TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
44üncü
Birleşim
21
Aralık 2011 Çarşamba
(TBMM Tutanak
Müdürlüğü tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan
ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile
konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde
belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak
yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı
Cemil Çiçekin, 1915 yılında yaşanan olayları daha önce
soykırım olarak tanımlayıp aksini iddia edenlerin
cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin
Fransa Ulusal Meclisinde 22/12/2011 tarihinde oylama
yapılacağına, konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir
sorunu iç politikaya alet etmelerine, konunun siyasetçilerin değil
tarihçilerin araştırması gereken bir konu olduğuna
ilişkin konuşması
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/470)
(S.Sayısı:87)
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı ile Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
İdare ve Kurumların 2010 Bütçe Yılı Kesin Hesap
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88)
V.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplanın, Mersin Milletvekili Mehmet
Şandırın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
2.- Tekirdağ
Milletvekili Faik Öztrakın, Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4.- Iğdır
Milletvekili Pervin Buldanın, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınçın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
5.- Giresun Milletvekili
Nurettin Caniklinin, Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, partisine
sataşması nedeniyle konuşması
6.- Tunceli Milletvekili
Kamer Gençin, Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçın, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
7.- Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın, Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, Kültür ve Turizm Bakanının
konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi notları
istediğine ve gönderilen bilgileri basın toplantısında
açıklayacağına ilişkin açıklaması
VII.- TEBRİK,
TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınçın, bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür
konuşması
VIII.- OYLAMALAR
1.- 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının oylaması
2.- 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının oylaması
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Adana Milletvekili Ali Halamanın, Suriye ile
ilişkilere ilişkin Başbakandan sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun cevabı
(7/1022)
2.- İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğanın, Van depremi ile ilgili teknik verilerin
oluşturulması ve açıklanmasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalayın cevabı (7/1034)
3.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın,
sismik araştırmalar için Akdenize açılan Piri Reis Gemisinin
çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun cevabı
(7/1039)
4.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binicinin, Vanda meydana gelen deprem ile arama ve kurtarma
çalışmalarına ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalayın cevabı (7/1052)
5.- Gaziantep Milletvekili Edip Semih
Yalçının, öğrenim ve katkı kredi borçlarına
ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın
cevabı (7/1072)
6.- Bursa Milletvekili Sena Kalelinin, Kredi ve
Yurtlar Kurumu yurtlarında yapılan ve zorunlu olduğu iddia
edilen özel yaşam hakkındaki anketlere ilişkin sorusu ve Gençlik
ve Spor Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/1073)
7.- Antalya Milletvekili Gürkut Acarın, Antalya
Atatürk Kültür Merkezindeki Atatürkü Anma Konserinin ertelenmesine
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim
Şahinin cevabı (7/1097)
8.- Ankara Milletvekili Zühal Topçunun, uzman
yardımcılığı mülakat sınavlarına ve bu
sınavlara yapılan itirazlara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahinin cevabı (7/1154)
9.- Ankara Milletvekili İzzet Çetinin, AOÇ
arazisinin tarihî misyonuna aykırı amaçlar için kullanımına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin cevabı (7/1155)
10.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Vandaki depremzedelerin ihtiyaç ve sorunlarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Beşir
Atalayın cevabı (7/1158)
11.- İzmir Milletvekili Musa Çamın, ABD ile
yapıldığı iddia edilen anlık istihbarat
paylaşımı konusundaki anlaşmaya ilişkin
Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlunun cevabı (7/1161)
12.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Irakın kuzeyine yapılan kara operasyonlarına ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun
cevabı (7/1172)
13.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Türkiyenin Kıbrıs politikasına ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun cevabı
(7/1173)
14.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
terörle mücadeleye ve Irakın kuzeyine yapılan kara harekâtına
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlunun cevabı (7/1175)
15.- Mersin Milletvekili İsa Gökün, İncirlik
Hava Üssüne ABD tarafından konuşlandırılan dört predatorun
kullanımına ilişkin sorusu ve Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlunun cevabı (7/1176)
16.- İzmir Milletvekili Alaattin Yükselin,
Vandaki deprem sonrası yapılan açıklamalara ve
çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalayın cevabı (7/1197)
17.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Almanyadaki Türklere yapılan saldırılara ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlunun cevabı (7/1222)
18.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceerin, 2
Temmuz 1993te Sivasta meydana gelen olayların
sanıklarının iadesine ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlunun cevabı (7/1223)
19.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin, Türkiye genelinde ve İstanbulda olası bir depreme
karşı alınan tedbirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalayın cevabı
(7/1295)
20.- Van Milletvekili Özdal Üçerin, Vanın afet
bölgesi ilan edilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Beşir Atalayın cevabı (7/1296)
21.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkayanın, Bartın Irmağındaki kirliliğe ve
alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/1315)
22.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkinin,
Hatay ve bölge illerinde olası bir depreme karşı alınan
önlemlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/1370)
23.- Ankara Milletvekili Mustafa Erdemin, Arap
Baharının Türk şirketlerine etkisine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer
Çağlayanın cevabı (7/1372)
24.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Fransa-Türkiye ilişkilerine ilişkin sorusu ve Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlunun cevabı (7/1454)
25.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkinin,
Hatay ve ilçelerinde yapılan kömür yardımına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma
Şahinin cevabı (7/1471)
21 Aralık 2011 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
----- 0 -----
BAŞKAN Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 44üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır.
III.-
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Cemil Çiçekin, 1915 yılında
yaşanan olayları daha önce soykırım olarak
tanımlayıp aksini iddia edenlerin
cezalandırılmasını öngören kanun teklifine ilişkin Fransa
Ulusal Meclisinde 22/12/2011 tarihinde oylama yapılacağına,
konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç politikaya alet
etmelerine, konunun siyasetçilerin değil tarihçilerin
araştırması gereken bir konu olduğuna ilişkin konuşması
BAŞKAN Gündeme geçmezden önce, bir hususu, önemi sebebiyle ve
zamanlaması itibarıyla bir defa daha burada, sizlerin huzurunda dile
getirmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, 1915 yılında yaşanan
olayları daha önce soykırım olarak tanımlayıp aksini
iddia edenlerin cezalandırılmasını öngören kanun teklifine
ilişkin Fransa Ulusal Meclisinde yarın oylama yapılacaktır.
Geçmişte barış içerisinde yaşadığımız
Ermeni vatandaşlarımızı tahrik ederek her iki taraf
açısından istenmeyen olayların vuku bulmasına sebep
olanlar, bugün de sadece oy hesabıyla ve bezirgânca bir
yaklaşımla konuyu gündeme taşıyarak tarihî bir sorunu iç
politikaya alet etmektedirler. Konu, siyasetçilerin değil, tarihçilerin
araştırması gereken bir konudur. Bunu defaatle ifade ettik.
Yarın Fransa Ulusal Meclisinde yapılacak oylamanın olası
sonuçlarına ilişkin hassasiyetimizi çeşitli vesilelerle dile
getirdik. Fransa Ulusal Meclis Başkanına mektup gönderdim. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan
bir heyetimiz ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, Fransız
kamuoyuna ve politikacılarına konunun iki ülke ilişkilerinde yol
açacağı kalıcı tahribatı anlatıyorlar. Dünkü
birleşimde Başkanlık tarafından Genel Kurul kürsüsünden
gerekli uyarı Meclisimiz adına bir defa daha yapıldı, ben
de aynen katılıyorum, bugün de aynı uyarıyı
yapmayı tarihî bir görev olarak kabul ediyorum. Teklifin seçimler
öncesinde gündeme getirilmiş olması bile başlı
başına bazı Fransız politikacıların bu konuya
nasıl yaklaştığını göstermektedir.
Milletvekillerinin ve parlamentoların görevi ülke ve dünya
barışına hizmet etmektir. Politikacı oya muhtaçtır,
ancak sağduyulu politikacılar ülkelerinin ve
vatandaşlarının geleceğini ipotek altına alacak
kararlardan kaçınmalıdırlar. Teklifin kabul edilmesi
Türkiye-Fransa ilişkilerinde telafisi mümkün olmayan, tamir edilemeyecek
ölçülerde büyük bir hasara yol açacaktır. Umarım yarınki
oylamada sağduyu öne çıkar ve Türkiye'nin Avrupa Birliği
üyeliğine her fırsatta karşı çıkan Fransız
politikacıların her iki ülke vatandaşları arasında
kalıcı bir tahribata yol açacak hataya düşmelerinin önüne
geçilmiş olur.
Değerli milletvekilleri, şimdi
gündeme geçiyoruz.
Programa
göre 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile
2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.Sayısı:87)
2.- 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların Sunulduğuna
Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88) (x)
BAŞKAN
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulun 6/12/2011 tarihli 29uncu Bileşiminde
alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve
Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- İç Tüzükün
86ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki kişisel
konuşmaların ise onar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Şimdi
grupları ve şahısları adına söz alan sayın
üyelerin isimlerini bilgilerinize sunuyorum: Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına: Sakarya Milletvekili Sayın Münir
Kutluata, Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet
Şandır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına: İstanbul Milletvekili ve
Grup Başkan Vekili Sayın Akif Hamzaçebi, Tekirdağ Milletvekili
Sayın Faik Öztrak.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına: Diyarbakır
Milletvekili Sayın Nursel Aydoğan ile Iğdır Milletvekili ve
Grup Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına: Giresun Milletvekili
ve Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli.
Şahısları adına: Lehinde, İzmir Milletvekili
Sayın Mehmet Saim Tekelioğlu; aleyhinde, Yalova Milletvekili
Sayın Muharrem İnce.
Şimdi ilk söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluatada. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Kutluata.
Süreniz yarım saat Sayın Kutluata.
MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2012
yılı bütçesi üzerinde son görüşmelerde Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere
huzurlarınızdayım.
Değerli milletvekilleri, bütçeler, ait oldukları yılda
ülke ekonomisinin ne durumda olduğunu gösterdikleri kadar, daha önceki
uygulamaların ülkeyi nereye getirdiğinin de önemli belgeleridir. Bu
görüşmelerde, sadece bu bütçenin durumunu değil, ülke ekonomisinin ne
durumda olduğunu da görüşüyoruz. Bu nedenle, sözlerimin
başında bir kıyaslama ile dikkatlerinizi konunun özüne çekmek
istiyorum. Dokuz yılı aşkın bir süre iktidarda
kalmış olan Adalet ve Kalkınma Partisi, seksen sekiz
yıllık cumhuriyet tarihimizin yüzde 10,5ine hükmetmiştir. Bu,
uzun bir süredir, tek başına büyük bir Meclis çoğunluğuyla
yürütülmüş bir iktidardır. Bu dönemin sonunda Türkiyenin nerede
olduğunu gerçek göstergelerle ifade edersek, dokuz yıllık
değerlendirmeyi de, bundan sonraki bütçelerden ne beklendiğini de
aşağı yukarı ortaya koyma şansımız olur. Bu
dönemin sonunda, elimizde 2010 yılının net rakamları var,
2002 ile 2010 yılının sonuna kadar Türkiyedeki ekonomik
gelişme, kişi başına millî gelirin net olarak yüzde 31
artışından ibarettir. Yani bu dönemde, 2002 yılında
4.225 dolar olan kişi başı millî gelir iktidar tarafından
5.570 dolara çıkarılmıştır. Bu, Devlet Planlama
Teşkilatının, Kalkınma Bakanlığının kaynaklarında
2012 programının on altıncı sayfasından
alınmış bir bilgidir.
Eğer daha önceki iktidarlar da AKP gibi bir performans
gösterselerdi, her sekiz yılda Türkiye yüzde 31 gelişme kaydetseydi,
kişisel zenginleşme ve fert başına millî gelir
açısından bu süre içinde gelinen nokta, 1923 yılında 45
dolarlık fert başına geliri esas alırsanız, 2002
yılında AKP İktidarı sadece 530 dolarlık bir millî
gelir seviyesi devralmış olurdu kişi başına. Hâlbuki
BAŞKAN Sayın Kutluata, bir dakikanızı rica
edeceğim.
Değerli milletvekilleri, bütçe müzakereleri bizim Parlamento
kültürümüzde önemli bir yer tutar. Şahsi talebi olan milletvekillerimizin
lütfen kendi yerlerine oturmaları ve bakan
arkadaşlarımızı meşgul etmemelerini
Hassaten
uğultuya ve konuşulanı anlamaya engel teşkil edecek
hususlardan hepimizin sakınması gerekmektedir. (CHP, MHP ve BDP
sıralarından alkışlar) Birbirimizin hem hukukuna hem de
sözlerine saygı duyarak bu müzakereleri götürelim.
Buyurun Sayın Kutluata.
MÜNİR KUTLUATA (Devamla) Adalet ve Kalkınma Partisi, 4.225
dolar kişi başı reel millî gelir değil, 535 dolarlık
bir Türkiye devralmış olurdu 2002de. Demek ki hem önceki
performanslarının yüksek olduğunu söylüyoruz hem de bu dönemin
iyi değerlendirilmediğini ifade etmiş oluyoruz. Bu İktidar
dönemi geçen süreyi dikkate alırsanız,1929 buhranı, İkinci
Dünya Savaşı, ihtilaller, her türlü yokluklara rağmen Türkiye
ekonomisi çok daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir.
Diğer taraftan, başka göstergelere baktığınız
zaman da aynı şeyi görüyorsunuz; kişi başı
gelişmişlik endeksinde 92nci sırada olduğumuzu, yirmi
beş yaşındaki nüfusunuzun aldığı eğitim bakımından
126ncı sırada olduğunuzu görüyorsunuz ki bunun dokuz
yılı bu İktidar döneminde geçmiştir. O hâlde Türkiye'nin
genel göstergelerine baktığımız zaman ortada bugün
söylendiği gibi, yetkililerin, sorumluların söylediği gibi bir
tablo olmadığını görüyoruz ama bu gerçek tablolar ortaya
koyuldukça bir temel göstergeler savunmasıyla
karşılaşıyoruz. Deniliyor ki: Hangi gerekçeyi
gösterirseniz gösterin, hangi realiteyi önümüze koyarsanız koyun
Türkiye'nin temel göstergeleri sağlamdır. O bakımdan, sizlere
bu sağlam denilen temel göstergelerin nereye oturduğunu ve ne kadar
güvenilir olduğunu da ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, sağlam denilen bu göstergeler, büyüme
oranı, istihdam oranı, enflasyon oranı, bütçe denkliği,
tasarruf oranı ve borçların yapısı ve seyri gibi
hususlardır. Şimdi, bütün bu göstergelerin çok büyük bir cari
açık üzerine dayandığını görür ve bilir, buna göre
irdelerseniz ortadaki size bugün veya dün sağlam görünen göstergelerin
birdenbire nasıl değiştiğini görürsünüz bugün olduğu
gibi. Dün söylediği kadar bugün, iktidar, bu göstergelere güvendiğini
ifade edemiyor. Bunlardan birincisi büyüme oranıdır. Büyüme
dediğimiz zaman üç büyüklüğün bir arada gözlenmesi gerekiyor.
Bunlardan bir tanesi zaten tüketim oluyor ve büyüme başlıyor. Tüketim
olduğu zaman yatırım icap ediyor, üretimin artması
gerekiyor. Tüketimi artırıp yatırımı
yapmadığınız, üretimi
artırmadığınız zaman karşıladığınız
tüketim başka ülkelerin üretimiyle gerçekleşen tüketimdir.
Dolayısıyla, büyümeniz var, üretim artışınız yok.
Üçüncü düzelme ve gelişme: İthalat ve ihracat arasındaki
farkın ihracat lehine artmasıdır. Kendiniz üretmediğiniz
takdirde bu sefer ihracatınız azalmakta, nispi olarak düşmekte
ve ithalat artmakta, dolayısıyla, buradaki büyüklük de aleyhinize
işlemektedir. O bakımdan, bu tür büyümeye kalitesi bozuk büyüme
deniyor ve Türkiyede yaşananın da bu olduğu herkes
tarafından biliniyor.
Özet olarak, her zaman ifade edilen husus şudur: İthalatla
ekonomi yürütülüyor, başkasının parasıyla ithalat
yapılıyor ve parası olmayan tüketici kesimler de
borçlandırılmak suretiyle bu ithalat sağlanıyor. Yani
başkasının parasıyla yapılan ithalat,
borçlandırılarak yapılan tüketim ve bu işi seyrederek vergi
alan bir hükûmetle karşı karşıyayız. Ekonominin
çarklarının özeti netice itibarıyla bu olmaktadır.
Burada önemli bir örnek vermek istiyorum: Bu yapı bizi devamlı
daha verimsiz bir dış ticaret yapısına götürüyor. Bu
yapı bizi devamlı bozulan bir üretim yapısına, üretimdeki
yapısal bozulmaya götürüyor. Bu sürecin sonunda verimsiz ihracat ortaya
çıkıyor. Bir örnek vermek gerekirse, 2002 yılında
ihracatımızın içinde yüzde 4,7 olan yüksek teknolojiye
dayalı ürünlerin payının 2010 yılında 2,2ye, 2011
yılında da 1,9a düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla,
her zaman daha aleyhe işleyen bir dış ticaret yapısı,
her zaman katma değeri düşen bir ihracat yapısıyla
karşı karşıya kalıyoruz.
Bir başka nokta değerli milletvekilleri, istihdam konusu.
İstihdamın her yıl dalgalanan büyüme rakamlarıyla
artıyor görünmesi Türkiyede istihdamın rakamlar üzerindeki
görüntüsünü değiştiriyor olabilir ama istihdamın kalitesini
artırmıyor. İstihdamın kalitesinin artması, işe
giren insanların işlerinden memnun olması ve işlerini
garanti görebilmeleridir. Bu açıdan baktığımız zaman,
sağlanmış görünen istihdam dalgalı bir istihdam olmakta, bir
yıldan öbür yıla istihdamın kalitesi devamlı
bozulmaktadır. Bunun en önemli örneğini 2008-2009 krizinde gördük; 1
milyon 300 bin insanımız işsiz kaldı, bunların 870
bini tezgâh başından, sanayideki üretim yapısından koparak
işsizler ordusuna katıldı. Ondan sonraki yıllarda Düzeldi,
sayısı arttı. dediğimiz istihdam inşaat
sektöründeydi, hizmetler sektöründeydi, büyük oranda tarım sektöründeydi.
Dolayısıyla, bunlar, istihdamdaki kalitenin bozulmasının
alametleridir, rakamlardaki düzelme meseleyi halletmiyor.
Buna bir başka örnek vermek isterim: 2009-2010 yılında,
Ankarada Tekel işçilerinin direnişi sırasında, Tekel işçilerine yapılanların
hepsi bir tarafa, bunlardan daha vahim birtakım ifadeler
kullanılmıştı. Denilmişti ki işçilere: Sizin
razı olmadığınız ücretlerden, dışarıda,
çok daha düşüğüne çalışmak isteyen çok sayıda insan
var; onun için nazlanacak hâliniz yok. İşte, istihdam kalitesinin
bozulması bu demektir değerli milletvekilleri.
Toplumun mutlu ve itibarlı bir üyesi olarak, anayasal hak olan çalışma
hakkına kavuşmak yerine, ölmeyecek kadar gelirlerle
çalışmaya razı olma konusu; bu konunun her türlü siyasi
tartışmanın üzerinde tutulması gerektiğini
düşünüyoruz.
İşe giren bir genç İş sahibi oldum. deyip, evini
tutup, düzenini kurabiliyor ve yarınına güvenle bakabiliyorsa
işsizlik oranı düşüyor demektir; durum böyleyse Hükûmet
haklıdır. Yok, işi itibarıyla diken
üstünde oturuyor, geliri itibarıyla muhtaç durumdaysa, işten
çıkarılması an meselesiyse o zaman bizim söylediklerimize kulak
verilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu
Düzgündür. diyerek ifade edilen göstergelerden bir tanesi de enflasyon konusu
değerli milletvekilleri. Enflasyon konusunda çok özet olarak üç noktaya
temas etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, enflasyonun düşük
denildiği dönemde yani bu İktidarın yönetiminde, Türkiyede
enflasyon oranları hiçbir zaman Hükûmetin ilan ettiği ve tahmin
ettiği oranlar olarak gerçekleşmemiştir. Yüzde
Zam
yapabilecek olan, fiyat dikte edebilecek olan fiyatını yapar,
zammını koyar, gerçek enflasyon oranlarının üzerinden
hareket ederken talep gücü zayıf olan, ürettiği ürüne fiyat koymakta
tedirginlik içinde bulunan küçük işletmeler dâhil olmak üzere herkesin
aleyhine işleyen bir enflasyon süreci yaşanmıştır.
Bir
başka nokta, enflasyondaki düşme bir başarı olarak takdim
edilerek bunun düşük dövizle sağlanan, ucuz ithalatla sağlanan
bir gelişme olduğu göz ardı edilmiş ve bununla iftihar
edilmeye çalışılmıştır.
Şimdi,
enflasyon başkaldırınca Enflasyon canavarını
hallettik. edasıyla sergilenen şövalye tavırlarının,
Enflasyon hortlamak üzeredir. diye yine aynı terminolojiden
birtakım sevimsiz ifadelerle itiraf edilmeye
çalışıldığını görüyoruz.
Dolayısıyla,
enflasyonun geldiği yer çok önemlidir. İktidarın bunu gözden
kaçırmaması lazımdır. Enflasyonun geldiği yer,
maliyetli üretim yapısı ve yetersiz üretim yapısıdır.
Bunları düzeltmeden, düşen enflasyonun sizin elinizden
düşmediğini, hangi sebepten düştüyse yine o sebepten
yükseleceğini bilmeniz gerekir.
Bir
başka nokta, enflasyonla ilgili söylenmesi
gereken üçüncü husus, Merkez Bankası enflasyonun en büyük problem
olduğunu ifade etmeye başlamıştır. Hükûmet: Enflasyon
ciddi tehlike hâline geliyor. demeye başlamıştır.
İş çevreleri zaten işin farkındadır. Dar gelirli
başından beri, düşük olduğu söylendiği dönemden beri
de bu sıkıntıyı yaşamaktadır. Gözler Merkez
Bankasına, tenkitler Merkez Bankasına çevrilmiştir ama görüyoruz
ki iktidar, enflasyonun düşürülmesi konusunda kendine düşenleri
yapmamak suretiyle, üretimdeki yapısal bozuklukları âdeta teşvik
etmek suretiyle Merkez Bankasını bu noktada yalnız
bırakmaktadır.
Bir başka husus, göstergelerimizle ilgili, borçlar meselesi
değerli milletvekilleri. Borçlarla ilgili devamlı söyledik: Borçlarda
azalma yok artış var. İç borçlar yüzde 149 oranında, 2,5
katı oranında artmış. Kamu borçları yüzde 25
oranında artmış. Diğer taraftan Türkiye ekonomisi
üreticisiyle, tüketicisiyle muazzam bir borç yapısının
altında. Böyle bir ortamda Türkiyede borçlar üzerinden iyi ekonomik
görüntü verildiğini söylemenin sadece bir savunma ihtiyacından ibaret
olduğunu söylemek zorundayız. Bakınız, tüketici
borçları, hane halkı borçları 2002de 6,7 milyar lira iken bugün
236 milyar liraya çıkmıştır. 6 milyar lira
236 milyar
lira
Bu önemli olmaz, gelirine oranı
derseniz, harcanabilir gelire
oranı yüzde 4 iken yüzde 45e çıkmıştır, 11
katının üzerine çıkmıştır. Tüketicinin tüketim
takatinin bittiği, yarınki gelirlerinin bugünden tüketime
harcatıldığı bir ortamda ekonominin geleceğiyle ilgili
herkesin endişe duyması son derece tabiidir. Tasarruf
oranlarının yüzde 12ye düştüğünden bahisle cari
açığın gerekçesi olarak tasarruf oranlarının
gösterilmesi gibi bir yanlış izahla da karşı
karşıyayız. Bu tavır cari açığın
devamlı artacağının en önemli işaretidir. Cari
açık düşük tasarruf oranının sonucu olmaktan önce
düşük tasarruf oranları cari açığın sonucudur. Cari
açıkla yaptığınız
ithalatla yere serdiğiniz üretimde faktör gelirleri elde edemeyen
ekonomik kesimler, ücret elde edemeyen işçi kesimi, kâr elde edemeyen
iş âlemi, kira gelirleri düşen gayrimenkul sahipleri, sermaye
gelirleri azalan diğer kesimlerin tasarruf etmeleri kolay değildir.
Dolayısıyla, bu yapısal bozukluğun nereden geldiğine
bakmadan bunu cari açığın kaynağı yapmak doğru
değildir diye düşünüyoruz.
Son olarak, cari açığın doğrudan doğruya
kendisiyle ilgili bazı ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiyenin
bu kadar büyük sıkıntıya sokulduğunu söylediğimiz her
noktada cari açıkla ilgili bir söylemle karşılaştık. İktidar
mensupları dediler ki: Cari açık karşılanabildiği
sürece mesele yoktur. Esasen, bu tam bir mirasyedi tavrıdır. Cari
açık karşılanabildiği sürece sorun yok. derseniz, cari
açıkla yapılan tahribatları görmez olursunuz.
Bir başka kesim, daha bilgiç bir kesim ortaya çıktı.
Cari açığın finansman kalitesi önemlidir. dendi ve sonuç
itibarıyla Türkiyede cari açık 80 milyar dolara dayandı. 80
milyar dolara dayanan cari açığın yüzde 20sine yakın
kısmını, 16 milyar dolar gibi sarsıcı bir
kısmını bu ekonomi net hata noksan denen, nereden
geldiği belli olmayan diye tanımlanan bir kaynaktan
karşılıyor.
Değerli milletvekilleri, yönetim nereden geldiğini bilmiyor
olabilir diyelim. Peki, bunların nereye geldiğini de mi bilmiyor?
Hangi alanlara geldiğini de mi bilmiyor? Dolayısıyla cari
açığın bu yoldan karşılanması, sıcak parayla
karşılanması, isterse doğrudan sermaye girişiyle
karşılansın, mevcut işletmelerimizin satın
alınması şeklindeki uygulamalarla karşılanması
millî gelirdeki adaletsizliği ve millî gelirin göründüğü kadar
vatandaşın refahına yansımıyor olmasını açıklıyor.
Dikkat ederseniz bu yabancılaşmaların sonunda gelinen
noktada Türkiyede birtakım rakamlar yüksek gösterilmekle gayrisafi yurt
içi hasılanın gayrisafi millî hasılaya dönüşme
oranının zaman içinde düştüğü ve gayrisafi yurt içi
hasıla üzerinden hesap edilen millî gelirlerin gerçeği ifade
etmediği ortaya çıkıyor. O yüzdendir ki Hükûmet Biz kişi
başına geliri 10 bin doların üzerine çıkardık.
dedikçe, vatandaşlarımız Nerede benim 10 bin dolarım?
demektedirler.
Türkiye ekonomisi bütün bu göstergelerle birtakım açıklamalar
ışığı altında değerlendirilebilir ama gözle
görülür çok büyük bir sıkıntı konusu vardır. Bu da
Türkiyede ekonomideki strestir, iş dünyasının huzursuzluğudur.
Türkiyede iş çevreleri huzursuzdur çünkü üretim
yapısının nasıl bozulduğunu görmektedir. İş
çevreleri, Merkez Bankasının açıklamalarına bakmakta ve
telaşı görmektedir. İş çevreleri, Hükûmetin
açıklamalarına bakmakta ve telaşı görmektedir. Hükûmetin
cari açığı düşürmek amacıyla attığı
adımın dövizde ortaya çıkardığı fırlama
durdurulamamış, yükselme durdurulamamış ve şu anda
herkes olayı sıkıntıyla izlemekte ve Merkez
Bankasının rezervleri her müdahalede önemli bir oranda
azalmaktadır. Bu bakımdan, Türkiye ekonomisinin bu stresinin
değerlendirilmesi konusunda Hükûmetin atacağı birtakım adımlar
vardır. Bunları gecikmeden atmasını ve bu konuda
düzenlemeleri yapmasını bekliyoruz.
Bakın, 2008-2009 krizinin, bu güvensizliğin ortaya
çıkmasında bu krizin zihinlerde yarattığı
travmanın büyük etkisi vardır. O tarihte tedbir almak yerine göz göre
göre krizi hazırlıksız karşılayan bir iktidarın o
dönemde iş çevresine güven vermemiş olmasının bugünlerde
büyük etkisi vardır. Söz buraya gelmişken, bu noktada, Milliyetçi
Hareket Partisinin, 2009 yılı krizi yaşanırken tedbir
almayan Hükûmete rağmen, 2008 yılında Türkiye Büyük Millet
Meclisi açıldığı zaman Küresel Krizi İzleme ve
Değerlendirme Komisyonu kurduğunu ve bu komisyonun değerli uzman
milletvekillerinin muntazam bir çalışma sürecinde, belirli
periyotlarla hem kamuoyuna hem iş çevrelerine hem Hükûmete
yapılması gerekenleri söylediğini ve bu anlamda tavsiyelerde
bulunduğunu ve üzerine düşeni yaptığını
hatırlatmak istiyorum. Gerçekten, bu tarihte, 22 Ekim 2008, 5 Kasım
2008, 19 Kasım 2008, 8 Ocak 2009, 20 Şubat 2009, 17 Nisan 2009 ve 10
Haziran 2009 tarihlerinde kamuoyuna bu endişeler, Hükûmete bu tavsiyeler
ve iş çevrelerine bazı öngörüler duyurulmuş ve görev
yapılmıştır. Ancak, hatırlanacağı üzere o
tarihte, Hükûmetin, bu sıklıkta ve bu hassasiyette iş
çevrelerinin ve kamuoyunun önünü görmesini sağlayacak
çalışmalara ve açıklamalara girmediğini hepimiz
hatırlıyoruz. O bakımdan, bu noktada, hem orta vadeli program
dediğimiz programın hiçbir öngörüsünün hiçbir yıl
tutmamış olması ve geçmişin böyle
değerlendirilmiş olması, öbür taraftan yarına yönelik, 2012ye
yönelik tehlike çanları çalarken Hükûmetin hâlâ Avrupanın durumuna
hayıflanmakla yetiniyor olması kamuoyunda bu stresi yaratıyor,
güçlendiriyor.
Değerli milletvekilleri, bütçe değerlendirmeleri konusunda,
bütçe denkliği çok önemli bir kriterdir. Bu Hükûmetin de sık sık
bütçe denkliği konusuna temas ettiği ve bunun üzerinde durduğunu
görüyoruz. O bakımdan önce bütçeyi bu bütçe denkliği
açısından değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum.
Bütçe
denkliği bizde eğer yaygınlaşmış ve
zenginleşmiş bir tabandan alınan vergilerden oluşuyorsa o
bütçe zenginlik getirir. Bütçe denkliğini her hâlükârda
sağlayabilirsiniz, ne pahasına olursa olsun fakirden vergiyi
alır, bütçe denkliğini sağlarsınız ama burada fakirleştiren
bütçe ortaya çıkar. Bu noktada, iktidarın yüzde 70e
ulaşmış vasıtalı vergiler yoluyla
sağladığı bütçe denkliğinin esasen zenginleştiren
mi yoksa fakirleştiren mi bir bütçe uygulaması olduğunu
dikkatlere sunmak istiyorum.
Bir
başka nokta: Bütçe denkliğinde arızi gelirlere sık
başvuruluyor. Bunlardan bir tanesi özelleştirmenin özellikle
yabancılara satış şeklinde gerçekleştirilmesi ve
buralardan sağlanan gelirle bütçe denkliğidir. Bu yarın için
millî gelirin önemli payının dışarıya akması
şeklinde olacağı için bu tür bütçe denkliğinin
sağlıklı bir yol olmadığını biliyoruz. Bir
başka yol, borçların yapılandırılması
dediğimiz arızi denemedir. Borçların
yapılandırılmasına 2009 krizi sırasında ihtiyaç
vardı ki küçük işletmelerimiz üretim alanından çekilmesin,
esnafımız yerle bir olmasın. O zaman yapılmayıp da
bunun seçim döneminde yapılmış olması sadece bütçeye gelir
maksadıyla yapılmış olduğunu gösteriyor, bu
bakımdan da arızidir. Bedelli askerlik, 2/B uygulaması vesaire,
bunları alt alta koyabilirsiniz, bunlar arızi bütçe tedbirleridir ve
sağlıklı değildir. Buna dayanan tedbirlerin bir şey
ifade etmediğini, geçici olduğunu, sağlıklı bir
ekonomi anlamına gelmediğini ifade etmek istiyorum. Bu tür
uygulamalara uzmanlar şapkadan tavşan çıkarma diyorlar yani bu
tedbirlerin köklü ve asıl, esas tedbirler olmadığını
ifade etmeye çalışıyorlar.
Değerli
milletvekilleri, üçüncü nokta bütçe denkliği konusunda söylenecek
olan, cari açıkla sağlanan bir bütçe denkliği veya yüksek cari
açığın Türkiye ekonomisine muazzam zararlar verirken, öbür
taraftan bütçeye bazı gelirler sağlıyor olması. Nitekim,
ithalde alınan KDVnin 53,9 milyar Türk lirası öngörüldüğünü
görüyoruz 2012 bütçesinde. Vergi gelirleri bile 53,8 milyar Türk lirası,
yani daha fazla. Dolayısıyla, bütçenin bu anlamda yine
sağlıklı bir yolla denkleştirilmediğini görüyoruz.
İkiz açık diye bilinen cari açık ve bütçe
açığının, dış açık ve iç açık
şeklindeki açığın, Türkiyede cari açığın
dayanılmaz boyutlara çıkarken iç açığın nispeten
düşürülüyor olması, esasen bizde, bütçe açığının
cari açığın içine gizlendiği gerçeğini ortaya
koymaktadır. Çünkü bütçe açığının düşüklüğü
dev bir cari açıkla önümüzdedir. Bu açığı diğer büyük
rakamın içinde aramak gerekir diye düşünürüz.
2009
yılı bütçesi 2008 yılı sonunda görüşülürken 10 milyar
liralık bir bütçe açığı öngörülmüştü. Bunun
olmayacağını, kriz içinde olduğumuzu ve tedbir
alınması gerektiğini, Fakiri kendi hâliyle baş başa
bırakmayın. demiş idik iktidara. Bu tedbirler
alınmadı, 10 milyar liralık bütçe açığı
öngörüldü, 52 milyar liralık açık gerçekleşti. Şimdi 2012
yılının arifesinde Bütçe açığı 21
milyardadır. denilmesiyle ve bu konuda buradan birtakım övünç
payları çıkarılması ile endişemizin gitmediğini,
2009 bütçesini hatırlatma gereği olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, gerçekten bütçenin değerlendirileceği çok nokta var
ama zamanım çerçevesinde bir iki noktaya daha temas etmek istiyorum,
burayı kısa geçiyorum.
Ancak
şunu ifade edeyim: Yüzde 2 ile 4 arasında, yüzde 1 ile 4 dört
arasında olacağı kabul edilen bir büyümeye
karşılık yüzde 13ün üzerinde gelir artışı
öngörülüyor. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin,
vatandaşımızın gelecek yıl vergilerde çok
zorlanacağı bellidir. Hükûmet zamları 3+3 diye bir ayın,
bir dönemin düşük görünen tüketici endeksine göre yapıyor ama
tahsilatlarını, vergi tahsilatlarını onun 2
katını bulmuş olan üretici fiyatlarına göre yapıyor.
Dolayısıyla,
bu bütçenin neresine el atsanız söylenecek çok şey var ama sizlere
Türkiye ekonomisinin nerelerde olduğunu söylemek bakımından,
bize her gün gelen müracaatları bir şekilde bu kürsülerde her zaman
ifade etme fırsatı bulamamış olmamızdan ötürü de size
bir tablodan bahsetmek istiyorum değerli milletvekilleri. Şurada
elimde, bir iki gün öncesinin, Sakaryanın bir yerel gazetesinin kupürü
var, başlığı var. Bu, gazetenin birinci sayfasından
fotokopi. Burada diyor ki: Köyler icralık Sayıyor: Bankaların,
yabancı
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Kutluata, süreniz doldu.
Bütçenin
ilk günkü müzakerelerindeki uygulamaya paralel olarak gruplarımıza
6şar dakika -ilk ve son olarak- vereceğim. Dolayısıyla, bu
6 dakikanın 3ünü şimdi size veriyorum, 3ünü Sayın
Şandır kullanacak. Sizden sonraki konuşmacıların bu
sürelere dikkat ederek konuşmalarını yapmaları işimizi
kolaylaştıracaktır.
Size
3 dakika ek süre veriyorum, buyurun.
MÜNİR
KUTLUATA (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Köylerin
icralık olduğunu ve yabancı bankaların bol keseden ve dönüm
başına yüksek değerle verdikleri paraları
toplayamadıklarından şimdi şubeleri olmayan ilçelere hukuk
büroları açtığını gösteriyor ve söylüyor. Burada
ilçelerimizi saymış: Kocaali, Geyve, Ferizli, Hendek, Taraklı
vesaire. Fakat esas önemli olan, biz bu sıkıntının gelmekte
olduğunu 30 Ekim 2007 tarihinde dönemin Maliye Bakanına 2008 bütçesi yapılırken söylemişiz, 2009 bütçesi
yapılırken söylemişiz ve bir yabancı bankanın veya
bazı yabancı bankaların, ilin bazı yerlerinde bazı
alanlara çok özel ilgi gösteriyor olmasının takibinin kendilerinin
görevi olduğunu söylemiştik; şimdi Sakaryada durum budur. Bu,
borç oranlarını verdiğimiz insanımızın, hane
halkımızın, tüketicimizin, çiftçimizin, üreticimizin genel
tavrının bir küçük örnekteki yansımasıdır.
Şimdi, değerli milletvekilleri, aynı yerden elimde bir
başka vesika var; bu ilçelerimizden Kocaali ilçesinin 40 muhtarı -köy
ve mahalle muhtarları, toplamı 40 tane- imzalar atmışlar,
mühürler basmışlar ve göndermişler Türkiye Büyük Millet
Meclisine, diyorlar ki: Bu sene fındık ürünü yok, şu kadar
perişanız, şu kadar zor durumdayız. Tarım krediye,
Ziraat Bankasına ve diğer bankalara -bunları kastediyorlar-
borçlarımızın ertelenmesini istiyoruz.
Çok önemli görüyorum bunu çünkü bu muhtarlar zor durumdadır.
Muhtarlar, seçim sırasında oyların iktidara kanalize
edilebilmesi bakımından hizmet alamayacakları şeklindeki
ikazlar karşısında vatandaş üzerinde etki kurmaya
çalışmak zorunda bırakılmışlardı.
Şimdi, vatandaş muhtara Bizim durumumuz ne olacak? diyor. Muhtarlar
da Meclise başvuruyor. Ama muhtarlar Bu çiftçimiz daha önceki yıllarda,
bol fındık ürünü döneminde FİSKOBİRLİKin devre
dışı bırakılması ve çiftçinin sahipsiz
bırakılması sonucu bu borçların altında
kaldılar. demiyorlar, Bugün yokken 7.000 liraya çıkan
fındığın o tarihlerde 2.300 liradan
satılmasının biriktirdiği borçlardır, herkes
sorumluluğunu bilsin. diyemiyor muhtarlar. Onlar bu kadar söyleyebiliyor.
Ben de yüce Meclise ve Hükûmete bunu arz etmiş oluyorum ancak kamuoyunun
büyük kısmının bu sıkıntılar içinde olduğunu
ifade etmeliyim.
Değerli milletvekilleri, bu bütçenin bütün bu eksiklerine
rağmen ve daha önceki uygulamasıyla Türkiyeyi arzu ettiğimiz
yere getirmemiş olmasına rağmen milletimize hayırlı
olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Kutluata.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı,
Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet
Şandır.
Sayın Şandır, buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz otuz artı üçtür.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) Çok Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesi
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek için
söz aldım. Öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ancak, sözlerime başlamadan önce, bugün ülkemizin ve milletimizin önünde
çok önemli bir konu olan Fransadaki hadise üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisinin duygularını, düşüncelerini de ifade etmekle
başlayacağım.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve camiası olarak, Türk milletini
soykırım yapmakla, katliam yapmakla suçlamak cüretine kalkan
bazı gafiller, özellikle ve başta soykırım yapmayı suç
sayan bir kanun teklifini, tasarısını Fransız
Parlamentosuna sunan Fransa Hükûmetini ve bunu gündemine alan Fransız
Parlamentosunu şiddetle, nefretle kınıyoruz. Fransız
parlamenterlerin bu yanlışlıktan geri döneceğini ümit etmek
istiyorum ama yanlışta ısrar ederlerse biz, bunu bir
düşmanlık olarak kabul edeceğimizi ve Türk milletinin
dostluğuna herkesin ihtiyacı olduğunu tekrar hatırlatmak
ihtiyacını duyuyoruz. Bu bir millî konu, bu bir millî dava, bu davada
tüm milletimiz başta Milliyetçi Hareket Partisi camiası olarak ne
yapılması gerekiyorsa onu yapmak noktasında siyasi iktidardan da
gereken tavrı beklediğimizi ifade ediyorum.
Değerli milletvekilleri, buraya çıkarken bir diğer
acı haber, bir önemli bir haber daha ulaştı: Diyarbakırda
maalesef müessif bir kaza olmuş, 24 vatandaşımız bir trafik
kazasında hayatını kaybetmiştir. Hakkın rahmetine
kavuşan bu vatandaşlarımıza yüce Allahtan rahmet
diliyorum, ailelerine, yakınlarına
başsağlığı diliyorum. Milletimizin başı
sağ olsun.
Değerli milletvekilleri, bütçe konusunda konuşmaya
başlamadan önce, öncelikle, bu bütçenin -işte son
konuşmalarını yaptığımız şu gününde-
hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlara, bakanlık
bürokratlarına, siyasilere, bu bütçenin Komisyonda ve Genel Kurulda bu
noktaya gelmesine katkı veren tüm milletvekillerine, başta grubumuz
mensubu sayın milletvekillerimize, arkadaşlarıma ve bizim bu
çalışmalarımıza gece gündüz demeden katkı veren Meclis
personeline huzurlarınızda öncelikle teşekkür ediyorum.
Şunu bir daha ifade ediyorum: Bütçe çalışmaları
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve siyaset kurumu için önemli ve değerli bir
faaliyettir. Bunu yapabilmiş olmamızın, bu Meclisin açık
olmasının, demokrasimizin işlemiş olmasının
değerini ve kıymetini bilmek durumundayız. Bunu önemsiyoruz ve
bunun için demokrasimizin, Meclisimizin kıymetini bir daha ifade ediyorum.
Bundan sonra sorumluluk siyasi iktidarındır, artık, bu
bütçenin uygulanması ve sonuçlarının hesabını sayın
Hükûmet vermek durumundadır.
Değerli milletvekilleri, -sizler de biliyorsunuz, birçok defa
tekrarlandı- bütçe görüşmeleri aslında ülke gündemi üzerinde bir
genel görüşmedir, burada yapılan müzakereler de çok değerli
birer siyaset belgesidir. Biz bu bütçe konuşmalarında, bütçe müzakerelerinde
millete ait olan kaynakların nasıl
kullanılacağını, nasıl
kullanıldığını burada birlikte değerlendiriyoruz.
Bütçe görüşmelerinde, toplum, kendi kaynaklarının kullanılmasını,
milletvekilleri, muhalefet milletvekilleri tarafından denetlenmesini birlikte
izlemektedir. Değerli milletvekilleri, buna bütçe hakkı deniyor;
bütçe hakkı, toplumların demokratik gelişmişliklerinin en
önemli ölçüsüdür. Eğer bir toplum, milletvekilleri, Parlamentosu
vasıtasıyla kaynaklarının nasıl
kullanıldığını sorgulayabiliyorsa demokratik
olgunluğa erişti demektir. Biz, bu anlamda, bütçe müzakerelerini çok
değerli buluyoruz.
Bütçe görüşmelerinde, aslında
BAŞKAN Sayın Şandır, bir dakikanızı rica
edebilir miyim.
Değerli milletvekilleri, konuşmaları dikkatle takip
edebilmemiz bakımından bu uğultunun kesilmesi lazım. Ayakta
konuşan arkadaşlarımız konuşma ihtiyacını
duyuyorsa bu ihtiyaçlarını kulislerde gidermelerini hassaten rica
ediyorum.
Buyurun Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Süremin ilavesini isterim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Adaletimden emin olabilirsiniz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Değerli milletvekilleri, bütçe
görüşmelerinde siyasi partiler ülke ve millet için gelecek öngörülerini,
ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım
önceliklerini bu müzakerelerde ifade ederler. Aslında, bütçe
görüşmeleri siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir ve bu sahnenin
seyircisi de Türk milletidir, büyük milletimizdir.
Bütçe görüşmelerinde, aslında, iktidar, icraatının
hesabını verebilmek imkânına sahip oluyor değerlendirebilirse;
kesin hesap kanunuyla da aslında kendini ibra ediyor, çok değerli,
çok önemli bir imkân. Muhalefet milletvekilleri için, muhalefet partileri için
de bu konu, millet adına denetim görevini yapabilecekleri bir alan olarak
değerlendirilmelidir. Ayrıca, muhalefet milletvekilleri, muhalefet
partileri iktidar projelerini de bütçe görüşmelerinde topluma sunabilmek
imkânlarına sahip olurlar.
Değerli milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak
bütçe görüşmelerini bu anlam ve kapsamda değerlendirdik ve bu konuda
milletvekillerimiz çok sayıda soru sordu, çok sayıda
konuşmalarında önerilerde bulundu. Her bütçe müzakereleri
sonrasında, bizim grubumuz bu türde çalışmalar yaparak Hükûmete
bu görüşmelerde sunulan projeleri, önermeleri böyle kitap hâline
getiriyoruz ama bugüne kadar, 10uncu bütçesini görüştüğümüz AKP
İktidarı muhalefetin bu türlü önermelerine ihtiyaç duymadı,
değerlendirmeye de almadı maalesef. İnanıyorum ki birazdan
Sayın Canikli çıkacak Ne öneriyorsunuz yani? Hep tenkit ediyorsunuz.
diyecek ama her defasında biz bunu söylüyoruz.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Demeyeceğim,
demeyeceğim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Burada, her bütçe sonrasında,
Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin proje önerileri böyle kitaplar
hâlinde raflarda beklemektedir.
Aslında, bütçe müzakerelerinin bu kapsamda yapılması
gerekirken siyasi iktidarı, iktidar partisi grubunu bu yaklaşım
içerisinde bir türlü göremedik. Her aralık ayında aynı nakarat,
aynı şeyleri dinliyoruz. Yine rakamlara takla attırıyorsunuz,
muhalefeti suçluyorsunuz, övünüyorsunuz, ilgisizlik, tahammülsüzlük. Sözde
birleşim yapıyoruz, müzakere ediyoruz ve ülke kaynaklarının
nasıl kullanıldığını,
kullanılacağını müzakere ediyoruz ama ilgisizlik
buranın temel karakteristiği oldu. Vizyonu olmayan konuşmalar ve
ne yazık ki bu defa dozu artan, Başbakana methiyeler. Yani buna
Sayın Başbakanın ihtiyacı yok sayın iktidar partisi
grubu milletvekilleri ama burada her defasında her çıkan konuşmacınızın
temel konuşma karakteristiği bu, geçmişi suçlamalar ve
Sayın Başbakana methiyeler. Ne yazık ki üzülerek söylüyorum,
bütçe görüşmeleri bir anayasal zorunluluk, bir şekil
şartının yerine getirilmesinin ötesine geçemiyor hâlbuki,
başta da arz ettiğim gibi, çok değerli bir fırsat ve
imkândır.
Değerli milletvekilleri, öncelikle her defasında olduğu
gibi, şunu tekrar ifade edeyim: Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu
millete, bu ülkeye bir gram hizmeti dokunan kim varsa ona
şükranlarımızı sunuyoruz, hangi iktidar varsa ama biz bu
milleti her şeyin en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz, azla
yetinmemizi beklemeyin. Bu sebepten dolayı bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz,
yaptığınız savunmayı yeterli bulmuyoruz,
politikalarınızı bu anlamda tenkit ediyoruz ve bir şey daha
söylüyoruz size, iktidarlar övünmemeli. İktidarlar milletten
aldıkları yetkiyle millete verdikleri sözü, görevlerini yerine
getiriyorlar. Buraya çıkıp da Şunu yaptık, bunu
yaptık. diyerek milletin başına kakmaya hakkınız yok,
bu yanlış ve bunu o kadar rahatsız edici bir üslupla
yapıyorsunuz ki her defasında konuşuyoruz, bu sizde bir gelenek
hâline geldi. Aslında, her defasında yine söylüyoruz, diyoruz ki: Siz
bu ülkeyi, bu milleti nerede görmek istiyorsanız orayla mukayese ederek
bugünü mukayese ediniz, bugünü konuşunuz. Geriye bakarak 2002nin
rakamlarıyla teraziye çıkmak yakışmıyor.
Bu sebeple biz, bu müzakereleri iktidar açısından
kaybedilmiş bir fırsat olarak görüyoruz. Aslında, bu
karakterinizi sorgulamak da gerekiyor. Bütün ısrarımıza
rağmen, onuncu yıla girdik, dokuz yıl sonra, yine aynı:
bakanıyla, Sayın Başbakanıyla,
konuşmacılarıyla, ısrarla 2002ye endeksli bugünü
değerlendirmek, geleceği öngörmek saplantısından
kurtulamadınız. Bu neyin kompleksi? Hangi kompleksin dışa
vurumu? Bunu gerçekten anlamakta zorlanıyoruz. Nedir yani? Bir vicdan
azabı mıdır? Görevi başaramamış olmanın
suçluluğunun dışa vurumu mudur?
Değerli milletvekilleri, her ne ise bunu biz
sağlıklı bir ruh hâli, sağlıklı bir siyaset
anlayışı olarak değerlendirmiyoruz yani bu sözlerimi
ağır bulabilirsiniz ama sayın bakanlar burada,
şahıslarını ilzam etmiyorum ama bir sayın bakan
çıktı burada, hepinizin gözünün içine baka baka, 2002 öncesini zulüm
dönemi olarak niteledi. Var mı böyle bir hak değerli
arkadaşlar? Zulüm dönemi yani bu ülkede ne yapıldıysa sizin
dönenimizde yapıldı, geçmişte hiç iyi bir şey
yapılmadı! Bu, sağlıklı bir ruh hâli değil. Bunun
size de faydası yok, ülkeye de faydası yok.
