TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
22’nci
Birleşim
23
Kasım 2011 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan
ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde
belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Niğde Milletvekili
Alpaslan Kavaklıoğlu’nun, Niğde ilinde meydana gelen don
afetinden zarar gören patates üreticilerinin mağduriyetlerinin
giderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, 25 Kasım Kadına Yönelik
Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Niğde Milletvekili
Doğan Şafak’ın, Niğde ilinde meydana gelen don afetinden
zarar gören patates üreticilerinin mağduriyetlerinin giderilmesine
ilişkin gündem dışı konuşması
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24
milletvekilinin toplumsal olaylarda kullanılan gaz bombasının
insan sağlığına etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/62)
2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve yayın
kuruluşlarının sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/63)
3.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, futbol kulüplerinin yönetimini düzenleyen
mevzuattan kaynaklanan sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/64)
B) Duyurular
1.- Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy
Buzek’in, 24 Kasım 2011 Perşembe günkü birleşimde Genel Kurula
hitaben bir konuşma yapma isteğine ilişkin duyuru
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve
arkadaşları tarafından cezaevlerinde yaşanan insan
hakları ihlallerinin tespiti amacıyla verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 23/11/2011 Çarşamba
günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- Hayvansal üretimimizdeki düşüşün
asıl sebeplerinin ve uygulamaların toplumun bütününün
çıkarına olup olmadığının ortaya konması
amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
23/11/2011 Çarşamba günü Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve
arkadaşları tarafından kadına yönelik şiddetin
nedenlerinin araştırılması hakkında verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 23/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
4.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun
çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK
PARTİ Grubu önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Adıyaman Milletvekili Mehmet
Erdoğan’ın, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
4.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
6.- İstanbul Milletvekili Celal Adan’ın,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
7.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda
Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan'ın; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/138) (S. Sayısı: 80)
23 Kasım 2011 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci Birleşimini açıyorum.
III.-
Y O K L A M A
BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için
beş dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 14.07
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.18
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
III.-
Y O K L A M A
BAŞKAN –
Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi yeniden elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
Yoklama için
beş dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz Niğde ilinde meydana gelen don afetinin
patates ürününe verdiği zararlar hakkında söz isteyen Niğde
Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu’na aittir.
Buyurun Sayın
Kavaklıoğlu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Niğde
Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu’nun, Niğde ilinde meydana
gelen don afetinden zarar gören patates üreticilerinin mağduriyetlerinin
giderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması
ALPASLAN
KAVAKLIOĞLU (Niğde) – Yüce Meclisin değerli üyeleri, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Niğde ilinde
8 Kasımdan itibaren hava sıcaklığının toprak
altında sıfırın altına düşmesi neticesinde
meydana gelen don afetinden zarar gören patates üreticisi çiftçilerimizin
sorunları hakkında gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, köylerini ziyaret ederek
dertlerini dinlediğimiz patates üreticisi çiftçilerimize bir kez daha
buradan geçmiş olsun dileklerimi sunmak istiyorum.
Niğde
ülkemizde hem patates üretiminde hem de dikim alanlarında ilk sırada
yer almaktadır, Türkiye'nin yıllık patates ihtiyacının
yüzde 16’sını tek başına karşılamaktadır.
İlimizde patates 70’e yakın köy ve beldede 5 binin üzerinde aile
tarafından yetiştirilmektedir. Patates, bölgemizde, nisan ve
mayıs aylarında dikilmekte, eylül ve ekim aylarında
sökülmektedir. Ancak bu yıl bahar aylarında yağışın
fazla olması nedeniyle patates dikimi geç
yapıldığından söküm dönemi de kasım ayına
uzamıştır. Ayrıca, uzayan hasat zamanının elma
hasadına denk gelmesi işçi temininde de zorluklar
yaşanmasına neden olmuştur. Kasım ayında hava
sıcaklığının toprak altında
sıfırın altına düşmesi nedeniyle sökümü
yapılmamış patateslerde don zararı oluşmuştur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İl Gıda Tarım ve
Hayvancılık Müdürlüğü tarafından 10-11 Kasım
tarihlerinde mahallî temsilcilerin de katılımıyla bizzat patates
tarlalarına gidilerek zarar tespiti çalışmaları
yapılmıştır. Buna göre, başta Orhanlı, Gölcük,
Konaklı, Edikli, Elmalı, Yıldıztepe, Kiledere, Alay ve
Çavdarlı beldeleri olmak üzere il merkezine bağlı 29 köy ve
beldedeki patates üretim alanlarının dondan zarar gördüğü tespit
edilmiştir. 1.453 patates üreticisine ait toplam 48.485 dekar alanda hasat
işlemleri bitirilemediği için zarar oranının yüzde 40 ila
70 arasında olduğu belirlenmiştir. Tahminen 90 bin ton patates
zarar görmüş, karşılığı da 30 milyon
liradır. Hasat sonrası kazanacakları parayla ödemeyi
planladıkları borçla patateslerini eken çiftçilerimiz pazarlama
sorunlarıyla birlikte maruz kaldıkları don olayıyla büyük
sıkıntıya düşmüşlerdir.
Sayın
milletvekilleri, tarımsal üretim tabiat şartlarına
bağlı olduğundan risk oranı yüksek bir sektördür. AK
PARTİ İktidarı döneminde çiftçilerimize olan desteklerin
yanı sıra risk yönetim araçları açısından da önemli
gelişmeler olmuştur. 2005 yılında uygulamaya konulan
Tarım Sigortaları Kanunu bunlardan biridir. Don afetinden zarar gören
çiftçiler de gerek Tarım Sigortaları Kanunu gerekse de 2090
sayılı Kanun kapsamında destek görebilmektedirler.
Patates
üreticilerimiz don afeti zararlarının karşılanması
noktasında devletimizden destek beklemektedirler ancak afetzede patates
üreticilerinin sigorta ve zararlarının karşılanması
gibi resmî işlemlerde sıkıntı olabilecek bazı hususlar
bulunmaktadır. Bunların başında da miras sisteminden
kaynaklanan sorunlar ve Çiftçi Kayıt Sistemi’ne dâhil olan üretici
sayısının düşüklüğü gelmektedir. Gerek arazilerin
toplu kayıtlarının murisler üzerinde kalarak varislere
intikalinin yaptırılmaması gerekse de çiftçilerimizin ÇKS’ye
kayıt yaptırmamasının en büyük nedeni miras sistemimizdir.
Çiftçilerimizin arazilerinin miras yoluyla paylaşılması
neticesinde çok küçük parçalara bölünmesi üreticilerin ÇKS kaydı
yaptırmalarını güçleştirmiştir. Ayrıca don
zararı tespit edilen alanların bir kısmı hazine arazisi,
bir kısmı da kiralama yoluyla kullanılan arazilerdir.
Kiracılık sistemi ise büyük oranda karşılıklı
iş birliği ve güvene dayalı olarak gerçekleştirilmektedir.
Bu şekilde resmî sözleşme yapılmadan kullanılan arazilerin
oldukça fazla olması da sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ziyaretlerine gittiğimiz
çiftçilerimiz emeklerinin zayi olmaması ve mağduriyetlerinin
giderilmesi için devletimizin kendine uzatacağı yardım eline
ihtiyaç duyduklarını ifade etmektedirler. Son ödeme tarihi kasım
ayının sonu olan banka kredisi, kooperatif ve özellikle de elektrik
borçlanmasının ertelenmesini acil olarak istemektedirler.
Değerli milletvekilleri,
tarım sigortası ve 2090 sayılı Kanun’la olabilecek
ihtilafların ve diğer resmî prosedürlerin aşılarak patates
üreticilerimizin mağduriyetinin giderilmesi elzemdir. Afetzede çiftçilerimize
telafi edici destekler verilmesi, banka kredisi, kooperatif ve elektrik
borçlarının ertelenerek, patates üreticilerinin bir nebze olsun rahat
bir nefes alması en büyük isteğimizdir.
Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığımızın öncülüğünde
afete maruz kalan çiftçilerimizin mağduriyetini önleyecek tüm
çalışmaların yapıldığına inanıyor, yüce
heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Kavaklıoğlu.
Gündem dışı ikinci söz,
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası
Dayanışma Günü münasebetiyle söz isteyen Diyarbakır Milletvekili
Nursel Aydoğan’a aittir.
Buyurun Sayın Aydoğan. (BDP
sıralarından alkışlar)
2.- Diyarbakır
Milletvekili Nursel Aydoğan’ın, 25 Kasım Kadına Yönelik
Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması
NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) –
Sayın Başkan, değerli üyeler; 25 Kasım kadına yönelik
şiddetin önlenmesine yönelik Barış ve Demokrasi Partisi
adına gündem dışı söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce,
dün, Türkiye'de 16 ilde eş zamanlı olarak, başta Asrın
Hukuk Bürosu avukatları olmak üzere, partimizin il ve ilçe yöneticileri,
belediye başkan yardımcıları ve meclis üyelerimize yönelik,
parti çalışanlarımıza yönelik “KCK” adı altında
bir operasyon daha yapıldı. Bu operasyonu şiddetle
kınıyorum.
Yine operasyon sırasında
Diyarbakır’da bir eve yapılan baskında, Gülşen Çelik
adlı bir kadın arkadaşımız, kadına yönelik
şiddeti protesto ettiğimiz bu hafta içerisinde, yine bir kadın
polis tarafından dövülerek gözaltına alınmıştır.
Devlet şiddetinin kadına yönelik şiddet bağlamında
geldiği noktayı göstermesi açısından önemli olduğunu
ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, 25
Kasım 1960’da, Mirabel kız kardeşler, Dominik Cumhuriyeti’nde
diktatörlüğe karşı mücadele ederken tecavüze uğrayıp,
katledildiler. Aradan otuz dokuz yıl geçtikten sonra Birleşmiş
Milletler 25 Kasımı Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü
olarak ilan etti.
Ben, bugün
vesilesiyle, başta Mirabel kız kardeşler olmak üzere, özgürlük
mücadelesinde, insan hakları ve demokrasi mücadelesinde devlet
şiddeti nedeniyle yaşamlarını yitiren bütün kadın
arkadaşlarımızı saygı ve minnetle anıyorum.
Değerli
arkadaşlar, biz kadınlar tarihteki ilk sömürge ulusun kadınlar
olduğunu, tarihimizin henüz kadınlar tarafından yazılmadığını,
uygarlık tarihinin zorla yazılan sayfalarında kadına
dayalı toplum, yaşam, sevgi ve adalet olgusunun kaybettirilmek
istendiğini biliyoruz. Yine namus, mülkiyet, ayıp, günah, soy
sürdürme kavramlarının arkasına gizlettirilen kadın
gerçekliğinin bin yıllardır cinsiyetçi bir tercihle
karşı karşıya bırakıldığını,
her anlamda kırıma uğradığını da biliyoruz.
Bu nedenle, beş bin yıldan beri erkek egemen sistemle biz
kadınlar arasında süren bu savaşın adına bizler
“Kadın cins kırımı” diyoruz. Bugün de tarihin bu en uzun
süren ve tüm acımasızlığıyla arkasına kadın
cinayetlerini, kırılmış kadın kişiliklerini ve
uruğlarını bırakarak devam ettiğini görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, kadın sorunu gibi evrensel bir sorununun çözümünün zor
olduğunun elbette ki bilincindeyiz fakat Türkiye siyasal tarihine
baktığımızda AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana
yani on yıldır kadına karşı kırım
politikalarının genişleyerek ve derinleşerek gelişim
gösterdiğini söylemek mümkündür. Son yıllarda kadın
cinayetlerinde yüzde 1.400, kadına yönelik cinsel saldırılarda
yüzde 30’luk artışın olması bunu göstermektedir.
Dünyada
kadına yönelik şiddete karşı ciddi tedbirlerin
alındığı bir dönemde elbette ki, ülkemizde de birtakım
yasal değişiklikler yapıldıysa da zihniyette bir değişimin
olmadığını da özellikle ifade etmek istiyorum. Zihniyette
de yaşanmayan bu değişim nedeniyle kadın cinayetlerine,
töre, namus, gelenek söylemleriyle meşruiyet kazandırılmaya
çalışılmaktadır.
AKP iktidarı
döneminde artan namus gerekçeli kadın katliamlarında AKP’nin topluma
yayıp egemen kılmaya çalıştığı
muhafazakârlaşma paradigmasının etkisi büyüktür. Bu paradigmayla
aile kurumu cinsiyetçi bir yaklaşımla ele alınmakta, kadın aile
kurumuyla özdeşleşen bir nesne olarak değerlendirilmekte,
kadının yeri evidir algısı güçlendirilmekte ve en önemlisi
de kadını özgür iradesi olan bir birey olarak görmeme
yaklaşımı geliştirilmektedir. Bu yaklaşım
nedeniyle kadınla ilgili bakanlığa da Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı ismi verilmiştir.
İşte,
kadın erkek eşitliğine inanmayan ve kadınlara “En az üç
çocuk doğurun.” talimatı verecek kadar kadın iradesine
saygı duymayan Başbakan bu paradigmanın sürdürücüsüdür
değerli arkadaşlar.
Bu zihniyete
karşı kadın özgürlük mücadelesini sürdürenler kendileriyle
birlikte erkeği de dönüştürmekte, erkeği evde egemen, devlete
karşı köle olan gerçekliğiyle yüzleştirmektedir. Mücadele
alanında bilinçleşen ve iradeleşen kadınla, erkeği
demokratik bir çizgiye çekmektedir.
Bu nedenledir ki,
özellikle Kürt kadınlarındaki gelişme düzeyi devletin ve
Başbakanın son dönemde korkulu rüyası hâline gelmiştir.
Onun içindir ki, Başbakan, başta milletvekillerimiz olmak üzere
BDP’li kadınlara fütursuzca saldırmakta, âdeta psikolojik bir
şiddet uygulamaktadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NURSEL
AYDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bizler erkek egemen
anlayışın tipik örneği olan ama kadın hakları
edebiyatı yapmaya devam eden Başbakanı Kadına Yönelik
Şiddetle Mücadele Günü’nde bizlere uyguladığı psikolojik
şiddet nedeniyle bir kez daha kınadığımızı
buradan ifade etmek istiyor, kadın özgür olmadan toplumun özgür
olmayacağını bir kez daha
sizinle paylaşmak istiyor, saygılar sunuyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Sayın Aydoğan, teşekkür ediyorum.
Gündem
dışı üçüncü söz, Niğde ilinde meydana gelen don afeti ve
patates üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Niğde
Milletvekili Doğan Şafak’a aittir.
Buyurun Sayın
Şafak. (CHP sıralarından alkışlar)
3.- Niğde Milletvekili
Doğan Şafak’ın, Niğde ilinde meydana gelen don afetinden
zarar gören patates üreticilerinin mağduriyetlerinin giderilmesine
ilişkin gündem dışı konuşması
DOĞAN
ŞAFAK (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Niğde ilimizde yaşanan don felaketi ve patates üreticilerinin
yaşadığı sorunlar hakkında şahsım adına
gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce
Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Türkiye’nin toplam
patates üretiminde yüzde 19 ile birinci sırada yer alan Niğde
ilimizde yaşanan don felaketinden dolayı çiftçilerimize geçmiş
olsun diyorum.
Kurban Bayramı’nın üçüncü
günü, Niğde’nin merkez köyleri, Hasaköy, Konaklı, Edikli,
Orhanlı, Ağcaşar, Bağlama, İnli, Gölcük, Elmalı
ve Çiftlik ilçesi, Divarlı, Bozköy ve Çardak köylerinde, patates üreticilerinin,
mevsim koşullarından kaynaklanan nedenlerden dolayı ürünleri
donmuştur. Niğde dışında, Nevşehir, Aksaray,
Bitlis’in Ahlat ilçesinde de durum aynıdır. Muş’un Bulanık,
Malazgirt ilçelerinde de pancar üreticileri dondan nasibini almıştır.
Acaba, bu yaşananlardan Hükûmetin haberi var mı?
Sayın milletvekilleri, Tarım İl
Müdürlüğünün ön tespitine göre, 1.400 üretici mağdur olup,
yaklaşık 50 bin dekar ekili alanda patates ürünleri donmuştur.
Bu da demek oluyor ki, çiftçinin dekar başı 4 ton ürün
aldığı hesaplanırsa, 200 bin ton patates ürününü
kaybetmiştir. Şu anda, patatesin kilo fiyatı 300 kuruştur.
Bu rakam, öldüm ve yandım fiyatıdır. Bu öldüm ve yandım
fiyatından hesaplandığında, yaklaşık olarak 60
trilyon ekonomik kayıp ve çiftçimizin zararı vardır. Patatesin
üretim maliyeti kilo başına 600 kuruştur. Sadece üretim
maliyetleriyle hesaplandığında, yalnızca Niğde’de, don
olayından çiftçi 120 trilyon zarara uğramıştır. 2090
sayılı Yasa’ya göre, yüzde 40 mal varlığını ve
gelirini kaybeden çiftçinin mağduriyetinin giderilmesi gerekmektedir.
Hükûmet, sömürücü güçlerle birlikte
olup Suriye, Libya ve Mısır’da iç savaş çıkarmayı
bırakıp Anadolu çiftçisinin sorunlarına bir an önce dönmelidir.
Bu hususta bizim önerilerimiz vardır. Tarım Bakanı Sayın
Eker çiftçiye gazel okumayı bırakacak ve önerilerimize kulak verecek.
1) Çiftçinin MEDAŞ’a olan enerji
borçlarının,
2) Tarım kredi borçlarının,
3) Ziraat Bankası
borçlarının bir yıl süreyle ertelenmesi gerekir. Bu erteleme
sadece çiftçinin yirmi dört saat nefes almasını sağlar. Bunun
dışında, çiftçilere, ön tespitleri yapılan don
olayından dolayı ürün bedellerinin tamamının ödenmesi
gerekmektedir. Don olayıyla karşılaşan bazı
çiftçiler, Çiftçi Kayıt Sistemi, ÇKS’ye kayıtlı değildir,
icar yoluyla başkalarının tarlalarına ekim dikim
yapmaktadır. Ayrıca, ÇKS’ye kayıtlı olmayan çiftçilerin de
mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, patates uzun yıllardır çiftçiye para
kazandırmamıştır. Bu sebepten dolayı, çiftçinin
MEDAŞ’a olan borçları sürüncemede kalmıştır. Bu
kapsamda, patates, lahana ve pancar üreticisine teşvik verilmelidir.
Türkiye genelinde AKP döneminde tarımda kullanılan enerji maliyetleri
tahammül boyutlarını aşmıştır. Hâlen çiftçinin
tarımda kullandığı elektrik nedeniyle TEDAŞ’a 2 milyar
200 milyon, özel sektöre 500 milyon lira borcu bulunmaktadır. Toplam
çiftçinin elektrik borcu 2 milyar 700 milyon liradır. 161 bin
tarımsal sulama abonesinin borcu vardır, bunların yüzde 30’unun
elektriği kesik durumdadır. Sayın Tarım Bakanını
ve Sayın Enerji Bakanını bu sorunları çözmeye davet
ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, AKP döneminde Türkiye'nin, yüz ölçümü bakımından
2’nci büyük ili olan Ankara’nın yüz ölçümü kadar toprağı
işlemekten vazgeçilmiştir. AKP’nin yanlış politikaları
nedeniyle boş bırakılan tarım alanının
büyüklüğü ise Yalova, Kilis, Bartın, Düzce, Osmaniye, Zonguldak,
Iğdır ve Kocaeli olmak üzere sekiz ilimizin yüz ölçümlerinin
toplamını geçmiştir. Siz bu rakamların gerçekliğine
rağmen her fırsatta çiftçiyi desteklediğinizi söylüyorsunuz,
bırakın çiftçiye destek olmayı, mazotu ve elektriği
pahalandırarak köstek olmayın Hükûmetinizden başka ihsan
istemezler.
Sözlerimi
burada noktalıyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Şafak.
Sayın
Sakık ve Sayın Zeybekçi’nin söz talepleri var, ancak daha önce bu
konuda açıklama yapmıştık. İç Tüzük’ün 59’uncu maddesi
çok net, dolayısıyla söz veremiyorum.
Şimdi
gündeme geçiyoruz…
SIRRI
SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, netse biz de sorunumuzu size
iletelim ondan sonra “net” deyin. Bakın, Sayın Hatip, bu konuyla
ilgili Parlamentoyu bilgilendirdi. Benim seçim bölgemle ilgili de don olayı
olduğunu söyledi, doğrudur. Ben bu konuda bilgi sunmak istiyorum
Parlamentoya.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Sakık. Sözleriniz tutanaklara geçti.
Daha önce bu konuda açıklamamız var ve dün de usul
tartışması…
SIRRI SAKIK
(Muş) – İki kalemde don olayı var; bir taraftan patates bir
taraftan pancar üreticileri mağdur. Yani bu konuda iki kelime etsek ne
olur?
BAŞKAN –
Önümüzdeki hafta gündem dışı istersiniz veririz efendim.
SIRRI SAKIK
(Muş) – Peki.
BAŞKAN –
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge
vardır, ayrı ayrı okutuyorum:
V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer ve 24
milletvekilinin toplumsal olaylarda kullanılan gaz bombasının
insan sağlığına etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/62)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Toplumsal
olaylarda gaz bombası kullanımı gündelik bir uygulama hâline
dönüşmüştür. Günümüzde "Gösteri Kontrol Ajanları"
olarak tanımlanan ve içerisinde insan sağlığını
ciddi biçimde tehdit eden kimyasalların bulunduğu gaz bombaları,
birer silah hâline gelmiştir. Yaygın olarak biber gazı ya da gaz
bombası olarak bilinen gösteri kontrol ajanlarının 15'in
üzerinde çeşidi bulunmaktadır. Gaz bombaları kanister adı
verilen bir kap içerisinde bulunmaktadır. Bu kabın
fırlatılmasıyla kullanılan gaz bombalarının
patlaması sırasında ise ciddi travmatik yaralanmalar meydana
gelmektedir. Son dönemde çok sayıda yurttaşımız, polisin
hemen hemen her olayda yoğunca kullandığı ve özensiz bir
şekilde kitlenin içerisine fırlattığı gaz bombaları
kanisterleri nedeniyle ağır yaralanmış veya
hayatlarını kaybetmişlerdir.
İçerisinde
bulunan kimyasallar özellikle solunum ve dolaşım sistemine, cilde ve
göze zarar vermektedir. Gözlerde ağrı, yanma hissi,
aşırı göz yaşarması, gözkapaklarının
kapanması, görme problemleri, deride kızarıklık, dermatit,
baş ağrısı, baş dönmesi, kusma, akut solunum
yetmezliği, hipotansiyon, göğüs ağrısı gaza maruz
kalan insanlarda ortaya çıkan ve bilinen etkileridir. Bir de bu tür gazlar
nedeniyle daha sonra ortaya çıkan hastalıklar vardır. Gaza maruz
kalan kişilerin astım, akciğer hastalığı veya
kardiyovasküler hastalığı varsa bu semptomlar çok daha
belirginleşmektedir. Bu maddelerin, uzun dönemde kansere ve doğum
defektlerine yol açabilecek kromozomal bozukluklara neden olabileceği de
araştırmalar sonucu ortaya konmuştur. Gösteri Kontrol
Ajanları; astım, amfizem, pnömoni gibi solunum sistemi
hastalıkları olanlar, çocuk ve yaşlılar gibi vücut savunma
sistemi zayıf olanlar, vücudun savunma mekanizmalarını
zayıflatan kronik hastalıkları olan kişilerde de daha
ağır etki gösterebilmektedir. Bu nedenle bu tür gazların daha
kontrollü kullanılması hatta hiç kullanılmaması daha
yerinde olacaktır.
Belirtilen tüm
olumsuzluklarına rağmen hemen her gösteride gaz bombaları
kullanılmakta ve kullanım alanı da giderek genişlemektedir.
Ne yazık ki ölüme davetiye çıkaran bu silahların
kullanımına herhangi bir kısıtlama getirilmemektedir.
Güvenlik güçlerinin en küçük kitlesel gösteride bile kullanmayı
alışkanlık haline getirdiği gösteri kontrol
ajanlarının zararları yıllardır başta
sağlık örgütleri ve hekimler olmak üzere pek çok çevre
tarafından dile getirilmiş fakat konuyla ilgili kalıcı bir
uygulamaya geçilmemiştir. Kolluk kuvvetlerinin toplumsal gösterilerde
başvurduğu biber gazı kullanımı, hukuki olarak dünyada
imzalanan çok sayıda sözleşmeye aykırı olduğu gibi bu
gazların kullanımı ile Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenen pek çok
suç tipi de ihlal edilmektedir.
Yukarıda
belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak, "Gösteri Kontrol
Ajanları" olarak bilinen gaz bombalarının insan
sağlığı üzerindeki zararlarının tespit edilmesi,
bu gazların kontrolsüz kullanımının önüne geçilmesi ve daha
fazla yurttaşımızın zarar görmemesi için gerekli
çalışmaların başlatılması amacıyla
Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün
104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1) Candan Yüceer (Tekirdağ)
2) Veli
Ağbaba (Malatya)
3) Erdal Aksünger (İzmir)
4) İhsan
Özkes (İstanbul)
5) Tufan Köse (Çorum)
6) Atilla Kart (Konya)
7) Mehmet
Şeker (Gaziantep)
8) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
9) Mehmet Ali
Ediboğlu (Hatay)
10) Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (İstanbul)
11) Sinan
Aydın Aygün (Ankara)
12) Kazım
Kurt (Eskişehir)
13) Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
14) Metin Lütfi
Baydar (Aydın)
15) Salih
Fırat (Adıyaman)
16) Aytuğ
Atıcı (Mersin)
17) Özgür Özel (Manisa)
18) Nurettin Demir (Muğla)
19) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
20) Ali Özgündüz (İstanbul)
21) Rıza
Türmen (İzmir)
22) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
23) Celal Dinçer (İstanbul)
24) Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
25) Malik Ecder
Özdemir (Sivas)
2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 24 milletvekilinin, yerel basın ve yayın
kuruluşlarının sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/63)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Dünyada medya;
yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olarak görülmektedir.
Özellikle iletişim teknolojilerinin artmasıyla birlikte; medyanın,
demokrasinin yaşaması ve gelişmesi için ne derece önemli rol
oynadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Medyanın
bu derece önemli bir konumda olması, bütün gözlerin de üzerine
çevrilmesine neden olmaktadır. Siyasi iktidarların, medyaya hâkim
olma ya da eleştirel görüşte yer alan medyayı sindirmeye dönük
çabaları siyasi tarih içinde sık sık tanık olunan
manzaralardır.
Medya denilince konunun çok farklı
boyutları akla gelmektedir. Gazete, televizyon, radyo, internet gibi çok çeşitli
araçların yanında; uluslararası, ulusal ve yerel düzeyde
yaşamını sürdüren yazılı, görsel ve işitsel
basın yayın organları tüm dünya hakkında bilgi sahibi
olmamızı sağlamaktadır. Medyanın görevi, yalnızca
bilgi almanın ötesine geçmiştir. Bunun bilincinde olmak, medyaya
gereken önemi vermekle sonuçlanacaktır.
Küreselleşmenin
ve uluslararası tekelleşmenin yoğunlaştığı
günümüzde, uluslararası ve ulusal medyanın yanında yerel
basın çok daha özel bir anlam taşımaktadır. Yerel
basın, sosyal devletin gereği ve özgürlüğün, demokrasinin savunulması
amacıyla özel bir öneme sahiptir. Yerel basın ayakta kalmazsa ne
özgürlükten ne de demokrasiden bahsetme olanağı vardır. Yerel
basın, bütün basın ve yayın yaşamının kılcal
damarları gibidir. Yerel basın olmadığı,
susturulduğu ya da engellendiği takdirde demokrasi, özgürlük sekteye
uğrar ve toplumun sesi kesilir.
Yerel basın
yayın organları, bu denli büyük bir öneme sahip olmasına
rağmen, çok çeşitli sorunlarla uğraşmaktadır.
Çeşitli sorunlarla uğraşma nedeniyle bu kurumlar, asıl
işlerine yoğunlaşamamakla karşı karşıya
kalmaktadır. Bu sorunların en başında ekonomik
koşulların zorluğu gelmektedir. Siyasi iktidar tarafından
resmî ilanlarını da kaybetmenin eşiğinden dönen yerel medya
organları, ekonomik olarak ayakta kalabilmek için mücadele etmektedir.
Kimi zaman ve kimi yerlerde yerelde baskı gören basın yayın
organları, yaşadıkları güçlükleri aşabilmek için
devlet desteğine ihtiyaç duymaktadır.
Devletin ekonomik
desteğine özellikle ihtiyacı olan yerel basın yayın
organları, bağımsızlıklarını korumak için
çeşitli yasal düzenlemelere de ihtiyaç duymaktadır. Örneğin;
KÖYDES ilanları gibi, doğrudan yereli ilgilendiren ilanların, bu
basın yayın organlarında yer bulması yerel basın
yayın organlarını güçlendirecektir. Bunun gibi çeşitli
yöntemlerle yerel basın yayın organlarının desteklenmesi,
yerel basının yaşaması için gereklidir.
Yerelde
yaşamını sürdüren; yazılı, görsel ve işitsel
basın yayın organlarının sorunlarının ve bu
sorunların çözüm yollarının araştırılması
amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105.
maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılmasını saygılarımla arz ederim.
1) Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (İstanbul)
2) Atilla Kart (Konya)
3) Candan Yüceer (Tekirdağ)
4) Erdal
Aksünger (İzmir)
5) Mehmet
Şeker (Gaziantep)
6) Tufan Köse (Çorum)
7) Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
8) Kazım Kurt
(Eskişehir)
9)
Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
10) İhsan
Özkes (İstanbul)
11) Salih
Fırat (Adıyaman)
12) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
13) Sinan
Aydın Aygün (Ankara)
14) Aytuğ
Atıcı (Mersin)
15) Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
16)Metin Lütfi
Baydar (Aydın)
17) Özgür Özel (Manisa)
18) Nurettin Demir (Muğla)
19) Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
20) Ali Özgündüz (İstanbul)
21) Rıza
Türmen (İzmir)
22) Sena Kaleli (Bursa)
23) Celal Dinçer (İstanbul)
24) Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
25) Malik Ecder
Özdemir (Sivas)
3.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu ve 22 milletvekilinin, futbol kulüplerinin yönetimini düzenleyen
mevzuattan kaynaklanan sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/64)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye futbol
liglerinde mücadele veren 134 kulübümüz Dernekler Kanunu hükümleri
uyarınca kurulmuştur. Özellikle Süper Lig'de yarışan
kulüpler, Futbol Federasyonu tarafından yapılan maç yayın
ihalesi sonucu elde edilen hasılat ve seyirci hasılatının
yanında reklam ve sponsorluk anlaşmalarıyla elde edilen
gelirlerle yaşamlarını devam ettirmektedir Ancak, Bank Asya
Birinci Ligi, İkinci ve Üçüncü liglerde mücadele eden kulüplerimiz,
yeterince gelire sahip olmadığından yaşamlarını
zor koşullar altında devam ettirmeye çalışmaktadır.
134 futbol
kulübümüz, Dernekler Kanunu'nun hükümleri uyarınca yönetilmektedir. Bir
taraftan Süper Lig'de yer alan, çok önemli boyutta hasılat elde eden
kulüplerle, diğer taraftan seyirci dahil, reklam ve sponsorluk geliri
olmayan, Üçüncü Lig'deki bir kulübümüz, aynı kanun hükümleri uyarınca
yönetilmektedir. Özellikle Süper Lig dışındaki kulüplerimiz,
illerindeki birkaç iş adamının desteğini almaya
çalışmaktadır. Son dönemlerde ise artık bu kulüplerimize
yönetici bulmak olanaksız hale gelmiştir.
Dernekler Kanunu
hükümleri uyarınca yönetilen kulüpler, mali açıdan 6183
sayılı Amme Alacakları Kanunu'na tabi tutulmaktadır.
Özellikle kulüplerin vergi ve sigorta borçları nedeniyle görev yapan tüm
yöneticiler haciz işlemleriyle karşı karşıya
kalmaktadır. Kulübü yöneten bir veya birkaç yöneticinin
yaptığı hatalı işlemlerden haberdar olmayan diğer
yöneticiler de yine aynı şekilde cezalandırılmaktadır.
Futbol
kulüplerimize uygulanan vergi ve sigorta primi tahakkuk ve
tahsilatlarının mevcut uygulama ile çok büyük sorunlar
yarattığı açıkça bilinmesine karşın, bu konuda
hiçbir önlem alınmamaktadır Kamunun, mevcut uygulama ile tahsilat
yapamadığı kulüpler üzerinde biriken vergi ve sigorta prim
borçları ödenemez boyuta ulaşmıştır.
Sonuçta, biriken
sigorta ve vergi alacakları, değişik dönemlerde görev yapan
yöneticilerden 6183 sayılı yasa uyarınca tahsil edilmeye
çalışılmaktadır. Süper lig dışındaki
liglerde mücadele eden kulüplerimize yönetici bulunamaz duruma
gelinmiştir.
Kulüplerimiz,
genelde 15- 30 kişilik yönetime sahip olmasına karşın 3
veya 5 kişi tarafından yönetilmekte ve kulüplerimiz bu imzalarla
temsil ve ilzam edilmektedir. Tüm sorumluluklar imza atan kişilere ait
olmasına karşın, alınan kararda imzası olmayan ve
hiçbir tasarrufta bulunmayan diğer yöneticilerin de 6183 sayılı Amme
Alacakları Kanununa karşı aynı derecede sorumlu
tutulmaları hak ve adalet açısından irdelenmelidir.
Türkiye futbol
liglerinde, özellikle Süper Lig'deki mevcut 18 takım ile 3’üncü Lig'deki
53 takımı yönetenlerin aynı derece sorumluluk
taşımasına karşın, tüm kulüpler Dernekler Kanunu
hükümleri uyarınca yönetilmektedir.
Özellikle
profesyonel futbol kulüplerinin yönetimlerinin oluşturulması
açısından Dernekler Kanunu dışında yeni bir
yapının oluşturulması ve kulüplerde görev yapan, sadece
ilindeki kulübe maddi yardımda bulunan tüm yöneticilerin, yasalara
karşı suç işleyen yöneticilerle birlikte 6183 sayılı
Amme Alacakları Kanununa tabi olmasının ne derece adil
olduğunun irdelenmesi amacıyla Anayasa'nın 98’inci maddesi ile
İç Tüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasını saygılarımla arz
ederim.
1)Ferit Mevlüt
Aslanoğlu (İstanbul)
2) İhsan
Özkes (İstanbul)
3) Candan
Yüceer (Tekirdağ)
4) Erdal
Aksünger (İzmir)
5) Atilla
Kart (Konya)
6) Mehmet
Şeker (Gaziantep)
7)Tufan Köse (Çorum)
8)Celal
Dinçer (İstanbul)
9)Salih
Fırat (Adıyaman)
10)Haluk Ahmet
Gümüş (Balıkesir)
11)Bedii Süheyl
Batum (Eskişehir)
12) Mehmet Ali
Ediboğlu (Hatay)
13) Kazım
Kurt (Eskişehir)
14) Özgür
Özel (Manisa)
15) Nurettin
Demir (Muğla)
16) Aytuğ
Atıcı (Mersin)
17)Sinan
Aydın Aygün (Ankara)
18)Ramazan Kerim
Özkan (Burdur)
19)Mustafa Sezgin
Tanrıkulu (İstanbul)
20)Rıza
Türmen (İzmir)
21)Ali Rıza
Öztürk (Mersin)
22)Mehmet
Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
23) Malik Ecder
Özdemir (Sivas)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
B) Duyurular
1.- Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy
Buzek’in, 24 Kasım 2011 Perşembe günkü birleşimde Genel Kurula
hitaben bir konuşma yapma isteğine ilişkin duyuru
BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in resmî
davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Avrupa Parlamentosu
Başkanı Sayın Jerzy Buzek, 24 Kasım 2011 Perşembe günkü
birleşimde Genel Kurula hitaben bir konuşma yapmak
istemişlerdir. Bu hususu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Jerzy Buzek,
24 Kasım 2011 tarihli Perşembe günkü birleşimde Genel Kurula
hitap edeceklerdir.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve
arkadaşları tarafından cezaevlerinde yaşanan insan
hakları ihlallerinin tespiti amacıyla verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 23/11/2011 Çarşamba
günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
23.11.2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 23.11.2011 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy
birliği sağlanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Pervin
BULDAN
Iğdır
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
20 Ekim 2011
tarihinde, Ağrı Milletvekili Halil Aksoy ve arkadaşları
tarafından (100 sıra nolu), Cezaevlerinde yaşanan insan
hakları ihlallerinin tespiti amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine
verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak,
23.11.2011 Çarşamba günlü birleşiminde sunuşlarda okunması
ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN
– Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Halil
Aksoy, Ağrı Milletvekili.
Buyurun
Sayın Aksoy. (BDP sıralarından alkışlar)
HALİL
AKSOY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerine söz aldım.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Cezaevinde
yaşanan sorunlara değinmeden önce, dün on altı ilde
gerçekleştirilen operasyonlar neticesinde büyük çoğunluğunu
avukatların oluşturduğu yaklaşık 120 kişiyi
gözaltına alan zihniyeti ve bu zihniyetin temsilcisi durumundaki Hükûmeti
kınayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Gerçekten
Hükûmet ne yapmak istiyor, Başbakan Erdoğan neyin peşinde? Gerçekten
bunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Bilim
insanlarını, akademisyenleri, gazetecileri, seçilmişleri,
sendikacıları, yayıncıları, insan hakları
savunucularını ve hukukçuları gözaltına alarak, onları
tutuklayıp cezaevine doldurarak demokrasinin, barışın ve
muhalif kesimin sesinin kısıtlanacağı mı
sanılıyor? Eğer öyle düşünen varsa şimdiden söyleyeyim
boşuna hayal kurmasınlar.
Van’da
yaşanan felaketin yaralarını sarmak bir yana, açlıktan,
soğuktan ve de çadırlarda yanarak can veren küçük yaştaki
çocuklara seyirci kalan Hükûmet, tüm mesaisini ve ekonomik
olanaklarını Kürt sorununu ve bu sorunun muhataplarını bastırmakta
kullanıyor.
Bakınız,
sadece işlerini yapmak için yani müvekkilleriyle görüştükleri için
yaklaşık 72 avukat gözaltına alınabiliyor ve bu avukatlar
ne ile suçlandıklarını dahi bilmiyorlar. Büroları
yapılan baskınlarla saatlerce aranıyor ve birçok dokümana el
konuluyor. Dosyalarına, gizlilik kararı artı kısıtlama
kararı verilmiş. Bu ülkede eğer hukukçuların,
avukatların temel hak ve özgürlükleri bu şekilde ihlal ediliyorsa
gerisini siz değerli üyelerin düşünmesini rica ediyorum.
Açıkçası,
Sayın İçişleri Bakanından yeni inciler bekliyoruz, ne de
olsa alıştık buna. Şu an gözaltındaki tüm
avukatların tek tek şecereleri herhâlde çıkarılıp
önümüze serilecek.
Değerli
milletvekilleri, avukatlar gözaltına alınırken ve bir halk
savunmasız bırakılmaya çalışılırken bu
operasyonlar…
BAŞKAN –
Sayın Aksoy, lütfen gündeme gelelim. Söz aldığınız
konuyla ilgili konuşalım lütfen.
HALİL AKSOY
(Devamla) – Gündeme geliyorum efendim.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Sayın Başkan, lütfen müdahale etmeyin. Kürsüye
çıkan hiçbir hatip gündemle ilgili konuşmamıştır.
Bizim hatibimize de lütfen müdahale etmeyiniz.
BAŞKAN –
Sayın Buldan, benim müdahale hakkım var efendim. Müdahale ederim
İç Tüzük gereği. Burada kimse kendine göre hareket etmiyor.
Buyurun.
HALİL AKSOY
(Devamla) – Zaten bir cümlem kaldı Sayın Başkanım.
BAŞKAN –
Lütfen, konuşmanızın yarısına yakın
kısmını gündem dışı konuştunuz.
HALİL AKSOY
(Devamla) – Kürt halkına yönelik bir saldırı, demokrasi
güçlerine yönelik bir saldırı olarak kabul ediyorum. Kürt
halkının ve demokrasi güçlerinin savunmasını üstlenen, onların
hak ve özgürlüklerini korumaya çalışan avukatlara yönelik bir
saldırıdır diye düşünüyorum.
Avukatlara yönelik
gerçekleştirilen bu operasyonların talimatlarını kimin
verdiği de artık çok somut olarak bellidir. Zira, Başbakan adres
de göstermiştir. Ne söylemiştir? "Asrın Hukuk Bürosu diye
bir yer var. İmralı'nın avukatları buradadırlar ve
bunlar sürekli yer değiştiriyorlar." Ve hemen bundan sonra
yapılan bir toplantıdan –bir kriz toplantısıydı
galiba- bir gün sonra da bu tutuklamalar gerçekleşmiştir.
Sayın
milletvekilleri, cezaevleri bu ülkenin kanayan yarası olmaya devam ediyor.
İnsanların hak ihlallerinin en çok yaşanan yerlerden birisi
cezaevleridir. Cezaevleri bir ülkenin insan hak ve hukuku alanında
yaşanan gelişmelerin aynası gibidir. Ne yazık ki, Türkiye
geçmişten bugüne hak ihlalleri bakımından kötü bir karneye sahip
olmuştur. Özellikle cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri,
uluslararası alanlara da taşınmış ve son yıllarda
ise ciddi bir artış göstermiştir.
AKP
İktidarı ile birlikte ciddi bir artış bu cezaevlerinde
kalanların sayısında da olmuştur. Cezaevleri artık
dolup taşıyor. Mahkûmlar, yemekhanelerde, hatta bazı yataklarda
çifter kişi olarak yatırılıyor. İstatistikler
cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına
ulaştığını gösteriyor tutuklu sayısının.
1980 darbesinde dahi bu doluluk oranı olmamıştır. Şu
an 130 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü cezaevlerinin olumsuz
koşullarında yaşamaya çalışıyor. Ancak
yaşanan bu olumsuz tabloya rağmen Hükûmet çareyi sadece yeni
cezaevlerinin açılması ve inşa etmesi için tedbirler almakta
görüyor.
Birçok cezaevinde
on saat olması gereken sosyal faaliyet hakkı ayda altı yedi
saate indirgenmiş. Yine, bu sosyal faaliyetlerin 9-10 kişilik gruplar
hâlinde yapılması gerekirken, tutuklular bu haktan da
yararlandırılmamaktadır.
Cezaevindeki
tutuklu ve hükümlüler keyfî uygulamalar neticesinde haklarında toplatma ve
yasaklama kararı olmayan gazete, dergi, kitap gibi kültür, sanat ve
iletişim araçlarından dahi yararlanamıyor.
Yine, birçok
cezaevinde -ki, benim kaldığım cezaevinde de öyleydi- Meclis TV
yayınını yapan TRT 3 kanalı başvurulara rağmen
tutuklu ve hükümlülere keyfî olarak izletilmemektedir.
Ayrıca, hâlâ
yakınlarıyla telefonda Kürtçe konuşmaları engellenmektedir.
Keza ana dilin yasaklanması en büyük insan hakları ihlallerinden
biridir, bu sistemin de en büyük ayıplarındandır.
Değerli
milletvekilleri, cezaevlerindeki koşullar, tutuklu ve hükümlülerin
yaşam hakkını âdeta ortadan kaldırmıştır.
İdarenin keyfî olarak verdiği disiplin cezaları,
tutukluların hapis içinde hapis yaşamalarına neden
olmaktadır.
Sürekli verilen
hücre cezaları, iletişim cezası, sosyal faaliyetlere
katılmama cezası, televizyon izlememe cezası gibi insanın
en doğal hakları “disiplin cezası” adı altında geri
alınmaktadır. Verilen disiplin cezaları cezaevlerinde
kalanların yaşamsal tüm haklarını da ortadan
kaldırmaktadır.
Ayrıca,
sürekli verilen telefonla görüşmeme cezası neticede aileleri de
cezalandırma anlamına gelmektedir.
Tutuklu ve
hükümlülerin hekime erişimi de oldukça güçtür.
Tutuklular,
mahkemeye veya hastaneye götürüldüklerinde ya da nakillerde keyfî olarak çorap
çıkarma, ayakkabı çıkarma, kemer çıkarma gibi uygulamalara
maruz bırakılmaktadır.
Ölüm
noktasında bulunanların tedavileri ve hastalıkları uygun
hastanelerde de yapılmamaktadır. Hasta tutuklular ring
araçlarıyla hastaneye götürülürken, bu yolculuk onlar için ikinci bir
işkenceye dönüşmektedir.
Tutuklu ve
hükümlülerin ailelerinin bulunduğu kentteki cezaevlerine sevklerini
istemleri de âdeta gerekçesiz bir şekilde reddedilmektedir. Bu da ailelere
reva görülen bir ceza olsa gerek. Sırf bu nedenlerden dolayı
yıllardır ailesini hiç görmeyen çok sayıda tutuklu ve hükümlü
söz konusudur. Sürgün sevkleri ise keyfî bir şekilde devam etmektedir.
Cezaevi ring
araçları da aslında başlı başına üzerlerinde
durulması gereken bir konudur. Gerçekten de 21’inci yüzyılda
nakillerin bu araçlarla yapılması insanlığa
yakışmamaktadır. Özellikle yirmi saati aşkın süren
yollarda yapılan nakiller, tutuklular için tam bir işkenceye
dönüşmektedir. Herkes gibi tutuklular da genel ulaşım
araçlarından yararlanma hakkına elbette ki sahip
olmalıdırlar. 5 tutuklunun ring aracında yanarak can vermesinin
hesabını kim verecek acaba?
Değerli
milletvekilleri, halkın iradesi ile seçilen 9 milletvekili, ne yazık
ki ve ne ayıp ki bugün hâlâ cezaevinde tutuklu bulunmaktadırlar. Bu
ayıp, Hükûmetin ve ele geçirdiği yargının ayıbı
olsa gerektir. Urfa Milletvekilimiz Sayın İbrahim Ayhan, tutuklu
bulunduğu cezaevinden duruşmalara götürülürken, elleri kelepçelenerek
onur kırıcı muamelelere maruz kalıyor. Bu kelepçe,
halkın iradesine vurulmuş bir kelepçedir. Bunu kabul etmek mümkün
değildir. Milletvekili arkadaşlarımıza her türlü onur
kırıcı ve hukuk dışı uygulamayı yapan
zihniyeti kınıyor, Adalet Bakanını ve Meclis
Başkanını gereği için göreve davet ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, anayasal güvence altına da alınan
"sağlık ve yaşama hakkı" da keza bu
anlamıyla yaşam boyutunda sağlanmamaktadır. Oysaki soysal
devlet gereği olarak, tutuklu ve hükümlülerin tıbbi bakım alma
hakları vardır ve bu uluslararası anlaşmaların da
garantisi altındadır. Ne yazık ki Türkiye’de cezaevlerinde
sağlanan tıbbi bakım hizmeti yok denecek kadar az, hatta
bazı hastalar bilinçli olarak ölüme dahi terk edilmektedir.
İnfazlarının
durdurulmasına ilişkin…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Aksoy.
HALİL AKSOY
(Devamla) – …talepler, aylar geçmesine rağmen Adli Tıp Kurumuna
sevkleri yapılmamakta, açıkça cezaevlerinde ölümü beklemektedir.
İnsan
hakları kuruluşlarının edindiği bilgiye göre,
başta kanser olmak üzere ağır hastalıklarla mücadele eden
50'nin üzerinde tutuklu vardır.
BAŞKAN –
Sayın Aksoy, teşekkür ediyorum.
HALİL AKSOY
(Devamla) – Bu tutuklu ve hükümlülerin derhâl tahliye edilerek tedavilerinin
ailelerinin yanında yapılması sağlanmalıdır.
BAŞKAN –
Sayın Aksoy, lütfen…
HALİL AKSOY
(Devamla) – İnsana insan değeri verilmesi dileğiyle
araştırma önergemize destek vermenizi umuyor ve saygılar
sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen
Yılmaz Tunç, Bartın Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri saygılarımla selamlıyorum.
BDP grup
önerisiyle cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin
araştırılması amacıyla verilen önergenin bugünkü
gündeme alınması talep edilmektedir.
Değerli
milletvekilleri, araştırma önergesinde iddia edilen, cezaevlerindeki
şartların hükümlü ve tutuklular aleyhine giderek
ağırlaştığı yönündeki eleştirilere
katılmak mümkün değildir. Son yıllarda cezaevlerindeki fiziki
yapıların iyileştirilmesi hususunda önemli çalışmalar
yapılmıştır ve yapılmaktadır.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Rapor göndeririz size Sayın Hatip, raporumuzu
göndeririz!
YILMAZ TUNÇ
(Devamla) – 2003 yılından bugüne kadar uluslararası standartlara
uygun, güvenlikli, mekanik, elektronik donanımlı ve rehabilitasyon
işlemlerine uygun kırk adet ceza infaz kurumu inşa
edilmiştir. Cezaevlerinde hükümlü ve tutukluların meslek sahibi
olabilmeleri için iş yurtları kurulmuş, iş yurtları
sayısı iki yüz sekize yükseltilmiştir. Hâlen 3.500
civarında hükümlü ve tutuklu iş yurtlarında sigortalı olarak
çalışmaktadır. Hükümlülerin sosyalleşmesini sağlamak
ve yeniden suç işlemelerini önlemek amacıyla Hükümlülerin Topluma
Kazandırılması Projesi yürütülmeye
başlanmıştır. Hükümlü ve tutukluların ana diliyle
aileleriyle görüşebilmesi imkânı bu dönemde getirilmiş önemli
bir düzenlemedir.
5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun ve Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük’ün 94’üncü maddesinde
hükümlü ve tutukluların sağlık hizmetlerinden nasıl
faydalandırılacağı hususları ayrıntılı
olarak düzenlenmiştir. Bu yasal düzenlemeler çerçevesinde hükümlü ve
tutukluların sağlık hizmetlerinden yararlanması
sağlanmaktadır. Hükümlü ve tutukluların sağlık
sorunlarıyla ilgili gerekli tüm tetkik ve tedavilerin özenle yerine
getirilmesi, özgürlüğünden yoksun olmayan her vatandaşın
yararlanabildiği sağlık haklarından ve hizmetlerinden
hükümlü ve tutukluların da yararlanması hususunda Adalet Bakanlığımız
oldukça hassas davranmakta ve bu yönde gerekli tedbirleri alarak bu konuda
tıbbi gereklilik ve mevzuata uygun hareket edilmesini özenle takip
etmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; insan hakları ihlallerine ve
işkenceye karşı her türlü yasal tedbir dokuz yıllık AK
PARTİ İktidarında kararlılıkla ele
alınmıştır. İnsan haklarının korunması
ve geliştirilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi amacıyla
“işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans” politikası bu
dönemde uygulamaya konulmuştur. Yaşanan bu olumlu gelişmeler
uluslararası bağımsız kuruluşların
raporlarına da yansımıştır. Araştırma
önergesinde bahsedilen olaylarla ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu tarafından alt
komisyonlar oluşturularak, cezaevlerimiz insan hakları
açısından millet adına denetlenmektedir. Meclis İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonunun bu konuda geniş yetkileri
bulunmaktadır. Bu yetki herhangi bir süreyle de sınırlı
değildir.
BDP grup
önerisiyle bu konuda araştırma komisyonu kurulmasını
istemenin, daha geniş yetkilere sahip, uzmanlık alanı insan
haklarını inceleme olan, ayrıca araştırma
komisyonları gibi üç aylık kısa bir süreye tabi bulunmayan
Meclis İnsan Hakları Komisyonunca zaten alt komisyonların
kurulmuş bulunması nedeniyle gerekli olmadığını
ve verilen önerinin Meclis çalışmalarını aksatmaya yönelik
bir öneri olduğunu belirtiyor, önergenin aleyhinde olduğumu
belirtiyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.
Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu önerisi lehinde söz isteyen Mahmut Tanal,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tanal. (CHP sıralarından alkışlar)
MAHMUT
TANAL (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cezaevinde
olmak, cezaevinde ölme anlamına gelmemeli. Bu anlamda cezaevindeki
sorunları ben detayına girmeden başlıklar şeklinde
sayarsam, sorunlar:
Bir:
Silivri Cezaevi yapıldı ancak yapılan şartnameye uygun bir
vaziyette yapılmadığı için eksik bir vaziyette teslim
alınmıştır. Bu anlamda yetkililer Kamu İhale Kanunu’nu
ihlal etmişlerdir, bu anlamda suç işlemişlerdir. Neden? Çünkü
-Silivri Cezaeviyle ilgili- şu anda bazı odalara kırk sefer
tamirci gelmesine rağmen yağmur yağdığında odalar
su almakta, pencerelerden sürekli rüzgâr gelmekte ve bu anlamda hakikaten
devletin buradaki alacakları peşkeş çekilmiş olmakta. Yani
bu anlamda gerçekten bir mağduriyet söz konusu.
İkinci
bir hadise, sıcak su yeteri kadar kullanılmamakta tüm cezaevlerinde,
bireysel anlamda bir cezaevine ait olan bir husus değil.
Cezaevlerinde
demirbaş olarak sayılan bazı malzemeler var. Bu demirbaş
olarak sayılan malzemelerden tutuklu ve mahkûmlar ücretli olarak
yararlandırılmakta. Yani cezaevleri idaresi ticarethaneye
dönüşmüş durumda.
Nedir?
Cezaevlerinde aynı zamanda su parası, elektrik parası tahsil
edilmekte. Devlet dışarıda elektrik parasını, su
parasını tahsil edemez iken cezaevinde bulunan mahkûm ve tutuklularla
ilgili böyle, hukuka aykırı işlemler yapmakta.
Burada
sağlık sorunları var. Değerli bir önceki Hatip arkadaşımız
sağlık sorunlarına değindi, yeteri kadar olduğunu
söyledi.
Değerli
arkadaşlar, aile hekimliği uygulamasında her 2.500 ve 3 bin
kişiye bir doktor düşmesi gerekirken ve o doktordan da yirmi dört
saat vatandaşın yararlanması gerekirken cezaevlerinde bulunan
tutuklu ve mahkûm sayısıyla orantısız bir vaziyette doktor
bulunmakta. Bu bir insan
hakkı ihlalidir.
Tutukluların
sevkiyle ilgili, sevk sırasında gidiş ve gelişlerle ilgili
kötü muameleler, haberleşme hakkının
kısıtlanması, disiplin cezaları var, daha önemlisi,
zararlı yayın yapması nedeniyle radyolar cezaevine
alınmamakta. Bu hakikaten temel bir insan hakkı ihlali. Bir
kişinin tutuklu olması veya mahkûm olması, diğer
haklarından mahrum edilmesinin gerekçesi ve dayanağı
olmaması gerekir. Bu aynı zamanda bizim imzalamış
olduğumuz Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 10’uncu
maddesine de aykırılık teşkil etmekte.
Burada,
Türkiye’deki genel tabloya baktığımız zaman değerli
arkadaşlar, Türkiye bir yarı açık cezaevine dönüşmüş
durumda. Nisan 2001 verilerine göre tutuklu sayısı 124.077, bu
kişilerden bazıları hasta oldukları ve gerekli
sağlık hizmetini alamadıkları için hapiste ölüyor.
Son yıllarda
şöyle bir moda oldu: Cezaevi sayısının artmasıyla
siyasal iktidar övünmekte. Arkadaşlar, cezaevi sayısının
artması bir ayıptır. Neden ayıptır? Türkiye’de ülkenin
iyi idare edilmediğinin bir göstergesidir. Eğer bir ülkede fabrika
sayısı azalıyor ise, bunun tersine sürekli cezaevi
sayısı artıyor ise, tutuklu sayısı artıyor ise,
fabrikalarda çalışan insanların sayısı azalıyor ise
burada bir hastalık söz konusu, yani kötü bir yönetim, kötü bir idare söz
konusu. Eğer bir ülkede sürekli cezaevi sayısı artıyorsa,
adaletli bir yönetim yok demektir, düzenli bir yönetim yok demektir. Bu anlamda
bu hastalığı iyi teşhis etmek lazım değerli
arkadaşlar. 2005 ile 2011 arasında altı yılda cezaevi
nüfusu 2 katından fazla artmış ama çalışanların
sayısı tam tersine azalmış durumda. Adalet
Bakanlığının 2011 verilerine göre 2005’te 55 bin olan tutuklu
nüfusu 2011’de 124.074e çıkmış, ancak bu 12 Eylül döneminde dahi
görülmemiş olan bir artıştır değerli arkadaşlar.
Bugünkü verilere göre toplam cezaevi sayısı 384 ancak Türkiye’de her
cezaevinde bulunan kişi kadar, o kadar fabrika sayısı yok arkadaşlar.
Fabrikalar kapanıyor, cezaevi sayıları artıyor; burada bir
ters orantı söz konusu. Son açıklamalara göre, Adalet
Bakanlığının kapasitede 2014 hedefi, cezaevi kapasitesini
114 binden 140 bin kişiye çıkarmak yani demek ki Adalet
Bakanlığının hesaplamaları, şu anda hâlen 114
binken, 2014’e kadar 30 bin kişinin cezaevine konulması hedefleniyor.
Korkunç ve kötü bir örnek. Yani Adalet Bakanlığının
hedefinde, suç ve suçluyla mücadele edip, suç ve suçluyla mücadele
kapsamında cezaevine girebilecek olanların sayısını
azaltmakla mücadele etmek olması gerekir iken, tam tersine, ne kadar daha
fazla insanı cezaevine gönderibiliriz, tutuklayabilirizin hesapları
yapılmakta; bu, utanç verici bir hadise. Önümüzdeki üç yıl içinde
binlerce insanı tutuklamayı hedefledikleri, resmen, Adalet Bakanlığının
kendi İnternet sitesinde yayınlanmış durumda değerli
arkadaşlar.
En son, tabii, bu,
cezaevindeki insan haklarının ihlaliyle ilgili Silivri Cezaevindeki
ölüm, Kaşif Kozinoğlu’nun ölümüyle ilgili. Değerli
arkadaşlar, burada açıkça bir insan hakkı ihlali söz konusu.
Neden? Kişi rahatsız olduktan sonra… Orada yeteri kadar ekipman yok,
doktor yok. Eğer cezaevinde doktor olmuş olsaydı belki o insan
kurtarılabilir idi ve daha ötesi var. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 87’nci
maddesinde deniliyor ki: Bu şekildeki şüpheli ölümlerde en
azından ileride tartışılmaya mahal vermeyecek bir
şekilde bağımsız hekimler tarafından veya ailenin
temin edebileceği bağımsız hekimlerin de otopside
bulunması gerekir. Aileye bu imkân verilmedi. Apar topar otopsi
yapıldı. En azından İstanbul Adli Tıp Enstitüsünde
veya Adana, Eskişehir adli tıp enstitülerinde de
bağımsız adli tıp enstitülerinde de bu otopsi
yapılabilirdi, hiç olmazsa bu otopsiden çıkan rapor
tartışılmamış olurdu kamuoyu önünde. Neden
diyeceksiniz, İstanbul’daki Adli Tıp’taki morgda bu
tartışılsın? Çünkü İstanbul Adli Tıp’la ilgili
bugüne kadar siyasi nedenlerden dolayı atanan, ismi şaibeli olan
insanlar var. Yani bu anlamda, bu şaibeyi gerçekten örtmeye yetmez
değerli arkadaşlar.
Tutuklu kişi özgür bir
insanın tüm sağlık haklarına sahip yani tutuklanan
kişinin diğer, tutuklu olmayan kişilerin sahip olduğu
haklardan vazgeçmesi anlamını taşımamak lazım. Bu
anlamda, insanlar hasta oldukları ve gerekli sağlık hizmetini
alamadıkları için hapishanelerde ölüyor. Yetkili birimlere
cezanın cezaevinde olmak olduğunun, cezaevinde ölmenin ise kabul
edilemez bir insan hakkı ihlali olduğunun
hatırlatılması gerekiyor. Bu anlamda, gerçekten, cezaevindeki
koşullar kabul edilemez bir durumda. Bununla ilgili, 2010’da cezaevinde 413
kişi öldü, 162 hastalık sonucu ölüm, intihar iddiası 38, normal
ölüm ise 213 kişi. Şimdi, burada cezaevinde bulunanlarla ilgili üçlü
bir protokol var, yapılmış durumda. Bu üçlü protokol hukuka
aykırı. Neden hukuka aykırı? Çünkü tutuklu ve hükümlünün
muayene olduğu sırada mutlak surette orada bir jandarmanın
bulunması gerekiyor, bu da mahremiyet ilkesine aykırı ve
ayrıca, cezaevinde bulunan tutuklu ve mahkûmların en doğal
hakkı olan hasta hakkı uyarınca doktorunu seçebilmesi ve
sağlık hizmetini alabilmesi için doktora her an için
ulaşabilmesi lazım. Saat beşten sonra, değerli
arkadaşlar, cezaevlerinde doktor bulamazsınız. Yani bu anlamda,
kişi “Ben saat beşten sonra hasta olmayacağım,
rahatsız olmayacağım.” diye bunun hiçbir garantisini veremez,
hiç kimse veremez.
Sorunlardan bir tanesi de değerli
arkadaşlar, cezaevlerinde kalorifer tamiratlarının çoğu
kış aylarında yapılır. Yani yaz aylarında bu
tamiratlar niçin yapılmaz? Kış aylarında cezaevlerinde
tamirat yapıldığı zaman da kaloriferler yanmaz ve bu
anlamda cezaevlerinde bulunan tutuklu ve mahkûmlar, gerçekten büyük
rahatsızlıklar kendilerinde meydana gelmiş durumda.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL
(Devamla) - Bu aynı zamanda bir insanlık hakkı.
Hepinize
teşekkürler, saygılar. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Tanal.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu önerisi aleyhinde söz isteyen Recep Özel, Isparta
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Özel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisinin grup önerisi üzerine söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Barış ve
Demokrasi Partisinin grup önerisinde, cezaevlerindeki insan hakları
ihlallerinin, hasta ve tedaviye muhtaç tutuklu ve hükümlülerin tahliye
edilmemesi ve tedavisinde yaşanan sıkıntıların
araştırılmasına dair Meclis
araştırmasının bugünkü gündeme alınmasına dair
grup önerisine katılmadığımı sözlerimin başında
sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira, cezaevlerindeki insan hakları
ihlalleriyle ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisindeki İnsan
Hakları Komisyonu hem geçen dönemde hem de bu dönemde aktif bir
şekilde çok güzel çalışmalara imza atmış
bulunmaktadırlar.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Ölüm döşeğinde olan onlarca mahkûm var, ölüm
döşeğinde yatan. Bunların başında Mehmet Aras, kanser
hastası.
RECEP ÖZEL
(Devamla) – Geçen dönemlerdeki hazırlamış oldukları
raporlara istinaden ana dilde konuşmaları sağlanmış,
askerî cezaevlerindeki hükümlü ve tutukluların tek tip elbiselerine
yönelik uygulamalara son verilmiş bulunmaktadır. Bu dönemde de
cezaevlerindeki bu insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak bir alt
komisyon kurulmuş, bu alt komisyon çalışmalarına
sayısal orantıda Barış ve Demokrasi Partisinden üye
verilmesi amacıyla 5 olan alt komisyon üye sayısı 7’ye yükseltilmiş,
7 kişilik bir alt komisyon burada çalışmaya
başlamıştır. Geçenlerde bir Sincan Cezaevi ziyaretleri
olmuş fakat her ne kadarsa bu araştırma komisyonunu Meclis
gündemine getirmeye çalışan Barış ve Demokrasi Partisi,
insan hakları ihlallerinin olup olmadığına dair bu alt
komisyon çalışmalarına katılmamaktadır. Eğer, bir
itirazınız, bir görüşünüz, cezaevlerindeki insan hakları
ihlalleriyle ilgili bir talebiniz, müşahhas bir olayı belirterek bir
talebiniz varsa sıfır tolerans gösterilerek bunların üzerine
gidilmekte ve bunların sorumluları kimse onlar hakkında en
geniş manada işlemler yapılmaktadır. Hem İnsan
Hakları Komisyonu bu çalışmayı yaparken buna paralel olarak
bir araştırma komisyonunun çalışma yapmasının da
pek uygun olmadığı kanaatindeyiz.
Araştırma
komisyonu kurulmasını istediğiniz bir diğer konu da
cezaevlerindeki hasta ve tedaviye muhtaç hükümlü ve tutukluların tahliye
edilmediği ve bunlara gerekli tedavi imkânının
sağlanmadığı yönünde. Biliyorsunuz, tahliye
işlemlerini yapacak olan mekanizma, yargı sistemi içerisindeki,
eğer, bir raporu, Ceza Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu, bunlarla ilgili
yönetmelikler, Adalet Bakanlığı tebliğleriyle ilgili,
mahkemeler, tahliye edilmesi gerekiyorsa eder, eğer tedaviye muhtaç bir
durumu varsa da gerekli sağlık kurumlarına intikalleri
sağlanarak tedavileri yapılmaktadır. Ceza infaz kurumuna ilk
defa giren bir hükümlü veya tutuklunun, kabul odasındaki geçen sürede
tıbbi gizliliğe uygun olarak kendisinin ve çevresindekinin ruhsal ve
bedensel iyiliği için ilk kabul muayenesi yapılarak sağlık
bilgileri kaydedilmektedir.
30/4/2009
tarihinde yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı ve
Adalet Bakanlığı arasındaki Ceza İnfaz
Kurumlarındaki Sağlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında
Protokol hükümleri doğrultusunda aile hekimliği ve diş
hekimliği hizmeti verilmektedir. Protokol kapsamında, Ankara Sincan,
İstanbul Silivri, İstanbul Maltepe ve Kocaeli ceza infaz
kurumları kampüsleri bünyesindeki sağlık birimleri,
Sağlık Bakanlığınca durumu en uygun görülen devlet
hastanelerine bağlanarak ceza infaz kurumu semt polikliniği
şeklinde hizmet vermeye başlamış olup bu semt
polikliniklerinde uzman hekimler vasıtasıyla sağlık hizmeti
verilmektedir. Ankara ceza infaz kurumları kampüsü semt polikliniğinin
yatak kapasitesi 16, Maltepe ceza infaz kurumları kampüsü semt
polikliniğinin yatak kapasitesi 3, Silivri ceza infaz kurumları
kampüsü semt polikliniğinin yatak kapasitesi ise 30’dur. Kocaeli ceza
infaz kurumları kampüsü semt polikliniklerinde yatarak tedavi hizmeti verilmemektedir.
Kurum hekimi, aile hekimi ve diş hekiminin uygun gördüğü durumlarda
hastaneye sevkler yapılarak hükümlü ve tutuklulara gerekli
sağlık hizmeti verilmektedir. Ayrıca, acil durumlarda derhâl 112
acil servisine haber verilerek gerekli tıbbi müdahalede bulunulmakta ve
gerek görülmesi hâlinde ambulansla hastaneye sevkleri sağlanmaktadır.
19/8/2011 tarihinde yürürlüğe giren Ceza İnfaz
Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve
Tutukluların Sevk ve Nakilleriyle İlgili Sağlık
Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkındaki Protokol’de hükümlü ve
tutukluların muayene ve tedavileri için hastanelerde yapılması
gereken fiziki düzenlemeler, tutuklu ve hükümlü koğuşları gibi
hususlarda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş olup,
Sağlık Bakanlığı 5/10/2011 tarihinde il valiliklerine,
il sağlık müdürlüklerine göndermiş olduğu genel yazıda
protokol hükümlerine göre hareket edilmesi, fiziki düzenlemelerin buna göre
yapılması, tutuklu ve hükümlü koğuşlarının
protokole göre düzenlenmesi konularında gerekli çalışmalara da
başlanılmıştır.
Zaman zaman ceza infaz kurumlarında aile
hekimliği uygulamalarında kapasiteye göre görevlendirilen doktor
sayılarının ve çalışma sürelerinin az olması,
görevlendirilen doktorun çeşitli nedenlerle izinli veya raporlu olması
hâlinde yerine doktor görevlendirilmemesi nedeniyle muayene ve tedavilerde
aksaklıklar yaşanmakta olup…
VELİ AĞBABA (Malatya) – Cezaevinde dayak
serbest mi?
RECEP ÖZEL (Devamla) –…söz konusu protokolün genel
uygulamasında ortaya çıkan aksaklıkların ve sorunların
Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığına,
il sağlık müdürlükleriyle ilçe sağlık grup
başkanlıklarına yazılı olarak bildirilmesi yönünde tüm
cumhuriyet başsavcılıklarına bu protokol gereğince de
talimatlar verilmiştir.
Kurumun sağlık koşullarının
düzenlenmesi hekim tarafından yapılmaktadır. Hükümlü ve
tutukluların beden ve ruh sağlığının
korunması, hastalıklarının tanısı için ilk
muayene ve tedavi hizmetleri kurumda verilmekte, ileri tetkik, tedavi ve
rehabilitasyon gerekenler devlet hastanelerine, daha ileri sağlık
hizmeti gerekenler ise üniversite hastanelerine sevk edilmekte, tüm muayene ve
tedavi sonuçları kişinin sağlık dosyasına da
kaydedilmektedir.
VELİ AĞBABA (Malatya) – Nerede oluyor bunlar?
RECEP ÖZEL (Devamla) – Yasa gereği, gerekli olan her
türlü muayene ve tedavi devletin teminatı altında ve ücretsizdir.
Hastaneye sevkler, tıbbi gerekliliklerine uygun olarak doktorun takdirinde
yapılmaktadır. Doktora ulaşılamadığı acil
sağlık durumlarında o an kurumda bulunan en üst amir sevk
işlemini yapabilmektedir. Hastaneye sevk edilen hükümlü ve tutuklulardan
hastanede yatarak tedavi görmesi uzman hekim tarafından gerekli görülenler
hastanelerin mahkûm koğuşuna alınarak tedavi ve takibi burada
sürdürülmektedir.
Ceza infaz
kurumlarında hastanelerdeki mahkûm koğuşu
sayısının yetersizliği veya olumsuz fiziki şartlar
nedeniyle yaşanan sıkıntıların ve hasta
mağduriyetlerinin önlenebilmesi açısından ağır ceza
merkezlerine göre illerde bulunan hastanelerde hasta mahkûm
sayılarının düzenlenmesi gerektiği yönünde Sağlık
Bakanlığımız da ayrıca çalışma
yapmaktadır.
Ceza infaz
sisteminin etkinliği kadar insancıllığı da önemli bir
unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Hangi ülke bu anlattığınız?
RECEP ÖZEL
(Devamla) – Ceza infaz sistemine ilişkin yeni yaklaşımlarda,
suçluların ıslahı, topluma kazandırılması ve
tekrar suç işlemenin önlenmesi ön planda bulunmaktadır.
Ceza infaz
sistemimizdeki dönüşümün önemli bir parçasını da modern, güvenli
ceza infaz kurumlarının oluşturulması ve yetersiz,
uluslararası standartlara uymayan kurumların kapatılması
oluşturmaktadır. Bu kapsamda, 2002 yılından bu yana 59
kurum açılmış ve uluslararası standartlara uymayan 205
kurum ile birlikte kamuoyunda yakından bilinen Bayrampaşa ve
Ulucanlar gibi ceza infaz kurumları kapatılmıştır.
Kapatılan infaz kurumları yerine yüksek kapasiteli, modern kurumlar
yapılması suretiyle cezaevlerindeki yoğunluğun büyük oranda
azaltılması da sağlanmaktadır. Yapılan bu
çalışmalar doğrultusunda cezaevlerimizde eğer insan haklarıyla
ilgili gerçekten müşahhas, belirli bir insan hakkı ihlali varsa -yer,
olay belirtin- onların üzerine sıfır toleransla gidileceği
herkes tarafından ifade edilmektedir.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) – Diyarbakır F Tipi Cezaevi.
RECEP ÖZEL
(Devamla) – Bu Meclis araştırma komisyonunun kurulmasıyla
ilgili, şu anda Meclisimizde çalışmakta olan bir alt komisyon
bulunduğundan, BDP’nin görüşüne
katılmadığımızı belirtiyor, hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı…
BAŞKAN –
Karar yeter sayısı arayacağım.
Barış ve
Demokrasi Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler…
Sayın
milletvekilleri, karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.28
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.35
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu önerisinin oylamasında karar yeter
sayısı bulunamamıştı. Şimdi öneriyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır ve kabul
edilmemiştir.
Şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
2.- Hayvansal üretimimizdeki düşüşün
asıl sebeplerinin ve uygulamaların toplumun bütününün
çıkarına olup olmadığının ortaya konması
amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
23/11/2011 Çarşamba günü Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu’nun 23.11.2011 Çarşamba günü (bugün) yaptığı
toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu Maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP Grup Başkanvekili
Öneri:
20 Ekim 2011 tarih
ve 475 sayı ile “Hayvansal üretimimizdeki düşüşün asıl
sebeplerinin ve uygulamaların toplumun bütününün çıkarına olup
olmadığının ortaya konması” amacıyla
verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin 23.11.2011 Çarşamba
(bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü Birleşimde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Kemalettin
Yılmaz, Afyonkarahisar Milletvekili.
Buyurun Sayın
Yılmaz. (MHP sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN
YILMAZ (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Takdir edersiniz
ki gelişmiş ülkeler hayvancılık sektörünün stratejik
önemini kavramış ve bu öneme uygun politikaları ile
hayvancılığın tarım sektörü içindeki payını
artırmışlardır çünkü hayvancılık, insanın
yeterli ve dengeli beslenmesi, istihdama olan katkısı,
hayvanların insan gıdası olarak tüketilmeyen bitki ve bitkisel
artıkları yararlı besinlere dönüştürebilme yetenekleri ve
çiftçiye günlük gelir sağlaması nedeniyle çok yönlü ve vazgeçilmez
bir sektör olarak insan hayatı ve ülke ekonomisinde önemli bir konuma
sahiptir.
AKP hükûmetlerinin
yanlış tarım politikaları sonucu geniş yüzölçümü,
farklı ekolojileri, değişik tür ve ırktan hayvan
varlığıyla avantajlı bir konuma sahip olmasına
rağmen ülkemiz, çalışkan insanlara ve verimli topraklarına,
güneşine, suyuna sahip olmasına rağmen, ülkemiz ve ülke
hayvancılığı ve hayvansal ürünler üretimi maalesef
tehlikeye girmiştir.
Türkiye nüfusu
1980’den bu yana yüzde 38 artış gösterirken, hayvan
varlığı ise maalesef yüzde 53 azalmıştır.
Tarımdaki nüfusu hâlâ yüzde 26, yüzde 27’lerde olan Türkiye’de siyasi
iktidarın canlı hayvan sayısındaki düşüşe acil
çözüm üretmesi gerekmektedir. Türkiye’de 1980’deki 45 milyon nüfusa
karşılık 80 milyon hayvan varlığı vardı ama
bugün AKP hükûmetlerinin dokuz yıllık yanlış
icraatları neticesinde, maalesef 74 milyon nüfusumuza
karşılık 38 milyon hayvan varlığımız
mevcuttur.
Bütün bu sorunlara
karşı Hükûmet, Türkiye’de hayvan üretimini artırma
seçeneğini bir kenara koyarak doğrudan canlı hayvan ithal etmeye
yönelmiştir. Bugün her hayvancılık işletmesini bir fabrika
olarak kabul edecek olursak, her gün birçok fabrika kapanmaktadır ve böyle
gidecek olursa kapanmaya da devam edeceği ortadadır. Dolayısıyla
pek çok insanımızın da işsiz kalması
kaçınılmaz olacaktır. Doğdukları yerde
karınları doymayan insanlarımız topraklarını terk
edecekler ve pek çok ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları da beraberinde
getireceklerdir.
AKP İktidarı
döneminde özellikle koyun ve keçi türü olmak üzere hayvan varlığımız
azalmıştır. Et ve süt ürünleri spekülatörlerin insafına
terk edilerek, suni fiyat dalgalanmalarıyla fiyatlar bazen yükselmiş,
bazen düşmüş ama her iki durumda da maalesef üreticimiz kaybetmiştir.
Hayvancılık
kayıt sistemi maalesef etkin çalıştırılamamıştır.
Süt ve yem fiyatları regüle edilememiş, birçok damızlık
hayvan kesime sevk edilmiştir. Özellikle son bir yıldır et
fiyatları anormal olarak artmış, fakir fukara kurbandan kurbana
eti görür hâle gelmiştir. Geçmiş yılların tersine,
batı illerinden hayvancılığın en yoğun
yapıldığı doğu illerine et sevkiyatı
başlamıştır. Koyunculuk gözden
çıkarılmış, siyasi amaçlarla bazı bölge illerine
farklı hayvancılık destekleri uygulamaya konulmuştur.
İllegal hayvan hareketleri ve kaçakçılık ile etkin mücadele edilememiştir.
2002 yılında bir tek kaçak hayvan ülkemize girmezken artık
bugün, kulak küpeleri takılmış vaziyette hayvan
kaçakçılığı başlamıştır. Bu
kaçakçılık büyük oranda PKK’nın kontrolünde olduğundan,
Türk çiftçisi ile birlikte devlet de büyük zarar görmüştür. PKK’nın
bu sektörden kazandığı paralar maalesef Mehmetçiğe
kurşun olarak geri dönmektedir. Canlı hayvan ve et
kaçakçılığı ülke hayvancılığına
ağır darbe vurmaktadır. Damızlık düve ve koyun
ihtiyacına yurt içi kaynaklardan temin için hiçbir adım maalesef
atılmamıştır. Dış ülkelerle özel görüşmeler
yürütülerek, ulusal BSE (deli dana) Komisyonu kararları dahi göz ardı
edilmiş, hayvan ithalatının önünde engel görüldüğü için bu
Komisyonun çalışmalarına son verilerek on beş
yıldır -dikkatinizi çekiyorum, on beş yıldır-
Değerli milletvekilleri, takdir
edersiniz ki gerek et gerek süt gerekse tavuk eti ve yumurta üretiminde
maliyetlerin en büyük girdisi yemdir. Süt sığırcılığının
sürdürülebilmesi için
Üretimin diğer girdilerinden bir
tanesi de mazottur. 2002 yılında yani AKP iktidarlarının
başladığı dönemde,
Hayvancılığımızın
geliştirilmesinde pancar ekiminin, pancar üretiminin de çok önemli bir
payı vardır gerek melas gerekse küspe noktasında. Çiftçimizin
2002 yılında 1 litre mazot alabilmek için 10 kilogram pancar teslim
etmesi yeterliyken bugün gelinen noktada 1 litre mazot alabilmek için 30 ila 35
kilogram pancar teslim etmesi gerekmektedir. Hani nereden nereye hikâyeleri var
ya, bunlardan bir tanesi de hayvancılık sektöründe dram olarak
yaşanmaktadır. Türkiye’de 2002 ve 2011 yılları
arasında hayvansal üretimde ve hayvan ürünleri piyasasında genel
durum asla üretici lehine olmayıp mağduriyeti yanında
istikrarsızlık olarak da ortaya çıkmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hayvancılıkta yaşanan
son durum ise AKP hükûmetlerinin yanlış politikaları sonucu
tarım sektöründe patlayan bu krizlerle Türk tarımının
nerelerden nerelere gelindiğinin en önemli göstergesidir. Dünyada ve
Avrupa Birliğinde çok önemli üreticisi olduğumuz daha düne kadar
canlı hayvan ve ürünlerini ihraç eden Türkiye'nin durumu, maalesef
artık hayvan ihraç eden değil, hayvan ithal eden bir ülke
olduğudur. Bütün dünyada ülkeler bazında hayvan sayısı
artarken son yedi yılda ülkemizde özellikle büyükbaş hayvan
sayısı düşmüştür. Son yedi yıl içerisinde
küçükbaş hayvan sayısında da 5 milyon düşüş
vardır. Bunun sonucu, 2009 yılı ikinci yarısından
itibaren et fiyatları aşırı derecede
artmıştır. Bu artışın nedenlerini iyi analiz
edemeyen AKP İktidarı çareyi bir başka yanlış yaparak
et ithal etmekte bulmuştur. Hâlbuki bu noktaya gelineceği takdir
edersiniz ki daha 2006 yılında belliydi.
Evet,
değerli milletvekilleri, bilim adamları ve sivil toplum örgütleri
bunu, bu ülkemizin hayvancılıkla ilgili sıkıntılarını
daha 2006 yılında söylemişlerdi. Bunlardan bir örnek vermek
gerekirse Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri
Merkez Birliği tarafından Kasım 2006’da yayınlanan
“Cumhuriyetimizin 100. Yılında Türkiye'nin Hayvansal Üretimi”
adlı kitabın yüz on birinci sayfasında “Türkiye için özellikle
kırmızı et üretimi kritik görülmektedir. Hayvan popülasyonlarından
sağlanacak süt üretimi ile et
üretimi uygun bir noktada dengelenmelidir. Aksi takdirde, özellikle
kırmızı et açığı oluşacak ve Türkiye et
ithalatına zorlanacaktır. Eğer Türkiye, kırmızı
et açığını ithalatla karşılamaya
kalkışır ve bunu uzun süre devam ettirirse süt
ithalatının da yolu açılmış olacaktır.” denilmektedir.
Yani AKP
İktidarı, bu ülkede et meselesinin süt meselesi, süt meselesinin et
meselesi olduğunu anlayamamış, yıllarca sütün sudan ucuza
satılmasına göz yummuş ve süt üreticisinin feryatlarına
kulaklarını tıkamıştır. 2007 yılında
yem fiyatlarında yaşanan anormal artış, süt tozu
ithalatının artması, süt fiyatlarının maliyetin
altında kalması ve bunun sonucu damızlık ineklerin kesime
gönderilmesi, sonraki yıllarda da et arzında açığa yol
açmış ve et fiyatlarının artmasına neden
olmuştur. Daha sonradan üreticiler muhtelif zamanlarda ve ortamlarda,
muhtelif platformlarda Hükûmeti uyarmaya devam etmiştir. Ancak AKP
İktidarı bu feryatları, çiftçimizin feryatlarını,
sivil toplum örgütlerinin feryatlarını duymamış ve hiçbir
tedbir almamıştır.
AKP
İktidarının bu yanlış politika tercihi ve kötü
yönetimi sonucu büyükbaş hayvan sayısı 2008 yılında
yüzde 2, 2009 yılında ise yüzde 1 azalmış, 2007
yılında damızlık hayvanların kesimi nedeniyle artan
kırmızı et üretimi ise 2008 yılında yüzde 16, 2009
yılında yüzde 14 oranında düşmüş ve ortaya çıkan
kırmızı et açığından dolayı et
fiyatları artmaya başlamıştır. Sonucunda Avrupa
Birliğine verilen sözler nedeniyle ithalat senaryosu
gerçekleşmiş ve et ithalatı için ortam oluşturulmuş ve
ithalata izin verilmiştir. Et ithalat izni, et fiyatlarını
düşürmek için geçici bir çözüm olabilir. Taşıma suyla
değirmen dönmez. Ancak bu yanlış politik tercihin bundan böyle
ülkemizi ithal ete mahkûm edeceği maalesef açıktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
KEMALETTİN
YILMAZ (Devamla) – AKP İktidarı ülkemiz insanını, ülkemiz
çiftçisini desteklemek yerine AB çiftçisini desteklemeyi yeğlemiştir.
Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Yılmaz.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grup önerisi aleyhinde söz isteyen Bedrettin Yıldırım,
Bursa Milletvekili.
Buyurun Sayın
Yıldırım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BEDRETTİN
YILDIRIM (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hayvancılık
konusuyla ilgili olarak 2000’li yıllara döndüğümüzde, oraya
baktığımızda, AK PARTİ döneminde tarım sektöründe
ve hayvancılıkta nelerin başarılı olduğunu,
nereye gelindiğini açıkça görmek mümkün.
Hükûmetimiz
döneminde, sektörün gelişmesi ve güçlenmesi için uygulanan kararlı
politikalar, sağlanan destekler, iç ve dış gıda taleplerini
karşılayabilecek nitelikte bir yapıyı kazandırmaya
yönelik çalışmalar neticesinde tarım, son on yıllık
dönemde büyük bir çıkış yapan ve ülke ekonomisini dinç tutan bir
sektör konumuna gelmiştir.
Tabiat
şartlarına, iklim ve çevre koşullarına bağlı
değişmeler ve dalgalanmalara rağmen pazarlama alanındaki
taşıdığı riskler ortadayken, hızlı nüfus
artışı, turizmdeki gelişmeler, bu sektörün bütün
bunları karşılamasında önemli bir payı olmuştur.
Kalıcı
ve etken politikalar ve sektördeki temel sorunlara yönelik başlatılan
önemli projelerle, küresel finans krizi süresince 2008 ve 2009
yıllarında büyüme göstermiş, sektör 2010 yılını
da yüzde 2,4 büyümeyle tamamlamıştır. 2011 yılının
ilk altı aylık döneminde yüzde 6,8 büyüme göstermiştir.
Sayın
milletvekilleri, yakalanan bu büyüme, ivme ile tarım sektörü, 2004-2011
yılları arasında sekiz yılın yedisinde büyüyerek son
elli yılın en istikrarlı dönemini yaşamaktadır.
Tarımsal gayrisafi
millî hasıla 2002 yılında 23 milyar dolar iken, 2010
yılına gelindiğinde yüzde 21 büyümeyle yüzde 161 artarak 62
milyar dolara yaklaşmıştır. Tarım sektörü, tüm bu
olumlu gelişmeler ile ülkemiz ekonomisinin yüz akı olurken, aynı
zamanda önemli uluslararası kuruluşların
açıkladığı raporlarda da her geçen yıl yükselen bir
değer olmuştur. Dünyanın en önemli uluslararası ekonomik
organizasyonlarından birisi olan İktisadi İşbirliği ve
Kalkınma Teşkilatı tarafından 1994 yılından sonra
ilk defa 2011 yılında, Türk tarımıyla ilgili “Tarımsal
Politika Reformlarının Değerlendirilmesi Türkiye Raporu”
yayınlanmıştır. Raporda Türkiye'nin son sekiz yılda
tarımsal ekonomik büyüklük açısından Fransa, İspanya ve
İtalya gibi tarıma ciddi destekler sağlayan ülkeleri geride
bırakarak Avrupa’da 1’inci sıraya, dünyada ise 4 sıra atlayarak
11’inci sıradan 7’nci sıraya yükseldiği belirtilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, tarımsal destekler, Hükûmetimiz döneminde özellikle
kalite, sağlık, verimlilik ve kırsal kalkınmayı esas
alacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Bu çerçevede 61 kalemde
destekleme yapılmakta olup, bunun 52’si Hükûmetimiz döneminde
başlatılmıştır. Hatırlayınız, daha
önceleri doğrudan gelir desteği varken bugün üretime destek ön
sıraya çıkmıştır. Desteklemelerin üretim sezonundan
önce açıklanması ve bu kapsamda üreticilerimizin üretim
planlaması yapması da AK PARTİ hükûmetleri döneminde
başlatılmıştır. Bunun yanında, 2009
yılından bugüne kadar 2011 yılında da destek ödemelerinin
büyük bir bölümü yılın ilk yarısında ödenmeye
başlanmıştır, 2011 yılının desteklerinin de
tümü ödenmiştir. Bu kapsamda 2011 yılı Ekim ayı sonu
itibarıyla 5 milyar 958 milyon TL, 2011 yılının destekleri,
çiftçilerimize ulaştırılmıştır. Yıl sonuna
kadar bu rakam 6 milyar 590 milyona ulaşacaktır.
2011
yılı sonu ödemeleri dikkate alındığında 2003
yılı ile 2011 yılı döneminde tarım sektörüne
Bakanlığımız cari transfer bütçesinden aktarılan nakit
tarımsal destek miktarı -fiyat desteği, faiz sübvansiyonu,
ihracat desteği gibi kaynaklar hariç olmak üzere- 43 milyar TL’yi
aşmış olacaktır. 2012 yılında ise tarımsal
destekleme bütçemiz geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 20
artmış olacaktır ve takriben 7,2 milyar TL’ye
çıkacaktır.
Sayın
milletvekillerimiz, et ithalatı konusunda da Türkiye’de esasen 2000’li
yıllara gelindiğinde başta terör olmak üzere ciddi şekilde
hayvancılığın zarar gördüğünü bilmekteyiz. Buna, et
kombinalarının ve Süt Endüstrisi Kurumunun da özelleştirilmesi
eklenince, özellikle hayvancılık ciddi bir yara
almıştır.
Hükûmetimiz
döneminde, ilk kez et kombinalarıyla ilgili bir çalışma
başlatılmış, elde kalan et kombinaları tekrar kamuya
kazandırılmış ve bugün hayvancılık sektörüne
hizmet vermeye başlamıştır. Bunların
sayıları her gün artmak durumundadır.
Sayın
milletvekillerimiz, ithalattaki vergi indiriminden sonra, Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından günlük olarak
fiyat takibi yapılmakta olup, buna göre 26 Nisan 2010’da ortalama 16,13 TL
olan dana karkas fiyatı, 22/11/2011’e geldiğinde yani geçtiğimiz
günlere geldiğinde 15,4 TL. Vergi indiriminden sonra daha da
aşağı ineceği muhakkaktır. Elbette, et konusunda
üreticimizle tüketicimizin dengesini de iyi korumak durumundayız.
Değerli
milletvekillerimiz, hayvancılığın geliştirilmesine
yönelik de AK PARTİ döneminde önemli destekler yapılmaktadır.
Özellikle, tarım sektöründe önemli bir yere sahip olan
hayvancılık sektörünün geliştirilmesi amacıyla
Hükûmetimizce verilen hayvancılık destekleri önemli oranda
artmıştır. Şimdi rakamları vereceğim.
Bu kapsamda,
hayvansal üretimin artırılması, hayvan hastalıklarıyla
mücadele ve hayvansal üretimin kayıt altına alınması
amacıyla anaç sığır ve manda, anaç koyun ve keçi, koruyucu
aşılama, büyükbaş ve küçükbaş, süt, suni tohumlamadan
doğan buzağı, çiğ süt regülasyonu, yem bitkileri, tiftik
keçisi gibi konularda üreticilerimiz desteklenmektedir.
Ayrıca, GAP
ve DAP projeleri de bu anlamda önemli bir destek vermektedir.
Et üretimini
artırmak için ilk defa 2011 yılında etçi ırklardan çevirme melezden
doğan buzağılara da buzağı başı 150 TL
destek verilecektir.
Hayvancılık
destekleri 2011 yılında 2002 yılına oranla rekor
artış göstermiştir, yüzde 18 artmıştır. Özellikle
2002 yılında sadece 83 milyon TL hayvancılığa destek
verilirken 2010 yılında bu 1 milyar 193 milyon TL’ye
çıkmıştır. 2011 yılında
hayvancılığa verilen destek ekim ayı itibarıyla 1
milyar 498 milyona ulaşmıştır. Bu da 2000’li yıllara
göre ne kadar bir desteğin verildiğinin açık bir göstergesidir.
Yine,
2000’li yıllara göre yem bitkilerine verilen destek 2010 yılında
232 milyonken 2011 yılında bu 257 milyona çıkmış,
Hükûmetimiz döneminde toplam yem bitkilerine verilen destek 2,4 milyara
ulaşmıştır.
Buzağı
desteği 2000’li yıllarda, 2010 yılında 42 milyon, 2011
yılında bu 46 milyona çıkmış.
Yine,
aşı desteği 8,8 milyonken bugün 8,9 milyona
çıkmış, toplamda 24 milyonluk bir buzağı desteği
ve aşı desteği verilmiştir.
Sayın
milletvekillerimiz, hayvancılık, Hükûmetimizce öncelikli sektör
olarak ele alınmış olup bu kapsamda hayvancılık
destekleri, sektörün gelişmesi ve verimliliğinin artmasına
yönelik olarak etkinleştirilmiştir.
Biraz önce
ifade ettiğim gibi, et balık kurumları etkin hâle
getirilmiş, bugün özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki et balık
kombinaları üreticilerimizin, hayvan yetiştiricilerimizin önemli
ölçüde ihtiyacını karşılama konusunda gayret
göstermektedir.
Hayvancılık
desteklemelerinin tarımsal destekler içerisindeki payı önemli
seviyede artmıştır. 2002 yılında tarımsal destek
bütçesi içerisinde hayvancılığa verilen pay 4,4 iken, 2011
yılında bu yüzde 26’ya çıkarılmıştır.
Aynı
şekilde, hayvancılıkta destek kalemi sayısı da 2002
yılında sadece 4 kalemde destek verilirken bugün 27 kaleme
çıkarılmıştır.
Hayvancılıkta
yine asıl önemli bir destek de sıfır faizli kredi
uygulaması, yine AK PARTİ
hükûmetleri döneminde başlamıştır. Ziraat Bankası ve
tarım kredi kooperatiflerinin öncülüğünde tarım kesimine…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Yıldırım, teşekkür ediyorum.
BEDRETTİN
YILDIRIM (Devamla) - …kullandırılan kredilerle faizler,
hayvancılık sektörü için yüzde 100 sübvanse edilerek ciddi
şekilde artırılmıştır.
Ben sözlerimi
bitirirken hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ensar Öğüt,
Ardahan Milletvekili.
Buyurun Sayın
Öğüt. (CHP sıralarından alkışlar)
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar;
Milliyetçi Hareket Partisi önergesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
BAŞKAN – Öneri
Sayın Öğüt.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Öneri üzerine. Önergesi değil öneri, düzeltiyorum.
Değerli
arkadaşlar, 3 Kasım 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara
geldi ve dokuz yıldır iktidardasınız. Maşallah,
kimsenin beceremediğini siz becerdiniz. İlk defa, cumhuriyet
tarihinde, kurbanlıklar dışarıdan ithal edildi ve bu ithal
edilen kurbanlıkları insanlara yedirdiniz. Siz de kestiniz mi
bilemiyorum ama içinizde hoca vardır veya ilahiyatçı
arkadaşlarınız da vardır, soracağım: Şimdi,
Anadolu ismiyle buruk hayvan veya
kısırlaştırılmış hayvan kurban olur mu,
olmaz mı? Onu bana bir söyleyin bakayım.
NUREDDİN
NEBATİ (İstanbul) – Sizde hoca var ya bir tane, ona sorun.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Olmaz değil mi? Bizim hocalarımız var, bunu da
araştırdık. Olmaz değil mi?
Evet, şimdi
değerli arkadaşlar… Bakın, sırayla konuşalım.
BAŞKAN –
Sayın Öğüt, lütfen, karşılıklı
konuşmayalım. Genel Kurula hitap edin.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – İlk defa cumhuriyet tarihinde
kısırlaştırılmış hayvan kurban kestirdiniz.
Kısırlaştırılmış hayvan kusurlu
hayvandır. Kusurlu hayvan kurbana caiz değildir. Bütün din
aydınları, fetva, herkes böyle veriyor ama ne yazık ki… Bunu,
maazallah, başka bir parti yaptırsaydı yemin ediyorum kıyameti
kopartacaktınız. İşte, Lüleburgaz’da hayvanlar orada. Hepsi
buruk, hepsi kısırlaştırılmış ve o
hayvanları satabilmek için, köprüden, Anadolu’dan gelen insanların
hayvanlarını ortalıkta götürüp sattırmamak için, o
hayvanlar satılsın diye orada kardeşim bir baraka koydunuz.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Kredi kartıyla da caiz değil, kredi
kartıyla da!
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Şimdi değerli arkadaşlar, Anadolu’nun çeşitli
illerinde, köylerinde, ahırlarda insanlar binbir güçlükle hayvan besliyor
ve bu hayvanlarını yılda bir defa kurbana getirip kesmek için
gayret gösteriyor ama Anadolu yakasından Avrupa yakasından geçirip
adam hayvanını kurban edemedi. Niye?
Kısırlaştırılmış, dışarıdan
gelen hayvanları kessinler diye bunu yaptırmadı bu Hükûmet.
Bakın,
şunu söyledim değerli arkadaşlar: Ben oraya gittim. Arabayla da
geçirdim ve buna müdahale ettiler. Diyorum ki: “Kardeşim, niye
göndermiyorsun Trakya’ya?” Diyor ki: “Trakya’ya göndermeyiz. Trakya’da şap
yok, Anadolu’da şap var.” Peki, Anadolu yakasında şap varsa
hastalıklı hayvanları niçin kurban ettiriyorsunuz? Anadolu’dan
gelmiş hayvan, veteriner kontrolünden geçmişse bunun belgesi var,
sağlık belgesi; pasaportu var, nüfus kaydı var.
Bırakın, gitsin. “Olmaz…” Yahu, nasıl olmaz? Peki, bu
vatandaşa niye zulüm ediyorsunuz?
Niye olmaz biliyor
musunuz arkadaşlar? Ürdünlü –bakın, bunu not alın- Hicazi
firması var. Ürdünlü Hicazi firması şu anda Et ve Balık
Kurumunun et ve karkas et ve hayvanlarının ithalatını yapan
tek firmadır. Et ve Balık Kurumunun yüzde 90’ını bu firma
yapmış. Bu firma Ürdünlü firma. Ben gözlemci olarak gittim.
Nasıl yapıyorlar biliyor musunuz? Diyelim ki 8 tane firma
katıldı. “Efendim, o yok, bu yok.” Çekiliyorlar, 3 tane
kalıyorlar. 3 tanesi de “Efendim, bir müsaade verelim.” diyorlar,
dışarıda anlaşıyor, geliyorlar, tek firma! Bütün
ihaleleri Ürdünlü Hicazi firması aldı.
Şimdi,
bakın, daha önemlisini söylüyorum arkadaşlar…
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – O zaman caiz!
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Başkası alamaz zaten!
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Zaten başkası alamaz dediğin gibi de. Bunlar
aldılar.
Şimdi, Ürdünlü
Hicazi firması getirdiği hayvanları kaç paraya getirdi, Türk
köylüsü kaç paraya satıyor? Bakın, bu çok önemli, bunu not alın.
Ürdünlü Hicazi firmasına ihale yaptılar, kurbanlık
hayvanları 18.250 liraya Türkiye’ye karkası satıyorlar, 18.250
liraya. Peki, tamam, kurbanda bu kadar hayvan kaldı bizim kendi
köylümüzün. Bu hayvanları da normalde bu fiyattan almaları lazım
değil mi Et Balık Kurumunun?Adalet bu değil mi, kalkınma bu
değil mi, hak bu değil mi, yetim hakkı yememek bu değil mi
kardeşim? Ama almadılar. Kaç paraya aldılar? 14 lira!
İnternetinde var Et Balık Kurumunun.
Değerli
arkadaşlar, bizim kendi köylümüze yazık değil mi? Yani siz
Ürdün’lü Hicazi firmasını zengin etmek için 18.250’den
alıyorsunuz, kendi köylümüze gelince 14 lira. Yazıktır, günahtır,
haramdır. Bu tamamen kul hakkı yemektir. (CHP sıralarından
alkışlar) Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Böyle bir
zulüm olabilir mi!
Değerli
arkadaşlar, yani biz parlamenteriz, milletvekiliyiz. Bunları biz dile
getirmeyeceğiz de kim dile getirecek?
Siz kusurlu
hayvanı getiriyorsunuz,
kısırlaştırılmış hayvanı kurban yapmak,
o hayvanı Ürdünlü Hicazi firmasının malını satmak için
kendi vatandaşının malını almamak için formül
üretiyorsunuz ve ben bunu yakaladım. Eğer bu hayvanlarda
hastalık varsa… Buradan söylüyorum şimdi. Bunu da belgeli
söyleyeceğim. Adapazarı’nda, Sakarya’da, -milletvekilimiz
buradaydı biraz önce- Sakarya Pamukova’da bir firma –firmanın ismini
söylemeyeceğim- hayvan aldı Sayın Başkanım, ithal
hayvan aldı. Hayvanların hepsi mavi dil hastalığı
çıktı, mavi dil hastalığı. Bunu kim tespit etti? Yine
bizim İstanbul Pendik’teki veteriner kliniğimiz tespit etti
arkadaşlar. Bu hayvanlarda mavi dil hastalığı var. Bu hayvanlar
üzerine ben gittim. “Bu hayvanların eğer bulaşıcı
hastalığı varsa -sinekten geçiyor- diğer hayvanlara geçerse
Türkiye’de hayvan hastalığı başlayacak, lütfen, derhâl
bunların itlaf edilmesi lazım.” dedim ama “tamam” dediler, bilmem ne
dediler. Firmanın sahibi, Pamukova’daki firmanın sahibi dava
açtı bunlara, protesto çekti noterden, “Benim zararımı ödeyin.”
dedi Tarım Bakanlığına. Tarım Bakanı dedi ki:
“Aman sen sesini çıkartma, al sana paranı kardeşim bize
hayvanları ver, biz itlaf edeceğiz.” Yani hayvanlar imha edilecekti.
Ne oldu biliyor
musunuz? O hayvanlar itlaf edilmedi, hastalıklı hayvanlar, duyumuma
göre, Gaziantep’e götürülüp orada kestirildi kardeşim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Duyum mu, gerçek mi?
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Evet, ben Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden konuşuyorum.
Bunlar da doğrudur ve ispatlıdır. Kimse inkâr edemez, edemediler
de.
Değerli
arkadaşlar, hastalıklıysa bize mavi dil hastalıklı
hayvanı niye yedirdiniz? Bizim kendi öz Türk köylüsünün malını
niye sattırmıyorsunuz? Müslümanlığı kimse
bırakmıyorsunuz, gâvurun malını daha pahalıya
alıyorsunuz, Müslüman’ın malını daha ucuza
alıyorsunuz. Böyle bir zulüm olabilir mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Ensar Bey, bu işlere de mi
başladın, fetva işlerine?
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın -sürem bitiyor- ben bir
milletvekili olarak bundan utanç duyuyorum. Mavi dil hastalıklı olan
hayvanları itlaf edilmişse, buradan sesleniyorum Tarım
Bakanına, nerede itlaf edilmiş, nerede gömülmüşse bize kemikleri
göstersinler kardeşim. Kemiklerini göstersinler. Gösteremiyorlarsa bu
Tarım Bakanı derhâl istifa etsin, derhâl. Ayıptır,
yazıktır! Türk köylüsüne beş kuruş para vermiyorsun, öteki
adama gelince her türlü şey serbest diyorsun. Bu ne hikmeti âlemdir ki bu
Ürdünlü Hicazi firmasında ne var arkadaşlar? Hele bunu bir
araştırsanıza.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – O da ihaleyle almıştır.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – İhaleyle! Bütün ihalelerin yüzde 90’ını bu adam
nasıl alıyor arkadaş?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – İhalesiz olmaz.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Değerli Başkanım, yapmayın! Peki, aldı, o
da olabilir, diyelim ki o da doğru. 18,5 liraya ondan alıyorsun da
bizim kendi köylümüzden niye almıyorsun? Onu bir sorun.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Onu demiyorum, ben ihaleyi diyorum, ihaleyi.
ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Tamam, ihale öyle de ben de diyorum ki Türk köylüsünün elinde mal
kaldı, zarar etti, millet perişan oldu, araba parası yok, kamyon
parası yok, geri gidecek parası yok, satamamış,
perişan durumda, Et Balık Kurumuna verecek, Et Balık Kurumu
diyor ki: “14 liradan alırım.” Hem de nasıl? “12, 13, 14 lira”
diyor. Birinci, ikinci, üçüncü kalite. Yani 14 lira da değil, senin
hayvanın biraz zayıfsa diyor ki ikinci kalitedir, hemen 13’e istiyor.
Bu nedenle, değerli arkadaşlar, hayvancılığı öyle
bir duruma getirdiniz ki perişan ettiniz. Bakın, kaçak hayvan nereden
geldi, biliyor musunuz? Geçen dönem -resimler vardı, keşke o
resimleri getirseydim- Hindistan’dan ve Afganistan’dan kaçak hayvan geldi,
hörgüçlü, deve hörgücü var ya. Hindistan’ın ineklerini biliyorsunuz.
