TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
93üncü
Birleşim
11
Nisan 2012 Çarşamba
(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından
hazırlanan bu Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından
okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından
ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı
sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcanın, Bolunun genel sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
2.- Adana Milletvekili Ali
Halamanın, Adana ve ilçelerinin sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
3.- Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akovanın, kıyı belediyelerinin İller
Bankasından aldığı paylara ilişkin gündem
dışı konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
Teşvik Yasasıyla tarım sektörünün teşvik kapsamı
dışında bırakılmasına ve Sağlık
Bakanlığı merkez teşkilatında yapılan tayinlere ilişkin
açıklaması
2.- Bolu Milletvekili Ali Ercoşkunun, Bolu Milletvekili
Tanju Özcanın gündem dışı konuşmasında Bolu ile
ilgili dile getirdiği bazı hususlara ilişkin
açıklaması
3.- Mersin Milletvekili Ali Özün, Sağlık
Bakanlığı merkez teşkilatında yapılan tayinlere
ilişkin açıklaması
4.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın,
turistik yörelerde belediyelere ayrılan payın kış nüfusu
üzerinden hesaplanmasının yaz aylarında hizmetlerin
aksamasına sebep olduğuna ilişkin açıklaması
5.- Elâzığ Milletvekili Sermin Balıkın,
Elâzığın Maden ilçesinde meydana gelen hortum felaketine
ilişkin açıklaması
6.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzelin,
Osmaniye T Tipi Cezaevindeki duruma acilen müdahale edilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
7.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğütün, son
çıkarılan Teşvik Yasasıyla Çankırı ilinin
teşviklerden daha az yararlandırıldığına
ilişkin açıklaması
8.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınarın, 6
Nisan 2012 tarihinde Filyos Çayı üzerinde bulunan Çaycuma Köprüsünün çökmesine
ilişkin açıklaması
9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde karşıt
görüşlü iki grup öğrenci arasında çıkan olaylara ve
sonuçlarına ilişkin açıklaması
10.- Sağlık Bakanı Recep Akdağın,
Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatında
yapılan personel yer değişikliklerinin mevzuata uygun
olduğuna ve mağduriyetlere sebep olmadığına
ilişkin açıklaması
11.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıakanın, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde karşıt görüşlü
iki grup öğrenci arasında çıkan olaylara ve sonuçlarına
ilişkin açıklaması
12.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, darbe ve muhtıralarla ilgili araştırma komisyonu
kurulmasının önemine ilişkin açıklaması
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Yemen Cumhuriyeti Parlamentosu Sağlık Komisyonu
üyelerinden oluşan bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun
bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/840)
B) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin, darbeler ve
muhtıraların demokratik sistemde, siyasal ve toplumsal yaşamda
açtığı etkilerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/236)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/237)
3.- MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır'ın, millî egemenlik ve demokrasiye müdahalelerin
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/238)
4.- CHP Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, ülkemizde temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve
işlemler ile sivil ve askerî darbelerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- CHP
Grubunun, 11/4/2012 tarihinde Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili
Emine Ülker Tarhan, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin askerî ve sivil darbelere ilişkin
olarak vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak 11/4/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
VIII.- MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Ön Görüşmeler
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin, darbeler ve
muhtıraların demokratik sistemde, siyasal ve toplumsal yaşamda
açtığı etkilerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/236)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/237)
3.- MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır'ın, millî egemenlik ve demokrasiye müdahalelerin
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/238)
4.- CHP Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
yönelik tüm eylem ve işlemler ile sivil ve askerî darbelerin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/239)
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün
Adalet ve Kalkınma Partisine, AK PARTİ Grubuna ve Hükûmete
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün Adalet ve Kalkınma Partisine ve
Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması
4.- Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhanın,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin CHP Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
3.- Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun
Tasarısı ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın; Orman Köylülerinin
Kalkındırılmaları Hakkında Kanun Teklifi; Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan ve Yalova Milletvekili
Muharrem İnce ile 68 Milletvekilinin; 2/B Barışı Kanunu
Teklifi (Orman Sınırları Dışına
Çıkarılan Alanların İdaresi, Değerlendirilmesi ve
Tasarrufu Hakkında Kanun Teklifi); Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin
Türkoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın; Yayla ve Yaylacılık
Kanunu Teklifi ve İçişleri Komisyonu, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu Raporları (1/563, 2/71, 2/211, 2/417) (S.
Sayısı 198)
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubatın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin; 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu
Raporlarının (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136)
XI.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Denizli Milletvekili Adnan Keskinin, 2010 yılı KPSS
sorularının çalınmasına ve bu durumun sorumlularına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Erginin
cevabı (7/3766)
2.-
Bilecik Milletvekili Bahattin Şekerin, Bilecikte yapılacak proje ve
yatırımlara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah
Erginin cevabı (7/4196)
3.-
Trabzon Milletvekili Mehmet Volkan Canalioğlunun, 2002-2011
yılları arası Trabzonda icra müdürlükleri ve icra
dosyaları sayılarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Sadullah Erginin cevabı (7/4200)
4.-
Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Futbolda Şike davasında
savunma hakkının gasp edildiği iddialarına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Sadullah Erginin cevabı (7/4622)
5.-
Antalya Milletvekili Gürkut Acarın, TSKdan ilişiği kesilen
bazı personelin mağduriyetinin telafisine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmazın cevabı (7/4672)
6.-
Muş Milletvekili Sırrı Sakıkın, Türkiyenin
Eurovision Şarkı Yarışmasında Kürtçe bir
şarkı ile temsil edilip edilmeyeceğine ilişkin sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı
(7/4816)
7.-
Kastamonu Milletvekili Emin Çınarın, Kastamonu turizminin
gelişmesine yönelik yatırımlara ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/4899)
8.-
Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın, Uluderede meydana gelen
olayın TRTde yayımına ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/4966)
9.-
Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın, 2002-2011 yılları
arasında Vakıflar Genel Müdürlüğünce Niğdede yapılan
harcamalara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınçın cevabı (7/4992)
10.-
Adana Milletvekili Ümit Özgümüşün, 2002-2011 yılları
arasında illere göre gayri safi yurt içi hasıla verilerine
ilişkin sorusu ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmazın
cevabı (7/5427)
11.-
İzmir Milletvekili Aytun Çırayın, Ödemişte hava
kirliliğinin önlenmesi için elektrik kullanımında vergi
muafiyetine gidilip gidilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/5434)
11 Nisan 2012 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Mustafa HAMARAT
(Ordu)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 93üncü Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için üç dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem
dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz, Bolunun genel sorunları
hakkında söz isteyen Bolu Milletvekili Tanju Özcana aittir.
Buyurunuz Sayın Özcan. (CHP sıralarından
alkışlar)
IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Bolu Milletvekili Tanju
Özcanın, Bolunun genel sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
TANJU ÖZCAN (Bolu) Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; ben, yıllardır AKP İktidarı
tarafından kandırılmış ve hâlen kandırılmaya
devam eden Bolunun milletvekili olarak hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Yıllardır kandırılmış diye sözlerime
başladım, buna bir açıklık getirmekte fayda görüyorum. Uzun
yıllardır Bolu sanayi şehri mi olsun, turizm şehri mi
olsun? tartışması yapıldı ama gelinen noktada Bolu ne
sanayi şehri oldu ne turizm şehri oldu.
2004 yılında Hükûmetiniz tarafından bir teşvik
yasası çıkartıldı
-Sanayi Teşvik Yasası- kırk dokuz il alındı,
Bolu alınmadı. Neden? diye sorduk Biz, sizi turizm şehri
yapacağız, bundan dolayı almıyoruz. denildi. Bir buçuk
yıl sonra, on sekiz ille ilgili Turizm Teşvik Yasası
çıkartıldı, Bolu, bunun da arasında yoktu.
Tabii, hakkınızı yemeyelim, 2009 yılında bir
sektörel teşvik çıkartıldı, Boluda belli şeyler
teşvik edildi; mesela, Bolu, gemi ve liman hizmetleri konusunda
teşvik alan illerden bir tanesi oldu. Yalnız, AKP Hükûmeti burada çok
önemli bir ayrıntıyı unuttu, gemi sanayisi konusunda destek
verdiği Bolunun denize kıyısı
olmadığını dahi unuttu.
