TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
51inci
Birleşim
12
Ocak 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- İzmir Milletvekili Erdal Aksüngerin,
Türkiyede bilişim sektörünün yaşadığı sorunlara
ilişkin gündem dışı konuşması
2.- Muğla Milletvekili
Mehmet Erdoğanın, Muğla ilinde yoğun
yağışların yol açtığı sel felaketinde zarar
gören vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin
gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlunun cevabı
3.- Bursa Milletvekili
İlhan Demirözün, Bursa ilinde iklimsel nedenlerden ortaya çıkan
zeytindeki zarar ve üreticisinin içinde bulunduğu
sıkıntılara ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, Hükûmetin zeytine kilo başına
destekleme vermesi konusuna ilişkin açıklaması
2.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaşın, Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun
ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri
atfetmesi nedeniyle açıklaması
3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, narenciye üreticilerinin
sorunlarının araştırılması konusunda bir komisyon
kurulmasının uygun olacağına ilişkin
açıklaması
4.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Başkanlık Divanındaki
Kâtip Üyelerin yoklama yapılması sırasında Başkana
yardımcı olmaları gerektiğine ilişkin
açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Muş Milletvekili
Sırrı Sakık ve 21 milletvekilinin, sel felaketlerinin
araştırılması ve sel riski taşıyan alanların
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/100)
2.- Muş Milletvekili
Sırrı Sakık ve 21 milletvekilinin, başta eski
Cumhurbaşkanı Turgut Özalın ölümü olmak üzere bazı
şüpheli ölüm olaylarının ve faili meçhul cinayetlerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/101)
3.- BDP Grubu adına Grup
Başkan Vekili Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın,
JİTEM ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan
faili meçhul cinayetlerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/102)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici ve arkadaşları tarafından,
şeker pancarı tarımı ve pancar üreticilerinin içinde
bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin, Genel
Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
2.- Narenciye üreticilerinin
piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye
ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla verilen Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin, 12/1/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin MHP Grubu önerisi
3.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından, hapishanelerdeki
tutuklu ve hükümlülerin sorunları ile hapishanelerde
yaşamlarını yitiren kişilerin olup
olmadığının saptanması hakkında verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
VIII.- SÖYLEVLER
1.- Kırgızistan
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayevin, Genel Kurula hitaben
konuşması
IX.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair
Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi
Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair
Anlaşmaya Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
2.- Ağrı
Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı: 112)
3.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve
Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve
Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/451) (S. Sayısı: 48)
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile
Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle Mücadele Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/379) (S. Sayısı: 3)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik
İşbirliği Antlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/381) (S. Sayısı: 4)
6.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında
Gümrük Konularında İşbirliği ve
Karşılıklı Yardım Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/412) (S. Sayısı: 5)
7.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/429) (S.
Sayısı: 8)
X.- OYLAMALAR
1.- 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin oylaması
2.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve
Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve
Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının
oylaması
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün
Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük
Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının oylaması
4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik
İşbirliği Antlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının oylaması
XI.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili Zühal
Topcunun, uzman yardımcılığı mülakat
sınavlarına ve bu sınavlara yapılan itirazlara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelikin cevabı (7/1154) (Ek
cevap)
2.- Ankara Milletvekili Sinan
Aydın Aygünün, genel sağlık sigortası kapsamında
alınan muayene ve ilaç ücretlerine ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/1593)
3.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlunun, Bakanlık merkez teşkilatı
birimlerinin hizmet binalarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/1594)
4.- Adana Milletvekili Ali
Halamanın, emekliliğe hak kazananların yaş
sınırı nedeniyle yaşadığı mağduriyete
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelikin cevabı (7/1595)
5.- Manisa Milletvekili Erkan
Akçayın, hayvan kaçakçılığı ve kaçak et
miktarına,
Karkas et ve canlı
hayvan ithaline,
Türkiye Tarım
Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli kapsamında yapılan prim
ödemelerine,
- Kütahya Milletvekili Alim
Işıkın, gıdaların ve gıda kontrol
laboratuvarlarının
denetimine,
- Tokat Milletvekili Orhan
Düzgünün, Erbaadaki fındık üreticilerinin fındık
desteği kapsamına alınmasına,
- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğütün, tarım alanlarının sulanabilmesine yönelik
çalışmalara,
- Balıkesir Milletvekili
Ahmet Duran Bulutun, hayvancılığa verilen desteğin
artırılması ile et ve canlı hayvan ithaline,
- Ankara Milletvekili Mustafa
Erdemin, Angora tavşanı üretimine,
- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlunun, Bakanlık merkez teşkilatı
birimlerinin hizmet binalarına,
İlişkin
soruları ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Ekerin cevabı
(7/1612), (7/1613), (7/1614), (7/1615), (7/1616), (7/1617), (7/1618),
(7/1619), (7/1620)
6.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
Eskişehir ve bazı ilçelerinde asbestin yol açtığı
hastalıklara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağın cevabı (7/1669)
7.- Ankara Milletvekili Zühal
Topcunun, Başbakanlık ve Başbakanlığa bağlı
kurum ve kuruluşlarda çalışan özürlü personel
sayısına,
Başbakanlıkta ve
Başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda özürlü
personel istihdamına,
İlişkin
Başbakandan soruları ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/1558), (7/1718)
8.- Ardahan Milletvekili
Ensar Öğütün, canlı hayvan ve et ithalatının
durdurulmasına,
- Tokat Milletvekili
Reşat Doğrunun, hayvancılık sektörüne ve hayvan
ithalatına,
İlişkin
soruları ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Ekerin cevabı
(7/1733), (7/1734)
9.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükatamanın, KİTlerde çalışan kamu
personelinin yıllık izin kullanımına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/1815)
10.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükatamanın, KPDS puanının geçerlilik süresinin
değiştirilmesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/1816)
11.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükatamanın, YÖK tarafından belirlenen teknik
eğitim programlarının yeniden düzenlenmesine ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/1818)
12.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mesut Dedeoğlunun, Bakanlık merkez teşkilatı
araçları ve lojmanlarının giderlerine ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin
cevabı (7/1820)
13.- Tekirdağ
Milletvekili Candan Yüceerin, eczacıların ve hastaların, ilaç
fiyatlarındaki iskonto oranının farklı uygulanmasından
kaynaklanan mağduriyetine ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/1821)
14.- Gaziantep Milletvekili
Mehmet Şekerin, eczacıların ve hastaların ilaç
fiyatlarındaki iskonto oranının farklı uygulanmasından
kaynaklanan mağduriyetine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı
(7/1904)
15.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygünün, çalışmaya başlayan emeklilerin
yeniden emekli olduklarında maaşlarının düştüğü
iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/1925)
16.- Bursa Milletvekili
Turhan Tayanın, zeytin üreticilerinin desteklenmesine,
- Tekirdağ Milletvekili
Bülent Belenin, usulsüz bir işlem yapıldığı
iddiasına,
- Denizli Milletvekili Adnan
Keskinin, pamuk üreticilerinin sorunlarına,
- Niğde Milletvekili
Doğan Şafakın, Niğde Patates Araştırma Enstitüsü
ile ilgili bazı iddialara ve patates ihracatını artırmaya
yönelik çalışmalara,
- Zonguldak Milletvekili Ali
İhsan Köktürkün, hastalık tehlikesi taşıyan ithal
hayvanlara,
İlişkin soruları ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin cevabı (7/1938), (7/1939), (7/1940),
(7/1941), (7/1942)
17.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, 4/C statüsünde çalışan personelin
özlük haklarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/1989)
18.- Adana Milletvekili Ali
Demirçalının, SGKya aktarılan bütçeye ve denetimine
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelikin cevabı (7/2016)
19.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, Bakanlığın
başta İstanbulda olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem
için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/2017)
20.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, SGK çalışanlarının
sorunlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelikin cevabı (7/2020)
21.- İstanbul
Milletvekili Sedef Küçükün, kamuda ve özel sektörde cinsiyet
eşitliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalara
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelikin cevabı (7/2026)
22.- Iğdır
Milletvekili Pervin Buldanın, İzmir-Karabağlar Polis
Karakolunda bir kadına şiddet uygulanmasına ilişkin sorusu
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağın cevabı (7/2083)
23.- İstanbul
Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, Bakanlığın
başta İstanbulda olmak üzere ülke genelinde olası bir deprem
için aldığı önlemlere ilişkin sorusu ve Avrupa Birliği
Bakanı Egemen Bağışın cevabı (7/2095)
24.- Ankara Milletvekili
Sinan Aydın Aygünün, 2011 yılı dokuz aylık inşaat
sektörü istihdam endeksine ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı
Cevdet Yılmazın cevabı (7/2126)
12 Ocak 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.04
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 51inci Birleşimini açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Türkiyede bilişim sektörünün
yaşadığı sorunlar hakkında söz isteyen İzmir
Milletvekili Erdal Aksüngere aittir.
Buyurunuz Sayın Aksünger. (CHP sıralarından
alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları
1.- İzmir
Milletvekili Erdal Aksüngerin, Türkiyede bilişim sektörünün
yaşadığı sorunlara ilişkin gündem dışı
konuşması
ERDAL
AKSÜNGER (İzmir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye'de bilişim sektörünün sorunlarıyla ilgili gündem
dışı söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bilişimle
ilgili, değerli arkadaşlar, çok önemli bir konuyu dile getirmek
istiyorum. Türkiye'de 1999da başlayan ve 2001de adı
değişen Pardus Projesiyle ilgili size bir iki tane konuda çok ciddi
bilgiler vereceğim, tehditleriyle ilgili konuları size anlatmaya
çalışacağım.
Dünyada
özgür yazılım diye çok önemli bir konu vardır ki bu, ülkelerin
millî işletim sistemlerini filan ortaya çıkaran bir konudur. Bu 1999
yılında da ülkemizde çok ciddi olarak ele
alınmıştır, 2001de de millî işletim sistemi Pardus
diye bir sistem ortaya getirilmek üzere TÜBİTAKta ciddi bir
çalışma başlatılmıştır. Ama bu arada neler
olmuştur, bu Pardus TÜBİTAKta ne hâle gelmiştir onları anlatacağım
size.
TÜBİTAK
2001 yılında bununla ilgili, özel sektörde 20-25 tane
arkadaşı devlet bünyesine alarak millî işletim sistemimizle
ilgili konuda bir adım atmıştır. 2009a gelindiğinde
bu konu çok ciddi bir şekilde dünyadaki tehditlerle birlikte bizim de
yapmamız gereken konuları ortaya döktüğü hâlde mevcut iktidar tarafından
millî bir politikaya dökülememiş bir hâlde şu anda rafa
kaldırılmak üzere bir kenara itilmiştir. Bu yapı, 2001de
başladığında dünyada gelişen en büyük, en ciddi
yükselen on işletim sisteminden birisiydi, gerçekten çok değerli bir
konuydu. Belki de dünyada indirilen işletim siteleri arasında ilk 10a
girmişti ama 2005e geldiğimizde bu iş unutulmaya
başlandı ve konu şu anda rafa kaldırılma
aşamasında duruyor. TÜBİTAKta da bu arkadaşların
çoğu tasfiye edilmiş durumdadır.
Nedir
Pardus? Bugün, ülkemiz Amerikan, İngiliz ve İrlanda, İsrail
yazılımlarının elinde şu anda tehdit hâlinde
durmaktadır. Pardus o gün devreye sokulduğunda ülkenin
kamu kurumlarında, askerî kurumlarında, maliyesinde, millî
eğitiminde kullanılmak üzere devreye sokulmuştu. Ama neden
başarısız olduğunu hiç kimse Ya bu niye
başarısız oldu? diye gündeme getirmedi.
Çok basit bir şey anlatacağım size. Millî Eğitim
Bakanlığının dört yıl önce bütün okullarda uygulanmak
üzere çıkardığı bir proje vardı. Bütün okulları
dijital platforma taşımak istiyordu. İhale sürecinden hemen
önce, çok yakından tanıdığınız Microsoftun dünya
Başkanı Bill Gates apar topar Türkiyeye geldi ve çok acil bir
şekilde Başbakanımızla görüştü. Bu görüşmeden
sonra millî eğitim projesinde yine Amerikan yazılımları kullanılmaya
başlanıldı. İşte o günden sonra Pardus tamamen rafa
kaldırılmak zorunda kalındı.
Peki, neden başarısız oldu bu hikâye? Neden bu
uluslararası yazılımlar ülkemizde böyle ciddi bir şekilde
yer bulabiliyor?
Bunun iki tane nedeni var: Ya ciddi bir baskı altında
birilerine dayatılıyor ya da birileri bu işten nemalanıyor.
Bir Microsoft programıyla ilgili üniversitelere geldiğinde,
bir bireysel kullanıcıya, ev kullanıcısına 100 dolara
bir programı satıyorsa, üniversite ve okullarımıza ya
bedava veriyor ya da 3 dolardan satmaya çalışıyor bunları.
Nedir bunun nedeni? Çocukları hangi programa
alıştırırsanız, ondan sonraki gerçek hayata bununla
birlikte devam etme modunu yaratmaya çalışıyorlar. Bu ciddi bir
tehdittir. Ülkenin güvenliği tamamen bu yazılımlarla birlikte
Amerikan şirketlerine teslim edilmiş durumdadır.
Değerli arkadaşlar, çok önemli bir konu. Bizim ulusal
güvenliğimizden bahsediyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz özgün
yazılımları kullanmaya çalışıyor ama bu, devlet
politikası olmadığı sürece bu işi başarmamız
mümkün değildir. Birinci gündem maddemiz yapmak zorundayız. Bunu
lütfen hepiniz ciddiye alın, bu çok önemli bir konudur. Türkiyede bugün
kullandığınız bütün bilgisayarların, kullandığınız
bütün dijital her türlü veriyi bir yere gönderen cihazların hepsi Amerikan
yazılımları veya İsrail yazılımlarıyla
birlikte bir yerlerde kopya edilir vaziyettedir, bunu unutmayın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Aksünger.
ERDAL AKSÜNGER (Devamla) Sayın Başkan, hepinize çok
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı ikinci söz Muğla ilinde
yoğun yağışların yol açtığı sel
felaketleri hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Mehmet
Erdoğana aittir. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Erdoğan.
2.- Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğanın, Muğla ilinde
yoğun yağışların yol açtığı sel
felaketinde zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin
giderilmesine ilişkin gündem dışı konuşması ve Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlunun cevabı
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Muğla ili ve ilçelerinde 7 Ocak 2012 Cumartesi gününden
bu yana devam eden fırtına, aşırı yağış
ve seller neticesinde oluşan hasarlarla ilgili gündem dışı
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle son günlerde başta Muğla, Antalya ve Denizlide
olmak üzere devam eden fırtına, aşırı
yağışlar ve seller dolayısıyla zarar gören bütün
vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, Yüce
Mevlamdan ülkemizi ve milletimizi her türlü felaketten korumasını
niyaz ediyorum. Ayrıca, bu felaket sırasında özverili bir
şekilde çalışan bütün kamu görevlilerine ve belediyelerimize
şükranlarımı arz ediyorum, kendilerinin başarılı
çalışmalarının devamını diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7 Ocaktan bu yana devam
eden fırtına ve yağışlar sonucunda başta
Köyceğiz ilçemiz olmak üzere Ula ve Bodrum ilçemizde de ciddi zararlar
oluşmuştur. Köyceğiz ilçesinde Kargıcak Deresinin
taşması sonucu ilçe merkezi, Balcılar, Hamitköy,
Döğüşbelen, Çandır köylerimiz ile Toparlar Beldesindeki
üreticilerimiz, vatandaşlarımız ciddi zararlar görmüştür.
Binlerce dönüm narenciye ve nar bahçesi ile birçok sera sular altında
kalmıştır. Ula ilçesi Kıyra, Kavakçalı,
Arıcılar, Yeşilova, Sarayyanı ve Turgut köylerindeki meyve
bahçeleri ve ekili alanlar ciddi zararlar görmüştür. Fethiye ilçemizin
Çaltıözü ve diğer bazı köylerinde meydana gelen su
baskınları sonucu seralarda önemli hasar meydana gelmiştir.
Bölgemizdeki zarar gören arazilerin önemli bir kısmı
tarım sigortası kapsamı dışındadır. Çünkü,
bu afetten zarar gören bölgedeki tarım arazilerinin önemli bir
kısmı 2/B arazileridir. 2/B meselesi çözülmediği için bu
bölgedeki tarım arazileri tarım sigortası kapsamına
alınamamaktadır. Çiftçilerimiz bu arazilerini ecrimisil ödeyerek
kullanmaktalar. Dolayısıyla, vatandaşlarımız bu
felaketten çok daha fazla etkilenmektedir. Bu yıl bu felaket sebebiyle
ürününden para kazanamayacak olan bu üreticilerimiz, hem ecrimisillerini
ödeyecekler hem kredi borçlarını ödeyecekler. Bu çiftçilerimizin
ecrimisil ve kredi borçlarının faizsiz olarak ertelenmesi zaruret
gerektirmektedir. Belediyelerimizin uğramış olduğu
zararların da en kısa zamanda karşılanması, bölgede
yaşayan vatandaşlarımızın belediye hizmetlerini daha
sağlıklı almasını sağlayacaktır.
Bundan sonra böyle bir felaketten bölgemizin daha az zarar görmesi için
Kargıcak Çayı başta olmak üzere tehlike arz eden derelerin ve
çayların ıslah edilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca,
Köyceğizde yaşanan felaketin gelecekte Dalaman ilçemizde de
yaşanmaması için Tersakan Deresinin yarım bırakılan
ıslah çalışmalarının acilen tamamlanması
gerekmektedir.
Yine, bölgemizde zarar gören yolların da bir an önce eski hâline
getirilmesi önemlidir. Ancak alelacele yapılan yol ve köprülerin bir
yağışta bu kadar büyük hasar görmesi de Hükûmetinizce yol ve
köprüler yapılırken gerekli itinanın gösterilmediğinin
açık işaretidir. Özellikle Namnam Çayı üzerindeki bölünmüş
yol için yeni yapılan köprünün bağlantılarının zarar
görmüş olması düşündürücüdür. Her şeyin 2002
yılından sonra yapıldığını dile getirir gibi
açıklamalarda bulunan iktidarın bu örnekte olduğu gibi 2002
yılından önceki köprü olmasaydı Namnam Çayından
geçişi sağlaması mümkün olmayacaktı. Bunu da bu vesileyle
hatırlatmak isterim.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi Muğla ili en uzun
kıyı şeridine sahip olan ilimizdir.
Kıyılarımızda yeni yapılan marinaların ve
barınakların çoğu özel sektör tarafından yapılmakta,
bundan da küçük balıkçılar ve küçük tekne sahipleri
yararlanamamaktadır. Bu konuda da devlet tarafından yeni barınaklar,
limanlar yapılması önem arz etmektedir.
Yine, Türkiyede üretilen çam balının yüzde 90dan
fazlası Muğla ilinde üretilmektedir. Muğlalı
arıcılarımız ülkemizdeki gezginci
arıcılığın en az yarısını gerçekleştirmektedir.
Bu son yağışlarda ilimiz genelinde on binden fazla
arılı kovan zarar görmüştür. Geçimini arıcılıktan
sağlayan üreticilerimizin de mağduriyetlerinin bir an önce
giderilmesi önem arz etmektedir. Doğal afetlerden zarar gören
vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi
konusunda bir kanun çıkartılarak her afet için ayrı ayrı
düzenleme yapılmaya gerek kalmaması önemli bir konudur.
Bu vesileyle bütün hemşehrilerimize tekrar en içten dileklerimle
geçmiş olsun diyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Erdoğan.
Hükûmet adına Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Eroğlu.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
MHP Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğanın,
Muğlada yaşanan yoğun yağışların yol
açtığı sel felaketleri konulu gündem dışı
konuşmasına cevap vermek üzere huzurunuzdayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Şimdi, efendim, öncelikle şunu bir belirteyim: Hakikaten
Muğlada, Edirnede, Antalyada bildiğiniz üzere cuma gününden,
akşamdan başlayan, cumartesi ve pazar günü yoğun şekilde
devam eden yağışlar neticesinde sıkıntı
yaşadık ama tabii, ben oradaki bu bütün vatandaşlarımıza
geçmiş olsun diyorum. Sevindirici yanı şu: Özellikle can
kaybı olmadı. İnşallah, Cenabıallahtan bir daha böyle birtakım afetlerden
ülkemizi, milletimizi korumasını dileyerek sözlerime
başlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, öncelikle şunu belirteyim:
Biz cuma günü -burada da kayıtlar var- 6 Ocak Cuma günü saat 16.36da,
bölgedeki bütün kaymakamlıklara, valiliklere, kurum ve kuruluşlara,
cumartesi sabahtan itibaren başlayarak büyük bir fırtına ve
yoğun, kesif bir yağış olacağını ifade
etmiştik. Gereken tedbirler alındı esasen. Tabii ki bazen
felaketin boyutu büyük olunca insanlar bir noktada aciz kalıyor. Ama ben
şurada şunu ifade etmek istiyorum: Hakikaten o kadar büyük
yağış oldu ki mesela Sayın Vekilimizin ifade ettiği
Köyceğizde metrekareye kırk sekiz saat içinde
Biliyorsunuz, bunu Dalaman için yaptık, gerçekten faydalı
oldu. Sadece bu barajın gövde yüksekliği temelden
Bunun dışında, keza daha önce yapanlara özellikle
teşekkür ediyoruz, geçmişte 1958 yılında yapılan Kemer
Barajı da gerçekten felaketi önlemiştir. Bunu burada özellikle
vurgulamak istiyorum.
Yalnız, bu konuda neler yapıyoruz?
Sayın Vekilim, tabii ki eksik kalan birtakım dere
ıslahları varsa elbette bunları yapacağız ama ben
şunu gururla ifade ediyorum: Hükûmetimiz döneminde, Muğlaya
hakikaten muhteşem yatırımlar yapıldı, siz de
biliyorsunuz. Misal olarak sadece Bakanlığımızdan, sekiz
buçuk yıl zarfında Muğla için, sadece bizim
Bakanlığımız, 865 milyon TLlik yatırım
yapmış. Bakın, Bayır Barajını biz bitirdik,
Eşen sulaması, Akgedik Barajı, bunlar tamamen bitti, işte,
Dalaman Akköprü Barajı. Bodrum Yarımadasında su yoktu, Bodrum
Yarımadasına su vermek için arıtma tesisleri, isale
hatları, depolar, terfi merkezleri, bunların tamamı
yapıldı, hatta açılışı yapıldı.
Ayrıca, Eşen Çayındaki yan derelerin dere ıslahları
keza, Muğla Köyceğiz Toparlar taşkın koruma, Fethiye Göcek
yerleşimleri taşkın koruma işleri, Fethiyede Karadere,
Karaköy ve Kumluova arazileri yan dereleri taşkın koruma dere
ıslahları, Köyceğizde Çandır köyü Değirmen Deresi
taşkın koruma, Marmariste Turgut köyü arazileri Değirmen Deresi
taşkın koruma işleri tamamen tamamlandı. Bunun
dışında, Fethiyede Söğütlüdere, Marmaris ilçe merkezi Akçay
Deresi ve Eşen Çayı yan dereleri ıslahları tamamlandı.
Şu anda devam eden birtakım faaliyetler var, bunları -özetle-
hızla bitireceğiz. Akgedik Barajı sulaması proje
yapımı devam ediyor. Ayrıca, Derince Barajının
temelini atmıştık biliyorsunuz, inşallah onu da çok
kısa zamanda tamamlayacağız.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Sayın Bakan, üreticilerin
mağduriyetleri ne olacak?
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla)
Yani netice olarak ben şunu ifade etmek istiyorum: Burada sizin
söylediğiniz derelerin notunu aldım, eksik kalan derelerin de
tamamı ıslah edilecektir. Zaten talimat verdim. DSİ ekipleri
tamamen oradaydı. Hatta yaklaşık olarak 200 kişi ve çok
sayıda araç gereçle -sayısını da söyleyebilirim- bütün
ekipler oradaydı taşkından itibaren, kontrol altına
aldılar.
İnşallah bir daha böyle felaketler yaşanmaz ama bu konuda
da özellikle belediyelere çok önemli görevler düşmektedir çünkü
belediyeler dere yataklarını işgal etmekte çoğu kere,
yanlış birtakım menfezler ve birtakım geçitler vermektedir.
Dolayısıyla belediyelerimizi de buradan özellikle ikaz ediyorum: Bu
konuda, dere yataklarının kapatılması,
daraltılması yasaktır, Başbakanımızın da
kesin talimatı ve genelgesi var.
Hepimiz özellikle bu taşkınlara karşı
hazırlıklı olmalıyız çünkü küresel iklim
değişikliği sebebiyle yağışlardaki rejim tamamen
değişti. Geçmişte düzenli bir yağış varken belli
aylarda, bakıyoruz, kırk sekiz saatte, Giresunda olduğu gibi, Artvinde,
Edirnede, Marmariste olduğu gibi kısa sürede büyük
yağışlar, büyük sel baskınları olabilmekte.
Dolayısıyla bu konuda gerekli tedbirlerin alınması
şarttır.
Sadece dere ıslahları yetmiyor. Bu konuda, derede
birtakım biriktirme yapıları, barajlar, göletler, ayrıca
erozyon kontrolü için ağaçlandırma çalışmaları, mera
ıslahları, bunu topluca ele alıyoruz. Bu konuda da zaten biz her
yılbaşında mutlaka bir değerlendirme yapıyoruz.
İnşallah sizlerin de talep ettiği Muğlayla ilgili dere
ıslahlarını bizzat yakından takip edeceğim. Cenabıallah bir daha böyle afetler
bizlere göstermesin.
Ben bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Eroğlu.
Gündem dışı üçüncü
söz, Bursa ilinde iklimsel nedenlerden ortaya çıkan zeytindeki
zarar ve üreticisinin içinde bulunduğu sıkıntılar
hakkında söz isteyen Bursa Milletvekili İlhan Demiröze aittir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Demiröz.
3.- Bursa Milletvekili İlhan Demirözün, Bursa ilinde iklimsel
nedenlerden ortaya çıkan zeytindeki zarar ve üreticisinin içinde
bulunduğu sıkıntılara ilişkin gündem
dışı konuşması
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri ve televizyon başında bizleri izleyen
vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Barışın, bereketin, sağlığın ve ölümsüzlüğün
simgesi kutsal ağaç zeytin altı
bin yıldır insanlığın hizmetinde. Dünyanın
dar bir bölgesinde yetişmektedir. Ülkemiz zeytinin yetişebildiği
şanslı ülkelerden birisidir. Zeytincilik Türkiyede
yaklaşık 500 bin ailenin geçim kaynağı, işlenen tarım
arazilerinin yüzde 3,5unu oluşturan bir sektördür. Zeytin üretimi tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlıklı beslenmede,
istihdam sağlanmasında ve diğer sanayi kollarına pazar yaratımında
yüksek katma değeriyle önem arz etmektedir. Doğrudan ve dolaylı
olarak 10 milyon kişinin geçimini sağlamada tarımsal ve
sosyoekonomik yönden önemlidir.
Değerli milletvekilleri, Bursaya gelmek istiyorum.
Bursamızda 10 milyonun üzerinde zeytin ağacı bulunmaktadır.
Türkiyede dikili 10 zeytin ağacından 1isi Bursadadır.
Bursada zeytin üretim rekoltesi 2011, 2012 yıllarında 160 bin ton
civarında gerçekleşmiştir ancak Bursada zeytin üreticisi zor
durumdadır. Rekoltenin yüksek olması sevindirici ancak bu yıl
zeytin hasadı gecikmiştir. Bursada Kasım 2011de gece ve gündüz
ısı farklarından kaynaklanan ısı değişimi ve
tepelerdeki kar yağışı zeytinde kalite ve kilo
kaybına neden olmuştu. Bu kalite ve kilo kaybı ilçe tarım
müdürlüklerince de tespit edilmiştir. Bursada yüzde 70 kalite kaybı,
yüzde 30 kilo kaybı gerçekleşmiştir.
Değerli
arkadaşlar, bu nedenle, Marmarabirlikin açıklamış
olduğu başfiyattan hareketle
Seslenmek
istediğim, dikkatini çekmek istediğim kurum Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığıdır. Sayın Bakan ve
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı ve üyeleriyle
yaptığımız görüşmeler ışığı
altında seslenmek istiyorum: Sayın Bakan, sofralık zeytine prim desteği
verecek misiniz? 23üncü Dönem milletvekillerinin araştırma önergesi
neticesinde hazırladığı araştırma komisyonu
raporunda önerdiği sofralık zeytine destek verilmesini uygulamamaya
kararlı mısınız? Zeytinyağına verilen
desteği sofralık zeytinden neden esirgiyorsunuz?
İki:
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Biz
havza bazında destek veriyoruz. diyeceklerse, Bursanın da içinde
bulunduğu Güney Marmara havzasında zeytin desteklenmeyecekse ne
desteklenecek? Bu bölgede buğday ve pamuğun desteklenmesinin
anlamının ne olduğunu bilmek istiyoruz.
Üç: Geçici
çözüm olarak afet kapsamına alarak, sofralık zeytinini kaybeden ve
yağlığa veren zeytin üreticisinin zarar ve ziyanlarını
ödemeyi düşünmez misiniz?
2010
yılında çiçek dönemindeki olan zarar
karşılığı ödemelerin tümünü bugünkü tarih
itibarıyla yapmamanıza rağmen afet kapsamına almanız,
inanın, üreticiyi sevindirecektir.
Zeytin
üreticilerinin uğradığı mağduriyeti göz önüne alarak Ziraat Bankası, Halk Bankası ve tarım kredi
kooperatiflerine olan borçların ertelenme
çalışmalarını başlattığınızı
ifade etmenize rağmen hâlâ kesin bir sonuç alınmamıştır.
Üreticiler hızla geçen süreçle ilgili kesin neticeyi bekliyorlar.
Hava koşullarına bağlı olarak oluşacak don,
kalite ve kilo kaybının tarım sigortaları kapsamına
alınması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sayın Bakan, 2006 yılında yasalaşan Tarım
Kanununa göre 2007-2011 yılları arasında çiftçiye 20 milyar TL
borcunuz var, Bursa zeytin üreticisine bu borcunuzdan
karşılamanız mümkün değil mi?
Saygılarımla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Demiröz.
Sayın Bulut
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Sayın Başkanım,
yerimden bir soru soracağım Sayın Bakana.
BAŞKAN Buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, Hükûmetin zeytine
kilo başına destekleme vermesi konusuna ilişkin
açıklaması
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Efendim, konu zeytin iken zeytin
üreticisi Balıkesir bölgesinde de hayli çoğunlukta. Hükûmet
ayçiçeğine destekleme vermekte, zeytinde ise zeytinyağına
destekleme vermektedir. Desteklemeyi zeytine kilo başına vermesi
konusunda bir çalışması olur mu Sayın
Bakanlığının?
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
Gündeme geçiyoruz sayın milletvekilleri.
Başkanlığa Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç
önerge vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 21
milletvekilinin, sel felaketlerinin araştırılması ve sel
riski taşıyan alanların belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/100)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye'de meydana gelen sel felaketlerinin etkilerini minimize etmek,
yaşanan kayıp ve ölümlerin önüne geçmek amacıyla sel riski
taşıyan alanların saptanması ve yerleşim alanlarıyla
ekonomik faaliyet alanlarının buna göre seçilmesi için gerekli
inceleme ve araştırmaların yapılması hususunda
Anayasa'nın 98 inci ve İç Tüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz. 13.10.2011
Gerekçe:
Türkiye'de çok sık görülen doğal felaketlerin
başında sel olayları gelmektedir. Önemli can ve mal kaybına
neden olan ve değişik nedenlerle oluşan sel, Türkiye'nin
hızla değişen ve gelişen sosyal, ekonomik yapısı
içinde daha da etkili olmakta, büyük ekonomik kayıpların ve
acıların yaşandığı bir afete dönüşmektedir.
Türkiye'de görülen doğal afetler içinde sel, depremden sonra en
büyük can ve mal kayıplarının görüldüğü olaydır. Her
yıl bu afetten kaynaklanan ekonomik kaybın 160 trilyon Türk
Lirası civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Son olarak
birkaç gün önce Antalya'da görülen sel felaketinde, 6
vatandaşımız hayatını kaybetmiş, birçok köprü,
yol ve ev büyük hasarlara uğramıştır. Meteoroloji Bölgesel
Tahmin Merkezi yetkililerinden edinilen bilgiye göre, 24 saatte metrekareye
düşen yağış miktarı 300 kilogramı bulmuş,
rüzgarın saatteki hızı ise zaman zaman 80 kilometreye kadar
ulaşmıştır. Bu da ne kadar vahim bir olayla karşı
karşıya kaldığımızı açıkça
göstermektedir.
Sel
felaketini önleme ve kaza zararlarından korunma
çalışmalarına baktığımızda, meydana gelen
ölümlerin yanında ekonomik kayıplar açısından da olumlu bir
tablo çizmek mümkün değildir. Türkiye'nin hızlı ve çarpık
bir biçimde artan nüfusunu da göz önüne alacak olursak sel felaketlerinden
kaçışımızın olmadığını açıkça
görebiliriz. Çünkü, hızlı nüfus artışı,
sağlıksız kentleşmeyi de beraberinde getirmektedir, bu
yerleşim alanlarında yeni yollar açılmakta, kurulan
işletmelerle arazi yapısı değişmekte, ormanlar ve
meralar tahrip edilmektedir. Böylelikle felakete davetiye
çıkarılmaktadır.
Türkiye'de
arazi kullanımı yönünden bakıldığında, ilk
çağlardan günümüze kadar, başta ormanlar olmak üzere, doğal
bitki örtüsünün büyük bir bölümü yok edilmiştir. Bitki örtüsü tahrip
edilen alanlarda, eğim ve erozyon nedeniyle tarım yapılamaz hale
geldiğinden, bitki yönünden de fakirleşen yamaçlar, sel
oluşumunu hızlandıran bir etken haline gelmiştir.
Sel
felaketlerinden dolayı oluşabilecek olası can ve mal
kayıplarının önüne geçmek için Türkiye'nin
ayrıntılı bir şekilde sel haritasının
çıkarılması, sel ihtimalinin yüksek olduğu bölgelerin
tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için Meclis
Araştırma Komisyonu kurulması gerekmektedir.
1) Sırrı Sakık (Muş)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Halil Aksoy (Ağrı)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Ayla Akat Ata (Batman)
7) İdris Baluken (Bingöl)
8) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9) Emine Ayna (Diyarbakır)
10) Nursel
Aydoğan (Diyarbakır)
11) Altan
Tan (Diyarbakır)
12) Adil
Kurt (Hakkâri)
13) Esat
Canan (Hakkâri)
14)
Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15)
Sebahat Tuncel (İstanbul)
16)
Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol
Dora (Mardin)
18)
Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir
Çelik (Muş)
20)
İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi
Gür (Van)
22) Özdal
Üçer (Van)
2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 21
milletvekilinin, başta eski Cumhurbaşkanı Turgut Özalın
ölümü olmak üzere bazı şüpheli ölüm olaylarının ve faili
meçhul cinayetlerin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/101)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kürt sorununun çözümü konusunda önemli girişimlerde bulunan 8.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın yanı sıra Eski Maliye
Bakanı dönemin İstanbul Milletvekili Adnan Kahveci ve eski Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümü ve
peş peşe yaşanan bu ölümler arasındaki
bağlantının bütün yönleriyle araştırılıp,
aydınlatılması amacıyla Anayasa'nın 98'inci, TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
13.10.2011
Gerekçe:
1993 yılı hafızalarımızda kara bir yıl
olarak kalmaya devam etmektedir. Kürt sorununun çözülmeye
çalışıldığı ve başta dönemin
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın bu konudaki çabalarının
filizlenmeye başladığı bu dönemde adına şüpheli
ölümler diyebileceğimiz üç olay gerçekleşmiştir. Şüpheli
ölümler zincirinin ilk halkası 17 Ocak 1993 yılında
gerçekleşmiş, dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral
Eşref Bitlis uçağının düşmesi sonucu
hayatını kaybetmiştir. Birkaç gün sonra, dönemin İstanbul
Milletvekili Adnan Kahveci de eşi ve çocuklarıyla 5 Şubat 1993
yılında geçirmiş oldukları bir trafik kazasında
hayatlarını kaybetmişlerdir. Ölümlere son olarak dönemin
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993 yılında
aniden kalbinden rahatsızlanarak hayatını kaybetmesi
eklenmiştir.
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal Kürt sorununun çözümü konusunda
önemli girişimlerde bulunmuş, 1992 yılında
Başdanışmanı Kaya Toperi ve Başyaveri Albay Arslan
Güner'i bu hususta bir rapor hazırlatarak, bu raporu MGK gündemine
getirmiştir. Sorunla yüzleşilmesi gerektiğini ve askerî
yöntemlerle sorunun üstesinden gelinemeyeceğini belirtmiştir.
Aynı dönemde Adnan Kahveci ve Eşref Bitlis tarafından 8. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'a iki ayrı rapor daha sunulmuş, Kahveci'nin raporunda;
"Kürt sorunu artık siyasal yaşamı kilitleyen kriz hâline
dönüşmüştür. Krizden çıkabilmek için Kürt Kimliği ve dili hızla
kabul edilip siyasal alanda temsil olanağı
sağlanmalıdır" demiştir. Bitlis ise raporunda
çatışmalardan rant elde eden 28 devlet görevlisinin ismini
bildirmiş ve bu isimlerin kademeli olarak bölgeden
uzaklaştırıldığını beyan etmiştir.
