TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

               TUTANAK DERGİSİ

 

27’nci Birleşim

1 Aralık 2011 Perşembe

 

 

(TBMM Tutanak Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                     İÇİNDEKİLER

 

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMA

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol’un, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

2.- İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya ilinin Simav ilçesinde meydana gelen depremde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması ve  Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Rıza Türmen ve 25 milletvekilinin, telefon dinlemelerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/74)

2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 26 milletvekilinin, şehit aileleri, gaziler ile harp ve vazife malullerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/75)

3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, basın özgürlüğünün sağlanması konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/76)

 

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, AB Uyum Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/14)

 

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve arkadaşları tarafından, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli gelişmelerde bulunan 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Maliye Eski Bakanı Adnan Kahveci ve Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, 13 Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 01/12/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

 

IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Söz alma istemlerini yerine getirmediği gerekçesiyle Oturum Başkanının tutumu hakkında

 

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.-  Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Van ilinde meydana gelen depremlerde, arama ve kurtarma çalışmaları, yardımların ulaştırılması, hasar tespiti ve süreçteki diğer hizmetlerin yerine getirilmesinde etkin koordinasyon sağlayamadığı iddiasıyla Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay hakkında Gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)

 

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu ( (1/425) (S. Sayısı: 22)

 

XII.- OYLAMALAR

1.- Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Van ilinde meydana gelen depremlerde, arama ve kurtarma çalışmaları, yardımların ulaştırılması, hasar tespiti ve süreçteki diğer hizmetlerin yerine getirilmesinde etkin koordinasyon sağlayamadığı iddiasıyla Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay hakkında (11/6) esas numaralı Gensoru açılmasına ilişkin önergesinin oylaması

 

XIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’in, 2002 ve 2011 yıllarında icra dairesi ve icra dosyası sayılarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in cevabı (7/145)

2.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tam Gün Yasasından dolayı yaşanan mağduriyete ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/662)

3.- İstanbul Milletvekili Umut Oran’ın, AB üyelik müzakerelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış’ın cevabı (7/846)

4.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, bir deri fabrikasının çevreye verdiği zarara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/867)

5.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, bazı vatandaşların arazilerinin ellerinden alınacağı iddialarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/868)

6.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın, bir fabrikanın çevreye ve insan sağlığına zarar verdiği iddialarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/870)

7.- Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş’ın, Afyonkarahisar’da ücretsiz arsa tahsisi yapılan yatırımcılara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in cevabı (7/896)

8.- Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın, Van depreminde yapılan yardımlara ve kaçak yapılaşmanın sorumlularına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/944)

9.- Bingöl Milletvekili İdris Baluken’in, 2003 yılında meydana gelen Bingöl depreminin sonuçları ve olası bir deprem için alınan tedbirlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/966)

10.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Antakya’nın birinci derece deprem bölgesinde bulunması nedeniyle yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı (7/968)

11.- Manisa Milletvekili Hasan Ören’in, deprem bölgelerinde binaların depreme dayanıklılık işlemlerine ve deprem vergilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın cevabı  (7/970)

12.- Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun, Bakanlık binasının depreme karşı korunması için alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı  (7/1014)

13.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, enflasyon hesaplamalarına ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın cevabı (7/1103)

 

 

1 Aralık 2011 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu),

----- 0 -----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27’nci Birleşimini açıyorum.

                                  III.- Y O K L A M A

 

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için beş dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz 3 Aralık Dünya Engelliler Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol’a aittir.

Buyurun Sayın Erol. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol’un, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

GÜRSOY EROL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bundan on yıl önce, 2001 tarihinde bir Kurucular Kurulu üyesi olarak AK PARTİ kurulurken bir sözümüz vardı, özürlü ailelerine ve özürlü bireylerine bundan sonraki hayatlarını kolaylaştırmak ve bundan sonra sıkıntılarını rahatlatmak adına Özürlüler Kanunu’nu Parlamentoda oluşturacağımızı ve bu noktada, bu sözümüzü yerine getireceğimizi, eğer iktidar olursak o dönemde tebliğ etmiştik ve 3 Kasım 2002 seçimleriyle Parlamentoda iktidar olduktan sonra bu çalışmalara başladık ve 1 Temmuz 2005 tarihinde o dönemki 22’nci Dönem Parlamentosu bu Özürlüler Yasası’nı hazırladı ve milletimize, özürlü bireylerimize, özürlü ailelerine hediye etmiş oldu. Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik.

Ben bu vesileyle bu yasanın geçmesinde başta Sayın Başbakanımız olmak üzere grubumuza ve o dönemki muhalefet partimize -Cumhuriyet Halk Partisi o zaman tek partimizdi- emeği geçen sivil toplum kuruluşlarına ittifakla geçen bir yasa olması dolayısıyla özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Tabii, bir dileğimi de tekrar etmek istiyorum. Bu 24’üncü Dönemde de bu Parlamentonun bu katkıları sağlayarak, tüm yasalarda bu ittifakı gerçekleştirerek aynı bu yasada olduğu gibi milletimizin beklentisi olduğu konuları yerine getirmesi de en büyük arzum, dileğimdir.

O dönemlerde bize en çok özürlü bireylerin aileleri şu problemi getirirlerdi: “Eğer ben ölürsem bu özürlü çocuk ne olacak?” korkusunu yaşarlardı. Biz yasada bunu özellikle önceledik ve “Evde bakım hizmeti” adı altında Yasa’ya bir madde getirdik. Daha sonra evde bakım ve kurumda bakım adıyla iki türlü hizmet sağlamış olduk ki yönetmelikleri de tamamlandıktan sonra özellikle ailelerin kişi başına geliri asgari ücretin 2/3’ünü geçmeyen aileler için evde bakım hizmeti veya ailesi olmayan bireyler için kurumda bakım hizmetini getirmiş olduk ilk, ki bu sayı şu anda Türkiye genelinde 300 bini aşmış durumdadır, kurumda bakım hizmeti alanların sayısı da 6 bini geçmiş durumdadır.

Yine aynı şekilde işitme engelli kardeşlerimiz için Türk işaret dilinin oluşturulmasıyla ilgili yasada bir madde koyduk. Türk Dil Kurumu zannediyorum son çalışmalarını yapıyor. Kısa bir süre sonra bu noktada uygulanacak aşamaya gelecek. Şu anda otuza yakın ilde işaret dili tercümanı alınmış ve sosyal hizmet bünyesinde çalışmalara başlamış durumdadır. Bunu da en kısa sürede seksen iki ile alımlarla yayarak işaret dili tercümanlığını da her ilde tamamlamış olacağız.

Yine, 5378 sayılı Özürlüler Yasası’yla üniversitelerde, ÖSYM ve üniversite bünyesinde özellikle özürlü öğrencilerin öğretim hayatlarını kolaylaştırmak ve rehberlik, danışmanlık hizmetlerini sağlamak amacıyla, özürlü öğrenciler için bir danışma ve koordinasyon birimi oluşturulmuştur ve bu noktada üniversitelerimizde de süratle tamamlama çalışmaları devam etmektedir.

Yasaya koyduğumuz bir önemli madde daha, özürlülere karşı yapılan ayrımcı uygulamalara altı ay ile bir yıl arasında hapis cezası getirilmesi olmuştur.

Yine, aynı şekilde 200 metrekareden küçük evi olan özürlüler emlak vergisinden muaf tutulmuşlardır.

Yine yasayla getirdiğimiz bir diğer önemli madde, 2022 sayılı Yasa’yla özürlüler bir özürlü maaşı almaktaydı, ama oldukça düşüktü. Şu anda, dokuz yıl önceye göre yüzde 200, 300 oranında artmıştır ve o zaman 250 binler seviyesinde olan özürlü sayısı, şu anda maaştan yararlanan, 500 bini geçmiştir.

Özürlü istihdamı en önemli konulardan biriydi, ayaklarının üzerinde durmasını özellikle arzu ediyorduk özürlü bireylerin. O dönem 10 binlerde olan işçi sayısı şu anda 30 bini geçmiştir. Yine, 2002’de kamudaki özürlü memur sayısı 6 binden şu anda 20 bini geçmiştir.

Ve yine, bir ilk, 2012 yılında özürlülere, ilk defa devlet memuru olacaklar için özel bir KPSS yapılacaktır ve özürlülerin özellikle istediği, her özür grubu kendi içinde, kendi arasında ayrı bir imtihana girecekler ve eğitim durumlarına göre ayrı ayrı kendi branşlarında yarışacaklardır.

Eğitim bizim için çok önemliydi, özürlü bireyleri ev hayatından kurtarmak ve sosyal hayata alıştırmak açısından.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erol, lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

GÜRSOY EROL (Devamla) – Özel eğitim noktasında da 25 binlerde olan millî eğitimdeki sayı 50 binlere ve 20 binlerde olan özel eğitim kurumlarındaki kişi sayısı da 200 binleri aşmıştır.

Ben, özellikle bu noktada emeği geçen, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere tüm herkese, sivil toplum kuruluşlarına bir kez daha teşekkürlerimi arz ederken, bu dönemde yapacağımız en önemli çalışmanın özürlü bireylerin yasadan kaynaklanan daha fazla sıkıntı yaşamaması için problemlerinin üzerine daha çok gitmeyi ve bu noktada hayata, sosyal hayata katılmaları anlamında el birliği yapmamızı özellikle istirham ediyorum.

Bu vesileyle, yüce heyetinize tekrar teşekkür ederek, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erol.

Gündem dışı ikinci söz, yine aynı konuda söz isteyen İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’e aittir.

Buyurun Sayın Pavey. (Alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması

 

ŞAFAK PAVEY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, sorumluluklarını yerine getirmek ve denetlemek gibi bir derdi olmadığı için uluslararası sözleşmeleri rahatlıkla imzalayıp onaylıyor, Birleşmiş Milletler Engelli İnsan Hakları Sözleşmesi’ni de onayladı ama Sözleşme’nin hayatını değiştirmesi gereken Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Saffet Can daha da perişan. O hâlde, yanlış giden ne ve Saffet Can kim?

Yirmi iki yaşındaki Saffet Can, doğduğu günden bu yana yatağında yaşıyor. Babası engelli haklarını kullanarak eve doğal gaz yükletmek istedi, PTT’ye başvurdu. Evrakları kabul etmediler, sakat çocuğunu dünya gözüyle görmek istiyorlardı. Babası, Saffet Can’ı sırtına aldı, meraklılarına gösterdi. Âdeta sirk gibi değil mi!

Saffet Can çocuk bezi kullanıyor. Hükûmet Ocak 2011’de hasta bezi barkodu şartı koşan bir yönetmelik getirdiği için Saffet Can’ın ailesi geçerli barkot için ihtiyaçlarını ancak belli merkezlerden almak zorunda, 83 liralık çocuk bezi hakkı için 40 lira ulaşım gideri harcıyorlar, artık bu haktan yararlanmaktan zaten vazgeçtiler.

Toplumun istismar edeceği vehmiyle bir peri masalı tadında verilen haklar uygulamaya gelindiğinde kurnaz yönetmeliklerle deliniyor. Kaşıkla dağıtılıp, kepçeyle geri alınıyor haklar.

Ekim 2004’te Hükûmet, ülkemizdeki engelli sayısını 8.431.937 kişi olarak açıklamıştır. 2008’de ise Başbakanlık raporunda sayı 1.673.550 kişi olarak açıklanmıştır. Aradaki 6.758.387 kişi buhar olup uçtu mu? Hükûmet Temmuz 2006 tarihinde Özürlü Raporları Yönetmeliği’ni değiştirince milyonlarca engelli bir gecede engelsiz oluverdiler! Biri de benim; buhar olup uçmadım, karşınızdayım! Hükûmet, Temmuz 2006 tarihinde yaptığı bu değişikliği bacağımın ve kolumun uzadığını varsayarak yaptı! Dünyada yüzde 98 olan engelli raporum birkaç saniye içinde iptal edilmişti. Kopan kuyruğu uzayan bir kertenkele olmayı hakikaten çok isterdim ama ne yazık ki, kertenkele değilim.

Çocuk felci mağduru Bünyamin diyor ki: “2006 öncesi aldığım rapora göre engelliydim. Raporumla memur sınavlarına katıldım, kazandım. Vergi muafiyetinden yararlanmam için hastaneye sevk edildim. Hastanede özürlü olmadığım ortaya çıktı. Bunun üzerine KPSS sınavlarına girdim, yine kazandım. Memur olabilmem için sağlam raporu istediler; aynı hastane engelli olduğuma dair rapor verdi. Memur olamadım. Şimdi özürlü müyüm, yoksa sağlam mıyım? Karar verin, ben de bileyim.” Özürlü kim?.. Bir kere bu “özürlü” lafından da vazgeçsek iyi olur zannediyorum “engelli” desek daha doğru olur. (Alkışlar)

Doğa felaketlerinin, savaşın, şiddetin, akraba evliliklerinin, yoksulluğun ve dünyanın ikincisi olarak trafik kazalarının ülkesi olan Türkiye’de engellilerin ve ailelerinin durumu trajik boyutlardadır. Ülkemizin en sessiz çoğunluğundan, aileleriyle birlikte 30 milyon civarında insandan söz ediyorum. Hepimizi onlara karşı işlediğimiz hilelerden ve insanlık suçundan vazgeçmeye davet ediyorum. Gelin, 24’üncü Dönemde eşit vatandaşlık ve onur hakkını güvenceye alacak olan İnsan Hakları Yasası’nı kevgire çevirmeden çıkaralım. İnsanın bütçeden daha değerli olduğunu önce maliyeye hatırlatalım ve insan odaklı ilk yasayı hep beraber çıkaralım. En büyük görev, şüphesiz, önümüzdeki plan ve bütçe görüşmelerinde maliyeci arkadaşlara düşecek.

Önerilerim:

Rapor kepazeliğini sona erdirelim, modern dünyanın engelli tanımında buluşalım ve çağı geçmiş Balthazar cetvelini çöpe atalım.

Kamudaki engelli kadrolarını engelli iş gücüne açalım. Kendi koyduğu kotalara bile uymayan bir devlete vatandaş nasıl güvenebilir?

Biliyorum baraj severiz ama hiç değilse engellilerin hayati medikal ihtiyaçlarındaki her türlü barajı kaldıralım. Bırakın, birkaç kötü niyetli bunu suistimal ederse, toplum ve yargı onun cevabını versin.

Engelli sorunlarını araştırma komisyonu kurulmasını teklif eden önergemi yüce Meclisin değerlendireceğini umuyorum. Ayrıca, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu için de, bir insan hakları sözleşmesi olan engelli hakları için bir alt komisyon kurulmasını teklif ediyorum.

Çözüme katkı sunmak isteyen herkesin desteğini bekliyorum.

Yüce Meclise saygıyla duyururum.

Çok teşekkürler. (Alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pavey.

ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Size de ayrıca çok teşekkür ediyorum, dilekçemizi değerlendirdiğiniz ve bu Mecliste, işaret dili kullanan insanların da bu Meclisin çalışmalarından faydalanabileceğini göstereceğimiz için. İleride de bunu bekliyoruz.

Çok teşekkürler.

BAŞKAN – Bundan sonra kullanacağız.

Teşekkür ederim.

ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Çok teşekkürler. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kaplan, söz talebiniz Engelliler Günü nedeniyle mi?

Buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne ilişkin açıklaması

 

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyoruz Sayın Başkanım.

Dünya Engelliler Günü nedeniyle yapılan konuşmaları dinledik ve gerçekten, Meclisin ve bütün grupların önünde bir görev bekliyor. Sayın Şafak Pavey bu konuda çok net koydu, bir araştırma komisyonu önergesi ve İnsan Hakları Komisyonu nezdindeki ayrı bir çalışma o. Ama bu araştırma önergesini, Mecliste bir ilk durumuna getirip, bütün grupların ortak imzasıyla Meclis Başkanlığına sunmayı en kısa zamanda sağlayıp… Böyle bir araştırma komisyonunun kurulmasının yararlı olacağını düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

Gündem dışı üçüncü söz Simav depremi nedeniyle yaşanan mağduriyetler hakkında söz isteyen Kütahya Milletvekili Alim Işık’a aittir.

Buyurun Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

3.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Kütahya ilinin Simav ilçesinde meydana gelen depremde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması ve  Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

 

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

19 Mayıs 2011 tarihinde merkez üssü Kütahya ili Simav ilçesi olan, aynı zamanda Şaphane, Pazarlar, Hisarcık ve Gediz ilçelerini de etkileyen 5,9 şiddetindeki Simav depremi nedeniyle yaşanan mağduriyetler hakkında aldığım söz üzerine görüşlerimi sizlerle kısa başlıklar hâlinde paylaşmak istiyorum.

En son, 23 Ekim 2011 tarihinde yaşanan Van Erciş depremi nedeniyle unutulan ve bize “Orada bir köy var uzakta.” şarkısını maalesef acı da olsa hatırlatan bir depremden bahsetmek istiyorum. Bu vesileyle hem Van depreminde hem Simav depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet dilerken zarar gören tüm vatandaşlarımıza tekrar geçmiş olsun diyorum.

Değerli milletvekilleri, bu deprem için  maalesef ilgili Bakanın dili sürçmüş de olsa daha önce bu Mecliste Sivas depreminden bahsettiği, ama adının “Simav depremi” olduğu ve binlerce Simavlı ve yakın ilçedeki vatandaşların göçüne sebep olan bir depremdeki mağduriyetlerden bahsetmek istiyorum. Unutulan bu depremde ilçede bulunan yaklaşık 14 bin dolayında konutun yüzde 55’i hasar görmüştür, bine yakını yıkılmış, bine yakın orta hasarlı binanın ne olacağı konusu ortada kalmıştır.

Sayın Genel Başkanımızın 12 Kasım 2011 tarihinde Manisa ili Demirci ilçesindeki programına giderken ziyaret ettiği Simav ilçesi Öreğler beldesindeki vatandaşlarımızın da bizzat Sayın Genel Başkanımıza ilettiği bazı sorunları sizlerle paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce arsa temininden kura çekimine kadar birçok rahatsızlıkların yaşandığı ama sonuçta 928 konut da olsa bu depremden zarar görenlere kuraları çekilen TOKİ konutları için emeği geçenlere teşekkür ediyorum, ancak bu konutlar maalesef hak sahiplerinin ödeyemeyeceği bedellerde konutlar olmuştur. 7269 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesinde “Bu tür binalarda oturan ailelere hak sahibi olmak şartıyla bina yaptırılır veya kredi verilir.” hükmüne rağmen kredi istek talepleri hiçbir şekilde duyulmamış, zarar görenler TOKİ konutlarına mecbur bırakılmıştır. Ayrıca, yapılan konutların fay hattı üzerine yapıldığı iddiaları ve Meclis gündemine de bazı değerli milletvekilleri tarafından getirilen iddialar henüz cevaplandırılmamıştır ve vatandaşlarımızı endişelendirmektedir.

İlçe ve belde belediyeleri normal gelirlerini toplayamadıkları için hizmet veremez hâle gelmişlerdir. Hükûmetin bu depremden etkilenen belediyelere özel bir destek sağlaması kaçınılmaz olmuştur. Maliye Bakanlığına Simav Belediyesi veya diğerleri tarafından ulaştırılan taleplerin hiçbirisi, ne yazık ki, bugüne kadar yerine getirilmemiştir.

Yıkılan kamu binaları henüz bitirilememiştir. Kaymakamlık hizmetleri eskiden polis lojmanı olarak kullanılan bir binadan verilebilmektedir. Zarar gören diğer okulların yapımına başlanmasına rağmen, Gediz ilçesi Kayaköy beldesi ilköğretim okulu inşaatına mahkeme kararına rağmen, başlanılmamıştır.

Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğünce Nisan-Haziran 2011 dönemi için bir yıla kadar erteleneceği duyurulan Sosyal Güvenlik Kurumu işveren primlerinin erteleme süreleri, Kurum müfettişlerinin keyfî tavırlarıyla farklı zamanlara yayılmıştır ve bugün itibarıyla toptan ve cari ayın primleriyle birlikte ödemek zorunda kalınmıştır. Gecikme hâlinde teşvikten muafiyet ve gecikme faizi tehdidi yapılmaktadır. Vatandaşlar perişandır.

Benzer şekilde mücbir sebeple altı ay ertelenen esnaf ve tacirlerin gelir vergisi ödemelerinin 15 Aralık 2011 tarihine kadar defaten ödenmesi istenmektedir. Zaten ekonomisi çökmüş olan ilçe esnafı perişandır. Bu konuda vergi dairesi ilanlar vermekte, Simav Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı vergilerin 5174 sayılı Yasa’ya göre taksitlendirilmesi talebini resmî makamlara iletmiştir. Mutlaka bu dikkate alınmalıdır.

Kütahya Valiliği İl Afet Acil Durum Müdürlüğünün deprem nedeniyle çalıştırılan devlet memurlarına fazla çalışma ve özel hizmet tazminatı ödenmesine ilişkin talebi cevapsız kalmıştır. Ama ne yazık ki, Van depremi nedeniyle Sayın Maliye Bakanı bu konuda altı ay süreyle bir ek ödemenin yapılabileceğini dile getirmiştir.  Sayın Bakandan bu ayrımı kaldırmasını talep ediyorum.

Dumlupınar Üniversitesi Simav Teknik Eğitim Fakültesinin 50 dekarlık arazisi sorgusuz sualsiz TOKİ’ye verilmiş ama bunun karşılığında üniversiteye hiçbir taahhütte bulunulmamıştır. Üniversite çalışanlarının ev talepleri maalesef dikkate alınmamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİM IŞIK (Devamla) – Evet, bu vesileyle, Hükûmeti unutulan Simav’ı hatırlamaya davet ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Işık, teşekkür ediyorum.

Gündem dışı konuşmaya Hükûmet adına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; ben de Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık’ın özellikle sorularına cevap vermek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim.

Efendim, özellikle şunu belirteyim: 19 Mayıs 2011 günü saat 23.15’te Simav’da maalesef 5,9 büyüklüğünde bir deprem vuku buldu. O esnada biz o gün Sayın Başbakanımızla beraber ben de Siirt’teki Alkumru Barajı’nın açılışı için gitmiştik. Tabii, Ankara’ya aşağı yukarı saat 23.50 civarında döndük. Döndüğümüz zaman tam havaalanında Simav’daki deprem haberi gelince -tabii ben de o bölgenin bir insanıyım- Başbakanımız talimat verdi, bütün arama kurtarma ekipleri ve bütün arkadaşlarımız -milletvekillerimiz dâhil- Simav’a hareket ettik. Ben de gece yarısı Simav’a vardım kara yoluyla ve şunu ifade edeyim, gururla ifade ediyorum: Simav’da depremden sonra bütün arama kurtarma birimleri hepsi oradaydı; o civardaki Kütahya, Afyonkarahisar, Manisa, hatta daha sonra Ankara’dan, İstanbul’dan ve Sakarya’dan dahi arama kurtarma birlikleri geldi, çadırlar geldi. Hatta, sabaha karşı -Sayın Vekilim de oradaydı- biz seyyar mutfağı dahi kurduk. Sabahleyin de saat 6 civarında gün ışırken vatandaşlarımıza bizler, milletvekillerimizle beraber bendeniz de orada sıcak çorba bile dağıttık. Vatandaşlar bu alakadan fevkalade memnundular, bilemiyorum. Hatta çadırlar geldi. Çadırlar yıldırım hızıyla… Ben burada gerek Kütahya Valimize, bütün milletvekillerimize, tabii bütün kamu kurumu elemanlarına, Sağlık Bakanlığımız mensuplarına ve İl Jandarma Alay Komutanlığının mensubu bütün askerî yetkililere, herkese teşekkür ediyorum. Orada zor şartlara rağmen hemen çadırlar kuruldu, vatandaşların sağlıkla ilgili problemleri halledildi. Hatta, Sayın Vekilim hatırlar, hasar tespitinin bir an önce yapılması için civardaki bütün vilayetlerdeki mühendisler de oraya görevlendirildi. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Neticede TOKİ gerçekten ciddi bir çalışma yaptı. Bakın, efendim, bir tarihe dikkatinizi çekmek istiyorum. Deprem 19 Mayısta vuku buluyor. Fakat şu anda 928 konut ihtiva eden 58 blok vatandaşlara teslim edildi. Bunlar kalıcı konutlar, TOKİ’nin konutları. Dile kolay. Bu takdir edilecek bir husustur yani. Hükûmetimizin Simav’da gösterdiği büyük bir destanın, büyük bir başarının hikâyesidir. Hakikaten biz milletvekilimizden de -gerçi teşekkür etti- takdir beklerken birtakım tenkitleri de anlayamadım.

Bakın bir de şunu söyleyeyim: Sadece bu konutlar değil… Ben defalarca Simav’a gittim. Çünkü Bakan olarak ben görevlendirilmiştim. Ben de görevimi yerine getirdiğim kanaatindeyim. Esasen orada yıkılacak minareler vardı. Bölgeden yıkacak birimler bulamadık. Çünkü minare yıkmak da hassasiyet istiyor. Hatta, ben İSKİ’de geçmişte bu minareleri, birtakım tehlikeleri binaları yıkmak için özel ekip kurmuştum. O ekibi de getirtip oradaki minareleri dahi vatandaşa zarar vermeden yıkmak durumunda kaldım.

Ayrıca, sayın milletvekillerim, şunu da bilmenizde fayda var: Yıldırım hızıyla orada TOKİ’nin yapacağı konutların yer tahsisi yapıldı. Afet olduğu için biz şu ana kadar ormandaki alanları dahi, 7 bin dekar araziyi ormandan tahsis ettik. Bunlar sanıldığı gibi fay hattında değil, en sağlam alanlar. Zaten depremde de -inşallah bir deprem olmaz ama- vatandaşlar ne kadar sağlam, sağlıklı bina olduğunu gördüler; memnuniyetlerini bizzat bana belirttiler. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Hatta az önce Vekilimiz Hükûmet Konağı’ndan bahsetti. Efendim, Hükûmet Konağı için ormandan biz yer ayırdık fakat vatandaşlar dediler ki: “Hükûmet Konağı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün arazisine olsun, bize araziyi verin.” Biz de memnuniyetle Hükûmet Konağı için Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne ait araziyi tahsis ettik. Şu anda Hükûmet Konağı’nın da inşaatı devam ediyor, kısa zamanda bitecektir.

Gelelim okullara, okulların inşaatı devam ediyor, bakın bütün okullar. Sayın Vekilim, herhâlde, sizin oraya son zamanlarda gitmediğinizi tahmin ediyorum.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ben her zaman oradayım.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Okulların pek çoğu tamamlandı. Hatta endüstri meslek lisesi dahi modern bir şekilde inşa ediliyor -ben gittim- şubat ayında da eğitime başlayacak, ya bu kadar süratle…

Şu anda şunu ifade edeyim, hiçbir dönemde Simav’a bu kadar destek verilmemiştir. Hakikaten ben Başbakanımıza şükran borçluyum, ne talep etmişsek -cami, okul, konut- hepsini karşıladı ve 250 milyon TL’lik yatırım oraya yapıldı. İsterseniz teker teker -elimde rakamlar var- onları tadat edebilirim.

