Bakın, Şahinli köyü benim köyüme
Yani bakın, Çanakkalede Katı Atık Çöp Depolama
Alanı Projesini gerçekleştirdik. Çanakkalenin çöp depolama
alanı üniversitenin bahçesindeydi, yazları geldiğinizde de yanar
dururdu. Avrupa Birliği projesi
20 milyon dolarlık
yaklaşık bir projeyi, yüzde 73ü hibe olmak üzere, Çanakkaleye
kazandırdık. Geçen dönem Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk Bey o
dönemde Müsteşar Yardımcımızdı Çevre
Bakanlığında, bize çok büyük destekleri oldu. Çanakkalede
eğer çevre sorunu tartışılacaksa bakın açık
yüreklilikle ifade ediyorum, Çanakkalenin atık suyunu yıllardan beri
arıtmadan Çanakkale Boğazına bırakıyoruz. Çanakkale
Boğazı, şimdi, bu dünyanın en güzel yerlerinden biri
değil mi? Gelecek nesillere emanet etmeyecek miyiz? Orada da deniz
canlıları yaşamıyor mu? İller Bankasında yirmi
beş yıl ucuz kredi de var bak, buyurun atık suyu hep beraber
yapalım; adım atın, siz de öncülük edin, biz de destek
olalım ama tık yok. Yapabileceğiniz şeylerde adım
atmıyorsunuz ama kafaları karıştırabileceğiniz
her konuda da bunu sonuna kadar kullanıyorsunuz.
Bakın, arkadaşım dedi ki: Kimya mühendisiyim. Gelin,
bir daha bilimsel toplantı yapalım, Çanakkalede yapalım, siz de
buyurun, sizi de konuşmacı olarak alalım.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Altın arama ile altın
çıkarmayı birbirine karıştırmayın Mehmet Bey, biz
çıkarmaktan bahsediyoruz.
MEHMET DANİŞ (Devamla) Bakın, termik santrallere
karşısınız, çimento fabrikalarına
karşısınız, altın madenciliğine
karşısınız. Türkiye 7 milyar ile 10 milyar dolar
altına para ödüyor yılda; yılda ödüyor kardeşim. Dünyanın
2nci altın rezervine sahibiz, Hindistandan sonra en fazla
altını biz ithal ediyoruz, bir buçuk milyar dolarını da
bunun işleyip atıyoruz. Lütfen
VELİ AĞBABA (Malatya) İnsanlığın
satılmasına karşıyız.
MEHMET DANİŞ (Devamla) Satmak bizim
Bunlar çok ucuz
söylemler ya da beni açmıyor yani üçüncü dönem artık Parlamentoda,
bunlar bana çok bayat geliyor. Bunlar bana çok bayat geliyor.
VELİ AĞBABA (Malatya) Bütün dağları delik
deşik ettiniz. Dağları sattınız.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Milletvekilim, sen
ciddiye alma. Millet seni ciddi bir şekilde dinliyor.
MEHMET DANİŞ (Devamla) - Gerçekleri açık yüreklilikle
tartışmak için her zaman varız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET DANİŞ (Devamla) - Önergenin aleyhinde olduğumu
belirtiyorum, arkadaşların biraz daha
özenli davranıp, daha önce yapılmış Meclis
araştırma komisyonunun raporuna bir göz atmalarını
öneriyorum.
Tekrar hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Daniş.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Sayın Başkanım
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Sayın Başkanım, Sayın
Hatip, konuşmasında benim konuşmalarıma ve
konuşmalarımı çarpıtarak yanlış bilgilendirdi
demin. Cevap vermek, düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN Sayın Özensoy, buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Bursa Milletvekili
Necati Özensoyun, Çanakkale Milletvekili Mehmet Danişin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Mehmet Bey Çanakkale Milletvekilimiz. Gerçekten bölgesine de elbette
üçüncü döneminde iyi hizmetler eden bir milletvekili ama Kazdağlarıyla
ilgili bu hassasiyeti bu anlamda niye çarpıtarak bizim söylediklerimizi
çürütmeye çalışıyor, onu da anlamıyorum.
Ben Kimya Mühendisiyim. Yani siyanürün, siyanür çözeltisinin,
altının nasıl çıkarılacağını Sayın
Avukat Mehmet Bey mi daha iyi bilir, ben mi daha iyi bilirim! Yani şimdi
Okuyun diyorsunuz, Araştırın diyorsunuz
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) Niye bilemeyeyim? O zaman sadece
kimyayla ilgili
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) Benim ilim saham da bu. Yani şimdi
ben hukuk konusunda nasıl ahkâm kesemezsem burada, sizin de o konuda bize
Okuyun, araştırın. demek gibi bir durum da olmaz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Anayasada çok konuştun ama
Anayasada! Anayasada çok konuştun sen! Anayasada hiç
kimyacılık şeyleri yoktu!
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) - Şimdi bakın, şöyle bir
şey söyleyeyim: Dünyadaki siyanürle ilgili olan kazaları burada
vaktim olmadığı için tek tek anlatmadım. Siz altın
aramasından bahsediyorsunuz. Aranırken elbette bir tehlike yok. Ben
altın çıkarılmasından, altın üretilmesinden
bahsediyorum. Yani Kazdağları gibi bir bölgede
Bakın, başka bir örnek vereyim. Sayın Bakan Faruk Çelik
de yok burada ama. Keleste yine geçtiğimiz dönemde bir termik santral
kurulması için girişimde bulunuldu. Yerli kaynaklar lazım
mı? Evet. Ama yedi tane köy boşaltılıp üzerinde 200 bin
tane kiraz ağacının kesileceği bir termik santrali orada
köylüler ne yapsınlar? Bakın o Kelesdeki, o bölgedeki kirazları
buradaki hiçbir milletvekili yememiştir. Oraya gitmeden yiyemezsiniz çünkü
dünyanın en iyi kirazları üretiliyor ve direkt ihracata gidiyor.
Bakın son dört yılda Amerikada tam iki yüz elli tane baraj
patlatıldı. Barajlar yani hidroelektrik santralleri nedir?
Yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Elbette doğayı
kirletmiyor ama ekolojik dengeyi bozduğu için, oradaki doğayı
tahrip ettiği için Amerikada son dört yılda iki yüz elli tane baraj
patlatıldı. Biz, Türkiyedeki yenilenebilir enerjilerin, yerli
kaynakların kullanılmasından yanayız. Enerji
sıkıntımız var ama doğayı katlederek değil
yani bir hidroelektrik santrali yapıyorsanız boru tipi değil de
işte göl tipi yapın vesaire. Bütün bunları yani ülkenin
çıkarları konusunda elbette hemfikir olmak durumundayız.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) Altını nerede
işlediniz? Nerede çıkardınız?
NECATİ ÖZENSOY (Devamla) - Ama doğanın tahribatı
konusunda hele hele sizin gibi Çanakkale Milletvekili
Ben Bursa
Milletvekiliyim ama o bölgeleri iyi bilirim, askerliğimi de orada
yaptım, yine sürekli gidip geldiğim yerler. Ben üzülüyorum
şahsen. Dolayısıyla, böyle bir yerin heba olmaması için biz
milletvekilleri olarak, Büyük Millet Meclisi olarak üzerimize düşeni yapmak
durumundayız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Sayın Başkan, bir konuda
yanıltıcı bir bilgi var onu düzeltmek istiyorum. 69a göre söz
istiyorum.
BAŞKAN Ne için?
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Yanıltıcı bir bilgi
var.
BAŞKAN Sisteme girerseniz lütfen. Bilgiyi düzeltmek için sisteme
giriniz lütfen. 4 milletvekilimiz de sisteme girmiş. Düzeltme için lütfen.
Sayın Sarıbaş, bir dakika süre.
Buyurunuz.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
3.- (10/20) esas
numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar
hakkındaki Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Şunu
hatırlatmak istiyorum: Altın bir kez çıkarılır.
Çanakkalenin Çan ilçesindeki Grup suları, Çan ilçesinin doksan tane
çeşme suları, içme suları ve bölgenin, Bayramiçin ve diğer
yöredeki insanların kullandığı içme suları
Kazdağı havzasının sulama bölgelerindedir. Burada
altın genelde madencilerin de bildiği gibi sulak araziler,
suların olduğu bölgelerde çıkarılır. Bir başka
deyişle bu su havzalarıyla oynandığında bölge susuz kalacaktır.
Bir başka deyişle Altının üstü mü değerli altı
mı değerli? lafının altında şu yatar: Oradaki
tarım ürünleri, meyve ürünleri, Kazdağının endemik
yapılarından bahsetmiyorum ama oradaki kestanesi de dâhil olmak üzere
yıllık geliri 8 milyar dolardır. Net rakam, bilimsel rakam. 2
kez uluslararası konferans, 2 kez de bu konferans içerisinde bilim
adamlarının, çevre belediye başkanlarının
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz katkınız için.
Sayın
Özel
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) Sayın Başkan, benim mesleğim eczacılık.
İktidar partisinin grubundaki sayın 9 meslektaşım da
eczacı olan diğer meslektaşlarım da çok iyi bilirler ki
ilaçla zehir arasındaki tek fark dozdur. Her ilacın uygun dozu tedavi
edici olurken fazla miktarı zehirdir ancak düşülmemesi gereken en
büyük hata, zehirlerin düşük dozlarının zararlı
olmadığı kanısıdır yani bu önermenin
karşıt tersi doğru değildir.
Bu yüzden,
zehrin az miktarının da çok miktarının da zehirli
olduğunu, Sayın Milletvekilinin ifadesindeki dozun, örneğin tuzu
düşünün, Azı karar, çoğu zarar. ifadesiyle siyanürün
özdeşleştirilmesinin son derece fahiş bir hata olduğunun
mutlaka tutanaklara geçmesi gerekmektedir. Siyanürün az miktarı da birikme
yaparak insan sağlığına son derece zarar veren, doğa,
insan ve hayvan sağlığı açısından son derece
tehlikeli bir zehirdir.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz.
Sayın
Ağbaba
VELİ
AĞBABA (Malatya) Sayın Başkan, şükürler olsun Malatyada
altın olmadığı için altınları satamıyorlar
ancak Malatyada bir başka şeyi satıyorlar, Malatyada ne kadar
dağ varsa dağları satıyorlar.
Malatyanın,
600 bin kişinin içme suyu kaynağı olan Gündüzbeydeki kaptajda
bir taş ocağı açılmış. Yine, Atalar köyünde,
Kırlangıç köyünde, Kelhalil köyünde, Dedeyazı köyünde,
Beydağı beldesinde Malatyanın bütün dağları taş
ocakları için satılıyor.
Ayrıca,
Ören ve yöresindeki bütün meralar, çiftçiler, hayvancılık yok edilme
pahasına satıldı. Bu son dönemlerde satılmayan bir tek yer
kalmadı. Malatyanın dağları satıldı ve
yaranarak, peşkeş çekilerek satılmaya devam ediyor.
Bunların önünde Dur denilmesini istiyoruz.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz.
Sayın
Külünk
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
16.- İstanbul
Milletvekili Metin Külünkün, Süveyş Kanalının
açılış yıl dönümüne ilişkin açıklaması
METİN
KÜLÜNK (İstanbul) Sayın Başkan, bugün Süveyş
Kanalının açılış yıl dönümü. Doğu Akdeniz son yıllarda gündemin sıcak
konularından birisi durumuna yükselmiştir. Antik Çağdan bugüne
dünya ticaretinin kilit su yollarından birisi olan Doğu Akdeniz,
Asyayla Batı dünyasını birbirine bağlamasının
yanı sıra enerji rezervlerinin hemen yanı başında ve
üstünde olmasıyla jeostratejik ve ekopolitik çerçevede önemi haizdir.
Osmanlı tarafından planlanan ancak tamamlanması
İngilizlerce gerçekleştirilen Süveyş Kanalının 16
Kasım 1869 tarihindeki açılışı Doğu Akdenizin az
önce saydığımız konumunu güçlendirmiş ve elbette bu
bölgedeki küresel rekabeti sertleştirmiştir. Türkiyenin Doğu
Akdeniz üstündeki hakları saklıdır ve uluslararası hukukun
kendisine sunduğu tüm hakları Doğu Akdenizde sefer
serbestiyetini sağlamak başta olmak üzere kullanmaya
hazırdır. Çin ve Hindistan gibi süper güçlerin hızla
yükseldiği bu yüzyılda petrol, doğal gaz gibi
(AK PARTİ,
CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz.
Sayın Soydan, buyurun.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
3.- (10/20) esas
numaralı, Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar
hakkındaki Meclis Araştırması Önergesinin ön
görüşmesinin, Genel Kurulun 16/11/2011 Çarşamba günkü
birleşiminde yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
MUSTAFA SERDAR SOYDAN (Çanakkale) Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; şimdi, Kazdağları gündeme
geldi. Önce şunu ifade etmek istiyorum: Hepimizin siyasi bir kimliği
var. Hepimiz siyasi düşüncemizden dolayı buradayız. Hepimiz
siyasi partimizden dolayı buradayız ama bazı konular vardır
ki siyasetin dışındadır, siyaseti de aşar. Bu konu
insani bir konudur, bu siyasi bir konu değildir çok değerli
arkadaşlar. Bu bir ülkenin geleceğidir.
Biz, Kazdağlarını kurtarmaya çalışıyoruz.
Yapılan yanlışları söyledik, siz yanlış
yapıyorsunuz demedik. Ama ben Sevgili Mehmet Danişin de bu konuya
sahip çıkmasını isterdim, bunun için de çok çok üzüldüm. O
araştırma raporunun arkasına sığınmayalım
çünkü 2008 yılında Kazdağları delinmemişti. Şimdi
Söğütalan köyünde sular bulanık akıyor, Gökçeada Marmaros Şelalesi
bulanık akıyor Sevgili Mehmet Daniş. Senin köyün neredeyse
zehirli su içecek. Yani bunlar
Günlük müdahalelerle bu iş düzelmez
arkadaşlar. Müdahaleyle bir suyu düzelttiniz ama bayram günü insanlar bir
köyde taşıma suyla bayram geçirdi değerli arkadaşlar.
Burayı, tekrar ifade ediyorum, bu siyasi bir konu değildir, bu insani
bir
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) Sayın Başkanım
BAŞKAN Buyurun Sayın Daniş.
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) Sayın Başkanım,
arkadaşım, malumunuz yani konuşması içerisinde her cümlede
ismimden bahsetti. Müsaade ederseniz, iki dakikada buna cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN Yerinizden sisteme girerseniz lütfen, yanlış
anlaşmayı düzeltecek bir açıklama size vereceğim.
Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
6.- Çanakkale Milletvekili
Mehmet Danişin, Çanakkale Milletvekili Mustafa Serdar Soydanın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) Şimdi, Başkanım,
arkadaşlarım, hem Sayın Özensoy da kimya mühendisi olduğunu
ifade etti, eczacı arkadaşım da
Bakın, 400 bin ton burada kullanılacak. deniyor. Ben diyorum
ki Türkiyede -şu anda 300 bin ton siyanür giriyor- yüzde 1inin
madencilikte kullanıldığı ifade ediliyor. Buyurun, bunu
beraberce yorumlayalım.
Sayın Soydan arkadaşım da bu konuya bizim sahip
çıkmamızı ifade ederken
Bakın, o Bayramiçteki,
Kazdağlarındaki bütün köylere, bu aramaların
yapıldığı, hassasiyetin meydana geldiği bütün köylere
bizzat gitmişim. Bunun ötesinde, 2007 yılında bölgede çok büyük
bir toplantı yapmışız. Bütün tarafların
katılabildiği, belediye başkanlarının, sivil toplum
örgütlerinin, Bergamadan dahi gelen sivil toplum örgütlerinin,
akademisyenlerinin katıldığı ve altın arama ve
işletmenin tartışıldığı bir toplantı
yapmışız. Biz, yine bunları yapabiliriz.
İddia ettiğim şey şudur: Gelin, bunları
akademik çevrelerle, bilim çevreleriyle konuşalım ve
insanımızın
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Daniş.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
3.- (10/20) esas numaralı,
Kazdağlarında yaşanan çevresel sorunlar hakkındaki Meclis
Araştırması Önergesinin ön görüşmesinin, Genel Kurulun
16/11/2011 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN Oylamaya sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, bir saat ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.54
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.03
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul), Fatih ŞAHİN (Ankara)
------ 0 ------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 19uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Şimdi gündemin Seçim kısmına geçiyoruz.
IX.- SEÇİMLER
A) Komisyonlarda
Açık Bulunan Üyeliklere Seçim
1.- Millî Savunma
ve AB Uyum Komisyonlarında
açık bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN Millî Savunma Komisyonunda boş bulunan
ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Malatya
Milletvekili Ömer Faruk Öz aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Şimdi de AB Uyum Komisyonunda boş bulunan ve
Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu aday gösterilmiştir.
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) Sayın
Başkan, usul tartışması istiyorum çünkü bakın,
Sayın Başkanım, dünyanın hiçbir ülkesinin hukukunda
ihtiyati tedbir dolayısıyla herhangi bir dava sonucu istenemez, karar
alınamaz. Şu anda kesinleşen bir karar olmamasına rağmen
burada karar alıyorsunuz. Beni ilgilendiriyor, onun için söz istiyorum
veya da usul tartışması açarsınız.
BAŞKAN Şimdi, usul tartışması
açmayı uygun görmüyorum böyle bir konuda. Size yerinizden açıklama
yapmak üzere söz verebilirim bu konudaki itirazınızın ne
olduğunu anlamak için.
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) Peki, tamam.
BAŞKAN Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
17.- Antalya
Milletvekili Yusuf Ziya İrbeçin, hakkındaki disiplin
takibatının sürdüğüne ve hâlen Milliyetçi Hareket Partisinin
üyesi olduğuna bu nedenle AB Uyum Komisyonu üyeliğinin devam
ettiğine ve bu komisyona seçim yapılamayacağına
ilişkin açıklaması
YUSUF ZİYA İRBEÇ (Antalya) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 22nci maddesine göre, bir milletvekilinin siyasi
partisiyle üyelik bağının sona ermesi hâlinde yerine başka
biri seçilebilir ancak üyelik bağının nasıl sona
ereceği İç Tüzükte yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü Siyasi Partiler Tüzüğüne yollama yapar. Milliyetçi
Hareket Partisi Siyasi Partiler Tüzüğünün 81inci maddesinin birinci
fıkrası ise Bir milletvekilinin kesin çıkarma -dikkat edin
Sayın Başkan- isteği ile Disiplin Kuruluna tedbirli sevki
hâlinde partideki görevinden uzaklaştırılır. diyor. Bu ifade
bir milletvekilinin parti içindeki görevinden uzaklaştırma
şeklinde bir nitelemedir. Uzaklaştırmanın anlamı ise
süreklilik ve kesinlik değildir. Uzaklaştırma, milletvekilinin
partisiyle kesin ilişkisinin ve özlük haklarının kesilmesi demek
değildir, askıya almak demektir. Kişinin partiye
bağlılığı hukuken devam eder ama partideki genel
sekreter, genel başkan yardımcısı, MYK üyesi gibi
sıfat ve yetkilerini kullanması durdurulabilir, kısıtlanabilir.
Disiplin kuruluna tedbirli sevkin anlamı bir yoruma açık da
değildir. Tedbir, doğrudan talep sonucunu getirmez, sadece mevcudun
korunması ve değiştirilmemesi anlamındadır. Bu durumda
konu, parti içindeki MYK üyeliği gibi idari görevlerin askıya
alınmasından ibarettir. Milletvekilinin parti idaresindeki görev
kısıtlılığı ise Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
yasama görevini etkilemez. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki komisyon
üyeliği de doğrudan yasama faaliyetidir.
Şu hâlde, benim, partimle devam eden özlük hakkım ve hukuki
bağım Parti Disiplin Kuruluna tedbirli sevke rağmen sürmektedir.
Zira, parti grubu resmen üyesi olamayan bir milletvekili hakkında disiplin
soruşturması yürütemez. Ben bu partinin resmen şu anda üyesiyim
dolayısıyla disiplin takibatı devam eden bir milletvekiline,
başka bir ifadeyle siyasi partisiyle hukuken ilişkisi kesilmeyen bir
milletvekiline Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 22nci
maddesinin veya 3620 sayılı Yasanın 3üncü maddesinin
uygulanması söz konusu olamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Yasanın dış görevle ilgili üyeliğin sona
ermesini düzenleyen 3üncü maddesi
mensubu olduğu siyasi partiyle üyelik
bağı sona eren milletvekili
tabirini kullanmaktadır. Bir milletvekilinin
partisiyle üyeliği ya kabul görmüş istifasıyla olur -ben istifa
etmedim- veya kesinleşmiş ihracıyla olur. Bunun ikisi de mümkün
değil.
Onun için, Sayın Başkan, şu anda burada işari oylama
bile olsa bu konu oylanamaz, bu konu gündeme gelemez.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın İrbeç, bu konudaki itirazınızı
dinledik.
Antalya Milletvekili Yusuf Ziya İrbeç Milliyetçi Hareket Partisi
Grubundan Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyesi iken Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkanlığının Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verdiği 27/10/2011 tarihli
yazısı ile ilgili Milletvekili hakkında tedbirli olarak disiplin
takibatı yürütüldüğü ve takibat sona erinceye kadar Milliyetçi
Hareket Partisi Grubuyla bir ilişkisinin kalmadığı
bildirilmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun ilgili yazısı üzerine,
Başkanlık tarafından 2/11/2011 tarihinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubuna yazılan yazı ile Antalya Milletvekili Yusuf Ziya
İrbeçin Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyeliğinin Grubun
27/10/2011 tarihli yazısıyla sona erdiği belirtilerek yeni bir
adayın belirlenmesi istenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
Başkanlığa yazdığı 10/11/2011 tarihli
yazısı ile Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna Grupları
adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun aday
gösterildiği bildirilmiştir.
Bu çerçeve içinde ve bu süreç içinde Yusuf Ziya İrbeçin Milliyetçi
Hareket Partisi Grubuyla takibat sona erinceye kadar ilişkisinin
kalmaması nedeniyle, Başkanlığımızca Avrupa
Birliği Uyum Komisyonuna üyelik için Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan
aday istenmesi ve seçiminde İç Tüzük ve geçmiş Başkanlık
uygulamaları dikkate alındığında bir
aykırılık bulunmamaktadır.
IX.- SEÇİMLER
(Devam)
A) Komisyonlarda
Açık Bulunan Üyeliklere Seçim (Devam)
1.- Millî Savunma
ve AB Uyum Komisyonlarında
açık bulunan üyeliklere seçim (Devam)
Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulunun adaylığını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Şimdi, alınan karar gereğince gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle
Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlıyoruz.
X.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/330) (S. Sayısı: 41) (x)
BAŞKAN Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 41 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına İzmir Milletvekili Aytun Çıray söz istemiştir.
Buyurunuz Sayın Çıray. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYTUN ÇIRAY (İzmir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 41 sayılı Kanun Tasarısı
hakkında konuşacağım.