Bunun üzerine Özal, Kahveci Ve Bitlis'ten yeni bir ortak rapor
hazırlamalarını istemiştir. 1992 Aralık ayında
her ikisi buluşmuş ve yeni bir rapor hazırlamaya
başlamışlardır. Raporda Adnan Kahveci, işin siyasi ve
ekonomik yönü, Eşref Bitlis ise güvenlik boyutu üzerinde çalışılması,
kültürel ve sosyal yönü üzerinde de Turgut Özal'a danışılması
ve raporun 3-5 ay içerisinde bitirilmesi kararı
alınmıştır. Fakat raporun tamamlanmasına ömürleri
yetmemiş, 2 ay içerisinde ilk önce Eşref Bitlis, daha sonra Adnan
Kahveci şüpheli sayılabilecek bir şekilde hayatlarını
kaybetmişlerdir. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'da
hayatını kaybedince rapor devlet arşivlerinde yer
almamıştır.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ailesinin
beyanlarına göre, bütün ısrarlara rağmen otopsi
yapılmamış, ABD'ye gönderilen saç telinde yapılan
incelemede zehirlendiğine ilişkin bulgulara rastlanmış, saç
ve kan örneklerinin incelenmesi için Hacettepe Hastanesine başvuru
yapılmış, hastanenin bir hemşirenin kan örneklerinin
bulunduğu tüpü düşürerek kırdığı söylenerek
geçiştirilmiştir. Tüm anlatılanlar doğrultusunda
tıpkı iki kaza gibi merhum Turgut Özal'ın ölümünde de büyük
şüpheler olduğu aşikârdır. Kürt sorununda yaşanan bu
çatışmalı süreçte meydana gelen bu şüpheli ölümler
aydınlatılması gereken olgular olarak Türkiye'nin önünde
durmaktadır. Adına suikast de diyebileceğimiz bu olayların
araştırılması ve aydınlatılması için bir
Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasının gerekliliğine
inanmaktayız.
1- Sırrı Sakık (Muş)
2- Pervin Buldan (Iğdır)
3- Hasip Kaplan (Şırnak)
4- Murat Bozlak (Adana)
5- Halil Aksoy (Ağrı)
6- Ayla Akat Ata (Batman)
7- İdris Baluken (Bingöl)
8- Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9- Emine Ayna (Diyarbakır)
10- Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11- Altan Tan (Diyarbakır)
12- Adil Kurt (Hakkâri)
13- Esat Canan (Hakkâri)
14- Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15- Sebahat Tuncel (İstanbul)
16- Mülkiye Birtane (Kars)
17- Erol Dora (Mardin)
18- Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19- Demir Çelik (Muş)
20- İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21- Nazmi Gür (Van)
22- Özdal Üçer (Van)
3.- BDP Grubu adına Grup Başkan Vekili Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplanın, JİTEM ve Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde yaşanan faili meçhul cinayetlerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/102)
13/10/2011
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
JİTEM ve Doğu/Güneydoğu bölgesinde yaşanan faili
meçhul cinayetler/kayıplar konusunda, politikaların ve
uygulamaların araştırılması; bu konuda gerekli
çalışmaların yapılması için Anayasanın 98'nci,
İçtüzük'ün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması için gereğini arz ve talep ederiz.
Hasip
Kaplan
Grup
Başkan Vekili
Gerekçe:
Susurluk raporunda belirtildiği üzere, özel timlerin sevk ve
idaresini koordine etmek için Jandarma içinde JİTEM diye,
adlandırılan bir grubun faaliyete geçirildiği görülmüştür.
Mahalli jandarmanın da bilgisi dışında, OHAL zamanında
bölgede önemli etkili çalışmalar yapmıştır.
Silopi ilçesinde görev yapan Binbaşı A. Cem Ersever
tarafından kurulan, bünyesinde yer alan asker ve sivil kişiler,
korucular, itirafçılar, ajanlarca birçok yasadışı faaliyeti
gözlenen JİTEM'in varlığı inkar edilse de,
kaldırıldığı, tasfiye edildiği, personelinin
başka birimlere dağıtıldığı söylense de
halen varlığını ve etkisini sürdürdüğü görülmektedir.
Bu kesimlerin kırsal alanda yetkili, etkili ve serbestçe hareket
edebilmeleri, giderek görev dışına çıkmaları ve
içlerinde suç işleyenlerin hoşgörü ile karşılanmaları
ve korunmaları karşısında, faaliyetlerinin araştırma
konusu yapılması zarureti ortaya çıkmaktadır.
Bu uygulamaların bir sonucu olarak çatışmalı sürecin
tırmanmasından dolayı Kürt sorunu çözülememiş, aksine sorun
daha da ağırlaşmıştır. Geçen zaman diliminde
Türkiye'nin milyarlarca lira ekonomik kaybına ve 40 bin insanın
ölümüne sebep olmuştur.
Geriye dönüşü mümkün olmayan insan kayıpları binlerce
ailenin yüreğini dağlamış, ocakları söndürmüştür.
Bu kayıpların en acılı olanı da faili meçhul bir
şekilde işlenen cinayetlerde öldürülen kişilerin cesetlerinin
dahi ailelerine verilmemesidir.
1990 yılından beri işlenen siyasi cinayetlerin failleri
ya bulunmamış veya yargılanmamıştır. Belirli
dönemlerde cinayetlere karışanların verdiği ifadelerde
adı geçen sorumlular hakkında ise adil yargılama
gerçekleştirilmemiş, Susurluk davası ile başlayan
yargılama süreci sonuçlandırılamamıştır. Açılan
pek çok dava ya "takipsizlik", ya da "zaman
aşımıyla sonuçlanmıştır. Söz konusu kimi
kayıplar hakkında AHİM'e yapılan başvurular sonucu;
tanık ve bulgu araştırmalı yargılamalar
yapılmış Türkiye birçok davada "yaşam hakkı
ihlali" nedeniyle mahkûm edilmiştir.
Susurluk, Şemdinli olayları ile başlatılan
soruşturma süreci Ergenekon soruşturması ile yeni bir boyut
kazanmıştır. Tüm bu soruşturma süreçlerinde yargılanan
kişilerin söz konusu faili meçhul cinayetlerden de sorumlu oldukları
konusunda itirafçıların önemli beyanları olmuş,
savcılıklarca yapılan araştırmalar sonucu da
doğrulanmıştır.
Silopi ilçe idari sınırları içinde yer alan BOTAŞ
tesislerinde JİTEM adlı yapı tarafından 1990'lı
yıllarda öldürülen pek çok kişinin asitle yakıldıktan sonra
gömüldüğü beyan edilmiştir. Beyanlarda;
"...JİTEMCİ'lerin kullandığı mekânlar
buralardı, net adres olarak, Habur sınır kapısına
giderken Mardin'in eski ilçesi Cizre'den sınıra yakın yerde solda
karşına bir tesis çıkar, askerler koruyordur. "Orayı
kazarsan çok ceset çıkar" denmektedir.
Nitekim anılan yer ile ilgili
gerek JİTEM kurucusu Ahmet Cem Ersever, gerekse yine o dönemde bölgede
faili meçhul cinayetlere karışan itirafçı, Abdulkadir
Aygan'ın ifadelerinde aynı şekilde BOTAŞ tesisleri adres
olarak gösterilmiştir.
25 Ocak 2001 tarihinde HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar
Tanış ile yardımcısı Ebubekir Deniz, jandarma
tarafından gözaltına alınmış, kaybettirilmiş,
dava AİHM'e yansımış ve Türkiye mahkûm olmuştur.
Bilindiği üzere bölgede 1990'lı yıllarda binlerce faili
meçhul cinayet işlenmiş, yapılan araştırma ve
soruşturmalar neticesinde faili meçhul cinayetlere kurban giden çoğu
insanın cesedine ulaşılmıştır. Ancak bu
cinayetler aydınlatılmadığı gibi başlatılan
soruşturmalar da her nedense derinleştirilememiştir.
Şırnak Barosu 01.12.2008 tarihinde Silopi Cumhuriyet
Savcılığı'na başvurarak iddiaların
araştırılmasını istemiştir.
JİTEM'in varlığı uygulamaları, yaşanan
faili meçhul cinayetler, daha sonra kendi mensuplarının infazına
kadar yaşanan sır ölümler, ortada kamu yararından çok, kamu
zararının olduğunu göstermektedir. Bu nedenle meclis
araştırma komisyonu kurularak, araştırma
yapılması hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti olmanın
zorunlu bir gereğidir.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler, gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu
maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup işleme
alacağım ve daha sonra oylarınıza sunacağım:
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve
arkadaşları tarafından, şeker pancarı tarımı
ve pancar üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi
12.01.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 12.01.2012 Perşembe günü (Bugün)
yaptığı toplantısında, siyasi parti grupları
arasında oy birliği sağlanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurul'un onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Pervin
Buldan
Iğdır
Grup
Başkanvekili
Öneri:
25 Ekim 2011 tarihinde, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim
Binici ve arkadaşları tarafından (115 sıra nolu),
Şeker Pancarı tarımı ve pancar üreticilerinin içinde
bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Meclis Araştırma Önergesinin,
Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 12.01.2012 Perşembe günlü birleşiminde sunuşlarda
okunması ve görüşmelerin aynı tarihli birleşiminde
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Önerinin lehine Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Değerli milletvekilleri, sabah Şeker-İş
Sendikasının bu konuda düzenlediği sempozyumdaydık, bütün
parti temsilcileri de oradaydı, iktidar partisi dâhil. Ve Türkiyede
şu an, tartışılan, şeker fabrikalarının
durumu, pancar üreticisinin durumu, yine, tarım iş gücü
açısından doğacak sıkıntılar, işçilerin
durumu, özelleştirme sonrası ve en önemlisi de özelleştirilecek
olan şeker fabrikalarından 31 tanesinden 25 tanesinin
kapatılacak olması; 25 fabrika ve bunların hepsi kâr eden durumda
olan fabrikalar. En son, Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir,
Turhal ve Yozgat fabrikaları da 11 Eylülde satışa
çıkarılmıştı biliyorsunuz. Yine, kâr oranlarına
baktığınız zaman, 3-4 milyar civarında bir bilançoyu
görüyoruz.
Burada, üniversitelerimizin, akademilerimizin yaptığı
çalışmalar var. Şeker konusunda, özellikle ülkemizde
nişasta bazlı şekerin durumu, NBŞ olarak kısaca
adlandırılan nişasta bazlı şekerin payının
yüzde 15e çıkarılması bir vahamet olayıdır -tek
kelimeyle- çünkü Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 2
civarındadır, yüzde 2 civarında. Örneğin, Fransada yüzde
yarım, Almanyada yüzde 1in altında. Yine, biliyorsunuz
genetiği değiştirilmiş organizmalı, GDOlu
mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker söz konusu
özellikle. Bunun yanında, bir de yüksek yoğunluklu
tatlandırıcı dediğimiz olay var, bu da yabancı
şirketlerin iştahını kabartan çok önemli bir konu olarak
önümüze çıkıyor ve en önemlisi de baktığımız
zaman bütün bu verilere, eğer ülkemizde tarım endüstrisini
düşünüyorsak, ülkemizde pancar üreticisinin durumunu düşünüyorsak,
işçilerimizin geleceğini düşünüyorsak bu kâr eden
kuruluşların özelleştirilerek 25inin, 25 fabrikanın
kapatılmasının coğrafyasına bir bakmakta yarar var.
Van depreminin vurduğu Ercişte şeker fabrikasını
kapatmak zulümdür arkadaşlar. Ercişteki şeker fabrikası
da, hemen yanı başında Muş, Ağrı, Erzincan,
Erzurum yine Karadenize doğru geldiğimiz zaman, iç kesimlerde
özellikle Kastamonu, yine iç kesimlerde Kırşehir, Elâzığ,
Malatya, Turhal, Yozgat, Çorum, Çarşamba genellikle iş gücünün,
işsizliğin çok olduğu yerler buralar, tarıma dayalı
bir ekonominin olduğu yerler buralar ve doğu bölgesi, 4üncü
teşvik bölgesi olarak gösterilse de yüzde 50sinden fazlasının
yeşil kartlı olduğu yöreler buralar ve daha önce tütün
fabrikaları, Tekel özelleştirmesi nedeniyle
kapatılmış, sonra süt endüstrisi kurumları
kapatılmış, özelleştirilmiş, arkasından et ve
balık kurumları kapatılmış, şimdi de bu
şeker fabrikalarının kapatılması gündeme geliyor. Bu
öyle yabana atılacak bir konu değil. Bugün sempozyumda dikkat ettim,
sendikacılar, Türk-İşten olsun, oraya gelen akademisyenler,
oraya gelen bütün uzmanlar bu felakete dikkat çekiyorlardı ve bunun
tartışmaları konuşuluyor. Bu şeker
fabrikalarının 25ini kapatmak sadece ülke ekonomisine, tarım
endüstrisine vurulmuş bir darbe olmayacak. Çünkü pancarın zaten
kotayla önünü kesiyorsunuz, üreticiyi mağdur ediyordunuz. Şimdi de
bunları kapatarak Trakyadaki Alpullu fabrikasından tutun da Eskişehir
fabrikalarına kadar, Malatyaya kadar, bütün bu alanlardaki binlerce
nakliyeci ailesini, pancar üreticisini perişan edeceksiniz.
Bu arada şunu ifade edeyim: Erciş, Muş, Van kesiminde bu
yıl çok yoğun bir kış geçmesi nedeniyle pancar üreticisi
ürününü topraktan alamadı, yani ürün toprakta kaldı. Bütün bunun
üzerine, bu tür durumlarda zaten hükûmetlerin görevleri de bunlar konusunda
önlem almaktır.
Şimdi, IMFnin Türkiye ekonomisine müdahale ettiği 2000
yılında verilen niyet mektubuna bakıyoruz, diyor ki:
Özelleştirme gündemine Türkşekeri, şeker
fabrikalarını alın. Hâlâ IMFnin talimatları
uygulanıyor bu ülkede. Hani IMFye borcumuz bitmişti, artık IMF
buraya buyruk vermiyordu, Türkiyeyi yönetmiyordu? Bakın, IMFnin 2000
yılı talimatını AK PARTİ İktidarı hâlâ devam
ettiriyor. Etti on sene
Şimdi Danıştayın verdiği iptal
kararlarının üzerinde durmayacağım ama şunu çok
açık söylemek gerekiyor: Dünyada insan sağlığı
açısından tartışmaları devam eden NBŞ lobisine
karşı, pancardan üretilen şekerin şeker
fabrikalarını ve Türkiye'nin geleceğini,
çıkarlarını korumak her partinin görevidir. Bu olaya partiler
üstü bakmak zorundayız arkadaşlar. Partiler üstü
baktığımız takdirde bu sorunun çözümüne katkı
sunabiliriz. Bunun için bugün iki-üç gün sürecek bir sempozyum
yapılıyor Ankarada, Meclise de düşen bir görev var, Meclisin de
bunu araştırması gerekiyor. Burasını, bu 25 şeker
fabrikasını kapatmak ne getirecek, ne götürecek? Pancar üretimi ne
olacak? Kotalar ne olacak? Nakliyeciler ne olacak? İşçilerin durumu
ne olacak? Bütün bunları Meclisin bir araştırması
gerekiyor.
Görev önümüzde yani öyle zübük siyasetinin de önü kapandı
arkadaşlar. Zübükzadelerin siyaset yaptığı o ucuz dönemi
21inci yüzyılda sürdürmenin artık imkânı yok. Biliyorsunuz
zübük siyasetinde zübükzade siyasetçi tipi vardı; gayet kolay inanç
ticareti yapar, arkasından da inanç ticaretinin ötesine bir de Vatan,
millet, Sakarya! ticaretini ekleyip zübükzadeler türerdi. Şimdi, bu
yakın zamana kadar bu Türk filmleri oynadı, Türk siyasetinin buna
artık son vermesi gerekiyor. Türkiyedeki her siyasetçinin kimliği,
inancı, düşüncesi ne olursa olsun bu yüzyılda zübükzade
siyasetini hele hele Mecliste sürdürmesinin hiçbir anlamı yok. Varsa
ülkenin ortak çıkarları, gelinir onun üzerinde konuşulur. Bu Meclis
kürsüsünde, bu Mecliste artık hakaret, aşağılama, tahkir
milletin iradesiyle seçilmiş üyelerine yönelik en üst düzeylerde
açıkça yapılıyorsa, kirleniyorsa siyaset ve Meclis canlı
yayınında bunlar yaşanıyorsa, ülkenin gerçek sorunlarını
konuşamaz duruma düşüyorsa Meclis, bir yanlışlık var
demek.
Bakın, sendikalar Polonyaya gitmiş, aynı şeker
fabrikalarının durumunu orada da incelemişler. Orada bir çözüm
bulmuş Polonya, demiş ki: Fabrikaları özelleştirmeyelim,
kapatmayalım, verelim, pancar üreticisine verelim, işçilere verelim.
Sahibi var, üreten var yani üretenler var, emeğiyle bunu,
pancarı şekere dönüştürenler var, Türkiyenin istikbaline çok
büyük katma değer sağlayanlar var. O zaman, Türkiyenin hemen hemen
doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine kadar yüzde 80
topraklarında yetişen pancar ürünü eğer GAP projesiyle
birleşirse ki yüzde 17 oranında hâlâ sulama yapılıyor
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
HASİP KAPLAN (Devamla) Bu araştırma önergesinin
hepimizi ilgilendirdiğini düşünüyor, kabulünü diliyorum
arkadaşlarım.
BAŞKAN Önerinin aleyhinde, Kayseri Milletvekili Yaşar
Karayel.
Buyurunuz Sayın Karayel. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Barış ve Demokrasi Partisinin şeker pancarı ve pancar
üreticilerinin içinde bulundukları durumun incelenmesiyle ilgili
vermiş olduğu grup önerisinin aleyhinde grup adına söz
almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, Barış ve Demokrasi
Partimizin buraya, gündeme getirmiş olduğu bu konu, daha önce
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da aynı konuyla ilgili bir
araştırma önergesi verilmiş ve bu Meclis tarafından -bu
sorunlarla ilgili detayların hepsi- bu Mecliste tekrar ele
alınmış ve görüşülmüştü.
Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizde şeker üretimi yapan
fabrikalarımıza baktığımızda, bunun 25 adedi
kamuda, 8 adedi özelleştirilmiş, bir kısmı da şu anda
özelleştirme neticesine bağlanmak durumunda, 6 adedi de nişasta
bazlı üretim yapan tesislerde üretilmektedir.
Pancar üretimi, ülkemiz için vazgeçilmez tarım ürünlerimizden
olduğu da hepimizin bildiği bir gerçektir. Pancar üretimiyle
uğraşmak zor ve meşakkatli bir iştir. Bununla
uğraşan ve üreten, ülke ekonomisine katkı sağlayan 200 bin
civarında pancar ekicilerine ve bu ekicilerin ailelerine buradan
teşekkür etmek istiyorum.
Ülkemizde yıllara sâri olarak pancar üretimiyle uğraşan
çiftçi sayısı 1997 yılında 450 bin civarına, 2000
yılında 411 bin, 2005 yılında 347 bin, 2009
yılında ise bu 188 bin civarına inmiş bulunmaktadır.
Ekici sayısı düşmüş olmasına rağmen pancar
üretimi kesinlikle artmıştır. Ekilen alanlara
baktığımızda da toplam ekili alanlarımız 328 bin
hektar civarındadır. Şeker pancarı ülke ekonomimize 3
milyar dolarlık bir katma değer sağlamaya devam etmektedir.
Dünyada her yıl 140-150 milyon ton civarında şeker
üretilmekte olup bunun hâlihazırda beşte 1i pancardan, kalan
kısmı da kamıştan elde edilmektedir.
Uluslararası piyasalarda dış ticarete konu olan
şeker miktarı 50 milyon ton civarındadır.
Kamışın tropikal bir bölgede yetişmesi bakımından
dört-beş yılda bir ekilmesi, yılda 1 kez değil 4-5 kez
hasat edilmesi şeker pancarına göre kamışa bir üstünlük
sağlamaktadır.
Kamış şekeriyle dünya piyasalarında rekabet etme
şansı gerçekten çok düşüktür. Kamış şekeri,
maliyetlerinin çok düşük olması yanında dünya şeker borsa
fiyatlarını da belirleyici durumundadır.
Şeker, dünya borsa fiyatları en değişken ürünlerden
biri olup hatta gün içerisinde yüzde 10lara varan bir dalgalanma da
gözlenmektedir. Henüz geride bıraktığımız 2010 ve 2011
dönemlerinde dünya şeker üretimi en düşük seviyelerde
bulunmasına rağmen fiyatlarda çok fazla gerileme olmamıştır.
Şu anda 650-700 ton/dolar civarında seyretmektedir.
Ülkemiz, dünya pancar şekeri üretiminde yüzde 8 civarındaki
payla Avrupa Birliği, Amerika ve Rusyanın arkasından 4üncü
sırada yer almaktadır.
Gıda güvenliğinin dünya genelinde giderek kritik bir konu
hâline geldiği son yıllarda, şekeri pancardan üretenler
başta olmak üzere, ithalat iç fiyatlardan daha ucuza olsa bile, iç
taleplerini yerli üretimle karşılama yoluna gitmektedirler.
2001 yılında yürürlüğe giren Şeker Kanununun da
temel amacı kendine yeterliliktir. Aynı Kanun ile kurulan ve on
yıllık bir geçmişe sahip olan Şeker Kurumunun, Şeker
Kanununun uygulanmasının yanı sıra sektörün daha etkin,
daha rekabetçi, sürdürülebilir bir yapıya kavuşması
amacıyla yetkileri çerçevesinde gerçekleştirdiği faaliyetler,
yaptığı düzenlemeler önemlidir. Yurt içi şeker talebinin
yurt içinde yetiştirilen ham maddelerden karşılanması
üreticilere düzenli gelir sağlayacak şekilde pancar, pancar şekeri
ve nişasta bazlı şeker üretiminin bir denge içerisinde
sürdürebilirliğinin sağlanması, şeker üretim arz ve
fiyatlarının istikrarın sağlanması ve korunması
gibi hedeflere ulaşılması bakımından kurumun görevleri
çok önemlidir.
Pancardaki kota sisteminin ülkemizde pancar şekeri üretimini
kısıtladığı, pancar üretiminin azalmasına yol
açtığı iddiası doğru değildir. Ülkemizde kurulu
şeker üretim kapasitesi 3,1 milyon ton civarındadır. 1 milyon
tonu nişasta bazlı şeker olmak üzere 4 milyon tonun üzerindedir.
Dünyada 2010-2011 pazarlama yılında 21 kilogram/yıl olan
kişi başına şeker miktarı ülkemizde
Şekerle ilgili olumsuz yayınların kamuoyunu şeker
tüketimini azaltmaya yönelttiği dikkate alındığında,
kurulu kapasite düzeyinin de ya da iç talebin üzerinde şeker üretiminin
sürdürülebilir olmadığı da aşikârdır. Nitekim,
Şeker Kanununun öncesinde kurulu taraflardan belirlenen pancar
fiyatlarının üreticilere cazip bulunduğu yıllarda ortaya
çıkan üretim fazlası sonucunda şeker stokları
oluşmuş, daha sonraki yıllarda da kısıtlamalara
gidildiği zaman da çok büyük dövizler harcayarak şeker ithal etmek
zorunda kalınmıştır.
Bir başka önemli husus da kota sisteminin sayesinde aynı hedef
piyasaya mal üreten pancar şekeriyle nişasta bazlı şeker
sektörünün birbirlerine zarar vermeden ülkemizin ihtiyaçlarını
karşılar durumda olmalarıdır. Şeker Kanununun 2001
yılında yürürlüğe girmesiyle ilk kota tahsisi uygulaması
2002-2003 pazarlama yılında başlamış ve bugüne kadar
da sürmektedir. Yaklaşık 5 bin yerleşim biriminde 200 bin pancar
çiftçisi tarafından 330 bin hektar alanda 18 milyon ton pancar üretimi
gerçekleştirilmektedir. Son on yılın en yüksek pancar üretim
miktarına ulaşılmış, ayrıca şeker pancarı
üretiminde şirketlerimizin rehberliğinde üreticilere, hayata
geçirilen modern tarım uygulamalarının olumlu iklim
koşullarıyla birleşmesiyle ülke tarihinin en yüksek pancar
verimi olan 5.460 kilo dekar verimine ulaşılmıştır.
Pancar şekeri üreticisi şirketleri ile pancar üreticilerinin
mutabakatına bağlı olarak belirlenen pancar fiyatlarında
geçtiğimiz 2010-2011 pazarlama yılında bir önceki yıla göre
yüzde 2,59 artış olmasına rağmen şeker
fiyatlarında bir değişiklik de olmamıştır.
Kanunun yürürlüğe girmesi sonunda 2003 yılı fiyatları baz
alındığında ülkemizde şeker fiyatlarının
reel olarak düştüğü görülmemektedir.
Sonuç olarak, bugün ülkemizin ihtiyacına yetecek miktarda pancar
şekeri ve nişasta bazlı şeker ile şekerin ham
maddeleri olan pancar, mısırın yurt içinde üretilmesi hedef
alınmıştır. AK PARTİ hükûmetleri olarak tarım
sektörümüzü ve üreticilerimizi desteklemeyi sürdüreceğiz.
Sayın milletvekilleri, Ekonomi Bakanlığı ile
yapılan ortak çalışmalar sonucunda şekerli mamul
imalatçı, ihracatçılarına ihracat öncesi yerine ihracat
sonrasında Şeker Kurulunca şeker tahsisatı
yapılması sistemine geçilmiş, bu suretle ihracatın da
garanti altına alınması sağlanmıştır.
Önceki hükûmetlerce çıkarılan Şeker Kanununun
uygulanması amacıyla benimsenen politikalar sayesinde ülkemizde
gıda güvenliği sağlanmış, sektörün stok yükü
azaltılmış, pancar şekeri ve nişasta bazlı
şeker sektörü arasında dengeli bir büyüme ve rekabet ortamı
sürdürülmüştür. Yerli ham madde kullanımı
sağlanmış, denetimler ve idari yaptırımlar yoluyla
kayıt dışı şeker arzı büyük ölçüde önlenmiş;
saydam, katılımcı ve sektörün tüm kesimlerinin menfaatlerini
buluşturan bir işleyiş tesis edilmiştir.
Özelleştirme
Bütün partilerin parti programlarında, seçim
beyannamelerinde taahhütleri olduğunu biliyoruz. Özelleştirme mutlaka
fabrikaların kapanması manasına gelmediği gibi ekicilerin
de mağduriyeti anlamına gelmez. Biz özelleştirmeyi,
memleketimizin ve milletimizin, Türkiyenin ekonomisinin gerçekleri
doğrultusunda destekliyoruz ve desteklemeye de devam edeceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, özellikle pancar ekicileri
kooperatiflerinin elinde bulunan Kayseri, Eskişehir, Adapazarı,
Amasya gibi şeker fabrikalarımızda buraların yönetimleri
son dönemlerde gerçekten iyi gitmemektedir. Özellikle seçim bölgemiz olan
Kayseride, Kayseri Şeker Fabrikası şu anda bankalardan 450
milyon kısa ve uzun vadeli alınan paralar sayesinde ayakta
durmaktadır. Tarım Bakanlığımızın
gayretleriyle burada çıkarılan kanun neticesinde buralara kayyum
tayin edilme yetkisi Meclisten geçmiş ve şu anda kayyum
vasıtasıyla idare edilmektedir.
Kayseri Şeker Fabrikası 450 milyon zarar ettirilmiş,
geriye doğru sekiz seneye baktığımızda bu zararın
2 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Şu anda
konu adli makamlara intikal etmiş, soruşturmalar devam etmektedir.
Ama kayyuma devredildikten sonra Kayseri Şeker Fabrikası 160 milyon
civarında bu yıl kampanya döneminde kâr etmiş. Bu
kârlılık dönemiyle inşallah iki üç sene içerisinde Kayseri Şeker
Fabrikası ayağa kaldırılacaktır. Bunda yüce Meclisin
vermiş olduğu desteğin payı büyüktür. Katkı
sağlayan herkese teşekkür ediyorum.
Bu vesileyle Barış ve Demokrasi Partisinin vermiş
olduğu grup önerisinin aleyhinde olduğumuzu beyan eder, sizleri
saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Karayel.
Önerinin lehine, Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan.
Buyurun Sayın Özkan. (CHP sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu anda Meclis içinde yaklaşık 80 kişi
varız. Türkiye de bizi izliyor.
Değerli Bakanım
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın Bakan da dinlerse öyle konuş.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) Değerli Bakanım,
değerli arkadaşlarım; Meclisteyiz, sizlere bir şeyler
anlatacağım, çok önemli bir konuya değineceğim.
BAŞKAN Sayın Özkan, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla) Bu uyarılara
ihtiyacımız var bugünlerde Değerli Başkanım.
Ben bir pancar üreticisi çocuğuyum, aynı zamanda şoför
esnafı çocuğuyum. Burada pancar üreticileri, şoförlerin,
esnafların adına şeker pancarının dile gelişini
sizlere hicvetmek istiyorum.
Ben bir şeker pancarıyım. Bakmayın böyle ufak tefek
göründüğüme. İçtiğiniz çayın, kurduğunuz sofranın
tadında ben varım. Soluduğunuz havada,
kullandığınız ilaçta bile ben varım.
İnanmıyorsanız anlatayım. Türkiye için her yıl 2,5-3
milyar dolar yerli katma değer sağlayan benim. 10 milyon insana
iş, ekmek, aş veren benim. Yem, gübre, ilaç, maya ve kozmetik gibi
onlarca sektörün ayakta kalmasını sağlayan benim. Şeker
pancarı diyor değerli arkadaşlarım bunu.
250 bin çiftçiye yerinde üretim imkânı sağlayarak köyden
kente göçü engelleyen benim. Köylüyü doğduğu topraklarda doyuran
benim. Biyoetanolü biliyor musunuz? Hani şu alternatif enerji
arayışında en hızlı artışın yaşandığı
kaynak. İşte o biyoetanolün en verimli ve en temiz ham maddesi benim.
Ha unutmadan, dedim ya soluduğunuz havada bile ben varım. Vallahi
yalan değil, ekili olduğum her tarlada aynı ölçüdeki bir çam ormanına
kıyasla 3 kat daha fazla oksijen üreten benim. Aslında kendimi övmeyi
hiç sevmem çünkü boş başak dik durur. Çok konuşmayı da
sevmem, yoğurt kesesi ağzından eskir. Bilin ki
anlattıklarım kibrimden değil, çaresizliğimden. Bugüne
kadar hiç feryat ettiğimi duydunuz mu? Günlerce toprağın
altında kaldım, dirgenlerle sökülüp hoyratça kamyon kasalarına
atıldım, lime lime doğrandım, kaynar kazanlara
atıldım, yine de sesim çıkmadı, hep sizin için
katlandım çünkü hayatınıza kattığım tat beni
mutlu etmeye yetti. Ama şimdi sıra sizde çünkü beni yok etmeye
çalışıyorlar. Önce kota kota diyerek yaşam alanımı
daralttılar, benim yerime NBŞ dedikleri
tatlandırıcıyı getiriyorlar. Soruyorum size: Hiç
gerçeğiyle sahtesi bir olur mu? Şimdi de işlediğim
şeker fabrikalarını satmaya çalışıyorlar, önce
özelleştirip sonra da kapatacaklar. Oysa fabrika olmazsa üretim olmaz, üretim
olmaz, üretim olmazsa istihdam olmaz. Benim için sorun değil, ben gider
başka topraklar bulurum. Mesela beni Amerikada stratejik ürün
kapsamında değerlendiriyorlar, el üstünde tutuyorlar. Fransada da
öyle. Önce şeker fabrikalarını satmaya kalktılar. Çok
geçmedi, yaptıkları hatayı anladılar, şimdi kimselere
vermiyorlar. Ama ben Anadoluyu, Türk halkını seviyorum. Bu
topraklara aidim. Çünkü bana sahip çıkmak Anadoluya sahip
çıkmaktır, namusa sahip çıkmaktır. Sizlere teşekkür
ediyorum. Şeker pancarı. diyerek sesleniyor şeker pancarı.
Burada 100
kişiyiz, bu kararı hep beraber vereceğiz. Bu konu
araştırılsın istiyoruz değerli arkadaşlarım.
Bu konudan kaçmayalım. Türkiye'nin doğusuna batısına,
kuzeyine güneyine bu şeker pancarı hitap ediyor. Ben Burdur
Milletvekiliyim. Burdurumuzun gelir ve getiri kaynağının yüzde
70i şeker pancarı. Kamyoncularımıza, berberlerimize,
terzilerimize, esnafımıza, inşaat sektörümüze, herkese iş
veren bir sektör şeker pancarı, şeker fabrikaları.
İşçileriyle bir ekol, bir okul; sinemasıyla, tiyatrosuyla,
bahçeleriyle, örnek üretim alanlarıyla bir okul şeker
fabrikaları ama bunu
Yarın pişman olacağız,
yarın pişman olunacak. Doğu ve Güneydoğu Anadoluya
bakıyor, Erzuruma bakıyor, Karsa bakıyor, Vana bakıyor,
Ercişe bakıyor, Trakyaya bakıyor, İç Anadoluya
bakıyor, Sakaryaya bakıyor, Burdura bakıyor. Onun için -azınlık
diyeyim, şu anda azınlık var içeride- bu önerge
kaldıracağınız oylarla bir araştırma konusu
olacak ve ağzımızın şekeri, tadı da bozulmayacak.
Çok önemli
Şimdi,
biraz önce, bu Şeker Sempozyumu, Şeker-İş
Gitmenizi de
tavsiye ederim. Biz bugün orada Sayın Malatya Milletvekilimiz, Sakarya
Milletvekilimiz, Ankara Milletvekilimiz Sayın Gökhan Günaydınla
beraberdik, konuşmacıları dinledik. Değerli
arkadaşlarım, iktidardan, sizden de Sayın Çalık vardı,
Arkadaşımız. O da özelleştirmenin
karşısında, bu konudaki özelleştirmenin karşısında,
şeker fabrikalarının o da ekmeğimiz olduğunu
savunuyor. Muhalefet de bunu savunuyor. Çözüm mercisi
de burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bundan neden korkuyoruz?
Barış ve Demokrasi Partisi bir önerge verdi bu konuda.
Araştıralım, yanlışsak yanlış diyelim.
Bundan korkmayalım diyoruz arkadaşlarım. Bu oyun oluyor burada.
Şeker fabrikaları yine istihdam sağlıyor. dedim.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, şeker pancarı
tarlasına girdiniz mi, bilmiyorum. Girin, o tarlada bir serinlik
vardır, bir esinti vardır. Şeker pancarının
yaprağından hayvancılık yapılıyor, şeker
pancarının kuyruğundan besicilerimiz yararlanıyor,
küspesinden besicilerimiz yararlanıyor.
Bioetanol dedik. Etanol çok önemli bir konu, temiz enerji. Bunda da
yarar sağlıyor. Avrupa Birliği ülkeleri bize Bundan vazgeçin.
diyor, Fransa üretim alanlarını artırıyor, Amerika üretim
alanlarını artırıyor, Arjantin üretim alanlarını
artırıyor. Niçin biz bu şeker pancarından vazgeçmeye
çalışıyoruz? Enerji sağlıyor, tat sağlıyor,
doğaya temizlik veriyor, endüstri bitkisi, birçok insanı istihdam
ediyor, hayvancılığı geliştiriyor.
Bakın, biz Burdur olarak günde 800 ton süt veriyoruz. Bunun birinci
etkeni şeker pancarıdır ve posasıdır. Bu posa
kuyruklarında, şu anda gidin bölgelerinize, o şeker
fabrikalarında, 25 şeker fabrikasının küspe
çukurlarında kamyoncularımız sıra bekliyor. Niçin? 10
liralık küspenin tonunu 50 liradan alıyor, 10 lira hâlbuki, 50
liradan alıyor o hayvanlarına bakmak için. Çünkü kaba yem
ihtiyacını ancak onunla karşılıyor. Çok önemli bir
girdi. O sıralarda kavgalar oluyor, hayvanının ekmeğini
götürmek için kavgalar oluyor, birbirlerinin kafalarını
yaralıyorlar. Burdurda da oluyor bu, Sakaryada da oluyor,
Eskişehirde de oluyor, Uşakta da oluyor, Alpulluda da oluyor,
Malatyada da oluyor. Bunu bilen insanlarsınız. Onun için bu
konuları araştıralım. Pişman olmama adına, bu
şeker fabrikalarının özelleştirilmesinden
Bu Portföy Ede
örneğin Burdur var, Afyon var, Uşak var, Alpullu var, Susurluk var.
Burdur ve Afyon kâr ediyor. Bunun yanına sanki çorap satar gibi -çoraplar şimdi
1er satılmıyor, 5erli, 3erli satılıyor- Beş tane
fabrika satılık diyoruz. Biz Burdur halkı olarak örneğin
Burduru almak istiyoruz, madem özelleştireceksiniz Burdurlu esnaflar,
üreticiler, emekliler olarak Burdur Şeker Fabrikasını almak
istiyoruz ama beşli, Afyonu da alacaksınız, Uşakı da
alacaksınız, Susurluku da alacaksınız, görmediğimiz
ancak askerde gördüğümüz Alpulluyu, Trakya Şeker
Fabrikasını da alacaksınız. diyorsunuz. Böyle portföy
satışı olmaz. Yani zarar edenleri kâr edenin yanında yem
olarak satmak istiyorsunuz. Bundan ayırın, biz Burdur Şeker
Fabrikasını Burdurlular olarak almak istiyoruz veyahut da yarın
pişman olmama adına
Burdur Şeker Fabrikası Antalyaya ev
sahipliği yapıyor, Denizliye ev sahipliği yapıyor, Afyona
ev sahipliği yapıyor yani pancarlarını bizim Burdur Şeker
Fabrikası işliyor. Bu fabrikanın denge fabrikası olarak
kalması gerekiyor.
Arılar dahi bu fabrikanın şekerini seçerek yiyor,
şerbet yapıldığı zaman başka şerbetleri
yemiyor. Arı dahi Burdur Şeker Fabrikasının
yaptığı şekeri beğenerek
Çünkü onda hormon yok, onda
GDO yok, değiştirilmiş organizma tipi değil, doğal,
olduğu gibi doğal. Burdurun şekerini tadan o arıyı da
darıltmayalım. Onun için, bunları araştıralım,
gidelim yerinde görelim.
Önergeye evet oyu vereceğinizi düşünerek hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Özkan.
Önerinin aleyhinde Balıkesir Milletvekili Sayın Bulut,
buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde pancar üretimi, pancar üreten çiftçinin
sorunları gerçekten gündeme alınarak
araştırılması gereken çok önemli bir konu. Yüce Meclise
getirilen, ülkemizde yaklaşık 10 milyon insanı direkt veya
endirekt etkileyen, ekonomimize yılda 3 milyar dolarlık bir katma
değer sağlayan pancar dolayısıyla şeker sektörü
2000li yıllardan bu yana özelleştirme adı altında giderek
kapatılmaya, bitirilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde
1,5 milyar dolar sıvı yakıta, sıvı yağa, 2 milyar
dolar hububata para vererek ithal edip, başkalarının çiftçisine
para kazandırıp hazır yiyen, tüketen bir toplum hâline geldik.