Sadece 58 bloktan oluşan 928 konut için 65 milyon 579 TL harcadık. 48 adet okul yapılıyor…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Bakan, 87 bin lira 80 metrekare bir konut…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Cevap vereceğim merak etme.

…yüzde 70 seviyesinde bitti. Şubat döneminde bunlar açılacak tamamen, bir kısmı bitti. Bunlar için tam 92 milyon 757 bin 631 TL harcamışız. 1 adet cami hemen hemen bitti, yüzde 95 seviyesinde. Diğerleri de, 8 adet iş yeri de yapıldı, kura neticesinde hak sahiplerine teslim edilecek.

Ayrıca, bakın, olarak Özel İdareye, belediyelere 17 milyon 329 bin TL gönderildi. Ayrıca, bütün belediyelere, ayrım gözetilmeksizin, Maliye Bakanlığımız 8 milyon TL deprem desteği verdi. Bunları özellikle vurgulamakta

fayda var. Vergi ve sigorta prim faizleri altı ay tehir edildi; bunu vurgulamakta fayda var.

Ayrıca, bu geçici konutlar için -200 tane- biz o gün, bakın, gittiğimiz gün hemen karar aldık. Bu kalıcı konutlar yapılıncaya kadar 200 tane 20 metrekarelik Yunus Emre konutları, 6.690 çadır, 9.044 adet yatak, 24.065 battaniye, 10 bin kişiye üç öğün sıcak yemek veriliyor. El insaf! Şaphane, Hisarcık, Pazarlar için 53 tane prefabrik konut inşa edildi.

Yani şunu ifade edeyim; sürem az kaldı ama şunu söylemem de fayda var: Vatandaşlarımızı, bütün Simavlıları seviyoruz. Hakikaten, onlar da bir kadirşinaslık örneği gösterdiler, ben bir gün Bakanlıktayken, kapı gibi bir Simav Hemşehrilik Beratı’nı bana tevdi ettiler. Ben de Simavlılara teşekkür ediyorum. Biz onların hizmetkârıyız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Efendim, Simav’da tesadüfen doğabilirsiniz ama Simav’dan, bütün Simavlıların katılımıyla Hemşehrilik Beratı almak ayrı bir gururdur. Ben de bu gururu ilelebet taşıyacağım.

Ayrıca, şunu bir de vurgulamam da fayda var.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Tesadüfen nerede doğduğunuzu da bir açıklayın.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, bu, Sanayi Odasının çıkardığı bir yayın. Ne diyor? “Umut sonsuz.” diyor. Umudumuz Simav’da sonsuzdur. Sadece Simav’da değil, şimdi Van’da da işte…

OKTAY VURAL (İzmir) – Umudu da mı bitirecektin yani?

MAHMUT TANAL (İstanbul) – O derginin kurucularıyla sizin bir yakınlığınız da var mı?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Efendim, müsaade edin.

Şimdi, sadece Simav’da değil… Bakın, Simav’da ne yapılacaksa yapılıyor şu anda. Vatandaşlar memnun. Eksikler olabilir; eksikleri de en kısa zamanda tamamlayacağız; bu bir.

İkincisi, sadece Simav değil, şu anda Van’da da Hükûmetimiz, hakikaten, Başbakanımızın talimatları doğrultusunda orada yeni bir Van kurmak için her türlü gayreti gösteriyor. Vanlı kardeşlerimize de sahip çıkacağız. İnşallah, orada da kalıcı konutları en kısa zamanda yapacağız hep beraber. İşte, neticede bütün bakanlarımız orada. Allah nasip ederse yarın ben de Van’a gideceğim. Oradaki ekiple beraber, inşallah, Van’da Bakanlığımız açısından yapılması gereken her şeyi zaten yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Efendim, ben bu duygularla hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, gerek Van depreminde, Simav’da hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyorum, yakınlarına ve milletimize başsağlığı temenni ediyorum. İnşallah, Cenabı Allah’tan bir daha böyle afetler göstermemesi için niyazda bulunuyoruz, dua ediyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Işık.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan sözlerimi çarpıttı ve tesadüfen Simav’da doğmuş olabilirsiniz diye hakaret…

BAŞKAN – Ne diye çarpıttı Sayın Işık?

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sözlerimi çarpıtarak tesadüfen Simav’da doğmuş olabileceğim gibi bir ifade kullandı.

Açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Sataşma nedeniyle iki dakika söz veriyorum.

Buyurun Sayın Işık.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, tabii ki bir bakan olarak yapmış olduğunuz hizmetler görevinizdir, teşekkür ediyoruz. Ancak bu vesileyle, size biraz önce konuşmamda söylemekten çekindim ama şimdi söylemem gereken bir cümleyi daha ilave etmek istiyorum. O gün saat 04.30’da Sayın Hasan Fehmi Kinay Milletvekilimizle beraber sizi Simav’da karşıladığımızda “Sayın Bakanım, hoş geldiniz.” dediğimde bana “Hoş bulduk, geçmiş olsun.” demediniz. Bunu size yakıştıramadım.

İkincisi, ben tesadüfen Simav’da doğmadım. Ben Kütahya ili Simav ilçesinin Kuşu kasabasında doğdum. Siz nerede doğduysanız… Bu sözünüzü de yakıştıramadım.

Üçüncüsü, sizler TOKİ’ye arazi verirken… Şehitler Anıtı’na 27 adet Simavlı şehit için ayrılmış her birine 1 dönümlük Şehitler Ormanı’nı ve Şehitler Anıtı’nı, Kaymakamlığın açtığı, bu resmî törenle tescillenmiş olan anıtı maalesef TOKİ için feda ettiniz. Şimdi yeni bir şehitler ormanı ve anıtı istiyoruz.

Bir diğeri, maalesef, bu konuda yaptığınız çalışmalardan, Van’da gösterilen ilginin yüzde 1’i, binde 1’i dahi Simav’a gösterilmemiştir. Simav unutulmuştur. Sizin, tabii ki, Afyon’ a giderken uğradığınız bir bir il, ilçe olacaktır bunlar. Ama maalesef bu ayrımcılık bizleri yaralamıştır. Simavlının suçu vatanperver olmak olmamalıdır. Bunu özellikle sizden istirham ediyorum.

KOSGEB kredilerinden yararlandırılmak istenen vatandaşlarımız Antalya, Muğla sel afetlerinden sonra bu kapsama alınmıştır. Maalesef sicili bozuk olduğu için de birçok esnafımız yararlanamamaktadır. Tabii ki yapılanlar için elbette ki teşekkür ediyoruz. Bu, bizim boynumuzun borcudur. Bu teşekkür de devletimizedir ama sizin görevinizdir.

Saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, tabii, umarım Sayın Bakana söz vereceksiniz ama o nezaketsiz cümlesinden dolayı, lütfen, ayrıca özür dilemesini bu kürsüden istirham ediyorum.

BAŞKAN – Öyle bir talebi olursa, değerlendiririz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, bana sataşma var.

BAŞKAN – Ne diye sataşma var Sayın Bakan?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) -Çok açık bir şekilde, özellikle “Şehitler Ormanı’nı aldınız, tamamen TOKİ’ye teslim ettiniz.” diye bir ithamda bulundu.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen,yeni bir sataşmaya mahal vermeden bitirelim bu konuyu.

Buyurun.

2.- Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, değerli milletvekillerim; esasen şunu ifade edeyim: Sabahleyin bir vekilimi gördüm ama o deprem telaşıyla ben sadece Sayın Alim Işık’a değil diğer vekillerime dahi geçmiş olsun deyip demediğimi hatırlamıyorum. Çünkü büyük bir telaşla geliyorsunuz, karşınızda büyük bir sıkıntı var. Hemen kriz merkezine girdik. Zaten ben Siirt’ten gelmişim. Yıldırım hızıyla, gece yarısı oraya gelmişim. Eğer böyle bir… Alim Bey’le bir problemimiz yok ki. Biz, neticede hemşehriyiz. Ona demediğim gibi belki diğer vekillerime de dememişimdir çünkü biz yıldırım hızıyla… Ben umuma hitap ettim.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Vekillerden de bir bilgi alsaydınız, ne kaybedecektiniz?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ya, bilgi aldık. Bakın, şunu ifade edeyim…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Onların da sizlere aktarabileceği bir şeyler yok mu?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir defa şunu ben ifade edeyim hemen bir dakikada. Ben bir yerde toplantı yaparken…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Oradaki afet memurundan daha mı az önemli bir milletvekili?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir dakika… Elbette önemli, önemini biliyorum zaten, değer veriyoruz.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen müsaade edin, Sayın Bakan bir cevap versin…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Ben şunu ifade edeyim: Bütün koordinasyon toplantılarına, Simav’a, Kütahya’ya giderken sadece AK PARTİ milletvekillerine değil bütün milletvekillerimize haber veriyoruz, davet ediyoruz, valilik kendilerine davetiye çıkarıyor.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Niye, arkanızda fon oluştursunlar diye mi? Bilgi almıyorsunuz. Arkanızda fon mu oluştursunlar? Onun için mi çağırıyorsunuz?

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bir dakika… Müsaade et.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bilgi almıyorsunuz. Arkanızda fon mu oluştursunlar? Onun için mi çağırıyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Korkmaz…  Lütfen Sayın Korkmaz.

Sayın Bakan, siz konuşmanıza devam edin lütfen.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Müsaade eder misiniz. Öyle değil. Biz değer veriyoruz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Bir “Hoş geldiniz” bile demiyorsunuz.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Şimdi, efendim, şunu özellikle belirteyim: Deprem esnasında “Hoş geldin.” demişse biz de zaten “Hoş bulduk.” diyoruz. Zaten orada herkese biz “Geçmiş olsun.” dedik, herkese ama milletvekillerime özel olarak deyip demediğimi bilemiyorum.

Şimdi, ikinci husus, Şehitler Ormanı’nın kaldırıldığını ifade etti. Efendim, orada bir anıt yok. Herhangi bir şey yapılmamıştı. Sadece oraya birkaç tane mermer üzerine şehitlerin isimleri yazılmış.

ALİM IŞIK (Kütahya) – 2008 yılında kaymakamlığın…

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Orada herhangi bir doğru dürüst ağaçlandırma yapılmamış.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Herhangi bir isim değil, Simav şehitleri.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Biz Simavlı şehitlerimize layık en güzel bir yerde kaymakamlığın belirttiği yerde yeni bir şehitler ormanı kuruyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Onları da kaldıran biz değiliz. Onları da kaldıran Simav Belediyesi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Anlaşıldı. Sayın Bakan, siz de tesadüfen bakan oldunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Özür diliyoruz, bir dakikalık bir soru…

BAŞKAN – Yok Sayın Milletvekilim. Öyle bir uygulamamız yok. Zaten Sayın Atıcı, Sayın Dağoğlu, Sayın Susam, Sayın Kaplan, Sayın Selamoğlu, Sayın Ağbaba, Sayın Tanal, Sayın Eyidoğan ve Sayın Kavuncu’nun söz talepleri var.

Biliyorsunuz, İç Tüzük’ün 59’uncu maddesi “Gündem dışı en fazla üç kişiye söz verilebilir.” diyor.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan, kısa bir söz talebim vardı.

BAŞKAN - Dolayısıyla kimseye söz veremiyoruz.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – O zaman şu sözlerimi…

BAŞKAN - Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum.

VII.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Rıza Türmen ve 25 milletvekilinin, telefon dinlemelerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/74)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yasal olmayan telefon dinlemeleri Türkiye'de büyük bir hukuksal ve toplumsal sorun niteliği kazanmıştır. Bu gibi yasal olmayan telefon dinlemeleri ve bunların basın yoluyla kamuoyuna açıklanması özel yaşamın ağır bir biçimde ihlalidir.

En son olarak Genelkurmay Başkanlığı gibi bir devletin en gizli sırlarının bulunduğu bir kurumun da dinlenmiş olması soruna bir de güvenlik boyutunu eklemiş bulunmaktadır. Bu kaotik ortamdan yararlanan Başbakanın dahi yasadışı dinlemelerden şikayetçi olduğu ortadadır.

Yasal olmayan telefon dinlemelerinin kamuoyunda uyandırdığı derin kaygılara rağmen dinleyenleri bulmak için yeterli çaba gösterilmediği görülmektedir. Kamuoyunda yer alan bu konudaki duyarlılığa karşı TBMM'nin hareketsiz kalmaması gerektiği düşünülmektedir.

Bu nedenle, bu konuda alınabilecek önlemlerin saptanması ve uzmanların görüşlerine başvurulması için TBMM içtüzüğünün 104. ve 105. maddeleri ve Anayasa'nın 98. maddesi gereğince bir meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Rıza Türmen                                           (İzmir)

2) Candan Yüceer                                        (Tekirdağ)

3) Erdal Aksünger                                        (İzmir)

4) Bülent Kuşoğlu                                        (Ankara)

5) Aydın Ağan Ayaydın                                 (İstanbul)

6) Mehmet Şeker                                          (Gaziantep)

7) İhsan Özkes                                            (İstanbul)

8) Atilla Kart                                                (Konya)

9) Tufan Köse                                              (Çorum)

10) Mehmet Ali Ediboğlu                               (Hatay)

11) Ramazan Kerim Özkan                            (Burdur)

12) Kazım Kurt                                             (Eskişehir)

13) Sinan Aydın Aygün                                 (Ankara)

14) Özgür Özel                                            (Manisa)

15) Metin Lütfi Baydar                                  (Aydın)

16) Salih Fırat                                             (Adıyaman)

17) Aytuğ Atıcı                                             (Mersin)

18) Nurettin Demir                                        (Muğla)

19) Mustafa Sezgin Tanrıkulu                        (İstanbul)

20) Ali Özgündüz                                         (İstanbul)

21) Ferit Mevlüt Aslanoğlu                            (İstanbul)

22) Ali Rıza Öztürk                                       (Mersin)

23) Sena Kaleli                                            (Bursa)

24) Celal Dinçer                                           (İstanbul)

25) Mehmet Şevki Kulkuloğlu                        (Kayseri)

26) Malik Ecder Özdemir                               (Sivas)

2.- İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 26 milletvekilinin, şehit aileleri, gaziler ile harp ve vazife malullerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/75)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Anayasamızın 61. maddesinin ilk cümlesi "Devlet, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar" şeklinde düzenlenmiştir.

Harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malul ve gazilerin hayat şartlarını düzeltmek, sosyal, ekonomik ve sağlık sorunlarını çözmek, sahipsizlik duygularını gidermek, onurlu bir yaşam sürmelerini sağlamak devlet ve millet olarak öncelikli görevimizdir.

Onların vatanımıza sahip çıktığı gibi, vatanın da onlara sahip çıkması gerekir.

Ülkemizde şehit - gazi - harp ve vazife malullerinin kurumlarına göre dağılımını belirleyen sağlıklı bir veri tabanı bile yoktur. Tam olarak sayılarını dahi bilmiyoruz. Zaten bu insanlarımızı birer "sayı" olarak değerlendirmek de yanlıştır. Her birinin farklı, kahramanlık dolu ama bir o kadar da trajik öyküleri vardır. Yaşadıkları, hissettikleri ve sorunları hassas konulardır.

Hem Osmanlı Devletini hem de Türkiye Cumhuriyetini kuranların Gazi unvanını taşıması tesadüf değildir. O gaziler binlerce şehit vererek bu Türk devletlerini kurmuşlar ve on binlerce şehit ve gazi vererek bekasını sağlamışlarıdır. Günümüzde de ne yazık ki kutsal vatan topraklarının korunması, bağımsızlığımız, terörle mücadele, milletimizin güven ve huzurunu temini için hâlâ her gün şehit ve gaziler vermeye devam ediyoruz.

Ülkemizde İstiklal Savaşı, Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı ve son olarak da terörle mücadele şehit ve gazileri bulunmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin yanında çok sayıda öğretmen, hâkim, savcı, doktor, hemşire gibi kamu görevlilerimiz de terör mağduru olarak hayatlarını kaybettiler veya yaralanıp sakat kaldılar. Onlara sadece “vazife malulü” unvanı verebildik.

Ülkemizin, ulusumuzun bölünmez bütünlüğü, bağımsızlığı ve bekası uğruna, uzun yıllar süren bölücü terörle mücadelede on binlerce asker, polis ve kamu görevlimiz şehit, gazi ve vazife malulü olmuştur. Aileler en değerli varlıklarını; evladını, eşini, babasını, kardeşini vatan uğruna şehit vermiş, gazilerimiz sağlıklarını, vücut bütünlüklerini kaybetmişlerdir. Bu kahraman ve aziz vatandaşlarımıza millet olarak hak ettikleri saygıyı göstermek, onurlandırmak, sosyal güvencelerini sağlamak, hak ettikleri saygın ve iyi yaşam standartlarını sağlamak borcumuzdur, görevimizdir.

Devlet, şehitlerimizin ailelerine ve gazilerimize nakdî tazminat ve maaş verilmesi ile sağlık yardımı imkânları sağlamaktadır. Sosyal güvenlik sistemi kapsamındaki bu çözümlerin yanında şehit ailelerine, gazi ve vazife malullerine iş temini, konut kredisi, kamu taşıtlarından ücretsiz yararlanma ve eğitim öncelikleri gibi imkânlar sağlamaya çalışılmaktadır. Ancak bu konularda pek çok sorunun yaşandığı da herkesin malumudur. Şehit, gazi, harp ve gazi malulleriyle ilgili mevzuatın çok dağınık olması, bürokratik hatalar, maaşların yetersizliği, yeterli hukuksal desteğin olmayışı, sağlık hizmetlerindeki yetersizlikler gibi nedenlerle bu kahraman ve aziz insanlarımız ve aileleri toplumda hak ettikleri yaşam standartlarına ulaşamamakta, büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Ortaya çıkan tablo yapılanların yeterli düzeyde olmadığıdır. Gelişmiş ülkelerde gazi işlerini yürüten bir Gazi Bakanlığı varken, böylesi sıcak bir coğrafyada yer alan ülkemizde değil bir gazi bakanlığı devlet kademesinde kurumsallaşmış bir mekanizma, bir merci dahi yoktur.

Son zamanlarda artan terör olayları nedeniyle medyaya sıklıkla yansıyan görüntülerden de net bir biçimde görüldüğü gibi şehit aileleri ve gaziler pek çok sorunla karşı karşıyadır ve millet olarak hepimizin yüreği burkulmakta bu aziz insanlarımıza borcumuzu tam anlamıyla yerine getiremediğimiz duygusuna kapılmaktayız. Yaşadığımız kritik coğrafyadaki terör gerçeğinden hareketle geniş bir nüfusu ilgilendiren bu sorunların yıllar geçtikçe de çığ gibi büyüyeceği görülmektedir.

Bu gerekçelerle şehit aileleri, gaziler, harp ve vazife malûllerinin yaşadıkları sorunların tespiti ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci ve İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımla arz ederim.

1)        Ferit Mevlüt Aslanoğlu                              (İstanbul)

2)        Candan Yüceer                                          (Tekirdağ)

3)        Atilla Kart                                                    (Konya)

4)        Erdal Aksünger                                          (İzmir)

5)        Mehmet Şeker                                            (Gaziantep)

6)        İhsan Özkes                                                (İstanbul)

7)        Sinan Aydın Aygün                                    (Ankara)

8)        Kamer Genç                                               (Tunceli)

9)        Veli Ağbaba                                                (Malatya)

10)      Mevlüt Dudu                                               (Hatay)

11)      Haluk Ahmet Gümüş                                  (Balıkesir)

12)      Bedii Süheyl Batum                                   (Eskişehir)

13)      Özgür Özel                                                 (Manisa)

14)      Kazım Kurt                                                  (Eskişehir)

15)      Salih Fırat                                                   (Adıyaman)

16)      Metin Lütfi Baydar                                     (Aydın)

17)      Mehmet Ali Ediboğlu                                  (Hatay)

18)      Aytuğ Atıcı                                                  (Mersin)

19)      Nurettin Demir                                            (Muğla)

20)      Ramazan Kerim Özkan                              (Burdur)

21)      Ali Özgündüz                                              (İstanbul)

22)      Rıza Türmen                                               (İzmir)

23)      Kadir Gökmen Öğüt                                   (İstanbul)

24)      Ali Rıza Öztürk                                           (Mersin)

25)      Celal Dinçer                                               (İstanbul)

26)      Mehmet Şevki Kulkuloğlu                          (Kayseri)

27)      Malik Ecder Özdemir                                 (Sivas)

3.- Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, Grup Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, basın özgürlüğünün sağlanması konusunda alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/76)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Türkiye’deki basın özgürlüğünün önündeki engellerin bütün boyutlarıyla araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98’inci, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

                                              Hasip KAPLAN

Barış ve Demokrasi Partisi

                                                         Grup Başkanvekili

Gerekçe:

Türkiye'de basın özgürlüğü, BM tarafından “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde” ilan edilen, AİHS, BM “Medeni ve Siyasi haklar sözleşmesi” başta olmak üzere birçok uluslar arası belgede yer alan; demokratik sistemin korunması ve güçlendirilmesinde son derece önemli bir unsur olan; insan haklarına dayalı, demokratik bir toplumun gerçekleşmesi yolunda önemli yapı taşlarından birini oluşturuyor.

Demokratik siyasetin oluşturulmasının temel koşullarından biri olan basın özgürlüğü denildiğinde Avrupa insan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi ve Terörle Mücadele Yasası akıllara geliyor. Her 3 Mayıs’ta Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlanıyor. Bugün dünyada 63 ülkede basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değil. Türkiye ise aralarında Nikaragua, Tanzanya, Kuveyt gibi ülkelerin yer aldığı 'kısmen özgür' ülkeler kategorisinde bulunuyor. Basın özgürlüğü alanında Finlandiya, Belçika ve İzlanda ilk üç sırayı alırken, Almanya da 17. sırada bulunuyor. Avrupa Birliği adayı Türkiye, Batı Avrupa ülkeleri arasında basın özgürlüğü alanında en alt sırada yer alıyor.

Türkiye'de basın özgürlüğü, mevzuatta hür ve sansür edilemez olarak garanti altına alınmış olarak görünse de sınırlandırılmıştır. Medya devletin ve medya patronlarının kendi çıkarları doğrultusunda etik sınırların dışına çıkıyor, birçok sektörle ekonomik ilişki ağına giriyor.

Kitlelere seslenebilme olanağı olan basının özgür yayıncılık hakkının kısıtlanması halkın doğru ve eksiksiz bilgi almasını da engelliyor. Kendi şirketini veya yakın olduğu kişileri zarara uğratacak haberlerin yayınlanmasına izin vermeyen medya patronları ya da onlara bağlı genel yayın yönetmenleri yaptıkları haberlerin doğru olmasına özen gösterseler de her doğru haberin yayınlanmasını önlüyor. Böylece medya kuruluşları kamuoyunu bilgilendirme görevinden uzaklaşarak, güçlerini kullanarak patronlarının çıkarlarını korumuş oluyor. Medya patronlarıyla birlikte tekelleşen medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan da haber alma özgürlüğünü kısıtlayarak, kendi gücünün çıkar amaçlı olarak kullanılmasına hizmet ediyor.

Medya-ticaret ilişkisi sonucu "siyasetçi" arasında menfaat bağları kurulmaktadır. Siyasetçiye sağlanan medya desteğine karşılık, holdingin çıkarları da hükümet tarafından sağlanıyor. Medyanın tekelleşmesiyle basın, özgürlüğünü de yitiriyor. Yakın zamanda Uzan-Doğan grubunun yaşadıkları, AKP'ye yakın medyanın tekelleşmeye gitmesi; muhalif medyanın susturulması, dışlanması, akreditasyon uygulanması, Kürt ve sol basın üzerindeki baskılar, Türkiye'deki basın özgürlüğü önündeki engellerin çarpıcı örnekleridir.

Uluslararası Yayıncılar Birliği'nin (IPA), raporlarında "Türkiye'nin birçok politik reformu gerçekleştirmiş olmasına rağmen basın özgürlüğü ve gazetecilere uygulanan kısıtlamalar anlamında Avrupa Birliği'ne katılmaya hazır olmadığı" belirtilmekte; tutuklama ve soruşturmaların sürmesi, basın çalışanlarının sendikal haklardan yoksun, çok güç koşullar altında görevlerini yerini getirmeye çalışması, cinayetlere kurban gitmesi, Haberleşme gizliliğinin ihlal edilmesi, konuşma kayıtlarının sorun olması kamuoyunda güven kaybı yaratmaktadır.

Basının temel görevi, halkı bilgilendirmek, kamuoyu yaratmak, iktidarı eleştirmektir. Demokrasilerde basının önemli bir güç olması nedeniyle tüm sorunlarının araştırılması için bir komisyon kurulmasında yarar bulunmaktadır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Komisyondan istifa tezkeresi vardır, okutuyorum.

B) Önergeler

1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in, AB Uyum Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/14)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

AB Uyum Komisyonu üyeliğinden istifa etmek istiyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                    Sebahat Tuncel

                                                                                                          İstanbul

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VIII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve arkadaşları tarafından, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli gelişmelerde bulunan 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Maliye Eski Bakanı Adnan Kahveci ve Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, 13 Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 01/12/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma  Kurulu'nun 01/12/2011 Perşembe günü (Bugün) toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                     Pervin Buldan

                                                                                                             Iğdır                                                                                                  Grup Başkanvekili

Öneri:

13. Ekim 2011 tarihinde, Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve arkadaşları tarafından (82 sıra nolu), Kürt sorununun çözümü konusunda önemli gelişmelerde bulunan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Maliye Eski Bakanı Adnan Kahveci ve Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin, Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 01/12/2011 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Sırrı Sakık, Muş milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de bu araştırma önergesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, daha önce de bu önergeler Meclise geldi yani 23’üncü Dönemde sürekli biz ve Cumhuriyet Halk Partisi bunları yenileyerek getirdik. Bir dönemin, evet, kimi 17.500 faili meçhul cinayetten bahsediyor, kimi daha da rakamları düşürüyor, ama rakamlar ne olursa olsun bizim, rakamlara takılmamamız gerekir. Yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar faili meçhullerle bu ülke yüzleşti ama en önemli faili meçhul dönemi 1990’lardan başlayan, Vedat Aydın, İl Başkanımız Vedat Aydın’ın ölümünden ve sonra Milletvekilimiz Mehmet Sincar’ın ölümünden sonra başlayan bir faili meçhul süreci ve arkasından 1993, rahmetli Özal’ın Kürt sorununu barışçıl bir şekilde çözmek için çaba sarf ettiği bir dönemde ve bunu seslendirdiği bir dönemde ve bizimle de görüşmeler yapıp, bizim Şam’da olduğumuz bir günde yaşamını yitirdiğini ve 1993 yılında sadece rahmetli Özal değil, Eşref Bitlis, Adnan Kahveci; bunlar üçlü bir ekip. Üçü, bu sorunun barışçıl bir şekilde nasıl çözülebileceğine dair raporlar hazırlıyorlar, konuşuyorlar, tartışıyorlar ve üçü aynı yıl… Mesela, Jandarma Genel Komutanı rahmetli Eşref Bitlis 17 Ocak 1993’te bir uçak kazasıyla, yine dönemin eski bakanlarından Adnan Kahveci 5 Şubat 1993’te ve rahmetli Özal 17 Nisan 1993’te yaşamını yitiriyor yani bunların bir tesadüf olmadığını… Çünkü ailelerinin de iddiaları budur. Son günlerde dönüp medyaya bakarsanız, Özal’ın ölümüyle ilgili Mehmet Ağar’dan tutun Eymür’e kadar, Güneş Taner’e kadar birçok insanın düşüncesine başvuruluyor, ifadeleri alınıyor ama hâlen kamuoyuna bu konuda da bir şey yansımadı.