Değerli milletvekilleri, AKPnin en çok hedef aldığı
ve küçümseyerek eleştirdiği kurumlardan bir tanesi
Dışişleri Bakanlığı ve yine küçümseyerek
eleştirdiği politikalardan biri geçmişte dış
politikalardır. AKPlilere göre Türk dış politikasını
tanımlayan kavram yabancılaşmadır, Yurtta sulh, cihanda
sulh. ibaresi ise bu yabancılaşmanın bir ifadesidir. Yine,
AKPye göre pasif, kişiliksiz, tarihsel köklerinden ve derinliğinden
kopuk bir dış politika anlayışı Türkiyeyi ait
olduğu tarihsel ve kültürel bağlarından
koparmıştır, bu da özellikle Türkiye'nin İslam
dünyasından dışlanmasına yol açmıştır.
AKPnin çekirdek kadrosu böyle düşünüyor.
Sonuç olarak, AKP İktidarının, cumhuriyetin
başından beri uygulanmakta olan Türk dış
politikasının genel istikametine karşı olduğu, bu
politikaları kişiliksiz, Dışişleri bürokrasisini ise
insanımıza yabancılaşmış unsurlar olarak
gördükleri herkeslerin malumudur. Nitekim, Sayın Başbakanın 2009
yılında Sivasta yaptığı bir konuşmada,
izledikleri dış politikayı eleştiren diplomat kökenli
bazı siyasetçileri Monşer geldiler, monşer gidiyorlar. diye
suçlaması bu zihniyetin açık bir tezahürüdür. Hâlbuki cahilce olmasa
bile ön yargılı bir bakış açısını
yansıtır bu çünkü hiçbir ülkenin dış politikası mutlak
sabitlere dayanmaz. Uluslararası gelişmeler ve dengeler
geliştiği anda ülkeler de dış politikalarını
gözden geçirmek ve günün ihtiyaçlarına, gereklerine göre ve en önemlisi
kendi vatandaşlarının genel çıkarlarına göre ayarlamak
zorundadır.
Dış politikada sadece güç
değişimlerinin değil, küresel iktisadi ve sosyokültürel
dinamiklerdeki kalıcı görünen değişimlerin de dikkate
alınması zorunludur. Türk dış politikasını AKPden
önce yürüten iktidarlar böyle yapmışlardır. Dünyadaki
değişimleri her zaman dikkate almışlardır. Bu dikkatin
ölçüsü ise Türkiye'nin modernleşme çizgisini belirleyen kriterlerdir. Yani
daha önceki yönetimlerce dış politika partiler üstü bir
anlayışla ele alınmıştır. Ülkemizi güçlendirecek
dış politika ayarları hangi coğrafyada
yaşadığımızın bilinciyle
gerçekleştirilmiştir.
Burada sizlere dış politika
tarihine girecek değilim ama birtakım art niyetli cahillerin
faşist diye iftira atmaya çalıştıkları İsmet
Paşa sayesinde Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı
cehenneminden kendini nasıl koruduğunu, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında kurulan yeni dünyada kendine nasıl bir
yer bulduğunu hatırlatmak isterim. Yine, 80lerin sonlarından
itibaren Sovyet Blokunun çöküşüyle ortaya çıkan politik, ekonomik ve
kültürel fırsatları değerlendirmek için merhum Erdal İnönü,
Özal ve Süleyman Demirelin nasıl büyük bir çaba içine girdiklerini -Türk
dünyasında- yine sizlere hatırlatmak isterim. Bugün AKPnin
övündüğü dışa açılma politikalarının asıl
temelleri geçmiş dönemlerde, işte o zamanlarda
atılmıştır. Kısacası, Türk dış
politikası, cumhuriyetin kuruluşundan AKPnin iktidara gelişine
kadar, ülkemizin muasır medeniyetin itibarlı ve müreffeh bir üyesi
olma hedefine uygun olarak sürekli gözden geçirilmiş ve
yenilenmiştir. Ancak şimdi Sayın Başbakan, medyada
kurduğu zorbaca hâkimiyetin etkisiyle, kendisinden önceki Türk
dış politikasının statüko bataklığına
saplandığı izlenimini yaratmaya çalışmaktadır.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) 70 sente
muhtaçtınız.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Bu, sadece cahilliğin değil, kibirli
bir zihniyetin yaygarasından ibarettir. İşin acı yanı,
tamamen ideolojik bir mahiyet taşıyan bu kibirli zihniyetin güya
yenilikçi dış politikası tam bir fiyaskoya dönüşmüştür.
Bu ülke çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan bir
muhalefet partisi olarak, kendine stratejik bir derinlik vizyonu vehmeden bir
Dışişleri Bakanının takip ettiği
politikaların çökmesinden elbette memnuniyet duymayız çünkü
Sayın Bakanın stratejik derinlik vizyonunun aslında bir tür
İslamist neoittihatçılık idealinden başka bir şey
olmadığı anlaşıldığı anda büyük bir
bedeli de ödemiş olacağız. Sadece millî muhalefet görevimizin
sorumluluğuyla sizleri uyarıyoruz: Türkiye, görüşü ideolojik
saplantılarla bulanıklaşmış bir
Dışişleri Bakanının aslında kof bir retorikten
başka bir şey olmayan vizyonuyla çok tehlikeli bir belirsizliğe
doğru koşar adım gidiyor.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) IMFye borcumuz ne
kadardı, onu söyle.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Ne yazık ki Sayın Bakanın ve
dolayısıyla Sayın Başbakanın stratejik vizyonu,
İsraille oya tahvil edilen, şova dayalı ama bedeli de
İsraile bir türlü ödetilemeyen efelenmelerinin sonucunda 9
vatandaşımızın hayatına mal olarak Doğu
Akdenizde sulara gömülmüştür. Bu yetmedi, Piri Reis güya Doğu
Akdenizdeki petrol arama haklarımızı göstermek için
Kıbrıs açıklarına gönderildi ama her ne hikmetse
gösterişle seyre çıkarılan Piri Reis Kıbrıs Rum
Yönetimi üzerinde herhangi bir caydırıcı etki yaratmadı.
Bizim medyayı etkileyen Başbakanın meydan okumaları demek
ki Rumları etkilemiyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Piri Reisin öyle bir yeteneği de yok.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) İsrail deneyiminden biliyorlar ki,
Batılılar, Rumlar İsrail deneyiminden biliyorlar ki: Sayın
Başbakan meydan okur, döner döner yine meydan okur. O kadar.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) Siz olsanız ne
yapardınız?
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Biz
iktidar olduğumuzda öğreteceğiz size ne
yapacağımızı. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
Sonuçta Piri Reis Kıbrıs Limanında yedek parça
bulamazken Başbakan meydan okurken Rumlar İsraille ortak orada
petrol buldular. Siz Piri Reise yedek
parça bulamadınız. Bu, gerçekten trajikomik ama stratejik vizyon bu
kez de Kıbrısta bir meçhulün içinde kayboldu ve gitti.
Abarttığımı düşünebilirsiniz,
abartmıyoruz, az bile söylüyoruz. Hatta ülkemize ve insanımıza
duyduğumuz sorumluluktan ötürü karşı karşıya
getirildiğimiz çok keskin tehlikelere temas dahi etmiyoruz.
BÜLENT TURAN (İstanbul) Ankaradan çıkmayın, Ankarada
oturun!
AYTUN
ÇIRAY (Devamla) Ama bakın Komşularımızla sıfır
sorun. diyen ve üstelik bunu gerçekleştirdiği iddiasında olan
bir iktidar, Türkiyeyi komşularıyla seksen sekiz yıllık
tarihinde görülmemiş bir düşmanlığın içine
düşürmek üzeredir. Türkiye, dış ilişkilerini kirli oyunlar
ve tezgâhlar üzerine kuran bir ülke görünümünü almak üzeredir. Bu, cumhuriyet
tarihinde bir ilktir. Müslüman kanı dökülmesine sebep olacaksınız, sizi
uyarıyorum. Bugün gelinen noktada yüksek ahlaki ve demokratik
değerler adına Suriye yönetimine karşı Türkiyede
konuşlandırılmış silahlı muhaliflerin bir iç
savaşı ateşlemek üzere olduğu iddia ediliyor. Bunu sadece Cumhuriyet Halk Partisinin Hatay milletvekilleri söylemiyor,
uluslararası haber ajansları, Reuters bunları yazıp çizip
aktarıyor. Çok değil iki yıl önce Suriye yönetimiyle ortak
Bakanlar Kurulu toplayanlar, bugün stratejik bir bel hareketiyle Suriye
yönetimiyle tüm ilişkilerini kesiyorlar, Suriyeyi düşmanımız
ilan ediyorlar. Dışişleri Bakanına sordum, dedi ki
Suriyede demokrasi yok.
Şimdi, tabii ki devlet umuru görmüş insan olarak bazı
benzetmeler yapmak istemem ama Sayın Bakan eğer daha önce Suriyede
demokrasi var zannediyorsa bunu, bu anlayışı, bu cehaleti sizin
takdirinize bırakıyorum.
Şimdi, sanki AKPliler
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) Bir AK PARTİ
diyemedin.
AYTUN ÇIRAY (Devamla)
Sayın Başbakan Suriyeyle el ele, diz
dize otururken Suriyede demokrasi vardı. Aman Sayın Bakan, Allah
korusun sizin getireceğiniz demokrasiden. Mısıra, Libyaya,
Tunusa demokrasi getirdiniz ya, hâlleri ortada! Gelin siz başka ülkelere
demokrasi getirmeyi bırakın da Türkiyedeki otokratik, antidemokratik
tavrınızdan vazgeçin, önce Türkiyeye demokrasi getirin. (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) Tek parti döneminde
oldu o dediğiniz.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Anlıyorum, anlıyorum, Sayın Bakan
hizmetleri sonucunda Başbakan olmak istiyor, Sayın Erdoğandan
sonra Başbakan adayı, bunu anlıyorum ancak -kendisi burada yok
herhâlde- değerli milletvekilleri, dostlarına söylüyorum, kendisini
uyarın, bu yolla Başbakan filan olamaz.
HAMZA DAĞ (İzmir) Fasta
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Geçmiş olsun.
HAMZA DAĞ (İzmir) Hasta değil, Fasta.
AYTUN ÇIRAY
(Devamla) Sayın milletvekilleri, Türkiye, ne yazık ki
etrafında yarattığı düşmanlığın
ağır bedeliyle karşı karşıya kalmak üzere.
Yarın çok daha büyük bedeller ödemeyeceğimizi, Suriyede
yaşanacak, uyarıyorum, Suriyede yaşanacak çok kanlı
hesaplaşmaların ve bölünmelerin Türkiye'nin yakın
geleceğini çok kötü bir şekilde etkilemeyeceğini bu
Dışişleri Bakanı ve Başbakan acaba neye dayanarak
garanti edebilir bize? Neye dayanarak garanti edebilirsiniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) - Ankaradan çıkmayın, Ankarada
oturun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bunlar Amerikan menfaatini düşünüyor.
AYTUN ÇIRAY (Devamla) Bakın, sayın, değerli milletvekilleri,
eğer ülkenin sorunları bana laf atmakla çözülecek olsaydı hep
beraber konuşmanızdan büyük memnuniyet duyardım ama
savaştan söz eden bir siyasi iktidar var. Merhum Bülent Ecevit
savaşırken bile Barış harekâtı demişti.
Savaş, öyle devlet adamlarının ağzından kolay kolay
çıkacak bir laf değildir. Savaş lafı mermi gibidir,
çıktı mı ya yaparsınız ya bunu söylemezsiniz. O zaman
itibarınızı yok edersiniz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bakın değerli milletvekilleri, AKP politikalarının
bizi bekleyen çok daha kalıcı, çok daha kötü bir yanına
dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu kafayla giderseniz eğer gelecek
kuşakların alnına komplocu bir ülkenin vatandaşları
lekesini sürersiniz. Türk dış politikasında hiçbir zaman komplo
olmamıştır. Karşı karşıya bulunduğumuz
asıl tehlike budur.
Libyada yaşanan sözde devrimin öncesini hatırlayalım.
Hatırlamak ister misiniz? Bundan bir yıl önce Sayın
Başbakan, Kaddafiden barış ve insanlık ödülü almak üzere
Libyaya gitti. Demokrasi mi vardı Libyada? Sonra Libyaya
karşı Haçlılar tarafından malum operasyon
başlatıldı, Putin öyle diyor, Bu bir Haçlı operasyonudur.
diyor. Bunun üzerine Sayın Başbakan Libyaya yönelik muhtemel NATO
operasyonu konusunda Böyle saçmalık olur mu, NATOnun ne işi var
Libyada? dedi. Dedi mi? Demedi diyen yok, demiş demek ki. Bu lafı
söylediğinde Sayın Başbakan tarih 28 Şubat 2011di ve
birden değiştir şarkıyı denilen Sayın
Erdoğan aynen değiştir yarışmacısı gibi çark
ediverdi. Putinin Orta Çağdaki Haçlı seferlerine benzettiği
operasyona katılma kararı aldı. Bu defa da NATO,
Libyanın Libyalılara ait olduğunu göstermek için Libyaya
girmelidir. dedi. Bu lafı söylediği zaman tarih 21 Mart 2011di.
Arada kaç gün var? Yirmi gün. Ne vizyon ama ne büyük vizyon, kutluyorum! (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, sonrasını biliyorsunuz. Her insan gibi adil
yargılanma hakkına sahip olan Kaddafi, sözde bir mahkemeye bile
çıkartılmadan linç edildi. Diktatörlüğünü, tuhaflıklarını
hiçbir zaman onaylamadığım Kaddafiye uygulanan vahşet
karşısında vicdanım sızladı ve bu adam ölmeden
önce aynı Esad gibi, Esadın şimdi söylediği gibi, Sayın
Erdoğandan duyduğu hayal kırıklığından söz
etti, son sözleri buydu.
Kaddafinin
yaşadığı ibret verici bu hayal
kırıklığı beni bu kadar ilgilendirmiyor, beni
Sayın Davutun stratejik masallarının bize ödeteceği
bedellerin utancı ve acısı daha çok ilgilendiriyor.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Çok ilgilendiriyor, çok!
AYTUN
ÇIRAY (Devamla) - Biz, stratejik derinlik vizyonunun aslında bir derin stratejik aldatma olduğunu
biliyoruz da endişemiz bu stratejik vizyonun hepimizi lekeleyecek
stratejik bir ahlaksızlık politikasına dönüşmesidir. Bu
ihtimal gerçekleştiği takdirde, gelecek kuşakların alnına
bu lekeyi sürenleri milletimiz asla affetmeyecektir.
Sözde, Müslüman
ülkelerine örnek olunacaktı. Buradan Müslüman ülkelerine ahkâmlar kesildi,
akıllar verildi. Şimdi Mısırda askerî rejim, Tunusta
bambaşka bir rejim. Libyada da ilan ettiler, antidemokratik, otoriter bir
rejim kuruldu. Allah sizin örneğinizden korusun demek lazım bu
Müslümanları, korusun demek lazım.
BÜLENT
TURAN (İstanbul) Sizin tek parti döneminiz gibi.
AYTUN
ÇIRAY (Devamla) - Bu ihtimaller gerçekleştiği takdirde, gelecek
kuşakların alnına bu lekeyi sürenleri milletimiz asla
affetmeyecektir.
Son
olarak, Başbakana ve AKP politikalarına haksızlık etmemek
için başarılarınızdan da söz etmeliyim, adil olmalıyız. Üç büyük dış politika
başarısından ilki İsrailin yıllarca
başaramadığını başarmış
olmanızdır. Gazze kuşatmasının Birleşmiş
Milletlerce meşruiyetinin sağlanmasına siz yol
açtınız. Savunduğunuz Gazzeyi Birleşmiş Milletlerde
bu hâle siz düşürdünüz. Bu yüzden İsrail sizden duacıdır.
İkincisi ise uyguladığınız Kıbrıs
politikaları ile Müslüman Mısırın da
katkılarıyla, bugünkü yönetimin de katkılarıyla,
Rumların ve İsrailin ortak olarak doğal gaz
ortaklığını sağladınız ki Rumlar da bu
konuda size duacı.
Son olarak Arap dünyasına dönük uyguladığınız
politikalarla Kıvanç Tatlıtuğa ve oynadığı
diziye iyi para kazandırdınız.
Hepinize saygılar sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Çıray.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili
Süleyman Nevzat Korkmaz.
Buyurunuz Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Deniz taşımacılığının ayrı bir
öneme sahip olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Denizcilik
sektöründe gerçekleştirilecek olan tüm faaliyetlerin belirli kurallara
bağlanarak düzene sokulması ve denetim altında tutulması
kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu kapsamda ülkeler deniz
imkânlarını kullanmak ve sürdürülebilir çevreyi korumak için
Uluslararası Denizcilik Örgütünün yönlendirmesi ile birçok sözleşmeye
taraf olmuşlardır. Deniz taşımacılığı
faaliyetlerini düzene sokmak, birtakım riskleri azaltmak ve denizcilik
faaliyetlerini daha kolay kılmak amacıyla yapılmış
uluslararası denizcilik konvansiyonları sayesinde çeşitli
kurallar geliştirilmiş ve hükme bağlanmıştır.
Ülkemiz limanlarında son üç yıl içerisinde Romanya
Bayraklı gemiler hiç tutulmamışken ne yazık ki aynı
hassasiyeti Romanya Denizcilik İdaresi Türk Bayraklı gemilere
göstermemiştir ve son üç yıl içerisinde çok basit nedenlerle yedi
gemimizi tutarak Türk ticaret filosunun maddi ve manevi kaybına
sebep olmuşlardır. Bunun sonucu olarak Paris Memorandumunda Türk
bayraklı gemilerin yer aldığı beyaz listedeki yerini
kaybedebileceği ihtimali ortaya çıkmıştır.
Türkiye
ile Romanya arasında imzalanan denizcilik anlaşmasındaki
bahsettiğim sebepler ve anlaşma metninde yer alan belirsizlikler nedeniyle
tasarının bu hâline Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak
komisyondaki gibi karşı oy vereceğimizi bir kez daha ifade etmek
istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 1980li yıllardan sonra uluslararası kural ve
kaidelere göre yönlendirilen ve yönetilen denizcilik sektöründe
serbestleşmenin yolları aranmıştır. Memnuniyetle
belirtmeliyiz ki 2581 sayılı Kanun ile sektörel serbestleşmeyi
ilk başaran sektörlerden biri denizcilik olmuştur. Yaşanan bu süreçte
mevcut yapının eksikliklerini daha iyi tespit eden yetkililer ve
sektör temsilcileri, yaşanan değişimi planlamak, yönetmek ve
çağdaş yapılanmayı sağlamak için denizciliğin tek
bir çatı altında toplanması çalışmaları
yapmışlardır. Ne var ki bakanlık kurulması talebiyle
başlayan süreç, Başbakanlığa bağlı bir
müsteşarlık olarak, 1993 yılında yeni bir
teşkilatlanma ile sonuçlanmıştır.1993 yılından
2011 yılına kadar her hükûmet döneminde denizcilik
bakanlığı kurulması çağrıları dillendirilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, denizcilik, ülke yük taşımasının yaklaşık
yüzde 95inin yapıldığı ana sektördür ve doğal
otobandır, ucuz taşımacılığın da adresidir.
Denizlerimiz, kara suları ve münhasır ekonomik bölgesiyle denizin altı
ve üstü dâhil petrol, doğal gaz, madenler yönetimini de ihtiva eden
faaliyet alanına sahiptir. Aynı zamanda, kara
sınırından fazladır denize olan
sınırımız. Dolayısıyla, güvenlik ve seyir
güvenliği, deniz emniyeti, boğazlar ve denizdeki trafik
sorunları, denizdeki çevre kirliliğine müdahale etme gibi birçok
görevleri de içinde barındırmaktadır.
Dolayısıyla,
üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin denizciliğinin büyük bir
bakanlık içerisinde genel müdürlük seviyesinde temsilinin, bu alanda yer
alan sektör temsilcilerinin de gücünü ve etkisini azaltacağı
aşikârdır. Denizciliğin uluslararası özelliği gereğince bu yapının güçlendirilerek ayrı ayrı
ele alınması, ulaştırma, iletişim
başlıklarının sınırlarını
aşması dolayısıyla da ayrı değerlendirilmesi
gerekmektedir. Alan olarak çok ciddi bir katma değer yaratan sektörün
yönlendiricisinin Genel Müdürlük seviyesinde olması bu faaliyetlere
bakış açısındaki vizyon eksikliğini ortaya
koymaktadır.
Yüz binlerce insanın ekmek yediği denizcilik sektörünü güçlü
bir idare yapısına kavuşturmak yerine, ulusal ve
uluslararası alanda büyük bir tecrübe sahibi olan Denizcilik
Müsteşarlığını kapatarak Genel Müdürlük düzeyine
indirmek uluslararası camiada Türkiye'nin iddiasından vazgeçtiği
ve sektörde geri çekileceği görüntüsü vermiştir. Bu kabul edilemez
bir durumdur. Denizcilik Bakanlığı, inşallah, daha önce
sektöre vaat ettiğimiz üzere, Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında
kurulacak ve dünya denizciliğinde çıta yükseklere
taşınacaktır.
Sektörde yaşanan birçok sorun AKP hükûmetleri döneminde kangren
hâline gelmiştir. Bu sorunların çözümü gibi bir irade de gözükmemektedir.
Türk deniz yolu taşımacılığının yurt içi yük
taşımacılığındaki payının yüzde 3,6
gibi çok düşük değerlere düşmesi düşündürücüdür. Yine
ulusal ve uluslararası yük taşımacılığında
bazı önemli şehir limanlarımızın demir yolu
bağlantısının olmaması en önemli altyapı
eksikliklerinden bir tanesi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle Akdeniz bölgesinde bulunan
limanlarımız Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine ana denizcilik
hattından gelen yüklerin iletilmesinde aktarma-transit limanı
işlevi görebilecek konuma sahip iken bu konumunu yeterince
değerlendirememektedir. Avrupa Birliği tarafından
oluşturulan Trans-Avrupa ve Pan Avrupa ulaşım
koridorlarının Türkiye bağlantısı ve bu
koridorların doğuya uzatılması açısından Marmara
bölgesindeki limanların önemi büyüktür. Ancak konteyner trafiğinde
yüzde 76lık paya sahip olan özel limanların demir yolu
bağlantılarının bulunmaması, kombine
taşımacılığın maliyet avantajlarından
istifade edilememesine yol açmaktadır. Dünyada değişen ekonomik,
siyasi ve teknolojik gelişmelere paralel olarak deniz
taşımacılığı dökme
taşımacılıktan konteyner ve Ro-Ro
taşımacılığına doğru giderken bu
yarışta Asya ile Avrupa arasında bir köprü olan Türkiye'nin
geride kalması maalesef Hükûmetin
başarısızlığıdır.
Türkiye'nin uluslararası denizcilik platformlarında hak
ettiği yere gelebilmesi için dünya standartlarını ve teknolojik
gelişmeleri yakalamış limanlara sahip olması bir
zorunluluktur. Bu bağlamda deniz ticaret filosunun gençleştirilmesi,
gemi inşa ve yatçılığa hak ettiği önemin verilmesi
gibi gerçeklerin bir an evvel hayata geçirilmesi elzem olmuştur.
Belirsizliklerin yaşanmaya devam ettiği küresel krizin hem
makro hem de mikro düzeyde değişimlere, yeni yapılanmalara ve
yön değişikliğine yol açması kaçınılmazdır.