Nereye geldi? Kars’a gelmiş, bizim memleketimize ya. Hayvancılık
bölgesi Kars’a gelmiş.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, biraz önce Bursa Milletvekili dedi ki, ya biz
şunu yaptık, bunu yaptık. Bursa Milletvekili Tarım Kredi
Genel Müdürüyken kendi döneminde Bursa’da Büyükorhan ve Harmancık
ilçelerinin Tarım Kredi Kooperatifini kapattı. Hiç konuşmaya
hakkın yok kardeşim! Bak, Büyükorhan ve Harmancık. Yalan
mı? Şimdi, bunu sen kapatıyorsun, geliyorsun, burada diyorsun
ki: Hayvancılık böyle, tarım böyle.
Değerli
arkadaşlar, her neyse, ne olursa olsun bizim köylümüze lütfen kredide
kolaylık tanıyın, teşvikte kolaylık tanıyın
ve bizim köylümüz kalkınsın, Türkiye kalkınsın. Niye biz
dışarı veriyoruz? Şu anda dışarıdan et
aldığınız ülkelerin yüzde 30, yüzde 40
kırmızı et açığı var. O kırmızı et
açığını da domuzla kapatıyorlar. Şimdi, bu
hayvanlara domuz artıklarını yedirip yedirmediğini ben
nereden bileyim? “Müslüman mahallesinde salyangoz satmayın.” diyorum ve
Türk köylüsüne sahip çıkın.
Hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt.
Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mehmet Erdoğan, Adıyaman
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Erdoğan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
ERDOĞAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; MHP’nin verdiği araştırma önergesinin aleyhinde
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, hayvancılık ülke ekonomisini geliştiren, birim
yatırıma en yüksek katma değeri oluşturan ve en düşük
maliyetle istihdam imkânı sağlayan bir sektördür. Gerek dünyada
gerekse ülkemizde nüfusun ve refahın artması, hayvansal ürünlere olan
talebi de artırmaktadır. Dolayısıyla Tarım
Bakanlığımız da bu noktada tedbirler almış,
hayvancılığa gereken önem nasıl verilirmiş bunu
göstermeye başlamış. Hayvancılıkta yapılan
çalışmalarımız ne noktaya gelmiş onları da
sizlerle paylaşmak isterim.
Değerli
milletvekilleri, hayvancılık üvey evlat olmaktan ilk defa AK
PARTİ döneminde çıkarılmıştır. Hak ettiği seviyeye bu sektör AK PARTİ
İktidarıyla gelmiştir. Ne yapılmış? Tabii, bizler
fırsat buldukça AK PARTİ İktidarında yapılan
çalışmalardan, bunlardan bahsetmek istiyoruz ama bir hakkı da
teslim edelim, sizin yaptığınız dönemde verilen
desteklemelerden de bahsetmek isteriz.
2002, AK
PARTİ İktidarından önce hayvancılığa
verdiğiniz destek 83 milyon TL sadece.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Sonucu konuş.
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) – 1,5 milyar TL 2011 yılında
hayvancılık sektörüne yapılan destek. Tarımsal desteklemelerde
hayvancılığın payı 2002 yılında yüzde 4’ten,
İktidarımız döneminde artan bir seviyeyle, yüzde 27’ye
çıkartılmıştır.
Şimdi,
MHP’nin verdiği bir grup önerisi var. Birazdan söyleyeceğim, ona
nasıl bir gerekçe yazmışlar, nerelerde kalmışlar,
çağın ne kadar gerisinde kalmışlar, oturup düşünmeleri
lazımdı diyeceğim ama biraz meraklansınlar.
Hayvancılıkta yapılan çalışmalardan biraz daha
bahsedeyim.
Öyle 50
baş, 10 baş değil, damızlık birlikleri veya tarım
müdürlüklerinde kaydı olan besicilerimize 5 hayvanı olmak üzere
hayvan başına 225 lira, soy kütüğü olursa 50 lira,
buzağı doğduğunda 25 lira, sütün litresine büyükbaşta
80 kuruş, küçükbaşta tam 2,5 katına varan bir artış,
150 kuruş; yem bitkisi ekerse dekara 80 lira, aşı
yaptırırsa 25 lira destekleme veriyoruz. İlk defa 2011
yılında etçi ırklarda çevirme melezi buzağılara 150 TL
destek verilmekte.
Tarımsal
kalkınma kooperatiflerine tam destek veriliyor. 1999-2002 arası 287
kooperatif sadece 87 milyon TL ile desteklenir iken, AK PARTİ
İktidarında tam 1.800 kooperatif 1,5 milyar TL’lik bir destekleme
almıştır. Kooperatif ortaklarına 179 bin baş
damızlık düve, 338 bin baş damızlık koyun ve keçi
dağıtılmıştır. 2010 yılında
başlatılan faizsiz hayvancılık kredileri 5,7 milyar TL’ye
ulaştırılmıştır. Talep eden üretici
sayısı 105 bindir. Bunun 85 bini, sadece 50 başın
altındaki işletme kapasitesine sahip olan çiftlik sahiplerine
yapılan ödemedir. 2002 yılında 50 başın üzerinde
çiftlik sayımız 4 bin iken AK PARTİ İktidarında
yapılan bu desteklemelerle 24 bine çıkartılmıştır.
GAP kapsamında ve DAP kapsamındaki illerde damızlık süt
işletmesi ya da kombine ve etçi ırklarla damızlık
işletmeleri kuranlara inşaata yüzde 30, makine ekipmana ve düve
alımına yüzde 40 destek vermişiz.
Ülkemiz
hayvancılığının kaliteli kaba yeme ihtiyacı var.
Meraları ıslah etmişiz. 6.800 hektarlık mera
ıslahı yapılırken AK PARTİ İktidarından
önce, bizim dönemimizde 400 bin hektar alanda mera ıslahı
yapmışız. Yem bitkileri üretim alanını 1,2 milyon
hektardan 2,2 milyon hektara çıkarmışız. Kaba yem
üretimimiz 25 milyon tondan 37 milyon tona çıkartılmış,
ihtiyacımızın yüzde 75’ini karşılar seviyeye
gelmişiz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; eğer biz bu
çalışmaları yapmış olmasaydık, bu
başarıları milletimizin hanesine kazandırmamış
olsaydık bugün bunları konuşabilir miydik? Eğer biz
muhalefetin bu vizyonsuzluğuna takılıp kalsaydık
tarımsal gayrisafi yurt içi hasılamız 23,7 milyar dolardan 62,4
milyar dolara çıkar mıydı? Eğer biz muhalefetin
çapsızlığına takılıp kalsaydık ülkemizi
tarımsal üretim değeri açısından dünyada 11’inci
sıradan 7’nci sıraya yükseltebilir miydik?
SİNAN
AYDIN AYGÜN (Ankara) – Doğru konuş, doğru! “Vizyonsuz,
çapsız” ne demek?
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) – Eğer biz muhalefetin
çıkardığı krizlere, kavgalara aldırış etseydik
dünyanın takdir ettiği ekonomik başarılara imza
atamazdık.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Bugünkü rapordan haberin var mı, bugünkü rapordan?
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) – Tarım ürünleri ihracatımızı 4
milyar dolardan 12 milyar dolara çıkartabilir miydik? Eğer biz
muhalefetin bu üslubuna karşılık verseydik 74 milyonu kucaklayan
bir siyaset tarzını tabii ki ortaya koyamazdık ama AK PARTİ
milletimizin gönül dünyasını okuyor, milletimizin nabzını
dinliyor ve adımlarını ona göre atıyor.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Telefonlarını da dinliyor,
telefonlarını da!
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) – Hangi dille konuşursanız konuşun biz
Yunus’un diliyle, Mevlânâ’nın diliyle, Hacı Bektaş Veli’nin
gönül zenginliğiyle, halkın, milletin diliyle konuşmaya devam
edeceğiz.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Angus diliyle, angus dili! Yeni bir dil var artık,
angus dili!
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, işte bu
yaptığımız çalışmalarla Türkiye'nin itibarı
arttı, Türkiye'nin refahı,
mutluluğu, umudu, heyecanı arttı. Türkiye’nin Avrupa’daki,
dünyadaki konumunu güçlendirdik. Mutluluğun resmini
yapamayacağımız gibi, harita üzerinde de gösteremeyiz ama biz,
bu ülkenin gönül haritası üzerinde kardeşliğin resmini çizmenin,
dayanışmanın, paylaşmanın resmini çizmenin
mücadelesini veriyoruz.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Korumalarla dolaşıyorsunuz.
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) - Türkiye için, millet için hizmet üretmeye, eser
üretmeye gayret ediyoruz.
Değerli MHP
yetkilileri, şimdi soracağım, şu gerekçe elimde, bakın
gerekçede, yeni dönemde milletvekili olan arkadaşlar imzalarını
atmışlar araştırma önergesine, çeviriyorum gerekçeyi
okuyorum, ne kadar gerilerde kalmışsınız, herhâlde
şaşırmışsınız, geçen dönemde verilen
önergeleri koyup gündeme getirmişsiniz. İnşallah, bu bir
dalgınlık alameti olsa gerekir diye düşünüyorum, bu yeni dönemde
daha fazla dikkat edileceği ümidi içerisindeyim.
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) – Sorun devam ediyor.
MEHMET
ERDOĞAN (Devamla) - Bunları tekrar
araştırırsanız, daha doğru, daha güzel imza
atılmış olur.
MHP’nin
araştırma önerisi aleyhinde olduğumu ifade ediyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan…
BAŞKAN –
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Konuşmacı,
konuşmasında “muhalefetin çapsızlığı” diyerek
partiler arasında da herhangi bir ayrım yapmayarak Cumhuriyet Halk
Partisini kastetmek suretiyle sataşmada bulunmuştur, 69’uncu maddeye
göre söz istiyorum efendim.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Sayın Metiner’in görev sahasına girmiştir, çap
konusuna girmiştir!
BAŞKAN -
Sayın Şandır, sizin talebiniz yine aynı şekilde…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Evet, aynı konuda efendim, bizim ismimizi de kastetti.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, Sayın Öğüt’ün
konuşmasıyla…
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Sayın Metiner’in iştigal sahasına girdi!
Çapı
kaptırdın,haberin olsun Sayın Metiner!
MEHMET METİNER
(Adıyaman) – Metiner kadar taş düşsün… Senin Metiner korkun…
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Bir çap vardı elinde, o da gitti!
BAŞKAN -
Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
İki dakika
süre veriyorum Sayın Hamzaçebi.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Adıyaman Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın,
partisine sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Konuşmacı, bütçe rakamlarından
habersiz! Sayın Konuşmacıya benim tavsiyem, gitsin Hükûmetin
2012 Bütçe Tasarısı’nı incelesin, önceki yılların
bütçe kanunlarını, bütçe uygulamalarını incelesin, bir de o
beğenmedikleri 2002 yılının bütçesini incelesin.
Hayvancılığı değerlendirebilmek için bu rakamlara
ihtiyaç var. 2002 yılı bütçesinin, o beğenilmeyen 2002
yılının, o kötü yılın… Öyle takdim ediliyor. Evet,
kriz sonrası bir yıldır, Türkiye'nin iyi yıllarının
örneği değildir ama o beğenilmeyen yılda tarım
sektörüne bütçeden yapılan desteklerin millî gelire oranı binde
53’tür. Siz dört yıldır bu oranın altındasınız.
Siz 2007 yılından itibaren 2002 yılının gerisinde
tarıma destek veriyorsunuz.
FATİH
ŞAHİN (Ankara) – Gelirimiz arttı da ondan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Siz tarım sektörüne, çiftçiye destek vermek
yerine, iki kamu bankasından Başbakanın hatırlı
kişilerine destek veriyorsunuz. Önce oralara gelin, o destekleri
değerlendirin; ondan sonra gelin, burada laf edin.
Hayvancılıkta
tablo farklı değildir, tarım sektöründe farklı
değildir, ekonomide farklı değildir, işsizlikte farklı
değildir. Ekonominin tasarruf oranına bakın. Tasarruf etmeyen
ekonomi yatırım yapamaz. Tarihin en düşük seviyesindedir tasarruf
oranı Türkiye’de şu anda. Bunları yükseltemeyen bir ekonomi
yatırım yapamaz, yatırım yapamayan ekonomide işsizlik
azalmaz. İşsizlikte daha sizden önceki dönemleri yakalayabilmiş
değilsiniz. Önce bunları öğrenin, ondan sonra bu kürsüye
çıkıp konuşun. Tavsiyem budur.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, Sayın Hamzaçebi,
Başbakanımızın da ismini zikrederek…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım…
BAŞKAN –
Sayın Canikli, önce Sayın Şandır’a iki dakika söz
vereceğim İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince sataşmadan
dolayı, sonra size soracağım.
Buyurun Sayın
Şandır.
2.- Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır’ın, Adıyaman Milletvekili Mehmet
Erdoğan’ın, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim.
Çok talihsiz bir
konuşma oldu. Ne ismine ne iline ne tecrübesine yakışmaz bir
konuşma. Sayın Erdoğan, siz muhalefetin ne çapını ne
vizyonunu ölçmek durumunda değilsiniz, böyle bir hak yok. Meseleniz kavga
etmekse… Bir de çatışmacı üslupla suçladınız
muhalefeti, e siz çatışma istiyorsunuz.
Aziz dostum,
ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Bir sonuç olarak,
Türkiye’yi on yıldır yönetiyorsunuz. Bugün
hayvancılığa iyi diyebilmek mümkün mü? İyi olsaydı
dışarıdan canlı hayvan ithal etmek gibi bir mecburiyete
düşer miydi bu ülke? Canlı hayvandan vazgeçtik, karkas et ithal eder
hâle geldiniz. Yani utanmak gerekir diyeceğim ama üzerinize almayın
lütfen. Gerçekten, çiftçimiz çok zor durumda. Yani her dört çiftçiden biri
tarımdan çıkmış, karnını doyurabilse,
doğduğu toprakta çocuklarının karnını doyurabilse
çiftçilikten vazgeçebilir mi? Hepiniz Anadolu’dan geliyorsunuz. Birçoğunuz
tarımın içinden geliyorsunuz. Hangi alanda çiftçimiz dünden daha iyi
diyebiliyorsunuz? Mersin milletvekilleri, limonu kaça satıyor bugün
çiftçimiz?
Yani şimdi bir başka şey
daha söyleyeceğim: İktidar, özellikle siyaset konuşmalı ama
iktidar konuşmamalı, iktidar yapmalı. Yaptığıyla
övünen bir siyaseti alkışlamak mümkün mü? Yapamadığını
konuşmak, toplumdan helallik dilemek mecburiyetinde değil mi? Ben
tabii bir şey söylemiyorum, Sayın Hamzaçebi söyledi: Bir ekonominin
iyiliğini belirleyen temel faktörlerden biri tasarruf
miktarıdır. Açın, kayıtlarınıza bakın, bugün
ülke 2002’nin yarısı oranında tasarruf etmektedir. Bu demektir
ki ne kadar iyi olursanız olunuz, bir kenara para koyamıyorsunuz.
İyi durumda değilsiniz, iyiyiz diye övünmeniz hak değil,
doğru değil, yakışık değil.
Teşekkür ederim. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Şandır.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan…
MUSTAFA ÖZTÜRK (Bursa) – IMF
borçları azaldı…
BAŞKAN – Lütfen sayın
milletvekilleri…
MUSTAFA ÖZTÜRK (Bursa) – Merkez
Bankası…
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri…
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Hamzaçebi
konuşmasında ithamda bulundu.
BAŞKAN – Efendim?
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Hamzaçebi biraz önceki konuşmasında Sayın
Başbakanımızın da ismini zikrederek banka ve kredi, usulsüz
alındığı şeklinde bir ithamda bulundu. Sataşmadan
söz istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
İki dakika süre veriyorum, Yine
69’uncu maddesine gereğince. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’nin, Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Hamzaçebi’nin
bahsettiği olayla ilgili geçen dönem bir gensoru önergesi verildi ve bu konuşuldu. Yani muhtemelen
kastedilen o.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Siz hangisini kastediyorsunuz? Ben öyle bir şey
söylemedim ki!
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) – Vakıflar Bankası ve Halk Bankasından geçen
yıllarda bir medya grubunun kullandığı kredilerle ilgili.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) – Ne malum konuşulduğu?
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) – Gensorunun aleyhinde grup adına ben yapmıştım
konuşmayı. Bakın, o zaman da belgeleriyle, rakamlarıyla
-Meclis kayıtlarından rahatlıkla bulunabilir- çok net bir
şekilde ortaya koymuştuk. Faiz oranı benzerlerinden yüksek,
alınan teminat benzer proje kredilerinden kat kat daha fazla.
İnanılmaz bir şekilde her açıdan, esasında krediyi
alanın tamamen aleyhine bir şekilde işlemiş. Yani tabi,
tartışma açmak istemiyorum ama bu konuşulmuş o zaman,
belgeleriyle ortaya konulmuş, en ufak bir sıkıntı, en ufak
bir bankacılık kuralları dışında uygulamanın
olmadığı bütün belgeleriyle ortaya konulmuş. Dolayısıyla,
onun dışında var ise bir bildiğiniz açık olarak gelin,
konuşalım, gelin, söyleyin konuşalım.
Değerli
arkadaşlar, bakın, ölçü nasıl olmalı tarımda? Yani
işte herkes bir şeyler söylüyor “Şöyle öldü, şöyle bitti.”
Bakın, biraz önce rakamlar da verildi 2002’de, bizden önce olduğu
için söylüyorum…
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Ya, geç 2002’yi kardeşim, bugüne bak, bugüne.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …tarım sektöründe yaratılan millî gelir
23 milyar dolar, şimdi 60 milyar dolar.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Niye ithalat yapıyorsunuz, niye?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Allah aşkına, bu nasıl küçülme, bu
nasıl yok olma? Ayrıca, tarımdan geçinen insanların da
sayısında azalma olmasına rağmen, bakın,
çalışanların sayısı yüzde 36’dan yüzde 24’e
düştü, buna rağmen, millî geliri ikiye katlanmış döviz
bazında, reel olarak. Allah aşkına, bundan daha bir ölçü var
mı?
Değerli
arkadaşlarım, biraz önce Sayın Öğüt çok
yanıltıcı ve yanlış bilgi verdi. Bakın, 60
kişi o et ihalelerine çağrıldı -kendisi de ihaleler
yapılırken oradaydı- 8 firma girdi ve ne kadar rakam biliyor
musunuz, ihale rakamı, onun söylediği gibi değil, 12,4; karkas
etin Türkiye’ye, Et Balık Kurumuna maliyeti 12,4 lira. Sayın Ensar
Öğüt’ün söylediği kurbanlık koyun, kurbanlık hayvan…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …onun da ihale rakamı yine aynı
şekilde –kendisi oradaydı- 5 dolar…
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Hep aynı adamlar ihaleleri alıyor, bunları söyleyin.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …en düşük fiyatlar ve bunun bir başka
fiyatı da 14,4 lira.
BAŞKAN –
Sayın Canikli, lütfen…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bütün bunların
hepsi gerçek dışıdır. Hiçbir şekilde çiftçilerimize,
hayvancılıktan geçinen vatandaşlarımıza en ufak
aykırı, olumsuz uygulama söz konusu değildir…
MEHMET VOLKAN
CANALİOĞLU (Trabzon) – Sayın Canikli, fındıkta fon
paraları ne oldu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …buna rağmen, bu rakamların
düzeltilmesi gerekiyor.
Teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Sayın Canikli, teşekkür ediyorum.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – İğdiş edilmiş hayvanları niye
sattınız?
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
III.- YOKLAMA
(CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Yoklama istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Yoklama istiyorsunuz, yerine getireceğim.
Önce 20
kişiyi tespit edelim.
Sayın
Hamzaçebi, Sayın Tarhan, Sayın Tezcan, Sayın Altay, Sayın
Canalioğlu, Sayın Tayan, Sayın Öğüt, Sayın Gök,
Sayın Toptaş, Sayın Aygün, Sayın Tanal, Sayın Özcan, Sayın
Yüceer, Sayın Eyidoğan, Sayın Aksünger, Sayın Baydar,
Sayın Bilgehan, Sayın Özbolat, Sayın Çetin, Sayın Özgündüz.
Üç dakika süre
veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- Hayvansal üretimimizdeki düşüşün
asıl sebeplerinin ve uygulamaların toplumun bütününün
çıkarına olup olmadığının ortaya konması
amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin,
23/11/2011 Çarşamba günü Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
aynı birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi
(Devam)
BAŞKAN –
Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.
Şimdi
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun…
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkanım, özür dilerim, ben demin
konuşurken… Sayın Başkan farklı konuştu, sözlerim
çarpıtıldı, onunla ilgili bir dakikalık açıklama
yapmak istiyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Çarpıtmadım, aynen rakamları
kullandım.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Bir dakika…
BAŞKAN –
Eleştiri sınırları içerisinde Sayın Öğüt. Zaten
konuyu oyladık, konu kapanmıştır.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Hayır, hayır… “Kurbanlıkları -Et Balık
Kurumunun İnternet sitesinde- 5 dolar 7 sente almış.” diyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Ben de onu söyledim zaten.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Bunu da çarptığın zaman 1.800’le 9 bin küsur
yapıyor, onu da çarptığın zaman 18.252 yapıyor.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Öğüt, sözleriniz tutanaklara geçti.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – 18.252 lira yapar, 12 bin lira değil.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – 14,4.
ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) –12 bin lira daha önce alınan şeydir.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Hayır, kurbanlık 14,4.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim.
Sayın Nebati
ve Sayın Önder, söz talebiniz var.
İç Tüzük’ün
19’uncu maddesine göre verilen önerileri, getirilen önerileri, İç Tüzük’ün
63’üncü maddesine göre usul hakkındaki konuşma çerçevesi içerisinde
değerlendiriyoruz. Söz hakkınız söz konusu değil efendim.
Onun için, eğer herhangi bir sataşma veya başka bir konu
olduğunda değerlendiririz.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Başkanım, sadece küçük bir açıklama
yapacaktım.
BAŞKAN -
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkanım, sadece küçük bir
şey, bütün Genel Kurulun dikkatine sunacağım küçük bir şey.
BAŞKAN –
Efendim?
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Önemli bir şey, basit bir açıklama sadece.
Önergeyle ilgili değil, üslupla ilgili buradan bir dakikalık bir
şey söyleyeceğim.
BAŞKAN –
Anladım Sayın Önder de bir usulü olması lazım, yani İç
Tüzük’te bir yeri olması lazım ki size söz verebilelim veya
Sayın Nebati’ye söz verebilelim.
NUREDDİN
NEBATİ (İstanbul) – Sayın Başkanım, Grubumuza yönelik
bir soru sormuştu, onun için ben…
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Efendim, madem 2 tane var, verebilirsiniz. Ne olacak
ki, bir dakika yani?
BAŞKAN –
Lütfen Sayın Önder… Teşekkür ediyorum.
3.- İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu ve
arkadaşları tarafından kadına yönelik şiddetin
nedenlerinin araştırılması hakkında verilmiş olan
Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak
üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 23/11/2011
Çarşamba günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
Sayı: 95 23.11.2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun, 23.11.2011 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında oy
birliği sağlanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
M. Akif Hamzaçebi
İstanbul
Milletvekili
Grup
Başkanvekili
Öneri:
İzmir
Milletvekili Mustafa MOROĞLU ve arkadaşları tarafından, 27
Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına "Kadına yönelik şiddetin
nedenlerinin araştırılması" hakkında
verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, (95 sıra nolu)
Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 23.11.2011 Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi lehinde
söz isteyen Ayşe Gülsün Bilgehan, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın
Bilgehan. (CHP sıralarından alkışlar)
AYŞE GÜLSÜN
BİLGEHAN (Ankara) – Sayın Başkan teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisi
adına söz almış bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, eminim kürsüye çıktığım şu
anda Türkiye’nin pek çok yerinde birçok kadın şiddete uğruyor.
Bunlardan 5 tanesi büyük ihtimalle öldürülecektir ve biz de haberlerini
yarın gazetelerden okuyacağız. Dünyanın her yerinde
kadına yönelik şiddet, en yaygın, en sıradan insan
hakları ihlali olarak görülüyor. Bu yüzden 25 Kasım Birleşmiş
Milletler tarafından Kadına Karşı Şiddetle Mücadele
Günü olarak belirlenmiş. O gün,
sadece kadınlara değil hepimize, kadınların şiddet
nedeniyle ölmemesi, şiddete uğramadan yaşayabilmesi için ciddi
bir mücadele vermemiz gerektiğini, şiddetten uzak bir dünya
yaratmanın görevimiz olduğunu hatırlatıyor.
Sayın milletvekilleri,
Adalet Bakanının yaptığı açıklamaya göre
Türkiye’de son yıllarda kadına karşı şiddet -hepinizin
bildiği gibi- yüzde 1.400 arttı. Bu, sadece sorunun görünür
olmasından kaynaklanmıyor çünkü bu veriler adalete yansıyan
olaylara dayanıyor. Traktörlü trafik kazalarında ölen gencecik
kadınların, intihara mahkûm edilerek hayatına son veren
kızların gerçekte cinayet kurbanı olup
olmadıklarını çoğu kez bilmiyoruz.
Türkiye’nin
milletvekilleri olarak kadın cinayetlerine her gün bir anlamda
tanıklık ediyoruz. Bu cinayetleri daha ne kadar seyredeceğiz? Bu
cinayetleri durdurmak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Başka ülkeler,
yıllardır gündemde olan bu sorunu çözmek için etkileyici önlemler
aldılar ve başarılı oluyorlar.
Dünyada her 5
kadından biri hayatı boyunca bir kere fiziki şiddete maruz
kalırken, bu sayı ne yazık ki ülkemizde 3 kadından biri.
Demek ki biz bu konuda başarılı olamadık. Zaten Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin bu konuda mahkûm ettiği tek ülkeyiz,
hatta şöyle çelişkili bir gerçekle de karşı
karşıyayız. Kadın haklarından konuştukça,
eşitliği gündeme getirdikçe, hatta her yasal iyileştirmeden
sonra, adeta bunların acısı kadınlardan
çıkarılıyor.
Profesör Doktor
Yılmaz Esmer’in araştırmasına göre “Bazı kadınlar
kocalarından dayak yemeyi hak ediyor.“ diyenlerin oranı 1996’da yüzde
19 iken, 2011’de bu oran yüzde 30 olmuştur.
Aynı
araştırma çerçevesinde, bir erkeğin birden fazla eşi
olmasının kabul edilebilirliğine dair oranlar 1996’da yüzde 10,
2011 yılında yüzde 23. Üstelik bu rakamın yüzde 19’unu da
kadınlar oluşturmaktadır. Yani burada çok açık bir
şekilde şunu görüyoruz: Yasalarda ilerlemeler oluyor, bunu kabul
ediyoruz, ama zihniyette çok ciddi bir geriye gidiş var. Zaten Dünya
Ekonomik Forumu eşitsizlik listesinde 135 ülke arasında 122’nciyiz.
Evet, dünyanın 16’ncı büyük ekonomisiyiz, ama gelişmişlik
endeksinde de 92’nci sıradayız.
Erken ve zorla
evliliklerin oranı yüzde 24. Her 4 kadından biri erken ya da zorla
evlendirilmiş. Bu oran birçok bölgede yüzde 45, yani neredeyse
evliliklerin yarısı. İnsan istemediği bir eşle,
karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir aile
düzeni kurabilir mi? Tabii ki kurulamıyor ve sonuçları da
gördüğümüz gibi çok vahim oluyor.
Sonuçları
2009’da açıklanan Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet
Araştırması’nda, kadınların yüzde 7’sinin aile içinde
cinsel taciz ve tecavüze maruz kalmış oldukları
anlaşılmıştır. Gerçek, çok daha derin bir yaranın
varlığına işaret etmektedir.
Bu şartlardaki
hanelerde, sokaklarda biz kimin güvenliğinden söz ediyoruz? Hangi
suçluların suçlarının cezasını çektiğinden söz
ediyoruz? Toplumun yarısını oluşturan kadınların
yüzde 40’ının korkuyla yaşadığı bir toplum ileri
demokrasi örneği olabilir mi?
2004-2005
yıllarında bu çatının altında bir araştırma
yapıldı. Töre ve Namus Cinayetleri, Kadına ve Çocuğa
Karşı Şiddet Meclis Araştırması Raporu
hazırlandı. Bu araştırmanın
ulaştığı sonuçlar bir Başbakanlık Genelgesiyle
uygulamaya kondu. İzleme görevi de bir kamu kuruluşuna,
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne verildi. İzleme
Raporları sonuçları ne yazık ki, yetersizliğini gösteriyor.
Ben, daha önce de bu kurulda birçok kereler, ayrıca dün de zaten gündeme
geldi, bu konunun bu Mecliste görüşüldüğünü biliyorum. Hatta, bir 8
Martta yine bir özel oturum düzenlenmişti, ben yine kürsüde
konuşurken arka sıralarda o zamanın Bakanı Nimet
Çubukçu’nun tek başına oturduğunu hatırlıyorum.
Daha sonra,
23’üncü Dönemde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu
kuruldu. Bu da olumlu bir gelişmeydi ama yine onların da uygulamada
yetersiz kaldığını gösteren raporları var.
Bugün, artık
Meclis araştırmasını yenilemenin, yeni bir komisyon
oluşturarak yeniden durumu görmenin ve uygulamayı
araştırmanın günüdür. Biz Cumhuriyet Halk Partili
milletvekilleri olarak bir komisyon kurulmasına, hemen yeni bir komisyon
kurulmasına imza vermeye hazırız.
Değerli
milletvekilleri, Şiddetle mücadele tesadüfen iyi şeyler yapmakla
olmuyor. Elimize geçen her fırsatı değerlendirmek bu anlamda
önemlidir. Ama kadına yönelik şiddetle mücadele, mutlaka sistematik
olmalıdır.
Bugün 4320
sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un yenilenmesi gündemde,
baştan düzenlenecek. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın
Fatma Şahin’in yürüttüğü çalışmayı dikkatle izliyoruz
ve destekliyoruz. Ancak şunları da unutmamak gerekiyor: Kadına
yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele tek bir kanunla
gerçekleştirilemeyecek kadar önemlidir.
“Bir kanun yaparım, meseleyi bitiririm” diyebilecek durumda
değiliz. Ayrıca, 1.Aile içi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem
Planı 2010’da sona erdi. Zaten hiçbir bütçesi, bir programı,
doğru dürüst bir programı, projesi yoktu. Ama yeni bir mücadele eylem
planının, ulusal eylem planının da olmadığını
görüyoruz.
Ayrıca, 4320
sayılı Kanun yürürlüğe girdikten yedi yıl sonra
yapılan bütün araştırmalar, aradan geçen yedi yılda bu
konudan hiç haberi olmayan birçok avukatın, hukukçuların, polislerin
olduğunu gösteriyor. Yani meselenin özü her zaman uygulamadır. Siz
hiç şiddete uğrayan bir kadına vermesi gereken hizmeti
vermediği için soruşturma geçiren bir kamu görevlisi haberi okudunuz
mu? Yoktur.
Kadınların
korunmasını, öldürülmemesini, bedenlerinin ve ruhlarının
sağlıklı olmasını istiyorsak,
çocuklarımızın temiz aile düzenleri içinde büyümesini istiyorsak
bir kanun çıkarmakla yetinemeyiz. Politik mesajlarımız da
birbiriyle tutarlı olmalı.
Örneğin,
kadının adını devletin bakanlığından
silmemek gerekirdi. Kadın, aile ve sosyal hizmetlerden sorumlu Devlet
Bakanlığını Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı hâline getirirken kadının adı yok
edilmemeliydi. Sayın Başbakanın ustalık dönemi icraatı
kadını sadece aile üyesi saymakla yetinmemeliydi; insan, birey olarak
da kadına olan saygıyı yansıtmalıydı.
Şimdi, buna
rağmen ben ümidimi korumaya devam ediyorum. Biraz önce
Dışişleri Komisyonunda Avrupa Konseyinin çok önemli bir
uluslararası sözleşmesi oy birliğiyle geçti. Daha önce,
Eşitlik Komisyonunda da oy birliğiyle kabul edildiğini
biliyorum. Bunun çok olumlu bir gelişme olduğunu görüyorum.
Ayrıca,
samimiyetle söyleyeyim: Ders kitaplarına baktım. O kitaplarda da bir
iyileştirme var. Birtakım eleştirileri vardı sivil toplum
kuruluşlarının. Oralara baktım.
Ayrıca
Sayın Bakana da bir soru önergesi verdim; cevabını da
aldım. O cevaptan da ben açıkça söyleyeyim, memnun olduğumu
söyleyebilirim.
Şimdi, sonuç
olarak; hiç olmazsa bir konuda bu Mecliste bulunan bütün grupların
birleşmesini gönülden diliyorum ve bütün kadın derneklerinin de bunu
dilediğine eminim. Hiç olmazsa bir konuda Meclis olarak birlikte hareket
edebileceğimizi gösteren bir iyi niyet mesajı olarak
yurttaşlarımıza, en azından bu konuda, kadına
şiddetle ilgili mücadelede bir olduğumuzu ve bir konuda da
anlaşabileceğimizi göstermenin çok yararlı olacağına
inanıyorum.
Hepinizi en iyi
dileklerimle selamlıyorum ve hepinize başarılar diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Bilgehan.
Cumhuriyet Halk Partisi grubu önerisi
aleyhinde söz isteyen Kemalettin Aydın, Gümüşhane Milletvekili.
Buyurun Sayın Aydın. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin vermiş olduğu araştırma önergesi üzerinde söz
almış bulunuyorum ve bu süre içerisinde, partimizin iktidarda
olduğu süre içerisinde kadın erkek fırsat eşitliği
konusunda yapılanlar hakkında bir miktar bilgi vererek
görüşlerimi de bildirmek istiyorum.
İki yıl önce kurulan
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkan Vekili
olarak -geçtiğimiz 23’üncü Dönemde çalıştım- 23’üncü
Dönemde çalışmış olduğumuz süre içerisinde fırsat
eşitliğinin kurulmuş olması, ülkemiz adına oldukça
olumlu ve anlamlı bir Meclis hareketiydi. Bunu da
Başbakanımızın tavsiyesiyle kurmuş olmaktan
dolayı da özellikle Avrupa Birliği görüşmelerinde Türkiye'nin
bir eksikliği tamamlanmıştı. Tamamlanan bu Komisyonun da
birçok çalışması oldu.
Benden önceki konuşmacı
arkadaşımızın belirtmiş olduğu, şiddete
yönelik bir araştırma yapılmıştır ve
araştırma bugün, Meclis araştırma hadiselerinde… Bütün, kütüphanede
vardır, Fırsat
Eşitliği Komisyonunda da herkese dağıtıldı.
Burada, birçok veriler elde edildi ve elde edilen veriler doğrultusunda da
yeni çalışmalar sürdürüldü. Bu çalışmalar
doğrultusunda da ilk imzayı Sayın Dışişleri
Bakanımızın atmış olduğu Avrupa Konseyi
Sözleşmesi -ilk imzayı da Türkiye attı- bu da önceki gün
Fırsat Eşitliği Komisyonundan geçti, bugün de bildiğim
kadarıyla Dışişleri Komisyonundan geçti, Meclisin Genel
Kuruluna geliyor.
Burada, incelediğimiz zaman ve
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın
hazırlamakta olduğu kanun taslağını da
incelediğimiz zaman, 23’üncü Dönemde tespit etmiş olduğumuz
bütün eksikliklerin giderildiğini görüyoruz. Yani kısacası,
23’üncü Dönemdeki yapılan çalışmada, hukuki alana yönelik 21
maddelik öneri vardı, sığınma evlerinde kalan
kadınların durumlarına ve sığınma evlerine
ilişkin 18 maddelik öneri vardı, medyayla ilgili 12 maddelik öneri ve
kamu kurumlarının görevleri ve koordinasyonuyla ilgili, genel
politikalarla ilgili 31 öneri vardı. Bu önerilerden topluca
şöyle bir sonuç çıkıyor: Ülkemizde ana problemlerimizden birisi
bu. Meclisten sizlerin iyi niyet duygularıyla çıkarmış
olduğunuz kanunların sahada uygulanma problemleri olduğunu
biliyoruz. Özellikle kadına karşı şiddeti hiç kimsenin onaylamayacağı
bir dünyada, hiçbirimizin bunun tartışmasını dahi
yapmayacağımız bir dünyada burada bütün yasal altyapı
sağlanmasına rağmen sahada bu yasal altyapının
gereklerinin yerine getirilmemiş olduğunu görüyoruz. Bunun için de
bir kültürel dönüşüme ihtiyaç olduğunu biliyoruz ve bugün burada
belki Mecliste bir zaman kaybı gibi de düşünülebiliyor birçok insan
tarafından, birkaç zamandır tartışılıyor “Ne
gerek varmış?” gibi ama bugünkü tartışmanın dahi
toplumsal dönüşümde bir etkisi olacağına
inandığım için anlamlı buldum bu Meclis araştırma
önergesini. Ama Meclis araştırma önergesinden elde edilecek sonuçlar
yüce Meclisin bugüne kadarki çalışmalarında zaten elde
edilmiş ve bununla ilgili yönetmelikler yapılmış, 4320’deki
eksiklikler de hem Avrupa Konseyi sözleşmesi doğrultusunda hem de
Hükûmetimizin kurmuş olduğu Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı aracılığıyla da hazırlanan
kanun teklifleriyle gideriliyor.
Kısacası,
bunlardan şunu söylemek istiyoruz: Bir sorun var, bu sorun cahiliye
dönemlerinden kalma bir sorun, maalesef son yıllarda da devam etmekte olan
bir sorun. Bu sorunun bilincinde olan bir siyasi hareketiz ve bu siyasi hareket
kurulduğundan ve hükûmet ettiğinden beri de kadın erkek
fırsat eşitliği konusunda, kadının toplumdaki yeri
konusunda ve kadının istihdamdaki oranını artırma
konusunda birçok çalışmalar ve Başbakanlık genelgeleri
yayınlamıştır ve genelgeler doğrultusunda da
çalışmalar hızla sürmektedir. Özellikle bu ayın 25’inde
yani yarın 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddete
Karşı Uluslararası Günü var, o gün doğrultusunda da
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonumuz ve Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığının ortak çalışması
oldu. Bu çalışmada kanuni boyutların tamamlanmasının
yanında, zaten üzerine düşen görevi yerine getiren bir Hükûmet ve
çalışma arkadaşlarımız erkekler olarak, erkek
milletvekilleri olarak şunu söylemek istiyoruz topluma ve toplumda bu
dönüşümün oluşmasını istiyoruz, diyoruz ki: “Biz de varız erkek
milletvekilleri olarak.” Ve “Biz de varız.” dediğimiz bugün
başlatmış olduğumuz bildirgede ve kampanyada ilk
imzayı Sayın Başbakanımız kendisi imzaladı ve
onun arkasından da grubumuzdaki tüm erkek milletvekillerimiz bunu şu
anda imzalıyor. Diyoruz ki biz: “Kadına Yönelik Şiddete
Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde, biz
erkekler olarak kadına yönelik her türlü şiddetin, acı ve
ıstırap veren, yaşam hakkını tehdit eden temel insan
hakkı ihlali olduğuna, toplumu derinden yaralayıp
zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip anne ve çocuk
sağlığını bozan son derece önemli bir halk
sağlığı sorunu olduğuna, kadına yönelik
şiddetin katı töre, gelenek gibi hiçbir gerekçeyle asla
meşrulaştırılamayacağına inanıyoruz. Hayat
arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi
emanet ettiğimiz evlatlarımız kadınlar, bu toplumun
yarısını oluşturan erkeklerle aynı haklara sahip
bireylerdir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddete ortak
olmayacağız, seyirci kalmayacağız. Kadına yönelik
şiddete son vermek için el ele verelim, kadına karşı
şiddetle mücadelede erkekler olarak üzerimize düşen görevi yapmak
üzere kararlıyız, biz de varız.”
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Kurun komisyonu o zaman.
KEMALETTİN
AYDIN (Devamla) – Ve bu bildirgenin ilk imzasını Sayın
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan attı ve inanın
ki tüm AK PARTİ Grubuna mensup erkek milletvekilleri buna imza atacak ve
bunun sahibi olacaktır. Buna inandığımız için de bu
yoldayız.
Ve
kısacası, zaten eksik olanların daha önceki
çalışmalarda tespit edildiğini -23’üncü Dönemden olmayan
arkadalar belki onları takip edemediler- ve bununla ilgili
çalışmaların başlatıldığını, bütün
eksiklikleri yakinen takip ettiğim kanun çalışmalarının
da tamamlanmış olduğunu görüyoruz. Ama sözün özünde, kanunlarda
her şey var olmasına rağmen, yaşam dünyamızda
bunları uygulamakta zorluk çekilen bir toplumdayız. Bu toplumsal
dönüşüm içerisinde, biz erkeklerin de bunun fikirsel dönüşümü
içerisinde var olacağımızı ve kadına şiddetin
kabullenilemez bir hadise olduğunu biliyor ve kabul ediyoruz. Meclisin
yoğun çalışma gündemi içerisinde, zaten
çalışılmakta olan ve yürütülmekte olan
çalışmaların yeteri düzeyde kadına karşı
şiddeti kınadığını düşünüyoruz ve yeni bir
kanuni çalışmanın altyapısını oluşturacak
Meclis araştırmasının gerekli
olmadığını düşünüyor, o nedenle de Meclis
çalışmalarının acil ihtiyaçlar doğrultusunda
sürdürülmesine taraf olduğumu bildiriyor; bir erkek olarak, bir baba
olarak kadına karşı şiddetin karşısında
olduğumuzu, bununla ilgili çalışmaların yerinde
olduğunu ve bu doğrultuda da Mecliste yeni bir çalışma
başlatılmasının gerekli olmadığını
söyleyip; sahada hepimizin bulunduğumuz her ortamda sosyal
sorumluluğumuz gereği bu çalışmamızı yürütmemiz
gerekli olduğunu söylüyorum ve bu yüce Mecliste grubu bulunan tüm siyasi
partilerdeki erkek milletvekilleri arkadaşların, kendilerine
verilecek bu bildirgeye imza atmasını da yürekten temenni ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Pervin Buldan, Iğdır
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce,
dün on altı ilde eşzamanlı olarak gerçekleştirilen
operasyonlarda gözaltına alınan başta Asrın Hukuk Bürosu
avukatları olmak üzere, il başkanlarımız ve belediye meclis
üyelerimizin derhal serbest bırakılmalarını istiyor ve bu
konuda yapılan operasyonu şiddetle
kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kadına yönelik şiddet,
toplum içinde ya da özel hayatta, cinsiyete dayalı olarak
kadının fiziksel, cinsel ve psikolojik zarar görmesi ve acı
çekmesiyle sonuçlanan ya da bu tür sonuçlara yol açabilecek olan tehdit,
baskı ve özgürlüğün keyfî olarak engellenmesini kapsamaktadır.
Şiddet hareketleri ve tehditleri, ister ev içinde ister toplumda meydana
gelsin veya devlet tarafından uygulanmış,
yapılmış ya da göz yumulmuş olsun, kadınların
hayatına korku ve güvensizliği sokmaktadır. Taciz dâhil,
şiddet korkusu, kadının hareketliliğine sürekli baskı
yapmakta ve haklarına erişimini kısıtlamaktadır.
Gelişen kadın hareketine ve insan hakları savunucularına
rağmen dünya devletleri ve toplumları kadına yönelik
şiddetin ortadan kaldırılması konusunda
başarısız kalmaktadırlar. Dünya ölçeğinde her 3
kadından 1’i bugün şiddetin değişik biçimlerine hâlen maruz
kalmaktadır. Kadınlar, yaşamın her alanında,
evlerinde, iş yerlerinde, kamusal alanlarda mücadelelerinde şiddetin
çeşitli biçimlerine maruz kalmaya devam etmektedir. Dünyanın
çeşitli yerlerinde sürmekte olan savaşlarda ve iç
çatışmalarda kadınlar ve kız çocukları tecavüze
uğruyor, öldürülüyor ya da insan ticaretinin öznesi hâline getiriliyor.
Avrupa ölçeğinde her yıl 200 bin kadının insan ticareti
ağlarında cinsel sömürüye uğradığını
bildiriyor araştırmacılar.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye’de her gün dizinden vurulan, taşlanarak
öldürülen, namus cinayetine kurban giden, tecavüze uğrayan, nedeni
belirsiz bir biçimde intihar eden kadınlara ilişkin haberleri
izlemeye devam ediyoruz. Bu haberler kadın örgütlerinin
yaptığı araştırmalarda ortaya çıkan
sayılarda kadına yönelik şiddet, buz dağının görünen
kısmının yalnızca bir kısmını
oluşturuyor. Aile içi şiddet konusunda izlenebilen istatistiksel
rakamların düşüklüğüne rağmen, Türkiye,
sıralamanın en üstlerinde yer alıyor. Kamusal alanda
yaşanan şiddeti ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalar ve
bu çalışmaları yapanlar da şiddete maruz kalıyorlar
bizim ülkemizde. Gözaltında taciz ve tecavüz vakalarının üstü
örtülmeye çalışılıyor.
Değerli
milletvekilleri, namus adına işlenen cinayetler bu şiddet
türünün en önemlilerindendir. Kadına yönelik şiddet Türkiye’de
yaşayan milyonlarca kadının bedensel ve ruhsal bütünlüğünü
tehdit etmektedir. Yapılan araştırmalarda Türkiye’de her 3
kadından 1’i şiddet görmektedir. Kadına yönelik şiddetin en
görünür olanı aile içi şiddet ve erkek şiddetidir. Aile içi
şiddet, özellikle koca şiddeti kadınların
yaşamlarının belirleyici bir boyutunu oluşturmaktadır.
İstatistiksel
veriler, aile içinde yaşanan şiddetin ağırlıklı
olarak erkek şiddeti olduğunu; erkeklerin, egemenliklerini ve
kadınlar üzerindeki denetimlerini hayata geçirmenin bir yolu olarak
şiddete yöneldiklerini; fiziksel şiddetin ancak bu iktidar çelişkisi
ve ilişkisi çerçevesinde anlaşılabileceğini ortaya
koymaktadır.
Erkek
şiddetinin sebeplerinden en önemli olanı, kadınlar ile erkekler
arasındaki iktidar ilişkisidir. Kadın üzerinde güç kurma
eğilimindeki erkek, kadına karşı şiddeti bir araç
olarak kullanmaktadır.
“Ataerkil” veya
“Erkek egemenliği” olarak ifade edilen bu iktidar ilişkisini ciddiye
almadan, aile içinde yaşanan şiddetin özelliklerini, sebeplerini ve
sonuçlarını tespit etmenin mümkün olmayacağını
düşünmekteyiz.
Kadınların
aileye eşlerinden daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az 2 misli
artırmaktadır. Bu durumda olan her 3 kadından 2’si fiziksel
şiddete maruz kalmaktadır.
Ekonomik gücünü
kaybeden erkeklerin ataerkil otoritelerini fiziksel güce başvurarak
perçinlemeye çalışmaları, bu şiddetin altında yatan
nedendir.
Kadının
üretimde yer alarak aile bütçesine kazanç sağlaması bile erkek egemen
kültür açısından “Gücün sarsılması” olarak kabul edilmekte
ve sonucunda, destekleneceği yerde kadın yine şiddete maruz kalmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
öğrenim durumu arttıkça fiziksel şiddet gören
kadınların sayısı azalmaktadır. Eğitime
erişim konusunda, Türkiye’nin doğusu ile orta ve batısı
arasındaki derin uçurum ve devletin doğudaki başlıca illere
yaptığı kişi başına düşen eğitim
yatırımlarının Türkiye ortalamasının
yarısı düzeyince olması, acilen el alınması gereken
bir sorun olmaktadır.
Bugün, ülkemizin
orta ve batısında okuryazar olmayan kadınların oranı
yüzde 16 iken, bu oran doğuda, neredeyse 3 misline çıkarak, yüzde
42’ye ulaşmaktadır. Doğuda ortaokul, lise ve üniversite
okumuş kadınların toplam oranı da Türkiye’nin
kalanının üçte 1’i kadardır.
Zira,
eğitimsiz kadın, şiddeti kaderi olarak görmekte ve şiddetle
mücadelede pasif rol almaktadır.
Yasaların
kendisine tanıdığı koruma imkânlarından bihaber,
yaşadığı şiddete sessiz kalmaktadır. Şu an
ülkemizde kadınların yarıya yakını Medeni Kanun’da
yapılan olumlu düzenlemelerden, Ailenin Korunması Hakkındaki
Kanun’dan ve Türk Ceza Kanunu’ndaki gelişmelerden habersizdir. Bu nedenle
de şiddete uğradığında buna sebep olanlar
hakkında bir yaptırım olmayacağını, karakola
gidip şikâyetçi olması hâlinde barıştırılıp
eve gönderileceğini, ardından tekrar şiddete maruz
kalacağını düşünmektedir.
Değerli
milletvekilleri, Temmuz 2006’da bir Başbakanlık genelgesi
yayınlanmıştır. Bu genelgeye göre, töre ve namus
cinayetleri ile kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur.
Komisyonun hazırladığı rapor doğrultusunda da
Başbakanlık genelgesi yayınlanmıştır. Türkiye
Büyük Millet Meclisinden Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne,
çeşitli hizmet kurumlarına görev veren, eğitim, sağlık
ve hukuk alanında yapılması gerekenleri detaylı bir biçimde
açıklayan bu genelge acilen etkili bir biçimde işleme
konulmalıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama son verirken, şu
anda KCK’den tutuklu bulunan 400 kadın siyasetçinin ve bunların
başında, Milletvekilimiz Sayın Selma Irmak’ın derhâl
serbest bırakılmasını buradan bir kez daha ifade etmek
istiyorum.
Ayrıca,
kadına yönelik şiddetle mücadelede hem devlet hem sivil toplum
kuruluşları tarafından birlikte mücadele verilmeli,
bağımsız kadın örgütlenmelerinin çabaları
desteklenmeli ve Temmuz 2006 tarihli Başbakanlık genelgesi uygulamaya
konmalıdır.
Eğitime
daha fazla bütçe ayrılarak, kadınların eğitimine daha çok
önem verilerek haklarını bilmeleri için projeler üretilmelidir.
Bekâret
kontrolü, istem dışı kısırlaştırma gibi
uygulamaların sona erdirilmesine yönelik olarak bir an önce etkin
tedbirler alınmalıdır.
Namus cinayetleri ve buna
bağlı olarak son zamanlarda geliştirilen intihara zorla
teşvik etmeyi ortadan kaldırmak üzere feodal uygulamalara
karşı eylem planları geliştirilmeli, toplumsal ve kültürel
tutum değişikliği yaratacak toplum temelli yaygın
eğitsel ve hukuksal faaliyetler geliştirilmelidir. Kadınlara ve
kız çocuklarına yönelik danışma merkezleri ve
sığınmaevlerinin sayıları
artırılmalıdır. Kadın örgütlerinin bu yöndeki
girişimleri desteklenmelidir. Henüz onaylanmamış olan
Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmeleri bir an önce
onaylanmalıdır diyorum.
CHP’nin
vermiş olduğu araştırma önergesine olumlu yönde oy
kullanacağımızı ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Buldan.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisi aleyhinde söz isteyen Azize Sibel Gönül, Kocaeli
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Gönül. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AZİZE
SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin kadına yönelik şiddetin
nedenleriyle bu nedenlerin ortadan kaldırılması için
yapılacakların tespiti amacıyla vermiş olduğu grup
önerisinin üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyeti
saygıyla selamlarım.
Değerli
milletvekilleri, kadına yönelik şiddet dünyanın her bölgesinde
olduğu gibi Türkiye’de de bir sorun olarak varlığını
devam ettirmektedir. Kadına yönelik şiddet, kadınları en temel
insan haklarından mahrum etmektedir, kadınlarla erkekler
arasında eşit olmayan güç ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan
toplumsal bir sorun ve önemli bir halk sağlığı problemidir.