Şimdi, bu dönem kanlı ve karanlık bir dönemdir. Aslında, sizi anlamakta da zorluk çekiyoruz, neden bu önergelerin reddedildiğini, buna karşı bir duruş sergilediğinizi anlamakta da zorluk çekiyoruz. Oysaki bunlar o kadar açık ve net ki ortada çünkü o dönemde, faili meçhul cinayetlerin yoğunlaştığı dönemde Uğur Mumcu da katledildi. Uğur Mumcu öldürüldükten sonra eşi Güldal Mumcu Mehmet Ağar’la bir görüşme yapıyor. Mehmet Ağar aynen şöyle diyor: “Eğer duvardan bir tuğla çekersek komple çöker.” Şimdi bu kadar suçüstü yakalanan biri ve son tarihlerde yine çeteden dolayı mahkûm olan o dönemin aktörlerinden biri. O dönemin aktörleri sadece bürokratlar değil siyaset dünyasının, askerin, bürokratların ve sivillerin içinde yer aldığı bir dönemdir. Bu dönemde Tansu Çiller’den, Mehmet Ağar’dan Doğan Güreş’e, Süleyman Demirel’e kadar uzanan çünkü o dönem Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın da bir açıklaması var: 1990’lı yıllarda işlenen bu faili meçhul cinayetlerin emir-komuta işlemi olabileceğini yani üstten talimat alabileceklerini ve cinayetlerin bu şekilde işlendiğini söylüyor ve yine, son günlerde Ayhan Çarkın’ın, eski Özel Harekâtçının açıklamaları var: Amirleri Mehmet Ağar, İbrahim Şahin’in bu noktada talimatlarıyla bu cinayetleri işlediğini söylüyor ve sonradan gözaltına alınıp tekrar bu konuda ifadesi alınan İbrahim Şahin öldürülecek Kürt iş adamlarının listesinin bizzat Çiller tarafından kendilerine verildiğini de söylüyor. Şimdi, bu kadar suçüstü yakalanan ve bu kadar cinayetlerle iç içe olan bir dönemle yüzleşmemiz gerektiğini hep söylüyoruz ve size bu konudaki her getirdiğimiz Meclis araştırması önergesi ne yazık ki reddediliyor. O dönemde getirdiğimizde ve burada Grup Başkan Vekiliniz olan Suat Kılıç “CHP önergesine ‘Evet’ diyebiliriz.” diyor, önergeyi getiren Sayın Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’e aynen şunu söylüyor, diyor ki: “Biz bu önergeye ‘Evet’ diyebiliriz ama Sırrı Sakık’ın kürsüde dile getirdikleri bizi nereye götürebilir onu bilemeyiz, onun için de biz bu önergeye ‘Hayır’ diyoruz.” Şimdi, bir kere samimi olacağız. Eğer siz bunların soruşturulup bu katillerin bulunmasını istiyorsanız ucu nereye gidiyorsa bunları araştırmak zorundasınız ama siz bir kısmını örtbas edip bir kısmını aydınlığa kavuşturmaya çalışıyorsanız o zaman samimi değilsiniz, o zaman geçmişinizle yüzleşmek gibi bir derdiniz yok. İşte tam da bizim de isyanımız bu. Siz özellikle Kürt coğrafyasında olupbitenlerin üstünü örtmeye çalışıyorsunuz. Biz bütün katilleri açıkça söylüyoruz “Bakın, şurada şu cinayetler işlendi.” Bakın, çok yakın tarihte bu Dersim’le ilgili özür dilemeleri hep birlikte görmedik mi? Sayın Başbakan da çıktı “Özür dilerim.” dedi, ben de “Bir erdemliktir.” dedim. Peki, biz katillerimizle yüz yıl sonra mı, seksen yıl sonra mı yine birileri gelecek, bu cumhuriyet adına 1990’larda yaşananlardan dolayı özür mü dileyecek? Biz size katilleri açıkça söylüyoruz. Gelin, hep birlikte bir Meclis araştırması önergesi, bir komisyon oluşturalım bu önerge doğrultusunda ucu nereye kadar gidiyorsa hep birlikte araştıralım, yoksa zamana yayıp tekrar birkaç yıl sonra yeniden birileri çıkıp “Evet, şu tarihte şu oldu.” Bakın, Dersim’e yakın, aynen 1993’te Muş’un Altınova beldesinde -bu kürsüde belki 10 kez seslendirdim- 7 çocuk, anne, baba ve anne hamile, 10 insanı oradaki güvenlik güçleri ataşe verdiler, hani “Dersim’de fareler gibi öldürdük.” dedikleri şey var ya işte yıl 1993, yıl 1938 değil, 1937 değil, 1925 değil, 1915 değil, 1993. Bunu yapanlar kim? O dönem orada operasyon yapan Bolu’dan ve Kayseri’den gelen jandarma tugay komutanlarıydı. Bu kadar açık söylüyoruz, isim veriyoruz, o tarihte görevde olanları açıkça söylüyoruz ama ne hikmetse bunların üzerine gidilmiyor, bu konuda herhangi bir soruşturma yapılmıyor. Aslında bizim burada konuştuklarımız, biz savcıları göreve davet ediyoruz ama savcılar sağır. Biz nerede küçük bir açıklama yapsak hepimizle ilgili davalar açılıyor. Peki, bu halka karşı bu zulüm politikalarını uygulayanlara karşı siz niye sağırsınız? Evet, Hükûmet sağır, sağırları oynuyor, vicdanı nasırlaşmış, gerekeni yapmıyor. Peki, bu ülkede hani yargıçlar vardı, siz niye görevde değilsiniz?

Açıkça buradan ilan ediyoruz, bir dönem böyle bir karanlık ve bir ülkede bir Cumhurbaşkanının ailesi bir bütün olarak eğer çıkıp oğluyla, eşiyle, kızıyla “Benim kocamı öldürdüler, benim babamı öldürdüler.” Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı yapan bir ailenin feryadı buysa bu feryada nasıl kulaklarımızı tıkayabiliriz. Ben, Meclis Başkanını da göreve çağırıyorum yani geçmişte rahmetli Sayın Özal’la birlikte politika yapan şahsiyetleri, eğer vicdan sahibiyseniz, bu sese kulak vermelisiniz. Derhâl, bunu bize bırakmadan, birlikteydiniz, ne olup ne bittiğini gerçekten siz bizden iyi biliyorsunuz. Aslında bize de çok önemli şeyler söyledi. Biz Şam’a giderken Sayın Türk vardı o dönem, birkaç arkadaşla birlikte gittiğimizde Özal bize aynen şunu söyledi: “Zor bir süreçtir, siz de gidebilirsiniz, ben de gidebilirim ama bu ülkenin selameti için hepimizin bedel ödemesi gerekir. Yolunuz açık olsun, yanınıza DYP’den, ANAP’tan da vekiller alabilirseniz bu sürece katkı sunabilirsiniz. Ben bu noktada bedeli neyse bu bedeli ödemeye hazırım.” Biz de bu sözü bir güvence olarak aldık ve ülkemizin sorunlarını çözmek üzere Şam’a gittik ama daha Şam’dayken Özal’ın ölümünü duyduk. Bu kadar her şeyin tesadüf olmadığını ve gerçekten bu ülkenin geçmişinin zifirî karanlık olduğunu hepimiz biliyoruz geçmişten bugüne kadar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sakık.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Ben de teşekkür ediyorum.

Onun için, geçmişle yüzleşmek için bu Meclis araştırma önergesine olumlu oy kullanacağınızı umut ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Süleyman Nevzat Korkmaz, Isparta Milletvekili.

Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar)

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk tarihinde, özellikle yakın tarihimizde her zaman gizem atfedilmiş, her zaman esrarla donatılmış, tartışmaya açılmış ve böylece bu olay etrafında da toplumda bir kamuoyu, sanal bir kamuoyu, bir bilinç oluşturma çabalarını görmek, hatta sıkça görmek mümkündür. Bu kadar spekülasyon, bu kadar gizem, esrar aslında ciddi ciddi araştırılması gereken, üzerine gidilmesi gereken hadiselerin de sulandırılmasına, ciddiyetten uzaklaşılmasına sebep olmaktadır. Doğrusu nedir ortaya koymak var iken çeşitli sis bulutları içerisinde birtakım abartılı hikâyelerin, ispatlanamayan, ispatlanamayacak iddiaların ortaya konulması, takdir edersiniz ki maksada hizmet etmemektedir.

Değerli milletvekilleri, asıl üzücü olan, bu kafa karışıklığı, bu zihin bulanıklığı son on yılda, AKP İktidarı döneminde, bizzat devleti yönetme sorumluluğu içerisinde olanlar tarafından âdeta teşvik edilircesine beslenmekte, hatta gazetelerin, medyanın her köşesinde, kimlikleri, simaları belli olmayan -tırnak içinde- üst düzey yetkililerin sayısı gittikçe artmaktadır.

Değerli AKP milletvekilleri, Sayın Hükûmet; polis elinizde, emniyet teşkilatı elinizde, jandarmanın, Millî İstihbarat Teşkilatının sorumluluğu sizde, İçişleri, Adalet Bakanlarınız ortada, görevleri başında. Arkadaşlar, kısaca, hükûmet sizsiniz. Birtakım vahim iddialar var, çıkarın ortaya, koyun mahkemelerin önüne. Elinizi tutan mı var? Size engel olan mı var? Sizi Meclisteki gücünüz itibarıyla kim engelleyebilir? Gücünüz varsa gösterin, gücünüz yoksa bunu da bilelim. İktidarınızın muktedir olmadığı, hâlâ daha devlet gibi şikâyet mercisi değil de şikâyet eder konumdan çıkamamanızdan, çare makamı olamamanızdan belli.

PKK tarafından ortaya atılan yalanların arkasına takılarak giden ve bu zihin bulanıklığının bizatihi sorumlusu olan -maalesef- bir kısım medya ve yine, cumhuriyet ve  devlet sistemiyle hesaplaşma içinde olan bir hükûmetiniz var. PKK, milletimize karşı sistematik olarak psikolojik savaş taktikleri uygulamaktadır. Dün de uyguluyordu, bugün de uyguluyor. Amaç, insanımızı devletine karşı şüpheci kılmak, güvenlik güçlerimizi güçsüz ve itibarsız hâle getirmek ve adalet mekanizmasını böylece felç etmek.

Sadece Sayın Özal, Sayın Kahveci, Sayın Bitlis değildir iddiaların odak noktası, her olay ve her konu âdeta istismara malzeme yapılmaktadır. Sıkça, bizzat PKK tarafından, PKK yandaşları tarafından ve âdeta bunu besleyen birtakım güçler tarafından, iş birlikçi güçler tarafından Türkiye’de 17 bin faili meçhul cinayet olduğu sürekli ortaya konulmakta ve bunun etrafında da bir kamuoyu oluşturulmaktadır. PKK’nın büyük psikolojik savaş operasyonlarından birisi de, Türk güvenlik güçlerinin Güneydoğu Anadolu’da PKK’yı destekleyen 17 bin kişiyi faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırdığı iddiasıdır. Bu yalan, bilinçsiz basın yayın organları tarafından tekrarlana tekrarlana,  ısıtıla ısıtıla âdeta sanki bir gerçek hâline dönüştürülmüştür.

PKK’lı olmayan siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler televizyonlarda “17 bin faili meçhul” diyebilmektedir ve ne yazık ki bu insanlar kendilerine “Yahu, 17 bin az rakam da değil, hiçbir yerde bunların adları, ailelerinin şikâyetleri vesaire yok. Acaba biz oyuna mı geliyoruz?” diye kendi kendilerine soru sormayı bile çok görmektedirler.

Bir sene önce 21’inci yüzyıl Türkiye Enstitüsünde faili meçhul cinayetlerle ilgili arkadaşlar bir araştırma yapılıyor ve Uluslararası Af Örgütü yetkililerinin yaptığı bu çalışmaya da araştırmalar ekleniyor ve sonuçta 17 bin rakamının ne kadar büyük bir yalan olduğu görülüyor.

Sonuç, evet sonuç: Türkiye’de 1984-2004 arasında herhangi bir örgütle bağlantılı olmayan faili meçhul cinayetlerin sayısı -dikkat edin kıymetli arkadaşlar- 568, evet 568. Bu bütün faili meçhul cinayetlerde sorumlunun devlet güçleri olduğu anlamına da gelmiyor. Üstelik bu faili meçhul cinayetlerin önemli bir bölümü de Güneydoğu Anadolu dışındaki bölgelerde işlenmiş. Ancak 272 vatandaş karakollardayken kaybolmuş. Bu kayıplardan hiç şüphesiz ki devlet sorumludur. Ayrıca ailelerinin kayıp olarak bildirdiği 795 kişi var.

Özetle kıymetli arkadaşlar, 17 bin rakamı nerede, 568  -biraz önce ifade ettiğim- artı 272 rakamı nerede? PKK terörüyle mücadele bilgiyle olur, PKK’nın yaydığı yalanları ortadan kaldırmakla olur. Onlara alet olunmaması gerekiyor.

Sayın Hükûmet, güç elinizde, bu iddiaları ortaya çıkarma sorumluluğu da sizde. Ya bir an önce görevinizi yapın ya merhamet istismarcılığından vazgeçin ya da “Biz, bu işi yapamıyoruz, zaten bu iddiaların da edebiyat kısmıyla ilgileniyoruz.” deyin, yapacaklar gelsin.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, hatip, bizim iddialarımızı farklı bir şekilde, çarpıtarak kamuoyuna sundu. Bu iddiaların PKK’ya ait…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Efendim, ben, rakamlara dayanarak söyledim. Benim iddialarım değil.

BAŞKAN – Neyi farklı şekilde, çarpıtarak… Ne söyledi mesela?

SIRRI SAKIK (Muş) – Bu Meclis araştırma önergesini biz verdik. Faili meçhul cinayetlerin olduğunu…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Kaplan, Sayın Sakık izah ediyor. Lütfen…

SIRRI SAKIK (Muş) – Bu iddiaların bizim değil de PKK’nin iddiası olduğunu, bizim iddialarımızın doğru olmadığını söyledi. Ben, bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

FEYZULLAH KIYIKLI (İstanbul) – Sayın Başkan, bu söz verilecek bir konu değil.

SIRRI SAKIK (Muş) – Size mi sorması lazım Sayın Başkanın? Niye rahatsız oluyorsunuz?

FEYZULLAH KIYIKLI (İstanbul) – Ben sizinle konuşmuyorum Sayın Milletvekili.

SIRRI SAKIK (Muş) – Ben buradayım, onun için laf atıyorsun. Ben, size bir…

BAŞKAN – İç Tüzük’ün 69’uncu maddesi gereğince buyurun.

SIRRI SAKIK (Muş) – Siz niye rahatsız oluyorsunuz? Sizi niye bu kadar…

BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen…

Buyurun.

VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

 

SIRRI SAKIK (Muş) –  Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu önergeyi, Meclis araştırma önergesini biz verdik, iddiamız bu. Bu iddia sadece bizim iddiamız değil, Türkiye’de eli vicdanında olan herkesin iddiasıdır. Bırakın 17.500’ü, 500,1… Yani ne vatan ne devlet, hiç kimse insandan daha kutsal değildir. Biz, bu anlayıştayız. Yani böyle bize vatan, millet edebiyatı yapmayınız. Gidemediğiniz bölgelerde…

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Oralarda görev yapmış bir adam olarak ben bunu söylüyorum. 

SIRRI SAKIK (Devamla) – Gidin, keşke gidebilseydiniz, bir Silvan’a gitseydiniz, bir Diyarbakır’a gitseydiniz.

Bakın, ben, biraz önce buradan açıkladım, kendi seçim bölgemde bir gecede 10 insanı diri diri nasıl yaktıklarını, onu kimlerin yaktığını da açıkça söyledim ama sizin kulağınız bunlara tıkalı. Sizin gözünüzde devlet kutsal, benim gözümde devlet bu halkın hizmetinde olmalıdır, aramızdaki anlayış bu işte. Ben özgürlükleri savunuyorum, siz totaliter rejimleri savunuyorsunuz.

Hepinize saygılar sunuyorum.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve arkadaşları tarafından, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli gelişmelerde bulunan 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Maliye Eski Bakanı Adnan Kahveci ve Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, 13 Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 01/12/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)

 

 

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisinin lehinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Barış ve Demokrasi Partisinin verdiği araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önergenin lehinde söz aldım.

Değerli milletvekilleri, bugünün acı gerçekleri ve yakıcı sorunlarıyla yüzleşmekten korkanların tarihte yaşanmış acı olayları istismar ederek tarihte yaşanmış acı olaylarla yüzleşilme adı altında cumhuriyetten, demokrasiden intikam alınmasının yolunun açıldığı günleri yaşıyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak her şeyden önce şunu söylüyoruz: Demokratik hukuk devletinde geçmişte karanlık kalmış hiçbir nokta olamaz. Tüm karanlık ilişkilerin, gerçekten hukuk dışı ilişkilerin araştırılıp aydınlatılması gerekir. Biz çocuklarımıza, torunlarımıza geçmişinde karanlıklarla dolu, gerçekten faili meçhul bırakılmış siyasi cinayetlerle dolu bir Türkiye bırakamayız. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu ülkenin doğusuyla batısıyla, güneyiyle kuzeyiyle yakın tarihinde gerçekten insanların siyasi düşüncelerinden dolayı katledildiği, toplu katliamların yapıldığı ve bunların aydınlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak tarihte yaşanmış acı olaylar istismar edilerek, bu olaylar bahane edilerek cumhuriyetten ve başta Atatürk olmak üzere cumhuriyetin kurucu kadrolarından, hesaplaşılma adı altında intikam alınmasını ve onların yok edilmesi anlayışını da doğru bulmadığımızı söylüyoruz.

Demokrasi ve hukuk, cumhuriyet, üçü birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Demokrasi ve hukuku azaltarak cumhuriyeti çoğaltamazsınız ya da cumhuriyeti eksilterek demokrasi ve hukuku çoğaltamazsınız. Bizim cumhuriyetimizin temel özelliği, demokratik, insan haklarına dayalı olmasıdır. Demokratik ve insan haklarına dayalı laik cumhuriyet olmadan, demokrasinin de ve hukukun da geliştirilmesi ve güçlendirilmesi mümkün değildir.

Dün, bu ülkede daha dün, gerçekten siyasi düşüncelerinden dolayı Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar bir sürü cinayet işlendi. Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum ki demokratik hukuk devletinde faili meçhul cinayet diye bir cinayet yoktur, faili meçhul bırakılan cinayet vardır. Yani failinin meçhul bırakılması, devlet tarafından failinin meçhulünü bilerek meçhul bırakılan cinayetler vardır. Belki olağanüstü rejimlerde faşist diktatör yönetim anlayışlarının egemen olduğu süreçlerde bu olayların, yaşanan bu olayların üzerine gidilmemiş olabilir ama dün bu olayların üzerine gidilmemiş olması, bugün bu olayların üzerine gitmemize engel değildir.

Bakın, Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar siyasi cinayetlerde yakınlarını kaybedenler “Toplumsal Bellek Platformu” adı altında bir platform oluşturdular ve tek talepleri vardı bizden, Türkiye Büyük Millet Meclisinde araştırma komisyonu kurularak bunların neden, nasıl öldürüldüklerinin arkasındaki karanlık ilişkilerin açığa çıkarılmasıydı. Yani bu insanların koskocaman Türkiye Büyük Millet Meclisinden istedikleri bu kadar masum bir talepti. Ama 23’üncü Dönemde 6 kez Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, 3 kez de Barış ve Demokrasi Partisi araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önergeyi bu Meclise getirdi ama bu önergeler her seferinde Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili arkadaşlarımızın oylarıyla çok göstermelik, sudan bahanelerle reddedildi. Eğer Meclis tutanaklarını okursanız her seferinde arkadaşlarımızın konuşmaları aynı.

Bu dönem yeni başladı, 24’üncü Dönem yeni başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi “Zamanımız yok, Meclisin gündemi tıkalıdır.” bahanesine sığınmasın diye daha dönemin başında biz bunu geçen hafta yine getirdik ve yine aynı gerekçelerle arkadaşlarımız tarafından reddedildi.

Şimdi, tarihte yaşanmış acı olayları istismar eden kimi milletvekili arkadaşlarımız, radyo ve televizyonlarda çıkıp bu olaylarla yüzleşilmesinden dem vuruyorlar ama bu Meclis kürsüsünde bu konunun da araştırılması daha iki gün önce geldi ve dışarıda bu konuda ahkâm kesenler, bu Meclis kürsüsünde çıkıp bunun araştırılmasıyla ilgili çok güzel laflar söylüyor ama sonunda araştırma yönünde oy kullanmıyorlar.

Arkadaşlar, samimi olalım, dürüst olalım, başkalarına dürüstlük ve ahlak dersi vereceğimize, Türkiye’de kimi yandaş televizyon ve basınlara gidip faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerle, tarihte yaşanmış Dersim olayı üzerine istismar ederek, bunu sömürerek kendi siyasal düşüncelerini egemen kılmaya çalışanlar, bu milletin kürsüsünde gelip bunun gereğini yapacaklar. Bugün bu ülkede faili meçhule bırakılan siyasi cinayetlerin araştırılması için Meclis araştırma komisyonu kurulmuyorsa bunun tek sorumlusu Adalet ve Kalkınma Partisidir. (CHP ve BDP sıralarından alkışlar)

Çeşitli konularda araştırma komisyonu kuran bu Meclis. Örneğin sporda şiddete beş dakikada biz burada araştırma komisyonu kurduk, madencilikte araştırma komisyonu kurduk, kadın sorunları konularıyla araştırma komisyonu kurduk. “Faili meçhul bırakılan siyasi cinayetleri araştıralım.” dediğimiz zaman çok güzel konuşuyorsunuz, benim konuşmamla AKP sözcüsünün arasında hiçbir fark yok ama sonunda parmaklar araştırılmasın diye kalkıyor.

Sayın Başbakan mitinglerde bas bas bağırıyor “Faili meçhullerin üzeri karanlık kalmayacaktır, örtülmeyecek.” diyor, 3 Eylül 2010 Diyarbakır mitinginde Ape Musa’dan bahsediyor, “Faili meçhullerin acısını biliriz.” diyor. “Uğur Mumcuların, Abdi İpekçilerin cinayetlerinin üzerinin örtülmesini kim istiyor?” diyor ama AKP milletvekilleri de “Bunlar araştırılmasın.” diyor. Araştırılsa ne çıkar arkadaşlar, biz, burada, bir araştırma komisyonu kursak? Efendim, Meclisin gündemi doluymuş. Meclisin gündeminin dolu olduğu günlerde bile bir araştırma komisyonu kurulması kararı iki dakikada burada verilir, sporda biz bunu yaptık. Yani bir gün önce sporda yaptık, beş dakikada kurulmasına karar verdik ama ikincisi gün faili meçhuller geldi “Hop.” denildi. Bu, olmaz arkadaşlar.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gerçekten bu insanların acılarının dindirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani tarihsel olayları istismar etmek yerine, daha dün yaşanan olayları araştıralım. 1 Mayıs 1977 katliamı neden olmuştur bu ülkede, bunu araştıralım? Bu konuda araştırma önergesi verdik.

Bakın, 12 Eylül 1980 darbesinin sürekli lafını ettiniz, edebiyatını yaptınız bu ülkede ama 12 Eylül 1980 darbesinin yol açtığı mağduriyetlerin giderilmesine ilişkin kanun teklifi verdim. Bu kanun teklifinin 1’inci maddesi: “Türkiye Cumhuriyeti devleti, 12 Eylül 1980 darbesini hukuka, demokrasiye ve millete karşı yapılmış bir hareket sayar, 12 Eylül 1980 darbesinin mağdurlarından ve yakınlarından özür diler.” diye tarihsel hükmü içeren bir madde var. Bu, 23’üncü Dönem Adalet Komisyonu raflarında durdu, hâlen duruyor.

Sayın Başbakan, 24 Temmuz 2010 günü Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda Mustafa Pehlivan, Erdal Eren ve Necdet Adalı’nın adından bahsederek, iki gözü iki çeşme ağlayarak, bu insanların ölümünü istismar ederek, 12 Eylül 1980 darbesiyle hesaplaşmasından bahsediyor. Ben de Sayın Başbakanın bu samimiyetine güvenerek 12 Eylül 1980’de -ister sağdan ister soldan- siyasi inançları nedeniyle, siyasi düşünceleri nedeniyle idam edilen insanların idam edilişlerine ilişkin yasanın yürürlükten kaldırılması için kanun teklifi verdim, hâlâ Adalet Komisyonu raflarında duruyor değerli arkadaşlarım.

Deniz Gezmişler 1972 darbesinden sonra asıldı, 3 tane fidan asıldı. Bu memlekette Adnan Mendereslerin idamına karşı çıkanlar Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları konusunda sesini çıkartmadılar. Bu Mecliste Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 12 Mart 1971 darbesiyle olağanüstü hukuk döneminde asılmalarına ilişkin, idamlarına ilişkin kanunun yürürlükten kaldırılmasına ilişkin kanun teklifi verdim, o da Adalet Komisyonu raflarında bekliyor değerli arkadaşlarım. Böyle bir çifte standart olmaz. Eğer biz gerçekten geçmişimizi demokratikleştireceksek…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – …çocuklarımıza gerçekten demokratik, özgür bir Türkiye bırakacaksak onların gereğini yerine getirmemiz lazım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak devletin kutsal hukuku yerine bireyin, yurttaşın özgür hukukunun inşa edilmesinden yanayız.

BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Ben Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu arkadaşlarımı bu önergelere destek vermeye çağırıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ali Küçükaydın, Adana Milletvekili.