Şimdi, pancar üretimini azaltarak, fabrikaları özelleştirip, el
değiştirtip, zamanla kapattırarak şekerde de bu hâle
geleceğiz. Ülkemizde, zaten kanserojen etkisi yapan şeker yerine
tatlandırıcı kullanılması had safhadadır. Pasta,
tatlı sektöründe tatlandırıcı kullanılmakta, bunlar
denetlenememektedir. Balıkesir Susurluk Şeker Fabrikası da bu
özelleştirilme kapsamına alınmış, Elâzığ,
Erciş, Elbistan, Malatya şeker fabrikaları bu kapsama
girmiştir.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kurulmasıyla,
cumhuriyet, genç cumhuriyet, Osmanlının bütün borçlarını
1950li yıllara kadar ödemiş. Bu yıllara kadar öderken, yeni
cumhuriyetin, yeni kurulan genç devletin kalkınması için başta
şeker fabrikaları olmak üzere ülke ekonomisine getiri sağlayacak
fabrikalarla ülkemiz donatılmış. O yoksulluk döneminde büyük
maliyetlerle kurulan bu fabrikaları, ülkemizin ihtiyacı olan bu
fabrikaları özelleştirme adı altında zarar ediyor diye
satmanın akli, mantıki bir yolu olmadığını ifade
ediyorum.
Geçen yıl yine bu kürsüde, Balıkesir Susurluk Şeker
Fabrikasını ziyaretimde rekoltenin yüzde 23e düşürüldüğünü
ve tam kapasiteyle çalıştırılmadığını,
bölgede rekoltenin düşürüldüğünü, sanki bir elin bilerek bu
fabrikaları zarar ettirmeye çalıştığını
ifade ettim. Fabrikanın dibinden doğal gaz geçiyor fakat fabrika
kömürle çalışıyor! Kömür ihalesi Ankarada yapılıyor.
Alan firma, tam sezonda, getiriyor kömürü, bahçeye ürün pancar- gelmiş
fakat kömür yanmıyor, çok kötü kalitede bir kömür. Duran her gün,
pancarın değeri düşmektedir. Dolayısıyla 200 milyon
dolar civarında, o günkü rakamla ifade edilen bir zarara giriliyor. On gün
geçiyor. Oradaki ürünün şırası akıyor, kalitesi bozuluyor,
düşüyor ve sonunda, on gün sonra, yeniden bir ihaleyle kömür
alınıyor ve kömürle geri kalan üretilmeye
çalışılıyor. Sayın Maliye Bakanına geçen sene,
niçin buraları tam kapasite çalıştırmıyorsunuz diye
sorduğumda, verdiği cevap şuydu: Bu fabrikaları tam
kapasiteyle çalıştırır isek Türkiye'nin
ihtiyacının 2 katı şeker üretilir. Peki, Sayın
Bakanım, 2 kat şeker üretilmesi iyi değil mi? dedim. İnsan
tarlayı sürerken evinin ihtiyacı kadar mı buğday
yetiştiriyor? Hayvancılık yaparken evinin et, süt, yumurta
ihtiyacı kadar mı bunu yapıyor? İnsanlar çok üretecek ki
kendi ihtiyacını da karşılayacak, artı para kazanacak,
kendisine, ailesine, toplumuna faydalı olacak.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) Satamaz
AHMET DURAN BULUT (Devamla) - Neden satamasın? Avrupada,
Amerikada üreticiye yapılan destekler Türkiyeden kat kat fazla ama
maalesef, ülkemizde ise pancar üreticisine yapılan destek 142 avro.
Diğer ülkelerde, bu Avrupa Birliği ve Amerika ülkelerinde 1.650 avro
destek sağlanmaktadır. Tabii ki sadece pancarda mı? Bütün
ürünlerde Hükûmetin takip ettiği taktik budur? Şimdi, ülkenin
zeytinyağı ihtiyacı belirli bir miktardadır. Mevcut
zeytinyağını Türkiye tüketemiyor. Zeytinyağı
alışkanlığımız yok. Veyahut da evde
hanımefendiye soruyoruz: Bu balığı neyle pişirdin?
Zeytinyağıyla pişirdim. diyor. Getir şu şeyi.
dediğimizde, bakıyoruz ki bir sıvı yağ, çiçek
yağı. Zeytinyağını yeterince
anlatamadığımız bu topluma, Tarım
Bakanlığı, dönüm başına 250 milyon lira vererek
yeniden zeytin ürünü ektirdi.
Şimdi, mevcudu satamıyorsun, sıvı yağa
yılda 1,5 milyar dolar dışarıdan para veriyorsun, öbür
tarafta, bunun tanıtımı için, bu elde duran ürünün tüketilmesi
için bir çaba sarf etmiyorsunuz. Millî Savunma Bakanına dedim ki Bu
zeytinyağını, depolarımızda kalan,
satamadığımız ve topluma yediremediğimiz zeytinyağımızı
orduda tüketelim, çiçek yağıyla karıştırıp askere
yedirelim. Bu anlamda bir program, bir plan üretmeyen Hükûmetin şekerde
de uyguladığı bundan farklı bir metot değil. Bu
fabrikaların kapatılması, özelleştirilerek
kapatılması çok tehlikelidir sayın milletvekilleri. Daha önce
özelleştirdiklerimizi bir Rus konsorsiyum satın aldı,
şekerle uğraşan bir konsorsiyumdu bu. Bir iki yıl
çalıştırdı, daha sonra Türkiyede üretim daha yüksek diye
durdurdu üretimi, Rusyadan biz şeker almaya başladık.
Biz üretmezsek nasıl para kazanırız? Biz üretmezsek
borcumuzu nasıl ödeyebiliriz? Dünyada üretmeden kalkınmanın
yolunun olduğu bir ekonomi yoktur. Bu ülkenin kalkınması için
üretmesi, üretmesi için üreticinin desteklenmesi, Hükûmetin de bu anlamda
onlara yol göstermesi, destek olması, ürünlerini pazarlaması, sanayi
sektöründe fabrikacıya destek olması bu anlamla faydalı olur.
Hükûmetin yetkilileri, Sayın Başbakan, bir tüccar
mantığıyla ülkeye baktığını ifade etmekte.
Eski Maliye Bakanımız Her şeyi babalar gibi satarım. diye
ifade ederken bu satışı da bir ticaretçi
mantığıyla değerlendirmesi gerektiğini
düşünmekteyim.
Şimdi, cumhuriyet kurulduğunda bu şeker fabrikaları
şehirlerin kenarlarına kurulmuştu, güzel yerlere
kurulmuştu; şimdi bu fabrikalar, değerli milletvekilleri,
şehirlerin göbeğinde, içinde kaldılar, etrafları doldu,
rantı yükseldi. Kayseri Şeker Fabrikası bunlardan biri.
Bakın üzerinde nasıl fırtınalar estiriliyor, ne dümenler
çevriliyor? Bu konuda araştırma yapılsın diye kaç defa
buraya getirildi ama dokunulmuyor. 1 lira karşılığında
Büyükşehir Belediyesine satıldığı söyleniyor. Ondan
sonra projelerle birilerine para kazandırılıyor. Kimin malı
bu? Var yok, araştırılmalı, ifade edilmeli, Meclise
getirilmeli.
İşte, bu gibi konuların araştırılması
için gündeme getirilen bu araştırma önergesini Meclis getirmeli.
Çeşitli dedikoduların, spekülasyonların, yanlış
anlaşılmaların ortadan kalkması, mağdur olan çiftçinin
elinden tutulması, bu ülkenin kalkınması adına çiftçimizin,
fabrikaların desteklenmesi konusunda bir çabanın, bir gayretin
gösterilmesini, Meclisin, Parlamentonun bu konuda üzerine düşen görevi
yerine getirmesini diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, Sayın
Konuşmacı herhâlde tam bilgilerini doğrulamadan burada bir
konuşma yaptı. Kayseri Şeker Fabrikasının belediyeye
1 lira bedelle satıldığını ifade etti.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Söyleniyor. dedim.
BAŞKAN Söyleniyor. dedi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Efendim, bunlar burada
söylentilerle olacak bir şey değil.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Bunu burada konuşalım,
araştıralım. diyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Bakın, izin verirseniz o
konuyu düzeltmek istiyorum.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) Söyleniyor. diyorum. Burada
görüşelim bunu, böyle mi, doğru mu değil mi?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Yeni bir sataşmaya mahal
vermeden
BAŞKAN Söyleniyor, araştıralım. dedi ama
buyurunuz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) Kayseri Şeker Fabrikasının
temsilcisi mi Sayın Elitaş, kimin adına söz alıyor
Başkanım?
AHMET YENİ (Samsun) Söylentiyle olur mu?
MEHMET GÜNAL (Antalya) Hayır, Kayseri Şeker Fabrikasının
temsilcisi misin Sayın Elitaş, avukatı mısın?
BAŞKAN Buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın, Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulutun ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri atfetmesi nedeniyle açıklaması
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Balıkesir Milletvekilimiz burada konuşmasını
yaparken şeker fabrikalarıyla ilgili bir konuyu gündeme getirdi ama
şu ifadeyi kullandı: Kayseri Şeker Fabrikasının 1
lira bedelle Büyükşehir Belediyesine satıldığı
söyleniyor. O Şirket, Kayseri Şeker Fabrikası Pancar Ekicileri
Kooperatifinin şirketidir. Pancar Ekicileri Kooperatifinin yönetimindeyken,
yapılan araştırmalar, incelemeler ve teftişler sonucunda, o
dönemdeki yöneticilerin pancar ekicilerinin haklarını, menfaatlerini
çarçur ettikleri ve bu konuyla ilgili bir mahkeme kararı neticesinde
kayyuma devredildiğini biliyoruz. Geçen dönemde bunu, bu konuyla ilgili
kanun değişikliğini, Türk Ticaret Kanununda yapılan
değişiklikler sırasında biz de, bütün siyasi parti
grubundan arkadaşlarımız da ifade ettiler. Dediler ki: Bu kanun
şunu şunu ifade ediyor. Ama açıkça söylüyorum: Kayseri
Şeker Fabrikası yüzde 90ı Pancar Ekicileri Kooperatifinin
malıdır, yüzde 10luk kısmı Özelleştirme İdaresinin
yedindedir, Türk Şeker vasıtasıyla ortaktır, tamamı
Pancar Ekicileri Kooperatifinin olmak üzeredir. Burada Kayseri belediyelerinin
hiçbirinin bir tek hissesi yoktur, olması da mümkün değildir çünkü
Pancar Ekicileri Kooperatifine üye olabilmek için pancar çiftçisi olmak
gerekir. Pancar çiftçisi olmasının da şartları bellidir.
Kayseri Büyükşehir Belediyesinin, herhangi bir yerde tüzel kişi
olarak orada pancar ekicisi olması da mümkün değildir, zaten de bu
işe girmez.
Sayın milletvekillerinin burada konuşurken duyumlar üzerine
değil belgeler üzerinde bir şeyi ifade etmelerinin daha uygun
olduğu kanaatindeyim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Elitaş.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
1.- Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici ve
arkadaşları tarafından, şeker pancarı tarımı
ve pancar üreticilerinin içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilen
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin,
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak, 12/1/2012 Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda
okunmasına ve görüşmelerin aynı tarihli birleşimde
yapılmasına ilişkin BDP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmemiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım, daha sonra da oylarınıza sunacağım.
2.- Narenciye üreticilerinin piyasada oluşan fiyat
dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin
potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin,
12/1/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu
önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu'nun 12.01.2012 Perşembe günü (bugün)
yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini içtüzüğün 19 uncu
Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz
ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Şandır
Mersin
MHP Grup Başkanvekili
Öneri:
11 Ekim 2011 tarih ve 244 sayı ile "Narenciye üreticilerimizin
piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından korunması ve narenciye
ihracatında ülkemizin potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili
sorunların tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla" verdiğimiz Meclis Araştırma önergemizin
12.01.2012 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılmasını arz
ederim.
BAŞKAN
Lehinde, Adana Milletvekili Ali Halaman. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Halaman.
ALİ
HALAMAN (Adana) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önerimiz
narenciye, daha önce de verdik ama bugüne denk geldi; dünyada ve Türkiyede
narenciye yetiştiriciliği... Ekvatorun 40 derece güney ve kuzey
enlemleri arasında yer alan ülkelerin tamamında turunçgiller
yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Türkiye
turunçgillerin ana vatanı olmamakla birlikte, iki bin yıldan beri
Anadoluda turunçgiller yetiştiriciliğinin
yapıldığı bilinmektedir.
Dünyada en
büyük portakal üreticisi ülke Brezilya olup sonra ABD, Meksika, Hindistan, Çin,
Endonezya, İspanya ve Türkiye de önemli üretici ülkeler olarak
görülmektedir.
Dünya
turunçgiller üretiminin yüzde 55ini portakal oluşturmaktadır.
Türkiyenin 2008 yılı verilerine göre
Türkiyede
narenciye üreticilerinin sorunlarını sizinle paylaşmak
istiyorum. Değerli milletvekilleri, bir sonuç olarak söylüyorum: Bugün
Adanada, Mersinde limon dalında kaldı. Ocak ayının sonuna
ulaşılmasına rağmen henüz daha limonun yüzde 50si
kesilmedi. Limonun kilosu 30 kuruş, alan da yok satan da yok. Parası
olan sandık almaya, işçi çalıştırmaya, depo tutmaya ve bahçesindeki ürünü kaldırmaya
çalışıyor. Parası olmayan üreticiler dalındaki limonlarını
dahi toplatamamaktadır.
Piyasada narenciye ürünlerini satın alan tüccar yok ve bu sorun her
sene yaşanıyor. Bu, siyasetin ötesinde, tüm Çukurova halkı bugün
şu saatte bizleri dinlerken, Adananın siyasetçileri olarak
iktidarıyla muhalefetiyle yoğun bir gayret içerisinde
vatandaşımızın, üreticimizin, tüccarımızın
sorunlarını her defasında Bakan Beye, Hükûmete
ulaştırmaya çalışıyoruz, yani Bu işler için bir
tedbir alınız. diyoruz.
Değerli milletvekilleri, Adananın insanı ekmeğini
taştan çıkaran, dişiyle tırnağıyla,
çoluğuyla çocuğuyla o toprakta yaşamaya çalışan
insanlar ama her sene narenciyede zarar ediyorlar. Buna hakkımız yok,
buna bir çözüm üretmenin sorumlusu öncelikle Hükûmet ve bu Meclistir.
Bu dış ticaretin sorunlarını aşabilmenin bir
yolu bulunmalı ama her sene dış ticarette yaşanan sorunlar
maalesef çiftçimizi canından bezdirdi, hasat mevsimi ıstırap
mevsimine dönüştü. Çukurova insanı haklı olarak tüm siyasete ve
siyasetçilere tepki içerisinde, sitem içerisinde, kendi kaderiyle baş başa
kalmıştır.
Son zamanlarda limona ihracat kaydıyla 125 dolar ton başı
verilen destek hem zamanlaması itibarıyla derde deva olmamakta hem de
peşin ödemesi yapılmamaktadır. Sonunda bu 125 dolar ihracat
kaydıyla vereceğiz dediğimiz prim bazen tüccara cesaret de
vermemektedir çünkü peşin ödenmediği için. Kaldı ki bu sene ton
başına 125 dolar prim vermeyi düşünen Hükûmet, tüccardan, 896
dolarlık veya 892 dolarlık bir ihracat yapmayı şart
koşuyor. Şimdi, dünyanın hiçbir tarafında ton
başına 125 dolar teşvik verileceği gibi böyle bir uygulama
yapılsa bile 892 dolara limon satılmıyor,
satılmadığı için de 125 dolar prim alma şansı yok
tüccarın. Buna bir de mahsuplaşma diyorlar. Mahsuplaşmayla
yaptıkları için mahsuplaşmanın da yüzde 15i tüccarın
veya çiftçinin eline geçiyor, bunun da çok büyük bir faydası yok. Bundan
dolayı, Sayın Bakanın, bu çiftçiye bir şey söylenmesi
gerekir. Ne yapacağız? Felaketse felaket bu, afetse afet bu.
Adamın evini sel basıyor, malı gidiyor ama şimdi mal
dalında kalıyor.
Değerli
milletvekilleri, 15 Temmuzda narenciye sezonu açılır. 15 Temmuzda
doğru politikalar uygulanabilse eylül, ekim ayına gelindiğinde
narenciye pazarlanmış olur, artık çiftçi parasını
alır, bahçeden çıkar, tüccar bahçeye girer. Ama şimdi
kasımın sonuna geldik, tüccar yok, olan tüccar da yanlış
yönlendirmelerle sezonun başında 50-60 kuruşa limon aldı,
şimdi onu satamıyor, depolar dolu.
Tekrar
ediyorum, Adana çiftçisinin hasat mevsimi iyi olmadı. Narenciyeci mazot
parasını, bankaya borçluysa banka borcunu, ilaç borcunu, varsa gübre
borcunu ödemekte güçlük çekiyor.
Şimdi,
Sayın Hükûmet, Sayın Bakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu çiftçiye
çözüm üretmek mecburiyetinde. Bunu her defasında burada konuşuyoruz.
Bu, ne iktidar siyaseti ne de muhalefet siyaseti değil. Gözümüzün önünde
insanların emeği zayi oluyor.
Bahçe
yetiştirmek çok zor, emek ister, ter ister. Narenciye her yerde
yetişmez, iklim şartı arar, özel topraklarda yetişir.
Cenabıhakkın lütfu, bu memleketimizde yani Akdeniz Bölgesinde
özellikle, narenciyenin bol olduğu yerler özellikle Mersin, Erdemlide. Bak,
bugün, limonla ilgili, çiftçi veya bahçeci kendi
sıkıntısının içerisinde her gün milletvekili
arkadaşlarımızı telefonla arayarak Bizim işimiz ne
olacak? diyor.
Dolayısıyla,
ben Sayın Bakandan da rica ediyorum. Adana
çiftçisinin, limon üreticisinin, narenciye üreticisinin hepsine, Hükûmetin,
siyasetçilerin -dolayısıyla bürokratik engeller çok, ihracat, ithalat
noktasında- bunlara elini uzatması lazım. Bu çiftçiye, üreticiye
böyle kendi dertleriyle baş başa kalmasını söylemek
doğru bir şey değil. Dolayısıyla siyaset, bir
coğrafyanın üzerinde yaşayan insanların ürettikleriyle,
tükettikleriyle ilgili ona şekil veren, biçim veren siyaset kurumu.
Hükûmetlerin bir mücavir alan içerisinde oturan insanları rahat ettirmek,
onların ihtiyaçlarını karşılamak, onlarla ilgili kanun
çıkartmak, nizam çıkartmak, uluslararası ilişkileri
yönlendirmek gibi görevleri var.
Bundan dolayı Sayın Bakanımız da burada, bugün ile
dünün kıyaslamasını yaparak, ortaya fiyatlar koyarak dün
satılan mazotu, gübreyi, ilacı, bugün bahçenin dalında
satılan limonu, portakalı, mandalinayı kıyaslayarak
çiftçinin, üreticinin yani limon üreticisinin malının
satılmasına yardımcı olma noktasında bir gayret
göstermeli.
Bundan dolayı ben narenciye üreticilerinin sorunlarını
dile getirmeye çalıştım. Beni dinlediğiniz için hepinize
teşekkür ediyorum, hepinize saygı, sevgilerimi sunuyorum. Allah
razı olsun. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Halaman.
Aleyhinde Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkcü.
Buyurun Sayın Kürkcü.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) Sayın Başkan, sevgili
arkadaşlar; önerge sahiplerine baştan söylemeliyim ki, tabii ki
önergenin aleyhinde değilim, başka türlü
konuşamayacağımız için böyledir fakat gene de ben önergenin
görmediği bir yan hakkında konuşarak önergeyi tamamlamak
isterim.
Önerge, esasen son dönemlerde hem mevsim koşullarının ve
işletme koşullarının kötü gitmesi dolayısıyla
ortaya çıkan sektörel sorun üzerinde durmakla birlikte, daha çok bu
işletmelerin sahipleri, doğrudan üretim tesislerini yönetenler
üzerinden meseleye yaklaşmaktadır. Tabii, bu sektörün bu açıdan
sıkıntı içinde olduğu doğrudur, ancak sektörün
tamamına baktığımız zaman, buradaki doğrudan
üreticiler, gerçek üretici kitle, yani bu tarım işletmelerinde
toprağı çapalayan, meyveleri toplayan, onları lojistik ve
ambalajlama tesislerinde bir araya getiren, paketleyen ve bunların
üzerinden yaşamlarını kazanmaya çalışanların
durumlarının da en az üreticiler kadar, hatta onlardan çok daha
geriye doğru gittiğine dikkat çekmek isterim, o yüzden
araştırma bu alanı da kapsamalıdır.
İşin doğrusu, tarım iş kolunda düzensiz ve
güvencesiz çalışma esastır, sendikalı ve sigortalı
çalışma istisnadır. Gerçi, Hükûmetin uyguladığı
neoliberal ekonomi politikalarının sonucu olarak, Türkiye'de
güvenceli ve düzenli çalışma artık istisna hâline, güvencesiz,
sendikasız, sigortasız çalışma ise bir kural hâline geliyor
olmakla birlikte, tarım sektöründe bunun çok daha ağır bir
maliyete yol açtığı çalışanlar için çok daha açıktır,
çünkü neoliberal tarım politikaları sadece birim işletmeleri
bozulmaya uğratmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi
hayatlarını çiftçilikle kazanmaya çalışan, nispeten
verimsiz, kıraç topraklarda ve de bölünen arazilerde çalışan
çiftçilerin kendilerini işçi hâline getiriyor. Dolayısıyla, bir
bütün olarak bu tarım topraklarında çalışan işçiler,
aslında bir önceki kuşak çiftçilerdir ve bu çiftçilerin sürekli
olarak işçileşmesi, onların sendikalaşması,
sigortalanması, ücret gelirlerinin düzene kavuşması şeklinde,
onlara bir uygarlık alameti olarak değil, onlar için aslında
yeni türden bir feodalizm koşullarında çalışma sonucunu
getirmektedir. Bu nedenle, araştırmanın bu çalışma
koşullarına, özellikle çalışma koşullarını
kötüleştiren iktisadi politikalara odaklanmasında çok büyük bir yarar
olacaktır.
İkinci nokta, bu işletmelerde çalışan ve bu
işletmelerde mağdur olan işçilerin çok önemli bölümünün
kadınlar ve çocuklar olmasıdır. Türkiyede hem kadın
çalışması hem çocuk çalışması yasayla bir
bakıma yetişkin erkeklere göre daha çok güvence altına
alınmaya çalışılsa da gerçekte güvencesiz işçilerin
çok büyük bir bölümünü kadınların ve çocukların
oluşturduğu ya da güvencesiz çalışmadan en çok onların
etkilendiği biliniyor.
Özellikle yaz aylarında, hepinizin hatırlayacağı,
hemen gözünüzün önüne gelecek olan üçüncü sayfa haberleri arasında hep
şunlar vardır: Römork savruldu, 32 kadın işçi
hayatını kaybetti., Otobüs devrildi, 38 kadın işçi ve 20
çocuk hayatını kaybetti. ve bu böyle gider. Sadece narenciye bölgelerinde
değil, aynı zamanda fındık, pamuk, incir, üzüm bölgelerinde
de aynı sonuçlar görülür.
Kadınların bu süreçten daha olumsuz bir biçimde etkileniyor
olmalarının asıl önemli nedeni de onların emek güçlerini
koruyan herhangi bir düzenlemenin gelenek içerisinde de yer
almamasıdır. Geleneksel biçimde dayıbaşılık
usulüne göre kiralanan bu işçilerin kadın olanları ise zaten
evde de köle oldukları için gerçek üretimin çok büyük çoğunluğu
kadınların, çocukların, genç işçilerin omzunda
olmasına rağmen, hiyerarşik bir biçimde emek tabanının
en altında yer almaktadırlar, dolayısıyla güvencesizin de
güvencesizi koşullardadırlar.
Sektörün
bu açıdan himaye altına alınması talebinin
Bu emekçilerin
de koruma altına alınması ya da mevcut koruma
mekanizmalarının herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi
gerektiği açıkça ortadadır. Bugün, Türkiyede, geçtiğimiz
yılın rakamlarına göre yaş sebze ve meyve
ihracatının Türkiyeye getirisi 2 milyar dolar
civarındadır. Bunun iç pazarda en az 4 kat olduğunu
da göz önüne alacak olursak, yaklaşık 10 milyar dolarlık bir
artık ürün, artık değer üretiminden işçinin payına
düşenin ne kadar küçük bir rakam olduğunu, kamu harcamalarına
onların güvenceleri için gereken miktarın
yansımadığına da dikkat edecek olursak, burada son derece
aşırı bir sömürü olduğunu göz önüne alabiliriz, bunu
görebiliriz.
Ben kendi payıma özellikle seçim döneminde Mersinin işte ücra
semtlerinde, taşrasında, dışarısında yer alan
tarım işletmeleri ve lojistik ambalajlama tesislerinin mümkün
olduğu kadarını gezmeye çalıştım. Burada
gördüğüm tablo şudur: Dışarıdan
bakıldığında gerçekten Amerika Birleşik Devletlerinin
bu entegre üretim tesislerini andıran parlaklıkta, modernlikte,
yüksek teknolojili lojistik tesislerin içinde aslında üretim
araçları, altlarına kıvırdıkları kendi
ayaklarından başka bir şey olmayan şalvarlı genç
kız ve kadınların, yaşları on beş ila yirmi
beş arasındaki insanların aşağı yukarı günde
en az on iki saat, çoğu zaman bundan daha fazla çalışarak,
sadece ellerini kullanarak, bu, işte, hepimizin afiyetle yediği ve
dışarıya da ihraç edilen meyveleri, sebzeleri paketlemeye
çalıştıkları fakat kendi ücretlerinin o meyvelerden
satın almak için aslında son derece yetersiz olduğu ve büyük
zıtlıklar içerisinde, sanki hepimizin işte, 19uncu yüzyıl
edebiyatında daha çok Batıda İngiltereyi anlatan romanlarda,
Charles Dickensın romanlarında gördüğümüze benzer
tabloların her gün o fabrikalarda, o entegre tesislerde yeniden ve yeniden
ve yeniden üretildiğini aklımızda tutmalıyız.
Yediğimiz her dilim mandalinada, portakalda
karşılığı ödenmemiş emeğin sahibi binlerce,
on binlerce genç kadın, çocuk işçilerin emeğinin olduğunu
aklımızda tutmalıyız. O yüzden, sektörü korurken sektörün
neyin üzerinde yükseldiğini de görmemiz gerekir. Evet, sektör bu sene
zarar etmiş olabilir ama onlarca yıldır birikmiş olan
zenginlik, aslında, bu işçilerin ödenmemiş emeği üzerine
kuruludur ve yeni düzenlemelerin bu işçilere güvence, sigorta, uygun
koşullarda çalışma, sağlıklı yaşam olarak
geri dönmesini beklemek hepimizin hakkıdır.
Türkiye son on yılda şu kadar miktar büyüdü, şu kadar
çok ilerledik, dünyanın bilmem kaçıncı sırasındayken
şu sırasına geldik. diye Hükûmet çokça övünüyor. Aslında,
bir Hükûmet olarak bununla övünmesinde de şaşacak bir şey yok.
Hakikaten rakamlar onu söylüyorsa, hakikat bu ise ne âlâ fakat bu hakikatin
altına baktığımızda, bütün bu ilerlemenin içerisinde,
gerçek üreticilerin, doğrudan işçilerin ve emekçilerin, tarımda
olsun, sanayide olsun, hizmetlerde olsun, bilişimde olsun, ücretlerinde ve
gelirlerinde hemen hemen hiçbir -sabit rakamlarla- ilerleme
olmadığını görünce, o zaman, her zaman söylenen lafı
tekrar etmek gerekir. Çok verilenden çok istenir. O yüzden, Hükûmet ve
sektörün başta gelenlerinin, kendi gelirleri ve kaynaklarının
kayda değer bir bölümünü gerçek üreticilere aktarmaları söz konusu
olmadıkça, isterse narenciye üretimi şu kadar artmış olsun,
Türkiye'nin insani sermayesinde herhangi bir artış ve gelişme
olmayacaktır. Kendi emekleri üzerinden karnımızı
doyurduğumuz kadın ve erkek ve çocuk işçileri ve onların
hayatlarını her zaman aklımızda tutmamızı tavsiye
ediyorum. Öneriyi de destekliyorum.
Teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Kürkcü.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Sayın Başkan, özür dilerim.
Tüzükün 62nci maddesi Her görüşmenin başından sonuna kadar
Hükûmeti temsilen bir bakanın bulunması gerekir. der. Benim mümkün
olduğunca izleyebildiğim kadarıyla -Tüzükün emredici hükmü ama-
hiç kimse yok. Bu usul eksikliğini tamamlayabilir miyiz acaba?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Daha gündeme geçmedik efendim,
gündeme geçmedik. Gündeme geçildiği anda olur.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Efendim, her görüşme diyor, gündem
diye ayrım bulamıyorum, böyle bir ayrım yok.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Görüşmeye başlamadık
henüz. Geçen yine itiraz oldu. Başkanlık Divanı o konuda
kararını verdi.
BAŞKAN Başlangıçta vardı Sayın Tanal, gelirler
herhâlde, buyurunuz.
Şimdi önerinin lehinde Mersin Milletvekili Sayın Seçer.
Buyurunuz Sayın Seçer. (CHP sıralarından
alkışlar)
VAHAP SEÇER (Mersin) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin vermiş olduğu narenciye sektöründeki sorunların
tespiti ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, huzurun, hukukun, demokrasinin, insan haklarının,
özgürlüklerin sancılı olduğu bir ülkede toplumun
değişik sosyal kesimlerinin sorunlarını çözmek o kadar
kolay değil. Eğer o ülkede sistem oturmamışsa işte
işbaşındaki Hükûmet, yürütme enerjisini büyük çoğunlukla bu
meselelere harcar, muhalefet aynı şekilde bu meseleleri
tartışır durur.
Bakın, Türkiye dinamik bir ülke, yapısı itibarıyla,
coğrafyası itibarıyla, sosyoekonomik yapısı
itibarıyla dinamik bir ülke ve çok hızlı gündem
değiştiriyoruz. Geçtiğimiz günlerde 34
vatandaşımız Uluderede bombalandı, savaş
uçakları tarafından bombalandı. Bu ne şekilde oldu,
nasıl oldu, istihbarat paylaşımında bir
sıkıntı mı yaşadı, devletin kurumları
arasında bir sıkıntı mı var, Hükûmetle irtibat
bozukluğu mu var, birileri birilerine yanlış bir şeyler mi
söylüyor, yanlış bir şeyler mi yaptırıyor? Ama netice
itibariyle 34 masum vatandaşımız Uluderede öldü ve biz
bunları tartışıyoruz, her gün televizyon ekranlarında
bunlar tartışıldı ama bir hafta
tartışıldı, on gün tartışıldı, bugün
bunlar unutuldu. Ardından, Genelkurmay Başkanı hakkında
tutuklama kararı, ardından Sayın Genel Başkanımız
Kemal Kılıçdaroğlunun adil yargılamaya müdahale
ettiği savıyla düzenlenen fezleke ki adil yargılama olan bir
ülkede adil yargılamaya müdahale edilebilir. Zaten bizim
savımız: Türkiyede adil yargılama yok. Onun için
bağırıyoruz, onun için sesimizi çıkartıyoruz. Daha
fazla demokrasi diyoruz, daha fazla insan hakları diyoruz, hukukun
üstünlüğü diyoruz, adalet diyoruz; onun için bağırıyoruz.
Ama Sayın Başbakan, düzenlenen bu fezlekeyle ilgili konuya gayet
soğukkanlı yaklaşıyor ve beklenen bir hadise olarak bunu
telakki ediyor, değerlendiriyor. Ama her aşamada Sayın
Başbakanın beyanatlarına dikkat edin, Türkiyede sivil iradenin,
sivil düşüncenin her zaman galebe çalmasından yana olduğunu
söyler, ama mesele ana muhalefet partisi lideriyse onun görüşleri maalesef
bu noktada değişiyor ve farklı mecralara, farklı alanlara
kayabiliyor.
Değerli arkadaşlarım, tabii bugün burada Milliyetçi
Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge, toplumun önemli bir
kesiminin geçim kaynağını sağladığı sektörle
ilgili bir konu. Elbette ki bu konunun lehine burada sizlere hitap etme
imkânı duydum. Elbette ki bu konular burada
tartışılmalı; bu sektörün paydaşlarıyla ilgili
yaşanan güncel sorunlar, geçmişten gelen sorunlar, geleceğe dair
birtakım planlama konuları burada tartışılmalı.
Konuştuğumuz konu, ekonomiye önemli katkılar yapan bir sektör.
İhracatına baktığınız zaman, önemli rakamlar...
Yaklaşık olarak Türkiye'nin 1 milyon ton narenciye ihracatı var.
Yıllara göre değişmek üzere, 800 milyon dolar ile 1 milyar dolar
gibi bir ihracatımız söz konusu. Gayrisafi millî hasılaya
yaptığı katkı önemli. Toplam 57-58 milyar liralık
yaş sebze, meyve ticareti içerisinde ya da hasılatı içerisinde
üretilen 3,5 milyon ton narenciyenin parasal karşılığı
yaklaşık olarak 3 milyar TL. Tabii bunlar Türkiye ekonomisi için
önemli rakamlar.
Bu sektör içerisinde birçok paydaş bu sektörden payını
alıyor. Üreticiden başlıyor, hasat eden tarım
işçisine, bunu taşıyan nakliyecisine, pazarlayan halci
esnafına, bunu yurt dışına sevk eden, pazarlayan
ihracatçısına kadar birçok sektörün paydaşlarını
ilgilendiren bir konu.
Türkiyede narenciye sektöründe sorun vardır, şu anda da bu
sorunlar devam etmektedir. Benim gibi narenciyenin üretim yapıldığı
bölge milletvekilleri bunları gayet iyi bilir. Şu dönemde de
üreticilerin kendilerine yoğun şikâyetler ettiklerini biliyorum. Ben
de Mersin Milletvekili olarak bu şikâyetlerle karşı
karşıya kalıyorum: Ürün dalında kaldı.
şikâyetleri, feryatları, İflas ettik.,
Borçlarımızı ödeyemiyoruz., Kredilerimizi ödeyemiyoruz.
şikâyetleri. İşte gidin, Silifke, Erdemli limon üretiminde
önemli bir potansiyele sahip bir bölge. Silifkede Limoncular Kahvesi
vardır, şu anda gidin orada üretim yapan üretici arkadaşlarımız
ya da bu işin ticaretini yapan tüccar arkadaşlarımız orada
oturuyorlardır, onlarla bir hasbihâl edin, şikâyetlerini çok yakinen
tespit etme şansına sahip olabilirsiniz. Dolayısıyla bütün
bunların konuşulması lazım. Tabii ki bunların burada
konuşulmasıyla kalmaması lazım, lafta kalmaması
lazım.
Buradan her fırsat bulduğumuzda şikâyet ediyoruz,
birtakım düzenlemeler yapıyoruz, yasal düzenlemeler yapıyoruz,
kâğıt üzerinde bunlar gayet iyi, bütün siyasi parti grupları bu
konuda görüşler belirtiyor; konu hangi konu olursa olsun, tarım
konusu, sanayi konusu ya da sosyal güvenlik konusu, hangi konu
aklınıza gelirse gelsin, burada bazı tasarılar
uzlaşmayla çıkıyor, bazı tasarılar hükûmetin
dayatmasıyla çıkıyor, kâğıt üzerinde bakıyorsunuz
gayet güzel ama uygulamada bunların karşılığı
yok.
Hemen geçtiğimiz günlerin önemli konularından bir tanesi de
yeni yıl itibarıyla yani, 1 Ocak 2012 itibarıyla yürürlüğe
giren, kamuoyunda Hal Kanunu olarak bilinen yasal düzenleme. Yasal düzenleme
yürürlüğe girdi, 23üncü Dönemde görev yapan milletvekili
arkadaşlarım bunu hatırlayacaklar, aslında bu yasal
düzenleme 2010 yılına ait bir düzenleme, Mart 2010 yılında
yüce Meclis bunu kabul etti, 26 Mart itibarıyla da belirli maddeleri
yürürlüğe girdi, belirli maddeleri de 2011in Mart ayı
itibarıyla yürürlüğe girecekti ama tabii, sistem yeni bir sistem.
Nihayetinde Hal Kanunu olarak tabir ettiğimiz konuyla ilgili,
iştigal alanıyla ilgili düzenlemeler, 1995 yılından beri
süregelen kanun hükmünde kararnameyle sevk ve idare edilebiliyordu. Bütün
grupların ortak katkısıyla bu yasa çıktı ve dediler
ki: Biz, bunu Mart 2011 tarihinde yürürlüğe koyarsak burada
sıkıntılar yaşanır. Nihayetinde, hallerde bunun
teknolojik altyapısı yok, gerekli altyapılar
yapılmamış, onun için bunun yürürlük tarihini uzatalım.
Getirdiler, 1 Ocak 2012ye kadar bunu uzattılar.
Şimdi, 1 Ocak 2012de bu yeni Hal Kanunu yürürlüğe girdi ve
sıkıntılar yine had safhada. Bu konuda da hem üreticilerden hem
bu konuda ticaretiyle uğraşan tüccar arkadaşlarımızdan
hem de hal esnafından şikâyetler alıyoruz.
Şunu anlatmaya çalışıyorum: Yasa yapıyoruz,
düzenlemeler yapıyoruz, ikincil mevzuatı da çıkartıyoruz
ama altyapı hazır değil. Ben isterdim ki tabii, konuyla ilgili
bakan burada olsaydı, bu konuyla ilgili, en azından, şu gün
hangi çalışmaların hangi noktada olduğuna ilişkin
bizlere bilgi verseydi.