Ancak istikamet neresi olursa olsun rekabet kaldığı yerden tüm
hızıyla devam edecektir. Rekabet gücünü geliştirmeye yönelik
çalışmaların gündeme alınması ve bir an önce hayata
geçirilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bunların dışında bir
diğer sorun da gemi inşaat sektörünün yaşadığı
sıkıntılardır. Bağlı bulunduğu
Bakanlığın maalesef hak ettiği önemi vermediği gemi
inşa sektörü bu sahipsizlik ortamında 2008 küresel krizi sonrasında
batma noktasına gelmiştir ve yan sanayisiyle birlikte 100 binden
fazla insanımızın işsiz kaldığı bir
çıkmaza sürüklenmiştir. Ekonomideki yapısal sorunların
üstüne bir de AKP Hükûmetinin vurdumduymazlığı ve ekonomik
krizin neden olduğu finansal darboğaz eklenince gemi inşa
sektörünü içinden çıkılmaz bir duruma getirmiştir. Bu
gelişmeler gemi inşa yan sanayisini de etkilemiştir. Hem gemi
inşa sektörü hem de yan sanayisi önümüzdeki yıla önünü göremez bir
hâlde girmektedir, birçok kapanmalar yaşanmaktadır. Çünkü gemi
inşa sanayisinin çalışmadığı bir ortamda yan
sanayisinin de var olması mümkün değildir. Küresel krizden en
ağır darbeyi alan gemi inşa sanayisi Türkiyeden çok
dışarıya bağımlı bir sektördür ve
dolayısıyla dünyada yaşanan krizlerden en çok etkilenen
sektörlerden biri olduğu unutulmamalıdır, tedbirler buna göre alınmalıdır.
Öte yandan denizcilik sektörünün Avrupa Birliğine ülkesinden evvel
ilk giren sektör olduğunu da hatırımızdan
çıkarmamalıyız. Gemi inşa sektörü ticari olduğu kadar
stratejik önemi haizdir, çünkü Türkiye dünyada askerî gemi yapan az sayıda
ülkelerden biridir. İnşa ettiği askerî gemiler ve deniz
kuvvetlerimize verdiği diğer hizmetlerle ülke savunmasına
katkı sağlamaktadır. Bu nedenlerle gemi inşa sanayisinin
başarısı ve istikrarlı bir şekilde büyümesi,
inşa, bakım, onarım ve tadilat faaliyetlerinin kurumsal bir yapıda
ulusal ve uluslararası mevzuata uygun olarak yürütülmesi, Türkiye'nin
dünyadaki prestiji açısından da son derece önemlidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye gemi inşacı bir ülkedir
ve bu konuda küresel bir oyuncudur, kalitesi ve kapasitesi itibarıyla dünyaya
kendini kabul ettirmiştir. Sektörü büyük bir aile olarak kabul edersek,
ülkenin stratejik bir değeri olarak görürsek çözüme daha kolay
ulaşırız.
AKP Hükûmetinin çözüme yönelik tedbirler üretmemesi nedeniyle, küresel
krizin gemi inşa sektörüne negatif etkisinin 2012 yılı sonuna
kadar süreceği tahmin edilmektedir, sektörün kendisini toparlaması da
maalesef 2015 sonlarını bulacaktır.
Ülkemize doğrudan döviz sağlayan, Türk ekonomisinin lokomotifi
ve binlerce insanımıza istihdam sağlayan gemi inşa sektörünün
sorunlarının bir an önce masaya yatırılması hayati bir
önem kazanmıştır. Her tersane yaklaşık bin
kişiyle çalışmaktayken, bugün kapasite
kullanımının yüzde 5lere kadar düştüğü günlere
gelinmiştir. Sadece Tuzlada yaklaşık 150 bine yakın
insanımız işsiz kalmıştır, çünkü tersanede
çalışan bir kişi dışarıdaki 6 insana iş
vermektedir, o insanlar da işlerini kaybetmiştir.
Değerli milletvekilleri, yeni tersane alanları tahsisi
doğru bir karardır, bu doğru bir adımdır. Bu ülkede
hakikaten 127den daha fazla tersane olmalıdır, ancak kurulan
tersaneler asla desteksiz bırakılmamalı, Saldım
çayıra, Mevlam kayıra. denilmemelidir.
Bakın, bugün gelinen noktada bütün tersaneler, bütün denizciler
batma noktasına gelmişlerdir. Buradan Sayın Bakana sormak
lazım. Neden denizcileri borçlandırıp yalnız
bıraktınız? Kredi vermekle devletin görevi bitiyor mu?
Değerli milletvekilleri, denizcilik sektörü
sıkıntıya düştüğünde Kredi Garanti Fonu
oluşturuldu, yaklaşık 100 firma müracaat etti, ancak faydalanan
sadece 10 tersane ve 13 armatör firma. Kimdir bu firmalar? Müracaat edip de bu
fondan faydalanamayanların eksiklikleri nedir? Sayın Bakandan
açıklama bekliyor bütün sektör.
Ben sizlere arz edeyim değerli milletvekilleri: Bu fondan AKP
nezdinde kredibilitesi olanlar istifade etmiştir, olmayanlar
faydalanamamıştır. O zaman da şu soruyu sormak lazım:
Kurduğunuz bu fon kendi yandaşlarınız için miydi?
Kıymetli arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığı
özel tip gemiler inşa ettiriyor. Kime? Seçilmiş 4 veya 5 tersaneye.
Bir tersaneye 5 gemi yaptırmak yerine her tersaneye bir gemi
yaptırmak ve onları da ayakta tutmak daha doğru olmaz
mıydı? Türkiyedeki her tersane ve yat imalatı yapan firma tüm
dünyada beğeni toplarken bu dağılımı neden
yapmıyorsunuz?
Milliyetçi Hareket Partisi olarak denizciliği eskisi gibi daimî
istihdam alanı olarak görmek istiyoruz. İstihdam yaratacak her
çalışmaya destek olacağımızı beyan ediyoruz çünkü
ülkemizin ve insanımızın buna ihtiyacı var.
Türkiyede yüzde 90 oranında tersaneler boş iken, Türk
armatörleri dünya tersanelerine sipariş vermeye devam etmektedirler. Bu
gemileri Türkiyede yapmak mümkündür ancak bunun altyapısını
oluşturmak lazımdır ve bu sorumluluk da öncelikli olarak
Hükûmetindir yani Çini, Japonyası, 50 bin dead weight tonluk gemi
yapabiliyor da biz neden yapmayalım? Hükûmet destek ve teşvikleri
oluşturduğunda, bu gemiler ülkemizde yapılabilir. 1980li
yıllarda 450 civarındaki Türk Bayraklı gemiyle Akdeniz âdeta bir
Türk gölü gibiydi. Bugün bu koster sayısı 40 ila 50 kadardır.
Bugün cezalandırdığınız armatörler bu gemilerle
denizlerde Türk Bayrağını dalgalandırmaya devam
etmektedirler. Koster filosu yenilenmelidir, yeni teşvikler mutlaka
getirilmelidir.
AKP Hükûmeti ihracatımızın arttığını
söylüyor; oysaki 1 dolarlık ihracat için 82 sent ithalat
yapıyorsunuz. Bu durumda gerçek ihracatınız kıymetli
arkadaşlar, 18 senttir. Yapılan bu ihracat da yabancı bayraklı
gemilerle taşınınca, bu kazanç da yabancı armatörlere
navlun olarak ödenmektedir. Peki, bu durumda kazancımız nedir? Türk
gemi taşımacılığının deniz
taşımacılığındaki oranlarını mutlaka
yükseltmek mecburiyetindeyiz.
Bu söylediklerimi klasik bir muhalefet anlayışıyla
dillendirdiğimi düşünmeyin. İçinizde veya
yakınınızda denizciler vardır, onlara da sorarsanız,
bu söylediklerimizden farklı bir şey duymayacaksınız.
Bugün tersane bölgeleri ve denizler maalesef terk edilmiş
şehirler hâline gelmiştir. Bunun da vebali AKP Hükûmetine aittir.
Unutulmamalıdır ki, denize sırtını dönen ülkeler hep
kan kaybetmişlerdir, hep zayıflamışlardır. Denizin
bereketini terk etmek doğru olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, insanlar denizcilik
bakanlığı beklerken, hiçbir sivil toplum kuruluşunun
görüşü alınmadan denizciliği genel müdürlük düzeyine indirmek
yanlış olmuştur. Bu yanlıştan mutlaka geri
dönülmelidir. Ancak ne söylersek söyleyelim, üzülerek belirtmeliyim ki,
denizcilik sektörünün tüm temsilcileri Sayın Bakandan umudunu
kesmiştir.
Ülkemizin denizden temin ettiği bereketin artması dileklerimle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın Kaplan.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 41 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabii, bu teknik sözleşmelerde zaman zaman hep deriz: Bürokratlar bunları hazırlıyor.
ama meraklısı, şöyle bir içeriğine baktığı
zaman, içinde, teknik olarak gözden kaçan çok ciddi hatalar olduğunu da
görebiliyor.
Tabii, Romanyanın Türkiye
açısından önemi üzerinde fazla durmak istemiyorum. Osmanlı döneminde
uzun yıllar birlikte yaşanılan bir ortak yaşamdan,
1877lerde bağımsız bir devlete, 47de de cumhuriyete evrilmenin
ötesinde, şu an, 15 bin, Türkiyedeki şirketin
çalıştığı bir Romanyayla karşı karşıyayız
ve Karadenizden, Tuna deltasından ulaşımın
yapıldığı, devasa bir ulaşımın
yapıldığı ve Boğazlardan geçişin, gidip
gelişin olduğu bir Romanya söz konusu.
Petrol haritalarında Azerbaycandan,
Azerbaycan havzasından paralel olarak Bulgaristan, Romanyaya kadar bir
petrol havzası olayından bahsediyor haritalar. Ki bu, Osmanlı döneminde,
Sultan Abdülhamit dönemindeki haritalarda da şimdi yapılan uydu
tarama haritalarında da çok ciddi bir, doğal gaz, petrol
-denizaltı ve karasal olarak- bulunduğunun tespiti var.
Şimdi, buradan
baktığımız zaman, Tuna Nehri gibi ulaşım
deltasından birçok ülkeden gelen gemilerin Türkiyeye giriş
yaptığı görülür ve bir kanal gibidir genellikle bu gemi seyri
yapılan yer ve Türkiyeden geçişleri sağlanır.
Şimdi, burada denizcilikle ilgili bir
sözleşme yapıldığı zaman şuna bakıyoruz:
Tabii ki birçok ilişkimiz var Romanyayla. Ticaretin geliştirilmesi,
doğru. Adam, gemi adamı belgeleri, gemi sicili konusu -o teknik bir
konu- doğru. Çevrenin korunması, doğru. Uluslararası
platformlarda iş birliği, doğru. Gemi inşa, bakım,
onarım ve diğer alanlarda iş birliği sağlanması.
Şimdi, burada, bunu okuduktan sonra, eğer -bütün milletvekili
arkadaşların önüne geliyor bunlar, ofislerine- şöyle bir çevirip
hemen maddelerine baksalar şöyle bir şeyle
karşılaşırlar; şimdi, bu sözleşme neyi
kapsamıyor arkadaşlar, bunu size okuyayım: Savaş gemileri
ve askerî amaçlı kullanılan yardımcı gemileri,
balıkçı gemilerini, hidrografik, oşinografik ve bilimsel
araştırma yapan gemileri, münhasıran idari ve devlet hizmeti
veren gemileri, tehlikeli atık taşıyan gemileri, nükleer
gemileri, ticaretle ilişkisi olmayan eğlence gemilerini, ticari
amaçlar dışında kullanılan gemileri. Peki, ne giriyor
şimdi bunun kapsamına bir değerlendirme yaparsak
arkadaşlar? Mavnalarla şilepler kaldı geriye değil mi? Bu
nasıl deniz ticaret anlaşması şimdi söyler misiniz?
Mavnayla şilep için bu kadar sözleşme yapmaya gerek var mı
Sayın Komisyon Başkanı? Ne kaldı geriye? Mavnaları bir
römork çekiyor, zaten gerek de yok. Tuna deltasından gelen gemiler bir
kanalla, motoru durduruyorlar akıyorlar, doğru İstanbula geliyorlar,
o kadar rahat. Şimdi, şilepler de geliyor. Şimdi, Romanyadan
çıktı Tuna deltasından geldi gemi, Beğendikte
balıkçı barınağı var gemi sığmaz,
İğneada Limanına hiç sığmaz açıklarında
durur fırtına olunca, Kıyıköyde zaten hiç duramaz,
Karaburunda da duramaz, boğaza geldiği zaman da Fener Limanı
var, orada da durma imkânı yok, açıklarda duruyor, kala kala
Marmarada durabileceği bir alanı var.
Şimdi, buradaki sözleşmede, bu
sözleşmede bu kadar unsuru siz kapsam dışı
bıraktığınız zaman geriye ne kalıyor? Hakikaten
kimin şilebi var -şimdi merak etmeye başladım- kimin
mavnası var? Çünkü bunca büyük gemiyi kapsamıyorsa bu sözleşme
burada bir sorun var.
Şimdi, bir şey daha: Gemi
derken tanımlanıyor Gemi siciline kaydedilmiş, devlet
mevzuatına uygun gemi bayrağı taşıyan
Bu da çok
enteresan bir olay; Romanyadaki sicil ile Türkiyedeki sicilin yanında
Romanya ve Türkiye gemilerinin çoğunun da başka sicillere
bağlı olduğunu biliyor muyuz? Örneğin Maltaya
bağlı olduğunu. Şimdi, enteresan bir durumla daha
karşı karşıyayız. Tamam, buradan elimizi
kaldırır, oyumuzu veririz.
Şimdi burada ilginç bir noktaya daha değinmek istiyorum.
Burada özellikle Romanya, Tuna Deltasının kirlenmesini, çevre
yapısını kapsam dışı bırakmış,
tekeline almış. Peki, Tunadan gelen gemilerin getirdikleri
atıklar, kurşun, kirlilik nereye akıyor? Karadenize. Karadeniz
kime komşu? Bulgaristan ve Türkiyeye komşu. Tuna Deltasından
akan bu ticari gemilerle gelen, tamam Romanyada denetleniyor ama hangi
deltadan dışarı veriliyor? Tuna Nehrinden veriliyor. Ee, demek
burada da Romanyanın yetkisi ilginç bir şekilde korunuyor.
Yine buradan Türkiye'nin çıkaracağı bir derse
değinmek istiyorum. Sene 1993 Romanyaya gitmiştim, o zaman daha yeni
Çavuşesku olayları yaşanmış, Romanyada bir rejim
dönüşümü var. O tarihlerde gittiğim, gördüğüm Romanya ile
şu an Avrupa Birliği üyesi olan Romanyadan bahsediyoruz. Son on
beş sene
Avrupa Birliğinin ilk on beş ülkesi Gümrük
Birliğine dâhil oldukları için Türkiye ile bir problem yok, çünkü
Türkiye de o zaman 1995te Gümrük Birliğine üye olmuştu. Ama bu son
on ülke, Avrupa Birliğine üye olduktan sonra Gümrük Birliği sürecine
girdiler. Şimdi, Türkiye ufak ufak problemler yaşıyor. Bu
sözleşme bu problemleri aşıyor mu? Aşmıyor
arkadaşlar. Yani Türkiye'nin on binin üstünde şirketi
Romanyadadır. Romanyadaki bu şirketlerimizin gemilerle
diyelim ki taşımacılık yaptığını,
iş yaptığını düşünün. Avrupa Birliği üyesi
bir ülke karşınızdadır, çifte vergi vermeye
başlarsınız. Buranın neresi, bu sözleşmelerin, sizin
işinize yarayacak? Bu da ciddi bir problem olarak
karşınızda duruyor.
Fakat
buna rağmen, benim, Romanyanın, bu geri kalmışlık
sürecinden ve gerçekten o yoksul hâlinden Avrupa Birliği sürecine
girdikten sonra hızla yaptığı ekonomik kalkınmadan
sonra takdir ettiğim bir yanı var. Bu yazılım
programları konusunda sıçrama yapan bir ülke ve 1 milyar euronun
üzerinde yazılım programlarına sahip olan bu ülkeyle keşke
yazılım alanında bir sözleşmemiz olsaydı.
Biliyorsunuz, dünyada Hindistan, sonra İrlanda yazılım
programları konusunda, yazılım endüstrisi konusunda son derece
gelişmiş ülkeler. Ben mesela Romanyanın katma değer
konusunda bu kadar başarılı olduğunu bu alanda, bu sözleşme
nedeniyle araştırma yaptıktan sonra öğrendim ve
şaşırdım gerçekten, muhteşem bir şey. Yani
Türkiyede bunlar yapılamıyor mu? Yani yapılabiliyorsa
karşılıklı ticari sözleşme kapsamında gemi
ticareti için de, yani gemiciliğin yazılımı denen olay
balıkçı gemilerinden koruma gemilerine, her alana o yazılım
endüstrisi niye bu sözleşmelerin içinde yok? Bunu da anlamış
değilim doğrusunu isterseniz.
Sayın
Bakanımız Müsteşardı, Denizcilik
Müsteşarıydı öncesi, gerçi bu konuları bilir fakat Millî
Savunma Bakanlığı
Tabii bu yeni bir sözleşme imzası,
yenilenmiş bir sözleşme. Burada, Türkiye'nin Avrupa Birliğine
girmesi durumunda 80 civarında parlamenteri olacak, değil mi
Sayın Başkanım?
VOLKAN
BOZKIR (İstanbul) 90.
HASİP
KAPLAN (Devamla) 90 mı? 90
Arkadaşlar, 90 parlamenter ne demek biliyor musunuz? Demin Avrupa
Birliği bütçesi görüşülüyordu. Egemen Bağış
oradaydı. Gittim, biraz dinledim, biraz da takıldım Sayın
Bağışa. Durumlar nasıl? İyidir. Putin İmza
tamam, benim için problem yok. diyor. dedim. Yani bu iş olsa, bir de 90
parlamenterimiz Avrupa Parlamentosunda olsa
90 parlamenteri Türkiyede
seçtiğimizi düşünün. Romanyanın 30 parlamenteri var. 30
parlamenter o, 90 Türkiyeden gidecek.
Avrupa Parlamentosunun filleri olarak tabir edilen Fransa, Almanya,
birkaç ülke var ve Türkiye'nin parlamenter sayısı onlardan fazla
olacak. Türkiye'nin Kafkaslar blokundaki ilişkilerinin iyi
geliştirilmesiyle böyle bir olayı
bağladığınız zaman, bir de özellikle Ermenistan,
Azerbaycan, Türki cumhuriyetlerin de bu Avrupa Birliği sürecine üyelik
için çalışmalarının devam ettiğini
Gerçi onları
yakın bir zamanda görmemekle birlikte
Yakın planda Türkiyeyle
yarışan ülkeler de var. Bunu iki noktada değerlendirmek
lazım. Avrupa Birliğinin ekonomi politikalarıyla -küresel kriz
sonrası seyriyle bu sözleşmelerin hepsi ekonomik politika- yeni
süreci denk düşürmek lazım. Denk düşürmediğiniz zaman,
imzalarsınız, iş yaptım zannedersiniz, aleyhinize döner ve
burada yaptığınız sözleşmeler, sigorta alanından
birçok yatırım alanına sadece üç beş kişiye veya
şirkete yarayan birer sözleşme durumuna geçer.
Doğrusu ben burada şaşkınım. Son derece eksik
bulduğum
Her tarafı -üç tarafı- denizlerle çevrili Türkiye'nin
Marmarası ve
Dünyada ender bir şekilde deniz sahasına sahip
olan Türkiye'nin yine bir deniz sahil şeridi olan Romanyayla bunu
imzalarken burada sadece Romanyanın işine yarayan nüvelerin öne
çıkarılması beni düşündürüyor. Yani ne
kazanacağız buradan? Gerçekten, boğazdan geçen otuz tane Romanya
bandıralı bayrak taşıyan gemiyle ticaret
yaptığınız zaman, bunca saydığımız gemi
bunun dışında kaldıktan sonra ne işe yarayacak?
Koskoca balıkçı gemilerini kapsamıyor. Balıkçılar, o
devasa büyük balıkçı gemileri ticaret alanına girmiyor mu?
Nükleer araştırma yapanlar girmiyor mu? Petrol araması yapacak
sismik gemiler girmiyor mu? Türkiye Sinopta sismik araştırma
biliyorsunuz Brezilyadan gelen büyük bir platformla. Yine Bulgaristanın
Kırklareli sınırlarında biliyorsunuz senelerdir, birkaç
senedir süren petrol aramaları var.
Peki, petrol hukukumuz çıktığı zaman ne olacak? Yani
bunu da anlamış değiliz, NABUCCOyu da anlamış
değiliz arkadaşlar. NABUCCO enerji hatlarının geçişi
hem Rusyadan hem Azerbaycandan. Yine Romanya üzeri öngörülüyor. Bu da yok bu
sözleşmede. Peki, borularla götürdük, NABUCCO Romanya üzeri Avrupaya
gitti. Bu da yok sözleşmede. Biz ne ticareti yapıyoruz. Şimdi,
orada nükleer santralleri zenginleştirip fazla elektrik satıyor
Romanya, Türkiye de deniz altından kabloyla bu elektriği Türkiyeye
taşıma gayreti içinde şu an. Bunun için de bu sözleşmeye
gerek yok. Yani bu kablo deniz altından döşenecek, bunun için buna
bir gerek var mı? Yani sanıyorum, burada Dışişleri
Komisyonu ile asıl ekonomiyi ilgilendiren ihtisas komisyonu arasında
bir kopukluk var arkadaşlar. Niye burada enerji ihtisas komisyonunu
atlamışsınız, görüşünü
almamışsınız, Plan ve Bütçe Komisyonuna gitmemiş, onun
düşüncesi alınmamış? Yani bunlar hakikaten niye
atlanmış? Bunu düşündüğümüz zaman şöyle bir durum
belki zor gelebilir: Yani çabuk sözleşme, çabuk yasa çıkarma
mantığıdır, yani Bunlara gidersek takılır.
eksiklikler
Yok, bunlar bürokratik iştir, arkadaşlar, teknik
iştir, biliyorsunuz, yani lüzumlu mevzuattır. deyip geçersek vallahi
doğru bir şey yapmış olmayız. Bu lüzumludur
dediğimiz bürokratik mevzuatların bazı vakalarda öyle önünüze
çıktığını görürsünüz Çernobil faciasından sonra
başınıza iş gelince. Niye? Şimdi, tekrar
döneceğim ve sözlerimi bitireceğim.
Bu anlaşma, arkadaşlar, tehlikeli atık taşıyan
gemileri kapsamıyor. Ne diyelim? İsteyen Karadenize
atığını atabilir. öyle mi diyelim? Bakın, ticari amaçlar
dışında kullanılan gemileri kapsamıyor. Hangi gemileri
kastediyoruz? Karadenizde gemilerin bazılarında balık üretimi
yapılıyor, biliyoruz, devasa bilmem kaç yüz tonluk gemiler var,
farklı üretim için kullanılan var ve en önemlisi savaş gemileri,
askerî amaçla kullanılan yardımcı gemiler, devletin idari ve
devlet hizmeti gemileri ve SOS veren nükleer gemileri kapsamıyor bu
sözleşme, nükleer gemileri de kapsamıyor. Yani nükleer
çalışma yapan bir gemi Köstenceden veya deltasından
Tunanın gelebilir, boğazdan geçebilir, gidebilir ve bu ticari bir
gemi olarak adlandırılmıyor. Artık, nükleer santralleri
gemilerde taşıyabilen ülkeler olduğunu biliyoruz.