Buyurun Sayın Küçükaydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; BDP grup önerisinin aleyhinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, 8’inci Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özal, o dönemin yine Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ve yine o dönemde gerçekten bu ülkede çok değişik, yenilikçi bir hareketin içinde bulunan Adnan Kahveci, her 3’ünün de ölüm yılları hemen hemen aynı döneme rast geliyor yani 1993 yılında bir şekilde vefat ediyorlar. Tabii, bunun 2 tanesi kaza şeklinde cereyan ederken birisi de farklı şekilde cereyan ediyor. Bu 3 devlet büyüğünü tahlil ettiğimizde, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, rahmetle andığımız Turgut Özal olmak üzere Cumhurbaşkanımız ve uzunca süre ülkemizi yöneten Başbakan olarak, ülkemizin kaderinde çok değişik yenilikleri getiren bu değerli devlet büyüğümüz de evinde vefat ediyor ve orada, işte, hepimizin bildiği neticeler.

Hepsinin müşterek olan bir başka tarafı var, üçü de bu memlekette gerçekten şeffaflıktan yana, aydınlıktan yana, her şeyin daha aydın olmasından yana bir karakter izlediklerini görüyoruz.

Mesela biraz önce Değerli Milletvekilimiz “Siz o bölgeye gidebildiniz mi, gidiyor musunuz?” dedi. Ben daha rahat olmaları için şunu söyleyeceğim: Mesela, ben, o dönem…

SIRRI SAKIK (Muş) – Size söylemedim. Bunu size söylemedim.

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Estağfurullah.

Yok, bana söylemediğinizi biliyorum. Yani bir şeyi daha rahat olma, rahat anlatmak için söyleyeceğim.

Mesela ben o dönemde, sözgelimi Diyarbakır’ın Kulp’una da, Lice’sine de, Hani’sine de, Hazro’suna da, Bismil’ine de, Çermik’ine de, Çüngüş’üne de evine gider gibi giden bir idareciydim. Yani çok rahat gidiyordum, onlarla çok iyi ilişkilerim vardı. Mesela Kulp’un kırsalındaki bir köyün muhtarıyla da bir büyüğüyle, bir kardeşiyle konuşur gibi konuşma rahatlığını gösteriyordum. Bunu, şu anda aramızda olan bazı Diyarbakırlı arkadaşlarımız da çok iyi bilirler.

Ve o dönemde, yine biz, mesela 1991 yılında, çok değerli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, Diyarbakır konuşmasını, mitingini yapmak üzere geldiğinde, o mitingi organize edenlerden birisiydim. Dolayısıyla, orada Cumhurbaşkanımız şunu diyordu kalabalıklara: “Ben size ne yapıyorum, ne getirdim biliyor musunuz? İşte, Kürtçenin önündeki yasağı kaldırdım.” Yani böyle, bu şekilde mesajlar veriyordu. Yani bu canlı mesajlara…

Yine, aynı dönemde Jandarma Genel Komutanı, gerçekten çok saygın bir asker olan Eşref Bitlis’in, o dönemde, o bölgede yaptığı çalışmaların da bazısına şahit olan, bazısına da bizatihi toplantılarına katılan birisiydim.

Yine, daha sonraki dönemde Değerli Cumhurbaşkanımızın cumhurbaşkanlığı döneminde de, Diyarbakır’da Kürt realitesiyle ilgili başka başka konularla ilgili birçok toplantılarına katılan birisiydim.

Değerli arkadaşlar, “Faili meçhul” diyoruz. Adı üstünde, meçhul olan bilinmeyen demektir, görülmeyen, araştırılamayan, ortaya çıkarılamayan demektir. Şimdi, biz bir meçhulle bir başka meçhulü suçlamaya kalkarsak otomatikman, direkt; bu yanlış olur yani şu kadardır, bu kadardır, bir arkadaşımız farklı bir sayı söyledi, bir arkadaşımız bir farklı sayı söyledi; yani faili meçhullerle birtakım devlet birimlerinin… Bunu sadece bu döneme özgü olarak konuşmuyorum yani 1984’ten bugüne demiyorum, daha önce, tarihimizdeki birtakım hadiseleri de o günün şartlarında tahlil etmeyip, o günün şartlarıyla değerlendirmeyip 2011’e getirir ve 2011’deki çok değişik, ülkelerin çok farklı mesafeler katettiği, çok farklı yerlere geldiği, demokrasi anlayışının, özgürlük anlayışının çok farklılaştığı, daha doğrusu dünyanın küçüldüğü bir dönemde, siz o dönemin olaylarını getirip bugüne, hatta 1980’lerin olaylarını bugüne getirip ve bugünün mantığıyla, bugünün bakışıyla değerlendirirseniz çok yanlış bir şey yapmış olursunuz.

SIRRI SAKIK (Muş) – O zaman, sizin 1938’i getirdiğiniz ne peki?

ALİ KÜÇÜKAYDIN (Devamla) – Olayları değerlendiren arkadaşlarımızın mutlaka içinde bulunulan günü de değerlendirmesi, bilmesi lazım.

Mesela Kulp’tan gelen bir muhtar ne acılar çektiğini dişleri parlayarak bana anlatıyordu, diyordu ki: “Sayın Valim, ben sizin yanınızda çok rahatım, çok rahat konuşuyorum, aynen bir yakınımla, bir kardeşimle, bir ağabeyimle, bir kardeşimle konuştuğum gibi konuşuyorum.” Bunu şey için söylüyorum, yaşanmış hadiseler bunlar. Mesela, bana “PKK militanı geliyor, benden ekmek istiyor -buradan bir şeye geleceğim- ben ‘Vermem.’ diyemiyorum çünkü ben Kulp dağlarında korunmasız bir insanım, beni direkt öldürüyor o zaman ya da aileme, efradıma birtakım zararlar veriyor. Arkasından asker geliyor, jandarma geliyor ‘Neden yardım, yataklık ettin, neden ekmek verdin?’ diyor ama beni öldürmüyor. Öldürmüyor ama beni de dövüyor o, dövüyor.”  Bunlar benim bizatihi yaşadığım ve baştan sona gerçek olan, içinde bulunduğum olaylar. İşte bütün bu olayları bu şekilde değerlendirirseniz, gerçekten memlekete, vatana, millete çok güzel hizmet etmiş olursunuz. Yani bir taraftan, askerin bir yerde operasyon yaparken yaptığı birtakım vukuatları söyleyip, öbür tarafta, aynı ondan kat kat fazla bu şekilde bölgede yapılan birtakım hadiseleri siz söylemezseniz bir yere varamazsınız.

1991 seçimlerinde Lice’nin hiç Türkçe bilmeyen, okur yazar olmayan köylerinden, o zaman tercihli sistem vardı. Rahmetli Özal’ın yine ortaya koyduğu çok ileri bir sistemdi; keşke bugün de olsa. O tercihli sistemde, hiç Türkçe bilmeyen, okur yazar olmayan hanım kardeşlerimizin bir siyasi partiye tercihli oy kullanmasının mantığını anlamak doğrusu çok da kolay bir hadise değil. Hem de bir köyün tümüyle bir partiye oy vermesini ve tercihli sistem olmasının izahı çok zor değerli arkadaşlarım. Yani bunun izahı var bizde, bunu biliyoruz. Bölgede benzeri hadiseler taa 60’larda da var, 64’lerde de var. O zaman da başka birisi var, o zaman da ağalar var. Dolayısıyla oradaki ağalar, bir partiye, üç köyün oyunu komple o partiye verdiğini de ben bizatihi bilenlerden birisiyim. Yani bu, çok farklı şeyler.

Şimdi, mutlaka bu konuların, yani faili meçhullerin, bilinmeyen bu faillerin gerçekten devletin birimlerinin de zan altında, zan altına sokulmamamsı için ortaya koyulması gerekiyor. Bunu biz reddetmiyoruz. Ama bugün şunu da söylüyoruz biz: Diyarbakır’da bir ana dava var bu faili meçhullerle ilgili. Diyarbakır ana davası şu anda sonuç aşamasına gelmek üzere. Bütün faili meçhulleri inceliyor. Rahmetli Turgut Özal’la ilgili savcılarımız şu anda harekete geçmiş, işlem yapıyor. Hep bu Hükûmet döneminde oluyor bu.

Yine rahmetli Eşref Bitlis’le ilgili, şu anda çok ciddi bunun faillerini ortaya çıkarabilmek için araştırma yapılıyor. Yakın zamanımızda olan Büyük Birlik Partisi Genel Başkanımız, rahmetle andığımız rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun failinin ortaya çıkarılması için bu Hükûmet döneminde çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Yani bunların hepsi yapılıyor. Bunları bilmek lazım. Ama bizim bir de İnsan Hakları Komisyonumuz var, Meclisimizde, ihtisas komisyonu. Mesela, bir öneri olarak söylüyorum: İnsan Hakları Komisyonu, bir alt komisyon kurmak suretiyle, zamanla sınırlı olmadan, süre sınırlaması olmadan, yok Meclisin dönem başıydı, dönem sonuydu endişesi olmadan değerli arkadaşlarım, kendi bünyesinde bir alt komisyon kurarak, ariz amik, her şeyi açık seçik, ayrıntılı bir şekilde ortaya koyabilir. Buna hiçbir engel yok. Dolayısıyla, zaman sınırlaması da olmayacağı için “Yok üç ay çalıştın, beş ay çalıştın, işte dönemin sonuydu, seçime gidiyorduk filan.” kimse bunu da öne süremez. Mesela, İnsan Hakları Komisyonumuz -ve o Komisyonda bütün partilerimizin üyeleri var- bir alt komisyon kurar, ayrıntılı şekilde, uzmanları da dinlemek suretiyle, bu işleri, buna benzer hadiseleri ortaya koyar. Ama ben şunu söylüyorum: Elbette meçhul olan, faili meçhul olan bir şeyi, böyle, faili, otomatikman işte, devletin ilgili birimleriymiş gibi ya da Ahmet’miş gibi, “Mehmet bu” demek gibi, bunun yanlışlığını da ortaya koymak lazım. Bir de olayları değerlendirirken, başta da söylediğimiz gibi, dünü bugüne değil, bugünün şartlarında bugünü ama dünün şartlarını da dünde değerlendirmek lazım. Bundan yanayız biz.

Ben, bu duygularla, diyorum ki: Bu, biraz sonra bir gensoru önergesi de olduğu için, bir Başbakan Yardımcımız hakkında, bunun biz -belki klasik bir söylem olacak ama- şu anda zamanı olmadığını söylüyor, karşısında olduğumuzu belirtiyor, saygılarımı, sevgileri sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçükaydın.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, sayın hatip konuşmasında, grubumuzun üyesi milletvekillerin 1991’de tercihli sistemle nasıl oy aldıklarından yola çıkarak grubumuz üyelerine…

BAŞKAN – Hayır, partinizden bahsetmedi ama. Konuşmayı dinledim. Şimdi, Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın hatip konuşmasında, Diyarbakır Lice’de tercih oyları, nasıl oy kullanıldığını yani o dönemin gerçeklerini hem saptırarak hem partimizin üyelerini…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, sayın hatip konuşmasında sizin söylediklerinizden bahsetti ama partinizle ilgili bir cümle sarf etmedi.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – O dönemde partimizin, şu anda milletvekili olan arkadaşlarımız…

BAŞKAN – Fakat şunu mu demek istiyorsunuz Sayın Kaplan: Sayın Hatip oradaki oylamanın, seçim neticelerinin örgüt tarafından, terör örgütü tarafından yönlendirildiğini anlatmak istedi, benim anladığım. Siz niye partinizle ilişkilendiriyorsunuz, onu anlamış değilim ben.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, iki noktada: Bir, seçimle ilgili…

BAŞKAN – Şöyle yapalım mı Sayın Kaplan: Tutanakları getirteyim, eğer sizin partinizle ilgili bir cümlesi varsa söz vereceğim ben size.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, arz edeyim.

BAŞKAN – Buyurun.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bir: Sayın Hatip, milletvekillerimizin nasıl seçildiği konusunda 90’lı yıllardan bu yana gelen gerçek dışı bir saptama yaptı.

BAŞKAN – Hayır, “Böyle bir şey konuşmadı.” diyorum ben.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Öyle bir şey söylemedi efendim, öyle bir şey yok.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkanım, peki, faili meçhullerle ilgili araştırma komisyonlarının kurulmadığı, kurulamayacağını söyledi.

BAŞKAN – Fikri, canım onu söyleyecek tabii ki.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Meclisimizde Susurluk’la ilgili kurulmuş araştırma komisyonları var. Faili meçhul komisyonları kuruldu.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Partiyle ne alakası var Hasip Bey ya? Partinizle ne alakası var?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bu konuda görev yaptığım döneme ilişkin grubumuz üyelerini itham altında bırakan bir açıklama yaptı, buna karşılık…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, onu söylüyorum ben. Sizin grupla ilgili bir söz sarf etmedi, sarf ettiyse söz vereceğim. Tutanakları getirteyim.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Niye üzerinize alınıyorsunuz?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, 91 yılında milletvekili olanların bu Mecliste dokunulmazlıkları kaldırıldı, cezaevine konuldu ve tekrar seçildiler, geldiler.

BAŞKAN –  Doğru bunlar ama Barış ve Demokrasi Partisi değildi ki o.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, bir söz almak için lütfen… Sizler frak giydiniz.

BAŞKAN – Frak giydim, tabii ki giydim Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Smokin giydikten sonra AKP rozeti çıkıyor Sayın Başkan. AKP rozeti çıktı, smokin giydiniz. Meclis Başkan Vekili olarak söz istiyorum, ben bir grup başkan vekiliyim iki de bir bu şekilde davranıyorsunuz.

BAŞKAN – Elinizi indirin Sayın Kaplan, elinizi indirin. Ben burada İç Tüzük’e göre söz veriyorum.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, her seferinde bunu yapıyorsunuz. AKP’li oldu mu hatip bunu yapmıyorsunuz.

BAŞKAN – E, hakkınız olmayan bir şey istiyorsunuz. İç Tüzük’e göre ben…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Ama Sayın Başkan yani sizden cımbızla söz mü alacağız? Allah Allah…

BAŞKAN – Sayın Kaplan, çağırıp bağırmakla nereye varacaksınız? Sesinizi yükseltmekle nereye varacaksınız? E, çözüm mü bu?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, niye bu saate kadar tartışıyoruz? 20 defa konuşmuştum şimdiye kadar.

BAŞKAN – Ben İç Tüzük’e uymayan hiçbir sözü vermiyorum. Şu anda 3 sayın milletvekili sisteme girdiler. İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine göre işlem yapıyoruz. O arkadaşlara da söz vermeyeceğim.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, usul tartışması açıyorum. Usul tartışması açıyorum.

BAŞKAN – Açın, buyurun.

İki dakika söz veriyorum.

Lehte mi, aleyhte mi söz istiyorsunuz?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Herhâlde aleyhte Başkanım, lehinizde konuşacak hâlimiz yok.

BAŞKAN – Ne demek? Sormayacak mıyım Sayın Kaplan? Ben soracağım tabii, siz de cevap vereceksiniz. İç Tüzük hükmünü uyguluyorum burada.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bakın Sayın Başkan…

BAŞKAN – İç Tüzük’e göre soruyorum “Lehte mi, aleyhte mi?” diye. Tavrınızı düzeltin lütfen.

IX.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Söz alma istemlerini yerine getirmediği gerekçesiyle Oturum Başkanının tutumu hakkında

 

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Yani, smokin giyiniyorsunuz, frak giyiyorsunuz; yakışıyor da bir şey demiyorum.

BAŞKAN – Millet giydiriyor, siz giydirmiyorsunuz.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ama, siz onu Mecliste aldığınız oyla giydiniz. Giydiğiniz anda AKP rozetini çıkardınız.

BAŞKAN – Süreniz işliyor, siz cevap verin.

HASİP KAPLAN (Devamla) – İşliyor.

AKP rozeti çıktığına göre tarafsız olmak zorundasınız.

BAŞKAN – Ben burada hiçbir partinin rozetiyle hareket etmiyorum.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bir grup başkan vekili söz istiyorsa her iki de bir yaptığınız bir alışkanlıkla söz vermiyorsunuz, özellikle de AK PARTİ’li hatip konuşunca.

Burada bu Hatip, geldi, konuştu; “91’de tercihli oyda bütün aileler milletvekiline oy verdi.” diyor. Evet, oy verdiler; Leyla Zana’ya oy verdiler, büyük de oy aldı, tercihten de büyük oy aldı, seçildi, geldi. Bu Mecliste dokunulmazlığı kaldırıldı, on yıl cezaevinde yattı. Tekrar gitti ve halkın iradesinin önüne çıktı. Sayın Hatip o dönem oralarda hâkimlik mi, valilik mi ne yaptıysa anlayamamış 91’deki halkın iradesini. 2011 yılında da halkımızın iradesiyle tekrar seçilip geldi, bu sıralarda oturuyor. Milletin iradesine saygılı olacaksınız. Yüz binlerce oyu, üç milyon oyu kimse başka türlü almıyor, milletin iradesiyle… Makarnayla almadık bu oyları, makarnayla, kömürle almadık; açık söylüyorum, bir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

İkincisi; faili meçhul cinayetler komisyonu bu Mecliste kurulmuştur arkadaşlar. Susurluk olayı sonrası faili meçhul cinayetlerle ilgili komisyon kurulmuştur. Elkatmış o dönem -sizin eski arkadaşlarınızdan birisi- Başkanlık etmiştir, CHP’den Fikri Sağlar da vardır. Bu komisyonlar kurulmuştur, doğrudur, kurulması lazım. Yakın zamanda da Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili kurulmuştur. Şimdi, faili meçhul cinayetlerle, geçmişle yüzleşmek gerekiyorsa yapılır.

Sayın Başkan, burada bize bir Grup Başkan Vekili olarak söz vermeyerek kendi hatibinin tarafını tutuyor. Bu taraflı davranışını doğru bulmuyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – O sizin görüşünüz Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Bundan vazgeçmesini istiyoruz, Divanı adalete davet ediyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tutumum lehinde söz isteyen Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili.

Buyurun Sayın Aydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Türk, vereceğim, bir lehte, bir aleyhte.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başkanlık Divanının tutumu lehinde söz almış oluyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, burada bizim bir İç Tüzük’ümüz var; İç Tüzük Meclisin usul kanunudur, usuli bütün işlemleri İç Tüzük’e dayalı olarak hepimiz uyguluyoruz, uygulamak durumundayız, Başkanlık Divanının da yaptığı tamamen buna aittir. Bugün, iktidar partisi Grup Başkan Vekili olarak, AK PARTİ Grup Başkan Vekili olarak geçtiğimiz günlerde ben de söz istedim, aynı Başkan Vekili bana da söz vermedi. Her grup başkan vekili her istediği zaman söz alır diye bir kaide yazılmıyor orada Sayın Başkanım. Burada bu İç Tüzük’e hepimiz uymak durumundayız. İç Tüzük, zaten bu 24’üncü Dönem başladığından beri maalesef fazlasıyla aşılmaya çalışılıyor. Evet, İç Tüzük’e uyalım, İç Tüzük uygulansın ama bu bir hakkın suistimaline yol açacak derecede de uygulanmasın. Burada hepimiz buna uymak zorundayız.

Evet, değerli arkadaşlar, Sayın Hatip, AK PARTİ’nin Hatibi konuşurken hiçbir şekilde Barış ve Demokrasi Partisinden söz etmedi, ne isminizden ne partinizden söz etmedi, o günde birtakım olaylarla ilişkilendirmeye çalıştı.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Nasıl yani bizden başka milletvekili mi seçiliyor orada?

AHMET AYDIN (Devamla) - Terör örgütünü kastediyorsa bunu siz niye üzerinize alıyorsunuz, sizinle ne alakası var? Sizinle ne alakası var, niye üzerinize alıyorsunuz değerli arkadaşlar?

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Bizden başka seçilen mi var orada? Uzaydan mı bahsediyor? Bizden başka seçilen mi var orada. Her zaman Hatip Dicle seçiliyor orada bilmiyor musunuz.

AHMET AYDIN (Devamla) – Burada eğer bir demokratikleşme süreci başlamışsa ve bugüne kadar 17.500 olaydan 14 binin üzerindeki olay AK PARTİ döneminde açığa çıkmışsa bir zahmet de teşekkür edin. Bunların daha fazlasını hep birlikte yapalım.

Değerli arkadaşlar, herkes şapkasını önüne koysun. Bu olaylar araştırıldığı zaman olayların sonucunun nereye varacağını herkes de çok iyi biliyor ve bu olayların araştırılmasını bizler de arzu ediyoruz, bizler “Bu olaylar yok.” demiyoruz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Gelin araştıralım, kaçmayın, korkmayın.

AHMET AYDIN (Devamla) - Evet, Türkiye, yakın geçmişte birtakım sıkıntılar yaşandı, bu olaylar araştırılsın, daha geniş bir platformda, İnsan Hakları Komisyonu tarafından araştırılsın, Meclis araştırma önergeleri ileride açılabilir, kurulabilir; kurulsun, araştırılsın. Bizim faili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET AYDIN (Devamla) – …meçhulleri açığa  çıkarmak için burada bugüne kadar ortaya koyduklarımızı sizler de biliyorsunuz ama ne zaman terör örgütünden bahsetsek bazıları bunu üzerine alıyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

Tutumum aleyhinde söz isteyen Ahmet Türk, Mardin Milletvekili.

Buyurun Sayın Türk.

AHMET TÜRK (Mardin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; aslında bugünü Parlamentomuza önemli fırsatların yaratıldığı bir dönem olarak değerlendirmek lazım. Yıllardan beri bu Parlamentoda görev yaptım. Gerçekten bugün Türkiye’yi, geçmişi tartışabiliyorsak önemli bir noktaya geldiğimizin işaretidir. Biz burada acıları kaşımak için değil, gerçeklerle yüzleşip geleceği doğru bir şekilde kurma konusunda belki bir şeyler yapabiliriz diye bu tarihle yüzleşmeyi, geçmişte yaşananları bilmemiz, halkımızın bilmesi açısından önemli bir süreç olacaktır. Bu barışın, bu özgürlüklerin, bu halkların kucaklaşmasını beraberinde getirecek, bir tarihî sorumluluğu yerine getirecek Parlamentonun önünde duran en önemli görevlerden biridir.

Evet, geçmişle yüzleşmek güzel şeydir. Eğer halklarımız tarihi, doğru tarihi gerçekten bilseydi bugün belki çok farklı bir noktada olurdu. Eğer okutulan kitapların dışındaki gerçekleri halklarımız bilse, gençlerimiz bilse bugün kinle, nefretle birbirine bakmazdı. Eğer “İzmir’de Rumlar İzmir’i yaktı.” diye tarih kitaplarından bunu çıkarıp, gerçekten İzmir’i yakanın Sakallı Nurettin Paşa olduğunu bilse insanlarımız farklı bir değerlendirme yapacak. Eğer Sason’da bir aşiret kızına tecavüz edildiği için tepki gösteren…

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türk.

AHMET TÜRK (Devamla) - Ki, o olayı halkımız bilse, bugün çok farklı bir şekilde değerlendirip ortaya koyardı. Biz bu nedenle, gerçeklerle yüzleşmenin toplumsal barışa katkı sunacağına inanıyor…

BAŞKAN – Sayın Türk, lütfen…

AHMET TÜRK (Devamla) - …bugün burada görüştüğümüz bu önergenin desteklenmesini istiyoruz.

Saygılar sunuyorum.  (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Atalay, Sayın Aygün, Sayın Fırat ve Sayın Toptaş söz talepleriniz var.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verdiği öneriyi görüşüyoruz ve İç Tüzük’ün 63’üncü maddesine göre işlem yapıyoruz. Lehte ve aleyhte en çok 2 kişiye söz verebiliyoruz. Onun için taleplerinizi yerine getiremiyorum.

VIII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve arkadaşları tarafından, Kürt sorununun çözümü konusunda önemli gelişmelerde bulunan 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Maliye Eski Bakanı Adnan Kahveci ve Jandarma Eski Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki bağlantının bütün yönleriyle araştırılması amacıyla, 13 Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 01/12/2011 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerin aynı birleşimde yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)

 

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Birleşime on dakika ara veriyorum.                                  

Kapanma Saati:15.51

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati:16.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Tanju ÖZCAN (Bolu), Mustafa HAMARAT (Ordu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Van İlinde Meydana Gelen Depremlerde, Arama ve Kurtarma Çalışmaları, Yardımların Ulaştırılması, Hasar Tespiti ve Süreçteki Diğer Hizmetlerin Yerine Getirilmesinde Etkin Koordinasyon Sağlayamadığı İddiasıyla Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Hakkında Bir Gensoru Açılmasına İlişkin (11/6) Esas Numaralı Gensoru Önergesi’nin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

X.- GENSORU

A) Ön Görüşmeler

1.-  Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın; Van ilinde meydana gelen depremlerde, arama ve kurtarma çalışmaları, yardımların ulaştırılması, hasar tespiti ve süreçteki diğer hizmetlerin yerine getirilmesinde etkin koordinasyon sağlayamadığı iddiasıyla Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay hakkında Gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) (x)

BAŞKAN – Hükûmet? Yerinde.

Önerge daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve Genel Kurulun 29/11/2011 tarihli 25’inci Birleşiminde okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasa’nın 99’uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasi parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri önerge sahibi için on dakika, gruplar ve Hükûmet için yirmişer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi adına Mehmet Şandır. Gruplar adına, Barış ve Demokrasi Partisi Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili ve Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay.

İlk söz, önerge sahibi olarak söz isteyen Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili.

Buyurun Sayın Şandır.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, tabii bir Sayın Bakan hakkında veriyoruz ama ilgili bakan burada yok.

BAŞKAN – O, Sayın Bakan ve Hükûmetin meselesi Sayın Vural.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim?

BAŞKAN - Sayın Bakanın meselesi. Bilemiyorum, Hükûmet yerinde. Ben Hükûmeti sordum, Hükûmet yerinde.

OKTAY VURAL (İzmir) – Yani Mehdi Eker Bey hakkında vermedik biz.

BAŞKAN – Bilemiyorum, şimdi, ne yapmamız gerekir?

AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Burada Oktay Bey. Şimdi buradaydı.

BAŞKAN – Yani benim yapabileceğim bu. Ben Hükûmeti sordum, yerinde oturuyor Hükûmet. O artık Sayın Bakanın kendi takdiri. Olması gerekir, doğru. Doğrusu o.

OKTAY VURAL (İzmir) – İstifa mı etti acaba? İstifa etmişse düşer.

BAŞKAN – Yani Başkanlığın meselesi olsa, yapılacak da bir şey olsa yapacağım ama Başkanlığın meselesi değil.

Sayın Şandır, buyurun.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ama bu duruma Meclis olarak itiraz etmemiz lazım. İç Tüzük’ün gereği bir denetim görevi yerine getiriliyor, denetimin muhatabı olan ilgili bakan salonda yok.