Değerli arkadaşlarım, Türkiyede, özellikle tarım
sektörü gibi istihdam odaklı ya da istihdamın absorbe edildiği
bir sektörde önemli sorunlarla her zaman karşı karşıya
kalınabilir. Şimdi konusunu ettiğimiz narenciye konusunda da
toplumda azımsanamayacak rakamlara ulaşan bir çalışan kesim
var ve bu insanlar da zor koşullarda çalışıyorlar. Genelde,
Akdeniz Bölgesine gittiğiniz zaman, bu sektörlerde çalışan
insanlarımız Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden göç
eden insanlarımız. Tabii, bu insanlarımız kendi
arzularıyla, kendi istekleriyle o bölgelere göç etmediler. Oradaki
yaşadığı sıkıntılar neticesinde, orada
yaşayanların çatışma ortamının kendilerine
yarattığı huzursuzluk neticesinde, ekonomik
sıkıntılar neticesinde o bölgelere göç etmiş insanlar.
Elbette bu sektör içerisindeki ticaret yapanların,
ihracatçıların, üreticilerin sorunlarını
konuşalım, tartışalım ama o sabahın erken
saatlerinden akşamın karanlığına kadar 3 kuruşa,
5 kuruşa, düşük ücretlere orada emek veren insanların da
sorunlarını konuşalım. Onların sosyal güvenceleri var
mı onlara bakalım. Onlar harcadıkları emeğin
karşılığını alıyor mu onlara bakalım ve
bu sorunların çözüm noktasında da Meclis devreye girsin ve gerekli
düzenlemeleri yapsın diyorum.
Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu Meclis
araştırma önergesi lehinde oy kullanacağımızı
belirtiyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Seçer.
Aleyhine Antalya Milletvekili Sadık Badak.
Buyurunuz Sayın Badak.
SADIK BADAK (Antalya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; narenciye üretimi ve üreticilerin sorunlarıyla ilgili
verilmiş bulunan araştırma önergesinin aleyhinde söz
almış bulunuyorum, öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Önergede, ilgili sektörün, narenciye sektörünün hem üretim hem yurt içi,
yurt dışı pazarlaması konusunda tedbirler
alınması üzerinde durulmaktadır. Tabii ki bu tedbirlerin
alınmasını hepimiz çok arzu etmekteyiz ve yakından takip
ediyoruz -ki memnuniyetle görüyoruz- özellikle son dört yıldan bu yana,
2007 yılından bu yana daha fazla artan oranda alınmış
olan tedbirler sonuç vermektedir.
Ben sırasıyla önergede ele alınan önerileri de dikkate
alarak görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkemizde narenciye
üretimi çok yoğun olarak üç ana bölgede meydana geliyor: Birisi Çukurova,
diğeri Antalya bölgesi, üçüncüsü İzmir bölgesi. Her üç bölgede de
daha önde olan narenciye ürünleri var portakal gibi, limon gibi, greyfurt gibi,
altıntop gibi, biraz daha geride olan ürünler var. Efendim, önergede
deniliyor ki: Zirai ilaç kalıntısı konusunda
farkındalık yaratılmalıdır. Doğru, bu yerinde
bir talep. Bu konuda çok ciddi çalışmalar özellikle son dört
yıldır yapılmakta ve narenciye üretiminde zirai ilaç
kullanımının denetim altına alınması ve ilaç
kalıntısı konusunda ihracatta sorun yaşanmaması için
ihracat iadesi yardımından yalnızca bitkisel üretimde
kullanılan kimyasalların kayıt altına alınması ve
izlenmesi hakkında yönetmelik çıkarılmış,
uygulanmış ve sonucunun başarılı olduğu görülmüştür.
Bu bakımdan, bu konuda yeniden, baştan bir tedbir almaya gerek yok. Fakat
çıkarılmış olan yönetmeliğin daha ciddi şekilde
uygulamasını takip etmekteyiz.
Ayrıca, ifade ediliyor ki: Mazot, gübre, sulama ve diğer
konularda teşvikler verilsin ve üretim desteklensin. Bu konudaki
teşvikleri de ben şöyle bir gözden geçirdim, çok ciddi teşvikler
sağlandığını gördüm. 2010 yılında uygulamaya
başlanan Çiftçi Kayıt Sistemine göre ülkemizde 36 bin işletmede
turunçgiller yetiştiriciliği yapılıyor. Ancak diğer
birçok üründe olduğu gibi turunçgillere de şu desteklemeler
veriliyor. Öncelikle tarım havzaları üretim ve destekleme modeliyle
bu desteklerin verimliliği artırılmış bulunuyor. 7
ayrı destek sağlanıyor. Çok kısaca bunlardan bahsetmek
istiyorum:
Sertifikalı fidan desteği veriliyor. Turunçgiller bahçesi
tesis edilmesi durumunda sertifikalı fidanla eğer bahçe tesis
edilirse dekarda 200 lira, standart fidan kullanılırsa dekarda 100
lira destek veriliyor.
Mazot, gübre ve toprak analizi desteği sağlanıyor. 26
Şubat 2010 tarihli 27505 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan
2010/118 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı mucibince 2010
yılında Çiftçi Kayıt Sistemine dâhil olan çiftçilerimize 2011
yılında mazot için dekara 3,25 lira, gübre için 4,25 lira ve toprak
analizi için 2,5 lira destekleme ödemesi yapılmaktadır. Bu konunun
detayları var, girmiyorum. Arzu eden arkadaşlarımla daha sonra
paylaşabilirim.
Yine, 2010 yılı çiftçi kayıt sistemi ve kayıtlı
üreticilere 642.643 dekar alanda 2 milyon 75 bin lira mazot, 2 milyon 713 bin
lira gübre ve 1,5 milyon lira toprak analizi desteği verilmiştir.
Yaklaşık 5,5-6 milyon lirayı aşan bir destek bu konuda
sağlanmıştır.
Yine, 3üncü destek, organik tarım ve iyi tarım
uygulamaları desteğidir. Organik tarım yapan çiftçilere dekarda
25 lira, meyve ürünlerinde iyi tarım uygulaması yapan üreticilerimize
dekarda 20 lira, örtü altı iyi tarım yapan üreticilere dekarda 80
lira destekleme ödemesi yapılmaktadır.
Ayrıca, sübvansiyonlu kredi kullanım desteği vardır.
İndirimli faizli kredi yüzde 50 oranında 500 bin liraya kadar
yatırım ve işletme kredisi verilmektedir.
5inci destek, kırsal kalkınma
yatırımlarının desteklenmesi. Kırsal kalkınma
yatırımlarında ürün işleme, paketleme, tasnif, depolama,
frigofrik taşıma ve sulama tesisleri gibi projelere yüzde 50 hibe
desteği sağlanmaktadır.
Yine, ayrıca, damlama sulama sistemi, soğuk hava deposu,
ambalaj, paketleme tesisi kuran çiftçilerimize proje tutarının yüzde
50si hibe olarak verilmektedir.
Ayrıca, Ziraat Bankası tarafından sertifikalı bahçe
yetiştiren çiftçilerimize verilen yüzde 50 indirimli 1,5 milyon liraya
kadar kredi desteği de bulunmaktadır.
Yine, 6ncı destek, TARSİM, tarım sigortaları
desteğidir.
7nci destek, tarım danışmanlığı
desteğidir. Tarım danışmanlığı hizmetinden
faydalanan üreticilere işletme başına 500 lira destekleme
yapılmaktadır.
Yine, önergede tanıtım gruplarının
oluşturulması ve geliştirilmesi önerilmektedir. Bu da 2007
yılında kurulan Narenciye Tanıtım Grubunun son derece
faydalı çalışmalarıyla narenciye ihracatının artmakta
olduğunu görmekteyiz. Ben bu konuda birkaç müşahhas örneği
sizlerle paylaşmak isterim. Yurt dışı pazarlarda narenciye
meyvelerinin ihracatının artırılması için
çalışmalar yapılmaktadır. Aynı zamanda Alata
Araştırma Enstitüsü, Çukurova Üniversitesi ve Batı Akdeniz
Araştırma Enstitüsü BATEM tarafından yeni narenciye meyve
çeşitlerinin geliştirilmesi konusunda çalışmalar
yapılmaktadır. Memnuniyetle söyleyebilirim ki BATEM tarafından
sekiz ayrı narenciye türü geliştirilmiştir ve tescil
edilmiştir. Patenti tamamen Türkiyeye aittir, BATEMe aittir.
İsimlerini söylemek istiyorum: Portakalda üç tür
BATEM Fatihi, Washington
çeşididir. BATEM Baharı, bu yine Washington çeşididir, baharda
çıkar, üretimi sekiz aya yaymak amaçlıdır. Yine Washington da
BATEM Şekeri adla tescillidir, ince kabuklu ve çok tatlıdır.
Mandarinde üç ayrı yeni tescil yapılmıştır.
BATEM Yıldızı, çok iri bir mandarin çeşidi
oluşmuştur; ince kabuklu, kabuğu kolay soyulur, çekirdeksiz ve
lezzetlidir. İkincisi, BATEM İncisi, orta boy, ince kabuklu,
çekirdeksiz. Üçüncüsü, BATEM Göral adıyla tescil edilmiştir,
erkencidir, Satsumaya büyüklük açısından eşit, az çekirdekli ve
lezzetlidir.
İki yeni limon çeşidimiz vardır. BATEM Pınarı,
İnterdonata benzer ancak çok üstün ve çok suludur. İkinci limon
çeşidimiz, BATEM Sarısıdır.
Olgunlaştığında rengi altın rengine benzer ve suludur.
Dolayısıyla yeni ürün çeşitleri de bu çerçevede üzerinde
çalışılan önemli bir konudur.
Yine tanıtım grubu, Uzak Doğu pazarlarına -Japonya,
Malezya, Hong Kong gibi- ulaşmaktadır. Narenciye meyveleri
ihracatı buralarda uzun soluklu çalışmalar neticesinde önemli
artışlar kaydetmiştir. 2011-2012 sezonunda mandarin
ihracatı 344 bin ton olarak gerçekleşmiş, bir önceki döneme göre
Narenciye Tanıtım Grubunun çalışmalarıyla yüzde 8lik
bir artış gözlenmiştir.
Limon ihracatı 246 ton olarak gerçekleşmiş ve bir önceki
döneme göre yüzde 10 artış gerçekleşmiştir. Portakal
ihracatında yüzde 26lık artış kaydedilmiş, greyfurt
ihracatında da yüzde 10luk bir artış görülmüştür.
Ben, son olarak -zamanım çok az kaldı- önergede narenciye
ürünlerinin Hal Yasası kapsamından çıkarılması yönünde
bir öneri var, bu öneriyi hiçbir şekilde
anlayamadığımı ifade etmek istiyorum. Oysa biz konsensüsle
ülkemizde kayıt dışılığın önlenmesi için
çaba göstermekteyiz. Uygulanmakta olan Hal Yasasıyla bütün ürünlerde
olduğu gibi narenciye ürünlerinde de hal dışında
satılan narenciye ürünlerinden alınan yüzde 15 komisyon yüzde 2ye,
hal içindeki satılan narenciye ürünlerindeki komisyon da 2den 1e
düşürülmüştür. Bunu desteklemek yerine narenciye ürünlerini Hal
Yasası kapsamından çıkarmayı önermek bize çok isabetli
gelmemektedir.
Bu itibarla önergenin isabetli olmadığını
düşünüyoruz ve önergenin aleyhinde oy kullanacağımızı
belirtiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Badak.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkanım, 60a göre
kısa bir söz talep ediyorum.
BAŞKAN Tabii, buyurunuz Sayın Şandır.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın, narenciye
üreticilerinin sorunlarının araştırılması
konusunda bir komisyon kurulmasının uygun olacağına
ilişkin açıklaması
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, bir sonuç olarak, bu narenciye
üreticilerinin sorunlarının tartışılmasını
talep eden önergemiz üzerindeki görüşmeleri bir kazanım olarak
görüyorum ama bir sonuç olarak herkes kabul etmelidir ki narenciye üreticisi
zordadır, sıkıntıdadır, her sene de zarar etmektedir.
Bunun canlı tezahürü, limon bahçeleri kesilmekte, narenciye bahçeleri
kesilmekte, yerine başka şeyler ekilmektedir, dikilmektedir.
Dolayısıyla bugün narenciye üreticilerinin sorunlarını
tartışmak için bir komisyon kurulması talebi doğru bir
taleptir. Ayrıca yalnız narenciye üreticileri değil, tüccarlar,
ihracatçılar da zor durumdadır. Sektör örgütlerinin talebi olarak
narenciye ticaretinin Hal Yasası dışarısına
çıkartılması örgüt temsilcilerinin talebidir. Dikkate
alınmasını, incelenmesini de talep ediyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
III.-
YOKLAMA
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan, yoklama istiyoruz.
BAŞKAN Yoklama talebi vardır.
Önergeyi oylarınıza sunmadan önce yoklama işlemini yerine
getireceğim.
Sayın Hamzaçebi, Sayın Demiröz, Sayın Tanal, Sayın
Seçer, Sayın Özkes, Sayın Aksünger, Sayın Gök, Sayın Tufan
Köse, Sayın Havutça, Gürkut Acar, Sayın Toptaş, Sayın
Güven, Sayın Ekinci, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın
Ayaydın, Sayın Öner
Tamam herhâlde.
Öztürkü yazdık. Şafak
Yoklama için üç dakika süre vereceğim.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- Narenciye üreticilerinin piyasada oluşan fiyat
dalgalanmalarından korunması ve narenciye ihracatında ülkemizin
potansiyelinin değerlendirilmesi ile ilgili sorunların tespiti ve
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergenin,
12/1/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin
aynı tarihli birleşimde yapılmasına ilişkin MHP Grubu
önerisi (Devam)
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul edilmemiştir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan, efendim, bir konuyu Başkanlık Divanının ve
Genel Kurulun dikkatine sunmak istiyorum.
Yoklama talebinde bulunduk, 20 arkadaşımız ayağa
kalktı ama burada olup ayağa kalkan 2 arkadaşımız,
Sayın Celal Dinçer ve Sayın İhsan Özkes, Divanın
almış olduğu notlar arasında isim listesinde yok. Yani 20
kişi ayakta olduğumuz hâlde sanki 20 kişi yokmuş gibi bir
izlenim veren bir tavır içerisinde bu notu tutan
arkadaşlarımız.
BAŞKAN Oradaki sayı 20dir Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Efendim, Sayın
Celal Dinçer burada, Sayın İhsan Özkes burada. En ön sırada
ayağa kalkan 2 arkadaşımız Divanın tuttuğu
yoklama listesinde yok ise bir problem var efendim.
BAŞKAN Herhâlde isimleri not ederken biraz atlama olmuş,
kusura bakmayın. Bir dahaki sefer daha dikkatli bakarız.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Efendim, ona göre
meydana gelen gecikme nedeniyle iktidar partisi zaman kazanıyor tabii ki.
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Ama Sayın Başkan
AHMET YENİ (Samsun) Müftüyü yok mu saydılar?
BAŞKAN Lütfen
Şimdiye kadar
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, yoklama
talep eden milletvekilleri ayakta beklerler. Orada söylenince ismi okunan
oturur.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, sayın grup başkan
vekilleri; bugüne kadar hep yapageldiğimiz bir şeydir.
Arkadaşlarımız daha yeni olduğu için isimleri kaydederken
eğer biraz gecikmemiz olduysa kusurumuza bakmayınız lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır, dilekçe verseler bir problem
yok efendim.
BAŞKAN - Bir kasıt ve bir şey olması mümkün
değildir.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan, şimdi, isimleri not etmek kimin görevidir acaba? Yani
Divandaki arkadaşlar, size yardımcı olan arkadaşların
bu konuda bir görevi yok mudur?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Hayır efendim, görevleri
değil.
BAŞKAN Efendim, söyledim söyleyeceklerimi.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
daha sonra oylarınıza sunacağım.
3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları
tarafından, hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin sorunları ile
hapishanelerde yaşamlarını yitiren kişilerin olup
olmadığının saptanması hakkında verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi
12.01.2012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 12.01.2012 Perşembe günü (Bugün)
yaptığı toplantısında siyasi parti grupları
arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları
tarafından, 28 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin
sorunları ile hapishanelerde yaşamlarını yitiren
kişilerin olup olmadığının saptanması
hakkında verilmiş olan Meclis Araştırma Önergesinin (111
sıra nolu) Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 12.01.2012 Perşembe günlü birleşimde
sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Lehinde Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi üzerinde söz aldım. Bizim,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak verdiğimiz grup önerisi budur değerli
arkadaşlarım. Biz, bu grup önerisiyle, yaşam hakları
devletin güvencesi ve sorumluluğu altında olan hasta tutuklu ve
hükümlülerin içerisinde bulunduğu koşulların, sağlık
sorunlarının ve bu sorunlarının nedenlerinin
araştırılması, sağlık sorunları nedeniyle
hapishanelerde yaşamını kaybeden kişilerin olup
olmadığının saptanması amacıyla bir Meclis
araştırması komisyonu kurulmasını istedik.
Değerli milletvekilleri, yaşam hakkı insan
haklarının en temeli, en başında gelenidir. Kişilerin
vücut dokunulmazlığı ve sağlıklı yaşam
hakkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve uluslararası
sözleşmelerle güvence altına alınmıştır.
İnsanların özgür olarak yaşamakta iken herhangi bir suç
şüphesi nedeniyle tutuklanıp, cezaevine girip tutuklu ya da hükümlü
olduklarında sadece hak ve özgürlükleri kullanma yönünden özgür insana
göre eşitsiz bir duruma düştükleri, insan olma özelliklerini kaybetmedikleri,
bilinen bir gerçektir. Devlet, koruması altındaki tutuklu ve
hükümlülerin insan olduklarını unutmamak durumundadır.
Onların sağlıklarını korumakla, hastaysa tedavi
ettirmekle görevlidir. Devletin bu görevleri yapmaması, tutuklu ve
hükümlülerin sağlığına ait tehlikeli sürecin ilerlemesine
engel olmaması, açıkça insan hakları ihlalidir.
Yaşam hakkını tehdit eden başka bir unsur da adil
yargılanma hakkının ihlal edilmesidir. Devlet, adil
yargılanma hakkının ihlal edilmesinin bertaraf edilmesi için
gerekli bütün tedbirleri almakla görevlidir. Adil yargılanma
hakkını kim ihlal ediyorsa onları etkisiz hâle getirmek
durumundadır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
özellikle Türkiyede adil yargılanma hakkından doğan insan
hakları konusunda, son yıllarda Türkiyeyi tazminata mahkûm
etmektedir. Türkiye, adil yargılanma hakkının ihlali
bakımından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruda
1inci sırayı almaktadır. Türkiye, tutukluluk kurumunun iyi
çalışmadığı, insanların haksız yere
özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı, birçok AİHM
kararında işaret edilmektedir. AİHM, Türkiyede yargılama
sisteminden ve yasadan kaynaklanan yaygın ve sistematik bir sorunun
bulunduğunu tespit etmektedir ve bu sorunu, mahkemelerin tutukluluğun
devamına karar verirken ya da tutuklama kararı verirken soyut tek tip
gerekçe kullanmaları, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu,
sanığın kaçma şüphesi gibi soyut klişe gerekçe
kullanmalarından, teminatla salıverilme ya da başka koruma
önlemlerini göz önüne almamalarından, tutuklamanın hukuka uygunluk
denetiminin yapılıp yapılmamasının duruşmalı
yapılmamasından ve Türkiyede, hepsinden önemlisi, hâkim ve
savcıların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarını dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır.
Biz, bu AKP İktidarıyla birlikte, Anayasanın
90ıncı maddesini değiştirdik arkadaşlar. Orada
Eğer uluslararası sözleşmelerle Türkiyedeki yasalar
arasında bir çatışma olursa Türkiyedeki yasaların önünde
uluslararası sözleşmeler vardır. dedik ve devam ettik
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini kabul etmiş bir
ülkeyiz. Bunun Türkçesi şu demektir: Türkiyedeki yargıç ve
savcılar, her şeyden önce, uluslararası hukuk kurallarıyla
bağlıdırlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarını uygulamakla görevlidirler, yükümlüdürler; yani
mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına
uymama gibi bir takdir yetkileri yoktur. Bu, Anayasanın 90ıncı
maddesini açıkça ihlaldir değerli arkadaşlarım.
Yine bu iktidar döneminde AİHMe atanan Işıl
Karakaş, mahkeme ve tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili olarak,
adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle
yapılan başvuruların son yıllarda çok
arttığını belirtmiştir. Türkiyede
yargıçların, genelde, dava sürerken, klasik kriterleri göz önüne
alarak sanıkların tutuklu yargılanmaları yolunda karar
verdiğini kaydeden Karakaş, kişisel olarak, bunun
yanlış olduğunu ve AİHM tarafından da yanlış
bulunduğunu tespit etmiştir.
Değerli
milletvekilleri, burada yine Cumhurbaşkanımız Sayın
Abdullah Gül tarafından 23üncü Dönem 5inci Yasama Yılının
açılış konuşmasında aynen şunlar
söylenmiştir: Tutukluluk fiilî mahkûmiyete dönüştürülmüştür. Bu
fiilî mahkûmiyete dönüştürülmesi, bu tür aksaklıkların
düzeltilmesi
Geç tecelli eden adaletin
adaletsizlikten farkı olmadığı anlayışıyla,
gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesini bu
Parlamentodan istemiştir.
Şimdi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir yandan bu konudaki
aksaklıkların giderilmesini Türk Hükûmetinden istemekte ve Cahit
Demirel kararında olduğu gibi, artık bu adil yargılanma
hakkı konusunda sistematik ve yaygın bir hak ihlali olduğunu
belirterek Türkiyenin bu konuda önlemler almasını istemekte ve
Avrupa Bakanlar Komitesine görev vermektedir.
Değerli
arkadaşlarım, işte, en son, Avrupa Konseyi, özel yetkili
mahkemelere karşı olduğunu, Türkiyede adil yargılanma
hakkının söz konusu olmadığını
açıklamaktadır. Süreç gazeteci tutuklamalarıyla
başladı. demektedir, Hâkim ve savcıların devletçi
zihniyeti egemendir. demektedir ve Özel mahkemeler gözden geçirilmelidir.
demektedir.
Yine, değerli arkadaşlarım, Avrupa Konseyi -en son buraya
gelen- Komiseri, yaptığı incelemelerden sonra, iki ay önce
açıkça İncelemeden tutukluyorlar. demektedir ve Kararlar otomatik
olarak alınıyor. demektedir, Lehte kanıtlar değerlendirilmiyor.
demektedir ve Avrupadan hâkim ve savcılara çok ağır
eleştiri vardır.
Değerli arkadaşlarım, deminden de söyledim,
Anayasanın 90ıncı maddesine uymamak bir anayasa ihlalidir.
Şimdi, Türkiyede adil yargılanma hakkını kimlerin ihlal
ettiğini ben söylemek istiyorum. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanı 9 Kasım 2011 günü Silivride cezaevinde Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekillerini ziyaret ettikten sonra yaptığı
açıklama nedeniyle adil yargılanmayı etkilemeye teşebbüsten
hakkında soruşturma açılmış ve fezleke Adalet
Bakanlığına gönderilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, bir
şeyin etkilenebilmesi için o şeyin orta yerde olması lazım.
Türkiyede özellikle özel yetkili mahkemelerde adil yargılanma
olayının olmadığı, bizim de yargı yetkisini kabul
ettiğimiz uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından açıkça tespit edilmiştir. Bu konuda hiçbir
kuşkuya gerek yoktur. Eğer Türkiyede adil yargılanma var ise o
zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiyeyi neden tazminata mahkûm
ediyor? O zaman, Türk Hükûmeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
şunu neden söylemiyor: Hayır kardeşim, bizim adliyelerimizde
adil yargılanma hakkı ihlal edilmemektedir, adil yargılanma
hakkına saygı duyulmaktadır, o nedenle biz bu tazminatı
ödemiyoruz. Neden dememektedirler? Dolayısıyla Türkiyede adil
yargılanma hakkı bizzat adil yargılanma hakkını
sağlamakla görevli hâkim ve savcılar tarafından ihlal
edilmektedir. Bunun bu kürsüden tespit edilmesini istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel Başkan
hakkında fezleke hazırlanmasına hiçbir itirazımız yok.
Yani şu söyleniliyor: Herkesin hakkında fezleke
hazırlanır. Evet, herkesin hakkında fezleke
hazırlanır ama Türkiyede adil yargılanma hakkını
ihlal edenlere Bu adil yargılanma hakkını ihlal ettiniz.
dediği için fezleke hazırlanıyorsa bu hukuk devleti adına
ayıptır. Burada aslında yargının Parlamentoyu etkisiz
hâle getirme anlayışı egemendir.
Bu olaydan
sonra beni daha da çok üzen bir olay, Sayın Adalet Bakanının
açıklaması. Sayın Bakan diyor ki: Görevi yapan
savcılara karşı bu hakaretleri, bu ithamları yapma
hakkını Sayın Kılıçdaroğlu nereden alıyor?
Başkalarına uygulanan yasalar Kılıçdaroğlu kim ki ona
uygulanmayacak? Hangi özel sıfatları var ki diğer siyasetçilerin
muhatap olduğu maddeler Sayın Kılıçdaroğluna
uygulanmayacak.
Değerli arkadaşlarım, biz Sayın
Kılıçdaroğlu hakkında fezleke hazırlanmasın demiyoruz ki. Elbette,
Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten suç işliyorsa
Anayasanın 10uncu maddesi gereğince her yurttaş gibi
hakkında fezleke de açılabilir, dokunulmazlık da
kaldırılır, buna bir itirazımız yok ama Sayın
Başbakanın ve Meclis Başkanımızın Bülent
Arınçın o tarihte söylediği çok laflar var değerli
arkadaşlarım. Danıştaya ilişkin laflar var burada,
Yargıtaya ilişkin lafları var ve diyor ki bakın Sayın
Başbakan: Mütalaa yürütmek sadece yargı kurumlarının
tekelinde olamaz, yargı bağımsızlığı
yargı kararlarının eleştirilemez olduğu anlamına
gelmez. Ve burada Sayın Başbakan Danıştay için diyor ki:
Bu Danıştay, bu ülkenin Danıştayı ve kuvvetler
ayrılığı prensibi içerisinde, yargı
başlığı altında, en büyük engelle karşı
karşıyayız. Yine, Bunlar
bu gidişle evin içine de karışacaklar. Efendi, bu senin
işin değil, bu Diyanetin işi. diyor, Sayın Başbakan
diyor bunu. Ne zaman diyor? 18.5.2006 yılında diyor.
Yine, millet iradesini temsil ettiklerini söyleyen Erdoğan türban
ve AKPye yönelik kapatma davasında çok sert çıktı Milletin
iradesine kimse ipotek koyamaz. İstiklal ruhuyla kurulan Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesini kimse gölgeleyemez. Cumhuriyetin sahibi millettir.
Kimse cumhuriyet millete bırakılamaz deme hakkına sahip olamaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Değerli arkadaşlarım
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk. Lütfen
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Şimdi Sayın Başbakan, en
son bakın
Tutuklu yargılanmak isabetli yol değildir. dedi.
BAŞKAN - Sayın Öztürk
Lütfen
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Sayın Başbakan eğer bunda
samimiyse bunun gereklerini yapmak durumundadır, bunu yerine getirmek
durumundadır.
BAŞKAN - Sayın Öztürk, çok rica ediyorum, lütfen kürsüyü
boşaltınız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) En son Bülent Arınçın
sözleri Lamı cimi yok. diyor.
BAŞKAN - Sayın Öztürk beni duyuyorsunuz herhâlde.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Bu milletvekilleri
çıkarılacaktır. Yargıya müdahaleden bahsedeceksek,
yargının
(CHP sıralarından alkışlar, AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz.
VIII.- SÖYLEVLER
1.- Kırgızistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Almazbek
Atambayevin, Genel Kurula hitaben konuşması
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Sayın Abdullah Gülün davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan
Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek
Atambayev şu anda Meclisimizi onurlandırmışlardır.
Kendilerine yüce Meclisimiz adına Hoş geldiniz. diyorum. (AK
PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
Dünkü
birleşimde alınan karar gereğince, Sayın
Cumhurbaşkanını konuşmasını yapmak üzere kürsüye
davet ediyorum.
Buyurunuz
Sayın Cumhurbaşkanı.
KIRGIZİSTAN
CUMHURBAŞKANI ALMAZBEK ATAMBAYEV Sayın milletvekilleri, Sayın
Meclis Başkanı, Sayın Başbakan Yardımcısı,
kıymetli dostlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinde sizlere hitap
etmek benim için büyük bir gururdur. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Çok heyecanlıyım, affedersiniz. (AK PARTİ,
CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Niye? Türkiyeyi
seviyorum, tarihini de biliyorum. Ocak 1920 yılında İstanbulda
Osmanlı Meclisi Mebusanı tarafından Misakımillî
bildirisinin ilan edildiğini de biliyorum. Daha sonra Meclisi Mebusan
dağıtılmıştı. Birçok siyaset adamı
tutuklanmış ama tutuklanmış olmasına rağmen, yeni
Millet Meclisi 23 Nisan 1920 yılında bu sefer Ankarada
toplanmış ve kendisini ülkedeki tek meşru yönetim olarak ilan
ettirmişti. İşte o zaman Meclis kendi Başkanını,
Mustafa Kemal Atatürkü seçmişti. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
Hürmetli
dostlar, Kırımdaki Kul Oba
Kabristanında birbirlerine sırtlarını dayayan ve
düşmanlarına yay ile ok atmakta olan 2 Türk askerinin taşın
üzerine çizilmiş resmi bulunmuştu. İşte, buna
arkadaşların dayanışması denir. Eski Türkler her zaman
birbirlerinin sırtlarını korumuşlardır, bu nedenle
sadece 2si kalsalar bile teslim olmadılar. Arkadaş sözünün tarihi
böyledir. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
İşte, bu anlayış ile ulu Türk
kağanlığı kurulmuş ve 552 ile 743 yılları
arasında iki yüz sene ayakta kalmayı başarmıştı.
Kardeş kardeşi, Türk Türkü sırtından vurmaya
başladığında o devlet yıkılmıştı.
Söz konusu kağanlığın sınırları Çin
Seddinden Karadenize kadar uzanıyordu o zaman. Çin Seddinden
Karadenize kadar
Kağanlığın içinde tüm Türk halkları
vardı. İşte bu Türk kağanlığı döneminde
Türkler Orta Asya bölgesini fethetmişlerdi ve o tarihten bugüne kadar Orta
Asya bölgesinde kaldılar ve korudular.
Bu, atasözümüz: Geçmişe tabancayla ateş edersen gelecek sana
top ile ateş eder. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Geçmişimizi unutmamalı ve korumalıyız,
işte o zaman geleceğimiz de parlak olacak.
Değerli dostlar, arkadaşlar; eski zamanlarda
halklarımız her zaman birbirlerinin yardımına koşmuşlardır.
Ulu Osman Gazi Osmanlı Devletini kurduğunda Anadoludaki
Bizans bölgesinde başlıca üç şehir vardı: Bursa, Akçakoca
ve bu bölgenin başkenti olan Nikeya, şu andaki İznik şehri.
Bildiğiniz gibi, Kırgız askerlerinden oluşan bir birlik
Türk ordusuna yardıma gelmesine kadar kuşatma sırasında
İznikin demirlerle kaplı kapılarını hiç kimse
açamamıştı. O gün Kırgızlar ordunun ilk
sıralarında hücuma başlamışlar ve hücum
sırasında tüm Kırgızlar şehit düşmüşlerdi.
(AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Ama
sonuçta kale kapıları açılmıştı, İznik
fethedilmiş, Bizans İmparatorluğunun ordusu yenilmişti.
İznik kuşatması sırasında Orhan Gazinin on binlerce
askeri şehit düşmüştü ancak Orhan Gazi, sadece Kırgız
askerleri için türbe inşa ettirmişti. Bu türbe, şu anda
İznikteki Kırgızlar Türbesidir. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar)
1919
yılında düşman ittifak orduları, Türkiye'nin şu andaki
81 vilayetinin yerine sadece 6 vilayet bırakmaya karar aldılar,
biliyorsunuz, sadece 6 vilayet bırakma kararı aldılar.
Düşman orduları tarafından İzmir ve Türkiye'nin diğer
toprakları işgal edildiğinde Kırgızlar da dâhil,
başka Orta Asya Türk halkları kardeşlerinin yardımına
koşmuşlardı. Türk ordusuna yardım olarak Orta Asya
Türkleri, 10 milyon altın toplamış ve Sovyet Hükûmeti
aracılığıyla göndermişti o zaman. (AK PARTİ, CHP
ve MHP sıralarından alkışlar) Bu altın, bugünün
parasıyla milyarlarca dolar olurdu. Sonuçta birlikte Türkiyeyi
koruyabildik. Dostluğu ve sevgiyi parayla ölçmek olmaz, mümkün
değildir.
Kırgızlar
için Türkiye, gecenin gökyüzünde uzakta parlayan
bir yıldızdır. Gökyüzü bulutlarla kaplı olsa bile
bulutların arkasında bir yıldızın
parladığını biliyoruz. Bu yıldız,
kardeşimiz, arkadaşımız Türkiyedir. (AK PARTİ, CHP ve
MHP sıralarından alkışlar)
Sevgili dostlar, arkadaşlar; söylediğim gibi Türk kağanlığı,
Türkler kendi aralarında savaşmaya, Türk Türkü, kardeş
kardeşi öldürmeye başlayınca
yıkılmıştır. Şimdiki dünyada Türk halklarına
kötülük yapmak isteyen çok güçler vardır.
Geçen ay Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın İslam
Kerimov ile 2010 yılında Kırgızistanın güneyinde
meydana gelen ve iki kardeş halkının
çatıştığı, Kırgız ve Özbeklerin birbirini
öldürdükleri, Türkün Türkü vurduğu, kardeşin kardeşi
vurduğu, Müslümanın Müslümanın kanını döktüğü trajedik
olayları konuştuk. Sayın İslam Kerimov bana şöyle
demişti: Almazbek, düşmanlarımızın amacı
Kırgızlar ile Özbekler değil Kırgızistan ve
Özbekistanı birbirlerine düşürmekti. Bu savaşın sonucunda
her iki cumhuriyetimizin yıkılması ve yok olmasını istemişlerdir,
iki Türk yeni cumhuriyeti yok olsun istemiştir. Bu doğrudur, acı
bir gerçektir ve bu gibi kötü niyetli denemeler devam edecektir.
Özbekistanın parçalanmasını,
Kırgızistanın dünya haritasından yok olmasını
isteyen kötü niyetli güçlerin var olduğu gerçektir ve bunun için şu
an tam bir uygun dönemdir.
Kırgızistan yirmi yıl önce
bağımsızlığını ilan etmiştir ancak bu
tam bir bağımsızlık değildir. Şu anda ekonomik ve
teknik yönden güçlü ülkelere bağımlıyız. Bu gerçek, acı
gerçek. Petrol yataklarımız var, ancak işletecek kimse yok. Her
sene büyük zorluklarla başka ülkelerden akaryakıt ithal ediyoruz.
Doğal kaynaklarımız ülkemizden bedava
çıkartılıyordu. Sadece Kumtor altın madenimizden son on
yıl içerisinde 10 milyar Amerikan dolarından fazla tutardaki
altın ülkeden çıkarılmış ve bunun sadece yüzde 3ü
Kırgızistanın hazinesine girebilmiştir.
Kırgızistanı kredi ve maddi destek
karşılığında dizüstü çökertmek istiyorlar ancak biz
Türküz, biz eski Türküz. (AK PARTİ, CHP, MHP sıralarından alkışlar)
Ve hiçbir zaman köle olmayız, çünkü her bir Türk için dik başlı
ölmek, diz çöken kölelik yaşamından daha iyidir. (AK PARTİ, CHP,
MHP sıralarından alkışlar)
Değerli dostlarım, arkadaşlarım; biz parlamenter
demokrasi yolunu seçtik ve tüm dünya anlamalı. İktidarın gücü
sadece halkların güvenine bağlıdır. Eğer güven yoksa
ve halk adaletsiz ve hırsız yönetim istemiyor ise, ne tüfek ne
tabanca ne top ne tanklar iktidarı kurtaramaz. (Alkışlar)
İşte, bunu, yakın geçmişte Arap ülkelerinde meydana
gelen gelişmeler açıkça göstermiştir. Rusya lideri Vladimir
Putinin dediği gibi, Arap bahar hareketi aslında 2010
yılının Nisan ayında Kırgızistanda
başlamıştı. Bu arada, Vladimir Putinin, Türkiye'nin yaptığı
gibi, Kırgızistanı sürekli desteklediğini belirtmek
istiyorum.
Çağdaş Kırgızistan
bağımsızlığına kavuştuktan sonra bizler
Bağımsız Devletler Topluluğuna üye olduk. Burada, Rusya
hâlen önemli rol oynamaktadır.
Rusya, yarım milyondan fazla Kırgızın
yaşadığı ve çalıştığı ülke. Rusya,
stratejik ortaklarımızdandır. Son dönemde, sürekli gelişen
Türkiye ve Rusya arasındaki ortaklık ilişkileri bize de güvence
vermektedir. Kırgızistan-Rusya ve Türkiye-Rusya ilişkilerindeki
gelişmelerden tüm halklarımız kazançlı
çıkacaktır.
Hürmetli dostlarım, arkadaşlarım; demokratik ve güçlü bir
devletin kurulmasında Türkiye Cumhuriyeti bize örnek teşkil
etmektedir. Türkiye, bugün, Türk halkları için Kutup
Yıldızı gibidir. (AK PARTİ, CHP ve MHP
sıralarından alkışlar) Demokratik ve ekonomik yönden güçlü
bir Türkiye halklarımızın parlak geleceğine ümit
vermektedir.
Ulu Türk kağanlığının halkları kendilerine
el diyorlardı el. Şu anda, bu söz sadece Kırgızlarda
kaldı, Kırgız Eli. Türk kağanlığının
halkları cennete Beyiş, cehenneme Tozok derlerdi. Tozok, Türkçede
tuzaktır. Kölelik ölümden beterdir, Türk için cehennemdir ve bu sözleri
sadece bizler, Kırgızlar hatırlıyoruz. Kırgızlar
Türk halklarının en eskisidir. Eski Türküz biz, bizler en eski
sözleri, örf ve âdetleri, gelenekleri ve Türklerin özlüğünü muhafaza
ettik.