Bu yönleriyle bu sözleşmelerin biraz daha titizlik
gerektirdiğini, daha incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani
Yetmez ama evet. de diyecek hâlimiz yok. Oylarınız yetiyor, sizler
çıkarın, sorumluluğuna katlanın. Onu değiştirmek
sonra o kadar kolay olmuyor. Hakikaten bu tür uluslararası
sözleşmeler onaya, kabule gidiyor, depo ediliyor ve belli bir
sıkıntısı var dış ilişkiler ve diplomasi
açısından. Ama kime yarıyor, vallahi Komisyon Başkanım
biliyorsunuz. Kimlerin gemileri var, gemicikleri var?
Allah selamet versin, hepinize kolay
gelsin.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına İstanbul Milletvekili Volkan Bozkır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bozkır.
AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN BOZKIR
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti İle Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı hakkında AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum.
Öncelikle, Romanyada dört sene
büyükelçilik yapmış bir kişi olarak bu anlaşmanın
onaylanması aşamasında burada konuşuyor olmaktan büyük bir
memnuniyet duyuyorum.
Dost ve müttefik ve Karadeniz üzerinden
komşumuz olan Romanya ile ilişkilerimizin
ulaştığı düzeyden gerçekten memnuniyet duymaktayız ve
ülkelerimiz arasında hazırlıkları devam etmekte olan bir
stratejik ortaklık bildirisinin de imzalanmasıyla dostluğa
dayanan, son derece önemli iş ilişkileri olan, ticaretimiz olan,
komşumuz olan Romanyayla bir başka boyuta da yakınlarda geçecek
olmamızın bu anlaşmanın burada görüşülmesiyle
aynı zamana tesadüf etmesini de önemli bir gelişme olarak
nitelendiriyorum.
Romanyayla bu anlaşmanın hangi
amaçlarla imzalandığı aslında gerekçede yer
almaktadır. Deniz ticaretinin geliştirilmesi, gemi ve gemi adamı
belgelerinin karşılıklı olarak tanınması, deniz
çevresinin korunması, denizcilikle ilgili uluslararası platformlarda
iş birliği, ekonomik ve ticari faaliyetlere ivme
kazandırılması, gemi inşası, bakım, onarım
ve diğer alanlarda iş birliği sağlanması, denizlerdeki
yasa dışı olaylarda iş birliğine gidilmesi, liman
hizmetleri ve kolaylıklarından karşılıklı
yararlanılması, deniz
taşımacılığını engelleyici tedbirlerden
kaçınılması.
2010 yılında ticaret hacmimizde
kaydedilen önemli artışla 6 milyar dolara ulaşmış bir
ticaret hacmine sahip olduğumuz bir ülkeyle Denizcilik
Anlaşmasının da, yürürlüğe girmesiyle birlikte, hem
ticaretimize hem dostluğumuza önemli katkılar
sağlayacağını düşünüyoruz. Bu anlaşmanın,
onaylanması hâlinde, Türkiyeye katkı sağlayacağını,
ilişkilerimize katkı sağlayacağını ve bölgede
yeni bir ilave iş birliği imkânı yaratacağını
düşünüyoruz.
Romanyayla ilişkilerimizden söz ederken tabiatıyla daha önce
söz almış çok değerli
konuşmacılarımızın değindiği bazı
hususlarla ilgili olarak da görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Öncelikle, otuz sekiz yıl beş ay yirmi gün diplomasi
hayatında dirsek çürütmüş bir kişi olarak ve şu anda
Mecliste meslektaşınız olarak, diplomasiyi siyaset gibi dinamik
bir süreç olarak nitelendirmemiz lazım ve tek bir resme bakıp sürekli
olarak o resim üzerinden politika üretmenin ve diplomasi alanında
stratejiler geliştirmenin yanlış olduğunu bilmemiz
lazım. Diplomasi ve siyaset son derece dinamik unsurlardır ve bazen
bir günde dahi meydana gelen değişiklikler, uygulanacak
stratejilerin, alınacak kararların değişik
olmasını gerektirebilecektir. Bunun ötesinde, aynı stratejiyi
değişik ülkelere uygulamak da mümkün değildir. Her ülkenin kendi
özelliklerinden kaynaklanan, komşularıyla ilişkilerinden
kaynaklanan, ekonomik yapısından kaynaklanan, siyasi yapısından
kaynaklanan değişiklikler vardır ve bu ülkelerle
ilişkilerde bunları kale almaksızın politika
uygulandığı takdirde de sonuç yanlış olabilecektir.
Dış politika ayrıca bir devlet politikasıdır.
Benim yaşadığım meslek hayatımda dış
politika her zaman Türkiye bakımından bir devlet politikası
olmuştur ve muhalefetiyle iktidarıyla, kol kırılır yen
içinde kalır hesabı içinde politikaların doğruluğu
yanlışlığı
tartışılmıştır ama hiçbir zaman, bu politikalarda,
yurt dışında yabancı muhataplarımızın
karşısına çıkıldığında ayrı
görüşler içinde olmamışızdır. Son zamanlarda buna tam
uymayan davranış biçimlerini görmekten de duyduğum üzüntüyü daha önce de bu kürsüden dikkatinize
getirmiştim. Ancak burada çok önemli bir unsura parmak basmak istiyorum:
Türkiye, cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Gerek
ekonomik istikrarıyla, ulaştığı ekonomik boyutlarla,
siyasi istikrarıyla bölgesinde ve dünyada oynamakta olduğu
uluslararası rol ile gerçekten cumhuriyetin hiçbir döneminde
rastlamadığımız ve mukayese etme imkânı bulunmayan bir
konuma gelmiş bulunmaktadır. Türkiye bu nedenle eski
politikalarıyla bu yeni düzeni devam ettirme imkânına sahip
değildir. Türkiye büyük, güçlü bir devlet hâline gelmiştir ve büyük
ve güçlü bir devletin uyguladığı politikalarla küçük ve ezik bir
devletin uyguladığı politikalar arasında da farklı
olması son derece doğaldır. Bu, Türkiye'nin bugün
ulaştığı noktaya gelmesi bir günde ve kolaylıklarla
olmamıştır. Türkiye, tırnaklarıyla kazıyarak, son
derece önemli engelleri aşarak, doğru politikalar uygulayarak ve
Türkiye'nin haklarını doğru şekilde ve güçlü bir
şekilde savunarak bu noktaya gelmiştir.
Türkiye'nin bu noktaya gelmesi aslında bir vizyondur. Gerçekten bu
vizyon akla gelmeyen politikaların son dönemde gerçekleştirilmesiyle
bu noktaya gelmiş bir Türkiyeden bahsediyoruz.
Bugün Türkiye, daha önce gerçekten Gidelim mi gitmeyelim mi? Var
olalım mı olmayalım mı? denilen Afrikada en güçlü
şekilde büyükelçilikler açarak, iş adamlarını yollayarak,
okullar açarak, son derece önemli bir ilişki kurarak Afrikada
mevcudiyetini artırmaktadır. Büyükelçilik sayısı
yakında otuza yükselecektir.
Latin Amerikaya baktığınızda Türkiyeyi Latin
Amerikada görüyorsunuz, Uzak Doğuya baktığınızda
Türkiyeyi Uzak Doğuda görüyorsunuz. Dünyanın neresine baksanız
Türkiye orada güçlü bir şekilde diplomasisiyle, ekonomisiyle, iş adamıyla, eğitim
kurumlarıyla, gönderdiği bürokratlarla, siyasi alanlarda
katkılarıyla gözlemlenmektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin
bugün ulaştığı noktadan dolayı aslında hepimizin
iftihar etmesi, bundan da bir sıkıntı duymamamız
gerektiğini düşünüyorum. Dünyada gerçekten bir siyasi
değişim süreci ve bir tarafta da çok büyük bir ekonomik kriz
yaşanmaktadır. Dünya tarihinde görülmemiş bir ekonomik kriz
içinde yaşanırken ve dünyada gerçekten otuz-kırk
yıldır beklendiği hâlde bu yıla tesadüf etmiş olan çok
önemli siyasi bir değişim süreci yaşanırken Türkiye'nin
bunlardan etkilenmediğini, bilakis ekonomik krizden ve bu siyasi
değişim sürecinden çok daha güçlenerek çıktığını
gördüğümüz zaman bununla aslında iftihar etmemiz gerekiyor.
Şimdi, bakınız, Birleşmiş Milletler,
İkinci Cihan Savaşının sonrasında oluşmuş
yanlış bir yapı nedeniyle bugün âdeta iş göremez ve
itibarını kaybetmiş bir kurum niteliğindedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimî üyeleri, veto
hakkına sahip üyeleri İkinci Cihan Savaşının
galipleri arasından seçilmiştir ve burada aslında bulunmayı
hak eden Brezilya gibi, Hindistan gibi, Almanya gibi, Japonya gibi ve Türkiye
gibi belki ülkeler burada yer almadığı için aslında
dünyanın gerçekleriyle ve diplomasinin gerçekleriyle hiçbir şekilde
bağdaşmayan bir yapı ortaya çıkmıştır.
Birleşmiş Milletler, dünyadaki hiçbir soruna artık el uzatamaz
bir konuma gelmiştir. NATOnun keza özellikle bizim bölgemizde çok büyük
sıkıntıları vardır.
Şimdi, böyle bir örgüt, dünya örgütü eksikliği varken bir de
dünyada önemli lider eksikliği gözükmektedir. Bakınız, Amerika
Birleşik Devletlerinde bir Başkan Yardımcısının
olduğunu geçenlerde 11 Eylülü anma töreninde Amerika Başkan
Yardımcısı Biden konuşma yaparken hatırladık hepimiz.
Oysaki eski dönemlere baktığınızda, Orta Doğuda bir
Arap baharı yaşanacak, ülkeler liderlerini devirecek, demokratik
hareketler olacak, eskiden olsa Amerika Başkanı, Amerika Başkan
Yardımcısı evine gitmez oralarda yaşar hâle gelirdi.
Amerikayı buralarda göremiyorsunuz. Avrupalı liderler, kendi
dertlerine düştüğü için bu bölgede artık önemli görüntüler
veremiyorlar. Dünyada ve Avrupada bugün önemli lider diye saymaya
kalksanız sayıları, renkleri ve liderlik kapasiteleri o kadar
azalmıştır ki dünyada eskiden görmeye
alıştığımız dünya siyasetine
damgalarını vuran liderlerden de şu aşamada pek fazla
görmüyoruz. Şimdi böyle bir ortamda Birleşmiş Milletler
sıkıntıdayken, NATO bölgemizde etkili olamazken, bu lider
eksikliği varken Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı bölgede ve
dünyada ismi hatırlanan 5-10 liderden biriyse, saygı duyulan, sevgi
duyulan bir liderse, bu Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına
gittiği her yerde büyük bir sevgi seli gösteriliyorsa, içten sevgi
duygularıyla karşılanıyorsa, nümayişler yapılıyorsa
bundan dolayı neden üzüntü duyalım da gurur duymayalım bunu
anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Dünyada Türk pasaportuyla dolaşırken eskiden Türk pasaportunu
göstermekten sıkıntı hissettiğimiz dönemleri
hatırlıyoruz. Türk pasaportunu aman göstermeyelim. diye pasaportun
üzerine deri kılıflar taktığımız, başka
isimler yazan kılıflar kullanıp da Aman Türk olduğumuz
belli olmasın. dediğimiz dönemleri hep birlikte yaşadık
ama bugün böyle değil. Dünyanın neresini dolaşsak Türk
pasaportunu iftiharla çıkartıyoruz, üzerine hiçbir kap geçirmeden de
ay yıldızı göstererek âdeta gurur duyuyoruz. Şimdi
diyeceksiniz ki: Bize bu vizeyi Avrupa Birliği vermiyor, dünyada
sıkıntı çekiyoruz. Vizenin Türkiyeye neden konulduğunu da
iyice hatırlamamız lazım çünkü insan hafızası bazen
unutkan olabilir. Vize neden konulmuştur sayın milletvekilleri? 12
Eylül askerî darbesinden sonra Türkiyede baskıya tabi tutulan,
işkenceye tabi tutulan Türk vatandaşlarının yoğun bir
şekilde Avrupa ülkelerine gitmesi nedeniyle bu vize Türkiyeye
konulmuştur ve biz 1982 yılından beri bir askerî rejimin
Türkiyeye mirası olan bir vizeyle de yaşamak zorundayız.
Şimdi böyle bir durumdan çıkmak için ne kadar uğraşsak bu
sıkıntı, bu korku Avrupa ülkelerinde giderilmiş
değildir ama bunun çok fazla da önemi de yoktur. Türkiye
eğer bu kadar güçlüyse, bu kadar güçlenmeye de devam edecekse, Avrupa
Birliği ülkeleri bu ekonomik sıkıntı içinde
becelleşmeye devam edeceklerse, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik
çıkışlarını Türk insanının oraya
yatırım yapmasında, turist olarak gitmesinde, orada iş
yerleri açmasında bulacaklarına ve buldukları noktada da bu
vizeyi kendilerinin kaldırmayı talep edeceklerine ben yürekten
inanıyorum. Öyle günler çok yakındadır ki Türkiye ile Avrupa
Birliği arasında vizeyi kaldırsak, Türkiyeden Avrupaya giden
insan sayısına bakarsanız, Avrupadan Türkiyeye gelen,
çalışmak için, iş aramak için gelen insan sayısı çok
daha fazla olacaktır.
Bakınız,
Brükselde veyahut Avrupada insanlar otuz beş saat
çalışıyorlar haftada. Bu otuz beş saatin de acaba kaç
saatini kaytarabilirim, acaba ne kadar az çalışabilirim görüntüsü
içindeler. Yunanistanda bir tabir var -neden ekonomik kriz içindeler ve neden
çıkamazlar sorularının cevabı da burada- Yunanistanda çok
güzel bir tabirleri var: Sadece saatler ve enayiler çalışır.
diyorlar Yunanistanda. Oysa bakın, Yunanistan bu ekonomik krizden
çıkmak için çırpınırken ve şahsi kanaatime göre de
çıkma imkânını pek fazla bulamayacakken, Türkiye
yaşadığı 2000 ekonomik krizinden, bankacılık
krizinden neden bir buçuk iki senede çıkabilmiştir? Çünkü Türk
insanı son derece çalışkandır, vizyon sahibidir, son derece
emek taraftarıdır ve günde on altı saat de çalışır,
yirmi saat de çalışır, yirmi beş saat olsa yirmi beş saat
de çalışır. Böyle bir Türk insanıyla, böyle bir Türk
devletiyle, böyle bir Türk iş adamıyla ve böyle bir ilişkiler
manzumesiyle Türkiyenin gelecekte bu vize sorununu da aşacağına
tamamıyla inanıyorum.
Bakınız,
Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğini
yıllar sonra eline geçirdi ve bunu gayet takdir edilecek bir şekilde
de yerine getirdi ve normal olarak belli sürelerin geçmesinden sonra talip
olduğunuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine
Türkiye yeniden talip oldu ve bu üyeliği tekrar elde etme imkânı da
son derece olağan gözüküyor. Çünkü dünyada kazandığı
itibar, dünyada ülkelerin Türkiyeye duyduğu güven, Türkiyeye
duydukları sıkıntılı anlarındaki ihtiyaç
Türkiyeyi gerçekten hem uluslararası bir aktör hâline
getirmiştir hem de bu uluslararası aktör hâline gelen Türkiye, bugün
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine tekrar
adaylığını koymuş ve kazanma yolunda ilerlemektedir.
Bakınız, dünyadaki çok önemli görevlere Türkler tayin
olmaktadır. Bugün İKÖ Genel Sekreteri bir Türk
vatandaşıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi
Başkanı bir Türk vatandaşıdır. Avrupa Konseyi
Parlamenter Asamblesinin Başkanı ilk defa Sayın Mevlüt
Çavuşoğlu sayesinde Viyananın doğusuna gidebilmiştir,
bundan iftihar duymamız lazım. UNCTAD
Başkanlığını bir Türk yapmıştır.
Akdeniz İşbirliğinin Genel Sekreterliğinde Türk
vardır. Bütün önemli kuruluşlarda, bütün önemli örgütlerde Türkiye
adaylığını koysun diye gözümüzün içine bakan bir
dünyayı görüyoruz. Bunun gocunulacak ne tarafı vardır? Bundan
ancak hepimizin iftihar etmesi gerekmektedir.
Burada çok önemli bir hususa daha değinmek istiyorum. Türkiye çok
uzun zamandan beri sıfır sorun politikasını
uygulamaktadır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın Büyükelçi, sırf sorun mu,
sıfır sorun mu?
VOLKAN BOZKIR (Devamla) Sıfır sorun politikası
aslında Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri
uyguladığı bir politikadır. Türkiye'nin komşuları
on üç tanedir. Türkiye dünyada en çok komşuya sahip dördüncü ülkedir. Bu
kadar çok komşuya ve renkli komşuya sahip bir Türkiye'nin
komşularıyla sıfır sorun politikasını
uygulamasında ne yanlışlık vardır Allah
aşkına?
Türkiye bu sıfır sorun politikasını uygularken
eğer bu komşularında sorunlar çıktıysa, Türkiye'nin
katkısı olmayan, elinde olmayan nedenlerle kırk yıldır
mevcut olan diktatörlükler yıkıldıysa, bu diktatörlükler
yıkıldıktan sonra Türkiye bunlarla olan ilişkilerini gözden
geçirdiyse, bu ilişkileri sıfır sorun politikasının
başarısızlığıyla bağlamanın ne
anlamı vardır?
Suriyeyle dostluk kurduk diye burada tenkit edilmenin ne anlamı
vardır? Suriye bizim komşumuzudur, Suriyeyle eğer iyi
ilişki kurmayan bir Türkiye düşünülebiliyorsa bu en büyük
yanlışlığın başıdır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Şimdi niye düşmanlık yapıyorsunuz
peki?
VOLKAN BOZKIR (Devamla) Suriyeye biz iyi ilişki de kurarız,
Suriye eğer demokrasiye uymuyorsa, halkını öldürüyorsa o Suriye
yönetimiyle biz kötü ilişki de kurmayı biliriz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Suudi Arabistanda var mı demokrasi? Katarda,
Birleşik Arap Emirliklerinde
VOLKAN BOZKIR (Devamla) Ama, burada Türkiye tercihini Suriye
devletinden, Suriye Hükûmetinden yana değil, Suriye halkından yana
kullanmıştır ve Suriye halkından yana dostluk elini
uzatmış, politikalarını buna göre düzenlemiş bir
Türkiye Suriyede geleceğe yatırım yapmaktadır ve
Türkiyeyle Suriye dost olmaya mahkûmdur, Türkiye komşularıyla dost
olmaya mahkûmdur. Dolayısıyla sıfır sorun
politikasında komşularımızla veya dünyanın bazı
bölgelerinde, bazı ülkelerde sorunlar çıktı diye...
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın Büyükelçim, göz göre göre bizi aptal yerine
koyuyorsunuz ona üzülüyorum ya! Bizi kör, sağır, dilsiz
zannediyorsunuz ya!
VOLKAN
BOZKIR (Devamla) - ...efendim, bayram edip de Türkiyede aman sıfır
sorun politikası uygulanamadı, ne güzel oldu. Keşke bu ülkelerle
kötü ilişki olsa da Türkiye savaşa girse de, asker sevk etse de,
Türkiye'nin refahı için harcayacağı kaynakları savaş
için kullansa da... diyebilen Türkiyede insanlar görüyorum ve bundan üzüntü
duyuyorum.
Gerçekten,
Türkiye bir barış amaçlı bir ülkedir. Türkiye dış
politikası her zaman barış içinde olmuştur ve
barış amaçlı olmuştur. Eğer Türkiye sıfır
sorun politikasını uygulamaya...
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) Sırf sorun politikası, düzeltin bunu.
VOLKAN
BOZKIR (Devamla) - ...devam edecekse bunu desteklememiz lazım,
kösteklemememiz lazım.
Burada,
Sayın Başbakanımıza atfen, daha önce söz alan bir
milletvekili gerçekten Sayın Başbakanımızın hak
etmediği bazı ibarelerde bulundu. Bu arada Sayın
Başbakanımıza atıfta bulunurken de Efendim, işte
monşerler hakkında şunu dedi, bunu dedi. dediler.
Arkadaşlar, ben Dışişleri Bakanlığında otuz
sekiz yıl görev yapmış, on beş yılı büyükelçi
olarak geçirmiş bir arkadaşınızım ve bu dönemde...
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) O zaman daha doğruları söyleyin.
VOLKAN
BOZKIR (Devamla) - Ve bir memur çocuğu olarak tırnaklarımla
bugün, buraya gelecek bir sürecin içinde yaşadım. Ben otuz sekiz
yıl boyunca Dışişleri Bakanlığında, 52
şehit vermiş bir kurumda monşer görmedim.
Sayın
Başbakanımızın kimlere monşer dediğini belki de
burada tekrarlamakta fayda var. Eğer Sayın
Başbakanımız birilerine monşer dediyse benim o zaman AK
PARTİden milletvekili olmamam gerekirdi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Arada 1-2 monşer gerekiyor canım!
VOLKAN
BOZKIR (Devamla) - Ben neden buradayım da daha önce başka
partilerimizde yer almış ve esas Başbakanımızın monşer
tabirini kullandığı kişiler şayet bu partilerimizde
şu anda görev yapmıyorsa o zaman monşer tabirinin...
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) Monşerlerin de bir temsilcisi olsun Parlamentoda,
yakışır!
VOLKAN
BOZKIR (Devamla) - ...kimler için kullanıldığını, ne
anlamda kullanıldığını da iyi hatırlamamız
lazım.
Monşer
tabirini ben size anlatayım. Monşer tabiri, hayatın
nimetlerinden istifade eden ve hayatın güçlükleriyle hiç ilgisi olmayan ve benim Dışişleri Bakanlığında görev
yaptığım dönemin çok öncesinde görev yapmış, senede
iki tane telgraf çekip çektikleri telgrafları kokteyllerle kutlayan ve çok
çalışmaktan yorulan, az çalışmaktan keyif alan bir zümre
için kullanılmıştır. Bugün Dışişleri
Bakanlığında ve Türkiyede monşer denilebilecek kişi
yoktur, dünyanın her tarafında en zor şartlarda, savaş
şartlarında çalışan Dışişleri
mensupları vardır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Sayın Başbakanımızın monşer
olarak nitelendirdikleri de bugün ne Meclisimizde vardır ne de
Dışişleri Bakanlığında vardır.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bana göre temsilcileri var.
VOLKAN BOZKIR (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Bozkır.
OKTAY VURAL (İzmir) O zaman Başbakan doğruyu
söylememiş.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan, Sayın
Bozkır milletvekillerine sayın meslektaşlarım diye hitap
etmiştir ve bazı anlam değişmeleri
yapmıştır. Bu konuda sataşma vardır, söz istiyorum.