Yine söylüyoruz, artık, kendinizi kendinizle mukayese ediniz,
dokuzuncu yılını doldurdu iktidarınız. Kendinizi
OECDyle mukayese ediniz, kendinizi üyesi olmak için
çırpındığınız Avrupa Birliğiyle mukayese
ediniz, Amerika Birleşik Devletleriyle mukayese ediniz. Yani buna gücünüz
mü yetmiyor, buna ufkunuz mu yetmiyor ya da başaramamış,
becerememiş olmanın acziyle burada geçmişi suçlayarak kendinizi
millete mi anlatmaya çalışıyorsunuz; bunu anlamak mümkün
değil.
Aslında bir soru sordum ben daha önce, gene soruyorum:
İktidarınız dokuz yılını doldurdu. 2002de var
olup da bugün unuttuğumuz bir sorun var mı değerli
arkadaşlar? Hangi sorun çözüme kavuştu, hangi sorun? İşte,
biraz önce, yani güpegündüz, Diyarbakır yolunda, Diyarbakır Batman
arasında bir trafik kazası oluyor, 24 vatandaşımız
hayatını kaybediyor. Neyin övünmesindesiniz?
İSMAİL
AYDIN (Bursa) Kazayı da mı Hükûmet yaptı?
ALİ ŞAHİN
(Gaziantep) Bununla Hükûmeti suçlamak
BAŞKAN
Lütfen, sayın milletvekilleri
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Yani Hükûmeti suçlamak meselesi değil, bir sonucu
ifade etmek açısından söylüyorum. Burada övünmek için sebep yok. Dün
hangi sorun varsa bugün de var.
Değerli
milletvekilleri, yine söylüyorum: Dokuz yılın sonunda -elinizi
vicdanınıza koyun, bizi milletimiz izliyor-
insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne
değişti? Değişikliği
SONER AKSOY
(Kütahya) Her şey değişti, her şey.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Her defasında Soner Bey böyle söyler. Ama bu
değişikliği yeterli buluyor musunuz? Siz milleti bununla
avunmaya mecbur mu tutuyorsunuz? Neden?
SONER AKSOY
(Kütahya) Seçimler bunu gösteriyor, seçimler.
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, rica edeceğim. Bakınız, yeri
geliyor bu kürsüden İç Tüzük hükümlerini tartışıyoruz. Laf
atmak bizim İç Tüzükümüzde yok. Nasıl olsa partiler adına
konuşmalar yapılıyor. Cevap verilmesi gereken hususlara parti
sözcüleri ya da Hükûmet cevap verecektir. Rica edeceğim, bu
alışkanlığımızdan vazgeçelim, iyi bir görüntü
olmuyor vatandaş nezdinde de.
MEHMET
ŞANDIR (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bakın,
sayın milletvekilleri, dokuz yıl sonra
ulaştığınız üç sonuç var, Sayın Hükûmet de
burada:
Birincisi: Biraz
önce Sayın Münir Kutluata çok teknik, güzel hazırlanmış bir
konuşmayla ekonomideki durumu size anlattı. Bir sonuç olarak
söylüyorum: Dokuz yılın sonunda Türkiyeyi üretimden
çıkardınız; artık, Türkiye üretmiyor. Hiç gezelemeyin,
Türkiye üretmiyor. Artık üreten ve istihdam yaratan bir ekonomiden
borçlanarak tüketen bir ülkeye dönüştük. Rakamları biraz önce
söylendi.
İki:
Uyguladığınız açılım politikalarıyla bu
ülkenin, bu milletin kardeşliğini parçaladınız,
birliğini parçaladınız. Bugün bu ülkede Sayın Başbakanın
bile şikâyet ettiği gelişmeler yaşanıyorsa bunun
sorumlusu, müsebbibi sizlersiniz.
Üçüncüsü de:
Maalesef, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ilk defa
komşularımızla bir savaşın eşiğine geldik.
Üç sonucunuz var. Bu sonucun bu millete ve bu ülkeye çok büyük maliyetleri
olacağı kanaatindeyiz.
Benim dostça
bir uyarımı, bir üzüntümü de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu üç
sonuçtan öte bir sonucunuz daha var. Kendinize isim olarak
aldığınız, kendinizi
tanımladığınız, milletimizin çok önemli değerleri
olan muhafazakârlık ve demokratlığın da içini
boşalttınız. Tüm sonuçlardan daha tehlikeli bir şey.
Değerli milletvekilleri, üzülerek söylüyorum, inancımızda
tanımlanan veya sizin başlangıcınızda
yaşadığınız muhafazakâr duyarlılıkla
bugününüzü mukayese edebilir misiniz? Bu konuda ölçümüz, önderimiz Hazreti
Peygamberin hayatı değil mi? İktidar gücüyle saltanata
dönüşen zenginliğinizi nasıl izah edeceksiniz? Üzüntü verici bir
sonuç.
İki: Demokratlık. Her gün gazetecilerin
tutuklandığı bir ülkede demokrat olmaktan bahsedilebilir mi?
Bir başka şey: Siz milletin iradesiyle iktidar
olduğunuzla övünüyorsunuz ve her defasında milletin iradesini buraya
getirerek diyorsunuz ki: Aldığın oy kadar konuş. Ama
milletin iradesiyle seçilmiş milletvekillerini hâlâ tutuklu tutuyorsunuz
ve bu konuda parmağınızı oynatmıyorsunuz. Bunun neresi
demokratlık? (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Sayın Hükûmete buradan soruyorum,
sayın bakanlara: Büyüdük. diyorsunuz, 10 bin dolar oldu fert
başına millî gelirimiz. diyorsunuz ama işsizliği
bitiremediniz; hâlâ üniversite mezunu gençlerimizin işsizlik oranı
yüzde 20ler dolayında. Toplumun, özel sektörün tasarruf oranı 1/3
oranında düştü. Hani Büyüdük, zenginleştik. diyordunuz?
Gayrisafi millî hasılasının yüzde 18,6sıydı,
şimdi 13lere düştü. Zenginleşsek biraz tasarrufumuz olmaz
mıydı? Nerede bu büyüme? Hane halkının gelirleri 2,5 kat
artarken borçları 14,2 kat, 14,2 misli artmış. Nerede bu büyüme
değerli arkadaşlar?
Varlıklarımız yabancıların eline geçti; TÜPRAŞı,
PETKİMi, Petrol Ofisini, Telekomu, bankaları, sigortaları
Birçok şirket yabancının mülkiyetine geçti. Yeni bir PETKİM
kurabildiniz mi? Yeni bir TÜPRAŞ kurabildiniz mi? Nerede bu büyüme? Kim
büyüdü Türkiyede? Bugün ülkemizde yaklaşık çalışabilir
durumda olup da çalışamayan, iş bulmaktan ümidini kesmiş
insanlarımız dâhil 4,5 milyon insan işsiz, 5 milyon insan asgari
ücretle çalışıyor. 9,5 milyon insan yeşil kart sahibi, 10
milyon emekli, 20 milyon köylü, 2 milyon memur açlık değilse bile
yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bunun
büyüme neresinde? Olana şükredelim, bu millete hizmet edene teşekkür
edelim ama burada gelip de milletin gözünün içine baka baka övünmenizin
anlamı yok.
Değerli arkadaşlar, daha dün yayınlandı, nüfusumuzun
yüzde 10u millî gelirin yüzde 2,1ini alıyor, yine nüfusumuzun diğer
yüzde 10u millî gelirin yüzde 32,2sini alıyor, tam 12 kat fark var.
Sefaletle safahat, ateşle barut misali yan yana yaşıyor. Allah
korusun bu nereye kadar böyle devam edecek?
Bir başka şey -Sayın Bakan buradaysa kusura
bakmasın- 134 milyar dolar ihracat yapmakla övünüyorsunuz ama Sayın
Cumhurbaşkanı buraya geldi dedi ki: 1 dolarlık ihracatın içerisinde 82
sent ithalat var. Siz 18 sentle Türkiyeyi büyüttüğünüzü nasıl
söylüyorsunuz yani? Siz kendinizi akıllı, milleti aptal mı zannediyorsunuz? (MHP
sıralarından alkışlar) 18 sentle neremiz büyüyor
değerli arkadaşlar? Kaldı ki bu 18 sentin ne kadarı kâr
olarak bu topluma, istihdam olarak bu topluma yansıyor o da bir ayrı
hesap.
Değerli arkadaşlar, Sağlık
Bakanlığının bir Ruh Sağlığı Eylem
Planı yayınlandı, sizin Hükûmetinizin -Sayın Bakan burada
zannediyorum- deniliyor ki: Türkiyede nüfusun yüzde 18i yaşam boyu bir
ruhsal rahatsızlık geçiriyor. Toplum cinnet geçiriyor.
Değerli arkadaşlar, iyi değilsiniz, iyi değilsiniz.
İkinci sonucunuz, milletin birliğini bozdunuz. Süre gerçekten az ama
bu konuya dokunmasak olmaz.
Değerli arkadaşlar, çok kötü durumda olabiliriz, uygulanan
ekonomik politikalarla yoksul olabiliriz, düşebiliriz ama birliğimizi
koruyabilirsek düştüğümüz yerden tekrar kalkarız ama bugün
başlattığınız açılım politikalarıyla,
demin de ifade ettiğim gibi, Sayın Başbakanın ifadesiyle,
bugün ülkede paralel devlet yapılanmasına ulaştınız.
Sayın Başbakan diyor ki: Türkiyede bir grup, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin dışında, toplum içinde bir paralel devlet
yapılanması kuruyor. Rüzgâr ektiniz, fırtına biçiyorsunuz.
Çok ekonomik sıkıntılarımız olabilir, dış
politikada sıkıntılarımız olabilir ama milletimizin
birliğini parçalarsak ayağa kalkamayız. Bu sizin eseriniz.
Sayın Başbakan Kürt kimliğini tanıyorum. diyerek
bu toplumun içerisinden yeni bir siyasi kimlik oluşturdu. Bu milletin
oylarıyla iktidar olmuş, Başbakan olmuş bir siyasi
kimliğin kalkıp Türk milleti kimliğinin dışında
bir başka kimliği tanıyorum. demesi, inanın değerli
arkadaşlar, üzüntüyle ifade ediyorum, gaflet ötesi bir
davranıştır. Şimdi, o kimliğini
tanıdığınız, Dağdan inin, gelin siyaset
yapın. diye davet ettikleriniz işte bugün ülke içerisinde paralel
devlet yapılanmasına ulaştılar. Ne yapacaksınız?
Biz, size ısrarla söyledik bu yolun yanlış olduğunu,
sürekli uyardık.
Sayın
Genel Başkanımız 2004ün 15 Haziranında bir bildiri
yayınladı, dedi ki: Bu gidiş iyi değil, bu gidiş
kardeş kavgasına sebep olur, gelin sorumluluk duygusu içerisinde,
sağduyulu davranın, bu bölücülük akımını durdurun.
Ama bizi o zaman suçladınız. Yetmedi Alt kimlik, üst kimlik diye
Türkiyelilik kimliği diye kimliğimizi sorguladınız. Yani
bir insanın aidiyetini, mensubiyetini, kimliğini elinden alırsanız, dalından kopmuş yaprak gibi
Kimliğini sorguladınız. Sonuçta bugün bu ülkede bir başka
kimliğin asabiyyetinde ayrı devlet kurmak iddiasında terörün
silahlı olanıyla mücadele edersiniz sizin müsaadeniz
doğrultusunda siyasi bölücülük bugün devlet kurmak aşamasına
geldi. Bu sizin eseriniz arkadaşlar. Bu ülkeye yapılabilecek en büyük
yanlışlık budur. İhanet demiyorum ama bunu düzeltemezsek
yani kardeş olmuş, bin yıldır beraber yaşayan,
kanı birbirine karışmış insanları
farklılıkların üzerinden kimlikleştirerek
milletleştirirseniz onun egemenlik hakkını vermek mecburiyetinde
kalırsınız. Bunun adı bölücülüktür. Bu ülkeyi böyle
parçalarsınız. Dünyanın her bölgesinde, tarihin her döneminde
coğrafyalar böyle parçalanmıştır. Bu sizin eseriniz
değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, bölücü terörün siyasi kanadını
da silahlı kanadını da şiddetle kınıyoruz, tenkit
ediyoruz. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yok. Ülkemizin ve milletimizin çok
sorunu olabilir ama bu sorunları
bir etnik kimliği özne yaparak tartışırsak ne çözüm buluruz
ne bulduğumuz çözüm bu milletin birliğini artırır; ayrışırız,
parçalanırız. Ülkemizin demokrasi sorunu var, yönetim sorunu var,
yargı sorunu var, çok sorunu var ama bu sorun Türkiyenin. Bu
sorunları çözmek için biz birliğimizi muhafaza ederek, o
birliğin gücünde ortak aklı üreterek çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.
Bu sebeple ben ilgililerine, bazı arkadaşlarımıza
Milliyetçi Hareket Partisi olarak şu hususları ifade etmek istiyorum:
Türkiyede insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasinin
yerleşmesi ve gelişmesi gerçekten arzu ediliyorsa ve sorunların
çözümü burada görülüyorsa artık bazı şeylerin iyi ayırt
edilerek yerli yerine konulması gerekir. Öncelikle, sorumluluk sahibi
bütün siyasi çevrelerin ve aydınların, demokrasiyi sadece kendi
açılarından tanımlayıp yorumlama
alışkanlığından, kendi çıkarlarının ya
da ideallerinin hayata geçirilmesinin bir aracı olarak görme
saplantısından vazgeçmeleri gerekmektedir. Sürekli kültürel ve etnik
farklılıklara vurgu yaparak bunları derinleştirmekle ve
hatta kurumlaştırmakla, çalışmakla demokrasi
yerleşemez. Sonuçta ortaya, sadece ve sadece daha çok çatışma,
farklılaşma ve ayrışma çıkar. Demokrasi, birey, aile,
toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin, temel hak ve özgürlüklerden
başlayarak hukuk devletini yaratacak bir şekilde
biçimlendirildiği bir siyasi sistemdir.
Demokratik değerler, hak ve özgürlük sahibi bireylerden
oluşan yurttaşların, bu hak ve özgürlüklerinin meşru
kaynağını oluşturduğu gibi, yurttaşların
devlet karşısındaki sorumluluğunu da tayin eder. Demokratik
devlet yapısı bu özelliklere dayalı olmak durumundadır yani
etnik alt kimlik, etnisite veya mezhep esasında bir dayatma
yapılamaz. Bunlar insanların kendi özelleridir, saygıya değerdir
ama bunları dayatarak ne demokratik sistemi ne toplumu ne devleti
şekillendiremeyiz. Buna niyetlenen insanların yaptığı
bölücülüktür.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, insan haklarına
dayalı demokratik cumhuriyet ve devletimizin kuruluş hukukunu, sosyal
hukuk devleti ilkelerini, resmî dil ve bayrağın
tartışılmazlığını, din ve vicdan
hürriyetinin garantörü anlamında bir laik devlet
anlayışını, üniter devlet yapısını,
sınırlarımızın
tartışılmazlığını ve her türlü teröre
karşı çıkmak mecburiyetini hepimizin ortak sorumluluk
paydası olarak görüyoruz. Burada siyaset yapan aydın olmak
sorumluluğunda. Bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen herkesin bu
ortak paydada hareket etmesi gerekiyor. Ben, bu anlamda, Sayın Hasip
Kaplanın, Başbakanın üzerinden Botan halkı önünde diz
çökeceksin. yaklaşımını çok yanlış buluyorum,
asla kabul edilmez buluyorum. Bu millet kimsenin önünde diz çökmemiştir
arkadaşlar, böyle bir hak yok. (MHP
sıralarından alkışlar) Bunun adı kardeşlik
değil, bunun adı demokrasi değil, bu resmen
düşmanlıktır, bu düşmanlığın da kimseye
faydası yoktur. Buna kimse niyetlenmesin.
Değerli arkadaşlar, süre çok az kaldı ama üçüncü konu da
dış politikadaki yanlışınızdır. Değerli
arkadaşlar, bugün geldiğimiz nokta itibarıyla dış
politikada ülkemiz savaşa en yakın durumdadır. Geri dönüşü
mümkün olabilecek mi? İsrail karşısındaki
tavrınızdan geri dönüşünüz onurumuza dokunmuştur.
Suriye karşısında gösterdiğiniz kesin tavrın
dönüşünü nasıl yapacaksınız bilmiyorum ama
yaptığınız yanlış, Türkiyeye yakışmaz.
Bu cumhuriyet doksan yıldan bu yana savaşmayarak bu noktaya geldi;
yumuşak güç, yumuşak enerji olarak hem kendini geliştirdi hem
komşularına, komşularının dönüşümüne destek
verdi. Bugün ne oldu da dost, kardeş Suriyeyle böyle düşman
noktasına geldik? Libyada yaşananları biliyoruz, Irakta
yaşanan, Afganistanda yaşananları biliyoruz. Tüm bu
yaşananlardan sonra şimdi Büyük Orta Doğu Projesi
kapsamında Suriyeye yapılacak bir müdahaleye taşeronluk yapmak
Türkiyeye ve Türk milletine yakışmaz.
Ben buradan Sayın Dışişleri Bakanı veya
Sayın Hükûmeti, bunu fırsat bilerek bir açıklama yapmaya davet
ediyorum. Gelip burada demeliler ki: Biz Suriyeye bir askerî müdahale
yapmayacağız. Biz Suriyeye yapılacak bir uluslararası
müdahaleye karşı çıkacağız ve içinde
olmayacağız. Biz Suriyeye yapılacak bir askerî müdahaleye
Türkiye topraklarını kullandırmayacağız. Bunu
söylemeleri lazım. (MHP sıralarından alkışlar)
Ben inanıyorum ki, bunu, Sayın Hükûmetin bakanları,
AKPye oy vermiş tüm vatandaşlarımız da böyle beklemektedir
ama görünen manzara öyle değil, Batıda konuşulan bu değil,
bu işin Türkiyeye ihale edildiğini ve Türkiye'nin bir şekilde
Suriyede de böyle konuşuluyor ve Suriye halkı bugün Türkiye
liderlerine ve Türkiye Cumhuriyetine düşmanlık duyuyor. Buna
yazık! Böyle bir yanlışı yapma hakkımız yok
değerli arkadaşlar.
Ben Sayın Dışişleri Bakanını burada
seyrettim, üzüntülerimi ifade ediyorum, sayarım severim kendisini ama
buradaki konuşmanın tutanağı yanımda -siz de
dinlediniz- sanki ata binmiş, kılıcı
kuşanmış sefere gidiyor. Libyadaki 50 bin Müslümanın
katlinden övünüyor burada. Üzüntü
verici bir hadise. Bunu Suriyede bu millete, bu zilleti bu millete
yaşatmamalısınız.
Değerli milletvekilleri, sözlerimin sonunda dostça bir uyarıda
da bulunmak istiyorum. Bu üç konuda sözünüz varsa gelin söyleyin ama tekrar
ediyorum: Türkiyeyi üretimden çıkarttınız, artık Türkiye
üretmiyor. Türkiyeyi tekrar üreten bir ekonomiye geri çeviriniz.
Türkiye'nin birliğini parçaladınız, siz açtınız
o yoldan başkaları gidiyor. Bu açılım politikalarından
vazgeçiniz. Yıkım koordinatörünün yanlış yönlendirmesiyle
Sayın Başbakan inanıyorum ki bugün pişman olduğu bir
yola girdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Şandır, ilave sürenizi veriyorum.
Buyurun efendim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Bu açılım politikalarından
vazgeçiniz. Bunun ne Kürt soylu vatandaşlarımıza faydası
var ne Türkiyeye faydası var, kimseye faydası yok. Bu küresel
projelerin uygulanmaya çalışıldığı şu
süreçte bu milletin birliğini parçalamanın kime faydası var?
Akla ziyan değerli arkadaşlar. Bundan vazgeçin.
Üçüncüsü de: Bu dış politika yaklaşımından
vazgeçin artık, küresel güçlerin eş başkanı olmaktan,
taşeronu olmaktan. Batı dünyasında Suriyeyi Türkiyeye ihale
ettik. gibi bir zilleti taşımaktan vazgeçin. Artık, Ankara merkezli
bir dış politikayı, millî bir politikayı bu milletin önüne
koyun. Bunları yapamıyorsanız, kapalı kapılar
arkasında kayıt altına alınamayan görüşmelerde
kimlere, ne söz verdiyseniz yani dönülmez akşamın ufkundaysanız
size tavsiyemiz milletten aldığınız emaneti iade edin. Bu
millet çaresiz değil mutlaka kendi içinden yeni bir iktidar
çıkartacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz milletimizin
hizmetine her zaman hazırız. (MHP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, tabii, bir bütçe görüşmelerinde
bunları değil geleceği konuşmalıydık. Ben
konuşmamın yaklaşık yarısını bitirdim,
gerisinde de onu konuşacaktım. İnternet sayfama
koyacağım, merak edenler oradan okuyabilir.
Yeni bir yüzyılın ilk çeyreğindeyiz. Türkiye, bölgesinde
lider ülke Türkiye olabilir. Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Genel
Başkanının hazırlattığı sekzinci Beş
Yıllık Kalkınma Planında Lider ülke Türkiye vizyonu,
bugün devlet politikası hâline gelmiştir. Doğruları
yaparsak, uluslararası konjonktürün getirdiği fırsatlardan da
faydalanarak ülkemizi lider ülke Türkiye yapabiliriz ama bu kısır
döngünün içerisinde, 2002ye göre kendinizi mukayese ederek bugünü savunmaya
kalkan bir zihniyetle veya küresel projelere taşeronluk yapan bir
zihniyetle veya özgürlük, demokrasi diye milletin
farklılıklarını ayrıştırarak, bu ülkeyi
bölmeye zemin hazırlayarak bunu başaramazsanız.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, biz ısrarla sizi
uyarıyoruz, gittiğiniz yol yanlış, bu
yanlışın maliyeti çok büyük olacaktır, milletten
aldığınız oyu kendinize gerekçe göstermeyiniz. Bunun sonucu
denenmez, ölümün denemesi olmaz değerli arkadaşlar. Bu politikalarla
koca bir imparatorluk yıkıldı, bugünkü vatanın 10 katı
büyüklükte bir vatanı kaybettik.
Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi olarak size millet adına
samimi uyarılarımızda bulunuyoruz, ümit ederiz ki
faydalanırsınız.
Ben, her şeye rağmen bu bütçenin ülkemize ve milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan
Sayın Başkan
Sayın Başkan
BAŞKAN Evet, buyurun efendim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Hatip adımı
zikrederek bir konuda bir açıklamada bulundu. Anlattığı
gibi değil. O konuya açıklama getirmek istiyorum; bu
çarpıtılmıştır, ismim zikredildiği için 69a
göre
BAŞKAN Aynı oturum içerisinde olmak kaydıyla
Başkan söz verebilir. diyor. Sizin bu talebinizi
değerlendireceğim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan
BAŞKAN İç Tüzük uygun olarak ben
değerlendireceğim, lütfen
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, ama
BAŞKAN Söz vermeyeceğim demedim, İç Tüzüke, 69a
dayanarak talep ettiniz, ben de 69a göre bu imkânı değerlendirip
HASİP KAPLAN (Şırnak) 69a göre şunu ifade
ediyorum Sayın Başkan: Sayın Hatip ismimi zikrederek Sayın
Başbakana Botan halkı önünde diz çöktüreceğim dedi.
demiştir ve burada kınama gibi bir açıklama yaptı. Bunun
böyle olmadığını açıklamak zorundayım çünkü
yanlış bilgi; bir. İkincisi: İsmim zikredildi. Üçüncüsü: Bu
İç Tüzük gereği bu aşamada, çok net bir durum var.
Gayet nazik sınırlarda, Sayın Şandırın
nazik eleştirileri çerçevesinde bir cevap vereceğim.
BAŞKAN Ben söz vermeyeceğim demedim. Siz 69a göre söz
istiyorsunuz. Ben de dedim ki: Aynı oturum içerisinde olmak kaydıyla
bunu takdir edeceğim.
Müsaade ederseniz
HASİP KAPLAN (Şırnak) Aynı oturum değil,
sıcağı sıcağına
BAŞKAN Yok, sıcağı sıcağına,
aynı oturumdur.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sıcağı
sıcağına
BAŞKAN Burada, sıcağı sıcağına
dediğimiz iş aynı oturum içerisindedir.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Usul budur. İzin verirseniz
BAŞKAN Şimdi, söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Sayın Akif Hamzaçebide.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Ama Sayın
Başkanım, bu konuda bir karar vermek
BAŞKAN Vermeyeceğim demedim ben. Daha ben burada oturuyorum,
oturumu kapatmadım.
Buyurun Sayın Hamzaçebi. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına sizi ve bizleri televizyonları başında izleyen
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlarken, insanların temel hak ve özgürlükleri
veya bu bağlamda insanın insan olmaktan kaynaklanan yaşam
hakkı konusunda kirli bir tarihi olan Fransayı Türkiyeye
karşı takındığı bu tutum ve düşünce
özgürlüğü karşıtı politikası nedeniyle
kınıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar)
Bütçeye ilişkin değerlendirmelerime Türkiyedeki adalet ve
yargı sistemi konusunda birkaç cümle etmek suretiyle başlamak
istiyorum. Çünkü bütçeler, sadece ekonomik politikaların, rakamların
konuşulduğu yerler değil aynı zamanda Hükûmetin tüm
politikasının değerlendirildiği bir platformdur. Yine
ekonomik istikrar siyasi istikrarın üzerine oturur. Bir ülkede siyasi istikrar
varsa ekonomik istikrar da vardır ve siyasi istikrar pek çoğumuzun
düşündüğü gibi parlamento çoğunluğuna dayalı bir tek
parti hükûmetinden değil kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin
güvence altında olmuş olmasından kaynaklanır.
Adalet ve
Kalkınma Partisinin 2002de Hükûmet olmasından bu yana
yaptığı 10uncu bütçeyi konuşuyoruz ve bu on
yıllık süre içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi adına
kurulmuş olan her yeni hükûmet eskisine kıyasla daha otoriter bir
görüntü verdi. Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde
bugün başlangıç noktasına kıyasla insan hak ve
özgürlüklerinden çok daha geriye gitmiş bir durumdadır.
Geçen hafta İnsan Hakları Haftasıydı; bütün dünyada
kutlandı, Türkiyede kutlanamadı. Türkiye, İnsan Hakları
Haftasına girerken hapishanelerinde 128 bin kişi vardı. Bu 128
bin kişinin 55 bini tutukluydu. Hapishanelerindeki insan
sayısının yaklaşık yarısının tutuklu
olduğu bir başka demokrasi, bir başka gelişmiş ülke
demokrasisi olduğunu düşünmüyorum ve 55 bin tutukluya hükümlü gözüyle
bakan Bunların tutukluluk sürelerini kısaltalım.
denildiği zaman, böyle bir öneri ortaya konulduğu zaman Muhtemel
mahkûmlar serbest kalır. düşüncesiyle onlara bu yolu kapayan bir
iktidarın olduğu bir demokrasiyi gelişmiş ülkelerde
düşünmüyorum, düşünemiyorum. Avrupa Birliği gibi bir hedefi olan
Türkiyede böyle bir gerçeğin olmuş olmasını, gerçekten
21inci yüz yıl Türkiyesinde Türkiyeye
yakıştıramıyorum.
Parasız eğitim istiyoruz. diyen gençlerin silahlı terör
örgütü üyesi olarak yargılandığı, iki yıla yakın
süreyle hapiste tutulduğu bir başka demokrasi, Türkiye gibi bir
başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum.
Sayın Başbakanın Hopa mitinginde güvenlik güçlerinin
aşırı güç kullanımı sonucu hayatını kaybeden
vatandaşımız nedeniyle güvenlik güçlerinin aşırı
güç kullanımını protesto eden vatandaşların terör
örgütü mensubu olarak tutuklandığı ve altı aya yakın
süre hapishanede tutuklu kaldığı ve terör örgütü üyesi olarak
yargılandığı bir başka demokrasi olduğunu
düşünmüyorum. Böyle bir demokrasi dünyada yoktur. diye düşünüyorum.
Yumurta atmanın, pankart açmanın, basın
açıklaması yapmanın terör eylemi sayıldığı
bir başka demokrasi yoktur Türkiye dışında.
Öğrenci liderlerinin kartpostalları, megafon, pankart
çubuğu gibi eşyaları suç aleti sayan bir başka ülke, bir
başka demokrasi, bir başka yargı sistemi olduğunu
düşünmüyorum.
Tutuklu veya hükümlü, hapishanelerde kendisine tedavi
imkânının sağlanmamış, tedavi imkânının
esirgenmiş olması nedeniyle onlarca, yüzlerce
vatandaşımızın hayatını kaybettiği Türkiye
gibi bir başka demokrasi olduğunu düşünmüyorum.
Bunlar, 21inci yüzyıl Türkiyesinde, Adalet ve Kalkınma
Partisinin iktidarda olduğu bir dönemde, Türkiyede yaşanıyor ve
Türkiye, demokratik rejime sahip bir ülke.
Adalet ve Kalkınma Partisi her seçimde oylarını
artırdıkça, Türkiye, daha otoriter bir hükûmetle tanışmaya
başladı. Bugün, iktidar karşıtı düşüncesi
olanlar, iktidarı eleştirenler, öğrenciler, bilim adamları,
gazeteciler, sadece ve sadece bu düşünceleri nedeniyle özel yetkili
mahkemeler eliyle yargılanmaktadır.
Bütün bunlar, her seçimden sonra Sayın Başbakanın
vatandaşlarımızı kucaklayıcı konuşmalar
yaptığı o balkon konuşmalarının olduğu
Türkiyede yaşanıyor. Sayın Başbakanın balkon
konuşmalarını, ben, bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Sayın Başbakana buradan bir kez daha geçmiş olsun diyorum, bir
kez daha yürekten şifa dileklerimi iletiyorum ama balkonlar sadece iktidar
ve gücün hissettirildiği yerler değil, ölümün körfezleri değil,
özgürlüğün sembolleri olmalı. Sayın Başbakana, bu
konuşmaları bir kez daha hatırlamasını bu kürsüden
iletiyorum.
Bugünü daha iyi anlayabilmek için tarihten birkaç örneği sizlerle
paylaşmak istiyorum. İslam siyasi tarihinde babadan oğula geçen
saltanat sistemini ilk kuranlar Emeviler olmuştur ve Emevi
sultanları, kendilerini Allahın temsilcisi olarak görüyorlardı
ve kendilerini bu şekilde konumlandırmış olmaktan
dolayı, kendi zulüm ve haksızlıklarını kader
kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı yani
Allahın takdiri, alın yazısı anlamındaki kader
kavramı üzerinden meşrulaştırıyorlardı. Kulun
böyle bir kader, böyle bir alın yazısı karşısında
yapabileceği hiçbir şey yoktu, bugün de durum Adalet ve Kalkınma
Partisinin çoğunluğuna dayanarak bütün kararlarını
çoğunluk kavramı üzerinden
meşrulaştırmasıdır. Çoğunluk haklıdır,
çoğunluğun söylediği her şey doğrudur. anlayışı
demokrasiye uygun bir anlayış değildir.
Yine Emevi döneminde, bin üç yüz sene önce
Emevi sultanları hakkında eleştirel düşünmek serbest,
kişi istediği gibi düşünebilir ama bu düşüncelerini
başkaları ile paylaşması, konuşması yasaktı,
tıpkı bugünkü gibi. Meşru yönetimler özgürlük, eşitlik,
adalet kavramlarından güç alırlar. Meşruiyetin birinci şartı
kararların ve politikaların arkasındaki güçlü halk
desteğiyse, ikinci şartı bu karar ve politikaların
özgürlük, eşitlik ve adalet ilkelerine uygun olmasıdır. Bu
iki şartı bir arada taşıyan yönetimler meşrudur ve
meşru yönetimlerin, meşru hükûmetlerin, meşru iktidarların
bütün bireyler, bütün vatandaşlar için eşit özgürlüğü güvence
altına aldıkları ölçüde meşruiyet seviyeleri yükselir. Bu
açıdan baktığımızda, Türkiyede Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükûmetinin bir meşruiyet sorunu vardır çünkü
Türkiyede bir insan hakları sorunu vardır.
Değerli milletvekilleri, bu siyasi
değerlendirmeden sonra bütçeye ilişkin yani ekonomik konulara
ilişkin değerlendirmelerime geçmek istiyorum. Birkaç gün önce,
evvelsi gün TÜİKin gelir ve yaşam koşulları araştırması
yayınlandı, çok çarpıcı rakamlar var. Araştırmaya
göre Türkiye nüfusunun 16,9u yani 12 milyon 400 bin kişi yoksulluk
sınırının altında yaşamlarını
sürdürüyor. Bu bütçe, görüştüğümüz bütçe bu
vatandaşımızın sorununa bir çözüm getiriyor mu? diye
sorarsak, buna bütçenin vereceği cevap, benim vereceğim cevap:
Hayır. Bugüne kadar cevap verilmiş olsaydı, böyle bir
yoksulluk rakamı olmazdı. Şimdi, iktidar partisi sözcüleri,
Hükûmeti temsilen sayın bakanlar buraya çıkıp şunu
söyleyeceklerdir, görür gibiyim: Efendim, biz iktidara geldiğimizde bu
daha çoktu, 2002de; biz onu azalttık. Siz 2002de iktidara geldikten
sonra bir Acil Eylem Planı ilan ettiniz, dediniz ki orada: Nüfusun yüzde
15i açlık sınırının altındadır.
Aslında yoksulluğu kastediyorsunuz. Ee, şimdi 16,9. Hesabı
o zaman yanlış mı yaptınız? Ne olursa olsun 12 milyon
400 bin kişinin yoksul olduğu bir Türkiyede, Hükûmet,
başarı öyküsü anlatamaz.
10uncu bütçeyi konuşuyoruz, dedim. Hükûmetler,
yaptıklarıyla yapamadıklarıyla seçimlerde halkın
karşısına çıkarlar. Her iktidar döneminin hesabı
seçimlerde verilir. Bu bütçe görüşmelerinde, öncekilerde olduğu gibi
Hükûmeti temsilen konuşanlar, iktidar partisini temsilen konuşanlar
dokuz yıl önceyi esas alarak bugünü anlatmayı tercih ettiler.
Aslında yapılması gereken, 2011i esas alarak önümüzdeki dört
yıllık iktidar döneminde Adalet ve Kalkınma Partisinin
Türkiyeyi hangi hedeflere ulaştıracağını
anlatmaktır. Bu, tercih edilmedi. Dokuz yıl önce neydi, şimdi ne
oldu? Buradan bir başarı öyküsü çıkarılmak isteniyor.
Elbette ki başarı varsa Hükûmet bununla övünecektir, övünmek
hakkıdır. Ancak dokuz yıl önceki başlangıç
noktasına kıyasla bugün gelinmiş olan nokta,
yakalanmış olan seviye, büyüme, işsizlik, istihdam gibi
halkın günlük yaşamını ilgilendiren konularda, yoksulluk
gibi konularda bir başarıyı ifade etmiyor ise, bir ilerlemeyi
ifade etmiyor ise ortada bir başarı yoktur. Veya bugün
yakalanmış olan seviye, dokuz yıl öncesinden önceki hükûmetler
döneminde, benzer dönemlerde benzer şekilde yakalanmış ise yine
ortada bir başarı yoktur. Bazı alanlarda bir şeyler
yapılmış olabilir. Ama büyüme, işsizlik, istihdam gibi
özellikle seçtiğim üç tane kavram var. Gelir dağılımı,
vergi sistemi, vergi adaleti; bu başlıklarda dokuz yıl önceye
göre Hükûmetin övüneceği bir başarı yoktur. Başarı,
sondan başa doğru yazılan bir hikâyedir.
Ulaştığınız yer çok iyi bir yerse başarı
vardır.
Bakalım var mı, yok mu? Ben de Hükûmetin ve iktidar partisi
sözcülerinin yaptığı gibi 2002 rakamlarını esas
alacağım, başka bir rakamı esas almayacağım ama
sizin yerinizde olsam, 2011i alıp 2015i anlatmayı tercih ederdim.
2001den itibaren, dünya ekonomisinde, özellikle gelişmiş
ülkelerde yaşanan resesyon, yani durgunluk nedeniyle para ve maliye
politikaları gevşek tutuldu. Bir daha böyle bir durgunluk
yaşamayalım, durgunluğu aşalım; bu endişe, para
ve maliye politikalarının gevşek tutulmasına yol açtı.
Bunun sonucunda uluslararası piyasalarda olağanüstü bir likidite
artışı meydana geldi. Bu likidite artışına
bağlı olarak talepte olağanüstü bir artış oldu. Bu,
bütün dünya ekonomilerini bir büyüme sürecine soktu, bütün dünya büyüdü,
Türkiye de bu süreçte büyüdü. Bütün dünya, eşi benzeri görülmemiş bir
büyüme sürecini yaşadı. Bir kere bunu tespit edelim ve bu uluslararası
likidite gelişmekte olan ülkelere yöneldi, yüksek getiri vardı
oralarda. Gelişmekte olan ülkeler, yüksek faiz vermek suretiyle, bu
likiditeyi, bu parayı kendi ülkelerine çekmek istedi, önemli ölçüde de
başarılı oldular. Türkiye, yüksek faiz yanında bir
enstrüman daha kullandı, düşük kur. İkili bir enstrüman sundu ve
sıcak para Türkiyeye geldi. O dönemin Maliye Bakanının çok
güzel bir cümlesi vardı, bu iki enstrümanla sıcak paranın
çekilmesine ilişkin olarak: Yabancılar bizi iki kere öpüyor
demişti. Yani bir gelip yüksek faizden para kazanıyor, bir de dönem
sonunda parasını transfer ederken kur düştüğü için bir de
oradan kazanıyor. Şimdi işler eskisi gibi iyi değil,
dışarıda işler iyi değil. O kadar para gelmeyecek,
Türkiyenin problemleri var. Hükûmet hazinenin öpülmesine razı ama öpecek
yabancı yok.
İthalat ve yurt içi talepteki artışa dayalı olarak
Türkiyede önemli büyümeler kaydedildi. 2007ye kadar böyle bir büyüme
süreciyle geldik ancak dünya ekonomisinin sunduğu bu konjonktürel imkân
maalesef iyi kullanılamadı. Gelen sıcak para, üretim ve ihracata
yönelecek, üretim ve ihracatı artıracak sabit sermaye
yatırımlarına yöneltilmekten ziyade tüketim amaçlı olarak
kullanıldığı için Türkiyede büyüme iç talep kaynaklı,
daha doğrusu tüketim kaynaklı olmuştur. Tüketim kaynaklı
büyüme Türkiye'nin büyümesinin sürdürülebilirliği konusunda sorun yaratan
bir büyümeydi. Böyle bir süreçle bugünlere geldik. O günlerde, 2007den
itibaren Türkiye ekonomisi tekrar o yüksek büyüme oranlarını terk
etmeye ve küçülmeye başladı, 2009da da Türkiye ekonomisi dünyadaki
gelişmelerin etkisiyle bir krize girdi, dünyanın en çok küçülen
ekonomilerinden biri oldu. Kabahati dışarıya attık ama en
çok küçülenlerden biri olduk, bizim sorunlarımız vardı çünkü ama
ekonomi yönetimi bu sorunları bugüne kadar görmezlikten geldi. Hükûmetten
beklenen, 2009 kriziyle ortaya çıkmış olan ekonomi
politikalarındaki problemin tespit edilip buna uygun yeni bir ekonomik
çerçeve, yeni bir ekonomik programı hazırlamak iken, buna
gidilmemiştir. 2009 sonrasında açıklanan Orta Vadeli Program en
son 2012-2014 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programın
aynısıdır, aynı varsayımlara, aynı politikalara
dayalıdır.
2002de AKP, hükûmeti devraldığında Türkiye ekonomisinin
temel sorunları neydi? diye bakarsak:
1) Sürdürülebilir yüksek büyüme yoktu, ekonomi büyüyor, sonra krize
giriyor, tekrar toparlanmaya başlarken tekrar krize giriyordu.
İşsizlik yüksekti, yüzde 10,3. 80li, 90lı yıllarda
Türkiye ekonomisinin işsizlik ortalaması yüzde 8di, 2002de 2001
krizinin etkisiyle 10,3. Toplam iç tasarruflar azalmaya
başlamıştı, azalma eğilimine girmişti, 2000den
itibaren uygulanan IMF destekli politikaların çok doğal sonucuydu bu,
iç tasarruflardaki düşüş kendisini cari açık olarak gösteriyordu.
Bir ülkenin tasarruf açığı cari açığa eşittir;
tasarrufunuz yok ise dışarıdan kaynak alacaksınız,
borçlanacaksınız demektir. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı
vergilerin payı yüksekti. Neden? 2000den itibaren uygulanan istikrar
programı gelir tarafında önemli bir adım atmıştı,
bu zaman içerisinde bu yapının daha adil bir hâle dönüştürülmesi
gerekiyordu. Hükûmet, kendi döneminde, AKP, büyümeyi öne çıkaran bir
söylem kullandı. Ancak, Hükûmetin 2003 ve önümüzdeki Orta Vadeli Program
dönemi dâhil 2014 arası ortalama büyüme oranı, AKP hükûmetleri
döneminin ortalama büyüme oranı yüzde 5,1dir. Yani övünülen büyüme budur
değerli milletvekilleri. Türkiye ekonomisi 80li yıllarda yüzde 5,2
büyümüştür ortalama. 90lı yılların büyüme ortalaması
yüzde 4e yakındır. Cumhuriyet tarihinin büyüme ortalaması
2002ye kadar yüzde 4,6dır. Dünya Savaşı var, 1929 ekonomik
bunalımı var, krizler var, darbeler var, ihtilaller var; 4,6. Siz ne
büyümüşsünüz? 5,1. Hükûmet diyor ki: Biz iyiyiz. İyi değiliz
değerli milletvekilleri. Bir de bu iyi olmamızı birileriyle
kıyaslamamız lazım. Kendi içimizde kıyasladım, ne
büyümüş 2003-2011 arası? Diğer ülkeleri de alıyorum.
Türkiye 2003-2011 arasında 5,2 büyümüş. Diğer ülkeler,
gelişmekte olan ülkeler yüzde 6,6. Onun gerisindeyiz. Sahra altı
Afrika 5,6. Biz neyiz? 5,2. Bağımsız Devletler Topluluğu
5,3, Asya ülkeleri 8,7, Kuzey Afrika 4,9. Kuzey Afrikayı küçücük
geçmişiz. Yani başarılı bir büyüme performansı yoktur.
Bir kere, bunu tespit edelim.
2) İşsizlik neydi 2002de?
10,3. Önümüzdeki yıl için Hükûmet neyi hedefliyor? Hükûmet yüzde 10,4
işsizliği önümüzdeki yıl için başarı olarak sunuyor.
Yani AKP on yıl sonra, on yıl önceki işsizlik seviyesini bile
yakalayamayacağını itiraf ediyor. Bir ekonomi
politikasının temel amacı vatandaşa iş yaratmak
değil midir? İş yaratamıyorsa, Türkiye'nin 2000 öncesi
işsizlik seviyelerini bile yakalayamıyorsa, 2002yi bile
yakalayamıyorsa ortada başarılı bir ekonomik programdan söz
etmek mümkün müdür?
Büyüme ve işsizlik dışında ikinci konu, İç
tasarruflar düşük. demiştim. Daha doğrusu, 2000den itibaren düşmeye
başlamıştı. 2007ye kadar ekonomi nispeten yüksek büyüme
oranlarıyla geldi, 2007den itibaren büyüme oranlarında
düşüş başladı ve Türkiye ekonomisinin 2000
sonrasındaki büyümesinin altında, büyümesiyle beraber cari açık
sorunu ortaya çıkmıştır. Cari açık, doğrudan iç
tasarrufların azalmasından kaynaklanan bir sorundur.
Size bir tablo göstermek istiyorum. Tablo şu: 1998 burada, 2011,
2012 burada.
1998 yılında, ilk başta Türkiye ekonomisinde toplam iç
tasarrufların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 24,3tür.
Bakın, bu politika, bu oran 2000den itibaren azalmaya başlıyor.
2000de yüzde 18,4, 2002ye gelmiş yüzde 18,6. İstikrar
programının ilk yılları, ekonomide dengeler kurulmaya
çalışılıyor. Siz 2002yi kötü olarak
değerlendiriyorsunuz. Bugün nereye gelmiş bu? 2011de 13,3e yani
1998e göre yarıya yakın oranda bir azalış, 2002ye göre
üçte 1e yakın oranda bir azalış var. Bu eğriyi
yukarıya doğru çevirmediğimiz sürece, Türkiye sürekli olarak
krizlere girecektir.
2011in üçüncü çeyreğinde ekonomi yüzde 8,2 büyüdü, Hükûmet
sevinemiyor Eyvah, yine büyüdük. diyor. Niye? Cari açık kapıda
çünkü, duvara çarpacağız, ekonomiyi soğutmak istiyor Hükûmet,
büyümeyi aşağı çekmek istiyor. Değerli milletvekilleri, bu
eğri yukarı dönmediği sürece Türkiyenin çözümü yoktur.
Şu da diğer tablo: Büyüme-cari açık ilişkisi.
Bakın, 2003-2007 arasında Türkiye ekonomisi yüzde 6,9
büyümüş, cari açık millî gelire oran olarak 4,6.
2008-2009 kriz yılları, ekonomi ortalama 2,1 küçülmüş,
yüzde 4lük cari açık vermişiz; bu, Türkiye ekonomisinde ilk kez
yaşanıyor. Ekonominin küçüldüğü yıllarda ekonomi cari açık
vermez ama Türkiye ekonomisi o kadar ithalata bağımlı ki Türkiye
ekonomisi küçüldüğü yılda da cari açık verdi.
2010-2011e
geldik. Büyüme oranı ortalama 8,3, cari açık yüzde 7,9. 2012-2014te
Hükûmet büyümeyi aşağı çekmek istiyor, ekonomiyi soğutmak
istiyor, yüzde 4,7lik bir büyüme var. Cari açık, hemen hemen geçen
yılın aynı. Yani büyüme yarı yarıya düşmesine
rağmen cari açıkta bir azalış yok.
Şimdi,
2002ye göre bu tablonun daha iyi olduğunu söylemek mümkün müdür?
Hükûmetin, cari açık riskine karşı hiçbir korunma önlemi yoktur,
hiçbir alternatif politikası yoktur. Sadece, liberal ekonomi
muskasını cebine koymuştur, Bu muska beni risklerden,
krizlerden korur. diyor.
Değerli
milletvekilleri, cari açık sorunu giderek kronik bir hâle geliyor. Bunu
aşmanın en önemli yolunun, toplam iç tasarrufları arttıran
bir politika olduğunu biraz önce ifade ettim.
Bunun
yanında Türkiye'nin yapması gereken şeyler var. Türkiye,
olağanüstü ölçüde bir rekabet gücü kaybıyla karşı
karşıyadır. Hükûmetin, altında, imzası olan
Yıllık Ekonomik Rapordaki rakamlara göre, 2007de Türkiye dünya
rekabet liginde 53üncü sıradayken 2010 yılında 61inci
sıraya inmiştir, gerilemiştir. 2011de bu rakam 59uncu
sıradır.
Merkez
Bankasının sayfasında çok güzel bir araştırma var.
Türkiye'nin yoğun dış ticaret ilişkilerinin bulunduğu
ve aynı zamanda dünya pazarlarında Türkiye'nin rakibi olan ülkeleri
temel alarak, toplam on beş ülkeyi temel alarak yapılmış
olan bir çalışma, 1997-2010 aralığını düzenliyor.
97ye kıyasla 2010 yılında Türkiye ekonomisi, sözünü
ettiğim on beş ülke karşısında yüzde 70e varan oranda
rekabet gücünü kaybetmiştir. Bunu arttırmanın yollarından
birisi kur politikasıdır belki ama kur
politikasını bir yere kadar kullanabilirsiniz. Dolarizasyonun
yoğun olduğu ülkemizde yani doların hâlâ bir tasarruf ve ödeme
aracı olarak kullanıldığı ülkemizde bunu sonsuza kadar
kullanma şansınız yoktur. Ayrıca reel sektörün 123 milyar
dolarlık açık pozisyonu karşısında kur
politikasını bir yere kadar kullanabilirsiniz. Bugün Merkez
Bankası her ne kadar faizi tutup kuru serbest bırakmış
görünüyorsa da bunun makul bir sınırının olduğunu
düşünüyorum. Türkiyenin yapması gereken, rekabet gücünü
artırmak için kendi içine dönmesidir, vergi ve teşvik
politikalarını etkin bir şekilde kullanmasıdır.
Türkiyede istihdam üzerindeki vergi yükü yüzde 36 düzeyindedir. 34 OECD ülkesi
arasında 9uncudur. OECD ortalaması yüzde 25lerdedir. Örneğin
istihdam üzerindeki vergi yükünü toplam vergi gelirlerinden fedakârlık
etmeden düşürecek bir politika Türkiye ekonomisine, Türkiye sanayisine,
ihracatına nefes aldıracaktır ama böyle bir politikanın
izlerini ben Hükûmette göremiyorum.
Bütçeyi çok yakından ilgilendiren diğer bir konu
çiftçilerimiz, tarım kesimi. Bütçe bütün toplum kesimlerinin
beklentilerinin tartışıldığı yerdir. Bu
beklentiler, ihtiyaçlar karşılanıyor mu, karşılanmıyor
mu? Şimdi, 2012 bütçesine bakıyorum ben, 2012 bütçesinin tarım
kesimine ayırdığı kaynak 7 milyar 180 milyon lira. Tek
başına bu bir şey ifade etmiyor. Nedir bu? Bir önceki yıla
göre yüzde 2 artış. E, enflasyon kaç 2012de? Yüzde 5,2. Yani
çiftçiye enflasyon kadar bile bir şey vermiyorsunuz, bırakalım
büyümeyi. Yani millî gelir yüzde 11,3 artıyor, büyümeyi falan
bıraktık, enflasyon kadar bile bir artış yok. Bütçeye,
millî gelire oranı ne? Binde 5. 2002de neymiş tarımsal
desteklerin millî gelire oranı? Küçük de olsa yüksek, binde 5,3. Yani
2002yi bile yakalayamamışsınız. Şimdi, Tarım
sektörünü destekliyoruz. söylemi biraz havada kalıyor.
Şimdi, endeks, enflasyon, büyüme
Bırakalım bunları.