Yıl 2012: Geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakan
tarafından bir paket açıklandı. Bolu, Türkiye'nin en
gelişmiş illeriyle birlikte 2nci Bölge iller arasında
sayıldı ve bunun sonucunda, Düzce de -hemen
Ben artık şunu söylüyorum: Boluyu kandırmayı
bırakın. Boluya adam gibi bir teşvik verin. Boluya dericilik
konusunda teşvik verin. Boluya beyaz et konusunda, doğa turizmi
konusunda teşvik verin. Ben bunu sizden istiyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) 6ncı Bölge
TANJU ÖZCAN (Devamla) Efendim, hep burada anlatıyorum AKP
döneminde gerçekten Bolu geriye doğru gitti. diyorum. İsterseniz
küçük bir il olarak Bolunun hızlı bir fotoğrafını
sizlerle birlikte çekelim.
Bolunun Gerede
ilçesi: AKPye son dönemde yüzde 85 oranında oy verdi ancak Geredeliler
karşılığını hizmet olarak almadı. Gerede bu
oyun karşılığını cop ve biber gazı olarak aldı.
Dörtdivan: Yine
yüzde 85 oranında oy aldığı bir ilçe AKPnin. Patatesi
yasakladınız burada, Dörtdivanı susuz
bıraktınız. Mahkeme kararına rağmen Dörtdivanın
orman işletmesini bile açmadınız.
Yeniçağa
ilçemiz yol üzerinde. Yüzde 75 civarında oy aldınız. Ancak
Yeniçağanın nakliyesini ihmal ettiniz.
Yeniçağalıların bir torf geliri vardı, buradan gelir elde
etmemesi için de hemen hemen yapılabilecek her şeyi
yaptınız.
Mengen:
Zonguldak yolu üzerindeki ilçemiz. Yüzde 60 oranında oy aldınız.
Eskiden Mengenin aşçısı vardı, şimdi Mengenin geçim
sıkıntısı çeken emekli aşçısı kaldı.
Mengenin eskiden hastanesi vardı, şimdi sadece tabelası
kaldı.
Seben ilçemiz:
Yüzde 70 oranında oy aldınız. Eskiden Sebenin elması
vardı, şimdi elması dalında kalan elma ağaçları
var. Eskiden Sebenin deresi vardı, şimdi sadece
yandaşların HESleri var.
Kıbrısçık:
Yüzde 60 oranında oy aldınız Kıbrısçıktan.
Eskiden Kıbrısçık diye bir ilçe vardı, şimdi geriye
Kıbrısçık diye bir köy kaldı sadece AKP döneminde. Eskiden
Kıbrısçıkta yaşayan insanlar vardı, şimdi sadece
işsiz güçsüz, emekli, geçim sağlamaya çalışan
vatandaşlarımız kaldı.
Mudurnu
ilçemiz: Yüzde 65 oranında oy aldınız Mudurnudan. Ancak Mudurnu
cezalı, sakıncalı piyade, çünkü belediyeyi size vermedi.
Belediyeyi vermedi diye siz artık Mudurnuda cami onarımlarına
bile para aktarmaz oldunuz.
Göynük: Yüzde
70 oranında oy aldınız. Eskiden virajlı bir yolu
vardı, şimdi Göynükün yolu dahi yok. Göynükle Bolu arasında
patates tarlasından gidiyorsunuz. Allah Ericek ailesinden razı olsun,
onlar olmasa zaten AKP Hükûmeti Göynükü unutmuştu.
Bolu Merkez: Bolu Merkez büyük bir ilçe. Yüzde 50 oranında oy
aldınız buradan arkadaşlar, yüzde 50 oranında. Allah
razı olsun. demek yerine Alaaddin Yılmaz sizin olsun. dediniz,
Bolunun başına çok büyük bir çorap ördünüz. Boluya yakın
zamanda giden var mı bilmiyorum, Boludaki merkez ilçenin durumunu gören
var mı bilmiyorum, Boluda şu tabloyla
karşılaşacaksınız: Çukurlar oluşan, sanki
savaştan çıkmış bir şehrin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Özcan.
TANJU ÖZCAN (Devamla) Hemen toparlayayım, son söz
BAŞKAN Süremiz bu kadar gündem dışılarda,
buyurunuz.
Teşekkür ediyoruz.
TANJU ÖZCAN (Devamla) Peki. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı ikinci söz Adana ve ilçelerinin
sorunları hakkında söz isteyen Adana Milletvekili Ali Halamana
aittir.
Buyurunuz Sayın Halaman. (MHP sıralarından
alkışlar)
2.- Adana Milletvekili Ali
Halamanın, Adana ve ilçelerinin sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşması
ALİ HALAMAN (Adana) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adana ve ilçelerinin sorunları hakkında gündem
dışı söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Zonguldak Çaycuma Filyos Çayında
meydana gelen köprü faciasında kaybolan 14 kişinin
bulunmasını temenni ediyor, yakınlarına geçmiş olsun
diyor, Allah yardımcıları olsun diyorum.
Adana, 2 milyona yaklaşan nüfusu, kara yolu, deniz yolu, hava ve
demir yolu ulaşımında hem ülkemizin değişik
bölgelerini birbirine bağlama noktasında hem de Orta Doğuya
açılan bir kapı olma özelliklerinden dolayı çok önemli bir
yerdir.
Yaklaşık yarım asır öncesine dayanan tekstil ve
tarımsal sanayisiyle ilgili ülkemize birikim sağlamış,
modern sanayi atılımına temel olmuş, yön vermiş
güneyin bu güzide kenti son yıllarda pek çok sorunla iç içe olmanın
sıkıntısını yaşamaktadır. Gerek
gerçekleştirdiği üretim değerleriyle gerekse var olan ve atıl
potansiyeliyle tarımsal üretimde vazgeçilmezliğini sürdüren Adana bu alanda
sancılı günler yaşamaktadır.
Uyum sorunu nedeniyle kentin sosyal, kültürel dokusunu olumsuz etkileyen
yoğun göç kentin iktisadi hayatına aynı derecede tesir
etmektedir.
Kerkük-Yumurtalık boru hattı, BOTAŞ Bakü-Tiflis-Ceyhan
Projesi, Yumurtalık Serbest Bölgesi gibi iktisadi proje ve uygulamalar
Adananın geleceği adına umut verse de istihdam başta olmak
üzere bunlardan yararlanma imkânları Adananın beklentilerinden çok
uzak kalmaktadır. İşsizlik her geçen gün artmakta, hemen her gün
istenmeyen sosyal olaylara şahit olunmaktadır. 2002 yılında
yüzde 7 olan işsizlik, 2012 yılı Türkiye ortalamasının
çok üzerinde, yüzde 16dan yüzde 17ye çıkmıştır.
Sanayi bölgesi olan Adana tekrar tarıma döndü. Turizm için
yolların yapılmadığı, 57nci Hükûmet döneminde
organize sanayi bölgeleri yapılmasına rağmen bugüne kadar, on
senedir, içinin boş olduğu, bundan dolayı Adananın
kalkınma noktasında geride kaldığı
1996
yılında Türkiyenin ilk 500 firması arasına 13 firma sokan
Adananın 2012 yılında ise firma sayısı çok
aşağılarda kalmış, yok denecek kadar
azalmış, ortadan kaybolmuştur. Adanada işsizliğin ortadan
kaldırılması için ilimize yerli ve yabancı
yatırımcının çekilmesi şarttır.
Sayın milletvekilleri, Adananın Kozan, Karataş, Ceyhan,
Seyhan, İmamoğlu, Feke, Saimbeyli, Tufanbeyli ve diğer
ilçelerinde narenciyeden pamuğa, buğdaydan karpuza, yer fıstığına,
mısıra, kiraz ve üzüme varıncaya dek tarımsal üretimde
Türkiyenin deposu olarak bilinen ve bu manada haklı olarak takdir
edilmesi gereken ancak destek yerine köstek olunan Çukurovada çiftçilerimiz,
tarımla uğraşanlarımız sıkıntı
içerisindedir.
Aşağıda belirteceğimiz önerilerimiz
vatandaşlarımızın mağduriyetinin giderilmesinde oldukça
büyük fayda sağlayacaktır.
Kozanın göller bölgesi var, Göller Yaylası denilir. Yaz
dönemlerinde o bölgenin insanları yaylaya çıkar. Uzun dönem bu göller
bölgesi, mevcut iktidarın siyasetçileri İçme suyu projesini
yaptık, yapacağız. demelerine rağmen, bugüne kadar hiçbir
gelişme göstermemiştir.
Yine, Adana ili yıllardır tren hattı olmasına
rağmen hızlı tren kapsamına
alınmamıştır. Yine Adana metrosunun genişletilmesiyle
ilgili söz verilmesine rağmen, bugüne kadar yapılmamıştır.