BAŞKAN Yanlış anlaşmaya yol açacak bir şey
demek istiyorsunuz anlam değişikliğinden kastınız
herhâlde.
Buyurunuz efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, siz
yardımcı olmaya çalışıyorsunuz herhâlde.
BAŞKAN Hayır, anlam değişikliğinin ne demek
olduğunu anlamaya çalışıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Meramını ifade etmesine
yardımcı olmaya çalışıyorsunuz herhâlde.
BAŞKAN Hayır Sayın Elitaş, lütfen, rica ederim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, yani
Sayın Grup Başkan Vekili meramını anlatabilecek nitelikte
bir arkadaştır. Niteliksiz mi gördünüz ki yardımcı
oluyorsunuz?
BAŞKAN Ben anlamaya çalışıyorum efendim.
Buyurunuz, iki dakika.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
7.-
Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, İstanbul Milletvekili Volkan
Bozkırın, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Öncelikle Sayın Bozkıra teşekkür ediyorum.
Başbakanın açıkça Dışişleri personelini
aşağılayıp monşer denmesinden bile bir hikmet
çıkarabilen bir büyükelçi, bundan bir hikmet çıkardı.
İkincisi: AKP Hükûmetine teşekkür ediyorum sizi milletvekili
yaptığı için. Ya büyükelçi olarak kalsaydınız, ya
büyükelçi olarak kalsaydınız? (CHP sıralarından
alkışlar) Yani siz Türkiyeyi bu mantıkla mı temsil ettiniz
Allah aşkına? Diyor ki: Sayın Başbakanın
saygınlığı üst düzeyde. Doğru, doğru, Libyayı
bombalarlarken yardımcı olursan, Suriyeyi
sıkıştırırken emperyalist güçlere yardımcı
olursan, Irakı bombalarken yardımcı olursan, sen bu dönemde
bütün emperyalist güçlerin her dediğini yaparsan seni saygın
yaparlar, saygın gibi gösterirler, bu doğru, bu doğru hatta
heykelini bile dikerler. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Heykel dikmeyi siz bilirsiniz.
MUHARREM İNCE (Devamla) Bir diğer konu: Batılılar
için saygınlık söylenileni yapmaktır. Kim söylenilenleri daha
fazla yapmışsa onu daha saygın gösterirler. Biz sizin
meslektaşınız değiliz, çünkü milletvekilliği bir
meslek değildir; geçici bir süreliğine seçilmiş bir otobüs
yolculuğu gibidir; bir durakta binersiniz, öbür durakta inersiniz.
Milletvekilliğinin temel kavramını bile anlayamamışsınız.
Çok teşekkür ediyorum sizlere. Yani büyükelçi kalmadığınız
için Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasına önemli katkılar
yapacağınızı düşünüyorum!
Saygılar sunuyorum sizlere. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
X.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/330) (S. Sayısı: 41) (Devam)
BAŞKAN Şahsı adına İstanbul Milletvekili
Metin Külünk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Külünk.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye konumu itibarıyla kuzey-güney,
doğu-batı ekseninde yoğun kültürel, siyasi, ekonomik ve sosyal
ilişkilerin tarihinin adıdır aslında. Kafkasya, Hazar
bölgesi, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Balkanlar bu bölgelerin belli
başlılarındandır. Dönem dönem bu bölgelerin biriyle
ilişkilerde yoğunlaşma yaşanmış, diğer
bölgelerde de ilişkilerin sürdürülmesine özen gösterilmiştir.
Balkanlar bu anlamda Türkiye tarihi için son derece önemli bir
coğrafyadır ve bu anlamda sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik
ilişkilerinde her zaman ön planda yer almış, özellikle
Sovyetlerin çöküşünün ardından Türkiye'nin önemli gündem
maddelerinden biri olmuştur. Bir dönem Demirperdenin ardında kalan
bu ülkelerin 90 sonrası oluşan yeni küresel sisteme dâhil
olmaları Türkiye'nin bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesini de
kolaylaştırmıştır.
İkili ilişkilerin son yirmi yılda hızla
geliştiği bu Balkan ülkelerinden birisi de Romanyadır. Yüz otuz
yıllık bir geçmişe sahip olan Türkiye-Romanya ilişkileri,
bu ülkenin demokrasiye ve çağdaş ülkeler sistemine entegre
olmasıyla yoğunluk kazanmıştır. Son birkaç yıla
baktığımızda, AK PARTİ hükûmetleriyle birlikte iki
ülke arasında resmî ziyaretlerin
yoğunlaştığını görmekteyiz. Bu çerçevede, Romanya
Dışişleri Bakanının 2009da Türkiye ziyareti
esnasında Türk-Romen ilişkilerinin stratejik ortaklık temelinde
geliştirilmesine karar verilmiştir.
Romanya-Türkiye ilişkileri kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal
alanlarda da son derece kuvvetli bir yapıya sahiptir. Romanya, NATO,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Güneydoğu Avrupa
İşbirliği süreci ve sair tüm uluslararası kurumlarda
iş birliği içinde çalışmaktadır. Romanyanın AB
sürecinde Türkiye'nin üyeliğine verdiği destek de burada not
edilmelidir. İki ülke arasındaki ilişkiler, sahip olduğu
güçlü bağ, bölgesel iş birliğinin sürdürülmesi,
barışın korunmasında önemli bir sacayağı
oluşturmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri, iki ülke Romanyada yaşayan
Türk azınlık dolayısıyla da derin kültürel bağlara
sahiptir. Dünyaca ünlü tarihçimiz Kemal Karpat Hocamızın Dobruca
doğumlu olması iki ülke arasındaki kültürel ve tarihî
bağı göstermesi açısından önemlidir. Romanyada resmî
kaynaklara göre 29.533 Osmanlı Türkü, 24.649 Tatar Türkü olmak üzere
toplam 54.173 Türk yaşamaktadır. 1 Ağustos 2010 verilerine göre
de Türkiyede 1.238 Romen vatandaşı ikamet etmektedir.
Romanya ekonomik anlamda da ülkemiz için önem
taşımaktadır. 90lı yılların başında
Çavuşesku Döneminin bitişiyle beraber hızlanan bavul ticareti ekonomik
ilişkilerde günümüzde son derece önemli bir yer tutmaktadır.
Romanya ülkemizin Balkanlardaki en önemli ticari
ortağıdır. Ayrıca İtalya, Almanya ve Fransanın
ardından Romanya ülkemizin dördüncü büyük ihracat pazarıdır.
2010 yılında 6 milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret
hacmimiz söz konusudur. Romanyadaki Türk yatırımları 5,5 milyar
dolar seviyesine ulaşmış; bu bağlamda Türkiye, Romanyada
yabancı sermaye yatırımı yapan ülkeler arasında
değer itibarıyla 9uncu, yatırımcı sayısı
itibarıyla da 3üncü ülke konumundadır.
Ülkemizin Romanyadaki başlıca yatırım alanları
bankacılık, inşaat, gıda sanayi, ambalaj, plastik maddeler
üretimi, elektronik eşya ve tekstildir. Romanyada 6 bin civarında
Türk firması, 15 bin kadar da Türk iş adamı faaliyet göstermektedir.
Tüm bu istatistiklerde de görüleceği gibi Romanya ile ekonomik
ilişkilerimiz son derece derin ve stratejik bir öneme sahiptir. Bu sebeple
iki ülke arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesi bir tercihten
ziyade gerekliliktir. Çünkü Romanya, Türkiyenin Avrupaya açılan
kapılarından birisidir.
Ülkemizin Romanya ile ilişkilerini geliştirmesi hem
Balkanlardaki konumumuz hem Karadenizdeki konumumuzun
sağlamlaştırılması hem de AB üyelik sürecinde
verilecek destek açısından kıymetlidir. Türkiyenin proaktif
dış politikasında Romanya ile sahip olduğumuz sosyal,
kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkiler göz ardı edilmeyecek öneme
sahiptir.
Cebelitarıktan Babülmendepe kadar etkisini artıracak lider
vasıflı Türkiye için Romanya gibi dostlara, stratejik ortaklara sahip
olmak vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Bu vesileyle, iki ülke arasındaki ilişkilerin
geliştirilmesinde hizmeti geçen tüm siyaset ve devlet adamlarına
teşekkür etmek boynumuzun borcudur.
Tabii ki, bu vesileyle, Cumhuriyet Halk Partisinden söz alan
milletvekili arkadaşımızın burada sağlıklı
bir dış politika analizi yapmasını beklerdik. Ancak
dostlarımıza tavsiyem
Özellikle de değerli dostum Grup
Başkan Vekili Muharrem İnceyi Sayın
Başbakanımızın Mısır, Libya ve Tunus seyahatine
davet edemediğimiz için çok üzgünüm. Çünkü oradaki manzarayı birlikte
yaşamayı, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak birlikte
teneffüs etmeyi isterdim. Ben o seyahat esnasında vardım.
Mısırdaki havaalanından itibaren, Tunustaki Tunus
Meydanında, Libyadaki Şüheda Meydanında, Bingazideki
meydanda, o bölge halklarının bu ülkenin lideri Sayın
Başbakanımıza karşı ve de Türk Bayrağına
karşı, bugüne dek sadece Dışişlerinin misyon
temsilciliğini yapan, ülkemizin temsilciliğini yapan büyükelçiliklerimizin
önündeki direklerde gördüğümüz Türk Bayrağını, o
ülkelerde, bu coğrafyada, o ülke vatandaşlarının büyük bir
aşk ve şevkle taşıdıklarını, büyük bir
heyecanla, Bingazide saat altı buçuktan gecenin on ikisine kadar, hiç
tereddütsüz, Sayın Başbakanımızı, Türkiyeyi bekleyişlerindeki
heyecanı birlikte yaşamayı isterdim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Üç beş sene sonra söylerim bunu sana!
METİN KÜLÜNK (Devamla) - Çünkü o havayı teneffüs etselerdi, bu
coğrafyadaki yeni zamanın ruhuna uygun olarak gerçekleşen
değişimi, bu coğrafyada gerçekleşen dönüşümü daha iyi
anlamış olurlardı.
OKTAY VURAL (İzmir) Peki, bu coğrafyada İngiliz
muhipleri olduğu zaman ne olacak?
METİN KÜLÜNK (Devamla) Bu, Türkiye için de bir kazanç
olacaktı şüphesiz.
Tabii ki uluslararası ilişkiler hiçbir zaman devlet meselesi
olmanın önüne geçmemiştir. Uluslararası ilişkiler, bir
devlet aklı meselesidir ve bir devlet felsefesi meselesidir. Bugün de
Türkiye'nin, bu anlamda, uluslararası ilişkilerde izlediği,
kendi çevresinde, önce gücü üzerinden, soft power üzerinden süreç yönetmeyi
esas alan, bu anlamda da etrafındaki ülkelerin demokrasi, özgürlük ve
zenginlik bağlamındaki, halkların talebini destekleme
noktasındaki iradesi, şüphesiz ve koşulsuz bir şekilde, bu
ülkenin gerçeğidir, hakikatidir, tarihî zorunluluğudur çünkü tarih,
önümüze yeni bir fırsat çıkarmıştır. Türkiye'nin bu
fırsatı asla kaybetme şansı yoktur. Nasıl, Lozanda
masaya oturduğumuzda, bu ülke, İstiklal Savaşının ardından
tarihî bir fırsatı gerçekleştirerek, değerlendirerek, o
fırsatı Anadolu topraklarında yeniden bir devlet olmanın
var olması için irade ortaya koymuş ve Lozanda gücünü ortaya koyup
MUHARREM İNCE (Yalova) Lozanda kim oturdu o masada? Lozanda o
masada oturan kimdi?
METİN KÜLÜNK (Devamla) -
gücünü ortaya koyup bugünkü devletin ve
MUHARREM İNCE (Yalova) Hani her gün küfrettiğiniz birisi var
ya, oydu Lozanda oturan, her gün küfrettiğinizdi.
METİN KÜLÜNK (Devamla) -
bugünün temellerini attıysa, bugün de AK PARTİ
İktidarının son on yılda izlediği dış
politikayla,tarihî bir fırsatı Anadolu topraklarında bin
yıldır var olan bu devletin 21inci yüzyıla hitabı
açısından son derece gerekliliktir.
Bu vesileyle hepinizi en kalbî duygularla
selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz
Sayın Külünk.
Şahsı adına Kars
Milletvekili Ahmet Arslan.
Buyurunuz Sayın Arslan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AHMET ARSLAN (Kars) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
üzerine şahsım adına söz aldım ve görüşlerimi kendime
göre bir sırayla hazırlamıştım, ancak denizcilikle
ilgili söylenen sözler birtakım açıklamaların
yapılması gereğini ortaya koydu, dolayısıyla
konuşmanın bir kısmını böyle, bir
kısmını belki onlara açıklık getirerek sizlere arz
edeceğim. Dolayısıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Deniz
taşımacılığı, diğer taşıma türleriyle
kıyaslanmayacak kadar özellikle bir seferde büyük yük
taşınması, maliyetlerin diğer taşıma türlerine
göre çok daha uygun olması ve çevre bakımından en az
kirliliğe sahip olan taşıma türü olması nedeniyle
uluslararası ticarette taşımaların yaklaşık yüzde
90ı oranında pay almaktadır. Bu özellikleri
dolayısıyla deniz taşımacılığı,
ticaret, emniyet, çevre korunması, bürokratik işlemlerin
kolaylaştırılması gibi birçok alanda tüm dünyada
uluslararası kurallarla düzenlenmekte ve yürütülmektedir. Bu kapsamda,
deniz taşımacılığı münhasıran ulusal bir
faaliyet olmaktan ziyade uluslararası bir önemi haiz ve uluslararası
rol almaktadır. Dolayısıyla deniz
taşımacılığının etkili ve verimli
yapılabilmesi için ülkeler arasında taşımacılık
bağlarının oluşturulması ve ikili ve çok taraflı
ilişkilerin geliştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Zira,
doğu-batı arasındaki mal hareketinin geçiş noktasında
satın alma gücü paritesine göre yaklaşık 1 trilyon doların
üzerinde gayrisafi millî hasılası ile bu coğrafyadaki
dünyanın 16ncı büyük ekonomisi olan ülkemiz, iki kıtanın
kesişme noktasında olması nedeniyle de özellikle
Avrupa-Asya-Orta Doğu arasında doğal bir köprü tabii ki,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Avrupa-Kafkasya-Asya
Ulaştırma Koridoru yani TRACECA koridorları; TEN-T, Avrasya
Ulaştırma Bağlantıları ve Pan-Avrupa Koridoru IVün
ağ ve koridor güzergâhlarının geçiş noktasında
bulunmaktadır. Hâl böyle olunca, tabii ki hükümetlerimiz denizciliğe
çok büyük önem vermiş ve tabii ki hükümetlerimiz son dokuz yılda
denizcilikte çok büyük değişiklikler yapmışlardır.
İşte, bu değişikliklerden sizlere birkaç bilgi
vermek istiyorum ki bilgiler ve değerlendirmeler daha
sağlıklı yapılabilsin. Dendi ki: Denizcilik sektörü ihmal
edildi. Bilesiniz ki denizcilik sektörü ihmal edilmedi. Neden? Çünkü
Denizcilik Müsteşarlığında yüzde 5 olan denizci personel bugün
yüzde 30un üzerine çıkarılmıştır. Bu çok önemli bir
veridir. Böyle olmuş da ne olmuş? 2002de kara listede olan Türk
bayraklı gemiler -ki o gün, 2002de 146 tane gemi tutuluyordu yurt
dışındaki limanlarda- bugün beyaz listededir. Neden? Çünkü yüzde
5 olan denizci sayısı yüzde 30a çıkarıldı, denetimler
sağlıklı ve sıhhatli yapıldı. Uluslararası
bir sektör olan denizcilik sektöründe geçen yıl 40 gemi tutuldu, bu
yıl bugüne kadar 21 gemi tutuldu. Bu, iyi bir cevaptır. 2002de 146
gemi tutulmuş, bugün 21 gemi tutulmuş. Yine çok önemli bir ifade:
Romanyada son üç yılda Türkiye'nin 2 gemisi tutulmuştur,
doğrudur; Romanyanın ise Türkiyede gemisi
tutulmamıştır, bu da doğrudur. Neden? Çünkü Türk sahipli
filo Türkiye'nin yaklaşık 20 milyon grostondur, Romanyanın ise
1 milyon grostondan daha azdır. Siz Karadenizde, Akdenizde çok
ciddi bir taşımacılık yapıyor iseniz tabii ki
gemileriniz denetlenecek, tutulabilir ancak asıl iki gemiye bakmamak
lazım, 2002de 146 gemiyken bugün 21 gemiye bakmak lazım; 2002de siz
kara listedeyken bugün eğer bayrağınız beyaz listede
prestijli bir konumda ise buna bakmanız lazım.
Yine,
sektör çok ciddi bir şekilde desteklenmiş, ÖTVsi
sıfırlanmış yakıtla yaklaşık 2,4 milyar Türk
liralık destek verilmiş, hem yük
taşımacılığında hem yolcu
taşımacılığında, kabotajda çok ciddi
artışlar olmuş.
Yine,
limanlarımızda elleçlenen yük miktarı 190 milyon ton iken bugün
350 milyon tona çıkmıştır. Konteyner için bir ölçü olan TEU
ölçüsü vardır,
Yine,
uluslararası bağlantılı Ro-Ro gemileri ile Karadeniz ve
Akdenizde on beş hatta bölgeler arası taşıma
yapıyoruz ve bölgemizde lideriz.
Yine,
verdiğimiz önemin bir başka göstergesi, Ro-Ro gemileriyle
taşınan araç sayısı 200 bin iken bugün 321 bine
çıkmıştır.
Limanlarımızı
ziyaret eden kruvaziyer gemi sayısı 800den 1.500e
çıkmış ancak çok daha önemlisi, 350 bin yolcu sayısı 2
milyon yolcuya çıkmıştır.
Yine
bir başka önemli gösterge, bin groston ve üzeri gemileri kapsayan dünya
filosunun yüzde 85,8ini kontrol eden 30 ülke arasında ülkemiz 19 milyon
660 bin dead ton filo kapasitesiyle 15inci sıraya yükselmiştir.
Buradaki artış oranı da yaklaşık yüzde 110dur.
Yine,
tersanecilikle ilgili çok önemli bilgiler söylendi ama bir şey
atlandı, dendi ki: Efendim, küresel kriz var. Denizcilik sektörü küresel
çalışan bir sektördür. Dolayısıyla küresel krizden çok
etkilenmiştir ancak AK PARTİ hükûmetleri nedeniyle bu sektör ihmal
edilmiştir. Bir defa, başlangıçta kendiniz söylüyorsunuz: Küresel kriz var. Denizcilik sektörü küresel bir
sektördür dolayısıyla bütün sektörlerden önce etkilenecek sektör
olması normaldir.
Gemi inşasına gelince: Biliniz ki 550 bin dead weight tonluk
yıllık kapasite bugün 3,6 milyon dead weight tona
çıkmışsa bu AK PARTİ hükûmetlerinin bir
başarısıdır. 37 tersane 70 tersaneye çıkmış
ve devam edenlerle 126 tersaneye çıkacak ise bu AK PARTİ Hükûmetlerinin
bir başarısıdır ve yine eğer denizcilik sektörünü
Tuzlaya sıkışmış olmaktan çıkarmış,
eğer bunu Yalovaya, eğer bunu Samsuna, Trabzona, Ünyeye,
Ereğliye taşımışsanız bilesiniz ki bu denizcilik
sektörünün bir başarısıdır.
Zaman dar, aslında çok şey söylenebilir ama bir iki cümleyle
toparlayayım. Yine, tabii ki askerî gemi, tabii ki nükleer gemi, tabii ki
bunun gibi birçok tehlikeli madde taşıyan gemiler özel gemilerdir ve
bunların kendine has uluslararası denizcilik sektörünün kabul
görmüş ve herkesin kabul ettiği kuralları vardır. Bu
istisnaları getirip yolcu ve yük
taşımacılığı anlamında bütün sektöre
indirgemek doğru değildir.
Mavna çok özel bir yapıdır. Küçük yükleri
taşırsınız. Tabii ki römorkörle
taşırsınız ancak bilesiniz ki -az önce söyledim- 20 milyon
dead weight tonluk bir filonuz var ise bunu kesinlikle getirip askerî gemilere,
bunu kesinlikle getirip tehlikeli yük taşıyan gemilere veya nükleer
atık taşıyan gemilere indirgememek gerekir. Zira çok ciddi bir
sektördür.
Denizcilik sektöründe yapılanlar bunlarla sınırlı
değil, birçok şey var ama ne yazık ki zamanım çok çok
daraldı. Bilesiniz ki
Sayın Bozkır ilettiler ne işe
yarayacak, dolayısıyla ona girmeyeyim.
Bir şey daha söyleyeyim son bir dakikada. Cumartesi günü akşam
İstanbulda bir toplantı vardı. Denizcilik sektörünün
oscarları denen Altın Çıpa ödülleri veriliyordu. Orada
denizcilik sektörünün duayenleri kürsüde dediler ki: Denizcilik
Müsteşarlığı kaldırıldı. denince biz
Eyvah dedik ancak sonra bir baktık ki karşımıza
Denizcilik Bakanlığı çıkmış; Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme.
Yine bir şey daha söylendi: Bu sektör Bakandan umudunu kesti.
Bilesiniz ki o sektör
21 kişilik jüriden oluşan, Cumhuriyet Halk
Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinin aday adaylarının ve
adaylarının da içinde bulunduğu, denizcilik sektörü duayenlerinden
yılın siyasetçisi ödülünü almış bir Bakan ve çok ciddi bir
şekilde bir alkış ve Denizcilik Bakanlığının
kurulmuş olmasının hazzı, teşekkürü vardı o akşam.
Dolayısıyla, sektör umudunu kesmemiştir, sektör doğru
ellerdedir, sektör doğru yoldadır.
Bu anlamda, ben hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Anlaşmanın ülkemize ve denizciliğimize, Romanyaya
hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Saygılar
sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Arslan.
Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap bölümüne geçiyoruz.
Soru-cevap bölümü yirmi dakikadır.
Sayın Türkkan, Sayın Işık, Sayın Vural,
Sayın Dedeoğlu, Sayın Erdoğan ve Sayın Şeker
sisteme girmişler.
Tekrar hatırlatıyorum sorulara bir dakika süre
vereceğimi.
Buyurunuz Sayın Türkkan.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Romanyayla yapılan bu anlaşmadan
yola çıkarak bir şey sormak istiyorum.
Geçtiğimiz yakın bir dönemde Denizcilik
Müsteşarlığı lağvedilerek Denizcilik
Müsteşarlığı Ulaştırma Bakanlığına
bağlandı. Yalnız, sektör temsilcileriyle hiçbir şekilde
görüşülmeden, zaten krizde olan denizcilik sektörünü tekrar biraz daha
sıkıntıya koyabilecek bir kararı neden aldı? Hükûmete
bunu sormak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Türkkan.
Sayın Işık
ALİM IŞIK (Kütahya) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, hâlen ülkemizin bu anlaşma kapsamına giren
ve devletin gemi siciline kaydedilmiş kaç gemisi bulunmaktadır? Bu
gemilerin ne kadarı devlete, ne kadarı da özel sektöre aittir?