Çiftçi için en iyi ölçü Ürettiğim ürün
karşılığında ne kadarlık tarımsal girdi
alıyorum? Ben bundan anlarım. diyor çiftçi. Ben de ona göre size
örnek veriyorum. 2002 yılında bir buğday üreticisi 4 kilo
buğdayla
Ben, tarım konuları gelince Trabzonda bir hayvan yemi satıcısını
ararım. Trabzonun Tonya Çarşısında esnaf Osman
Yıldırımı aradım. Osman, nedir durum? dedim. Bana
dedi ki: Vekilim, eskiden 10 kilo sütle bir çuval kepek alıyorduk, şimdi
30 kilo sütle bir çuval kepek alamıyoruz. Durum bu. Tonya
Çarşısında esnaf Osman Yıldırım
Cumhuriyet Halk
Partili de değil, onu da söyleyeyim. Eskiden bir inek bir aileye
bakıyordu, şimdi bir aile bir ineğe bakmaya
çalışıyor. Durum bu değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, Sayın Maliye Bakanı asgari ücretin satın alma
gücündeki artışı örneklemek için 2002de şu kadar süt
alıyordu asgari ücretli, şimdi şu kadar süt alıyor. diyor.
Bunun arkasında süt üreticisinin yere serilmiş olması var.
Ayrıca, Sayın Bakana o 2002 rakamları nedeniyle
teşekkür ediyorum. Her yıl bütçesinde Sayın Bakan asgari
ücretlinin satın alma gücüne ilişkin olarak rakamları verirken
ben de farklı rakamlar veriyordum. Geçen sene o listede yer almayan
gıda maddelerini örnek vermiştim. Benim geçen sene
kullandığım gıda maddelerinden birisini bu sene Sayın
Bakan kullanmış. O örneği verdiği için kendisine
teşekkür ediyorum. Örnek, beyaz peynirdi. Asgari ücretli -Sayın
Bakanın ifadesine göre- 2002 yılı Aralık ayında
İlk defa, bir bütçe yapılırken kamu görevlilerinin,
memurların maaş artış oranının ne
olacağı konusunda bütçede hiçbir hüküm yoktur. Unutulmuş
değil tabii bu çünkü 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen anayasa
değişikliğiyle yürürlüğe giren yeni sisteme göre artık
memurların, kamu görevlilerinin maaşları, özlük hakları
toplu sözleşmeyle belirlenecektir. Peki, aradan on dört ay geçti. Nerede,
ilgili yasayı niye çıkarmadınız? Şimdi İlgili
yasayı çıkaracağız. diyorlar, Bütçeden sonra
çıkaracağız. diyorlar. 15 Ocakta maaş alacak memurlar.
Toplu sözleşmeyi ne zaman, kiminle yapacaksınız?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Hamzaçebi, ek süre veriyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Yani olsa olsa hemen sıkıştırılmış
bir takvimle, Hükûmet paralelindeki sendikalarla göstermelik toplu
sözleşmeler yapacaksınız. Ya bu düzenlemeyi
yaptığınızdan pişman oldunuz ya da doğru dürüst
bir artış yapmayacağınız için böyle sıkıştırılmış
bir takvimle bu düzenlemeleri gerçekleştireceksiniz.
Bütçeyle ilgili konuşacağımız çok fazla konu var, tabii
ki zaman yetmiyor. Önemli olan, tabii ki, bu kısa zamanda mümkün
olduğunca fazla şeyi söyleyebilmektir.
Şimdi kamu görevlileriyle ilgili konuya değindim. Hükûmet,
Ekonomik ve Sosyal Konseyi kurdu. Daha doğrusu anayasal kurum hâline
getirdi 12 Eylül 2010 tarihinde. Aslında 2001den bu yana yasayla bu
Konsey var, anayasal kurum hâline getirildi. Toplumun bütün kesimleri bu
Konseyde taleplerini dile getirecek. dedi. E, 12 Eylül 2010 referandumuyla
anayasal kurum oldu, hâlâ Konsey toplanmadı. Şubat 2009dan beri
Konsey toplanmıyor. İki ay sonra üç yıl olacak, Konsey ortada
yok.
Öte taraftan, kamu yönetiminde olağanüstü düzenlemeler
yapıyorsunuz. Eşit işe eşit ücret. adı altında
bir düzenleme yaptınız, işleri eşitlemediniz, bütün
unvanları dikkate alarak bir düzenleme yaptınız. Bütün genel
müdürler eşittir, bütün polisler eşittir, bomba imha uzmanı
polisle öbür polis de eşittir, bir müdürle öbürü de eşittir. Altüst
ettiniz.
Öğretmen atamaları nerede? 250 bin öğretmenimiz
atanmayı bekliyor. Önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın
Nimet Çubukçu, 2011 yılında 55 bin öğretmen atanacak dedi, 40
binde kaldı. Yani Sayın Çubukçunun sözü söz değil midir sizin
anlayışınızla? Sayın Çubukçu Bakanlıktan
ayrılınca yeni Bakanın görevi onun sözlerini tekzip edip
öğretmenlerden özür dilemek midir? Hükûmeti göreve davet ediyorum. Bizim
teklifimiz var. Beğenmiyorsanız kendiniz getirirsiniz, bunu buradan
çıkarırız.
Çek mağdurları: Ekonomik suça ekonomik ceza olur. Bu insanlar
itibarlarını yeniden kazanmak istiyorlar.
Dolandırıcıları bunların içinden ayıralım
ama bu insanlara itibarlarını kazanmak için bir fırsatı
yeniden verelim.
Tekliflerimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığında. İntibak yasası, eski ve yeni
emekli arasındaki farkı giderecek olan yasa teklifimiz Meclis
Başkanlığında, aile sigortası teklifimiz Meclis
Başkanlığında.
2/B ile ilgili kanun teklifimizi, seçimlerde verdiğimiz söze uygun
olarak Meclis Başkanlığına sunduk. 7 milyon orman köylüsü
atasından, dedesinden beri kullandığı araziyi almak
istiyor. Bedelsiz verelim dedik. Diğerlerine de, ekonomik gücüne
bakalım; bir tane evi var, binası var, bu adama rayiç bedelle
satarım demek olmaz, emlak vergisi değeri. Gelin bunları hep
beraber burada yapalım. Toplum bunları bekliyor.
Sözlerimi bitiriyorum
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Son cümlemi ifade edeyim.
BAŞKAN Evet, teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi, üç dakika
da doldu.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Ama bir son selamlama
cümlemi söyleyeyim.
BAŞKAN Peki, selamlama için lütfen
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Evet, konuşmamı burada bitiriyorum. Beni sabırla
dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. 2012 yılı bütçesinin
ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Tekirdağ
Milletvekili Sayın Faik Öztrak.
Buyurun
Sayın Öztrak. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Öztrak, sizin de süreniz aynı şekilde.
CHP GRUBU
ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısının geneli üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve bizi
izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi sahip olduğu yoğun
medya desteği ve iktidar olanaklarıyla ekonomide bir başarı
hikâyesi anlatmakta ve herkesi bu masala inanmaya zorlamaktadır. Bugün son
gününe geldiğimiz bütçe görüşmeleri boyunca da hem bakanlar hem de iktidar
partisi sözcüleri bu yaklaşımlarını sürdürmüşlerdir.
Şimdi ortaya koyacağım gerçekleri dikkatle dinlemenizi rica
ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, önce, 2002 sonunda yani sizin çıraklık dönemimiz
dediğiniz dönemin başlangıcında nasıl bir ekonomi
devraldığınızı anlatayım. Kriz nedeniyle
hızla daralan Türkiye ekonomisi benim de içinde bulunduğum bir
takım tarafından hazırlanan program sonucunda süratle
toparlanmaya başlamıştı. Büyüme yüzde 6nın üstüne
çıkmıştı. Enflasyon bir yıl öncesine göre 39 puan
birden düşerek yüzde 30un altına inmişti. Kamunun borçlanma
faizleri bir yılda 30 puanın üzerinde azaldı. Kısa sürede
mali disiplin sağlandı, bankacılık sistemi yeniden
yapılandırıldı, şirketler kesimi verilen desteklerle
yeniden ayağa kalktı.
İşte,
böyle bir ekonomiyi ve güven uyandıran bir ekonomik programı
devraldınız. Ekonomiden sorumlu Başbakan
Yardımcınızın da söylediği gibi ekonomiyi otomatik
pilota bağlamanız yeterli oldu. Aldığınız program
ve olağanüstü iyi küresel iklimde uçak otomatik pilotta sorunsuz uçtu.
Çıraklık dönemini böyle geçirdiniz ancak değişen dünya
şartlarını göremediniz ve ekonomide
kırılganlıkların birikmesine neden oldunuz. 2007de,
kalfalığınızın hemen başında ise uçak
türbülansa girmeye başladı.
Şimdi
bunları bazı göstergelerle anlatayım. Çıraklık
döneminizde Türkiye 149 gelişen ve yükselen ekonomi içinde gelirini en
hızlı artıran 44üncü ekonomi oldu. 2007 yılında
başlayan kalfalık döneminizden bugüne kadar ise ekonomiyi 98inci
sıraya gerilettiniz. Yani kalfalık döneminizde 54 ülke büyüme
yarışında Türkiyeyi geçti. Bırakın hızlı
balık olmayı, yavaş balık oldunuz.
Kalkınma
yarışındaki durumunuza gelince: Birleşmiş Milletlerin
insani kalkınma raporlarına göre Türkiye, siz iktidara gelmeden hemen
önce, 2000 yılında insani gelişmişlik bakımından
80inci sırada, çıraklık döneminizin sonunda, 2007
yılında 85inci sırada, kalfalığı
bitirdiğiniz 2011 yılında ise 92nci sırada. Adında kalkınma
olan bir partinin iktidarında Türkiye, kalkınma
yarışında sürekli irtifa kaybetmiş, kalkınma sadece
partinizin tabelasında asılı kalmış.
Aynı
durum işsizlik cephesinde de var. Gelişen ve yükselen 71 ekonomi
içinde Türkiye, iktidarı devraldığınızda
işsizliği en yüksek 36ncı ekonomiydi.
İktidarınızda Türkiye işsizlik sıralamasında 14
basamak birden yukarı tırmandı. Kalfalık döneminizin
sonunda işsizliği en yüksek 22nci ekonomi oldu.
Başarı
bu mudur? Bunu nasıl
başarı sayabiliriz?
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı verilerine göre
Türkiye, 2010 yılında çalışma çağındaki nüfusunun
iş hayatına girmesi ve bunlara istihdam sağlanması
bakımından Teşkilatın en son sıradaki üyesidir. Ancak
tablo kadınlarımız için daha da vahimdir. Kadınlar iş
ve çalışma yaşamında kendine yer bulamamaktadır.
Türkiyede her 100 kadından ancak 30u çalışma yaşamındadır.
Muasır medeniyet seviyesini hedefleyen Türkiyede böyle bir tabloyu
herhâlde hiçbirimiz kabul edemeyiz. Kadınlarını eğitemeyen,
meslek edindiremeyen ve çalışma yaşamına katamayan bir
toplumun kalkınması, demokratikleşmesi, çağdaş bir
ülke olması ve geleceğe güvenle ilerlemesi mümkün değildir.
AKP
İktidarında kanayan diğer bir yara gençlerin işsizliğidir.
Annelerin babaların binbir fedakârlıkla baktığı,
büyüttüğü evlatlarımız hayatlarının baharında
umutsuzluk girdabına kapılmaktadırlar. Yükselen piyasa ekonomisi
Kore ve Meksikada her 100 gençten 10u işsizken bizde her 100 gençten
20si işsizdir. Hepimiz övünmüyor muyuz Türkiye'nin genç ve dinamik
nüfusuyla? Siz bu nüfusa iş sağlayamazken, bu üstünlüğü
kullanamazken nasıl övünebiliyorsunuz?
Kalfalık
döneminizin en önemli eseri ise cari açıkların önlenemez
yükselişidir. Hükûmet hiçbir cumhuriyet hükûmetinin
yapamadığını yapmıştır. Bu ülkede cari
açık rekorlarını kimseye kaptırmayacak şekilde
kırmışsınızdır. Türkiyede ihracatın sahibi
Hükûmettir ama bu ülkede başını alıp giden ithalat
sahipsizdir, yetimdir. Türkiyeyi böyle bir iktidar anlayışıyla
dokuz yıl yönettiniz. Ülkenin rekabet gücünü hızla
aşındırdınız. Ülkemizde kalabilecek iş ve
istihdamı yurt dışına transfer ettiniz. Verdiğiniz
dış açıklar ortada. 150 gelişen ve yükselen ekonomi
arasında, çıraklığınızın ilk
yılında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak Türkiyeden daha
az cari açık veren ülke sayısı 48di, çıraklığınızın
sonunda Türkiyeden daha az açık veren ülke sayısı 77 oldu.
Kalfalığı bitirdiğinizde ise 104 ekonominin cari
açığı Türkiyeden daha azdı. AKP İktidarında
Türkiyenin cari açığı yani döviz bilançosu açığı
55 basamak birden kötüleşmiştir. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek
isterim: AKPnin çıraklığı ve kalfalığı
arasında büyüme sıralamasında Türkiye 54 basamak
düşmüş, cari açık vermede de 55 basamak yukarı
çıkmış. Bu tabloya bakınca insanın içinden Allah
Türkiyeyi sizin ustalık döneminizden korusun. demek geçiyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Nitekim,
daha ustalığınızın ilk yılında cari
açık 80 milyar dolara dayandı. Türkiyeyi döviz açığı
vermede Amerika Birleşik Devletlerinin ardından dünya ikincisi
yaptınız. Evet değerli milletvekilleri, Türkiye 80 milyar dolarlık
cari açığıyla dünyada en fazla cari açık veren ikinci ekonomidir.
Peki, önümüzde kim vardır? Amerika Birleşik Devletleri vardır.
Devir büyük balığın küçük balığı
yuttuğu değil, hızlı balığın büyük
balığı yuttuğu devir. diyerek kendisini büyümede,
işsizlikte Amerikayla kıyaslayan Sayın Babacana ben de buradan
izninizle bir kıyaslama yapayım: Türkiyeyi Amerikadan sonra dünyada
en fazla cari açık veren ülke konumuna getirdiğinizi söylemiştim
ama Amerikanın geliri bizimkinin 19 katı. Amerika dolar
matbaasının sahibi. Amerikanın cari açığı ise
bizim sadece 5 katımız.
Gelelim gelir dağılımına ve yoksulluk
göstergelerine. Değerli milletvekilleri, TÜİKin
açıkladığı rakamlar vatandaşın
yaşadığı gerçek ekonominin ne olduğunu hepimizin
gözlerinin önüne seriyor. Kalfalık döneminin sonunda, 2010
yılında 45 milyon 131 bin vatandaşımız hiç olmazsa iki
günde bir et, tavuk veya balık içeren bir kap yemek yiyemiyor. 58 milyon
308 bin vatandaşımız evinde eskiyen mobilyalarını
değiştiremiyor. Kendisine yeni giysiler alamayan
vatandaşlarımızın sayısı 26 milyon 504 bin. Soğuk
kış günlerinde evini ısıtma imkânına sahip olmayan
vatandaşlarımızın sayısı ise 26 milyon 268 bin
kişi. Evden uzakta bir haftalık tatile çıkamayan
vatandaşlarımızın sayısı 62 milyon 396 bin
kişi. Borç ve taksit ödemeleri altında bunalan
vatandaşlarımızın sayısı ise 41 milyon 336 bin
kişi.
Değerli milletvekilleri, 2010 yılında maddi yoksunluk
sınırı altında yaşayan
yurttaşlarımızın sayısı bir önceki yıla göre
861 bin kişi artmış, 45 milyon 303 bin kişi olmuş.
Yani Kriz geçti gitti. dediniz ama sıkıntısını
vatandaşın üzerine yıktınız.
İşte, başarı hikâyeleri
anlattığınız Türkiyedeki gerçek insan manzaraları
bunlar.
Değerli milletvekilleri, OECD geçenlerde ilk defa
yaptığı bir çalışmayı yayınladı. Bu
çalışma, çok ilginç bir çalışma, mutlaka
okumanızı tavsiye ediyorum. Çalışmanın adı:
Yaşamınız nasıl? Gelir, refah, iş, kazanç,
sağlık, eğitim gibi 11 ayrı ölçüte göre üye ülkelerdeki
vatandaşların yaşam memnuniyetine bakmışlar. Sonuç:
OECD içinde yaşamından en az memnun olan insanlar maalesef bizim
ülkemizde yaşıyor, Türkiyede yaşıyor. Size rapordan birkaç
çarpıcı örnek vermek isterim: Türkiye, OECD ülkeleri içinde
çalışma koşullarının en ağır olduğu
ülke. Türkiyedeki çalışanların yarısı haftada 50
saatten fazla çalışıyor. İktidarınız Türkiyesinde
insanların birbirine güveni kalmamış. Her 100 insandan ancak 9u
başkasına güvenebiliyor! 34 ülke içinde maalesef Türkiye bu oranla
sonuncu durumda. Bunları özellikle dikkatinize sunuyorum. Bir ekonominin
başarısı sadece millî gelirinin artmasıyla ölçülemez; bir
ekonominin başarısı ve gelişmesi yaratılan
refahın, vatandaşın yaşam kalitesini artırmasıyla
ölçülür. Aksi takdirde, ekonomik gelişme kâğıt üzerinde bir
yüzde değişmeden ibaret kalır, sadece sıcak paracıları
memnun eder.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin en iddialı olduğu alan
sağlıktır. Daha birkaç gün önce Bakan, sağlıkta devrim
yapmakla övünüyordu ama ustalığınızın ilk
yılında geldiğiniz noktada sağlıkta
sıkıştınız. Geçtiğimiz yıllarda önce
doktorlara, sonra eczacılara, daha sonra da ilaç firmalarına
yüklendiniz ama deniz bitti! Hazinede para tükenince bu sefer vatandaşa
katkı payı diye yüklenmeye başladınız.
Vatandaşın cebinden yaptığı sağlık
harcamaları sürekli ve hızla artıyor. Daha da bunları
artırmayı öngörüyorsunuz. Vatandaşın devlet hastanelerinde
tecrübeli profesörlere muayene ve ameliyat olmasını engellediniz.
Kanun hükmünde kararnamelerle devlet hastanesinden
kaçırdığınız hocayı,
çıkardığınız kanun hükmünde kararnameyi delerek
Sayın Başbakanın ameliyatı için geri getirdiniz. Peki,
bunlardan hangisi doğru? Elbette ikincisi. Şifaya erişim ve
insan sağlığı kutsaldır ama yalnızca Sayın
Başbakanınki değil, tüm vatandaşların yaşamı
kutsaldır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, özetle, Adalet ve Kalkınma Partisinin
çıraklık döneminde heba edilen fırsatların faturası,
kalfalık döneminde ülkenin rekabet gücünün hızla erimesi, büyüme ve
kalkınma yarışından kopması, ekonomide kaliteli ve
sürekli iş imkânlarının yaratılmaması suretiyle
vatandaşlara ödettirilmiştir. Bu dönemde, iktidar, ülkemizin rekabet
gücünü ve büyüme potansiyelini artıracak yapısal tedbirleri
alamamıştır. Gerekli dönüşümleri
gerçekleştirememiş ve önemli fırsatları heba etmiştir.
Kısa vadeli, popülist çıkarları için yapısal sorunları
önemsemeyen fırsat müsrifi Adalet ve Kalkınma Partisi, daha 2009 krizinin
acı hatıraları hafızalardayken küresel iklimdeki son
değişimi de doğru yorumlayamamıştır.
Dışarıdaki kriz adım adım kapımıza
ilerlerken AKP seçimlerde iktidar için popülizmin daniskasını
yapmıştır. Ayağını gazdan hiç çekmemiş,
sıcak parayla beslenen borçla vatandaşın geliri ile
umutları arasındaki uçurumu kapatarak yalancı bir coşku
yaratmıştır. Bedel ise dünyanın en büyük ikinci cari
açığı ve hızla artan küresel sermaye-sıcak para
bağımlılığı olmuştur. Kriz kapıya
dayandığında ise Sayın Babacanın deyimiyle uçak
manuele alınmış, birdenbire pilot sayısı
artmış, her kafadan ayrı bir ses çıkmaya
başlamıştır. (CHP sıralarından
alkışlar) Önce, ekonomiden sorumlu Başbakan
Yardımcısı ile Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel
Başkan Yardımcısı temmuz ortasında Kriz geliyor,
harcamayı kesin. demiştir ancak onlardan hemen sonra kanun hükmünde
kararname ürünü olan yeni bakanlardan Ekonomi Bakanı, Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Kriz
yok, harcamaya devam. diyerek topa girmişlerdir. Başbakan, 27
Temmuzda Bu defaki teğet bile geçmeyecek. demiştir. Asıl
ürkütücü olan ise bağımsız olması gereken Merkez
Bankası Başkanının da bu koroya katılmasıdır.
Ancak bundan tam on gün sonra Türkiyede kriz yönetimine geçilmiştir.
Teğet bile geçmeyecek. denilen krizin yükü acımasızca
yapılan zamlarla vatandaşın omuzlarına yüklenmiştir.
(CHP sıralarından alkışlar) Vatandaş zamlar
altında ezilirken bu ülkenin bakanları, G20 toplantısına
gittikleri Fransanın bir tatil beldesinde, yalnızca kendilerinin
gülebildiğini sıkılmadan anlatabilmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, biz bu uyarılarımızı
yaptığımızda Hükûmet bunu muhalefet yapmak için
söylediğimiz zannına kapılıyor ancak Hükûmetin
yaptığı gibi Bizde her şey iyi. havasını
pompalamak, aşırı öz güvenle gelişmiş ekonomilere
nasihat ve ders vermeye kalkışmak, dışarıda
dünyanın farkında olmadığımız izlenimini
yaratıyor. Bu nedenle, bu kürsüden Hükûmeti uyarıyorum. Bu marazi,
narsist öz güven görüntüsünden bir an önce kurtulun.
Yaptığınızın korkudan mezarlıkta ıslık
çalmak olduğunun biz farkındayız. (CHP sıralarından
alkışlar) Ancak caka satarak görüntüyü
kurtardığınızı zannederken sizinle birlikte tüm
milletin ayağının altındaki halının
çekilebileceğini de unutmayın. Zaman caka satmanın değil, doğru
teşhis koymanın ve doğru politikaları üretmenin
zamanıdır.
Hükûmet Kimse orta vadeli program yapmazken ben yaptım. diye
övünmesini biliyor. Oysa daha 13 Ekimde açıklanan Orta Vadeli Programda,
yılın bitimine iki buçuk ay kalmışken 2011 enflasyonu için
yüzde 7,8 olarak enflasyonu tahmin ettiniz. Bu tahminden tam on üç gün sonra,
Merkez Bankası yayımladığı enflasyon raporunda 2011
enflasyonu yüzde 8,3 olacak. dedi. Kasım ayı enflasyonu
rakamları açıklandı, bir de baktık ki enflasyon yüzde 9,5
olmuş bile. 2011 sonunda çift haneli enflasyon şimdiden garantilendi.
Sizin tahmin ufkunuz bir yıl değil, iki yıl değil, üç
yıl hiç değil. Yılın bitimine iki buçuk ay kala enflasyon
tahmininde bu kadar sapma olursa biz bu Hükûmetin hangi tahminine ve hedefine güveneceğiz?
Aslında, getirdiğiniz bütçenin insanlara ne kadar güven
verdiğini daha açıklandığı gün gördük. Sayın
Maliye Bakanı bütçeyi açıkladı, devalüasyon patladı, Merkez
Bankası 2006dan bu yana ilk defa doğrudan döviz satarak piyasalara
müdahale etmek zorunda kaldı. İşte, bütçenizin içeride ve
dışarıda açıklandığı gün vermiş
olduğu güven bu.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin sağlıklı bir
şekilde kalkınmasından, büyümesinden, iş ve istihdam
yaratmasından elbette hepimiz çok mutlu oluruz ama eğer ki ekonomide
kırılganlık biriktiren bir büyüme varsa, taşıma suyla
değirmen dönüyorsa değirmenin suyu kuruduğunda, elde
edildiği zannedilen kazanımlar bir anda elden avuçtan çıkabilir.
Ben bunları Laf olsun. diye, sırf muhalefet amacıyla
söylemiyorum, yaşadığım deneyimlere dayanarak sizleri
uyarıyorum. Nitekim, Avrupada yaşanan gelişmeler su
taşınan derelerin kurumak üzere olduğunu göstermektedir. Amerika
Birleşik Devletlerinde de görünüm parlak değildir, alınması
gereken bazı ciddi kararlar yaklaşan seçimler nedeniyle artık
alınamamaktadır. Hükûmet, dışarıda biriken
kırılganlıklara gözlerini kapamış, seçim kazanmak için
arabayı sorumsuzca, son süratle kullanmıştır. Şimdi
frenler tutmamaktadır, aracın içindeki 74 milyonun geleceği de
risk altındadır.
Artık her gün Türkiye ekonomisine ilişkin uyarı dozu
yüksek raporlar uluslararası piyasalarda dolaşmaya
başlamıştır. Bu raporlarda Türkiye'nin yüksek cari
açığına, kısa vadeli borçlarına dikkat çekilmekte,
finansman koşullarındaki bozulmaya ve uluslararası rezervlerin
yetersizliğine vurgu yapılarak ekonomide ani duruş ihtimalinin
giderek arttığı söylenmektedir. Aslında, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak biz bunları uzun zamandır söylüyoruz, ekonomideki kötü
gidişe uzun zamandır dikkatleri çekmeye çalışıyoruz
ancak herhâlde Türkçe söylediğimiz için Hükûmet bizi dinlemiyor.
Bahsettiğim raporlar İngilizce. Bu raporlar İngilizce
yazıldığı için, diğer konularda da olduğu gibi,
belki bu raporlar Hükûmetin dikkatini daha fazla çekebilir.
Değerli milletvekilleri, son dönemde istihdam ve işsizlikte
bir başarı hikâyesi yazılmak isteniyor. Eylül ayında
istihdam, geçen yıla göre 1 milyon 700 bin kişi arttı. Bir de
baktık, bu istihdamın 476 bini tarımdan geliyor, tarımda yaratılmış.
Şimdi, iktidarınızda, tarımda ekili alanlar 17 milyon dönüm
azalmış, mercimek üretimi 120 bin ton azalmış, kuru fasulye
üretimi 141 bin ton düşmüş, nohut üretimi 153 bin ton
azalmış, Türkiye Kanadadan baklagil ithal eder hâle gelmiş,
Kurban Bayramında anguslar, chevroletler, limuzinler ithal edilir
olmuş. Sorarım: Bu üretim düşerken, ekili alanlar
daralırken, ithalat başını alıp giderken, bu 476 bin
kişi nerede çalışmış? (CHP sıralarından
alkışlar)
Yine, daha ilginç bir gelişme, son bir yılda, kanun
yapıcı, üst düzey yönetici ve müdür sayısı 184 bin
kişi artmış. Yani şu son dönemde yaratılan, o 1 milyon
700 bin kişilik istihdam içinde yaratılan her 100 iş
imkânından 10unu kanun yapıcı, yönetici ve müdür kadrosunda
olanlar yaratmış. Şimdi, bu rakama bakınca insan sormadan
edemiyor: Bizim haberimiz olmadı da son bir yılda bu ülkede bir derin
devlet mi oluşturdunuz? (CHP sıralarından alkışlar)
İstihdam rakamlarınız güven telkin etmiyor.
İşsizlikteki düşüşü inandırıcı bulmuyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede büyüme ve üretim
artışı rakamlarına sevinemez hâle geldik çünkü yel ile
gelenin sel ile gidebileceğini yakın bir zamanda, 2009
yılında hep beraber gördük. 2011in üçüncü üç ayındaki yüzde
8,2lik büyüme rakamı, Hükûmet ve Merkez Bankasının söylemlerine
rağmen, mevcut politikalarla ekonominin kontrol altına
alınamadığını ortaya koydu. Kapasite
kullanımı, sanayi üretimi ve cari açığın geldiği
seviyeler, 2011in son üç ayında da ekonomideki kontrolsüz gidişin
sürdüğünü gösteriyor. Aileler aşırı borçlu. Borcunun
gelirlerine oranının geldiği düzey, sert iniş hâlinde
yaşanacaklar üzerine endişeleri daha da artırıyor. 2002de
ailelerin borcunun harcanabilir gelirlerine oranı yüzde 4,5 iken 2011in
9uncu ayında bu oran 10a katlanmış ve yüzde 45e çıkmış.
Burada
tecrübelerime dayanarak şunu ifade etmek istiyorum: 2001 krizinde borçlu
olan şirketlerdi. İstanbul yaklaşımı gibi
uzlaştırma yöntemleriyle sorun nispeten rahat çözüldü. Ancak
şimdi aileler de ciddi şekilde borçlu. Ekonomide ani bir fren
durumunda bunu çözmek çok daha zor. Aslında, ailelerin bilançosundaki
bozulmanın maliyet ve sonuçlarını bugün gelişmiş
ekonomilerde bir türlü gelmeyen büyümeye ve düşmeyen işsizliğe
bakarak anlamak da mümkündür.
Değerli
milletvekilleri, peki, Hükûmetin Türkiye Büyük Millet Meclisi huzuruna
getirdiği Orta Vadeli Program ve 2012 Bütçe kanunu ekonomide artan ani
duruş riskini dikkate alıyor mu? Değerli milletvekilleri,
Türkiye ekonomisinin 2011de yüzde 8in üstünde büyüyeceği
anlaşılıyor. 2012de ise Türkiye'nin, Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı tahminine göre
yüzde 3, Uluslararası Para Fonunun tahminlerine göre ise sadece yüzde 2
büyüyeceği öngörülüyor. Bu, ekonomide gelecek yıl sert bir iniş
riskinin uluslararası kuruluşlar nezdinde giderek
ağırlık kazandığını göstermektedir.
Kaldı ki Türkiyeye para getiren bazı yatırım
bankaları 2012de büyümenin sıfıra yakın olabileceğini
söylüyorlar. Yani neresinden bakarsanız bakın, borç
tuzağına düşürdüğünüz vatandaşlarımız,
şirketlerimiz gelecek yıl çok zorlanacaklar.
Hükûmet
getirdiği Orta Vadeli Programla ağırlaşan küresel
koşulları hiç dikkate almamış. Hükûmet, gelecek yıl,
kendi tahmini olan 65 milyar dolarlık bir cari açığı ve 135
milyar dolarlık borç geri ödemesini finanse edebileceğini ve toplam
200 milyar dolar para bulacağını varsaymaktadır. Ekonomik
dengeler bu kumar üzerine kurulmaktadır. Öyle anlaşılıyor
ki bu para bulunamaz ve ekonomi yere çakılırsa, aynen 2009da
yaptığınız gibi, bahaneniz küresel kriz olacaktır. Bu
seferki teğet bile geçmez. sözü ise hiç söylenmemiş
sayılacaktır.
Buradan açıkça uyarıyorum: Bu sert çakılma sonunda
ödenecek acı bedelin tek sorumlusu bu frensiz gidişe yol açan
Hükûmettir.
AKP Hükûmeti, Orta Vadeli Programda kendine beş temel öncelik
belirlediğini ifade etmiştir. Bu beş öncelikten ikisi, cari
açığı düşürmek, iç tasarrufları artırmaktır.
Bunu diyen Hükûmet ne yapıyor? Kamuda yatırım-tasarruf
açığını büyüten bir program ile Türkiye Büyük Millet
Meclisinin huzuruna çıkıyor. Kamu tasarruf-yatırım açığı
2011den 2012ye geçişte gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak 0,6
puan artarak yüzde 2,2ye çıkıyor. Devlet Gelecek yıl cari
açığa 0,6 puan ilave katkı yapacağım. diyor. Böyle mi
cari açık düşürülecek? Cari açık lafla düşmez. Dengeler,
cari açığı düşüremeyeceğinizi ve bu işten -kusura
bakmayın ama- pek de bir şey anlamadığınızı
gösteriyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Hükûmet bir mali disiplin lafı
tutturmuş, buna herkesin inanmasını istiyor. 2007-2011
arasında bütçenin faiz dışı harcamalarındaki
artış yüzde 74,2. Afların bir defa etkileri ayıklandığında
vergi gelirlerindeki artış yüzde 59,5. Aynı dönemde ekonomideki
toplam gelir ise yüzde 52 artmış. Yani harcamalar millî gelir
artışının 22 puan üstünde artarken süreklilik arz eden
vergi gelirleri ekonomik büyümenin sadece 7,5 puan üstünde artmış. Vergi
aflarından elde edilen bir defalık gelirler ve ithalatta sürdürülemez
artışa bağlı olarak tahsil edilen vergilerle maliye
politikasındaki gevşemeyi maskeliyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, son dönemde, sağlıklı bir
demokraside olmayacak şeyler oluyor ülkemizde. Hukukun genel ilkelerini
ihlal etmek sıradanlaşıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yetkileri, Anayasaya aykırı bir biçimde ve Anayasa Mahkemesi
Başkanının da desteğiyle Hükûmet tarafından âdeta
gasbedildi. Türkiye, kanun hükümde kararnamelerle yönetilen bir ülke hâline
geldi. Genel seçimler öncesinde kabul edilen bir yasayla verilen kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi, yeni seçilmiş bir Meclis olmasına
rağmen, Hükûmet tarafından, fütursuzca, son gününe kadar kullanıldı.
Çıkardığınız otuz beş kanun hükmünde kararname
ile Türk kamu yönetimini altüst ettiniz, uluslararası standartlardan
uzaklaştırdınız, köklü kuruluşları bir gecede
ortadan kaldırdınız, on bir yeni bakanlık kurdunuz, memurların
kazanılmış haklarını ellerinden aldınız, insanları
kariyer planlaması yapamayacak hâle getirdiniz, kamu
çalışanlarını sokağa döktünüz, İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasını devletleştirdiniz, özerk düzenleyici ve
denetleyici kuruluşları bakanların ağzına bakar hâle
getirdiniz. Rekabet gücümüzü artırmak için araştırma,
geliştirme ve bilime en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde
kalktınız Türkiye Bilimler
Akademisine seçim ile gelen bilim adamlarını dünyada örneği
olmayan bir şekilde atanır hâle getirdiniz. Sizin
dışınızdaki seçimle gelen tüm kurumları kontrol altına
alma hırsınızın tepe noktasına geldiniz. Bundan sonra
bir adım kaldı, millî takım oyuncularını da
kararnameyle atarsanız bu iş bitmiş olacak. (CHP
sıralarından alkışlar)
Tüm bunları yaparak uluslararası
yatırımcıların risk algılamasını
artırdınız. Dışarıdan para bulmaya en çok ihtiyaç
duyduğumuz günlerde bunu yaparak durumun gerçekten farkında
olmadığınızı bir kere daha gösterdiniz. Bunların
yanında kanun hükmünde kararnameler kanunsuzluklarınızın
kılıfı oldu. Bugüne kadar bu kürsüden sizi defalarca uyardık.
Bütçe sürecini başlatan orta vadeli program ve mali planın kanunun
öngördüğü sürelerde çıkarılmadığını
söyledik. Kendi çıkardığınız bu kanunu yıllarca
yine kendiniz ihlal ettiniz. Sonra bir de baktık bir kanun hükmünde
kararnameyle kanunu kanunsuzluğunuza uydurmuşsunuz. Hiç olmazsa bu
düzenlemeyi Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirme cesaretini gösterseydiniz.
Değerli milletvekilleri, geçen sene bu kürsüden konuşan
iktidar partisi sözcüsü Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelirse kur patlar,
enflasyon uçar, faiz coşar. diyordu. Şimdi iktidarda Cumhuriyet Halk
Partisi mi var? Ne oldu da bu ülkede son bir yılda yüzde 24 devalüasyon
oldu? Faizler nasıl çift haneye çıktı? Kredi faizleri nasıl
yüzde 15e geldi? Enflasyon nasıl çift hanelere ulaştı?
Değerli milletvekilleri, özetlersek, Türkiye, yeniden kabaran kriz
dalgasına dünyadaki en yüksek ikinci cari açığı vererek
yakalanmıştır. Hükûmet, ekonominin çıpalarını
birer birer yok etmektedir. Merkez Bankası ve bağımsız
kurullar, Hükûmetin emrine girmiştir. Komşularla sıfır
sorun diye yola çıkılmış, sorunsuz sıfır
komşu noktasına gelinmiştir. İhracatımız, turizm
gelirlerimiz darbe yemiştir. Dünya krizden çabuk çıkacağa
benzemiyor. Yeni dalganın geçmişten farklı olarak küresel
likiditeyi daha fazla daraltması bekleniyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN İlave süre veriyorum Sayın Öztrak.
Buyurun.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Türkiye'nin önümüzdeki yıl 200 milyar
dolar tutarında bir parayı bulamaması durumunda yere
çakılmasını kaçınılmaz hâle getirdiniz.
Diğer taraftan halkı borca batırdınız. Ülkenin
döviz cinsinden borçları ile alacakları arasındaki fark,
İktidarınızda 85
milyar dolardan 351 milyar dolara çıktı. Reel sektörün dış
pozisyon açığı 6ya katlandı, 119,3 milyar dolar oldu.
Kişi başına dış borç 4.187 dolar oldu,
İktidarınızda 2.224 dolar arttı. Yani yeni doğan her
çocuk kaşını gözünü annesinden babasından alırken
2.224 dolar borcu da Tayyip amcasından alıyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Ama Başbakan çözümü buldu,
dış borcu azaltacağına her aileden 3 çocuk istiyor.
Değerli milletvekilleri, son görüşmelerini
yaptığımız bütçe ve Hükûmetin mevcut politikaları bu
sorunların üstesinden gelememektedir ve gelemeyecektir. Tavsiyem, bir an
önce kamu dengelerinde gerçek bir mali disipline yönelmenizdir, gayrisafi yurt
içi hasılanın binde 6sı kadar bir ek uyum
yapmanızdır. Merkez Bankası derhâl piyasalara net mesajlar vermeye
başlamalıdır, tek başına piyasalara karşı
durmaktan vazgeçmelidir. Merkez Bankası, yitirdiği güveni hızla
geri kazanmalıdır. Ekonomi seçim öncesinde izlediğiniz popülist
politikaların bedeli olarak her hâlükârda yavaşlayacaktır.
Bundan en çok borca batmış çalışanlar ve küçük esnaf
etkilenecektir.
Bu çerçevede başta işsizlik yardımları olmak üzere
sosyal destek ağlarını bir an önce güçlendirin. Kredi Garanti
Fonunu küçük esnafa nefes aldıracak şekilde
çalıştırın. Ekonominin günlük işleyişine
keyfî müdahalelerden vazgeçin. Rekabet
gücünü artıracak yapısal reformlara artık başlayın.
Küresel likiditenin kurumaya başladığı bir dönemde
ekonomiye duyulan güveni ve çekiciliği artıracak bu tedbirleri hızla
alın. Ancak bu şekilde ihtiyaç duyulan finansmana erişim
kolaylaşacak ve ekonomide yumuşak bir iniş
sağlanabilecektir.
Değerli milletvekilleri, hepimiz bu milletin daha müreffeh
yaşamasını, geleceğe güvenle bakmasını isteriz.
Amacımız sizlere yol göstermektir. Bu bağlamda
eleştirilerimizin ve önerilerimizin Hükûmet kanadında samimi bir
biçimde değerlendirilmesini temenni ediyor, 2012 Bütçe kanununun
milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Öztrak.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın Kaplan, Sayın Şandırın
konuşmasında size sataştığından bahisle 69uncu
maddeye göre söz istediniz. İki dakika size söz veriyorum, yeni bir cevap
hakkına imkân vermemek şartıyla.
Buyurun.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplanın, Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; doğrusu Sayın Şandırın
konuşması sonunda bize ismimizi zikrederek söylediği üç noktaya
dikkati çekeceğim.
Sayın Şandır, samimiyetimle, partimin programı ve
tüzüğüyle söylüyorum: Biz bayrağı tartışmıyoruz
bir, resmî dili tartışmıyoruz iki, sınırları
tartışmıyoruz, ortak vatanda bütünlük içinde çözüm istiyoruz ve
çok açık söylüyoruz ki: Türkiyede bize, buna rağmen yöneltilen
bölücülük suçlamasını da biraz vicdan ve insaf
sınırlarını aşmış olarak görüyoruz ve
şunu söylüyoruz: Bölücülük sendromunun en iyi ilacı yeni Anayasa ve
demokrasidir. Mademki bu kaygılarınız var, bu
kaygılarınızı yaşamayın. Bizim grubumuz işte
Türkiyedir, Türk, Kürt, Süryani bütün milletvekilleri hep beraber oturuyoruz.
Diğer bir noktaya gelince: Benim Botan halkıyla ilgili
söylediğim sözleri keşke tam bilseydiniz. Şırnakın
bütün seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları
tutuklandı, içeride ve milletin iradesine saygı, sandıktan
çıkan oya saygı, her siyasetçinin saygıyla önünde eğilmesi
gereken bir durumdur dedim. Her siyasetçi de sandıktan çıkan iradenin
önünde eğilecektir. Buna Başbakan da dâhildir, hiç kimsenin
ayrıcalığı yok ama benim
şaşırdığım bir şey var: Ben Botan
halkının sandıktan çıkan millî iradesinin önünde
Başbakan da diz çökecek. derken sizin Başbakanın
avukatlığını yapmanıza şaşırdım
doğrusu. AK PARTİ burada çoğunlukta zaten, ihtiyacı yok.
Ben, şu anlamda söylüyorum: Basında çıkan sözler
bazen cımbızlanıyor. Birbirimizi konuşarak anlayabiliriz ve
ana dilimizi, kültürümüzü, şarkılarımızı söylemek bu
ülkeyi bölmez, şarkılar, dil, kültür, kimlik bölmez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu konuları bu kürsüden rahat
konuştuğumuz zaman hiçbir sorun kalmaz.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Maksat hasıl oldu, teşekkür ediyorum.
Şimdi görüşmelere devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.Sayısı:87) (Devam)
2.- 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına ilk söz, Diyarbakır Milletvekili Sayın Nursel
Aydoğan. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Aydoğan.
BDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi adına bütçenin
geneli üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bütçe üzerine görüşlerimizi ifade etmeden önce, bugün
Diyarbakır-Bismil kara yolundan bir kaza haberini aldık. 24
yurttaşımız bu kazada yaşamını yitirmiş. Ben
öncelikle yaşamını yitiren bütün yurttaşlarımıza
Allahtan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum, geride
kalan ailelerine de sabır ve başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette ki 2012 yılı
bütçesinin son gününde geneli üzerine değerlendirmeler yapıyoruz.
Şunu ifade etmek isterim ki 2012 yılı bütçesinin bize göre en
çarpıcı yönü, emniyet, güvenlik ve bir bütün savunma bütçeleriyle
ilgili olarak bütçenin önemli bir kısmının yani
yüzde 37lik bir kısmının bu bütçeye ayrılmış
olmasıdır. Türkiye tabii ki genç bir nüfus, genç bir ülke, Millî
Eğitime ayrılan oran yüzde 35 değerli arkadaşlar. Nüfusun
büyük çoğunluğunun genç olduğu bir ülkede, okula gidenlerin
ilkokuldan üniversiteye kadar olanlarının yüzdesinin çok yüksek
olduğu bir ülkede Millî Eğitime ayrılan bütçe yüzde 35 ama bir
bütün savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe yüzde 37.
Üstelik bu dönem savunma ve bir bütün güvenliğe ayrılan bütçede yüzde
7lik de bir artış var değerli arkadaşlar. Bu çerçeveden
baktığımızda, bu bütçedeki güvenlik, emniyet ve savunma
bütçesinin daha fazla bu ülkede çatışmalı süreçlere zemin hazırlanmak
üzere oluşturulduğu ve bir savaş bütçesi olduğunu söyleyebiliriz.
Elbette ki şunu ifade etmek istiyorum: Bir kadın olarak
Parlamentoda bu bütçenin bir barış bütçesi olmasını çok
isterdim, arzu ederdim ve hatta Hükûmet adına söz alan
arkadaşımız bu kürsüye geldiğinde Türkiye'nin en temel
sorunu olan Kürt sorununun çözüldüğünü, demokrasi sorunlarının
çözüldüğünü, dolayısıyla bu ülkede artık emniyet, güvenlik
gibi konulara çok fazla bütçe ayrılmaması gerektiğini ve daha
fazla, bu ülkede yaşayan insanların daha müreffeh bir yaşam
sürmesi için eğitime, sağlığa, kültüre daha fazla bütçe
ayrıldığını söylemesini isterdim ama ne yazık ki
90lardan itibaren, yaklaşık yirmi-yirmi bir yıldır böyle
bir söylemle bu Mecliste karşılaşmadık. Şunu ifade
etmek isterim: Umarım ve dilerim ki bundan sonraki yıllar Türkiyede
barış bütçesinin yapıldığı yıllar olur.
Değerli arkadaşlar, elbette ki AKP iktidara geleli dokuz
yıl gibi bir zaman oldu. Tabii ki Türkiyede yaşananlar dokuz
yılla sınırlı değildir. On yıllardan beri bu
ülkede insanlar yaşamlarını yitiriyorlar ve elbette ki en
önemlisi bu ülkede çocuklar yaşamını yitiriyor. Daha bir hafta
önce Mardinde Fırat İzgi adlı bir genç çocuğumuz, on
beş yaşındaki bir genç çocuk kendini yakarak Bu ülkede
barışın sesi olmak istiyorum. diyerek yaşamına son
verdi değerli arkadaşlar. Sanıyorum Sağlık
Bakanımız da burada. Hastaneye getirilen yani Mardin Devlet
Hastanesine getirilen bu gencimiz hastanedeki yetersizlikler nedeniyle başka
bir hastaneye nakledilemeden ve elbette ki o sırada -İçişleri
Bakanımız da inşallah buradadır- yanmış bir
çocuktan ifade almak istenmesinden dolayı zaman gecikti ve bu
çocuğumuz ne yazık ki Mardin Devlet Hastanesinde
yaşamını yitirmek zorunda kaldı ve yine bu ülkede
hazırlanan bu bütçeler nedeniyle yani güvenlik, emniyet bütçeleri
nedeniyle Diyarbakırda Mustafa Malçok isimli bir gencimiz yine kendini
yakarak yaşamına son verdi. Yine Evrim Demir Muşta ve yine
Ceylan Önkol gibi, Uğur Kaymaz gibi, Mehmet Aytun gibi daha bir buçuk
yaşındaki küçücük bir bebek polis kurşunuyla
yaşamını yitirdi.
İşte, değerli arkadaşlar, şunu ifade etmek
istiyorum size: Bütün bu yaşananlardan hareketle diyorum ki, bu Meclisin,
bu yaşamını yitiren, bu gencecik yaşta, daha küçücük
yaşta, bir buçuk yaşındayken yaşamını yitiren bu
çocuklara karşı bir özür borcu olmalıdır onlara daha güzel
bir Türkiye, daha güzel bir dünyayı yaratamadığı için. Ben
kendi adıma bu yaşananlardan dolayı tüm çocuklardan özür
diliyorum ve düşünüyorum ki bu sıralarda oturan bütün milletvekilleri
ve başta kadın milletvekilleri arkadaşlarımızın
bu çocuklardan bir özür borcu var ve bu özür önümüzdeki dönem mutlaka
dilenmelidir diyorum.
Değerli milletvekilleri, şu anda, tabii ki, iktidarda olan
AKPnin iç politikası tamamen kapitalist, modernist bir karaktere sahip
olduğu gibi dış politikası da aynı şekilde
kapitalist, modernist paradigma temelinde şekillenmektedir. Bu paradigma
temelinde şekillenen iç ve dış politikanın elbette ki
başarı şansı yoktur. Nitekim AKP Hükûmetinin hem iç hem
dış politika konusunda ne kadar başarılı olduğu
bugün ve önümüzdeki dönemlerde en fazla konuşulacak, en fazla
tartışılacak konulardan biri olacaktır Türkiyede.
Özellikle, AKP Hükûmetinin Dışişleri Bakanı gibi
Başbakan da neredeyse zamanının büyük çoğunluğunu yurt
dışında geçirmesine rağmen, son bir yıldır
özellikle Orta Doğu politikası çökmüştür değerli
arkadaşlar. Komşularımızla sıfır sorun
politikasından bütün komşularla sorun politikası başlamıştır.
Suriye, İran ve Irak
Yine, Orta Doğuda otoriter rejimler ve kırk yıllık
diktatörlüklerle 2002den beri AKP Hükûmetinin çok iyi ilişkileri
vardı ancak Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Orta Doğuya
yönelik müdahale kapsamında diktatörler bir bir ABD tarafından
yerlerinden ve koltuklarından edildiler değerli arkadaşlar.
Bununla birlikte AKP Hükûmetinin de ne yazık ki bu ülkelerle olan
ilişkilerini kopardığını görmekteyiz.
Elbette ki uluslararası ilişkilerin önemli oranda bize göre
insan hakları ve demokrasi çerçevesinde kurulması lazım. Elbette
ki ülkelerin ve devletlerin de ekonomik çıkar temelinde kurduğu
ilişkiler de mutlaka olacaktır ancak yine de bizler, kurulan
ilişkilerde ilkesel bir tavır ve duruşun da olması
gerektiğine inanıyoruz.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'de 2002 yılında yüzde 3-4
civarında bir büyüme öngörülmektedir. Bu büyümenin emekçilerin ve
halkın sırtından sağlanmak istendiğini bizler
biliyoruz. Yine sendikasızlaştırma politikası, grev
hakkının olmayışı ve düşük ücret politikası
bu büyüme hedefinin gerçekleşmesi için esas alınmaktadır. Kürt
muhalefetinin dışında ne yazık ki bu ülkede güçlü bir
muhalefet olmaması, hem Hükûmetin elini güçlendirmekte hem de yasama,
yürütme ve yargıyı elinde bulundurmanın verdiği otoriter
güçle istediği kanunu çıkarabilmekte ve bu büyümeyi devam
ettirebilmektedir değerli arkadaşlar. Ama büyüyen ekonomiye
rağmen, halkın refah ve yaşam düzeyinde çok önemli de bir
farklılık yoktur. İşsizlik, gerçek anlamda, çok yüksek
düzeydedir ve kronikleşmiştir. İş istihdamı son derece
düşüktür. Ücretliler bu büyümeden istedikleri payı
alamamaktadırlar.