Tabii ki, Türkiye anavatandır, bizim anavatan Türkiye. (AK
PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Ancak
dostlarım, şunları bilelim: Anadoluya gelmek üzere
atalarımızın yola çıktıkları bir yer var. Atalarımız
nereden geldi? O da ata vatan yani ata mekândır. (AK PARTİ, CHP ve
MHP sıralarından alkışlar) Kırgızistan, bugünkü
Türkiye için bu topraklarda şehit olan atalarımızı unutmayınız,
unutmayınız, bizim atalarımızdı.
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün ve Sayın
Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Kırgızistana ne
kadar yardımcı olmak istediklerini biliyorum. Bu nedenle, sayın
milletvekilleri, sizlere ve tüm Türk halkına hitap ediyorum. Tarih bize
bir fırsat daha tanıdı. Ulu Türk kağanlığını
kuramasak bile, en azından, Türk devletlerinin kardeşliğini
pekiştirmeliyiz. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) İnşallah, kuvvetli bir Türk birliğini de
yapmalıyız. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) Ancak, bunun için, sadece Türkiye değil, diğer
Türk cumhuriyetleri de sağlam, ayakta durmalı, ekonomik yönden
gelişmiş, güçlü devletler olmalıdırlar;
Kırgızistan da, Özbekistan da, Türkmenistan da, hepsi. Sadece
eğer bir Türk cumhuriyeti olursa Türkiye, zor olur. (AK PARTİ, CHP ve
MHP sıralarından alkışlar)
Değerli dostlar, arkadaşlar, büyük Türkiye'nin temelini atan
ve burada birlikte şehit düşen atalarımızın
ruhları bize yardımcı olsun. Allah hepimize yardımcı
olsun. Kardeş Türk milletine mutluluklar ve esenlikler dilerim. Allah
saklasın, korusun, iyilik versin.
Teşekkürler. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Cumhurbaşkanı.
Sayın milletvekilleri, Kırgız Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Almazbek Atambayev ve beraberindeki heyet
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçekin
refakatinde Genel Kuruldan ayrılmaktadırlar.
Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati:15.53
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.17
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 51inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verdiği önerisinin görüşmelerine devam edeceğiz.
Şimdi söz sırası
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurunuz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Biraz önceki yoklama
hususuyla ilgili olarak izninizle bir açıklama yapmak istiyorum. İzin
verirseniz kürsüden iki dakika içinde görüşlerimi ifade edeceğim.
BAŞKAN Buyurunuz efendim.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Başkanlık Divanındaki Kâtip Üyelerin yoklama yapılması
sırasında Başkana yardımcı olmaları
gerektiğine ilişkin açıklaması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, biraz önce bir grup önerisinin, Milliyetçi
Hareket Partisi grup önerisinin oylanması sırasında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak yoklama istedik, 20yi aşkın
arkadaşımız ayağa kalkmak suretiyle talepte bulunduk.
Sayının 20 olup olmadığı konusunda bir tereddüt
oluştuğunu fark ettim Başkanlık Divanında, oysa 20den
çok fazla arkadaşımız ayaktaydı. Sonuçta 20 kişinin
tamamlandığı anlaşılarak yoklamaya geçildi ve
işlem sonuçlandı. Divana geldim, sizin sağınızda
oturan Kâtip arkadaşın tutmuş olduğu listeyi aldım
Tabii, hata da olabilir, insanlık hâlidir, bunları da
anlayışla karşılarım, bu da normaldir, bu kadar
yoğunluk içerisinde, milletvekili de kâtip üye de insandır, hata da
yapabilir, bunu da gayet anlayışla karşılarım ancak
ben Sayın Başkanın söylediği isimlerin Divan Kâtibi
tarafından not edilmediğini fark ettim, bu endişeyle kendisine
birkaç şey söylediğimde Başkan ne diyorsa ben onu kaydettim.
diyor. Esasen Başkanlık Divanındaki kâtip üyeler Başkana
yardımcı olmak üzere oradadır yani bütün yükü Başkanın
üzerine bırakarak Ben sadece not ederim. demeyi ben doğru
bulmuyorum ama bunun takdiri Başkana aittir. Söyleyeceğim bu
değil, Başkan söylüyor, ben de not ettim. dedi. Tutanakları
aldım, Sayın Başkan diyor ki: Sayın Tufan Köse? Bu
listede yok. Sayın İhsan Özkes? diyor Sayın Başkan, bu
listede yok. Başka örnekler de var. Şimdi, kâtip üyelerin görevi
orada oturup etrafı seyretmek değildir, kâtip üyeler görevlerini
yapacaktır, hata yapmışsa Kusura bakmayın hata
yaptım. der ve bu olay da kapanır ama hem hatayı
üstlenmeyeceksiniz hem görevinizi yapmayacaksınız. Bunun kabulü
mümkün değil.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Hamzaçebi.
Bu konuda bazen aksaklıklar oluyor. Demin de ifade etmiştim,
daha dikkate alacağız.
VII.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları
tarafından, hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlülerin sorunları ile
hapishanelerde yaşamlarını yitiren kişilerin olup
olmadığının saptanması hakkında verilmiş
olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 12/1/2012
Perşembe günkü birleşimde sunuşlarda okunmasına ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşimde yapılmasına
ilişkin CHP Grubu önerisi (Devam)
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi aleyhine Sivas
Milletvekili Hilmi Bilgin. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Buyurunuz Sayın Bilgin.
HİLMİ BİLGİN (Sivas) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından
yaşam hakları devletin güvencesi ve sorumluluğu altında
olan hasta tutuklu ve hükümlülerin içinde bulunduğu koşulların
ve sağlık sorunlarının araştırılması
amacıyla Anayasanın 98inci ve İç Tüzükün ilgili hükümleri
uyarınca verilen Meclis araştırma önergesinin gündeme
alınmasına ilişkin grup önerisinin aleyhinde söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmet
programlarının ve icraatlarının temelinde insan
vardır. Biz parti olarak İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın. anlayışıyla hareket ettik ve tüm icraatlarımızın
temelinde bu anlayış hâkim olmuştur. Hizmetin ve icraatın
odağına, merkezine insanı, milleti esas alan bir
anlayışla hareket ettiğimiz için de bugüne kadar milletimizin
bizlere olan desteği artarak devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 17nci maddesi
Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir. hükmünü içermektedir. Yaşam
hakkı insan haklarının en temeli ve başında gelenidir.
Bu hak Anayasamız ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle
güvence altına alınmıştır. Bu manada tüm tutuklu ve
hükümlüler de insan olmalarının doğal gereği olarak
diğer özgür insanlar gibi bu hakların sahibidirler. Bu kesimin
sağlıklarını korumak, tedavi ettirmek ve insanca bir
yaşam sürme hakkı temin etmek devletin ve hükûmetlerin temel
görevidir.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinde kalan hükümlü ve tutukluların hayat
şartlarının iyileştirilmesi, sağlık
sorunlarının çözümü yönünde önemli ve ciddi adımlar atılmış
ve bu yöndeki çalışmalar hız kesmeden devam etmektedir. Bu kapsamda
cezaevlerinde sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve
hükümlüleri kapsayan uygulamalar şöyledir: Hükümlü ve tutukluların
beden ve ruh sağlığının korunması,
hastalıkların tanısı için ilk muayene ve tedavi hizmetleri
kurumda verilmekte, ileri tetkik, tedavi ve rehabilitasyon gerekenler devlet
hastanelerine, daha ileri sağlık hizmeti gerekenler ise üniversite
hastanelerine sevk edilmekte, yasa gereği gerekli olan her türlü muayene
ve tedavi devletin teminatı altında ve ücretsiz yapılmaktadır.
Ceza infaz kurumlarında tetkik, tedavi ve sağlık
takipleri yapılamayan ve hastanede yatarak tetkik, tedavi ve
sağlık takiplerinin yapılması gereken hükümlü ve tutuklular
için yasalar gereği ihtiyaç duyulan mahkûm koğuşları,
devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde, insan ve hasta hakları
çerçevesinde, tıbbi gereklilik ve mevzuata uygun olarak tahsis edilerek
düzenlenmektedir.
Ceza infaz kurumunda bulunan ve fiziki rehabilitasyon ihtiyacı olan
tutuklu ve hükümlüler hakkında da ilgili hastaneler tarafından
düzenlenen sağlık kurulu raporu doğrultusunda hareket
edilmektedir.
Bedensel engelli tutuklular ve hükümlüler hakkında, hastanede
yatarak tedavi görmesi uzman hekim tarafından gerekli görülenler
hastanelerin mahkûm koğuşuna alınarak, tedavi ve takibi burada
sürdürülmektedir. Tedaviyi yapan hekimin raporuyla zorunlu olduğu
bildirilmesi hâlinde, ilgili şahsın yanına refakatçi
verilmektedir.
Sağlık Bakanlığı ve Adalet
Bakanlığı Arasında Ceza İnfaz Kurumlarındaki
Sağlık Hizmetlerinin Düzenlenmesi Hakkında Protokolün yürürlüğe
girdiği 30 Nisan 2009 tarihinden bugüne kadar geçen süre zarfında,
hükümlü ve tutuklu mevcudu, kurum personeli ve bunların bakmakla yükümlü
olduğu kişi sayısının 5 binin üzerinde olduğu
Ankara Sincan, İstanbul Silivri, İstanbul Maltepe ve Kocaeli ceza
infaz kurumları kampüsleri bünyesinde sağlık birimleri
Sağlık Bakanlığınca uygun görülen hastanelere
bağlanarak, buralarda ceza infaz kurumu semt poliklinikleri
açılmıştır.
Aile hekimliği uygulamasına henüz geçilmemiş olan ceza
infaz kurumlarında sağlık hizmetleri, il sağlık
müdürlüklerince görevlendirilen hekimlerce veya Sağlık
Bakanlığına geçiş yapmamış olan kurum
hekimlerince yürütülmektedir.
Yine, ceza infaz kurumları genelinde, 2010 yılı
itibarıyla yüz altı ceza infaz kurumunda diş ünitesi bulunmakta
olup, tamamında diş tabipliği hizmeti verilmektedir.
Değerli milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere, yüce
Meclisimiz bünyesinde İnsan Hakları İnceleme Komisyonu
vardır. Bu komisyon, kurulduğu günden itibaren önemli ve sonuç
alıcı çalışmalar yapmaktadır. Bu dönemde de İnsan
Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde, ceza infaz kurumları ve
tutukevlerinde incelemelerde bulunmak üzere alt komisyon kurulmuş ve
çalışmalarına başlamıştır. Alt komisyonda
tüm partilerimizin üyesi mevcuttur. Etkin ve sonuç odaklı
çalışma yapan bu komisyon bugüne kadar Konya ve Sincan cezaevlerinde
incelemeler yapmış, varsa sorun ve sıkıntıları
tespit etmiştir.
Alt komisyon önümüzdeki haftalarda Gaziantep askerî, sivil açık
cezaevlerinde, Kilis Cezaevinde, Sivas ve Samsun cezaevlerinde de gerekli
inceleme ve araştırmaları yapacaktır. Bu şekilde
yapılacak bir çalışma programıyla Türkiyedeki tüm ceza
infaz kurumları Meclis tarafından incelenecektir.
İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, bahsettiğim üzere
etkin ve sonuç alıcı çalışmalar yapmaktadır. Bu
çalışmalara sadece birkaç örnek vermek gerekirse hükümlü ve
tutukluların ana dilde görüşme yapma hakkının hayata geçirilmesi
sağlanmış, askerî cezaevlerinde uygulanan tek tip elbise
uygulamasının ortadan kaldırılması
sağlanmış ve yine Askerî Cezaevleri Uygulama
Yönetmeliğinin şeffaf hâle getirilmesi
sağlanmıştır.
Kısaca arz ettiğim üzere İnsan Hakları İnceleme
Komisyonu bünyesinde oluşturulan alt komisyon, cezaevlerinde kalan sadece
hasta değil, tüm tutuklu ve hükümlülerin sorunlarını bizzat
yerinde tespit etmekte ve çözüm için gayret sarf etmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi içerisinde yer alan konular zaten
yüce Meclisimiz tarafından İnsan Hakları İnceleme Komisyonu
marifetiyle incelenmektedir. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi
grup önerisi Meclis gündemini değiştirmeye yönelik olup grup
önerisine katılmıyoruz.
Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Bilgin.
Önerinin lehine, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel.
Buyurunuz Sayın Tuncel.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin grup önerisinin lehine söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuya geçmeden önce, biliyorsunuz, iki gündür Diyarbakırda eski
cezaevinin bulunduğu ve JİTEMin sorgu merkezi olarak bilinen yerde,
restorasyon çalışmaları sırasında bir toplu mezar
ortaya çıktı ve 8 kişiye ait kemiklere ulaşıldı.
Aslında bu ciddi bir sorun. Tabii burası bir işkence
merkezi. Gözaltında kayıplara, gözaltında ölümlere dikkat çekmek
açısından oldukça önemli. 12 Eylül rejimini bir kez daha gözler önüne
sermek açısından, özellikle Türkiyede Kürt sorunundan kaynaklı
yaşanan savaş, çatışma durumundan kaynaklı, özellikle
80li yıllarda, 90lı yıllarda ciddi anlamda bir hak
ihlallerini, yaşam hakkı ihlalini göstermesi açısından
önemli. Kazı yapılan alanın genişletilmiş olması
da önemli ama şimdiye kadar toplu mezarlar gerçeğinde şunu
gördük ki sadece kemikler ortaya çıkıyor. Bu kemikleri
Yani o toplu
mezarlara neden olan zihniyet henüz yargılanmış değil ve
oradaki gerçek sorumlular yargılanmış değil. Bugün bizim
beklentimiz bu duruma sebep olanların, bu zihniyetin ortaya
çıkartılması ve yargılanmasıdır. Aksi takdirde
sadece kazı yapılmış ve işte, insan kemikleri
bulunmuşun ötesine çıkmayacak bir durum.
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş
olduğu grup önerisi aslında oldukça önemli ve Türkiye gerçeğini
ifade ediyor. Cezaevlerinde ciddi anlamda bir doluluk durumu söz konusu. Her
gün aslında bir sorun yumağı hâline gelmiş durumda. Bugün,
Adalet Bakanlığının verilerine göre ocak ayı
itibarıyla 35.183 tutuklu, 20.224 hükmen tutuklu, 66.997 hükümlü olmak
üzere toplam 122.404 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır cezaevlerinde. Bu
anlamda çok ciddi sorunlar var. Hem sadece bu tutukluların yaşam
hakkı durumu ciddi anlamda sorun. Cezaevlerinde kapasite sorunu var. 300
kişilik cezaevlerinde bin kişi kalıyor. Özellikle KCK adı
altında yürütülen operasyonlarla bu ciddi anlamda daha da hız
kazandı yani insanlar, 2-3 kişi birlikte yatmak durumunda
kalıyor. Bunlar ciddi sorunlar. Yine cezaevinde sağlık
koşulları ciddi anlamda problemli. İnsanlar insanca yaşam
koşuluna erişemiyor. Hükûmet bu konuda sorumludur. Cezaevleri çünkü-
Adalet Bakanlığına bağlıdır ve Adalet
Bakanlığı bu konuda 5275 sayılı Kanuna göre
cezaevlerinde uygulamalar yapıyor. Bu anlamda insan hakları
örgütlerinin raporlarına göre bu alanda çok ciddi bir insan hakkı
ihlali var. Bu Meclisin bunu araştırması ve buradaki
sorunların giderilmesi konusunda sorumlu olduğunu düşünüyoruz.
Hele hasta tutuklular meselesi çok ciddi bir sorun. Geçenlerde Grup Başkan
Vekilimiz Sayın Pervin Buldan bir hasta tutuklunun durumunu burada dile
getirmişti. Bir iki saat sonra da ölümünü ne yazık ki bu kürsüde
ifade etmek durumunda kaldı. Hâlâ ölüm sınırında olan 50ye
yakın tutuklu var. Bu konuda ciddi bir sorun var. Daha önceden
Cumhurbaşkanının af meselesinde, özellikle 104üncü maddeye göre
özel af niteliği taşıyan cezalara ilişkin
Ne yazık ki
bu dönem Sayın Cumhurbaşkanı çok cimri davranmakta bu konuda.
2008 yılında 2 kişi, 2009 yılında 7 kişi, 2010
yılında 2 kişinin hastalık nedeniyle cezası
ertelenmiştir ama bu durumda olan çok fazla insan var. Bu konuda herhangi
bir yaptırım da bulunmuyor. Bu, ciddi bir sorun. Çünkü cezaevlerinde
yaşanan bu insan hakları aslında Türkiye demokrasisini
göstermesi açısından da önemli.
Özellikle Türkiyede tabii politik tutukluların durumu daha vahim.
Türkiyenin siyasi tablosu, Türkiyede yaşanan siyasi gelişmeler
direkt cezaevlerine yansıyor. Cezaevlerinde bu tecrit, izolasyon
politikalarına dönüyor. İşte, biraz önce sayın milletvekili
dedi ki: Ana dilde telefonla görüşebiliyorlar. Çoğu zaman bunlar
kısıtlanıyor. İşte, ana dilde yayın yapan
gazeteler alınmıyor. Bunlar çok ciddi sorunlar, sadece şey
değil. Burada, hani, bunları ifade etmek, buradan sorunun çözümü
konusunda yaklaşımları belirtmek istiyoruz.
İnsan haklarına başvurularda en çok, özellikle Samsun
Bafra, Giresun, Trabzon, Rize Kalkandere ve Erzurum cezaevlerinde çok ciddi hak
ihlalleri var. Bunlar temel olarak, sağlık sorunları, sevkler,
sevk sırasında ve gidilen cezaevinde yapılan kötü muamele,
haberleşme haklarına getirilen kısıtlamalar, disiplin
cezaları, cezaevindeki kapasite fazlalığından kaynaklanan
ihlaller, radyoların zararlı yayınlar içeriyor gerekçesiyle
ellerinden alınması, spor ve hobi haklarının engellenmesi,
zaman zaman adli mahpuslarla siyasi mahpusların karşı
karşıya getirilmesi. Özellikle bu cezaevlerinde bu çok ciddi bir
sorun ve çatışmaya neden oluyor. Yine, diyelim ki görüş, on
saatlik sohbet hakkının uygulanmaması. Bunlar cezaevlerinde çok
ciddi sorunlar ve bu sorunların çözülmesi gerekiyor. İktidarın
bu sorunlara duyarsız, sessiz kaldığı ortada. Her gün,
özellikle F tipi cezaevlerinde ciddi anlamda insan hakları ihlali ve
işkenceye yönelik bize -muhtemelen İnsan Hakları Komisyonuna da
geliyordur- şikâyetler geliyor. Bazı kitaplar mesela cezaevine
alınmıyor. Aslında 12 Eylül rejiminden şikâyet eden bir
hükûmetin 12 Eylül rejimini cezaevlerinde uygulaması kabul edilebilir bir
nokta değil. Bu ciddi bir sorun ve bu Hükûmetin cezaevlerinde yaşanan
bu konuyu araştırması, özellikle hasta tutukluların
durumunu gündeme alması zorunludur.
Sayın milletvekilleri, özellikle cezaevlerindeki sorunlara
ilişkin özel bir durum da İmralı sistemiyle ilgili. Biliyorsunuz
İmralı cezaevinde Sayın Abdullah Öcalanla birlikte 5 siyasi
tutuklu var ve burada 27 Temmuzdan bugüne ciddi anlamda tecrit
uygulanıyor. Ailesiyle ve avukatlarıyla görüştürülmüyor
Sayın Öcalan. Bırakalım ailesiyle ve avukatlarıyla
görüştürülmeyi, geçen aylarda avukatları gözaltına
alındı ve tutuklandı. Aslında savunma hakkı ihlal edildi.
Bu ciddi bir sorun ve Türkiye bu konuyu gündemine almak durumunda.
İmralı sistemi ortadan kaldırılmadığı sürece
Türkiyede gerçek anlamda toplumsal barışın
sağlanması, demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerin
sağlanması mümkün değil.
Her gün bu kürsüde Hükûmet, Türkiyenin dünyanın 17nci büyük
ekonomisi olduğunu ifade ediyor ama İmralı kosteri hep bozuk.
Hükûmetin acaba İmralıya bir koster alacak parası mı yok?
Eğer parası yoksa ifade etsin, ailesi ve akrabaları alsın
bu kosteri çünkü bu mesele çok önemli bir mesele. Türkiyede gerçekten Kürt
sorununun çözümü konusunda bu kadar gündemde olan ve krizlere,
çatışmaya neden olan, savaşın derinleşmesine neden
olan bu durumu göz ardı etmek, görmezden gelmek hiç kimsenin
faydasına değil, hele hele Hükûmetin faydasına değil.
Anlaşılan o ki İmralı cezaevinde AKP Hükûmeti özel
bir politika uyguluyor. İşte bir yasa hazırlığı
var. Bu yasa hazırlığında da tecridi ve avukatlarıyla
görüşmemeyi altı ayla sınırlandırma
Zaten
uyguladığı şeye yasal kılıf uyduruyor. Bu ciddi
bir sorun. Yani dünyanın hiçbir yerinde kişiye özel bir yasa olmaz.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok, demokrasilerde bu durum
yok ama Türkiyede bu durum var. Yasalarda bile neredeyse işte Abdullah
Öcalan faydalanacak diye yasaları bile düzenleyen bir yaklaşım,
kabul edilebilir bir nokta değil.
İmralıdaki sistemin bir an önce kaldırılması,
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü konusunda
Sayın Öcalanın rolünü oynaması konusunda koşulların
yaratılması Türkiyenin geleceği açısından önemli,
Kürt sorununun çözümü açısından önemli. Bu hassas bir konu. Bu hassas
konuyu olumsuz bir noktada ele almak değil, olumlu bir noktada ele almak
Türkiyeye kazandırır diye ifade ediyorum.
Sayın milletvekilleri, sonuç olarak biz, bu araştırma
önergesinin tabii genişletilmesini öneriyoruz. Biz de Barış ve
Demokrasi Partisi olarak aslında cezaevlerindeki hak ihlallerine yönelik
birçok araştırma önergesi, kanun teklifi, soru önergesini de verdik.
Özellikle hasta tutukluların durumu konusunda acil bir adım
atılması gerekiyor. Bu konuda bazı yasal düzenlemelerin
yapılması şart. 5275 sayılı İnfaz Kanununun
16ncı maddesinin üçüncü fıkrası düzeltilmelidir acilen. Çünkü
bu yasaya dayandırılarak aslında ciddi anlamda hak ihlalleri
yaşanıyor. Çünkü hasta olan tutuklulara adli tıbbın karar
vermesi gerekiyor. Bütün hasta tutuklular Türkiyenin neresinde olursa olsun
Ankaraya işte İstanbula gelecek, adli tıp merkezine gelecek,
orada karar verilecek, ona göre de mahkeme karar verecek. Bu ciddi bir sorun.
Diğer bir konu: Tabii ki İnsan Hakları Komisyonu gidiyor,
bazı cezaevlerini ziyaret ediyor ancak bu yeterli değildir. Özellikle
bu alanda çalışan insan hakları örgütlerinin, bu
kurumların, sivil bazı kesimlerin yine uluslararası
gözlemcilerinin mutlaka cezaevlerine gidip cezaevlerindeki hak ihlallerini
tespit etmesi önemlidir. Cezaevlerinde çok ciddi hak ihlali sorunu var.
Personel sorunu var, hastane sorunu var, ring sorunu var. Bütün bu sorunlar
aslında ciddi anlamda yeni cezaevleri açmak yerine, mevcut cezaevlerine
Hükûmetin çünkü temel politikası bu çünkü yeni tutuklamalar için durmadan
yeni cezaevi açıyor. Yeni cezaevi açmak yerine, mevcut cezaevlerini
insanca yaşam olanaklarını sağlayacak koşula getirmek
durumundadır. Sonuçta oradaki yaşanlar insan
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) Bunu unutmadan düzenleme yapmak lazım.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Tuncel.
Aleyhinde Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.
Buyurunuz Sayın Can. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin, Anayasanın 98, Meclis
İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddelerine istinaden vermiş
olduğu Meclis araştırması açılması yönünde gündemi
değiştirmeye yönelik grup önerisine katılmıyoruz.
Cumhuriyet Halk Partili sözcü buraya geldi, grup önerisini açıklama
ihtiyacı dahi hissetmedi. Anlıyoruz, Meclis gündemiyle ilgili
konuşmuyorlar, maddeleriyle ilgili de konuşmuyorlar ama
enteresandır, kendi vermiş oldukları gündemi
değiştirmeye matuf grup önerisiyle ilgili de konuşmadılar,
başka alanlara girdiler. Tabii ki Meclis kamuoyu grup önerisiyle ilgili
bilgilenmek istiyor. Bu bilgiyi de yine AK PARTİye vermek düşüyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis gündeminde biliyorsunuz kanun
hükmünde kararnameyi değiştiren ve bazı kanunlarda
değişiklik yapılmasına dair on bir maddelik bir kanun
teklifi var. Bu kanun teklifini iki haftadır görüşüyoruz, maalesef bu
grup önerileri yüzünden 3üncü maddesinden daha da ileriye gidemedik. Meclisi
çalıştırmak istiyoruz, kamuoyunda belli beklentiler var bu kanun
teklifinin kanunlaşması yönünde. Bunu da kanunlaştırmaya
gayret etmek durumundayız. Bu nedenle grup önerisine gündemi
değiştirmeye matuf olduğundan dolayı
katılmadığımızı bildiriyoruz.
Peki,
Cumhuriyet Halk Partisi bu grup önerisiyle ne getirmek istiyor? Cumhuriyet Halk
Partisi bu grup önerisiyle hükümlü ve tutukluların cezaevindeki
sağlık problemlerini, tedavi sıkıntılarını
gündeme getirmek istiyor. Yaşam hakkı kutsaldır, insan
haklarının içerisinde en önde gelenidir, devredilmez bir haktır.
Gerçekten, cezaevinde hastalanan hükümlü ve tutukluların öncelikle
tedavisi, cezaevinde bulunan polikliniklerde gerçekleştiriliyor, ileri
derecede bir hastalık varsa hastanelere sevk ediliyor. Hastanelerde
yataklı ya da refakatçi eşliğinde kalabilmesi noktası ise
sağlık raporu ve tedavi eden doktorun takdiriyle mümkün olmakta.
Devletin,
korumasında bulunan hükümlü ve tutukluları tedavi ettirmek
zorunluluğu vardır, bu devletin bir görevidir. Devlet bunu Türkiye'de
gerçekleştirme anlamında Adalet Bakanlığı ve
Sağlık Bakanlığıyla arasında imzalamış
olduğu protokol çerçevesinde yapmaktadır. Hükümlü ve tutuklunun beden
ve ruh sağlığının korunması, teşhis, tedavi
ve tetkik ücretsiz olarak devlet tarafından
karşılanmaktadır. Bu şu demektir: Yani hükümlü ve tutuklu
hastanede veyahut da hastanenin evvelinde cezaevi polikliniğinde ve
üniversite hastanelerinde yapmış olduğu, harcanan tetkik, tedavi
giderlerinin tamamı devlet tarafından
karşılanmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevinde gerekli rehabilite
çalışmaları yapılmaktadır. Bu noktada, beslenmeyle
ilgili birkaç hususa değinmek istiyorum. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkındaki Kanunun 72nci maddesine
göre, Adalet ve Sağlık Bakanlığı arasında
imzalanan protokol çerçevesinde hükümlülere ve tutuklulara verilecek günlük
kalori listesine göre yemekler verilmektedir. Şayet özel bir tedavi
gerektiren hastalık varsa, hastalığın ilerlemesi mümkünse,
diyet gerekiyorsa yine doktorun teşhisiyle ve takdiriyle diyet tedavisi de,
diyete yönelik yemekler de verilmektedir.
Yine inancı gereği ve de yaşamsal olarak hayat tarzı
itibarıyla vegan ya da vejetaryenlerle ilgili yemek listesi
Bununla
ilgili de Adalet Bakanlığının çalışması
vardır, ileriye yönelik bunlarla da ilgili talepler
karşılanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ölüm riski
altında bulunan, ağır hastalığı olanlar,
cezası affedilebilecek derecede hastalık, sürekli hastalık,
kendi kendine yetememe, kocama, başkalarının
yardımıyla hayatını devam ettirme gibi ağır
hastalığı olanlarla ilgili ise doktorun talebi, hastanın
talebi üzerine sağlık raporu alınacak ve adli tıp raporu
alındıktan sonra bu konuyla ilgili hukuki ve idari yönlere
başvurulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiç kimse Türkiye
Büyük Millet Meclisinde teröristbaşına sayın diye hitap
edemez. Eğer sayın diye hitap ediyorsa bunun gereği
yapılmalıdır. Biz şunu özellikle söylüyoruz: Sayın
diye başlayan, Öcalanla devam kelimeleri bir araya getiren
Barış ve Demokrasi Partisi Sözcüsü bir yaptırımla
karşı karşıya kalmalıdır.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) Ne alakası var ya! Sana mı
soracağız kime nasıl hitap edeceğimizi!
RAMAZAN CAN (Devamla) Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinde devletin
bekası ve bölünmez bütünlüğüyle uğraşan biri cezaevinde
olursa bununla ilgili de devlet gerekli önlemlerini alacaktır.
PERVİN BULDAN (Iğdır) Kime nasıl hitap
edeceğimizi senden öğrenecek hâlimiz yok! Siz kendi işinize
bakın!
RAMAZAN CAN (Devamla) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisine
katılmadığımızı bildiriyor, tekrar yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Can.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan, karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN Karar yeter sayısı arayacağım.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.42
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Muhammet Bilal
MACİT (İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 51inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verdiği önerinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi öneriyi yeniden oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Sayın milletvekilleri, şimdi gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
1'inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşma ile 22
Ekim 2009 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesinin İşleyişine Dair Anlaşmaya
Değişiklikler Getirilmesi Hakkında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşma ile 22 Ekim 2009 Tarihli Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hoca
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinin
İşleyişine Dair Anlaşmaya Değişiklikler
Getirilmesi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/440) (S. Sayısı: 32)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Şimdi de 2nci sırada yer alan, Ağrı Milletvekili
Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2.- Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili
Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/152) (S. Sayısı:
112)(X)
BAŞKAN Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Dünkü birleşimde teklifin 3üncü maddesi üzerinde Barış
ve Demokrasi Partisi Grubu konuşmuştu.
Başka söz talebi ve soru yoktur.
Şimdi, 3üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
3üncü madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 4üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanunun
2 nci ve 3 üncü maddeleri 15/11/2011 tarihinden geçerli olmak üzere diğer maddeleri
ise yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN 4üncü madde üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına bir söz
PERVİN BULDAN
(Ağrı) Yok.
BAŞKAN Söz talebi yok, peki.
Gruplar ve şahıslar adına söz talebi yok.
Soru-cevap yok.
4üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
5inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Madde üzerinde söz talebi yoktur.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, teklifin tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama
için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Ağrı Milletvekili
Ekrem Çelebi ve Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in; 375 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi açık oylama sonucu:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
208 |
|
|
Kabul |
: |
202 |
|
|
Ret |
: |
6 |
|
Kâtip
Üye Fatih
Şahin Ankara |
Kâtip
Üye Muhammet
Bilal Macit İstanbul |
Böylece, teklif kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Şimdi de 3üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik
İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine
İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin
Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/451) (S. Sayısı: 48) (*)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu, 48 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner konuşacaktır
Şahsı adına söz talebi?
Buradaki söz taleplerini geri çektiniz herhâlde, yok.
Tasarının tümü üzerinde
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, tümü üzerinde
Nevzat Korkmaz ama komisyonda, gelecek.
BAŞKAN Şahıslara da geçtik efendim, tümünü de geçtik.
Böylece, maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE ÇİN HALK
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA İKİLİ
TİCARİ VE EKONOMİK
İŞBİRLİĞİNİN
GELİŞTİRİLMESİ VE DERİNLEŞTİRİLMESİNE
İLİŞKİN ÇERÇEVE ANLAŞMASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 8 Ekim
2010 tarihinde Ankarada imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin
Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve
Anlaşmasının onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adana
Milletvekili Ümit Özgümüş. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Özgümüş.
Süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle sizleri sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Son yirmi yılda dünyada ekonomide en başarılı
ülkelerden bir tanesi, belki de en başarılısı Çin Halk
Cumhuriyeti. Çin Halk Cumhuriyeti, son dönemlerde sürekli olarak
ihracatını artıran, dünyadaki kriz dönemlerinde büyümesini
artırabilen nadir ülkelerden bir tanesi ve uyguladığı
ekonomik politikalarla da yaklaşık olarak yılda 200 milyar dolar
dış ticaret fazlası veren bir ülke. Kendi ekonomisini koruyor,
kendi tarımını koruyor ve bunun altında yatan neden de
şu: Küresel düşünüp ulusal çıkarlarını koruyan bir
ekonomi politikası uyguluyor. Onun için de sürekli olarak Türkiye
dış ticaret açığı verirken, Çin Halk Cumhuriyeti
dış ticaret fazlası vererek ekonomisini götürüyor.
Türkiye ile Çin dış ticareti sürekli olarak Türkiye aleyhine
açık vermeye devam ediyor. 2002 yılında 1 milyar 100 milyon
dolar civarında Türkiye aleyhine olan Türk-Çin dış ticaret
açığı, 2010 itibarıyla yaklaşık olarak 18 milyar
dolara -18 katına- ulaşmış durumda. Bugün görüşülecek
olan çerçeve anlaşmada ya da Çin Halk Cumhuriyetiyle yapılacak olan
bütün ikili ticari ilişkilerde bunun, yani Türkiye aleyhine seyreden bu
dış ticaret açığının kapatılması için
uğraşılmak zorunda, maddeler bununla ilgili olmak zorunda ve
aleyhimize gelişen bu ticaret giderilmek zorunda.
Ama tabii, sadece Çinle değil, dünyanın birçok ülkesiyle
yaptığımız ticaret de Türkiye aleyhine gelişmekte ve
doğal olarak da dış ticaret açığı ve cari
açık vermeye devam etmekteyiz. Bunun altında yatan önemli sebeplerden
bir tanesi, Türkiyenin, özellikle uluslararası ilişkilerde,
dış ilişkilerde, yelkeni olmayan, rüzgâra göre hareket eden bir
politika izlemesi. Çünkü hepimiz biliyoruz ki uluslararası
ilişkilerde iyi siyaset ilişkileri, iyi uluslararası
ilişkiler ticareti olumlu etkiler, ticaretin olumlu etkilenmesi de ikili
ilişkileri, yani siyaseti etkiler; birbirini besleyen süreçlerdir. Ama
Türkiye, özellikle son dönemlerde, uluslararası ilişkilerde, bizim
aslında anladığımız -ama
anlayamadığımız diyelim- bazı uluslararası
ilişkilerden dolayı birçok ülkeyle ilişkisini bozmuştur.
Bakın, 2003 yılında AKP İktidarı döneminde 2013
ihracat stratejisi açıklandığında 2013 ihracat
stratejisinin temel noktası komşularla ticaretti çünkü küresel
rekabet ortamında artık nakliye önemli bir maliyet unsuru olmaya
başladı. Onun için öncelikle komşularla ticaret. Komşularla
ticaretin doğru yürüyebilmesi için öncelikle komşularla iyi
ilişkilerin kurulması gerekir.
Şimdi, bundan üç ay, dört ay öncesine kadar Türkiye sıfır
sorun politikası uygularken üç ay içerisinde ne oldu da bütün
komşularla kavgalı ve bazı komşularla savaş edecek
noktaya geldik? AKP İktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bunları açıklaması gerekir, açıklanamayan bazı
noktalar olabilir ama genel olarak dış politikamızın,
uluslararası ilişkilerin neden bu şekilde birdenbire 180 derece
değiştiğini Türkiye Büyük Millet Meclisine saygı gösterip,
Türkiye Büyük Millet Meclisine açıklamak zorundadır.
Bundan üç ay önce, dört ay önce Suriyeye gidip Beşar Esadın
evinde akşam yemeğine katılıyordu Sayın Başbakan.
Bundan üç ay önce Beşar Esad benim kardeşim. diyordu Sayın
Başbakan ve bu iyi ilişkiler doğrultusunda Suriye ile Türkiye
arasında vize anlaşmasında Türkiye-Suriye arasında vize de
kaldırıldı, vize şartı da kaldırıldı,
serbest ticaret anlaşmaları imzalandı ve ticaretimiz artmaya
başladı. Ama birdenbire, nereden geldiyse o emir, o emir
doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti taşeronluk yaparak birdenbire
Suriyeye savaş ilan etti tam da ticari ilişkilerimizin
geliştiği dönemde, tam da güneydeki, güneydoğudaki illerimizin o
ülkeyle olan ticaretinin geliştiği dönemde.
Şimdi, değerli arkadaşlar, neden böyle olduğunu
geçen bir konuşmada burada anlatırken AKPnin o zaman burada şu
anda bulunmayan- Grup Başkan Vekili oradan laf attı, dedi ki:
Bayrağımızı yaktılar. Bayrak yakmak eğer bir
ülkeye savaş nedeni sayılıyorsa, söylemesi ayıptır,
gençliğimiz Amerikan bayrağı yakmakla geçti. Sizin gençleriniz
de her cuma İstanbulda camiden çıktıktan sonra İsrail bayrağı
yaktı. Birçok ülkenin gençleri, birçok yerde protesto ederken birçok
ülkenin bayrağını yaktılar. Daha geçtiğimiz on
beş gün, yirmi gün önce İranda İngiltere bayrağı
yakıldı. Suriyede Türkiyenin Bayrağını kimin
yaktığı şu ana kadar belli olmadı. Ajanlar mı
yaptı? Serseriler mi yaptı? Orada şu anda ayaklanan Müslüman
kardeşler mi yaptı? Bir provokasyon muydu belli değil. Ama
şunu sormak istiyorum: Bayrağımızın
yakılmasına karşı bu kadar duyarlıysanız ve bu
kadar onurlu bir duruş sergiliyorsanız bundan yedi, sekiz sene önce
Türk Silahlı Kuvvetlerinin askerinin ve subayının kafasına
çuval geçirildi. Suriyede bizim bayrağımızı
yakanların kim olduğu belli değil ama askerimizin kafasına
çuval geçirenlerin kim olduğu, kimliğiyle, ismiyle, rütbesiyle,
ülkesiyle tamamıyla belli. Eğer gerçekten bu kadar
duyarlıysanız orada niye bu duyarlılığı göstermediniz?