Uluslararası kamuoyunda kadına yönelik şiddetin bir insan
hakları ihlali olarak ele alınmasının en önemli sonucu bu
konuda devletin sorumlu kılınmasıdır. Kadına yönelik
şiddet artık sadece kadın meselesi değil, kadın ya da
erkek tüm insan hakları savunucularının üzerinde
çalıştıkları bir konudur. Bu nedenle kadına yönelik
şiddet konusu bütüncül bir yaklaşımla ve tüm sektörlerin iş
birliğiyle ele alınması gerekmektedir. Bu konu özellikle 1980’li
yıllardan itibaren kamuoyunun ve devletin gündeminde olmuştur. Ancak
son yıllarda özellikle yasal anlamda birçok çalışma
yürütülmüş ve olumlu gelişmeler izlenmeye
başlanmıştır.
Kısaca
bahsedersek, aile içinde şiddete maruz kalan kadınların
korunması amacıyla 1998 yılında yürürlüğe giren ve
2007 yılında yeniden düzenlenen 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun önemli bir dönüm noktasıdır. Söz konusu
Kanun ile aile içinde şiddete maruz kalan bireylerin korunmasına
yönelik olarak aile mahkemesi hâkimleri tarafından alınabilecek
tedbirler düzenlenmiştir ve dört maddeden oluşmaktaydı.
Geçen dönem,
öncelikle bu dönem başkanlığını
yaptığım Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonunun alt komisyon olarak çalıştığı ve
kadına yönelik şiddetin önlenmesinde mevzuattaki ve
uygulamadaki noksanların tespitine ilişkin rapor bulunmaktadır.
Bu rapor ile Komisyonumuz alanında uzman, başta aile mahkemesi hâkimleri
olmak üzere sivil toplum kuruluşları temsilcileri, öğretim
üyeleri, bakanlık temsilcileri dinlenmiş, sorunu yerinde görmek
üzere kadın sığınma
evlerine çalışma ve inceleme ziyaretleri
gerçekleştirilmiştir. Çok ses getiren bu
çalışmamızın sonuçlarını değerlendirmek
üzere Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı başta
olmak üzere ilgili tüm kurum ve kuruluşlara dağıtmış
bulunmaktayız.
Yine, bu dönem,
İnsan Hakları Komisyonumuz kadına yönelik şiddet ile ilgili
alt komisyon kurmuş ve söz konusu komisyona da Komisyonumuz üyelerimizden
bir milletvekili arkadaşımızı görevlendirmiş
bulunmaktayız ve bu komisyon şu anda çalışmalarına
devam etmektedir.
Bu
çalışmalar neticesinde Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığımızın hazırlamış olduğu
tasarı artık ihtiyaçlara cevap
vermediği görülen 4320 sayılı
Ailenin Korunmasına Dair
Kanun’un yerine geçecek önemli bir tasarıdır. Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığımızın bu ihtiyaca cevaben çok
geniş bir konsensüs sonucu hazırlamış olduğu ve tüm
tarafların takdirini kazanan kanun tasarısı yirmi altı maddeden oluşmuş
olup 4320 sayılı Kanun’dan oldukça farklı ve önemli düzenlemeler
getirmektedir.
Kısaca
bahsedersek, tasarıyla korunan bireylerin kapsamı bir kere
genişletilmiştir. Cumhuriyet başsavcılıkları ve
kolluk bünyesinde şiddetten korunma birimleri kurulmuştur.
Tasarı
kapsamında denetimli serbestlik ve yardım merkezi şube
müdürlükleri oluşturulmuş ve bu müdürlüklere, korunan bireylerin
hakları, destek alabilecekleri kurumlar, iş bulma, psikososyal ve
ekonomik sorunların çözümü hakkında danışmanlık ve
yardımcı olma görevleri yüklenmiştir.
Bununla birlikte
tasarının getirdiği en önemli yeniliklerden iki tanesi de
erteleme ve seçenek yaptırımlara hükmedilemeyeceği ve
davaların acele işlerden sayılarak adli tatilde de görüşülebileceği
hususlarıdır. Koruyucu tedbir kararlarının daha etkin
uygulanması amacıyla elektronik izleme yöntemiyle takip sistemi
geliştirilmiştir.
Bununla beraber
komisyonumuzun dün yapmış olduğu toplantıda tali komisyon
olarak görüştüğümüz kadına yönelik şiddet ve aile içi
şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nı uygun görüşle esas komisyon olan Dışişleri
Komisyonuna göndermiştir. İstanbul’da imzalanmış
olması sebebiyle “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan bu
sözleşme, kadına yönelik şiddetle ilgili ilk uluslararası
sözleşmedir.
81 maddeden
oluşan, ayrıntılı bir uluslararası anlaşma olan
bu anlaşma kanun hâline gelecek ve kadına yönelik aile içi
şiddet konusunda onaylayan ülkeler çok detaylı ve ağır
yükümlülükler altına girecektir. İşte bu denli
ayrıntılı bir sözleşmeyi ilk onaylayan ülke olmak için
olağanüstü bir çalışma yürüten değerli milletvekili
arkadaşlarımı kutluyorum. Bugün, esas komisyon,
Dışişleri Komisyonunda görüşülüp ivedi bir şekilde
Genel Kurula gelecek olan bu uluslararası anlaşmanın
hayırlı olmasını diliyorum.
Yapılan yasal
düzenlemenin dışında, demin konuşmacı
arkadaşımın da bahsettiği gibi 25 Kasım Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve
Dayanışma Günü münasebetiyle başlattığımız,
Sayın Başbakanımızın da imzaladığı “Biz
de varız.” imza kampanyasını buradan sizlere duyuruyor ve
hepinizin desteğini bekliyoruz.
Her nerede olursa
olsun sporda, trafikte, Mecliste, ailede kadına, çocuğa şiddete
her zaman hayır diyoruz.
Ve şöyle
söylemek istiyorum: Kavgayı ağacın yaprağına yazmak
isterdim, sonbahar gelsin, yaprak dökülsün diye. Nefreti bulutların üstüne
yazmak isterdim, yağmur yağsın, bulutlar yok olsun diye.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – İnsanların üstüne yağıyor yağmur,
tabiata yağıyor, aman üstüne yağmasın.
AZİZE
SİBEL GÖNÜL (Devamla) – Öfkeyi karların üstüne yazmak isterdim,
güneş açsın, karlar erisin diye. Sevgiyi ve dostluğu yeni
doğmuş tüm bebeklerin kalbine yazmak isterdim, onlar büyüsün, tüm
dünyayı sarsın diye.
Sevgiyle,
dostlukla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – Bir de Başbakana söyleseniz, Başbakana.
SIRRI SAKIK
(Muş) – Kendi kalbinize bunu yazsanız.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Gönül.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum ancak
karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.09
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.26
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi öneriyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı
vardır ve kabul edilmemiştir.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
4.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun
çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK
PARTİ Grubu önerisi
23/11/2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 23.11.2011 Çarşamba günü (bugün) yaptığı
toplantıda siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince,
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Nurettin Canikli
Giresun
AK
PARTİ Grup Başkan Vekili
Öneri:
Bastırılarak
dağıtılan ve Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan
80 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden gündemin Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
Kısmının 2 nci sırasına alınması ve
diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,
Genel
Kurulun; haftalık çalışma günlerinin dışında 25
Kasım 2011 Cuma günü saat 14.00'te 11/4 ve 11/5 esas numaralı gensoru
önergelerini görüşmek üzere toplanması ve bu birleşimde 11/4 ve
11/5 esas numaralı gensoru önergelerinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar çalışmalarını sürdürmesi,
17.11.2011
tarihinde dağıtılan ve Genel Kurulun 17.11.2011 tarihli 20 nci
Birleşiminde okunan (11/4) ve 22.11.2011 tarihinde
dağıtılan ve Genel Kurulun 22.11.2011 tarihli 21 inci
Birleşiminde okunan (11/5) esas numaralı gensoru önergelerinin Genel
Kurulun 25.11.2011 Cuma günkü gündeminin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmına alınması, Anayasanın 99
uncu maddesi gereğince gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmelerinin aynı günkü
Birleşimde yapılması,
Genel
Kurulun; 24 Kasım 2011 Perşembe günkü birleşiminde 22 Sıra
sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN
– Adalet ve Kalkınma Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Nurettin
Canikli, Giresun Milletvekili.
Buyurun
Sayın Canikli (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Grup
önerimizin lehinde söz aldım.
Grup
önerimiz ile Meclis gündeminin çalışma takvimine ilişkin
önerilerimiz ve taleplerimiz var. Bunlardan bir tanesi şu: Eğer grup
önerimiz yüce Meclis tarafından kabul edildiği takdirde 80 sıra
sayılı Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin 2’nci
sırasına alınmasını öneriyoruz, talep ediyoruz. Bu 80
sıra sayılı Kanun Teklifi, bildiğiniz gibi, sporda
şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanun teklifi.
Ayrıca
haftalık çalışma günleri dışında cuma gününün de
çalışma kapsamına alınmasını, yani bu önümüzdeki
cuma gününün -bu hafta için söylüyoruz- çalışma kapsamına
alınmasını ve o gün yani cuma günü daha önce verilmiş olan
11/4 ve 11/5 esas numaralı gensoru önergelerinin bu günde yani cuma günü
görüşülmesini, ön görüşmelerinin bugün yapılmasını
öneriyoruz ve önergemizde son olarak perşembe günü Meclis
çalışma saatlerinin 22 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
sürmesini ve bu Kanun Tasarısı’nın görüşmeleri
tamamlandıktan sonra Meclisin o günkü çalışma sürecini nihayete
erdirmesini öneriyoruz. Getirdiğimiz Danışma Kurulu önerisi bu
değişiklikleri ve talepleri içeriyor.
Değerli
arkadaşlar, biraz önce gündeme gelen birkaç konuya da izniniz olursa
kısaca değinmek istiyorum bir düzeltme çerçevesinde, başka bir
amaç söz konusu değil.
Bunlardan
bir tanesi, tarım kesimine aktarılan kaynakların oranı.
Tamamen teknik çerçevede bu tartışma. Gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı itibarıyla bakıldığında yani
Hükûmetimizin devraldığı dönemle bugünü
kıyasladığınızda tarım kesimine aktarılan
kaynakların gayrisafi hasıla yurt içi oranının
düştüğü şeklinde bir ifade kullanıldı ve rakamlar
verildi.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, önce şunun çok açık olarak ortaya
konulması gerekiyor: Kamunun ekonomideki payı hızla
azalıyor. 2002 yılında toplam kamu harcamalarının
konsolide bütçe büyüklüğünün gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yüzde 34,1 iken 2011 bütçesinde bu oran yüzde 24’e düşmüştür yani
bunun anlamı şudur: Kamu yani devlet ekonomiden daha az kaynak
çekiyor, daha az müdahale ediyor, dolayısıyla ekonomide üretilen tüm toplam mal ve hizmetlerin içinde
kamunun payı azalıyor. Bunun anlamı bu. Dolayısıyla,
yaklaşık 10 puan bir düşüş söz konusu; bu gerçekten çok
ciddi bir düşüş.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – O kadar özelleştirmeden sonra, normal. 35 milyar
dolarlık özelleştirmede öyle olur.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verin…
Bu sadece kamunun
ekonomideki payının azalmasını net, kesin rakamlarla ifade
ediyorum. Yüzde 34’ten yüzde 24’e düşüyor. Bu ne için önemli? Şunun
için önemli: Eğer, tarımın gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki payını bu oranda 2002 ve 2011’le
karşılaştırdığımız zaman bu elma ile
armudun karşılaştırılması olur. Neden? Çünkü,
kamunun yani bütçenin, bütçe büyüklüğünün ekonomi içindeki payı
azalıyor. Gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı azalıyor.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – O argüman yanlış.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Rakam yanlış.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Dolayısıyla, böyle bir
karşılaştırma çok anlamlı değil. Anlamlı
olan şu: Tarıma ayrılan kaynakların bütçe içerisindeki
payı 2002’de neymiş, şimdi ne olmuş? Doğrusu bu. Çünkü
millî gelir içerisindeki payı azalıyor. Ayrıca orada da azalma
yok, yani gayrisafi yurt içi hasıla içinde de azalma yok. Bakın
söylüyorum: Hükûmet neyi kontrol ediyor? Hükûmet bütçeyi kontrol ediyor, yani
bütçe yoluyla hayata geçiriyor politikalarını; dolayısıyla,
Hükûmetin herhangi bir kesime verdiği önemi anlamak için bütçedeki
uygulamasına bakmak lazım. Bütçede nasıl davranmış,
nasıl tavır almış, ne kadar pay ayırmış, ne
kadar kaynak ayırmış o kesime? Şimdi, bakın, tabii iki
tane tanım var yani bir, dar tanım dediğimiz, tarıma
ayrılan kaynakların bütçe içerisine doğrudan aktarılan
rakamlar var, bir de dolaylı aktarılan rakamlar var, ikisini de
vereceğim. 2002 yılında, dar tanımda, bütçe içerisindeki
payı yüzde 1,9 yani bütçenin yüzde 1,9’u tarıma
aktarılmış, tarım kesimine aktarılmış,
rakamlar bunlar. Mutlak rakam olarak da vereyim: 1 milyar 867 milyon lira.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Çiftçi memnun mu değil mi? Ölçü o. Üretici
hakkını alıyor mu, almıyor mu?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - İzin verin.
Yani, bu tamamen
rakamlar, hiçbir spekülasyon yapmıyorum. Bakın, çok net olarak,
hiçbir spekülasyon yapmıyorum, sadece kesin rakamları veriyorum.
Konuşulduğu için, bunlar önemli, düzeltilmesi gerekiyor yani
kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi çerçevesinde.
2011 bütçesinde
tarım için ayrılan ödenek bütçenin ne kadarı? Yüzde 2,25’i, dar
tanım…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Hangi yıl?
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - 2002 1,9; 2011 2,25; rakam da 2 milyar 987 milyon lira ayrılan
rakam.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Faiz dâhil bütçe büyüklüğü, değil
mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Tamamı, bütçe harcamalarının
toplamı, toplam bütçe büyüklüğü olarak.
Dolayısıyla
tarıma ayrılan oranın bütçe içerisindeki payı yüzde 1,9’dan
yüzde 2,25’e çıkmış. Kesin, net rakam. İster mutlak rakam
olarak bakın, ister oran olarak bakın. Doğru tespit için,
doğru rakamı ortaya koymak için orana bakmak lazım, orana
baktığınız zaman da bu. Demek ki AK PARTİ
hükûmetlerinin… Çünkü hükûmetler bütçeleriyle konuşulur, rakamlarla
konuşulur yani sözlerin falan belli bir noktaya kadar önemi anlamı
var; rakamlarla teyit edilmiyorsa anlamı yok. Dolayısıyla AK
PARTİ hükûmetleri şunu söylüyor: 2002, bizden önce diyelim,
tarıma bütçeden yüzde 1,9’luk önem veriliyordu, biz yüzde 2,25’lik önem
veriyoruz; daha fazla yani, olay bu kadar net. Biraz önce, tarım kesiminde
üretilen millî gelir rakamlarını da söylemiştim, 23 milyar dolar
60 milyar dolara çıktı diye. Geniş tanıma baktığınız
zaman orada da geçerli.
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Tarım Kanunu 21’inci madde sizi doğrulamıyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Aynı şekilde, 2002 yılında
yüzde 3,04 kaynak aktarılırken… Yani doğrudan ve dolaylı
olarak, sübvanse edilen rakamlar dâhil, düşük faizle verilen kredilerin
hazineden karşılığı dâhil olmak üzere toplam
tarım kesimine aktarılan kaynağın bütçeye oranı yüzde
3,4 2002 yılında, 2011 yılında yüzde 3,33 değerli
arkadaşlar. Rakamlar çok açık ve net tartışmasız.
ENVER ERDEM
(Elâzığ) – Ne olmuş yani? Konuş, ne olmuş?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Tekrar söylüyorum, bir tartışma açmak
için söylemiyorum ama doğru değerlendirme budur; biz tarıma önem
veriyoruz, biz çiftçilerimize önem veriyoruz…
SADİR DURMAZ
(Yozgat) – Tarımsal destek rakamları.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - …önemsiyoruz ama lafla değil.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Kocaeli) – Adamların anası ağlıyor ya, anası!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Aramızdaki tek fark şu: Biz hayata
geçiriyoruz, rakamlara yansıtıyoruz ve bu rakamları da
aktarıyoruz.
Bakın, 2011
yılı içerisinde geniş tanımlı olarak bütün
çiftçilerimize aktaracağımız rakam bütçeden 10 milyar 437 milyon
lira; bu rakam 2002 bütçesinde 2 milyar 987 milyon liraydı.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
Adalet ve
Kalkınma Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Levent Gök, Ankara
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Gök. (CHP sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubunun önerisinin aleyhinde söz aldım. Hepinizi
sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce,
bugün Kocatepe Camisi’nden son yolculuğuna
uğurladığımız Mardin Nusaybin’de şehit olan
Ankara Haymana ilçesi Yukarı Sebili Bala köyünden Oktay Aydoğan’a
Allah’tan rahmet, ailesine ve ulusumuza başsağlığı
diliyorum. Şehidimiz Kürt kökenli bir yurttaşımız idi ve
acılı babası yanına gelen, acısını
paylaşan herkese “Vatan sağ olsun.” dedi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisinde bir
çalışma düzeni öneriliyor ve Cumhuriyet Halk Partisinin bir
önerisiyle gündeme gelen Başbakan hakkındaki gensorunun da cuma günü
görüşülmesi öngörülüyor. Niçin cuma günü seçilmiştir? Nedir bu
telaş? Neler saklanmak isteniyor? Meclisimizin salı, çarşamba ve
perşembe günkü olağan düzenlerinde ve özellikle Meclis Televizyonunun
yayında olduğu bir dönemde bunları niçin görüşmekten
kaçınıyorsunuz değerli arkadaşlarım?
Geçtiğimiz hafta, bir başka
partimizin İçişleri Bakanı hakkında verdiği gensoru
önergesini Meclis Televizyonunun çalışma saatinin sonuna getirdiniz
ve Türk halkından o günkü görüşmeleri sakladınız.
Şimdi aynısını, söylediği her cümle yalan olan ve
arkasında duramayan, bu konudaki sözleri yalan olan Başbakanın
Cumhuriyet Halk Partisinin hakkında verdiği önergesi görüşülecek
ve Cumhuriyet Halk Partisi hakkında, belediyeler hakkında
söylediği o çirkin sözler burada tartışılacak ama cuma
gününü seçiyorsunuz! Nedir bu telaş?
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) – Doğru konuş.
LEVENT GÖK (Devamla) – Nedir bu korku?
Neyi gizlemek istiyorsunuz?
NİHAT ZEYBEKCİ (Denizli) –
Başbakan hakkında en son konuşacak olan parti sizsiniz.
LEVENT GÖK (Devamla) – Bakın,
Başbakan diyor ki Güney Afrika ziyaretinden önce, belediyelerimiz
hakkında: “Şu anda muhalefet partisi kendi belediyelerini bir
araştırsın, hangi Alman vakıflarından neler
alınıyor ve nerelere gidiliyor?” Bunları söylüyor. Genel
Başkanımız “Açıkla, hodri meydan! Arkasındayım.
Ben yapışacağım o belediye başkanlarının
yakasına.” dedi. Ses yok. Şimdi, cuma günü bunu konuşacağız,
parti sözcülerimiz bunu anlatacak, Başbakan acaba, bilmiyoruz, ne diyecek
ve cuma gününe alıyorsunuz bunu Türk halkı görmesin diye, sansür
yapıyorsunuz. Sansürlüyorsunuz, sansürlüyorsunuz ama bunlardan kaçış
yok. Çok kötü bir noktaya doğru gidiyorsunuz.
Bakın, kanun
hükmündeki kararnamelerle Meclisi baypas ettiniz, yasama yetkisini yürütme
eline aldı. Öyle oldu mu? Oldu. Çıkarttığınız
kararnamelerle Meclisi devre dışı bıraktınız,
AKP’li milletvekilleri de devre dışı. Şu anda bir
çadır tiyatrosu oynuyoruz ve Hükûmetin aldığı yetkiyle
çıkarttığı kanun hükmündeki kararnameler daha Meclise
gelmedi, bunları görüşmedik; pek çok yanlış var,
bunları konuşamıyoruz. Denetim yapacağız, denetimi
engelliyorsunuz; muhalefet sözcülerini Meclisten itiyorsunuz, şiddet
uyguluyorsunuz. Denetim yapacağız, konuşmalar yapıyoruz;
Meclis kürsüsünden yine ittiğiniz gibi seslerimizi kesiyorsunuz, bir
dakikalık konuşmaları çok görüyorsunuz. Yazıklar olsun
size!
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Ne biçim konuşuyorsun!
LEVENT GÖK (Devamla)
- Yine son olarak, Meclisin tüzel kişiliğini temsil eden bir Meclis
Başkan Vekili bir muhalefet partisi sözcüsüne ağza alınmayacak
küfürler ediyor. Yakışıyor mu değerli
arkadaşlarım bunlar size? Nasıl bir yönetimdir bu? Tam bir
diktaya doğru gidiyorsunuz sizleri uyarıyorum, diktaya doğru
gidiyorsunuz.
Bu arada bunlar
yetmiyor, Meclisi çalıştırmıyorsunuz, denetim
mekanizmalarını engelliyorsunuz, bunlar da yetmiyor size,
doymuyorsunuz ve muhalefetteki belediyeleri sindirmek istiyorsunuz, bütün
belediyeler üzerinde baskı uyguluyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi ve
diğer başka partilerdeki belediyeler üzerine. İzmir Belediye
Başkanı Paris’te ta 2020 tarihindeki EXPO için mücadele ediyor, 2020;
daha 2011’deyiz, 2020 tarihi için mücadele ediyor ama bir anda bütün
bürokratları görevden alınıyor. Nedir bu korku? Şu anda
İzmir Belediyesinde tam 52 vergi denetmeni, 5 Sayıştay
denetçisi, 2 mülkiye müfettişi ve tam da 20 tane bilirkişi heyeti var
değerli arkadaşlarım. Bu baskı nedir böyle? Başbakan
bıraksın Orta Doğu’daki başka ülkelerdeki diktatörleri
eleştirmeyi, bizler kendi içimize bakalım, kendi hâlimize
bakalım. Diktatör içimizde, Türkiye’de diktatör. O Türkiye'nin
adını koyalım. (CHP sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN
FİLİZ (Çankırı) – Niye korkuyorsunuz?
LEVENT GÖK
(Devamla) - Siz, belediyelerimize saldırırken kendi belediyelerinize
ne yapıyorsunuz? Hiçbir şey yapmıyorsunuz.
Bakın Ankara
Büyükşehir Belediyesi… Bir şey yapıyor musunuz? Yok.
İstanbul’a yapıyor musunuz? Yok. Var mı orada öyle belediyelere
yönelik saldırılar, müfettişler? Hiçbirine yok. Peki, nasıl
kolluyorsunuz belediyelerinizi? Örnekleriyle gösteriyorum: İki yıl
önce, Ankara Büyükşehir Belediyesini, değerli milletvekilleri,
şikâyet ettim Cumhuriyet Başsavcılığına, görevini
kötüye kullanıyor diye. Ben, partimin il
başkanlığını yapmış bir
arkadaşınızım. “Metroyu yapamadı, Ankara’nın
kaynaklarını kötü kullanıyor.” diye şikâyet ettim.
Cumhuriyet Başsavcılığı, benim verdiğim dilekçeyi
İçişleri Bakanlığına gönderdi, hakkında
soruşturma izni istedi. İçişleri Bakanı aldı benim
dilekçemi, Ankara Valiliğine gönderdi. Ankara Valiliği de aldı
dilekçemi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanına gönderdi.
Şimdi, Ankara
Büyükşehir Belediyesinin Teftiş Kurulu Başkanının
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanından aldığı “Olur.”
Şikâyet ettiğim kişiyi yani Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanını kim denetledi biliyor musunuz, Büyükşehir
Belediye Başkanının memuru olan müfettişi. Teftiş
Kurulu Başkanı diyor ki “Sayın Başkanım, Levent Gök
hakkınızda şikâyette bulundu, sizi şu müfettişimiz
denetleyebilir mi?” Büyükşehir Belediye Başkanı da buna “Olur.”
diyor. Melih Gökçek’in imzası, Teftiş Kurulu
Başkanının imzası, şikâyet eden ben, denetleyen
Büyükşehir Belediyesinin Teftiş Kurulu, denetleyen Büyükşehir
Belediyesindeki bir müfettiş.
Değerli
arkadaşlarım, sonuçta ne çıktı? Sonuçta ne
çıktığını söylemeye gerek yok. Sonuçta, bu
müfettişin verdiği raporla Melih Gökçek hakkında Ankara
Valiliği dedi ki “Soruşturmaya gerek yok.”, İçişleri
Bakanlığı dedi ki “Soruşturmaya gerek yok.” İşte sizin
belediyecilere yaptığınız koruma ve kollama burada
yatıyor. Peki, niçin böyle oluyor? Onu da göstereceğim.
HÜSEYİN
FİLİZ (Çankırı) – Çankaya Belediyesini de söyle.
LEVENT GÖK
(Devamla) - Şimdi, sayın milletvekilleri, siz AKP’li belediyeleri bir
araştırsanız altından kim bilir neler çıkar biliyor
musunuz. Bakın, önceki dönemde bir sayın milletvekilimiz, Ankara
Büyükşehir Belediyesinin kötü yönetildiğini ve belediye
şirketlerinin de halkın kanını emdiğini söyledi.
Gerçekten de öyledir, belediye şirketleri halkın kanını
emmektedir. İhale Yasası’na göre ihaleleri şirketler almakta,
emanet usulüne göre dağıtmaktadırlar. Bu sözler basında
çıkınca Ankara Büyükşehir Belediyesinin Belko isimli şirketi
o sayın milletvekili hakkında dava açtı. “Bizim ticari itibarımızı
zarara uğrattınız. Bizi zor durumda bıraktınız,
ekonomik faaliyetlerimizi zarara uğrattınız.” diye dava
açtı. Ben de orada sayın milletvekilinin avukatıydım. Dedim
ki sayın mahkemeye deliller toplanma aşamasında: “Efendim, bu
konuları incelemek için Belko’nun yaptığı ihale
dosyalarını bir getirtelim ve tarafsız ve objektif
bilirkişilere verelim.” Haksız mıyım değerli
arkadaşlar, konunun böyle aydınlanması gerekmez mi? Mahkeme talebimi
kabul etti ve Belko şirketinden yapmış olduğu ihale
dosyalarını istedi değerli milletvekillerim. Duruşma günü
geldiğinde duruşmaya gittik, mahkemeye girdik. Mahkeme hâkimi bana
dedi ki: “Levent Bey, dün Belko’nun avukatı geldi, davalarından
feragat etti.” İyi mi? Neden feragat ediyor? Çünkü ihale dosyaları
gelecek, o ihale dosyaları mahkemenin saptayacağı
bilirkişilere gidecek. Ne çıkacak o dosyalardan dersiniz ve sizce
niçin vazgeçmiştir acaba Belko kendi açtığı davasından
değerli arkadaşlarım? Bana gerekçeli bir şekilde
açıklayabilir misiniz bunu? Bence AKP’li sözcüler, AKP’nin elinde bulunan
Ankara Büyükşehir Belediyesinin açtığı bir davadan niçin
ihale dosyaları istenildiğinde feragat ettiğini bana
şuradan açıklamak zorunda.
FATİH ŞAHİN (Ankara) – Siz devam
etseydiniz davaya, kabul etmeseydiniz feragati.
EMRULLAH İŞLER (Ankara) – Siz devam
edebilirdiniz.
LEVENT GÖK (Devamla) – Sayın İşler,
biliyorsunuz ki feragat tek taraflı bir beyandır, maalesef mahkemeye
devam edemiyoruz.
BAŞKAN – Sayın Gök, lütfen
karşılıklı konuşmayın. Genel Kurula hitap edin
Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Devamla) – Feragatle dava sonuçlanıyor
yani öyle bir şansımız yok. Keşke o olanağı
bulsaydık biz o davaya devam ederdik, tüm gerçekleri ortaya
çıkarırdık.
Değerli arkadaşlarım, yanlış
yoldasınız. Keşke başka ülkelerdeki diktatörleri örnek
göstereceğinize kendi içimizdeki diktatörlere bir çekidüzen verebilseydik
ülkemizin demokrasisi daha gelişirdi, daha güzelleşirdi ama o niyetin
sizde olmadığını görüyorum. Cuma günü, her şeye
rağmen, gerçekleri Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri sizlere
haykıracaklardır.
Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gök.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın
Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) –
Konuşmacı biraz önce yaptığı konuşmada
“Yazıklar olsun!” buna benzer ifadelerle doğrudan grubumuza yönelerek
hakaret amaçlı ifadede bulunmuştur. Sataşmadan söz istiyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Canikli, İç Tüzük’ün
69’uncu maddesi gereğince iki dakika söz veriyorum sataşma nedeniyle.
Yalnız, yeni bir sataşmaya mahal vermeden, lütfen. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
4.- Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, Ankara
Milletvekili Levent Gök’ün, grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, son
günlerde çok sert tartışmalar yaşanıyor ve bu görüntülerin
de hiç kimse tarafından benimsendiğini düşünmüyoruz.
Milletimizin de hoşuna gitmiyor, kimsenin hoşuna gitmiyor. Biz AK
PARTİ Grubu olarak yapılan
eleştirileri sonuna kadar dinliyoruz ve ağır da olsa
eleştiriler, müdahale etmemek için gereken her türlü çabayı sarf
ediyoruz ama maalesef, bazı arkadaşlarımız,
ısrarlı bir şekilde, hakaretin dışında bir
yaklaşım tarzı göstermiyorlar.
Yani elbette bir insan,
söyleyeceği şeyler varsa; düşüncesi,
dağarcığı doluysa; sevgi var ise kalbinde o zaman
konuşur ve paylaşır bunları ama bunlar yoksa,
söyleyeceği bir şey yoksa, paylaşabileceği herhangi bir
şey yoksa, dağarcığı boş ise o zaman hakaret
başlıyor.
Yani şu
kelime uygun mu? Dönüyorsunuz, Meclise yönelik olarak “Yazıklar olsun!”
diyorsunuz.
LEVENT GÖK
(Ankara) – Ben size söylüyorum onu Canikli, belge de gösteriyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Uygun mu, doğru mu bu?
LEVENT GÖK
(Ankara) – Son derece uygun. Siz bana onun cevabını verin, niçin
davadan vazgeçildi, bana bir anlatın bunu.
BAŞKAN –
Sayın Gök, lütfen… Sayın Gök…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Yani, bir insan…
LEVENT GÖK
(Ankara) – Ben belgeyi gösteriyorum size.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Elinizde belge varsa -onların
dokunulmazlığı filan yok, belediyenin, oradaki memurların
dokunulmazlığı yok- gidersiniz cumhuriyet savcısına,
talepte bulunursunuz. Burası yeri değil ki onun.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – 4483 sayılı Yasa’ya göre
dokunulmazlığı vardır.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Varsa öyle bir şey…
LEVENT GÖK
(Ankara) – Bak, belgeyi gösteriyorum size.
BAŞKAN –
Sayın Gök… Sayın Gök, lütfen…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Böyle olsa bile, ispat edilmemiş bir
iddiadan yola çıkarak böyle bir ifade kullanamazsınız.
LEVENT GÖK
(Ankara) – 80 tane müfettişle İzmir’i sindirmeye
çalışıyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Bu ifadeyi katıyla size iade ediyoruz,
misliyle iade ediyoruz!
LEVENT GÖK
(Ankara) – 80 tane müfettişle İzmir’i sindirmeye
çalışıyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Ayıptır! Ayıptır! Gerçekten
çok ayıptır! (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
LEVENT GÖK
(Ankara) – Yazıklar olsun size, tekrar söylüyorum!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Şimdi, bakın, bilmiyorum “diktatör”le
neyi kastettiniz, kimi kastettiniz?
MAHMUT TANAL
(İstanbul) – Bakın, bilmediğiniz konuyu konuşuyorsunuz.
Belediye Başkanının 4483 sayılı Yasa’ya göre
dokunulmazlığı vardır.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Herkes kendi tarihine baksın. Herkes kendi
siyasi partisinin tarihine baksın, ondan sonra konuşsun, ondan sonra
konuşun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Baksın, baksın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Herkes kendi siyasi…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Bizde kin yok, bizde kin yok.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Ben kimseye bir şey söylemiyorum, ortaya
konuşuyorum.
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Bizde kin yok, kan da yok. Kan da yok, kin de yok
bizde.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Herkes önce kendi siyasi partisinin
geçmişine…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – …baksın bu tanıma uygun bir kişi
var mı, ondan sonra karar versin.
LEVENT GÖK
(Ankara) – Gösterdiğim belgeleri söyle, belgeleri söyle, belgeleri
konuş. Böyle konuşma var mı ya?
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Sayın Canikli, teşekkür ediyorum.
Buyurun Sayın
Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben kürsüye
çıkıp tarım sektörüne ilişkin çeşitli rakamlar verdim.
Bana bir arkadaşımızın sataşması nedeniyle
kürsüye çıktığımda tarım sektörünün desteklenmesine
ilişkin olarak bütçeden yapılan transferlerin AKP Hükûmeti döneminde
2002 yılına kıyasla azaldığını söyledim.
Sayın Canikli -bu konuşmasında değil- bundan önceki
konuşmasında kürsüye çıkarak benim rakamlarımın
doğru olmadığını kastedecek şekilde farklı
rakamlar verdi. Benim rakamlarım doğrudur devletin rakamlarına
dayalı olarak.
Sataşma nedeniyle kürsüden söz istiyorum
efendim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Netleşene kadar konuşalım yani
önemli bir konu, sorun yok.
BAŞKAN – İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi
gereğince buyurun Sayın Hamzaçebi.
İki dakika
süre veriyorum.
5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi’nin, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; tabii ki herkes kendi geçmişine bakmalı.
Eğer herkes kendi geçmişine bakarsa o “çıkardık”
dediğiniz gömleğin öncesindeki dönemdeki tutumunuzun ne kadar vahim
bir tutum olduğunu siz kendiniz görürsünüz. Öyle gördünüz ki “Gömleği
çıkardık.” diyerek oradan kurtulmaya çalışıyorsunuz
ama kurtulamıyorsunuz. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar.)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Bizim tarihimiz belli, herkes kendi tarihine
baksın.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Şimdi ben şunu söyledim, kürsüye
çıktım şunu söyledim: Bu Hükûmet döneminde tarım sektörüne
bütçeden yapılan yardımlar düşmüştür. Evet, iddia ediyorum
düşmüştür.
Sayın Canikli
rakamları aldı, çevirdi; doğrudan, direkt, dolaylı bir
şeyler söyledi. Rakamlar burada arkadaşlar, devletin rakamları,
Devlet Planlama Teşkilatının rakamı yıllık
program olarak yayınlandı, Bakanlar Kurulunun bunun altında
imzası var.
2012
yılı için öngörülen toplam bütçe desteğinin tutarı 7,1
milyar TL’dir. Bunun millî gelire oranı, millî gelire…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Hangi yıl? Hangi yıl?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – 2012. Yani şimdi bütçe getirdi, bir süre sonra
görüşeceğiz, tarım sektörüne olağanüstü destek verdiklerini
söyleyecekler. Bunun millî gelire yani gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı -söylüyorum- binde 50’dir, yüzde yarım yani yüzde 0,50.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Yüzde 1 olması lazım.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – Yüzde 0,50…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Bütçe içindeki payı ne kadar?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) – 2002 yılı desteklerinin gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı yüzde 0,53’tür. Bu 0,50 ile 0,53 arasındaki fark
yüzlerce milyon TL ediyor tabii. Rakam düşmüştür.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Bütçe payına bak.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Sayın Canikli diyor ki: “Bütçe payına bak.” Bütçe
payına bakarsak 2002 yüzde 2,8’dir, faiz dışı harcamalar
2012 yüzde 2,5’tir. Siz fındık üreticisinin 2004 yılındaki
169 milyon TL alacağını daha ödemediniz, önce onun
hesabını verin.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Hamzaçebi.
LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın
Başkanım, Sayın Canikli az önce…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Gök,
tamam.
LEVENT GÖK (Ankara) – Ama bir cümle…
BAŞKAN – Hayır, Grup
Başkan Vekiliniz cevap verdi. Lütfen… Lütfen Sayın Gök.
LEVENT GÖK (Ankara) – Bir dakika rica
edeceğim sizden.
BAŞKAN – Hayır, hayır...
LEVENT GÖK (Ankara) – Bir dakika…
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
4.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun
çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK
PARTİ Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LEVENT GÖK (Ankara) – Sayın
Başkanım…
BAŞKAN – Lütfen Sayın Gök.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; AK PARTİ grup
önerisi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Benden önce Grup Başkan Vekilimiz
çıktı, ondan önce çıkan Cumhuriyet Halk Partili Hatip burada AK
PARTİ’nin yanlış yolda olduğunu… Bizleri uyardı,
teşekkür ediyorum ama aziz Türk milleti onları devamlı
uyarıyor. 3 Kasım yüzde 34,5; yetmemiş, 22 Temmuz yüzde 46,7;
yetmemiş, 12 Haziran yüzde 50…
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hep
bunun arkasına sığınıyorsunuz, yeter kardeşim ya!
RAMAZAN CAN (Devamla) – Aziz Türk
milleti sizi devamlı uyarıyor ama uyarıdan anlamıyorsunuz.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cuma günü -Grup Başkan Vekilimiz de söyledi- Meclisi
çalıştırmayı düşünüyoruz. Grup önerimizle 80 sıra
sayılı Kanun Teklifi’ni… Bu Kanun Teklifi’ni Mecliste grubu bulunan
başkan vekilleri birlikte hazırladılar, bu teklifi verdiler ve
bu teklif Adalet Komisyonunda tartışıldı, ceza hukuku
açısından teknik düzeltmeler yapıldı ve Meclis Genel
Kuruluna indirildi. Burada, tabii ki oylarınızla,
tartışılacak, görüşülecek, inşallah kanunlaşacak.
Malum olduğu üzere, bu kanun
teklifi… Biliyorsunuz 6222 sayılı bir Yasa vardı sporda
şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair. Bu Yasa’da maalesef
zamanı itibarıyla sporda şiddetin gündemde olduğu bir
ortamda hazırlandığından bahisle ceza hukuku
açısından suça verilecek cezada ceza lehine kantarın topuzu
kaçırılmıştır. Kanun koyucu ceza tayin ederken fiil
ile ceza arasında orantılı bir eşitlik, adalet ve
hakkaniyeti gözetir. Emsal kararlar, emsal kanun metinlerine
bakıldığında cezalarda adalet olması gerekmektedir.
6222 sayılı Yasa’yı incelediğimizde maalesef bu ölçü ceza
lehine aşılmıştır. Grup Başkan Vekillerimiz
ittifakla bu teklifi verdiler.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – İttifak yok!
PERVİN BULDAN
(Iğdır) – İttifak yok!
ALTAN TAN
(Diyarbakır) – Ayıp, ayıp!
SIRRI SAKIK
(Muş) – Şikeye özgürlük, düşünceye idam; nasıl ittifak
veririz!
RAMAZAN CAN
(Devamla) – BDP Grup Başkan Vekili Komisyonda teklifini geri aldı.
Bu Grup
Başkan Vekillerimizin ittifakla hazırlamış olduğu
metni inşallah ikinci önerimiz olarak gündemin 2’nci maddesine
getireceğiz.
Diğer
taraftan, 22 sıra sayılı Avusturya Hükûmeti ile Türkiye Hükûmeti
arasında daha önceden imzalanmış uluslararası sözleşmenin
de burada uygun bulunduğuna dair tasarıyı görüşeceğiz.
Bu tasarı kanunlaştığında, Avusturya Hükûmeti ile
Türkiye Hükûmeti arasında uçuş güvenliğinin sağlanması
ve doğrudan uçuşun ya da dolaylı yönden uçuşun
sağlanması iki ülke arasında mümkün olacaktır.
Diğer
taraftan, cuma günü 11/4 ve 11/5 esas numaralı gensoru önergelerini
görüşeceğiz. Bu gensoru önergelerini muhalefet partileri verdi,
bizler de Meclisi çalıştırarak burada ön görüşmeleri
inşallah yapacağız.
Haftalık
çalışma günlerinin dışında Genel Kurulun 25/11/2011
Cuma günü gündemin bitimiyle kapatılmasını öneriyoruz.
Teklifimizin, grup önerimizin kabul olacağını umuyor, hepinizi
saygıyla tekrar selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Başkan, bu aradaki boş süreyi kullanabilir
miyiz? Bizim Grubumuzla ilgili hile yaptılar.
BAŞKAN –
Düzeltti ama.
Adalet ve
Kalkınma Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Mehmet
Şandır, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, daha önce de ifade
ettiğimiz gibi, Meclisin çalışma günleri ve saatleri yeniden
belirleniyor. İktidar Partisi Grubunun yeniden kendi kararını
değiştirdiği bir oturumdayız, bir birleşimdeyiz. Daha
önce biliyorsunuz on birinci ayın 2’sinde Genel Kurulun kararıyla
Meclisin çalışma saatleri ve gündemi belirlenmişti. Bu karar
Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisi üzerine
alınmıştı, bugün bunu değiştiriyorsunuz.
Daha önce de ifade
ettiğim gibi Meclisin gündemini belirlemek siyasi iktidarın
tasarrufundadır, takdirindedir çünkü ülkenin yönetim sorumluluğu
milletimiz tarafından iktidara verilmiştir, buna hiç
itirazımız yok ancak sizler de takdir edersiniz ki birkaç gündür
Meclisimizde, hatta birkaç haftadır Meclisimizde hiçbirinize
yakışmaz, bu Meclise yakışmaz, siyasi partilere
yakışmaz, siyaset kurumuna yakışmaz olaylar
yaşanıyor. Bunları kabul edebilmemiz, bunları tasvip
edebilmemiz mümkün değil.
Değerli
arkadaşlar, el birliğiyle siyaseti itibarsızlaştırmak,
siyaset kurumunun millet nezdinde güvenilirliğini bitirmek ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine olan saygıyı sıfırlamak gibi bir
gayretin içinde olduğumuzu
-kendimizi ayrı tutmadan söylüyorum- maalesef üzülerek seyrediyoruz
ve ifade etmek durumundayız; kendi adıma, sizler adına milletten
özür dilemek durumundayız.
Değerli
arkadaşlar, bir sonraki kanunda arkadaşım uzun anlatacak ama
müsaade ederse ben de söyleyeyim. Seçimler yapılalı yüz altmış
bir gün oldu, 1 Ekimden bu yana da elli günü geçtik, elli günden fazla oldu. Henüz
bu Genel Kurulda toplumsal karşılığı olan; milletin,
halkın beklentisi olan, sorunlarına çözüm olan bir tek yasa
tasarısı geçmedi. Buna hakkımız yok.
Ben buradan tekrar
ifade ediyorum. Meclisi çalıştırmak, komisyonları ve Genel
Kurulu çalıştırmak siyasi iktidarın
sorumluluğundadır. Hasıl gündemi belirlemek onun takdirindeyse,
burada uzlaşmayı da temin ederek, ısrar ederek, sabrederek,
belki de yutkunarak… Ben Sayın Canikli’nin dediğine
katılıyorum: “Eyvallah, ama hakaret olmasın.” Tabii ki hakaret
olmasın.
Bu kürsüden hakaret yapan, hakaret
cümleleri kuran insanlar bana göre yanlış yapıyorlardır.
Hakaret etmek zayıf insanların işi, hakaretle hiçbir
şekilde rakibinizi ortadan kaldıramazsınız, alt edemezsiniz,
ama İktidar Partisi Grubunun -ben üç dönemdir grup başkan
vekilliği yapıyorum- inanınız ki bu dönemdeki
hoşgörüsüzlüğü, bu dönemdeki sabırsızlığı
beni endişelere sevk ediyor ve diyorum ki acaba iktidar…
İki sebebi olabilir: Biri bu
Meclisin çalışmamasında fayda mı görüyor? İki, bu
Meclisin itibarsızlaşması, işlevinin dışında
millet nezdindeki itibarını kaybetmesi işine mi geliyor? Ya da
çok endişe ettiğim -dostça da bir hatırlatmada bulunuyorum,
lütfen kendinizi bu teraziye çekin- öz güveniniz yani milletin size
verdiği oy kibre mi dönüştü arkadaşlar? Yani bu
sabırsızlığınız…
Değerli milletvekilleri, önde
olanı taşlarlar. Bu böyledir. Eğer önde olan kendisine
atılan taşlara dönüp kendisi de taş atmaya kalkarsa kavga
çıkar. Ee, siz kavga çıkartmak mı istiyorsunuz, yoksa milletin
size yüklediği görevi yerine getirmek mi istiyorsunuz?
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Bir tek hakaret istemiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Gözünüzü
severim. Yani şu Mecliste, şu Genel Kurulda yaşananları
kabul edebilmek mümkün değil değerli arkadaşlar.
Bir başka şey daha: Evet,
siyaset konuşma sanatıdır, ama iktidar değil. İktidar
konuşmak makamı değil, yapmak makamı.
Yaptıklarınızı konuşarak, geçmişe atıfta
bulunup geçmişi suçlayarak, nutuk atarak olmaz bu iş değerli
arkadaşlar. Bu doğru değil. Milletin aklıyla alay mı
ediyoruz? Bu doğru değil. Böyle yaparak bu Meclisi
çalıştıramazsınız. Bakın, geçen dönem daha iyi
çalışıyorduk. Bu dönem çok kötü bir başlangıç
yaptık. Dostça uyarıyorum. Daha önümüze devasa kanunlar gelecek. Bu
Mecliste geçen dönemde bulunan milletvekili arkadaşlarımız var.
Ben inanıyorum ki, onlar da aynı endişeyi duyuyorlar. Tekrar
ediyorum: Uzlaşmayı temin etmek siyasi iktidarın görevidir, önde
olanın, büyük olanın sorumluluğundadır. Biri
yanlış yapıyor diye aynı yanlışa aynı
yanlışla cevap vermek hakkı yok. Bakın, şimdi şu
tartışmalar -Allah’tan devam etmedi, belki de devam edecek- iktidar
partisinin bir üyesinin tarımla ilgili konuşurken muhalefeti
çapsızlıkla, vizyonsuzlukla ve gerginliklerden beslenmekle suçlayan
üslubuyla başladı. Şimdi ne yapacağız? Yani kavga
yapmak zayıf insanların işi. Millet bizi kavga yapmak için
değil burada sorunlara çözüm üretmek için seçti, gönderdi, seçimler bunun
için yapıldı. Millet takdiri, sorunları çözmek için iktidar ve
muhalefeti belirledi. Muhalefet olarak bizim görevimiz sizi denetlemek. Tabii
denetlerken canınızı acıtacak, belki de rakamları ters
yönden gösterip, takla attırarak konuşacak bir sunum ortaya koyabilir
muhalefet ama iktidar kendisine taş atana kendisi de taş atmaya
kalkarsa yanlış olur.
Değerli
milletvekilleri, İktidar Partisi Grubunun getirdiği öneride iki
hususu dikkatinize sunmak istiyorum: Biri, gensoru önergelerinin
görüşmesini cumaya almak doğru olmamıştır yani bunun
halk dilindeki ifadesi kurnazlıktır. Nedir yani? Basının
gözünden saklayarak, milletin gözünden saklayarak Sayın Başbakan
hakkında verilen gensoruyu cumaya almanın ne anlamı var?
Bir diğer
husus…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Meclis çalışmıyor ki,
çalıştıramıyoruz.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Gece çalışalım, saat onda başlayalım,
pazar günü çalışalım. Hiçbir muhalefet partisi
çalışmaktan kaçmıyor. Sabahlara kadar çalışalım
ama gelin, şu görüşmeleri toplumun gözünün önünden saklamayın.
Niye cuma?
İki,
Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği gensoruyu da cumaya
aldınız. Bu doğru değil. Şimdi, biz bu gensoruyu
çekeriz. Niye? Çünkü, biz deprem olayını toplumun nezdinde canlı
tutmak istiyoruz.
Değerli
arkadaşlar, deprem, oldu bitti değil; deprem yaşanıyor, hâlâ
o deprem yaşanıyor, acılar yaşanıyor, çadırların
altı su, insanlar soğuktan ölüyor. Yani bu acıyı
yaşamak, bu acıyı gündemde tutmak bir sorumluluk değil mi?
Bu amaçla biz, bu önergeyi verdik ve bunun milletin gözü önünde
tartışılması… Darağacı asıp da kimseyi asmayacağız
ama deprem gerçeğini tartışalım; arzumuz bu. Bunun için
önerge veriyoruz ve diyoruz ki: “Bugünkü acıyı doğru
tartışmazsak muhtemel acıyı öngöremeyiz.” İşte
“İstanbul depremi geliyor, Hatay depremi geliyor” deniliyor. Ama
getiriyorsunuz, bir böyle hesap içinde cumaya getiriyorsunuz “İki önergeyi
aynı günde tartışalım.” diyorsunuz. Yapmayın! Buna
tenezzül etmeyin. Buna muhtaç değilsiniz. Eğer birtakım
açmazlarınız, sıkıntılarınız varsa, gelin
muhalefetle birlikte çözüm üretelim. Bu tavır doğru değil
değerli milletvekilleri. Grup yöneticileriniz böyle karar veriyor,
eyvallah ama bu Meclisin huzuru çok önemli, bu Meclisin itibarı çok
önemli.
Bir diğer
hadise: Yeniden, bitime kadar usulünü getirdiniz. Sayın Canikli, angarya
yasaktır.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Ama bakın Sayın Şandır,
sorumluluk bizde, Meclisin çalıştırılması
sorumluluğu bizde.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Angarya yasaktır. Bitime kadar çalışma usulü bu
Meclise hakarettir değerli arkadaşlar. Bitime kadar... Siz angarya
mı yüklüyorsunuz Meclise?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Biraz önce “Bu Meclis sabaha kadar
çalışır.” dediniz.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Sabaha kadar çalışalım saat koyun. Ama yani bu
angarya. Kabala derler Anadolu’da, kabala; şu işi bitir de git. Siz
de bize diyorsunuz ki, şu sıra sayılı kanunu bitirinceye
kadar çalışacaksınız. Ya bu, Meclise hakaret ya bu.
Gözünüzü severim, böyle bir şey yok. Siz bize deyin ki, gelin şu
kırk tane uluslararası sözleşmeyi çıkartalım.
Çıkartalım; geçmişte örneğini koyduk bunun.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Bir günde bir tane çıkarabiliyoruz.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Ama gözünüzü seveyim, yani böyle kavga yaparak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Bizimle paylaştığınız, birlikte imza
attığımız şeyleri bize sormadan değiştirerek
gündem belirlemeye kalkarsanız olmaz. Yolun başındayız. Bu
usul usul değil. Bundan vazgeçiniz değerli arkadaşlar.
Teşekkür
ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ – Karar
yeter sayısı…
BAŞKAN – Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup önerisini oylarınıza sunacağım ancak karar
yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar
yeter sayısı vardır ve kabul edilmiştir.
Sayın Tanal, söz talebiniz var ama
İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine göre işlem yapıyoruz. Bir saniye…
MAHMUT TANAL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Tanal, bir
saniye dinler misiniz.
Size söz vermem usulsüz olur çünkü
Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup önerisi üzerinde iki lehte, iki aleyhte
söz talebi vardı. Onları verdik, işlem tamamlandı.
Teşekkür ediyorum.
Alınan karar gereğince, sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz.
1’inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine
Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda
Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yok.
Ertelenmiştir.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.09
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.18
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
2’nci sıraya
alınan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili
Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkan Vekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan'ın; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız.
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan'ın; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/138) (S. Sayısı: 80)(X)
SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Başkan, bizim Grup Başkan Vekilimiz
imzasını geri çekti.
BAŞKAN –
İfade edersiniz efendim. Görüşmeye başladım. İfade
edersiniz, edeceksiniz zaten.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 80
sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Teklifin tümü
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen
Adana Milletvekili Murat Bozlak.