Son yıllarda Adanada suç oranı ve güvenlik sürekli yükselmiş,
çözülmesi gereken en büyük sorunlardan bir tanesidir. Kamu hastanelerinin içi
boşaltılıyor Adanada, yine hastalar özel hastanelere
yönlendiriliyor. Bunların doğru olmadığını
düşünüyoruz.
Yine KÖYDES Projesi dâhilinde, BELDES Projesi dâhilinde, Adanadaki
bütün köy yolları dâhil, hiçbir yolun tamamlanmadığına
bugün şahit oluyoruz. Bunların tamamlanmasını ve eksiklerin
giderilmesini arzu ediyoruz.
Yine son dört, beş yılda Adanada çiftçiliğin yoğun
olması, tarımın büyük alanlarda yapılıyor
olmasından dolayı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Halaman.
ALİ HALAMAN (Devamla) Teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Gündem dışı üçüncü söz, kıyı
belediyelerinin İller Bankasından aldığı paylar
hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akovaya
aittir.
Buyurunuz Sayın Akova. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.- Balıkesir Milletvekili
Ayşe Nedret Akovanın, kıyı belediyelerinin İller
Bankasından aldığı paylara ilişkin gündem
dışı konuşması
AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle Mehmet Haberalın annesinin
vefatı dolayısıyla başsağlığı diliyor,
merhumeye de Allahtan rahmet diliyorum.
Balıkesir Türkiyeyi doyuran ildir; tarım,
hayvancılık, zeytincilik, turizm geçim kaynaklarıdır.
Bugün, kıyı illerimizin İller Bankasından
aldığı pay hakkında bazı önemli hususları
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Seçim bölgem olan Balıkesirin Körfez Bölgesi, Marmara Denizi ve
diğer kıyı belediyelerimiz yazlık ev uygulaması olan,
yazın nüfusu 4-5 katına çıkan turistik bölgelerimizdir.
Doğduğum ve yaşadığım ilçe olan Burhaniyenin
kışlık nüfusu 40 bin, yazlık nüfusu ise 150 binlere
ulaşmaktadır. Benzer durum yaz turizminin yoğun olarak
yaşandığı Altınoluk, Güre, Zeytinli, Kadıköy,
Edremit, Erdek, Burhaniye, Ayvalık, Küçükköy, Altınovada olduğu
gibi, başka Bodrum, Çeşme, Marmaris gibi ilçelerimiz için de geçerli
olan bu kışlık nüfusla yazlık nüfus arasındaki
açık, bariz farkı bütün hepimiz çok iyi, yakinen bilmekteyiz. Bu
durum, yaz sezonu turizminin yoğun olarak yaşandığı
ülkemizin bütün kıyı şeritlerinde yaşanmaktadır.
Genel bütçe vergi gelirlerinden belediye ve il özel idarelerine
ayrılan payların dağıtımında belediye ve il
nüfusları esas teşkil etmektedir. 15/7/2008 tarih ve 5779
sayılı Kanunun 2nci maddesinin (5)inci fıkrasına göre:
Genel bütçe vergi gelirlerinden belediye ve il özel idarelerine ayrılan
payların dağıtımına esas belediye ve il
nüfusları, her yılın ocak ayından geçerli olmak üzere
İçişleri Bakanlığı tarafından, Türkiye
İstatistik Kurumundan alınmak suretiyle, İller Bankası ve
Maliye Bakanlığına bildirilir. Belde, köy, mahalle veya
bunların bazı kısımlarının bir belediyeye
katılması veya birleşmesi hâlinde bu belediyelerin payı,
katılma veya birleşmenin fiilen gerçekleştiği tarihi takip
eden Ocak ayının birinci gününden itibaren yeni nüfuslarına göre
hesaplanır. hükmü bulunmaktadır. Ancak, turizm sezonunun
canlandığı dönemlerde turistik bölgelerin nüfusları normal dönemlere
göre daha yüksek olmaktadır. Özellikle sahil kesimlerinde yaygın bir
şekilde uygulanan yazlık ev uygulaması, sahil şeridi olan
yerleşim yerleri nüfuslarının yüksek sezonda 4, hatta 5
katına yakın artış göstermesine neden olmaktadır.
Ülkemizde yaz turizminde yazlık ev seçeneği bölgenin nüfusunu
artırırken belediyeler tarafından verilmesi gereken hizmetleri
de artırmaktadır. Sahil kesimlerinde bulunan belediyelerin normal
kış sezonu nüfusuna göre genel bütçe gelirlerinden
aldıkları pay ile yaz sezonunda artan nüfusa hizmet vermesi yeterli
olamamaktadır. Ulaşım, temizlik, çöp toplama, zabıta,
halkla ilişkiler, park bahçe, kültür ve eğlence hizmetleri vermek
artan nüfusa paralel olarak giderek ağırlaşmaktadır. Artan hizmet
talebini karşılamak için belediyeler yaz dönemi artan
nüfuslarına rağmen yetersiz bütçe payları ile çok zor
koşullar altında hizmetlerini sürdürmektedirler. O nedenle, belediye
ve il nüfusları, her yılın ocak ayından, daha sonra temmuz
ayından geçerli olmak üzere iki dönem hâlinde İçişleri
Bakanlığı tarafından Türkiye İstatistik Kurumundan
alınmak suretiyle İller Bankası ve Maliye
Bakanlığına bildirilmelidir. Kış ve yaz nüfusuna göre
güncellenen bilgiler sonucu belediyelerin vermekle yükümlü oldukları
hizmetlere göre belediye payları da daha adil bir şekilde
dağıtılmış olacaktır. Bu nedenle de, 15/7/2008
tarih, 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere
Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanunun
Payların hesaplanması ve oranı başlıklı 2nci
maddesinin 5inci fıkrasında değişiklik yapılması
önerimiz mevcuttur, bunu da dikkatlerinize sunuyorum.
Bu çok önemli ve Türkiyenin hakikaten kıyı belediyelerinin
ciddi bir sorunudur. Bu konuda, yazlık uygulaması olan turistik
bölgelerin artan nüfuslarının dikkate alınması için yaz
dönemi yazlıklarda kalmaya gelen nüfus oranı da tespit edilip daha
adaletli bir bütçe gelirlerinden pay almasının sağlanması
gerekmektedir.
Bu nedenle, bu konuyu dikkatlerinize sunuyor ve böylelikle
kıyı bölgelerimize, belediyeler, yazın artan nüfusuna göre daha
iyi hizmet sunma olanağına da kavuşacaktır diyorum.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Akova.
İç Tüzükün 60ıncı maddesine göre sisteme girmiş
şu anda 4 milletvekilimize birer dakika söz vereceğim.
Sayın Işık
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
Teşvik Yasasıyla tarım sektörünün teşvik kapsamı
dışında bırakılmasına ve Sağlık
Bakanlığı merkez teşkilatında yapılan tayinlere
ilişkin açıklaması
ALİM IŞIK (Kütahya) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetleri döneminde 4üncü veya 5inci
kez değiştirilen Teşvik Yasasıyla, maalesef Kütahya ili,
daha önceki sistemde 4 bölgenin 3üncü bölgesindeyken, şimdi 6 bölgenin 4üncü
bölgesine alınmış ve geriye gitmiştir. Buna benzer
şekilde komşu illerimizde de aynı durumda gerileme söz konusudur
ve bu yeni sistemde tarım sektörünün teşvik kapsamı
dışına alınmış olması Türkiye için çok büyük
bir felakete işaret etmektedir, Hükûmeti bu konuda göreve davet ediyorum.
Ülkemizin istihdamında ve ekonomisinde çok önemli yeri olan
tarım sektörünün teşvik kapsamı dışına
alınması demek dış güçlere hizmet etmek anlamına
gelir. Bunu özellikle değerli milletvekilleriyle paylaşmak istiyorum.
Bir de
Sayın Sağlık Bakanı buradayken -dün ifade ettiğim-
Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatındaki
500ün üzerinde çalışanın bir gecede tayininin
çıkartılması olayına Sayın Bakanın el
koymasını talep ediyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Işık.
Sayın
Ercoşkun
2.- Bolu Milletvekili Ali Ercoşkunun, Bolu Milletvekili
Tanju Özcanın gündem dışı konuşmasında Bolu ile
ilgili dile getirdiği bazı hususlara ilişkin
açıklaması
ALİ
ERCOŞKUN (Bolu) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bolu ile
ilgili biraz önce dile getirilen bazı meseleleri düzeltme ihtiyacıyla
söz istedim.
Öncelikle,
bir önceki teşvik paketinde Bolu ilinin liman ve demir yoluyla
alakalı teşvik aldığı bilgisi kesinlikle doğru
değildir çünkü birinci bölgede altı ayrı alt bölgeden
birisindedir Bolu ve bu bulunduğu bölgede böyle bir teşvik söz konusu
değildir.