Amerika Birleşik Devletlerine savaş ilan etseydiniz. Amerika
Birleşik Devletlerine savaş ilan edemiyorsanız İncirliki
kapatsaydınız. İncirlikten Amerikalıları
kovabilseydiniz. Hadi bunların hepsinden vazgeçtik. ABD Büyükelçisini
çağırıp bir kulağını çekebilseydiniz. Öyle olunca
bu tür konularda çok inandırıcı değilsiniz. Yani bugün
Türkiyeyle savaş noktasına gelmiş olan Türkiyenin şu anda
hiçbir gerekçesi yoktur ki Suriyeyle savaş hâline gelmiş olsun.
Burada çocuklarımızın kanı üzerinden bir pazarlık var.
O pazarlığın ne olduğunu biz bilmiyoruz. Bir daha söylüyorum,
çocuklarımızın kanı üzerinden bir pazarlık var. O
pazarlığın burada, açık oturumda veya kapalı oturumda
açıklanması gerekir. Aksi takdirde Türkiye, Suriye batağına
girecek, Orta Doğu batağına girecek ve burada özellikle bu
tarafa dönerek, vicdanı olan AKPli dostlarıma,
arkadaşlarıma, milletvekillerime seslenerek söylüyorum ki Türkiye
Orta Doğu batağına girdiği zaman bir daha çıkamaz.
Eğer taşeronluk adına, tetikçilik adına, Batının
taşeronluğu adına Suriyeye girerse, Orta Doğuya girerse
orada sadece Suriyeyle savaşmayacak, İranla savaşacak,
Rusyayla savaşacak, arkadan Talabani, Barzaniyle savaşacak ve
ABDnin kendisiyle savaşacak. Ve bunun arkasında gelecek olan
şey de merkezî otoritenin zayıflaması durumunda, silahlı kuvvetlerin
orada bataklığa girmesi durumunda güneydoğuda
bağımsızlık ilanıdır. Bunu da buradan tarihe not
düşmek için söylüyorum. Çünkü dünyada bütün bu ayrılıkçı
hareketler ve rejimi değiştirecek olan hareketler merkezî otoritenin
zayıflamasından sonra ortaya çıkar. İkinci Dünya
Savaşından sonra Sovyetler Birliğinin batısında ve
Avrupanın ortasında gelişen hareketleri incelerseniz ne demek
istediğimi çok iyi anlarsınız.
Tabii, bu
yetmez, yani sadece Suriyede ne olduğunu bilmiyoruz, başka yerlerde
de ne olduğunu bilmiyoruz.
Örneğin,
geçen gün burada konuşmamda dedim ki: Cumhuriyet Halk Partisi
sıralarından arkadaşlarımız önerge veriyor, bütçe
görüşmeleri sırasında. Muhtarların durumu iyi değil,
emeklilerin durumu iyi değil. Vanda insanlar depremden sonra
açlıktan ölüyor, kaynak yok. Ama dedim ki: 300 milyon dolar parayı
hangi yetkiyle, kimin parasını alıp çanta içerisinde Libyaya
gönderiyorsunuz? Değerli arkadaşlar, bakın, o nokta da
karanlık.
Bir,
Dışişleri Bakanı öncelikle bir zafer kazanmış
Osmanlı komutanı edasıyla dedi ki:Oradaki isyancılara 300
milyon dolar para gönderdik. Temmuz ayında, henüz daha Libyada hükûmet
varken
Arkasına, Maliye Bakanı burada konuşurken -tutanaklar
şimdi odamda- dedi ki: O gönderdiğimiz 300 milyon dolar kredidir.
Arkasına, benim konuşmam üzerine Sanayi Bakanımız
konuşması sırasında yine tutanaklarda var- dedi ki: O
para kredi değildir. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde
Türkiyede bulunan Libyanın parasının blokesinin çözülmesidir.
Birileri doğru söylemiyor. Hükûmet adına konuşan 3 bakan
ayrı ayrı şeyler konuşuyor, bunların da ortaya
çıkması lazım. Eğer, o gerçekten kredi olsa bile orada da
bir yanlışlık ve yalan var çünkü karşınızda
şu anda bir devlet yok. Verdiğiniz para, henüz daha Libyada bir
devlet, bir hükûmet varken oradaki isyancılara verilmiş bir
paradır. Eğer gerçekten orada Kaddafi başarılı
olsaydı ve isyancılar başarısız olsaydı o
verdiğiniz 300 milyon doları nasıl geri alacaktınız?
Onun için,
şu anda, birçok konuda olduğu gibi, ekonomide olduğu gibi,
özellikle uluslararası ilişkilerde birçok şey Türkiyeden
gizlenmekte, Türkiye gittikçe bir savaş bataklığına
doğru götürülmektedir.
Hepinizi
sevgi ve saygıyla tekrar selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Özgümüş.
Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz
Sayın Korkmaz.
MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bazı milletler, bazı ülkeler
vardır ki onlarla ilişkileriniz ne zaman
başlamıştır, kaç yüz yıldır devam edegelmektedir,
bunları tespit etmeniz mümkün değildir; âdeta birinin tarihî
yazılırken diğerinin de geçmişini anlatmış
olursunuz; işte, Çin Halk Cumhuriyeti böyle bir ülkedir Türk milleti için.
Türk tarihî adına tespit ettiğiniz en eski bilgi içerisinde
Çin tarihine ait kayıtlar da mevcuttur. Böyle köklü bir geçmişi
paylaşmanın içerisinde ortak acılar, kederler,
sıkıntılar ve sevinçlerle dolu komşuluk ilişkileri
vardır; ortak bir iklimi, coğrafyayı paylaşmak vardır.
Onların biz Orta Asyadan Anadoluya göç ederken
hatıralarını taşımışızdır. Çine
de bizim için son derece kıymetli canlarımızı,
hatıralarımızı, hatta atalarımızın,
dedelerimizin mezarlarını emanet etmişizdir.
Değerli milletvekilleri, her asırda var olan ve her
asırda insanlık tarihini biçimlendiren iki millettir Çinliler ve
Türkler. Bazen biri medeniyetin bayraktarlığını eline
almıştır, tarih yazmıştır, bazen de ötekisi.
Bazen biri şarkta, diğeri de Ön Asya ve Batıda güç olmuş,
insanlık tarihini dizayn etmiştir.
Yakın siyasi tarihimizde Çin ile diplomatik ilişkilerimiz 4
Ağustos 1971de başlamıştır. Siyasi ilişkilerin
niteliklerine baktığımızda, bu ilişkiler daha çok
bakanlar düzeyinde ziyaretler şeklinde cereyan etmektedir, bunun da
diplomasideki karşılığı, devlet başkanları
ve başbakan düzeyinde olmadığından düşük
yoğunluklu ilişkiler diye anılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, hem Çin hem de Türkiye kendi bölgelerinde
ve küresel düzeyde belirleyici, sözü olan ülkeler arasındadır, böyle
de olmalıdır. Tek kutuplu bir dünyanın sorunlarını hep
birlikte yaşıyoruz, tüm dünya yaşıyor. Uluslararası
hukuk uzun bir süredir neredeyse tamamen gücün kontrolünde, gücün
belirleyiciliğinde. Tek kutuplu bir dünyanın lideri Amerika
Birleşik Devletleri bu avantajını uzun süre elinde tutabilmek
için kendi gücüne muhalefet edebilecek her ülkeyi, her olayı kontrol
etmeye çalışıyor. Sadece mevcutla yetinmiyor bazen sebep
yaratıyor. ABD kendi gücü karşısında gelecekteki en önemli
muhalefetin 1,5 milyar nüfusu ve geniş coğrafyasıyla dünya
ekonomi liderliğine soyunan Çin olduğunu görüyor, hele hele Çin ve
Rusyanın içinde olduğu bir Şanghay İşbirliği
Teşkilatı olduğunu düşünüyor çünkü dünya nüfusunun
neredeyse yarıdan fazlasının küresel düzeyde yaratılan
gelirin önemli bir kısmının bu örgüt içerisinde yer alan
ülkelere ait olduğunu biliyor.
2007de Bişkekte yapılan zirvede dönemin Rusya Devlet
Başkanı Sayın Putinin Tek kutuplu dünya kabul edilemez. sözü
teşkilat misyonunu da ortaya koyuyor. Şanghay
İşbirliği Teşkilatında ilk ciddi ABD
karşıtı adım 2005te atılmıştır. Bu
toplantıda ABDye Orta Asyadaki askerî varlığını sona
erdirme çağrısı yapılmıştır. Bu
çağrının sonunda Özbekistandaki ABD askerleri ülkeyi terk
etmiştir. Ondan sonra herkesin bildiği hikâye, bölge
karışmıştır,
karıştırılmıştır, olaylar yüzlerce
insanın canına, ülkelerin huzuruna mal olmuştur.
Bugün olmasa bile yarın karşılaşılacak
tehditlerde bölgesel iş birliği daha da önem kazanmaktadır.
Dolayısıyla ülke yönetimlerinin bu iş birliği zeminin
genişletmesi ve geliştirmesi zorunluluğu vardır. Ülkemiz
açısından da bölgesel sorunların çözümünde Çin gerçeğinin
ihmal edilmemesi ve siyasi, ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve
iş birliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir.
Ekonomik ilişkilerimize gelince Çin Halk Cumhuriyeti Uzak
Doğudaki en büyük ticari ortağımız, ayrıca dünyada
ithalat yaptığımız 3üncü büyük ülkedir. 99
yılında 1 milyar dolar civarında olan ticaret hacmi neredeyse 20
kat artmıştır ancak ticaret hacmindeki artış hep
Türkiye'nin aleyhinde cereyan etmiştir. Çinden ithalatımız
ihracatımızın neredeyse 9 kat önünde yer
almıştır. Ekonomik ilişkilerimizdeki en önemli handikap
aleyhimize artan bu dengesizliktir.
Değerli milletvekilleri, 2010 rakamlarına bir göz atarsak
ithalat rakamı yaklaşık 17 milyar dolar, ihracat ise 2 milyar
260 milyon dolar civarındadır, yaklaşık yine 15 milyar
dolar eksideyiz demektir.
Çinin tüm dünyada en hızlı büyüyen ekonomi olduğunu, her
yıl ekonomisinin 100 milyar dolar civarında dış ticaret
fazlası verdiğini belirtmeliyiz. Serbest piyasa ekonomisiyle planlama
sürecini birlikte yürüten, yabancı sermaye önündeki engelleri
kaldıran Dünya Ticaret Örgütü üyesi Çinin, kısa bir zaman içerisinde
dünyanın en büyük ekonomisi olacağı aşikârdır.
Türkiye'nin hızla büyüyen Çin piyasasını çok iyi etüt etmesi ve
negatif olan dış ticaret dengesini iyileştirmenin ve pazar
payını artırmanın yollarını araması
gerekmektedir.
Ayrıca, Batının giriş kapısı olan Türkiye'nin,
Çin için de Batıya açılma stratejisinde önemli olduğu da
bilinen bir gerçekliktir. Türkiye ve Çin, Orta Asya ve Orta Doğu
bölgelerinde iş birliği ve yardımlaşmayı
başarabilecek iki güçlü ülkedir.
Bu gelişmelerle birlikte söylemeliyiz ki iki ülke arasında
askerî ilişkiler de güçlenmekte ve yoğunlaşmaktadır. Askerî
otoritelerin karşılıklı ülke ziyaretleri devam
edegelmektedir.
Değerli milletvekilleri, Çin deyince Tayvan meselesini de
gündeminize getirmek ve değerlendirmelerinize arz etmek istiyorum. Tayvan,
1971 yılına kadar tüm Çini temsil eden, Birleşmiş
Milletlerin muhatap kabul ettiği bir ülkedir, 1971de bu temsil Tayvandan
alınıp Çin Halk Cumhuriyetine verilmiştir ve bu statü Türkiye
tarafından da kabul edilmiştir.
35 bin dolar fert başı millî geliriyle dünyanın en zengin
ülkelerinden birisi olan Tayvanın Türkiye Cumhuriyetinden bazı
talepleri vardır.
Bunlardan biri İstanbulda bir ticaret ve kültür ofisi
açmaktır. Bu talep Çin Halk Cumhuriyetinin tepkisine sebep olsa da
Amerika Birleşik Devletlerinde 12, Japonyada 5, Almanyada 2 ofis
olduğunu ve bu ofisler aracılığıyla ticaret
hacimlerini artırdıklarını biliyoruz.
İkinci talepleri, Türkiye'nin Tayvana doğrudan uçak
seferlerinin başlatılmasıdır. Aktarmalı seferler yirmi
saati, yaklaşık bir günü bulabilmektedir.
Üçüncü talepleri ise, Tayvan Türkiyeye uyguladığı vize
işlemini tek yönlü, tek yanlı olarak kaldırmak istemektedir.
Bugün, dünyada Türkiyeye vize uygulamayan ülke kalmamıştır.
Tayvan, ülkemizle artan ticaret ve kültürel ilişkilerini geliştirmek
için Türk vatandaşlarına uyguladığı vizeyi
kaldırmak ve bununla ilgili olarak yetkililerle görüşmeleri
başlatmak düşüncesindedir. Ankaranın Tayvan politikası Çin
Halk Cumhuriyetinin etkisiyle yavaş ve tedirgin yürümektedir, ancak özellikle
ticaret ve kültür hayatında ülkemize yeni ufuklar açacak Tayvan
politikasında ortaya konacak birtakım gelişmeler Çin Halk
Cumhuriyetiyle aramızdaki ilişkileri de çok boyutlu hâle
getirecektir.
Değerli milletvekilleri, zikrettiğimiz birçok iş birliği
alanı vardır ancak bazı sorunlar da vardır Çin Halk
Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında.
En önemli sıkıntı, Çin Halk Cumhuriyetindeki Uygur Özerk
Bölgesinde yaşanan insan hak ve hürriyetlerinin ihlali problemidir.
Uygurların kendi toprakları Doğu Türkistan 1759da Çin Mançu
İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş, o tarihten
bugüne kadar da bu işgali kırabilmek için yüzlerce mukavemet
gösterilmiştir. Doğu Türkistan İslam Devleti, Doğu
Türkistan İslam Cumhuriyeti, Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi tarihte
üç devlet kurulmuştur Doğu Türkistan halkı tarafından.
Çinle yaşanan binlerce yıllık ortak tarih ve
yaşanmışlığa rağmen, Çinin dönem yönetimleri
Doğu Türkistanı egemenliği altında tutmak amacıyla
sistemli şiddet politikaları uygulamış, 1949dan sonra ülkede
tesis edilen komünist sistem çok çeşitli enstrümanları kullanarak,
maalesef asimilasyon politikalarını daha sofistike bir boyuta
taşımıştır. 90lı yıllar boyunca dinî
faaliyetler sınırlandırılmış, camiler
kapatılmış, ibadetler engellenmiş, on sekiz yaşın
altındakilere din eğitimi yasaklanmış, eğitimde ateist
politikalara geri dönülmüştür. Çinle binlerce yıllık ortak
geçmişi ve tarihi olan, kendisine Uygur kardeşlerini emanet
etmiş bir Türkiyeyi bu durum son derece üzmekte ve Türk kamuoyunda da
Çinle ilgili olumsuz imaj oluşmasına sebep olmaktadır. Ancak
tüm olumsuz unsurlara rağmen Türkiyenin Çin ile yürüyeceği her iki
ülkenin menfaatlerine uygun politikaların var olduğunu biliyor ve bu
anlaşmanın da bu amaca hizmet edeceğine olan
inancımızı ifade ediyoruz.
Üzerinde görüştüğümüz anlaşmanın her iki ülke
insanlarına da hayırlar getirmesini temenni ediyor, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.
Söz talebi yoktur.
Soru yok.
1inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
1inci madde kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
Madde 2 (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
Buyurunuz Sayın Günal. (MHP sıralarından
alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) Çin seferine gidenler
belli oluyor!
MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) Teşekkürler Sayın
Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Aslanoğlu Çin seferine gidenler. dedi. Doğru
söylüyor. Geçtiğimiz ay içerisinde Çin Halk Cumhuriyetine bir ziyaret
gerçekleştirdik. Hem oradaki gözlemlerimizi ve iş birliği
imkânlarını ve yapılması gerekenleri burada kısaca
sizlerle paylaşmak için bu anlaşmayı da bir vesile olarak
addediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Çin, son yıllarda çok fazla
konuşulan bir ülke. Yükselen bir güç olarak bütün ekonomi ve siyaset
çevrelerinde tartışılan bir ülke ve ülkemizle ilişkilerini
de son yıllarda biraz daha bu dışa açılma politikasına
uygun olarak geliştirmeye çalışan bir ülke. 1970lerin sonunda
başlayıp 80lerden itibaren hızlanan ve 2000li yıllarda
daha da hız kazanan bir dışa açılma politikası,
kontrollü bir açılma politikası izliyor.
Bu çerçevede, tabii ki, soğuk savaş sonrası dünya
düzeninde tek kutupluluktan yeniden çok kutupluluğa doğru giderken
Türkiyenin de ciddi anlamda incelemesi gereken ve ilişkilerini
geliştirmesi gereken bir ülke.
Ekonomik yapısı, değerli arkadaşlar, her ne kadar
bir komünist parti yönetiminde olsa da bir piyasa ekonomisine doğru,
kontrollü bir şekilde, kamu ve özel sektör ortaklığı
içerisinde, devam ediyor ve bu açılımlara da, son
yaptıkları çalışmalarla ve uluslararası
toplantılarla devam ediyorlar. Genel olarak baktığımız
zaman, önce ticari açıdan ve ekonomik açıdan bakarsak
Sayın Başkanım, arkadaşların çoğu
telefonla konuşuyor galiba. Ben, ciddi anlamda bir uğultuyla
konuşuyorum.
BAŞKAN Buyurun.
MEHMET GÜNAL (Devamla) Yani, dinlemeyebilirler ama en azından
sükûneti sağlarsak, önemli bir husustan bahsediyorum, ülkemiz
açısından da önemli olan. Onun için, zaten, uluslararası
anlaşma olmasına rağmen söz aldık.
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Günal.
MEHMET GÜNAL (Devamla) Değerli arkadaşlar, dünyanın,
şu anda, geçtiğimiz yıldan itibaren 2nci büyük ekonomik gücü
hâline gelmiş Çin Halk Cumhuriyeti ve yaklaşık 7 trilyona bu
yıl itibarıyla ulaşması gereken, ulaşması
beklenen bir gayrisafi yurt içi hasılası var. Geçtiğimiz
yıl için 5,8 trilyonluk bir gayrisafi yurt içi hasıla var ve her
yıl, 200 milyar dolardan fazla dış ticaret fazlası
veriyorlar.
Bizim için, tabii, Türkiyeyle ilgili rakamlara
baktığımız zaman, her ne kadar son yıllarda ciddi
anlamda ticaret hacmimizde toplam olarak artış olsa da, bunun
ihracattaki artışa rağmen, her ne kadar Genel ihracatta da
rekor kırıyoruz. deyip ithalatımızın çok artması
gibi, maalesef ithalatımız çok daha hızlı bir şekilde
artıyor. Dış ticaret hacmimiz artıyor. diye sevinmemiz
gerekirken aleyhimize olan açık çok daha hızlı büyüyor. Bu
yıl, çok daha fazla, 16 milyar doların üzerinde bir dış
ticaret açığının, iki ülke arasında olması
bekleniyor. Geçtiğimiz yıl, yine, rakamlara
baktığımız zaman, 15 milyar dolarlık bir açık
aleyhimize gelişmiş durumdaydı. Bunun geliştirilmesi
gerekiyor.
Bizim yetkililerle yapmış olduğumuz görüşmelerde,
ikili olarak bazı anlaşmaların yapılmaya
çalışıldığını, bugün de
onayladığımız ticaretle, ekonomiyle ilgili anlaşmanın
da bu çerçevede katkı sağlayacağını düşünüyorlar.
Tabii, burada, gözlemlerimiz sadece ticaretle ilgili konularda değil,
bunun başlıklarına da bakmamız lazım. Acaba hangi
mallarda, hangi ürünlerde ithalat yapıyoruz? Neden bu kadar dış
ticaret açığımız fazla? Bir taraftan ilk on ay
itibarıyla bu yıl 18 milyar dolarlık ithalatımız var,
öbür taraftan 2 milyar doları bulmayan bir ihracatımız var, 16
milyar 300 milyon dolarlık da bir dış ticaret
açığımız var. Kendileriyle bunları görüştük. Tabii
ki Hükûmetin de çalışmaları olduğunu biliyoruz, Sayın
Çağlayan da girdi tedarik sistemi üzerinde
çalıştıklarını söylediler, henüz bize brifing
vermediler, Plan ve Bütçe Komisyonu olarak bekliyoruz o projenin ne
aşamada olduğunu. Çünkü ithal ettiğimiz malların büyük bir
kısmı baktığımız zaman, maalesef Türkiyede de
üretilebilecek olan mallar ama kur rejimindeki çarpıklıktan ve kur
politikasındaki bazı sorunlardan dolayı bu malların büyük
bir kısmını ve öncelikli olarak da Çinden ithal ediyoruz.
Şimdi baktım ben, ithalatımızdaki ilk on maddeye
bakınca büyük ölçüde makineler, cihazlar, bunlar var ama onun
dışında tekstil mamulleri, mamul eşya, oyuncaklar, aletler
bunlar çok aşırı teknoloji gerektiren şeyler değil.
Çinde teknolojik ürünler de var ama baktığımız zaman ilk
on madde içerisinde -ki bunlar yaklaşık 12-13 milyar
dolarını oluşturuyor toplam 18-19 milyar doların- maalesef
Türkiyede de üretilebilecek olan bazı ham maddeler ve basit ürünler
olduğunu görüyoruz. Onun için bu konunun ivedilikle gözden geçirilmesi ve
bu başlatılan çalışmaların hızlandırılması
gerekiyor.
Türkiyeyle ilişkilerinde -az önce arkadaşlarımız
kısaca değindiler- 2009da başlatılan bir çerçeve
anlaşmayla bu yıl ve önümüzdeki yıl içerisinde de
gelişmeler olacak. Bu yıl Türkiyede Çin Kültür Yılı
olarak ilan ediliyor Kültür ve Turizm Bakanlığının
organizasyonuyla, önümüzdeki yıl da yine Çinde Türk Kültür
Yılı olacak. Bunu bir vesile kılmamız lazım. Ben
Antalya Milletvekili olarak oradaki yetkililerle de görüştüm, maalesef
Çinin turizm pastasından biz gerekli payı alamıyoruz. Yani 50
milyonun üzerinde turist gönderiyorlar. Tabii, Çinin nüfusuyla
kıyasladığımız zaman, 1,4 milyara yaklaşan nüfus
içerisinde ve ekonomik olarak zengin kitlelere baktığımız
zaman ciddi anlamda Çinli turist dünyada farklı ülkelere gidiyor. Bizim bu
kültür yılını bir vesile kılarak turizmle ilgili,
tanıtımlarla ilgili çalışmaları da biraz
yoğunlaştırmamız gerekiyor. Buradan Hükûmetin temsilcisi
olarak Sayın Bakana, Sayın Kültür Bakanımız yok ama,
iletmiş olalım. Onlarda da böyle bir beklenti var.
Karşılıklı olarak hem ilişkilerin gelişmesi
açısından önemli hem de turizm gelirlerinden pay almamız
lazım.
Öbür taraftan, Çinin önemli bir kaynak fazlası var ve 3 milyar
dolardan fazla rezervinin 1,5 milyar dolara yakınını hazine
bonolarında ve Amerikan dolarında tutuyor. Yani, şimdi
bakıyoruz, biz sağdan, soldan, küçük ülkelerden, Körfez ülkelerinden
kriz olduğu zaman 300-500 milyon dolarlık fon bulduğumuz zaman
önemli bir başarı kaydetmişiz gibi görünüyor. Oysa önümüzde
ciddi anlamda tasarruf fazlası olan bir ülke var. Onlarla
karşılıklı anlaşmalarla
Özellikle yurt
dışına büyük miktarlarda yabancı Çin
yatırımı gidiyor. Afrikada, Asyada, Orta Asyadaki ülkelerde
onlarla bu konuda da ortak yatırımlar yapılması
gerektiğini görüştük. Ama tabii inisiyatifi hızlandırmak ve
gerekli çalışmaları yapmak öncelikle Hükûmetin görevi. Biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her zaman olduğu gibi, eğer bu
konuda yapılacak çalışmalar varsa yapıcı, yol
gösterici muhalefet anlayışımız çerçevesinde sizlere bu
konularda destek olup, ihracattaki artışı
hızlandırmak, ithalatı da azaltarak dengeli bir hâle getirmek,
Çinle olan dış ticaret açığımızı kapatmak
için ne gerekiyorsa yapacağız. Tabii, turizmle ilgili yapılacak
çalışmalarda sizlere destek olacağız.
Değerli arkadaşlarım, orada, az önce Sayın
Aslanoğlu söyleyince aklıma geldi, önemli ziyaretler de yaptık.
Az önce Kırgızistan Cumhurbaşkanını dinledik,
kendisinin söylediklerinden hepimiz duygulandık ve ayakta
alkışladık. Biz de oraya gidince Yusuf Has Hâcibin,
Kaşgarlı Mahmutun, Apak Hocanın türbelerini ziyaret ettik.
Oralarda neler yapıldığını kitabelerinde,
açıklamalarda bir kere daha görmüş olduk. Ama yine Kültür
Bakanlığımızdan özellikle istirham ediyorum; çevre
düzenlemesi açısından da bakıma ihtiyaçları olduğunu
görmüş olduk. Belli yerlerde belli çalışmalar
yapıldığını biliyorum, Çinle ilişkilerdeki
hassasiyeti de biliyorum. Ama yine bu gelişmeleri, Çin Kültür
Yılı olduğunu ve önümüzdeki yılın da Çinde Türk
Kültür Yılı olacağını bildiğim için, bu
çerçevede bu kültür eserlerinin de beraberce dikkate alınabileceğini,
hatta ortak olarak bir Kaşgarlı Mahmut enstitüsünün kurularak ortak
bir araştırma enstitüsü kurulabileceğini düşünüyorum. Tarihimize
olan, geçmişimize olan bir borcumuzdur. Az önce Sayın
Cumhurbaşkanının burada söylediklerini dinlerken tekrar
bunları sizlerin de dikkatine sunma ihtiyacı hissettim. Çünkü,
yıllarca gezmiş Kaşgarlı Mahmut -yirmi yıla
yakın, on beş yıldan fazla gezmiş- ilk Türk dilini,
lügatini, ansiklopedisini, coğrafyasını, haritasını,
hepsini çıkarmış. Onun için, bunu bir vesile edelim, bu
çerçevede, yapılacak anlaşmalarla bunu da aradan
çıkarmış olalım. Hem Türkiye'nin tanıtımı
açısından hem de kendi tarihimize, kültürümüze olan bir borcu yerine
getirmek açısından önemli buluyorum.
İki ülke, yükselen ülkeler olarak çok kutuplu dünyada bu
ilişkileri rasyonel bir şekilde
Türkiye'nin de bölgesinde lider ülke
olması, 2023te lider ülke olması için bu ilişkilerin
geliştirilmesine destek olacağımızı burada tekrar
ifade ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET GÜNAL (Devamla) - İnşallah, Kırgızistan
Cumhurbaşkanının dediği gibi, birlikteliğe vesile olur
ve Türk devletleri de kendi arasında ekonomik ve kültürel birlik kurar
diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Günal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Isparta Milletvekili Ali Haydar
Öner. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Öner.
CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) Sayın
Başkanım, değerli milletvekillerimiz; iki güzel vecizeyle Çinle
ilişkilerimize ilişkin görüşlerimi takdim etmek istiyorum.
Birincisi, ünlü Çinli filozof Konfüçyüs. Konfüçyüs ne diyor: Geçmiş
kırgınlıkları unutmayanlar yeni dostluklar kuramazlar.
diyor. Bir diğeri de Büyük Atatürk: Yurtta barış, cihanda
barış. diyor. Gerçekten de Çinlilerle uzun yıllar komşuluk
ilişkileri yaşamışız, dünyanın yedi
harikasından biri sayılan Çin Seddinin yapılmasına vesile
olmuşuz. Ama geçmiş kırgınlıkları çoktan unuttuk,
yeni dostluklar kurma sürecine girdik. O süreci, bütün dünya ülkeleriyle
olduğu gibi Çinde de bazı
sorunlara karşın yaşıyoruz.
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Yurtta barış,
dünyada barış. diyerek, bu barış kapsamına
dünyanın bütün uluslarını dâhil ediyor ki Çin 1,3 milyar
nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi ve ekonomisi itibarıyla
da dünyanın ikinci büyük ekonomisi.
Dünyanın 2inci büyük ekonomisi yaklaşık 1,2 trilyonluk
ihracat, 1,03 dolarlık da ithalat yapıyor. Türkiyenin payı Çin
ithalatında, Çinin aldığı mallar itibarıyla binde 1,
Türkiyeye yaptığı ihracat itibarıyla yüzde 1 yani çok
büyük bir açık var dış ticaret dengesinde. Buna
karşın, son yıllarda gelişen olumlu ilişkiler de var.
Özellikle bakanlarımız, Türk işadamlarının
seyahatleri, bir yandan dostluk ilişkilerini, siyasal ilişkileri
pekiştirirken, bir yandan da ticari ve ekonomik potansiyeli
artırıyor.
Çinliler de Türkiyenin stratejik konumunu, Orta Asya ve Balkanlardaki yerini,
Orta Doğudaki yerini biliyorlar. Soydaş cumhuriyetlerle iyi
ilişkiler kurmanın yollarından biri de Türkiyeyle olan
ilişkilerini daha iyi konuma getirmek.
Biraz önce Kırgızistan Cumhurbaşkanımızı
çok sıcak duygularla dinledik. Kırgız kardeşlerimiz
Ruslarla ilişkilerini geliştiriyorlar çünkü günümüz dünyası,
ticari ilişkileri geliştirmek, yurttaşların ekonomik refah
düzeyini yükseltmek.
Avrupada, Avrupa Birliğinde onca
uğraşılarımıza karşın istediğimiz
ilerlemeyi sağlayamıyoruz. Gümrük kapılarında Others
denen muamele gururumuzu çok incitiyor
ancak soydaş cumhuriyetlerde ve Çinde daha sıcak
karşılanıyoruz. 2012 Türkiyede Çin Kültür Yılı
olarak iyileşmeleri artıracak, 2013 yılı da Çinde Türkiye
Yılı olarak sempatik duyguları, ticari ve ekonomik
ilişkileri, siyasal yaklaşımları olumlu etkileyecek.
Çinin Güvenlik Konseyi üyesi olduğunu dikkate alırsak Çinle
ilişkilerimizi iyileştirmenin siyasal alanda da çok olumlu etkiler
yaratacağını değerlendirebiliriz.
Çinin özgün bir ekonomik modeli var. Kendilerine Halk Cumhuriyeti
diyorlar, Komünist Çin diyorlar ancak özgün ekonomik modelleri, kapitalist
yaklaşımların bütün özelliklerini taşıyor. O
bakımdan, Türk yatırımcıların Çinde, Çinli yatırımcıların
Türkiyede yatırım yapmaları iki ülke açısından da
yararlı görünüyor.
Son yıllarda Sincan Uygur Özerk Bölgesinde bazı olumsuzluklar
yaşadı soydaşlarımız. Çin Hükûmetinin, Çin devlet
yetkililerinin bu konuda daha duyarlı olmalarını bekliyoruz
çünkü oradaki soydaşlarımız çok uzun yıllar Marksist rejimin
baskısı altında din ve vicdan özgürlüğünden yoksun
kaldılar. Daha sonraki süreçte de provokatif eylemler nedeniyle ciddi
sorunlar yaşadılar, çok sayıda soydaşımız
hayatını bu ortamda kaybetti.
Bu konuda gerek Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetimizin gerekse Çin
yetkililerinin karşılıklı iç ilişkilerine
karışmamak koşuluyla fevkalade dikkatli bir diplomasi
sergilemelerine ihtiyaç var. Oradaki soydaşlarımız bir yandan
din ve vicdan özgürlüklerini kullanmak durumundalar bir yandan da demokratik
haklarında kısıntıya uğratılmamaları
lazım, hele hele insan haklarından yoksun
bırakılmamaları insani bir zorunluluk.
Çinde Türk sanayi bölgesi kurulmasına ilişkin
yaklaşımlar var. İkili ortak ilişkilerin
geliştirilmesine ilişkin çok sayıda henüz onaylanmamış
sözleşmelerimiz var. Bugün yüce Meclisin takdiriyle
onaylanmasını beklediğimiz ve desteklediğimiz
sözleşmeyle de bu ilişkilerin olumlu etkileneceğini
düşünüyoruz. Çin pazar arayışında. Yurt dışında
nereye giderseniz gidin Çinli yurttaşları dünyanın bütün
ülkelerinde tıpkı Japonlar gibi boyunlarında kamera, ellerinde
fotoğraf makinesiyle çalışırken görüyorsunuz.
Bakan düzeyinde ilişkilerimizin yoğunlaşması,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde de seyrek olan
ilişkilerin artması Türk-Çin ticaret iş birliğini ve siyasal
ilişkileri olumlu etkileyecektir diye düşünüyoruz.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde sık sık stratejik
ortağımız dediğimiz ülkelerle ters düştüğümüz
oluyor veya stratejik ortağımız dediğimiz ülkeler bizi
olumsuz ilişkilere zorluyor; tıpkı İranla
ilişkilerimizde olduğu gibi, Suriyeyle ilişkilerimizde
olduğu gibi. ABye ya da ABDye bağımlılık yerine
alternatif iş birlikleri aramamız Türkiye Cumhuriyeti adına da,
yüce Türk milleti adına da olumlu sonuçlar verecektir. Biz, Orta Asyadan
Anadoluya gelirken Çinlilerle kavgalıydık ama o kavga ortamı
geride kaldığına -Konfüçyüsün dediği gibi- geçmiş
kırgınlıklar unutulup yeni dostluk arayışına
girildiğine göre Çinlilerle de bu ilişkilerimizi
artırmalıyız. Özellikle ham madde ihracı
bakımından yoğunlaştığımız ancak mamul
madde ithalatı bakımından da olumsuz dış ticaret
açığına düştüğümüz Çine daha fazla ürün satmanın
yollarını bulmalıyız. Özellikle Türkiyede mermer
ihracatı bakımından -kütük mermer ihraç ediyoruz- bunu
işlenmiş mermere dönüştürürsek son yıllarda mermer
piyasasında haklı bir yer alan Isparta adına da, Afyon
adına da, Türkiye adına da olumlu bir iş birliği
yapmış oluruz. İnce dilimler hâlinde ihraç edeceğimiz
mermerler, Türkiye açısından ihracat açığını
kapatma olanağını bize sağlayabilecektir diye
düşünüyorum. Çinlilerin Türkiyede tarıma ve otomotive yönelik
yatırımları da artıyor.
Bu anlaşmanın, iki ulus adına da, iki ülke adına da
yararlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Öner.
Söz talebi? Yoktur.
2nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (I) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına,
Iğdır Milletvekili Sinan Oğan.
Buyurunuz Sayın Oğan. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) Teşekkür
ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti arasında İkili
Ticari ve Ekonomik
İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine
İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında söz
almış bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Çin bildiğiniz gibi dünyada yükselen
bir güç ve Çin bu gücünü kendi stratejisi çerçevesinde akıllıca
kullanıyor. Çin yükseldikçe ekonomik ve siyasal etkisini
artırıyor.
Peki bakmak lazım, Çinin ekonomik ve siyasal etkisi öncelikle
hangi coğrafyada artıyor? Bugün yüce Meclisimizde, Gazi Meclisimizde
Türk dünyasının önemli ülkelerinden birisi Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev bir konuşma yaptı ve bu
konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanı Türk dünyasına
vurgu yaptı. Gönül isterdi ki Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Sayın Atambayevin Türk dünyasına
yaptığı vurguyu Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti de
yapsın. Sadece bir örnek vermek istiyorum. Sayın
Dışişleri Bakanı yeni Hükûmetin kurulduğu günden
bugüne kadar örneğin daha Azerbaycana gitmiş değildir
değerli milletvekilleri.
Türk dünyası maalesef bu Hükûmet döneminde âdeta göz ardı
edilmiştir. İnşallah Sayın Almazbek Atambayevin bu
konuşmasından sonra Hükûmetimiz de Türk dünyasına ilgi gösterir
çünkü siz ilgi göstermediğiniz takdirde, siz Arap coğrafyasının
dehlizlerinde kaybolup gittiğiniz süre içerisinde Çin Türk
dünyasında, Çin maalesef Orta Asyada ekonomik ve siyasi etkisini her
geçen gün artırmaktadır.
Elbette ki birçok ülkeyle olduğu gibi Çinle de ekonomik ve ticari
ilişkilerimizin geliştirilmesine biz de taraftarız ancak bunu
yaparken Çinin âdeta bir yayılmacı ülke gibi davranmasının
da karşısında olmamız gerekir. Bugün, Orta Asya Türk
cumhuriyetleri, Türkiyenin en önemli misyon coğrafyasıdır ama
Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde Türkiyeden daha fazla Çini görmekteyiz.
Bugün, Afganistanda Çin yatırımları, orada işgalci olan
Amerikadan bile daha fazla durumdadır. Biz, Afganistanı kendimize
en yakın ülkelerden birisi olarak görüyoruz ama bizim oradaki ekonomik ve
ticari yatırımlarımız Çinin çok gerisinde
kalmıştır maalesef.