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Salondaydı, buradaydı şimdi.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Ama bir özel hassasiyet göstermesi lazım. Şimdi, bu gensorunun görüşüleceği belli, bu saatte görüşüleceği belli ama hangi özel sebepse Sayın Bakan salonda yok. Sayın Başbakan hakkında gensoru veriliyor, Sayın Başbakan salonda yok. Yani siz bu Meclisi, bu İç Tüzük’ü, bu sistemi yok mu sayıyorsunuz? İtibarsızlaştırarak bir başka şey mi ikame etmek istiyorsunuz? Bunu milletimin huzurunda dikkatinize sunuyorum ve sizi milletime şikâyet ediyorum.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Bulunan Bakan da dinlemiyor zaten.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Değerli milletvekilleri, tabii böyle bir cümleyle başlamak istemezdim sözüme çünkü biz Sayın Beşir Atalay’ı, burada çok ağır bir suçlama getirerek, bunu ispata çalışarak toplumun gündemine getirmeye çalışıyorduk. Meselenin muhatabı Sayın Hükûmet değil, Hükûmet ama Hükûmetin ilgili Bakanı olarak Sayın Beşir Atalay, Sayın Mehdi Eker değil.

OKTAY VURAL (İzmir) – Tarım Bakanı değil.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Tarım Bakanı değil. Gerekiyorsa, onunla da ilgili bir iddiamız olursa… Ama gerçekten biraz önce burada Bakan, demek ki bu işi önemsemiyor. Ama ben burada çok iddia ederek, çok ağır bir itham ortaya koyuyorum. 40 kişi hayatını kaybetmiştir, 40 insan ölmüştür. Diyoruz ki bu 40 insanın ölümünün siyasi sorumlusu Beşir Atalay’dır.

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Hukuki sorumlusu da Beşir Atalay, sadece siyasi değil.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu suçlamaya cevap vermesi lazım. Dolayısıyla burada olması lazım.

Değerli milletvekilleri, bakın, gensoruyla ilgili Sayın Bekir Bozdağ’ın bir tanımlaması var, diyor ki: “Anayasa’nın 98 ve 99’uncu maddelerine göre gensoru çok önemli bir denetim aracıdır ve muhalefet hükûmetin bir icraatının yanlışlığını Meclise getirerek bu yanlışlığın muhatabı, sahibi olan bakanın veya başbakanın veya hükûmetin güvensizlik oyuyla düşürülmesini talep eder. Bunun için de iddiasını ispat edecek delili ortaya kor.” Sayın Bekir Bozdağ’ın geçen gensoruda yaptığı tanım budur.  Evet, doğrudur. Bir iddia vardır, bu iddianın ispatı iddia edene aittir.

Tekrar ediyorum, iddiamız şudur: Deprem yaşanmıştır. 23 Ekimde Van’da bir deprem yaşanmış, 604 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu depremden sonra, on beş gün sonra hasarlı binalar doğru tespit edilemediği için, bu binalarda oturan insanlar tahliye edilemediği için, zamanında tahliye edilemediği için, doğru tespit yapılamadığı için -on beş gün sonra ikinci bir deprem olmuş- iş iyi koordine edilemediği için, bu konuyla görevlendirilen bakan, bu bakanın koordinesindeki tüm görevliler görevlerini doğru yapamadıkları için 40 insanımız hayatını kaybetmiştir. Bunun hesabı sorulmalı değil midir?

Sayın Başbakan diyor ki, ikinci depremin sonuçlarını görünce Sayın Başbakan bir infial olarak, bir üzüntü ifadesi olarak diyor ki: “Bu sonucun idari ve cezai sorumluları kim olursa olsun gerek üniversiteler gerekse AFAD yöneticileri soruşturulacaktır, yargı süreci başlayacaktır.” Gerçekten de yargı süreci başlamıştır ama biz de buradan soruyoruz: Bu sonucun siyasi sorumlusu kim? Bu ülkeyi on yıldır yöneten siyasi iktidar ve Van depremi gibi gerçekten Marmara depremiyle mukayese edildiğinde ölçülemeyecek kadar lokal, küçük bir depremin sonuçlarını yönetemeyecek kadar acze düşen bir hükûmetin siyasi sorumluluğu yok mu? Millet adına soruyorum.

Değerli milletvekilleri, kendi beyanlarını burada tek tek okuyabilirim. “Yapılacak müdahaleye kendi gücümüzü görmek için engel olduk.” diyen bir koordinatör, yıkım koordinatörü bir bakanla karşı karşıyayız. Kendi potansiyelimizi görmek için yardımları kabul etmedik diyerek insanların o enkazın altında ölmesini seyreden bir sayın bakanla muhatabız.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Bu bile istifayı gerektirir başka ülkede olsa.

İBRAHİM HALİL MAZICIOĞLU (Gaziantep) – Bakan Bey burada Başkanım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Artık kıymeti harbiyesi yok.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Yani bu konuya gösterdiğiniz hassasiyetin ölçüsü olarak Sayın Bakan, bu işin başlangıcında burada olmayışınızı… Evet.

Değerli milletvekilleri, tekrar ediyorum efendim, 23 Ekimde bir deprem yaşanmıştır. Deprem Allah’tan gelmiştir, bir şey söylemiyoruz ama depremde bu yıkılan binaların sorumlusu bu ülkeyi on yıldır yöneten siyasi iktidardır. On yıldan bu yana Türkiye’de sağlıklı binaların yapılmasını sağlayamayan… “Kentsel dönüşüm” diyorlar. Günaydın! Elinizi tutan mı vardı? Van’da bu kentsel dönüşümü niye yapmadınız? Yapı denetim sistemini 2000 yılında 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti hukuklaştırdı, on dokuz ilde uyguladı ama siz 2011’in Ocak ayına kadar bu konuyu sümen altı ettiniz. Sonuçta birçok kamu binası dâhil sağlıksız binalar yapıldı ve deprem gerçeğiyle Türkiye her yıl yüzleşirken bunu siz kendi iktidar döneminizde 6 defa yaşadınız, buna rağmen gereken tedbirleri almadınız, Van’da insanlarımız göz göre göre sizin ihmalinizin sonucu hayatını kaybetti.

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Düzce depreminin ihmali de size mi ait?

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Onu anlatacağım şimdi size, onu size anlatacağım şimdi.

Değerli milletvekilleri, birinci depremi yaşadınız ama ikinci deprem on beş gün sonra… İkinci depremde çok net, kendi ifadeleriyle -burada okuyabilirim- diyebiliyor ki Hükûmet yöneticileri: “Artık burada bir deprem olmaz. Binalar sağlam, herkes evinde otursun.” Sizin bu sözünüze inanan o insanlar çaresiz gidip o çürük evlerde, o hasarlı evlerde oturdular ve sonuçta on beş gün sonra daha küçük şiddetteki bir depremde 40 insanımız hayatını kaybetti. Buna “ihmal” denmez, buna “cinayet” denir ve bu cinayetin adli, cezai sorumluları olduğu kadar siyasi sorumluları da vardır.

Değerli Milletvekilim, değerli milletvekilleri; ülkemiz 1999’da gerçekten “asrın depremi” denen, üç yüz yetmiş altı bin binanın yıkıldığı, yaklaşık 20 bine yakın insanımızın hayatını kaybettiği, yedi vilayeti kapsayan devasa bir deprem yaşadı. Sayın Bakan burada oturuyor, Türk milleti adına onlara şükranlarımı sunuyorum; sabahın beşinde Düzce’deydi. Eğer hakkı teslim edecekseniz buna teşekkür etmeniz lazım. Saat üçte deprem olmuş, sayın bakanlar saat beşte Düzce’deydi, iki saat sonra Bolu’da. Sonra Sakarya’ya ulaştıklarında İçişleri Bakanı da oradaydı. Başbakan Yardımcısıyla birlikte biz de öğleden önce Sakarya’daydık. O depremin büyüklüğüyle Van depreminin büyüklüğü mukayese kabul etmez.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Mukayese bile edilmez.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bizim iddiamız şudur, söz sınırlı…

İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sizin valiniz insanları evine soktu, çadırları topladı.

BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, Sayın Grup ve Hükûmet cevap verecekler, söz atmayalım lütfen.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Efendim, bakın, Düzce depremi Marmara depreminden üç ay sonra oldu. Şimdi, bakın, burada, önerge üzerinde MHP Grubu adına konuşacak arkadaşımız, Marmara depremi ve Düzce depreminden sonraki sonuçları basının nasıl algıladığını size kupürleriyle göstereceğiz. Yetmiş beş gün içerisinde kırk dört bin geçici konutu tüm altyapı ve sosyal donatılarıyla kurup insanımızın hizmetine sunan, o depremin yöneticisi 57’nci Cumhuriyet Hükûmetidir. Biz bunu devletimizin başarısı olarak sunuyoruz, bundan bir övünç çıkartmıyoruz.

Benim ısrarla söylediğim şey şu: 40 insanımız ölmüştür. Burada bir koordinesizlik vardır, bir beceriksizlik vardır. Sayın Başbakanın ifadesiyle… “Başarısız olduk.” diyor. Bunu reddedemezsiniz. Bunun cezai sorumluları olduğu kadar siyasi sorumluları vardır. Siyasi sorumlusu Beşir Atalay’dır. Mutlaka burada cezalandırılması, gelip milletten özür dilemesi, istifa etmesi gerekir.

Bunun için bu önergeyi verdik.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

EMİN HALUK AYHAN (Denizli) – Nerede onda o yürek!

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.

Önerge üzerinde söz isteyen, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.

Buyurun Sayın Kaplan.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi gensorusu nedeniyle Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu büyük afet karşısında kardeşlik duygularını harekete geçiren bütün halkımızın katkılarının, yaraları sarmadaki çabalarının takdire şayan olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yaşamını kaybeden Japon Doktor Atsushi Miyazaki’ye, gazeteciler Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz’a ve 600’ü aşkın yurttaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Zor bir dönem, zor bir acı ve bu acı da gerçekten hepimizi de yakından ilgilendiren, giderek siyasi bir tartışma konusuna dönüşen Van depremi üzerinde biz konuşurken belki şu an o soğukta, o kışta bebeler yaşam mücadelesi veriyordur. Onun için bazı tartışmaları sanıyorum biraz daha soğukkanlı ve dikkatli yapmamızda yarar var. 600 bin insanı yakından ilgilendiren bir durum var ve büyük bir afet göçü yaşanıyor; bütün Türkiye’ye, her tarafa bir afet göçü. Çünkü kış başlarken bu afet yaşandı, karda eksi 15 derecede yaşamını sürdüren halkımız ikinci depremden sonra artık evlere giremez durumda.

Tabii, çok açık bir tespitte bulunmak istiyoruz grup olarak. Sosyal devletin olmadığı çıktı ortaya bu deprem afetinde; sosyal adaletin, sosyal eşitliğin olmadığı. Her ne kadar Anayasa’da “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir.” denilse de bu deprem maalesef böyle bir sonucu da ortaya çıkarmıştır.

Hükûmetin tutumu nedir? Başbakanın, kabinesinde görevli olanların, hakkında gensoru verilen Sayın Atalay’ın koordinasyon görevi olarak sorumluluğu nedir? Elbette ki bütün bunları Mecliste doğru tartışmamız lazım. Bu tür denetim mekanizmalarında adres doğru yakalanıyor mu yakalanmıyor mu, ona da bakmak lazım. Şunu çok açık söylemekte yarar görüyoruz: Sayın Başbakan deprem sonucu gittiğinde Vanlılara “Ağustosa kadar bekleyin.” dedi. Bu bir gerçek. Ama karda kışta ne olacak? Yedi yaşındaki Deniz Olgun donmadan nasıl yaşayabilecek? Yine Tolukan Ailesinin çadırında neden yangın çıkıyor? Yine, on iki yaşındaki Öznur Örgün adlı çocuk soğuk ortamının getirdiği aşırı sıvı kaybından, sağlık çözümsüzlüğünden neden ölüyor?

Bir de bu tablonun üstüne ibretlik bir İçişleri Bakanının söylem, uygulamaları ve onun emrinde olan Valinin ayrımcı bir yaklaşımla belediyemizi, yüzde 60 oy alan, halkın iradesiyle seçilen belediyemizi, Van Belediyesini nasıl dışladığını, birlikte koordinasyonu nasıl reddettiğini,        -arkasından aynı Valinin, aynı İçişleri Bakanının da- nasıl vatandaşın üstüne biber gazı, cop saldırısı gerçekleştiğini ekranlarda bütün dünya seyretti.

Biz, bunu, iki hafta önce İçişleri Bakanı hakkında bir gensoru gerekçesi olarak getirmiştik. O gün bu deprem gerekçesi, ikinci depremin üstüne bu yaşananlar nedeniyle İçişleri Bakanı hakkında verdiğimiz gensoruda ret oyu kullananların kendi duygu dünyalarında bir sörf yapmalarını tavsiye ediyorum?

Doğru durabilmek için, bu açıdan şöyle bir şey söylemek istiyoruz: Sayın Başbakan “Afet bölgesi ilan edilsin.” tezine karşı hep şunu söylüyor: “İlan etmeyeceğiz.” diyor. Neden?

Peki, kendi şehrin Rize’de 25 Eylülde bir sel felaketi yaşandığında ve 12 can kaybında neden hemen, o zaman, afet bölgesi ilan ediverdiniz? Yani burada biraz vicdan ve hakkaniyet ölçülerinde konuşmak lazım. Van ilini, Erciş’i afet bölgesi ilan etmek için kaç yüz bin kişinin etkilenmesini, daha kaç yüz kişinin ölmesini, daha ne kadar mağduriyet yaşanmasını bekliyorsunuz ki, ikinci deprem tamamen dikkatsizliğin sonucu, ihmalin sonucu, görevi savsaklamanın sonucu bile bile gelen, zamanında yapılmayan hasar tespitlerinin sonucudur. Van Belediyemiz 77 tane mimar-mühendisi hasar tespitinde Valiliğe bildirmesine rağmen, sivil toplum ve mimar-mühendis odalarıyla birlikte yapılan gönüllü çalışmayı Van Valiliği reddetmiştir. Reddetmişler, arkadaşlar, o hasar tespitleri yapılamamış, onun akabinde bu ikinci depremde bu can kayıpları yaşanmıştır.

Ne kadar yardım yapıldığını hâlâ Meclisimiz bilmiyor arkadaşlar. Yurt dışından ne kadar yardım geldiğini, yurt içinden farklı kuruluşlardan, televizyondan, bankalardan, Diyanetten gelen yardımın miktarını hâlâ bilmiyoruz. Soru önergesi de verdik, hâlâ bilmiyoruz, bize cevap verilmiyor arkadaşlar. Böyle bir şeffaflıktan yoksunluk olabilir mi? Olamaz. Ancak bizim resmî rakamlar dışında duyumlarımıza göre, Irak Kürdistan Federe Bölgesinden, Arap Emirliğinden, Japonya’dan ve benzeri ülkelerden yapılan yardımlar 176 milyon doların üstünde; sadece bizim bildiklerimiz. Kente aktarılan ise 17 milyon TL, 4 milyon TL’si millî eğitime, 2 milyon TL’si çadır isteyen halka ve geri kalan 1,5 emniyete, o şekilde dağıtılmış.

Şimdi, Sayın Başbakan diyor ki: “Biz Van’a para gönderirsek, afet bölgesi ilan edersek halkın özgür iradesiyle seçilmiş yerel yönetimler bu işin içine girecek, tutup bu parayı, bu yardımı PKK’ye yardım olarak götürecekler.” Böyle bir mantık, bilinçaltında böyle bir düşmanlık, öfke hisleri olabilir mi arkadaşlar? O yardımın kuruşuna dokunan insan değildir -bakın, açık söylüyorum- o yardımlara, o insanlara gönderilen o paranın kuruşuna dokunan insan, insan değildir, insanlıktan çıkmıştır. Buna hiç kimse, yani kentsel dönüşüm açısından, rantiye açısından, ihale açısından, hiçbir açıdan oradan kâr amaçlı kendi yandaşlarını düşünmek lüksüne de sahip değildir. Organizasyonları, dağıtımları, yardımların yerini bulamadığı, artık, dünya basınında alay konusu oldu ve fay hatları… Her gün binlerce artçı depremin yaşandığı Van’da yeni şehrin kurulacağı yerlerde aniden depremler oluyor ve hâlâ sağlıklı bir zemin tartışması, kentsel dönüşümün, yeni bir planlamanın, yeni bir şehrin kurulmasının çabaları, organizeleri yapılabilmiş değildir.

Van Belediyemiz bağlı yirmi dokuz mahalleye aynı gün ulaştı, deprem günü, üstelik eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimizin olduğu gün. Bayramın birinci, ikinci günü bütün milletvekillerimiz ve belediye başkanlarımızla bütün mahalle ve sokaklardaydık ama medya bir tek bizim olmadığımızı yazdı. Bu kadar körleşmenin yaşandığı bir büyük ülke daha dünyada yoktur.

Erciş’te afet destek koordinasyonu kurulmasında partimizin, belediyelerimizin -açık ve memnuniyetle ifade edeyim- gönüllü yardım ekiplerinin etkin çalışması; sivil toplumun, sendikaların, derneklerin, mimar-mühendis odalarının, tabip odalarının ve hepsinin gönüllü çalışması bu kriz merkezlerinde belediyemizle ve belediyelerimizin kriz merkezleri içinde olmuştur. Devlet bu sivil toplum, emek meslek örgütlerini de hasım olarak görmüştür, bu çalışmanın içine katmamıştır.

Şimdi, bu çalışmalara baktıktan sonra, bizim belediye başkanlığımızın yeni plan önerileri, yeni çalışmaları da kamuoyuna yansıtıldı. Bakıyoruz bu gensorunun çerçevesine, gerçekten büyük bir felaket, büyük bir felakette enkaz altında kalan bir Hükûmet, Hükûmet de demiyorum artık, devlet, devlet enkazın altında kalmıştır. Hükûmetler kalabilir, beceriksiz olabilir ama devlet bu enkazın altında kalmıştır. Devlet, bu enkazın altında insanlar can verirken uçaklar bombalıyordu, operasyonlar yapılıyordu, askerler yüzlerce araçla Şırnak’tan her gün sınıra sevk ediliyordu ve bayram arifesinde, bu felaket durumunda dahi yapılanlar bunlardı. Şimdi, bir kanun çıktı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, 2009, bunu birlikte Mecliste geçen dönem çıkardık. Evet, AFAD nasıl kurulur, kime bağlı? Başbakana bağlıdır. Şimdi, Başbakana bağlı bir kurumdan bahsediyoruz çünkü “Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı” diyor, merkezîleştirmiş. Burada “Bir bakanını görevlendirebilir.” diyor “…ilgili yetkililerini...” Şimdi, bunun dışında iki önemli kurul var. Birisi Afet ve Acil Durum Yüksek Kurulu. Bu kurulun içinde kimler var? Dikkat edin, Başbakanın görevlendireceği bir Yardımcı, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Millî Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Çevre ve Orman Bakanlığından oluşan Afet ve Acil Durum Yüksek Kurulu. Demek ki doğru adres bu kuruldur. Bu kurulun başında kim vardır? Başbakan vardır. Şimdi onu da geçiyorum. Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu ayrıca vardır. Burada da yine ilgili bakanlıkların müsteşarlarından vesaire oluşan bir kurul vardır.

Şimdi, bu kurullar çerçevesinde baktığımız zaman muhatabın, husumetin, kime, siyaseten yönlendirilmesini, nasıl olması gerektiğini çok iyi ortaya koymak gerekiyor. Burada eğer bir zaaf, beceriksizlik varsa direkt bu kurulun başkanıdır bundan sorumlu olan, aslı varken fotokopiyle uğraşmanın hiçbir gereği de yoktur arkadaşlar. Yani birileri yetkileri tamamen kullanacak, ondan sonra siz, alttaki diğer sorumluluk görevi verilenleri sorumlu tutacaksınız.

Bakın, geçmiş dönemden belgelere biraz sizin dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir soru önergesi verilmiş ve Türkiye’de fay hatları sorulmuş, buna 2010’da cevap verilmiş, depremden bir yıl önce. Doğu Anadolu fayının üzerinde üç dört sayfa bir açıklaması var. Demek ki devletin bu konuda yetkili birimlerinin bilgisi var. Yine BDP’nin Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın verdiği bir önergeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Yine 14 Ocak 2010 ve bu önergede “Van ilinde bir afet merkezi kurmayı düşünüyor musunuz?” diye soruyor Milletvekilimiz deprem olmadan önce. Buna cevap veren kim? Bayındırlık ve İskân Bakanı, cevaplar geliyor. Bakın “Millî Eğitim Bakanlığına bağlı on dört okul vardı, çalışmaları bitirilmiş, bir adet okulda güçlendirilme çalışmaları yapıldı; Sağlık Bakanlığına bağlı bir adet hastane vardı, güçlendirildi; Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı bir adet lojman hizmet binası güçlendirildi…” ben diğerini okumuyorum, bu “güçlendirildi” denen binaların hepsi bu depremde çöktü arkadaşlar, tıpkı altında çöken Hükûmet gibi. Şimdi, madem güçlendirdin niye çöktü kardeşim? Emniyet binasını Van merkezinde göreniniz oldu; birçok arkadaşı gördük orada, gittiler. Nasıl güçlendirildi ve arkadan, nasıl çöküyor? Sorumsuzluk, görevi kötüye kullanma, ihmal o kadar çok geniş bir ağa yayılıyor ki hukuken de, siyaseten de, vicdanen de, ahlaken de sorumluluk ağını doğru oturtmak gibi Meclisin bir görevi ve sorumluluğu vardır.

Şimdi, ben buradan tek tek şeylere girmeyeceğim. Sayın Atalay’ın zaman zaman bazı açıklamaları oldu “Potansiyelimizi test edelim.” dedi. Hükûmet kendini test etti, zero aldı, sıfır aldı, sınıfta çaktı bu olayda, bu konuda tereddüt yok. Bu nedenle bence katkı sunmuştur yani Hükûmetin test edilmesine bu anlayış.

Yine, Maliye Bakanı deprem vergilerini nereye harcamış? Yollara. Kardeşim, o zaman niye topladınız? Yollardaki vergileri topluyorsunuz silaha veriyorsunuz, deprem vergisini alıyorsunuz yollara veriyorsunuz. Neyi nereden alacağınızı, nereye vereceğinizi bilmeyen bir miyopluk var, bu siyasetin sorgulanması lazım.

Sayın Başbakan “İlk yirmi dört saatte başarısızdık.” diyor. Doğru bir tespittir, bir özeleştiridir, bir itiraftır. Bu tür yorumları doğru kabul etmek ve anlam vermek lazım ama ilk yirmi dört saatte siz geç kalırsanız işte, insanlar o zaman ölür, bakın bu kadar net.

Van Valisi, artık konuşmak istemiyorum bu konuda, bunca ayrımcılık, başarısızlık, dışlama, bütün bunlardan sonra hâlâ görevinin başında duruyorsa ve bir bakanı onu görevden alıp başka bir yere göndermiyorsa, daha ehil, liyakatli birini yerine göndermiyorsa, işte siyaset sorumluluğunun bir alanıdır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Nereden gelmiş? Kocaeli Büyükşehir Genel Sekreterliğinden.

HASİP KAPLAN (Devamla) - AKP’li bakanların çizdikleri tabloları anlatmaya gerek yok. İdris Naim Şahin “Dünyaya örnek olduk.” diyor. Tam ördekçe bir açıklamadır arkadaşlarım.

Beşir Atalay’dan sonra yapılan farklı açıklamalar var. Şeyh çadırı… “Gelin, biz de bir çadır kuralım.” dedi. Sayın Başbakan lütfen bakanını göndersin, bir çadır kursun, orada yaşasın.

Ahmet Davutoğlu, bazı yardımları geri çevirdiğini söyledi. Sorduk, cevabını hâlâ alamadık.

Başbakan, sonra tekrar ikinci depremde konuştu “Sorun daha ciddiymiş.” dedi. Demek ki Başbakan bütün bunların üstünde biraz daha vicdan kırıntısı üzerinden söylemler yapabiliyor. Doğruya doğru diyebiliyor bazen ama gereğini yapamıyor. Gereğini yapamama, siyasi iradesizlik kadar, siyasette yönetme ve sorumluluk makamında olduktan sonra beceriksizliğini ifşa etmek kadar ve bunun gereğini yapamamak kadar kötü bir durum olabilir mi arkadaşlar? Olamaz diye düşünüyorum.

Yine, burada Van depremiyle ilgili, Tabipler Birliğinin, SES sendikasının sağlık alanında değerlendirmeleri var, vaktim kalmadığı için veremiyorum.

Yine, Van depremi için eylem planı var, Van Belediyesi bunu açıkladı kamuoyuna. Yeni şehirleşme, yeni kentleşme, kentsel dönüşüm, nasıl yapılması gerektiği, yol, kanalizasyon, su; bütün bu konularda belediyelerimiz görüşlerini kamuoyuna açıklamışlardır.

Tabii, burada ben açıkça şunu söylemek istiyorum partimiz ve grubumuz adına: Biz bunu düşündük, tartıştık, İçişleri Bakanı hakkında da gensoru vermiştik. Anladık ki önce bir araştırma komisyonu gerekiyor. Bu depremle ilgili, Van depremiyle ilgili ve genel olarak “Bu iş niye böyle aksıyor?”u tespit etmek, hangi zincirde ihmal, görevi kötüye kullanma var, sorumluları tespit etmek ve bunların hukuki ve siyasi gereğini yapmak, bunun için de gensoruyu yönlendirilecekse doğru adrese yönlendirmek gerekir. Biz Meclise bir araştırma komisyonu kurulması istemiyle bir önerge verdik. Bunu inşallah değerlendirirsiniz.

Bu nedenle şunu söylüyorum: Bence bu gensorunun saiki biraz da açılımdan dolayı Sayın Atalay’ı buluyor. Biz böyle bir gensoruya ret oyu vereceğiz grubumuz olarak, bunu da çok açık ifade ediyoruz çünkü husumet yönünden ve siyaseten de adresini bulmamıştır.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz sizin AKP’nin yanında olduğunuzu biliyoruz.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Men dakka dukka.

BAŞKAN – Gensoru önergesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili.

Buyurun Sayın Eyidoğan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce MHP Milletvekili Sayın Alim Işık Simav depreminden bahsederken bazı sonuçlar verdi ve durum analizi yaptı. Simav depremi 5,9 deniyor, aslında 5,7 uluslararası büyüklük standardına göre. Tabii, Van depremini Simav depremiyle karşılaştıramayız ölçek anlamında ama sorunlar anlamında, göreceksiniz, o küçük ölçekli depremde Simav’da yaşanan sorunların benzeri katmerli olarak Van depreminde önümüzdeki aylarda, önümüzdeki yıllarda sürecektir afet yönetimi açısından, afet sonrası yönetim açısından. Buradan alınan dersler, 17 Ağustos 1999’dan alınan dersler ve yapılamayan ödevlerin ve Simav’da karşılaştığımız durumda karşımıza çıkan sorunların katmerlisini bu depremde, önümüzdeki aylarda ve yıllarda göreceksiniz.

Simav’ı ikiye böldüler; kuzey Simav, güney Simav. Şimdi Van’ı ikiye bölecekler; kuzey Van, güney Van, üçüncü Van.