Adaletsiz bir vergi politikası vardır. Sürdürüldüğü
söylenen güçlü bütçeyi tüketicinin sırtından, yüzde 70 dolaylı
vergilerle sağladığı bilinmektedir. Dünyanın hiçbir
yerinde değerli arkadaşlar, böylesine adaletsiz bir vergi sistemi
yoktur. Dolayısıyla, bölüşümde ve paylaşımda da bir
adaletsizlik söz konusudur.
Özelleştirmelerle -ki, hemen hemen Türkiyede
özelleştirilmedik kamu kurumu kalmadı diyebiliriz- özellikle
TOKİ yatırımlarıyla da AKP Hükûmeti kendi çevresinde
organik bir sermaye grubu oluşturmuş, bunları ciddi şekilde
de palazlandırmaktadır yani bu yüzde 3 veya 4lük büyüme
çalışan ve işsizlere ayrı bir şey getirmemiştir
değerli arkadaşlar.
Sayın
milletvekilleri, 13 milyon ücretlinin yaşadığı bir ülkede
maalesef sendikalaşma oranı son derece düşüktür, bunun yüzde 10
civarında olduğunu söyleyebiliriz. Örgütlü olanlarda da maalesef hem
örgütlenme özgürlükleri kısıtlanmakta hem grev hakkı
verilmemektedir. Başta Kürt muhalefeti olmak üzere, öğrenciler,
muhalefet edenler baskı altında tutulmakta, cezaevlerine
atılmaktadır. İşte bugün, 21
Aralıkta KESK ve Türk Tabipler Birliği tüm bunları protesto
etmek için bir günlük grev hakkını kullandı ve alanlardalar. Ben
buradan, greve çıkan bütün emekçileri, kamu emekçilerinin grevlerini ve
eylemini selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1924 Anayasasıyla başlayıp
kangren hâline dönüşen Kürt sorununun çözülemediğini, her geçen gün
can yakmaya devam ettiğini görüyoruz. Sadece son bir yılda bu sorun
çözülemediğinden yüzlerce insanımız yaşamını
yitirmiştir.
Yine cezaevlerinde ölümler devam etmektedir. En son Erzurum Cezaevinde
Mehmet Aras isimli bir yurttaşımız, kanser hastası olan bir
yurttaşımız insan hakları örgütlerinin yoğun
girişimleri olmasına rağmen ve kanser hastası olmasına
rağmen hastaneden evine gönderilmemiş, ne yazık ki, hastane
koşullarında ve cezaevinde yaşamını yitirmek durumunda
da kalmıştır.
Hâlen cezaevlerinde 18i ağır olmak üzere, 111i ölüm
sınırında olan yurttaşımız vardır. Hükûmetin
cezaevi politikasını acilen değiştirmesi gerekir diyoruz.
Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığı devasa
adliye saraylarını yapmakla övünmektedir. KCK adı altında
yürütülen operasyonlarda olduğu gibi mahkemeye
çıkarılanların hiçbir adalet anlayışıyla
karşı karşıya kalmadıklarını hep birlikte
izliyoruz. Sadece ana dilleriyle ifade veremedikleri için üç yıldan beri,
bu dava kapsamında tutuklananlar içerdedir.
Şimdi, insan yaşamının cezaevlerinde
hiçleştirildiği ve insanı yaşatmak için bir bütçenin
ayrılmadığı bir ülkede adalet saraylarının
olmasının ne anlamı olacağını ben gerçekten
Adalet Bakanına sormak istiyorum.
Başbakanın Bizden iyi niyet beklemesinler. ve Terörle
mücadele, siyasetle müzakere açıklamalarından sonra, faaliyetleri
açık ve gözetim altında olan belediye başkanlarımız,
il, ilçe yöneticileri, belediye il genel meclisi üyelerinin
tutuklanmalarına hız verilmiş, bu kapsamda da
tutuklananların sayısı 4 bini aşmıştır
değerli arkadaşlar.
Son olarak da Başbakan Yardımcısı Sayın
Beşir Atalayın KCK ve askerî
operasyonların hepsi bir koordinasyon dâhilinde yapılmaktadır.
Bunların hepsi kararlaştırılmış,
planlanmış ve yürütülmektedir. söyleminin üzerinden daha üç beş
gün geçmeden, dün sabah saatlerinde, DİHA, Özgür Gündem, Etik Ajans,
Demokratik Modernite ve Gün Matbaası gibi kurumlar
basılmış, çok sayıda gazeteci ve çalışanı
gözaltına alınmıştır. 90lı yıllarda, özgür
basında çalışanların binaları kundaklanıyordu,
yakılıyordu şimdi ise özgür basında çalışanlar
tutuklanıp gözaltına alınıyor, cezaevlerine konuyor
değerli arkadaşlar. Herhâlde böyle bir demokrasi ve adalet
anlayışının olduğu, dünyada, ülke
sayısının çok az olduğunu belirtebilirim.
Değerli arkadaşlar, Türkiyede, tutuklu gazeteci
sayısı 71dir. Bu hâliyle dünyada ilk sıralarda olduğumuzu
daha önce belirtmiştik. Buna rağmen Hükûmet, tutuklanan gazeteciler
için, ısrarla, mesleklerinden kaynaklı değil gazetecilik
faaliyeti dışındaki faaliyetler nedeniyle
tutuklandıklarını ifade ediyor. Bize göre onlar illegal
faaliyetleri için tutuklanmadılar, sadece, AKP politikalarına
karşı oldukları için ve bu politikalara boyun eğmedikleri
için tutuklanmışlardır. Ne yazık ki AKPnin Ya benden
olursun ya da karşıdan olursun. yaklaşımı var. Bu
yaklaşım nedeniyle de zaten değerli arkadaşlar, bu
yaklaşımın karşısında olanlar her gün, peyderpey,
bir bir yakalanıp, tutuklanıp cezaevine atılmaktadır.
Zaten, uzun tutukluluk süreleriyle de henüz verilmeyen cezanın da
infazı bu şekilde yapılıyor olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkan
Başbakanın ülkesinde, bir buçuk yaşındaki,
Şırnaktaki Mehmet Uytun bir polis kurşunuyla öldürüldü; Halil
İbrahim Oruç, Bismilde, 18 Nisanda, bir gösteri sırasında yine
polis kurşunuyla öldürüldü ve hâlen Halil İbrahim Oruç hakkında
İçişleri Bakanlığının hiçbir
çalışması yoktur değerli arkadaşlar; yine, Ceylan
Önkol bu şekilde katledildi; Uğur Kaymaz, Yahya Menekşe Şırnakta, yine Hakkâride
bir çocuk öldürülerek dereye atıldığında; yine, bir
çocuğun kolu kameralar önünde polis tarafından
kırıldığında; yine, eylemlerde, gösterilerde gazlarla
yaşlılar öldürüldüğünde; yine, Solin bebek ve ailesi Türk
Silahlı Kuvvetlerinin hava bombardımanı sonucu yok
edildiğinde; yine, Nusaybinde polisin ve jandarmanın on iki
yaşından daha küçük olan Kürt çocuklarını önlerine katarak
mayın tarlasına sürdüğünde ve daha sonra kameralar önünde o
çocuklara işkence yapıldığında; yine, üç
yaşındaki Y. E. Nusaybinde polis tarafından beyninden vurularak
komaya girdiğinde aile ve sosyal politikalardan sorumlu Bakanın
ağzından tek bir kelime çıkmadığı gibi,
İçişleri Bakanlığı da hiçbirinin faillerinin
bulunması konusunda bir çalışma içine girmedi. Yine Hakkâri
Çukurcada, Kazan Vadisinde 36 PKKlinin kimyasal silahlarla
öldürüldüğüne dair iddialara da İçişleri Bakanı bir cevap
vermediği gibi, bununla ilgili olarak da bir araştırma yapılmasıyla
ilgili Meclisin herhangi bir çalışması olmadı. Biliyorsunuz
kimyasal silah kullanmak bir insanlık suçudur, bu da herhâlde ileri
demokrasinin olduğu ülkemizde Hükûmetimizin iyi bir pratiği oldu.
Değerli milletvekilleri, 2004
yılında Başbakan Moskovada sorulan bir soru üzerine
Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur. demişti. Bugün atanan
İçişleri Bakanı da ona benzer şeyler söylüyor: Gittim,
aradım, bulamadım Kürt sorununu, ne sağlıkta gördüm ne eğitimde.
gibi söylemler. Madem Kürt sorunu yoksa, niye bölgede yüz binlerce asker ve on
binlerce polis görevlendiriliyor? diyoruz biz de. Bugün AKP bölgede polis
terörüyle özgürlük ve demokrasi isteyen halkın taleplerini bastırmaya
çalışıyor değerli arkadaşlar. Bunun için
İçişleri Bakanlığı bütçesinden ne kadarının
gaz bombalarına ayrıldığını doğrusu ben
merak ediyorum. Ayrıca, atılan gaz bombaları sonucu Vanda
İl Genel Meclisi üyemiz Yıldırım Ayhanın ve
nicelerinin hayatını kaybettiğinin de yine İçişleri
Bakanlığı tarafından izah edilmesi gereken bir konu
olduğunu düşünüyorum ve Türkiyede Türkiye kamuoyunun da böyle bir
beklentisi olduğunu biliyorum. Hâlbuki sözde güvenlik ve emniyete
ayrılan bütçe eğitime ayrılabilirdi değerli
arkadaşlar. Bölgede ücretli öğretmenlik meselesi almış
başını gitmektedir. Henüz okuldan yeni mezun olan, lisans veya
ön lisans mezunu olduklarına dahi bakılmadan öğretmenler,
bölgede geçici öğretmen adı altında görevlendirilmektedir.
Oysa, sırada bekleyen binlerce, on binlerce üniversite mezunu
öğretmemiz var. Umuyor ve diliyorum ki, AKP Hükûmeti en kısa zamanda
bu arkadaşlarımızı da görevlendirerek sorunlarına bir
nebze de olsa çözüm getirecektir.
Değerli arkadaşlar, kadınların özgürlük mücadelesi,
tüm insanlığın özgürlük ve demokrasi mücadelesidir.
Kadınlar özgürleşmeden insanlığın gerçek anlamda
özgürleşmesi ve özgür bir dünyaya kavuşmak da mümkün değildir.
İlk baskı, sömürü ve istismar, erkek tarafından kadın
üzerinde gerçekleştirilmiştir. Devletçi-iktidarcı sistem, erkek
egemenlikli bir sistem olarak şekillenmiştir. Kadın köleliği,
baskısı ve istismarı üzerinden şekillenen bu gerçeklik,
kadın özgürleşmeden ortadan kaldırılamaz. Bu nedenle,
kadın özgürlüğü sadece kadını değil tüm toplumu
ilgilendirmektedir. Oysa Türkiye de, maalesef üzülerek belirtmek isterim ki,
toplum ahlaki ve manevi olarak bir erozyona uğramaktadır. Siyasi
haklardan tutalım yaşam hakkına kastetmeye, kişilik
haklarına kadar erkek egemenlikli devlet ve Hükûmet tarafından
yöneltilen saldırılar, bir tecavüz zihniyetinin sonucudur. Kadın
katliamları, cinayetleri, kadına yönelik şiddet konusunda AKP
Hükûmetinin olumlu anlamda yasal ve anayasal değişiklikler
yaptığını belirtebilirim. Ama buna rağmen, Mardindeki
N.Ç. davasında ve son günlerde, son bir ay içerisinde İzmirde polis
karakolunda dayak yiyen Fevziye Cengiz olayında da görüldüğü gibi,
bir zihniyet değişiminin hâlen Türkiyede
sağlanmadığı görülüyor. Bu zihniyet değişiminin
sağlanmamasının önemli nedenlerinden birinin de değerli
arkadaşlar, ben, AKPnin muhafazakâr paradigması olduğunu
düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, 2012 bütçesi toplumsal cinsiyete
duyarlı bir bütçe değildir. Hiçbir bakanlığın
bütçesinde, kadına yönelik politikalarla ilgili bir bütçenin
ayrılması söz konusu değildir. 326 milletvekili olan iktidar
partisinin Hükûmette tek kadın bakanı vardır. Meclis
komisyonlarında yer alan kadın üye sayısının da
minimum düzeyde olması bir zihniyeti açığa
çıkarmaktadır. İşte, bu zihniyet de değerli
arkadaşlar erkek egemen zihniyettir.
Sayın milletvekilleri, şu anda Meclisin gündeminde yeni bir
anayasa yapımının gerekli olduğu konusunda Türkiyede
yaşayan tüm toplumsal kesimlerin ve demokrasi güçlerinin bir
mutabakatı vardır. Ancak, AKP Hükûmetinin nasıl bir demokratik
anayasa yapacağı konusunda tüm toplumsal kesimlerin kafası
karışıktır. Bize göre Hükûmet, Anayasayı kendi
zihniyetine uygun hâle getirmek istiyor. Çünkü, her yere gidip, Türkiyede
ileri demokrasi olduğunu iddia ediyor. Sadece uygulamada bazı
eksiklikler olduğundan, eksikliklerin var olduğundan bahsediyor.
İleri demokrasi olduğunu söyleyen bir zihniyet, demokratik anayasa
yapımına engeldir, ancak kendine göre eksik gördüğü bazı
yerleri yamalar. Hâlbuki Türkiyede, çok köklü, Kürt sorunu gibi çözülmesi
gereken demokrasi sorunları olduğu açıktır. Bu anayasa, bu
sorunların çözümünü eğer içermiyorsa, asla ve asla yeni bir anayasa
olmayacaktır değerli arkadaşlar.
Demokratik bir anayasa, bir partinin Parlamentodaki siyasal gücüne göre
yapılamaz. Küçük büyük her toplumsal kesimin temel demokratik
haklarının tanınması gerekir. Bir toplumsal kesime Senin
cüssen nedir ki bu kadar hak istiyorsun asla denilemez. Bunu diyen zihniyet
demokratik değildir. Güçlünün zayıfı ezebildiği, zayıfın
da büyük olanın dediğini kabul edeceğini söylemek, demokratik
olmayan otoriter bir zihniyettir değerli arkadaşlar.
Bir etnik, dinsel ve sosyal kesimin toplumdaki siyasal gücü ve
Meclisteki yansıması yüzde 5 olabilir. Böyle bir kesime Sayın
kadar konuş, sayın kadar hak iste denilebilir mi? Türkiyenin kabul
edeceği düzeyde hak talep edin diyebilenlerin zihniyeti de işte bu
zihniyetten farklı değildir değerli arkadaşlar.
AKP ve çevresindekiler, egemen ulus zihniyetinin düşünce
hegemonyası altında düşünenler bu dayatmanın kabul
edilemeyeceğini bilmeliler. Baskılarız., Töhmet altında
bırakırız., Geriletiriz. deyip ve sonuç olarak toplumdaki en
yaygın deyimle Alavere, dalavere, Kürt Mehmet nöbete. deniyorsa, buna
verilecek cevap da elbette ki bunların zamanının çok
geçtiğidir yani Geçti Borun pazarı, sür eşeğini
Niğdeye. cümlesi tam da buna uygundur değerli arkadaşlar.
Başbakan Bu vatan hepimizindir. diyor ama tek milletten vurgulu
bir biçimde söz ederek, Türkiye içinde yaşayan diğer halkların
haklarını reddediyor. Kürtlerin ve diğer toplulukların
varlığı açıkça tanınmayacaksa, Kürtlerin ve diğer
toplulukların siyasi iradesi ve öz yönetimleri tanınmayacaksa, ana
dilde eğitim olmayacaksa o zaman Türkiye herkesin ortak vatanı olamaz
değerli arkadaşlar.
Başbakan, hep Tek millet., Tek dil., Tek vatan. gibi tekçi
söylemlerle hareket ediyor. Tek millet. ve Tek dil. söylemi Kürtlerin
Anayasa ve yasalarda kimliğinin ve ana dil talebinin kabul
edilmeyeceğini ifade ediyor.
Tek vatanda ısrar eden Başbakana da bizim ısrarlı
olarak cevabımız şudur arkadaşlar: Ortak vatanda özgür
birliktelik.
Sayın milletvekilleri, AKP nasıl bir anayasa düşünüyorsa
bizce kalkıp kamuoyu önünde bunun çerçevesini çizmesi ve kamuoyuyla da
bunu paylaşması gereklidir. Kürt sorunu aynı zamanda bir Anayasa
sorunudur. Kürt sorununu yaratan 1924 Anayasasıdır. Bu Anayasa yani
1924 Anayasası, Kürtlerin, sol ve siyasal İslamcıların
sistemin dışında tutulması sonucu ortaya
çıkmış bir anayasadır.
Oysa, şimdi AKPye bakıyoruz değerli arkadaşlar,
kendisi sistem içine girince demokrasi sorunlarının bittiğini ve
Türkiye'nin demokratikleştiğini iddia ediyor. İşte, kendine
Müslüman ve kendine demokrat anlayışı da bu olsa gerek
değerli arkadaşlar.
Sayın milletvekilleri, bölgenin her tarafına irili ufaklı
onlarca baraj yapılıyor. Bizler başta Hasankeyf gibi kültürel ve
tarihî mirası yok eden yeni barajların neden
yapıldığını biliyoruz. Bölgedeki barajların
yapımı elektrik üretimini artırmaktan öte Kürt sorunuyla
ilgilidir. Bölgenin bütün dere boylarının, yani bütün yerleşim
yerlerinin su alanları altında bırakılması
planlanıyor. Böylelikle önemli bir coğrafya, hem de verimli bir
coğrafya insansızlaştırılmak isteniyor. Bölgeyi bir
bütün olarak incelemek yerine sadece Dersimi değerlendirmek belki bize bu
konuyla ilgili vahametin ortaya çıkması açısından yeterli
olacak.
Değerli arkadaşlar, Dersim zaten yıllardır askerî,
sosyal, ekonomik, kültürel politikalarla önemli oranda
boşaltılmıştır. Herhâlde nüfusu oranında en fazla
nüfusun kendi toprakları dışında
yaşadığı bir ildir. Kalan nüfus da bu yeni barajlarla yok
olacak değerli arkadaşlar ve böylece Dersimin demografik dengesi
bozulacak. Elbette ki Dersimde sadece yok edilmek istenen Dersimin nüfusu
değil, aynı zamanda Alevi kültürünün de yok edilmesidir değerli
arkadaşlar.
Barajlar doğa ve kültür katliamıdır. Karadeniz halkı
doğa katliamı nedeniyle HESlere karşı çıkıyor.
Bu değerli bir bilinçlenmeyi ifade ediyor değerli arkadaşlar. Ne
Karadeniz halkı ne Türkiyede yaşayan farklı halklar artık
kendi coğrafyasında HESler istemiyor. Halklar HESlere
karşıyken maalesef AKP Hükûmeti de HESlerle ilgili yapılacak
yerleri âdeta bu halka müjdelemektedir. Türkiyede enerji
açığının olduğu muhakkaktır. Ama bizim AKP
Hükûmetine naçizane tavsiyemiz HESler ve nükleer santraller yerine daha
doğal enerji kaynaklarının bu ülke için yaratılması
olacaktır.
Değerli arkadaşlar, şimdiye kadarki
yaşadığımız süreç toplumu tüketim toplumu hâline
getirmiştir. Ama aynı zamanda yoksulluk o kadar ciddi
boyutlardadır ki Dünya Bankasının yoksulluğu yönetme
politikası Türkiyede devreye konulmuştur. Sosyal devlet olma
anlayışı büyük oranda ortadan kaldırılırken,
yoksulluğu yönetmenin tek yolu, sadaka dağıtan devlet
anlayışı olmuştur. İşte, bugün Hükûmetin
yaklaşımı, sosyal devlet yaklaşımı değil,
sadakacı bir devlet yaklaşımıdır. Bu politika, 2008de
IMFyle yollarını ayıran AKP Hükûmetinin, yollarını
ayırmasına rağmen uygulamaya koyduğu bir IMF
politikasıdır. Bu politika da Halkı yoksullaştır,
muhtaç et ve kendine bağla. politikasıdır. Bu politika, AKPnin
bu ülkede yüzde 50 oy alabilmesinde önemli bir faktördür, yani
vatandaşın temel hakları sadakaya tahvil edilerek bu
yapılmıştır arkadaşlar.
Bugün, Türkiyede halktan toplanan vergilerin, biz, ne
kadarının militarist fonlara gittiğini bilmiyoruz değerli
arkadaşlar. Bu Meclisin önemli görevlerinden birinin de halktan toplanan
vergilerin nasıl harcandığının halk adına
denetlenmesi olduğunu biliyoruz. Bu nedenle, bundan sonraki
bakanlıkların bütçelerinin daha şeffaf ve denetlenebilir
olması gerektiğini ve bu Meclisin de bu konuda bir irade beyan etmesi
gerektiğini ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlar, sürem az kaldı, bitmek üzere.
Ben, bir kez daha, hazırladığımız bütçenin,
Türkiyede barışa, demokrasiye, özgürlüğe vesile
olmasını diliyorum ve halkın bütçesi olmasını
diliyorum. Bundan sonra, bu ülkede yapacağımız bütçelerin
barış bütçesi olması temennisiyle hepinizi bir kez daha
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURSEL AYDOĞAN (Devamla)
saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.
Şimdi, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına,
Iğdır Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Pervin
Buldan, ikinci konuşmacı olarak.
Buyurun Sayın Buldan. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de öncelikle,
Diyarbakırın Bismil ilçesinde meydana gelen trafik kazasında
yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allahtan
rahmet, yakınlarına sabır diliyorum, yaralılara da acil
şifalar diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Merkezi
Yönetim Bütçe Yasa Tasarısının tümü üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınızdayım. Konuşmama başlarken Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Hükûmetler, bütçelerini toplum ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak planlarlar ve yürütmenin politik hedefleri doğrultusunda
sosyal, kültürel ve ekonomik amaçlarla düzenlerler. Bu nedenle, AKP Hükûmetinin
sahip olduğu bütçe programı, onun politik hedeflerinin ve
faaliyetlerinin aynası niteliğindedir.
İki
yasama dönemidir katıldığım bütün bütçe görüşmelerinde
olduğu gibi ne yazık ki 2012 bütçesi de sahip olunan siyasi
anlayışın bir sonucu olarak önümüze konmuştur ve bundan
ötürüdür ki bütçe, yine kendi halkının gücüne dayanmayan, dolayısıyla
halkın çıkarlarını gözetmekten uzak bir biçimde
düzenlenmiştir. Demokrasiyi, bilimi ve hukuku, sosyal devlet
anlayışını ve özgürlükleri temel alan bir siyasi
anlayıştan yoksun olarak hazırlanan bu bütçede
çalışanların, yoksulların, kadınların ve çocukların
adı yok; toplumun dezavantajlı kesimlerine yönelik olarak
ayrılan bir kaynak bulunmadığı gibi, bütçede kurumlar
arası ve bölgeler arası eşitsizlikler beslenmeye devam
etmektedir.
Bunun
yanı sıra toplumun temel gereksinimleri olan sağlık,
eğitim, adalet gibi alanlara ayrılan kaynak ise kendisini sürekli
olarak tehdit altında hisseden bir devlet için, doğal olarak
kısıtlı miktarlarla
sınırlandırılmıştır. İç ve
dış düşmanın varlığından gücünü alan bir
devlet yapısının ortaya koyacağı üzere, Türkiye Cumhuriyeti
devleti yine gelirlerinin ve gelecek olan kaynaklarının aslan
payını savunma ve güvenlik giderlerine
ayırmıştır. Savunma bütçesi bu sene hiçbir neden
gösterilmeksizin yüzde 7,4 oranında arttırılmıştır.
Üstelik, bütçenin bu kısmıyla ilgili harcamalar karanlıkta
bırakılmaktadır.
Şimdiye
kadar bütün iktidarlar döneminde yapıldığı gibi AKP
Hükûmeti döneminde de örtülü ödenekten yapılan sınırsız
harcamalar birer sır olmaktadır. Mevzu silah, tank, top,
insanlı-insansız savaş uçakları ve operasyonlar olunca
halkın sırtından elde edilen bütçe gelirleri sonuna kadar ve
hesap vermeksizin harcanabilmektedir.
Bu
harcamaların görünür olmasına gerek duyulmaması, demokratik
hukuk devletlerinde kabul edilecek türden değildir. Bütçe
şeffaflığı konusunda Türkiye, Uganda ve Zambiyanın dahi gerisinde bulunmaktadır. Savunmaya
ayrılan bütçe dışı kaynakların ise ne kadar
olduğu açıklanmamaktadır; en azından,
açıklanıyorsa dahi biz Türkiye Cumhuriyeti parlamenterlerine bu
açıklama yapılmamaktadır. ABDye ve NATOya açıklanabiliyorsa
bile bu bilgiler bizim ve aynı zamanda Sayıştayın da
denetimine kapalı durumdadır. Örneğin Millî Savunma
Bakanlığı bütçede de kendisine ayrılan pay
dışında iki ayrı kaynaktan beslenmektedir. Bunların
biri modernizasyon adı altında Türk Silahlı Kuvvetlerine
ayrılan kaynak, diğeri ise Savunma Sanayi Fonundan ayrılan bir
paydır. Jandarma Genel Komutanlığının bütçesi ise
ayrı. Bunların yanı sıra ihtiyaç duyulursa savunma harcamaları
için Bakanlık bütçesinden kesinti yapılabilmektedir. Bu para Millî
Savunma Bakanlığına aktarılmaktadır. Ortadaki
rakamlara rağmen yapılacak bir operasyonun ekonomik maliyeti ise
devlet sırrı olarak kalmaktadır. Tüm bunların yanı
sıra çeşitli isimlerde kurulan askerî vakıf ve dernekler de
silahlanmaya kaynak ayırmak için kullanılmaktadır. Âdeta devlet
içerisinde devlet gibi özel bir güçle donatılan Türk Silahlı
Kuvvetleri, dünya üzerinde holding sahibi olan tek ordu özelliğini
taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sene
sınır ötesine düzenlenen operasyonların yirmi
altıncısı gerçekleştirildi. Peki, bu operasyonların
ekonomimize maliyeti kaç Türk lirasıdır? Biz, bütçeyi
kanunlaştıran, bu demokrasi mekânı kabul edilen Parlamentonun
asli unsurları olarak bu maliyeti öğrenebilir miyiz? Hayır. Peki,
neden, burası demokratik bir hukuk devleti değil mi? Bu iki durum
arasındaki tezatlığı, Hükûmet, hangi haklı gerekçeye
dayandırmaktadır? Özellikle savunma ve güvenlik amaçlı
harcamaların bütçe içerisinde ayrı bir uygulamaya tabi tutulması
şeffaflık ilkesini yok saymaktır. Bu Hükûmetin Maliye eski
Bakanı Sayın Unakıtan Hiçbir operasyonun ekonomik izlerini
bütçede göremezsiniz. demişti. Sonradan Sayın Cemil Çiçek
tarafından yapılan açıklamada, 1984 yılından bu yana
PKK ile mücadelede devletin 300 milyar gibi korkunç bir rakamı
harcamış olduğunu öğrenmiş olduk. İşte,
maalesef, bu seneki bütçe hesaplarının da daha nice milyar
dolarları heba etmek üzere denetimsiz ve saklı hesaplarla
hazırlanmış olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, bu
bütçeye hayırlı olsun demek bizim açımızdan mümkün
değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye,
satın alma paritesine göre yapılan sıralamada, silahlanma
harcamalarında 17 milyar ile dünyanın 14üncü ülkesi
konumundadır. Bu noktada, Türkiyede silahlanmaya ayrılan bütçenin ne
kadar olduğu, Türkiyede silah sektörünün kimlerin elinde olduğu,
Türkiyenin hangi tür silahlara ihtiyacı olduğuna kimlerin,
nasıl karar verdikleri; kimlerin, nereden, ne tür alımlar
yaptıkları; aracılık yapan kurumların hangileri
olduğu, nasıl lobi yaptıkları ve kaç lira komisyon
aldıkları gibi konuların hepsi meçhuldür. Millî Savunma
Bakanlığının bütçe dışı kaynaklar ile birlikte
mal ve hizmet alımı giderlerine ne kadar
harcandığını hiçbir zaman için tam olarak bilmemekteyiz.
Çünkü bu konular devlet sırrı olarak
tanımlanmıştır ve üzerine denetimlerin yapılması,
bu konuların üzerinde konuşulması yasaktır.
Yine, Türk Silahlı Kuvvetleri personellerinin giderleri,
Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi
bakanlıkların personel giderlerinin oldukça üzerindedir. Ancak bu
giderlerin harcama kalemleri de yine meçhul durumdadır. Valilerin,
profesörlerin, müsteşarların maaşları kamuoyuna
açıklanmakta iken subayların maaşları, ek ödemeleri ve
tazminatları karşılaştırmalı tablolarda yer
almamaktadır. Kısacası, son kırk yıldır Türk
Silahlı Kuvvetlerinin her türlü malı, harcamaları ve
tasarrufları, siyasetin, hukukun ve sivil denetimin dışındadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu durumun ülkemiz
açısından elbette ki çok ağır sonuçları ortaya
çıkmaktadır. Bedeli ödeyen kim? Yaşamı her geçen gün
siyasiler tarafından kendileri için daha da çok
zorlaştırdığımız halkımız.
İşte, OECD raporu. Türkiyeye İşsizlik, yoksulluk ve gelir
adaletsizliğinde liderlik sizde. diyor.
Yine, Türkiye, yolsuzluk sıralamasında hatırı yabana atılmayacak bir
yere sahip.
Değerli milletvekilleri, ağır vergilerle
halkımızın emeğinden elde edilen bütçe gelirlerinin silah
tüccarlarının keselerini doldurmak üzere israf edilmesi bu halka
yapılacak en büyük haksızlıktır. Bu halkın silahtan,
bombadan önce insan onuruna yakışır bir yaşam
standardına ihtiyacı vardır. Yaşamını idame
ettirebileceği ve ülkesine hizmet edebileceği bir işe
ihtiyacı vardır. Bilimsel eğitime, nitelikli bir
sağlık hizmetine ihtiyacı vardır. Bu ülkede adalete ihtiyaç
vardır. Adaleti sağlayacak doğru düzgün bir yargıya ihtiyaç
vardır ve dahası bu halkın sokaklarında artık
bombaların patlamadığı, silahların
evlatlarını gencecik yaşlarda toprağa
düşürmediği, barışçıl bir yaşamın hüküm
sürdüğü bir ülkeye ihtiyaç vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Epir Kralı
Yunanlı Pyrrhos milattan önce 280 yıllarında İtalyaya
savaş ilan eder ve savaşı kazanır. Savaşın
sonucunda Pyrrhosun 10 bin kişilik ordusundan geriye sadece 15 kişi
kalmıştır. Pyrrhos bu kanlı zaferin sonucunda şunu
söyler: Tanrım, bir daha bana böyle zaferler nasip etme. Evet,
değerli milletvekilleri, Pyrrhos kanlı zaferler istemediğini
milattan iki yüz seksen yıl önce ilan etmiş fakat ne trajiktir,
insanlık bin yıllardır savaşın kanlı pençesinden
kendisini kurtaramamıştır. Bizim topraklarımız
kırk yıldır yürütülen kirli savaştan ötürü acılı
bir yurt hâline gelmiştir. Kırk yıldır oğullar,
kızlar, her biri can paresi binlerce eş, evlat, kardeş
toprağa düşmektedir.
Soruyorum: Silah tüccarlarından başka kim kazanıyor bu
savaştan? Kim bu savaş sayesinde bu ülkenin
kurtarılmış olduğunu söyleyebilir? Kim bu savaş
sayesinde sokakta yürürken, parkta otururken güven içinde olduğunu
söyleyebilir? Halkın emeğinden çalınan vergiler ile yürütülen bu
savaştan, savaş tacirleri dışında kim
karnının doyduğunu, yüreğinin ısındığını
söyleyebilir?
Bu devlet, bu Hükûmet, içine saplandığı bu kirli savaş
sarmalının içinde her geçen gün daha da kirlenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her namlunun iki
yüzü varmış aslında, biri kurbanını öldürürmüş,
öteki de tetiği çekenin vicdanını. Bu savaş, bu devleti
öyle zalim bir hâle getirdi ki her türlü insanlık suçu işlendi bu
ülkede. En ağırından trajediler yaşadık ve bu
trajedinin tanığı olduk aynı zamanda. İşte, daha
geçen hafta, İnsan Hakları Komisyonunda, Dersimli acılı bir
baba, devletin silahlı güçleri tarafından kaçırılan
kızının cesedinin nasıl parçalandığını
anlattı. Doğrusu bu hikâyeyi dinlemeye dahi yürek dayanmıyor ama
daha vahimi ise bu coğrafyada bu insanlık dışı
hikâyeye sahip binlerce yurttaşımızın olduğu
gerçeğidir.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, ayakta duran sayın
milletvekilleri, ayakta konuşan sayın milletvekilleri, eğer
dinlemeyeceksiniz kulislere rica edeceğim sizi. Sizi sükûnete davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Devamla) Savaş bu devleti öyle bir canavara
dönüştürdü ki devlet yurttaşını yutarken gözünü oymak,
ayağını, kulağını koparmak istedi ve bunu
binlerce, ısrarla söylüyorum, binlerce yurttaşımıza
yaptı ve AKP Hükûmeti eliyle de devlet bu uygulamalarına, yıl
2011, hâlâ devam etmektedir. Meydana gelen çatışmalarda
yaşamını yitiren cenazelere yapılanlar, cenazelere dahi
nasıl bir vahşet uygulandığını gözler önüne
sermektedir. Bu ülkenin yurttaşları, çocuklarının
cenazelerini almaya gittiklerinde tam anlamıyla bir vahşet ile
karşılaştıklarını acı içinde
haykırmaktadırlar. Hakkârinin Çukurca ilçesinde sivil toplum
örgütlerinin tespitlerine göre, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından
kimyasal silah kullanılarak öldürüldükleri iddia edilen gerillaların
cenazeleri, haftalarca Malatya Adli Tıp morgunda bekletildiler ve
ailelerin verdikleri bilgiye göre cenazeler tanınmaz durumda idiler.
Birçoğunun kafasının olmadığı ifade edilmekteydi
ve tamamen yanık durumda olan cenazeler yakınları
tarafından teşhis edilemediler. Seksen yıldır öldürmeye ve
öldürtmeye doymamış devlet politikalarının vahşet
fotoğraflarını izlemek istemiyoruz artık. Avrupada
faşist rejimler son nefeslerini verdi, dünya çapında diktatörler
devri kapanmaya yüz tuttu.
Bizim
ülkemizde devlet zihniyeti seksen yıldır zulmünden hiçbir şey
yitirmedi. Bundan seksen yıl önce Dersimli bir Kürtün kesik
başıyla fotoğraf makinesine poz veren zabitlerin vahşet
saçan görüntülerinin üzerinden on yıllar geçti. Devletin güvenlik güçleri,
JİTEM ve çeteler kesik baş ve uzuvlarla poz vermeye devam eder oldu.
Vahşet çağı bu coğrafyada hiçbir zaman
kapatılmamıştır çünkü. Kürt çocuklarının ölüsüne
dahi her türlü hakaret yapılmaktadır. Gerilla cenazeleri
insanlık dışı bir şekilde parçalanmakta, teşhir
edilmekte, hiçbir dinî vecibenin yerine getirilmesine izin verilmeksizin bu
cenazeler kimsesizler mezarlığına atılmaktadır. Oysa
bu topraklarda yaşayanlara çok görülse dahi insan onuru diye bir şey
vardır, bir ölünün dahi hak ettiği birtakım uygulamalar
vardır, beden bütünlüğüne zarar verilmeden gerektiği gibi
defnedilmesine müsaade edilmesi ve cenazesinin yakınlarına teslim edilmesi
gibi. Bu yaklaşım insan olmanın gereğidir. Bütün dinler
bunu buyurur ve bütün güzel ahlak öğretileri bunu gerektirir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 bütçesini görüşüyoruz.
2012 yasama yılına da yeni anayasa çalışmalarıyla
gireceğiz. En azından Hükûmet böyle söylüyor ve biz de bu yönlü bir
beklenti içerisindeyiz. Peki, neden yeni bir anayasa? Çünkü mevcut Anayasa ile
Türkiye'nin ilerleyemediğini hepimiz çok derinden hissediyoruz çünkü ülke,
içine saplandığı çözümsüzlüğün ana damarını bu Anayasadan
almaktadır. Bu Anayasa bütün organlarıyla gayrimeşru ve
antidemokratiktir ve bu Anayasa faşist bir karaktere sahiptir. Fakat
siyasal gelişmelere ve Hükûmetin icraatlarına
baktığımız zaman özgürlük temelli bir toplumsal projenin
geliştirilmediğini görmekteyiz. Tam aksine, Hükûmet antidemokratik
uygulamalarına hız vererek demokratik bir anayasanın
inşası için elverişli bir zemin yaratma çabasından
uzak durmaktadır.
Le Monde
gazetesi Türkiye'nin bu hâlini Arap Baharı, Türk Sonbaharı
başlığıyla gayet iyi özetliyor. Mevcut uygulamalarla âdeta
bir korku imparatorluğu yaratılmaktadır. Recep Tayyip
Erdoğan dönemi McCarthy dönemi oldu. Türkiyede bugün itibarıyla
yürütülen gözaltı ve tutuklama operasyonları, tarihte Amerikan
demokrasisinin kara lekesi olan McCarthy dönemini hatırlatmaktadır.
Elinde taş izi olan, poşu takan, komünist akrabası olan, düz
ovada siyaset yapan, Hükûmeti protesto eden, HESlere karşı yürüyen,
evinde Mahir Çayanın resmini bulunduran, Marxın, Engelsin
kitaplarını okuyan, sola bakan, sağda durmayan,
kısacası biat etmeyen binlerce yurttaşımız
gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. Belediye
başkanı, milletvekili, akademisyen, avukatlar, gazeteciler ve
öğrenciler; sayısı 13 bini bulan, terörist olduğuna karar
verilmiş yurttaşımız hapishanelere
kapatılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin sayın üyelerine
sormak istiyorum: Demokrasi sandık başında oy kullanmaktan
mı ibarettir? Muhaliflerin imha edilmeye
çalışıldığı bir ülkede demokrasiyi konuşmak
ne kadar mümkün olabilir? Çok iyi bildiğiniz üzere, siyaset sadece
Mecliste yapılan resmî bir işlem değildir sayın
milletvekilleri. Siyaset, insanın olduğu her yerde, okulda, parkta,
sokakta, her yerde yapılabilir. Siyasi düşüncesi çerçevesinde
örgütlenip eylem yapan her protestocuyu hapse atmaya yeltenirseniz, bu ülkeyi
ne hâle koyacağınızın farkında mısınız?
Darbeler dönemi de dâhil olmak üzere, cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde,
hiçbir iktidar bu kadar çok siyasi tutuklama yapmamıştır.
İstiklal mahkemeleri, DGMler nasıl çalıştıysa bugünkü
özel yetkili ağır ceza mahkemeleri de aynı işlevi yerine
getirmek üzere çalışmaktadır.
Bizim
Hükûmetimiz döneminde 90lı yıllar dönemi kapandı. diyorsunuz.
Kendi döneminizin uygulamalarına bakın, sizin 90lı
yılların uygulamalarından ne farkınız var? O dönemde
Kürt milletvekilleri Meclisten yaka paça çıkarılarak cezaevine
atılmışlardı, şimdi ise daha baştan Meclise
girmelerine izin verilmedi. Bin yıllık devlet hilelerinizle 90 bin
seçmenin ve 80 milyonluk Türkiye'nin gözlerinin önünde hiç kızarıp
bozarmadan, hak yemenin sıkılmışlığını
yaşamadan halkın iradesini çaldınız ve siyasi ahlaktan
zerre kadar nasiplenememiş bir şahsiyet bu çalıntı makama
büyük bir iştahla oturdu. Sorunumuz elbette ki bu şahsiyetin siyasi
erdeme olan ihtiyacı değildir, ne var ki Hükûmetin bu denli çiğ
bir şekilde siyasi gaspa soyunmaktan imtina etmek gibi bir mecburiyeti
vardır, bu kadar aleni bir şekilde hukuku ayaklar altına almama
sorumluluğu vardır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; adalet sistemini oluşturamamış,
yargı sistemi iktidarın istemleri doğrultusunda
çalışan bir ülkenin cezaevlerini doldurması elbette
kaçınılmaz olmaktadır. Her gün verilen mahkeme
kararlarından adaletin çürümüşlük kokuları
yayılmaktadır. Gözünün üstünde kaşın vardı misali,
olmayan sebeplerle gençlerimizi, siyasetçi ve düşünürlerimizi
hapishanelere kapatan yargı, tecavüzcüleri, işkencecileri,
insanlık suçu işleyenleri ve katilleri bir bir serbest
bırakmaktadır. Bu ülkede yakın tarihte işlenmiş 17 bin
cinayetin failinden 1 tanesi bile ceza almamıştır. 17 bin
cinayetin katilleri halkın içinde dolaşmaktadır. Dahası,
yargı bu cinayetlerin soyut olduğuna karar vermiştir.
Yargıya göre aydınlatılmayı bekleyen binlerce cinayet birer
soyut iddiadan ibarettir. İddialar soyut olunca birkaç gün önce
İbrahim Şahin ve adamları bırakılıvermişler
bir anda. İşte bu kadar hazindir Türk adaletinin durumu.
Yıllardır benim gibi adalet bekleyenlerin daha fazla tahammül
edemediği yargının durumu bu kadar içler
acısıdır.
12
Eylül darbesinde yaşamını yitirenlere gözyaşı döken, Dersimde bir katliam yaşandığını kameralara
açıklayan Sayın Başbakan, ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Siz bilmez misiniz ki bu devlet eylül darbesi ve Dersimle
sınırlı tutmadı vahşetini, bu devletin seksen
yıllık tarihi katliamlarla doludur ve daha hiçbiri
aydınlığa çıkarılmamıştır, hiçbirinin
hesabı verilmemiştir henüz. 90 bin masum insan katledildi Dersimde.
İl başkanları toplantısında bir polemiğin tarafına
haddini bildirmek amacıyla Gerekirse özür de dilerim. denecek kadar
hafife alınacak bir olay değildir.
İstiklal mahkemelerinde idam edilenlerin sayısı
Kurtuluş Savaşında ölenlerin sayısını
aşmıştır. 16 bin kişinin katledildiği, 337 köyün
yakıldığı, liderinin Diyarbakır meydanında ipe
çekildiği Şeyh Sait ayaklanması belleklerimizde durmaktadır.
Ağrıda katledilen binler, Zilan Deresine akıtılan kanlar,
6-7 Eylül olaylarında öldürülüp sürgüne yollanan Rumlar, Maraş
katliamında zulmün ayyuka çıkarıldığı olaylar,
Sivasta katledilen canlar ve daha birçok organize devlet katliamı toplumsal
hafızamızda yerini korumaktadır.
Bunların hiçbirinin faili cezalandırılmadı. Devlet
elbette ki bu kanlı tarihin hesabını bir gün verecektir.
Geçmişiyle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir zorunluluktur.
Sizin döneminizde olmasa dahi bir gün bu yüzleşme mutlaka
gerçekleşecektir fakat şunu bilin Sayın Başbakan: Faili
meçhul tutulan binlerce cinayetten, binlerce köyün yakılmasından
sorumlu olanlar şu anda, sizin döneminizde hâlâ işlerinin
başında oldukları ve de evlerinde sefa içinde
yaşadıkları için tarih sizi de yargılayacaktır. Bu
devlet sizin Hükûmetiniz döneminde gerçekleşen yargısız
infazlar, hak ihlalleri, iyi çocuk eylemleri, cenazelere uygulanan vahşet
ve tutuklama terörü gibi zalimane faaliyetlerin de hesabını vermek
zorunda kalacaktır. Bütün hükümranlar saltanatlarını bir gün
bırakıp gidiyor Sayın Başbakan, insanlığa
kattıkları, halklarına reva gördükleri baki kalıyor
yalnızca. Gelin, bu devletin asırlık kanlı politikalarının
bir halkası olmaktan vazgeçin, yüzünüzü halkınıza dönün, bu
topraklar bir asırdır adaleti, hak olanı, eşitliği ve
barışı bekliyor. Bu devletin bütün olanaklarına sahipsiniz.
Rotanızı savaştan, kıyımdan çevirin artık.
Çocuklarımızı toprağa verdiğimiz yeter. Sırf
barışın sesi olmak için çocuk bedenlerini ateşe verenlerin
acısının üzerine başka acılar eklenmesin artık.
Baskı, gözaltı, sindirme, operasyon, binlerce gözaltı, tutuklama
ile Türkiyeyi felakete götürdüğünüzün farkında
mısınız?
Terörle mücadele bahanesi adı altında Kürt halkına
savaş açanlar, kaybedecektir. Bir siyasetçi, bir lider için en kötü durum
Kürt düşmanı olmaktır. Kürt sorunu terör sorunu değildir.
Ana dilde eğitim, kimlik, kültür, çoğulcu kültürel yaşamı,
terörizm olarak suçlayanlar gaflet içindedir Kürt sorunu tarihî, sosyolojik,
siyasi, sosyal, kültürel kimlik problemleriyle çözüm bekliyor. Barışa
giden yol, demokratik çözüme giden yol uzlaşı ve diyalogdan geçer
diyorum ve sözlerimi bu kürsüde birçok kez okunmasına rağmen Cahit
Sıtkı Tarancının hepimizin özlem duyduğu Memleket
şiiriyle bitirmek istiyorum:
Memleket isterim,
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim,
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim,
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim,
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun. diyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Şimdi, gruplar adına son söz, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın Nurettin Caniklide.
Buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben
de bugün Diyarbakırda trafik kazasında hayatını kaybeden
25 vatandaşımıza Allahtan rahmet diliyorum, ailelerine
başsağlığı diliyorum ve diğer taraftan Fransa
Hükûmetini, Fransa yetkililerini akıl dışı bu adım ve
çalışma nedeniyle telin ediyorum, kınıyorum.
Evet, değerli arkadaşlar, bugün 2012 yılı merkezî
bütçesinin son görüşmeleri yapılıyor. Gerçekten uzun bir süreç.
Hazırlanışı itibarıyla, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde ve Komisyonda, Genel Kuruldaki görüşmeleri itibarıyla
gerçekten çok emek sarf edildi. Birçok arkadaşımız kanaatlerini,
düşüncelerini ortaya koydular, ifade ettiler. Tabii, bu noktaya
gelinmesinde başta Maliye Bakanlığı yetkilileri olmak üzere
bütün katkı sağlayan arkadaşlarımıza, elbette Türkiye
Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan tüm siyasi partilere, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi arkadaşlarımıza ve Genel Kurulda katkı
veren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, -arkadaşlarımız da
aslında ifade ettiler- bütçe görüşmeleri önemli arenalardır,
sadece iktidar açısından, Hükûmet açısından değil
aynı zamanda muhalefet açısından da son derece önemlidir. Yani
bütçe görüşmeleri yapılırken elbette Hükûmetin
çalışmaları eleştirilir, yaptıkları yapamadıkları
ortaya konulur, bu konudaki kanaatlerini paylaşırlar ama aynı
zamanda muhalefet açısından da milletimize karşı görücüye
çıkılan bir yerdir burası, öyle olmalıdır. Elbette
muhalefeti eleştirirken, kendi açılarından var ise eksiklerini
ortaya koyarken, diğer taraftan da kendileriyle ilgili olarak gelecek
projeksiyonlarını kamuoyuyla paylaşmak, vizyonlarını,
vitrinlerini ortaya koymak açısından da son derece önemli
alanlardır, arenalardır, tartışma zeminidir, tabii,
kullanıldığı takdirde.
Şimdi, tabii, değerli arkadaşlar, bütçe
görüşmelerinde çok şey anlatılır, çok rakamlar
ortalıkta dolaşır. Yöntem olarak, buradan yola çıkarak
değerlendirmeler de yapılabilir, biz de yaptık bugüne kadar.
Yani daha mikro bazda bir yöntem tespit ederek, buradan yola çıkarak
uygulamaları, ekonomideki sonuçları değerlendirmeye
çalıştık. Esasında, yine benzer bir yöntem
uygulayacaktım bugün ama özellikle Sayın Şandırın
açıklamasından ve talebinden sonra, en azından
değiştirmek durumunda kaldım. Sayın
Şandırın talebi şu: Hep geçmişi, 2002yi
alıyorsunuz, karşılaştırıyorsunuz, yıllardan
beri bunu yapıyorsunuz; hep geçmişle
karşılaştırıyorsunuz, kendi içimizde bu
değerlendirmeyi yapıyorsunuz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Gelecekle
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Öyle yapmayın,
başka ülkelerle karşılaştırın Türkiyeyi. Mesela
AB ülkeleriyle karşılaştırın, Amerikayla
karşılaştırın. Hatta Buna gücünüz yeter mi
bilemiyorum. diye bir ifadesi de oldu. Yani Sayın Şandırı
kıracak değiliz şimdi. Madem Sayın Şandırın
öyle bir talebi oldu, memnuniyetle, başlangıç olarak biraz
değişiklik yaptım. Elbette diğer
karşılaştırmaları, diğer değerlendirmeleri
yapacağız ama önce, Türkiyeyi AB ülkeleriyle karşılaştıracağım
Sayın Şandır yani sizin talebiniz çerçevesinde. Ondan sonra,
diğer, içeriğiyle ilgili, kısmen belki geçmişimize, tarihe
kısa bir yolculuk yapmak, elbette ekonomi kulvarında kalarak, elbette
bugünkü tartışmaların özünden de sapmayarak, gerekebilir.
Şimdi, tabii değerli arkadaşlar, 10uncu bütçeyi bugün
görüşüyoruz ve öyle görülüyor ki inşallah, AK PARTİ hükûmetleri
13üncü bütçeyi de tamamlayacak. Tabii, öncelikle bize 10uncu bütçeyi art arda
görüşme imkânı ve onuru sağlayan, bu görevi bize veren, güvenen
milletimize, yüce milletimize buradan şükranlarımızı arz
ediyoruz çünkü bu, Türk siyasi tarihinde çok sık
karşılaşılan bir durum değildir. Yani bir hükûmetin ya
da bir siyasi partinin arka arkaya on yıl inşallah on üç yıl-
bütçe yapması ve buralarda tartışılması çok görülen
bir şey değil. Dolayısıyla, bu onuru bize yaşatan
milletimize şükranlarımızı buradan arz ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz önce söylediğim gibi, tabii
şimdi, Türkiye nasıl yönetiliyor, ekonomi nasıl yönetiliyor?