Tabii Çinle ekonomik ve ticari ilişkilerimizi geliştirmek
önemli ancak bir şeyi unutmamamız lazım: Çin ile
ilişkilerimizde Doğu Türkistan bizim her zaman hassasiyet
göstereceğimiz bir konudur. Doğu Türkistan meselesi sadece lafta
kalmamalıdır. Bugün, içinde bulunduğumuz yıl
itibarıyla, Türkiyede Çin Yılını çeşitli
vesilelerle kutlayacağız tabiri caizse, önümüzdeki yıl da
Türkiyede Çin Yılı kutlanacak. Bu vesileyle Doğu
Türkistanın, Türkiye ile Çin arasında bir köprü rolü
oynamasını mutlaka hayata geçirmek lazım. Bu, hem Türkiye
tarafından hem Çin tarafından ifade ediliyor ancak ifadenin ötesine
geçmiyor maalesef. Doğu Türkistanın sorunlarını, Çin ile
her türlü görüşmelerimizde mutlaka gündemin bir maddesi olarak oraya
koymak lazım. Bu, elbette ki Çinin iç işlerine karışmak
değildir. Biz Doğu Türkistanla aynı etnik kökenden geliyoruz,
aynı dili konuşuyoruz, aynı inanca sahibiz. Bizim orada elbette
ki bir hassasiyetimiz olacaktır. Biz, elbette ki başka ülkelerin iç
işlerine karışmayacağız ancak Doğu
Türkistanlı kardeşlerimizin de suçsuz bir şekilde hapse
atılmasına, Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin de orada
baskı görmesine sessiz kalmayacağız. Türkiyenin
coğrafyasının neredeyse 2 katı büyüklüğündeki, 2,5 katı
büyüklüğündeki Doğu Türkistanın, Çin ile ilişkilerimizde
mutlaka ve mutlaka bir köprü noktasına, bir köprü konumuna getirilmesi
lazım. Bu çerçevede, Türkiyede 2012 yılında yapılacak her
türlü etkinlik içerisinde mutlaka Doğu Türkistanın da
bulunmasına özen göstermemiz lazım. Biraz önce partimiz adına
konuşan Sayın Günal ifade etti. Ben tekrar altını çizmek
istiyorum. Özellikle Kültür Bakanlığımıza bu çerçevede
büyük iş düşmektedir. Sadece ve sadece Çinli heyetleri davet edip,
sadece ve sadece Çinli sanatçıları davet edip siz eğer Doğu
Türkistana sırtınızı dönerseniz Çin bundan cesaret alarak
elbette ki Doğu Türkistana baskı uygulamaya devam edecektir. Bu
çerçevede biz Çinle ilişkilerimizi geliştirelim, buna diyecek bir
sözümüz yok, Çin dünyanın önemli ülkelerinden birisidir ama bunu yaparken
Doğu Türkistanı göz ardı etmememiz lazım. Bu,
haddizatında Türk-Çin ilişkilerinin geliştirilmesinde doğru
kullanıldığı takdirde katkı dahi yapabilecektir. Biz
eğer Doğu Türkistanı sözde değil, gerçekte bir köprü konumuna
getirirsek bu hem Doğu Türkistanın refahının
artmasına sebep olacaktır hem de Türk-Çin ilişkileri bu
çerçevede sorunsuz bir şekilde gelişecektir.
Tabii, Çinin ucuz iş gücü, Çinin birtakım devlet
desteğiyle birtakım ürünleri Türkiye'den daha ucuza mal ettiğini
biliyoruz. Bizim Çinle ilişkilerimizi geliştirirken bunun tek
taraflı olmamasına da özen göstermemiz lazım. Türkiye'de birçok
üreticimiz Çinin ürettiği ucuz mallardan, kalitesiz mallardan çok daha
iyisini üretirken, maalesef Türkiye'de aynı alanda üretim yapan iş
yerleri Çinin bu şekildeki mal ve ürünlerinin de baskısı
altındadır. Biz öncelikle kendi üreticimizi, kendi sanayicimizi,
Türkiye işletmelerini korumak durumundayız. Ucuz Çin
mallarının o anlamda Türkiye'ye girişinde
kapılarımızı sonuna kadar açmamalıyız. Birçok
ülke bu korumayı, koruma tedbirlerini uyguluyor. Birçok ülke Çin
mallarının kendi ülkesine girişinde birtakım
kısıtlamalar getiriyor. O çerçevede, Türkiye'de üretilmeyen ürünler
tabii ki gelsin burada, Çin ürünleri gelsin o anlamda ama eğer Türk
üreticisi aynı şeyi üretiyorsa, eğer bir Türk sanayicisi
aynı ürünü üretiyorsa bizim önceliğimiz elbette ki buradaki
üreticimizin korunması olacaktır. Bu çerçevede Hükûmetin maalesef
herhangi bir çabasının, herhangi bir
hazırlığının olmadığını
görmekteyiz. Nitekim, hangi pazara, hangi şehre giderseniz gidin bir Çin
pazarının, âdeta bir Çin malları çöplüğünün
oluştuğunu görmektesiniz. Dolayısıyla, Çin ile
ilişkilerimizi geliştirelim, buna bir sözümüz yok, ama kendi
üreticimizi de mutlaka bu çerçevede koruyalım, kendi ürünlerimizi de bu
çerçevede koruyalım değerli milletvekilleri.
Şunu da unutmamak lazım: Çin önümüzdeki on yılların
büyük ülkelerinden birisi olacaktır. Çin belki şimdi dünyadaki birçok
hadiseye; Çinin zaten, 2020 yılına kadar Amerika Birleşik
Devletlerini ekonomik ve siyasi olarak yakalama ve hatta geçme projesi
çerçevesinde, dünyadaki birçok hadiselere doğrudan katılmadığını
görmekteyiz. Ancak unutmamak lazım ki Çin, Türk coğrafyasından
Afrikaya kadar birçok ülkede altyapıyı oluşturmakla
meşguldür. Bu çerçevede, öncelikle Çinin Afrikadaki
yatırımlarının, Çinin Afrikadaki girişimlerinin iyi
takibi lazım, Çinin Orta Doğuda ne yapmaya
çalıştığını iyi okumak lazım ama her
şeyden önemlisi Çinin Türk dünyasında ne
yaptığının iyi takibinin yapılması lazım.
Değerli milletvekilleri, Şangay İşbirliği
Örgütünün bu çerçevede iyi takip edilmesi lazım. Sayın
Dışişleri Bakanımız Türk dünyasına ayıracak
vakit bulamıyor, bunun farkındayız ama o Türk dünyası,
şimdiye kadar yetmiş yıldır Sovyetlerin esareti
altında olan o Türk dünyası şimdi bağımsızlığını
kazanmıştır. Sovyetlerin askerî ve siyasi baskısı
altında olan Türk dünyası yarın Çinin ekonomik ve siyasi
baskısı altına girebilir. Bunu da burada uyarmayı bir görev
olarak addediyorum.
Değerli milletvekilleri, Türk-Çin ilişkilerinin
geliştirilmesi ve bu çerçevede bu kanunun onaylanmasının
yanındayız ama son olarak şunu ifade etmem lazım: Uygur
meselesinin, Doğu Türkistan meselesinin de mutlaka Çin ile bütün
görüşmelerimizde bizim gündemimizin önemli maddelerinden birisi
olması gerektiğinin tekrar altını çiziyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Oğan.
Söz talebi yoktur, soru-cevap yoktur.
3üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik
İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine
İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
218 |
|
|
Kabul |
: |
218 |
|
|
|
: |
|
|
|
Kâtip
Üye Fatih
Şahin Ankara |
Kâtip
Üye Mine Lök
Beyaz Diyarbakır |
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, 4üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terörle
Mücadele Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
4.- Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle
Mücadele Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/379) (S. Sayısı: 3)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti
Arasında Güvenlik İşbirliği Antlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/381) (S. Sayısı: 4)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6ncı sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün
Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük
Konularında İşbirliği ve Karşılıklı
Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/412) (S. Sayısı: 5) (*)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu, 5 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Kocaeli Milletvekili Haydar Akar konuşacaktır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Akar.
CHP GRUBU ADINA HAYDAR AKAR (Kocaeli) Evet, Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; söz verdim dün size, Kartepeden her seferinde
bahsedecektim ama Kartepeden bahsetmeyeceğim, Kandıradan da
bahsetmeyeceğim. İki belediyeden bahsetmeyeceğim çünkü
İçişleri Bakanı yok. İçişleri Bakanının
olduğu her toplantıda, her birleşimde Kartepe Belediyesini ve
Kandıra Belediyesini getireceğim, bunu bilin. Şimdi, Ürdün
konusunda konuşacağız.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükûmeti Arasındaki Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, komşularının aksine petrol
ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmayan Ürdünün ekonomisi çevre
ülkelerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Tarih boyunca ticaret,
barışı korumanın en büyük güvencelerinden birisi
olmuştur. Bu açıdan değerlendirildiğinde Ürdün-Türkiye
ilişkileri büyük önem arz etmektedir. Coğrafya itibarıyla çok
stratejik bir bölgede bulunan Ürdün ile ilişkilerimizi hem siyasi hem
ekonomik açıdan geliştirmenin hem Türkiyeye hem Ürdüne hem de
bölgeye büyük yarar sağlayacağı açıktır. Ayrıca,
Ürdünde bulunan Akabe Özel Ekonomik Bölgesi Türk firmaları için önemli
bir yatırım olanağı da sunmaktadır. Bütün bunlar
değerlendirildiğinde, imzalanan karşılıklı
yardım ve iş birliği anlaşması daha da önemli hâle
gelmektedir. Bölge ülkeleri arasında imzalanan her türlü ticari, siyasi ve
karşılıklı yardım anlaşması Orta
Doğuda barışın korunması için önemli rol
oynayacaktır. Bu anlaşmanın her iki ülkeye de hayırlı
olmasını yürekten diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Ürdün Krallığı,
kurulduğu 1946dan bu yana, Batıyla sıkı ilişkileri
olan, iç istikrarını korumak adına denge politikası izleyen
bir ülke olagelmiştir ancak Ürdünün gerek ekonomisini gerek dış
politikasını belirleyecek temel konu Filistinin geleceğiyle
yakından ilişkilidir. İsrailin baskısından kaçan,
İsrailin işgal ettiği topraklardan Ürdüne
sığınan ve yıllardır orada yaşayan çok
sayıda Filistinli vardır. Ürdün, mülteci olan Filistinlilere yasal
vatandaşlık hakkı tanıyan tek Arap ülkesidir. Ürdün ile
Filistin sorununun birbirinden ayrılmayacak denli iç içe geçmiş
olduğunu bu da göstermektedir. Filistin sorununda yaşanan her kriz
Ürdünün hem iç hem de dış politikada güvenliğini tehdit
etmiştir. Diğer yandan, Irakın işgali sonrasında
yaklaşık 1 milyon Iraklı da Ürdüne göç etmiş, bu, zaten
var olan ekonomik ve sosyal sorunları da artırmıştır.
1994 yılında İsrailin imzaladığı barış
anlaşması ve sonrasında bu ülkeyle yakınlaşması,
ülkedeki Filistin kökenli vatandaşların sert muhalefetiyle
karşılaşmıştır. Nüfusunun neredeyse
yarısı Filistin kökenli yurttaşlardan oluşan Ürdün, bu
gelişmelerin sonucunda, 2009 yılında seçimle iş
başına gelen meclisin feshi ile karşı karşıya
kalmıştır. Zaten sakat olan demokrasisi tamir edilemez bir yara
daha almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orta Doğunun
tarihi kanlı bir tarihtir, bir şiddet tarihidir. Son zamanlarda
ülkemizde de hızla bu şiddet tarihi içine yuvarlanmaya
çalışılıyor. Orta Doğuyu yeniden biçimlendirmek
isteyenler, bunu sağlayabilmek için Türkiye üzerinde kurgular
yaratıyorlar. Bölgeyi giderek istikrarsızlığın,
savaşın ve kanın içine doğru itiyorlar. Bütün bunlar bir
arada değerlendirildiğinde, bölgede ortaya çıkacak herhangi
basit bir çatışmanın dahi büyük bir yıkıma yol
açacağını görmek mümkündür.
Değerli arkadaşlar, peki, bütün bunlar olurken Türkiye ne
yapıyor? Sayın Bakan sıfır sorun diye bir
yaklaşım attı ortaya ancak bu anlayış ortaya
döküldüğünden bu yana olanlara bir bakalım. Sıfır sorun
dönüştü sıfır ilişkiye, bütün komşularımızla
ilişkilerimiz soğuk savaştan bu yana bu denli sorunlu
olmamıştı. Suriyeyle kavgalıyız. Irak konusunda
elimizden hiçbir şey gelmiyor, olayları bir seyirci gibi
kıyıdan izliyoruz. İran, füze kalkanı yüzünden Türkiyeyle
ilişkileri askıya almak üzere. Suriyeyle ilişkilerimiz,
dış politikada ne denli savruk olduğumuzun açık bir
göstergesini oluşturmaktadır. Çok kısa bir süre öncesine kadar
gerek siyasi gerek ekonomik ilişkilerimiz zirvedeydi. O zaman da Suriyede
hak ihlalleri vardı, o zaman da Suriye rejimi bugünküyle aynıydı,
o zaman da Suriyede muhalefet üzerinde yoğun baskı vardı. Bu
kadar süre içerisinde ne değişti de ilişkiler bu hâle geldi, ne
değişti de Türkiye'nin dış politikasında böylesine
savrukluk yaşandı? Şunun tespit edilmesinde büyük fayda
görüyorum: Türkiye sıfır sorun politikasıyla oyun kurucu olmak
için çıktığı yolda oyunu dışarıdan seyreder
bir hâle gelmiştir. Bu yalnızca komşularımızla böyle
değildir, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin durumu da
ortadadır. Avrupa Birliği hayali neredeyse tükenmiştir. Fransa
Cumhurbaşkanı Ermenistana gidip Türkiye hakkında olmadık
şeyler söyleyebilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette Türkiye
kabuğuna çekilip çevresindeki sorunları görmezden gelmemelidir,
elbette kendi kaderini de belirleyecek olan bölgedeki sorunlara
kayıtsız kalmamalıdır ama bunlar yapılırken hata
da yapılmamalıdır. Dış politika hata kaldırmaz.
Bu nedenle, dış politika, gerçeklikler ve gerçekliklere dayanan
bakış açılarıyla yapılır. Eğer dış
politikada bugün dediğiniz yarın dediğinizi tutmuyorsa, dün
NATOnun Libyada ne işi var? deyip ertesi hafta buna
katılıyorsanız, Mısırda meydanlarda demokrasiden dem
vurup Suudi Arabistandaki rejimi görmezden geliyorsanız, Sudandaki
kanlı rejimle bir sorunumuz yokken Suriyedeki rejime
çatıyorsanız ortada bir inandırıcılık sorunu var
demektir. Eğer böyle bir dış politikanız varsa hata
yapıyorsunuz demektir. İşte böyle bir hata İsrailin Gazze
ablukasını meşrulaştırmasına neden olmuştur,
işte böyle bir hata Irakta büyük petrol şirketlerinin girdiği
ihaleye Türkiye Cumhuriyetinin sokulmaması demektir, işte böyle bir
hata 3 milyonluk Ermenistanın Avrupada daha kabul görmesi demektir,
işte böyle bir hata Libyada Fransızların yüzde 35 pay
alması demektir, işte böyle bir hata Suriyede Türkiyenin
yalnızlaştırılması demektir.
İsraille ilişkilere döndüğümüzde, yalnızca Mavi
Marmara katliamını yapan, uluslararası sularda 9
vatandaşımızı katleden İsrailin
yaptığı yanına kalmamıştır, insanlık
dışı Gazze ablukası için İsrailin arayıp da
bulamadığı dayanak Birleşmiş Milletlerin raporuyla
âdeta İsraile altın tepsi içinde sunulmuştur. Bu konuda Böyle
bir şey beklemiyorduk, rapor yanlıdır. gibi açıklamalar
kabul edilemez niteliktedir. Dış politikada söz uçar, yazı
kalır. Türkiye o raporun altına imzasını
attığı anda İsrail kazanmış demektir. O saatten
sonra meydanlara çıkıp İsraili yerden yere vurmanın bir
anlamı yoktur. Hatta bu durumu bir zafer gibi sunmaya çalışmak
gerçeklerle örtüşmemektedir.
İsraille bununla da bitmiyor arkadaşlar. İsrailin,
biliyorsunuz, Akdenizde Güney Kıbrısla birlikte bir petrol arama
macerası var, aslında Güney Kıbrısın var. Orada da
aynı hataları yaptık, Aratmayız. dedik, Savaş
gemilerimizi yollarız. dedik, yollaya yollaya bir Piri Reisi
yolladık. İçinizde de bu Piri Reisin adresini bilen yoktur. Ama
İsrail petrol aramaya devam ediyor, şimdi sonlandırdılar,
daha sonra doğal gazlarını çıkartacaklar ve sevk edecekler
Güney Kıbrısla birlikte. Orada da bir hata yaptık
arkadaşlar, orada da bir hata yaptık. Özel bir şirket,
Akdenizde sismik araştırmalar yapıyor ve Akdenizde
kıyısı olan ülkelere satıyor bu
araştırmaları. Bu araştırmaları alan üç tane ülke
var; Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs. Türkiye
Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti bu
araştırmaları satın almıyor.
Sonuçta, bu araştırmalardan sonra, Güney Kıbrıs,
bölgedeki ülkelerle ekonomik zone anlaşması yapıyor. Türkiye
hiçbir ülkeyle ekonomik zone anlaşması yapmadığı için
bize yutturulmaya çalışılan Shell ile Akdenizde petrol
arıyoruz. hikâyesi de tamamen Türkiye'nin kendi kara sularında
aramış olduğu bir petrol işidir, onun
dışında başka bir şey yoktur. Tamamen devre
dışı bırakıldık Akdenizde. İşte bu da
dış politikadaki hatalarımızın bir örneğini
göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, dış politika da hata
kaldırmadığı gibi çelişki de kaldırmaz. Füze
kalkanı böylesi bir çelişkiyi açık seçik ortaya
koymaktadır. AKP Hükûmeti, kimseye danışmadan, halkın
tepkilerine kulak asmadan NATOyla bir anlaşma imzaladı. Aslında
NATO ile anlaşma imzalandığı söyleniyor. NATO ile
anlaşma imzalanmadı, Amerika Birleşik Devletleriyle
imzalandı. Evet, bir NATO ülkesiyiz. NATO, gerçekten bize füze
kalkanı kurmamız gerektiğini söylüyorsa ve NATOda böyle bir
karar alınmışsa bu yapılabilirdi belki ama bu anlaşma
NATO ile imzalanmamıştır. Bir kez daha söylüyorum,
Dışişleri Bakanı buradayken de sorduk, daha önce soru
önergeleriyle sorduk, Malatya Milletvekilimiz Veli Ağbaba defalarca sordu,
NATO ile anlaşma imzalanmamıştır. Eğer
imzalandığını iddia ediyorsanız buradayız.
Amerika Birleşik Devletleriyle anlaşma imzalanmıştır,
bir kez daha yineliyoruz, ülkemizi İran ile karşı
karşıya getiren, Türkiyeyi ve Türk halkını hedef
tahtasına koyan bir füze kalkanı anlaşması.
Peki, bu kalkan kimi korumak için? Filistinde, Gazzede, Celilede, Sabra ve
Şatillada insanları acımasızca öldüren İsraili
korumak için. Eğer böyle olmasaydı İran füzelerini bize
yöneltmezdi, eğer böyle olmasaydı Suriye füzelerini bize yöneltmezdi.
Arkadaşlar, Amerikanın taşeronluğunu yapmaktan vazgeçelim.
Türkiyenin geleceği, bölge ülkelerinin geleceği için bölgede daha
istikrarlı bir politikanın savunucusu olalım.
Sayın
Başbakan, Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: Bu
savunma kalkanı İsrail için değildir. İrandan
atılacağı varsayılan füzelerin menzili Türkiye
dışında hangi NATO ülkesine ulaşacak ki NATO üyelerini
korumak için bu kalkan oluşturuluyor. Çünkü İrandan kalkan füzeler,
bu füze kalkanı sonucu oluşturulan kalkanların Türkiye
coğrafyası üzerinde vurulmasına neden oluyor. Yani eğer bir
füze gelecekse ve Türkiyeyi koruyacaksa, Türkiye coğrafyası üzerinde
koruyacak ama İsraili koruyacaksa, bu füzeler kalktığında
Suriye üzerinde veya İsraile ulaşmadan imha etmek, vurmak mümkündür,
bu füze kalkanları ile. Demek ki bizi korumuyor, zaten Türkiyenin üzerine
kadar geliyor bunlar. Soruyoruz: Hangi NATO ülkelerini korumak için? diyoruz.
Amerikayla imzaladık çünkü NATO ülkesini de korumaya yönelik değil,
tamamen İsraili korumaya yöneliktir.
İşin
doğrusu, bu savunma kalkanı İsraili korumak içindir, bu radar
sistemi İrana karşıdır. Bunu bütün dünya bilirken
gerçekleri bu kadar çarpıtmak Bu sistem İrana karşı
değildir, bu sistem İsraili korumak için değildir. demek
halkı kandırmaktan başka bir şey değildir. Eğer
dedikleriniz ve yaptıklarınız arasında bu kadar büyük bir
uçurum varsa dış politikanız güven veren bir politika
değildir. Mısırda meydanlara çıkıp İsraili
yerden yere vuran bir ülkenin Başbakanı böyle bir
anlaşmanın altına imza atmaz, atmamalıydı. Bu,
açık bir çelişkidir.
Değerli
milletvekilleri, dış politikamızın en önemli sorunlarından
birini de Kıbrıs oluşturmaktadır. Bakınız,
Kıbrıs Rum Kesimi, İsrailin yardımıyla, bir Amerikan
şirketiyle birlikte petrol arama çalışması yapıyor,
biraz evvel bahsettim. Biz buna haklı olarak karşı
çıkıyoruz ancak bu konuda bize destek veren bir tane bile ülke yok.
Sorun yaşadığımız ülkeleri bir kenara
bırakalım, müttefikimiz olan ülkeler bile haklı olduğumuz
bu konuda bizim yanımızda yer almıyor. Arap Baharı
sırasıyla desteklediğimiz ülkeler bize
değil Güney Kıbrısa destek veriyor. Bu kadar desteği
arkasına alan Kıbrıs Rum Rejimi istediği şeyi
dilediği gibi yapıyor, bizimse elimiz kolumuz bağlı
öylesine seyrediyoruz. Bu, dış politikamızın nedenli
yetersiz kaldığının açık bir göstergesidir.
Bu duruma iki ay içinde gelinmedi. Dış politikaya
bakış açımızı değiştiriyoruz. Bu süreç Daha
proaktif bir politika izleyeceğiz. diye yola
çıktığımız zaman başladı. O dönemde
Cumhuriyet Halk Partisi Hükûmeti uyardı ama dinletemedi, yine uyarıyoruz,
yine dinlememekte ısrar ediyorsunuz. Zürihte Ermenistan ile anlaşma
imzalanırken de uyardı, eksen kayması
tartışmaları sırasında da uyardı, şimdi de
uyarıyor.
Değerli arkadaşlar, cumhuriyetin kuruluşundan AKP
iktidarının başlangıcına kadar dış politika
her zaman siyaset üstü olagelmiştir. Bütün siyasi partiler dış
politika ve güvenlik konularını günlük siyasi kaygıların
dışında tutmaya azami özen göstermişlerdir. Haklı
olunan konularda AKP Hükûmeti açıkça desteklenmiştir, hâlâ da
haklı olunan meselelerde bu destek sürmektedir. Ancak şunun
altının çizilmesi gerekmektedir: Türk dış politikası
savrulmaya başlamıştır yıllardır ama özellikle
son üç yıldır bir savrulma iyiden iyiye kendini belli etmektedir.
İlkeler üzerine oturan politik anlayış, günlük siyasi
kaygılar üzerine oturtulmaya başlanmıştır. Çok fazla
hata yapılmaktadır, çok fazla çelişki yaratılmaktadır,
bunların da olumlu sonuçlar doğurmayacağı ortadır.
Bunun belirtilerini her yerde görmek mümkündür. Bu açıdan
bakıldığında, ülkemizin dış
politikasının Avrupadaki, Amerikadaki, Orta Doğudaki
algısı hiç de öyle sanıldığı gibi güçlü,
sağlıklı değildir. Bizim saptamasını
yaptığımız savrukluk ve çelişkiler batılı,
doğulu, kuzeyli, güneyli tüm aktörlerin dikkatini çekmektedir. Öngörülmez
bir dış politikaya sahip ülke algılaması yaratmanın,
başta biz olmak üzere, hiçbir bölge ülkesine yararı
olmayacağı açıktır.
Değerli milletvekilleri, Ürdünle de diğer Orta Doğu
ülkeleriyle olduğu gibi tarihten kaynaklanan derin bir
bağımız vardır. Daha önce ifade ettiğim gibi Ürdünün
sağlıklı bir demokrasiye kavuşması, istikrarlı
bir ekonomiye sahip olması bu coğrafyayı paylaşan tüm
ülkeler için önemlidir. Bu anlaşmanın Ürdüne, Ürdünde yaşamak
zorunda kalan Filistinli kardeşlerimize büyük yarar
sağlayacağını umuyorum. Nasıl ki Ürdünün
geleceği Filistine bağlıysa Filistinin geleceği de
Ürdüne bağlıdır. İstikrarlı ve ekonomik olarak güçlü
bir Ürdün, demokrasinin gelişmesi, bölgede sağlıklı
ilişkiler tesis edilmesi açısından kritik bir rol oynayacaktır.
Ülkemizin karşılıklı ticaretini geliştirerek buna
katkı sağlaması son derece önemlidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın
başında da belirtmeye çalıştığım gibi,
bölgemizi hiç de iç açıcı bir gelecek beklemiyor.
Sanayileşmiş ülkelerin enerji açığının Orta
Doğuyu bir savaş ortamına doğru ittiği açık
seçik ortadadır. Orta Doğuda çıkacak bir savaşın
bölgeyle sınırlı kalmayacağı ve pek çok acıya
neden olacağı da bellidir.
Küresel
bir çıkar çatışmasının ortasında demokrasiyle
yönetilen tek laik ülke Türkiyedir. Böyle bir coğrafyada ve böylesi
koşullarda sorunlardan azadeye kalmak elbette mümkün değildir ancak
şu unutulmamalıdır: Bu kadim topraklarda işgalciler
gelirler ve giderler. Halklar yine beraber yaşamak zorunda kalır.
Küresel çıkar çatışmasında taraflardan birinin yanında
çok fazla yer alırsanız bunun sonucunda bölgede o kadar düşman
edinirsiniz. Bu coğrafyada yapılan hatalar kolay unutulmaz ve
bedelleri de her zaman ağır olur. Bu nedenle dış
politikamızı elden geldiğince dostluklar üzerine kurgulamak zorundayız.
Orta
Doğuda barış, her zaman pamuk ipliğine bağlı
olagelmiştir. Bu ipi koparan biz olmamalıyız. Bu konuda Yurtta
barış, dünyada barış. ilkesi şiarımız
olmalıdır. Türkiyeyi olası bir kanlı savaşın
içine çekmek isteyeceklerdir, bu da açıktır. Bugün uygulanan
dış politika bu konuda ülkemizi koruyacak, böylesi bir
savaşın dışında tutacak bir politika izlenimi
vermemektedir. Her an her şey olabilir çünkü dış
politikamız bir ulusal politika olmaktan çıkmıştır.
Ulusal politikanın anlamı: Siyasetin içerisinde olan, Mecliste olan,
bu çatı altında olan siyasi partilerin, Hükûmetin bir araya gelerek
Türkiye'nin geleceği için oluşturmuş olduğu ulusal
politikadır. Hükûmetlerin değişmesiyle değişmeyen, Dışişleri bakanlarının değişmesiyle
değişmeyen
Bizzat kendisine de söyledim Dışişleri
Bakanının cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en kötü
Dışişleri Bakanı ve en kötü Dışişleri yönetimi
olduğunu hem bütçedeki Dışişleri bütçesi
konuşmasında hem de diğer konuşmalarımda ifade
ediyorum. Türkiye hiç bu kadar
yalnızlaştırılmamıştır, Türkiye
yalnızlaştırılmaya da devam etmektedir.
Sizlere soruyorum arkadaşlar
Herhangi bir arenada, dünyada
herhangi bir platformda, herhangi bir kuruluşta, Birleşmiş
Milletlerde, -NATOda, NATOyu kastetmiyorum çünkü NATOda biz ret
verdiğimizde zaten kabul olmuyor ama, onun dışındaki- tüm
uygulamaların, Türkiye, dışında tutulmaktadır, hiçbir
ülke yanımızda yer almamaktadır. Kadim dostumuz, kardeş
ülke dediğimiz Azerbaycan bile Türkiye'nin uluslararası
platformlarında zaman zaman yer almakta zorlanmaktadır çünkü
Türkiye'nin bir ulusal dış politikası yoktur, Türkiye'nin
Davutoğluna bağlı, Davutoğlunun gece göreceği rüya
ve hayale bağlı bir dış politikası vardır.
Bunun için de çok hızlı bir şekilde Hükûmet bu
dış politikayı gözden geçirmeli, Meclis içinde bulunan siyasi
partilerin bu konudaki düşüncelerini, desteklerini almalı, topyekûn
bir dış politika uygulamasını hep birlikte hayata
geçirmeliyiz. Evet, ulusal bir dış politika olmalı, bu
yıllar yılı hesaplanmalı, gelecek yıllara da
atıfta bulunmalı ama zaman içerisinde dünyada gelişen
konjonktüre göre de zaman zaman bu işler revize edilmeli. Böyle altı
ayda bir, senede bir Amerikanın talimatıyla ya da emperyalist
güçlerin talimatıyla Libyada yaptığımız gibi,
Suriyede yaptığımız gibi, diğer Arap ülkelerinde
yaptığımız gibi yapar isek hem dünyada
yalnızlaşırız hem de bölgemizde
yalnızlaşırız ve hiç hayal etmediğimiz bir dönemde de
Türkiye Cumhuriyetini savaşın içinde görürüz.
Şimdiden uyarıyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi ana muhalefet
partisi olarak defalarca uyardı ve uyarmaya da devam ediyoruz.
Dış politikanızı gözden geçiriniz, tarihin en kötü
uygulanan dış politikası ve en kötü Dışişleri
Bakanını gerekirse görevden çekiniz ve ulusal bir dış
politika oluşturunuz. Eğer bunu yaparsanız her türlü desteğimiz
arkanızda olur dış politika konusunda diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Akar.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Şandır.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Uluslararası sözleşmelerin yürürlüğe girebilmesi için bu
şekil şartının yerine getirilmesi gerekiyor, burada
kanunlaştırılması gerekiyor, böyle bir çalışmanın
içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükûmeti arasında 9 Mart 2010 tarihinde imzalanan
bir sözleşmeyi bugün burada kanunlaştırıyoruz.
Öncelikle, yani Orta Doğu bölgesinde dostlukların çok önemli
ve değerli olduğu bir süreçte, Ürdün gibi kilit düzeyindeki bir
ülkeyle imzaladığımız bir sözleşmeyi iki yıl
raflarda bekletmiş olmamızın gerçekten anlamı yok. Hâlbuki
bu anlaşmalar dostluğa, ilişkilerin gelişmesine katkı
verecek önemli sözleşmelerdir, bunların bir an önce kanunlaştırılarak
gündeme, uygulamaya geçirilmesi önemliydi, ama her ne hikmetse Türkiye'de on
yıl bekleyen sözleşmeler bulunmakta ve bu sözleşmelerin
kanunlaştırılması bu ilgisizlik içerisinde gerçekleştirilmektedir.
Bunun için, dış politika konusunda, yani Ürdün merkezli
dış politika konusunda görüşlerimi ifade etmeye
çalışacağım, ama tabii -milletimizin dikkatine
sunayım- konu Meclisimizin ilgi alanı içerisinde maalesef
bulunmamaktadır. Sayın Bakan burada değil,
Dışişleri Komisyon Başkanımız biraz önce buradalardı,
onlar da şu anda salonda değiller
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Cumhurbaşkanımıza
gittiler.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Evet.
Dolayısıyla, siyasi partilerin dış politikayla
ilgili görüşlerini ifade etmek fırsatı olan bu tür
görüşmelerde, maalesef konuşmaların muhatabı, ilgilisi
burada bulunmamaktadır, acı olan durum bu. Dolayısıyla,
iktidar partisinin verdiği önem ve değer kadar konular
ağırlık kazanmakta, ne konuşursak konuşalım, sonuçta
tutanaklarda yük olmaktan öte bir anlamı yok, maalesef öyle, ama biraz
önce konuşan Değerli Arkadaşımı eğer
dinlediyseniz -Cumhuriyet Halk Partisinin Sözcüsünü- çok iyi
hazırlanmış, anlamlı, kapsamlı, endişelerini
ifade eden bir konuşma yaptı. Bunların üzerinde ciddiyetle,
dikkatle düşünmeye kalkarsak hepimizin ülkemizin, milletimizin
geleceği açısından bazı endişeleri
paylaşması bir zorunluluk hâline gelir.
Değerli milletvekilleri, Orta Doğu bölgesinde, bütünüyle
bölgemizde son dönemlerde yaşanan hadiseleri eğer bir bütünlük
içerisinde değerlendirirsek Sayın Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlunun işaret ettiği bir sonuçla karşı
karşıya kalırız. Sayın Davutoğlu diyor ki:
Bölgede yeni bir savaşa izin vermeyiz. Bunun anlamı, dış
politika verilerine göre, bölgede bir savaş tehdidi var demektir. Bunu
Sayın Ahmet Davutoğlu söylüyorsa, stratejik derinliğin ilmini
yapan, kitabını yazan ve bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Dışişleri Bakanlığını yapan bir zat
söylüyorsa bunun dikkate alınması, üzerinde konuşulması ve
düşünülmesi gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Genel Kurul,
milletin oylarıyla seçilmiş siz değerli milletvekilleri, bu
ülkenin geleceğiyle ilgili ifade edilen endişeleri, ifade sahibi kim
olursa olsun, ama o ifadenin içeriğini tartışmaya, birlikte
düşünmeye, bana göre, göreviniz gereği bir sorumluluk içerisindesiniz.
Değerli milletvekilleri, bakınız, son günlerde çıkan
gazete haberleriyle söylüyorum. Ben dış politika uzmanı
değilim, grubumuzda dış politika uzmanı olan
arkadaşlarımız, Sayın Sinan Oğan,
Dışişleri Komisyonu üyesi olarak grubumuza bu konuda çok ciddi
endişelerini de ifade ediyor. Gerçekten, bölgemizde yaşanan
gelişmeler bir savaşın eşiğinde olduğumuzu
gösteriyor. Savaş, kolay değil arkadaşlar, insan öldüren olay ve
bunu yaşayarak seyrediyoruz. Libyada 50 bin kişi öldü, kısa
süre içerisinde, gözümüzün önünde öldü. İnsan, bir insan, ananız
babanız ölmedi mi? Ölümün ne demek olduğunu, yani en yakın
nefsinizden hatırlatmak mecburiyetindeyim. Ama Libyada kardeş
kardeşi boğazlayarak
Küresel güçlerin desteğiyle, onlardan
aldıkları uçaklarla, bombalarla insanlar birbirlerini yok ettiler; 50
bin insan. Irakta 1,5 milyon Müslüman öldü, hâlâ ölüyor. Bunun adı
savaş.
Şimdi, bölgemiz için böyle bir savaş tehdidinin ve ihtimalinin
çok yakın olduğu ifade ediliyor. Bu konuda veriler, gelişmeler
öyle net ki, Sayın Dışişleri Bakanı diyor ki: Böyle
bir savaşa izin vermeyiz. Nasıl vermezsiniz? Hangi tedbiriniz var?
Sayın Dışişleri Bakanı gelip bu sözünün
gerçeğini, içeriğini gelip burada anlatmak durumunda değil mi?
Burada bir genel görüşme yapılması gerekmiyor mu? Sayın Ali
Babacan da lütfen buradaydı eski Dışişleri Bakanı, o
da ayrıldılar. Kime söyleyeceğiz? Kime
konuşacağız değerli arkadaşlar?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın
Elitaş burada!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Bakın, birkaç olayı birlikte
bir değerlendireyim.
Şimdi, Suriyedeki iç savaş hızla bir mezhep
savaşına doğru sürükleniyor. Suriyeyi bilen bir
arkadaşınız olarak söylüyorum. Suriyedeki hadisenin sebepleri
çok sorgulanabilinir, tartışılabilinir ama sonuçları
itibarıyla, Suriyedeki hadise hızla bir mezhep savaşına
doğru gidiyor. Aynı durum Irakta yaşanıyor. Irakta,
Amerika sonrası bile hadise hızla bir mezhep savaşına
doğru yol alıyor.
Ee, bu mezhep farklılığının kaynağı,
İran ve Suudi Arabistan arasındaki mezhep eksenli savaştır.
Bunun arkasında da küresel güçlerin ekonomik projeleri, siyasi projeleri
yatmaktadır. Bunu hepimiz biliyoruz ama değerli milletvekilleri, tüm
stratejistler bilir ki, tüm dışişleri diplomatları bilirler
ki, küresel güçlerin bu bölgedeki küresel projelerinin nihai hedefi
Türkiyedir. Türkiyeyi etnik temelde ayrıştırıp
çatıştıramayan küresel güçler, şimdi, mezhep eksenli bir
çatışmanın içine itebilmek için, komşularından
başlayan bir kuşatma içindeler. Eğer tedbirini
almadığımız takdirde, Libyada olduğu gibi
Burada,
çok üzüldüğüm için söyledim. Sayın Dışişleri
Bakanının şahsiyetini ilzam edecek, onu üzecek bir tavrım
olmaz ama Libyadaki 50 bin ölümle neticelenen o olayda Türkiyenin
aldığı pozisyondan övünmüş olmasından utandım.
Değerli milletvekilleri, utandım. Sonuçta, 50 bin Müslüman öldü
orada. Bunun içerisinde Türkiye'nin olmasını, Bir insanlık
görevi yaptık. diye pay çıkartmış olmasını,
Sayın Dışişleri Bakanının ne şahsına ne
ilmine ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti Dışişleri
Bakanlığı gibi önemli bir görevi üstlenmiş olmasına
yakıştıramadım.
Değerli milletvekilleri, bakınız, kafamızı kuma
sokmayalım. Doğu Akdeniz çanağında, hızla, küresel
güçler mevzilerini tutuyorlar ve hazırlık yapıyorlar.