Şimdi, bir büyük depremde hızlı bilgilenme herkes için çok önemlidir; halk için önemlidir, idareciler için önemlidir ama maalesef, bu depremde biz bir süre doğru bilgilenemedik. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının 23 Ekim ve 9 Kasım Van depremleri deprem aktivitesi için basına verdiği 24 Ekim tarihli bildiri şöyle başlıyor: “23/10/2011 günü, büyüklüğü 6,7 olan, Van merkezli, büyük şiddette bir deprem meydana gelmiştir.” 6,7… Sonra, 24 Kasım 2011 tarihli basın bildirisi ise şöyle başlıyor: “Bilindiği gibi, 23 Ekim 2011 tarihinde, Van ili merkezinin kuzeyinde, Türkiye saatiyle 13.41’de bir deprem meydana gelmiştir.” Dikkat edin, büyüklük beyanı yok. Neden yok? Çünkü hesap edilemiyor, daha doğrusu, AFAD, gerçek büyüklüğü hesap edip koyamıyor. Peki, hesap edemiyorsanız, o zaman uluslararası deprem bilgi merkezlerinden alın, referans verin, koyun. Onu da yapmıyorlar.

Yaşanan her büyük deprem sonucunda halkı ve medyayı doğru bilgilendirme sıkıntısı bu depremde de kendini gösterdi maalesef. En kısa zamanda, en doğru  bilgilendirmenin çok önemli olduğu 99 depremi sırasında ve sonrasında gayet iyi anlaşılmıştır. Bu nedenle çok para harcanıp deprem bilgi altyapısı kurmayla ilgili girişimler yapılmıştır “Doğru bilgiler en kısa zamanda bulunsun, halka ve idarecilere aktarılsın ve deprem dedikodusu önlensin.” diye. Ama gelinen noktada zafiyet kendini apaçık göstermiştir.

Ulusal Deprem Konseyi 2006’da Başbakan tarafından lağvedilmeden önce bu konunun önemi defalarca vurgulanmıştı. Bu bilgileri tek elden ve sorumluluk yüklenerek verilmesi ile görevlendirilmiş AFAD’ın, depremin özellikleriyle ilgili halka ve yöneticilere doğru bilgi aktarılması konusunda yetersiz kaldığı görülmüştür. Depreme ilişkin veri ve değerlendirmelerin ABD’nin açıklamalarından sonra değiştirilmesi, şiddet dağılımına ilişkin basın önünde yapılan yetersiz değerlendirmeler, Çevre ve Şehircilik Bakanımızın yanlış değerlendirici açıklamaları bu işle ilgili tüm kesimleri hayal kırıklığına uğratmıştır.

Türkiye, halkıyla, medyasıyla ve idarecileriyle depremin gerçek büyüklüğünü iki buçuk saat sonra öğrenmiştir. Daha ilk gün oluşan bilgi kirliliği Hükûmetin bu kadar imkânlara rağmen Van depremi anını, sonrasını yönetemeyeceğini, afet yönetimini beceremeyeceğini ortaya koyan örneklerdir.

Neden? Para dersen AFAD’da var. İnsan dersen, insan kaynakları dersen var. 160 tane zayıf hareket deprem cihazı var, 315 tane kuvvetli hareket cihazı var. Ne eksik? Gerekli uzmanlar olması gereken yerde değilse ya hiç yok ya da başka yerde başka işlerle uğraşıyorlarsa afet yönetim standartlarına ve uzmanlık ölçülerine göre değil siyasi temayüllere göre, akademik kariyere göre değil, ahbap çavuş ilişkilerine göre atanmış kadrolarla afet yönetimi yapmaya çalışmanın sonucu bilgi üretimini aksatıyor, daha da kötüsü, acil durum yönetimini zayıflatıyor ve kaosa neden oluyor. AFAD Yasası’nda afet uzmanlığı kadrosu var ama AFAD’da  “Afet uzmanı” ibareli diploması olan kaç kişi var? Şu anda iki üniversitemizde lisansüstü düzeyde eğitim veren enstitülerden mezun olmuş kaç kişi var, bunlar nerede?

Gözlemcilerin ve uzmanların Van ve Erciş merkez ve köylerinde yaptığı araştırma ve incelemeler, bize deprem anı ve sonrası yürütülen afet yönetiminde kaos ve kargaşa ortamının hâkim olduğunu göstermiştir. 10 Marttan bu yana AFAD’ın başında vekâleten bir başkan vardır. AFAD’ı Van’daki afet yönetiminin en başında göremedik, duyamadık, web sayfalarında hasır tespitleriyle ilgili güncel bilgiler alamadık. Hâlâ web sayfasında hasar tespit sayıları ve açıklamaları yok.

Afet ve Acil Durum Yüksek Kurulu, Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu, Deprem Danışma Kurulu gibi kurullar neden kuruldu? Van depremi nedeniyle bu kurullar neden toplanamadı? Neden halka bilgileri Kandilli’den, çeşitli bakanlardan ayrı ayrı dinledik? Hani AFAD hepsini koordine edecekti, o maksatla kurulmuştu, kurulduğunda biz de sevinmiştik. Bunun sorumluluğu AFAD’dan sorumlu olan ve bütün açıklamaları bizzat kendi yapmaya çalışan Sayın Bakan Beşir Atalay’dır.

Hızlı ve doğru bilgilendirme için Japonya’dan kısa bir örnek vereyim. Sekiz ay önce 11 Mart depreminde 14.46’da deprem olduğunda anında 8,8 büyüklüğü saptandı ve hemen sonra 9 olarak düzeltildi ve üç dakika sonra bu depremle ilgili tsunami uyarısı verildi kıyılara. On altı dakika sonra da Japonya ordusundan bölgeye sevkiyat başlatması talebi yapıldı.

Şimdi, burada karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de yapı denetimsizliğinin ortaya koyduğu sorunlar ve ortaya çıkan bu muazzam yıkım ve kayıp için müteahhit aradılar ve buldular. Tüm sorumluluk müteahhide daha önce olduğu gibi yıkılıyor ama müteahhitlik sistemine ya da denetimsizlik sistemine veya belediyeye ses çıkarılamıyor. Bu ülkede parası olan herkes müteahhitlik yapıyorsa sistemi sorgulamak daha doğru değil mi? Müteahhitten önce binanın proje sorumlusunu, bu projelerin altına imza atan proje müellifini, fen işleri sorumlusunu, imar müdürünü, sözüm ona denetim şirketlerini, bu projelere onay veren ilgili belediyeleri sorgulayın. Yapı Denetim Yasası uygulaması kapsamına 1 Ocak 2011’den itibaren alınan Van’da -buna dikkat edin lütfen- 15 Kasım-31 Aralık 2011 tarihleri arasında 300 adet eski sisteme göre inşaat ruhsatı dağıtıldı, 300 bin metrekare inşaat demektir bu. 1 Ocak 2011’den sonra Yapı Denetim Yasası çerçevesinde yapılan 89 binada her iki depremde de hasar yok. Demek ki Van, Yapı Denetim Yasası uygulaması kapsamına alınsaydı en azından son on yılda yapılan yapılar kurtulacaktı. Şimdi kim bunun sorumlusu? Bunun öneminin farkına varmayan Hükûmet değil mi?

Bir de tahliye meselesi var. Çürük binaları önleyemeyen veya depreme dayanıklı duruma getiremeyenler büyük depremlerden sonra barınma sorununun çadırla çözülemeyeceğini, geçici konutlarla çözülemeyeceğini bilmeleri gerekir. Çok sayıda denetimsiz bina orta hasar ve ağır hasar alınca, evsiz kalan insanların sayısı hakkında deprem öncesi bir senaryo yok. Van gibi yerlerde kış koşulları belli. Dolayısıyla daha organize ve koordineli müdahale yapılamıyor çünkü kaç binanın yıkılacağı hakkında bir envanter ve ön bilgi yok. Dolayısıyla evsiz, yaralı ve ölü sayısı artınca “Deprem olur, yaralar sarılır.” anlayışı ve onun yarattığı sistem çöküyor. Tahliye planları olmadığı için bir müddet sonra insanlar çevre illere, tanıdık ve akrabalarının yanına gitmeye başlıyorlar, göç etmeye başlıyorlar yani doğaçlama bir tahliye başlıyor. Çadır peşinde koşan, koşturan Hükûmet sonra uyanıyor. 73 bin çadır gelmiş ama insanlar göç ediyor. Sayı belli değil ama göç eden sayısı şu anda bize gelen bilgilere göre 350 bini bulmuş vaziyette. Hükûmetin diğer illerde kamu binalarına, misafirhaneye yerleştirdiği depremzede sayısı 23 Kasım itibarıyla 10.760 yani göç eden, doğaçlama olarak, bir tahliye planı olmadan kendiliğinden göç edenlerin yüzde 5’i. Japonya’da son depremin etkisinde kaldı 2,5 milyon insan.

Tahliye planları önceden planlanmış, sığınıkları, insanların hangi barınaklara gideceği önceden belirlenmiş yani planlanmış ve etkin bir afet yönetim sistemi var. Afetin ardından 1.200 sığınağa 320 bin kişi yerleştiriliyor Tohoku bölgesinde. Depremden bir ay sonra yani 15 Nisanda kullanılan sığınak sayısı 600’e, buralarda barınanların sayısı da 70 bine düşüyor. Bugün geçici barınak ve sığınaklarda yaşayanların sayısı 200’ün altındadır.

Bir diğer konumuz, afete maruz bölge ilanı meselesi. Depremden hemen sonra başlayan tartışmalardan biri de bu: Afet bölgesi ilan edilsin mi edilmesin mi? 7,2 büyüklüğündeki deprem bölgesi bu kış soğuğunda ciddi kayıplara maruz kalıyor ve afet sonrası ağır sorunlar yaşıyor. Bölge afet bölgesi ama Hükûmet “Afet bölgesi ilan edemeyiz.” diyor.

Sayın Başbakan, 1959 tarihinde yayınlanmış ve bazı depremlerden sonra ek maddeler konularak yamalı bohçaya dönmüş 7269 sayılı "Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun"u yanlış ve günün koşulları dışında yorumluyor. Hele hele 1 milyon kişinin yaşadığı ve yüz binlerce kişinin bu soğuk iklim koşullarından çok da fazla etkilendiği bir bölgede -ki sonradan göçe başlıyor- bu durum, bu yorum yanlıştır.

Sayın Başbakan diyor ki: “Buranın afet bölgesi ilan edilmesi ne demek biliyor musunuz? Bundan sonra burada ne imar yapabilirsiniz ne iskân yapabilirsiniz ne de mevcut bulunan evinize bir çivi çakabilirsiniz.” Bu demekmiş. “Bunu biliyor musunuz? Ağzı olan konuşuyor.” ifadelerini kullanıyor.

Sayın Başbakan, Bakanınız “Buraya TOKİ binaları yapılacak.” demedi mi? Siz de konuşuyorsunuz. Afet bölgesi ilan edilince bu binaları yapamayacak mısınız, çivi çakmayacak mısınız? Sizin konuşmanıza bir engel yok da CHP gündeme getirince ağzı olan konuşuyor mu oluyor? Bu nasıl bir anlayıştır? Siz, kendiniz, Van’da halka büyük bir felaket yaşadığınızı bizzat söylediniz. Büyük felaket ise neden afet bölgesi ilan etmiyorsunuz? O hâlde, neden insanları başka illerdeki otellere ve kamu binalarına göndereceğinizi söylüyorsunuz? Afet bölgesi ilanı zaten bunlara cevaz veriyor. Deprem kaç büyüklüğünde, ölüm ve kayıp ne boyutta olunca afet bölgesi ilan edeceksiniz?

Sayın Vali Van’daki son 5,6’lık depremden sonra hasarların daha da büyüdüğünü söyledi. İnsanlar Van’ı terk etmeye başladılar ve sayılar kesin değil ama Van’dan -biraz önce söylediğim gibi- 350 bin kişi göç etti. Van Valisi “Van sıfırlandı, iki tane kamu binası dışında kullanılacak kamu binası kalmadı.” diye beyanat veriyor, siz daha hangi koşullar gerçekleştiğinde afet bölgesi ilanı vereceksiniz?

Hükûmet afet bölgesi ilanıyla, imar planı çalışması ve esaslarını karıştırıyor. Sayın Başbakan afet bölgesi ilanını yalnızca bir bina sayısı meselesi gibi görüyor. İnsan kaybı, iklim koşulları, ticari durum, sosyal durum, iş gücü kaybı ve birçok konudaki mahrumiyetler 1 milyon nüfuslu bir kent için afet bölgesinin kabulünü gerektirmektedir.

Sayın Başbakan, siz afet bölgesi ilan etseniz de etmeseniz de Van çevresi zaten afet bölgesi, Türkiye deprem bölgeleri haritası da zaten afete maruz bölge haritası, dolayısıyla Van 7269’a göre afet bölgesidir.

Sayın Başbakan depremden sonra herkese çatıyor, vatandaşa, üniversite hocalarına, yargıya. 19/11/2011 tarihli Zaman gazetesi Sayın Başbakan Erdoğan’ın bir yerde yaptığı konuşmayı şöyle aktarıyor: “Bir gerçeği burada vurgulamak istiyorum, ortada felaket tellalları çok. Ben bir Başbakan olarak sorumluluğumun bilincinde bazı açıklamalar yaptım, yıllar yılı bu ülkede belediye başkanlığından gelen bir kişi olarak ‘Biz bu evleri yıkalım.’ dediğimizde vatandaş bu işe yaklaşmadığı gibi yargı da engel oldu. Kimse yargıya fatura kesiyor mu? Bu inşaatı yapan sizin öğrencileriniz, fatura kesecek birilerini aramanın anlamı yok, bunların hepsi mühendis, ben ekonomist olarak yönetiyorum sadece, gerçekçi değiller." diyor.

Sayın Başbakan, sizinle başlayan İstanbul Belediyesinin yönetimi on yedi yıldır sürüyor. Siz Belediye Başkanıyken, kaçak yapı sayısı, depreme dayanıksız yapı sayısı son on yıldır azaldı mı?

Sayın Başbakan deprem risklerini azaltamadı diye vatandaşa, üniversite hocalarına ve yargıya birden çatıyor. Vallahi çok maharetli bir Başbakanımız var, aynı anda üç farklı kitleye çatacak bir gerekçe buluyor, bu da Van depremi oluyor.

Sayın Başbakan, bu kadar ayrıntılı biliyorsunuz, neden dokuz yıldır Yapı Denetimi Yasası’nı daha iyi bir duruma getirmediniz? Neden yapı denetimini on dokuz ille sınırlı tuttunuz? Van dâhil, neden yetkin mühendislik yasasını çıkarmadınız? Neden meslek odalarının, yapı denetçilerinin, üniversitelerin, lağvettiğiniz Ulusal Deprem Konseyinin feryatlarına kulak vermediniz? Ekonomist olarak ülkeyi yönetmeniz bunları duymanıza engel miydi? Şimdi soruyorum: Bu depremin kayıp değeri gayrisafi millî hasılada nedir?

Sayın Başbakan “İlk 24 saat içinde hata yaptık.” diye ilan etti. Bence ilk 24 saat değil, ilk 78.840 saat, yani 9 yıl, Sayın Başbakan hata yaptınız.

Van depremi, hemen sonrası Başbakan tüm ülkedeki çürük binaları yıkma kararı aldı. Dünyada, bu türden, ülkesinde tüm binaları yıkıp, yeniden yapan bir Başbakan hatırlamıyorum. Bu tür uygulama hangi ölçütlere, hangi kaynaklara ve hangi yöntemlere ve hangi finansal modele göre yapılacak, bilen var mı? Bize de söyleyin, biz de bilelim. Ama hasarlı olup da boşaltılmamış, boşaltılamamış 5,6 büyüklüğünde, 40 kişinin ölümüne neden olan otelleri açık tutan bir ülkenin iktidarı, muhalefetin önerilerine “palavra” derken, palavrayı kimin yaptığını halk görmüyor mu sanıyorsunuz?

Sayın Bakan Bayraktar, 26/11/2011 tarihinde bir demecinde Haiti depreminde enkazın altından bir ay sonra cesetler çıkartıldığını söyleyerek “Enkaz kaldırmada biz dünyanın en ileri ülkelerinden daha ilerideyiz.” diyor. Daha diyecek bir şey bulamıyorum. Ayrıca, “Denetimde ve kaliteli yapıda belli bir yere gelemedik.” diye de itirafta bulunuyor.

Başbakan Yardımcımız Sayın Beşir Atalay’ın 13 Ekim Dünya Afet Günü mesajında “Geçtiğimiz yıllarda güvenli hastaneler, güvenli okullar gibi kampanyalar yapılarak toplumun bu alana dikkati çekilmişti.” diyor. On gün sonra Van depremi oluyor. Geçen gün seyrettiğiniz, sokakta, ambulansta doğum yapan insanlar var. Nerede depreme dayanıklı hastaneler? Nerede sahra hastaneleri? Nerede depreme dayanıklı okullar? Bakın, Suriye’den göçmenler, geldiği zaman 200 kişilik gruba yirmi dört saatte çadır kuruyorlar, eksi 20 dereceye dayanıklı kış çadırları kurabiliyorlar. Bu kış çadırları Van’da nerede Sayın Bakanımız?

Sayın Bakan Bayraktar, 28 Kasım günü basın açıklamasında Van’ı yeniden kurmak için, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla burada olduklarını belirtiyor. Sayın Bakan 28 Kasımda talimatla mı geldiniz? Bakanlık olarak görevlerinizi talimatla mı yapıyorsunuz? Göçün ve halkın perişanlığının bitmesi için halk sizin talimat almanızı mı bekleyecek?

Bir diğer konu, kısaca değineceğim, hasar tespitleri. Depremden sonra başladığı beyan edilen ön hasar tespit çalışmaları bugüne kadar sürdü. Beşinci hafta bitiyor. Ön hasar tespitlerinin ağır, orta ve hafif hasarlarla ilgili resmî sayfalardan resmî bilgilerine erişemedik ancak bir İnternet  gazetesi resmî kaynaklı olduğunu ifade ettiği bir haber geçti. 28 Kasım tarihli bu haberde Van ve Erciş köylerinde toplam 6.078 adet bina yıkık ve ağır hasarlı, Van’da ise 10.134 bina yıkık ve ağır hasarlı. Ancak bu bilgiler resmî olarak beyan edilmemiştir, biz  bunu İnternetten hafiyelik yaparak topluyoruz.

Bir de artçı deprem meselesi var. Depremden sonra artçı depremler çok önemli. Genellikle bu çalışmalar Türkiye'de son zamanlarda yapılıyordu fakat son birkaç depremde yapılamaz hâle geldi. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi koordinasyonunda, içinde AFAD’ın da olduğu DEPAR ve TÜRDEP projeleri bu maksatla çalışıyordu. DEPAR Projesi maalesef bu depremde kullanılamadı ve çok önemli olan artçı sarsıntılar maalesef izlenemedi.

Bir yerel gazetede Vanlı İkram Kali “Üçüncü Van şehri kuruluyor” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Temennimiz, beklentimiz, umudumuz imar ve yapılaşma hataları üçüncü Van’da olmasın.Yapılan bütün binalar, planlar, projelere, 2007 deprem yönetmeliğine ve yasalara uygun ve rant kaygılarından uzak şekilde imar edilsin.” Biz de bunu temenni ediyoruz, inşallah olur.

Bir şiir vermiş Sayın Vanlı İkram Kali:

“Ereğin karı menem

Gün vursa erimenem

İstersen zülüm et bana

Vanlıyam gücenmenem”

Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Eyidoğan.

Önerge üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Oktay Vural, İzmir Milletvekili.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, Van depremi çalışmalarının koordinatörü Afet ve Acil Yönetim Başkanlığından sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay hakkında verdiğimiz gensoru hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılarımı arz ediyorum.

Öncelikle Van ilinde ve diğer illerimizde, yörelerimizde meydana gelen afetlerde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabırlar diliyorum. Cenabıhak vatandaşlarımıza bir daha böyle acılar yaşatmasın, bu acıları yaşamamak için her türlü tedbiri alma konusunda beşerî sorumlulukları bulunanlara da idrak temenni ediyorum.

Bu depremde vatandaşlarımız canını kaybetti, evi yıkıldı, ocağı söndü, hepimizi derinden üzdü elbette. Böyle olmakla beraber deprem sonrasında sergilenen birlik ve kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma, hepimizin gurur duyması ve dikkate alması gereken değerlerimiz olduğunu da ortaya koymuştur. Canımız gitti, evler yıkıldı, ancak aynı zamanda milletimiz arasına konulmak istenen fay hatlarını da yıktık; bölgede kurulmak istenen etnik kimlik ipoteğini, milletimizin arasına konulmak istenen sosyal mesafeyi de yok ettik. Bölgede yaşayan insanlarımıza Türk milletinin yüreğinin onlar için çarptığını gösterdik. Bölge insanının yardımına kimlerin koştuğunu, kimlerin gerçekten samimi olduğunu gösterdik. Böyle bir tabloyu ortaya koyan milletimize hepimiz teşekkür etmeliyiz. Türk milleti bu depremin acılarını paylaşma konusunda dosdoğru, dimdik ayakta durmuştur.

Depremde cefakârca çalışan arama kurtarma ekiplerine, sivil toplum örgütlerine, gönüllülere, kamu çalışanlarına, güvenlik görevlilerine, deprem yaralarını sarmak için hâlen çalışan görevlilere, gönül dostlarına Milliyetçi Hareket Partisi olarak elbette teşekkür ediyoruz.

Bu gensorunun amacı, aslında deprem konusunda farkındalığı oluşturmak, bir deprem bölgesi olan Türkiye'nin bu konuya hazır olmasını ve bedelini azaltmak için de daha etkin ve yetkin bir kamu yönetimi yapısının oluşturulması ve bunun etkili bir şekilde kullanılması konusunda bir sorgulama yapmaktır.

1999 yılında yaşanan deprem konusunda, maalesef o zamana kadar depreme duyarlı olmayan bir Türkiye’den, arama kurtarma faaliyetlerinin oluşturulması, depreme dayanıklı konutların yapılması, zorunlu deprem sigortası ve yapı denetimi gibi çok önemli adımlar atılmıştır. Önemli bir kamu yönetimi potansiyeli ve imkânı oluşturulmuştur. Ancak, bugün yaşadığımız Van depremi vesilesiyle depreme hazırlık, kamu yönetimi potansiyeli ve kullanma açısından bu genel tabloyu da değerlendirmemiz gerekmektedir.

Hükûmetin afetle ilgili kurumları birleştirmesi… 5902 sayılı Kanun’la üç tane genel müdürlüğü birleştirdi, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığını kurdu, nitelikli personelin yanı sıra teknik donanım ve yürütülen projeler de bununla birlikte maalesef tasfiye edildi.

5902 sayılı Kanun’la kurulan il afet ve acil durum müdürlüklerinin kurulması… Söz konusu müdürlüklerin sevk ve idaresinden valilerin sorumlu olduğu hüküm altına alındı. Böylece, il müdürlükleri Başkanlıkça verilen görev ve sorumlulukları yerine getirmede zayıf bırakıldı. Merkezî ve yerel yönetim arasında bütüncül bir afet yönetimi sağlanamadı.

Van depremi sonrasında, Afet ve Acil Durumu Yönetimi Deprem Başkanlığı, Kandilli Rasathanesi depremin büyüklüğü ve etkilediği alan itibarıyla yanlış açıklamalarda bulundu, Van’daki depremin şiddeti dahi tespit edilemedi. Deprem şiddeti aynen Hükûmetin zamları gibi güncellendi. Türkiye, gerçeği ancak Amerika Birleşik Devletleri’nden öğrenmek durumunda kaldı ve Amerika Birleşik Devletleri’nden öğrendikten sonra ancak yapısal hasar ve can kayıplarının olacağı konusunda valilik ve Hükûmet uyarıldı ve ancak ondan sonra harekete geçirilebildi. İl kriz merkezi, gündüzün de kısa olması sebebiyle neredeyse bir günü kaybederek faaliyete geçirilebildi. Oysa 17 Ağustos Marmara, 12 Kasım Düzce depremleri, o zamanki Afet İşleri Genel Müdürlüğü depremin şiddetini tam olarak bilmişti. Aradan on iki yıl geçti. Teknolojik ilerlemeleri de dikkate aldığınız zaman, ülkemizdeki depremin şiddeti konusunda bile tespit yapamıyorsanız, bunun sorumluluğundan nasıl kaçacaksınız?

Depremin şiddetini bilmek, öğrenmek elbette son derece önemli. Çünkü devletin sahip olduğu imkân ve kapasite depremin şiddetine göre belirlenir. Depreme müdahale açısından zaman çok önemlidir. Bu önem dikkate alındığında, maalesef şiddeti konusunda yapılan yanlış değerlendirmeler müdahalenin boyutunu ve zamanını da geciktirmiştir. Öyle ki, Hükûmet, Van’dan feryat ve figan yükseldiğinde durumun vahametini ancak idrak edebilmiştir. Çok kıymetli olan zaman kaybedilmiş, zamanında yapılmayan teşhis tedbirlerin de gecikmesine sebebiyet vermiştir.

Biraz önce ifade ettiğim, depreme müdahale konusunda, depreme hazır olmak son derece önemlidir. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı oluşturulurken tasfiye edilen bir başka kaynak da stoklardır. “Çadır ve konteyner sistemine geçiyoruz.” diye prefabrik yapı elemanları, imalat sistemi ve donanımları tasfiye edilmiştir. Afet İşleri Genel Müdürlüğünün stoklarında bulunan 3 bin konteyner buhar olmuştur. 3 bin konteyner 10 bin kişinin çadır ihtiyacını karşılayacakken, maalesef bu konteynerlerin hangi kişi, kurum ve kuruluşlara hangi bedelle verildiğine ilişkin maalesef bir bilgi verilmemiştir. Hangi amaçla verilmiştir? Şimdi Vanlı depremzedeler özel sektörün imalat kapasitesinin ve hızının insafına terk edilmiş bulunmaktadır. Mademki devlet, geçici ve kalıcı konutu sağlamakla mükelleftir, o zaman bununla ilgili bir stoku da bulunması gerekmektedir.

Van depreminde geçici barınmayla ilgili, çadırla ilgili sıkıntılar yaşanmıştır. İçler acısıdır çadır stokları. Bu konuda AKP Genel Başkan Yardımcısının CNN’e yaptığı açıklamada “Allah bu millete acısın. Bir büyük deprem daha vermesin diye temenni ediyoruz. Afet bölgesine gönderilecek yeterli çadırımız yok.” diyebilmiştir.