Esas tartıştığımız konu bu yani birinci bölümü;
iktidarı ilgilendiren, hükûmetleri ilgilendiren, Hükûmetimizi ilgilendiren
boyutu bu. Muhalefet, bizler bu soruya doğru cevap vermeye
çalışıyoruz. Yani gerçekten Türkiye ekonomik anlamda nasıl
yönetiliyor? Birçok yöntem bu soruya cevap vermek için ortaya konulabilir,
mikro tartışmalardan, mikro rakamlardan yola çıkarak kanaatler
edinilebilir ve kamuoyuyla paylaşılabilir. Ben biraz daha biraz önce
söylediğim de gerekçeyle- bütüncül bir yaklaşımla
görüşlerimi sizlerle paylaşacağım ama bütün bu
tartışmalar yapılırken vazgeçilemez bir mekanizma, bir
yöntem var, o da nedir? Karşılaştırma yapmak.
Rakamları söylersiniz Şu şudur, şu böyledir, şu
şöyle olmuştur. falan yani İşsizlik böyledir, ihracat
budur, ithalat budur. bunları söylersiniz ama başlı
başına bunlar çok fazla bir anlam ifade etmez. Evet İhracat
şu kadardır, işsizlik 8,8dir. ne demektir bu? Bir fikir
edinebilmek için bir şeylerle karşılaştırmak gerekir.
Yani ortada başarı var mı ya da başarısızlık
mı var, bunu ortaya koyabilmek için mutlaka bu rakamların, bu
gelişmelerin dinamik bir değerlendirme yöntemiyle
karşılaştırılması gerekir. Eğer bu
karşılaştırma yapılamazsa ya da
Karşılaştırma içermeyen bir değerlendirmenin sağlıklı
bir sonuç vereceğine ben ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla,
dünyayla karşılaştıracağız Türkiyeyi,
dünyanın gelişmiş ekonomileriyle kıyaslayacağız
ve bu değerlendirmeyi karşılaştırarak
yapacağız doğal olarak. Yani Hep içeriyle, hep geçmişle,
hep 2002yle bugüne kadar yapageldiniz; bunlar çok fazla katkı
sağlayıcı değil, biraz da dışarıya
çıkın, onlarla karşılaştırın. Evet, öyle
yapacağız.
Değerli
arkadaşlar, biliyorsunuz, 2008in sonlarında ve 2009
yılında başlayan bir küresel kriz var, global kriz, dünyayı
etkileyen bir kriz, hâlen de etkileri devam ediyor. Şimdi, Türkiye libere
ekonomilerle kıyaslandığında bu krize maruz kalma
potansiyeli açısından eşit şartlara sahip. Neden? Çünkü
bizde de korumacılık yok, libere bir ekonomi. Dolayısıyla,
doğal olarak dünyanın herhangi bir yerinde bir
sıkıntı, bir gelişme olduğu takdirde Türkiye ekonomisi
de bundan etkileniyor, tıpkı Almanya ekonomisi gibi, İngiltere
ekonomisi gibi libere edilmiş, serbest piyasa ekonomisi uygulayan bütün
ülkeler gibi, bu kanallar açık. Bu yönüyle
bakıldığında Türkiye, libere ekonomilerin tamamı gibi,
ülkelerin tamamı gibi bu krize maruz kalma açısından eşit
konumdalar, aralarında bu anlamda bir fark yok. Yani Türkiye bu kriz
nedeniyle özel bir koruma tedbiri, bir güvenlik mekanizması
oluşturmadı, libere ekonomi kuralları neyi gerektiriyorsa onu
muhafaza etti ve o çizgide yürümeye devam etti. Dolayısıyla, bu
karşılaştırma anlamlı olacaktır bu yönüyle
bakıldığında. Onlar da, o ülkeler de bu krize maruz
kaldılar, muhatap oldular, Türkiye de muhatap oldu, bu yönüyle
eşitiz.
Şimdi bakın, tabii, bu krizin neticesinde ya da gelinen bu nokta
itibarıyla birçok ülke bazı tedbirler aldı, bütün ekonomiler
hatta. Avrupa Birliği ekonomileri de, Amerika da, diğer
gelişmekte olan piyasalar da ve Türkiye de birtakım tedbirler
aldı.
Şimdi, bazen sonuçtan yola çıkarak
karşılaştırma yapmak daha anlamlı olabilir. Eşit
şartlarda ve eşit kulvarda
yarıştığımıza göre, sonuçlar üzerinden bir
değerlendirme yapmak mantıklıdır, kalıcı olur ve
sağlıklı bir değerlendirme yapma imkânı ortaya
çıkarır.
Şimdi, dolayısıyla, bu değerlendirmeyi yapmadan
önce, AB ekonomilerinin kriz nedeniyle aldıkları tedbirleri -almak
zorunda kaldıkları tedbirleri demek daha doğru olur- ve
Türkiye'nin almak durumunda olduğu tedbirlerle
karşılaştırma yapacağız.
Önce, Almanyadan başlıyoruz. ABnin motoru, Avrupa
Birliğinin en güçlü ekonomisi, hatta dünyanın en güçlü
ekonomilerinden bir tanesi. Bu kriz nedeniyle 2011 yılında
aldığı tedbirler: Almanya, devlet memurlarının
maaşlarında yüzde 2,5 indirime gidiyor. Devlet memurlarına her
yıl ödenen primler donduruluyor. 2014e kadar kamuda çalışanların
yani memurların sayısını 14 bin azaltıyor yani 14 bin
memurun işine son veriyor. Yeni ailelere yapılan yardımlar
kesiliyor, işsizlik sigortası için devletin katkısı sıfıra
indiriliyor. Biliyorsunuz, bu tür yapılanmalarda devlet de katkı
sağlar, işçiler de katkı sağlar. Maaşa bağlı
asker sayısı 190 binden 150 bine düşürülüyor. Doğum izni
yardımı azaltılıyor. Almanya Ulusal Servisi için askerî
okullarda yetiştirilen 60 bin kişinin eğitimine kademeli olarak
son veriliyor ve nükleer enerji için özel bir vergi getiriliyor.
Almanyanın aldığı tedbirler bunlar.
İngiltere: Katma değer vergisi oranı yüzde 17,5tan yüzde
20ye çıkarılıyor. Kazanç vergisi, gelir vergisi, yüzde 18den
yüzde 28e yükseltildi. Kamu kurumlarının, tüm kamu
kurumlarının bütçe ödenekleri yüzde 25 oranında kesildi. Kraliçe
II. Elizabethin maaşı 2015 yılına kadar donduruldu. 300
bin memurun işine kademeli olarak son verilecek. Evet, yanlış
duymadınız, İngilterede 300 bin kamu
çalışanının işine kademeli olarak son verilecek.
Gelelim
Avusturyaya: Yüksekokul okuyan çocukların aile yardımı süresi
yirmi altı yaştan yirmi dört yaşa indiriliyor. On sekiz-yirmi
bir yaş arasındaki iş arayan çocukların aile
yardımı tamamen kesiliyor. 3 çocuktan itibaren çok çocuklu ailelere
ödenen ek aile yardımı tamamen ortadan kaldırılıyor.
Akaryakıt üzerinden alınan vergiler artırılıyor. Yurt
dışındaki birçok Avusturya konsolosluğu
kapatılıyor. Askerî harcamalar azaltılıyor. Emekli olabilme
şartları ağırlaştırılıyor Avusturyada.
Emekli olabilmek için geriye borçlanma imkânları
zorlaştırılıyor. Engelli bakım parası için
yapılan başvuruların onayı ve kabulü ve uygulaması
zorlaştırılıyor. Yargı harçları artırılıyor.
Memur sayısı azaltılıyor. Kamudaki, diğer,
aşağı yukarı Almanya ve İngiltereye paralel bir biçimde,
Avusturyada da memurların bir kısmının işine son
veriliyor. Eğitim harcamalarında çok ciddi kesintiler
yapılıyor. Bazı yatırım projeleri askıya
alınıyor, bunlar arasında otoyol projeleri de var. Sigaraya zam
yapılıyor. Banka vergileri artırılıyor. Hava
taşımacılığına, biletlere ilave vergi
getiriliyor. Çok ilginçtir bu da, vakıfların faiz gelirlerinden
alınan yüzde 12,5luk vergi, 2ye katlanarak, yüzde 25e
çıkarılıyor. Avusturyada da kriz nedeniyle alınan
tedbirler bunlar.
Fransa:
Sağlık harcamaları azaltılıyor. Dar gelirlilere
yapılan kira yardımı ciddi oranda düşürülüyor.
Bakanlıkların ödeneklerinde çok önemli kesintilere gidiliyor, bütün
bakanlıkların ödeneklerinde. Yani geçen yıl verilen paradan daha
az para gönderiliyor bakanlıklara. Hükûmetin haberleşme
harcamaları kısıtlanıyor. Kamu personel sayısında
önemli bir biçimde azalma yapılması için çalışmalar
yapılıyor, planlanıyor yani aşağı yukarı
kabul edildi bile diyebiliriz, Fransa için de geçerli. Tam emeklilik maaş
alma yaşı altmış beşten altmış yediye
yükseltiliyor. Memurlar için emeklilik aylıklarındaki
ayrıcalıklar aşamalı olarak
Yani işçilerle memurlar
arasındaki, memurlar lehine olan emeklilik ayrıcalıkları
tamamen ortadan kaldırılıyor yani azaltılıyor.
Bütçedeki cari harcamalar, üç yıl içerisinde, her yıl kesintisiz
yüzde 10 olarak azaltılacak. Yerel yönetimlere -belediyelere ve mahalli
idarelere- bütçeden aktarılan paylar azaltılıyor, nominal olarak
azaltılıyor hem de. Alkol, tütün ve içecekler üzerindeki vergiler
artırılıyor. Emlak üzerinden alınan vergiler
artırılıyor; yüzde 16dan 19a yükseltildi. Menkul değerler
üzerinden alınan sermaye kazancı ve kâr payı vergileri
artırılıyor. Fransada da bu tedbirler alınıyor.
Portekiz: Katma değer vergisi, gelir vergisi, kurumlar vergisinin
oranları artırılıyor. Merkezi bütçeden belediyelere,
mahallî idarelere aktarılan kaynaklar azaltılıyor. Devlet
memurlarının yıl sonu ve tatil ikramiyeleri ortadan
kaldırılıyor. Özel sektördeki çalışma saatleri günlük
yarım saat artırılıyor. Bu da çok ilginç tedbirlerden bir
tanesi. Tüm işçilere ödenen ikramiyeler yüzde 50 oranında
azaltılıyor. Elektrik ve gaz faturalarındaki vergi yüzde 6dan
yüzde 23e yükseltildi değerli arkadaşlar, Portekizde. Toplu
taşıma araçlarına -bilet fiyatlarına- ciddi zam
yapıldı. Emekli memurlara yapılan ekstra ödemelerin tamamı
kaldırıldı. Bazı hızlı tren projeleri ve otoyol
projeleri erteleniyor.
İspanya: Emekli maaşları belirsiz bir tarihe kadar
donduruldu yani emekli maaşlarına zam yapılmayacak, yapılmıyor
İspanyada. Çocuğu olanlara verilen 2.500 euroluk yardım
kaldırıldı. Yatırım ödenekleri düşürüldü. Kamu
çalışanlarının maaşlarında yüzde 5 indirim
yapıldı. Sağlık harcamaları azaltıldı.
Eğitim alanında ciddi kesintiler yapıldı.
Öğretmenlerin haftalık çalışma saatleri on sekiz saatten
yirmi saate çıkarıldı. Ayrıca, alınacak olan
tedbirlerle öğretmenlerin yarısının İspanyada
işini kaybedeceği konuşuluyor ve tartışılıyor
İspanyol basınında, yoğun bir şekilde.
İrlanda: Memur maaşları azaltıldı. Kamu
çalışanlarının bir kısmı işten
çıkarılıyor. Çok çocuklu ailelere verilen yardımlar
kesiliyor. İşsizlik yardımı azaltılıyor.
Üniversite harçları artırılıyor. Sağlık
harcamaları azaltılıyor. Tarım, Ulaştırma ve
Çevre Bakanlıklarının ödenekleri azaltılıyor.
Eğitim harcamaları azaltılıyor.
Son iki ülke kaldı, İtalya ve Yunanistan, onları da
izninizle paylaşacağım sizinle:
İtalya: 2013 yılına kadar kamu sektöründeki ücretleri
dondurdu, tüm ücretleri dondurdu. Emeklilik yaşı yükseldi. Katma
değer vergisi oranı yüzde 20den yüzde 23e
çıkartıldı. Zorunlu tüketim vergisi gıdada yüzde 4ten
yüzde 6ya, diğer alanlarda yüzde 10dan 12ye çıkartıldı.
Araç üzerinden alınan vergiler artırıldı. Emlak vergileri kısa
bir süre önce kaldırılmıştı, tekrar yürürlüğe
konuldu. Bütçe harcamalarında ciddi kesintiler yapıldı.
İtalyada alınan tedbirler bunlar.
Bunları iyi dinlememiz lazım arkadaşlar çünkü biraz sonra
bunlar üzerinden yorum yapacağız.
Son olarak Yunanistan, Yunanistanda kriz nedeniyle alınmak zorunda
olunan tedbirler şunlar: Katma değer vergisi yüzde 19dan yüzde 23e
çıkartıldı. Emekli maaşlarında yüzde 20 civarında
kesinti yapılıyor, azaltılıyor, düşürülüyor. Gelir
vergisi oranı yükseltildi. 300 bin devlet memurundan 180 bin tanesi
yedeğe alınıyor -işine son vermek üzere kademeli bir
şekilde yapılıyor- ilk planda da, ilk aşamada da 14 bin
tanesinin işine son verildi. Hane halkı gelirlerinden yüzde 1 ile
yüzde 5, olağanüstü bir vergi alınıyor -iki yıl
alınacak- hem 2011de hem de 2012 yılında. Emlak vergileri
yükseltiliyor. Benzin, sigara ve alkolden alınan dolaylı vergiler
üçte 1 oranında artırıldı. Memur maaşları yüzde
20 oranında düşürüldü. KİTlerde çalışanların
maaşları yüzde 30 oranında düşürüldü. Tüm geçici kamu
sektörü işçilerinin sözleşmeleri feshediliyor yani bizde 4/Cye ve
4/Bye tekabül ediyor arkadaşlar. Yunanistanda 4/Clilerin ve 4/Blilerin
tamamının sözleşmeleri feshediliyor yani kapı
dışarı ediliyorlar. Kamu yatırımları
azaltılıyor, sağlık harcamaları azaltılıyor,
sosyal güvenlik harcamaları azaltılıyor.
Evet, şimdi bakın, Avrupanın aldığı,
dünyanın diyelim, aşağı yukarı birçok ülkede, hemen
hemen tamamında benzer tedbirler öngörülüyor. Bunları kategorize
ettiğinizde ortak noktaları şunlar:
Bir: Bir kere sosyal ödeneklerde çok ciddi olarak bir azalma söz konusu,
bütün sosyal harcamalarda. Sosyal harcama olarak nitelendirebileceğimiz
bütün aşamalarda, bütün boyutlarda çok ciddi bir kesinti söz konusu.
İki: Emekli maaşları ya donduruluyor ya da
azaltılıyor. Ayrıca kamu çalışanlarının
maaşları donduruluyor ve çok ciddi sayıda memurun işine son
veriliyor yani emeklilerin, memurların, işsizlerin, dar gelirlilerin,
tümünün gelirleri azaltılıyor; kamu
çalışanlarının maaşları donduruluyor veya
düşürülüyor, bazı sosyal haklar geriye alınıyor.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Canikli, Türkiyeye
geleceksiniz, değil mi?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla ) - Biraz önce ifade etmeye
çalıştım, çalışma saatleri yani herhâlde
çalışanlar açısından en önemli, en hassas alanlardan bir
tanesi, Avrupada şu anda özel sektörde çalışma saatleri
artırılıyor. Kamu ürünlerine zam yapılıyor, ciddi
oranlarda zam yapılıyor, elektriğe, doğal gaz gibi. Yine
ortak özellikleri bütün bu tedbirlerin, kamu yatırımları ve
diğer harcamalar, yatırım azaltılıyor,
yatırım projeleri askıya alınıyor. Bir de büyüme
oranları revize edilerek aşağı çekiliyor yani yüzde 1lere,
ortalama olarak yüzde 1lere, 2lere, o civarda, ciddi anlamda revize ediliyor.
Bir de bugüne kadar hiç IMFden kaynak kullanmayan, IMFyle bir düzenleme
yapmak durumunda kalmayan bu ülkelerin önemli bir bölümü IMFden şu anda
kaynak kullanmak için sıraya girmiş durumdalar. Biraz sonra da
ayrıntılı bir şekilde onları şey
yapacağız.
Evet, Sayın Şandır, Avrupa bunları yapıyor.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Biz ne yapıyoruz, Türkiye ne
yapıyor?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Yani siz öyle dediğiniz
için ben bu karşılaştırmayı yapacağım.
Peki, Türkiyede neler oluyor değerli arkadaşlar? Aynı
dönemdeyiz, aynı ortamdayız, aynı şekilde krize
muhatabız yani bu anlamda bakıldığında aramızda
herhangi bir fark yok. Evet, Avrupada sosyal harcamalar
azaltılırken, insanlar çıkartılırken, emekli
maaşları dondurulur ve azaltılırken, biz, değerli
arkadaşlar, emeklilerimize enflasyonun üzerinde zammın yanında
intibak meselesinin çözülmesini
tartışıyoruz. Öyle değil mi değerli arkadaşlar?
Avrupa emeklilerin maaşlarını azaltırken,
dondururken, biz emeklilere enflasyonun üzerinde ciddi anlamda reel
artış veriyoruz. Ayrıca yılların sorunu olan intibak
sorununun çözümü için de şu anda Bakanlığımız
çalışıyor. İnşallah, önümüzdeki günlerde, önümüzdeki
aylarda da Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuyu
konuşacağız. Bunun not edilmesi gerekiyor. Avrupa onları
yapıyor, biz bunları yapıyoruz.
Avrupa memur maaşlarını dondurur ve azaltırken, biz
enflasyonun üzerinde memurlara ek zam vermeye devam ediyoruz. Avrupa on
binlerce memuru, işçiyi işten çıkarırken, Türkiye, biz,
2012 yılında kaç bin kişiyi işe alalım ya da kaç bin
kişi alınacak onu konuşuyoruz. Yani 90 bin, 100 bin kişinin
2012de kamuya alınmasını
konuşuyoruz. Avrupa 100 binlerce insanı, memuru, işçiyi
sokağa atarken Türkiye, Hükûmetimiz, biz bunu konuşuyoruz. 2012
yılında alınacak 90 bin, 100 bin memuru konuşuyoruz
değerli arkadaşlar. Bunların sizce hiçbir anlamı yok mu?
Yani bunlar önemsiz şeyler mi? Karşılaştırıldığımız
ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri, Avrupanın en güçlü ekonomileri
hemen hemen hepsi bu pozisyondalar şu anda. Gerçekten çok
sıkıntılı konumdalar ve hepimiz aynı yerde
yaşıyoruz, aynı dünyada yaşıyoruz, Almanya da
aynı yerde yaşıyor, Türkiyede aynı yerde
yaşıyor, onlar uzayda yaşamıyor. Dolayısıyla,
bunu görmemezlikten gelmek mümkün değil değerli arkadaşlar.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Oradaki asgari ücret ne,
buradaki asgari ücret ne?
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Bunun da takdir edilmesi gerekir yani zor olabilir. Avrupa, yüz
binlerce memurun işine son verirken Avrupanın en gelişmiş
ekonomileri Türkiye on binlerce memur alımını konuşuyorsa
bu ekonomi yönetimine teşekkür edilmesi gerekir değerli
arkadaşlar. Bu haktır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bu haktır ve bu hakkın teslim edilmesi gerekir.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Avrupada işten çıkarılanları
da alırsınız siz işe!
BAŞKAN Lütfen sayın milletvekilleri
Rica edeceğim
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bakın Avrupa -biraz
önce tek tek ayrıntılı bir şekilde aktardım- otoyol
projelerini, hızlı tren projelerini askıya alırken,
Ulaştırma Bakanımız buradan müteaddit kereler
ayrıntılı bir şekilde bilgilendirdi ve açıkladı,
biz Türkiyeyi otoyollarla ve hızlı tren ağlarıyla örmeye
devem ediyoruz değerli arkadaşlar. Aradaki fark bu işte.
Avrupanın hemen hemen tamamı bu tür önemli projeleri askıya
almış durumda, biz artan oranda büyütmeye devam ediyoruz. Hepsinde
sağlık harcamaları azaltılıyor, Avrupanın
hepsinde. Bugüne kadar sağlanan o imkânlar büyük oranda ortadan kalkıyor
ama biz sağlık harcamalarını hem de çok ciddi oranlarda
artırmaya devam ediyoruz. Dönüşümün inanılmaz bir reform
mahiyetinde olduğunu herkes kabul ediyor.
İlk Almanyaya göçün ellinci yıl görüşmeleri ya da
çalışmaları nedeniyle o görüşmelerde bulunmak üzere ben de
Almanyaya gitmiştim. Orada görüştüğümüz vatandaşlarımızın,
soydaşlarımızın, işçilerimizin+, işçi olarak
giden vatandaşlarımızın hemen hemen tamamının
ortak bir dileği var değerli arkadaşlar; belki sizlere de, bütün
arkadaşlarımıza da aktarma imkânı bulmuşlardır;
hepsi Türkiyeye kesin dönüş yapmak istiyor. Neden? Bunun için işte.
Yani durup dururken on yıl önce, yirmi yıl önce, otuz
yıl önce böyle bir şey var mıydı arkadaşlar?
Almanyada çalışan bir işçiye, yirmi yıl önce, Türkiyeye
dönmesi gerektiğini söyleseniz herhâlde bunu hakaret olarak algılardı.
Neden? Çünkü sosyal açıdan, verilen sosyal imkânlar, sağlanan
hizmetler, sağlık, eğitim, hangi alana bakarsanız
bakın artık Türkiye parlıyor, yıldız gibi
parlıyor, herkesin dikkatini çekiyor, onların da dikkatini çekiyor.
Bakın, geçen yıl Almanyadan 36 bin kardeşimiz Türkiyeye kesin
dönüş yapmış. Rakam hızla artıyor, rakam geometrik
olarak büyüyor. Yani çorak topraklara, ümit vadetmeyen yerlere insanlar gelir
mi? Cazibe merkezi değil ise böyle bir şey olabilir mi değerli
arkadaşlar? Şu anda bu gerçekleşiyor. Yani bundan hepimizin
memnun olması gerekir. Türkiye, Türkiye ekonomisi büyüyen bir
yıldızsa, cazibe merkezi olmuş ise ve bu çok net bir
şekilde rakamlara, gelişmelere yansımış ise bundan
Türk milletinin bütün vatandaşlarının memnun olması gerekir,
öyle değil mi değerli arkadaşlar? Tamam, muhalefetinizi
yapın, bir şey demiyorum, eleştirinizi yapın ama lütfen
şunu takdir edin, şunu görün, herkes görüyor zaten.
Yani, bakın, bu çerçevede, yeri gelmişken
Tabii, biz
söylüyoruz, inanmıyor arkadaşlar. Hatta diyorlar ki: Efendim, siz
işte, size yandaş medyanın da etkisiyle bir ekonomide
başarı hikâyesi sunuyorsunuz. gibi benzer, bu anlama gelecek şeyler
söyleniyor, biraz önce de dinledik. Tamam, bize inanmıyorsunuz. Diyelim ki
hadi biz taraflı yorumlar yapıyoruz, bizim söylediklerimize
inanmıyorsunuz. Bakın, sizden biri, Sayın Kemal Derviş, ne
diyor biliyor musunuz? Yeni daha, 2 Aralık 2011 Cuma. Sorunun yani şu
krizin, global krizin özellikle Avrupa Birliğinin
yaşadığı, Avrupa Birliğine yansıması
itibarıyla Bu krizin çözülmesinde IMF kilit rol oynar ancak bu kurumun
daha etkin bir yapıda olması gerekir. Belli ki Avrupa Birliği
bunu tek başına yapamıyor. Amerikanın durumu ABye göre
daha iyi ama ortada bir liderlik göremiyoruz. Yani ABde bu işi götürecek
bir liderlik yok. Ciddi bir krizle karşı karşıyayız.
Türkiyedeki finansal yapı krizin odak noktası ülkelere göre çok daha
sağlam. Şimdi, bakın, esas bence ilginç olan önerisi şu: Liderlik
problemi var Avrupa Birliğinde. diyor. IMF katkı sağlayabilir,
çözebilir ama bu yapısıyla olmaz. diyor. Bu açıdan IMFnin
başında bir Türk olmalı. diyor Sayın Kemal Derviş. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, yani bundan hepimiz, mutlu olmamız gerekmez mi? Böyle bir krizi -Avrupaya
katkı anlamında, Avrupaya destek anlamında- Avrupa çözemez yani
IMFye rağmen çözemez, çözülebilmesi için IMFnin finansal desteğine
ihtiyacı var ama bu hâliyle değil, başına ancak bir Türkü
geçirirseniz, ancak IMF bu şekilde Avrupa Birliğinin bu
sıkıntısını giderebilir. diyor. Söyleyen Sayın
Kemal Derviş değerli arkadaşlar. Buna benzer o kadar çok var ki,
yabancı basında, ekonomistler, yazarlar, gazeteler
Yani, ben
ayrıntılarına girmek istemiyorum, ismin ilginç olması
nedeniyle, hem bu işlerin içinde olan bir tanesi hem de sizden birisi
olması nedeniyle değer buldum.
Değerli arkadaşlar, bakın, onlar eğitim
harcamalarında çok ciddi azaltma yapıyorlar ve kesintiye gidiyorlar.
Onlar bunu yaparken biz Fatih Projesi gibi projelerle eğitimde çağ
atlamaya doğru gidiyoruz, aramızdaki fark bu. Onlar geriye gidiyorlar
bizi çağın ötesine geçmeye çalışıyoruz FATİH
Projesiyle değerli arkadaşlar, evet, aynen öyle.
Bu ülkelerde büyüme hızı iyice yavaşlayıp hatta resesyon
(durgunluk) tartışmaları yaşanırken Türkiye 2011in
tamamında, birinci çeyreğinde, ikinci çeyreğinde ve üçüncü
çeyreğinde büyüme rekorları kırıyor değerli
arkadaşlar. Bunu küçümsüyorsunuz ama nasıl büyümenin somuta
yansıdığını da biraz sonra rakamlarla
koyacağız.
Bakın, birinci çeyrek yüzde 12; dünyada 1 numara, dünyanın en
hızlı büyüyen ülkesi. Gerçekten çok büyük olay oldu, bu ilk rakamlar
yayınlandığında uluslararası ekonomi çevrelerinin
yayınlarına baktığınız zaman ya da
görüşlerine baktığınız zaman hepsinin ne kadar
hayretler içerisinde ama aynı zamanda bir hayranlık içerisinde bu
gelişmeleri takip ettiğini ve düşüncelerini, yani bizim
muhalefetteki arkadaşlarımızdan farklı olarak, takdirlerini
aynı zamanda dünya kamuoyuyla paylaştıklarını görürsünüz,
onlar bunu yapıyorlar. İkinci çeyrek yüzde 8,8; dünya 2ncisi.
Üçüncüsü 8,2; yine dünya 2ncisi büyüme söz konusu. Dolayısıyla,
biraz sonra bu büyümenin ayrıntılarına, gerçekten fiktif bir
büyüme mi, bir balon büyüme mi olduğunu rakamlarla ortaya koymaya
çalışacağız.
Bankalar batıyor, bakın, bu ülkelerde bankalar batıyor ve
kamudan, bütçeden çok ciddi rakamlar aktarılıyor. Yüz milyarca euro
Avrupada bankaları kurtarmak için paralar aktarılıyor. Biz
bugüne kadar bir kuruş para aktarmadık hiçbir banka için,
ihtiyacı yok. Neden? Çünkü bankaları AK PARTİ kadroları
yönetiyor değerli arkadaşlar. Bu farkın ortaya konulması
gerekiyor. Yani biraz sonra yine kamu bankalarıyla ilgili bölümde bu
değerlendirmeyi yapacağız. Onlar uluslararası alanda güç ve
itibar kaybederken Türkiye, ekonomisiyle, siyasetiyle, dış
politikasıyla bir yıldız hâline geliyor. Bunu sadece biz
söylemiyoruz. Bakın, yine Alman Die Welt gazetesinin bu konuda çok ilginç
bir yorumu var. Tabii biz öyle bir hâletiruhiye içerisinde değiliz yani
öyle bir şımarma anlamına gelebilecek bir
yaklaşımımız, tavrımız olamaz hiçbir zaman,
kesinlikle ayaklarımız her zaman yere basıyor, Türkler Avrupa
Birliğindeki finans krizine kıs kıs gülüyorlar. diyor. Yani
tabii, belki bir benzetme yani oradaki havanın ne olduğunu ve buradan
bu rakamlar çerçevesinde ancak bu şekilde bakılabileceğini,
böyle söylüyor, böyle düşünüyor, böyle görüyor, ancak bu şekilde
bakılabilir herhâlde diyor. Çünkü hatırlayın değerli
arkadaşlar, bundan on yıl önce, yirmi yıl önce oralardan bize
kıs kıs gülüyorlardı. Allah aşkına yani
paramızın o bol sıfırlarıyla hemen hemen her gün alay
ediyorlardı, etmiyorlar mıydı, dalga geçiyorlardı.
Enflasyon oranımızla dalga geçiyorlardı. Rekorlar
kırıyorduk yani dünyada rekorlar kırıyorduk. Bunlar
unutulmadı.
Avrupa Birliğinin ve bütün bu tartışmalar neticesinde,
sonucunda Avrupa Birliğinin dağılma senaryolarının
tartışıldığı bir dönemde, öyle, şu anda o
dönemdeyiz, gerçekten çok ciddi olarak kendileri de dâhil olmak üzere
dünyanın belli başlı ekonomi çevrelerinde, bugün, Euro
bölgesinin ve Avrupa Birliğinin dağılma ihtimallerinden söz
ediliyor, ciddi ciddi bunlar konuşuluyor ve
tartışılıyor. Bunlar tartışılırken biz
Türkiye olarak Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında ekonomik olarak
bize katkı sağlayabilir mi, bu konuyu yeniden masaya
yatırmamız gerekir, bunların değerlendirmesini
yapıyoruz, bunların tartışmasını yapıyoruz değerli
arkadaşlar.
Dolayısıyla, tüm yatırım harcamalarının
azaltıldığı, önemli yatırımların askıya
alındığı, sağlık hizmetlerine
ulaşımın zorlaştırıldığı;
özürlülere, fakir fukaraya, eğitime ayrılan kaynakların
azaltıldığı, işsizliğin arttığı;
gelir, kurumlar ve katma değer vergisi oranlarının
yükseltildiği bir Avrupayı bir an Türkiyede hayal edin yani bir an
bunların Türkiyede yapıldığını düşünün
değerli arkadaşlar. Allah korusun. Gelir, kurumlar, katma değer
vergisi oranlarının yaşanan kriz nedeniyle Avrupada olduğu
gibi, tüm dünyada olduğu gibi artırmak zorunda
kaldığımızı bir düşünün, bir hayal edin.
Sağlık hizmetlerine ulaşımda zorlaşmanın
olduğunu düşünün ya da emekli maaşlarının
azaltıldığını düşünün. Memur maaşlarının
dondurulduğunu düşünün. On binlerce memurun işine, 4/Clilerin
işine son verildiğini düşünün arkadaşlar.
Düşünebiliyor musunuz? Bizi çiğ çiğ yemezler mi değerli
arkadaşlar?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Memur
maaşlarını kıyaslayın, ona göre söyleyin.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Düşünebiliyor musunuz?
Hayal edin yani hayat etmesi bile çok acı. Avrupa Birliğine
üzülüyoruz. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Ancak elimizden bu geliyor
Avrupa Birliği için. Eğer IMFnin başına bir Türk
geçirirlerse o başka ama şu an itibarıyla en azından ancak
bunu diyebiliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, herkes elini vicdanına koysun değerli
arkadaşlar. Avrupayı, Sayın Şandırın
söylediği gibi, Avrupa Birliği ülkelerini koyduk, Türkiyeyle
karşılaştırdık. Türkiyede ne yaptık? Türkiyede
bu döneme yönelik olarak taşıt vergilerini, lüks
taşıtların ÖTVlerini artırdık; bir de sigara ve
içeceklerde ÖTV artırdık; bütün tedbirimiz bu,
aldığımız tüm tedbir bu, bu anlamda başka bir tedbir
yok.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Doğal gaz artmadı
mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hayır, onlar genel
çerçevede yapılan zamlardır, o ayrı bir şey yani her
yıl enflasyon çerçevesinde yapılan zamlardır. Tedbir
çerçevesinde yani krizin sonucu olarak, onun olumsuz sonuçlarını
minimize etmeyi amaçlayan tedbirler çerçevesinde aldığımız
iki tane tedbirdir.
Şimdi, bu iki tablo karşısında, Allah
aşkına, elinizi vicdanınıza koyun. Şu dalgalı
okyanusta gemisini ustaca yürüten bir kaptan ve kadrosu var değerli
arkadaşlar (CHP sıralarından Ooo sesleri) Tablo bu.
Şimdi, bu kaptana ve onun ekonomi yönetimine, kadrosuna bir teşekkür
gerekmez mi? Hak etmiyorlar mı? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Dünyada durum bu. Tabii, biraz da bu soruya tam, doğru cevap
verebilmek için
Yani Türkiye nasıl yönetiliyor? Şu anda
dünyanın belli başlı ülkeleriyle
kıyaslandığında, Türkiye ekonomisi son derece
başarılı, son derece iyi yönetiliyor. Rakamlarla biraz önce
ifade ettik, ortaya koyduk.
Bu soruya
cevap verebilmek için biraz daha belki Türkiyeye dönmemiz gerekir, biraz da
tarihe kısa bir yolculuk yapmak gerekir. Bu değerlendirmeyi de IMF
ile Türkiye ilişkileri üzerinden yapmak istiyorum izniniz olursa.
IMF ile ilişkilerimiz 1961 yılında başladı.
İlk, birinci stand-by düzenlemesi 1961 yılında
gerçekleştirildi. Tam kırk yedi yıl, yani gönderilene kadar,
2008 yılı Mayıs ayına kadar kırk yedi yıl geçti
ve biz kırk yedi yıl IMF ile haşır neşir olduk, olmak
zorunda kaldık. Bu süre zarfında Türkiye, tam 19 tane anlaşma
yaptı IMF ile. 19 stand-by düzenlemesi. İlki 1961 yılında,
sonuncusu da 2005 yılında. Bunun 18 tanesini biz yapmadık yani
AK PARTİ hükûmetlerinden önce yapıldı, 1 tanesini biz
düzenledik, 19uncu stand-by.
18 tane stand-by düzenlenmesinin temel nedeni ya da hükûmetlerin böyle
bir çağrı yapmasının o dönem nedeni, ekonomilerin o dönemde
krize girmeleri. Yani ödeme darboğazına girmesi ekonominin, en temel
ihtiyaçları karşılayacak döviz bulamamaları ve IMFden
kredi alabilmek için can havliyle IMFnin kapısına gitmelerinden
kaynaklanıyor istisnasız. 19 stand-by düzenlemesinin 18 tanesi böyle
yapıldı değerli arkadaşlar. Ekonomi duvara tosladı,
acilen dövize ihtiyaç var; hükûmetler de IMFnin kapısına gitmek
zorunda kaldılar 1961den 2005 yılına kadar. 19uncusu hariç
18inde kriz oldu IMFnin kapısına gittiler. 18inde biz yokuz yani
AK PARTİ hükûmetleri yok, 19uncusunda biz varız. 19uncusunda kriz
nedeniyle gidilmedi değerli arkadaşlar, sadece 19uncusunda gidilmedi
çünkü onda biz varız, onda AK PARTİ var, onda AK PARTİ yönetiyor
ekonomiyi. Sadece borç yapılarının iyileştirilmesi, daha
düşük, ucuz kredi kullanmak amacıyla 2005 ve son stand-by düzenlemesi
yapıldı.
Dolayısıyla, şimdi tabii, bu dönem içerisinde IMF çok
egemen. IMF, Türkiyenin her noktasına çok derin nüfuz eden bir konumda.
Hatta hatırlarsanız, IMFnin Türkiye masası şeflerinin
isimleri Türkiye kamuoyu tarafından bir sanatçıdan çok daha fazla
biliniyordu, çok daha meşhurlardı; öyle aynen. Yediği yemekten
tutun gittiği yerlere kadar basın günü gününe takip ediyordu, bütün
basın. Hatta ben hiç unutmuyorum, Carlo Cottarelli ismi aklımda
kalmış. Yani belki o dönemde birlikte, kamuoyuna mal olan
sanatçılarımızın isimleri yok ama -sadece benim değil,
sanıyorum bütün kamuoyunun- Carlo Cottarelli, o kadar önemli ki IMF,
IMFnin Türkiye Masası Şefi yani sonuç itibarıyla bu
şahıs. Ama, basın öyle bir gösteriyor ki
Neden? Çünkü Türkiye
ona muhtaç, kaynak kullanması gerekiyor, kaynak IMFde.
Dolayısıyla, Türkiye masası şefinin sözleri önemli,
değerlendirmeleri önemli. Onun için, bütün basın takip ediyor, Türk
kamuoyu takip ediyor; o kadar etkili.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, bu süre
zarfında -biraz önce söyledim- tam 19 tane stand-by düzenlemesi
yapıldı. 18ini başkaları yaptı -hepsi kriz üzerinden
gidildi- 19uncuyu biz yaptık fakat 18i ve 19u biz uyguladık. 18i
biz yapmadık ama -2002 yılında yapıldı, Şubat
ayında- uygulamasını biz gerçekleştirdik.
Şimdi, 19 stand-bydan 17 tanesi hedefine ulaşamıyor
değerli arkadaşlar, 17 tanesi
hedefine ulaşamıyor. Bakın, ben örnek vereceğim. Özellikle
2002 değerlendirmesinden kaçınıyorum hassasiyet nedeniyle yani
amacımız o değil zaten, amacımız belli bir döneme
hapsolup oradan bir çıkış yapmak falan değil. Sadece, biz o
dönemde iktidara geldiğimiz için bunu yapmaya çalışıyoruz,
yapıyoruz. Bugüne kadarki değerlendirmeleri o çerçevede
algılamak gerekiyor ama buna rağmen ısrarla
kaçınıyoruz. Bakın, ta 1970li yıllardan
başlatacağım. 17 stand-by düzenlemesinin tamamı fiyaskoyla
sonuçlanıyor yani düzenlemenin, anlaşmanın amaçlarından
hiçbir tanesi gerçekleşmiyor. Şimdi, buradan, başka bir yere
geleceğim. 10uncusuyla başlayalım. Bakın, 10uncu stand-by
düzenlemesi Sayın Demirel Hükûmeti tarafından
gerçekleştiriliyor, Ağustos 1970 yılında. Amaç nedir? Amaç,
ekonomik durgunluğa son vermek. Sonuç: Büyüme hızlanıyor ancak
enflasyon iki haneli rakamlara çıkıyor. 11inci stand-by düzenlemesi,
rahmetli Bülent Ecevit, Mart 1978. Amaç: İhracatı artırmak,
büyümeyi hızlandırmak; bu amaçla yapılıyor.
Çok net bir şekilde, biliyorsunuz, IMFyle bir anlaşma
yapılacağı zaman yöntem şöyle: Önce, perde arkasında
görüşmeler yapılıyor. IMF diyor ki: Sen şunları,
şunları, şunları, bana, uygulayacağını kabul
edeceksin, yazı yazacaksın. Bir de stand-by düzenlemesi
gönderiliyor. Yani sanki ülke kendisi gönderiyormuş gibi ama arkasında,
esasında, tüm şartları IMF dikte ettiriyor; noktasına,
virgülüne kadar dikte ettiriyor değerli arkadaşlar çünkü başka
çaresi yok. Borç almak zorundasınız, paranız kalmamış,
döviziniz kalmamış, başka çareniz yok, para da orada,
gittiğiniz zaman her türlü şartı, şablonu size
dayatıyor. Amaç: İhracatı artırmak, büyümeyi
hızlandırmak. Sonuç: Sorunlar daha da
ağırlaşıyor, durgunluk krize dönüşüyor.
12nci stand-by düzenlenmesi, Mart 1979,
Rahmetli Ecevit. Amaç: Ekonomik krizi sona erdirmek yani bir yıl önce kriz
oldu, onu sona erdirmek. Sonuç: Enflasyon yükselişini sürdürüyor, üç
haneli enflasyon rakamlarına ulaşılıyor ve ekonomi
durgunluğa giriyor, 1979, 12nci stand-by düzenlemesinin sonucunda.
13üncü stand-by düzenlemesi, Ocak 1980,
yine Sayın Demirel. Amaç: Ekonomiyi dışa açmak, bu amaçla
yapılıyor ve krize son vermek. Sonuç: Ekonomi dışa
açılıyor, ancak enflasyon üç haneli rakamlarda seyretmeye devam
ediyor.
Nisan 1994, Sayın Çiller Hükûmeti.
Amaç: İç ve dış açıklardaki tırmanışı
durdurmak yani hem bütçe açığını hem de döviz
açığını, cari açığı durdurmak. Sonuç:
Enflasyon patladı ve 1994 krizini doğurdu.
17nci stand-by düzenlemesi
yapılıyor. Ne zaman? Aralık 99, rahmetli Bülent Ecevit. Amaç:
Enflasyonu tek haneli rakama indirmek, aynen bu şekilde hedef, esas hedef
konuluyor. Sonuç: Büyük bir devalüasyonla tamamlanıyor dönem ve 2001 krizi
patlıyor.
Evet, geliyoruz, şu ana kadarki
stand-by düzenlemelerinin tamamını bizden önceki başka
hükümetler uyguladı, şimdi, 18incisini biz uyguladık, biz imzalamadık
ama biz uyguladık. Ocak 2002 tarihinde imzalar düzenleniyor; rahmetli
Ecevit. Amaç: Birinci amaç, enflasyonu tek haneye indirmek. İki: Reel
faizin düşürülmesi ve sağlıklı borç pozisyonuna
ulaşılması. Üç: Sürdürülebilir büyümenin sağlanması.
Sonuç: Enflasyon tek haneye indi. Değil mi? Yüzde 10un altında. Reel
faiz yüzde 30dan -yani devraldığımızda yüzde 30du, hatta
Sayın Dervişin IMFye gönderdiği niyet mektubunda da yüzde 33
olarak çok net bir şekilde zikrediliyor- yüzde 5lere düştü, şu
anda yüzde 2-3 civarında reel faiz çünkü amaçlardan bir tanesi de bu, ve
yüksek büyüme oranları sağlandı. Üç tane amacı var, üç tane
hedefi var 18inci stand-by düzenlemesinin; üçü de gerçekleştiriliyor, üçü
de yerine getiriliyor. Diğer on yedi tanesinin hiçbir tanesinde amaca,
hedefe ulaşılamıyor değerli arkadaşlar. 17sinde biz
yokuz. 18inciyi AK PARTİ hükûmetleri, AK PARTİnin ekonomi yönetimi
gerçekleştiriyor; aradaki fark bu, onun için amaca
ulaşılıyor değerli arkadaşlar. Başka türlü yorum
yapmak mümkün mü? Mümkün değil. Yani bu tesadüf mü? 17 tanesinin 17si de
başarısız oluyor, rakamlar ortada. Hepsi yeni bir kriz nedeniyle
tekrar IMFnin kapısına gidiyorlar kredi almak için, hiçbir tanesinde
hedefe ulaşılamıyor; 18incisinde ulaşılıyor
çünkü AK PARTİ kadroları yetişiyor, çünkü AK PARTİ
kadroları tarafından uygulanıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, böyle bir sonucu başka türlü
yorumlama imkânı var mı? Yani haydi 1incisi tesadüf, 2incisi
tesadüf, 3üncü, 4üncü, 5inci, 16, 17
Hepsi tesadüf olabilir mi, bu kadar
olabilir mi? Olamaz, ve 18inci stand-by düzenlemesinden yani AK PARTİ
kadrolarının, AK PARTİ ekonomi yönetiminin
uyguladığı ve sonuçlandırdığı bu
düzenlemeden sonra hem enflasyon düşüyor hem borç ödeme sorunu ortadan
kalkıyor hem yüksek oranlı büyüme sağlanıyor hem gelir
dağılımı iyileştiriliyor hem reel ücretler ciddi
olarak yükseliyor, yoğun bir sosyal program uygulamaya konuluyor,
işsizlik azalıyor. Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bu
gelişmeler, değerlendirmeler, biraz önce ifade etmeye çalıştığım
gibi hiçbir şekilde tesadüf olarak değerlendirilemez.
Biraz önceki yapılan konuşmalarda bir
arkadaşımızın Bu 2002 programı dizayn edilirken, yani
18inci stand-by düzenlemesi dizayn edilirken ben de görevdeydim, benim de
katkım oldu. şeklinde bir ifadesi oldu. Arkadaşlar, kendi
kendimizi kandırmayalım. Bakın, 19uncusu hariç bütün
düzenlemeler IMFin standart şablonudur, bütün çatı IMF
tarafından verilir ve Türkiye onu dizayn eder. Yani bunları söylemek
zorunda kaldığım için kusura bakmayın ama söylemek
mecburiyetindeyiz. Yoksa, öyle arkadaşlarımız tarafından
dizayn edilmiş falan değil. Ana parametreler, ana hedef IMF
tarafından verilir ve yetkililer de bunu uygulamak zorunda kalır.
Yani, bunlar da zaten standart şablon programlardır. Öyle, hakikaten
bizim kurmayların geçmiş dönemlerde, onu söylüyorum- öyle bir ortam
içerisinde zaten insanların böyle bir IMFye öneride bulunacak hâlleri
kalmamış ki. Çok acil paraya ihtiyaçları var, bir an önce döviz
bulmaları gerekiyor, bir an önce en ihtiyaç olunan malzemelerin ithalatı
için acilen dövize ihtiyaç var. Böyle bir ortam içerisinde hangi hükûmet
yetkilisi, hangi bürokrat IMFe kendi şartlarını dikte
ettirebilir ya da önerebilir ya da kabul ettirebilir, gerçekçi olmak lazım
değerli arkadaşlar. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki, IMFin
uzmanları, bütün ekonomiyle ilgili bakanlıklarda en ücra
köşelerde detaya nüfuz ediyorlardı ve müdahale ediyorlardı. Bunlar
gerçeklerimiz bizim ve tam kırk yedi yıl boyunca böyle devam etti; kırk
yedi yıl boyunca, kırk yedi yıl.
OKTAY VURAL (İzmir) Sizin gerçeğiniz!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Türkiyenin gerçeği.
OKTAY VURAL (İzmir) Tecrübelerine binaen söylüyorsun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani, siz, o IMF
uzmanları, gidin, o eski bakanlıklara bakın
Hatta bürokratlar
bize gelip şikâyet ediyorlardı, hakikaten insanın
ağrına gider arkadaşlar. Düşünebiliyor musunuz, geliyor bir
uzman, diyor ki, bunu böyle yapacaksın, yönlendiriyor. Tabii, borç almak
durumunda kalırsanız yapacağınız bir şey yok.
İhtiyacınız varsa
Borç alan emir alır. Bunu biz
söylemiyoruz, atalarımız ne güzel söylemiş. Borç alan emir
alır.
OKTAY VURAL (İzmir) Aynen sizin yaptığınız
gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borcu, bakın biz
aldığımızda dönemi söylemiyorum- 23,5 milyar dolardı,
şu anda herhâlde 5in altına indi, 2013te de inşallah tamamen
kapatıyoruz. Yani, bizim emir almadığımızın en
önemli göstergelerinden bir tanesi de budur. Biz emir almadık. Neden?
Çünkü biz borç almadık arkadaşlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Tabii, IMFin ekonomik bir boyutu var, bir de siyasi boyutu var.
Kırk yedi yıl boyunca, özellikle Türkiyede sosyalistler, protest
kesimler, hatta İslamcılar, milliyetçiler IMFi hep protesto etti.
IMFi uluslararası sömürünün bir aracı olarak gördüler. 1980li
yıllarda, 70li yıllarda IMF defol demeyen aramızda belki çok
azdır, bilemiyorum yani.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Ücretleri dondurun diyor, tabii
diyecekler.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Özellikle sol cenahtan gelen
arkadaşlarımız daha da yoğun bir şekilde IMF defol,
seni istemiyoruz, sen uluslararası sermayenin organısın
vesaire, buna benzer o kadar çok konuşuldu, o kadar döviz
taşındı, sloganlar atıldı, protestolar
yapıldı, kırk yedi yıl boyunca IMFye Defol. denildi ama
IMF gitmedi. Zaten IMFyi çağıran hükûmetler yani IMFyi
çağıran hükûmetler. IMF, zorla Gel, ben sana kredi vereyim,
karşılığında şu şartları
dayatayım. demiyor, ekonomiler kötü yönetildiği için IMFye gidilmek
zorunda kalınıyor para bulmak için, biraz önce ifade ettim. Dolayısıyla,
kırk yedi yıl boyunca IMFye Defol. dediler, dedik. Defolmadı,
gitmedi, kimse kurtulamadı IMFden. 2008 yılının Mayıs
ayında sessiz sedasız gittiler değerli arkadaşlar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Allah aşkına, bakın, özellikle protest özelliği olan
arkadaşlara söylüyorum, kırk yedi yıl boyunca IMFyi Türkiyeden
göndermek için geçmişte meydanlarda slogan atan arkadaşlara
sesleniyorum: Kimse gönderemedi, hiçbir hükûmet gönderemedi
MUHARREM İNCE (Yalova) Numan Kardeşim, IMFyle
konuşmamak gaflettir. Bu sözü
hatırladın mı?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
yani onu gönderen ve
ihtiyaç kalmadığı için gönderen Hükûmetin liderine bir
teşekkürü çok mu görüyorsunuz? Hak etmiyor mu değerli
arkadaşlar? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna
üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum.
Şimdi, bu noktada
MUHARREM İNCE (Yalova) Başkanım, ağır tahrik
var.