Yeni
teşvik paketinde ise, Bolunun ihtiyacı olan turizm teşvikleri,
yüzde 60ı ormanla kaplı olan Bolunun orman ürünleriyle alakalı
teşviki, dericilik sektörünün, ham derinin yüzde 50sini
karşılayan Geredenin dericilikle alakalı teşvik paketi,
aynı şekilde seracılık ve patates üretimiyle alakalı
teşviklerden Bolu faydalanmaktadır. Dörtdivanda patates üretiminin
yasaklanması toprağın hastalıklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Bunun yanında, Sebende,
Kıbrısçıkta, Göynükteki bahsedilen işler de ihale
kapsamına alınmıştır ve şu anda devam etmektedir.
Ben bu
bilgilerin düzeltilmesi gerektiğini düşündüğüm için söz
aldım, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın
Ercoşkun.
Sayın
Öz
3.- Mersin Milletvekili Ali Özün, Sağlık
Bakanlığı merkez teşkilatında yapılan tayinlere
ilişkin açıklaması
ALİ ÖZ
(Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
12 Eylül
referandumundan sonra Toplu görüşmenin yerine toplu sözleşme
yapacağız. denilen bir yasa tasarısını Meclisten
çıkarttık. O zaman da yapmış olduğumuz
konuşmalarda hangi sendikaya üye olduğuna bakılarak
insanların görev yerlerinin değiştirildiği noktasında
Hükûmetin bir tutumu olduğunu ifade etmiştik.
Son
zamanlarda, Hükûmetin daha önce almış olduğu bir yetkiyle
beraber kanun hükmündeki kararnameyle özellikle Sağlık
Bakanlığına bağlı personelin 500ün üzerinde
olanlarının yerlerinin değiştirildiği, taşra
teşkilatında da bununla ilgili ciddi bir sıkıntı
olduğunu bize ulaşan haberlerden biliyoruz.
Sayın
Sağlık Bakanımızın bu konuda kamuoyunu ve Meclisimizi
aydınlatacak bir açıklama yapmasını talep ediyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Öz.
Sayın
Kaplan
4.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplanın,
turistik yörelerde belediyelere ayrılan payın kış nüfusu
üzerinden hesaplanmasının yaz aylarında hizmetlerin
aksamasına sebep olduğuna ilişkin açıklaması
HASİP KAPLAN (Şırnak) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Kıyı belediyeleri genellikle turistik olan yöreler.
Kışın bunların 5 bin-6 bin nüfusu ama yazın 100 binin
üstüne çıkan nüfuslara sahip. Bu, ülkemizin Karadeniz, Marmara, Ege ve
Akdeniz Bölgesinde, hepsinde böyle. Maalesef belediyelere ayrılan bütçe
kış nüfusu üzerinden hesaplanıyor. Kış nüfusu
üzerinden hesaplanınca, altı ay yaz nüfusu kalıyor ve çöpler, su
gibi temel ihtiyaçlar karşılanamıyor.
Şimdi, bunların içinde bir de o turistik beldelere
gidişte, yol güzergâhlarında atılan çöpler ve piknikler var.
Çevre Bakanlığının alanında olmasına rağmen
maalesef bunlar da toplanmıyor. Bununla ilgili, özellikle İller
Bankasının ve Meclisin bir duyarlılık gösterip bu turistik
beldelerle ilgili yaz sezonu uygulaması için ayrı bir kalem
açması gerekiyor. Yoksa bu çöpler herkesi rahatsız etmeye devam
edecek.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
Sayın Balık
5.- Elâzığ Milletvekili Sermin Balıkın,
Elâzığın Maden ilçesinde meydana gelen hortum felaketine
ilişkin açıklaması
SERMİN BALIK (Elâzığ) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Elâzığ Maden ilçemizde meydana gelen hortum felaketi yüzünden
söz almış bulunuyorum. Ne yazık ki çok acı bir felaket
yaşadık, 6 vatandaşımızı kaybettik.
Vatandaşlarımızın ailelerine
başsağlığı diliyorum, Allah sabırlarını
artırsın. Ölen vatandaşlarımıza Allah rahmet eylesin.
Yine aynı felakette 6 işçimiz yaralandı, bunların 5i
hastanelerde tedavi görerek taburcu edildiler. Bir vatandaşımız
henüz hastanede. Bununla birlikte yine bu felaketin yol açtığı
iki köyümüzde çok ciddi ağır hasarlarımız var ancak
baharın bu yıl geç gelmesinden dolayı köylerimizin henüz
boş olması kaybımızı, bu acımızı
azalttı. Şükrediyoruz ki köylerimizde kimse yoktu. Köylerimizde
yaşayanlar olsaydı acımız daha büyüyebilirdi.
Bu konuda da bütün birimlerimiz, bütün müdürlüklerimiz, yetkili bütün
çalışanlarımız üzerlerine düşeni hakkıyla
yaptılar. Hepsine tek tek teşekkür ediyoruz.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Balık.
Sayın Tüzel
6.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent Tüzelin,
Osmaniye T Tipi Cezaevindeki duruma acilen müdahale edilmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Bir acil
konuyla ilgili söz aldım. Osmaniye T Tipi Cezaevine
çok acil bir müdahale gerekiyor. 15 tutuklu açlık grevinde ve bugün
kırk dokuzuncu günlerindeler. Tahmin edileceği gibi çok
ağır bir sağlık durumu sorunuyla karşı
karşıyalar. Neden açlık grevindeler? Hiçbir cezaevinde
uygulanmayan metotlarla burada âdeta işkence edilmekte tutuklulara. Tüm
tutuklular tıraş zorunluluğu, yapmayan da hak gaspı ve
disiplin uygulamalarıyla karşılaşıyorlar. Aynı
şekilde insan haysiyetini kırıcı çıplak bir arama,
ziyaretçileri benzer şekilde mağdur edecek bir tutumla
karşı karşıyalar. Tek sıra askerî disiplin
uygulaması yapılıyor. Bütün bunlar karşısında
Meclis komisyonu araştırma yapmış ve rapor vermiş
olmasına rağmen Bakanlık sessizlik içerisinde. Adalet
Bakanına cezaevine müdahale etmeye dönük çok acil çağrıda
bulunuyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
Sayın Öğüt
7.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğütün, son
çıkarılan Teşvik Yasasıyla Çankırı ilinin
teşviklerden daha az yararlandırıldığına
ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Son çıkan teşvik yasasıyla Çankırı ili bir
derece daha düşürülerek teşvik yasasından daha az
yararlandırılmaya başlamıştır.
Çankırının nüfusu gittikçe azalmakta ayrıca
Çankırının seçmen ve istihdamı da gittikçe
düşmektedir, milletvekili sayısı düşmektedir. Bu olumsuz
şartlara rağmen hâlâ teşvikin bu Çankırıda
azaltılmış olmasının ne anlama geldiğini
öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Öğüt.
Sayın Ulupınar
8.- Zonguldak Milletvekili Özcan Ulupınarın, 6
Nisan 2012 tarihinde Filyos Çayı üzerinde bulunan Çaycuma Köprüsünün
çökmesine ilişkin açıklaması
ÖZCAN ULUPINAR (Zonguldak) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkanım, 6 Nisan Cuma günü saat 15.30
civarında Filyos Çayı üzerinde bulunan Çaycuma Köprüsü
çökmüştür. O sırada oradan geçen bir minibüste 10, yaya olarak da 5
olmak üzere 15 vatandaşımız sel sularına
kapılmış ve kaybolmuştur. İki gün sonra, pazar günü
Meryem Başören isimli bir vatandaşımızın cesedi olay
yerinden
Aynı zamanda Sayın Milletvekili Mehmet Haberalın annesi
Medine Haberal hayatını kaybetmiştir. Kendisine de Allahtan
rahmet, yakınlarına sabır ve baş
sağlığı temenni ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Ulupınar.
Sayın Türkkan
9.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde karşıt görüşlü
iki grup öğrenci arasında çıkan olaylara ve sonuçlarına
ilişkin açıklaması
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Geçtiğimiz hafta Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde karşıt görüşlü iki grup
öğrenci arasında çıkan kavgaya Fakülte Dekanının
müsaade etmemesiyle beraber polis müdahale etmemiştir. Bu konuda, orada
yaralananlar olmasına rağmen, polisin müdahale etmesine izin vermeyen
Dekan, âdeta bir grubu cezalandırmaya devam etmektedir. Sağ
görüşlü öğrencilere, ülkücü öğrencilere ayın 25ine kadar okula
giriş yasağı konulmuştur. Bu çocukların sınav
dönemleridir, sınavlara giremiyorlar. 12 Eylülde bize yaptıkları
gibi, hem cezaevinde tutup hem devamsızlıktan
kaydımızı sildikleri gibi, 12 Eylül hukukunun üniversitelerde de
devam ettiğini görüyoruz. Bu konunun, bir an önce Hükûmet tarafından
el atılıp düzeltilmesini talep ediyoruz.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Türkkan.