İkinci sorum: Doğu Akdenize petrol arama ve
araştırma amacıyla gönderilen
Piri Reis isimli geminin faaliyetleri sonucunda ne tür bulgulara
varılmıştır?
Güney Kıbrıs Rum yönetimi ve İsrailin doğu
Akdenizde petrol ve doğal gaz çıkartmaya yönelik faaliyetleri Piri
Reis gemisiyle yapılan çıkartmadan ne düzeyde etkilenmiştir?
Yine aynı kapsamda ikinci bir sismik arama gemisinin
kiralandığı yönünde kamuoyunda çıkan haberler doğru
mudur? Doğruysa bu gemi hangi şartlarda ve nereden
kiralanmıştır, bu amaçla ne kadar kira bedeli ödenmiştir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın Vural
OKTAY VURAL (İzmir) Teşekkür ederim.
Aracılığınızla Sayın Bakana
Denizlerde
münhasır ekonomik bölgeyle ilgili belirlediğimiz alanlar var
mıdır? Bu konuda bilgi verirseniz memnun olurum.
Bir diğer, tabii, konuyla ilgili değil ama müsamahanızla,
şehit ailelerinin bir yakınını işe almak ve-
milletvekillerimiz defalarca dile getirdi- ikinci bir yakınını
da işe almak konusunda olumlu birtakım gelişmeler var mı,
somut adım atıldı mı? Aynı zamanda, şehitlerimiz
için verilen bu haktan malul gaziler için de malul gazileri de eşitlik
ilkesi çerçevesinde faydalandırmayı düşünüyor musunuz? Eğer
mümkün olursa buna da cevap verirseniz memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Vural.
Sayın Dedeoğlu
MESUT DEDEOĞLU (Kahramanmaraş) Teşekkürler Sayın
Başkanım.
Romanya ile imzalanan anlaşmanın Tanımlar
başlıklı 2nci maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen Bir akit taraf devletin ülkesi ifadesinin tanımında,
yer altı suları ve iç sular gibi terimlere anlaşmada neden
özel bir yer verildiğini
İkinci sorum: Bu anlaşma ile ülkemize nasıl bir katma
değer sağlandığı veyahut da sağlanacağı
öngörülmektedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Dedeoğlu.
Sayın Erdoğan
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Muğla, kıyı şeridi en uzun olan ilimizdir.
Muğlanın başta kruvazör turizmi olmak üzere denizcilik
sektöründen daha fazla yararlandırılması için Denizcilik
Müsteşarlığının herhangi bir çalışması
var mıdır? Bunu öğrenmek istiyorum.
Gene son yıllarda, mavi yolculuk konusunda Muğla
kıyıları artan bir önem arz etmekte ve burada deniz trafiği
hızla artmaktadır. Bu deniz kirliliğinin kontrolü konusunda
Muğlaya özel bir projeniz var mıdır? Çünkü Muğlanın
turizmden elde ettiği çok ciddi bir gelir vardır. Eğer denizler
kirlenirse uzun vadede bu manada ciddi sıkıntılar ortaya
çıkacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz
Sayın Erdoğan.
Sayın Şeker
MEHMET ŞEKER (Gaziantep)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bozkır konuşurken vize
ile ilgili şu sözleri sarf etti: Avrupa Türkiye Cumhuriyetine
karşı vize uygulamadan vazgeçerse Türkiyeden kimse yurt
dışına gitmez, onlardan daha çok insan Türkiyeye gelir. Oysa
biz o ülkelere sınırda vize uygulaması dışında
bir vize uygulamıyoruz. Kaldı ki İnternetin Google
sayfasına bile girdiğinizde Türkiyeye vize uygulayan ülkeler iki
karış tutarken bizim vize uyguladığımız ülkeler
sadece sınırda kalmaktadır. Bize Türki cumhuriyetler, hatta
Müslüman ülkelerin çoğu vize uygulamaktadır. 1980 yılından
beri vize uygulayan Avrupa Birliğine karşı biz şimdiye
kadar niye bir şeyler yapamamışız? Kaldı ki bu
ülkelerin içerisinde Türki cumhuriyetler ve Müslüman ülkeler var. Bunlar bize
karşı niçin vize uygulamaktadır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederiz
Sayın Şeker.
Sayın Çalık
ÖZNUR ÇALIK (Malatya) Efendim, ben Millî
Savunma Bakanımıza özellikle bedelli askerlerimizin beklediği
haberi sormak adına söz aldım. Bedelli askerlikle ilgili süreç
konusunda bilgi verebilir misiniz Sayın Bakanım?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederiz
Sayın Çalık.
Sayın Selamoğlu
TÜLAY SELAMOĞLU (Ankara) Sayın
Bakanım, özellikle bedelli askerlikte yaş sınırlarıyla
ilgili çok talepler geliyor bizlere. Bu taleplerle ilgili bilgiler yani
istekler size de geliyordur. Bunun, kararların belirlenmesinin
hızlı olmasını arzu ediyoruz çünkü bu gençler arasında
konunun çok genişlemesi oluyor. Onunla ilgili çalışmalar
hakkında bilgi istiyorum.
Sağ olun.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz
Sayın Selamoğlu.
Buyurunuz Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Denizcilik Müsteşarlığının
kapanması denizciliğin küçülmesi olarak yorumlanabilir mi veya Hükûmetin
önem vermediği
Bu doğru değildir. Sayın Kars
Milletvekilimiz Ahmet Arslan da bu konuda açıkladı. Artık
Ulaştırma Bakanlığı Denizcilik
Bakanlığı oldu. Müsteşarı Denizcilikten gelme,
Müsteşar Yardımcısı Denizcilikten gelme, içine konulacak
4-5 tane genel müdür Denizcilikten gelme. Eğer öyle bakarsak,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı.
Binali Bey başarılı bir bakan, ondan hiç şüphe yok.
Dokuz yıldır herkes, Sayın Devlet Bahçeli bile Bölünmüş
yolları çok güzel yaptı, hepimiz kullanıyoruz. dedi. Deniz
Baykal da öyle dedi. Dolayısıyla, Ulaştırma
Bakanının başarılı olduğu konusunda hiç kimsenin
şüphesi yok ve kendisi de gemi inşa mühendisi. Bakın, orada
İhsan Kalkavan Bey var, çok güzel, CHP milletvekilimiz, denizciliğin
ne noktaya geldiğini bilir. Burada Ali Torlak Bey var MHPden, o da
denizciliğin ne noktaya geldiğini bilir. Binali Bey
başarılıdır. Hiçbir başarılı bakan kendisini
daha başarısız kılacak bir eyleme imza atmaz. Binali Beye
güveniyoruz. Kendisi denizcidir, gemi inşa mühendisidir, denizciliği
de, ulaştırmayı da alınmış olduğu noktadan
çok iyi bir noktaya getirdi, bundan sonra da daha iyi bir noktaya getirecektir,
bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Yine sayın hatip söyledi, dedi ki: Bugün Türkiye tersanecilikte,
gemi inşada küresel aktör olmuştur. Bunu söylediniz. Küresel aktör
nasıl olacaksınız? Demek ki gemi inşada çok iyi bir noktaya
gelebilmek lazım. Gemi inşada çok iyi bir noktaya geldiğiniz
için küresel aktör oldunuz. Yine, gemi inşada, mega yat
inşasında dünyada ilk beş arasındayız.
Yine dedi ki: Biz yurt dışında 50 bin dead weight tona
kadar gemi yaptırabiliyoruz. İşte, Çindedir, Korededir,
Japonyadadır. Türkiyede 300 bin dead weight tona kadar da gemi
yapılabilmekte. Dolayısıyla, Türkiyenin gemi inşada
katetmiş olduğu mesafe, gerçekten, Türkiyenin gurur
duyacağı bir mesafedir.
Bir kriz yok mudur geçmişe kıyasla? Muhakkak ki bir kriz
vardır ancak bu, dünyadaki daralmayla alakalı bir husustur.
Dolayısıyla, Türk denizciliği kesinlikle 2002deki durumdan da
çok daha iyidir, 2007deki durumdan da çok daha iyidir, daha iyi olacaktır
diye düşünüyorum.
Yine bir başka sayın hatip söyledi: Denizcilik sektörü ABye
girmiştir ülkesinden önce. MİLGEMi yapan bir ülke, MİLGEMi
yapan, millî gemisini yapan
İnanın Türkiye'nin gurur duyması
gereken bir husus. Askerî gemi yapmak daha yüksek teknolojiyi gerektirir.
Ben yurt dışında bulunduğumda inanın ki gelen
birçok savunma bakanı: Bu gemiyi nasıl yaptınız? Bunu,
Brezilya Savunma Bakanı dahi dile getirdi. Türkiye'nin
ulaşmış olduğu teknolojik standardı göstermesi
açısından çok önemlidir. Belki
dağın tepesinde olanlar dağın yüksekliğini bilmezler, dağdan uzaklaştıkça
dağın yüksekliğini anlarsınız. Türkiye'nin gemi
inşada gelmiş durumunu belki takdir edemesek bile
dışarı çıkıp bakıldığında Türkiye
gemi inşada çok iyi bir noktaya gelmiştir. MİLGEM de, millî gemi
de bunlardan bir tanesidir.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Bakan, bir şey sorabilir
miyim?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Tabii.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Bakan, çok
başarılı olan Ulaştırma Bakanının
geçmişte Müsteşarlığını yaptınız
mı?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas)
Yaptım, Denizcilik Müsteşarlığı yaptım.
Bundan da hiç şey etmiyorum, gururla söylüyorum çünkü denizcilik konusunu
ben iyi biliyorum.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) Sayın Bakanım,
Karadeniz Ereğlideki tersanelerden kaç tanesi açık haberiniz var
mı?
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) Açık olan tersane var
mı?
BAŞKAN Sayın Köktürk
Sayın Bakan, devam ediniz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas)
Bir başka soru Kredi Garanti Fonuyla ilgili. Kredi Garanti
Fonundan
Ben ne söylersem doğruyu söylerim -ben yani öyle şey değil-
onun için söylediğim sözlere lütfen güvenin yani yanlış bilgi
vermem. Kredi Garanti Fonunu 10 tane kendi adamınıza veya
yandaşlarınıza vermiş. diye bir ithamda bulunuldu, bu da doğru
değil, yakıştıramam. Niçin? Kredi Garanti Fonu 1991
yılında kuruldu. TOBB ortak, TESK ortak, KOSGEB ortak, Türkiye Halk
Bankası ortak ve yönetimde TOBB var. Dolayısıyla, TOBBun da
herhâlde ne kadar böyle siyasete açık olduğunu yine sizler çok iyi
takdir edersiniz. Dolayısıyla, burada kesinlik böyle bir siyasi
yönlendirme yoktur.
Bir başka husus: Şimdi burada arkadaşlarım
söylediler, Sayın Metin Külünk de söyledi; ben de Kahirede,
Mısırda bulundum, ben de Libyaya gittim Sayın Başbakanla,
ben de gittim Tunusa. Her gittiğimiz yerde Türk Bayrağını
gördük, gururla gördük. O seferden döndükten sonra Filistin Büyükelçisi -herkes
gidip sorabilir- beni ziyaret etti İsmet Bey yüz yıl önce bu
coğrafyanın her tarafında Türk Bayrağı vardı,
bunu siz açmıştınız ancak şimdi her noktada Türk
Bayrağı var, bunu de biz açtık. dedi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Her tarafta Türk
Bayrağını görüp de bundan sadece Türkiyeye düşman olanlar
sırf sorun diye bakar ama Türkiye'nin bu her tarafında
bayrağının dalgalanmasından herkesin gurur duyması
lazım. Bundan rahatsızlık duyulur mu? Her tarafta inanın
bayrak dalgalanıyor mu?
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Her taraftaki Türk Bayrağını da
yakıyorlar işte!
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Eskiden
sadece diplomatik misyonlarınızda bayrak dalgalanırdı,
şimdi sokaklarda da. Resimlerini görmediniz mi? Göndereyim. İnternet
sitelerini görmediniz mi? Göndereyim.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Bakan, Sarkozy gittiğinde
Fransız bayraklarıyla aynı adamlar oradaydı.
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) Yapma, yapma!
BAŞKAN Lütfen, lütfen sayın milletvekilleri, Sayın
Bakan
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Bak bak
BAŞKAN
Sayın Bakan, lütfen sorulara cevap veriniz.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Evet, sorulara cevap veriyorum.
OKTAY
VURAL (İzmir) Türkiyede İngiliz Bayrağının
dalgalanmasından memnun mu olacaksınız?
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) İki: Biz, her tarafta Türk
Bayrağı'nın dalgalanmasından
OKTAY
VURAL (İzmir) Siyaset bayrak üzerinden yapılmaz Sayın Bakan.
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, lütfen
Sayın
Bakan, lütfen soruları
OKTAY
VURAL (İzmir) Burada hiçbir milletvekilinin birbirine söyleyeceği
bir şey yoktur.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Sayın Vural
Sayın Vural
OKTAY
VURAL (İzmir) Elbette gurur duyarız.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Ha, gurur duymak lazım. Bunu
söylediğiniz an problem bitmiştir. Amaç, bu bayrağı daha
yükseğe çıkarmak. Bu 4x400 bayrak yarışı ise biz bu
bayrağı aldığımız noktadan daha iyi bir noktaya
getirdik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OKTAY
VURAL (İzmir) Bu konuda kiminle rekabet edebilirsiniz? Bu konuda rekabet
etmek kim ya?
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Yine bir başka
arkadaşım söyledi, dedi ki: Bu sözleşmede nükleer gemi yok.
Yani konuyu bilerek söylüyorum ki tehlikeli atıkların sınır
ötesi taşınmasına ilişkin Basel Sözleşmesine hem
Türkiye hem Romanya taraftır. Dolayısıyla, onların
taşınması ayrı bir statüye tabidir. Bizim bir tane nükleer
gemimiz var mı? Yok. Romanyanın bir tane nükleer gemisi var mı?
Yok. Olmayan gemiler hakkında mı sözleşme yapmamız
gerekirdi? O da ayrı bir şey. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yine bir
başka husus, Sayın Vural şehitler, gazilerle ilgili
çalışma yapılıyor mu
Bugün Sayın
Başbakanımız açıkladı, daha önceden
şehitlerimizin yakınlarından bir insan kamu
kuruluşlarında görevlendiriliyordu, inşallah bu sayıyı
yakında ikiye çıkaracağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bir de hem
İçişleri Bakanlığımız hem Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığımız hem de Millî Savunma
Bakanlığının ortak bir çalışması var.
Diyoruz ki bu şehitlerin yakınları ve gazilerimiz bize en büyük
emanettir. Onlar bu ülke için yapılabilecek fedakârlıkların en
büyüğünü yapmışlardır. Bunlara ne versek hakkıdır
diyoruz, onlara ne versek biz hakkıdır diyoruz.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Onun için mi Başbakanlığın
önünde coplandılar?
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Güzel kardeşim, canım
kardeşim, şehit sadece bu dönem olmadı ki 2002den önce de
şehit vardı.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Başbakanlığın önünde
coplamadık mı zaten
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Sizin döneminizdeki verilen
hakları biz daha iyi duruma getiriyoruz, daha
kötü duruma getirirsek bize ne söyleseniz hakkıdır ama biz
aldığımız noktadan daha iyi bir noktaya getireceğiz,
inşallah çok kısa zamanda da onu getireceğiz.
MURARREM İNCE (Yalova) Başbakanlık önünde
coplamadılar mı? Adamların kolu bacağı
çıkmadı mı?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Biz ne versek
Biz
daha iyi bir duruma getireceğiz. Biz sadece bunun istismarını
yapmadık, hiçbir zaman da istismarını da yapmadık
OKTAY VURAL (İzmir) Bu konuyu niye vicdani retle ilgili bir
dönemde getirdiniz?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayınız.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Sayın Vural, onunla ilgili bir
alakası yok. Bu, aylar önce yapılmış bir
çalışmadır. Dolayısıyla bunu Sivasta -eğer ki
yani açın lütfen gazetelere bakın- bayramlaşmaya gittiğimde
de her yerde söylediğim ibaredir. Şehit yakınlarımız
ve gazilerimiz bize bu milletin emanetidir. Bu emanete ne talepleri varsa
herkesten yazılı talep istedik. Dolayısıyla o talepler
geliyor. Ortak olarak baktık, inşallah en kısa zamanda bir
neticeye ulaştıracağız.
Bedelli askerlikle ilgili Sayın Başbakanımız bugün
açıkladı. Bu hafta sonuna kadar veya önümüzdeki hafta sonuna kadar bu
işi neticelendireceğiz. Dolayısıyla biz de onu söylüyoruz
ki bu iş af gibidir ya dile getirmemek lazım ya da dile getirdikten
sonra en kısa zamanda sonuçlandırmak lazım. Bunu da bugün
Sayın Başbakanımız açıkladı ya bu hafta ya da
önümüzdeki bu neticelenecektir.
Bir diğer husus: Libyaya Haçlı seferi var. diyor. Kim
söyledi? Putin. Yani Libyaya yapılan bir seferde Libya halkı sokaklara
dökülmüş. Ya Kaddafinin safında olacaksınız ya Libya
halkının safında olacaksınız. Libyadaki bu harekâta
katılan Türkiye, Haçlı seferinde olabilir mi? Libyaya katılan
harekâtta Katar, Haçlı seferinin içinde olabilir mi? Birleşik Arap
Emirlikleri, bu operasyonun içerisinde Haçlı seferinde olabilir mi? Ama
hangi gözle baktığınız önemli? Putinin gözünde
bakarsanız öyledir ama biz Libya halkının gözünde bakıyoruz
ki Libya halkı ne talep etmişse biz onu yerine getirmişizdir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) - Amerikanın gözüyle
bakılıyor, Libya halkının değil.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) - Ne zamandan beri Libya halkının gözüyle, ne
zamandan beri?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Dün de Libya
halkının yanındaydık bugün de Libya halkının
yanındayız, bundan sonra da Libya halkının yanında
olacağız diyorum.
Bir başka husus
OKTAY VURAL (İzmir) ABD söyledikten sonra. Kaddafiden insan
hakları ödülü aldığı zaman Libya halkı...
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Çelişki olmasın
çelişki
BAŞKAN Sayın Bakan, lütfen sorulara cevap veriniz.
Buyurunuz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Bir başka soru: Piri Reisin
Kıbrısın güneyindeki araştırmaları
tamamlanmıştır, verilerin işlenmesine
başlanmıştır. Bu verilerin iki aylık süre içerisinde
neticeleri alınacaktır ve kamuoyuna açıklanacaktır.
Bir
başka, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ikinci sismik
araştırma gemisini Norveçten kiralamıştır. Yeni bir
alım ve yapım çalışmaları da bu arada devam etmektedir.
Bunun da inşallah sözleşmesini isteyene iletiriz.
Türkiyenin
münhasır ekonomik bölgesi... Biliyorsunuz, münhasır ekonomik bölge,
denize kıyısı olan iki ülkenin anlaşmalarıyla
belirlenmiştir. Karadenizde tamamen münhasır ekonomik bölge
çizilmiş durumdadır. Gerek Bulgaristanla gerek Romanyayla gerek
Ukraynayla gerek Rusyayla gerekse Gürcistanda tamamıyla Karadenizde
münhasır ekonomik bölge taraflar arasında çizilmiş ve
belirlenmiştir. Buradan da baktığımızda, Karadenizin
bütün diğer ülkeleri bir yanda, yaklaşık Karadenizin
yarısı Türkiyede kalmıştır. Onu da çok net olarak
belirtelim.
OKTAY
VURAL (İzmir) Akdeniz?
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Akdenizde ikili görüşmeler
önemli, söyledik ya. İkili görüşmelerde ilk defa, işte Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle sözleşme imzalanmış
durumda. Diğer ülkelerle de bu görüşmeler devam etmektedir.
Bir
başka sonuç, yine denildi ki: Bu sözleşme ne getirecek? Bu
sözleşmenin ne getireceği bu sözleşmede yazıyor. Ne diyor?
Gemi inşası, gemi tamiri, gemi sökümü dâhil olmak üzere seyirle
ilgili konularda teknik iş birliği ve eğitim alanında
iş birliği yapmak.
Bir
başka, Türkiye veya Romanya bayrağını taşıyan
gemilerle deniz yoluyla uluslararası taşımacılık
konusunda tek taraflı kısıtlamalardan kaçınmak.
Yine bir
başka, limanlardaki gerekli işlemleri kolaylaştırıp
hızlandırmak, bürokratik işlemleri azaltmak, liman
formalitelerini basitleştirmek. Uluslararası sözleşmeleri de göz
önüne alarak tarafların birbirine kolaylık göstermesi.
Yine
gemilerde gemi adamı çalışır. Bu gemi adamları
çalıştığı zaman pasaport da taşımazlar.
Kendilerinin gemi adamı cüzdanı pasaport yerine geçer. Gemiyle
gelenler o gemi adamı cüzdanıyla karaya çıkabilirler, o ili
ziyaret edebilirler. İşte burada o da yazıyor.
Millî mevzuatına
göre gemilerdeki mürettebat üyeleri yolcuların tanzim edilmiş kimlik
belgelerini tanıyacaktır ve Türkiye Cumhuriyeti için gemi adamı
cüzdanı, işte Romanya için de Seamans Book bu niteliktedir ve
bunları iki taraf da kendi ülkelerinde kabul edecektir.
Yine Bu evraklara sahip olanların vizesiz olarak karaya
çıkmalarına ve dolaşmalarına izin verilecektir. denir.
Yine, eğer ki bir deniz kazası geçirilirse o deniz
kazasında yolcuların taşınması veya yükün
taşınması konusunda, başka gemilere aktarılması
konusunda çok büyük bir kolaylık getirilecektir, o da burada belirtilir.
Yine, çevre koruma konusunda iki ülke iş birliği
yapacaktır, herhangi bir deniz kazasında veya deniz kirlenmesi
konusunda o ülkenin mevzuatına tabi olacağı da
belirtilmiştir ve ortak bir denizcilik komitesi kurulması
kararlaştırılmıştır ve Tuna Nehriyle ilgili
olarak da deniz ulaştırmasından en kolay şekilde
faydalanılabilmesi için ikili görüşmelerde birbirine destek
olacaktır.
Tunayla ilgili seyrüseferler ayrı bir sözleşme konusudur.
1948 tarihinde, 18 Ağustos 1948 tarihinde Belgratta, Tunada Seyrüsefer
Rejimi Sözleşmesi imzalanmıştır. Yine 1994
yılında Tuna Nehrinin Korunması ve Sürdürülebilir Kullanım
Sözleşmesi vardır ve Avrupa mevzuatı da yine Tunayla ilgili
seyrüsefer hukukunu düzenlemektedir. Dolayısıyla, burada da, bu
sözleşmede de o sözleşmelere atıflar yapılmaktadır.
Yine, bir başka soru soruldu, Yer altı ve iç sular tabirinin
Romanya tarafından önerildiği, heyetimizin bu tabirlere gerek
olmadığı
Ama, ülke tanımından ne
anlaşılması gerekir? Ülkenin havası da ülkenin bir
parçasıdır, ülkenin toprak parçası da bir parçasıdır,
ülkenin deniz hattı da -karasuları diyoruz- bir parçasıdır,
karasularının altındaki toprak da ülkenin bir
parçasıdır. Bu kapsam şeyinde bu cümle
kullanılmıştır.