OKTAY VURAL (İzmir) Yani sosyalizme
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hepsi için, hepsi için yani
bugüne kadar IMF defol. diyen ya da IMFye karşı içinde çok
sıcak duygular beslemeyen herkes için söylüyorum, her siyasi parti için
söylüyorum, her milletvekili arkadaşımız için söylüyorum, herkes
için söylüyorum. Yani kırk yedi yıl kimsenin gönderemediği,
gönderecek mantıklı, akılcı ekonomik politikaları
uygulayamayan hükûmetlerden sonra, ihtiyacımız
kalmadığı için gönderdiğimiz böyle bir tabloda yani bu
tablonun ortaya çıkmasını sağlayan bu kadroya, elbette
lideriyle birlikte bir teşekkür edilmesi gerekiyor. Buna gerçekten çok
üzüldüm, bugüne kadar da hiç duymadım ama en azından bundan sonra
yapabilirler.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, yokluk var ya!
Yani hakikaten bu IMFle ilişkiler, çok enteresan olaylar da
yaşanıyor o dönemlerde. Yine, biraz önce bahsettim, 11inci ve 12nci
stand-by düzenlemeleri rahmetli Ecevit döneminde yapılıyor.
Şimdi, 11inci stand-by düzenlemesi için dönemin ekonomi yetkilileri
imzalayıp IMFye bir mektup gönderiyorlar, stand-by düzenlemesini
gönderiyorlar, orada birkaç ifade var, onlar son derece önemli çünkü sonuç
itibarıyla rahmetli Bülent Ecevitin CHPsi sosyal demokrat, o söylemlerle
hep öne çıkan, köylünün, işçinin, memurun yanında olduğunu
söyleyen -hâlen de öyle- bir siyasi parti, bir organizasyon. Onunla
ilişkili olduğu için son derece önemli görüyorum. Bakın, 1978
yılında IMFye gönderilen 11inci niyet mektubunda ne diyorlar biliyor
musunuz? Başka şeylerde yazıyorlar tabii. Ben önemli
bulduğum iki tanesini söylüyorum 11inci stand-by için. Orada diyor ki:
Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında
kalacaktır.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Taahhütte bulunuyor hükûmet.
Dönemin hükûmeti IMFye yazdığı mektupta taahhütte bulunuyor,
diyor ki: Ücret ve maaş artışları enflasyonun altında
kalacaktır.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Şimdiki gibi,
şimdiki gibi!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - İkincisi: Tarım
ihraç ürünlerinin destek fiyatları dünya fiyatlarına göre
ayarlanacaktır. Bu kadarla da değil bakın arkadaşlar. Bir
sonraki yıl yapılan 12nci stand-by düzenlemesinde gönderilen
mektupta da şunlar taahhüt ediliyor: Buğday tarımına
verilen sübvansiyonlar kaldırılacaktır
Bunu söyleyen kim?
Rahmetli Bülent Ecevitin hükûmetinin ekonomi kurmayları.
ve ayrıca
kamu personel giderleri disiplin altına alınacaktır. Gerçekten
bütün samimiyetimle söylüyorum: Allah hiçbir hükûmeti böyle bir noktaya getirmesin,
böyle bir duruma düşürmesin.
Düşünün, bakın, sosyal demokratsınız, işçiden yana
olduğunuzu söylüyorsunuz, emekçiden yana, köylüden yana olduğunuzu
söylüyorsunuz ama memurun, işçinin ücretini, çiftçinin parasını
IMFyle müzakere ediyorsunuz değerli arkadaşlar. Kolay bir durum mu?
Zor bir durum. Allah yardım etsin, yani kimsenin başına da
vermesin. (CHP sıralarından gürültüler)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Ya Canikli, nasıl bir
cehalettir bu ya!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Açlık
sınırının altında 600 bin liraya
çalıştırdığın vatandaşa ne oldu?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yani ne diyeyim
arkadaşlar, bu duadan başka elimden bir şey gelmiyor.
Bırakın da samimiyetle bu duayı da edeyim. Yani, ondan yana
herhangi bir problem yok.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Bugün senin
yaptığın ne?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, müzakerelerin sonuna
yaklaşıyoruz. Gayet güzel tartışma yapıyoruz. Lütfen
müdahale etmeyin, lütfen.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, AK PARTİ
Grubu gayet uhuletle suhuletle bütün grupların konuşmacılarını
dinledi, tek bir söz bile atılmadı değerli arkadaşlar. (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Lütfen AK PARTİ Grubu
gibi davranmaya sizi davet ediyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, arkadaşlar, bakın, sonunda IMF gitti. Bir ilginç
nokta daha var. IMF giderken -isim vermeyeceğim, yani spekülasyon yapmak
istemiyorum- bazıları dedi ki: Ya ne yapıyorsunuz siz, IMFyi
gönderemezsiniz, aman yeni bir anlaşma yapın, acele 40 milyar dolar
para bulun. IMFyle yapılacak olan anlaşmanın gecikmesinden
dolayı ortaya çıkacak muhtemel sıkıntıların
sorumlusu siz olursunuz. diye eleştiriler geldi. Hiçbir şey
olmadı ve krizin tam ortasında, dünyanın
yaşadığı yüzyılın en büyük krizlerinden bir
tanesinin tam ortasında gitti IMF ve o tarihten beri bir kuruş kaynak
kullanmadık IMFden değerli arkadaşlar. IMFnin
danışmanları Türkiyeye gelip akıl vermiyorlar; Türkiye
ekonomisini, Türk milletinin evlatları yönetiyor, Türk milletinin
kaynakları yönetiyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Bu borcu kimle yaptık o zaman
biz? Borcun kaynağı değil miktarı önemli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi, bakın,
tabii çok şey söyleniyor ayrıntılı olarak ama bugün, ben
özellikle daha global, daha genel şeylerden yola çıkarak bu
değerlendirmeyi yapmaya çalışıyorum. Bunlardan bir tanesi,
yine konuşuluyor, yolsuzluktan bahsediliyor vesaire. Şimdi,
arkadaşlar, münferit tek tek olayların çok fazla bir anlamı yok,
yani onları ifade etmek, oradan yola çıkarak değerlendirmeler
yapmak bilimsel bir yaklaşım değil. Onun yerine,
değerlendirme, rakamlarla bu işi ortaya koymak gerekir ve
karşılaştırma yapmak gerekir.
Şimdi, bakın, Türkiyede geçmişte ya da genel olarak her
zaman diyelim, suistimallerin önemli alanlarından bir tanesi de kamu
bankaları olmuştur, yani kamu bankaları üzerinden
yapılmıştır. Nedir kamu bankaları? İşte,
Halk Bankası, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası, yani Vakıflar
Bankasını biz bu çerçevede şeyden sayıyoruz, kamu
bankası tanımına sokuyoruz.
Şimdi, bu açıdan da bir karşılaştırma
yapmamız lazım, yani biraz önce dünyayla yaptık, Türkiye ekonomi
tarihinde kısa bir gezinti yaptık, şimdi de bankalar üzerinden
Türkiye nasıl yönetiliyor? sorusuna cevap bulmak için bir
değerlendirme yapmamız gerekiyor.
Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, biz ekonomiyi
devraldığımızda, Halk Bankasının toplam kredi
miktarı 1 katrilyon 365 milyon lira, toplam o andaki kredi hacmi, toplam
kredi rakamı. Batak kredi. olarak nitelendirebileceğimiz takibe
alınmış kredilerin miktarı da 1 katrilyon 300 milyon lira.
Toplam kredi 1,3 katrilyon, 1 milyar 365 milyon lira; takibe dönüşen
krediler 1 milyar 300 milyon lira, yani toplam kredilerin yüzde 95i
batak. Aynen böyle, resmî rakam. Halk Bankasının durumu bu.
Ha,
buradan hemen şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Yani böyle bir batak olabilir mi? Hiç mi bir
bankacı
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Aynen öyle, bu rakamlar resmî rakamlar.
Buradan
şu yanlış anlaşılmasın: Yani Biz
devraldığımızda 57nci Hükûmet görevdeydi, bütün kabahat
Öyle bir şey demiyorum, Onlarındır. demiyorum. Bakın,
Halk Bankasının takipteki kredilerinin yıllar itibarıyla
artış oranlarını ben vermek istiyorum. Yani bunun, ta
geçmişten gelen bir problem olarak, sadece bir Hükûmete mal edilemeyecek
bir sorun olduğunu ifade etmek için söylüyorum. 1978 yılında
Halk Bankasının takipteki kredilerindeki artış oranı
yüzde 293; 1999da yüzde 183; 2000de yüzde 151; 2001de 286. Evet, devam
edeyim. Yüzde 95i batak.
Şimdi,
bu oran, dokuz yıllık AK PARTİ hükûmetleri sonucunda ne
olmuş biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yüzde 2,9; evet, aynen
öyle. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şu anda
Halk Bankasının toplam verdiği kredilerin geriye dönüşü
zorlaşanların -ya da kısaca batak krediler diyelim- toplam
kredilere oranı yüzde 2,9 değerli arkadaşlar; yüzde 95ten 2,9a
gelmiş. Sadece Halk Bankası değil, diğerleri için de
geçerli.
Bakın,
aynı şekilde Ziraat Bankası. 2002 yılında yine batak
oranı yüzde 24 imiş.
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Sayın Canikli, o Halk Bankası Genel
Müdürüne sorun
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Şu anda ne kadar biliyor musunuz? Yüzde
1,25; yüzde 1,25e kadar düşürülmüş. Aynı şekilde
Vakıflar Bankasının yüzde 24,25ten yüzde 3,69a
düşürülmüş değerli arkadaşlar ve AK PARTİ geldikten
sonra verilen kredilerin yani 2003 başından itibaren verilen
kredilerin geriye dönmeyenlerinin oranı da yüzde 2nin altında
değerli arkadaşlar; sektörün ortalamasının da bir hayli
altında bu rakam.
Ne demek
bu? Bu ne anlama geliyor, nasıl yorumlamak gerekir?
Önce AK
PARTİ dönemine ilişkin olarak yorumlamak gerekir. Demek ki kesinlikle
siyasi amaçlı, bankalara, kamu bankalarına kredi vermeleri için
baskı yapılmıyor. Bu anlama geliyor.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) O kanunu biz çıkarttık.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, arkadaşlar, dizayn önemli yani
karar önemli çünkü zaman zaman deniliyor ki: 2001 yılında, 2002
yılında, efendim, uyguladığınız programı biz
dizayn ettik.
Arkadaşlar,
örneklerini verdim 17 defa. Yani elbette alınan kararların
doğru olması gerekir ama alınan karalardan önce uygulama son
derece önemli. Yani 17 kez alınmış kararlar
Bunların hepsi
doğru kararlardı baktığınız zaman, hepsi de
IMFnin aldığı kararlardı, 2002 yılındaki 18inci
stand-by düzenlemesi dâhil. Dolayısıyla, demek ki AK PARTİ
döneminde kamu bankaları üzerinden en ufak bir suistimal, bir
yanlışlık, bir yolsuzluk söz konusu değil. Bu tablonun
gösterdiği, bu rakamların gösterdiği gerçek bu. (MHP sıralarından
gürültüler) Ne söylerseniz söyleyin bunu inkâr edemezsiniz arkadaşlar.
Öyle bir şey olsa bu kredi batar yani eğer eş, ahbap, dost
işi olsa, tıpkı geçmişte olduğu gibi
Geçmişte
niye battı? Çünkü açıyordu siyasetçi ve talimatla kredi verdiriyordu
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, rica edeceğim.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) -
eşine, dostuna.
BAŞKAN Sayın Canikli, bir dakikanızı rica
edeceğim.
Sayın Hatibin konuşmasını vatandaş dinliyor ama
laf atanın ne söylediğini vatandaş dinlemiyor. Onun için bu laf
atmaların pratikte size de faydası yok, hiçbir şeye faydası
yok. Müzakerelerin
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Biz doğruyu söylüyoruz.
BAŞKAN Sayın Valim, siz valilik yaptınız, öyle
oturduğunuz yerden konuşmak var mı?
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Biz doğruyu söylüyoruz.
Tüm esnafa verilen kredi kadar bir gruba kredi verdiniz niye söylemiyorsunuz?
BAŞKAN Bak, rica edeceğim. Sayın Serindağ,
bakınız, isminizi telaffuz ederek ikaz etmek mecburiyetini duyuyorum.
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) Sayın Başkan, hoş
geldiniz
BAŞKAN - Ön sıraya oturup laf atmak yok. Doğru bir
şey de değil, yakışmıyor da bize. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Arka sırada
atılabilir mi o zaman?
BAŞKAN - Onun için, lütfen, Hatibin sözünü kesmeyin, müzakerelerin
sonuna geldik. Eğer sizi ilgilendiren bir yanı varsa Grup Başkan
Vekilleriniz zaten konuşur, onun için lütfen, iyi götürüyoruz
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Evet, arkadaşlar, yani
tekraren söylemekte fayda var: AK PARTİ döneminde kamu bankalarında
en ufak bir ayrımcılık, özel bir kredi kullanımı,
talimatla kredi kullanımı, suistimal, yolsuzluk kesinlikle
olmamıştır. Olsaydı bu tablo böyle olmazdı,
olsaydı devraldığımız tablo gibi olurdu değerli
arkadaşlar. Bunu herkesin görmesi ve kabul etmesi gerekiyor.
Şimdi, bakın fakir fukaradan herkes söz ediyor. Herkes ne
kadar fakir fukara dostu olduğunu, fakir fukarayı ne kadar çok
sevdiğini söylüyor, ifade ediyor. Şimdi, tabii, lafla olmuyor
arkadaşlar yani hükûmetler icraatlarını bütçe uygulamalarıyla
ortaya koyarlar. Yani bütçe yoluyla millî gelirin aşağı
yukarı yüzde 25e yakın kesimi toplanır tekrar
dağıtılır. Dolayısıyla, politikaları
gerçekleştirmek için çok önemli araçlardan bir tanesidir bütçe bu yönüyle.
Dolayısıyla, istediğiniz kadar konuşun: Ben, şöyle
fakir dostuyum. Ben, şöyle, işte, fakirleri seviyorum
Arada bir
fakir ailelerine danışıklı dövüş olarak gitmek falan
Bunların çok fazla bir önemi yok. Ha, bunlar da güzel şeyler ama
başka icraatla desteklenmesi gerekir. İcraatla desteklenmediği
takdirde sadece bu söylemler siyasi söylemlerin malzemesi olmaktan öteye
gidemez.
Şimdi, peki, nasıl anlayacağız? Gerçekten, siyasi
iktidarların, hükûmetlerin, fakir fukaranın dostu olup
olmadığını ya da toplumun hangi kesimini daha çok
sevdiğini, hangi kesimine daha çok önem verdiğini
anlamamızın tek bir yolu var: Bütçe rakamlarına
bakacağız değerli arkadaşlar, bütçe rakamlarına
bakacağız. Eğer bütçeden hangi kesime daha çok pay
aktarmışsa, o kesimi seviyor, öyle değil mi? Hangi kesime az
aktarmışsa, o kesimi sevmiyor. Onun için, bütçe rakamlarına
bakacağım ve yine, o hassasiyet nedeniyle 1998 bütçesinden
başlayacağım yani 2002ye takılıp kalmamak
açısından.
Bakın, 100 liralık bütçe düşünün. Toplam 100
liralık bir harcama söz konusu 1998
bütçesinde. Yaklaşık 25 lirası personel harcamalarına
gidiyor, 40 lirası faize aktarılıyor -100 liralık bütçenin,
toplam- yatırıma 6,4 lira gidiyor, tarıma 1,2, diğerlerine
de 28 gidiyor, 1998
Aşağı yukarı 2002 bütçesine
baktığımızda benzer bir tablo ortada yani personel harcaması yüzde 20,
yatırım harcamaları yüzde 6 diyelim, tarıma destek 1,62,
faiz ödemeleri 44,7 -yüzde 45- sosyal güvenlik yüzde 9,7.
Şimdi, biraz önce söylediğimiz çerçevede bu rakamları
değerlendirdiğimizde şu görülüyor: Yani bu bütçeyi uygulayan
Hükûmet faizcileri yüzde 40 oranında seviyor veya yüzde 50 oranında
seviyor. Efendim, sosyal güvenliği, sosyal güvenlikten pay alan kesimleri
yüzde 9,7 oranında seviyor. Öyle arkadaşlar yani kusura
bakmayın. Lafın çok fazla bir anlamı yok, icraata
bakacağız; laf değil, icraat.
Şimdi, baktığınız zaman 2002ye,
yaklaşık, 98 de öyle, aşağı yukarı öncekiler de
öyle. Yalnız, bir hakkı teslim etmek gerekiyor. 90lı
yıllardan itibaren bütçe içerisindeki faiz oranı sürekli artmaya
başlamış, bir yıl hariç, 1997 yılı. 1997
yılında Hükûmet faiz harcamalarında çok ciddi düşüş
sağlayabilmiş, ondan sonra tekrar artmaya devam etmiş. Bunu,
burada belirtmekte fayda var. 115 milyar liralık bütçenin 52 milyar
lirası faize gidiyor.
Şimdi, faiz kime aktarılıyor? Faiz sermaye sahibine
aktarılıyor, parası olana aktarılıyor. Düşünün
bir bütçenin, 100 liralık bütçenin
Faiz geliri elde edenlerin önemli bir
bölümü de 100 bin kişi değerli arkadaşlar, toplam
sayısı 100 bin kişi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Evet, ek sürenizi veriyorum Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Bu tablo şudur
değerli arkadaşlar: Bütçenin aşağı yukarı
yarısı 100 bin kişiye, yarısı da 74 milyon insana. (AK
PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Yani
böyle bir taksimi kurt bile yapmaz değerli arkadaşlar.
Şimdi siz söyleyebilir misiniz yani biz fakirin fukaranın
dostuyuz, biz memurun, işçinin dostuyuz demenin anlamı var mı
yani ya da bu rakamlar karşısında çok geçerli bir iddia mı
değerli arkadaşlar? Kim inanır buna, kim inanır? Hiç kimse
inanmaz.
Yani buradan şunu anlıyoruz ki, bizden önceki hükûmetlerin
ortak özelliği, sermaye sahiplerini seviyorlar, faiz geliri elde edenleri
seviyorlar ama işçiyi sevmiyor, köylüyü sevmiyor, memuru sevmiyor, fakiri
sevmiyor. Rakam bu. Yani bunu söylediğimiz zaman da
arkadaşlarımızın bundan rahatsız olmamaları
gerekiyor çünkü tamamen rakamları gösteriyoruz.
Şimdi, bakın, biraz önce 100 liralık bütçenin 2002deki
dağılımını verdim. Bir de 2011deki gerçekleşen
rakamlar itibarıyla söylüyorum: Personel giderleri -rakamlar revize
edildi- 18den 27,6ya çıkmış, sosyal güvenliğe bütçeden
aktarılan -100 lira üzerinden- oran 9,3ten 16,8e çıkmış,
mahallî idarelere aktarılan para 6,6dan 7,8e çıkmış,
yatırıma aktarılan oran 6,6dan 11,3e çıkmış,
tarıma aktarılan oran 2,5tan geniş
tanımıyla,dolaylı rakamlar dâhil- 3,3e çıkmış,
faize aktarılan rakam 44,7den 13,6ya düşmüş. (AK PARTİ ve
Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bu tablonun gösterdiği gerçek şu: Biz
memurlarımızı seviyoruz. Gerçekten seviyoruz. Yüreğimizle seviyoruz.
Sadece siyasi malzeme konusu yapmak için değil. Neden? Çünkü bütçeden
aktardığımız payı, bunlara verdiğimiz payı
artırmışız. Seven öyle yapar değerli arkadaşlar.
Seven daha çok kaynak aktarır bütçeden. Öyle değil mi? Öyle. Biz de
öyle yapıyoruz.
Bakın, emeklilerimizi de biz seviyoruz. Neden? Daha önce bütçeden
emeklilere verilen pay 9,3ten 16,8e çıkmış. En az 2 kat.
Bizden öncekilerden en az 2 kat daha fazla seviyoruz emeklilerimizi. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Keza mahalli idarelere yatırımları da seviyoruz. 6,6dan
Oran, bakın rakam değil, bu oran, miktar, yani 100 liralık
bütçeden verilen pay. 6,6dan 11,3e çıkarmışız. Biz
çiftçimizi de seviyoruz.
Değerli arkadaşlar, bütçedeki payı yüzde 2,5ken 3,3e
çıkarmışız, yüzde 50den fazla artırmışız.
Çiftçimizin bütçeden aldığı payı yüzde 50den fazla
artırmışız. Yani siz mi daha çok seviyorsunuz, biz mi daha
çok seviyoruz? Elbette biz seviyoruz çünkü biz daha çok kaynak aktarmışız.
Yani hem kaynak aktarmayacaksın hem paraları faiz geliri elde
edenlere aktaracaksınız, ondan sonra diyeceksiniz ben çiftçiyi
seviyorum, ben emekliyi seviyorum, ben memurun dostuyum. Kusura bakmayın,
buna ben de inanmıyorum, hiç kimse de inanmaz.
Peki, kimi sevmiyoruz değerli arkadaşlar? Faiz geliri elde
edenleri sevmiyoruz biz. Neden? 2002 bütçesinin yarısı
aktarılıyordu. 13,6ya kadar düşürmüşüz arkadaşlar,
13,6ya kadar düşürmüşüz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Dünyada faiz düştü. Böyle bir
şey yok ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, dünyada
artıyor. Yüzde 80den aşağı olan yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Dünyada faizde yüzde 0dır,
libor.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Borç itibarıyla ve
elbette faiz ödemeleri de buna göre sürekli yükseliyor Avrupada. Aynen onlarda
yükseliyor. Rahat olun o yüzden.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Ali Babacana sorun.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Şimdi,
dolayısıyla arkadaşlar, yani buradaki dostu düşmanı
-düşman derken tabii mecazi anlamda söylüyorum-
vatandaşlarımız, gerçek anlamda hangi iktidarın, hangi
hükûmetin kendilerinin yürekten dostu olduğunu sanıyorum zaten
hissediyor, yaşıyor, Emeklimiz onu hastaneye gittiği zaman
görüyor, genç kardeşlerimiz okula gittiği zaman yaşıyorlar.
Annelere aktarılan para
Özürlüler, bakın, özürlüler
Çok ilginçtir mesela, bizim 2003 ya da
2004ten önce
İlk uygulaması 2004te başladı
yanlış hatırlamıyorsam. Özürlü
vatandaşlarımıza 2004ten önce aktarılan bir kuruş
para yok arkadaşlar, bir kuruş. Ya ondan önce hiç özürlü yok muydu bu
memlekette, özürlü vatandaşımız yok muydu? Biz
aktarmışız.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) Engelli Sayın Canikli.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Sayın Canikli engelli diye kullanırsanız kavramı
daha iyi olur.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) 2011 yılında 3,2
katrilyon lira para aktarmışız arkadaşlar. Yani bunlara da
baktığınız zaman bunların ayrıntılı
hesapları da var.
Şimdi, bir an şöyle düşünün: 2002 bütçesi,
devraldığımız bütçe itibarıyla söylüyorum. Aynı
faiz oranı, yüzde 44lük oran veya yüzde 45lik oran, 2011 bütçesinde
aynen muhafaza edilmiş olsaydı yani bu oranı ne kötüleştirip
ne iyileştirmiş olsaydık ödememiz gereken faiz miktarı ne
kadardı biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yani aynı oran
korunmuş olsaydı tam 140 katrilyon lira 2011 bütçesinde faiz ödememiz
gerekecekti. Bizim ödediğimiz faiz de 42,6 milyar lira. Yani sadece
faizden tasarruf edilen, bir yılda tasarruf edilen rakam 97,4 milyar lira.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi,
bazı arkadaşlar soruyorlar, diyorlar ki: Efendim,
özelleştirmeden şu kadar gelir elde ettiniz, şuradan şu
kadar elde ettiniz, faizden bu kadar tasarruf
Dokuz yılda 313 milyar
lira faizden elde ettiğimiz tasarruf bu yolla, 313 katrilyon lira.
Bunları nerede kullanıyorsunuz? diyorlar. Hemen söyleyelim,
bakın değerli arkadaşlar: Dokuz yılda yatırıma
173 milyar lira aktarmışız, tarıma 56 milyar lira yani
katrilyon aktarmışız, sosyal güvenliğe 310 katrilyon lira
aktarmışız, sağlık harcamalarına 253 katrilyon
lira aktarmışız, eğitim harcamalarına 269, personel harcamalarına
470, sosyal yardımlara 77 milyar lira aktarmışız. Sosyal
yardımlara bir yılda 16 milyar lira. 2002 bütçesinde ayrılan
rakam sadece 1 milyar lira, tam 16 kat neredeyse değerli arkadaşlar,
16 kat. Yani biz fakir fukarayı, garip gurabayı sizden en az 16 kat
daha fazla seviyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AYKUT
ERDOĞDU (İstanbul) Bu nasıl bir mantık ya?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Aynen öyle yani hakikaten hayret. Ben
söylemiyorum bunu. Rakamlar yalan söylemez.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Canikli, verdiğim ek süreniz de doldu.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Sayın Başkanım, teşekkür
etmek için
BAŞKAN
Sadece Genel Kurulu selamlamak için mikrofonu açacağım. Nasıl
olsa Grup Başkan Vekili olarak kalan görüşlerinizi bu kürsüden
sıkça ifade etme imkânınız olacaktır. Sadece selamlamak üzere
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben 2012
yılı merkezî yönetim bütçesinin inşallah ülkemize, milletimize
hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan
OKTAY VURAL
(İzmir) Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurun Sayın Vural.
OKTAY VURAL
(İzmir) Sayın Başkanım, bir iki konunun tutanağa
girmesi açısından
Ayakta da olabilir çünkü tutanaklara girmesi
açısından
BAŞKAN
Oradan dinleyebiliyorum.
OKTAY VURAL
(İzmir) Efendim, tabii, Sayın Caniklinin ortaya koyduğu
tablo: Aslında, işsiz, emekli kış günü
Millet de
zannediyor ki mayosuyla denize giriyor. Doğrusu
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Millet neyin doğru olduğunu anlıyor.
OKTAY
VURAL (İzmir) Bir de Emir aldılar. diye ifadede bulundu.
Şunu ifade etmeliyim ki: Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri olarak biz
devrettiğimiz zaman emir alan bir hükûmet değildik, hiçbir zaman da
olmadık. Ama kendileri itiraf etti, 2001 yılında
imzalanmış olanları biz uyguladık. dediğine göre emri
kendileri almışlar, emri alan kendileri.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Devlette devamlılık var efendim.
OKTAY
VURAL (İzmir) Bir husus daha: Emir nasıl alınır? 2009
yılı bütçesi görüşülürken burada, gece yarısı, yüzde
10, tarımda ve yatırımlarda harcama yapan kesinti önergesini
getirdiğiniz zaman IMFden emir alarak bu emri Türkiye Büyük Millet
Meclisine onaylattınız. Emirleri kendi hanenizde, kendi Hükûmetinizde
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Vural.
Sayın
Öztrak
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, 69uncu maddeden, sataşma
nedeniyle söz istiyorum Sayın Caniklinin konuşması nedeniyle.
BAŞKAN
Yani hangi ifadesine dayanarak, onu bir açıklarsanız
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, şöyle dedi Sayın
Canikli: O programı hazırlayan ekibin -benim konuşmama
değinerek- öyle bir kapasitesi yoktu. Onlar IMF talimatıyla hareket
ettiler. Onun için sataşma nedeniyle söz istiyorum.
BAŞKAN
Sayın Öztrak, ben dikkatle dinledim. Şahısları zikrederek
herhangi bir değerlendirme yapmadı. Genel bir ifadedir,
şahsınız söz konusu değil.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Hayır. Sayın Başkan, Biraz önce bu
kürsüde konuşan arkadaş dedi.
BAŞKAN
Malum, şahıslarla ilgili bir ifade olursa o sataşma olur ama
sözünüz tutanaklara geçti, onu bu şekliyle değerlendirmiş
olalım.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan Biraz önce burada konuşan
arkadaş dedi.
BAŞKAN
Değerli milletvekilleri, görüşmelere bundan sonraki
kısımda şahıslar ve Hükûmet adına devam edeceğiz.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan Biraz önce burada konuşan
arkadaş diyerek beni kastetti.
BAŞKAN
Şahsınız geçmedi Sayın Öztrak. Şahsınız
geçmedi, sizi de özellikle
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, biraz önce burada konuşan
arkadaş kim? Benim. O sözü söyleyen, biraz önce orada konuşan
arkadaş benim Sayın Başkan.
BAŞKAN
Peki, bulunduğunuz yerden, bir dakika da size söz vereyim.
Buyurun.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrakın, Giresun Milletvekili Nurettin
Caniklinin, şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, Sayın Canikli biraz önce,
2001 yılında hazırlanan programın Türk evlatları
tarafından, Türk bürokrasisi tarafından
hazırlanmadığını, öyle bir kapasitesinin olmadığını
Türk bürokrasisinin
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hayır kapasite demedim. Hayır, öyle
bir şey söylemedim.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ)
IMFnin programı olduğunu söyledi. Bunu,
bürokrasiden gelmiş bir arkadaşımızın söylemesini
yadırgıyorum. Bu şekilde söz almaktan dolayı da son derece
üzgünüm ama şunu açıkça ifade edeyim: Türk bürokrasisi, Türk
evlatları, her zaman kendi programlarını hazırlama
kapasitesine sahiptir.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Kapasitede problem yok, ben öyle bir şey
söylemedim.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Öyle sanıyorum ki Sayın Canikli bir
programın nasıl hazırlandığı konusunda, IMFden
talimat alınmadan nasıl hazırlandığı konusunda
fikir sahibi değildir.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Uzmanlık alanımız bizim.
FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Şimdi ben şunu açıkça ifade edeyim: O
program Türk bürokratları tarafından
hazırlanmıştır, bir önceki programdan son derece
farklıdır ve Meclisimiz gece gündüz çalışarak o programda
öngörülen reformları devreye sokmuştur. Bugün Sayın Canikli bu
kürsüden bu kadar rahat konuşuyorsa o program sayesindedir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Peki, çok teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, gruplar adına
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) Sayın Başkan, zatıalinizin bana
hitabınızla ilgili izin verirseniz iki cümle söylemek istiyorum.
BAŞKAN
Yerinizden buyurun söyleyin ama bakın, 6 defa laf attınız, ben
hiçbir şey demedim, 7ncisinde ikaz etmek mecburiyetinde kaldım yani
laf atmak diye bir şey yok Sayın Serindağ.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) Müsaade buyurun, açıklayayım
efendim.
BAŞKAN
Buyurun.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) 6 defa dediğinize göre sürekli beni mi
izliyordunuz? Birincisi bu.
BAŞKAN
E, önde olunca mecburen izliyoruz tabiatıyla.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) İkincisi: Bundan önceki görevimi de
zikrederek benim önde oturmamam gerektiğini ima eder gibi, Hem önde
oturuyorsunuz hem de laf atıyorsunuz. gibi
BAŞKAN
Yok, yok, öyle değil, tam tersi, sizi tanıyan, bir hukuku da olan
insan olarak, önden laf atıldığı zaman konuşan
insanın insicamı bozuluyor, ondan dolayı onu söylemeye
çalıştım.
ALİ
SERİNDAĞ (Gaziantep) Efendim, müsaade buyurun.
Siz
tutanakları incelerseniz Sayın Elitaşın
BAŞKAN Peki, maksat hasıl oldu.
Değerli milletvekilleri
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Efendim, müsaade buyurun,
cümlemi bitireyim.
Ben adabı da bilirim, edebi de bilirim, bu konuda kuşkunuz
olmasın, daha önceden de beni tanıdığınızı
zannediyorum.
BAŞKAN Evet.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Onun için bu sözünüzü yadırgadığımı
ifade ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Bakın, laf atılmasaydı hiç bu türlü ikaza
da gerek kalmazdı.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) Tutanaklara bakın,
Sayın Elitaşın pek çok
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.Sayısı:87) (Devam)
2.- 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN Şimdi, gruplar adına görüşmeler
tamamlanmıştır. Müzakerelerin bundan sonraki bölümünde
şahıslar adına ve Hükûmet adına konuşmalar
yapılacaktır.
Görüşmelere 18.50ye kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.36
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.52
BAŞKAN: Cemil ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Tanju ÖZCAN (Bolu)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 44üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Bütçe görüşmelerinde bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara
devam edeceğiz.
Şimdi, bütçenin lehinde olmak üzere şahısları
adına İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Sayım
Tekelioğlu.
Buyurun Sayın Tekelioğlu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
MEHMET S. TEKELİOĞLU (İzmir) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Burada bütün arkadaşlarımın yaptığı gibi
ben de Fransanın tutumunu eleştirerek başlamak istiyorum.
Fransanın ortaya koymuş olduğu tutum ne Fransaya ne de
Ermenistana yarayan bir tutumdur. Fransanın bu tutumu bizim tarihî
geçmişimize, tarihî ilişkilerimize, bundan sonrası için
yaptığımız planlara da uyan bir tutum değildir
dolayısıyla Fransa bütün toplumuyla, aydınlarıyla,
milletvekilleriyle ve diğer bütün sosyal kesimleriyle bu gerçeği
görmeli ve bu gerçeğin gereğini yapmalıdır. Doğrusunu
isterseniz, Fransız entelektüellerinin böyle bir ifade özgürlüğünü
kısıtlayan durum karşısında göstermiş oldukları
suskunluk bizi de hayrete düşürüyor ve acaba Fransız
entelektüellerinde, Fransız aydınlarında bir intikal
zorluğu mu var olaylara diye aklımıza geliyor.
Değerli arkadaşlarım, özgürlüğün ve ifade
hürriyetinin kalesi olarak bilinen, en azından bu kavramların
neşet ettiği bir yer olarak bildiğimiz Fransanın tutumu
gerçekten izah edilebilir gibi değil. O bakımdan, bizim bundan
sonrasını da planlayarak bu tutumu çok daha iyi bir şekilde
eleştirmemiz ve ortaya koymamız, bundan sonrası için
beklentilerimizi de iyi ifade etmemiz gerekir. Bu tutum
karşısında aslında ben Avrupa Birliğinden de bir
eleştiri beklerdim. Avrupa Birliği maalesef bu ifade özgürlüğünü
kısıtlayan, özgürlükleri kısıtlayan tutum
karşısında herhangi bir ses çıkarmamış olmakla da
doğrusunu isterseniz bizi üzmüştür.
Fransada ihtilal sonrasında bir tip vardır Joseph Fouche
diye. Bu Joseph Fouche, Stefan Zweigın anlatmasıyla, menfaati için
her türlü kılığa giren, her türlü dönekliği gösterebilen
bir tiptir. Bugünkü Fransız siyasetçilerinde maalesef böyle bir algı
ortaya çıkmaktadır, onun için de Napolyon, bu Fouche için
muhteşem dönek tabirini kullanmıştır. Fransız
siyasetçilerinin bu tutumları doğrusunu isterseniz Sayın
Başbakana verdikleri sözlerle de bağdaşmadığı
için böyle bir sıfatı hak ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bütçeler tabii ki bir ülkenin en
önemli göstergelerinden birisidir. Dolayısıyla, bütçeye
bakış fevkalade önemlidir. Bütçeler bir ülkenin tabii ki
bağımsızlığının en önemli göstergesidir. Biz
geleceğe bakış açısından, güven açısından
bütçelerimizi fevkalade önemsiyoruz.
Burada şimdiye kadar konuşan arkadaşlarımız,
bizim Grup Başkan Vekilimiz Sayın Canikli, AK PARTİden
konuşan diğer bütün arkadaşlarımız bütçenin kemiyetle
ilgili, yani niceliklerle ilgili değerleri üzerinde çok geniş
bilgiler verdiler ve bunlar, gerçekten göğsümüzü çok kabartan değerler
fakat bir de işi keyfiyet açısından, nitelik açısından
ele almamız gerekiyor.
Şimdiye kadar AK PARTİ hükûmetlerinin yaptığı
bu 10uncu bütçe vasıtasıyla Türkiye tam bir güven ülkesi
olmuştur, Türkiye tam bir istikrar ülkesi olmuştur ve Türkiye geleceğe
güvenle bakan insanların ülkesi olmuştur. Dolayısıyla,
işin bu kısmı belki her şeyin önünde gelir. O
bakımdan, artık Türkiyede insanlar AK PARTİ hükûmetlerine ve
Sayın Başbakana Hakkımızı, hukukumuzu bu
Başbakan korur, bize sahip çıkan budur, bizim gibi düşünen bir
insan var. diyerek kucak açıyor.
Bu yönetime oluşmuş olan güven, belki her şeyin
önündedir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bugün geldiği o
güzel seviye, bütün bu rakamlarla ortaya konan seviye, işte bu yönetime,
AK PARTİye ve Sayın Başbakana olan güvenin eseridir. Öyle ki
Başbakan bir şey söylediği zaman Evet, söz veriyorsa yerine
getirir. diyerek bakılıyor yani bir emin insan gözüyle görülüyor
çünkü geçmişte verilmiş olan sözlerin tutulmadığını
bilen halkımız, şimdi verdiği sözü tutan, verdiği her
şeyin arkasında duran, onu sonuna kadar savunan bir yönetim ve bir
Başbakan görüyor.
Değerli arkadaşlarım, benim söylediğim keyfiyetle
ilgili kısımlarda o kadar çok ortaya konulacak şeyler var ki
bunların başına, işte, Türkiye'nin büyümesini rakamlarla
gösterdik, Türkiyede fert başına düşen geliri, millî geliri,
bütün bunları koyabiliriz. Sadece faizlerin düştüğü durum bile,
geldiği seviye bile Türkiyede keyfiyet olarak insanların nasıl
bir güven duyduğunu gösterir. İç ve dış
saygınlık, bütün bunlar Türkiye'nin geldiği seviyeyi göstermesi
bakımından fevkalade önemlidir. Bu iç ve dış
saygınlıkla biz bütün dünyada, bölgemizde sözü geçen bir ülke, sözü
dinlenen bir ülke hâline geldik. Öyle ki Güvenlik Konseyine bu güvenle üye
olduk, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine bir
arkadaşımızı bu güvenle seçtirdik ve bütün bölgemizde bu
saygınlığı sonuna kadar hissettik. Ben son zamanlarda Fas
ve Tunusta seçimlere gözlemci olarak katıldım. Oradaki gözlemlerimiz
fevkalade önemli ve fevkalade dikkat çekici. Ben sadece bir örnek
vereceğim: Tunusun çok uzun bir çarşısı var. O
çarşının bir ucundan girdik, öbür ucuna kadar yürüdük. Orada
insanlar üç kelimeyi çok iyi öğrenmişler, biraz onların
şivesiyle Türkiya, merhaba, Erdogan. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, biz şimdiye kadar
yaptığımız bütün çalışmalarda 2002
yılıyla bugünü mukayese ettik. Ben bir örnek olması
bakımından 2007 seçiminden sonra yaptığımız 2008
bütçesi ile gene 2011 seçimlerinden sonra yapmakta olduğumuz 2012 bütçesini
mukayese eden bazı rakamlar hazırladım ve diyoruz ki artık:
Biz artık 2002 rakamlarını çok geride bıraktık. Biz
artık kendimizle yarışıyoruz, kendi ortaya koyduğumuz
rakamları aşmaya uğraşıyoruz. Bunlardan sadece birkaç
örnek vereceğim. Mesela Millî Eğitim Bakanlığının
2008deki bütçesi ile 2012deki bütçesini
karşılaştırdığımız zaman 16 milyar
liralık bir artış ve yüzde 41e tekabül eden bir artış
gerçekletirmişiz. Sağlık Bakanlığında 2008e göre
yüzde 24 bir artış gerçekleştirmişiz, sağlık
harcamalarında yüzde 36lık bir artış
gerçekleştirmişiz. Adalet Bakanlığının
hizmetlerinde biz yüzde 46lık bir artış
gerçekleştirmişiz. Buraya gelmişken şunu da söylemek isterim:
Son zamanlarda, İzmirde bir karakoldaki olay vesilesiyle bazı
eleştiriler gündeme geldi.
Değerli arkadaşlarım, vakit az olduğu için
detayına girmiyorum ama unutmayalım ki o karakollara o
kameraları bu hükûmetlerin içişleri bakanları koydu, bu
hükûmetler koydu. Dolayısıyla, onu oraya koyan irade, orada
işkence olsun diye değil, orada işkence önlensin diye koydu. Bu
noktayı gözden kaçırmamamız gerekiyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Gene, Ulaştırma Bakanlığımızın
bütçesinde, 2008e göre yüzde 88lik bir artış
gerçekleştirmişiz. Bizim için fevkalade önemli olan katma değeri
yüksek ürün üretmeye yönelik çalışmalarımız ARGE ve
TÜBİTAK bünyesinde yürüyor biliyorsunuz, bu çerçevede TÜBİTAKın
bütçesini 2008e göre yüzde 37 artırmışız.
Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun bütçesini yüzde 54
artırmışız. Tarımsal destekleri yüzde 26 artırmışız
ama bu sadece bütçe itibarıyla, eğer bir de bütçe dışı
tarım desteklerini ortaya koyacak olursak bu çok daha yüksek rakamlara
çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, benim çok önemsediğim bir
rakam, ARGE bütçesi. ARGE bütçesi, bu yıl aşağı yukarı
1,5 milyar Türk lirasına geliyor. Bu da bizim gayrisafi millî
hasılamızın yüzde 1inden biraz fazla yapıyor. Elbette ki
hedefimiz bunu yüzde 3e çıkarmak ama takdir edersiniz ki birdenbire
olacak işler değil, yüzde 3ü inşallah önümüzdeki dönemler
içerisinde yakalayacağız.
Gene, üniversitelerimizde bütçeler önemli ölçüde
artırıldı. Yeni kurulan üniversitelerimize ekstra bütçeler
tahsis edildi ve üniversitelerimize toplam ödenek olarak 12,7 milyar verildi ki
bu da bir önceki yıla göre yüzde 10,7 artışa tekabül ediyor.
Değerli arkadaşlarım, inovasyon, yenilik, katma
değeri yüksek ürün, bu bizde sadece TÜBİTAK ve üniversitelerdeki ARGE
harcamalarıyla değil artık, Sanayi
Bakanlığımızın bünyesinde de önemli ölçüde
desteklenmektedir. Bütün bu desteklerle ülkemizin çok daha iyi yerlere
geleceğinden hiç şüphemiz yok. Bende, tabii, pek çok rakam var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Sayın Tekelioğlu, süreniz doldu. Görüşlerinizi bitirmeniz
bakımından bir dakika ek süre veriyorum size.
MEHMET S.
TEKELİOĞLU (Devamla) Sayın Başkan, çok teşekkür
ediyorum, sağ olun efendim.
Sadece bir
iki rakam daha verip konuşmama son vereceğim. Türkiyede
işsizlik önemli bir problem, bunu biliyoruz ama şunu da
unutmayalım: 2007den bu yana 4,2 milyon yeni istihdam yaratmışız.
Bu sürede Avrupa Birliğinin yirmi yedi ülkesinde 1,6 milyon istihdam
kaybı olmuş. Dolayısıyla, bu rakamlar ortada varken
Türkiye'nin nereden nereye geldiğini artık çok açık bir
şekilde görüyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, en son, Maliye Bakanlığımıza
teşekkür etmek istiyorum ama teşekkürüm iki türlü. Hem güzel bir
bütçe ortaya konulduğu için Hükûmetimize tabii, bir de ayrıca
İzmirin EXPO harcamaları için bütçede bir kalem ortaya
konulduğu için de ayrıca İzmirliler ve kendi adıma
teşekkür etmek istiyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Tekelioğlu.
Şimdi,
görüşlerini ifade etmek üzere Hükûmet adına Başbakan
Yardımcısı Sayın Bülent Arınç söz istemiştir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Arınç.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
AK
PARTİ hükûmetlerinin 10uncu bütçesini, 61inci Hükûmetimizin ilk bütçe
görüşmelerini tamamlamış bulunuyoruz. Hükûmetimiz adına, bu
bütçenin hazırlanmasında Plan ve Bütçe Komisyonundaki
görüşmelerde ve Genel Kurul görüşmelerinde emekleri, gayretleri,
katkıları olan bütün üyelere, sayın bakanlarımıza,
eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan siz değerli
milletvekillerimize, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen tüm
bürokratlarımıza ve Meclis çalışanlarımıza,
siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine ve değerli sözcülerine
çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin ülkemiz için, milletimiz için
hayırlı olmasını diliyorum.
Bütün arkadaşlarımız söyledi, ben de aynı
acıyı paylaşmak istiyorum. Diyarbakır-Bismil-Batman kara
yolunda bir tırla bir otobüsün çarpışması sonucu 25
-bildiğim kadarıyla- yurttaşımızın
hayatını kaybetmesinden fevkalade üzüntülüyüz. Onlara Allahtan
rahmet diliyorum; yaralılar var, 10dan fazla, onlara da acil şifalar
diliyorum. Allah yakınlarına sabır versin ve Allah böylesi
acı felaketleri bir daha göstermesin.
Değerli arkadaşlarım, burada değildim ama
ekranlardan siyasi partilerimiz adına konuşma yapan tüm değerli
arkadaşlarımı dinledim. Kendilerine çok teşekkür ediyorum;
bugünkü bütçe görüşmeleri üslup ve içerik bakımından fevkalade
güzeldi. O yüzden, Milliyetçi Hareket Partimize, Cumhuriyet Halk Partimize,
Barış ve Demokrasi Partimizin değerli sözcülerine, AK
PARTİmizden konuşan değerli arkadaşıma ve şahsi
düşüncelerini ifade eden ve edecek olan arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Benim de gençliğimden bu yana, bütçe görüşmelerini takip etmek
gibi, bütün siyasetçilerde olan bir merakım var. Bütçe görüşmeleri
siyasi partiler için çok önemli, Meclis, hükûmetler, iktidarlar için çok
önemli, muhalefet için çok önemli. Burada herkes iddiasını ortaya
koyacaktır, iktidarı eleştirecektir, kendi vizyonunu ortaya
koymuş olacaktır; iktidar bunlara cevap verecek ve önümüzdeki
yıllar için ne düşündüğünü, projelerini ortaya koyacaktır.
Gençliğimden bu yana, rahmetli Erbakanı, rahmetli Eceviti,
Sayın Demireli, Sayın Turgut Özalı -rahmetliyi- bütçe
görüşmelerindeki kendi üslup ve farklı özelliklerinden hep takip
etmişizdir. Sayın Demirelin kendine has üslubuyla,
hazırcevaplığıyla, polemik üstatlığıyla;
Sayın Erbakanın elindeki grafiklerle, ikna edici
konuşmalarıyla ve diğer bütün siyasi parti genel
başkanlarının çok iyi hazırlanarak ve çok iyi, gerçeklere
temas ederek partisini ve Türkiyeyi bütçe görüşmelerinde
layıkıyla temsil ettiğini biliyorum. Onların da ölenlerine
rahmet diliyorum, hayatta olanlarına sağlık ve afiyetler
diliyorum. O zaman da çok keskin geçerdi ama kırıcı
olmazdı, hakaretler, küçültücü ifadeler hiç olmazdı. Bütçenin
esasına yönelik her alanda Hükûmetler eleştirilir, koalisyonsa
koalisyon ortaklarına, tek başına iktidarsa onlara yönelen
eleştiriler yapılırdı.
Bugün de takip ettim, her biri alanında çok değerli
arkadaşlarımız; Sayın Hamzaçebi ve Sayın Öztrak
Maliyeden, DPTden gelmiş, Parlamentoda da önemli birikimleri olan
arkadaşlarımız; Sayın Kutluata Hocamız iktisatta
anabilim dalı başkanlığı yapmış çok
değerli bir iktisatçı, Sayın Şandır çok deneyimli bir
siyasetçi, Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşan iki
hanımefendi kardeşimize, kadın milletvekilimize de -böyle
söylenmesini istiyorlar dilime uygun gelmese de- çok teşekkür ediyorum.
İçeriklerine katılmadığım hususlar var, onları
eleştiriler sırasında cevaplayacağım ama beni mutlu
eden şudur: İçerik ne kadar sert de olsa, eleştiriler ne kadar
da acımasız olsa üslubun güzelliğidir, Parlamentoya
saygıdır, partilere saygıdır. Bugün ben onu görüyorum,
Allah nazardan saklasın ve bütün arkadaşlarıma çok teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu minval üzere sözlerime devam
edeceğim. Görülüyor ki, bu bizim 10uncu bütçemiz. On yıldır her
bütçe görüşmesinde rakamları ortaya koyuyoruz, Türkiye'nin
sağlığından eğitimine, güvenliğinden
dış politikasına kadar her konuda yapacağımız
işleri ortaya koyuyoruz. Eleştiriyorsunuz, tabii
hakkınızdır ama yıl sonunda hedeflerimize varmış
oluyoruz az veya çok ve bugün 61inci Hükûmetin ilk bütçesinin de artık, rakamlar üzerinde
çok fazla durmadan belki sadece birkaç örnek vererek- başarılı
olacağını ümit ediyorum çünkü perşembenin gelişi
çarşambadan bellidir. 2003ten bu yana Hükûmetimizin icraatları
başarılıdır, bütçe uygulamaları başarılıdır,
öngörülerimiz başarılıdır. Bugüne kadar hedefimize
vardığımızı düşünüyorum. Karnemizde bütün
derslerin karşısında pekiyi diye yazıyor. Bundan
dolayı Allaha hamdederiz ama biz bir siyasi kuruluşuz, elbette
yanlışlarımız da olacaktır, hatalarımız da
olacaktır. Siyasetçilerin hatasını da millet mutlaka sandıkta
karşılayacaktır.
Eğer sandıklardan da üç dönemdir tek başımıza
iktidar olma imkânını buluyorsak bu, milletimizin bize duyduğu
güvenin de desteğin de bir ifadesidir. Elbette ilanihaye böyle
gitmeyecektir, elbette sandıklardan milletimiz farklı tercihlerde de
bulunacaktır. Demokrasinin gereği budur. Yüzde 47yi veren millet,
yüzde 7yi de verir, yüzde 22den yüzde 1,5a düşen partiler olduğu
gibi. Siyasetin doğası budur. Milletimizin desteği devam
ettikçe, güveni devam ettikçe biz de, her parti de mutlaka
başarılı olacaktır. Dolayısıyla, bugünkü
öngörülerimizin de, ekonomik hayatımızda da, toplumsal
hayatımızda da başarılı sonuçlar vereceğine
inanıyoruz ama bunları destekleyen birkaç konuyu da arz etmek
istiyorum.
Tabii, bazı arkadaşlarımız da dile getirdi, ekonomik
istikrar siyasi istikrara bağlı, âdeta birbirinden ayrılmaz
siyam ikizleri gibi. Türkiye, yıllardır aradığı siyasi
istikrara belli bir sürede kavuştu ve bu arkasından ekonomideki
gelişmeyi getirdi. Âdeta birbirini destekleyen, birbirini tetikleyen,
birbirinin olmazsa olmazı kabul edebileceğimiz bir döngü içindeyiz.