Sayın
Akdağ, buyurunuz.
10.- Sağlık Bakanı Recep Akdağın,
Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatında
yapılan personel yer değişikliklerinin mevzuata uygun
olduğuna ve mağduriyetlere sebep olmadığına
ilişkin açıklaması
SAĞLIK
BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) Teşekkür ederim Değerli
Başkanım.
Değerli
milletvekillerimizden, Bakanlığımızda, en son
yaptığımız Kanun Hükmünde Kararname sonucunda yapılan
bazı personel yer değişiklikleriyle ilgili bir açıklama
yapmam istendi. Bu gerekçeyle, bu sebeple söz aldım.
Tabiidir ki
bir yapısal değişim yapıldığında,
yapılan yeni kanunla birlikte yeni personel kadro sayıları da
oluşturulmaktadır, bu Kanunun ekinde bunlar yapılıyor
biliyorsunuz. Dolayısıyla, bu sayılara uygun olarak
Bakanlığın yapısını düzenlemek gerekiyor. Yani
bir şekilde Bakanlığımızdan bazı personellerin
merkezden alınarak, merkezden ayrılmaları sağlanarak
taşrada görevlendirmeleri gerekiyor. Elbette kendi pozisyonlarına
uygun görevlendirmeler yapılıyor yani Kanunun öngördüğü
biçimde. Bu arkadaşlarımızı, bu değerli
çalışanlarımızı mağdur etmemek açısından
da biz bu görevlendirmeleri Ankara ilinin içinde yaptık yani
oturdukları yerden, ikamet yerlerinden
meslektaşlarımızın,
çalışanlarımızın ayrılmamaları için.
Dolayısıyla, bu anlamda oluşmuş bir mağduriyet yoktur.
Yani kamuda çalışan bir görevlinin, bir kanun neticesinde,
Bakanlık merkezinden Ankara ili içerisinde bir başka uygun pozisyonda
çalıştırılması kanunlara ve normal mevzuata uygun bir
faaliyettir, başka türlüsünü yapmamız mümkün de
değil. Kanunla oluşturulmuş kadrolar bu şekildedir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Akdağ.
Sayın Nazlıakaya en son olarak söz veriyorum.
Buyurunuz.
11.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıakanın, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde karşıt
görüşlü iki grup öğrenci arasında çıkan olaylara ve
sonuçlarına ilişkin açıklaması
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Az önce Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde yaşanan olay tek
yönlü aktarıldı diye düşünüyorum, o yüzden bir ekleme yapmak
istedim. 22 gencimiz değil, 31 gencimiz okuldan
uzaklaştırılmıştır ve diğer
çocuklarımız da sol görüşlü gençlerimizdir. Ben de bu konuda
Sayın Bakanın bir açıklama yapmasını istirham
edeceğim.
Bu gençlerimizin okuldan uzaklaştırılmış
olmaları sınava girmelerini engellemektedir ve böylelikle en temel
hakları olan eğitim-öğretim haklarından da mahrum
kalmaktadırlar. Onun için, çocuklarımızın, bir an önce
okulla ilgili uzaklaştırma kararının geri
alınması yönündeki taleplerini de ben iletmiş olayım
kendilerine.
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Nazlıaka.
Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 14.33
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.37
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Mustafa HAMARAT
(Ordu)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 93üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Gündeme
geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi
vardır, okutup bilgilerinize sunacağım:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Yemen Cumhuriyeti Parlamentosu Sağlık Komisyonu
üyelerinden oluşan bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun
bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/840)
10 Nisan 2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanının 3 Nisan 2012 tarihli ve
20 sayılı kararı ile Yemen Cumhuriyeti Parlamentosu
Sağlık Komisyonu üyelerinden oluşan bir heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, 28/3/1990 tarih ve 3620
sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 7. maddesi
gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç
önerge vardır, önergeleri ayrı ayrı okutacağım.
3üncü sırada okutacağım Meclis
araştırması 500 kelimeden fazla olduğu için önerge özeti
okunacaktır. Ancak önergenin tam metni Tutanak Dergisinde yer
alacaktır.
B) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin, darbeler ve
muhtıraların demokratik sistemde, siyasal ve toplumsal yaşamda
açtığı etkilerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/236)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
12 Mart 1971 askeri muhtırası, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve
28 Şubat 1997 post-modern darbesinin, demokratik sistemde, siyasal ve
toplumsal yaşamda yol açtığı etkilerin bütün yönleriyle ve
boyutlarıyla araştırılması, demokrasiyi kesintiye
uğratan bu darbe süreçlerinin bir daha yaşanmaması için anayasal
ve yasal düzeyde yapılacak değişikliklerin belirlenmesi ve
Türkiye'nin darbelerle yüzleşmesi amacıyla Anayasanın 98. TBMM
İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılması için gereğini arz ederim.
Gerekçe:
Türkiye siyasal tarihi ne yazık ki darbelerin ağır
bedelini ödemiş travmalarla dolu siyasal ve toplumsal bir geçmişe
sahiptir. Yaşanan her darbe Türkiye'yi daha da geriye götürmüş, kör
topal demokrasi kesintiye uğramış, özgürlükler askıya
alınmıştır.
12 Mart 1971'deki askeri muhtıra, dönemin sivil hükümetini
yönetimden uzaklaştırarak, kör topal ilerlemeye çalışan
demokrasi sürecine önemli bir darbe indirdi. Ne yazık ki; dönemin
parlamentosu muhtıraya direnmemiş ve hatta muhtıra metni
parlamento kürsüsünden okunmuştur. Temel hak ve özgürlüklerin rafa
kaldırıldığı, binlerce kişinin işkencelerden
geçirildiği ve üç devrimcinin idam sehpasına
çıkartıldığı bu karanlık sürece ortak
olunmuştur.
Demokrasiye ağır darbe indiren bu süreç, 12 Eylül askeri
darbesinin önünü açmış, bir anlamda yarım kalan iş
tamamlanmıştır. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, ülke tarihinde
onarılması güç yaralar açmıştır. Her şeyden önce
oluşturulan darbe Anayasasıyla getirilen yasakçı-ırkçı-tekçi
zihniyet yurttaşlarımızın büyük bedeller ödemesine sebep
olmuştur.
Bu dönemde yüz binlerce yurttaşımız ağır
işkencelerden geçirilmiş, binlercesi sakat
bırakılmış, yüzlercesi öldürülmüş, yüz binlerce
kişi cezaevlerine atılmış, binlercesi ülke
dışına iltica etmek zorunda kalmış, siyasi partiler ve
demokratik kitle örgütleri kapatılmış, siyaset yasağı
getirilmiştir.
12 Eylül darbesi ve o süreçte yaşanan insanlık
dışı ağır işkenceler, yasaklar, yine 12 Eylül
darbesinin ürünü olarak çıkartılan tekçi-otoriter 12 Eylül
Anayasası Kürt sorununda bugünlere uzanan ve ağır kayıplara
yol açan çatışmalı süreci başlatmıştır.
Türkiye 12 Eylül darbesi hukukuna göre dizayn edilmiş, devlet
yapılanması ve kurumları, idari yapı cunta zihniyetine göre
oluşturulmuş, darbeciler kendi vesayetini ve statükosunu
kurmuştur. Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Öğretim Kurulu,
sıkıyönetim ve sonrasında oluşan Devlet Güvenlik
Mahkemeleri ve Özel Yetkili Mahkemeler, askeri yargı, yüzde 10'luk seçim
barajı, örgütlenme-düşünce ve siyaset özgürlüğünün önünde engel
olan Terörle Mücadele Kanunu gibi anti-demokratik yasalar bu darbe sürecinin
birer kurumlaşmalarıdır.
28 Şubat'ta farklı bir nitelik büründürülerek
gerçekleştirilen post-modern darbede de görüldüğü üzere her darbe
girişimi, yayınlanan her muhtıra, siyaset kurumuna yapılan
her müdahale, ülkeyi geriye götürmüştür. Siyaset dışı
güçlerin müdahalesi, siyaset kurumunun dirayetsizliği; toplumsal
muhalefetin darbelerle, kanla bastırılması demokrasiyi
zayıflatmış, ülkeyi demokratik reflekslerinden yoksun
bırakmıştır. Bunun sonucu olarak demokrasi, hukukun
üstünlüğü, temel insan hak ve özgürlükleri çağdaş ülkeler
düzeyine bir türlü çıkarılamamıştır.