BAŞKAN Sayın Bakan, süremiz doldu. Yazılı olarak
cevap verirseniz diğerlerine
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Uygundur.
BAŞKAN Teşekkür ederiz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Kendi
sorularının cevaplandırılmadığını
düşünen sayın milletvekillerimizin sorularının
yazılı olarak cevaplandırılacağının
bilinmesini isterim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz.
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Vural
OKTAY VURAL (İzmir) Sayın Bakan Ben ne dersem
doğrudur. dedi, hatta Denizcilikteki gelişmeleri Milletvekilimiz
Ali Torlak Beye sorarsanız ne kadar memnun olduğunu kendisi de ifade
edecek. dedi.
Biraz önce telefonla konuştum Ya, beni güldürmesinler! dedi.
Yani, gerçekten Sayın Bakanın doğruları bu kadarsa
Biraz
önce telefonla konuştum, Sayın Milletvekilinin denizcilik sektörünün
sorunlarıyla ilgili verdiği araştırma önergeleri, soru
önergeleri vardır. 1.100 çalışanından 65e
düşürdüğüne göre gerçekten birilerinin işi iyi olabilir ama
bazılarının işi iyi değil.
BAŞKAN Sayın Vural, teşekkür ederiz.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Evet, yeni tersane yapanların işi
iyi.
OKTAY
VURAL (İzmir) Sizin siyasal tercihlerinizin ve yandaş
arayışınızın belli yörelerde nasıl
yapıldığını da biliyoruz. Yakında o konudaki
sizin de dahlinizi açıklayacağız.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Vural.
AHMET
İHSAN KALKAVAN (Samsun) Sayın Başkan, Sayın Bakan ismimi
zikrederek...
OKTAY
VURAL (İzmir) Demek ne derseniz doğru değil.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) Benim her söylediğim
doğrudur.
AHMET
İHSAN KALKAVAN (Samsun) İsmimi zikretmiştir Sayın Bakan.
Sataşma yok, bir açıklama getirecektim efendim.
BAŞKAN
Sayın Kalkavan, yerinizden, buyurunuz.
AHMET
İHSAN KALKAVAN (Samsun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, bizim Deniz Ticaret Odalarının kuruluşundan bu
yana rahmetli kurucular, birisi bugün sağdır ve bugün yönetimde
olanların tek isteği denizcilik bakanlığıydı ama
bizim denizcilik bakanlığı görüşümüz bütün denizcilikle
ilgili birimlerin bir çatı altında toplanıp sizler de iyi
biliyorsunuz- bir bakanlık oluşturulmasıydı ama bugün
bakıyoruz ki limanlar, bazı şeyler Ulaştırma
Bakanlığına bağlı, yatçılık Turizm
Bakanlığına bağlı, balıkçılık sektörü
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı.
Bunlar, tabii, bakanlıkların birtakım düşünceleri yüzünden
hiçbir şekilde bir araya getirilip kurulamadı.
Şimdi,
kurulacak bir denizcilikle ilgili bakanlığın bu turizmi,
balıkçılığı, Limanları ve Müsteşarlığın
şu ana kadar yapmış olduğu bütün görevleri bir araya
toplayıp kurulacak bir bakanlık olacaksa biz öyle bir denizcilik
bakanlığının hem Deniz Ticaret Odaları olarak hem
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak doğru olduğuna inanıyoruz.
Böyle bir konuyla, yani...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Kalkavan.
Sayın
milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Maddelerine...
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa
kalktı)
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan yoklama talebimiz vardır.
BAŞKAN
Yoklama talebi vardır.
Oylamayı
yoklama talebinden sonra yerine getireceğim.
Sayın
Erdoğdu, Sayın Tezcan, Sayın
Köktürk, Sayın İnce, Sayın Öner, Sayın Kalkavan, Sayın
Soydan, Sayın Tanal, Sayın Öğüt, Sayın Özdemir, Sayın
Dinçer, Sayın Ekinci, Sayın Bulut, Sayın Havutça, Sayın
Demir, Sayın Şeker, Sayın Atıcı, Sayın
Değirmendereli, Sayın Özcan, Sayın Serindağ.
BAŞKAN Üç dakika süre veriyorum sayın milletvekilleri.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır.
X.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/330) (S. Sayısı: 41) (Devam)
BAŞKAN Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE
ROMANYA HÜKÜMETİ ARASINDA DENİZCİLİK
ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 3 Mart 2008 tarihinde Bükreşte imzalanan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Denizcilik
Anlaşmasının onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
1inci madde üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep
Milletvekili Ali Serindağ. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Serindağ.
CHP GRUBU ADINA ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile
Romanya Hükûmeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının 1inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, denizcilik sektörü ülkelerin dünyaya
açılımını ve entegrasyonunu sağlayan en önemli
sektörlerden biridir. Bu açılım ve entegrasyon ne derecede güçlü
olursa ülkelerin ekonomik gücü de o derece yüksek olmaktadır. Türkiye,
denizcilik sektörü açısından jeopolitik ve jeostratejik bir öneme
sahiptir. Dünyada değişen ekonomik şartlar, siyasi olaylar ve
teknolojik gelişmelere paralel olarak deniz taşımacılığı
dökme taşımacılıktan konteyner ve Ro-Ro
taşımacılığına doğru
kaymıştır. Ancak bu gelişmelerde, coğrafi konumu Asya
ile Avrupa arasında bir köprü durumunda olmasına rağmen, Türkiye
oldukça geride kalmıştır. Türk deniz ticaret filomuz
taşıma taleplerini karşılayabilecek seviyede değildir.
Denizcilik faaliyetlerinin önemli bir bölümünü teşkil eden Türk gemi ve
inşa sanayisi uzun vadeli ve istikrarlı, bağımsız bir
gelişme politikasına sahip değildir ve yeterince teşvik
görmemektedir.
Ülkemizin uluslararası deniz ulaşım yollarının
kavşağında bulunduğunu hepimiz biliyoruz ancak bu
jeostratejik ve coğrafi konumuna rağmen,
Sayın milletvekilleri, ülkeler arasında yapılan anlaşmaların
hangi alanla ilgili olursa olsun diğer alanlarda da o ülkelerin
ilişkilerini olumlu yönde geliştirdiği bilinmektedir. O nedenle
biz, Romanya ile Deniz Ticaret Anlaşması yapılmış
olmasını bir bölge ülkesi olarak önemli görüyoruz.
Biliyorsunuz, AKP iktidara geldiği vakit, bölge ülkeleriyle ve
komşu ülkelerle ilişkilere önem verdiğini belirtmiş ve bu
konuda sıfır sorun politikası izleyeceğini deklare
etmiştir. Ancak hepimiz biliyoruz ki ve son gelişmeler de gösteriyor
ki, bu sıfır sorun politikası sorunlar yumağı hâline
gelmiştir. Nasıl? İsterseniz sayın milletvekilleri,
kısaca bir iki örnek vermek istiyorum.
Biraz evvel konuşan arkadaşlarımız, sayın
milletvekilleri, grup sözcülerinin bir bölümü Libyadan bahsettiler.
Biliyorsunuz Libya, Türkiye ile ilişkileri fazla olan bir ülkeydi. Öyle
fazlaydı ki, Kaddafi, Sayın Başbakanımıza İnsan
Hakları Ödülü verdi, ilişkilerimiz o kadar ileriydi. Sonra,
Libyadaki olaylar üzerine NATOnun müdahalesi gündeme geldiği vakit
Sayın Başbakanımız NATOnun orada ne işi var? diye
yüksek sesle görüşünü dile getirmişti. Ama sonra ne oldu? Hepimiz
biliyoruz ki, denizden ablukaya bizim gemilerimiz iştirak etti ve
sayın milletvekilleri, dünya literatürüne girmiş olan Türk usulü para
taşımacılığıyla, biz, bir gruba 300 milyon dolar
gönderdik ve bunun adı Türk taşımacılığı
oldu.
Sonra ne oldu? Kaddafi hepinizin gördüğü şekilde ve
zannediyorum gayrinsani bir şekilde hayatını kaybetti.
Biz Kaddafiyi savunuyoruz
değiliz, kesinlikle. Biz, diktatörleri savunmayız ama ülkelerin
diğer ülkelerle ilişkilerinde millî çıkarlarını göz
önünde bulundurması gerektiğine inanırız. (CHP
sıralarından alkışlar)
Daha sonra ne oldu? Suriyeyle ilişkilere bakalım: Suriyeyle
ilişkilerimiz o kadar ileri dereceye vardırıldı ki ortak
Bakanlar Kurulu toplantısı yaptık. Başka ne yaptık?
Beraber tatil yörelerine gittiler. Başka ne oldu? Schengen yerine biz
Şamgeni kuruyoruz. dedi Sayın Başbakanımız ve
kısa bir süre sonra, sanki o Suriye o Suriye değilmiş gibi, o
Beşar Esad başka Beşar Esadmış gibi,
ilişkilerimiz bugünkü noktaya geldi. Savaş durumuna geldik.
Ticaretimiz olumsuz etkilendi. O kadar olumsuz etkilendi ki komşu illerin
esnafı feveran eder hâle geldi. İşte, Gaziantepte, esnafın
basına yansıyan görüşleri. Evet sayın milletvekilleri,
şöyle diyor basın: Gaziantepin Lalelisi konumunda olan İnönü
Caddesindeki İran Pazarında esnaf Suriyenin ithalatı durdurma
kararı ile yıkıldı. 6 aydan beri yaşanan
sıkıntının son kararla doruğa
çıktığını belirten esnaf, Bu karar bizim kepenkleri
kapatmamız anlamına geliyor. şeklinde konuştular.
İşte, komşu ülkelerle yaratılan sorunların
neticeleri bunlar ve şu soruyu hepimizin sorması lazım, aslında
sayın milletvekilleri, bana göre, sizin de sormanız lazım:
Beş altı ay içerisinde ne oldu? Suriye mi değişti, biz mi
değiştik, Beşar Esad mı değişti? Beşar Esad
önce çok demokrattı da sonra mı diktatör oldu? Bu soruyu niye
kendimize sormuyoruz?
MUHARREM İNCE (Yalova) Beşar Esad da mı gömlek
değiştirdi acaba?
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) - Şimdi, Suriye, bölgemizin
önemli ülkelerinden birisi, gerek Orta Doğu politikasında ülkemizin
komşusu olması nedeniyle gerekse bölgede önemli bir konuma sahip.
Suriye egemen bir ülke, biz Suriyenin egemenliğine, toprak
bütünlüğüne ve bağımsızlığına önem
veriyoruz. Suriyede sorun yoktur. demiyoruz ancak Suriyede var olan
sorunların Suriyeliler tarafından, Suriye halkı tarafından
çözümlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz, başka ülkelerin iç
işlerine karışmak gibi bir politikayı benimsemiyoruz.
Sayın Başbakan, Suriyedeki sorunları bizim iç işlerimiz
olarak görüyor. Bizim zaten kendimize yetecek kadar iç sorunumuz var, neden
Suriye sorununu, Suriye meselesini iç politika meselesi hâline getirelim?
İngiltereden gelen biri
anlatıyordu, diyor ki: Bir arabanın arkasında şu söz var:
Amerikayı kızdırma, yoksa ülkenize demokrasi getirir.
Değerli arkadaşlarım, işte bizim Suriyeyle ilgili
geldiğimiz nokta burada.
Devam edelim, İsraille
ilişkilerimize bakalım. İsraille görünürde çok
İsraile
karşı sert politikalar izliyoruz ama bir yandan da füze
kalkanını getiriyoruz, İsraili koruyacak şekilde
Malatyaya monte ediyoruz. Mavi Marmara gemisinde 9 yurttaşımız
hunharca katledildi. Ne yaptık? Hani özür dileyeceklerdi, hani tazminat
ödeyeceklerdi? Sesimiz çıkmadı.
Şimdi, Sayın Davutoğlu
şöyle diyor: Türkiye, Doğu Akdenizde seyrüsefer güvenliğini
sağlamak için önlem alacaktır, gerekirse donanmasını
gönderecek, uçaklarını kaldıracaktır. Peki, ne oldu?
İşte hepiniz de biliyorsunuz ki İsrail dünyanın gözü önünde
iki gemiyi durdurdu ve limanlarına çekti. Ne oldu arkadaşlar?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen, sözlerinizi
tamamlayınız.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla)
Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başbakanımız
Gazzeye gidecekti. Neden gitmedi, ne oldu?
Değerli arkadaşlarım, işte bu soruları sizin
sormanız gerekmektedir. Komşularımızla ilişkilerimiz,
sözlerimin başında da söylediğim gibi, sıfır sorun
noktasından sorunlar yumağına gelmiştir. İranla
ilişkilerimiz bozulmuştur. Azerbaycanla ilişkilerimiz bozulmuştur,
iki devlet tek millet olan Azerbaycanla ilişkilerimiz bozulmuştur.
Ve komşu ülkeler üzerindeki güvenimizi, maalesef, muhafaza edemedik.
Türkiye çok önemli bir ülke, ben Sayın Bozkırın o konudaki
görüşlerine katılıyorum, çok önemli ama AKP, maalesef, bu
büyüklüğe uygun bir politika izleyememiştir. Sayın
Bozkırın söyledikleri Türkiye güçlü
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Serindağ.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) Evet, güçlüdür; ama AKP
döneminde askerlerimizin başına çuval geçirilmiştir, Gazzeye
müdahale meşru hâle getirilmiştir.
BAŞKAN Sayın Serindağ, teşekkür ediyoruz.
ALİ SERİNDAĞ (Devamla) Hepinize saygılar
sunuyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kayseri
Milletvekili Yusuf Halaçoğlu.
Buyurunuz Sayın Halaçoğlu.
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin
bildiği gibi, tabii bu yıllardır söylenir, Türkiye'nin üç tarafı
denizlerle kaplıdır ve Türkiye denizcilikte yeterince
ilerleyememiştir. Hâlbuki, Yunanistana baktığınız
zaman, Yunanistanda ciddi bir deniz ticaret hacmi vardır. Türkiyede de
aynı hacme ulaşılması şarttır. Tabii ki
dediğim gibi, üç tarafı denizle kaplı bir ülkenin muhakkak ki
bir denizcilik bakanlığına ihtiyacı vardır.
Tarihin hemen her döneminde deniz ve deniz ticareti devletler için büyük
önem taşımıştır. Her ne kadar Metin
Kardeşimiz Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin yüz otuz
seneyi bulduğunu söylemişse de -Metin Bey Kardeşimiz duymuyor
galiba ama- yüz otuz sene değil biliyorsunuz, Türkiye'nin kuruluşu
1923 olduğu için doksan senedir ama Türk-Romen ilişkilerini ele
alırsanız beş yüz elli senedir. Beş yüz elli senelik bir
süreç vardır, bir de Sarı Saltuku eklersek o altı yüz seneyi de
geçer biliyorsunuz ama tabii, tarihçi olduğum için yutmadım ne
yapayım, bu da benim şeyim.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; Osmanlı
Döneminde de yine Osmanlı Devletinin gücü iki kuvvete
dayanmıştır. Birisi kara kuvvetleridir silahlı güç olarak,
diğeri de deniz ticareti ve denizcilik yönündedir. Bunun için tersaneler
kurulmuştur, İstanbulda tersaneler kurulmuştur, Karadenizde
kurulmuştur, Süveyşte kurulmuştur ve Basra Körfezinde tersaneler
oluşturulmuştur ancak Osmanlı Devletinin gücünü kaybetmesi
deniz ticareti ile de bağlantılı olarak kapitülasyonlar
sebebiyledir. Kapitülasyonlar aslında karşılıklı
ticaret anlaşmasını gerektiriyor fakat Osmanlı ticaret
filoları zayıf olduğu için kapitülasyonlar Osmanlı
Devletinin aleyhine işlemiştir. Dolayısıyla bugün biz
Karadenizde kıyısı bulunan ülkelerle -tabii ki Romanya bunun
içerisinde yer almaktadır- en iyi şekilde ticari ilişkiler kurmak
zorundayız. Hele hele bunu Osmanlı Devletinin genel coğrafi
alanı olarak da gördüğünüzde bunların kaçınılmaz
olduğunu değerlendirebiliriz.
Hepimizin
bildiği gibi, 20 Temmuz 1936da Montrö Anlaşmasıyla
boğazlardan geçiş meselesi yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenleme
aslında Türkiye'nin 24 Temmuz 1923teki Lozan Anlaşmasındaki
birtakım açıkları kapatma anlaşmasıdır. Fakat
bununla beraber günümüzde Sayın Başbakanın bir proje olarak
ortaya attığı, Karadenizden Marmara Denizine bir kanal projesi
vardır. Bu proje Osmanlı Devleti
tarafından çok önceden farklı bir coğrafyada
düşünülmüştür. Gerçekten, Boğaz trafiğini hafifletmek
gerekir. Osmanlı Devletinin proje olarak ortaya koyduğu bu yol,
Sakarya Nehrinden Adapazarına kadar gelen ve oradan Sapanca Gölüne
bağlanan, Sapanca Gölünden de İznik Körfezine ulaşan bir
yoldur. Çok daha ucuz, çok daha avantajlı bir yol olarak Osmanlı
Devleti bunu planlamıştır.
Romanyayla yapılan bu ticaret anlaşmasında benim
gördüğüm bir önemli nokta bulunmaktadır. Karadeniz bir iç denizdir.
Bu iç denizin her geçen gün kirlenmiş olduğunu görüyoruz ve
kirlendiğini görüyoruz. Bunun en başında Tuna Nehrinde
kıyısı bulunan ülkelerin atıklarının Tuna Nehri
aracılığıyla Karadenize dökülmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu ticaret anlaşması yapılırken Romanyayla, Karadenizin
kirliliğinin önlenmesi konusunda da buraya bir madde konabilirdi diye
düşünüyorum.
Bizim, hepimizin değerlendirmeleri içerisinde yer alması
gereken en önemli hususlardan bir tanesi de deniz ticaretinde sadece Romanya
değil Balkan devletlerinin tümü ve Karadenize kıyısı
bulunan diğer ülkelerle de ticaretimizin, deniz ticaretimizin
geliştirilmesini sağlamamız gerekir. Osmanlı Devleti
aslında hem Karadenizin her iki kıyısında hem de
Akdenizde önemli bir filo oluşturmuştur ve iskeleler kurmuştur.
Tabii ki bunu şunun için söylüyorum: Osmanlı Devleti gerek
Cenevizlilerle gerekse Galata tüccarıyla birlikte -Marsilya da dâhil-
doğu-batı ticareti arasında önemli bir rol
oynamıştır. Bu rol Osmanlı Devletinin bir dünya devleti hâline
gelmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Bugün Türkiye de üç tarafı
denizlerle çevrilmiş bir ülke olarak, doğu-batı ticaretinde bu
rolü üstlenebilir ancak şurasını belirteyim, Türkiye bazı
konularda, ciddi birtakım konularda değerlendirmeler yapmak
zorundadır. Avrupa Birliği, hepimizin bildiği gibi, büyük bir
çöküntü içerisine girmiştir. Yakın bir zaman içerisinde de
Avrupanın bu fonksiyonu bütünüyle ortadan kalkacaktır. Bu ortadan
kalkmaya bağlı olarak, Türkiye Orta Doğuda göstermiş
olduğu faaliyetlerin daha fazlasını Türk cumhuriyetlerinde göstermek
zorundadır.
Devlet yönetiminde bayrakları görmeniz o devletin size dost
olduğunu göstermez. Yani bugün gurur duyabilirsiniz Mısırda,
Libyada Türk bayraklarıyla karşılanmaktan ama
karşılayanların sayısı bin kişidir, daha fazla
değildir. Bırakın onu, geçen yıl, bu olaylar çıkmadan
önce Suriyeye gittim. Suriyede Hamayı, Humusu, Halepi,
Şamı, Rakkayı, Deyrizoru dolaştım araba
kiraladım ve kendiliğimden, kendim kullanarak ama bir Allahın
kulu beni durdurup Nereye gidiyorsun? diye sormadı. Bu kadar iyi bir
ilişki vardı ve ayrıca Şamda Kapalıçarşıda
Sayın Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanının
isimleri bez afişlere yazılmış ve
asılmıştı ve övgüyle bahsediliyordu. Bakın, Şam
bu övgüyü gösterirken aradan geçen birkaç ay sonrasında Türk
Bayrağı yakılıyor ve Başbakanın posterleri
yakılıyor, Büyükelçiliğimize, konsolosluklarımıza
saldırılar yapılıyor.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, devletler
arasındaki ilişkiler bu şekilde iyi niyete veya dostluklar
üzerine oturtulamaz. Devletler arasındaki ilişkiler veya devletlerle
olan bağlantılar karşılıklı çıkarlar üzerine
oturmak zorundadır. Bugün dost olduğunuz yarın
düşmanınız, bugün düşman olduğunuz yarın dostunuz
hâline gelebilir. Mısırda veya Libyada olan olayları
yarın, inşallah aksi olur ama
Geçen gün, Mısır
Büyükelçimizle uçakta birlikte seyahat ederken oradaki iş
adamlarımızın ve iş durumumuzun çok büyük
sıkıntıya girdiğini ifade etti, yanımda da Ömer Çelik
Bey vardı. Dolayısıyla, bu gibi görüntülere aldanmayalım.
Bu aldanma Türkiye'nin gelecekte büyük badirelerle karşı
karşıya gelmesine yol açacaktır. Irakta da, bakın,
Amerikan bayraklarıyla Amerikayı karşıladılar, daha
sonra da Amerikaya karşı mücadeleye başladılar. Libyada
daha önce ne oldu? İtalyan bayraklarıyla İtalyayı
karşılamışlardı, Tunusta da Fransız
bayraklarıyla karşılamışlardı, Suriyede
Fransız bayraklarıyla karşılamışlardı, daha
sonra, bu devletleri ülkelerinden attılar. Dolayısıyla,
komşularımızla olan ilişkilerimizi
karşılıklılık prensibine ve dostluk üzerine
değil, çıkar ilişkileri üzerine oturtmak zorundayız. Ne
yaparsanız yapın, yarın Suriye ile iyi ilişkiler kurmak
zorunda kalacaksınız.
Bugün dünya genelinde düşünecek olursanız Orta Doğu
politikasının temelinde Çinin yükselen ekonomisinin
yattığını hepimiz biliriz, görürüz. Bu politika
çerçevesinde Amerikanın, Çinin en çok ihtiyaç duyduğu petrol
bölgelerini ele geçirmesi yatmaktadır ve Orta Doğu projesinin
temelinde de bu vardır. Yarın bu durum tersine dönecektir çünkü Çin
büyük petrol yatakları bulmuştur hem de Suudi Arabistanın
petrol rezervinin yüzde 80i oranında. Yarın ne olacaktır?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) Teşekkür ederim Başkan.
Çin petrolü kullanmaya başladığı andan itibaren Orta
Doğuda her şey altüst olacaktır. Dolayısıyla,
Türkiye'nin başka bir ülkenin iç işlerine karışmaktan
vazgeçmesi
Tabii ki Esadın diktatörlüğünü desteklememiz mümkün
değil ama oradaki Türkleri de düşünmesi gerekir. O gün
gittiğimde Türkler artık rahatça Türkçe konuşuyorlar,
istedikleri gibi rahat hareket ediyorlardı, bugün baskı
altındalar.