Sayın Bozlak şimdi
ifade eder efendim sizin geri çektiğinizi.
Buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi
dakikadır Sayın Bozlak.
BDP GRUBU ADINA
MURAT BOZLAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun
Teklifi’nin geneli üzerinde konuşmak üzere Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, siz de belirttiniz, her ne kadar daha önce Grup Başkan Vekili
Arkadaşımız bu yasa teklifine imza vermiş ise de daha sonra
yasa teklifinden grubumuz adına imzasını geri çekmiştir.
Değerli
milletvekilleri, konuşmama başlamadan önce bugün yine hepimizin
izlediği, özellikle de BDP’yi hedef alan, AKP’nin de arkasında
durduğu yeni bir operasyon yaşandı. Bu sefer operasyonun hedefi
BDP’liler değil, avukatlar. Sayın Başbakan bundan kısa bir
süre önce Asrın Hukuk Bürosunu işaret ederek, operasyonların
avukatlara yönelik işleyeceğini söylemişti. Geçmiş
dönemlerde, daha önceki başbakanlar da benzer operasyonların
yapılacağını işaret etmişlerdi, “Kürt iş
adamlarının listesi cebimde.” diyebilmişlerdi. Ama şimdi o
başbakanlar yok burada, koca partilerini de yok ettiler beraber. Bu durumu
özellikle AKP’li arkadaşlarımızın dikkatine sunmak
istiyorum. AKP’nin demokratik açılımdan geldiği nokta siyasette
baskıyla, şiddetle sonuç alma yöntemidir ki bundan sonuç almak asla
mümkün olmayacaktır. Kürt demokratik siyasetini hedefleyip “Dağdakini
imha edelim, ovadakini de bulduğumuz yerde alalım, cezaevine
atalım.” mantığıyla bu ülkeyi biz bir yere götüremeyiz. Bu
mantık, bu ülkeye sadece zarar vermektedir.
Değerli
arkadaşlar, bundan derhâl AKP’lilerin vazgeçmesi gerektiği
düşüncesindeyim. Kürt halkına demokratik siyaseti
yasakladığınız zaman, o halka siz dağın yolunu
göstermiş olursunuz. Eğer Kürt halkını dağa
yönlendirirseniz dönüşü biraz zor olur. Oysa Kürt halkı,
barış içerisinde Türkiye’deki Kürt kardeşleriyle, Türk
kardeşleriyle, Çerkezlerle, Araplarla hep birlikte eşit ve özgür
koşullarda yaşamak istiyor. Bunu belirttikten sonra yapılan
operasyonu bir kez daha kınadığımı belirtmek
istiyorum.
AKP’li bir
milletvekili arkadaşımız, dün, yasa tasarısı
değişikliği komisyonda görüşülürken “Ben köydeyken kahvede
oturduğum sırada bir seçmenimiz, köylümüz geldi “Siz Aziz
Yıldırım’ı kurtaracak mısınız? Bu
yasayı çıkaracak mısınız” dedi. “Ben, ondan
dolayı reddedeceğim” demişti. Son derece doğru bir karar
almıştı, ben kendisini kutluyorum ama ne yazık ki,
şimdi bu arkadaşımız köyüne gittiği zaman şunu
söyleyecek: Ey arkadaşlarım, ey seçmenlerim, ben Aziz
Yıldırım’ın tutukluluğunun kalkmasına engel
olmadım ama, onun yerine 70 avukatı içeri soktuk arkadaşlarımızın
sayesinde diyecektir diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, Parlamentoya yeni gelmişiz. Ben, geldiğim gün
itibarıyla özellikle gündem dışı sözlerin
dışında bir de lehte, aleyhte söz
alındığını gördüm. Lehte söz alan
arkadaşlarımız, bakıyorum aleyhe konuşuyor, aleyhte
söz alanlar lehte konuşuyor; gerçekten bu bana son derece
sıkıcı gelmeye başlamıştı, ama gördüm ki,
Parlamentoya AKP Hükûmeti yasama görevini yapma şansı
tanımamış. Yasama görevini AKP bizzat Hükûmete devretmiş ve
çıkarılan kanun kuvvetindeki kararnamelerle de yasama görevi Hükûmet
tarafından yürütülüyor. Demin bir arkadaşımız da bahsetti,
Parlamentonun açıldığı 1 Ekimden bu yana elli gün
geçmiş durumda, ilk defa bir kanun teklifi geliyor. Bir de, bundan önce
bir savaş tezkeresi çıkardı bu Meclis, bu ikincisi olacak.
Şimdi, eğer bunlar başka türlü olsaydı getirilmeyecekti
diye düşünüyorum.
Savaş
tezkeresi ile yine bu şike zanlılarının örtülü
affını öngören bu yasayı getirerek aslında AKP, muhalefet
partilerini de bu yanlışına ortak etmeye
çalışıyor. Bunu görmemiz lazım arkadaşlar.
Bunu belirttikten
sonra şunu da söyleyeyim: Ben, yine bu Mecliste ilk defa tanık
olduğum iki olaya şahit oldum: Birisi, zannediyordum ki gruplar hiç
anlaşmaz ama baktım ki bir noktada anlaşabiliyorlar.
İşte, dün görüşülen yasa teklifi üzerinde konuşurken grup
başkan vekili arkadaşlarımız çok rahatlıkla
anlaştılar. Ha, ben bunun devam etmesini dilerim, bunun Türkiye'nin
gerçek ihtiyacı olan sorunların giderilmesinde de devam etmesi
gerektiğini düşünüyorum.
Dün yine
başka bir şeye şahit oldum, son derece olumsuz bir şey, bu
da: Zanlıların gözetiminde bir yasa teklifinin Adalet Komisyonunda
görüşülmesine tanık oldum. Zanlılar Adalet Komisyonunun
bulunduğu odada ve bizler onların gözetiminde, Sayın
Başkanımız da burada, o zanlıları esasen
dışarı çıkarması gerekirdi, zannedersem Başkanın
izniyle böyle bir çalışmayı yürüttük.
Değerli
arkadaşlar, spor dallarında Türkiye’de, dünyada öne çıkan spor
dalı futboldur. Milyonlarca taraftarı olan bir spor dalı,
kulüplerimizin milyonları bulan üyeleri var ve özellikle futbol
maçları bütün dünyada olduğu gibi bizde, ülkemizde de keyifle
izleniyor iken bu arada futbolda gelişen fanatizm nedeniyle birçok olumsuz
harekete de spor sahalarında tanık olduk. Kavgalar, bariz küfürler,
ırkçı söylemler, hepsi kulağımızın duymak
istemeyip de kulaklarımızla duyduğumuz şeylerdi. Bunun
yanı başında şiddet de başını aldı
yürüdü. Bıçaklara, satırlara hep birlikte tanık olduk. Bu da
yetmiyor gibi, kimi maçlarda da maalesef maçı izleyen insanlar bıçaklanarak
öldürüldü.
Bu şiddetin
yükseldiği dönemde diğer taraftan spor kulüplerinin yöneticilerinin
kimileri ne yazık ki hak etmedikleri şeyleri maddi güçleriyle elde
etmeye çalıştılar ve şike ve teşvik primi söylentileri
ayyuka çıktı. Bunun üzerine spor kulüplerinin yöneticileri Türkiye
Büyük Millet Meclisine gelip parti grup başkan vekilleriyle
görüşüyorlar, sorunlarını, dertlerini anlatıyorlar ve
onların sorunlarını, dertlerini dinleyen Meclisimiz 31/3/2011
tarihli, 6222 sayılı sporda şiddeti ve düzensizliği engelleyen
yasayı, yani şu an için değiştirmek istediğimiz yasayı
çıkarıyor. Bu istemde bulunan ve yasa teklifi
hazırlanmasına da katkı sunan yöneticiler aleyhine yasa
dönüşünce, yani kimi kulüplerin değerli yöneticileri bu yasadan
dolayı soruşturmaya uğrayıp gözaltına
alınınca dün gene aynı yöneticilerin dışarıda kalanlarını
burada Mecliste çalışırken gördük, gezerken gördük. Onlar da
gene gelmişler. Diyorlar ki açıkçası: “Yasa, sağ olun,
çıkardınız. Ama bu yasada öngörülen cezaları biz fark
etmedik.” Daha doğrusu, aslında kendilerine
uygulanacağını düşünmemişler. Herhâlde gene o maça
gelen gariban, bıçaklanan, dövülenlere uygulanır zannetmişler.
Yasa dönüp kendilerine yönelik uygulamaya kalkışılınca, bu
sefer gelmişler cezaların indirilmesini istiyorlar.
Yasa teklifinde
yasanın özüne ilişkin bir değişiklik istenilmiyor;
istenilen, cezaların indirilmesidir.
Şimdi,
önümüze gelen yasa teklifinde de belirtiliyor, 11’inci maddede beş
yıl olan cezanın alt sınırı bir yıla indiriliyor.
Kaç aydır tutuklular? Altı ay filan oldu herhâlde tutuklanalı,
temmuz başında tutuklanmışlar.
Şimdi,
cezayı bir yıla indirdiğimizde, bir de iyi hâlinden dolayı
indirim uygularsa mahkeme -ki mahkemelerde genelde alt sınırdan ceza
veriliyor- büyük ihtimalle burada da bir yıl olarak kabul edilecek. Alt
sınırdan verildi, bir de iyi hâlinden dolayı 59’a göre indirime
tabi tuttuğunuz zaman yattığı süre yeterli kalıyor.
Onun için, teklifi
getirenler diyorlar ki Komisyon üyesi arkadaşlarımıza: “Şey
yapmayın ertelemeye gerek yok.” Niye yok? Ceza genel hükümleri dâhilinde
ertelenebilir bir miktardaysa suç ertelenir. Hayır, istediğimiz sonuç
tutuklamaya son verilmesidir.
Bu sonuç ceza bir
yıla indiği için elde edildiğinden herhangi bir itirazları
da olmuyor.
Neticede, bu
yasada öngörülen beş yıllık cezayı, biz, bir yıla
Meclisimiz indirdiği noktada, tutuklu olan teşvik
zanlılarının hepsini mahkemeler bırakmak zorundadır.
Niye? Ceza infaz edildi onun için bırakmak zorundadır. Bu nedir? Bu,
örtülü bir aftır.
Şimdi, bu
teklif kabul edildiği zaman örtülü af yapıyoruz. Gerek yok ki genel
bir af çıkaralım. Bu, yargıya müdahaledir. Hani yargıya
müdahale edilmiyordu? Soruşturma başladı, Sayın Adalet
Bakanı diyor ki: “KCK davasıyla ilgili soruşturma
başlamıştır, ben bir şey diyemem.” Burada,
soruşturma devam ediyor, yasayı değiştiriyorsun. Bu,
yargıya da müdahaledir artı “Kişiye özel ceza yasası
yapılamaz.” ilkesine de açık, bariz müdahaledir.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, Türkiye'nin temel sorunu bu değil. Biz
cezadan yana değiliz. Hatta ben, cezalardan, bir yıllık süre
ceza verilirken alt sınırı bir yıl, üst sınırı
üç yıl olan bir ceza düzenlemesine de karşıyım. “Bir
yıldan üç yıla kadar.” dediğin zaman iki yıllık bir
makas farkı çok bariz, hâkimlere, mahkemelere tanınan takdir
hakkıdır, bir yerde, yasama görevinin de onlara devredilmesidir. Bu,
kimi suistimallere de sebebiyet verecek bir düzenlemedir.
Biz cezadan
yana değiliz ama geneli ilgilendiren, gerçekten kamuoyunun
vicdanını rahatsız etmeyen düzenlemeler yapalım. Bu
Parlamentonun şu an için 8 sayın üyesi cezaevinde değiller mi?
Üç muhalefet partisinin milletvekilleri değil mi bunlar? Muhalefet
partileri, niye biz bir araya gelip bu arkadaşlarımızın
tutukluluğunun kaldırılması için bir çalışma
yapmıyoruz da şike zanlılarının tutuklanması için
bir araya gelebiliyoruz?
Gene,
Anayasa çalışması yapılıyor, yürütülüyor. Partimiz
tarafından “Yol temizliği” adı altında, gerçekten herkesin
şu an için rahatsız olduğu kimi düzenlemelerin öncelikle Parlamento
tarafından yapılması istenilmiş iken onlara
değinmiyoruz da özel, kişiye mahsus yasa çıkarabiliyoruz.
Onun için
diyorum değerli milletvekilleri yapmamız gereken, şahıslara
özel, örtülü affı öngören bir düzenleme yerine -kamuoyunun da vicdanen
rahatsız olduğu- toplumsal barışımıza da ön ayak
olabilecek yasal düzenlemeleri yapmalıyız, önümüze
koymalıyız. Bunu muhakkak Meclisin gündemine getirmeliyiz, özellikle
muhalefet partilerine bu görev düşüyor çünkü gördüğüm kadarıyla
AKP’nin böyle bir niyeti gözükmüyor. AKP “Dediğim dedik.” diyor. Yasama
görevinden, yasamada
çoğunluğu var, sayısal çoğunluğuyla yürütme zaten
AKP’de. Şimdi de yargı konusuna da bu denli müdahaleler olursa
kuvvetler ayrılığı ilkesini biz kendi elimizle ortadan
kaldırmış olacağız. Üç erkin, üç devlet erkinin tek
elde birleşmesi demek faşizm demektir.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (BDP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Bozlak.
Tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Turgut Dibek, Kırklareli
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli
arkadaşlar, evet, çok hızlı bir şekilde gelmiş olan 80
sıra sayılı yasanın tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz aldım. Öncelikle sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu yasa teklifi Meclisteki dört siyasi partinin grup
başkan vekillerinin imzasıyla Meclise sunulmuştu, biliyorsunuz,
geçtiğimiz günlerde. Az önce BDP’li arkadaşımız Sayın
Bozlak’ın belirttiği gibi onlar imzalarını geri çektiler, dün
Komisyonda görüşüldü yasa ama uzlaşmayla gelen bir yasa teklifiydi.
Tabii, bizim gönlümüzden şu geçiyordu aslında arkadaşlar: Yani
Meclis olarak 24’üncü Dönemin başında, daha ilk kanunu
çıkarıyoruz yani gerçek anlamda böyle bir kanun
çıkarıyoruz, bütün siyasi partilerin uzlaşarak
çıkaracağı yasa bu olmamalıydı aslında. Yani bir
yasa, bir düzenleme yapılacaksa, buna bir ihtiyaç varsa, gerçekten böyle
bir düzenlemeyi çıkaracaksak değerli arkadaşlar, bu
Parlamentonun 8 milletvekili şu anda tutuklu, cezaevinde. Onlarla ilgili
bir düzenleme yapılması gerekiyorsa bu mutabakatla
yapılmalıydı. Yani bu mutabakatı niye orada gösteremedik?
Aslında onunla ilgili biraz sonra konuşacağım. Yani bir mutabakat
yaptık aslında iktidar partisiyle, niye o sözler tutulmadı? Sadece
Cumhuriyet Halk Partisinin değil, bizim 2 milletvekili
arkadaşımız tutuklu ama Milliyetçi Hareket Partisinden de 1
milletvekili arkadaş tutuklu ve BDP üyesi olan 5 milletvekili de,
halkın oylarıyla seçilmiş olan milletvekili de tutuklu
arkadaşlar, cezaevinde.
Şimdi, bu
yasa, doğru, toplumda konuşuluyor, Türkiye’nin gündeminde
konuşuluyor yani bahsetmiş olduğum şu Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun. Yapılan bir operasyon
vardı temmuz ayında. Sporu çok seviyoruz, her birimiz seviyoruz. Az
önce arkadaşımız da belirtti, futbol kulüplerinin birlik
başkanı, Kulüpler Birliği Başkanı buradaydı,
Sayın Yıldırım Demirören, Futbol Federasyonundan
yöneticiler buradaydı, Fenerbahçenin başkan vekili buradaydı
dünkü komisyondaki görüşmelerde.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye bunu konuşuyor ama Türkiye’nin
halkımızın duyarlılığını
taşıyan çok önemli konular da vardı, çok önemli davalar da var
yani konunun dışına çıkmak istemiyorum, hukuksal zeminde
yargılamalardan bahsederek biraz düşüncelerimizi sizlerle
paylaşalım. Bu kanuna geleceğim, yani bu kanunla ilgili olarak
hangi noktaya geldiğini de belirteceğim ama değerli
arkadaşlar, kolaycılığa da bizim kaçmamamız gerekir.
Dün ben komisyonda
da söyledim, bugün ülke gündeminde vicdanları yaralayan öyle önemli
hukuksal –hukuksal da demeyelim de- siyasal davalar var ki. Şimdi,
onları görmezden gelirsek tribünlere oynamış oluruz, futbol
terimiyle, dün bunu söyledim.
Değerli
arkadaşlar, dün değil evvelsi gün yani pazartesi günü Meclisin
basın toplantı odasında, salonunda tutuklu milletvekili
arkadaşlarımızın yakınları ve yine Sayın
Tuncay Özkan, onun da kızı bir basın toplantısı
düzenlediler, sizler de izlemişsinizdir basından, televizyonlardan. Sayın
Haberal’ın kardeşi Ali Bey, Ali Haberal orada söz aldı,
Sayın Balbay’ın kardeşi Suat Bey söz aldı ve
düşüncelerini, duygularını, hissettiklerini anlattılar,
hangi noktaya geldiklerini anlattılar. Bin gün geçmiş
arkadaşlar, bin gün… Yani dile kolay. Tek tek sayarsak dahi çok, gerçekten
vahim bir süreç yaşanmış.
Bakın, ülke
gündeminde öyle davalar var ki artık hukuksal zeminini kaybetmiş yani
siyasal içerikte olduğu herkes tarafından kabul edilen yani oraya
düşen insanı “Allah kurtarsın, yani buraya düştünüz
artık, üç yıl mı, beş yıl mı içeride
kalırsınız.” diyerek insanların düşüncelerinde yer
eden davalar var ama insanlar o davalarda şu anda hayat mücadelesi,
yaşam mücadelesi veriyorlar. Bugün biz onları erteliyoruz,
öteliyoruz, iteliyoruz bir tarafa o davaları; bu davayı, bu
olayı, ülkenin gündeminde gerçekten yer tutan bu olayı, hep birlikte,
tüm siyasi partiler olarak konuşuyoruz. Konuşmayalım mı
diyebilirsiniz, konuşalım ama bilmiyorum, yani bizim de
duygularımızı anlıyor musunuz ya da o tutuklu milletvekili
arkadaşlarımızın veya diğer tutukluların?
Sayın Hurşit Tolon bir şey söyledi arkadaşlar, hep beraber,
burada hukukçu arkadaşlarımız da var, “Üç yıl iki ay sonra
ifadem alındı.” dedi, yani o sürelerde olabilir. “İfadem
alındı.” dedi. Kendisi tutuklu değildi. Bir de tutuklananlara
bakalım. Yani iki yıl, bir buçuk yıl önce, bir yıl evvel
ifadesini vermiş. Mahkeme heyeti ifadesini almış, dinlemiş
ama hâlâ “Sen burada kalacaksın.” diyor değerli arkadaşlar.
Böyle bir yargılama var Türkiye’de, böyle vicdanları sızlatan
bir süreç var.
Şimdi,
umudumuz o ki veya düşüncemiz o ki, isteğimiz o ki, değerli
arkadaşlar, siyasal partiler olarak en kısa süre içerisinde bu güzel
tabloyu, bu kanunda gösterilen bu tabloyu bu davalar için de gösterelim.
Bu arada,
değerli arkadaşlar, başka bir hukuksal, yine gündemi meşgul
eden bir dava daha var -dı, yani “dı” da diyebiliriz ama devam ediyor
şu anda. O da sürekli gündemi meşgul ediyordu, o da konuşuluyordu,
basın takip ediyordu, bizler takip ediyorduk. Onu ben söyleyince
rahatsız oluyorsunuz, dün komisyonda da arkadaşlar “Ne yeri var,
falan?” dediler, Deniz Feneri davası. O da ülke gündeminde olan bir dava, orada
da arkadaşlar, insanlar tutuklandı, orada da hâkimler var, orada da
savcılar var, insanlar şüpheli olarak işte gözaltına
alındı, sorguya davet edildi, savcılar tutuklamaya sevk etti,
hâkimler tutukladı. Orada da bir süreç devam ediyor. Yani iki tane yan
yana koyun, yani bu olaya gelmeden evvel. Arkadaşlar, üç ay, doksan gün
Deniz Feneri’ndeki şüpheli olan kişiler, sanıklar tutuklu
kaldılar; doksan gün sonra tahliye edildiler Türkiye’de. Benim önümde
-şu anda sizlere okuyacağım, tutanaklara geçmesini istiyorum
çünkü- o davada tahliye kararını veren hâkimin gerekçesi var. Artı
bir de sizin içinizden, AKP’nin kurmuş olduğu Bakanlar Kurulunun
içerisindeki çok önemli bir isim, şahsiyet Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’ın o karar üzerine
yaptığı bir değerlendirme var. Sizler de
okumuşsunuzdur o değerlendirmeyi.
Şimdi, orada
nelere oluyor? Silivri’de neler oluyor? Balyoz’da neler oluyor? Sporla ilgili
olan bu yargılamada neler oluyor? Hep beraber, bunları birlikte
değerlendirelim çünkü hepsi bir bütün bence.
Bakın
arkadaşlar, üç ay sonra, davaya bakan hâkim, 13. Asliye Ceza Mahkemesi
Hâkimi Hasan Akçam uzun süredir devam eden ve daha da sürebilecek bir
soruşturma olduğunu belirtiyor ve bu soruşturmada bütün
delillerin toplandığını ve şüphelilerin ifadesinin
alındığını belirtiyor kararında ve devam ediyor,
şüphelilerin kontrollerinin sadece tutuklama yoluyla değil, adli
denetimle de yerine getirilebileceğini, üç ay on gündür tutuklu
olduklarını ve daha uzun süreli bir tutuklamanın cezaya
dönüşebileceğini vurguluyor.
Ne diyor biliyor
musunuz? “Ben delilleri topladım.” diyor, “Bu insanların ifadelerini
aldım.” diyor, “Yani bunları daha fazla tutmak artık onlara ceza
vermek anlamına gelir.” diyor, “Tutuklamanın amacını,
mahiyetini, niteliğini aşar.” diyor. Aynen katılıyorum ben
bu hâkim arkadaşımıza yani bu hâkim arkadaşımız
doğruyu yapmıştır bana göre de, eğer öyleyse yani o
dosyayı o biliyor, ben dosyayı bilmiyorum ama gerekçesine
baktığımızda gerekçesi bana göre doğru hâkimin.
Değerli
arkadaşlar, “Tutuklama elzem değil, başka tedbirler var.” diyor,
“Bu insanlar kaçmaz bir yere.” diyor, “Onların hepsi saygın
insanlar.” diyor, öyle değerlendiriyor kararında ama bir tarafta da
Silivri’deki davaya bakan hâkimler var. Halkın oyuyla seçilmiş, yüz
binlerce oy almış, milletvekili olmuş, daha önce uygulaması
olan… Burada BDP sıralarında hâlâ da ikinci dönem, yine bu dönem
milletvekilliği yapan Sebahat Hanım var arkadaşlar. Kendisi
cezaevinde tutukluyken seçilmişti geçen dönem. Ona bir uygulama
yapıldı. O uygulamanın da dışında “Hayır,
biz şimdi salarsak kaçarsınız. Üç buçuk yıl geçti ama
delilleri toplamadık.” denen bir de bir yargılama var. Yani, lütfen bunları bir
tarafa koyun, ondan sonra da bu dosyaya da, daha doğrusu bu davaya da
bakalım değerli arkadaşlar.
Tabii, bu
yaşanan süreçten sonra, Sayın Arınç’ın da, her hukukçunun
olduğu gibi, hepimizin olduğu gibi, vicdanı daha fazla susmaya
el vermemiş değerli arkadaşlar. Bakın, Sayın
Arınç ne demiş: “Tahliye edilmiş olmaları, kim olursa
olsun, bizim için sevinç doğurur. Bir insanın hürriyetinin
bağlayıcı hâle gelmesi, tutukluluk ya da hükümlülük hoş
değildir.” demiş. Ama devamı çok önemli, diyor ki: “Bunları
tahliye eden hâkimin verdiği kararın başka davalardaki hâkimlere
örnek olmasını diliyorum. Kalben inanıyorum ki yakın
zamanda diğer mahkemeler, heyetler veya hâkimler tahliye kararlarını
vermeye herhâlde başlayacaklardır.” Böyle bir beklentisi var
kendisinin. Devam ediyor “Başlamaları gerekir diye söylemek
istiyorum. Yoksa bunun izahı olamaz. Buradaki mahkeme hâkimi, oradaki de
mahkeme hâkimi. Buradaki de tutuklu, oradaki de tutuklu.” diyor. Devam ediyor
“Sebahat Tuncel isimli bir bayan parlamentere tanınan bir imkânın,
bugün, milletvekili seçilmiş Mustafa Balbay, Haberal ve Engin Alan’a
uygulanmamasını benim vicdanım kabul etmiyor. Bunu doğru
bulmuyorum.” diyor ve son olarak da “Deniz Feneri sanıklarıyla ilgili
tahliye kararının bütün davalarda yargılananlar için emsal
teşkil ettiğine inanıyorum.” diyor.
Arkadaşlar,
bence çok önemli bir açıklama bu. Yani baktığımızda,
bir hukukçunun yapması gereken açıklama, sonuna kadar ben de bu
açıklamaya katılıyorum ama değerli arkadaşlar, şu
ana kadar bir şey değişmedi. Yani yargıçlar tabii ki
görevlerini yapıyor. İşte onlarla ilgili bir şey
konuşmaya kalktığımızda burada hemen şu
söyleniyor sizler tarafından da: “Anayasa’mızın 138’inci maddesi
var, ikinci fıkrası var. Yargılamaya kimse müdahale edemez,
hâkimlere talimat verilemez, hâkimlere telkin ve tavsiyede bulunamaz. Hâkimler
bağımsızdır.” Acaba öyle mi? Dün de söyledim, bunu söylemek
zorundayım, öyle olmadığını bizzat gördük. Yani bu
davayla ilgili konuşmuyorum.
Bakın
değerli arkadaşlar, PKK’yla yapılan görüşmede, devletin
yetkililerinin yaptığı görüşmede çok açık bir itiraf
vardı Habur’daki yaşanan olayla ilgili olarak. Ne dedi biliyor
musunuz Afet Güneş basına da sızan ve hiçbir şekilde de
yalanlanmayan bu açıklamalarda: “Habur’da hukuk yerle bir edildi, hiçe
sayıldı.” dedi. “Hukuku yok ettik. Bir söz vermiştik,
tutuklamayacağız.” dedi yani onu derken bu ülkede Başbakana
“Parasız eğitim istiyoruz.” diye pankart açan öğrenciler -10’larca- içerdeydiler, onları
tutuklayan hâkimler de vardı.
Şimdi
ben şunu sormak istiyorum: O hâkim ve savcılar Habur’a giden… Biri
Diyarbakır’dan sanıyorum, Silopi’den gittiler, öyle alındılar,
helikopterle götürüldüler, yani teröristler Habur’da bekledi, biz hâkim ve
savcıyı aldık, helikoptere koyduk Habur’a götürdük. Onlara kim
ne dedi? 138/2 var, unutmayın yani “138/2’ye göre kimse müdahale edemez.”
diyoruz ama o hâkim ve savcılar çıksın konuşsun istiyorum
ben. Birileri onlara dedi ki: “Arkadaşlar, bir söz verdik, bir
anlaşma yaptık, bunları tutuklamayacaksınız,
salacaksınız, bunlar ne derse desin ‘Pişman değiliz.’ de
deseler ‘Pişmanız.’ yazacaksınız, bunlara gereğini
yapacaksınız.” Demek ki bu yapılıyormuş,
yapılmış zamanında. Şimdi ben şu
açıklamaları, bu olayları gördükten sonra üzülerek belirtmek
istiyorum yani Deniz Fenerinde yaşanan gerçek, doğru bir süreç varsa
eğer -öyledir, deliller toplanmışsa tutuklamanın, tutuklu
kalmalarının bir mantığı yok ama- diğer tarafta,
değerli arkadaşlar, bin günleri aşan ve milletvekili
sıfatını taşıyan insanlar tutukluysa ben açıkça
tüm içtenliğimle söylüyorum -belki birileri telefon
açmamıştır, söylememiştir çünkü “Telefon açmadık.” da
diyemezsiniz. Adalet bakanları, zamanında, burada milletvekilimiz
şu anda, telefon açtığını da biliyoruz ama- o hâkim ve
savcılar durumdan vazife çıkararak gereğini yapıyorlar
şu anda. Bunu da, değerli arkadaşlar, burada belirtmeyi bir
görev biliyorum.
Bakın,
elimde benim de imzamın olduğu şu mutabakat metni var. 11
Temmuz’da biz AKP Grubundaki grup başkan vekilleri ile -Sayın
Aydın burada, onun da imzası var; Sayın Canikli de var, onun da
imzası var ve Genel Başkan Yardımcıları Sayın
Haluk İpek var; bizden de Sayın Akif Hamzaçebi, ben ve Aydın
Ayaydın vardı- şu protokolü yaptık... Bu protokol hangi
amaçla yapılmıştı? Tutuklu milletvekillerimizin Mecliste,
Parlamentoda bulunmaları gerekir, bunun için düşüncelerimizi
açıkladık, aynı noktada olduğumuzu kamuoyuyla
paylaştık ve bir şey daha
söyledik, Türkiye’de yargılamayı yapan hâkim ve savcılara da
aslında buradan Parlamentonun iki grubu olarak bir şey söyledik: Bu
ülkede bir Anayasa var, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi var,
uluslararası unlaşmalar var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararı var, bizim bu mahkeme kararlarına uymamızı gerektiren
imzamız var, o kararları açıp baktığınızda
değerli arkadaşlar, hiç kimse milletvekillerinin tutuklu
kalmasını öngörmüyor. Şimdi, bir de bizim mevzuatımız
var: Türk Ceza Kanunu var, Ceza Muhakemeleri Kanunu var ama şunu diyoruz
orada da: Bütün milletvekilleri, seçilmiş milletvekilleri burada bulunsun
ama mevcut devam eden yargılamalar ki önemlidir, beşinci paragrafta…
Hukukun üstünlüğü çerçevesinde bütün bu mevzuatı dikkate alın
arkadaşlar ve en önemlisi de şunu belirttik: Özgürlükleri
genişletici bir şekilde yorumlayın. Bakın Anayasa’ya,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, sözleşmelere
bakın, sonra deyin ki: “Bu kadar süre tutuklu kalmaları doğru
mudur? Dünya ne yapıyor, Avrupa ne yapıyor, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi tutukluluk süreleriyle ilgili ne demiş?” E bağlayıcı,
bunlar bizi de bağlıyor, “Bunları da dikkate alın.” dedik.
Burada da diyoruz. Şu ana kadar dikkate alan yok. Bir de imza
atmıştık “Bunlar alınsın.” diye. Alınmıyorsa
o zaman değerli arkadaşlar, burası, yasa koyucu, Parlamento
bakın şu an kanunu burada getirdik, çıkaracağız biraz
sonra, belki yarın, öbür gün, bilemiyorum Cumhurbaşkanımız
hangi gün imzalayacak, Resmî Gazete’de yayımlanacak ve belki de
duruşma gününü beklemeden ilgili hâkimler, sanıkların, bu davada
şu anki bu şike soruşturmasında yargılanması
beklenen sanıkların tutuklu kaldıkları süreleri dikkate
alarak tahliye edecekler, yani Şubat, Mart ayındaki
duruşmayı beklemeden bunu yapacaklar ama arkadaşlar bu
protokolün gereği şu ana kadar yapılmamıştır.
Bazen söylediğiniz çok güzel söz var, sıkıştıkça
söylüyorsunuz: Gözler kör oluyor, işte ağızlar kilitleniyor,
kulaklar duymuyor diye. Değerli arkadaşlar, burada imzanız var,
bak burada arkadaşlar bakmıyorlar da, yani buna imza atan
arkadaşlarımız. Ben tüm siyasi partilere bu ayıbı
temizlememiz gerektiğini, değerli arkadaşlar, buradan bir kez
daha dile getirmek istiyorum. Bu ayıp, Türkiye’nin tarihsel bir ayıbı
olarak sayfalarına geçer. Bu kadar daha sessiz kalmamız mümkün
değildir. Gelin, hep beraber, bak burada yapıyoruz, bu işe
mutlaka çözüm getirelim diye düşünüyorum.
Şimdi, yasayla
ilgili de şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Yasa, Meclise
geldiğinde uzlaşılmış hâlde gelmişti ama
gördüğümüz şuydu: Kulüpler Birliği böyle bir yasa
hazırlığı yapmış yani böyle bir taslak
hazırlamış. Biliyorsunuz, bununla ilgili Levent
Bıçakçı da bir çalışma yapmış. Buraya
getirmişler, getirdikten sonra tüm grup başkan vekilleri de “Madem
siz uzlaşmışsınız, uzlaştıysanız biz de
bu yasa üzerinde…” Mutabakata da varılmış, doğrudur.
Türkiye’de konuşulan bir konu, şu anda gerçekten sorun hâline
gelmiştir ve açıkça şunu da söyleyeyim: Ben geçen dönem de
Parlamentoda milletvekiliydim. 23’üncü Dönemde biz Adalet Komisyonundan bu yasa
geçerken… Mart ayında geçti değerli arkadaşlar, martın
sonunda geçti yani nisan ayının başlarında geçti.
Birçoğumuz seçim çalışmalarına
başlamıştık; bizim ön seçimlerimiz vardı, burada
yoktuk. Bu, Komisyondan geçerken inanın çok incelenmedi, 6222
sayılı Kanun için bahsediyorum. Ben bir hukukçu olarak cezaların
çok ağır olduğunu görüyorum yani böyle bir şey olmaz. Biz
geçen yılın sonunda, yani 2010’un Aralık ayında, yine
AKP’nin getirdiği görevi kötüye kullanma suçunun cezasını
indirdik, Komisyonda da indirdik. Sipariş bir kanundu. Bir yıldan üç
yıla kadardı biliyorsunuz. Görevi kötüye kim kullanıyor?
Memurlar kullanıyor, kamu görevlileri kullanıyor yolsuzluk yaparken,
yani elindeki yetkiyi kullanıyorlar. Onu altı aydan iki yıla
kadar indirdik, tecil sınırının içerisine çektik onu. Onu
Komisyonda da görüştük, burada da geldi, getirdik ama
karşılaştırmanız için söylüyorum: Burada beş yıldan
on iki yıla kadar olan çok yüksek bir ceza, nasıl gözden
kaçmış? Kaçmış. Ben öyle görüyorum, vur deyince
öldürmüş yasa koyucu bana göre ama uygulamaya geldiğinde bunun
yanlış olduğu ortaya çıktı. Bu yanlışı
düzeltmek adına da bu teklif veriliyor.
Tabii, ilk
geldiği şeklinde bizim sakıncalı gördüğümüz,
diğer siyasi partilerin de, AKP’nin de, MHP’nin de sakıncalı
gördüğü, BDP’nin de aslında sakıncalı gördüğü bir iki
nokta vardı, onları Komisyonda düzelttik arkadaşlar. En önemlisi
şuydu: Bir maddesi var zaten bunun; 11’inci madde. Yani 1’inci madde
olarak gelen, mevcut kanundaki 11’inci maddede yapılan
değişiklik, kamuoyunda da tartışılan. Yöneticiler,
Federasyon yöneticileri, kulüp başkanları, kulüp yöneticileri, teknik
heyettekiler, futbolcular, oradaki bu kişiler, bu suçla ilgili herhangi
bir soruşturma kapsamında soruşturuluyorsa veya
yargılanıyorsa savcıya, hâkimden bu kişilerin
yaptığı görevlerle ilgili olarak yasaklama kararı… Yani
bunlar görevlerini yapamaz, başkanlık ellerinden alınsın,
yönetim kurulu üyeliği ellerinden alınsın, yönetim kurulu
üyeliği ellerinden alınsın, teknik direktörlük ellerinden
alınsın. Hangi aşamada? Daha savcılık artı
yargılama aşamasında bunların ellerinden alınsın,
buna mahkeme karar versin şeklinde bir düzenleme vardı, çok
yanlış bir şeydi. Bunlar dernek arkadaşlar. İdari bir
olay. Bunlar kamu yararına dernekler. Mahkemenin gelip de… Daha masumiyet
karinesi dediğimiz, insanlar ancak mahkûmiyet kararıyla mahkûm
olurlar, ondan evvel herkes masumdur biliyorsunuz. “Böyle bir şey
nasıl olur?” dedik. Arkadaşlar, her birimiz, AKP de, MHP de “Evet
böyle bir şey olmaz.” dedi, önergeyle onu kaldırdık ancak mahkûm
olduktan sonra, kişiyle ilgili, zaten Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesi
var, o madde uygulanacak ve gereği yapılacak.
Bir diğer önergeyle
düzelttiğimiz konu şuydu: Bu verilen cezalar herhâlde biraz yüksekti,
aşağıya indirildi gibi düşünülüyor. Bunlar zincirleme,
birden çok işlenirse nasıl bir artırım uygulanacak hükmü
vardı. O da…
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dibek,
teşekkür ediyorum.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Bir
dakika Sayın Başkan…
BAŞKAN – Lütfen…
TURGUT DİBEK (Devamla) – Daha
önceki uygulamalarda veriliyordu Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır. Başka
uygulamamız yok efendim.
TURGUT DİBEK (Devamla) –
Teşekkür ediyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Dibek.
Sayın milletvekilleri,
birleşime bir saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.56
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 19.57
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
80 sıra
sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Teklifin tümü
üzerinde şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk’e aittir.
Buyurun Sayın
Öztürk.
MHP GRUBU ADINA
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
Komisyon Raporu’nun tümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Haziran seçimlerinden bugüne
yaklaşık beş ay geçti, 1 Ekimden itibaren de elli üç gündür
Meclis açık. Tabii, biz bu arada 550 milletvekili, 27.500 lira
maaşımızı da aldık. Ancak ne hikmettir ki henüz daha
toplumsal karşılığı olan bir kanunu bugün görüşme
imkânı bulduk. Hâlbuki bu Meclis milletin sorunlarının çözümü
için, hukuk kurmak için seçildi, seçimler onun için yapıldı ve
iktidarın görevi de Meclisi çalıştırmaktır. Şu
ana kadar 35 tane kanun hükmünde kararname çıktı. Endişe
ediyoruz ki bu, Meclisi devre dışı bırakmanın bir yolu
mudur? İnşallah, bu endişelerimizde haklı
çıkmayız.
Değerli
milletvekilleri, gerek ülkemizde ve gerekse dünyada spor, çok büyük bütçeleri
ve elbette ki doğal uzantısı olarak da rant ve rantiyeyi
beraberinde getirmiştir. Rantın olduğu yerde ciddi
çekişmeler, ciddi kavgalar olduğu da tarihsel bir gerçektir. Yasama
organı olarak da ülkemizde açık olan bu alanda yeni düzenlemeler
kaçınılmazdı. Ne var ki kantarın topuzu fazla
kaçmış ve şimdi huzurlarınıza getirilen bu
değişiklik çalışmasıyla suç-ceza
karşılaştırmasında denge sağlanmaya
çalışılmaktadır. Özellikle bu alanda işlenecek
suçlarda verilecek cezalarda paraya çevirme, hükmün
açıklanmasının ertelenmesi, tecil gibi uygulamaların önüne
geçilerek bu konunun ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır.
Ülkemizde spor
kaynaklı suçlarda -ki bu ister şiddet olsun ister şike olsun- bu
konuda taviz vermeme kararlılığımız bilinmelidir ancak
yasama olarak bizim bu görevi tamamlamış olmamız olayın
halli için yeterli olmamaktadır. Olay yargı aşamasında
ciddi, kararlı ve ısrarlı uygulanmalı ve ülkemiz spor
suçları için bir cehennem olmalıdır. Ne var ki günümüz
yargı camiası bize bu noktada tam bir güven vermemektedir. Bu konuyu
Meclis Genel Kurulu huzurunda tarihe not düşmesi anlamında arz etmek
istiyorum.
İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet
Savcılığı 2010 yılında TCK 220 anlamında bir
örgütlü suç soruşturması başlatıyor. Yasama Meclisi ise
2011 Nisan ayında, “Sporda Şiddet Yasası” olarak bilinen
düzenlemeleri yapıyor. Birden, ne hikmetse soruşturma şike
soruşturmasına dönüyor. Elbette ki nisan ayı sonrası bu
yasaya muhalefet varsa o soruşturma konusu olacaktır ama o zaman
ilgili savcılık fizik ve teknik takip izinlerini bu suç
soruşturmasından kaynaklanan sebeplerle talep edecektir. O zaman
“demokratik açılım” dersiniz ve fakat bir savcının görevini
yaparkenki niyetiyle kapanır kalırsınız. Bu metotla herkes
her şekilde soruşturulur.
Bakın, İstanbul Özel Yetkili Savcısı,
bu gündemdeki soruşturmasında gizlilik kararı da
almıştır ve ne yazık ki bu gizlilik talebi kabul
edilmiş olan Özel Yetkili Savcı bu gizliliği dilediği
yerlerde kullanmıştır. Futbol Federasyonuna dosyalardan örnek
vermekte sakınca görmemiştir. Avrupa’dan gelen UEFA görevlisine bilgi
vermekte sakınca görmemiştir ama dosya sanıkları,
sanık avukatları ve kamuoyu gizliliğe
takılmışlardır. Futbol Federasyonu maalesef bu noktada
doğru bir duruş sergileyememiştir. UEFA görevlilerine
karşı sorumluluğunun abartılı teslimcisi olurken
ülkesinin sporcu ve kulüplerine karşı peşin hükümlü
olmuştur, merhametsiz davranmıştır. Federasyon
Başkanı, soruşturma konusunun baskısından bunalan bir
teknik direktörümüzün feryadına karşı gayet lakayıt bir
şekilde ülke futbolunda bir sorun olmadığını ifade
edebilmektedir. Bu olayların binde biri acaba Federasyon
Başkanının şirketlerinde gerçekleşseydi bu kadar
vurdumduymaz davranır mıydı, merak etmiyor değilim.
UEFA görevlileri,
özel yetkili savcıyı ziyaretlerinde, yanında Federasyon görevlileri
de olduğu hâlde savcı beyle doksan dakika görüştüler.
Görüşmede bir yabancı olduğuna göre konuşmalar tercüme
edildi. O zaman, bu süre net kırk beş dakikadır. Bu sürede her
iki taraf da konuştuğuna göre, UEFA görevlisine anlatımın
süresi yirmi dakikaya düşmektedir. Bu yirmi dakikalık dinleme
ilgiliye o kadar yetmiştir ki UEFA Başkanı Platini
toplantılarda ahkâm kesebilmiş ve tüm planlamalarını
Şampiyonlar Ligi’ne göre yapan kulübümüzü yarış
dışına atabilmiştir. Ne yirmi dakikaymış, ne
bilgilendirmeymiş ki bırakın ülkemize gelen görevliye,
Başkanına bile bu bilgiler yetmiş.
Ben şimdi bu
bilgileri soruşturma penceresinden irdelemek istiyorum. Kolluk kuvvetleri
özel yetkili savcıdan talimatını aldı ve CMK’ya göre fiziki
ve teknik takibi başlattı, şike konuşmalarını da
duydu, alışverişleri de resimledi ve kayda aldı. Anlamakta
zorlanıyorum, kardeşim, eliniz pancar mı topluyor, neden
alışverişi suçüstü yapmazsınız? Maksadınız
suçu önlemek mi, suçun işlenmesini temin edip birilerine baskı
uygulamak mı? Eğer bunu yapmazsanız, netice itibarıyla
kamuoyunda “Acaba suçlu hazırdı, suçluyu suçlayabilmek için deliller,
belgeler mi hazırlanıyordu?” diye bir kanının,
algının oluşmasına sebebiyet verirsiniz. Futbolcunun
avukatı haykırıyor: “Resimdeki kutu saat kutusu ama özel yetkili
savcıya göre para kutusu. Bu durum hiçbir şüpheye yer vermeyecek
kesinlikte kabul mü görecek? Hangi nokta kadar şüphe varsa bundan
sanık yararlanacaktı?”
Kamuoyunda bir
kısım eleştiriler yapılıyor “Meclis cezaları
azaltıp birilerini kurtaracak.” diye. Biz de şu cevabı
veriyoruz: “Ceza ve suç arasında adil bir kıyas olmalıdır.
Bir yandan milletin paralarını dolandıranların tahliyesine
en yetkili ağızlar ‘Adalet budur, fazla tutukluluk adaletsizliktir.’
diye demeçler verecek ve diğer yandan benden olmayandan bana ne diyen bir
tavır sergileyeceksiniz.” Bu olmaz, bu adalet değil zulümdür, mazlum
oluşturur, mazlumun ahı da yerde kalmaz. Adalet zulüm yapmaz, devlet
zulüm yapmaz.
Takımına
sahip çıkmayan, gizli soruşturma dosyası ile etik kurulu kurup
raporları hazırlayan federasyon, soruşturmada suçu önleme
değil işlettirme üzerine strateji kuran kolluk, gizliliği
istediğine göre uygulayıp 2010 yılında iken 2011 Nisanda
çıkacak yasaya göre soruşturma başlatan özel yetkili savcı
ile oluşturulmuş bu cephe -kusura bakmayın- bana çok iyi niyetli
de gelmemektedir. Hatta
bırakın iyi niyeti kasıt aramak mecburiyetinde kalıyoruz.
Bugünlerde bir emekli paşa “Dokunulmazlara dokunuldu.” diye demeçler vermektedir. Hedef buysa başarılı
olunmuştur. “Dokunulmaza dokunacağız.” diye Avrupa’nın ilk
10’una giren bütçeyi yapan ve üstelik bunu yaparken hiçbir devlet kurumundan
yardım almayan kulübü mağdur etmeyi başardık.
Başkanları ve üst düzey yöneticileri kaçma şüphesiyle tutuklu,
takımı dağıtmak zorunda kaldık, oyuncularını
kaybettiler ve -bravo bize- başardık bunu!
Gizlilik
kararlı soruşturma dosyası gizli değil gizli kapaklı
olmuştur ve hangi neticeyi açıklarsa açıklasın, hangi
delili ibraz ederse etsin daha açıklanmadan şaibe
bulaşmış bir iddianame oluşmuştur.
Bakın, Futbol Federasyonu Etik
Kurulu Talimatından madde 6. “İnceleme, Araştırma ve
İtiraz” başlıklı kısmın 4’üncü maddesi diyor ki:
“İnceleme sırasında yargı yoluna gidildiği veya
Disiplin Kurulları ile Tahkim Kurulu’nca işleme
alındığı anlaşılan başvuruların
inceleme işlemleri durdurulur.” Ama bu olayda durduramıyorlar. Fren
sistemi mi bozuk, yoksa başka bir talimat bu talimatı geçti mi,
anlayamıyoruz.
FIFA Başkanı açık ve
seçik bir şekilde ülkesinin hem millî takımına –hatırlayacaksınız-
Türkiye’yle yapılan maç ile alakalı olarak hem de kulüp
takımına -yine hatırlayacaksınız- Sion kulübü-UEFA
çekişmesinde sahip çıkarken az önce bahsettiğim cephe, ülkenin
iftiharı kulübünü mağdur etmeyi başarmıştır.
Bu konuşmamdan elbette ki
şikecilerin avukatlığına soyunduğum sonucu
çıkarılmamalı. Eğer bu düşüncede olanlar var ise
peşinen söylemek isterim bir hukukçu olarak ve hele de milletimden yetki
almış bir millet evladı olarak elbette ki feryatları duyacağız.
Eski Adalet Bakanlarımızdan birisinin dediği gibi: “Cumhuriyet
savcıları, Meriç kıyısında çalışan Türk
köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da bu vatanda
yaşayanların uğrayacağı en ufak bir
haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız
kuytularında nafakasını bekleyen öksüzlerin
gözyaşlarından siz mesulsünüz.” Ne oldu bu söze, hükmünü mü yitirdi,
boşlukta mı kaldı, yoksa savcıların görevleri mi
değişti?
Suç soruşturması linçe
dönüşmüştür. Bu linç artık durmalıdır. Bu yasa
vesiledir, suçlu takibi suç işleme gerekçesi
yaptırılmamalıdır.
Bu vesileyle bir husustaki
görüşlerimi daha Genel Kurula arz etmek istiyorum. Futbol Federasyonu
özerkleştirilme çalışmaları belli bir yasa ile şekil
bulmuştur. Ne var ki bu yasa Futbol Federasyonunu baskı
gruplarına karşı özerkleştirememiştir. Futbol
Federasyonu seçimlerinde seksen bir il beden terbiyesi il müdürü delege olarak
oy kullanmakta iken siyasal iktidarın Futbol Federasyonu üzerinde
baskısının olmadığından bahsedebilmek mümkün
değildir. Yine çalışma dönemlerinde ücret karşılığı
futbola hizmet etmiş olan ya da hâlâ hizmet etmekte olan profesyonel
hakem, eski hakem, futbolcu veya eski futbolcu gibi kişilerin Futbol Genel
Kurulunda oy kullanması ne kadar doğrudur? Üstelik bu işi ücret
karşılığı değil gönül işi gören, cebinden
para harcayan amatör küme üçüncü lig yöneticilerinin çoğu Genel Kurulu
seyirci olarak dahi izleyebilme imkânına sahip değildir. Gerçek
anlamda özerk futbol için yasa yeniden ele alınmalı, tıpkı
bugün olduğu gibi iş birliğiyle birlikte yeniden hazırlanmalı.
Hatta kulüp yöneticileri futbolu da yönetmeli çünkü futbolun amatör
sorunlarını da, profesyonel getirilerini de en iyi onlar bilmektedir.
Devlet gerçek özerk futbolun üzerinde bir Demokles’in kılıcı
olmaktan kaçınmalıdır.
Bir gün, temennim
odur ki, bu kutsal çatı altında inşallah “Organize suç
soruşturuyoruz.” diye komplo kuran organize suçluları da konuşma
imkânı buluruz. Devlet çatısı altında legal pozisyonda
illegal yapılanmalar, eylemler, faaliyetler, soruşturmalar
inşallah burada konuşulur, konuşma imkânını buluruz.
Bu konuda umutlarımızı muhafaza ediyoruz. Şimdi güzel bir
iş birliğiyle yüce Meclisimiz olayı yasama yetkisi
kapsamında ele almış ve düzenlemiştir. Dilerim uygulama da
adalet duygusuyla, adalet teşkilatının güzel bir iş birliğiyle
olur ve bundan ülkemiz, milletimiz ve adalet kazanır.
Bu duygularla
hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Şimdi, AK
PARTİ Grubu adına söz isteyen Hakkı Köylü, Kastamonu
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Köylü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ
GRUBU ADINA HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 80 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde AK
PARTİ Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
huzurlarınızda bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşülmekte
olan kanun teklifinin esasına geçmeden önce bu kanun teklifinin
verilmesine sebep olan, daha doğrusu hâlen yürürlükte bulunan 6222
sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun hakkında birkaç bilgi sunmak istiyorum.
Gene, bu Mecliste
2004 yılında çıkarmış olduğumuz 5149
sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair
Kanun’umuz vardı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra tekrar yeni bir
kanun çıkarılması gerçeği ortaya çıktı. Neydi
bunun gerekçesi? O zaman Gençlik Spor Genel Müdürlüğü ile gene Futbol
Federasyonu ve diğer federasyonlar tarafından hazırlanan ve
çıkarılması istenen kanunda idari para cezaları vardı.
Bu idari para cezaları ya uygulanamıyordu ya da para cezası verilse
dahi tahsil edilemiyordu. Müsabaka yasağı genellikle konulamıyor
ama müsabaka yasağı konulmuş olan kişilerin stadyumlara
alınmasına engel olunamıyordu. Taraftarların stadyum
dışındaki eylemlerine hiçbir çare bulunamadı ve o eylemler
devam etti.