Dolayısıyla, Türkiyede siyasi istikrarın da bir şekilde
kazanılmış olması milletidiyoruz kimizin tercihlerine
elbette bağlıdır.
KAMER GENÇ (Tunceli) Böyle siyasi istikrar olur mu? (AK PARTİ sıralarından
Dinle, dinle sesleri)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, siz de bakmayın, ben de sabrederek
arkadaşımıza cevap vermemeye çalışacağım.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri sırasında
esasen Maliye Bakanımız da, Başbakan Yardımcımız
da ekonomik hedefler konusunda aydınlatıcı bilgi verdiler. Ben,
bugün, Sayın Hamzaçebinin de, Sayın Öztrakın da, Sayın
Kutluatanın da özellikle ekonomiye yönelik eleştirilerinden
yararlanacağımızı umuyorum. Bu ayıp değil, bu
yapmamız gereken bir iştir çünkü kırılgan bir ekonomi, hem
Avrupada hem dünya ekonomileri içerisinde bütün ülkeleri tehdit ediyor.
Ayağımızı sağlam yere basmamız lazım, yirmi
dört saatimizi yanlış yapmamak üzere gözümüzü açık tutmamız
lazım. Sizin eleştirileriniz bize bu konuda katkı
sağlayacaksa bizim size şükran borcumuz var. an, fikir adına
doğru, güzel düşüncelerinizi duymak bizi ancak mutlu eder, bundan
dolayı eksilmeyiz ve yüksünmeyiz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri Türkiyede
demokrasinin seviyesini de, siyasetin nabzını da, siyasetin üslubunu,
siyaset kurumunun toplam kalitesini göstermesi bakımından da son
derece önemlidir. Bakınız, milletin kürsüsünde söylediğimiz her
söz ve eylem milletimiz tarafından kaydediliyor. Zira demokrasinin denetim
mekanizmasını milletimiz işletiyor ve kesintisiz olarak siyaset
kurumunu incelemeye, takibe devam ediyor. Öyleyse bizler de, milletimizin
üslubuna, rızasına uygun olarak siyaset yapmaya mecburuz. Görevimizi
hakkıyla yapabilmemiz için öncelikle siyasetteki hareket
noktamızı hatırlatmak istiyorum. Hiçbirimiz doğuştan
masum, doğuştan imtiyazlı ve ayrıcalıklı
değiliz, hiçbirimiz hatadan, yanlıştan da münezzeh değiliz.
Hepimiz, her işimizden, her fiilimizden, her sözümüzden dolayı
sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzu bilerek siyaseti yapmak ve ona göre
değerlendirmek durumundayız. Bu sorumluluk duygusuyla diyoruz ki,
milletimizin vekâletini taşıdığımıza göre,
siyaset şeklimiz ve üslubumuz da milletimizin hayat üslubundan
bağımsız olamaz.
Bizler, hepimiz bu ülkenin, bu milletin evlatlarıyız. Bu
ülkenin çocuklarının da, gençlerinin de gözü üzerimizdedir. 74 milyon
insanımızın, vatandaşımızın,
kardeşimizin emanetini taşıyoruz. Bizim kumaşımız
bir, mayamız bir, özümüz birdir.
Farklılıklarımızı birlik içinde eriterek millet olduk.
Biz tarih sahnesine yeni çıkmadık. Bir arada yaşama tecrübesi
olmayan bir millet değiliz. Bu ülkede yüz yıllarca birbirimizin
hukukunu koruduk, Allahın izniyle de sonsuza kadar birbirimizin hukukunu
koruyacağız.
(Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Genel Kurula gelmesi
nedeniyle AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
Demokrasiden, adaletten, hukuktan muradımız şudur:
Birimiz vatanın sahibi diğeri vatandaş olmayacak, birimiz
hükümdar diğeri tebaa olmayacak, birimiz ev sahibi diğeri misafir
sayılmayacak, hepimiz, istisnasız bütün bu ülkenin
vatandaşları bütün gayretimizle imar ve inşa ettiğimiz bu
ülkede, bu vatanda, bu memlekette dostça, kardeşçe
yaşayacağız. Siyasetten muradımız budur, en büyük
arzumuz milletimizin rızasını kazanmak ve gönlünü almaktır.
Bunun için birbirimize karşı alçak gönüllü olmaya, incelikli olmaya
mecburuz. Toplumsal huzurumuzun en önemli güvencelerinden birisi de budur. Sizi
temin ederim ve bütün politik mülahazalardan bağımsız olarak
itiraf edeyim ki bu konuda hepimizin esaslı bir öz eleştiriye
ihtiyacı var. Demokratikleşme uzun bir süreç, büyük dönüşümler
zaman alıyor ama aynı zamanda bizim büyük bir tecrübemiz, büyük bir
kültürümüz, bilgimiz ve irfanımız var.
Bakınız, günlerdir Pariste Türkiye'nin tezlerini AK
PARTİli, Cumhuriyet Halk Partili, Milliyetçi Hareket Partili
arkadaşlarımız, iş adamlarımız, sivil toplum
kuruluşlarımız birlikte savunuyor. Türkiye budur işte.
Öyleyse bu tabloyu sürekli hâle getirelim, öyleyse bu üslubu siyasette de
kalıcı kılalım.
Dün Meclisimizde üç partinin iş birliğiyle hazırlanan
bildiriyi hepimiz ayakta alkışlarla karşıladık.
Elbette gönlümüz isterdi ki dördüncü siyasi partimiz de buna katkıda
bulunsun ve Meclisimizin ortak, gür sesini, heyecanını bütün dünyaya
birlikte ilan etmiş olalım ama enimim ki o siyasi partimizin de
burada ifade edilen gerçeklerden belki farklı sebeplerle ayrı
düşmüşlerdir ama gönlümüzün birlikte attığına da
inanıyorum. Bu ruh hâlini, bu erdemli duruşu özenle korumak
durumundayız. Büyüklerimiz Üslubu beyan, aynıyla insan.
demişler, hepimizin belleğinde Yunustan, Mevlânâdan, Hacı
Bektaş Veliden, Eşrefoğlu Rumiden bize hayat düsturu olacak
bir cümle, bir öğüt, bir nasihat, bir ilke varken neden bunlara riayet
etmiyoruz?
Sayın milletvekilleri, birkaç gün evvel Şebi arus törenleri
dolayısıyla Konyada bulunuyorduk. Bu sene 738inci yıldı,
bendeniz bir konuşma yaptım, Dışişleri
Bakanımız da yaptı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu da fevkalade güzel bir
konuşma yaptı. Çok güzel hazırlanmış ve ortak
duygularımızı ifade eden bir konuşmaydı. Geçmiş
yıllarda Sayın Başbakanımızın da
konuşmaları böyleydi. Yine Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı
Sayın Baykalı da birkaç defa dinlemiştim. Hepimizin Amenna,
evet, biz de böyle düşünüyoruz. diyebileceği mükemmel
konuşmalar yapıldı. Mevlânânın öğütleri
anlatıldı. Mevlânânın dizelerinden, beyitlerinden hepimizin
gönlüne nakşolması gereken güzel şeyler söylendi. Bence
bunları hayatımızda yaşatmamız gerekiyor. Sadece mahsus
gecelerde bir konuşmanın içerisine
sığdırılmış birkaç cümle gibi değil, niçin
onları hayatımızda, hele hele siyaset üslubumuzla
kullanmıyoruz diye başta kendimi kusurlu görerek hepimizin
düşünmesi lazım. Dolayısıyla, Mevlânânın o üslubunda,
yedi tane öğüdünde söylenenler, diyelim ki Şeyh Edebalinin Osman
Gaziye vasiyetinde söylediklerinden hiç farklı değildir. Ben bugün o
kadar mutluyum ama düne kadar buradaki bütçe görüşmelerinde
duyduklarım ve şahit olduklarım hepimizi inanıyorum ki
fevkalade üzmüştü. Bugünün bir başlangıç olması
dileğiyle bu sözlerimi söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz özellikle insani
ilişkilerimizde birbirimizi çok seviyoruz. Birimiz
hastalandığında koşuyoruz, birimizin yakını vefat
ettiğinde aynı acıyı yüreklerimizde hissediyoruz. Geçen
günler bir olay olmuş, gazeteciler sanki fevkalade, olağanüstü, hiç
olmaması gereken bir olaymış gibi yazıyorlar. Milliyetçi
Hareket Partisinden bir arkadaşımız rahatsızlanmış,
kendisine ilk müdahaleyi Barış ve Demokrasi Partisinden bir
arkadaşımız yapmış. Yani aksini mi
düşünüyordunuz, olabilir miydi? Çanakkalede birbirinin
kucağında şehit olmuş bir milletin evlatları birbirine
düşman olabilir mi? Biz birbirimizi çok seviyoruz, aynı tarihin
çocuklarıyız, aynı kaderin insanlarıyız, aynı
milletin tertemiz evlatlarıyız. Özel hayatımızda herkes
birbirinin düğününe gidiyor, birbirine hayır dualar ediyor, hatta
burada kavga edenler dışarıda kuliste birlikte çay içiyorlar.
Ama burada, kürsüdeki üslup korkutucu bir üsluptu. Damarlarımız
şişiyor, yüzümüz kıpkırmızı oluyor ve
tekrarlamaktan hicap duyduğum kelimeler -ki tutanaklarda hepsi var- bizleri perişan
ediyor.
Özellikle, Parlamentoya yeni gelmiş 300e yakın
arkadaşımın, bütün ümitlerini heba edercesine, böyle bir
düşmanlık, böyle bir kötü üslup, böyle yaralayıcı sözlerle
Parlamentoda konuşmalar yapılmasından ne kadar şikâyetçi
olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunları yapmamalıyız, en önce
biz kendimiz yapmamalıyız, sebep olmamalıyız.
Evet, burada kürsüde iteklenirken bir milletvekili arkadaşımız,
hepimiz üzüntü duyduk ama buna da sebebiyet vermemeliyiz. Başkanlık
kürsüsünde oturan bir insan yanlış bir karar verse bile,
Başkanın kararına saygı duymalıyız, Konuşma.
dediğinde konuşmamak, Söz alma. dediğinde söz almamak
Başka
türlü Meclis yönetilmez.
Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, ben, bugünkü bu
konuşmamda
(CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlunun Genel Kurula gelmesi nedeniyle CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
Efendim, 2 defa alkışlama oldu, ben önce kendi üstüme
aldım ama 2 Sayın Genel Başkanımızın
teşrifleri
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Evet, Sayın Genel Başkana, Sayın
Başbakanımıza çok teşekkür ediyorum. Bu
alkışları hak ediyorlar.
Evet, burada şunu söylemek istiyorum: Açıkça söylüyorum ki
muhalefetin söz hakkı, iktidarın söz hakkından daha az
değersiz ve daha az değerli değildir.
Galiba, eskiden kalma bazı
alışkanlıklarımız var. Çok seslilikle gürültü
aynı şey değil; çok seslilik, bir ritimdir, bir ahenktir.
Demokratik düzende, hiçbirimiz, diğerine tahakküm etme, kendi
bildiğini okuma hakkına sahip değil; hepimiz, birbirimizi
dinlemeye, anlamaya mecburuz.
Türkiye,
her alanda enerjisini ve gücünü topladı. Artık eski, demode
sloganlardan, davranışlardan kaçınmak zorundayız. Bugün
farklı bir dünyadayız; bugün herkes sizin işinize, kapasitenize,
üretiminize, ürettiklerinizin kalitesine bakıyor. Türkiye, güçlü bir
demokrasiyle, güçlü bir siyasi iradeyle, güçlü bir ekonomiyle öz güvenine
kavuştu. Eskiden senede bir veya iki kez yapılan uluslararası
toplantılar, şimdi her hafta birkaç defa yapılıyor. Türkiye
mucizesi, Türkiye'nin başarısı herkesin gözünü
kamaştırıyor. Aşmamız gereken sorunlarımız
çok, yolumuz çok uzun ama biz bugün daha çok başarılarımızla
dünyanın gündemindeyiz. İç meselelerimiz var, dış
meselelerimiz var, ayağımıza basmak isteyenler var, yolumuza
taş koymak isteyenler ama bir de dünyada Türkiye algısına
bakın. Neredeyse her gün dünya medyasında Türkiye var. Dünyanın
her ülkesinin en önemli gazeteleri, televizyon kanalları, yorumcuları
Türkiye'nin başarılarını tartışıyor,
sayfalarına, ekranlarına taşıyor. Birkaç örnek sunmak
istiyorum:
31
Mayıs tarihli Lübnan El Ahbar gazetesi ülkemizin ekonomik
başarısını Erdoğanın Partisinin Ekonomi Mucizesi
başlığıyla okuyucularına duyuruyor.
19 Haziran
tarihinde İspanya ABC Televizyonu savunma sanayimizdeki gelişmeyi
Türk savunma sanayisinde büyük gelişme diye ekranlarına
taşıyor.
23 Haziran
tarihinde İngilterede yayın yapan Open Democracy adlı dergi,
ülkemizin demokraside geldiği seviyeyi Türkiyedeki demokrasi Avrupaya
lazım başlığıyla yorumluyor.
3
Ağustos tarihinde Yunanistanda yayınlanan To Vima gazetesi
ülkelerindeki ekonomik krizi ve yönetim kaosunu Bir
Erdoğanımız Olsaydı başlığıyla
okuyucularına duyuruyor.
20 Eylül
tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinde yayınlanan The Daily Beast
gazetesi Türkiyeden Orta Doğunun yeni süper gücü diye bahsediyor.
11
Kasım tarihli The Wall Street Journal gazetesi ülkemizin ekonomik
başarılarını Türk sanayi üretimi tahminleri altüst etti.
başlığıyla okurlarına duyuruyor.
5
Aralık tarihinde Alman Deutsche Welle TV, Türkiyeyi Popülaritesi giderek
artan ülke, Türkiye başlığıyla seyircisine
tanıtıyor.
Son
olarak, 11 Aralık tarihli, İngilterede The Independent gazetesi
Türkiye olağanüstü bir başarı öyküsü
başlığıyla okurlarına sunuyor.
Daha bunun
gibi yüzlerce haber var. Arzu eden Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünün web sayfasına girerek son bir yıl içerisinde
Türkiye hakkında dünya basınında çıkan haberleri
rahatlıkla görebilirsiniz.
Bunlar
yazılanlar ve bunlar bizim söylediklerimiz. Elbette, Doğru değildir. diyebilirsiniz. Yanlış
neredeyse göstereceksiniz. Eksiktir, bunlar fazla söylüyorlar.
diyebilirsiniz. Bunları da konuşacağız. Ama bunlar
yazılıyor ve Türkiye bu başarıları devam ettiriyor.
Hatta 2012 bütçesini sunarken seçim öncesinde 2023 vizyonunu ortaya koyuyor.
Demek ki biz bu yılların bütçelerini değil aslında 2023te
yani Cumhuriyetin 100üncü ilan yıl dönümünde nasıl bir Türkiye?
bunun vizyonunu konuşuyoruz. Biz birbirimizin düşmanı
değiliz, rakibiyiz. Geçmişte sizler de siyasette iktidar ortaklığı
yaptınız, iktidarda bulundunuz. Elbette bizler de o zaman sizleri
eleştirmiş olabiliriz. Bu eleştirilerin doğru, rasyonel
gerçekler olarak ortaya sunulmasından, biraz önce de söyledim, yararlanacağız,
yararlanmamız lazım, yanlışımız varsa düzeltmemiz
lazım ama Halep oradaysa arşın burada. Geldiğimiz nokta
geçmişe bakarak Türkiyenin daha iyi bir noktada olduğunu ve giderek
daha iyi olacağını gösteriyorsa bundan hepimizin de mutluluk
duyması gerekir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sokağa çıkalım halka soralım
Bülent Bey. Halk ne diyor?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, dolayısıyla bu başarı öyküsü
milletimizin başarı öyküsüdür. Milletimize sonsuz teşekkür
ediyoruz, emanetlerine sadakatle sahip çıkacağız ve
inşallah cumhuriyetimizin 100üncü yılında dünyanın en
güçlü ülkeleri arasına Türkiyeyi koyacağız.
Değerli arkadaşlar, Türkiye artık eski günlere
dönmeyecek. Türkiye demokratik istikrarı, hukuku, adaleti, büyümeyi, refah
ve kalkınmayı hazmetti. Geriden değil sadece ileriye
gideceğiz. Türkiyenin demokrasi istikametinde normalleşmesi
kararlılıkla devam edecek. Demokrasiyi karartma çabalarına
hiçbir zaman prim vermeyeceğiz. Demokrasiye tuzak kuranlara fırsat
vermeyeceğiz. Demokrasi ve hukuk şemsiyesi bütün vatandaşlarımızı
kuşatıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz. Ne hukuk
kurumlarının ne de başka kurumlarımızın
militanlaşmasına asla müsaade etmeyeceğiz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Hukuk reformlarıyla devletimiz
ve milletimizle aynı istikamette yürüyeceğiz. Bütün toplumsal
kesimlerin katkısıyla, bütün siyasi partilerimizle olabildiğince
en yüksek mutabakatla yeni bir anayasa yapacağız ve otuz
yıllık ayıptan kurtulacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şurası
gerçek ki bu ülkenin geçmişinde her insanımızın yüreğinde
derin izler bırakan, hepimizin vicdanını rahatsız eden, her
birimizin ayrı ayrı içini acıtan karanlık olaylar
yaşandı. Bugün hâlâ o karanlık dönemlerin
acılarını yaşıyoruz. Sayın Buldanın
konuşması içerisinde bu acı günleri hepimiz bulabiliriz.
Neredeyse her gün, kabuk bağlamış yaralarımızdan
biri ortaya çıkıyor; okuyoruz, hatırlıyoruz, üzülüyoruz,
Evet, bunlar yaşandı, bu ülkede bunlar oldu. diyoruz. Nice
gençlerimizi, bu ülkenin ümidi olan nice nesillerimizi bu kirli oyunlara kurban
verdik. Kendi kısır çekişmeleri içinde maalesef siyaset kurumu
da göstermesi gereken dirayeti, iradeyi gösteremedi. Siyaset kurumu toplumsal
gerilimi dindirmek yerine, çoğu zaman gerilimin arkasından gitti. Ne
oldu o dönemlerde? Türkiye kaybetti. Bu yılları hep beraber
yaşadık. Neredeyse bütün ömrümüz darbelerle, muhtıralarla,
baskılarla, hukuksuzluklarla, krizlerle geçti. Kendini hiç kimseye hesap
verme mecburiyetinde hissetmeyen kimi güçler bu ülkede istedikleri gibi at
oynattılar; hukuku, demokrasiyi hiçe saydılar. Gençlerimiz,
aydınlarımız, fikir adamlarımız birer potansiyel suçlu
gibi görüldü. Baskı atmosferinde siyasetçiler büyük düşünmek yerine
Küçük olsun, benim olsun. mantığına mahkûm edildi. Milleti,
siyaseti sürekli vesayet altında tutmak isteyen birileri de siyaset
kurumunun müdahale alanını sürekli tazyik altında tutarak Küçük
olsun, senin olsun. mesajını verdi.
Bu milletin oylarıyla seçilmiş bir başbakan hukuk
tarihimizde unutulmayacak bir kara leke olarak bir dava sürecinin ardından
sehpaya gönderildi. Gencecik delikanlılar yaşları
tutmadığı için yaşları büyütülerek idam edildi. Bu
ülkenin insanlarına, fikirleri, siyasi tercihleri, dinleri,
inançları, mezhepleri, meşrepleri bahane edilerek yıllar
yılı baskı uygulandı
ve zulmedildi. Yıllar boyunca bu acılarla yüzleşmeye imkân
bulamadığımız için yaralar kanamaya, vicdanlar
sızlamaya devam etti. Bugün anlıyoruz ki bu ülkede ne kadar
anlaşmazlık varsa, insanlarımız hangi çatışma noktalarında
birbirlerinin karşısına çıkarılmışsa bunun
mutlaka doğal olmayan, normal olmayan bir evveliyatı var.
Anlıyoruz ki birileri huzurumuzu kaçırmak, birbirimize olan inanç ve
bağlılığımızı kırmak, birbirimizin
hukukuna saygımızı ortadan kaldırmak için özel gayretler
göstermiş.
Değerli milletvekilleri, insanlarımız bütün bunları
gördükten sonra demokrasinin, hukukun, adaletin kıymetini bugün çok daha
iyi anlıyor. İşleyen bir demokrasinin, tartışmalardan
uzak bir adalet sisteminin hepimizin ortak kazancı olduğunu
artık biliyoruz. Eksiklerimiz elbette var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) Tutuklu
milletvekilleri var Sayın Başkan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Ancak artık hangi
adımları atmanın gerekli olduğunu da hepimiz biliyoruz.
Demokrasiyi işletmeden, adaleti tesis etmeden, özgürlükleri en üst
seviyede yaşanır hâle getirmeden büyük bir ülke
olamayacağımızın artık hepimiz farkındayız.
Bize göre de devletin de siyasetin de görevi insana hizmettir, adaleti tesis
etmektir.
Siyasetin değerler zemini kaybolursa devlet insanların
hukukunu koruyamaz. Siyasi istikrarın sağlanamadığı
ülkelerde ekonomik kazanımlar çok kısa ömürlü oluyor. Bunun
örneklerini hep beraber gördük. Kalkınma projelerinin, gelişme
hayallerinin, büyüme stratejilerinin en temel önceliğinin hukuk ve
demokrasi olduğu bugün her zamandan daha çok anlaşıldı.
İnsanlarımızı birbirine kırgın ve
düşman eden bütün anlaşmazlıkları kardeşlik hukuku
içinde ortadan kaldırmak durumundayız. Meselelerimizin hiçbirisi ama
hiçbirisi çözümsüz değildir. Dokuz sene öncesine kadar hayal bile
edilemeyen sorunlarımızı çözdük, kalan
sorunlarımızı da çözeceğiz. Bu ülkenin kabuk
bağlamış ya da kanayan ne kadar yarası varsa hepsini
saracağız.
Bu süreçte dengeyi de iyi tutturalım ki geçmişe saplanıp
kalmayalım, geçmişin yanlışlarıyla geleceğin
umutlarını karartmayalım. Artık, birbirimizin
kıymetini iyi bilelim. Genç nesillerimizi korkulara, vehimlere, kötü
niyetlere kurban vermeyelim. Çocuklarımız, gençlerimiz ülkemiz için
güzel hayaller kurarken zihinlerindeki kaygılara, korkulara
takılmasın.
Bütün dünya şu anda küresel ekonomik krizin
sarsıntılarını yaşarken biz gelecekten,
gelişmiş, güçlü ve müreffeh bir Türkiyeden söz ediyoruz. Bu, büyük
bir ayrıcalıktır, şükredilmesi gereken de bir nimettir.
Siyasetin içinde muhalefet de var, eleştiri de var, yergi de var, mizah da
var, ironi de var, empati de var. Bütün bunlar demokrasinin güzelliği
ancak geçmişte yapılan hataları tekrarlamanın ve asli
meselelerimizi unutmanın zamanı değil. Bizim meselemiz,
Türkiyeyi hak ettiği aydınlık yarınlara
taşımaktır, insanlarımıza layık oldukları
mutlulukları, gurur ve heyecanları yaşatmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyede
demokrasinin ve ekonominin çıtası yükseldikçe Türkiyenin bu
yükselişini durdurmak isteyenler devreye giriyor. Şimdi de Fransa,
hepinizin söylediği ve düşündüğü gibi tarihi yargılamak
istiyor.
Değerli arkadaşlarım, Fransa konusunda
arkadaşlarımız her şeyi söylediler, bildiri de
yayınlandı. Onun geçmişteki sabıka kayıtlarından
herkes bahsediyor. Cezayirdeki katliamlardan bahsediyorlar, Afrikada
yaptıklarından, Ruandadaki işlediklerinden bahsediyorlar. Ben
bunlara Vietnamı da ilave edebilirim. Hoşiminin Fransız
işgalcilerine karşı verdiği mücadeleyi de yakından
biliyoruz. Ama bunların hepsini bir kenara koyun ve kendimize dönerek
şunu düşünün: Neden bugün Maraşın adı
Kahramanmaraştır? Niye Urfaya Şanlıurfa dedik? Niçin
Antep gazidir? Bağımsızlık mücadelemizi kime
karşı verdik biz? İstiklalimizi kimlerden aldık? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Şahin Beyler, Sütçü
İmamlar, kadın-erkek şehitlerimiz, genç, yeni yetişmiş
delikanlılarımız Fransız işgaline karşı
ülkenin bağımsızlık mücadelesini verirken
karşısında silahıyla süngüsüyle Fransa işgalci olarak
durmuyor muydu? Bütün bunları hatırlatmam şunun içindir:
Şimdi, Fransa Soykırım yoktur. diyene hapis cezası, 45 bin
euro para cezası öngören bir yasa tasarısını yarın
oylayacak. Meclisimiz mücadele ediyor, milletvekillerimiz orada. Sayın
Başbakanımız Sarkozye ayrıca mektup gönderdi. Sayın
Cumhurbaşkanımızın beyanları da oldu ve Türk milleti
büyük bir infial içinde. Bugün de Hrant Dinkin kardeşi Orhan Dinkin
sözlerine ve Ermeni Patriğinin hepimize gerçekten memnuniyet veren,
diasporaya karşı meydan okuyuşuna bugün hepimiz tanık
olduk. Neymiş demek ki? Soykırım yoktur. diyene hapis, 45 bin
euro da para cezası vereceklermiş. Akla, rasyonaliteye,
bilimselliğe, evrensel hukuk mantığına sırt çeviren bu
anlayış Aydınlanma Çağını açan Fransaya
engizisyonun geri dönüşüdür. Bu olay Fransız Parlamentosunun
Avrupanın temel değerlerine bayrak açmasıdır.
İstiklal
mücadelesini yönetmiş Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir süre
Başkanlık yapmış bir hukukçu arkadaşınız
olarak söylüyorum: Hiçbir Parlamento kararıyla ve hiçbir kanunla tarihi
yeniden yazamaz ve inşa edemezsiniz. Bu, eşyanın tabiatına da
akla da mantığa da aykırıdır. Bir tezin
konuşulamaz olması, bir tezin, bir fikrin, bir düşüncenin
konuşulmasının bile peşinen
cezalandırılması, Dünya hareket ediyor, dönüyor. dediği
için dünyanın en ünlü bilim adamını, Galileiyi hapse atmak
kadar akıl dışıdır. Tarihin tarihçilerin elinden
alınarak saçma sapan bir kanunla karartılması akla zarar bir
hezeyandır. Bir hezeyanın Fransa Parlamentosunda oylanması ise
tarihe geçecek bir paradokstur. Fransız Parlamentosu hangi kararı
verirse versin bizim yeni engizisyonculara cevabımız Dünya dönüyor.
dediği için türlü işkencelere maruz kalan ünlü Bilim Adamı
Galileinin cevabıyla aynıdır. Fransız parlamenterlerine
diyoruz ki: Bayanlar, baylar; dünya dönüyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dış politika
gündemi ve sorumluluk alanları açısından çok yönlü ve çok
boyutlu bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda Avrupa, hem Asya hem doğu
hem batı hem Balkanlar hem Orta Doğu ve Kafkaslar ülkesidir. Hükûmet
olarak merkezî konumumuz ve tarihî birikimimizin bize yüklediği misyonun
hakkını vermek için, dokuz yıl boyunca son derece aktif bir
politika yürüttük. Türkiye geçmişte olduğu gibi, dış
politikasını iç politikadan bağımsız yürütmedi. İçeride
demokrasimiz geliştikçe dışa dönük hareket kabiliyetimiz de güçlendi.
Aktif politikalarımız sayesinde Türkiye dünyanın her bölgesinde
etkinliğini ve varlığını hissettirdi. Sadece
reaksiyoner bir politika izlemedik. Kriz bölgeleri başta olmak üzere,
doğru zamanda gelişmelere müdahil olduk. Bölgemizde
yaşanmasını hiç istemediğimiz gelişmeler
karşısında Türkiye'nin vakarına yaraşır bir
duruş sergiledik. Özellikle Arap coğrafyasında yüz
milyonların yüzlerini Türkiyeye dönmeleri, Türkiyeyi bir ilham
kaynağı olarak görmeleri ülkemizin bu tarihî misyonunu teyit eden bir
mahiyettedir.
Bu
coğrafyadaki tarihî yenilenme göstermiştir ki Türkiye, bütün
birikimiyle bölgesel ve küresel
barış için merkezî bir öneme sahiptir. Sahip olduğu
özellikler Türkiyeyi, kendi hâlinde, sıradan bir ülke olmaktan
çıkarıp tesir gücü yüksek, önemli bir aktör hâline getiriyor. Türkiye
kendisi istese dahi, içe kapalı, pasif, dünyadaki gelişmelere ilgisiz
kalabilen bir ülke olamaz, böyle bir ülkeymiş gibi de davranamaz.
Değerli
arkadaşlarım, sözümün burasında, konuşmalarını
yapan siyasi parti temsilcilerinden bazı
arkadaşlarımızın bize hitaben söylediği birkaç konuyu
cevaplandırarak devam edeceğim.
Öncelikle
Cumhuriyet Halk Partili değerli 2 arkadaşımızın
tamamen ekonomik konular içerisinde birikimlerini ortaya koyan sözlerine
karşı, Sayın Caniklinin ve Sayın Maliye
Bakanımızın, ilgili bakanlarımızın, Sayın
Ali Babacanın bugüne kadarki tabloları yeterli bir cevaptır
diye düşünüyorum. Biraz sonra da o rakamların belki bir kısmını
tekrar edeceğim.
Elbette
özgürlüklerle ilgili sözleri bizim de dikkatimizdedir. Bu konuda ne
düşündüğümüzü az çok hepimiz biliyoruz. Siyasi partilerimiz
arasında bu konularda farklı nüanslar da vardır, bazı
noktalarda farklı düşünüyor olabilirler ama biz özgürlükleri, insan
haklarını, hukukun üstünlüğünü önceleyen bir hükûmetiz. Ben
bugün şunu düşünerek bazı hazırlıklar
yapmıştım: Günlük politikada çokça konuşulan,
tartışılan bazı konular var, onlar da burada gündeme
gelirse diye onlar üzerine bazı çalışmalar
yapmıştım ama bugün bütçeye hasredildi konuşmalar.
Dolayısıyla, bu nezakete karşı o günlük, birazı da
kısır olan çekişmelerde bir cevap vermeyi uygun görmüyorum.
Dolayısıyla sadece Sayın Mehmet Şandırın bir iki
konudaki açıklamasını bildiğim kadarıyla
cevaplandırmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Şandır gayet güzel
konuşmasının bir iki noktasında üç hususta AK PARTİ
hükûmetlerini eleştirdi. Elbette haklarıdır, bunların
hiçbirisine Hayır. demiyorum, burası eleştiri yeridir ancak
şu cümlesinin en azından yanlış olduğunu
düşünüyorum ve bu cümle üzerinden AK PARTİyi suçlamanın da bir
haksızlık olduğuna inanıyorum. Cümle aynen böyledir, Kürt
kimliğini tanımakla ilgili Sayın Başbakanımıza
atfen söylüyor: Bu gaflet ötesi bir davranıştır. Yani gafletten
ötesi davranışın herhâlde dalalet olduğunu söylemek
istiyor.
Arkadaşlar,
Kürt kimliğinin tanınması çok önemli bir konudur, bu bir insan
hakları konusudur. Sanıyorum ki Sayın Genel
Başkanınız da Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel
Başkanı da bu konuda farklı düşünmüyorlar. Yani Türkiyede
yaşayan bir insan Ben Kürtüm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum,
benim bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum. dediği zaman
bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir. Geçmiş
dönemlerde inkârcı ve asimilasyoncu bir inanç böyle yapmamış
olabilir. Onların da Türkiye'nin bugün başına neler
açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir insan kendi
kimliğinden şeref duyar, Sayın Baykal da Sayın
Kılıçdaroğlu da Etnik kimlik o insanın şerefidir.
diyor. Yani bu sözü söylerken şüphesiz sadece Ben Kürtüm. demesi, Ben
Arapım. demesi, Ben filan etnik gruba mensubum. demesini birbirinden
ayırmayacağız. Hepsine saygı duymak, hepsinin
doğuştan gelen insan haklarına sahip olduğunu bilmek
zorundayız.
Kürt meselesi veya Kürt kimliği üç sene önce, otuz sene önce, yirmi
sene önce ortaya çıkmış bir kimlik değildir, Kürtlerin
varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir, bunu inkâr
edemezsiniz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar)
Bunu inkâr edemezsiniz. Bunu inkâr ederseniz 80 öncesine döneriz, 80
sonrasına döneriz.
Sayın Elçi burada yok, Allahtan şifalar diliyorum. Bakanlık
yaptığı dönemde Ben Kürtüm ve Türkiyede yaşayan şu
kadar Kürt var. dediği için iki buçuk yıl cezaevinde
kalmıştı. O günlere dönmemizi mi istiyorsunuz?
Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek
gibidir. Ben kendisini Kürt kimliğiyle, Arap kimliğiyle, Boşnak
kimliğiyle, artık ne gelirse aklınıza, BDPli
arkadaşım Süryaniyi de saydı, hepsini saydı, hepsi, kim,
ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla
söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin
bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını
vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı
duyacağız, hepsi böyle olacak. (AK PARTİ ve BDP
sıralarından alkışlar)
Bunları söylemekle, bunları vermekle terörle eş
anlamlı bir sonuç çıkarmak doğru değil. Zaten Sayın
Şandır da onu kastetmemiştir ama kimlik inkârı ve bununla
yola çıkanlar bilsinler ki Kürtçe konuşmanın yasak olduğu
günlerden cezaevinde işlenen işkencelere ve sonrasındaki faili
meçhul cinayetlere, ölüm listeleri yapılmasına kadar bütün bunlar bir
kimliğin inkâr edilmesiyle ortaya çıkmış kötü
sonuçlardır. Hayır, inkâr etmeyeceğiz.
Ben BDPli arkadaşlarımın söylediklerinin yüzde 99una
katılmıyor olabilirim ama onların kimliğine saygım
var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum, siyaseti
sonuna kadar yapmalılar. Bizim reddedeceğimiz, yanlış
göreceğimiz tek şey var: Irkçılığa
karşıyız, olumsuz milliyetçiliğe karşıyız.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunun içerisinde, elbette, Ben Kürtüm. diyen insanın Kürtçülük
yapmasının yanlış olduğuna, Ben Türküm. diyen
insanın Türkçülük yapmasının yanlış olduğuna ve
bu yanlışların büyüdükçe ülkede toplumsal barışı
bozduğuna ben şahsen inanıyorum. Irkçılığı,
menfi milliyetçiliği, sonu cı, cu biten bütün cümleleri
reddediyoruz ama ben Ben Kürtüm. diyen bir insanın bu ülkede hepimiz
kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi hakkı, eğitim
hakkı, dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı ne varsa
vereceğiz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından
alkışlar) Bu, bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil.
Değerli arkadaşlar, eğer etnik kökene dayalı siyaset
yapılıyorsa ki yapıyorlar- eleştireceğiz ama Kürt
kimlikleri
Bakınız, aklıma ne geldi: Sayın Nursel Aydoğan,
burada grubu adına konuştu. Nursel Aydoğan Hanımefendi,
Bursa Yenişehir doğumlu bir hemşehrimiz, Pervin Buldanla da biraz
önce yan yanaydı. Demek ki Türk kimlikli bir siyasetçi ile Kürt kimlikli
bir siyasetçi aynı partide birlikte çalışabiliyorlar.
İftihar etmemiz lazım, ben seviniyorum. Bundan daha güzel bir
şey olabilir mi?
İLHAN CİHANER (Denizli) Büşra Ersanlı
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bu, demokrasinin
gücüdür. Sayın Zananın on sene sonra burada gelip ant içmesi
demokrasinin gücüdür! (AK PARTİ ve BDP sıralarından
alkışlar) Evet, millet seçiyor, gelecek siyaset yapacaklar.
Sadece orada mı var? MHP içerisinde de Kürt kardeşimiz
vardır, siyaset yapıyor. CHP içerisinde arkadaşlarımız
vardır, siyaset yapıyor. Benim partimin içerisinde pek çok Kürt
kökenli kardeşimiz var, birlikte siyaset yapıyoruz, onlarla iftihar
ediyoruz, onlarla birlikte güçlüyüz biz. (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Lütfen, sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bakınız,
etnik kimliğin varlığını kabul edeceğiz. Sadece
lütfetme değildir bu, bahşiş değildir, ulufe değildir.
Kimliğini tanıdığınız insanın bütün
haklarına da saygı göstereceksiniz. Siyaseti yanlışsa
yanlışlığını söylersiniz ama
yanlışlığı söylemek külliyen inkârla olacak bir
şey değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) Cemevleriyle ilgili konuşsana.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Değerli
arkadaşlarım, Sayın Şandırın ikinci sözü
Suriyeyle ilgilidir. Suriye ile ilgili dış politikamız çok
açıktır ve bellidir. Sayın Şandırla özel olarak da
görüştüm, bütün endişelerine katılıyorum, sorularına
da katılıyorum. Bizim her sabah kalktığımızda tek
bir endişemiz var: Bugün Suriyede kaç tane vatandaş onların
vatandaşını kastediyorum- bizim dostumuz, akrabamız,
kardeşimiz öldü, kaç tanesi tutuklandı, kaç tanesi kayboldu?
Sayıları bugün 4 bin-5 binleri geçti arkadaşlar.
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) Bahreyndekileri, Yemendekileri de
düşünüyor musunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bizim rejimlerle
yakınlığımız hükûmetler arası ilişkilerdir. Bizim
esas dostluğumuz ve sadakatimiz halkadır, halkla birlikteyiz. Bir
rejim halkına ihanet ederse, bir rejim halkına karşı silah
doğrultursa, bir rejim halkına karşı engizisyon uygulamaya
kalkarsa bizim dostluğumuzdan bahsedemezsiniz. İkaz görevimizi
yaparız, tedbirimizi alırız. O halkla asırlardır
aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış Türk milletine
de bu yakışır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla yaptığımız
siyaset budur.
Bakınız, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak
işimiz değil, müdahale de düşünmeyiz ama siz bunu 1 Mart
2003ten de çok iyi bilirsiniz, o tarihte Parlamentoda olanlar da bilirler. Bir
dış müdahaleyi Türkiye'nin dış politikasında öncelikli
bir hedef olarak görmezsiniz ama dış politikayı her sabah yirmi
dört saat olmak üzere ertesi güne kadar takip etmeliyiz, ulusal
çıkarlarımızı düşünmeliyiz, insan haklarını
düşünmeliyiz ve bunun tedbirini almalıyız.
Soru şuydu: Türkiye müdahaleyi düşünüyor mu, vesaire? Bizim
dış politikamızda böyle bir önceliğimiz yok. Şartlar
umarız ki bu noktaya ne Türkiyeyi ne dış ülkeleri getirsin.
Birleşmiş Milletleri unutmayın, Arap Birliğinin
kararlarını unutmayın, 700 kilometreden fazla uzunluğu olan
bir sınırda birbirine geçmiş iki halkın
sıkıntılarını, eziyetlerini de unutmayın. Bizim
Suriyeye yönelik politikamız, Suriye halkının bu
baskıcı rejimden bir an önce kurtulması, reformların bir an
önce yapılması, demokrasiye dönüşün sağlıklı
şartlarda meydana gelmesidir. Bu politikamızın
başarılı olduğunu düşünüyor ve buna devam edeceğimizi
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Buldanın
konuşmasını da hep beraber izledik. Sayın Buldan, tabii, bu
konuşmanız içerisinde çok gerçekler var ama acımasızca
tespitler de var. Yani seksen yıllık bir cumhuriyet dönemini
-buradaki ifadelerinizi okumayacağım, zaten tutanaklara girdi-
bütünüyle reddetmek, suçlu ilan etmek herhâlde çok doğru değil. Ben
sizin acınızı anlıyorum, bu acınıza saygı
duyuyorum, acınızı da paylaşıyorum. Buna emin olun
PERVİN BULDAN (Iğdır) Biliyorum Sayın
Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) -
ama bu
acıyı yaşayan siz değilsiniz sadece. Oya Eronata
gösterilen tepkiyi anlamakta zorlanıyorum. O da bu acıyı on
sekiz yaşındaki çocuğu gözünün önünde öldürüldüğü zaman
yaşamış bir insandır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum: En
yakınınızı, eşinizi kaybettiniz, hunharca.
İnşallah, bu olayın gerçek failleri ortaya çıkacak ve bunun
hesabı sorulacaktır. Bu hepimizin görevidir.
Değerli arkadaşlarım, ben Meclis Başkanıyken
şimdi aramızda yok- Sayın Kemal Anadol geldiler, bazı
arkadaşlar geldiler. Meşhur bir lojman cinayeti meselesi vardır,
hepiniz bilirsiniz;
PERVİN BULDAN (Iğdır) Bunları açığa
çıkarma yetkiniz var Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Biz 90lı
yılların, 80li yılların, 70li yılların hükûmeti
değiliz. Maraş olaylarında biz yoktuk, Sivas olaylarında
biz yoktuk, bütün faili meçhul siyasi suikastlarda biz yoktuk. (CHP
sıralarından gürültüler)
MUSA ÇAM (İzmir) Sivasın avukatları kim?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Sivasın
avukatlığını yapan kaç milletvekiliniz var?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Ha, siz şunu
söylemek istiyor olabilirsiniz. (CHP sıralarından gürültüler)
Meşhur fıkradır
MUSA ÇAM (İzmir) Sivasta
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Yoktuk
Yoktuk
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Kaç tane avukat var, kaç tane?
MUSA ÇAM (Sivas) Sivasın avukatları nerede?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Arkadaşlar,
lütfen, bu kadar hiddet buyurmayınız.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Sivasın avukatları
BAŞKAN Lütfen müdahale etmeyin Sayın Hatibe.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Sivas olayları olduğunda
Doğru Yol Partisi ve SHP ortaklığı vardı. Rahmetli
Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısıydı. İsim
isim olarak hepsini biliriz. Maraş olaylarında hangi parti
iktidardaydı, çok iyi biliriz. Benim, AK PARTİ olarak 2002den bu
yana bu işlerin sorumluluğu üstümdedir. Bundan önceki olayların
aydınlatılması, faillerinin bulunması konusunda da ben
görevimi hatırlatıyorum. Biz bunu yapacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Nasıl yapacağız
değerli arkadaşlarım? Yani bizi on
sene, yirmi sene, otuz sene, kırk sene evvel olmuş olaylardan sorumlu
tutuyorsunuz Sayın Buldan. Bunu anlatan bir fıkra var. Hani yeniçerinin
bir tanesi bir Museviye rastlamış da boğazına
sarılmış Ulan hergele, siz Hazreti İsayı
öldürmüşsünüz, ben de seni öldüreceğim. demiş. Adam
şaşırmış Kardeşim, Hazreti İsayı ben
öldürmedim., Nasıl öldürmedin? Siz öldürmüşsünüz., Ama o bin sene
önce oldu. Yeniçerinin mantığına bakın: Olabilir ama ben
yeni duydum. demiş. Yani şimdi bu anlattığınız
olaylar şu tarihlerde, şu tarihlerde cereyan etmiş ama o kadar
suçlayıcı bir cümleniz var ki bizi de tarih önünde hesap vermekle sorumlu
tutuyorsunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Onları açığa
çıkarmak yetkisine sahipsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla)
Çıkaracağız, aynen şunun gibi: 55 tane mafyayı
çökerttik, suç örgütünü çökerttik.
SIRRI SAKIK (Muş) Özel timciler nasıl tahliye oldu Sayın
Arınç?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Türkiye, biz gelmeden
önce mafyanın cennetiydi. Her önüne gelen çek, senet tahsilatından
tutunuz, neşterine kadar, balinasına kadar, bilmem nesine kadar,
alfabede harf kalmamıştı mafya örgütleri için, hepsini çökerttik
bugün, yargıda hesap veriyorlar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Ha, bunlar suç örgütleri, çıkar amaçlı suç
örgütleri
Başkalarının da tepesine bindik. Bugün
bağımsız yargı bunların hesabını soruyor.
Bak, özel harpçiler Şurada, şurada ceset var, ben de bizzat gördüm.
dediler. Bugün mahkeme karar verdi, mezar açılacak, DNA testleri
yapılacak, o kişiye ait olup olmadığı
Faili
meçhullere kadar, siyasi suikastlara kadar Türkiyede işlenmiş ne
kadar çirkin, ayıp varsa evet, onları aydınlatmak bizim
görevimiz, üzerine gideceğiz.
KAMER GENÇ (Tunceli) On senedir iktidardasınız, Yeşili
kim koruyor? Yeşili niye saklıyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) On senede çok şey
yaptık, bir on sene daha çok şeyler yapacağız Allahın
izniyle, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Değerli
kardeşlerim, bakınız, geçmişte yaşanan
(CHP
sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla) Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Sen o kirli fenerinle
git, sokakları dolaş.
BAŞKAN Sayın Genç
Sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Hadi bakalım, hadi
Bak, burada Genel Başkanın var, ben ona hitap ediyorum, Genel Kurula
hitap ediyorum. Sen onu boşuna taşıyorsun.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bu feneri sana temizlettireceğim, sana
temizlettireceğim.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Değerli
arkadaşlar, Kamer Gençle geçirecek bir dakika bile ziyandır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Bakın,
arkadaşlar, Dersim olayı bir faciadır. Sayın Buldan buna da
temas etti. Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda
var. NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı
fotoğraflar var ama çok komplike bir olay bu. Yani sadece askerin elinde o
baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı
hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi,
Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan Ağa.
KAMER GENÇ (Tunceli) Niye sen Menemendeki o Kubilayı
anmıyorsun ya?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Saan Ağa
Seni hiç ilgilendirmiyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Menemendeki Kubilayı
BAŞKAN Sayın Genç, lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Sen bir Dersimli
olarak bunları ağzına almadın yıllarca,
konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
Senin ne ilgin var orayla? Ne tarihe bağlısın sen ne
bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi yananlar bu
arkadaşlarım
KAMER GENÇ (Tunceli) Benim senden daha fazla içim yandı be!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla)
olayları
konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine! (AK PARTİ
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) En içi yanan benim!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Değerli
arkadaşlarım
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen, sükûnete davet
ediyorum sizi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Saan Ağa,
Şahin Ağa, evet başı kesilmiş ama
başını kesen üvey kardeşi. Sonra parayı
almış askerden, askerin eline vermiş. Şimdi, askerin elinde
kelle tutmasıyla, baş tutmasıyla ne kadar iğrenç bir
cinayet varsa
KAMER GENÇ (Tunceli) Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla)
para
karşılığı onun başını kesen üvey
kardeşinin de o kadar alçaklığı vardır, o kadar
ihaneti vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunu şunun için söylüyorum: Dersimle ilgili konuşulanlar
tarihin gerçekleridir. Bu gerçekler üzerinde durmalıyız.
KAMER GENÇ (Tunceli) Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Yakın
tarihimizdeki karanlık sayfaları aydınlatmalıyız
KAMER GENÇ (Tunceli) Tamam, aydınlatalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla)
ama seksen
yıllık cumhuriyet tarihini, o cumhuriyetin birikimlerini, bugüne
kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarları suçlayarak, üzerine
kapkara bir örtü örtmeye kalkarsanız bu çok yanlış olur.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) Siz yapıyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bütün gerçekler tek
tek ortaya çıkıyor.
Değerli kardeşlerim, Sayın Buldan, bir hatanız daha
var. Öldürülenlerden bahsettiniz. Sizin tabirinizle bunlar gerilla. Siz hiç terör
demediniz ve terörist demediniz. Demek ki literatürünüz farklı sizin.
Siz, terörün olmadığına inanıyorsunuz, gerilla olarak
öldürülenler var, onların ağıtını yakıyorsunuz. E
bu yanlış.
PERVİN BULDAN (Iğdır) İnsanlığın
ağıtını yakıyoruz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bu yanlış,
bu yanlış.
BAŞKAN Lütfen Sayın Buldan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Türkiyede terör var,
Türkiyede terörist var, Türkiyede terörle mücadele var. Siz bu olmasın
mı diyorsunuz, bunu yapmayın mı diyorsunuz? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Aziz kardeşlerim, yani kundaktaki bebek ölüyorsa, 4 tane
kızımız taksi içerisinde şehit ediliyor, öldürülüyorsa,
Batmanlı annenin karnındaki sekiz aylık çocuk gün görmeden
hayata veda ediyorsa şu konuşmanızın içinde niye buna bir
yer ayırmadınız?
HASİP
KAPLAN (Şırnak) Gelin, komisyon kuralım. Gelin, hakikatler
komisyonu kuralım, ucu nereye giderse gitsin.
BAŞBAKAN
YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Askerlerimiz ölüyor, polislerimiz
şehit oluyor; hâkimlerimiz, memurlarımız, amirlerimiz kahpece
öldürülüyor; daha şurada,
Arkadaşlar,
teröristle, terörle mücadele edilir çünkü bu bir meşru müdafaadır.
İnsanların hayatına kastedenlere Ne kadar güzel işler
yapıyorsunuz. diyecek hâlimiz yok. Başı parçalanmış,
eli gitmiş; bunlar kötü şeyler, görmek istemediğimiz şeyler
ama arkadaşlar, işin bu tarafından bakıyorsunuz. Bu tarafta
da 24ü birden şehit olmuş askerlerimiz yok mu? 33 tanesi
dolmuşların içerisinde öldürülmüş askerlerimiz yok mu?
Köprülerin havaya uçurulduğu, mayınlarla insanların uzaktan
kumandayla patlatıldığı, masum köy korucularının
veya köyde yaşayan insanların hayatlarını kaybettiği
bir Türkiyeden bahsediyoruz. Bizim görevimiz Hükûmet olarak bununla mücadele
etmektir. Türkiye'nin güvenliğini, Türkiye'nin huzurunu, Türkiye'nin
asayişini korumak Hükûmetimizin görevidir.
Bir şey
daha söyleyeyim: Bugünkü terörle mücadele konseptinde ve
anlayışında başarılıyız. Türkiye şu
kadar yıl içerisinde bu mücadeleyi yapmıştır ama son dört
aylık mücadele netice vermeye başlamıştır. Bugün,
inanın, sizi temin ediyorum, silahlı kuvvetlerimizde kimyasal silah
envanteri yoktur. Birtakım sivil toplum kuruluşları Kimyasal
silah kullandı. diyorsunuz. Yani Hükûmete, yani askere, yani Bakana,
Başbakana inanmıyorsunuz, orada ne idüğü belirsiz birisi
Kimyasal silah kullandı. deyip buna inanıyorsunuz.