Diğer önemli bir konuya da dikkatinizi
çekmek istiyorum. Suriyenin bu şekilde Türkiyeye düşman olması
sebebiyle, orada yaşayan Ermenilerin yarın Suriye Parlamentosuna
soykırım meselesini getirdiklerinde Suriye tarafından da
soykırımın kabul edildiğini göreceksiniz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Halaçoğlu.
Şahsı adına ilk söz
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Bir
düzeltme yapmak istiyorum. Hocam konuşması esnasında
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Kanaldan sorumlu
AKP milletvekili!
OKTAY VURAL (İzmir) Neyini
düzelteceksin?
BAŞKAN Sayın Külünk, zaten
sizin söz sıranız var.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) O
başka, bu başka.
BAŞKAN Buyurun, yerinizden,
açarsanız sistemi size söz vereyim efendim.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Ama
Sayın Başkan, kürsüden
OKTAY VURAL (İzmir) Hayır, ne
oldu efendi?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Ben
kürsüden rica ediyorum.
BAŞKAN Neyle ilgili?
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Hocam
ismimi anarak
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Biraz
önce Sayın İnceye verdiğiniz sözü istiyor Sayın
Başkan. 69a göre Sayın İnceye verdiğiniz sözü istiyor.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Senin
söylemediğin bir şeyi söylemedi ki, Yüz otuz sekiz yıl diyor,
öyle değil. dedi.
BAŞKAN Sayın Elitaş,
Sayın Milletvekili talebini iletebilir herhâlde, anlamak istiyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Anlamanıza yardımcı olmaya çalışıyorum.
BAŞKAN Sayın Külünk, ne için
istediğinizi anlamak istiyorum.
METİN KÜLÜNK (İstanbul)
Sayın Halaçoğlunun, konuşmam esnasında vermiş
olduğum tarihle ilgili olarak, kendisinin tarihçiliği üzerinden
cümlelerime ait bir yorumu oldu. O yoruma kürsüden
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Düzeltmem
oldu, yorumum değil.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Düzeltme yapacak.
METİN KÜLÜNK (İstanbul)
Düzeltme yapacağım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Ben
düzelttim zaten.
METİN KÜLÜNK (İstanbul)
Düzeltmeyi düzelteceğim ben.
BAŞKAN Buyurun, düzeltmenin
düzeltmesini yapmak istiyorsunuz, buyurun efendim.
OKTAY VURAL (İzmir) Sataşma
değil ki efendim, bu ne ya!
BAŞKAN Tarihler nasıl
değişecek bilmiyorum.
Buyurun Sayın Külünk.
METİN KÜLÜNK (İstanbul)
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii ki bu
kürsü milletin kürsüsü. Bu kürsüde mesleğinin erbabı, işinde
ustalardan gerektiğinde öğrenmek bizim için bir hoşluktur,
güzelliktir. Biz, bize bir harfi öğretenin kölesi olmayı bilen bir
medeniyetin mensuplarıyız. Bu anlamda hiç de Hocamın
düzeltmesinde gocunacak bir tarafımız yok çok şükür. Hocamla da
şahsen de özel bir hukukumuz vardır. Ancak benim Romanyayla ilgili
tarihteki esas aldığım an, Berlin Kongresi sonrasındaki
Romanya Krallığından itibarendir. Dolayısıyla, bu
coğrafyada Babülmendebden Cebelitarıka, Baltıktan Ümit
Burnuna kadar olan bu koca coğrafyada bizim, her milletle, bin yıla
varan, daha öncesine varan hukukumuz vardır. Dolayısıyla, bu
noktada tarihî kayıt düşmeye kalktığımızda, bin
yıl öncesine, bin beş yüz yıl öncesine gitmek zorundayız.
Bunun farkındayım ancak konuşma esnasında esas
aldığım tarih, Berlin Kongresinin ardındaki tarihtir.
Yoksa, Romanyayla bu coğrafyadaki ilişkilerimizin geçmişini biliyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Külünk.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Sayın Başkanım, bir
konuyu dile getirmek istiyorum.
Berlin Kongresini esas aldığını söylüyor.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Berlin Kongresinin ardından.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Berlin Kongresini esas
aldığınızı söylüyorsunuz, onun ardından diye söylüyorsunuz
ama o zaman Türkiye Cumhuriyeti yoktu. Türkiye ile Romanya arasındaki
dedi. Hâlbuki, Osmanlı Devleti vardı. 1923ten sonra Türkiye
Cumhuriyeti vardır ve hâliyle, doksan senelik bir geçmişi
vardır.
BAŞKAN Tutanaklara geçmiştir efendim, teşekkür
ediyoruz.
OKTAY VURAL (İzmir) Bunun için de bir düzeltme yapabilir
Sayın Milletvekili. Bir düzeltme de bunun için yapsın.
BAŞKAN Şahsı adına Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Can
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Yok Sayın Başkan.
BAŞKAN Peki.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili Metin Külünk.
Buyurunuz Sayın Külünk. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Süreniz beş dakika.
METİN KÜLÜNK (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Türkiye kimin devamı? Osmanlının devamı.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Türkiye değil, Türkiye
Cumhuriyeti devleti.
METİN KÜLÜNK (Devamla) Osmanlı kimin devamı? Anadolu
Selçuklusunun devamı. Bu topraklarda kim, ne kurulmuşsa, bir
öncekinin üzerine kurulmuştur. Osman Gazinin, 1299daki, Devleti Âliyeyi
Osmaniyenin, Söğütte, Domaniçte attığı temel neyse
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Metin, o tarih de 1299 değil,
o da tartışmalı.
METİN KÜLÜNK (Devamla)
1923te, 23 Nisan 1920de Ankarada
Birinci Mecliste Türkiye Cumhuriyeti devletinin temelinin
atılışı arasında bağ vardır, birbirinin
devamıdır. Bunu Hocam da iyi bilir ki birbirini nesh etmez, birbirini
tamamlar. Dolayısıyla benim buradaki Türkiye tanımını
Osmanlı ile neshetmeye çabalamak -kusura bakmayın- ancak bir sürçülisandır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu topraklardaki bin yıldır var olan bu
milletin devlet kurma geleneğinin Osmanlıdan sonraki bir
parçasıdır, bir devamıdır.
Hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyoruz Sayın Külünk.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bin
yıldır Türkler var, Türkiye Cumhuriyeti yok, bin yıldır
Türkler var.
OKTAY VURAL (İzmir) Yine bir düzeltme yapmamız gerekiyor.
Burada bir düzeltmeye ihtiyaç var.
BAŞKAN Bir tarih
düzeltmesine dönüştü bu iş.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Bunu ben düzeltebilir miyim efendim müsaade
ederseniz?
BAŞKAN Bir dakika efendim
Şimdi, bir dakika
Şimdi, devamlı düzeltmenin düzeltmesi oluyor Sayın
Halaçoğlu. Lütfen düzeltmenizi yapın, tutanaklara geçsin, bu konuyu
kapatalım.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Herkes duyar mı sesimi bilmiyorum?
BAŞKAN Duyar efendim,
duyar.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Peki efendim, düzelteyim o zaman.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Tutanakların duyması
önemli.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Şimdi, birbirinin devamı
olabilir devletler, nitekim Mustafa Kemal Atatürk de şöyle söylüyor Türk
tarih tezini ortaya koyarken: Türklerin tarihi sadece Osmanlı ve
Selçuklulardan ibaret değildir, ondan önce de Türkler büyük devletler ve
imparatorluklar kurmuştur. Ne zaman tarihte bir Türk devleti
yıkılmışsa geriye yeni bir Türk tarihi kurulmuştur,
Türk devleti kurmuşlardır.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Hocam, dersini iyi almışsın buradan. Metinden ders iyi
almışsın, bak Metin düzeltti seni.
OKTAY VURAL (İzmir) Anlamazsın sen Elitaş bu tip
entelektüel
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Şimdi de Osmanlı Devleti
çökmüştür ama tarihî zincir kopmayacaktır. diyor. (MHP
sıralarından alkışlar) Bir dakika efendim, lütfen dinleyin.
BAŞKAN Teşekkür
ederiz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) Hayır bitmedi, son bir cümlem:
Dolayısıyla, Türklerin Anadoludaki varlığıyla Türk
devletlerini karıştırmayın. Türkiye Cumhuriyeti
adını taşıyan devlet 1923ten sonra vardır.
Osmanlı Devleti yani Türklerin yönettiği devlet ise 1299da ama
Selçukluyu derseniz 1056dan itibaren. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Ama Türklerin varlığı 5 bin yıl önceye
dayanır. Eğer bunu söyleyecekseniz düzelteyim.
BAŞKAN Teşekkür
ediyoruz Sayın Halaçoğlu, bu konu da düzelmiştir, tutanaklara
geçti.
Şahsı adına Yalova Milletvekilleri Muharrem İnce
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Sayın Başkan, Ramazan Can burada efendim, Ramazan Can geldi.
BAŞKAN Ramazan Bey çağırdığımızda
yoktu efendim.
Buyurunuz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii denizcilikten bir tarih tartışmasına geldik. Çok
doğal, çok doğal
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Her şey karman çorman.
MUHARREM İNCE (Devamla) Maalesef her şeyi karman çorman
ettiniz bu ülkede.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri)
Siz yapıyorsunuz!
MUHARREM İNCE (Devamla) Çok doğal, Denizcilik
Bakanlığı, Türkiyede yalnızca denizcilik sektörüyle
ilgilenmez, Anayasa Mahkemesiyle de ilgilenir. Hatırlayın, bir
aylık bir süre için atanıp sonra Anayasa Mahkemesine nasıl üye
yapıldığını en iyi Denizcilik Bakanlığı
bilir.
Şimdi gelelim, mademki bir tarih tartışması
yaptınız Metin Beyle Sayın Halaçoğlu... Ben, Sayın
Halaçoğluyla bir tarih tartışmasına girecek kadar kendimi
yetkin bulmam. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Ama
şunu da söylemek lazım: Bence bu ülkede tarihini en iyi bilmesi
gerekenler bu Mecliste olanlardır. Neden biliyor musunuz?
Bakınız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü,
Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, bunlar bizim
kumandanlarımızdır, bunlar bizim Kurtuluş
Savaşımızın kahramanlarıdır. Savaş
bittikten sonra, siyaset araya girince araları bozulmuş olabilir,
aralarında problem çıkmış olabilir, zaman zaman ters
düşmüş olabilirler. Peki
Cumhuriyet Halk Partisinden
ayrılmış da olabilirler.
Size bir soru soracağım: Siz, hiçbir Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanından -buna Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Kemal
Kılıçdaroğlu, Altan Öymen, hepsi dâhil- ya da Cumhuriyet Halk
Partisinin herhangi bir milletvekilinden ya da Cumhuriyet Halk Partisinin bir
il başkanından, Fevzi Çakmaka, Kazım Karabekire ait bir tek
kötü söz duydunuz mu? Duymamışsınızdır. (CHP
sıralarından alkışlar)
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Hüseyin Aygünden duyduk!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bizim devlet terbiyemiz, bizim siyaset
ahlakımız, bizim Türkiye Cumhuriyetine bakışımız
budur.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Hüseyin Aygünden duyduk!
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Muharrem İnce, bak bak,
ne diyorlar?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bizim partimizle o dönemlerde sorun
yaşamış olsalar bile, partiden ayrılmış olsalar
bile hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, Kurtuluş Savaşının
kahramanlarına, Fevzi Çakmaka, Kazım Karabekire tek kelime kötü söz
söylemez ama siz çok partili yaşama geçmesine rağmen, o seçimi
kaybedeceğini bile bile Türkiyeyi demokrasiyle tanıştıran,
Türkiyeyi çok partili rejime taşıyan ve seçimi kaybettikten sonra da
çantasını, şapkasını, pardösüsünü alıp Çankayadan aşağıya
sessizce inen ve bir muzaffer kumandan gibi inen, bunu bir başarı
olarak gören birisine, Türkiye Cumhuriyetinin İkinci Cumhurbaşkanına,
Kurtuluş Savaşı kahramanımıza, Lozan fatihine bu
kürsüden ya da milletin başka kürsülerinden defalarca hakaret ettiniz. Bu,
tarihe ihanet ettiğinizin, tarihi bilmediğinizin kişisel küçük
siyasi hesapların, yetmiş yıl, seksen yıl öncesini günümüze
taşıyarak hakaret ettiniz, yanlışlık ettiniz. Bu
kürsüye çıkan insanlar bunu yapmamalıdır. Biz bunu yapmadık
hiçbir zaman, Kurtuluş Savaşı kahramanlarımıza hiçbir
zaman hakaret etmedik, siz etmiş olsanız bile biz etmeyeceğiz,
işte aramızdaki fark da budur diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Grup Başkan Vekili
konuşmasında bize bir soru sordu.
İkincisi, sorusunu açıklarken de ihanetle suçladı.
Sorusunda şunu ifade ediyordu: Hiçbir milletvekilinden tarihî kahramanlarla
ilgili bir söz dinlediniz mi? diye ifade etti. İzin verirseniz o konuya
açıklık getirmek istiyorum.
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Elitaş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
8.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaşın, Yalova Milletvekili Muharrem İncenin,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuştuğumuz konu Romanyayla Türkiye Cumhuriyeti devleti
arasındaki denizcilik anlaşması, bu sektörün
geliştirilmesi. O konuyla ilgili bir milletvekili
arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına çıkan
milletvekili arkadaşımız konuştu, konuştu, ne
olduğunun hiç farkına varamadım. Türkiyenin dış
politikasıyla ilgili meseleleri gündeme getirmeye çalıştı
ama yani arapsaçına döndürdü. Romanya ile ilgili r harfi dahi geçmeyen
bir konuşma yaptı. Kişinin ne olduğuna baktım,
zamanında müsteşarlık yapmış, Sağlık Bakanlığı
müsteşarlığı yapmış. Koskoca Cumhuriyet Halk
Partisi içerisinde bu konuyu konuşabilecek, sağlık meselesinden
hariç dış politikayla ilgili meseleyi bilen bir
arkadaşımız yok muydu? Orada denizcilikle ilgili
milletvekili arkadaşınız var ama o milletvekili
arkadaşı konuşturmuyorsunuz, sağlıkla ilgili
sağlıksız bir konuşma yapmasına burada müsaade
ediyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)
Şimdi,
bakınız değerli milletvekilleri, Sayın Grup Başkan
Vekili bir soru sordu: 10 Kasım 2011 tarihli gazete. Kim? Hüseyin Aygün.
Ne diyor? CHP Tunceli Milletvekili Aygün, Dersim olayları konusunda
çarpıcı açıklamalar yaptı. Olayların sorumlusunun
devlet ve o dönemde iktidar olan Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu
kaydederek, CHP, Kılıçdaroğlu döneminde bu konuda tarihiyle
yüzleşiyor. Arkasından diyor ki: 1937 ve 1938de jenosite
(soykırım) varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale
edilmiş oluyor.
Bakın,
değerli milletvekilleri, burada konuşmacınızı seçerken
yanlış yapıyorsunuz. Somaliye, aç kalmış insanlara
gönderiyorum. dersen Genel Başkanınızı, yanlış
yere gönderiyorsunuz, Kenya sınırları içine gidiyorsunuz.
Suriyeye gidiyorsunuz, siz oradaki, Suriyedeki faşist bir iktidara,
milletine eziyet çektiren, zulmeden iktidara Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini
şikâyet ediyorsunuz. Başından sonuna yanlış
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkanım, hangi milletvekilini nerede
konuşturacağımıza biz karar veririz, grubumuza hakaret
etmiştir.
Ayrıca,
bir milletvekilimizin basına yansıyan haberlerini çarpıtarak
anlatmıştır. Söz verirseniz
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Milletvekilin düzeltmesini yapsın,
Milletvekili düzeltme yapsın.
BAŞKAN
- Tekrar sataşmaya mahal vermeyiniz lütfen, bu konuyu bitirelim.
Buyurunuz.
9.- Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın,
grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM
İNCE (Yalova) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Elitaş, önce şunu anlatayım: Bir: Arkadaşımız söz
konusu gazeteye bir tekzip metni gönderdi, o metAin aynısını
Grup Başkan Vekilliğine gönderdi. Orada ağzından böyle
sözler çıkmadığını söylüyor. Gazete bu tekzip metnini
yazmayınca bugün MYKmız yine arkadaşımızın
savunmasını istedi.
Zaman
zaman hepimiz medyada bu tür, söylemediğimiz sözlerle
karşılaşmış olabiliriz; siz de
karşılaştınız, ben de karşılaştım,
bunları yaşadık.
Sonra,
milletvekillerinden kim konuşacak? Sağlık
kökenli bir arkadaşımız, hekim bir arkadaşımız
konuştu ama bence size bir dış politika dersi verdi Sayın
Elitaş. (CHP sıralarından alkışlar) O zaman sizin de
bir ticaret erbabı olarak burada büyük devlet işlerinden hiç
konuşmamanız lazım; sadece çek, senet, aldı-verdi,
bunları konuşmanız lazım. Bu olmaz.
Bir diğeri, Sayın Kılıçdaroğlunun Somaliye
giderken yanlış yere gittiğini, başka ülkeye gittiğini
söylediniz. Bakın, bu doğru değil. O ülkenin
sınırında bir kampa gitti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Kenya gözetimi altındaki kampa
gitti.
MUHARREM İNCE (Devamla) Şimdi, bakın Sayın
Elitaş, zaman zaman da kendini süvari zannediyor insanlar, ata biniyor,
düşüveriyor. Bunları karıştırma.
Mesela, zaman zaman grupta Genel Başkan, Başbakan bir harita
gösteriyor, yanlış bir haritayı bütün milletvekilleri alkışlıyor.
Hatırlarsınız değil mi? Yanlış haritayı
nasıl alkışladığınızı
hatırlarsınız değil mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Yanlış yolda da gitmiyor!
MUHARREM İNCE (Devamla) Ben size şunu soracağım
şunu: Siz Libyadaki muhaliflere 300 milyon dolar para gönderdiniz de
Vandaki kardeşlerimize niye 217 milyon gönderdiniz? Vandaki
depremzedelere 217 trilyon para gönderip, Libyadaki muhaliflere neden 300
milyon dolar gönderdiniz Sayın Elitaş? Bunun hesabını
verin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Devamla) Eğer sağlıkçılar
sağlık konuşacaksa ticaret erbabı da yalnızca ticaret
konuşsun.
BAŞKAN Sayın İnce
Sayın İnce, teşekkür
ediyoruz.
MUHARREM İNCE (Devamla) Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkanım,
tamamen yanlış bilgi veriyor. Bakın, Milletvekiliyle ilgili
Bugün Sayın Milletvekili gazetede sözlerinin arkasında olduğunu
ifade ediyor.
İki: Libyaya gönderilen parayla ilgili tamamen yanlış bilgi
Kulaktan dolma bilgiler desem, o da yanlış olur. Müsaadenizle
düzeltiyorum.
BAŞKAN Sayın Elitaş, yani tutanaklara geçti, arzu
ederseniz
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, ama benim
konuştuklarım da tutanaklara geçmişti, yerinden de verebilirdiniz.
BAŞKAN Buyurun. Peki, buyurun.
Lütfen, tekrar rica edeyim, yeni sataşmalara mahal vermeden.
10.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaşın, Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Milletvekili, Sayın
Grup Başkan Vekili diyor ki: Arkadaşımız tekzip gönderdi
ama o gazete yayınlamadı. Gazete yayınlamadıktan sonra biz
bugün MYKda gündeme getirdik, o konuyu düzeltmesini söyledik.
Savunmasını istedik. Arkadaşımız ya tekzip
göndermedi ya siz doğru bilgi vermiyorsunuz.
MUHARREM
İNCE (Yalova) Tekzip elimde.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Niye savunmasını istiyorsunuz?
Savunmasını istemek yerine, gazeteye dava açmayı önerebilirdiniz.
Ama bugünkü basında diyor ki: Ben sözlerimin arkasındayım.
Şimdi, o milletvekilinin söylediği kendi görüşüdür ama siz
burada iddialı bir söylemde bulunuyorsunuz. Hiçbir milletvekili
arkadaşım şu konuda böyle söyledi. diye ifade ederken
bakın iddianızın arkasında durmanız gerekir.
İki: Biz
tarihe mal olmuş, tarihî kişiliklerimizle ilgili,
kahramanlıklarla ilgili bir konu gündeme getirmiyoruz. Ne zamanki çok
partili siyasi hayata geçilmiştir, ne zamanki 11 Kasım 1938
tarihinden itibaren başka bir dönem başlamıştır 1946
yılından itibaren çok partili siyasi hayat
başlamıştır, o zaman kim olursa olsun, eğer muhalefet
ve iktidar varsa eleştirme hakkına herkes sahiptir. Onlar tarihî
kişiliktir. diye siyasi partilerin yaptığı işlemler
doğrultusunda Bununla ilgili eleştiri yapamazsınız.
dediğiniz takdirde tabulaştırma noktasına gidersiniz ki
herhâlde siz de hiç kimseyi tabulaştırmak istemezsiniz.
Doğruları
söylemek bazılarını incitebilir ama bunu hakaret diye
algılamak incindiğiniz anlamına gelmez. İncindiğinizi
hakaret olarak anlamazsınız ama şimdi siz burada kalkıp da
Sayın Başbakanla ilgili konuları farklı farklı bir
noktaya getirip ailesini gündeme getirdiğinizde hakaret olmuyor ama biz o
dönemdeki yapılan yanlışları, millete yapılan zulmü
dile getirdiğimiz zaman hakaret oluyor. Eleştiriyle ilgili...
MUHARREM
İNCE (Yalova) Ailesine bir şey mi söyledim? Sayın Elitaş,
ailesine ne dedim, bir şey mi dedim, bir şey dedim mi ailesine?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisinden o konuşan
milletvekili arkadaşımız burada neler söyledi, tutanaklara
bakın. Tutanaklara bakın, Şahsiyetsiz, kişiliksiz
dış politika. diye ifade etmeye çalıştı.
Bunları... Sayın İnce, konuşan arkadaşın ne
konuştuğuna dikkat edin. Onu dinlemiyorsunuz, burada eleştiri
noktasına gidiyorsunuz.
Teşekkür
ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş.
Sayın
milletvekilleri...
MUHARREM
İNCE (Yalova) Sayın Başkan, Sayın Elitaş, bir kere,
benden özür dilemeli. Benimle ilgili konuşmasını açıklarken
başka bir milletvekiliyle ilgili konuşmaya geçti.
Ben
Sayın Başbakanın ailesine yönelik tek bir söz söylemedim, öyle
bir şey etmedim, hiçbir dönemde de etmedim, sadece bugün değil,
bundan önce de söylemedim.
Bir
ikincisi, MYKmızın ne karar vereceğini, önümüzdeki MYK toplantısına Sayın Elitaşı
çağıracağım
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Beni ilgilendirmez MYK.
MUHARREM İNCE (Yalova) O da bize talimat versin. Kendisi
başka partilerde de görev almaya alışkındır, herhâlde
bizim MYK davetimizi de kırmayacaktır diyorum.
Sen mi karar vereceksin bizim MYKnın ne yapacağına?
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın İnce.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna
geldiğimiz için, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 17 Kasım
2011 Perşembe günü saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 22.58