Dolayısıyla
kanun istenen amaca ulaşamadı, gereği gibi uygulanamadı ve
yeni bir kanuna ihtiyaç doğdu. İşte, bu sebepten dolayı
6222 sayılı Kanun gündeme geldi. Bu Kanun’da neler
yapılmıştı, kısaca onlardan bahsetmek istiyorum.
Taraftarların
bulundukları ilden başka bir ile spor müsabakası için gitmeye
başladıkları zaman, ta kendi illerinden
çıktıkları andan itibaren diğer ile varıncaya kadar
yolda, diğer ile vardıkları şehir içinde, stadyumun
çevresinde ve bütün taraftarların gidiş-geliş
güzergâhlarında birtakım tedbirler alınmasını, orada
yapmış oldukları şiddet eylemlerinden dolayı bir
müeyyideye tabi tutulmasını, bunun akabinde de spor
müsabakalarına girmekten belirli bir süre yasaklanmasını
öngörüyor.
Bunun dışında,
stadyumlar tamamen güvenliği sağlamak için kameralarla donatılıyor.
Daha önce de vardı ama uygulanamadı. Bu kameraların
izlendiği iki tane bölüm var, bu bölümlerde güvenlik güçleri kamera
başında bulunuyor, ayrıca spor kulübünün temsilcisi de bu
kameranın bulunduğu yerde, stadyumdaki bütün olaylar kameralara kaydediliyor,
bu kamera kayıtları da eğer bir olay çıkmış ise,
bir suç işlenmiş ise, bu Kanun’da sayılan eylemlerden birisi
gerçekleşmiş ise, bu kayıtlar hem spor kulübüne hem cumhuriyet
savcılığına tevdi ediliyor.
Bir başka özelliği, müsabaka
esnasında özellikle tribünlerde bulunan kişilerden herhangi birisinin
spor düzenini, müsabaka düzenini bozması söz konusu olursa, bu takdirde bu
kişiler veya bozmaya yönelik eylemlerde bulunan kişiler, güvenlik
güçleri tarafından alınarak stadyumda hazırlanmış olan
iki tane, iki kulüp için ayrı ayrı hazırlanmış olan ve
20’şer kişilik kapasiteli iki tane bölüme getiriliyor ve burada
güvenlik altında tutuluyor.
Bunun dışında, stadyuma
girebilmek için artık bundan sonra futbolda en üst lig ve bir alt lig ile
basketbol ve voleyboldaki en üst liglerde elektronik bilet uygulaması
getiriliyor. Bu bilet uygulamasıyla, maça gitmek isteyenler, spor
müsabakasına gitmek isteyenler kulüplerin bulunduğu yerde,
stadyumlarda veya önceden gösterilen yerlerde kurulan sisteme gitmek suretiyle
çok kısa bir süre içerisinde bir kart alıyorlar, aynı banka
kartı gibi, bu karta gidecekleri maçlarla ilgili konu işleniyor, bu
kişi elindeki kartla beraber maça gidebiliyor. Eğer kendisinin bir
yasağı varsa, yasaklanmış ise kapıya geldiği
zaman kart sinyal veriyor ve içeri geçişi yasaklanıyor. Şöyle
veya böyle geçmiş ise tekrar tespit ediliyor ve dışarı
çıkarılıyor. Ayrıca herkesin yeri önceden belli ediliyor,
bir başkasının yerine kesinlikle oturmak yasak, biletsiz olarak
gene spor müsabakasına girmek yasak. Bunlar şu anda da yasak fakat bu
yeni düzenlemeyle bu yasaklar uygulanmaya başlanacak.
Bunun
dışında, müsabaka alanına getirilmesi,
taşınması, stadyumun etrafında bulundurulması ve
stadyuma sokulması yasak olan bazı maddeler var. Zaten bizatihi
taşınması, bulundurulması suç teşkil eden ateşli
silah veya patlayıcı maddelerle ilgili hüküm 6136 sayılı
Kanun’da ve Ceza Kanunu’nda var. Buradaki suçlar artırılarak
hükmediliyor ama bunun dışında, en çok şikâyet
ettiğimiz kesici aletler, hatta özellikle döner bıçağı diye
tabir edilen bıçak da dâhil olmak üzere çeşitli kesici, delici,
bereleyici, ezici aletler ile patlayıcı maddelerin de stadyumlara
girmesi yasaklanıyor ve bu yasağa uymayanlara önemli cezalar
getiriliyor. Ayrıca, bu saydığımız maddeleri spor
alanına sokup da başkalarına temin edenler için daha da
ağır bir ceza getiriliyor.
Bunun
dışında, en çok rastladığımız, stadyumlarda,
karşı taraftarlara, hakemlere, futbolculara veya diğer
kişilere çok ağır hakaretler yapılıyordu. Bu
hakaretlere elbette ki Ceza Kanunu’muzda suç öngörülmüş ama bir de uluorta
hakaret edenler var yani dinleyenler, görenler, duyanlar tarafından bunun
bir hakaret olduğu net bir şekilde anlaşılan bazı
fiiller var ama karşısında bunun bir muhatabı yok, o zaman
kimse bir şey yapmıyordu. İşte bu kanunda buna da önemli
bir ceza getirildi ve bu saydığımız cezaların hepsinin
sonunda spor müsabakalarına gitmekten yasaklama cezası verildi.
Ayrıca, spor
müsabakalarında özel güvenlik görevlilerinin ve resmî görevlilerin hangi
şartlarda, nasıl bulundurulacağına dair hükümler getirildi.
Bunun
dışında, işte bugün görüşmekte olduğumuz
şike ve teşvik primine ilişkin bir düzenleme de
yapıldı. Hepinizin bildiği gibi, bir spor
müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir
başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden bir kişi şike
suçundan dolayı cezalandırılıyor. Bundan dolayı bir
menfaat alan kişi de aynı şekilde bu suçun ortağı
olarak cezalandırılıyor.
Bu suçun
oluşması için iki tarafın birbirine para vermesi şart
değil, müsabakanın bu şekilde oynanması da şart
değil. Eğer taraflar şike konusunda
anlaşmışlarsa, belirtilen menfaat, kazanç yerine getirilmiş
olsun olmasın, müsabaka yapılmış olsun olmasın ve
müsabaka istenilen anlaşmaya uygun olarak isterse yapılmasın,
sadece şike anlaşmasının yapılması hâlinde dahi
suç teşekkül ediyor ve tamamlanmış sayılıyor.
Dolayısıyla tamamlanmış olarak cezaya hükmediliyor.
Ancak bir taraf
şike teklifinde bulunur, karşı taraf kabul etmezse; bu takdirde
suç teşebbüs derecesinde kalmış sayılıyor ve
teşebbüsten ceza kuruluyor.
Peki, buraya
nereden geldik, bu teklife? Şimdi, herkesin düşündüğü ve
karşımıza çıkan mevcut Kanundaki şikeye verilen
cezanın alt ve üst sınırlarının yüksek olduğu;
yani beş yıldan on iki yıla kadar bir ceza bu fiilden
dolayı yüksek bir ceza, adil olmayan bir ceza olarak kabul edildi.
Dolayısıyla…
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sadece şike değil, öteki cezaları da
düşürün.
HAKKI KÖYLÜ
(Devamla) – Teşvik primi de var.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Seyircilerle ilgili cezalar da yüksek.
HAKKI KÖYLÜ
(Devamla) - Onları da söyleyeceğim tabii ki. Onlar için ne
yaptığımızı, onu da izah edeceğim.
Şimdi,
teşvik primi ve şikeyle ilgili ceza, zaten teşvik primi
şikenin yarısı olarak değerlendirilmiş ceza
açısından.
Bu kanun
düzenlenirken rüşvet suçuyla mukayese edildi. Esasında Futbol
Federasyonu ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü yetkililerinin birlikte
hazırlamış olduğu, özellikle Federasyonun
ağırlıklı olarak içinde olduğu kanun
taslağında bu cezalar çok daha yüksekti. Yani o günlerde belki
bazı maçlarda meydana gelen olayların, yani kamuoyunu
bayağı rencide edecek tarzda, rahatsız edecek tarzda meydana
gelen olayların da belki etkisiyle çok daha yüksek hazırlanmıştı.
Ama biz, sonradan bu kanun görüşmeleri sırasında hatta
tasarının son şekli verilirken buna müdahil
olduk ve cezayı buraya kadar getirdik ama buna rağmen, bu ceza yüksek
görüldü.
Cezanın bu şekilde
olmasının asıl sebebi, bu suçun rüşvet suçuna benzer bir
suç olmasıydı. Rüşvetin Ceza Kanunu’muzdaki
karşılığının alt sınırı dört
yıldan başlamaktadır. Rüşvet suçunda 2 kişi
vardır, bazen 3 kişi olur, bazen bundan mağdur olan birisi de
olmayabilir ama 2 kişi arasında kanunsuz bir iş
yapılmıştır. Burada ne vardır? Buradaki taraflar, bu
şike anlaşmasından zarar gören taraflar kimlerdir? Şike
anlaşmasından, bu şike ile maçın şikeye uygun olarak
sonuçlanmasından dolayı zarar gören karşıda başka bir
futbol kulübü vardır, bu kulübün yöneticileri, futbolcuları vardır,
bu kulübün binlerce, on binlerce taraftarı vardır, Toto oynayanlar vardır,
İddaa, bahis oynayanlar vardır. Bunların hepsi bundan
mağdur olmuştur, zarar görmüştür. İşte bundan
dolayıdır ki, bu suçun mağdurlarının, zarar
görenlerinin çok daha fazla olmasından dolayı şike suçunun
cezası daha yüksek tutulmuştur.
Ama görünen o ki kamuoyunda veya siyasi
parti gruplarının nezdinde ve futbol camiasında, bunun
cezasının bu kadar da çok olması anormal olarak kabul
edilmiştir; olabilir, ona bir şey demiyorum. Bu ceza düzenlemesi
belki bizim tarafımızdan yapıldığı sırada
fazla olmuş olabilir, bunu tabii ki takdirle karşılıyorum.
Dolayısıyla, ceza “beş yıldan on iki yıla kadar” olan
ceza, “bir yıldan üç yıla kadar” olarak
değiştirilmiştir. Başka ne yapılmıştır?
Tabii ki kamuoyunda şöyle bir
algı var şu anda, onun da olmamasını istiyoruz: Beş
yıllık ceza bir yıla inince, bu sanki bir afmış gibi
değerlendirmeler olabilir. “Hemen hapisten çıkar, ceza da paraya
çevrilir, tecil eder.” diye düşünenler olabilir ama şunu da gözden
uzak tutmamak lazım: Ceza miktarı aşağıya
inmiştir, bir yıllık ceza paraya da çevrilebilir, seçenek
yaptırımlara da çevrilebilir, hükmün açıklanması da geri
bırakılabilir ama işte bu algıyı ortadan
kaldırmak için de burada bir denge kurulmaya çalışılmış.
Dolayısıyla hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına, seçenek yaptırımlara çevrilmesine ve
paraya çevrilmesine, ertelenmesine imkân tanınmamıştır.
Dolayısıyla bu suçtan ceza alan kişiler hapis cezasını
fiilen cezaevinde üçte 2’sini yatmak suretiyle çekecekler, ondan sonra tahliye
olacaklardır yani mahkûm olanlar.
Ayrıca,
bu suçlar art arda işlendiğinde Ceza Kanunu’nun 43’üncü maddesindeki
zincirleme suça bağlanmıştır, birden fazla ise bu takdirde
tek suç olarak kabul edilecek ancak cezası dörtte 1’den dörtte 3’e kadar
artırılacaktır. Bunun yanında, başka bir artırma
hükmü vardır, zaten Kanun’da da vardı fakat o
genişletilmiştir, sadece spor kulübünün yöneticileri özellikle buna
tabi iken burada kulüplerin teknik heyeti, menajerler veya temsilciler de buna
dâhil edilmek suretiyle bu kişiler tarafından eğer bu suç
işlenirse ceza buna ilaveten ayrıca yarı oranında daha
artırılacaktır. Dolayısıyla bu şekilde dengeli
bir yere gelecektir. Bir suç örgütü tarafından, eğer çıkar
amaçlı suç işlemeye yönelik kurulmuş bir örgüt tarafından
işlenmiş ise ceza yine yarı oranında artırılacaktır,
iddia ve bahis olaylarını etkilemek amacıyla
yapılmış ise yine ceza yarı oranında
artırılacaktır.
ALTAN
TAN (Diyarbakır) - Bunu nasıl tespit edeceksiniz?
HAKKI
KÖYLÜ (Devamla) - Dolayısıyla yani biraz işin içine
girdiğimiz zaman o kadar da çok basite indirgenmemiş ve yine de
önemli bir ceza bu suçu işleyenler için kalmıştır.
Şimdi,
bir şey daha burada söylemek istiyorum. Bu Kanun yani şu anda
yürürlükte olan Kanun bugün Avrupa’da bu konuda düzenlenmiş en iyi
kanunlardan birisidir ama henüz biz bunun uygulamasını görmedik.
Eğer bunun uygulamasını görürsek özellikle
ağırlıklı olarak sporda şiddetin önlenmesiyle ilgili.
Demin
Sayın Uzunırmak bir şey söyledi, ona cevap vermek istiyorum.
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) - Cevap değil, ben sana yardımcı olmak
için söyledim.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) -
Diğer cezalar da şikenin cezasına paralel olarak
düzenlenmişti bu Kanun’da. Beş yıldan on iki yıla kadar olan ceza esas alınarak,
diğer şiddete ve önceden saydığım yasaklara
uymayanlarla ilgili cezalar da buna uygun düzenlenmişti. Ama bunun
cezası aşağıya indiğine göre, diğer maddelerde de
ister istemez buna paralel olarak bir ceza indirimi
sağlanmıştır. Yani o ceza indirimi de ister istemez şu
anda dengeye gelmiş denilebilir. Daha önce bu yüksek olduğuna göre o da
ona paralel olarak yapıldığı için…
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Eleştirmek için söylemedim, hatırlatmak için söyledim.
HAKKI KÖYLÜ
(Devamla) – …o cezalar da yüksek olarak ister istemez kabul edilmiştir
buna paralel düzenlendiği için. Şimdi bunun cezasını
aşağıya indirdiğimize göre diğerleri de bir miktar
aşağıya çekilmiş ve hapis cezalarından
bazıları adli para cezasına çevrilmekle birlikte, önemli bir
kısmı da yine hapis cezası olarak muhafaza edilmiştir.
Mahkemelerin
yetkisinde bir değişiklik olmuş, ağır ceza mahkemesinin
görevinden çıkmış, asliye ceza mahkemesinin görevine
girmiştir. Şu hâlde bu suçları soruşturmakla görevli olan
savcılar ve mahkemeler, Adalet Bakanlığının teklifi
üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından özel olarak
belirlenen ihtisas mahkemeleri olarak çalışmaya da
başlamıştır. Bundan maksat, bu suçların çok çabuk
soruşturulması ve kovuşturulması ve uzamaya, gecikmeye
sebebiyet verilmemesi olarak düşünülmüştür.
Avrupa Konseyi,
şu anda Avrupa Konseyine üye ülkelerin bir kısmında sporda
şiddetin önlenmesine dair yeterli kanun bulunmadığını,
bir kısmındakilerin de eksik olduğunu tespit etmiş ve
Türkiye’deki bu kanunun mart ayında Avrupa Konseyinin yapacağı
bir toplantıda diğer ülkelere emsal kanun olarak gösterilmesine karar
vermiştir. Bu hususu da gözden uzak tutmamak gerektiğini
düşünüyorum.
Bu
düşüncelerle de yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar )
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Köylü.
Şahsı
adına söz isteyen Muammer Güler, Mardin Milletvekili.
Buyurun Sayın
Güler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MUAMMER GÜLER
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 80 sıra
sayılı Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesi konusu son
yıllarda en çok tartışılan ve kamuoyunun, özellikle de spor
kamuoyunun gündemini meşgul eden bir konu olmuştur. Bu spor
faaliyetlerindeki şiddet olaylarının giderek artması o
dönemdeki yönetimi alelacele bir kanunla bunu düzenleme zorunda
bırakmış ve hepiniz biliyorsunuz, 28 Nisan 2004 tarihinde 5149
sayılı Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Ben bu Kanun’un uygulandığı,
en çok uygulama alanı bulduğu bir dönemde İstanbul Valiliği
görevinde bulundum ve şunu da ifade etmek istiyorum: Göreve ilk
başladığım hafta İstanbul’un en önemli konusu iki
büyük kulübümüzün karşılaşmasında saha
dışına çıkarılan seyirciler nedeniyle bir sonraki
maçta hangi tedbirlerin alınacağına yönelik düzenlemeydi. Büyük
bir ilgi gördü ve orada alınan tedbirlerle de görüldü ki bir kanun
ihtiyacı var.
Şimdi,
raporda da belirtildiği üzere, bu kanun düzenlenirken kapsamlı
incelemeler ve mukayeseli hukuk verileri yeterince incelenemedi. Ayrıca bu
tedbirlerle ilgili uygulamalarda çok eksiklikler görüldü. Tabii, bir uygulama
yapılmadan da bir kanunun nasıl verimli sonuçlar, nasıl sonuçlar
getireceğini anlamak mümkün değildir. Burada idareci
arkadaşlarım var, spor yöneticileri de var. Özellikle, hemen ifade ediyorum,
o zaman da biz bunu dile getirdik, hatta spor yöneticileriyle, üst
yöneticileriyle de aramızda bazı ihtilaflar da oldu yani “İl
spor güvenlik kurulları niçin yeterince çalışmıyor,
cesaretli davranmıyor?” şeklinde bazı tarizlere de maruz
kaldık ama bakın, o 5149 sayılı Kanun’da taraftar
temsilciliği konusu, müsabakalardan men, para cezaları, para
cezalarının tahsili, özellikle de basına bilgi ve demeç veren
gerek spor muhabirleri, basın ve televizyon mensupları ve spor
yöneticileri, yöneticiler dâhil, teknik direktörler dâhil, hatta sporcular
dâhil, bunlarla ilgili cezaların biz il spor güvenlik kurullarınca
verilmesinin mümkün bulunmadığını, esasen bunların
özel bir hukuka tabi olduğunu, bunlarla ilgili disiplin hükümlerinin,
idari hükümlerin ilgili ihtisas kurullarında, özerk kurumlarında
olması gerektiğini söyledik. RTÜK varken, Türkiye Futbol Federasyonu varken,
bunların ayrı hukuk kurulları, ayrı ihtisas elemanları
varken, sadece bir spor güvenlik kurulunun vereceği kararla böyle bir
uygulamanın yapılmasının mümkün
olmadığını söyledik, kimseyi inandıramadık ama
sonuçta, bırakın bu tip kararların verilmesini, taraftarlara
dahi bunu uygulayamadık. Taraftarlarla ilgili bir ceza veriyorsunuz
“Müsabakaya girme.” diyorsunuz, kim kontrol edecek bunu? Göz kamerası var
mı? Yok. Daha hâlâ Sayın Bakanım, konuşmamda süre
kalırsa ifade edeceğim, bundan sonrası için de hem Futbol
Federasyonunun hem de Gençlik ve Spor Bakanlığının
müsabakalarda zoom’lu kamera sisteminin, girişlerde kontrolü
sıklaştıracak, ciddi hâle getirecek düzenlemelerin
yapılması elzemdir, yoksa bunu yapamazsınız. Ayrıca,
İnternet ortamında bilet alınması zorunludur. Kimin nereye
oturduğunu bir anda tespit etmek zorunludur. Ayakta bulunmamaları
zorunludur. Bunun gibi daha değişik şeyler vardır.
Bakın
enteresandır…
SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Valim, mesela bize bunları uyguluyorsunuz
yürüyüş yaparken, basın açıklaması yaparken.
MUAMMER GÜLER
(Devamla) – Onları da müsaade ederseniz ayrıca konuşalım
Sayın Sakık ama müsaade ederseniz çok vaktimiz olacak.
ALTAN TAN
(Diyarbakır) – Bizim kameraların yarısını maçlara
gönderin Sayın Valim.
MUAMMER GÜLER
(Devamla) – Peki, hayhay efendim.
Şimdi, bu
tedbirlerin mutlaka etkin biçimde alınması lazım. Bakın,
biz o zaman, taraftarların maçlara gelip gelmemesi konusunu gündeme
getirdiğimiz zaman çok oldu. Bugün gelinen noktayı üzülerek görüyoruz
ki dört büyük spor kulübü, Futbol Federasyonuyla bu taraftarlarının
maça gelmemesi noktasında birleşmek zorunda kalmışlar. Bunun
haklı olan yönleri var, tabii etik olmayan yönleri de var. Esasen
insanları maçlara getirmektir önemli olan ama taraftarlar da bu konuda
gerekli duyarlılığı gösterememişlerdir maalesef. Bunu
da bir tarafa koymak lazım.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başkanım; şimdi burada,
cezaların ertelenemeyeceğine ilişkin hükümlerin bulunması,
bana göre bu tasarının en önemli yönlerinden bir tanesidir çünkü
burada hem ertelenemeyeceğine hem de alternatif seçenekli cezaların
verilemeyeceğine ilişkin düzenleme, şike ve teşvik priminin
en azından teşvik edilmemesi anlamında önemli bir düzenlemedir,
bu tasarının en iyi taraflarından birisi budur. Ayrıca,
suçtan mahkûmiyet hâlinde yöneticilikten alınması konusu da çok
önemli bir düzenlemedir değerli arkadaşlarım. Bana göre bu
kanunun da en önemli yönlerinden bir tanesi bu düzenlemedir.
Bir de tabii ki, değerli arkadaşlarım,
bana göre en önemli konu, Türkiye Futbol Federasyonunun yani spor ihtisas
kurullarının, özerk kurulların bu konudaki yetkilerini
kullanmaları cezaların verilmesinden çok daha önemlidir çünkü müsabakalardan
veya ligden düşürülme, mali yönden verilecek hükümler, bunun saklı
kalması da burada önemlidir.
Şimdi, kamuoyunda tabii bu teklif
değerlendirilirken yürütülmekte olan bir davayla ilişkili olarak hep
gündeme getirildi. Bunun baskısı altında belki hepimiz, bu
rahatsızlığı belki de hisseden
arkadaşlarımız var. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, ben şahsen bunu bu davayla ilgili olarak
görmüyorum. Ben de bir kulübün taraftarıyım. Açık söyleyeyim,
ben Fenerbahçe Kulübünün kongre üyesiyim. Hepinizin belirli mensubiyetleri de
vardır. Ben bunu bir davayla ilgili olarak görmüyorum.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Allah başka
keder vermesin.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Valim,
delikanlı adam renkli takım tutmaz.
MUAMMER GÜLER (Devamla) – Sizin pek sporla ilginiz
olmadığını bana biraz önce söylediniz Sayın Önder, onu
ayrıca görüşelim ama sizi ben isterseniz Fenerbahçeli yapmaya
çalışayım bundan sonra.
Şimdi,
değerli arkadaşlarım, son operasyon gerçekten de spor kamuoyu
için bir milat niteliğini taşıdı. Yani bu operasyondan
öncesiyle bu operasyondan sonrası gerçekten kamuoyunun
duyarlılıkları, hassasiyetleri bakımından çok önemli
bir hâle geldi.
Şimdi, biz, hepiniz illerinizde, ilçelerinizde spor
kulüpleriyle ister istemez ilgilenmek durumunda kalıyorsunuz. Spor yöneticilerinin
nitelikleri de çok önemli. Spor kulüplerine nitelikli insanların gelmesi
de çok önemli. Onları böylesine, böyle çok ağır cezalarla
korkutacak, sindirecek, onları görev yapmaktan alıkoyacak bir ceza
düzenlemesi bana göre zaten uygun değildi. İfratla tefrit
arasında bir yerdeyiz şu anda. İfrat çok ağır
cezaların gelmiş olmasıdır. Tefrit de böyle sanki hiç
uygulanamayacak bir kanun uygulaması ortamıdır. Bu ikisinin
arasındaki şeyin ben bundan sonra sporda şiddet ve
düzensizliğin önlenmesinde daha yararlı olacağına
inanıyorum.
Şimdi, düşünüyorum ki esasen bu, cezadan da öte
değerli arkadaşlarım. Spor yöneticileri için, spor kulüpleri
için uğranılan bu disiplin veya ligden düşürülme gibi sonuçlar
prestij bakımından gerçekten çok insanları etkileyecek
konulardır. Kulüpler için onların spor geçmişlerine,
onların misyonlarına hiç yakışmayan hareketlerdir ve
özellikle mali yönden de çok önemli sonuçlar doğurur. Yani bence bu
konudaki etkiler cezalardan da daha etkili olabiliyor.
Şimdi,
bilinen bir söz vardır. Biliyorsunuz, bir musibet bin nasihatten
evladır. Şimdi, bu operasyondan sonra da kamuoyunda öyle bir
duyarlılık oluştu ki ben bundan sonra -yani bir söz daha var,
hani “Bu abdestle epey namaz kılınır.” diye bir söz var- bu
operasyondan sonra, bu olaylardan sonra kamuoyunda öyle bir dikkat, öyle bir
takip var ki bundan sonra spor yöneticileri için de, herkes için de esasen bir
caydırıcılık ortamı kendiliğinden gelmiştir
diye düşünüyorum ve bu operasyonla da ilgili görmüyorum.
Tabii, bundan
sonraki uygulamalarda… Bu kanunun, 6222 sayılı Kanun’un da nasıl
uygulanacağını göreceğiz. Bakalım, 5149
sayılı Kanun’dan belki biraz daha etkin, daha sonuç alıcı
uygulamalar da gelebilecektir gündeme ama hem Türkiye Futbol Federasyonunun hem
de Gençlik ve Spor Bakanlığımızın bu statlardaki
şiddet ve düzensizliğin önlenmesine ilişkin tedbirlerde daha
takipçi, bu yaptırımları gerçekten sonuç olabilecek bir
şekilde… Yani en çok kararları, yaptırım
kararlarını biz verdik İstanbul olarak ama bunların
uygulama sonuçlarına baktığımız zaman, hiçbir sonucun,
hiçbir caydırıcılığın, hiçbir ıslah
amacının sağlanmadığını da bu şekilde
görmüş olduk. İnşallah, bundan sonra alınacak tedbirlerle
de hem sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesi mümkün olacaktır
hem de bunun doğal sonucu olarak şike gibi, teşvik primi gibi
olayların da önüne geçilmiş olacaktır.
Ben teklifin
kanunlaşması hâlinde bu amaca hizmet edeceğini düşünüyorum
ve sporda şiddet ve düzensizliğin bizim diğer alanlardaki
düzensizliklere de çok önemli ölçüde etki yaptığını da
söylemek istiyorum çünkü eğitim seviyemizle spordaki seviye birbirleriyle
tabii tutarlı. Bu anlamda, inşallah bu teklif şiddet ve
düzensizliğin daha olumlu şekilde, giderilecek biçimde
oluşmasına fırsat verir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUAMMER GÜLER
(Devamla) – Bu teklif yasalaşırsa hayırlı olmasını
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Güler.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Buyurun Sayın Önder.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, “Beşiktaşlı”
diyerek sataştı bana.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – “Beşiktaşlı” demek sataşma sayılmaz.
BAŞKAN –
Sözünüz tutanaklara geçti Sayın Önder, teşekkür ediyorum.
Şahsı
adına söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale Milletvekili.
Buyurun Sayın
Can. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN
(Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
80 sıra sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanun Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; bu teklif, AK PARTİ Grup
Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Sayın Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet Şandır ve Barış
ve Demokrasi Partisi Grup Başkan Vekili Sayın Hasip Kaplan
tarafından verilmiştir. Barış ve Demokrasi Partisi Grup
Başkan Vekili, Adalet Komisyonuna gelerek teklifini geri çekmiştir.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – İmzasını…
RAMAZAN CAN
(Devamla) – İmzasını geri çekmiştir. Adalet
Komisyonunda dün görüşülerek bu
teklif, ceza hukukunun genel ilkeleri açısından yeniden düzenlenerek
bugün Genel Kurula indirilmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sporda şiddet ve
düzensizliğin önlenmesi elzem bir konudur, evleviyetle ele
alınması gerekli bir konudur. 5149 sayılı Yasa’yla sporda
şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair bir yasa mevcut iken bu
Yasa’nın uluslararası mevzuat açısından yetersiz
olduğu, sporda şiddeti önlemenin bu Yasa’yla mümkün olmadığı
anlaşılmış ve 6222 sayılı Yasa
düzenlenmiştir.
6222
sayılı Yasa, 3 Mart 2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Şöyle bir soru sorulacaktır muhakkak ki: Bu Yasa’nın yürürlükte
sıkıntıları nedir, uygulamada problemleri nedir, bu
sıkıntıları çözer mi çözmez mi,
araştırılmadı. “Uygulamadaki sıkıntılar
olmadan bu Yasa niçin değiştiriliyor?” diye bir soru
sorulacaktır tabii ki. Bu soruya verilecek cevap ise: Yasa koyucu
-biliyorsunuz- Anayasa’nın 2’nci, 7’nci ve 38’inci maddesine göre,
herhangi bir zamanda herhangi bir eylemin, herhangi bir fiilin suç teşkil
edip etmeyeceğini, suç teşkil edecekse ne tür bir ceza
verileceği, ne miktarda bir ceza verileceğini tayin etme yetkisine
sahiptir ve bu yetki mutlak bir yetkidir, devredilemeyecek bir yetkidir. Yani
suç konusu kanun hükmünde kararnameyle de düzenlenemeyecek Meclisin mutlak
yetkilerinden biridir. Buna rağmen eğer uygulamada problem varsa,
yasa koyucu bunu öngörmeye çalışarak yasayı buna göre
hazırlayacaktır fakat uygulamaya geçmeden önce de
sıkıntılar olabilecektir.
Bu yasanın
hazırlandığı gündeki atmosfer, şiddetin, sporda
şiddetin aktüel olması, milletvekillerimizi de etkilemiştir ve
ceza hukuku açısından suçta ve verilecek cezada orantı
olması, cezada adalet ilkesinin aşılması, ceza yönüne, ceza
lehine kantarın topuzunun kaçırıldığını
görmekteyiz.
Verilecek cezalar
ağır olmuştur, fahiş olmuştur. Bunların yeniden
düzenlenmesi gerekmektedir. Bu manada, kanun koyucu, bunu yeniden
düzenlemelidir. Bu noktada kanun teklifi değerlendirilmiş ancak
sporda şiddeti önleme açısından da gerekli tedbirler
korunmuştur. Şöyle ki: 6222 sayılı Yasa’da şikeyle
ilgili hükümlerde verilecek ceza indirilmiş olsa bile burada bu
cezanın ertelenemeyeceği, para cezasına çevrilemeyeceği ve
hükmün açıklanmasının geriye
bırakılmayacağına dair kurum muhafaza edilmiştir. Bu
muhafaza edildiğinde bu maddeden bir gün dahi ceza alan kişinin
cezası infaz edilecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ceza hukukunun genel prensiplerinden
biri de ceza adaletinin sağlanmasıdır. Ceza adaletinin
sağlanmasında öncelik ise uygulamadır. Tabii ki kanun koyucu
yasa metnini hazırlayacaktır ama uygulayıcılar bunu
adaletli bir şekilde uygulamak durumundadır. Her şeyi yasa
koyucunun düzenine bırakmak, yasa koyucunun bu kanun maddelerini
düzenlemesi uygulamadaki problemleri gidermeyecektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Komisyonu, grup başkan
vekillerinin ortaklaşa verdiği bu teklifte verilen önergeyle de
düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden biri de Adalet
Komisyonunda Sayın Milletvekilimizin vermiş olduğu önergeyle
zincirleme suçta verilecek ceza mevcut metinde yarısından 2
katına kadar artırma şeklinde idi. Verilen önergeyle bu, ceza
hukukunun genel prensiplerinden 43’üncü maddeye atıf yapılarak
43’üncü madde düzenlemesinde zincirleme suçta ¼’ünden ¾’üne kadar artırma şeklinde
düzenlenmiştir.
Yine, verilen bir
önergeyle de Adalet Komisyonunda bu tartışıldı da Adalet
Komisyonunda dendi ki: Yasama, yürütme, yargı alanında yasamanın
idari bir işlem olan tedbir kararı vermesi öngörülemez. Her ne kadar
bunun istisnaları da olmuş olsa da burada bir denge unsuruna dikkat
edilerek burada verilen önergeyle ilgili de soruşturma evresinde
Cumhuriyet Savcısı tarafından talep üzerine, kovuşturma
evresinde de savcının talebi resen hâkim tarafından mahkemece
tedbir kararı verilebilecek idi. Ceza hukukunun genel prensipleri
açısından değerlendirdiğimizde mahkûmiyet
kararının kesinleşmesi gerekmektedir. Verilen önergeyle buradaki
genel kuraldan özele geçişin de önüne geçilerek ceza hukukunun 53’üncü
maddesiyle de uyum sağlanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kanun koyucu herhangi bir zamanda
herhangi bir eylemin suç teşkil edip etmemesini değerlendirirken
tamamen takdir keyfiyeti kendisinde değildir. İlgili Anayasa ve ceza
hukukunun genel prensipleri ve evrensel hukuk kuralları yasa koyucuyu
bağlamaktadır. Yasa koyucunun yasayı çıkarırken suçta
ve cezada adalet prensibine dikkat etmesi gerekmektedir. Öncelikle sporda
şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair çıkarmış
olduğumuz ve çıkaracağımız ilerideki kuralların
gerek düzenlenmesi açısından gerek uygulaması
açısından tabii ki önem arz etmekte ancak kanaatimce en önemli unsur
ise önleyici tedbirlerin alınması. Sayın Valim de burada konuşurken
bu konu üzerinde durdu. Eğer önleyici tedbirleri biz artırırsak
önleyici tedbirler anlamında kişilerin suç işleme eğilimini
azaltırsak bu kanunlara da bir nebze olsun gerek kalmayacaktır diye
düşünüyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sporda şiddetin ve
düzensizliğin önlenmesi önemlidir ve bu kanun caydırıcı
olmak durumundadır. Fakat öyle bir madde var ki görüyoruz, sporda seyir ve
güvenliğin sağlanması noktasında, sporun izlenmesi
anlamında ve güvenliğin sağlanması anlamında yapılan
bir fiil ile karşılaşacak cezayı, ceza hukukunu ve ceza
genel prensiplerini diğer maddelerinde
karşılaştırdığımızda
adaletsizliğin olduğu açıktır.
Tabii ki biz
burada kimseye herhangi bir özel ayrıcalık ve iltimas tanımak
istemiyoruz. Bunlar tabii ki konuşulacaktır ancak şu da bir
gerçektir ki birilerine imtiyaz sağlanması ne kadar yersiz ise,
sporda şiddet ve düzensizliği önlemek adına bazı ceza
hukuku değerlerinin de ihlal edilmesi o derece yersizdir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; teklifin
yasalaşacağını umuyorum. İnşallah, toplumumuzda
spor ve şiddette düzensizliği önleyecek bir yasa olur.
İnşallah, bir daha kısa bir zamanda böyle bir yasa metniyle
karşılaşmayız diyor, hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Can.
Şimdi,
İç Tüzük’ün 81 ve 60’ıncı maddelerine göre yirmi dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Işık, Sayın Türkoğlu, Sayın Sakık, Sayın
Önder, Sayın Şandır, Sayın Erdoğan, Sayın
Halaçoğlu ve Sayın Özensoy sisteme girmişlerdir.
Birer
dakikalık süre veriyorum.
Sayın
Işık, buyurun.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, sporda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet
iddiaları üzerine kurulan Meclis araştırma komisyonunun 10
Haziran 2005 tarihli raporunda birçok şike ve rüşvet iddiaları
olmasına rağmen ve bu dönemde ülkeyi tek başına yöneten
Adalet ve Kalkınma Partisi işbaşındayken, aradan geçen tam
altı yıl sonra, 31/3/2011’de çıkartılan 6222
sayılı Yasa’da şimdi değişiklik yapma ihtiyacı
doğmuştur. Bu değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu?
İkincisi:
Bu kadar iddiaya rağmen 12 Haziran
seçimlerinden önce niçin böyle bir şike soruşturması veya
tutuklaması altı yıl boyunca gerçekleşmedi de son iki-üç
ayda bu hızlı olaylar yaşandı. Bundan yana vicdanınız
rahat mıdır?
İkincisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Türkoğlu…
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bizim kanun yapmayla ilgili herhâlde
bir sıkıntımız var. Bugün değişikliğini
düşündüğümüz kanun henüz sekiz ay olmuş yürürlüğe gireli ve
ilk uygulamasından dolayı önemli, köklü değişiklikler
yapmak durumundayız. Bugün de bir hata
yaptığımızı düşünüyorum ben. Mesela, Sayın
Bakana soruyorum: Şu anda şike iddiası sebebiyle
oynatılmayan futbolculardan dolayı şike yaptığı
düşünülen bazı spor adamları cezaevinde tutuklu olarak devam
ediyorlar. Futbol Federasyonu da bir yandan statüyü değiştirmek
suretiyle play-off sistemini getiriyor. Play-off sistemine kalması garanti
olan bir takım son birkaç haftada yedek oyuncularıyla sahaya
çıksa ve bazı kulüpler bundan faydalansa, puan alsa ya da şans
oyunlarında birileri sürpriz paralar kazansa bu da şike
kapsamında değerlendirilmeyecek mi? Yani hâlâ hata yapmaya devam
ediyoruz diye düşünüyorum. Sayın Bakan da bu konuda bilgi verirse
memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Sakık…
SIRRI SAKIK (Muş) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanıma sormak
istiyorum: Bu yasa sahibi olanların yasası, yani sırtı
kalın olanların yasasıdır. Bakın, dünyada, yani iki
yüz yirmi iki ülkede 645 tutuklu gazeteci, yazar var, bunların 70 tanesi
bizim ülkemizde. Ülkemiz böyle bir ayıpla karşı
karşıya iken ve bunlar Terörle Mücadele Yasası’ndan mahkûm
olmuşlar, dünyada birinciyiz. Sayın Bakan da hukukçudur. Şimdi
insanlar düşüncelerini ifade etti diye içeride ve biz bugün burada
şike yapanları aklamaya çalışıyoruz. Bu vicdani midir,
değil midir? Onu sormak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Önder…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) –
Şimdi size bir alıntı yapacağım, kimden olduğunu
sonra söyleyeceğim. “Bundan önceki yasa tasarısını
kendileri getirdiler, yalvar yakar. Yine de kendilerine nedir, görelim ama
bizim kanun yapma anlayışımıza yakışmıyor
dedik. Böyle yaz boz olmaz, kişiye dönük yasa düzenleme mantığına
döner ki olmaz.” Bunu Sayın Başbakan söyledi.
Yine bir
alıntı: “Şike olaylarının soruşturulduğu
zamanda bu kanunu değiştirin taleplerini -altını çizerek
söylüyorum- şahsen olumlu bulmam. Biz bu kanunun altından
kalkamayız düşüncesi kulüp yöneticilerinin acziyetini gösterir.” Bu
da Sayın Bülent Arınç’ın bu konudaki beyanı.
Sayın
Bakanınki biraz daha mahcup: “Bu, Hükûmetin yaptığı bir
teklif değildir, kanun tasarısıdır.”
Şimdi
soruyorum Sayın Bakana: Ne değişti? Kısaca, iki kelime. Ne
değişti? Daha bunların mürekkebi kurumadı, bu
beyanatların.
Teşekkür
ederim.
ALTAN TAN
(Diyarbakır) – Kapalı kapılar arkasında neler
konuşuluyor?
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Teşekkür ederim.
Sayın
Başkanım, ben havayı değiştireyim.
BAŞKAN –
Devam edin, devam edin lütfen.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Bakan kırk yıldan sonra Akdeniz
Oyunları’nı bu sene, 2013 yılında ülkemiz organize edecek
ve benim ilim Mersin’de organize edilecek. Tabii, bunun onurunu duyuyorum,
sevincini duyuyorum. Ancak bir endişem var, tesisleri yetiştirmekte
geç kaldığımız gibi bir endişe
konuşulmaktadır. Bu konuda hangi tedbirleri aldınız? Bu
konuda bilgi verir misiniz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdoğan.
MEHMET
ERDOĞAN (Muğla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Şimdi, AKP
İktidarı döneminde sporda şiddetin, şikenin önlenmesiyle
ilgili üçüncü kanun tasarısını şu anda görüşmekteyiz.
Şimdi, bu tasarıları yeterince tartışmadan, taraflarla
yeterince görüşmeden alelacele Meclis gündemine getirip ondan sonra
altı ayda bir defa değiştiriyoruz. Şu anda
görüştüğümüz kanun tasarısı spor camiasının
sorunlarını çözebilecek mi? Yoksa birkaç ay sonra başka
işlerimizi bırakıp yeniden bu tasarıyı görüşecek
miyiz? Sayın Bakana sormak istiyorum.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Halaçoğlu.
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Kamuoyunda bu
kanunun Başkan Aziz Yıldırım’ı kurtarma yasası
olduğu konusunda bir kanaat oluşmuş durumda. Gerçekten tam da
tutukluluk hâlinin devam ettiği bir zamanda bu yasanın
çıkarılması hukuka müdahale şeklinde değerlendirilemez
mi, değerlendirilmesi gerekmez mi? Sayın Bakandan bunu
cevaplamasını talep ediyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim.
Sayın
Özensoy…
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
Bursa’da ikinci stadyum projesi başladı. Mevcut stadyumu ne
yapmayı düşünüyorsunuz?
Sayın
Başbakan Bursa’ya geldiğinde sanki bir müjde gibi 350 milyonluk bir
projeye merkezî Hükûmetten 50 milyon katkı
sağlanacağını söyledi. Sayın Büyükşehir Belediye
Başkanı ve Sayın Arınç da konuşmalarında Bursa’da
kazananların Bursa’ya hizmet etmeleri gerektiğini, âdeta bazen de
tehdide dönüşen ifadelerde bulundular. Bursa bu yıllarda 7,5-8 milyar
merkezî Hükûmete katkı sağlayan bir il ve bütçe fazlası veren
bir il, merkezî Hükûmetten de yatırımlarına ciddi anlamda en az
seviyede katkı alan bir il.
Dolayısıyla
stadyumun yapılmasında bu haksızlığı gidermek için
herhangi bir tedbir veya katkı düşünüyor musunuz?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Demiröz…
İLHAN
DEMİRÖZ (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Özensoy, Bursa Milletvekilimiz, stadyumla ilgili görüşlerini
açıkladığı için ben sorumu şu şekilde Sayın
Bakana sormak istiyorum: Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine
Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun
Teklifi yasalaştığında yıllardan beri aralarında
husumet olan Bursaspor’umuzla Beşiktaş arasındaki -ki daha çok stat
dışındaki olayların Bursaspor’umuza mal edilmesiyle ilgili-
bu husumetin kalkmasında bu yasanın ne gibi bir faydası
olacağı konusunda görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Havutça…
NAMIK HAVUTÇA
(Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemiz bırakınız bugün hukuk devleti olmayı kanun devleti
seviyesinin de altına giderek polis devletine dönüşmektedir. Bugün
ülkede tüm kurumların yöneticileri, akademi dünyası, basın,
şirketler, sivil toplum kurulları, politikacılar, yargıçlar
ve vatandaşlar, telefon ve İnternet haberleşmenin dinlenmesi ve
kasıtlı vergi denetimleri nedeniyle fevkalade huzursuz ve
şikâyetçidir. Kamuoyunu yakından ilgilendiren ve sıklıkla
tartışılan Ergenekon, Balyoz, KCK, futbolda şike cezai
soruşturma ve kovuşturmaları sırasında, malumları
olduğu üzere bir taraftan dosyada gizlilik kararları alınarak
savunma hakkı kısıtlanırken, diğer tarafta yandaş
medyada bu bilgiler çarşaf çarşaf sergilenmektedir. Acaba
Hükûmetiniz, bugün bu kanunla ilgili almış olduğu tutuklama
kararlarının gözden geçirilmesiyle ilgili, bu davalarla ilgili de
tutuklu sürelerini gözden geçirmeyi düşünüyor mu?
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son soru Sayın Yılmaz…
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Görüşmüş olduğumuz
teklifte, biraz önce de arkadaşlarımızın
açıkladıkları gibi verilen cezanın seçenekli
yaptırımlara dönüştürülmemesi, ayrıca 231’inci maddeyle
belirlendiği şekilde hükmün açıklanmasının
ertelenmesine başvurulamayacağı şeklinde düzenlemeler
bulunmaktadır. Bu Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı
tasarrufta bulunan bir maddedir. Bu konuda Anayasa Mahkemesine
başvurulduğu takdirde oradan geri dönebilir.
Şimdi, eşitlik ilkesine
aykırı böyle bir düzenlemeyi yaparken nasıl bir düşünceleri
oldu? Ve cezaların da çok fazla indirildiği kanaatindeyim ben. Cezaların
normal bir düzeyde bırakılması, ancak diğer konularda
eşitlik ilkesine aykırı davranılmaması
gerektiğini düşünüyorum. Bakandan bu konuda görüş istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Erdemir…
AYKAN ERDEMİR (Bursa) – Sayın
Bakan, futbolu yakından takip eden tüm izleyicilerin, tüm seyircilerin
malumu olduğu üzere, Türkiye'de sporda, ama özellikle futbolda bir kast
sistemi var, yani eşitler ve daha eşitler arasında bir
ayrım var. Bir Bursa milletvekili olarak bunu yakından izleme
şansına sahip olduk. Örneğin polisin futbolda şiddete
müdahalesi söz konusu olduğunda, bu müdahaleden en ağır bir
şekilde etkilenenin hep Bursaspor taraftarları olduğunu gördük.
Yine aynı şekilde Avrupa
liglerindeki maçlarımızın naklen yayınları söz konusu
olduğunda, Bursaspor’un UEFA Avrupa ligindeki maçının TRT
tarafından naklen yayınlanmadığına tanık olduk.
Bugün, Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç,
kendisine daha önce yönelttiğim bir yazılı soru önergesini
yanıtlama lütfunda bulundular. Burada, TRT’nin uygulamasını
eleştiriyor ve gerekçesini soruyordum. Ne yazık ki şöyle bir
yanıt geldi: “Bursaspor’un maçının naklen yayını ile…”
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
buyurun mikrofon sizin.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum.
Sayın Işık’ın sorusu bu
kanun değişikliğine neden ihtiyaç duyulduğu
noktasındadır. Doğrusunu isterseniz, burada bir Hükûmet
tasarısını görüşmüyoruz; bu, esasında konu da edildi
sorular arasında. Görüşülmekte olan bir kanun teklifidir ve bu kanun
teklifinin altında Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan dört siyasi
partimizin dördünden de birer grup başkan vekilinin imzası
vardır. Her ne kadar Sayın Kaplan Komisyonda bu imzasını
geri çekmiş olsa bile, eğer ki, o imzayı başta bu metin
altına atmış olmasaydı muhtemeldir ki, bu kanun teklifi
Adalet Komisyonunda gündem yapılmayacak, diğer partiler de tereddüde
düşecek ve bu kanun teklifi Adalet Komisyonunda görüşülmeyecek, Genel
Kurula da indirilmeyecekti.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Vakit geçmiş değil.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Dolayısıyla, kanun teklifi Türkiye
Büyük Millet Meclisinin iradesiyle şekillenen bir husustur. Burada,
Hükûmet olarak bizim bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğu
noktasında söyleyebilecek çok fazla bir beyanımız söz konusu
değil.
Seçimden aylar
önce bu çerçevede bir soruşturmanın niye yürütülmediği
noktasında yine Sayın Işık’ın bir sorusu var.
Sayın
Işık, bu soruşturma zaten 6222 sayılı Kanun
çerçevesinde, bu kanunla ihdas edilen yeni hükümler mukabilinde
başlatılmış olan bir soruşturmadır. Takdir
edersiniz ki, burada çıkan bir kanun Resmî Gazetede yayımlanacak,
yürürlüğe girecek, savcılar, hâkimler tarafından fark edilecek,
idrakine varıldıktan sonra uygulama safahatı
başlatılacak. Pek tabiidir ki, seçimlerden sonraya kalması son
derece doğal ve hukuki bir süreçtir.
Sayın
Türkoğlu’nun play-off sistemiyle alakalı bir sorusu var. “Play-off
sistemi çerçevesinde soruşturmaya konu olan oyuncuların akıbeti
netice üzerinde müessir olur mu?” Doğrudur, müessir olması kuvvetle
muhtemeldir ama bu, takdir edersiniz ki, tamamen yargı
makamlarının meselesidir; bir. İki, play-off arkasında
siyasi inisiyatif olan bir konu değil. Play-off, bugün, Federasyon içinde
de Kulüpler Birliğinde de tartışılması devam eden bir
konu, uygulayan ülkeler var, uygulamaktan sonra vazgeçen ülkeler var. Türkiye’de
uygulama sonuçları ne şekilde alınır? Ne zamana kadar devam
eder veya kalıcı bir sistem hâline gelir mi? Şu aşamada
bunu bilebilmek mümkün değildir.
Sayın
Sakık’ın “Sırtı kalın olanlar için bu kanun
değişikliği yapılıyor.” şeklinde bir
eleştirisi oldu. Eğer ki, öyle bir irade varsa, yine bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunun müşterek iradesidir. Kabulü Genel Kurulun
himayesinde olan bir konudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi gündemine
hâkimdir. Bu gündem üzerinde bizim yürütme organı olarak herhangi bir inisiyatif
kullanabilmemiz söz konusu değil. Ama Türkiye’de tutukluluk süreleriyle
alakalı sadece muhalefetten değil, zaman zaman bizim
tarafımızdan da seslendirilen eleştiriler söz konusudur. Bu
konular ne şekilde değerlendirilir, hangi çerçeve içerisinde metne
dönüştürülebilir? Bu, elbette ki, zamanın takdirine
bırakılması gereken bir konudur.
Sayın
Önder’in belli alıntıları oldu; iktibas yoluyla bir soru
sormuş oldu esasında. Benden, Sayın
Başbakanımızdan ve Sayın Arınç’tan
alıntılarına cevaben, müştereken söyleyecek olduğumuz
şey şudur: Biz bir kanun değişikliğini Hükûmet
tasarısı olarak buraya sevk etmiş değiliz.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, sizin haberiniz yok mu bundan hiç?
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) - Yine aynı cümleyi söylemek
durumundayım. Yüce Parlamentonun müşterek iradesiyle bir kanun
teklifi gündeme gelmiştir. Birazdan oylamaları yapılacak.
Takdir, tamamen Genel Kurulun takdiri olarak gelişecektir. Ama burada
şunu da görmek lazım: Bu Kanunun ilk çıktığı
hâliyle -Komisyon Başkan Vekili Hakkı Bey burada; Hakkı Bey
bilir.- Adalet Bakanımız değişmedi, Sayın Sadullah
Ergin bu Kanunun ilk geliş biçimine itirazı olanlardan biridir. Grup
başkan vekilleri olarak, o dönemki Grup Başkan Vekili olarak
şahsım, yine grup başkan vekillerimizden, şimdiki
Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ bu Kanun’un
getirdiği hükümlerin uluslararası normlara ve AB çerçevesine uygun
olmadığını bizler o dönem Federasyon yetkililerine
ısrarla ifade etmemize rağmen, maalesef bu noktadaki iradelerini
farklılaştırma imkânını bulamadık. Şu an bir
normale dönüş imkânı var ise şayet, iradi olarak bunun
arkasında durmakta fayda olduğu kanaatindeyim.
Sayın Mehmet
Şandır’ın Mersin ile alakalı sorusu var.
Sayın
Şandır, Akdeniz Oyunları, bildiğiniz gibi Mersin’in de
adaylığına rağmen evvelen Yunanistan’ın Başkenti
Atina’ya verildi 2007 senesinde. Yunanistan, yaşadığı
ekonomik kriz ve Avrupa bankalarına olan borçlarından dolayı
Akdeniz Oyunlarını gerçekleştiremeyeceğini Akdeniz
Oyunları Komitesine bildirdikten sonra, dört yıl gecikmeyle, 2011
yılının Şubat ayında, Akdeniz Oyunları Türkiye’ye
tevdi edildi. Seçim kararı alındı, seçime gittik. Hükûmet
kuruldu, güvenoyunu aldı, hemen projeler dizayn edildi.