Darbeler süreci ne yazık ki, militarist, şovenist, milliyetçi
eğilimleri güçlendirerek, toplumsal barışı tehdit eder
noktaya getirmiştir. Farklı kimlik ve kültürlerin barış
içerisinde bir arada yaşadığı ülkemizde bundan hoşnut
olmayan, dinler, diller, kültürler arasında çatışma yaratmak
isteyen güç odakları her dönem çeşitli provokasyonlara başvurmuştur.
Andıçlar, fişlemeler, yargısız infazlar, köy
yakıp yıkmalar, faili meçhul cinayetler, işkenceler, katliamlar,
insanlık dışı uygulamalar, darbelerin bir sonucu olarak
yaşanmış, yaşatılmıştır.
Bugün halen düşünce, örgütlenme ve siyaset özgürlüğünü
engellemeye dönük sürdürülen yasakçı uygulamalar, milletvekilinden
belediye başkanına, gazetecisinden siyasetçisine, avukatından
insan hakları savunucusuna, akademisyeninden öğrencisine kadar
binlerce kişinin tutuklanması darbeci zihniyetin halen devrede
olduğunu, darbelerin şekil ve nitelik değiştirse de
varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.
Türkiye'nin yakın döneminin en acı olaylarının
saklı olduğu bu dönemi açığa çıkarmak ve bu dönemle
yüzleşmesi artık kaçınılmazdır. Türkiye'nin bir daha
darbeler süreci yaşamaması için bu yüzleşmeyi
gerçekleştirmesi, anayasal alanda düzenlemeleri bir an önce yapması,
darbelerin çözümsüzlüğe mahkûm ettiği Kürt sorununun
adil-demokratik-barışçıl bir çözüme kavuşturulması,
Türkiye'deki darbe kurumlaşmalarının ve yasal-anayasal
düzenlemelerin tasfiye edilmesi, topyekûn bir demokrasi seferberliğinin
başlatılması Türkiye'nin en öncelikli gündemidir.
Bu amaçla, darbe süreçlerinin bütün yönleriyle
araştırılması ve yüzleşmesi amacıyla bir Meclis
araştırması açılması elzemdir.
1) Sırrı Sakık
(Muş)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Halil Aksoy
(Ağrı)
5) Murat Bozlak
(Adana)
6) İdris Baluken (Bingöl)
7) Ayla Akat Ata
(Batman)
8) Emine Ayna
(Diyarbakır)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu
(Bitlis)
10) Altan Tan (Diyarbakır)
11) Adil Kurt (Hakkâri)
12) Esat Canan (Hakkâri)
13) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
14) Sebahat Tuncel (İstanbul)
15) Mülkiye Birtane
(Kars)
16) Erol Dora
(Mardin)
17) Ertuğrul Kürkçü
(Mersin)
18) Demir Çelik (Muş)
19) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
20) Nazmi Gür
(Van)
21) Özdal Üçer (Van)
22) Leyla Zana
(Diyarbakır)
23) Ahmet Türk
(Mardin)
24) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/237)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemiz tarihinde darbeler ve muhtıralarla demokrasimize çok
sayıda müdahale gerçekleşmiştir. Bu darbe ve
muhtıraların ülkemize ve milletimize toplumsal, siyasal, ekonomik ve
hukuki alanlarda yıkıcı etkileri olmuştur. Bu süreçlerde
yaşanan gelişmeleri incelemek, bu gelişmelerin
yıkıcı etkilerini belirlemek ve önlemler almak amacıyla Anayasanın
98, T.B.M.M. İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince bir
Meclis Araştırması açılması konusunda gereğini
arz ederiz.
Gerekçe:
Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ülkemizde
demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan birçok antidemokratik uygulama
olmuştur.
Baskı kurarak, zor kullanarak ya da başka hukuk
dışı yollarla millet idesine dayalı hükümetleri devirmek
isteyenler, çeşitli darbe girişimlerinde bulunmuş; bu darbeler
demokrasimizin tarihine birer kara leke olarak geçmiştir.
Siyasî hayatımızda 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül
1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde demokrasiye hukuk dışı
müdahaleler yapılmış; hükümetler cebir ve şiddet ya da
baskı kullanılarak görevlerinden
uzaklaştırılmış; millî iradenin tecelligâhı olan
yüce parlamento lağvedilmiş, yüz binlerce vatandaşımız
mağdur edilmiştir. Keza bu ülkede Başbakan ve Bakan konumundaki
devlet adamları hukuksuz biçimde idam edilmiş, hafızalardan
silinmeyen büyük acılar yaşanmıştır.
En son 27 Nisan 2007 tarihinde e-muhtıra olarak adlandırılan
bir bildiriyle milli iradenin işbaşına getirdiği hükümete
karşı bir müdahale teşebbüsünde bulunulmuş ise de,
hükümetin dirayetli ve kararlı duruşu sayesinde bu talihsiz
girişim sonuçsuz kalmıştır.
Özgürlükçü demokratik rejimlerde esas olan irade, milletin iradesidir.
Bu rejimlerde iktidarlar milli iradenin tezahür ettiği hür ve serbest
seçimler yoluyla göreve gelir; iktidarın görevde kalması veya
görevden ayrılması da ancak demokrasinin kurum ve kuralları
çerçevesinde mümkün olur. Bunun dışında bir yolu benimsemek
demokratik sistemlerde asla kabul edilemez bir yaklaşımdır.
Darbeler ve muhtıralar, sebebi ne olursa olsun demokrasiye, ülkeye
ve millete çok ağır bedeller ödeten ve açıkça suç teşkil
eden eylemlerdir.
Darbelerin ve muhtıraların ülkemizde yol açtığı
ekonomik, sosyal, hukuki ve siyasi tahribatın günümüze de sirayet eden
görünür ve görünmez etkileriyle, toplum ve bireyler üzerinde meydana
getirdiği maddi ve manevi zararların ve hak ihlallerinin
kapsamlı biçimde araştırılarak alınması gerekli
tedbirlerin tespiti bakımından bir meclis araştırma
komisyonu kurulması amacıyla işbu önerge verilmiştir.