Sayın milletvekilleri, afetler bağlamında aksatılan hususlardan biri de maalesef yasal düzenlemeler ve daha önce başlatılan projelerdir. Bu konuda, yapı denetimi hakkında bizim dönemimizde çıkarılmış Yapı Denetimi Kanunu, dokuz yıldır, kelimenin tam anlamıyla yüzüstü bırakılmıştır. Başlangıçta on dokuz ilde pilot uygulamaya konulan, daha sonra aksayan yönleri, eksiklikleri de gündeme getirilerek tüm ülkeye şamil edilen bu Yasa, yıllar yılı ihmal edilmiştir. Van ili, 2011 yılının ancak başında bu yapı denetiminin kapsamına alınmıştır. Çıktığından yaklaşık on yıl sonra Van’a ancak teşmil edilen bu Yapı Denetimi Kanunu tam manasıyla uygulanmamaktadır. Yapı denetim katsayıları, bayındırlık birim fiyatları yüzde 4 iken, önce yüzde 3’e, sonra yüzde 1,5’a indirmiş, bunun üzerinden de belediyeye ve ilgili özel idareye de pay verilmesi sağlanmıştır. Böylelikle yapı denetim kuruluşlarının iflası istenmiştir. Denetim sisteminin tasfiyesini, aynen, kamu kurumlarında teftiş kurullarının, denetim organlarının tasfiyesini isteyenler, aynı şekilde, bu yapıların denetimiyle ilgili sorumlu kuruluşların da âdeta tasfiyesini istemiştir ve son dönemde de yapı denetim kuruluşları, altı aydan bu yana, hak edişlerini alamamaktadırlar.

İhmal edilen bir başka konu da depreme hazırlıkla ilgili projelerdir. Maalesef köprülerin ve viyadüklerin güçlendirilmesi projeleri gibi başlattığımız projeler… Bugün, İstanbul, Marmara’da vuku bulacak bir depreme hazırlık konusunda Hükûmet hiçbir adım yapmış değildir. Bu bakımdan, kamu binalarının güçlendirilmesi, risk arz eden çürük bina stoklarının tespiti bile, aradan geçen dokuz yılda tam manasıyla yapılmamıştır. Bu tam bir vurdumduymazlıktır. İşte, hani İstanbul için deprem senaryonuz vardı. Hangi adımları attınız? Hangi adımları atacaksınız? Van’da bir  deprem meydana geldi, hemen, bununla ilgili birtakım toplantılarla, bunların atılacağını söylüyorsunuz ama on yıldır iktidardasınız, pes doğrusu. 2023 Ulusal Deprem Stratejisi hazırladınız, tedbirler var. Tedbirler ne zaman alınacak? 2012-2023 arasında, 2012-2007 arasında. Somut, tarihlere göre sorumluluklarını belirlemiş bir deprem stratejiniz olmadığı için maalesef bu strateji Van depreminde de göçmüştür.

Bugün geldiğimiz bu noktada, afetteki kriz yönetimi anlayışı Hükûmet döneminde âdeta gözden kaçırılmış ve unutturulmuştur. Bu depremde milletimiz seferber olmuş, yardımlar çığ gibi Van’a akmıştır ama ne yazık ki bu yardımları dağıtacak, acil yardım gibi konuları koordine edecek bir yaklaşım sergilenememiştir. Yardımların yağmalanması Van’da ilk defa karşımıza çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Van depreminin basiretsiz, beceriksiz ve başarısız koordinasyon anlayışı yüzünden zor duruma düşmüştür. Asrın felaketini Türk mucizesine dönüştüren Türkiye Cumhuriyeti devleti, Van depreminin ardından bu durumlara düşmeyi asla hak etmemiştir.

1999 yılında o günkü deprem için topladığımız paraların ne kadar olduğu, nereye harcandığına ilişin kamu hesapları bülteninde bu hesap verilirken, bugün AKP döneminde toplanan paraların ne kadar olduğunu, kime harcadığını bilemiyoruz. Kamu yönetiminin böyle bir şeffaflık anlayışı bile maalesef kalmamıştır. 1999 yılı Marmara depremi sonrası yapılan mevzuat sonrasında sivil toplum örgütlerinin arama kurtarma konusunda önü açılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde oluşturulan bilgili ve deneyimli ilk müdahale ekipleri sayesinde kurtarma işlemleri başarılı olmuştur. Bugün Van’da çalışan 98 tane ekibin 95 tanesi 1999 yılında kurulan ekiplerdir.

Değerli milletvekilleri, Van depremi sonrasında yaşadıklarımız aynı zamanda bir kriz yönetim sorunudur. Maalesef meydana gelen depremin boyutunu kavramakta yetersiz kalan Hükûmet, çadır ihtiyacını ve dağıtımında gerekli sevk ve idareyi zamanında sağlayamamıştır. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç Bakanlar Kurulu toplantısından sonra “Bölgeye 8.964 çadır gönderildi, bu çadır sayısının yeterli olduğu anlaşılabilir.” Derken AKP Genel Başkan Yardımcısı “Yok canım, çadır yeterli değil.” demiştir. Çadırları önce vatandaşlara dağıtmayanlar, sonra da bunun yanlış olduğunu ve vatandaşların da taleplerini karşılayacaklarını söyleyebilmiştir. Maalesef, çadır dağıtımında bile adaletsizlikler olmuştur. Maalesef, ihtiyaç sahibi olanlara çadır verilmediğine hâlen de şehadet edilmektedir. Naylon çadırlarda kalanlar, bu çadırlarda hayatını kaybeden insan dramları her gün gündemimize gelmektedir.

Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, burada Mevlânâ evlerinin, bu bölgede, kurulamayacağını, teknik olarak elverişli olmadığını söylerken, Sayın Cumhurbaşkanı Van’a gittiğinde Mevlânâ evlerini ziyaret edebilmiştir. Daha o bölgede nelerin teknik olarak elverişli olup olmadığını bilmeyen bir Sayın Bakan Van depreminde koordinasyonu nasıl temin edecektir? Allah için…

Deprem sonrası afetzedelerin geçici barınma sorununun çözümünde, çadır ihtiyacının belirlenmesinde kriz merkezinin kararsızlığı, her kafadan ayrı bir ses çıkması; çadırların gecikmeli, uzun zaman alacak şekilde bölgeye sevki, çadırların maalesef yağmur yağdığı zaman su altında kalacak yerlere kurulması, depremin ilk haftasında Mevlânâ evlerinin de yanlış yere kurulması sonucunda boş kalması büyük bir karışıklığa yol açmış ve çadır yağmalama olayları olmuştur. “Suriye’den gelenler için bir günde çadır kent kurduk.” diyenler, “Onlara katalitik soba verdik.” diyenler Van depreminde vatandaşlarımızı maalesef unutmuştur. Bu depremde böyle cesaretli sözleri hiçbir zaman duyamadık.

Bayındırlık Bakanlığının mülga Afet İşleri Genel Müdürlüğü tarafından üç fay zonu üzerinde diğer afetlerden de etkilenecek yerleşim birimlerine ihtiyaç hâlinde gönderilmesi için bulundurulan konteynerler, merkezî afet yönetiminin koordinasyon beceriksizliği sonucunda bölgeye aktarılamamıştır. Van depreminin kış ayında vuku bulması dikkate alınarak afetzedelerin daimî konutlarının inşa edilene kadar bölgenin sosyal, ekonomik yapısının bozulmaması için barınmalarını temin edecek konteynerlerin temini maalesef merkezî yönetimin geç karar vermesi ve yerleşim yerlerinin altyapısının hâlen tamamlanamaması sonucunda vatandaşlarımız Van’dan kaçmaktadır, büyük göçler olmuştur. Oysa, Marmara depreminde “44 bin konut 30 Kasımda teslim edeceğiz.” denmiştir, 30 Kasımda da devlet sözünü tutmuştur ve sözünü yerine getirmiştir. Sayın Başbakan, partisinin bir toplantısında “Van’da meydana gelen deprem sonrasında ilk yirmi dört saat bir başarısızlık oldu, bunu kabul ediyoruz.” diyerek ihmalkârlığın adresini göstermiştir.

Sayın milletvekilleri, önce “Dinlenmek için milletvekili olmak istiyorum.” diyen eski TOKİ Başkanı, şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Van ve Erciş’te deprem söylentisine itibar edilmemesini istemiş, “En güvenilir yer Van ve Erciş’tir.” demiş ve hasar tespit çalışmalarının bittiğini ve vatandaşlarımızın az hasarlı evlere girebileceği beyanından sonra bu evlere giren vatandaşlarımız, konaklama tesislerinde bulunan vatandaşlarımız maalesef bu enkazın altında kalmıştır. Aslında o enkazın altında kalan sadece vatandaşlarımız değildir, o enkazın altında kalan bu konuda koordinasyon görevi yürüten Sayın Başbakan Yardımcısıdır.

Sayın milletvekilleri, şimdiye kadar arz ettiğim konuların temelinde, kaynağında aslında sorunun önemli bir şekilde yapısal ve koordinasyon sorunu olduğu ortaya çıkmıştır. Sayın Atalay’ın koordinatör olarak belirlenmiş olması ülkemiz ve Van halkı için de talihsizlik olmuştur. Sayın Bakan bulunduğu kurumun hangi görevlerden sorumlu olduğunu henüz kavrayabilmiş değildir, sorumluluğun gereğini yapamamıştır. Sayın Bakan dokuz yıldır iktidarda olduklarını unutup doğal afetlere hazırlık konusunu neredeyse muhalefetin sorumluluğuna atmıştır. Deprem sonrası koordinasyonu sürdüren Başbakan Yardımcısı, Van’daki göçükleri kaldırmak, yıkıntı altında kalanları kurtarmak, enkazda çırpınanlara el uzatmak için yurt dışından gelen yardım kurtarma ekipleri gönderme taleplerinin kendi potansiyelimizi görmek amacıyla bekletildiğini dahi itiraf etmiştir.

Bunlar yaşandıktan sonra 3 ve 5 Kasım 2011 tarihinde AFAD’ın yayınladığı raporda “Hasarlı evler tespit edildi.” denildikten sonra 9 Kasımda meydana gelen depremde o hasarlı evlerde can ve mal kayıpları olmuştur.

Şimdi, Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisine 15 Kasımda “Ben şimdi Van’da diyecektim ki: Bütün Vanlılar Van’ı terk etsin, bütün Vanlılar boşaltsın. Yani böyle bir garip ifade olur mu? Biz o binalara girin de demedik, girmeyin de demedik.” Zannedersiniz ki Fransız bakan! Şu devlete bakın, yani şu Sayın Bakana bakın! Yani bu, kamu görevini ihmal değil midir? Deprem gibi bir konuda can güvenliği açısından bir devlet, bir sorumlu insan “Biz girin de demedik, girmeyin de demedik.” diyerek sorumluluğu vatandaşın üzerine atıyorsa, vatandaşı temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisinin onlardan hesap sorması, millet adına hesap sorması gerekmektedir.

1999 depreminde 2 milyon konut incelendi, 376 bin az hasarlı, orta ve yıkık bina tespit edildi. Van depreminde 90 tane bina çöktü sadece. Hele hele Sayın Başbakan Yardımcısının 15 Kasımda meydana gelen bir artçı deprem sırasında ayakkabıyı boyatırken o depremle ilgili bilgi alması trajikomik bir hâldi. Gerçekten böyle lakayıt bir davranış Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden bir sayın bakana yakışmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, Vanlı depremzedelerin asıl sorunu deprem sonrası yaşanmaktadır. Hâlen de bunları yaşamaktadırlar. Deprem doğal bir afettir. Doğal olmayan, deprem sonrası halka reva görülen muameledir. Gidenleri geri getiremeyiz ama yıkılanı yaparız, elbette bu yaraları saracağız ama Sayın Bakanın yönetim tarzı başarısız olduğunu ortaya koyuyor. Sayın Atalay’a milletimizin ve Meclisin güveni kalmamıştır.

Yasal sorumluluk siyasal sorumlulukla tamamlanmalı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Sayın Bakana güvenmediğimizi ifade etmeliyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) – Eğer bütün bunlara rağmen, BDP’nin ve AKP’nin oylarıyla, Sayın Bakan istediği için bu gensoru reddedilirse…

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) – …Sayın Bakana düşen görev istifa etmektir. Sayın Bakanın bu vicdani ve siyasi sorumluluğu da hissetmesi gerektiğini düşünerek, hepinize saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Vural.

Sayın milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

                                                                  Kapanma Saati: 17.16

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati:17.28

BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Mustafa HAMARAT (Ordu)

----- 0 -----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

(11/6) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Hükûmet yerinde.

Şimdi söz sırası, AK PARTİ Grubu adına Mehmet Ersoy, Sinop Milletvekili.

Buyurun Sayın Ersoy. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ERSOY (Sinop) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Milliyetçi Hareket Partisinin, Başbakan Yardımcımız Beşir Atalay hakkında verdiği gensoruyla ilgili olarak AK PARTİ Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok değerli milletvekillerimiz, bugün bizden önceki değerli hatiplerimizin konuşmalarını dinlerken, hele hele “Devletin bu afetin altında kaldığı” gibi cümleleri dinlerken…

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Devlet değil, Hükûmet, Hükûmet…

MEHMET ERSOY (Devamla) - …biz sanki hiçbir şey yapamamışız, sanki insanlarımız enkaz altında kalmış, biz seyretmişiz gibi bir anlam çıkıyor.

Önce bir kere, tabloya bakalım. Elbette ki 1999 Gölcük ve arkasından Düzce’de yaşadığımız felaketlerle karşılaştırılabilecek bir felaket…

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Düzce, Gölcük, merkez değil, bölge. “Düzce, Gölcük” dediniz de…

MEHMET ERSOY (Devamla) – Efendim, müsaade eder misiniz, düzeltirim ben.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Küçük kalır o iş.

MEHMET ERSOY (Devamla) – O zaman yaşadığımız felaketle bugün yaşadığımız felaketi büyüklük ölçekleri bakımından karşılaştırmak yanlış olur ama Van’da da sanki bir göçük oldu da Hükûmet oraya bile müdahale etmekten âciz kaldı gibi tabloyu küçük göstermek de yanlış olur.

Van’da ne oldu değerli milletvekillerimiz? 23 Ekim’de 7,2; 9 Kasım’da 5,6. Verdiğim rakamlarda genellikle iki depremin, iki felaketin rakamlarını toplayarak vermeye çalışacağım. Oluşan sarsıntı 70 kilometre yarıçapındaki bir alanda etkili oldu. Van merkez, Erciş, Muradiye, Özalp, Edremit ilçeleri ve köyleri; Bitlis merkez ve Adilcevaz’ın bir kısım köyleri etkilendi, 300’e yakın yerleşim birimi etkilendi, 1 milyon civarı insanımız etkilendi. Yaklaşık rakamlar, kesin olmamakla birlikte, 50 bin civarı binamız hasar gördü. 90’ın üzerinde bina deprem anında yıkıldı. Toplam 644 vatandaşımız hayatını kaybetti. 1.966, yaklaşık 2 bin vatandaşımız yaralandı. 252 vatandaşımız enkazlardan sağ kurtarıldı. Yaralılarınsa, yaklaşık 1.100 hastamız çevre illere nakledildi.

Şimdi, bu büyüklükteki, bu genişlikteki afet karşısında zannedersiniz ki Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurum ve kuruluşları arama, kurtarma faaliyetlerini yapamamış, sanki insanlarımız kurtarılabilecekken seyredilmiş, sanki bunun akabinde ne çadır dağıtımıyla, çadır kentlerle ilgili ne sıcak yemeklerle ilgili ne elektrik, su sorunlarıyla ilgili ne gıda yardımlarıyla ilgili ne de her türlü ısınma, giyinme gibi insani ihtiyaçların teminiyle ilgili, kamu hizmetlerinin sunumuyla ilgili, kamu binalarının hizmete hazırlanmasıyla ilgili ve ön hasar çalışmalarıyla ilgili hiçbir şey yapılmamış ya da ülkemizin imkân ve kabiliyetleri bundan çok daha fazlasını yapmaya muktedirken bunlar becerilememiş, bunlar yerine getirilememiş.

Değerli milletvekilleri, Van’da meydana gelen depremden hemen sonra sekiz saat içinde 71 arama kurtarma ekibi Van’da ayrı ayrı binaların başında faaliyete geçebilmişlerdir.

Yine, Van’a bir gün içinde 4 binin üzerinde arama kurtarma ekibi, 3 binin üzerinde sağlık ekibi sevk edilebilmiştir. Bu süreçte kara yoluyla gidenler hariç, sadece 176 kargo uçağı, 251 de Türk Hava Yollarının tarifeli yolcu uçağı kaldırılmıştır.

Şimdi, bütün bunlar niye yapılmıştır? Bütün bunlar yoksa hiç mi bir işe yaramamıştır? Bütün bunlar orada devletin topyekûn bütün kurum ve kuruluşlarıyla ahenk ve uyum içinde çalışması ve bütün ekiplerini, bütün imkânlarını oraya seferber edebilmesi sayesinde olmuştur. Gerek sivil toplum kuruluşlarının gerek kamunun elindeki arama kurtarma ekiplerinin gerek Sağlık Bakanlığımızın UMKE ekibinin sevki, Türk Hava Yollarının olsun, Genelkurmayın olsun, özel kargo şirketlerinin uçaklarının olsun hepsinin bir elden kullanılmasıyla mümkün olabilmiştir.

Elbette ki çok ağır kış şartlarında yaşadığınız felaketlerin her zaman kendine özel ürettiği bir psikoloji de olur.

Şimdi, Van’da afet meydana geldiğinde siz oradaki insanların sadece evlerinin yıkık ve ağır hasarlı olanlarıyla muhatap olamazsınız. O şiddetli sarsıntıyı yaşamış insanlar, arkasından 5 bin civarı artçı sarsıntıyı yaşamış insanlar evleri sağlam olsa da girebilecekler mi? 1 milyon civarı bir insanın bütün taleplerini anında karşılamanız da mümkün mü?

Şimdi, bu şartlarda elbette ki devlet önceliklerini belirleyecek. Hangi önceliklerde, kimlere yardım vermeye çalışacak, bunu belirleyecek.

Şimdi, elbette ki o kış şartlarında insanların mağdur olmadığını, insanların zorda kalmadığını söylememiz mümkün mü? Bugün çadır hayatı içinde hayatını idame ettirmeye çalışmak kolay bir şey mi? Ama dünyanın hangi büyük ekonomisi olursa olsun, dünyanın hangi güçlü ekonomisi olursa olsun ilk kırk sekiz saatini mutlaka arama kurtarma faaliyetlerindeki önceliğe ayırır. Önce enkazların altında kalmış canlar varsa onların kurtarılması gerekir.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Yanlışınız oradaydı işte.

MEHMET ERSOY (Devamla) – Bu arada, bir taraftan da geçici iskânla ilgili mücadeleleriniz devam eder.

Dünyanın her yerinde bu şiddette afetler olduğu zaman ilk saatlerde bu sıkıntıların yaşanması kaçınılmazdır. Her zaman, her ortamda övünülen Japonya, Kobe’de yerle bir olmuştur, kalkamamıştır bu afetin altından.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) – Belediye başkanı intihar etmişti.

MEHMET ERSOY (Devamla) – Elbette ki bu psikoloji içinde olayın sosyolojik boyutlarını da çok derinden düşünmemiz ve ona göre hareket etmemiz lazım.

Şimdi, Van depremi olduğu günden bu tarafa, sürekli, Hükûmet şunu yapmadı, şu bunu yapmadı, öbürü bunu yapmadı, neden afet bölgesi ilan edilmedi, neden şu önlemler alınmadı gibi sık sık eleştirilerle karşı karşıya kalıyoruz.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekillerimiz; eğer kavramlarla ilgili bilgi eksiğimiz varsa buradan, bu kürsülerden bu eksik bilgilerle konuşmamamız lazım hem toplumun hem milletvekillerimizin hem bu yüce heyetinizin doğru bilgilendirilmesi için.

Afet bölgesiyle ilgili konu: Türkiye Cumhuriyeti çok uzun zamandır “afet bölgesi” diye bir ilanda hiç bulunmuyor. Geçen yıl Rize’de yapılan ne ise bugün Van’da yapılan da odur. Geçmişte, afet zararlarının azaltılması için kararnameler çıkarılıyordu. Biliyorsunuz yine Meclisimiz 2003 yılında doğal hayatı etkileyen kanunlarda yaptığı değişiklikle artık Bakanlar Kurulunun afetten zarar görmüş belediyelere süresi ve kapsamı Bakanlar Kurulunca belirlenmek üzere ekstra yardım yapmasını ortadan kaldırdı. 2003 yılından bu tarafa böyle bir uygulama yapılmamaktadır. Daha önce yapılan uygulamalarla ilgili olarak da belediyelerimiz siyasi davranıldığı, afet görmediği hâlde partizanca davranıldığı gerekçesiyle mahkemelere dava açmış ve o davalar sonunda verilen mahkûmiyetler neticesi geçen yıl belediyelere 136 milyon lira ek ödeme yapılarak o dosyalar da kapatılmıştır. Bugün yapılan, Türkiye'nin her tarafında… Türkiye'nin bir tane rejimi vardır, bir tane hukuku vardır, bir tane kanunu vardır, o da Türkiye'nin her tarafında uygulanmaktadır: Genel hayata etkili olduğuna ilişkin karardır. Rize’de hangi karar alındıysa Van’da da o karar alınmıştır, Kütahya-Simav’da hangi karar alındıysa Elâzığ’da da o karar alınmıştır. Genel hayata etkililik kararı aynı gün alınmıştır. Bu alınmakla birlikte diğer…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – On senedir, 99’dan beri bir şey yapmadınız. 99 depreminden sonra tek şey yapmadınız. İlyas Bey orada, söylesin. Altı yüz tane yıkılacak binamız var. Üniversite öğrencileri oturuyor. Yazıktır, yazık!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Efendim, şimdi –lütfen Sayın Milletvekilim- Van’ı konuşuyoruz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Ama bir şey yapmadınız, çivi çakmadınız.

MEHMET ERSOY (Devamla) – Van’ı konuşuyoruz ve Van’da genel hayata etkililik oluru ertesi gün derhâl alınmış, bütün tedbirler de buna göre geliştirilmiştir. Yoksa, “afet bölgesi ilan etmek” diye bir kavram yoktur değerli arkadaşlarım. Afete maruz bölge kararı alabilirsiniz. Bu da ancak orada her türlü yerleşimin yasaklanmasını gerektiren bir darlık ve kapsamda olur. Siz yoksa deprem bölgelerini “afete maruz” bölge diye tanımlarsanız, Türkiye topraklarının yüzde 66’sı birinci ve ikinci kuşak deprem bölgesidir. Buraları yasaklamak değil, buraları coğrafi özelliklerine, fiziki özelliklerine uygun kullanmak esastır. Yoksa bu konunun bu kadar istismar edilmesini gerçekten yanlış buluyorum.

Bir başka istismar konusu “Yardım yapılmıyor.” meselesi. Yok efendim… Burada zaman zaman bazı hatiplerimiz söylediler, gerçekten çok üzüldüm, çok incindim: “Somali’ye şu kadar yardım yaptınız, Van’a niye yapmadınız?”, “Libya’ya verdiniz mi yoksa da Van’a niye vermediniz?”

Değerli arkadaşlar, dünyanın ne kadar büyük ekonomisi olursanız olunuz, bugün Van’da parayla yapılabilecek ne var da bu Hükûmet yapmıyor? Şu ana kadar Van’a yaptığımız yardımların, aktardığımız paralar dâhil mali tutarı 390 milyon lirayı geçti. 52 milyon lira gerek Valiliğine gerek oradaki ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına gönderdik.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 50 milyon Suudi Arabistan’ın parası dâhil mi buna?

MEHMET ERSOY (Devamla) – Sadece bu milletin kendi bağrından çıkarıp gönderdiği yardımlar altı yüz tırı geçti. Van’ın kapısında kuyruklar oluştu.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Vatandaş yapmış yine!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Devletimiz şu anda, gerek Kızılayıyla gerek AFAD’ıyla gerek Valiliğiyle, orada her gün, yaklaşık 250 bin kişiye sıcak yemek dağıtıyor. Bütün bunlar bu yardımlarla, bu gönül birliğiyle olabiliyor. Elbette ki daha fazlası yapılacak, elbette ki daha iyileri yapılacak.

Şimdi, bunu kesinlikle karşılaştırmayı çok yanlış buluyorum, çok gereksiz de buluyorum: “1999 depreminde şu oldu, bugün bu oldu.” O günün Türkiye’sinin, devletinin kabiliyetleri, imkânları ve fırsatlarıyla bugünün Türkiye’sini karşılaştırmak hiçbirimize bir fayda sağlamaz. O günün Türkiye’sinin Başbakanı ancak ikinci gün televizyonlardan haber almaya çalışıyordu. Elbette ki bu afet büyük bir afetti ama o günkü imkânlarımızda…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ayıp oluyor ama bu ülkenin Başbakanına öyle diyemezsiniz!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Estağfurullah, onu söylemiyorum, bakın, “Türkiye'nin Başbakanı” diyorum. Kim olduğu, Rahmetliyi kastetmediğim elbette ki izahtan vareste.

ALİM IŞIK (Kütahya) – Ayıp oluyor ama ayıp oluyor, yakışmaz!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Şimdi o günlerle bugünleri karşılaştırmanın bir gereği yok. O günkü imkânlarımız içinde yapılabileceğin en iyisi yapılmaya çalışılmıştır, bu kadarı başarılmıştır.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Karşılaştırmayın zaten, 100 katı daha büyüktü.

MEHMET ERSOY (Devamla) – Şimdi, o gün üç buçuk ayda prefabrik konutları teslim edebildiğimizden övünerek bahsediyoruz.

Değerli arkadaşlar, üç buçuk ayda prefabrik konutu ne kadar parçalı ihale yaparsanız o kadar üretirsiniz. Bir aylık ömrü vardır prefabrik konut üretmenin. Bugünün devleti, bugünün Hükûmeti sekiz ayda kalıcı konutları teslim edebilmeyi konuşuyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – 40 bin tane yaptılar, 40 bin tane! 42 bin tane teslim ettiler, insanlar yaşıyor!

MEHMET ERSOY (Devamla) - Bu sadece AK PARTİ’nin bir başarısı değildir, sadece bugünün Hükûmetinin bir başarısı değildir, bu bizim devletimizin övüneceği bir başarıdır. Yine aynı şekilde arama kurtarma faaliyetlerinde geldiğimiz noktadan -en son Van depreminden sonra- Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri dünyaya övgülerle bahsetmiştir. Bunlardan niye biz mutlu olmuyoruz? Bunlardan, evet…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Halkın mı övüyor, Birleşmiş Milletler mi övüyor?