Ben size, Mersin konusundaki
yaklaşımınızı bildiğim için, hemen müjdeli haberi
vereyim. En önemli ve en çok zaman alacak olan proje, Mersin’e yapılacak
olan stadyum projesidir, dün itibarıyla ihalesi gerçekleştirildi.
Yine, Bakanlığımıza bağlı Kredi ve Yurtlar Kurumu
bünyesinde inşa edilecek olan 3.500 öğrenci kapasiteli olimpiyat köyü
ihale sürecindedir, devam etmektedir. Bununla birlikte, 6.500 koltuk kapasiteli
Mersin kapalı spor salonu, 3 bin kişi kapasiteli açık tenis
kortu, yine 3 bin kapasiteli merkezî tenis kortu, ayrıca 8 açık kort,
2 kapalı kort, bin kişi oturma kapasiteli olimpik yüzme havuzu, yine
bin kişi oturma kapasiteli antrenman spor salonu, atıcılık
ve trap-skit tesisleri, bununla birlikte, atletizm sahası ve stadyumu ve
ayrıca, restore edilecek 12 parça eski spor tesisisin restorasyonuyla
ilgili ihale süreçleri tamamlanma aşamasına gelmiş
bulunmaktadır. Bunları ben sizinle paylaşıyorum. Gerçekten
burada, gerek Bakanlığımız gerek sermaye birikimimiz
gerekse müteahhitlik sektörümüz ciddi bir sınavdan geçmektedir çünkü
Mersin’de Akdeniz Oyunları’yla ilgili yapıların
yetiştirilmesine yönelik performansımız, aynı zamanda,
milletimizin 2020 İstanbul Olimpiyatları adaylığı
noktasında yüz akı ve en önemli kozlarından biri olacaktır.
Bir gecikme tereddüdü bizde yok, inşallah nihayetinde de mahcup
olmayız.
Sayın Erdoğan’ın “Bu
kanun alelacele Meclis gündemine getirildi. Bu doğru bir tavır
mıdır?” sorusu oldu. Değişikliği kastederek
zannediyorum bu soru tarafımıza tevcih edilmiş oldu. “Alelacele”
denilebilir belki ama öncesinde Süper Toto, Süper Lig’deki on sekiz kulübün bizzat
başkanları veya başkanları tarafından
görevlendirilmiş olan, yetkilendirilmiş olan başkan vekilleri
tarafından ıslak imzalı olarak tarafımıza intikal eden
bir metin var, “6222’nin değiştirilmesini istiyoruz.” şeklinde.
Bu metin benim çantamda. Bunun dışında, hazırlanan kanun
teklifini, dört grubu dolaşarak geldiler, sizlerle paylaştılar,
konuştular, tartıştılar. Dolayısıyla çok aceleci
davranıldığı kanaati bende hasıl olmadı.
Sayın Halaçoğlu’nun, “Bu
kanun, Aziz Yıldırım’ı kurtarma kanunu olarak değerlendirilebilir
mi?” sorusu var. Sayın Halaçoğlu’nun iyi niyetinden zerrece
tereddüt edecek değilim, kesinlikle iyi niyetli sorduğuna kaniyim,
lakin gerek şahsımı gerek Adalet Komisyonu üyelerini gerekse
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok saygıdeğer üyelerini herhangi bir
şahsı kurtarmaya mahsus bir kanun yapma fikrinden ve
düşüncesinden tenzih etmek isterim. Aziz Yıldırım,
şahsen benim hayatım boyunca gördüğüm,
karşılaştığım, yan yana geldiğim biri hiç
olmadı. Dolayısıyla şahsa yönelik bir düzenleme kanaati
bizde olmadı.
YUSUF
HALAÇOĞLU (Kayseri) – Kamuoyunda zaten.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Evet, kamuoyunda böyle bir algılama
söz konusu olabilir, lakin eksik bilgilendirmeden kaynaklanıyor, az evvel
söyledim. Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor, Bursaspor, Gaziantep,
Kayserispor, Samsunspor dâhil Süper Toto Süper Lig’deki, Spor Toto Süper
Lig’deki on sekiz kulübün başkan veya başkan vekilleri, bu kanunun
değişmesiyle ilgili ıslak imzalı talebi bize intikal
ettirdiler, bunu ben bilgilerinize sunmak isterim.
Sayın
Özensoy’un Bursa stadyumunun akıbetinin ne olacağı konusunda ve
Bursa’nın merkezî Hükûmetin yatırım performansından
yeterince istifade edip edemediği hususuna yönelik soruları var.
Sayın
Özensoy, duble yollardan hastane projelerine, toplu konut ve kentsel
dönüşümlerden spor yatırımlarına kadar Bursa kenti çok özel
hizmetleri almıştır.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Biliyorsunuz Sayın Bakan, öyle bir şey yok.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Bursa’nın ve Bursalıların
Türk ekonomisine genel katkılarından dolayı daha
fazlasını hak ettikleri düşüncesini hep birlikte
seslendirebiliriz, inşallah daha fazlasını da yapmaya el
birliği içerisinde muvaffak oluruz.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Stadyumu ne yapacağız, stadyumu?
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Ama AK PARTİ hükûmetleri döneminde
Bursa’nın ihmale uğradığını iddia etmek bize
karşı en hafif ifadesiyle haksızlık olur diye
düşünüyorum.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Rakamları vereyim Sayın Bakan, yüzde 2’ye geliyor,
verdiğimizin yüzde 2’sini alıyoruz.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Demiröz’ün sorusu var.
“Beşiktaş-Bursa husumetinin kalkmasına bu yasanın
katkısı olur mu?” diye. Bu yasanın genel olarak sporda
şiddet ve düzensizliğin ortadan kaldırılmasına katkısı
olacağından dolayı Beşiktaş ve Bursaspor
arasındaki husumetin telafisine de, başka kulüpler arasında
ortaya çıkabilecek ihtilafların giderilmesine de ciddi
katkıları olabileceği kanaatindeyim. Ben her zaman şunu
ifade etmişimdir: Millî meselelerde, milletimizin tamamını
ilgilendiren konularda Fenerbahçelinin, Trabzonsporludan,
Galatasaraylının Beşiktaşlıdan veya -husumete vurgu
yaptığınız için- Beşiktaşlının
Bursaspor’dan ayrılması, ayrışması, farklı
düşünmesi, farklı hareket edebilmesi mümkün olmadığına
göre futbolda düzenin
sağlanması da esas itibarıyla bir millî meseledir, bir imaj
meselesidir. Dışarıdan bakıldığında
ülkemizin toplam kalite idaresine dair bir görüntü meselesidir. Burada
aynı yaklaşımın taraftarlarda da söz konusu
olabileceği kanaatindeyim. Yönetimler daha özenli davranacak, Federasyon
daha dikkatli davranacak, taraftar gruplarının liderleri daha özenli
ve dikkatli bir performansla inşallah bu disiplinin, intizamın
sağlanmasına katkı sunacaklar.
Bursa’yla
alakalı stadyum konusunu atlamış oldum, tek cümleyle ifade
edeyim. Bursa kamuoyunda da, Bursa siyasetinde de stadyumun akıbetiyle
ilgili tartışmalar devam etmekte olduğundan, mülkiyeti uhdemizde
olmakla birlikte Gençlik ve Spor Bakanlığı olarak biz de
doğrusu bir siyasi kararın önce Bursa nezdinde ortaya
çıkmasını, şekillenmesini arzu ediyoruz. Buna ve
Bursa’nın gereksinimlerine göre en doğru adımı
atabileceğimiz kanaatindeyim.
Sayın
Başkanım, toleransınıza sığınarak bir iki
dakika içinde hızla bitirmeye gayret ediyorum, sağ olun.
Sayın
Havutça’nın sorusu var, “Tutukluluk sürelerini düzenleyen bir tasarı
Hükûmetin gündemine gelebilir mi?” noktasında. Gençlik ve Spor Bakanı
olarak burada bulunuyorum, bu konunun içeriğine girecek olursam Adalet
Bakanının sahasını işgal etmiş olurum. Bir
başka kanun vesilesiyle bu soru Sayın Sadullah Ergin’e tevcih edilebilir
diye düşünüyorum.
Sayın
Yılmaz’ın “Cezalar çok indirildi kanaatindeyim.” şeklinde bir
eleştirisi oldu. Burada esasında Sayın Hakkı Köylü’ye,
Adalet Komisyonu Başkan Vekili olarak hususen teşekkür etmek
istiyorum. Çünkü ceza pratiği sağlam bir isim olarak bu kanunun
şekillendirilmesinde gerçekten özel ve önemli katkıları oldu.
Ama biz sadece milletvekilleri olarak kendi hukuk bilgimize de itimaden, kendi
hukuk bilgimizle mahdut bir değişiklik çalışması içerisinde
olmadık. Adalet Komisyonunun her dört partiden çalışmalara
katılan üyeleri dün çok iyi fark etmişlerdir, bu kanunun ilk
düzenlenme sürecine de katkısı bulunan ceza hukukçularını
da biz Komisyona davet ettik, onların da görüşlerine müracaat ettik.
Aman Anayasa’ya bir aykırılık söz konusu olmasın, Türk Ceza
Kanunu ve ceza muhakemesi usul sistemine bir aykırılık
olmasın, uluslararası normlara bir aykırılık
olmasın özeniyle bu düzenlemeyi bu şekle dönüştürdük. Kanaatimce
normal bir hâle gelmiş oldu, ama yine Meclisin ve kamuoyunun takdirindedir
cezaların çok indirilip indirilmediği konusu.
Son
soru Sayın Erdemir’in sorusu, “Polis Bursaspor taraftarlarına
farklı mı davranıyor? TRT Bursaspor’un maçlarının
yayınlarına diğer takımlardan farklı mı
yaklaşıyor?” şeklinde. Ben doğrusu gerek Bursa’yı gerekse
Bursaspor camiasını hem polisin hem de TRT kurumunun
davranışları açısından diğer kulüplere görece
eşitsiz bir muameleye tabi tutulabilecek bir camia olarak görmüyorum,
değerlendirmiyorum. Türkiye'nin neresinde olursa olsun illerin
büyüklüğüne ya da nüfusunun fazlalığına göre değil,
takımların, kulüplerin bulunduğu kategorilere göre yayın
süreleri ve yayıncı kuruluşlar belirlenmektedir. Bursaspor
Türkiye’de Trabzonspor’dan sonra şampiyonluk kupasını
İstanbul dışına taşıyan ikinci takım olarak
aslında özel ve önemli bir başarıya imza
atmıştır. Bursaspor’un ve Bursa camiasının böyle bir
haksızlığa maruz kaldığı kanısında hiç
olmadım. Polise bakan yönüyle ise polisin, değerli arkadaşlar,
Türkiye'nin herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde kanunları ya da
yetkileri farklı uygulamak ya da kullanmak gibi bir düşünce ya da
tavır içerisinde olabileceğini hiç zannetmiyorum. Hele ki Bursaspor
taraftarına sırf Bursasporlu olmalarından dolayı
ayrıca ve özel ve de kötü muamelede bulunabilecekleri kanaatinde hiç
değilim. Böyle bir şeyin yaşanmasını da arzu etmem.
NECATİ
ÖZENSOY (Bursa) – Geçtiğimiz dönem Beşiktaş maçı var
Sayın Bakan.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Sayın Muammer Güler 2002’de ilk
milletvekili olduğumda tanıdığım ilk valiydi, Samsun
Valisiydi çünkü o dönemde. O da işaret etti, burada idarenin
uygulamalarında belli güçlükler var. O nedenle valiler ve emniyet
müdürleri idari cezaları bu tür kanunlarda hiç görmek istemezler çünkü
uygulanmasında pek çok güçlüklerle karşılaşılır.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen sözlerinizi toparlayınız.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Devamla) – Son cümlem Sayın Başkanım.
Uygulayıcıların
da zorlukları var ama hepimizin gerek taraftar camialarını
gerekse taraftar gruplarının liderlerini kanaat önderi kişiler
olarak siyasette bulunmamız hasebiyle doğru istikamette
yönlendirmemize de ihtiyaç vardır.
Sorular
için ve yasa çalışmasına sağlanan her türlü katkılar
için hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Soru-cevap
işlemi tamamlanmıştır. Böylece teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir.
1’inci
maddeyi okutuyorum:
SPORDA
ŞİDDET VE DÜZENSİZLİĞİN ÖNLENMESİNE
DAİR KANUNDA
DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
MADDE 1-
31/3/2011 tarihli ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunun 11 inci maddesinin birinci
fıkrasında geçen “beş yıldan oniki yıla kadar” ibaresi
“bir yıldan üç yıla kadar” şeklinde, dördüncü
fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir.
“b)
Federasyon veya spor kulüpleri ile spor alanında faaliyet gösteren tüzel
kişilerin, genel kurul ve yönetim kurulu başkan veya üyeleri, teknik
veya idari yöneticiler ile kulüplerin ve sporcuların menajerleri veya
temsilciliğini yapan kişiler tarafından,”
“(9)
Bu madde kapsamına giren suçlarla ilgili olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231 inci maddesine göre hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilemez; verilen hapis cezası seçenek yaptırımlara çevrilemez
ve ertelenemez.
(10)
Bu maddede tanımlanan suçların bir suç işleme
kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda
birden fazla işlenmesi halinde, bunlardan en ağır cezayı
gerektiren fiilden dolayı verilecek ceza dörtte birinden dörtte üçüne
kadar artırılarak tek cezaya hükmolunur.
(11)
Bu maddede tanımlanan suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet halinde,
kişi hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesi
hükümlerine göre, spor kulüplerinin, federasyonların, bünyesinde sportif
faaliyetler icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim
organlarında görev yapmaktan yasaklanmasına hükmolunur.”
BAŞKAN –
Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ömer Süha
Aldan, Muğla Milletvekili.
Buyurun Sayın
Aldan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 6222 sayılı Yasa’ya yönelik
olarak yapılacak değişikliğin 1’inci maddesine ilişkin
görüşlerimi sunacağım.
Şimdi aslında, bu yasa
değişikliği tümüyle bir ceza indiriminden ibarettir. 6122
sayılı Yasa pek çok değişikliği de gerektirecek
hükümler taşımaktadır. Öncelikle, bahse ilişkin özel bir
düzenleme yapılmamıştır. Teşebbüse ilişkin
düzenlemede muğlaklık vardır. Bu açıdan pek çok unsurda
bundan sonra bu yasayla ilgili de değişiklikler gündeme gelirse hiç
şaşırmam.
Değerli arkadaşlarım, neden bu yasaya
ilişkin olarak ortak bir teklife gerek görüldü? İktidar çoğu
zaman tasarı yoluyla yüce Meclisi aracı kılarak ya da kanun
hükmünde kararnameler yoluyla yüce Meclisi baypas ederek düzenleme yapmakta
alışkanlık hâline getirdiği bir usul vardı ama bu bir
teklif olarak bugün karşımızdadır ve Meclisteki dört parti
de imzalarıyla bu teklifi gündeme getirmişlerdir.
1’inci maddedeki temel düzenleme üç fıkrayı
içeriyor aslında. Biraz önce arkadaşlarımız üzerinde
durdular, cezaların ertelenmemesi, seçenek yaptırımlara
çevrilmemesi ve de hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmemesi birinci unsur. İkinci
unsur, Komisyonda düzeltilen ve Türk Ceza Kanunu’nun 43’üncü maddesinde yer
alan zincirleme suçla uyumlaştırılan bir düzenleme ve son, on
birinci fıkradaki düzenleme ise tümüyle mahkûmiyet hâlinde yargılanan
kişilerin, mahkûm olan kişilerin sportif faaliyetlerde yönetici
olarak yer almamasına ilişkin düzenlemedir.
Peki, bu noktaya geldik, bunun üzerinde uzun uzadıya
durmayacağım, bir noktaya değineceğim. Bazı sorulara
yanıt vermemiz gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu
düzenlemeye neden imza attık? Bunun yanıtını vermemiz
lazım. Keza, neden ceza indirimine gidilme gereği duyuldu? Bunun
yanında, şike operasyonu olarak bilinen operasyon neden
yapıldı? Keza, neden 12 Hazirandaki seçim ve hemen akabindeki
Federasyon seçimi beklendi? Aslında çok ayrıntısına
girmeyeceğim süren bir yargılama söz konusu olduğu için ama
ilginç şeyler var.
Bir: Bununla
ilgili, mart ayında 6222 sayılı Yasa yürürlüğe giriyor.
Yürürlüğe giren yasada “135’inci madde -Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135’inci
maddesi- uygulanabilir.” dendiğine göre iletişimin tespiti
işlemlerine başlanıyor ve lig bitiyor, şampiyonlar
belirleniyor ve tescilleniyor. Dolayısıyla basına
yansıdığı kadarıyla, Cumhuriyet
Savcısının söylediği gibi, son beş maçın da
sonucu biliniyor, o zaman bu soruşturma tamamlanmış.
Takımlar transfere başlıyorlar, futbolcu transfer ediyorlar,
milyonlarca dolar harcıyorlar, futbolcu satıyorlar belki fakat bu
operasyonun gözaltı aşamasına geçilmiyor. 12 Haziranda seçim
oluyor, seçimden sonra da bir soruşturma yok ama bir Federasyon
Başkanlığı seçimi var. Federasyonun yönetimi
değişiyor, kim geliyor? Mehmet Ali Aydınlar. Mehmet Ali
Aydınlar daha çok hangi kimlikle bilinir? Fenerbahçeli olmakla. Onun göreve
gelmesinden üç gün sonra da operasyon düğmesine basılıyor ve
insanlar gözaltına alınıyorlar.
Şimdi, birine
bir zehir içirmek istiyorsanız içinde zehir bulunan bardağı
güvendiği bir kişiyle ikram edersiniz. Yani bir Fenerbahçelinin
Federasyonun başında olduğu bir ortamda bu operasyon
yapılıyor. Sonuçta gelinen noktada, bu, gerçekten sırtı
kalınların buraya getirdiği bir değişikliktir
değerli arkadaşlarım. Futbol lobisi yoğun bir şekilde
baskı yapmıştır. Ama şunu da inkâr etmeyelim:
Özellikle Fenerbahçeli taraftarlar takımına sahip
çıkmışlardır ve iktidar kanadı önce “Ben bu
değişiklikten yana değilim.” dese de sonuçta ortak bir teklife
razı olmuştur. Ortak teklifle buraya gelinmesinin sebebi de budur.
Aslında şuna da değinmek lazım: Poliganizmi önlemenin yolu
cezaları artırmak değildir. Eğitim, toplumsal hoşgörü, empati ve
sağduyulu bir toplum yaratmak aslında olayların önlenmesinde en
önemli etkendir. Bu noktada peki Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu yasal
düzenlemeye “Evet” diyoruz. Hangi nedenlerle? Onu da hemen açıklayayım:
Bir kez gerçekten ceza çok ağırdır. Suç ile ceza oranı
arasında bir orantısızlık söz konusudur bu açıdan.
İkinci
olarak: Bu Meclisteki partilerin gerektiğinde nasıl
anlaşabildiklerinin bir örneğini ortaya koymaktır. Tutuklu olan
insanlar var, özgürlükleri kısıtlananlar var, antidemokratik pek çok
yasa var. Bu yasalarla da, bu yasalar gündeme geldiğinde de
uzlaşmanın, anlaşmanın bir yol olduğunu
kanıtlamak için bu düzenlemeye “Evet” diyoruz. Bunun yanında,
baskı gruplarının Parlamentoyu gerektiğinde nasıl
etkileyebildiğinin bir örneği göstermek amacıyla bu yasal
düzenlemeye “Evet” diyoruz. Keşke Türkiye’deki insanlarımız,
spor kulüplerine duydukları hayranlık ve arkalarında durmak
kadar Türkiye’de özgürlükler konusunda, demokrasi konusunda, muhalefete
yeterince yer ve anlayış verme konusunda da duyarlı olabilseler.
Umarım bu düzenleme, bu ortak düzenleme bu açıdan da toplumumuza bir
örnek olur ve sporun ticari bir meta hâline getirilmemesi amacıyla da bu
yasaya “Evet” diyoruz. Tek tip insan yaratma niyetine de karşı olarak
bu yasaya “Evet” diyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, aslında bu tip soruşturmalarda işin bu
noktaya gelmesinin başka bir nedeni var. Yıllarca benzer
soruşturmaları yapmış bir arkadaşınız olarak
söyleyeyim: Toplumda etki yaratan soruşturmaların bir arka yüzü
vardır yani bir halının altı vardır. Biraz sonra
söyleyeceğim sözler, bu soruşturmada görev yapan cumhuriyet
savcıları, kolluk güçleri, hatta iktidar kanadıyla ilgili
değildir. Onları tenzih ederek söylemek istiyorum. Toplumsal
yapıda belli alanlarda değişiklik yaratılmak isteniyorsa
bir tetikleme gerçekleştirilir. Bunun küresel bir boyutu vardır yani
bu şike operasyonunun uluslararası bir boyutu vardır. Onu
kısaca özetleyerek sözlerimi tamamlayacağım.
Türkiye’de
işlenecek suç mu arıyorsunuz? Her yerde bulursunuz. Hemen hemen her
ihaleye fesat karıştırılır, çoğu futbol ya da
spor karşılaştırmasında şike vardır,
çoğu zaman mafyalaşma girişimleri Türkiye’de alışılmış
bir olaydır, görevi kötüye kullanma sıradan bir olaydır. Böyle
bir olgu vardır ve bir şey o kolluk güçlerini ya da savcıyı
tetikler. O savcı ya da kolluk güçleri, Türkiye’yi
kurtardıklarını, ülkenin belli bir sektörünün, belli bir
bölümünün pislikten temizlendiğini düşünerek cansiparane bu
soruşturmaya atlarlar.
Aslında bu
spordaki şike olayının temelinde şu vardır:
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de taraftarı son derece fazla
olan, basında çok önemli ilgi çeken, en önemli ilgiyi çeken, hatta
adına “Fenerbahçe cumhuriyeti” denilen bir Fenerbahçe Spor Kulübü
vardır. Eğer siz bu Spor Kulübü hakkında şikeden
dolayı soruşturma yapar ve onu küme düşürürseniz Birinci Lig’i
mahvedersiniz ve diğer takımlar da artık nefes alacak yer
bulamazlar, parasal güçleri biter, naklen yayından aldıkları
ücretler azalır, düşen takım tekrar çıkabilmek için çok
büyük çaba içine girer. İşte burada uluslararası fonlar devreye
girer, bizim bu renk aşkıyla bağlı olduğumuz
takımları fonlar sağlayarak satın alır. Mesele budur.
Hepinize
saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Aldan.
Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Uzunırmak,
Aydın Milletvekili.
Buyurun Sayın
Uzunırmak. (MHP sıralarından alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 622
sayılı Kanun’daki değişiklik teklifiyle ilgili söz
aldım, hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, eleştiri bir kültürdür. Eğer eleştiriye çamur
atmak, iftira atmak, haksız ithamda bulunmak olarak ne kadar
karşı isem haklı eleştiriden ders çıkarmamanın da
ülkeyi doğru zemine götürmediğini sizlerle öncelikle paylaşmak
istiyorum. Bu açıdan burada yapacağım eleştirileri de
mutlaka bir mantık inşası açısından
değerlendirmemiz gerektiği kanaatini taşıyorum. Bu bir AKP
klasiği hâline geldi. Sakın bu eleştirilerim bu teklifteki
oylarınızı menfi yönde etkileme mensubiyeti taassuba
dönüştürmeye doğru da gitmemesi gerektiğini de başta ifade
etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, AKP klasiği nedir? Geçmişte eğer biz tarihi
doğru okursak, doğru dersler çıkarırsak ülkeyi faydalı
bir zemine götürürüz. Tarih de bunun için bir bilimdir. Ve AKP klasiğini
ben bir İttihat Terakki klasiği olarak tanımlıyorum.
İttihat Terakki de belki düşünce sistematiği niyet olarak çok
iyi niyetlerle ülkeyi yönetmek istedi ama yaptığı
icraatların neticesinde getirdiği nokta hele hele yasamada
yaptığı “yok kanun, yap kanun” mantığı, güçlü bir
kanun tekniği, ülke gerçekleri ve dünyanın geldiği noktadan uzak
anlayışı içerisinde ülkeyi kaosa sürüklemiş ve bugün
AKP’nin gittiği yol uygulamalarından kanun yapma tekniğine varıncaya
kadar, dış politikadan ekonomiye varıncaya kadar “yok kanun, yap
kanun”dan dış politikadaki uygulamalara varıncaya kadar
aynı bir İttihat Terakki klasiği içerisinde gitmektedir. Ne olur
bu sözlerimi mensubiyeti taassuba dönüştürerek değerlendirmeyin.
Değerli
milletvekilleri, işte bu teklif nasıl ortaya
çıkmıştır? 2001 yılında sporda şiddeti
önleme düzensizliği önleme kulüplerin problemlerini araştırma
komisyonu kurmuş olmasına rağmen Meclis. Bu komisyon raporu
beklenmeden, 2005 yılında gene Meclisin aynı konuyla ilgili
kurduğu komisyon raporundan dersler çıkarmadan, alelacele, 2011
yılında, Nisan ayında bir tasarı hazırlamış
Hükûmet ve Meclise bir noter gibi onaylatarak bu tasarıyı, bizim o
gün, bizzat benim de karşı çıkmalarıma rağmen,
uyarılarıma rağmen ders çıkarmadan yasa geçmiş
gitmiş, tasarı geçmiş gitmiş ve bugün, bunun, gerçekten,
bir milletvekili ve sektörün içinden gelen birisi olarak inanarak söylüyorum ki
düzeltilmesi gerektiği kanaatiyle, vaktimizi bununla ilgili olarak
harcıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, tasarı sadece şike konusuyla ilgili değildir,
teşvik konusuyla ilgili değildir, sporda düzensizliğin de
önlenmesiyle ilgili bir tasarıdır, tekliftir veya
tasarının, teklifin tasarıyı düzeltmesi yönünde bir
oluşumdur.
Değerli
milletvekilleri, sporda şiddet ve düzensizlik, spor kulüplerimizin içinde
bulunduğu şartlar mutlaka ki dünyada direkt ve dolaylı olarak
ekonomik büyüklüğü dördüncü, beşinci büyük sektör olarak
tanımlanan bu sektörde rekabet gücümüzün artırılabilmesi için,
mutlaka sektördeki bütün aktörlerin, antrenöründen, hakeminden, hocasına,
seyircisine varıncaya kadar, kulüp yöneticisine varıncaya kadar hak
ve ödevlerinin kanunlarla, yönetmeliklerle ve bütün aktörlerin hak ve
ödevlerinin teminat altına alındığı kuralların
yönettiği bir sektör hâline getirilmesi gerekmektedir. Eğer böyle
olmazsa, sistemi kurallar yönetmezse, o zaman bizim rekabet gücümüzü
artırarak dünyada direkt ve dolaylı dördüncü, beşinci büyük
sektör durumuna gelmiş bu sektörden Türkiye olarak pay almamız ve
rekabet edebilmemiz mümkün olmayacaktır.
Şike ve
teşvik sadece belli bir kişiyi ilgilendirmiyor yani sadece
şampiyonluklarda olmuyor değerli arkadaşlar, lider yarışmalarda olmuyor,
düşmemek için de yapılıyor. Başka alanlarda da
yapılıyor ve ben bütün bunları konuşurken sizlerle
şunu paylaşmak istiyorum: Değerli milletvekilleri, bir defa bu
yasa nisan ayında gelmiş, çıkmış ve mayıs
ayında bitecek olan ligde hemen takipler başlamış ve
soruşturmanın safahatı içerisinde inanın ki vicdanları
kanatan ve iktidarı töhmet altında bırakacak gelişmeler
vardır. Bu gelişmeler nelerdir?
Değerli milletvekilleri, burada
zincirleme suçtan bahsediliyor ve emniyetin açıklamalarında o safahat
içerisinde birtakım suçun oluştuğu ve delillerin
yakalandığı o günkü basına da yansıdı. Şimdi
Sayın Bakana sormak istiyorum: Eğer deliller yakalandı ise, o
soruşturma açılmadı ve bu suçlular suç işlemeye devam etti
ise acaba savcılar yeni suçların oluşmasında suçun bir
noktada oluşmasına yardımcı olan durumuna düşmemiş
midir? Niçin ilk başta bunlar tutuklanmamıştır? Suç
oluşmaya devam ettiyse yeni mağdurlar meydana gelmemiş midir? Bu
yeni mağdurların haklarını kim koruyacaktır?
Şimdi, bütün bunları
düşündüğümüzde “zincirleme suç” tabirinde acaba savcılar da
-Geçmişte bunu, geçen dönemde, Adalet Bakanımıza sordum- bu
konuda bir denetimden geçirilmiyor mudur? Geçirilmesi gerekmez mi? Suç
oluştuğunda eğer savcı zamanında bu suça müdahale
etmiyorsa, zamanında bu suçu soruşturmuyor, kovuşturmuyorsa yeni
oluşan suçlardan acaba savcı yardımcı durumuna
düşmüyor mu? Suça sebep olan durumuna düşmüyor mu? Kolluk güçleri
suçun sebebi durumuna düşmüyor mu?
Dolayısıyla biz burada
birtakım tanımları getirirken inanıyorum ki yeniden
düzenlenmesi gerektiği mutlaka hasıl olacaktır. Düşünün ki
şikeyi yapmış, o şike yapıldığında siz
o yöneticiyi, o futbolcuyu, o menajeri gözaltına alıp,
sorgulayıp kovuşturmaya başlamadığınızda,
yeni suç oluştuğunda, yeni mağdurlar ve onun suç
dosyasının kabarmasında kim sorumlu? Dolayısıyla, bütün
bunların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanaatini
taşıyorum.
Değerli milletvekilleri,
biz sporla ilgili veya başka alanlarla ilgili birtakım yasama
çalışmalarını yaparken, kuralları koyarken öncelikli
olarak koyduğumuz kuralları altyapı olarak;
Bir: Zihinsel
altyapı olarak, kültür olarak, düşünce olarak o altyapıyı
oluşturmuş muyuz?
İki: Tesis
altyapısını oluşturmuş muyuz?
Güvenlik
tedbirleri olarak birçok güvenlik tedbirlerinden bahsedebiliriz ama siz
eğer statları elektronik bilet okumayı, vatandaşın
oturduğu adresi bilmeden, vatandaşlık numarasından insan
hareketlerini kontrol edebilecek emniyet ağını kurmaktan, tesise
geldiğinde seyircinin ilk kapıdaki girdiği alanda, oturduğu
alanda, hatta ve hatta düzenleme olarak yurt dışına
gittiğimizde gördüğümüz statlarda güvenlik güçlerinin gözden optik
okumaya varıncaya kadar seyirciyi tespit edebildiği ama sadece o
delilin o alanda kullanıldığı bir hukuki düzenlemeye
varıncaya kadar yapmadan ve bu mantık ilişkisini, bu mantık
inşasını kurmadan bu tedbirleri geliştirebilmeniz mümkün
müdür? Dolayısıyla, bir, mantık inşası, iki, tesislerimizin
de bu mantık ve yasalara uygun inşası çok önemlidir.
Dolayısıyla, uluslararası rekabetin de her alanda, mantık
inşasından tesis inşasına varıncaya kadar ancak
mükemmelleştirildiğinde bizim doğru görevi yerine
getirebildiğimiz kanaatinin hasıl olacağını ifade
etmek istiyorum.
Düzenlemenin
mutlaka lehinde olduğumuzu ifade ediyorum. Bu
haksızlıkların giderilmesi gerektiği kanaatini
taşıyorum. Suçlu olanlar bugün sadece içeride olanlar değildir.
Hazreti İsa bir suç için bir kadının recmedilmesi cezasına
çarptırılacağında diyor ki: “İçinizde bu günahı
işlememiş olan ilk taşı atsın.” ve bütün o insanlar
elindeki taşı yere atıyor, hiç kimse o kadına taş
atamıyor.
Bugün, spor
dünyasının içinde bulunduğu durum aynen budur. Bunun bir milat
olması gerektiğini ve bu milatta alt liglerden üst lige
varıncaya kadar bütün aktörlerin bu milattan faydalanması
gerektiği kanaatini taşıyorum.
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Uzunırmak.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen
Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın
Önder.
BDP GRUBU ADINA
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Devri Osmani’den
günümüze gelen bir deyimle başlamak istiyorum. Bu deyimin adı
“hamamın namusunu kurtarmak.” Bu deyim şuradan inkişaf ediyor:
Bir hamamın şöhreti kötüye çıkıyor, orada temizlenmenin
dışında birtakım cürümler işlendiği ayyuka
çıkıyor, tutuyorlar rastgele o cürümü işleyenlerin birini
yakalayıp iyice bir dövüyorlar -biraz cinsiyetçi bir söylem olsa da-
hamamın namusunu kurtarmak deniyor. Bu yasayla yapılmak istenen
tamamen hamamın namusunu kurtarmaktır. Peki, bakalım
hamamın namusu ne durumda?
Şimdi,
şike bu ülkede bir devlet politikasıdır arkadaşlar. 12
Eylülde Kenan Evren’in bir Ankara takımını Birinci Lig’e
çıkarmasıyla başlamıştır. Çünkü şike büyük
ahlaksızlıktır. Niye? Bir başkasının
emeğine, bir başkasının hakkına tenezzül edersiniz de
o sebepten. Büyük ayıptır ve siz müsabaka
başladığı zaman -bir futbol terimiyle söyleyeyim- olmayan
bir kuralı müsabaka devam ederken ihdas edemezsiniz. Böyle olduğu
zaman birilerinin hakkı mutlaka ketmolunur, bu ayıptır,
haksızlıktır.
Şimdi,
bununla başladı. Ben sizden biraz önce sataşma gerekçesiyle söz
istedim. Aslında bir Sayın Validen bir doğruya tekabül ediyordu.
Ben ömrümde bir yeşil sahanın içini görmemişim, bir maçı
başından sonuna kadar seyretmemişim. Herhangi bir takımla,
millî takım dâhil bir aidiyet ilişkisi yoktur, sadece
Beşiktaş Çarşı grubunu ve Lucescu’yu çok severim. Benim
şeyim budur. Birisi çok kitap okur, futbolculara kitap okumasını
telkin ederdi, Schopenhauer’ı hatırlattı futbolcularına,
ondan dolayı severim, Çarşı grubunu da haysiyeti önde
tuttuğu için, yoksa onun dışında bir takım
mensubiyetim yoktur.
Şimdi, devam edelim. Sırf
daha sonra bu şike devlet eliyle işlenmeye devam etti.
Anlatıyorum. Buna şike değildir diyecek olan var mı?
Oylarınızı değiştirmenizi rica ediyorum, neredeyse
yakarıyorum, lütfen bu rikkatle, bu dikkatle dinleyin.
Sırf siyasal, kültürel taleplerde
bulundular diye dillerine, ellerine kelepçe vurulan bir kentin, bir halkın
takımı Diyarbakırspor’a, devlet nedense belli bir zaman
diliminde büyük bir hamilik görevini üstlendi. Bir taraf tutmuyorum, ama asgari
bir evrensel hukuk bağlılığım var, bir ahlaki normla
bağlı sayıyorum kendimi, onun için takip ediyorum, onun için
yüreğimizi incitiyor. Hırsızlık var çünkü.
Diyarbakırspor küme düşmesin diye, üst liglere çıksın diye,
Altay Sporlu oyuncuların odasına ziraat ilacı
sıktırttı bu devlet. Yani bakın, devlet eliyle şike
nasıl olur! Burada da bitmiyor.
Türkiye-İsveç millî maçına…
Allah aşkına, iki dakika bir tefekkür edin, bu kadar insan dile
getirdi, televizyon programlarında söylendi, devlet eliyle, örtülü
fonlarla Türkiye-İsveç maçında hırsızlık
yapılmıştır, ahlaksızlık
yapılmıştır, bu da devletin bu konuyla ilgili bütün
makamları tarafından bilinmektedir ve dahilleri vardır.
Şimdi, sorun ne? Önceden
biliyorduk fakat bildiğimizi bilmiyorduk, bilmiyor gibi yapıyorduk.
Artık bildiğimizi biliyorsak eski ağza yeni taamla bu iş
geçiştirilemez.
Peki, çözüm ne?
Burada çıkıp, yine gerçekten hiçbir politik mülahazayla söylemiyorum,
kendi grubumda bütün açık yürekliliğimle bu yasa
tasarısından imzamızı çekmemiz gerektiğini dile
getiren benim. Bunu hepinizi tenzih ederek söylüyorum, böyle bir işte
dahlimiz olmasını kendi adımıza ahlaksızlık
sayarım. Niye? Yine maç sürerken kural değiştirmek. Ee,
şimdi, elinizi vicdanınıza koyun. Burada, tabii ki alelusul
cevaplar verilebilir: Hayır, bu falancayı kurtarma yasası
değildir, filancayı kurtarma yasası değildir. Bence de
değildir. Bu nedir biliyor musunuz? Aziz Yıldırım dedi ki:
“Ben yanarsam bu yangın nerede durur hiç belli olmaz.” Bunu dikkatlerinize
sunuyorum. Eğer bu bir gerçekse bırakalım bu yangın nereye
gidecekse gitsin. Arınmak iyidir arkadaşlar, yanarak arınmak
daha da iyidir. Bu yalansa bırakalım söyleyeni mahkûm etsin.
Vicdanlarınıza sorun. Biz, yarın öbür gün halkın içine
çıkacağız. X bir takımın taraftarı “Ya, bu
falancayı kurtarma yasası.” dediğinde kaçımız hulusi
kalple “Yok kardeşim, bunu biz evrensel hukuk ilkelerini gözetmek için
yaptık.” diyeceğiz?
Şimdi, çözüm
ne? Burada, işi tetikleyen süreç bu. Biraz önce Sayın Bakanı
okudum. Başbakan gerçekten dirayetli duruyordu “Ya, böyle şey mi
olur?” dedi. Sayın Bülent Arınç bu konuda itiraz etti. Ne oldu da…
Kamuoyuna bunun cevabını vermeden bu kanunun, bu
değişikliğin objektifliği konusunda kendi vicdanlarınızı
bile ikna edemezsiniz bırakın başkalarını ikna etmeyi.
Bu da…
Arkadaşlar,
bu kadar rutine bağlamayalım. Kendi vicdanımız da çok
kıymetli bir şeydir.
Sayın Vali’ye
sataşma yapmadan bir göndermede bulunmak istiyorum. Eğer sataşma
olarak söz isterse bana da sataşmasını diliyorum. 2004
yılında çıkan yasada, yasanın 17’nci maddesinde aynen bir
diğer kulübün taraftarını ırk, din, dil söylemiyle, mezhep
söylemiyle, cinsiyet söylemiyle tahrik edici şeylerin önlenmesine dair bir
17’nci madde hükmü vardı.
Ee, şimdi
yine devlete dönelim. Evet, dedim “Taraftar değilim” ama gazete okuyoruz.
Arşivleri karıştıran herkes bunu bulur. Ben ismini buradan
beyan etmeyeceğim. Niyetim kimseyi zem etmek ya da kimsenin vebalini almak
değil. İl yöneticileri, mülki erkan özellikle taşrada bulundukları
takımın fahri banisiler; bunu bilmeyen var mı? Bakın,
okuyun gazeteyi. Hakem, yan hakem ofsayt bayrağını
kaldırıyor –İnşallah doğru söylüyorumdur- Emniyet
Müdürü “İndir lan o bayrağı” diye başlıyor ve o bayrağı
neresine ithal edeceğinin ayrıntılı tarifini yapıyor;
haya ederim, buradan söyleyemem. Bunlar vardı.
Peki
“Ayağı kalkmayan Ermeni olsun.” “Yunan dölü.” Bu sloganlar koro
hâlinde tribünlerden atılmadı mı? Hangi kolluk 2004’te
çıkan yasanın 17’nci maddesini uyguladı? Ayıptır,
günahtır, yazıktır diye buna bir engel oldu? Onu
bırakın. Gerçekten hicap duydum. Ben Sayın Başkandan söz
istedim. Burada “Gavurlara şunu yapıyorsunuz, Müslüman’dan bunu
esirgiyorsunuz.” diyorlar.
Şimdi “gavur”
dediğinden, ondan sonraki konuşmacı onun Peygamberinden
alıntı yapıyor. “Günahsız olan ilk taşı
atsın.”
Şimdi, böyle
gelişigüzel, ırkçı, tefrik edici, tekfir edici söylemleri biz
burada yapıyoruz. Bu, yüz binlere dağılıyor; tribünlerde de
aldığı hâli görüyorsunuz.
Bir geyik
vardır; bugün bu geyiğe de değinmek istiyorum: “Camiye,
kışlaya, spora siyaset sokulmaz.” denir. Üçünde de siyasetin dik
âlâsı yapılır. Burada kastedilen, garip gurebanın orada
siyaset yapmamasıdır. Emeğin, mazlumun, mağdurun orada
siyaset yapmamasıdır.
“Sırtı
kalınlar” dedik. 1 milyar dolara çıkmış sektörün
büyüklüğü. Burada, halka düşen, seyirciye düşen, sadece bunu
finanse etmek. Hacir altındadır. Burada üç beş tane zenginin ve
-sadece yayın haklarına bir bakın, büyüklüğünü takdir
edersiniz- onların yediği herzelerin vebalini biz temizlemek zorunda
değiliz.
Bakın, hiç, KCK davasına
girmedim; hiç, diğer tutuklamalardan bahsetmedim. İzzetinize
sesleniyorum: Bu çok ayıp bir şeydir. Gerçekten bu konuda partiler de
bağlayıcı karar almasın. Kim, izzetine bunun, nefsine bunun
hesabına verebiliyorsa buna “evet” desin, gitsin çocuğunun gözüne
bakarak “Ben bu konuda objektif davrandım evladım.” desin. Allah’a
emanet olun. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum
Sayın Önder.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Recep Özel, Isparta Milletvekili.
Buyurun Sayın Özel.
RECEP ÖZEL (Isparta) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Teklifin 1’inci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Teklifin
1’inci maddesiyle, beş yıldan on iki yıla kadar olan hapis
cezaları bir yıldan üç yıla kadar değiştirilmekte.
Gerçekten, mart ayında yapılan değişiklikte, bu kanun
çıkarken, o günkü şartlar içerisinde, çok afaki cezalar tayin
edilmiş ve buraya dercedilmiş. O günkü stadyumlardaki şiddet,
bunu bir baskı aracı olarak getirtilmiş ve buraya gerçekten de
“suç ve ceza adaleti” anlamında, gerçekten yüksek miktarda cezalar buraya
yazılmış. Şimdi makul düzeye, “suç ve ceza adaleti”
anlamında bir seviyeye çekilmekte. Ne bu bir aftır, ne herhangi bir
düzenleme burada yapılırken... Tabii ki de bundan birtakım
kişiler faydalanacaktır. Düzenleme yapılırken, devam eden
davalarla ilgili, mahkûm olanlarla ilgili de bundan istifade edecek olanlar
olabilir. Burada “Hiç kimse istifade etmeyecek.” olacak bir düzenlemenin de
herhâlde Meclisin gündeminde olmasının da bir anlamı yoktur
diyorum. İnşallah, burada bir başka getirilen hükümle de, ilave
edilen fıkralarla, bir yandan bu ceza indirimi getirilirken, diğer
yandan bunların ertelenemeyeceği, bunların paraya
çevrilemeyeceği gibi dengeleyici hükümler de ihdas edilerek kamu
vicdanı bir adalet anlayışı içerisinde dengelenmeye
çalışılmıştır.
Bu
teklifin spor camiamıza, ülkemize hayırlı olmasını
diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Özel.
Madde
üzerinde şahsı adına söz isteyen Bartın Milletvekili
Yılmaz Tunç.
Buyurun
Sayın Tunç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YILMAZ
TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 1’inci
maddesi hakkında söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Sporda
şiddet ve düzensizlik konusu uzun yıllardır kamuoyunu
rahatsız etmiş, sporcularımız, taraftarlar, spor
alanında faaliyet gösteren kişiler, sporda şiddetin önlenmesi ve
bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için taleplerde
bulunmuşlar, bu önemli sorun da her konuda olduğu gibi yine AK
PARTİ iktidarları döneminde ele alınmıştır. Spor
alanında ortaya çıkan düzensizlik ve şiddet
olaylarının önlenmesi basit bir asayiş sorununun ötesinde bir
sorun olduğundan genel ceza hükümleriyle sporda şiddet ve
düzensizlikler önlenememiş, bu alanın özel olarak ele
alınmasına gerek duyularak 5149 sayılı Spor
Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun
kabul edilerek yürürlüğe konulmuş, ancak bu Kanun’da muhtelif
tarihlerde yapılan değişikliklere rağmen, spor
müsabakalarında şiddet ve düzensizliğin önlenmesinde istenilen
sonuç elde edilememiştir. 5149 sayılı Kanun’un uygulanması
döneminde ortaya çıkan eksikliklerin giderilmesi için 23’üncü Dönem
Parlamentosunda 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe konulmuştur. Suç işleyen kişi
hakkında işlenen fiilin ağırlığı ile
orantılı ceza veya güvenlik tedbirine hükmolunması ceza
hukukunun genel ilkelerindendir. Ceza Kanunu’nun 3’üncü maddesinde de suç
işleyen kişi hakkında işlenen fiilin
ağırlığı ile orantılı ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunacağı belirtilmiştir. Bu ilke gereğince işlenen suça verilecek
cezanın fiilin ağırlığıyla orantılı
olmasının yanı sıra, diğer kanunlarda öngörülen
suçlara verilen cezalar dikkate alınmak suretiyle adil ve hakkaniyete
uygun olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Teklifin 1’inci
maddesiyle 6222 sayılı Kanun’un 11’inci maddesinin 1’inci
fıkrasında geçen “beş yıldan on iki yıla kadar” olan
ibaresi “bir yıldan üç yıla kadar” şeklinde
değiştirilerek suç ve cezada orantılılık ilkesinin
gereği yerine getirilmektedir.
Yine 11’inci
maddenin 4’üncü fıkrasında yapılan değişikliğe
göre de federasyon veya spor kulüpleri ile spor alanında faaliyet gösteren
tüzelkişilerin genel kurul ve yönetim kurulu başkan ve üyeleri,
teknik veya idari yöneticiler, kulüplerin ve sporcuların temsilciliğini
yapan kişiler tarafından işlenmesi hâlinde, 1’inci fıkrada
ceza bir yıldan üç yıla kadar hapis şeklinde
değiştirildiği için Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231’inci
maddesine göre hükmün açıklanmasının geri
bırakılmayacağı, verilen hapis cezasının seçenek
yaptırımlara çevrilemeyeceği ve ertelenemeyeceği yönünde
değişiklik yapılmaktadır. Bu düzenleme, şike ve
teşvik primi suçu bakımından netice ceza ne olursa olsun fail
hakkında verilen hapis cezasının infaz edileceği anlamına
gelmektedir. Netice ceza iki yıla kadar olan suçlarda hükmün açıklanmasının
geri bırakılması veya erteleme müessesesinin
uygulanabildiği dikkate alındığında, yapılan yeni
düzenlemenin şike ve teşvik primi suçuyla mücadele
bakımından önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu maddede
tanımlanan suçların bir suç işleme kararının
icrası kapsamında değişik zamanlarda işlenmesi
hâlinde, bunlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden dolayı
verilecek ceza dörtte 1’den dörtte 3’üne kadar artırılarak tek cezaya
hükmolunacağı yönünde değişiklik yapılmaktadır.
Bu maddede
tanımlanan suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet hâlinde, kişi
hakkında ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesi hükümlerine göre
güvenlik tedbirlerinin uygulanacağı, spor kulüplerinin,
federasyonların bünyesinde sportif faaliyetler icra eden
tüzelkişilerin yönetim ve denetim organlarında görev yapmaktan
yasaklanmasına hükmolunacağı yönünde değişiklikler
yapılmaktadır.
Teklif ile
yapılması öngörülen değişiklikleri, örtülü bir af olarak
nitelendirmemek gerekir. Soruşturması devam eden bazı suçlar
bakımından böyle bir algı oluşmaktadır ancak 6222
sayılı Kanun’da belirtilen cezanın suçla orantılı
olmadığı yönünde gerek kamuoyunda gerek hukukçular arasında
gerekse siyasi partilerimiz arasında bir mutabakatın olduğu
görülmektedir. Bu nedenle söz konusu suçlar hakkında belirlenmiş
orantısız cezaların indirilmesi ve böylece kamu
vicdanının rahatlatılması gerekmektedir.
Bu
duygu ve düşüncelerle kanun teklifinin hayırlı
olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Madde
üzerinde on dakika süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın
Işık ve Sayın Demiröz’ün söz talepleri var.
Sayın
Işık, buyurun.
ALİM
IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakan, biraz önce kanunun gerekçesiyle ilgili soruma gayet siyasi ve esnek bir
cevapla cevap verdiniz, saygı duyuyorum; ama şimdi benzer bir sorum
daha olacak.
Bu
teklif dün itibarıyla Komisyonda görüşülmüş, dün rapor
hazırlanmış, bugün Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
önerisiyle Genel Kurula indiriliyor. Şimdi benzer soruyu soruyorum: Acaba
bu kadar hızla kanun teklifinin görüşülmesinin gerekçesi nedir?
Açıklarsanız sevinirim.
İkincisi,
bu olaylardan sonra Fenerbahçe futbol takımının Şampiyonlar
Ligi’ne gitmesinin engellenmesini kamuoyu vicdanı açısından
değerlendirdiğinizde doğru buluyor musunuz? O zaman
takımın ne suçu vardı?
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum.
Sayın
Demiröz…
İLHAN
DEMİRÖZ (Bursa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın
Bakanım, Bursa Atatürk Stadı Bursa’da herkesin hatırası
olan, bayram törenleriyle Bursalılara duygularını yaşatan
bir stat. Bursalıların Bursa Atatürk Stadyumunun yerinde kalması
yönünde karar almasına karşın Sayın
Başbakanımız helikopterle geçerken yeni stadyum yerini
işaret etmiş ve Bursa Atatürk Stadyumunun Bursa Kültürpark’la
birleştirileceği ifade edilmiştir. Yanlış
anladıysam düzeltiniz, Sayın Özensoy’a cevap verirken stadyumla
ilgili Bursalıların kararını beklediğinizi söylediniz.
Sorumu şöyle tekrar sormak istiyorum:
Bursa Atatürk
Stadyumu yıkılacak mı? Yıkılacaksa Kültürpark’la
mı birleşecek, yoksa son zamanlarda konuşulan yeni bir
çarşı yapılması söz konusu mudur?
Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Sakık…
SIRRI SAKIK
(Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Ben Sayın
Bakanıma sormak istiyorum: “Gençlik politikası” diye bir
politikalarının olduğunu ve bu politikada toplantı
düzenleyeceklerini, Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları, Adalet ve
Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi… Acaba, 4’üncü partiyi yok
mu sayıyor? Neden böyle bir uygulama içerisinde olduğunu
öğrenmek istiyorum; bir.
İkincisi de
bir sitemdir bu da: Biz, İstanbul Gençlik İl Müdürlüğüne
müracaat ettik, İstanbul İl Kongresi için anlaştık yer
konusunda da ama sonradan bazı gözükmeyen ellerin devreye girerek o
kongrenin tarihini iptal eden anlayışı gerçekten
kınıyorum ve büyük üzüntülerimi Sayın Bakanımla da
paylaşmak istiyorum.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.
Sayın
Ağbaba…
VELİ AĞBABA
(Malatya) – Sayın Başkan, Sayın Bakana bir soru sormak
istiyorum. Malatya’da hem seçimden önce Malatya’da yapılan bir propaganda
vardı, Malatya’ya yeni bir şehir stadyumu
yapılacağını, İnönü Üniversitesinin
karşısına. 25 bin veya 35 bin kişi olacağı tartışıldı,
bir türlü de karar verilemedi. Bu stadın, sizin açıklamanıza
göre bu yıl yapılmayacağı söyleniyor. Bu doğru mu?