1) Nurettin Canikli (Giresun)
2) Ayşe Nur Bahçekapılı (İstanbul)
3) Ahmet Aydın (Adıyaman)
4) Mahir Ünal (Kahramanmaraş)
5) Ramazan Can (Kırıkkale)
6) Mustafa Elitaş (Kayseri)
7) Nihat Zeybekci (Denizli)
8) Mehmet Doğan Kubat (İstanbul)
9) Salih Kapusuz (Ankara)
10) Mehmet Domaç (İstanbul)
11) Selçuk Özdağ (Manisa)
12) Mehmet Naci Bostancı (Amasya)
13) İbrahim Yiğit (İstanbul)
14) Ali Ercoşkun (Bolu)
15) Yılmaz Tunç (Bartın)
16) Mine Lök Beyaz (Diyarbakır)
17) Fatih Şahin (Ankara)
18) Metin Külünk (İstanbul)
19) Süreyya Sadi Bilgiç (Isparta)
20) Abdullah Nejat Koçer (Gaziantep)
21) Ziver Özdemir (Batman)
22) Bünyamin Özbek (Bayburt)
23) Mehmet Altay (Uşak)
24) Özcan Ulupınar (Zonguldak)
25) Şirin Ünal (İstanbul)
26) Mustafa Öztürk (Bursa)
27) Hüseyin Bürge (İstanbul)
28) Zülfü Demirbağ (Elâzığ)
29) Salih Koca (Eskişehir)
30) Orhan Karasayar (Hatay)
31) Osman Aşkın Bak (İstanbul)
32) Oya Eronat (Diyarbakır)
33) Alpaslan Kavaklıoğlu (Niğde)
34) Ahmet Haldun Ertürk (İstanbul)
35) Sevde Bayazıt Kaçar (Kahramanmaraş)
36) Nurcan Dalbudak (Denizli)
37) Akif Çağatay Kılıç (Samsun)
38) Vedat Demiröz (Bitlis)
39) İsmail Kaşdemir (Çanakkale)
40) Enver Yılmaz (İstanbul)
41) Fehmi Küpçü (Bolu)
42) Yusuf Başer (Yozgat)
43) Tülay Kaynarca (İstanbul)
44) Tülay Selamoğlu (Ankara)
45) İbrahim Korkmaz (Düzce)
46) Muhammed Murtaza Yetiş (Adıyaman)
47) İlhan Yerlikaya (Konya)
48) İsmet Uçma (İstanbul)
49) Mehmet Sarı (Gaziantep)
50) Murat Göktürk (Nevşehir)
51) İdris Güllüce (İstanbul)
52) Mehmet Süleyman Hamzaoğulları (Diyarbakır)
53) Özlem Yemişçi (Tekirdağ)
54) Feramuz Üstün (Gümüşhane)
55) Ahmet Berat Çonkar (İstanbul)
56) Muzaffer Çakar (Muş)
57) Hasan Karal (Rize)
58) Mustafa Hamarat (Ordu)
59) İdris Şahin (Çankırı)
60) Mehmet Muş (İstanbul)
61) Halide İncekara (İstanbul)
62) Recep Özel (Isparta)
63) Sıtkı Güvenç (Kahramanmaraş)
64) Ahmet Baha Öğütken (İstanbul)
65) Sevim Savaşer (İstanbul)
66) Gülay Dalyan (İstanbul)
67) Hilmi Bilgin (Sivas)
68) Mihrimah Belma Satır (İstanbul)
69) Mustafa Ataş (İstanbul)
70) İsmail Aydın (Bursa)
71) Harun Karaca (İstanbul)
72) Hacı Bayram Türkoğlu (Hatay)
73) Ömer Faruk Öz (Malatya)
74) İsmet Su (Bursa)
75) Mehmet Erdoğan (Adıyaman)
76) Halil Ürün (Afyonkarahisar)
77) Pelin Gündeş Bakır (Kayseri)
78) Mehmet Yüksel (Denizli)
79) Hüseyin Şahin (Bursa)
80) İhsan Şener (Ordu)
81) Hüseyin Üzülmez (Konya)
82) Uğur Aydemir (Manisa)
83) Ekrem Çelebi (Ağrı)
84) Abdulkerim Gök (Şanlıurfa)
85) Ertuğrul Soysal (Yozgat)
86) Mahmut Kaçar (Şanlıurfa)
87) Avni Erdemir (Amasya)
88) Oğuz Kağan Köksal (Kırıkkale)
89) Muammer Güler (Mardin)
90) Mehmet Akyürek (Şanlıurfa)
91) Afif Demirkıran (Siirt)
92) Hüseyin Cemal Akın (Malatya)
93) Cuma İçten (Diyarbakır)
94) Tülay Bakır (Samsun)
95) Tülin Erkal Kara (Bursa)
96) Osman Kahveci (Karabük)
97) Ahmet Arslan (Kars)
98) Ali Rıza Alaboyun (Aksaray)
99) Mehmet Şükrü Erdinç (Adana)
100) Bülent Turan (İstanbul)
101) Cahit Bağcı (Çorum)
102) Ömer Selvi (Niğde)
103) Salim Uslu (Çorum)
104) Cem Zorlu (Konya)
105) Ali Gültekin Kılınç (Aydın)
106) Şuay Alpay (Elâzığ)
107) Erdal Kalkan (İzmir)
108) Sadık Yakut (Kayseri)
109) Yaşar Karayel (Kayseri)
110) Nevzat Pakdil (Kahramanmaraş)
111) Ahmet Öksüzkaya (Kayseri)
112) İsmail Tamer (Kayseri)
113) Ali Aydınlıoğlu (Balıkesir)
114) Zeyid Aslan (Tokat)
115) Mustafa Akış (Konya)
116) Önder Matlı (Bursa)
117) Muhammet Bilal Macit (İstanbul)
118) Osman Boyraz (İstanbul)
119) Hamza Dağ (İzmir)
120) Oktay Saral (İstanbul)
121) Erol Kaya (İstanbul)
122) Faruk Işık (Muş)
123) Zeynep Karahan Uslu (Şanlıurfa)
124) Ayşenur İslam (Sakarya)
125) Ali İhsan Yavuz (Sakarya)
3.- MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır'ın, millî egemenlik ve demokrasiye müdahalelerin
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/238)(X)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Milli egemenliğe, millet iradesine ve demokrasiye müdahalelerin ve
buna yönelik girişimlerin, darbe süreçlerinin siyasi, sosyal, ekonomik ve
hukuki sebep ve sonuçlarının, hukuk ve insanlık
dışı kötü muamelelerin tespit edilmesini ve demokrasinin kurum
ve kurallarının tesis edilmesi için yapılması gerekenleri
belirlemek amacıyla Anayasanın 98'inci, İç Tüzüğün 104 ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılmasını Milliyetçi Hareket Partisi grubu adına arz
ederiz.
Oktay Vural Mehmet
Şandır
MHP Grup
Başkan Vekili MHP
Grup Başkan Vekili
İzmir Mersin
Gerekçe özeti:
Cumhuriyetimiz millî egemenlik temelinde kurulmuştur. Millî
egemenliğin millet iradesiyle tesisi demokratik hukuk devleti
anlayışıyla mümkündür. Millet iradesini yok sayarak millî
egemenliğe, demokrasiye hukuk dışı müdahaleler esasen
cumhuriyetimizin yegane dayanağı olan milleti yok saymak anlamı
taşır.
Askerî darbelerden toplumun her kesimi zarar görmüştür; görev
başındaki seçilmiş meşru yönetimler cebren, şiddet
yoluyla ve baskıyla yönetimden uzaklaştırılmış,
parlamento feshedilmiş, sendikalar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler,
demokrasinin olmazsa olmazı sayılan siyasi partiler bu darbelerin ve
müdahalelerin muhatabı olmuşlar, sonuçta demokrasi ve hukuk devleti
anlayışı büyük yara almıştır.
Bu müdahalelerin gerçekleşmesinden önce toplumsal yapının
tahrik edilmesi, toplumsal farklılıkların
kaşınması, yaşanan çatışmalar; darbe süreci
sonrasında ise işkenceler, kötü muameleler, yargı sürecine
müdahaleler, mağduriyetler sürecinin de araştırma konusu
yapılması siyasi ve hukuki meşruiyetin bir gereğidir.
Darbeler ve muhtıralar, Türkiye'de toplumsal olarak ortaya
çıkan taleplerin meşruiyet içerisinde siyasileşerek devlet
mekanizmasında yer bulmasını engelleyen, normal demokratik
mekanizmanın işleyişinin temelini teşkil eden süreci sabote
eden, özgürlükçü ortamı yok eden, milletin egemenliğini meşru
temsilcileri yoluyla kullanmasını engelleyen bir geleneği
oluşturmuştur. Bu durum toplumsal açıdan ülkenin kendi iç
dinamiklerini harekete geçirerek sağlıklı bir demokratik sürecin
tamamlanmasını mümkün kılacak gelişmelerin de önünü
kesmiştir.
Ülke yönetiminin demokrasi dışı unsurlarla ele
geçirilmesi ve sivil iktidarın yerine ara rejimlerin bir darbe ya da
muhtırayla hâkim kılınmaya çalışılması o
ülke demokrasilerinin olgunlaşmasını ve
kurumsallaşmasını her zaman sekteye
uğratmıştır.
Hangi nedenle ve kime karşı yapılmış olursa
olsun, demokrasiye yönelik müdahaleleri reddetmek, demokratik kural ve
işleyişi sonuçlarından bağımsız olarak
savunmayı öngören bir ahlaki perspektifi yerleştirmek gerekir. Bunun
için "iyi darbe-kötü darbe" ayrımına karşı
çıkmak zorunludur. 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat ve 27
Nisan arasında tercih yapmak yerine topyekûn darbelerin
karşısında durmak daha erdemli, daha tutarlı bir yoldur.
Gücün millete egemenliği ve millet iradesi üzerindeki
baskısının zaman içinde mahiyet değiştirdiği
dikkate alındığında, demokratik hukuk devletine yönelik
tehdit odaklarının ve uygulamalarının da aynı sonucu
verebileceği de dikkate alınmalıdır. Nitekim askerî
müdahalelerin yönteminin dahi zaman içinde doğrudan ve dolaylı
şekilde farklı mahiyetler aldığı görülmüştür.
Şüphesiz hem ordunun siyasete müdahalesi hem de ordu üzerinden siyaset
yapmak TSK'nın milletimiz nezdinde güvenilirliğini de zedelemektedir.
Demokrasiye ve millet egemenliğine müdahalelerin siyasal sonuçlar
doğurduğu açıktır. Her bir müdahalenin,
yapıldığı dönemde ve sonrasında siyasal bir sonuca
yöneldiği ve bu siyasal amaçtan da ayrılamayacağı,
ideolojik tercihleri doğurduğu açıktır. Bu süreçlerde güç
odaklarının ve siyasal aktörlerin etkisi ele
alınmalıdır.