Türkiye'nin Sureyi rejimine karşı çıkışına bir
karşı destek olarak Rusya, gemilerini Doğu Akdenize gönderdi.
İranın tüm yetkilileri Türkiyeyi tehdit ediyorlar. İran,
İsraille, ABDyle, Amerika Birleşik Devletleriyle olan
kavgasını öyle bir noktaya getirdi ki, Hürmüz
Boğazını kapatmak tehdidini ortaya koydu ve bunun
kararlılığını ifade edebilmek için, on gün süren, çok
ciddi de bir tatbikat yaptı. Şimdi, ABD artı İsrail,
aynı tatbikatı, hava güçleriyle yapmayı planlıyor.
Çok daha sıkıntılı bir gelişme var, gözümüzün
önünde cereyan eden, kardeş ve dost Pakistan bir iç savaşın
eşiğinde. Haberleri izliyorsanız, Başbakanla Genelkurmay
Başkanı, Millî Savunma Bakanı, birbirlerine karşı,
açık tehdit ifade eden konuşmalar yapmaya başladılar.
Tanklar sokaklarda yürüyorlar. Her an bir iç savaşın, her an bir
ihtilalin olması bekleniyor. Afganistanda çatışmalar devam
ediyor. Irakta derseniz, yaşıyoruz işte, Şii, Sünni
ekseninde Araplar, aynı ırktan gelen insanlar bugün birbirlerinin
kanını akıtıyorlar, bir istikrar temin edebilmek
imkânını maalesef oluşturamadılar. İranın
nükleer çalışmalarının böyle tehdit, ileri bir tehdit
anlamında yeni meydan okumalarını seyrediyoruz. Bunun
dışında, Afganistanı hep beraber seyrediyoruz. İrana
uygulanan ekonomik ambargo öyle sıkıntılı bir noktaya geldi
ki yani İranı boğmak niyetini Amerika Birleşik Devletleri
Başkanı Barack Obamanın başkanlığında tüm
küresel güçler, tüm Batı güçleri ortaya koydular, İran buna
karşı Ben de sizin petrolünüzü bu Hürmüz Boğazından
çıkaramam. dedi. Dış politikada blöf olur, bir şey
söylemiyorum ama bu gelişmelerden -bir ölçü olarak söylüyorum, Sayın
Komisyon Başkanı da geldiği için tekrar söylüyorum- bunlardan
farklı anlamlar çıkarabilirsiniz bir aydın olarak, bir
düşünür olarak ama meselenin bilgisine bütünüyle sahip olmak durumunda
olan, meseleyi teknik ve teorik olarak bilmek durumunda olan
Dışişleri Bakanı bir savaş
hazırlığı olarak görüyor ve diyor ki: Bölgemizde bir
savaş çıkmasına izin vermeyiz. Bu demektir ki bölgede bir savaş
hazırlığı var ve bu çok yakın bir tehdit.
Değerli milletvekilleri, ben bütün bunların ötesinde,
Türkiye'nin tavır değişikliğini sorgulamak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğundan bu yana, yaklaşık
doksan yıl bütün dünyayla ve özellikle de komşularıyla
yumuşak güç dediğimiz bir yaklaşım içerisinde hem kendi
gelişmesini tamamladı hem de komşularının
dönüşümüne katkı verdi.
Doksan yıl içerisinde kimseyle savaşmayarak, bölgede ve
dünyada yaşanan hiçbir savaşa katılmayarak Türkiye bugün bu
sonucu oluşturdu. Ama bugün Sayın Davutoğluna atfen, izafeten
söylediğim gibi ne değişti de ata bindi, kılıcı
kuşandı, savaşın eşiğine geldi? Tüm dünya
Türkiye'nin en kısa sürede Suriyeye müdahale edeceğini
konuşuyor. Bu noktada Barack Obamanın Sayın Başbakan Recep
Tayyip Erdoğanı desteklediğini ve Türkiye'nin
politikasıyla, bölge politikalarıyla örtüştüğünü,
arkasında olduğunu tüm Batı basını yazıyor.
Ne olacak, geri adım mı atacağız, bir ihtimal var
mı değerli milletvekilleri? İsraille
yaşadığımız o onur kırıcı
restleşmeyi şimdi Suriyeyle de mi yaşayacağız? Hani,
savaş sebebi sayacaktık İsrailin tavrını devam
ettirmesi hâlini veya Doğu Akdenizde petrol araması
çalışmasını? Hani, donanma gemilerimizi de yardım
gemilerinin peşinde gönderecektik? Çok onur kırıcı bir
davranış, Türkiyeye yakışmamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti devletinin Başbakanı veya Türkiyeyi temsil eden tüm
şahsiyetler dış politikada bir tavır ortaya koyarlarsa bu
milletin tavrıdır ve sonuna kadar götürülmek durumundadır.
Şimdi Türkiye, Suriyeye, Suriye yönetimine, bana göre Suriye halkına
da
Lütfen, Lübnan gazetelerini takip edin, televizyonlarını
izleyin; İranın gazetelerini okuyun, televizyonlarını
izleyin. Manşetlerin tamamında Türkiye aleyhtarı demeçler var.
Hani, Dost, kardeş Lübnan. diyordunuz? Sayın Başbakanın
çok değer verdiği kişilerin yönettiği Lübnan. Ama bugün
Lübnanda Türkiye karşıtı öyle bir kamuoyu, öyle bir siyasi
propaganda gelişti ki Türkiye'nin buralarda artık böyle bölgesel güç
olmak, dost olmak, kardeş olmak şansı ve imkânı
kalmadı. Niye böyle? Bunun böyle olacağını bir adım
önceden görmeniz lazım çünkü bu hadise Şii ekseninin tavrı;
İran, Irak, Suriye ve Lübnan, sizin bunun karşısına
koyabileceğiniz bir argümanınız yok. Şimdi, eğer bu
bölgede iç savaşa dönüşecek mezhep eksenli bir çatışma
Önleyebilme gücünüz yok, Türkiye'nin bunu önleyebilme gücü yok. Bunun
Türkiyeye yansıma ihtimalini -siyaset adamı geleceği öngörmek
durumunda- bu ihtimali bugünden öngörmek mecburiyetindesiniz ve tedbirini almak
durumundasınız.
Küresel projelerin uygulanmaya çalışıldığı
bölgemizde ve dönemde, 21nci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye bu
savaşlara karışarak -zımnen karışarak, taraf olup
karışarak, tavır belirleyip karışarak- kendi
birliğini, kendi geleceğini tehlikeye atmaktadır. Suriyede
yaşanacak bir mezhep kavgasının etnik kavgayla da desteklenerek
Suriyenin de Kürt bölgesi var, Kürt Konfederalizmi dedikleri dört bölgeli
Kürdistanın bir parçası da Suriyededir. Suriyede yaşanacak
bir Libya örneği sonrası bu konfederasyonun batı ucu olarak
Suriyede oluşacak bir Irakın kuzeyindeki siyasi yapılanmaya
hangi tedbiriniz var Sayın Dışişleri Bakanı,
Sayın Hükûmet, sayın yetkililer? Şimdi, Türkiyede de, bizim
kuzey komşularımız bulunmuyorlar ama farkında değil
misiniz bu gerginlikten amaçlananın ne olduğunu? Hızla Suriyede
yaşanacak bir iç savaşın, Irakta yaşanan bir iç
savaşın sonrasında yaşanan bir mezhep
ayrışmasının Türkiyeye yansıması için siyasi
bölücülük öyle azgın hâle geldi ki, resmen meydan okuyorlar; Bölündük.
diyorlar, bayrak istiyorlar. Nedir tedbiriniz?
Değerli arkadaşlar, komşularımızla
ilişkimiz
Sayın Başbakan Suriye bizim iç meselemiz.
demişti, bir anlamda doğru söylemişti. Bana göre bu bölgedeki
tüm ülkelerin yaşadığı sorunlar bizim iç meselemiz olmak
durumunda. Çünkü eğer ona karşı zamanında tedbir alamazsak
veya tavır belirleyemezsek o sorun hızla bizim iç meselemiz hâline
gelecektir.
Benden önce konuşan sayın arkadaşımın ifade
ettiği hadise önemli. Dış politika millî politikadır.
Siyasi iktidarların veya partilerin kendine özel politikaları olmaz.
Bu politika milletin, devletin politikası ve bir değer ekseni
etrafında sürekliliğinin olması gerekir. Bir muhalefet partisi
olarak ben ülkemin dış politikasını zayıflatacak bir
beyanda bulunmam, doğru olmaz. Ülkemizin elini zayıflatacak bir
tavrımız olmaz bizim. Ama bir siyasetçi veya ülkesinin insanına,
geleceğe mensubiyet duyan, buna hassasiyeti olan bir siyasetçi olarak
geleceği öngörmek ve gereken uyarıları yapmak mecburiyetindeyiz.
Değerli milletvekilleri, bakınız -benim bu konuda
geçmişte görevim olduğu için söylüyorum- ülkeler arasında
savaşın da tedbiri dostluklardır; ikincisi de, ticarettir,
ortaklıklardır. Şimdi, dostlukları öyle bir noktaya
getirmiştik ki, artık ortaklık noktasına doğru
ulaşıyorduk. Ama Suriye halkı adına Suriye halkının
örgütlü gücü olan devletiyle dövüşmeyi seçtik. Ne yapacağız,
şimdi Suriye halkı da bize düşmanlık duyuyor. Benim orada
akrabalarım, kardeşlerim yaşıyor, biliyorum. Dün Sayın
Recep Tayyip Erdoğan ve Sayın Cumhurbaşkanı gerçekten çok
itibarlı liderlerdi. Türk Bayrağı altında nümayişler
yapılıyordu. Bugün öyle değil değerli milletvekilleri,
yüreğim yanarak söylüyorum. Bu pozisyonumuz yanlış
politikalarımızla kaybedildi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın Başkanım, bir
sonraki maddede konuşmayacağım eğer iki dakika verirseniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Verin de konuşmasın
Sayın Başkan.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) İki dakikada bitireceğim.
BAŞKAN Lütfen, uzatmamak kaydıyla, buyurunuz.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın Elitaşın da
müsaadesiyle efendim!
Değerli arkadaşlar, dostluklar gerçekten önemli. Eğer
halkların dostluğunu kazandıysak, o halkların
yöneticilerinin yanlış yapmasına müsaade edilmez. Biz,
kazandığımız, dişimiz tırnağımızla
kazandığımız Suriye halkıyla dostluğumuzu bir
kalemde çizdik attık, yazık ettik.
Ben, Sayın Bülent Arınça gittim, dedim ki: Efendim,
yanlış yapılıyor. Siz, Suriyenin siyasi rejimiyle kavga
yapıyorsunuz. Sebebi size ait, çok doğru bulmuyorum, haklı
bulmuyorum ama sorgulamıyorum ama halkıyla ne derdiniz var?
Parlamentolar arası dostluk grubunu niye kurmuyorsunuz?
Bu Parlamento, bu halkın temsilcilerinin olduğu yer. Suriye
halkının Meclisi, Halk Meclisinin dostluk grubuyla Türkiye
arasında köprüler, dostluk köprüleri devam etse olmaz mıydı?
Değerli arkadaşlar, tenkidim şudur: Yani iktidar
partisinin dış politikasının kafası
karışık. Sayın Davutoğlunun heyecanlarıyla o
stratejik derinliğin karanlıklarında kaybolduk. Ata bindi,
kılıcını kuşandı, tarihte örneğini
gördüğümüz ham hayallerin peşinde Türkiyeyi bir yere doğru
sürüklüyor.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Malkoçoğlu!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Bunu durdurmamız lazım, bu
yanlış. Bu yanlıştan nasıl döneceksek beraber dönelim.
Bunu bir iç politika malzemesi olarak sizi tenkit etmek için söylemiyorum ama
Suriye özelinde görüyorum; iyiye gitmiyor, bu iyiye gitmeyiş, Suriye,
bölge açısından söylemiyorum, Türkiye açısından iyiye
gitmiyor arkadaşlar. Bu mezhep eksenli çatışma Türkiyeye
sıçrarsa hiçbir tedbiriniz yok. Tarihin en kanlı çatışmaları
mezhep eksenli çatışmalardır. Siyasetçi ve devlet adamı,
geleceği öngörmek mecburiyetindedir. Bu öngörülerin endişeleriyle
bunları ifade ettim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Şandır.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE ÜRDÜN HAŞİMİ KRALLIĞI HÜKÜMETİ
ARASINDA GÜMRÜK KONULARINDA İŞBİRLİĞİ VE
KARŞILIKLI YARDIM ANLAŞMASININ
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 1 Aralık 2009 tarihinde
Ammanda imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşması ile söz konusu Anlaşmaya ilişkin Notaların
onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde söz? Yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN Söz talebi? Yoktur.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Söz talebi? Yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler..: Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın elektronik cihazla
olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler..: Kabul edilmiştir.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi
Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı açık oylama sonucu:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
216 |
|
|
Kabul |
: |
214 |
|
|
Ret |
: |
2 |
|
Kâtip
Üye Fatih
Şahin Ankara |
Kâtip
Üye Muhammet
Bilal Macit İstanbul |
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Şimdi, 7nci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının
Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında
Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak Kullanımına
İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/429) (S. Sayısı: 8) (xx)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 8 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Bursa Milletvekili Kemal Ekinci.
Buyurunuz Sayın Ekinci. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL EKİNCİ (Bursa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan
Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak
Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Gürcistanla yaklaşık bin
yıllık bir ilgimiz var, Selçuklular döneminde
başlamış, Osmanlı döneminde yaklaşık üç yüz dört
yüz yıl kadar bizimle birlikte aynı imparatorluk
sınırları içerisinde kalmışlar. 1921 yılında
-son sınır anlaşmasıyla- Gürcistan Cumhuriyetinin Sovyetler
Birliği tarafından işgalinden hemen sonra Gürcistan ile
yaptığımız anlaşma Sovyetler Birliği
tarafından da onaylanmış, o gün bugün
sınırlarımız belirlenmiştir. 1990dan sonra Gürcistan
yeniden demokratik haklarını elde edip özerkliğine
kavuştuktan sonra ilişkilerimiz hem kültürel boyutta hem ticari
boyutta hem siyasi boyutta hem de stratejik özellikler itibarıyla iyi bir
noktada seyretmektedir.
Yalnız, sadece siyaset, ticaret, strateji değil, Gürcistanla
olan ilişkilerimizde Ahıska Türklerinin sorunları var.
Ahıska Türkleri 1944 yılında ana yurtlarından nedeni belli
olmayan biçimde uzaklaştırılmış, Ön Asyaya, Orta
Asyaya sürülmüş, önce Kazakistanda kalmışlar, daha sonra
Kırgızistan ve Özbekistana göç etmişlerdir. Kadersiz bir
millet, orada da bir soykırıma kendi
Demin Kırgızistan
Cumhurbaşkanımız kardeşlikten söz ederken, herhâlde
onların üvey olduğunu hesap etmiş ki, orada da onlar bir
soykırıma muhatap olmuşlardır, Kırgızistanda da,
Özbekistanda da.
Şimdi, yeniden, Sovyetler Birliğinin
dağılmasından sonra bu Ahıska Türklerine Azerbaycan kucak
açmış, 1992 yılında Türkiye Cumhuriyeti zannedersem 3835
sayılı Yasayla ilgili vatandaşlık hakkı
vermiştir. Bunların ayrıca 2007 yılında Avrupa Konseyi
anayurda dönüşleri konusunda bir yaptırım uygulamış,
Gürcistan Cumhuriyeti bu yaptırıma karşılık kabul
demiş, fakat bir türlü Ahıska Türklerine kendi anayurtlarında
iskân izni vermemiştir. Şöyle söylüyor Gürcistan Cumhuriyeti: Gelin,
biz istediğimiz yerde sizi iskân edelim ama adınızı
değiştirin. Şimdi, Bulgaristanın daha önce oradaki
soydaşlarımıza uyguladığı bir metottu; bundan
dolayı da Türkiye, Bulgaristandaki yurttaşlarımıza hem
vatandaşlık hakkı verdi hem de çifte pasaport imkânı
tanıdı, ayrıca Bulgaristandaki özlük haklarının
korunması konusunda da Bulgaristan Hükûmeti ile anlaştı.
Aynı şey Gürcistan için yapılmalıdır. Bu bir temenni
değil, mutlaka olması gereken şeydir diye düşünüyoruz.
Ahıska Türklerinin Ahıskada 5 ilçesi, 200 köyü var; bu 200
köyün ve 5 ilçenin yarısını Gürcüler ve Ermeniler işgal
etmiştir. Bu işgal edilen bölgelerin tekrar Ahıska Türklerine
verilmesi konusunu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin mutlaka Gürcistan Hükûmetine
diyalog yoluyla empoze etmesi gerekir. Bunu Dışişleri
Bakanına havale edersek, Dışişleri Bakanımız
maşallah dediğini kırk gün yaşatmıyor. Onun için,
diplomasinin başka bir dalını kullansak iyi ederiz.
İkinci mesele, Türkiyedeki ticaret anlayışıyla veya
seyahat nedeniyle Gürcistana giden vatandaşlarımızın
cebine uyuşturucu falan koyulup onları mahkûm ediyorlar, onlardan
para sızdırıyorlar; bu çok yaygın. Bizim
basınımızda da sık sık yer tutmaktadır. Bu konuda
da Gürcistan Hükûmetinin uyarılmasında yarar var.
Aramızdaki temel ilişkilerin bizi zorlayacak bir başka
noktası, Türkiyede yaklaşık 500 bine yakın Abhaz
vatandaş, yurttaşımız yaşamaktadır. Abhazyayla
Gürcistan arasındaki ilişkiler: Bir savaş nedeniyle Abhazya
özerkliğini ilan etmiş ve bu özerklikten sonra
sınırları çizilmiştir. Türkiyeyle Abhazya
yurttaşlık ölçüsünde bizimkiler, ama kan bağı
itibarıyla Abhazyada yaşayan Abhazlarla ilişkileri var. Ne
yazık ki Gürcistanın engellemesinden dolayı ulaşım
imkânı bulamamaktadır. Özellikle deniz yoluyla kara
sularını kullandırtmıyorlar, bu konuda
sıkıntılar var. Türkiyede yaşayan özellikle
Adapazarı, Düzce yöresinde yaşayan Abhaz
vatandaşlarımızın, yurttaşlarımızın
ciddi sorunları var. Bu konuda da Türkiye Cumhuriyeti bir iyi niyet
olarak, Gürcistan Hükûmetinin bu konuda yumuşak, daha dengeli, buradaki
yurttaşlarımızın gönlünü alabilecek biçimde bir tolerans
tanıyabileceğini düşünüyoruz. Bu bir temennidir, bu temenniyle
Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Ekinci.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili
Sinan Oğan. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Oğan.
MHP GRUBU ADINA SİNAN OĞAN (Iğdır) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bugün, Sayın Kırgızistan Cumhurbaşkanının
Meclisimizi ziyaretiyle ilgili bir televizyon bağlantım vardı, o
yüzden yarım bırakmak durumunda kaldım onu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat
Zaptıyla ilgili grubumuz adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Gürcistan, bizim
komşularımız içerisinde belki de Sayın
Dışişleri Bakanının o çok üzerinde durduğu, çok
ifade ettiği sıfır sorun yaşadığımız
ülkelerden birisi, belki de yegâne ülkedir diyebiliriz. Bunda Hükûmetin öyle
özel bir çabasının, özel bir katkısının olduğunu
da düşünmüyorum. Zira, Gürcistanla bu anlamda çok ciddi
sorunlarımız zaten bulunmamaktaydı. Özellikle birkaç sene
öncesinde, 2008de Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan savaş
sonrasında da Gürcistan tamamıyla Türkiyeye dönük bir siyaset
izlemiştir. Bundan zannediyorum iki sene önceydi, Gürcistan
Cumhurbaşkanıyla bir görüşmemizde şunu ifade etmişti
aynen: Biz, Türkiyeyle vizeleri kaldırdık, yakında pasaportla
geçişleri de kaldıracağız. Bunlar tabii sevindirici
gelişmeler. Bunlar sevindirici gelişmeler ancak bizim, o anlamda
Gürcistandan beklentilerimizin sadece bu mevcut ifade edilen anlaşmadan
veyahut da Gürcistan
Değerli milletvekilleri, biraz önce, Doğu Türkistan konusunda
konuştuğumda bir hususun altına çizdim. Biz, hiçbir ülkenin iç
işlerine karışmayız. Biz, bütün ülkelerin, bu çerçevede
Gürcistanın toprak bütünlüğüne saygı gösteriyoruz, toprak
bütünlüğünün korunması için de biz elimizden geleni yapıyoruz
Türkiye olarak, bu başka bir şeydir ancak oradaki bizim
kardeşlerimizin haklarının savunulması da elbette ki
başka bir şeydir.
Yine, aynı bu çerçevede, Gürcistanın toprak bütünlüğü
konusu çerçevesinde, Ahıska Türkleriyle beraber Gürcistanla bir
savaş yaşayan ve Türkiyede de birçok
vatandaşımızın akrabasının bulunduğu Abhazya
konusunun da elbette ki Hükûmetin dikkat merkezinde olması gerekir.
Dış politikamız bu çerçevede dizayn edilirken bizim
vatandaşlarımızın orada akrabalarının, daha
doğrusu bizim oradaki vatandaşlarımızın
haklarının da savunulması lazım. Bizim vatandaşımız
diyorum çünkü bizim birçok vatandaşımız, Kafkas kökenli birçok
vatandaşımız, zamanında sürgün edilen, Türkiyeye göçmek
zorunda kalan birçok vatandaşımız, Sovyetler Birliği
dağıldıktan sonra Abhazyaya gitmiştir ve bugün Türkiye ile
Abhazya arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Orada bizim
vatandaşlarımız vardır ve o
vatandaşlarımızın her birinin hakkının
korunması da yine Hükûmetimizin görevidir.
Biz
Gürcistana birçok konuda destek oluyoruz ancak ben bir hususu anlamakta zorluk
çekiyorum. Gürcistanla bugün aramızda yaşanan en büyük sorunlardan
birisi Abhazyaya giden gemilerin Gürcistan tarafından yakalanması ve
el konulmasıdır. Zannediyorum bölgedeki milletvekillerimizin
birçoğuna da, AK PARTİ milletvekillerine de bu konuda zaman zaman
vatandaşlarımız müracaat etmektedirler. Burada benim
anlamadığım husus şudur değerli milletvekilleri: Biz
Gürcistana sahil güvenlik botları verdik, hibe ettik ve Gürcistan, bizim
hibe ettiğimiz sahil güvenlik botlarıyla bizim gemilerimizi müsadere
etmekte ve el koymaktadır. Bizim birçok vatandaşımız bu
sebeple hapislerdedir. Bunun bir tek sebebi vardır, biz Gürcistana
derdimizi anlatamamışız. Biz Gürcistana bizim
vatandaşımızın vergisiyle alınmış sahil
güvenlik botlarını hibe ediyoruz, Gürcistan bu hibe ettiğimiz sahil
güvenlik botlarıyla bizim gemilerimizi müsadere ediyor. Bu nasıl bir
anlayıştır? Buna Hükûmet nasıl ses çıkarmaz,
nasıl Gürcistan makamlarına bu konuda gerekli girişimde
bulunmaz?
Değerli
milletvekilleri, elbette ki Gürcistanın kendine göre haklı sebepleri
olabilir, bunu ifade edenler olabilir ancak eğer Gürcistana biz şunu
anlatabilirsek, Türkiye ile Abhazya arasındaki ekonomik ve ticari
ilişkilerin geliştirilmesi Abhazyayı Rusyanın
egemenliğinden kurtarır ve zaman içerisinde belki Gürcistanın bu
manada toprak bütünlüğünün de sağlanmasına katkıda
bulunur. tezini biz doğru anlatabilirsek zannediyorum ki bu sorundan da
kurtulmuş olacağız. Ancak biz oradaki
vatandaşlarımızı, Abhazyadaki
vatandaşlarımızı Rusyanın insafına
bırakmışız, orayla bir şekilde ticaret yapmak isteyen
vatandaşlarımızı da Gürcistanın insafına
bırakmışız. Hâlbuki biz her iki sorunu da çözebilecek güçte
bir ülkeyiz; yeter ki doğru politikalar uygulayabilelim, yeter ki bu
manada etnikçi bir zihniyetle yaklaşmayalım. Bunun ne demek
olduğunu çok açıklamak istemiyorum, bu manada birçok şey kamuoyu tarafından da zaten bilinmektedir.
Şimdi, bir taraftan Gürcistanla gümrük ve kara geçiş
anlaşması yapıyoruz ama öte taraftan -ben Iğdır
milletvekiliyim- Iğdıra da gelen Kars-Ardahan kara yolunun ki bu,
Gürcistana da aynı zamanda geçişlerin yapıldığı
kara yoludur- yapımını biz hâlâ tamamlayabilmiş
değiliz. Biz bu çerçevede Meclis Başkanlığına bir
önerge de verdik, Sayın Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Binali Yıldırımın cevaplaması
isteğiyle. Ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da daha henüz
bir cevap gelebilmiş değildir. Dolayısıyla da sadece
anlaşmaları imzalamak yetmez, onun altyapısını da bu
çerçevede yapmak gerekir.
Değerli milletvekilleri, Gürcistanla ticaretin
geliştirilmesi, Gürcistanla siyasi ilişkilerin geliştirilmesi,
bu bizim Türkiye olarak çıkarımızadır. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak biz, komşularımızla gerçek manada iyi
ilişkiler kurma taraftarıyız ve bu konudaki uluslararası
anlaşmaları eğer içerisinde ülke menfaatlerimizi olumsuz
etkileyecek herhangi bir madde yoksa her zaman destekleme
taraftarıyız ve desteklemekteyiz. Bu çerçevede bu anlaşmayı
da biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklemekteyiz ancak bunu yaparken
ülkemizin oradaki menfaatlerinin de bütün detaylarıyla takibinin
yapılması kaydıyla.
Daha önceki konuşmalarımda da ifade ettim, Kafkasya ve Orta
Asya Türk cumhuriyetleri, genel itibarıyla bizim ilgi
alanımızdan çıkmıştır değerli
milletvekilleri. Biz, Orta Doğunun dehlizlerinde kaybolup gitmekteyiz.
Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Şandır da ifade
etti, biz Suriyeyle savaşın eşiğine getirilmiş
durumdayız. Biz, yarın belki de aynı tehdidi ve tehlikeyi
İranla yaşayacağız.
Ancak Kafkasyada önemli gelişmeler oluyor. Bu gelişmelerden
birisi de, değerli milletvekilleri, bizi Fransada gelip buluyor.
Fransız Parlamentosunda Türkiye aleyhine onaylanan bir yasa
tasarısı var ve soykırımın inkârının suç
sayıldığı bu yasa tasarısı sadece Fransanın
girişimleriyle yapılmış bir tasarı değil, gündeme
gelmiş bir tasarı değil, bunun arkasında aynı zamanda
Ermenistan da bulunmaktadır. Ancak Kafkasyada bulunan Ermenistan
konusunda Türkiye hâlâ ne yapacağını bilemez durumdadır. Bu
çerçevede hatta Gürcistan üzerinden biz Ermenistanla her türlü ticari
ilişkilerimizi sürdürmekteyiz. Biz, bir taraftan AKP Hükûmeti diyor ki:
Fransaya her türlü yaptırımı uygulayacağız. ama bu
tasarının arkasında olan ve yarın 2015 sürecinde başka
tasarıların da arkasında olan Ermenistan
Bir şeyi yine anlamakta güçlük çekiyorum, yıllardır bu
konuları çalışan birisi olarak. Sayın Başbakan
açıklama yaptı, dedi ki: Biz Fransaya yaptırımların
ilk etabını hayata geçiriyoruz. Fransaya
yaptırımların ilk etabında ne var? Güney Akım
Projesinin onaylanması var. Güney Akım Projesi Nabucconun
rakibidir, o ayrı bir konu, hiç o konulara girmiyorum. Trans Anadolu
Projesinin yani bizim olan projelerin rakibidir, işin bu boyutuna da
değinmiyorum ama daha önemli bir boyutu var. Güney Akım Projesinin
yüzde 15i Fransız şirketine aittir. 22 Aralıkta Fransa Senatosu
Türkiye aleyhine bir tasarıyı onaylıyor, bundan bir hafta sonra
siz Fransız şirketinin yüzde 15 pay sahibi olduğu bir
anlaşmayı onaylıyorsunuz. Yani Anadoluda o tabir edilen Bu ne
perhiz bu ne lahana turşusu lafı aklıma geliyor yani bu
nasıl bir iştir? Hangi mantıkla bunu yapıyorsunuz? Tabii
siz bunu yaptığınız zaman Fransa da diyor ki: Nasılsa
biz Türkiyeye karşı hangi adımı atarsak atalım,
neticede birkaç geçiştirme lafla bunu geçiştiriyor, hatta bizi
ödüllendiriyor. Evet Fransayı ödüllendiriyorsunuz. Fransa ne
yapıyor bunun karşılığında? Hızını
alamayarak diyor ki: Sadece bu anlaşma, soykırımın, sözde
soykırımın inkârının suç sayıldığı
anlaşma Fransada geçerli olmasın, Avrupa Birliği ülkelerinde de
geçerli olsun. diye girişimlerde bulunuyor.
Dış
politika sadece kitap yazmayla olmaz değerli milletvekilleri. Sayın
Davutoğlu çok güzel kitap yazabilir, ancak dış politikanın
gerçekleri her zaman kitapların sayfalarıyla örtüşmez,
dış politikanın reel gerçekleri vardır ve bunu bilmemiz
gerekiyor. Örtüşmediği için zaten bugün sıfır sorun diye
yola çıktınız, sorunumuz kalmayan ülke yok neredeyse, bütün
ülkelerle sorunlu olduk. Suriye ile savaşın eşiğindeyiz,
İranla söz düellosu şimdiden başladı.
Değerli
milletvekilleri, dolayısıyla bizim öncelikle -bu vesileyle ifade
etmek istiyorum- Meclis olarak iktidarıyla, muhalefetiyle 2015 sürecini
daha dikkatli takip etmemiz lazım. 2015 yılına giden süreçte
Türkiye dış politikada ciddi sıkıntılarla
karşı karşıya gelecektir. Siz eğer bu konuda ciddi bir
duruş sergilemezseniz, siz bir taraftan Fransaya yaptırım
uygulayacağız. deyip öte taraftan, üzerinden bir hafta dahi geçmeden
yüzde 15 Fransız şirketinin ortaklığı bulunduğu
bir projeyi, uluslararası projeyi onaylarsanız bunun arkası
gelir ve nitekim önümüzdeki günlerde, 23 Ocakta Fransız Senatosundan büyük
bir ihtimalle bu oylanarak geçecektir ve mesele bununla sınırlı
kalmayacaktır. Fransa bunu şimdi Avrupa Parlamentosu gündemine
getirerek Avrupa ülkelerinden de aynı tasarıyı geçirmeye
çalışacaktır. ne olur? Biz büyük ülkeyiz. demekle olmaz. Bu
meselenin sadece bir yasa tasarısı olmadığı, sadece
bir inkâr ve ceza yasası olmadığı, bunun sadece meselenin
ilk adımı olduğunu dikkatlerinize sunmak isterim.
Değerli
milletvekilleri, Gürcistanla ilişkilerimiz önemlidir dedik. Gürcistan,
sorunlarımızın az olduğu ülkelerden birisidir. Ancak
başka bir komşumuz olan Ermenistan, Gürcistan üzerinden Türkiye ile ticari ilişkilerini sürdürüyor, dolayısıyla da biz Gürcistanla
ilişkilerimizde bu hususu da dikkate almak durumundayız.
Ermenistan bir taraftan bizim açılımımıza
karşılık Ağrı Dağını Ermeni
gençlerine bıraktık. diyor -daha önce de ifade etmiştim- bir
taraftan Türkiye ile ticaretini devam ettirmeye çalışıyor ama
bir taraftan da Avrupa üzerinden, Amerika üzerinden ve uluslararası camia
üzerinden Türkiyeyi sıkıntıya sokmaya çalışıyor.
Uluslararası ilişkiler karşılıklılık
esasına göre yapılır. Ermenistan size bu manada her türlü
kötülüğü yapmaya çalışırken sizin Ermenistanı hâlâ
kucaklamaya çalışmanızı anlamak mümkün değil.
Bu çerçevede bir hususun daha altını çizmek istiyorum:
Türkiyede birçok, bu manada girişimler var, birisi de Ankara
Büyükşehir Belediyesinin girişimidir, Fransız Büyükelçiliği
karşısında bir Cezayir soykırım anıtı
yapılacağı ifade ediliyor, olumlu bir gelişmedir. Ancak bir
de Hocalı soykırımı anıtının
yapılması lazım, çünkü hiç uzağa gitmeyin, 1992 senesinde
Ermenistan ve bugünkü Devlet Başkanı Sarkisyanın da
iştirakiyle Hocalıda bir soykırım yaşandı,
Azerbaycan Türkleri orada katledildi, soykırıma
uğratıldı ve bugün Fransız Parlamentosunun bu
kararının arkasında da Ermenistan vardır ve sizin sadece
Cezayir noktasında bir girişiminiz yetmez. Ermenistanla bu manada
çok ciddi bir şekilde konuşmak lazım, Ermenistan ya
aklını başına alacaktır, Türkiye'nin
uzattığı dost elini aynı şekilde, aynı
samimiyetle karşılayacaktır veyahut da bunun gereğini
Türkiye yapacak ve Ermenistan da buna katlanmak zorunda olacaktır.
Nedir bunun gereği? Türkiye, Ermenistanın bu işgalci
tutumunu bir an önce bırakması için Ermenistanla her türlü
ilişkisini kesmelidir. Bizim esas dostumuz, kardeşimiz olan
Azerbaycan topraklarının yüzde 20si işgal altındadır.
Kimin işgali altındadır? Ermenistanın işgali
altındadır. O Ermenistan ki sizin açılım
yaptığınız, futbol diplomasisi diye gittiğiniz
Ermenistandır ama Ermenistan bunu anlamamıştır, bunu
görmek istememiştir. O Ermenistan bugün Gürcistan üzerinden Türkiyeyle
ticaret yapıyor, bizim bu sınır kapılarını, bugün
görüştüğümüz sınır kapılarını, daha da iyi hâle
getirelim dediğimiz, kara sınırlarımızı daha iyi
bir noktaya getirelim dediğimiz, Gürcistan üzerinden Türkiyeyle ticaret
yapıyor. Türkiye'nin de bu noktada gereğini yapması lazım
değerli milletvekilleri.
Yine, dış
politika konuşuyoruz, bu vesileyle bir hususun daha altını
çizmemiz lazım. Sayın Grup Başkan Vekilimiz ifade etti ama
zamanı yetmediği için bir iki hususu daha ben toparlamak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin Suriyeyle savaşa sokulmanın eşiğine
getirildiğini dikkatlerinize bir kez daha sunmak istiyoruz. Batı
basınına baktığımız zaman sorulan soru
şudur: Türkiye ne zaman Suriyeye girecek veyahut da ne zaman bir koridor
oluşturulacak veyahut da uçuşa yasak bölge Türkiye'nin kontrolünde ne
zaman hayata geçirilecek? sorusu sorulmaktadır. Bütün bunlar tesadüfen
değildir, bu sorular ortada bir şey yokken ortaya
çıkmış bir hadise değildir. Türkiye gizli
pazarlıklarla Suriyeye sokulmaya çalışılmaktadır.
Bunu da yüce heyetinize sunmak istiyorum çünkü birçok mesele yüce Meclisin
dikkatinden kaçırılmakta, kanun hükmünde kararname ve diğer
hususlarla geçiştirilmektedir.
Yüce
Meclis demişken, yüce Meclisin bir değerli milletvekili, bir
açıklama yaptı. AK PARTİ Milletvekili Cuma İçten Beyefendi
dedi ki: Türkiye Kürdistanın kurulmasını desteklemelidir.
Bizim bu konudaki, Hükûmet olarak görüşümüzde bir farklılık
mı var? Bizim bir kırmızı çizgimiz vardı ve orada
ayrı bir devletin kurulması, Irakın toprak bütünlüğünün
parçalanması bizim millî menfaatlerimize ters bir durumdu şimdiye
kadar. Bizim bilmediğimiz bir husus mu var? AK PARTİ Grubunun,
Hükûmetin ve Dışişleri Bakanının bu konuya bir
açıklık getirmesi lazım. Biz Irakın toprak bütünlüğünün
yanında mıyız, karşısında mıyız? AK
PARTİnin, Adalet ve Kalkınma Partisinin Suriyenin içişlerine
elini sonuna kadar daldırdığını görüyoruz. Şimdi
de Irakı parçalamaya mı soyundunuz? Bu konunun Adalet ve
Kalkınma Partisi ve Hükûmeti tarafından açıklığa
kavuşturulması ve bu milletvekilinin görüşünün Hükûmeti bağlamadığının
burada açıklanması lazım. Aksi takdirde, Türkiye'nin böyle bir
mecraya, böyle bir maceraya girişmesinin bir müddet sonra
aynı niyetlerin Türkiyeye doğru döneceğinin de
kapısını açacağını ifade etmek istiyorum.
Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Oğan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerinize geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
HÜKÜMETİ İLE GÜRCİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA KARA GÜMRÜK
GEÇİŞ NOKTALARININ
ORTAK KULLANIMINA
İLİŞKİNMUTABAKAT ZAPTININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- (1) 11
Haziran 2010 tarihinde İstanbulda imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat
Zaptının onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN
Madde üzerinde söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- (1) Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN
Söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
3üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN Söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş
Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı açık oylama sonucu:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
222 |
|
|
Kabul |
: |
221 |
|
|
Ret |
: |
1(x) |
|
|
Kâtip
Üye Fatih
Şahin Ankara |
Kâtip
Üye Muhammet
Bilal Macit İstanbul |
Böylece,
tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, siyasi parti gruplarının
almış olduğu ortak karar nedeniyle, sözlü soru önergeleri ile kanun
tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için 17 Ocak 2012 Salı günü saat
15.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.37
(X) 112 S. Sayılı Basmayazı 04/01/2012 tarihli 47nci Birleşim Tutanağına eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(*) 48 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(*) 5 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.
(xx) 8 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.