MEHMET ERSOY (Devamla) – Yapılan her çalışmanın, yaşanılan her afetin toplum için, hepimiz için alınacak dersleri vardır. Tekrar ediyorum, geçen sefer de söyledim: Bu kadar yıkılacak binanız olduğu sürece müdahaleye ne kadar iyi hazırlanırsanız hazırlanın mutlaka eksikleriniz olacaktır. Esas itibarıyla depremin olduğunun haftası “Ne yaptınız, mahvettiniz, AFAD şöyle kötü, Başbakan Yardımcısı böyle kötü, Hükûmet bunları eksik yaptı.” diye bunların kavgalarını vereceğimize, gelin, Türkiye’yi bütün afetlere daha iyi nasıl hazırlarız, bunu konuşalım. Yani şimdi AFAD kuruldu da kötü mü oldu? Birleştirilmese miydi? Afet İşleri Genel Müdürlüğü afet sonrasına bakıyordu, Acil Durum Genel Müdürlüğü afete müdahaleye bakıyordu; birinin arşivleri başka bir şey söylüyordu, birinin arşivleri başka bir şey söylüyordu.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - O zaman, üç gün sonra Bakanın bu kürsüden söylediklerini size hatırlatmak istiyorum. Unuttunuz!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Şimdi, bütün dünya 1999’daki hâlimizi görünce dedi ki: “Kardeşim böyle şey mi olur? Bir devletin afetten sorumlu üç ayrı kurumu mu olur? Gelin, niye bunu birleştirmiyorsunuz?”

Hep birlikte bu birleştirmeyi övünçle karşıladık, “Türkiye doğru bir iş yaptı.” dedik.

OKTAY VURAL (İzmir) – Ama tecrübeli insanları da sürgün etmeyin ya!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Çalışmalarda yanlışlar olduysa, bugün artık dünyanın neresinde görülmüş keresteden prefabrik konut üretildiği? Afet İşlerinin bahçesinde olan keresteler Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Kızılaya verilmiştir çünkü artık keresteden prefabrik üretimi yoktur ki. Kaldı ki prefabriğin stokunu yapmanıza gerek yok çünkü her zaman teknoloji değişiyor, her zaman yeni yeni keşifler oluyor. Bugün prefabrik kullanmak yerine konteyner kullanmak çok daha ekonomik ve çok daha pratiktir. Hükûmetimiz de bundan sonra, geçici konutlarda prefabrik evler yaptırmak, onlara altyapılar hazırlamak, onların bu kadar arazileri doldurmasını engellemek amacıyla konteynere geçmiştir, çok da isabetli olmuştur.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Milleti evine gönderdiniz, hasarlı yerlere, ne konteyneri ya!

MEHMET ERSOY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir başka konu çadırlarla ilgili mesele. Evet, 1 milyonun üzerinde insanınız bundan etkilendiyse ve aslında bir kısmının da evleri yıkılmadıysa ama o evine giremiyorsa sizin yapacağınız şey çadırı vatandaşa vermektir, çünkü evinden ayrılmak istemez ama orada yatamaz da.

Şimdi, böyle bir durumda her çadıra altyapı hizmeti sunmanız mümkün müdür? Elbette ki siz ancak çadır kentler oluşturursunuz, elbette ki siz ancak sosyal donatıları olan alanlar oluşturursunuz ve bu alanlarda çok daha etkili hizmetler vermeye çalışırsınız.

Şimdi, gensorunun gerekçesini hepimiz okuduk ama daha sonra, zaten, Milliyetçi Hareket Partimizin değerli sözcüsü de, Grup Başkan Vekili de ifade ettiler, “Bu gerekçelerde söylenilen hususlar aslında Hükûmetimizin ya da Hükûmetimiz adına bu koordinasyondan sorumlu Başbakan Yardımcımızın başarısızlığını gündeme getirmekten ziyade depremi Türkiye’nin gündemine getirmektir.” demiştir. Hâliyle, bir anlamda Hükûmetimizin bu kısa sürede, artık, bırakın geçici konutlarla ilgili birtakım çalışmalar yapmayı, bu kısa sürede kalıcı konutları bile nerelere yapacağını, teslim etmiş olması, bugün artık Hükûmetimizin bakanlarının her gün orada vatandaşla iç içe sorunları tespit edebiliyor olması, Hükûmetimizin başarısıdır. Bugün, eğer tarihimize bakarsak birçok afette devletin yöneticileri afet bölgesine gitmeye çekinmişlerdir. Bugün nerede bir afet olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı iki saat içinde oraya gitmeye cesaret edebilmektedir!

ALİM IŞIK (Kütahya) – Simav hariç, Simav hariç.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Gidip reklam yapma kabiliyetine sahip, o acıyı kullanma kabiliyetine sahip!

MEHMET ERSOY (Devamla) - Çünkü devletin bütün kurumları, çünkü bütün kuruluşları, çünkü devletin bütün imkânları vatandaşa seferber edilebilmekte ve artık, Türk milleti nerede bu devlet diye barım barım bağırmamaktadır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bingöl’e gittiniz Hüseyin Coş’u tayin ettiniz, vatandaş taşladı. Van’a gittiniz, Valiyi vatandaş taşladı. Bravo!

MEHMET ERSOY (Devamla) – İşte aslolan, bunları bundan sonra da yapmak, daha güzelini yapmak, bu hükümetlere, AK PARTİ hükûmetlerine nasip olacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ersoy.

Şimdi, Hükûmet adına söz isteyen Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay.

Buyurun Sayın Atalay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Gensoru vesilesiyle, Van ve Erciş depremi sonrası yapılan çalışmalarla ilgili yüce Meclise bazı bilgiler sunacağım. Buradaki konuşmalardan da anladığımız kadarıyla bazı konularda bilgi eksikliği var, onları da tamamlamış oluruz. 23 Ekim 2011 günü meydana gelen Van Erciş merkezli deprem ve 9 Kasım 2011 günü yaşanan Van Edremit depremi bilindiği gibi güçlü bir şekilde hissedilmiş, yıkıcı hasar meydana getirmiş ve çok sayıda can kaybına da yol açmıştır. Ben bu vesileyle, tekrar, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, geride kalanlara başsağlığı ve yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyorum.

Deprem haberi alınır alınmaz, talimatlarımla, AFAD, on bir ilde bulunan sivil savunma arama kurtarma birlik müdürlükleriyle, illerden arama kurtarma ekiplerini, kamu kurumlarımızın ve kuruluşlarımızın bu konudaki ekiplerini hemen bölgeye sevk etmeye başlamıştır ve bu deprem sonrasında en hızlı çalışma arama kurtarma ekiplerinin bir an önce bölgeye sevki şeklinde olmuştur çünkü afette ve depremde en öncelikli konu oradan daha fazla can kurtarabilmektir, onun için bizim önceliğimiz de bu olmuştur. Peşinden de Başbakanlık merkez binada benim başkanlığımda hemen bir koordinasyon toplantısı yapılmış, ilgili bakanlıklarımız, Genelkurmay Başkanlığı ve diğer kurumlarımız katılmıştır. Burada da bütün kurumlarımızın iş birliği ve yapacakları iş bölümü tespit edilmiş ve ulusal düzeyde koordinasyon gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Van’da da kurulu olan Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi hemen çalışmaya başlamıştır.

Toplantı sonrasında hızlı bir şekilde ben ve çalışma arkadaşlarım Van’a intikal ettik. Tabii, arama kurtarma, geçici barınma, enkaz kaldırma, sağlık, psikososyal destek çalışmalarının kesintisiz olarak yürütülmesi amacıyla ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşların afet ve acil durum merkezleri ikinci bir bildirime kadar yedi gün yirmi dört saat çalışma esasına göre faaliyete geçirilmişlerdir.

Depremin hemen ardından devlet, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımız tüm imkânlarıyla seferber olmuştur. Böylesine yıkıcı ve çok geniş bir bölgeyi etkileyen deprem sonrasında yürütülen başarılı bir koordinasyonla olayın üzerinden daha birkaç saat geçmeden yeteri sayıda ekip ve ekipman bölgeye intikal ettirilmiştir. Aynı gün akşam saatlerinde İstanbul’da bulunan Başbakanımız da Van’a ve oradan Erciş’e gelmişlerdir yanında bakanlarımızla birlikte ve yerinde denetlemelerde bulunmuş ve talimatlarını vermişlerdir.

İlk birkaç saat içinde, 500’den fazla arama kurtarma, sağlık ve Kızılay personelini araç ve ekipmanlarıyla birlikte bölgeye ulaştırdık ve en hızlı şekilde arama kurtarma faaliyetlerine başlanmasını sağladık.

Eşzamanlı olarak, ilgili kurumlarla koordine edilerek daha uzak illerde bulunan ekipler ekipman ve araçlarıyla gerek Türk Silahlı Kuvvetleri gerekse Türk Havayollarına ait kargo ve yolcu uçaklarıyla süratle Van’a ulaştırılmıştır.

Meydana gelen iki deprem sonrası, AFAD tarafından 11 ilde bulunan sivil savunma arama kurtarma birlik müdürlükleri ile 48 il ve 39 kurumdan arama kurtarma, sağlık ve ilkyardım personeli ekipmanları ve insani yardım malzemeleri 77 Türk Havayolları, 76 askerî ve 20 adet özel kargo uçağıyla       -toplam 170 adet uçak ve araçlarla- hava ve karadan bölgeye sevk edilmiştir.

Bu iki depremde bölgeye toplam -bu rakamları da bilginize sunuyorum- 72.597 çadır -bunun 28.147’si yurt dışından gelmiştir- 5.267 arama kurtarma personeli, 2.976 sağlık personeli, 34 arama köpeği, 732 iş makinesi ve araç, 18’i hava ambulansı olmak üzere 201 ambulans, 6 tanesi faal olmak üzere 11 seyyar hastane, 146 jeneratör, 79 projektör, 151 tuvalet-duş konteyneri, 480 genel maksat çadırı, 260 prefabrik ev, 4.295 yaşam konteyneri, 3.794 Mevlânâ evi, 335.019 battaniye, 37 seyyar mutfak…

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Bu “AKP” yazanlar da sayıya dâhil mi?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) - …27.288 katalitik soba-ısıtıcı, 6.192 uyku tulumu ve gerekli insani yardım gönderilmiştir.

Değerli milletvekilleri, deprem anından şu ana kadar 70 bin ton kömür Van, Erciş ve köylerinde dağıtılmıştır. 600 tır ve kamyon ile insani yardım malzemesi vatandaşlarımız tarafından gönderilmiştir ve 117 bin adet gıda paketi dağıtılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir bütün olarak devlet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vatandaşlarımız bir afet anında yapılması gerekli olan tüm eylemleri etkin bir koordinasyon, iş birliği ve dayanışma ruhu ile yerine getirmiştir. Bakanlık, kurum ve kuruluşlarımız ile gönüllü kuruluşlarımız üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmişler, her türlü takdire şayan bir performans ortaya koymuşlardır. Sahada görev yapan tüm kurum ve kuruluşlarımız ile her kesimden insanımız sadece bir resmî görev anlayışıyla değil toplumumuzun dayanışma ve yardımlaşma geleneğinin verdiği motivasyon ve ruhla üstün bir gayret göstermiştir. Milletimiz de büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği göstererek Vanlı kardeşlerimizin yanında olmuştur, büyük bir toplumsal bütünlük ve birlik sergilenmiştir.

Van depremlerinden sonra yapılan müdahale ve yardım operasyonunda ülkemizin gösterdiği performans ve başarı uluslararası camia tarafından da övgüyle karşılanmıştır. Ulusal ve uluslararası otoritelerin yapmış oldukları gözlem ve değerlendirmede Van depremlerinden sonra çok kısa bir sürede bu kadar yoğunlukla icra edilen yardım ve müdahale faaliyetinin afetler tarihinde kaydedilen en büyük operasyonlardan biri olduğu vurgulanmıştır.

Uluslararası yardımlar için teşekkür ediyoruz. Pek çok ülkeden ülkemize bu konuda yardım gelmiştir. Burada hem arama kurtarma ekibi hem de daha çok bizim öncelikle istediğimiz çadır ve prefabrik ev çoğunluğu teşkil etmiştir.

Acil yardım ödenekleri olarak şu ana kadar Van Valiliği, bakanlıklar, üniversite ve diğer kurumlara, Van’daki, 52 milyon TL Başbakanlıktan gönderilmiştir. Bu rakamları da burada ifade ediyorum. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla başlatılan yardım kampanyaları kapsamında, Başbakanlık hesaplarında şu ana kadar 147 milyon 400 bin TL, Diyanet İşleri Başkanlığı yardım hesaplarında 37 milyon TL ve Kızılay yardım hesaplarında 43 milyon 900 TL olmak üzere toplam 228 milyon 300 bin TL nakdî yardım toplanmıştır. Bugüne kadar acil yardım ödenekleri dâhil olmak üzere bölgeye gönderilen insani yardım malzemelerinin toplam tutarı 390 milyon TL’dir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Van ve Erciş’te 14 çadır kentte yaklaşık 18 bin vatandaşımız barındırılmaktadır ve tabii, daha dün, 5 şiddetinde bir artçı deprem olmuştur biliyorsunuz. Yani her artçı deprem, yapılan çalışmaları biraz daha tabii zorlaştırmaktadır.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) – Milletin gönderdiği yardımları nasıl yaktırdığınızı anlat.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Çadır kentlerde sıcak su, duş, yemek imkânları sağlanmış olup sosyal mekânlar, okul öncesi eğitim, sağlık, dinî ve psikolojik destek hizmetleri verilmektedir. Aşevlerinde çok sayıda, her vatandaşımıza âdeta yetecek kadar yemek, üç öğün verilmektedir. Sadece çadır kentlerde değil 35 okulda, evinin yanında çadır kuran falan vatandaşlarımız da gelip yemek alabilmektedir ve ayrıca, Van merkezde 1.300 metrekarelik alanda 30 kişilik bir ekiple hizmet veren giyim market açılmıştır. Bütün depremzede vatandaşlarımız Van, Erciş ve köylerinden bu markete gelip istedikleri giyimi, kışlık giyimleri alabilmektedirler. İlk tabii, çadırla ilgili ilk iskândan sonra bizim biliyorsunuz orta vadede iskânımız daha çok konteynırla olacaktır, prefabrik konut ve konteynırla. Şu anda 20.411 konteyner alımı gerçekleştirilmiştir. Bunlar üretildikçe geliyor ve kuruluyor. Hem Erciş’te hem Van’da konteyner kentlerin yerleri hazırlanmıştır. Bunlar, biliyorsunuz, altyapısı, su, atık su, elektrik gibi her şeyi olan; iki oda, banyo, mutfak ve tuvaleti bulunan, 7-8 kişinin rahat barınabildiği konteynerlerdir.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Her şey var Sayın Bakan. O zaman, sorun bizzat sizsiniz!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Diğer yandan, kamu hizmetlerinin sağlıklı yürütülebilmesi için de kamu binalarının onarımları devam etmektedir.

HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) – Siz Van’a karışmayın orası düzelir!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Tabii, kalıcı konutlarla ilgili…

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, bir özür borcunuz yok mu, özür!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Şu anda, kalıcı konutlarla ilgili çalışmalar başladı, ihaleleri yapıldı bir kısmının. 1.800 TOKİ konutu -ki bunlar önceden zaten yapılıyordu- bu ay sonuna kadar bitmiş olacak ve teslim edilecek.

Ayrıca, Erciş’te 1.376, Van’da 1.568 olmak üzere toplam 2.944 konutun ihale süreçleri tamamlanmış ve temelleri de atılmıştır. Bizim bu konutlarla ilgili verdiğimiz tarih, bilindiği gibi, Ağustos 2012’dir. Ağustos 2012’de bu konutlar sahiplerine teslim edilecektir ama şu anda, özellikle Van’da ve Erciş’te master plan çalışmaları devam ediyor. Bu master plan çalışmaları bittiğinde ve hasar tespitleri de bittiğinde yeni ihaleler de yapılacaktır.

Diğer illere sevk edilen, kamu kurumlarının misafirhanelerinde misafir edilen depremzede sayısı 14.745’tir şu anda ama kendiliklerinden diğer illere gitmiş ve valiliklerimizin hizmet verdiği insanımız, depremzede 30 bini aşmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda Aile Bakanlığımızın 200’den fazla sosyal çalışmacı, sosyolog, psikolog ve psikolojik rehberlik danışmanı, depremzedelere psikososyal destek sağlamaktadır. Bu konuda ekiplerimiz kurulmuştur. Sağlık Bakanlığının ekipleri kurulmuştur. UMKE’nin gezici ekipleri gece gündüz hizmet vermektedir.

Öksüz veya yetim kalan çocuklar, yaşlılar ve özürlüler tespit edilmiş, bunların kurumlara yerleştirilmesi sağlanmıştır. Şu anda 188 çocuğumuz, maalesef, annesini babasını kaybetmiştir, onlar tespit edilmiştir. Ve şu anda bir araştırma yapıyor Aile Bakanlığımız. Her aileye gidiliyor. Burada hem ailenin durumu hem de ihtiyaçları daha gerçekçi şekilde tespit edilecek. Eminim, o zaman daha sağlıklı ulaşma da mümkün olacak.

Bu arada, su, elektrik, doğal gaz, iletişim, ulaşımda hiçbir sorun yoktur Van’da ve Erciş’te. İlk iki gün Erciş’te elektrikte biraz sorun olmuştur, onun dışında altyapıda hiçbir sorun yoktur.

Hasar tespit çalışmalarıyla ilgili de şunu söyleyeyim: Tabii, biraz önce Değerli Milletvekilimiz Mehmet Bey genel hayata etkililikle ilgili bilgi verdi. Şu anda 400 teknik personelle hasar tespit çalışmaları devam ediyor. Erciş ve köyler bitmek üzere. Hepsi bittikten sonra bunların tamamı Van’a gelecek ve Van’daki çalışmalarına başlayacaklar.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, test etmiştiniz, testin sonucu ne oldu?

 BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Van’ın biraz ertelenmesinin bir sebebi de şu anda hâlen artçı deprem… Mesela, dünkü artçı deprem yeni hasarlar meydana getirmiştir. Bu sebeple, Erciş ve köylerin hasar tespitine öncelik verilmiştir.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Testin sonucu ne oldu Sayın Bakanım?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Ayrıca şunu da ifade etmek istiyorum: Enkaz kaldırma çalışmaları ihale edilmiş, bunlar kaldırılıyor. Yapı denetimiyle ilgili şu anda yasa tasarımız hızlı şekilde hazırlanıyor. Hükûmetimiz, biliyorsunuz, depremzedelere dönük bir karar çerçevesinde -genel hayata etkililik kararı çerçevesinde- çiftçimizin, esnafımızın vergi borçlarını bir yıl ertelemiştir. Maliye Bakanlığı vergi ve cezalarıyla ilgili ertelemeler yapmıştır. Sigorta primleri ertelenmiştir. Ayrıca, Çalışma Bakanlığı 5 bin kişinin sekiz ay boyunca Toplum Yararına Çalışma Programı’nda çalıştırılması kararını almış, şu anda 3 bin kişi oradan çalıştırılmaktadır. Bunun dışında, KOSGEB’in yardımları vardır. Çalışma Bakanlığı tarafından yine özellikle kısa çalışma ücretleri ödemesine başlanılmıştır ve depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine sosyal güvenlik maaşı bağlaması da yapılacaktır.

Tarım Bakanlığımız, hayvanı telef olan bütün köylülerimize, kendilerine aynı cins hayvanı verecektir. Ayrıca tarım sigortası kapsamında olan hayvanların  bedellerinin ödenmesine de başlanmıştır. Tabii köylerde ahırlar da yıkıldığı için büyük çadır ahırlar yaptırılmış, bunlar da neredeyse tamamlanmak üzeredir.

Ben burada vakit kısa olduğu için diğer çalışmalara değinemiyorum ama şunu ifade etmek istiyorum:

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunu biliyoruz, deprem ülkemizin bir gerçeği, ülke olarak tüm deprem önlemlerini almaya mecbur değil, mahkûmuz.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Bakan, on senedir niye almadınız?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY  (Devamla) –   Başta depremler olmak üzere afetlere hazırlıklı olmamız gerektiğini unutmadan, afete dirençli ve afet bilinci yüksek bir toplum hâline gelmek için yoğun çaba sarf etmemiz gerekmektedir. Bu, devlet ve milletin birlikte topyekûn bir şekilde vermesi gereken bir mücadeledir. Ayrıca Van bir medeniyetler şehrimizdir. Tarihî, kültürü, coğrafi yapısıyla eşine az rastlanan bir ilimizdir. Medeniyetlerin kalbi olan Van ilimizi köyleriyle birlikte yeniden inşa edeceğiz, Van’ı örnek bir şehir hâlinde yeniden kuracağız.

Bu vesileyle bir gönül işi olan ve tüm olumsuz şartlara rağmen fedakârca görev yapan tüm arama kurtarma, ilkyardım ve sağlık personeline, Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet mensuplarımıza, STK’lara ve görev yapan herkese tekrar buradan teşekkür ediyorum.

Burada yine, konuyla ilgili benim bir söz söylediğim, burada işte kendi potansiyelimizi görmek için falan… Değerli milletvekilleri, o konu bir gazetede çıktı ve ben onu ertesi gün düzelttim ama muhalefet partimiz onu gerekçesini yine koymuş. Yani o manada bir şey söylemedim, öyle bir şey söylenmez. Kırk beş dakikalık konuşmanın içinde söylediğimiz şudur: Bizim arama  kurtarma açısından büyük sıkıntımız yok, çadırda sıkıntımız var, dış yardımlarda çadıra öncelik verdik, bunu demek istedik.

Ayrıca elimde bir araştırma var, bu dün çıktı.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, arama  kurtarmada da sınıfta kaldınız. Biz iki gün oradaydık, sınıfta kaldınız.

BAŞKAN – Sayın Ağbaba… 

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Burada, bu araştırmada… Biz, biliyorsunuz, çalışan bir partiyiz ve milletin nabzını çok tutarız. Ben de bu işlerin uzmanıyım biliyorsunuz, siyasi analizler yaparım. Her aylık araştırmada o ayın konularını sorarız.

Bakın, vatandaşa bu ay -dün çıktı bu araştırma- deprem soruluyor, depremde Hükûmetin performansı…

OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi şirket yaptı Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Bu araştırmayı biz kendimizi denetlemek için yapıyoruz, açıklamıyoruz da, sadece kendimiz görüyoruz ve…

OKTAY VURAL (İzmir) – Kendiniz yapıyorsunuz… Şıracının şahidi bozacı!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) –Burada diyor ki: “Hükûmet, Van’a en hızlı şekilde müdahale etmiş ve gerekeni yapmıştır.”

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, doğru değil.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) –Ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 75, buna katılmayan yüzde 25. Kendi seçmenimiz yüzde 94.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Bakan, araştırma hangi şirketin?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Yandaş medya var ya, onlara yaptırmışsınızdır!

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) –Bu araştırma 26 ilde ve 5 bin kişi üzerine ve burada bir sonuç daha var. Bu sonucun muhalefet kısmını göstermeyeyim.

OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi şirket?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) –Biliyorsunuz, AK PARTİ seçimde bunun yarısıydı, yüzde 50’ydi. Şimdi, yarıdan biraz bu tarafa taşmaya başladı, yüzde 55, kasım ayının sonu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Biz siyaset yapıyoruz, biz milletin nabzını tutuyoruz. 

OKTAY VURAL (İzmir) – Siyaset yapmayın, vicdanınızın gereğini yapın.

VELİ AĞBABA (Malatya) – Sayın Bakan, depremin ilk iş günü ordaydık, dediklerinizin hiçbiri doğru değil.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) – Doğru, doğru…

Muhalefet hiçbir şey için teşekkür etmiyor ama millet biliyor millet, millet biliyor.

Ben, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, efendim, gensoru önergesini veren bir parti olarak gensoru gerekçemizde belirttiğimiz hususlar konusunda maalesef Sayın Bakan cevap vermemiştir. Umarım kalkacak parmaklar Van’daki dramı ve o otelde ölen insanların acısını hissedecek vicdanların sesi olur diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, efendim, biz, Van depreminde yardımların…

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Milletvekilim, bir saniye...  Bizim böyle bir usulümüz yok. Grup Başkan Vekili…

Şimdi, Sayın Acar…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Efendim, 60’ıncı maddeye göre söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, ne için söz istiyorsunuz?

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – İç Tüzük’ün 60’ıncı maddesine göre söz istiyorum. Çok kısa bir katkı yapmak istiyorum.

BAŞKAN – 60’ıncı maddeye göre… İsteyemezsiniz, şunun için, açıklama yapacağım: Sayın Acar, Sayın Akar, Sayın Kuşoğlu, Sayın Tanal, Sayın Eyidoğan, Sayın Ağbaba, Sayın Kaplan ve Sayın Öz’ün söz talepleri var. Anayasa’nın 99’uncu maddesini okuyorum: “Bu görüşmede -gensoru görüşülüyor efendim-  ancak önerge sahiplerinden biri, siyasi parti grupları adına birer milletvekilli, Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir Bakan konuşabilir. İç Tüzük değil Anayasa’nın hükmü bu, 99’uncu madde.

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım, ancak sayın milletvekilleri, gensoru önergesinin oylamasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır, önergeyi okutup imza sahiplerini arayacağım.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gensoru oylamasının açık oylama ile yapılmasını arz ederiz.

 

Mehmet Şandır? Burada.

Oktay Vural? Burada.

Alim Işık? Burada.

Mehmet Günal? Burada.

Oktay Öztürk? Burada.

Mehmet Erdoğan? Burada.

Ali Öz? Burada.

Seyfettin Yılmaz? Burada.

Koray Aydın? Burada.

Ali Uzunırmak? Burada.

Ahmet Kenan Tanrıkulu? Burada.

Emin Haluk Ayhan? Burada.

Hasan Türkoğlu? Burada.

Sinan Oğan? Burada.

Bülent Belen? Burada.

Kemalettin Yılmaz? Burada.

Mustafa Erdem? Burada.

Özcan Yeniçeri? Burada.

Celal Adan? Burada.

Reşat Doğru? Burada.

Murat Başesgioğlu? Burada.

 

Sayın milletvekilleri, açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince açık oylama elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için üç dakika süre veriyorum.

 (Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin açık oylama sonucu:

 

“Kullanılan oy sayısı

:

352

 

 

Kabul

:

86

 

 

Ret

:

     265

 

 

Çekimser

 

:

    

         1   

 

(x)

 

Kâtip Üye

Tanju Özcan

Bolu

Kâtip Üye

Mustafa Hamarat

Ordu”

 

 

BAŞKAN – Böylece, gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

XI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yeni Zelanda Hükümeti Arasında Hava Hizmetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı: 21)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Avustralya Hükümeti Arasında Hava Ulaştırma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu ( (1/425) (S. Sayısı: 22)

 

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Komisyonun olmadığı, olmayacağı da anlaşıldığı için, alınan karar gereğince kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri…

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) – Meclis bu hâlde komisyon gelir mi?

BAŞKAN – …sırasıyla görüşmek için…

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Değerli Başkanım, böyle ayakta görüşme yapılır mı? Özür dilerim, şimdi, yani böyle bir görüşme yapılabilir mi?

BAŞKAN – …2 Aralık 2011 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Sayın milletvekilleri, iyi tatiller diliyorum.

Kapanma Saati: 18.21



(x) (11/6) Esas Numaralı Gensoru Önergesi’nin metni 29/11/2011 tarihli 25’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.