Kullanmadık, kullanmayız. Ne böyle bir silahımız var ne
böyle bir silahımız olsa kullanmayı düşünürüz. Kimyasal
silah kullanmak insanlık ayıbıdır, vahşettir. Buna her
yerde biz karşı çıkıyoruz.
Yalnız,
şunu bilin: Bugün terörist mi yoksa masum vatandaş mı
olduğunu tespit edemediğimiz hiç kimseye silah doğrultulmuyor.
Önce Teslim ol. deniyor, karşılık veriliyor, gene sabrediliyor
ama sonunda bir sonuç ortaya çıkıyor.
SIRRI SAKIK (Muş) Bugün Midyatta 2 tane vatandaşımız
öldü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Bırak Mardini,
Midyatı, her yeri biliyoruz ama sizin söylediğinize söylüyorum ben.
Değerli arkadaşlarım, bugün, inanın, 10 tane
teröristle mücadele ederken, askerin, polisin beyanı şudur: Tam
itimat edemediğimiz için silah kullanmayı bıraktık.
Bugün asker yukarıdan uçakla bomba atıyor. En az 2 kilometreye
kadar, İnsan unsuru olabilir. diye bombalama yok. Bugün siz ne Kuzey
Iraktan ne de bölgeden, köy vuruldu, ev vuruldu; sivil, masum insanlar
şehit oldu veya vefat etti diye -bugüne kadar- ciddi bir şikâyet
duydunuz mu? Asker hesabını kitabını yapıyor
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) 7 tane sivile ne oldu? Iraktaki 7
sivile ne oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Polis, asker,
hesabını kitabını yapıyor ve teröristi, terör eylemini
hedef alıyor. O yüzden, yanlışlar vardır
Sizin
söyledikleriniz belki kısmen doğrudur ama şu
konuşmanızın tamamında gerilla var, terörist yok.
Ölenler hep gerilla ve kafaları, kolları, bacakları kopmuş.
Masum vatandaş nerede? Asker nerede? Polis nerede? Yazılanlar,
dökülenler nerede? Gelen mesajlar nerede? Ulaştırılan bilmem ne
mesajları nerede? Bunları da yan yana getirin de hiç olmazsa
hakkaniyet içerisinde, bir yanlış varsa biz de bunları görelim.
Bugün koordinasyonda da, eylemde de vatanperver güvenlik güçleri
hedeflerini buluyor, yakalamaya çalışıyor ve kendi
hayatlarını ortaya koyuyorlar. Allah onların
yardımcısı olsun, Allah onları korusun. Bütün bunları
yüreğimle söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, bütün bu konuşmalardan sonra
hedeflediğimiz şeyler elbette
Sayın Kılıçdaroğlu
gelmeden önce bahsettiğim bir konuyu tekrar söyleyeyim. Şebiarusta
beraberdik. Çok güzel bir konuşma yaptınız. Sizden önce de bunu
ifade ettim. Sayın Baykal da daha önceki yıllarda, gelir, çok güzel
konuşmalar yapardı. Sayın
Başbakanımız da, bendeniz de min gayri haddin bir şeyler
söylemeye çalıştık. Orada söylediklerinizin hepsi bizim de
gönlümüzde olanlardır. Bunları millet olarak ve özellikle
siyasetçiler olarak hepimiz çok iyi ölçüler içinde yapmalıyız.
Bugünkü görüşmeler fevkalade seviyeli oldu ama bugüne kadarki
görüşmelerde arkadaşlarımızın çok üzüldüğünü, çok
sıkıldığını, lüzumsuz yere saatlerce burada sinir harbi
yaşandığını biliyorum. Parlamentoya giren önce yüksek
tansiyon hastası olur, sonra da bütün hastalıklar arkasından
gelir. Bu gerilimden, bu gerginlikten kurtulmalıyız. Her
arkadaşımız kürsüye çıktıkça -ki Her dediğim
zaman 15-20 kişiyi kastediyorum yani isterseniz bunların içerisine
beni de koyun, o kadar bağıramam, sesim de çıkmıyor ama-
bunlar ne yapıyorlar biliyor musunuz? Konuşulan kelimelere
bakınız, tekrarlamaktan hicap duyuyorum, biz birbirimize söylüyoruz
bunları. Hâlbuki iyi bir üslup içerisinde Buldanın da
yaptığını, benim de yaptığımı,
Sayın Şandırın da yaptığını
yapabiliriz. Burası hür ve kürsü. Burada, özgürlük var. Hoşumuza
gitse de gitmese de hep aynı şeyleri söyleyeceğiz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Pek özgür değil kürsü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Ama kıpkırmızı bir yüzle,
damarları şişmiş bir vaziyette,
karşısındakini yok etmek isteyen bir edayla buradaki müzakereler
umarım bundan sonra devam etmez.
Güzel bir sözle son vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlar
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Bu sözlerimin tamamı AK PARTİ Grubuna aittir, siz lütfen
üstünüze almayın ama isterseniz de alabilirsiniz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yani Kızım sana
söylüyorum gelinim sen anla. şeklinde değil, önce kendi nefsimi
ortaya koydum.
Ben bu kürsüyü zaman zaman kullanan bir insanım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Arınç, ilave söz veriyorum, mikrofonu açıyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) iki dakika yeterli Sayın Başkan.
Arkadaşlar
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Bir saat daha verin!
BAŞKAN Herkese ne kadar
verdiysek
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Bir
saat daha verin Sayın Başkan!
BAŞKAN Sayın
Uzunırmak, lütfen yani buranın bir hesabı kitabı var. Daha
evvel oturuldu konuşuldu gruplara da Hükûmete de birer saat,
altışar dakika da ilave süre verdik. Bir saati doldu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Sayın Uzunırmakı üzdüğüm
için çok özür diliyorum. Ben dört buçuk saattir ekran
başındayım.
Değerli arkadaşlar, güzel bir söz diyor ki: Sesini yükseltme
sözünü yükselt. Sesle söz birbirinden farklı. Dikkat et, gök gürültüsünden
fayda yoktur, ince ince yağan yağmur toprağa berekettir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yüksek seslerle -umarım benden
sonra gelecek arkadaşım ezber bozan bir konuşma yapar- yüksek
sözleri birbirine karıştırmayalım. Yüksek söze
ihtiyacımız var. Emin olun, buradaki
parladığımız, ağzımızdan çıkan yüksek
oktavlı seslerin ne konuşana faydası var ne Parlamentoya
faydası var ne millete faydası var. İnce ince yağan
yağmurlar gibi olmalıyız. Kendi nefsime ders alıyorum.
Bütün arkadaşlarımı saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Bütçemiz hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Arınç.
Şimdi
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Başkan
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, müsaade ederseniz
BAŞKAN Peki.
Sayın İnce, biraz bekler misiniz,
arkadaşlarımızın talepleri var, onları alayım
ondan sonra.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bana sataşma
yapıldı efendim. (AK PARTİ sıralarından
gülüşmeler)
BAŞKAN Tamam. Sizden evvel söz alanlar
Size de verelim
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır, gülünecek ne var yani? Bana ismimden
de bahsetmek suretiyle
BAŞKAN Ama sizden evvel Sayın Şandır, Sayın
Buldan söz istedi, bir onları dinleyelim.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkanım, ben
konuşmamı yapayım, sonra sataşmalara devam edin.
BAŞKAN Hayır, taleplerini alalım ki ondan sonra da
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, benim Sayın
Arınçın konuşması üzerine açıklama yapmam lazım,
yoksa söz havada kalır.
BAŞKAN Yani hangi konuyla ilgili o? Genel ifade oldu o Sayın
Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Bülent Arınç, Sayın
Başbakana bir anlamda hakaret ettiğimi söyledi, söylemek istedi. Onu
açıklamamız lazım.
BAŞKAN Peki.
İki dakika söz vereceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, Sayın Bülent Arınç, iki
konuda benim konuşmamı
BAŞKAN Hayır, hayır, iki dakika
MEHMET ŞANDIR (Mersin) İki konuda açıklama
yapacağım, yeterli süreyi talep ediyorum. Lütfen
BAŞKAN Süre, bunlar için ikişer dakika veriyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bana da sataşma var.
BAŞKAN Bir dakika
Herkese söz vereceğiz eğer usule uygunsa.
Buyurun Sayın Şandır, iki dakika söz veriyorum.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın, Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
Sayın Başbakana hakaret kastım olmaz. Bunu her defasında
söylüyorum, hakaret etmek, zayıflığın ifadesidir. Sözlerim
burada. Sözlerimin tamamını okusa burada zannediyorum kendisi de bu
duyguya kapılmayacaktır. Burada diyorum ki: Sayın Başbakan
Kürt kimliğini tanıyorum. diyerek bu toplumun içerisinde yeni bir
siyasi kimlik oluşturdu. Bu milletin oylarıyla iktidar olmuş,
Başbakan olmuş bir siyasi kimliğin kalkıp Türk milleti
kimliğinin dışında bir başka kimliği
tanıyorum. demesi, inanın değerli arkadaşlar, üzüntüyle
ifade ediyorum, gaflet ötesi bir davranıştır.
Değerli Bülent Arınç çok deneyimli bir insan, sizler de bu
işi anlıyorsunuz; devlet milletsiz olmaz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, milletinin
adı Türk milletidir, Anayasanın hükmü budur. (MHP
sıralarından alkışlar) Bu hükmün dışında,
bir siyasi kimlik olarak, bir aydın söyleyebilir, bir düşünür, bir
yazar söyleyebilir ama Türk milletinin seçtiği Türkiye Cumhuriyeti
devletinin Başbakanı, bir siyasi kimlik olarak eğer ki bu
milletin içinde Türk milleti kimliğinin dışında bir
başka kimliği tanıyorum derse yeni bir siyasi kimlik
oluşturur, bunun adı bölücülüktür. Söylediğimiz bu. Yoksa hiç
kimsenin soyuyla ilgili değiliz, o kendinin özelidir,
saygıdeğerdir. Her birimizin bir soyu vardır, bir boyu
vardır, bir mezhebi vardır, o bize ait; ama siz bunu bir kolektif hak
hâline getirirseniz, bu milleti de bölersiniz, bu ülkeyi de
parçalarsınız. Söylemek istediğimiz hadise budur.
İkincisi: Irak meselesi, Suriye meselesi. Bakın, Değerli
Arınç, Değerli Başbakan Yardımcısı, Libyayı
biliyoruz, Irakı biliyoruz, Libyada Birleşmiş Milletler
kararından önce yapılanları biliyoruz. Şimdi Suriyede
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
aynı şeylerin
yapılacağı endişesiyle bizim sizi uyarmamızdan niye
rahatsız oluyorsunuz?
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Suriyede 3 milyon Türkmen ve Kürtüyle,
Çerkeziyle, Dağıstanlısıyla
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
milyonlarca insan yaşıyor ve
onlar bugün Türkiyeye düşmanlık duyuyor, size düşmanlık
duyuyor.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) İfade ettiğimiz husus budur.
Sayın Arınçın alınganlık göstermesi doğru
olmamıştır.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Buldan, siz neden, evvela bir
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sayın Arınç, benim
ismimi kullanarak bazı şeyleri çarpıttığımı
ve gerçekleri ifade etmediğimi söyledi. İki dakikalık süre
istiyorum.
BAŞKAN Şimdi aslında, bu sataşma konusu bence çok
geniş kullanılıyor.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Sataşma değil
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Siz bir şeyler söylediniz o da cevaben bir şey
söyledi. Zaten bu konuşmaların özü, esası bu. Bu iş giderek,
siz onu söylediniz, o başka şey söyledi diye
Lütfen, yeni bir
sataşmaya da meydan vermeden çünkü sataşma olmadığı
takdirde zaten söz veremem size, öyle kabul etmiyorsanız.
4.- Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın, Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
PERVİN BULDAN (Iğdır) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Gerçekten biraz önce Sayın Arınçın ilk başta
yapmış olduğu konuşmayı alkışlayarak
izledik. Kürt kimliğinden bahsetti Sayın Arınç, Kürtlerden,
Kürtlerin hakkından, Kürtlerin kimliğinden bahsetti ve biz de
kendisini alkışladık, yalnız yaptığımız
bazı söylemlerin gerçeği ifade etmediğini söyledi. Biz buradan
Sayın Hükûmete, Sayın İktidar yetkililerine şunu söylemek
istiyoruz: Geçmişle hesaplaşmak devletler için tarihsel bir
zorunluluktur Sayın Arınç. Adalet ve hakikatleri araştırma
komisyonunu burada ısrarla gündeme getiriyoruz ama siz her seferinde bizim
bu araştırma önergelerimizi reddediyorsunuz. Ölümün ve şiddetin
hiçbir şeklini onaylamadığımızı ifade etmek istiyoruz
Sayın Arınç. O zaman siz biraz önce burada Yeni bir gün olsun
bugün. dediniz, burada yapılan konuşmaları beğendiniz, biz
de buradan size şunu söylüyoruz: Evet, yeni bir gün olsun diyorsanız
bütün cinayetleri açığa çıkarın, tutukluları serbest
bırakın, milletvekillerini, belediye başkanlarını,
avukatları
AHMET YENİ (Samsun) Katilleri!
PERVİN BULDAN (Devamla) -
gazetecileri, siyasetçileri, hepsini
serbest bırakın biz de sizi alkışlayalım Sayın
Arınç.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bana 2 sefer
BAŞKAN Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Şimdi, 1inci defa dedi ki: Bir
milletvekili burada itildi, o da haddini bilecek, kurallara uyacak. O
kastettiği benim.
İkincisi, benim ismimden bahsederek Bu Parlamentoda Kamer Genç
acı duymaz, onu da dikkate almaya değmez. dedi. Bu, çok açıkça
bir sataşma.
BAŞKAN Şimdi, Sayın Genç, tam o anlamda söyledi mi ben
bilmiyorum, yalnız arada bir fark var, 2 değerli
arkadaşımıza söz verdim, onlar İç Tüzüke uygun olarak
grupları adına bir konuşma yapmıştı.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama şimdi, konuşmasında beni
kastetti.
BAŞKAN - Siz oradan, yerinizden devamlı laf atıyorsunuz,
bakın, bu çok usule uygun değil, laf atıyorsunuz, sonra da genel
bir değerlendirmeyi üzerinize alıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır, hayır, genel değerlendirme
yok.
BAŞKAN - Ben tutanakları getireceğim, eğer böyle bir
durum var ise size de söz vereceğim ama şimdi
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bakın, şimdi
kendi konuşmasında bahsettiği kişi benim. O kürsüde itilen,
oradan zorla uzaklaştırılan benim ve Haddini bilecek. dedi.
Ayrıca da
BAŞKAN Şimdi, tamam, tutanakları getireceğim.
Eğer hakikaten söylediğiniz tarzda bir sataşma durumu varsa söz
veririm.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bakın, maalesef
BAŞKAN Ama siz oturduğunuz yerden devamlı hatibe söz
atıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Efendim, söz atmadım. Ben dedim ki
BAŞKAN - Diğer 2 arkadaşımız grupları
adına konuşma yapıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, efendim, söz
atmışsa bana
BAŞKAN - Siz şimdi İç Tüzüke göre söz talep ediyorsunuz
ama ben de baştan beri bir şeyi ifade ediyorum: Laf atmak var mı
İç Tüzükte. Onun için, şimdi tutanağı getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bakın, kendisi bana
Kamer Genç acı duymuyor. dedi ve Dersimden bahsetti. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Bakın, tutanağı getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ya bir dinlensin ama. Bu gürültüyle olmaz.
Dersimden bahsetti, Kamer Genç acı duymuyor. dedi. Bu beni
rencide eder efendim.
BAŞKAN Ama, tutanağı getireceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, herkese iki dakika veriyorsunuz.
Ne kaybedeceksiniz, iki dakika da bana verin.
BAŞKAN - Arkadaşlarımız tutanağı getirsin,
69a göre, bakayım, imkân varsa vereceğim diyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, iki dakika da bana ver.
BAŞKAN - Evvela tutanağı getireyim.
Onun için, şimdi, tasarının aleyhinde olmak üzere
KAMER GENÇ (Tunceli) Şimdi, Sayın Başkan, bakın,
hep taraflı hareket ediyorsunuz. Yahu ne zaman adalete uygun hareket
edeceksiniz?
BAŞKAN Bakın, tekrar ifade ediyorum. Sayın grup
başkan vekilleri, bakınız, bir şeyi ifade ediyorum:
Tutanağı getireceğim. Bakayım, İç Tüzükteki hükümler
size bu imkânı veriyorsa vereceğim. Ama siz de hiç durmadan laf
atıyorsunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, cevap vermedim. Yani bir
tane laf söyledim. Bir lafla beni bu kadar rencide etmeye hakkı var
mı?
BAŞKAN - Ben de diyorum ki: Sizin o tutumunuz doğru mu?
İşte bu sıkıntılar buradan yaşanıyor.
Beş saattir, altı saattir güzel bir tartışma
yapıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) Yani rica ediyorum, bakın, adil bir
Başkanlık yapın. Bana sataştı. Lütfen, sataşmadan
söz verin. Bu kadar bu grubun etkisinde kalmayın Sayın Başkan.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.Sayısı:87) (Devam)
2.- 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN Şimdi son söz Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkan Vekili Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İncede ancak
konuşmayı şahsı adına yapacak.
Buyurun Sayın İnce. (CHP sıralarından
alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben de konuşmama başlamadan önce Fransız Parlamentosunun yasayla
tarih yazmaya kalkışmasını kınıyorum ve az önce
gördüğüm Sayın Başbakana da geçmiş olsun diyorum, Allahtan
şifa diliyorum kendisine.
Sayın Arınç, az önce bir fıkra anlattınız,
baktım, neresini düzelteyim dedim. Bin sene önce yaptınız.
demiş Hazreti İsadan
O zaman iki bin sene önce olması
lazım. İki: Yeniçeri dediniz. Yeniçeri değil, onun bir
Hıristiyan olması lazım. Bin sene önce yeniçeri yoktu. Bin sene
önce değil iki bin seneydi. Yani fıkra baştan sona
yanlış. Eğer anlattıklarınız da
fıkralarınız gibiyse
Ki, bence öyle.
Şimdi bakınız değerli milletvekilleri, bu
Parlamentoda onuncu bütçe görüşmelerine katılıyorum. Dokuz bütçe
görüşmesinde sürekli enkaz edebiyatı yaptınız, sizden
önceki hükûmetleri suçladınız ama bu bütçede farklı bir şey
yaptınız, sürekli cumhuriyet dönemiyle hesaplaştınız.
İlk bir hafta, kürsüye çıkan bütün milletvekilleri, bütün AKP
milletvekilleri cumhuriyet dönemiyle hesaplaştı, onu sorguladı.
Şimdi, ben size bazı önerilerde bulunacağım. Bu
mantıkta olanlara önerilerim:
Bir: 275 kilogramlık mermiyi tek başına kaldırarak
yer çekimi kanununa karşı geldiği için Seyit
Onbaşıyı yargılayın.
İki: Çanakkalede deniz trafiğini aksattığı
için Nusrat mayın gemisine ceza kesin. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Üç
Sayın Başkan, susacaklar mı?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
Sayın milletvekilleri
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın Başkan, susacaklar
mı? Siz mi susturacaksınız?
BAŞKAN Lütfen
Lütfen
MUHARREM İNCE (Devamla) Sizin sözünüz bize mi geçiyor?
BAŞKAN Lütfen, Hatibin sözünü kesmeyin değerli
arkadaşlarım.
MUHARREM İNCE (Devamla) İlave süre istiyorum ve lütfen
susturun.
BAŞKAN Lütfen
Lütfen
Evet, Sayın İnce, devam edin.
MUHARREM İNCE (Devamla) Bir dakikamı yediler Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Yok, o kadar olmadı canım ama
yaptıkları doğru değil, onu söyleyeyim.
MUHARREM İNCE (Devamla) Sayın Başkan, bugünkü
görüşmelerin tümünde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri sonuna kadar
dinlediler ama şimdi sizin arkadaşlarınız dayanamıyor.
BAŞKAN Evet, onların da dinlemeleri gerekir.
MUHARREM İNCE (Devamla) Diyorum ki siz, çocuğun üzerindeki
yorganı alarak mühimmatın üstünü örttüğü için, çocuğun
ölümüne sebebiyet verdiği için Ayşe Bacıyı özel yetkili
mahkemelerde yargılarsınız.
Yunan ordusu hilafet ordusudur. diye fetva veren
şeyhülislamın fetvasına karşı gelen Rifat Börekçiyi
dinsiz ilan edersiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Ulusumuza Korkma! diyen Mehmet Akifi Protestocu öğrencilere
kötü örnek oluyor. diye suçlarsınız.
Zafer kazanarak, Türk milletinin makûs talihini değiştiren
İsmet Paşanın rütbelerini sökerseniz hiç
şaşırmam ama buna karşılık Vahdettine anıt
mezar, Ebussuud Efendiye anma törenleri, Atatürke tutuklama emri çıkaran
Elâzığ Valisi Ali Galip Beyin torunlarını da vali
yaparsanız hiç şaşırmam.
Şimdi, sayın milletvekilleri, size Türkiye manzaraları
anlatacağım; hayaldi gerçek olan manzaralar bunlar.
Bir: Hayaldi gerçek oldu, çeyrek altının çeyreği oldu.
İki: Hayaldi
gerçek oldu, rüşvetle helal gıda sertifikası
satılıyor.
Enflasyon
arttı, memura müjde diye başlık atıyor gazeteler.
Sendikal
haklardan yararlanmak için referandumda Evet. demek gerekiyor.
Daha dün
Türkiyede Allah karakola düşürmesin. denirken bugün Allah mahkemeye
düşürmesin. deniliyor.
Eskiden
Ağır ol molla desinler. denirdi, şimdi AKPden ol melle
desinler. deniliyor. (CHP sıralarından alkışlar)
İleri
demokrasi her muhalif gruptan bir terör örgütü yaratıyor.
Yurttaşlarımızın
tümü AKP faşizmini iliklerine kadar hissediyor.
Şifreli
sınavı yapanlar değil de onu protesto edenleri yargılayan
kim? Siz değil misiniz?
Sehven
bilgi yükleyen polisler zaman aşımından yararlanırken
sehven bilgiyle teğmen hâlâ yargılanıyor.
Uçuyor
denen ekonomi, gelir adaletsizliğinde uçurumun kenarında değil
mi?
Venezueladan
sonra dünyanın en kırılgan ikinci ekonomisi Türkiye değil
mi?
Okullarımızın
tabelaları, parayı verenler tarafından değiştirilmiyor
mu?
İcra
dairelerindeki dosya sayısı dokuz yılda 4 milyon artmadı
mı?
İzmirde
Somalili bebek Muhammete icra gelmedi mi?
Nevşehirin
Kozaklı ilçesinin Akpınar köyünün suları iki yıldır
akmıyor mu?
Milasta
savcılığa çağrılması gereken kişi
müftülüğe çağrılmadı mı?
Analar
ağlamasın. diye başlatılan girişimden bu yana 253
askerimiz, 33 polisimiz şehit olmadı mı?
Paran
kadar adalet dönemini siz başlatmadınız mı?
Ankarada
depremzede 4 kız kardeşin kirasını neden ödemediniz?
Askerlik
vatan borcu, namus borcuydu, bunu kredi borcuna siz dönüştürdünüz.
Zonguldakta
Başbakanla ilgili bir haberi sosyal paylaşım sitesinde
paylaşan memuru sürgün eden sizsiniz.
Aklı
hür, vicdanı hür yurttaşlarımızın
varlığı Türkiye için umut iken AKP için korkudur.
Fabrikaları,
limanları, madenleri, dağları, ovaları, yaylaları,
bütün bunları satıp çarçur ettikten sonra elinizde kalan yalan tarihi
pazarlamaktan başka bir işiniz yok.
Hükûmetin
bir yanı zulüm, diğer yanı haramdır.
Deprem vergilerini bonkörce harcadınız, deprem
yaralarını sarmak için hayırseverleri devreye soktunuz.
Bu ülkede bir polis memuru PKKdan kurtuldum SGKdan
kurtulamadım. dedi.
KPSSde Cumhurbaşkanının görev süresini yedi yıl
olarak işaretleyen adaya Yanlış. diyen siz değil misiniz?
Vandan Antalyaya göç eden aileye Yardım edemeyiz, yatalak
babanızın 380 lira maaşı var. demediniz mi?
İstanbulda 34 milyon liraya mal olan kavşak ve tüneli,
metrobüsü engelliyor diye toprağa gömen siz değil misiniz?
Şimdi, ben size bu memleketten bakan, Başbakan
manzaraları sunacağım: Bu ülkede Cumhurbaşkanı bile
kendi görev süresinin ne olduğunu bilmezken sadece Başbakan bilmiyor
mu? Bu ülkenin en önemli sorunu terör görüşülürken Sayın
Başbakan Suudi Arabistanda taziyeye gitmedi mi? Başbakan
yardımcısı Başbakana biat etmediğini ancak
Başbakan hasta yatağındayken hatırlamadı mı?
İçişleri Bakanı deprem çadırlarını saraya
benzetip PKKlılara gerilla, vatandaşını adetle
saymadı mı? Kamyoncu esnafı can çekişirken, 10 numara
yağ kullanırken, AB Bakanı kamyonla ilgili şakalar
yapmadı mı? Bu Hükûmette tek doğruyu söyleyen, pembe tabloyu
yıkan Millî Eğitim Bakanıdır, o da dedi ki: Kaynağımız
yok, öğretmen atayamıyoruz. Milletvekilleri düşüncesine ket
vurmadı mı? Başka bir milletvekili Başbakana dokunmayı
ibadet saymadı mı?
Ben size bu ülkenin özetini yapacağım. Bakınız,
mücahitler müteahhit, şimdi de turizmci oldu. 14 Şubat 2009da
değiştirilen bir yönetmelikten sadece dört firma yararlandı. Bu
dört firmadan birine bakanın en yakın akrabaları ortak oldu.
Kıyıdan kıyıdan AKPye yanaşanların yakınları
kıyı-kenar çizgisinden ranta ulaştı. Bir özet yapmam
gerekirse şu: Sistem değişmedi. Sistemden geçinenler sistemi
değiştiremezler. Sistem değişmedi ama sistemin sahibi
değişti.
Türkiyenin özeti şudur: Siz devlet malına bonkör,
vatandaşın sorununa bakar kör, cumhuriyet değerlerine nankör,
Türkiyeye diktatör oldunuz. İşte, Türkiyenin özeti budur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, şimdi, bakınız, Sayın
Canikli -Sayın Canikliye de kısaca cevap vereyim- dediniz ki: Sizi
alkışladılar, CHPliler alkışlamadı. Doğru.
Biz, yanlış haritayı alkışlayan milletvekillerinden
değiliz, o sizin grubunuz.
İki: IMFyi kovduğunuzu anlattınız bir anlamda. Bak,
size ben bir şey söyleyeceğim. Sayın Başbakana -bütçe
bitince konuşursunuz- ben şöyle bir söz hatırlıyorum:
Numan kardeşim, IMFyle konuşmamak gaflettir. Bunu kim
söylemiş? HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuşa Numan
kardeşim
İki, bir diğeri: Sayın Canikli, dediniz ki: IMFnin
başkanının Türk olmasını anlattınız. Bunun
gerekçelerini uzun uzun anlattınız. Bir ara Sayın Gülü,
Sayın Cumhurbaşkanını Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri yapacaktınız. Bundan vazgeçtiniz, yeni bir yer mi
arıyorsunuz? Bunu mu yapıyorsunuz?
Bir üçüncüsü: Sizi gerçekten kutluyorum. Atatürke Bu adam. diyen,
Abdullah Öcalanın paşa olmasını teklif eden Mümtazer
Türköneyi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna atamış
Sayın Cumhurbaşkanı. [CHP sıralarından Bravo!
sesleri, alkışlar(!)] Tam işte, tam bekçi, tam yani
Atatürke
Bu adam. diyebilen, onu destekleyen, tam yerine atamış yani bu
kadar olur. Abdullah Öcalan paşa yapılsın. diyen
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) Yakışır!
BAŞKAN Sayın İnce, ilave sürenizi de veriyorum.
MUHARREM İNCE (Devamla) Bir diğeri: Yine, lider ülke
Türkiyeden bahsettiniz Sayın Canikli. Lider ülke Türkiye, güçlü Türkiye.
Güçlü Türkiye ama Türk iş adamları Pariste otelin salonuna
alınmıyor, Sayın Cumhurbaşkanının telefonuna
Fransa Cumhurbaşkanı çıkmıyor.
İSMAİL AYDIN (Bursa) Korkudan
MUHARREM İNCE (Devamla) Lider ülkeye bakın, güçlü ülkeye bakın,
sözümüzün geçtiği ülkeye bakın.
Şimdi, size son olarak şunu söyleyeceğim: Bir de bir
düzeltme yapalım Sayın Arınç. Çok güzel kardeşlikten
bahsettiniz de, o meydanlarda mezhep tartışmaları neydi? Kim
yaptı o meydanlarda, seçim meydanlarında mezhep tartışmalarını?
(CHP sıralarından alkışlar)
Bir de Kürt realitesini tanıyorum. diyen ilk kişi Süleyman
Demireldir. DYP-SHP Hükûmeti döneminde. 90lı yılların
başında Diyarbakıra rahmetli Erdal İnönüyle birlikte
gittiklerinde söylemiştir. Kayıtları doğru tutalım.
Tutanaklara doğru geçsin diye bu düzeltmeyi de yapıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Evet, teşekkür ediyorum Sayın İnce.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, ben söz istiyorum
efendim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan,
Sayın Konuşmacı biraz önce kendi ifadesiyle söylüyorum: AKP
faşizmi diyerek partimize, grubumuza hakaret etmiştir. 69a göre
sataşmadan söz istiyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Gençin söz
talebi var efendim.
BAŞKAN Evet.
İki dakika söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan
BAŞKAN - Sizin tutanak geldiği anda bakacağım. Yeni
geliyor.
V.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, partisine sataşması nedeniyle
konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biraz önce AKP faşizmi ifadesi kullanılarak tam
anlamıyla bir iftirada bulunuldu.
Şimdi, tabii, dünyada faşizmin örnekleri çok.
Değişik ülkelerde var, Türkiyede de var. Türkiyedekini eğer
görmek istiyorsanız, rengarenk, çeşit çeşit, boy boy, irili
ufaklı, Cumhuriyet Halk Partisinin tarihine bakacaksınız değerli
arkadaşlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler.)
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) Ayıp! Ayıp!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Canikli,
sana yakışmıyor ya!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Oraya
baktığınız zaman diktatörlüğü de görürsünüz,
faşizmi de görürsünüz. O zaman esas, eğer ısrarlı bir
şekilde
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen sayın milletvekilleri
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Bakın, bugüne kadar
hiçbir dönemde Türkiye Cumhuriyeti bu kadar demokratik olmadı. [AK
PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
alkışlar(!)]
Sayın Başbakanımıza, hangi dönemde, hangi
başbakana yapılan eleştiriler bu dönemde yapıldı? Bunu
hepimiz görüyoruz ve biliyoruz.
Bakın arkadaşlar, bir yolsuzluk iddianız varsa somut
belgelerle ortaya koyarsınız. Eğer o dediğiniz
kişilerle ilgili bir iddianız varsa hiçbirinin
dokunulmazlığı yok. Hepsi, anladığımız
kadarıyla, normal vatandaş. Onun yeri burası değil.
Götürecekseniz, cumhuriyet başsavcılığına
şikâyette bulunacaksınız. Varsa bir şey, gerekeni yapacak.
Bakın değerli arkadaşlar, evet, yargı gerçekten
değişti. Yargı
Arkadaşlarımız ısrarlı
bir şekilde efendim yargı arka bahçesiniz, yargıya müdahale
ediyorsunuz, artık yargıya güvenmiyoruz
Yargının
değiştiğini kabul ediyoruz ama sizin eski
alışkanlıklarınızı değiştirmeniz gerekir.
Yani eskiden talimat verebildiğiniz, eskiden arka bahçe olarak
gördüğünüz yargı bugün yok. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Yargı, bugün bütün yargıçların Türkiyedeki 11 bin hâkim,
savcı tarafından seçilen gerçek anlamda bir bağımsız
yargı var. 250 kişinin belirlediği yargıyı
yönlendirebilirsiniz ama 11 bin hâkim, savcının belirlediği,
seçtiği yargıyı yönlendirmeniz, yönetmeniz mümkün değil.
Siz, esas kafanızdaki eski alışkanlıklarınızdan
vazgeçerseniz normale dönersiniz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan
BAŞKAN Evet, Sayın İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Canikli, Cumhuriyet Halk
Partisinin tarihinde faşizm olduğundan söz etti.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Geçmişinize bakın.
dedi.
MUHARREM İNCE (Yalova) Kendisine şunu
hatırlatıyorum: İspanyada Franco, Portekizde Salazar,
İtalyada Mussolini, Almanyada Hitler varken, Hitler zulmünden kaçan
bilim insanları, 100ün üzerinde bilim insanları geldiler İsmet
Paşanın Türkiyesine sığındılar, burada
üniversitelerde çalıştılar. Biraz tarih okumasını
öneriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Peki.
Şimdi, sayın milletvekilleri, evvela bir hususu bilginize bir
sunalım. O da şudur: Tabii, bakın, saat 14.00ten beri müzakere
yapıyoruz. Usulüne uygun gruplar adına, şahıslar adına
söz alan arkadaşlarımızla ilgili genelde bir problem
çıkmadı ama Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınç konuşurken genel değerlendirmeler yapıyor, siz,
şimdi, tutanaktan okuyorum. Buradaki yönetimi
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet ama daha öncesi
BAŞKAN Bir dakika
KAMER GENÇ (Tunceli) Peki, tamam.
BAŞKAN Sayın Genç -yani her şeyin- sizin
söylediğiniz doğru olacaksa bize gerek yok o zaman
KAMER GENÇ (Tunceli) Neyse okuyun da ben de size
hatırlatayım.
BAŞKAN Ben, şimdi bu Genel Kurulu İç Tüzüke göre
yöneteceğim. Siz de İç Tüzüke göre söz istiyorsunuz benden.
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet.
BAŞKAN Şimdi, Sayın Arınç kürsüden konuşuyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet.
BAŞKAN Siz geliyorsunuz, bakınız, aynen okuyorum:
Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda var. NTV
Tarih mecmuasının son sayısında çok acı
fotoğraflar var. Ama çok komplike bir olay bu yani sadece askerin elinde o
baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı
hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi,
Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan Ağa.
Siz, şimdi yerinizden laf atıyorsunuz: Niye sen Menemendeki
o Kubilayı anmıyorsun ya?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) Saan Ağa
diyor. Bakın, sizin o sözünüze cevap vermiyor.
Seni hiç ilgilendirmiyor.
Menemendeki Kubilayı
diyorsunuz, tekrar laf atıyorsunuz.
BAŞKAN Ben diyorum ki Sayın Genç, lütfen
Yani ikaz ediyoruz ki yapmayın, konuşmasını
Sayın Arınç bitirsin çünkü böyle bir usul yok. Siz buna devam edince
Sayın Bülent Arınç Sen bir Dersimli olarak bunları
ağzına almadın yıllarca, konuşmadın bile. Hiç sen
bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Senin ne ilgin var
orayla? Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze
bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi yananlar bu
arkadaşlarım
KAMER GENÇ
(Tunceli) Yani o lafları bana söylüyor ve siz sataşma
görmüyorsunuz.
BAŞKAN
olayları konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine! diyor.
Çünkü siz devamlı Hatiple karşılıklı müzakereye
girişiyorsunuz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Sayın Başkan, bakın, ama orada olayı
saptırma var. Çünkü ben...
BAŞKAN
Yani durup dururken kürsüdeki Hatip sizi hedef alarak bir konuşma
yapmıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Hayır, Dersimle ne ilgin var? diyor. Sayın Başkan, diyor
ki
BAŞKAN
Genel bir değerlendirme yaparken siz devreye giriyorsunuz, siz laf
atıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ
(Tunceli) Bakın, Sayın Başkan, okuduğumuzu anlayalım.
Diyor ki: Senin Dersimle ne ilgin var? Şimdiye kadar niye
ağzına almadın? Hâlbuki benim geçen dönem, evvelsi dönem kanun
tekliflerim var. Lütfen ama iki dakika da bana verin.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN
Sayın Hamzaçebi, buyurun.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, gerek bütçe
görüşmelerinde gerekse diğer yasalara ilişkin görüşmelerde
Parlamentoda sık sık milletvekillerimiz, bazı milletvekillerimiz
oturduğu yerden kürsüdeki konuşmacıya zaman zaman laf atarlar.
Bu, eşyanın tabiatında var, Parlamentonun geleneğinde var.
İç Tüzük demiyor ki: Oturduğu yerden laf atan kişiye kürsüdeki
konuşmacı bir cevap verirse bu sataşma değildir. 69uncu
madde gayet açık. Kürsüdeki konuşmacı bir milletvekilinin ismini
anarak ona sataşmada bulunuyorsa, sataşmanın daha ilerisine
geçen cümleler ifade ediyorsa sataşma nedeniyle söz istemek en doğal
hakkıdır ve sizin bu güzel geçen bütçe görüşmelerine gölge
düşürmemeniz gerekir efendim.
BAŞKAN
Sayın Hamzaçebi, bakınız, ben şunun
farkındayım: İki dakika söz vermiş olsam şimdiye bu
iş biterdi değil mi?
KAMER GENÇ
(Tunceli) E, biterdi.
BAŞKAN
Ama bakın, bu türlü yanlışlıkları giderek İç
Tüzük hükmü hâline getiriyoruz, yanlış bir iş yapıyoruz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Altı da var Sayın Başkan, altı da var onun.
Sana bir dakika ayırmak züldür. diyor.
BAŞKAN
Biz birbirimizle beraber olduğumuzda da bu uygulamalardan hep
beraber şikâyet ediyoruz. Bu Meclisteki kavgalar, gürültüler büyük ölçüde,
yerli yersiz laf atmalardan çıkıyor. Kürsüdeki hatibin insicamı
bozuluyor, farkında olmadan o da buna cevap vermek mecburiyetinde
kaldığında sıkıntılar çıkıyor. Bundan
hep beraber şikâyet ediyoruz. Yoksa ben de şunun
farkındayım: Sizinle bu karşılıklı görüşmeyi
yapmak yerine Buyurun Sayın Genç, iki dakika. derdim, şimdiye bu
işi de bitirirdim. Ama bu türlü müsamahaların, toleransların
nasıl bir İç Tüzük ihlali olduğunu, başımıza ne
işler açtığını ve sıkıntılar
yaşadığımızı da hep beraber görüyoruz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız,
sadece bugünün hatırına, doğru olmadığını
bile bile, İç Tüzüke de uygun olmadığını bile bile,
bunun altını 10 defa çiziyorum, bugün müzakereler
alışılmışın ötesinde, Sayın
Arınçın da belirttiği gibi, sizlerin de hakkı teslim
edeceği gibi, hepinize teşekkür ediyorum, çok uygun, olgun, seviyeli
bir tartışma yaptık, onun hatırına bir dakika söz
vereceğim size, yoksa İç Tüzüke uygun değil.
KAMER GENÇ
(Tunceli) İki ama efendim
BAŞKAN
İç Tüzüke uygun değil.
Bakın,
bir daha bu kapıyı açtırmam ben. Oturumu ben yönettiğim
sürece bir daha laf atan adama Sataşma vardır. diye söz vermem.
Buyurun.
Bir dakika
söz hakkı veriyorum. Bir daha siz de oturduğunuz yerden laf
atmayın.
AHMET
AYDIN (Adıyaman) Sataşmada bulunan kendisi zaten. Sataşmaya
cevap veren de kendisi.
6.- Tunceli Milletvekili Kamer Gençin, Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
KAMER GENÇ
(Tunceli) Sayın milletvekilleri, ben altı dönemdir buradayım,
bu Dersim olaylarını dile getirmişim, geçen dönem kanun teklifim
var. Geçen gün de burada araştırma önergesi vardı, ben
çıktım kürsüye, dedim ki: Yiğitliğiniz varsa bu
araştırma önergesini, araştırmayı açalım.
Dersimde hangi olaylar olmuş, kim kimi öldürmüş, kaç tane insan
kesilmiş, kaç tanesi zehirli gazdan ölmüş, çoluk çocuk, kadın
erkek
Bunları söyledim. Bunu reddeden sizsiniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi,
Bülent Arınç burada vaaz veriyor ama doğruları söylemiyor.
Başkan onu koruyor. Bana diyor ki: Kürsüden itildin. Ya, burada senin
İdare Amirin beni itmedi mi?
Arkadaşlar,
bakın, Bülent Arınç doğruları söylemiyor. Ben
söylemişim, Menemendeki Kubilayın başını kesenler
kimlerdir, o da söylesin.
Ben
şimdi tekrar teklif ediyorum: Yiğitliğiniz varsa, şerefiniz
varsa Dersim olaylarını araştıralım, önergemizi kabul
edin, kim ne yapmışsa çıksın. Bunu bir daha dile
getirmeyin.(×) (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Ağzına alma şerefi,
ağzına alma!
KAMER GENÇ
(Devamla) Ya, size doğrusunu söylüyorum.
Dolayısıyla,
bunu araştıralım, sonuç ortaya çıksın.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET
AYDIN (Adıyaman) Sayın Başkanım, şereften
bahsedebilecek bir milletvekili mi?
BAŞKAN
Evet, peki, teşekkür ediyorum.
KAMER
GENÇ (Devamla) Sayın Başkanım, yani bir dakika daha verseniz
Taraflı davranıyorsunuz!
BAŞKAN
Hayır, vermem. Siz gelene kadar, bakın, bu sataşmalar
olmadı, geldiniz sataştınız. Bunu huy hâline getirirseniz
bundan sonra İç Tüzükü uygulama imkânı da yoktur. Yanlış
yapıyoruz, el birliğiyle yanlış yapıyoruz,
sağlıklı bir görüşmeyi de burada engelliyoruz. Bu
doğru bir şey değil.
KÜLTÜR
VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) Sayın
Başkan
BAŞKAN
Sayın Günay, bir talebiniz mi vardı sizin?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL
GÜNAY (İzmir) Evet, efendim.
BAŞKAN
Hangi konuyla ilgili?
KÜLTÜR
VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) Kişisel olarak
biraz önce konuşan
(CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
Peki, buyurun, oturduğunuz yerden lütfen...
EMRE
KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) Sayın Başkan, tutanaklara baksaydınız.
7.- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın, Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
KÜLTÜR
VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; kişisel olarak
konuşan son arkadaşımız, bir yönetmelik
değişikliğiyle ve bir kıyı kenar çizgisi
değişikliğiyle, sanki birtakım çevrelere bir imtiyaz, bir
kayırma yapıldığına ilişkin bir imada bulundu.
Dört
yılı aşkın süredir Kültür ve Turizm
Bakanlığı yapıyorum arkadaşlarımla birlikte.
Benim bilgim, imzam tahtı altında herhangi bir kişinin
hakkın bir başkasına yedirmişsem, hele kamunun
hakkını bir başkasına yedirmişsem bunu
kanıtladıkları takdirde derhâl gereğini yapmaya
hazırım. (CHP sıralarından gürültüler) Ama gelişigüzel
biçimde afaki birtakım iddiaları ileri süren
arkadaşlarımız da bu iddialarını kanıtlamazlarsa
-ağır bir söz söylemek istemiyorum ama- bunların hukuktaki ismi
müfteridir. Onu da buradan ilan etmek istiyorum.
Milletimiz
bugün bu Parlamento görüşmelerini izliyor televizyonlardan. Sayın
Başbakan Yardımcısının Hükûmet adına
yaptığı fevkalade
KAMER
GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, bana süre vermiyorsunuz, bize bir
dakika vermiyorsunuz ama Sayın Bakana
EMRE
KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) Süre bile açmadınız.
KAMER
GENÇ (Tunceli) Böyle şey olmaz ya!
KÜLTÜR
VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir)
mukni ve sakin
konuşmadan sonra böyle gelişigüzel sloganımsı birtakım
iddiaların dile getirilmiş olması gerçekten bir talihsizliktir.
Ama bir kez daha söylüyorum: Kimsenin hakkını kimseye yedirmemek
konusunda sonsuz bir dikkatimiz var. Bunu ileri süren arkadaşlar
belgelerini ortaya koymalıdırlar. Sayın Grup Başkan
Vekilinin söylediği gibi, dokunulmazlığı olmayan
arkadaşlarla ilgili her türlü iddia ileri sürülebilir, bizimle ilgili iddianın bir kanıtı varsa biz
gereğini yaparız ama kimsenin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın İnce, bu, artık, normal yönetim
olmaktan çıkıyor giderek.
MUHARREM İNCE (Yalova) Efendim, bir açıklama
BAŞKAN - Buyurun efendim.
VI.- AÇIKLAMALAR
1.- Yalova Milletvekili Muharrem İncenin, Kültür ve Turizm
Bakanının konuşmasına istinaden, Bakanlıktan bilgi
notları istediğine ve gönderilen bilgileri basın
toplantısında açıklayacağına ilişkin
açıklaması
MUHARREM İNCE (Yalova) Sayın Başkanım, ben
Sayın Bakanın adını anmadım ama Sayın Bakana
şunu tavsiye ediyorum: Sayın Bakanın
Bakanlığından bana gönderilen bilgi notlarını bir kontrol
etsin. Ben bu işleri hiç bilmiyormuş gibi -elimde dosya varken- bilgi
istedim, safça bilgi istedim, onlar da bana bilgileri gönderdiler. Önümüzdeki
günlerde basın toplantısı yapıp
açıklayacağım. Kendisine tavsiyem, Muharrem İnceye
gönderilen bilgi notlarını orada görürse benim söylediklerimin
doğru olduğunu görecektir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) O bilgi
notlarını ben okudum.
MUHARREM İNCE (Yalova) Aynen öyle yani orada
yakınınız olduğunu göreceksiniz. 4 kişi için
yönetmelik, 1i yakınınız, onu göreceksiniz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2012
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/470) (S.Sayısı:87) (Devam)
2.- 2010
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile
Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2010
Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildirimi ve Eki Raporların
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/278, 3/538) (S.Sayısı: 88) (Devam)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 2012 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının oylamalarını yapacağız.
Tasarılar açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını alacağım.
Her iki kanun tasarısının açık oylamasının
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Şimdi, 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma
rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için
öngörülen üç dakikalık süre içinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve
kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, yapılan oylama sonucunu
bilginize sunuyorum:
Kullanılan oy sayısı : 453
Kabul
: 318
Ret : 134
Çekimser :
1(x)
Kâtip Üye Kâtip
Üye
Tanju Özcan
Bayram Özçelik
Bolu Burdur
BAŞKAN - Bu sonuçlara göre, 2012 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu kabul edilmiştir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, 2010 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun
Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 2010 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının açık oylama
sonucunu sizlere arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı |
: |
448 |
|
Kabul |
: |
316 |
|
Ret |
: |
132 |
Kâtip
Üye Tanju
Özcan Bolu |
Kâtip
Üye Bayram
Özçelik Burdur |
Bu durumda, sayın milletvekilleri, Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı da kabul edilmiş bulunmaktadır.
Bütçe ve Kesin Hesap Kanunu Tasarıları, böylece kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını
temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bir teşekkür konuşması yapma talebi var.
Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir
teşekkür konuşması yapacak, kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Arınç. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
VII.- TEBRİK, TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın,
bütçenin kabulü dolayısıyla teşekkür konuşması
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla
selamlıyorum.
2012 bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve değerli
oylarınızla Hükûmetin bütçesi kabul edildi. Bundan dolayı
hepinize müteşekkiriz. Bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. İnşallah, ülkemizde huzuru, refahı
ve mutluluğu artıracak güzel çalışmalarla milletimize
layık oluruz.
Bu dönem içerisinde, konuşmamda da samimiyetle ifade ettiğim
gibi, her türlü eleştirilerinize, yol göstericiliğinize,
dostluğunuza, arkadaşlığınıza
ihtiyacımız var. Muhalefet partilerimizin yapıcı
öngörülerine elbette her zaman saygı duyacağız. Ben bugünkü
konuşmamda bazı konulara temas ettim. Önce kendimi hedefe koyuyorum,
kendimin çok kusurlu ve yanlış işler
yaptığını söyleyerek bir üslup ortaya koymaya
çalıştım, buna samimiyetle inanıyorum ve diliyorum ki
Parlamentomuz, millet iradesinin tecelli ettiği yer, demokrasimizin kalbi
milletimizin arzusu istikametinde güzel işler yapsın. Birbirimize
saygıyı, nezaketi ve zarafeti elden bırakmadan Parlamento
çalışmalarını yürütelim. Bugünün muhalefeti
yarının iktidarıdır. Biz sadece iktidarların
olduğu rejimleri değil, muhalefetin olduğu ve güçlü olduğu
rejimleri demokrasi kabul ediyoruz, buna yürekten inanıyoruz.
Düşüncelerini
Komisyondan bu yana samimiyetle ortaya koyan, fikirlerini ve öngörülerini
bizlerle paylaşan tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Sayın genel başkanlar, grup başkan vekilleri, komisyon
başkanları, Meclisimizin değerli çalışanları ve
her konuda maddi, manevi katkısı olan çok değerli
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
İyi
akşamlar diliyorum. Hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Arınç.
Sayın
milletvekilleri, on dört gündür devam eden yoğun bütçe görüşmelerini
tamamlamış oluyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Bu süreçte gece gündüz demeden bu müzakerelere katkı
sağlayan tüm siyasi parti gruplarına, tüm milletvekillerine, Plan ve
Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine ve sayın
bürokratlara huzurunuzda teşekkür ediyorum. Tekrar, bütçenin
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Sayın
milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için 22 Aralık
2011 Perşembe günü saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 20.54
(x) 87 ve 88 S.Sayılı Basmayazılar ve
Ödenek Cetvelleri 08/12/2012 tarihli 31'inci Birleşim
Tutanağına eklidir.
(×) Bu ifadeye ilişkin açıklama 22/12/2011 tarihli 45inci Birleşim Tutanağının 3üncü sayfasında Geçen Tutanak Hakkında Konuşmalar bölümünde yer almıştır.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.