Doğru ise bu Malatya’ya haksızlık değil mi? Malatya bölgenin
en önemli kentlerinden birisi, en büyük kentlerinden birisi.
Bir diğer sorum
ise, bu daha önce var olan İnönü Stadyumunun
yıkılacağı söyleniyor. Bunun
yıkılmamasını Malatyalılar istemektedir. Farklı
bir inşaatın yapılmasını da istemiyoruz. Buranın
ya eski hâliyle ya da farklı bir yeşil alan olarak
değerlendirilmesini, Malatya’daki yoğunluğu düşünerek
yeşil alan olarak değerlendirilmesini talep ediyoruz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Sayın
Erdemir…
AYKAN ERDEMİR
(Bursa) – Sayın Bakan, sporda şiddet ve düzensizliğin
önlenmesinin temeli sporda tüm takımlara adil ve eşit
davranılmasından geçer. Türkiye’de elektrik faturalarından
ödediği payla TRT’ye en büyük katkılardan birini sağlayan Bursa
ilinin, Bursaspor’un UEFA Avrupa Ligi maçının naklen
yayınlanmamasından büyük bir üzüntü duyduğunu belirtmek
zorundayım. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekten Avrupa kupa
maçlarının naklen yayını söz konusu olduğunda bu
şekilde mağdur edilen bir başka şehrimiz olduğunu
zannetmiyorum. Bugüne kadar Türkiye’deki tüm futbol izleyicileri Avrupa
liglerindeki maçlarımızı naklen seyredebilirken, söz konusu olan
Bursaspor olduğunda nedense bu haktan mahrum
bırakılmış durumdayız ve bana verilen yanıtta da,
Sayın Başbakan Yardımcısının verdiği
yanıtta da çok yüksek bir naklen yayın bedeli arzu edildiği
belirtilmiştir. Bu naklen bedelinin ne kadar olduğunu merak ediyorum
ve “Elektrik payından aktardığımız bedelin kaçta
kaçına tekabül etmektedir acaba?” diye merak ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) –
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Işık’ın sorusu tümü üzerindeki
sorusuyla aynı. “Bu teklifin bu kadar hızla görüşülmesinin
nedeni nedir?” Aynı soruyu…
ALİM IŞIK (Kütahya) – Benzer, benzer…
GENÇLİK VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Benzer
soruyu diyelim, sizin dediğiniz istikamette olsun.
Değerli milletvekilleri, dört grubun aynı kanun
teklifi üzerinde ittifak ettiklerine her zaman tanık olamıyoruz.
Mademki dört grup aynı kanun teklifi üzerinde ittifak etmiştir,
Komisyonda da bu birliktelik oy birliğiyle karara bağlanmıştır
-Sayın Kaplan’ın imzasını geri çekmesi
dışında- bu ahvalde kanunun burada ivedilikle görüşülmesine
mâni bir hâl olmamalı diye düşünüyorum.
Sayın Demiröz’ün sorusu: Bursa stadyumunun meydan
düzenlemesine dâhil edilmesiyle ilgili kanaatimi sormuşlar. Sayın
Demiröz, bu konuda bir kanaat var ama henüz bu yönde hukuken
bağlayıcılığı olan bir adım karar
altına alınmış değil. Bildiğiniz gibi, Türkiye’de
maalesef kentleşme süreçleri iyi işletilemediği için -Ankara’da
buna dâhildir- maalesef pek çok Avrupa ülkesinde hatta Doğu bloku
ülkelerinde gördüğümüz meydan düzenlemelerinden Türkiye büyük kentler
bağlamında mahrum kalmaktadır. Kentlerin yeni gelişim
alanlarında meydan düzenlemeleri yapılmakta belki ama eski kent merkezleri
bu düzenlemelerden mahrum kalmaktadır. Bu anlamda Bursa’daki kültürparkla
stadyum arazisinin birleştirilmesi ve Bursa halkının daha
geniş bir, ilin büyüklüğüne paralel bir meydana kavuşması
yönünde yaygın bir kanaat söz konusudur. Bu da elbette ki
değerlendirilecek hususlar arasında yerini bulacaktır.
Sayın
Sakık’ın iki sorusu oldu. Bunlardan bir tanesi Bağcılar
Spor Salonu’nun kendilerine tahsis edilmemesiyle alakalı BDP kongre
sürecine yönelik. O süreçte ben kendisini hem burada şifahi olarak yüz
yüze hem de ayrıca telefonla bilgilendirdim. Bir sportif organizasyon
nedeniyle anılan tarihte, kendilerinin talepte bulundukları tarihte
Bağcılar Spor Salonu dolu olduğu için bu tahsis kendilerine
yapılamadı.
SIRRI SAKIK
(Muş) – Biz anlaştık bitti, ondan sonra gözükmeyen el iptal
etti.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Gözükmeyen el yok ortada, el varsa mutlaka
gözükür Sayın Sakık, el varsa gözükmemesi mümkün değil. Orada
İstanbul İl Müdürlüğündeki değişimden dolayı
vekâlet eden müdür arkadaşlarımızdan bir tanesi salonun müsait
olduğunu ifade etmekle birlikte, konudan eksik bilgisi olduğundan
dolayı bilahare salonun tahsise uygun olmadığı, rezerve
edilmiş olduğu bilgisi bize intikal etti.
Gençlik
politikaları üzerinde çalışıyoruz, bu doğru. Türkiye
gençliğini her yönüyle ve bütün unsurlarıyla, bütün sorunlarıyla
ele alacak bir kapsamlı gençlik araştırmasını da
yürütüyoruz. Bu bağlamda siyasi partilerimizin Anayasa ve yasalara göre
faaliyetlerini sürdürmekte olan nizami gençlik kolu unsurlarıyla,
birimleriyle görüş alışverişinde bulunmayı da önemli buluyoruz.
AK PARTİ Gençlik Kolları kadar CHP, MHP Gençlik Kollarıyla da
görüşmeyi bu anlamda önemli ve değerli buluruz. Eğer ki BDP’nin
aynı çerçevede gençlik kolları organizasyonu, faaliyeti var ise
elbette ki BDP’nin Anayasa ve yasalar çerçevesinde faaliyetlerini sürdüren
unsurlarıyla görüşmekten de imtina etmeyiz. Ama cezaevinde
olduklarını söylediniz.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – İçeride, cezaevinde.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Eğer cezaevinde olanlar benim
anladığım çerçeve içerisindeyse o ne kadar “gençlik kolu” olarak
tanımlanabilecektir, onu kamuoyunun takdirlerine terk ediyorum.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Onu biz de anlamıyoruz, iddianame
açıklanmadı çünkü.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sayın Ağbaba’nın Malatya’ya
ilgili bir sorusu var.
Ben Plan ve Bütçe
Komisyonunda yeni dönemde stadyum yapacağımız illerin tam
listesini saymadım, sadece, örnek verirken belli illerin isimlerini
zikrettim. Mersin bunlardan en ivedi, en acil olanıdır çünkü Akdeniz
Oyunları Mersin’de icra edilecek. Ankara da stadyum yapılacak iller
arasındadır, Samsun da stadyum yapılacak iller
arasındadır, Gaziantep de, Antalya da. Yine tamamını
sayacak durumda değilim şu an için. Malatya da aynı şekilde
stadyum yapılacak iller arasında yerini almaktadır, bu noktada
ben ufak bir tereddüt söz konusu değildir. Konunun kamuoyunda farklı
yönlere çekilmesinin de gereğini ben doğru görmüyorum.
Seçimler
öncesinden itibaren stadyum sözü verilen illerimizin tamamında bu stadyumları
gerçekleştirme arzusundayız fakat milletvekillerimizin de
sorularında ifade ettikleri gibi mevcut stadyumların mevcut hâliyle
muhafaza edilmesi, bunlar ilde mevcut hâlleriyle muhafaza edilirken aynı
zamanda illerin yeni stadyumlara kavuşturulması arzu edilmektedir.
Avrupa ekonomilerinin memur maaşlarını bile ödeyemediği
dönemde -hamdolsun- Türk ekonomisi on dört stadyumu aynı yıl
yatırım programına alacak ve ihalesini yapacak kadar kuvvetli ve
sağlamdır. Ancak bunlar yapılırken gayrimenkul
dönüşümleri, gayrimenkullerin değerlendirilmesi de
kaçınılmaz zarurettir eğer ki bu tesislere, modern tesislere
kavuşmayı gerçekten arzu ediyorsak.
Sayın
Erdemir’in TRT ve Bursaspor konusundaki sorusu alanıma girmediğinden
dolayı bu soruya yazılı cevap vermeyi tercih ediyorum.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 22.06
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 22.17
BAŞKAN: Başkan Vekili
Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK
(Burdur), Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır)
----- 0 -----
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22’nci
Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
80 sıra
sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
2’nci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 2- 6222 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin
ikinci fıkrasında geçen “üç aydan bir yıla kadar” ibaresi “bir
yıla kadar” şeklinde, üçüncü fıkrasında geçen “iki
yıldan beş yıla kadar” ibaresi “altı aydan iki yıla
kadar” şeklinde ve dördüncü fıkrasında geçen “bir yıldan üç
yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” şeklinde
değiştirilmiştir.
BAŞKAN –
Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Bülent
Tezcan, Aydın Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tezcan. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
BÜLENT TEZCAN (Aydın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
sporda şiddetin önlenmesine dair 6222 sayılı Yasa’da
değişiklik yapılmasına ilişkin 80 sıra
sayılı kanun teklifini görüşüyoruz. Teklifin 2’nci maddesiyle
ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Değerli
arkadaşlar, biraz önce de ifade edildi, bu teklifin görüşüldüğü
değişiklik yapılma ihtiyacı ortaya çıkan 6222
sayılı Yasa, 2011 yılı Mart ayında kabul edilerek,
daha sonra yürürlüğe girmiş ancak, dün Adalet Komisyonunda
yapılan görüşmelerde de ortaya çıktığı üzere,
yasanın uygulama sürecinde ortaya çıkan bazı problemler,
öncelikle kamu vicdanını rahatsız etme konusunda ciddi
problemler yaratacağı görülmüş, ardından ceza adaleti
noktasında ciddi sıkıntılar olduğu, ceza adaletini
sağlamak fiille, suçla yaptırım arasındaki dengeyi koruma
açısından beklenen ölçüde titizlikle
hazırlanmadığı düşüncesi hâkim olmuş ve
başlangıçta dört grubun ortak önerisiyle yasa teklifi olarak
gelmiş, daha sonra gruplardan birisi komisyon aşamasında
imzasını çektiğini söylemiş ve bu şekliyle Genel
Kurulumuza gelmiş.
Değerli
arkadaşlar, bu şekliyle, 6222 sayılı Yasa’da mutabakatla,
kamu vicdanını rahatsız eden ve ceza adaleti konusunda
sıkıntı yarattığı görülen bir konuda mutabakatla
hareket ediliyor olması gerçekten önemli. Bu, sadece yapılacak bu
değişiklik açısından önemli değil, aynı zamanda
önümüzdeki Parlamento çalışması sürecinde genel olarak Türkiye’de
karşımıza çıkan hukuksuzluklar ve adaletsizliklere karşı alacağımız
tavır açısından da önemli.
Değerli
arkadaşlar, kamu vicdanını bunun gibi rahatsız edecek
başka şeyler de var. Bakın, Meclis açıldığı
günden bu yana, 24’üncü Yasama Döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
maalesef, bu yüce Meclis eksik temsil hâlindedir, eksik temsil hâlinde
çalışıyoruz. 8 milletvekili tutuklu, henüz yemin etme
imkânı bulamadılar ve o günden bu yana, görüştüğümüz
kanunlarda milletin verdiği iradeyi kullanmaktan yoksunlar.
Burada bir
mutabakat zaptı imzalanmıştı. Meclisin eksik temsilini, bu
özrü giderme konusunda, o dönemde Cumhuriyet Halk Partisi grup başkan vekili
ile Adalet ve Kalkınma Partisi grup başkan vekillerinin ve yine
heyette başka milletvekillerimizin imzası bulunan bir mutabakat
metni. Burada aynen şu söyleniyordu değerli milletvekilleri: “Tüm
siyasi partilerin ve milletvekillerinin, milletimizin kendilerine verdiği
bu onurlu görevi yerine getirmeleri için Türkiye Büyük Millet Meclisinde
olmaları gerektiğine inanıyoruz. Anayasa dâhil tüm
mevzuatın, hukukun üstünlüğü çerçevesinde ve kuvvetler
ayrılığı ilkeleri dikkate alınarak özgürlükleri
genişletici bir anlayışla yorumlanması ve uygulanması
gerektiğine inanıyoruz.”
Değerli
arkadaşlar, bu mutabakat metni imzalandıktan sonra, ne yazık ki
bugüne kadar gereğinin yapılması konusunda herhangi bir
adım atılmadı. Şimdi sormak lazım: Eğer bu metin
hiçbir şey ifade etmiyorsa niye imzalandı? Neden böyle bir metni
imzalama ihtiyacı duyuldu? Ne oldu? Vahiy mi geldi?
Değerli
arkadaşlar, şunu isterdik: 6222 sayılı Yasa’daki bu
değişikliği görüşürken, bu 8 tutuklu milletvekilimizin de
iradelerinin bu Mecliste ifade edilebilmesini isterdik, sadece bunu söylüyorum, bunun için bu
konuya girme gereği duydum. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de maalesef uzun tutukluluk süreleri çok ciddi bir problem hâline
geldi. Bakın, Türkiye öyle bir noktaya geldi ki bir evrensel hukuk var, o
evrensel hukuk bütün dünyada çağdaş hukuk sistemlerinin
uygulanması gereken hukuk anlayışı ve maalesef bir de
Silivri hukuku var. Eğer Deniz Feneri davasından tutukluysanız
evrensel hukukla muamele edilirsiniz ama iktidara muhalifseniz, karşınızda
Silivri hukuku uygulanır, Silivri hukukuyla muamele görürsünüz.
İşte, bu yüce Meclisin,
tıpkı 6222 sayılı Yasa’nın
değişikliğine ilişkin kamu vicdanını ve ceza
adaletini rahatsız eden bu hükümlerde uzlaştığı ve
uyuştuğu gibi, uzun tutukluluklar, haksız tutuklamalarla ilgili
de aynı mutabakatı sağlaması Türkiye’de hem demokrasinin
hem de hukuk devletinin yerleşmesi açısından önemlidir diyoruz
arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, bugün
yasanın 2’nci maddesinde ceza adaletinden kaynaklanan
sıkıntılar nedeniyle daha önce çok yüksek bulunan maddelerde
indirime gidildi. Dün komisyonda görüştük ve mutabakata vardık. Bu
mutabakatla, evet, ceza adaletini sağlama konusunda bu indirimlerin
yapılması gerekir. İşte, iki yıldan beş yıla
kadar olan cezaların altı aydan bir yıla, iki yıla kadar
diye indirimler sağladık.
Şimdi, bu gerçekten de suç ve ceza
arasındaki dengeyi sağlama açısından önemli. Böyle bir
mutabakat sağlanmış ama Türkiye’de bütün eylemler konusunda,
bütün faaliyetler konusunda neden böyle bir evrensel hukuk ölçütlerinde
mutabakat sağlayamıyoruz?
Bakın, değerli
arkadaşlar, öyle bir süreç yaşıyoruz ki Türkiye’de, şimdi
önümüze gelecek -yine Adalet Komisyonunun gündeminde- terörizmin
finansmanının önlenmesine dair bir kanun tasarısı
görüşeceğiz, Hükûmet tasarısı; bu teklif, o tasarı.
Değerli arkadaşlar,
Türkiye’de son yıllarda ilginç bir terör tarifi var,dikkat edin. HES’lere
karşı mücadele ederseniz terör suçundan
yargılanırsınız, parasız eğitim isterseniz terör
suçundan yargılanırsınız, Başbakanı üniversitede
protesto ederseniz terör suçundan yargılanırsınız, kitap
yazarsanız terör suçundan yargılanırsınız. Bakın,
daha dün bir gazetede çıkan haber: “Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve
Ulaş Bardakçı’yı andıkları için on iki yıla
mahkûm edildi.” terör suçundan gençler on iki yıla mahkûm edildi.
Bakın
arkadaşlar, suç delili kavramı değişti Türkiye’de. Suç
delilleri neymiş? Tiyatro oyunu sahnelemek, müzik dinletisi sunmak,
pankart açmak, Dev Genç marşı söylemek. Suç nasıl
işlenmiş? “Kurtuluşa kadar savaş. Emperyalizme ve
oligarşiye karşı mücadelede şehit düşenleri
anıyor ve umudu selamlıyoruz.” dedikleri için, emperyalizme ve
oligarşiye karşı çıktıkları için terör suçundan
on iki yıl hapis cezasına çarptırılmışlar.
İktidarın terör suçunu böylesine uygulamada yerleştirmeye
çalıştığı bir süreçte, emperyalizme ve oligarşiye
karşı mücadelenin hem de tam da bu zamanda en onurlu mücadele olarak
kabul edilmesi gereken bir dönemde terör suçundan gençlerimiz yargılanmaya
başlıyor. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
İDRİS
ŞAHİN (Çankırı) – Kararın gerekçesini oku, gazete
haberi değil!
BÜLENT TEZCAN
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, gerekçeleri biliyoruz, Oda
Davası iddianamesinde bu dokunulmaz kürsüde söylenenlerin dahi iddianameye
nasıl girdiğini biliyoruz, suç delili olarak nasıl
sokulduğunu biliyoruz. Biliyoruz o gerekçeleri, nasıl
hazırlandığını biliyoruz. O dosyaların nerede
hazırlandığını ve
hazırlatıldığını, o tezgâhların nasıl
kurulduğunu biliyoruz ve hiç şüpheniz olmasın, onun nasıl
boşa çıkarılacağını da biliyoruz. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen, lütfen Sayın Hatibe müdahale
etmeyelim.
Buyurun.
BÜLENT TEZCAN
(Devamla) – Konuya dönüyorum.
Değerli
arkadaşlar, şimdi şunu talep ediyorum, bütün milletin
vekillerinden, sizlerden şunu talep ediyorum: Geldiğiniz yeri
değil yetki aldığınız milleti düşünün, millete
karşı sorumluluğunuzu düşünün.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT TEZCAN
(Devamla) – Bu ülkenin geleceğiyle ilgili sizi bir yere
taşıyanlarla değil bu ülkeyi nasıl nereye
taşıdığınızın hesabını millete
verecek iktidarın…
Hepinize
teşekkür ediyorum, sağ olun.
(CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Tezcan.
Madde üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Lütfü Türkkan, Kocaeli
Milletvekili.
Buyurun Sayın
Türkkan. (MHP sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Orada öyle hareket yapma, yanlış
anlaşılır, yasak, yasak arkadaş.
MHP GRUBU ADINA
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) – O hareketin sahibi orada.
Efendim, hepinize
hayırlı akşamlar diliyorum.
Sayın
Başkan, değerli Meclis üyeleri; Sporda Şiddet ve
Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.
Futbolla ilgili bu
yasanın daha üzerinden bir yıl bile geçmeden yeniden düzenlenmiş
olmasına dair konuşmaları izledim. Gerçekten öyle. Ben o dönemde
Bursaspor Kulübü’nün Kulüpler Birliği’ndeki temsilcisiydim. O dönemde
Kulüpler Birliği bu tasarıyı hazırladı.
Hazırlayanların başında da Sayın Aziz
Yıldırım geliyordu. Cenabıallah’ın takdiri ilahisi
Aziz Yıldırım’ın hazırladığı bu yasaya
ilk toslayan da Aziz Yıldırım oldu. Böyle bir takdiri ilahi.
Şimdi, Aziz
Yıldırım’ı Mecliste nasıl kurtarırız diye
bir hummalı çalışmaya başladık hep beraber.
ALTAN TAN
(Diyarbakır) – Niye?
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) - Ben de soruyorum niye?
HAKAN
ÇAVUŞOĞLU (Bursa) – Grubuna sor.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) – Grubuma da soruyorum, ben grubuma da soruyorum.
Bakın, ben
size bir şey söyleyeyim mi niye? Türkiye'de hukuksuzluğun diz boyu
devam ettiği günümüzde sanki Türkiye'nin bütün problemlerini
çözmüşüz, aşmışız, gele gele gelmiş, Fenerbahçe
Kulübünün Başkanını içeriden nasıl kurtarırız
diye düşünmeye başlamışız. Eğer hakikaten bu
Meclisin böyle bir iradesi varsa, çözümler konusunda bu kadar ciddiyetle
çalışıyorsa, benim bir önerim var. Bakın, bu Mecliste
seçilmiş olan, görev yapamayan milletvekilleri var. Bu milletvekillerinin
hangisi Aziz Yıldırım’dan daha az değerli? (CHP ve BDP
sıralarından alkışlar)
Gelin, bu yasadan sonra, eğer
hukuki bir problemse, bu milletvekillerinin tutukluluğunun devam etmesi
hukuki bir değişikliği gerektiriyorsa onlarla ilgili de kanun
teklifini hazırlayalım, Engin Alan Paşa’yı da aramıza
alalım, tabii ki diğer arkadaşlarımızı da.
Bakın, ben size bir şey
söyleyeyim. Süper Lig’de görev yaptım, Bursaspor’un şampiyon
olduğu dönem dâhil olmak üzere, futboldan sorumlu as başkanlık
yaptım.
Ben futbolun spor olduğunu
düşünen herkesin aklına şaşarım. Profesyonel futbolun
spor olduğunu düşünen herkesin aklına şaşarım.
Futbol bir endüstri, ciddi bir endüstri. Sadece Türkiye'de değil, dünyada
da bir endüstri.
Bakın, Bursaspor şampiyon
oldu, şampiyon takım ertesi yıl forma reklamı dahi
bulamadı. Yani forma reklamı almadan sahaya çıktı. Digitürk
aboneleri düştü, reklam gelirleri azaldı, Süper Lig’in marka
değeri düştü.
Buradan ortaya çıkan sonuç ne
biliyor musunuz? Türkiye'de Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray’ın
dışında kim şampiyon olursa olsun bu endüstri para
kazanmıyor, zarar ediyor. Dolayısıyla, bütün bu düzenlemeler
sadece bu üç kulübün şampiyon olmasına dair düzenlemeler. Onun
dışındaki kulüpler kazara şampiyon olursa, Bursaspor gibi,
reklam almadan sahaya çıkar.
Sayın Başbakanın
tenakuza düştüğü maddelerle ilgili konuşmak istemiyorum, birkaç
defa dile getirildi. Yani bu Sayın Başbakanın ilk tenakuza
düşüşü olmadığı için çok da üzerinde durmuyorum. Yani
yakın bir zamanda umuyorum, öyle zannediyorum ki Başbakan, şu
anda çok kritik ettiği Demirel gibi olacaktır, “Dün dündür, bugün
bugündür.” dediği gibi, aynı, Başbakan da öyle olacaktır.
“Dün öyle dedik, şartlar öyleydi; bugün şartlar farklı
gelişti, bu içeriye attırdığımız adamların
dışarı çıkması gerekiyor.” dedi, böyle bir yasa
getirdi, bizden de destek bekleniyor.
Bakın, bir
şey daha söyleyeceğim size: Kulüp başkanlarının
nasıl gözaltına alındığını hep beraber
televizyonlarda izledik. Bunların sağlık muayenelerine giderken
elleri kelepçeli gittiğini de izledik. Bir de geçen hafta gözaltına
alınan, İstanbul Büyükşehir Kulübünde Başkanlık yapan,
şu anda da Futbol Federasyonunda Başkan Vekilliği yapan,
Sayın Başbakanın Eşi Hanımefendinin Ağabeyinin
Damadı bir arkadaşımızın hastaneye şoförüyle
beraber rapor almaya gittiğini izledik. Böyle bir adalet var mı ya?
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Polis nezaretinde.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) - Eğer hakikaten böyle bir şey mümkünse, hukuken mümkünse
bundan öncekileri niye öyle millete teşhir ede ede yaka paça arabalara
bindirdiniz? Kafasından bastırıp arabalara bindirdiniz? Nedir bu
çifte standart? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Niye Göksel Gümüşdağ’ı kafasına
basıp arabaya bindirmediniz? Ben, doğru olanın Göksel
Gümüşdağ’a yapılan olduğunu iddia ediyorum, doğru olan
odur ama diğerleri sizden olmayana yapılan bir hukuk
uygulamasıdır yani her şeyde olduğu gibi sporda da bizden olan
ve bizden olmayanlar şeklinde bir ayrışıma gidiyorsunuz.
Bunu hatırlatmak istiyorum size.
HÜSEYİN
FİLİZ (Çankırı) – CHP’liler gayet memnun şu anda.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) - Ben AKP’yi veya CHP’yi memnun etmek üzere buraya
çıkmış bulunmuyorum. Eğer memnun etmek isteyen
arkadaşlar varsa onları nasıl memnun edeceklerini bilmem;
gitsinler konuşsunlar, onlar nasıl arzu ediyorsa o şekilde
memnun etsinler. Ben, burada grubum adına konuşuyorum. Dikkat
edeceksiniz.
Size
yanlış gelen çok doğru olan şeyler var. Bu memlekette,
biraz evvel bahsettiğim hukuksuzluklara hâlâ siz doğru
diyebiliyorsanız, size doğrularınızı bir kez daha
gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum.
Biraz evvel
Sayın Celal Adan bana bir hikâye anlattı, Gümüşhane-Bayburt
hikâyesi. Size çok benziyor yani bu memlekette o kadar çok adaletsizlik
yapıyorsunuz ki, buradan farklı bir ses çıktığı
zaman da asla ve kata kabul etmiyorsunuz, asla ve kata.
SIRRI SAKIK
(Muş) – Anlat o hikâyeyi.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) – Gümüşhane’yle Bayburtlular maç ediyor. Gümüşhane
Bayburtlulara 4 gol atıyor. Bayburtlular da 1 tane gol atıyorlar.
Memlekete gidince soruyorlar. ” 4 tane yedik ama 1 tane bastuk” diyor. Yani
sizinki de aynen o hâl.
ÖMER FARUK ÖZ
(Malatya) – Sayın Vekilim, bu size yakışmadı.
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) – Arkadaşlar, ben bunun mahrecini bilmem. Ben Sayın Celal
Adan’dan duyduğum şekliyle naklediyorum.
Efendime
söyleyeyim…
ÖMER FARUK ÖZ
(Malatya) – Bir milletvekilinin kürsüden bu şekilde konuşması
hiç yakışmadı. Hiç yakışmadı…
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) - Bakın, ben daha iddia ediyorum size: Bu laf atma meselesini
biraz evvel arz ettim, daha önce de arz ettim. Bitireceğim sözümü. Daha
sonra beğenmediğiniz, itiraz ettiğiniz maddeler varsa buraya
gelip konuşacaksınız.
Ben bu
yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisine çok önemli bir katkı
sağlayacağına inanıyorum. Sayın Aziz
Yıldırım Türkiye Cumhuriyeti’nde kendisi hakkında yasa
çıkartılan bir Kulüp Başkanı olarak tarihe geçecektir. Bu
Meclis de Aziz Yıldırım’ı cezaevinden çıkaran bir
Meclis olarak tarihe geçecektir.
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Sizin de imzanız yok mu?
LÜTFÜ TÜRKKAN
(Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Türkkan.
Madde üzerinde
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Altan Tan,
Diyarbakır Milletvekili.
Buyurun Sayın
Tan. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar;
hepinize hayırlı çalışmalar diliyorum, hayırlı
akşamlar.
Sevgili
arkadaşlar, gönül isterdi ki, çok böyle derli toplu, dört başı
mamur hazırlanıp geleyim ama inanın bu kadar ciddiyetsizlik
karşısında şöyle hasbihâl etmek istedim.
Allah’ınızı severseniz, bu yasayı niye
çıkarıyorsunuz?
RECEP ÖZEL
(Isparta) – Ya sizin de imzanız var!
ALTAN TAN
(Devamla) – Yani samimi bir şekilde çıkıp da birisi itiraf etse;
dese ki, şundan, şundan, şundan dolayı ben bu yasayı
çıkarmak istiyorum.
Birinci soru
şu: Sekiz ay evvel bu yasa yürürlüğe girmiş; yani mevcut,
değiştirmek istediğiniz yasa ve şu anda bu yasadan
dolayı içeride olan arkadaşlar da bu yasanın
hazırlanmasında aktif olarak rol almışlar. Yani
önerilerini, tavsiyelerini Meclise iletmişler; bu doğrultuda, bu
çerçevede bir yasa hazırlanmış gelmiş.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Hasip Bey de imza atarken görüşmüş mü o arkadaşlarla?
Hasip Bey’in de imzası var. Kendi
arkadaşınıza hakaret ediyorsunuz ya!
ALTAN TAN
(Devamla) – Peki, ne oldu da şu an, ne oldu da şu an…
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Kendi Grup Başkan Vekilinize hakaret
ediyorsunuz.
ALTAN TAN
(Devamla) – Şimdi, cevap vereyim size. Cevap vereyim.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Siz de yanlıştan dönün!
ALTAN TAN
(Devamla) - Biz yanlıştan dönmeyi bir erdem olarak görüyoruz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Yani Sayın Hasip Kaplan orada içerdekilerle
gitti, konuştu…
ALTAN TAN
(Devamla) - Sayın Canikli, benle polemik yapmayın, altında
kalırsınız.
BAŞKAN –
Sayın Canikli, niye müdahale ediyorsunuz? Lütfen dinleyin.
ALTAN TAN
(Devamla) - Bakın, akıllı uslu, efendi konuşuyorum.
BAŞKAN – Sayın Canikli, niye
müdahale ediyorsunuz? Lütfen…
ALTAN TAN (Devamla) –
İstiyorsanız polemik yapayım. Çok açık yani tahrik etmek
istiyorsanız hemen tahrik olurum yani, söyleyeyim ben, anında.
Şimdi, sekiz ay önce ne oldu?
Yahu, çıkın anlatın.
İki: Çankırıspor ile
Çorumspor şike yapsaydı yine bu kadar üzerine düşecek miydiniz?
Kastamonuspor ile Sinopspor arasında bir şike tespit edilseydi bu
Meclisi meşgul edecek miydi? Ayıptır. Yani, bu Meclisin
ciddiyetine layık bir davranış içerisinde olması lazım
bu Meclis.
Şahıslara göre,
takımlara göre, kurumlara göre kanun çıkarılır mı? Ben
size Hazreti Peygamber, Sallallahu ve Sellem’in bir hadisini okuyayım,
diyor ki: “Siz kanunları yani cezaları daha doğrusu, kanun değil
de cezaları zenginlere uygulayıp da fakirlere uygulamazsanız
helak olursunuz. Yahudiler ve Hristiyanlar böyle helak oldu.” Yahudi hahamlar
da o dönemde faizcilik yapıyorlardı, bankerlik
yapıyorlardı, her türlü günahı işliyorlardı. Fakirlere
cezaları, Tevrat’ın cezasını uyguluyorlardı ama
zenginlere uygulamıyorlardı. İzah edin, niye bu kadar sizi
meşgul etti bu? Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak belgeleriyle,
evraklarıyla, delilleriyle bir şike olayı ortaya
çıkarıldı. Güzel bir şey, helal olsun çıkaranlara.
Bir diğer iki soru daha: Bugüne
kadar hiç şike olmadı mı Türkiye Cumhuriyeti’nde? Kimin
ayağına bastı Aziz Yıldırım? Kimin
ayağına bastı da, bu iş, böyle, bizim memleketin tabiriyle,
faş oldu yani ortalığa döküldü.
İki, tekrar baştaki soruyu
soruyorum: Ne oldu da tekrar tanrılar insafa geldi? Lütfen bunu izah edin,
bu kadar basit, yani başka bir şey yok.
Bir diğer fasıl, şimdi
ikinci fasıl, diyebilirsiniz ki: “Biz, vicdanlı, merhametli insanlarız.
Bu kanun, şike mağduru bugüne kadar memlekette doğru düzgün
kimse yokken hazırlandı, ondan sonra bu iş patladı.
Baktık ki biz kantarın topunu kaçırmışız. Yani,
bu verdiğimiz cezalar, hazırladığımız kanun
tasarısı, kanunlar, kanunlaşan hazırlıklarımız
bir haksızlığa sebebiyet veriyor. Ondan dolayı da biz
oturduk, dedik ki: ‘Yanlış yaptık, biz bu yanlışı
düzeltelim.’” Keşke böyle olsaydı. Yani böyle bir durum varsa
ben şahsen bütün söylediklerimi geri alıyorum ve sizlerden özür
diliyorum.
RECEP
ÖZEL (Isparta) – Sen geri al, geri.
ALTAN
TAN (Devamla) - Hayır, eğer böyleyse, bu kadar
vicdanlıysanız, bu kadar yüreğiniz sızlıyorsa 8 tane
milletvekili cezaevinde hiç aklınıza gelmiyor mu? Ceza versin
mahkemeler üç sene, beş sene mi sürecek. On yıl içeride kalıp da
ceza almadan çıkanlar var, Ahmet Kara var, geldi bu Mecliste milletvekili
oldu 12 Eylülden sonra, on yıl sonra. Böyle bir yanlışlık
olur mu? Hayır. Refah Partisinden oldu, benim arkadaşım.
Sevgili
arkadaşlar, milletvekilleri cezaevinde, binlerce genç cezaevinde –biraz
evvel anlatıldı- gelin bu memlekette yanlış olan, şu
an haksızlığa sebebiyet veren ne kadar kanun varsa,
vicdanımızın kaldırmadığı ne varsa beraber
ittifak kuralım, kaldıralım. Yani bir tek şu an bu Meclis
beş aydır açılmış, böyle alelacele… Memleketin en
önemli meselesi şike meselesi mi?
Sevgili
arkadaşlar, maalesef burada bir ciddiyet gözükmüyor, maalesef, keşke
olsaydı -dediğim gibi- bizler de var kuvvetimizle destek verseydik.
“Yanılıyorsun. Bizim vicdanımız bunu kaldırmıyor.
Ne varsa düzelteceğiz.” diyorsanız, işte yarın sabahtan
itibaren buyurun yine grup başkan vekilleri toplansınlar,
aralarında anlaşsınlar, bu yol temizliği dâhil, yeni
anayasa sürecinde bütün bu maddelerle ilgili acil olan düzenlemeleri hep
birlikte yapalım. Aylardır avazımız
çıktığı kadar bağırıyoruz, diyoruz ki:
Bakın, en ufak fikrini beyan edenler bir şekilde KCK’yle, PKK’yle
ilinti kurularak içeri alınıyor. Pankart asan gençler
tutuklanıyor, ceza yiyor. Eline bir pankart aldı diye Midyat
İlçe Başkanımızın annesi, okuma yazma bilmeyen
kadın beş yıl ceza aldı, beş yıl, sadece bir
pankart taşıdığından dolayı. “Ya bunları
abartıyorsun, nerede çıkarıyorsun?” diyorsanız, ben
karşınızdayım. Bir PKK’linin cenazesinde kitleyi teskin
ettiğim, Fatiha okuduğum ve dağıttığımdan
dolayı -aynen savunma dosyamda var- yirmi üç buçuk yılla yargılanıyorum
şu an ve savcıya, Diyarbakır Savcısı Ahmet Karaca’ya
şunu söyledim: “Sen savcı değilsin, ben de milletvekili
değilim. Gel, otur sohbet edelim.” Bir buçuk saat konuştuk. “Devlet
bana teşekkür etmesi gerekirken, hakkımda dava açıyor.” dedim.
Dava dosyamda var, benim bu ifadem dava dosyasında var aynen; diyor ki:
“Olayları engelledi, kitleyi teskin etti ama o cenazeye katıldı
ve Fatiha okudu.”
Şimdi,
arkadaşlar, çok önemli rahatsızlıklar var. Tekrar tekrar
söylüyorum bütün bunlarda gelin ittifak kuralım; yeni Anayasa’yı daha
rahat yapalım, yol temizliğinde bulunalım, tansiyonu
düşürelim, ülkeyi rahatlatalım, yeni Anayasa’yı yapabilmeyi de
daha kolay bir hâle getirelim. Ama bütün bunları bir yana
bırakalım, ondan sonra Meclisteki partiler toplansın, desin ki:
“Bizim en önemli mevzumuz şike meselesi. Bunlar mağdur oluyorlar,
bunlara fazla ceza talep ediliyor, cezaevinde fazla kaldılar, biz
bunları dışarı çıkaralım.” Hiçbir şekilde
inandırıcı değil bu, hiçbir şekilde.
MEHMET GELDİ
(Giresun) – Sizin vazgeçmeniz inandırıcı mı?
ALTAN TAN (Devamla)
– Hangisi? Evet, buyurun.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilim, lütfen…
ALTAN TAN
(Devamla) – Siz de vazgeçin, buyurun erdemli davranın.
BAŞKAN –
Sayın Tan, Genel Kurula hitap edin lütfen.
ALTAN TAN
(Devamla) – Yani hatasız olan peygamberler. Siz de gelin deyin ki:
“Vallahi bu işi yaptık ama içimize sinmedi.” Aynen bizim gibi deyin
ki: “Kardeşim, biz bundan geri çekiliyoruz ve biz bu işi içimize
sindiremiyoruz ve kabul etmiyoruz.”
Bütün
arkadaşlara, AK PARTİ’li, MHP’li ve CHP’li arkadaşlara benim bir
ricam var; ne olduysa oldu, bu çerçevede bu işe “Evet” derse Meclis bence
zan altında kalacak diye düşünüyorum. Vicdanınız
elveriyorsa “Evet” deyin. Biz grup olarak “Hayır” diyeceğiz, benim
oyum da “Hayır” olacak. Tekrar tekrar söylüyorum, bütün olumlu
işlerde ittifaka açığız; insani, İslami, vicdani,
ahlaki ne varsa getirin “Evet” diyelim ama bu maddeye “Hayır” diyoruz.
Hepinize
saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Tan.
CELAL
ADAN (İstanbul) – Sayın Başkan, Lütfü Bey benden bahsetti, bir
dakikalık bir söz istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun Sayın Adan.
CELAL
ADAN (İstanbul) – Lütfü Bey benim ismimden bahsederek Gümüşhane
Bayburt ekseninde esprili bir şey anlattı. Onunla ilgili bir söz
istiyorum.
BAŞKAN
– Yerinizden lütfen ama ne diye açıklama yapacaksınız ki?
CELAL
ADAN (İstanbul) – Bir dakika, sadece bir dakika.
BAŞKAN
– Hayır, ne diye yapacaksınız? Sataşma mı oldu?
CELAL
ADAN (İstanbul) – Konuyla ilgili.
BAŞKAN
– Kendi arkadaşınız…
CELAL
ADAN (İstanbul) – Hayır, hayır, bir şey söyleyeceğim,
bir dakika.
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) – Düzeltme, düzeltme.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Kendisine ait olmayan bir görüş
açıkladığı için.
BAŞKAN
– İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince buyurun o zaman Sayın
Adan.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
6.- İstanbul Milletvekili Celal Adan’ın,
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
CELAL
ADAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Adalet
ve Kalkınma Partisinin iktidara geliş şartlarını
yakinen takip eden bir arkadaşınızım. Fakirin,
fukaranın, garibanın hakkının aranacağı noktasında
gerçekten çok ciddi bir toplumsal sözleşmenin altına imza koydunuz.
Lütfü
Bey benden bahsetti, bu vesileyle huzurunuzdayım.
Sizinle
paylaşmak istediğim konu şu: Bu parayı veremeyeceklerin
bedelliden istifade etmesini karar altına alalım. Gittiğiniz,
gezdiğiniz, katıldığınız
toplantılarınızı biliyorum, sistemi sorgulayarak iktidara
geldiniz. Bu sistemde zaten bu parayı verenlerin çok rahat askerlik
yaptığını biliyoruz hep birlikte. Ben bugünkü Meclisin bu
parayı veremeyeceklerin de bedelliden istifade etmelerine vesile
olmasını diliyorum.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum.
GENÇLİK
VE SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Sizden bahsettiği konu o
değildi.
ÜNAL
KACIR (İstanbul) – Biz hiçbir şey anlamadık.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Adan ama konu anlaşılamadı.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekili Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
Barış ve Demokrasi Partisi Grup Başkanvekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan'ın; Sporda Şiddet ve Düzensizliğin
Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/138) (S. Sayısı: 80) (Devam)
BAŞKAN
– Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Harun Tüfekci, Konya
Milletvekili.
Buyurun
Sayın Tüfekci.
HARUN
TÜFEKCİ (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 2’nci
maddesi hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Günümüzde
artık sporla ilgili ortaya çıkabilecek olan olaylar ya da hak
kayıpları basit asayiş olayları olmaktan çıkarak bu
alanın özel olarak düzenlenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Spor karşılaşmalarının ülke sınırları
dışında da etkin bir şekilde gerçekleştirildiği
göz önüne alındığında, bütün ülkelerde spor
mevzuatının benzer bir biçimde düzenlenmesi ihtiyacı ortaya
çıkmıştır.
Bilindiği
üzere, suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin
ağırlığıyla orantılı ceza veya güvenlik
tedbirlerine hükmolunması ceza hukukunun genel ilkelerindendir. Ceza
yargılaması alanında temel kanun olan Türk Ceza Kanunu’nda da bu
ilkeye yer verilmiştir. Bu ilke gereğince, işlenen suça
verilecek cezanın fiilin ağırlığıyla
orantılı olmasının yanı sıra diğer
kanunlarda öngörülen suçlara verilen cezalar dikkate alınmak suretiyle
adil ve hakkaniyete uygun olan bir ceza belirlemesi yapılması
gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlar, bu kanunun ülkemiz ve milletimiz için hayırlı
olmasını temenni ediyor, siz değerli heyeti
saygılarımla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Nurettin Canikli, Giresun Milletvekili.
Buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bu teklifin
Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmesine ilişkin sürece yönelik
olarak bir açıklama yapılması gerekiyor, netleştirilmesi
gerekiyor. Gerçekten bazen şaşırıyoruz yani
arkadaşlarımız bizi ve kamuoyunu birazcık
yanıltıyorlar. Olay şu bakın: Önce bu teklif, üç grup
başkan vekilinin altında imzalanmış hâliyle bize geldi yani
Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve BDP’li grup başkan
vekillerinin imzaladığı metin bize geldi. Sonra biz inceleme
yaptık, arkadaşlarımızla istişare ettik, görüştük
yani yetkili cezacı arkadaşlarla…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bak, öyle dersen olmaz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verin bakın…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Öyle dersen olmaz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Hayır bakın, bir şey demiyorum.
Bak izin verin…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – “Diğer üç grup imzaladı, bize geldi,
biz inceledik.”
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Sizinle alakalı bir şey değil
zaten Sayın Hamzaçebi, izin verin.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bak, bir saniye…
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – İzin verin lütfen… İzin verin…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Lütfen, hayır hayır… Ama olmuyor,
olmuyor hayır.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Bakın, ama yanlış bilgi veriliyor
buradan, yanlış bilgi veriliyor ve hiç kimse de böyle
olmadığını söylemiyor.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Olmuyor, hayır.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Bakın, arkadaşlar, eğer orada bir
imza eksik olsaydı, mutabakat olmasaydı, çok net olarak ifade
ediyorum, -sizin için de geçerli
bizim için de geçerli, mutabakat olmasaydı…
MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ama sizin de
mutabakatınız olmasaydı biz de imzalamazdık.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – …herhangi bir
grup imzalamamış olsaydı, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
gelmezdi bu teklif. Bu çok önemli. Yani dolayısıyla, Sayın
Kaplan’ın imzası olmamış olsaydı bugün burada bu kanun
teklifi görüşülüyor olmayacaktı.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sizin de imzanız
olmasaydı gene gelmezdi yani hep beraber oldu bu iş.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Aynen öyle.
Herhangi bir grup diye özellikle söylüyorum, bakın, altını
çizerek söylüyorum ama Sayın Kaplan’ın da BDP grup adına…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Yani üçü geldikten
sonra siz attınız değil.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Ali Bey
söylüyorum, diyorum ki herhangi bir grubun imzası olmamış
olsaydı, biz de imzalamamış olsaydık siz de getirmezdiniz.
Aynısı söylüyorum, bakın, altını çizerek söylüyorum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – İmzalamadan sözlü
anlaşıldı, ondan sonra imzalandı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Elbette
mutabakat sağlandı ama Sayın Hasip Kaplan’ın ya da BDP
Grubunun yetkilisinin imzası olmamış olsaydı yine
gelmeyecekti. Dolayısıyla, bugün görüşülüyor ise bu teklif
burada, BDP Grubunun da katkısıyla görüşülüyor. Doğru mu?
Doğru.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Değil, öyle
değil.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) – Elbette bizim
hepimizin katkısı var. Mutabakata vardık, mutabakatla gelen bir
metin, aynen öyle. O imza olmasaydı ne MHP imzalardı ne CHP ne de biz
imzalardık. Dolayısıyla, şu anda görüşülüyorsa bu
teklif burada, bütün gruplar kadar sizin grubun da katkısı
vardır, desteği vardır, imzası vardır. Yani bunu
görmezden gelerek çıkıp buraya başka şeyler söylemek
doğru değil değerli arkadaşlar. Yani kamuoyunu
yanlış bilgilendirmek olur.
Şimdi, burada bu teklif hazırlanmadan önce,
biraz önce ifade edildiği gibi, iddia edildiği gibi daha
doğrusu, gizli kapaklı işte birilerinin temsilcileriyle
görüşülerek hazırlanmış bir teklif ise hazırlayanlar
arasında sizin BDP Grubunun da Grup Başkan Vekili olduğu için bu
töhmetle karşı karşıya olan da BDP Grubudur, onlardan bir
tanesidir. Lütfen, yani mutabakatla getirilmiş olan bir tasarı var.
Biz altındayız, diğer gruplar da imzasına sahip çıkıyor
ama ondan sonra bütün süreci tamamlama aşamasına gelene kadar destek
veriyorsunuz, onaylıyorsunuz, herhangi bir problem
olmadığını söylüyorsunuz ve mutabakatın
oluşmasına katkı sağlıyorsunuz. En önemlisi de bu,
mutabakatın oluşmasına katkı sağlıyorsunuz, ondan
sonra da diyorsunuz ki çıkıp işte “Şöyledir, böyledir, biz
muhalifiz, biz buna ‘hayır’ diyoruz.” ya da çok sert eleştiriler
getiriyorsunuz. Bu doğru değil, bu doğru değil. Yani imza
attınız, sahip çıkacaksınız; iradeyi ortaya koydunuz,
iradenize sahip çıkacaksınız, iradenizin peşinde
olacaksınız. Sadece imza atan değil, gruptaki tüm
arkadaşlar da. Bütün gruplar için söylüyorum, bizim için de söylüyorum.
Yani olması gereken, yakışan davranış budur. Bu
davranışı da doğal olarak bekliyoruz, herkesten bekliyoruz.
Yani insanların kafasını karıştırmaya gerek yok.
Tabii, teknik
konuya girmek istemiyorum ama şunu söyleyeyim: Bakın, çok net olarak
ifade ediyorum, bizim yaklaşımımız… Daha önce verilen
cezaların yüksekliği konusunda aşağı yukarı
herkes hemfikir ve dünyadaki uygulamalara baktığımızda da
beş, on iki yıl gibi bu fiillere uygulanan ceza yok, dünyanın
hiçbir ülkesinde yok. O yanlıştı, kesinlikle
yanlıştı, düzeltiliyor.
GENÇLİK VE
SPOR BAKANI SUAT KILIÇ (Samsun) – Savunmaya gerek yok ki.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Tartışılabilir,
tartışılabilir yani şu kadardır, bu kadardır,
tartışılabilir, daha az olabilirdi, daha çok olabilirdi ama
makul, normal bir hâle getiriliyor. Fakat söylenildiği, iddia
edildiği gibi, birilerini çıkarmaya yönelik olarak algılanabilecek
bir düzenleme olmasın diye de çok güçlü güvenlik mekanizmaları
konulmuştur teknik olarak.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) – Son derece önemlidir.
Oyladığımız 1’inci maddede de vardır bu.
Dolayısıyla herkesin attığı imzanın
sorumluluğu çerçevesinde konuşması gerekir.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Canikli.
Buyurun Sayın
Önder.
Hayır, ne
için söz istiyorsunuz?
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Gruba bir sürü laf söyledi.
BAŞKAN – Ne
söyledi Sayın Önder, ne dedi yani?
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Ne söylediğini oradan söyleyeceğim.
BAŞKAN – Bir
saniye Sayın Önder…
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sataşma nedeniyle söz istiyor.
BAŞKAN –
Anladım da ben sormak zorundayım.
Grubunuza ne söyledi
Sayın Canikli ki…
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Gruba sataştı.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sataştı, biz de duyduk.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sataşma var, söz istiyorum.
BAŞKAN –
Sayın Önder, söylediklerinizi hiç anlamadım. Sayın Canikli
Grubunuza ne söyledi ki sataştı?
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – BDP Grubu…
VELİ
AĞBABA (Malatya) – Sataşma…
BAŞKAN – Bir
saniye Sayın Ağbaba… Lütfen!
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkanım, izin verirseniz, oradan
siz de duyarsınız.
BAŞKAN – Ne
diye söz istiyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Ben sataşmadım Sayın Başkan.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Getirin tutanakları beraber bakalım.
BAŞKAN – Hayır
Sayın Önder, lütfen yerinize geçiniz… (Gülüşmeler)
Şimdi
Sayın Canikli grubunuza ne söylediyse ifade edin, ona göre takdir
edeceğim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER
(İstanbul) – Mutabakat öyle değil, bunu anlatacağım.
BAŞKAN –
Buyurun, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince iki dakika söz
veriyorum.
Buyurun.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Sayın Başkan, sataşmalarda
niye…
BAŞKAN – İki dakika efendim, iki dakika, lütfen…
Bugün iki dakika verdim.
Buyurun.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR (Devam)
7.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya
Önder’in, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli’nin, grubuna
sataşması nedeniyle konuşması
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (İstanbul) – Sayın Canikli, doğruları söylemediniz,
şöyle: Siz bu BDP Grubunu haşa kendi grubunuz mu zannediyorsunuz?
Burada herkesin bağımsız, kendine özgü düşüncesi var; bir.
Bir sataşmada size yapayım ben. (Gülüşmeler)
İki, AK
PARTİ içinde ismini verip size ihbar etmeyeceğim bir sürü
arkadaşıma baktım o konuşmadan sonra ellerini
kaldırmadılar, hassaten teşekkür ediyorum.
Üç, biz bunu
-merak ediyorsanız görüntüleri alır
bakarsınız- dün siz daha buraya getirmeden bundan geri çektiğimizi size ve bütün
kamuoyuna açıkladık. Siz de çekerdiniz eğer samimiyseniz. Biz
bunu bugün ilan etmedik. İki gün önce bunu geri çektiğimizi beyan ettik.
Niye? Çünkü bunda samimiyseniz Etik Kurul var, bu futbol suçları genel
ceza hukuku ilkeleriyle yargılanmaz. Biraz önce yanlış bir bilgi
de verdi Komisyon Başkanı “Avrupa Birliği bizi örnek
alıyor” diye. Öyle değil, Avrupa Birliğinde Etik Kurul var, o
karar verir, bunun sistemi farklıdır, zihniyeti farklıdır.
Biz bunu iki gün önce size de, kamuoyuna da beyan ettik. Eğer ihlas
sahibiyseniz iki gün önce siz de çekerdiniz.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) – Bakın kamuoyu
hazırlanmış, kamuoyu bekliyor.
SIRRI SÜREYYA
ÖNDER (Devamla) – Diyelim ki böyle değil, diyelim ki böyle değil, o
zaman tutuklu vekiller için de bu hamiyetinizi gösterin de görelim ne kadar
riyakârsınız, ne kadar samimisiniz. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Önder.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Başkan, yani anlıyorum ki tutuklu
vekillerle ilgili de bir şey gelse bu uygun olacak Sayın BDP’liler
için.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışma
süremizin tamamlanmış olması sebebiyle kanun tasarı ve
teklifler ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla
görüşmek için 24 Kasım 2011 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 22.58