Demokratik süreç ve yönetim anlayışına yönelik
müdahalelerin sadece ülke içinde güç paylaşımı
arayışından kaynaklandığını ifade ederken,
bu süreçlere dış unsurlarının etkisini göz ardı etmek
süreçleri ve sonuçları tam manasıyla sorgulanma sonucu doğurmaz.
Geçmişi değiştirmek, onun acılarını telafi
etmek, darbe ve muhtıraların kurbanlarını veya
kaybettiklerini geri getirmek mümkün değildir. Ancak önceki
kuşakların yapamadığını yapmak,
çocuklarımıza özgür, adil ve insanca yaşayabilecekleri bir hukuk
devleti bırakmak mümkündür ve zorunludur.
Darbelerden kurtulmak, insan haklarına dayalı demokratik bir
rejim kurmak ve kurumsallaştırmak, her şeyden önce demokrasiye
inanan bireylere, sivil toplum örgütlerine ve siyaset kurumuna ve çok boyutlu
ve tutarlı bir mücadeleye bağlıdır.
Bugüne kadar yaşanan darbeler, muhtıralar, demokrasi
dışı müdahaleler ülkemize ve milletimize büyük acılar
yaşatmış, toplumun her kesiminden insanlar bu müdahalelerin
mağduru olmuşlardır.
Bu süreçlerin toplum ve devlet hayatımız üzerinde meydana
getirdiği tahribatın ortaya konulması, maddi ve manevi
zararların ve hak ihlallerinin bütüncül bir şekilde
araştırılması ve müdahalelerle karşı
karşıya kalınmaması için gerekli tedbirlerin
alınması için Meclis Araştırması yapılması
amacıyla bu önergenin verilmesi uygun görülmüştür.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler üzerindeki Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki ön görüşmeler, alınan karar
gereğince bugün yapılacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım,
daha sonra da oylarınıza sunacağım.
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- CHP
Grubunun, 11/4/2012 tarihinde Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili
Emine Ülker Tarhan, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin askerî ve sivil darbelere ilişkin
olarak vermiş olduğu Meclis araştırması önergesinin
Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne
alınarak 11/4/2012 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
Sayı:219 11.04.2012
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu; 11.04.2012 Çarşamba günü (Bugün) toplanamadığından,
Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu
maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
saygılarımla arz ederim.
Emine
Ülker Tarhan
Ankara
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
CHP Grup Başkanvekilleri Ankara milletvekili Emine Ülker Tarhan,
İstanbul milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova milletvekili
Muharrem İnce tarafından, 11.04.2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına "Askeri ve sivil darbelere"
ilişkin olarak verilmiş bulunan Meclis Araştırma Önergesinin,
(364 sıra nolu) Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere bekleyen
diğer önergelerin önüne alınarak, 11.04.2012 Çarşamba günlü
birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin aynı
tarihli birleşiminde aynı konudaki önergelerle birlikte
yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Öneri üzerinde söz talebi yoktur.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Şimdi, kabul edilen grup önerisi gereğince, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine
Ülker Tarhan, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin vermiş oldukları Meclis
araştırması önergesini okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B) Meclis
Araştırması Önergeleri (Devam)
4.- CHP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile sivil ve askerî darbelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile demokrasiyi kesintiye uğratan tamamlanmış ve girişim
niteliğindeki sivil ve askeri darbeler ile sonrası
uygulamaların, demokrasi dışı toplumu terörize eden tüm
vesayet sistemlerinin ve bunları önceleyen olay ve olguların
araştırılması ve sorumlularının tespiti
amacıyla Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını
arz ve talep ederiz.
Emine Ülker Tarhan Mehmet Akif
Hamzaçebi
Ankara İstanbul
CHP Grup Başkan Vekili CHP Grup
Başkan Vekili
Muharrem İnce
Yalova
CHP Grup Başkanvekili
Gerekçe:
Türkiye'de yaşanmış tüm askeri ve sivil darbeler ile
bunlara zemin hazırlayan girişimlerin ve bu girişimlerde
bulunanların tespiti bir daha aynı olayların
yaşanmaması için son derece önem taşımaktadır. Askeri
ve sivil darbeleri önceleyen olayların yanı sıra darbeler
sonrasında Türkiye'nin sürüklendiği mecranın ve bu sürecin
aktörlerinin de belirlenmesi gerçeklerin ortaya çıkarılması
noktasında önem taşımaktadır.
Araştırma önergesi ile tüm bu gerçeklerin ortaya
çıkarılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN
Okunan önerge üzerindeki Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki ön görüşme, aynı konudaki bugün
okunan diğer üç önergeyle birlikte bugün yapılacaktır.
Alınan
karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin
Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Ön Görüşmeler kısmına geçiyoruz.
Bugün okunarak
bilgiye sunulan, Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 23
milletvekilinin (10/236); Adalet ve Kalkınma Partisi grup başkan
vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin (10/237); Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına grup başkan vekilleri İzmir Milletvekili Oktay Vural ve
Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın (10/238); Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına grup başkan vekilleri Ankara Milletvekili Emine
Ülker Tarhan, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin (10/239) esas numaralı, ülkemizde
demokrasiye müdahale eden tüm darbe ve muhtıralar ile demokrasiyi
işlevsiz kılan diğer bütün girişim ve süreçlerin tüm
boyutlarıyla araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergelerin birlikte yapılacak
görüşmelerine başlıyoruz.
VIII.- MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Ön Görüşmeler
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin, darbeler ve
muhtıraların demokratik sistemde, siyasal ve toplumsal yaşamda
açtığı etkilerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/236)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/237)
3.- MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır'ın, millî egemenlik ve demokrasiye müdahalelerin
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/238)
4.- CHP Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile sivil ve askerî darbelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
BAŞKAN
Hükûmet? Yerinde.
Hükûmet
adına Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay
konuşacaktır.
Buyurunuz
Sayın Atalay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI
BEŞİR ATALAY (Kırıkkale) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önce hepinizi saygıyla selamlıyorum,
çalışmalarınızda başarı ve verim diliyorum. Bugün
dört partimizin birden verdiği Meclis araştırma önergesi
üzerinde konuşmak üzere söz aldım.
Önce, tabii,
bütün partilerimizi ve yüce Meclisi bu önerge için hem kutluyorum hem
teşekkür ediyorum ve bunu Hükûmet olarak desteklediğimizi ve bunun
önemli bir adım olduğunu burada ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; darbeler, toplumu
ve siyaseti halka rağmen tanzim etme düşüncesinin en somut
örnekleridir. Yüce Meclis, millet iradesinin tecelligâhıdır. Bu
iradeye karşı en büyük saldırı -bugüne kadar- ve
saygısızlık darbeler yoluyla yapılmıştır. 27
Mayıs 1960 darbesinden itibaren siyasete yapılan her türlü müdahale
millî iraeyi hiçe saymış, paranteze almıştır;
artık bu parantez dönemleri kapanmıştır. Demokrasi,
milletin kendi ayakları üzerinde durduğu, kendi kaderini
belirlediği yönetim biçimidir. Darbeler ise vesayetçi anlayışa
dayanır. Darbeler, bir anlamda, vesayetçi düşüncenin, işte
vesayet mekanizmasının daha bir açığa
çıktığı, fiilen görüldüğü dönemlerdir. Darbeciler
bireylerin, toplum bireylerinin gelişmediğini ve kendi
kararlarını kendilerinin veremeyeceğini savunarak, millet
iradesini hiçe sayarak demokrasiye müdahale ederler.
Darbeler ve muhtıralar, bu millete giydirilmeye
çalışılan deli gömlekleridir. Bugün gelinen noktada, millet, tüm
kurumlarıyla bu deli gömleğini bir daha asla giymeyeceğini
haykırmıştır, haykırmaktadır. Bugünkü
araştırma önergeleri de -dört partinin birden verdiği
araştırma önergeleri- aslında, bunun, yüce Mecliste de en önemli
ifadesidir.
Tabii, bu milletin, darbeler dönemiyle, en önemlisi darbe zihniyetiyle
hesaplaşmasının vakti çoktan gelmiştir. Bu zihinsel
hesaplaşmanın adresi de, merkezi de, tabii, bu yüce Meclistir ve
Meclis olmalıdır çünkü millî iradenin temsilcisi Meclistir. Millî
iradenin temsilcisi olarak bu Meclisin, millet adına darbeleri ve siyasete
müdahaleleri araştırması, gerçekleri halka anlatması bir
görevidir. Bu Meclis araştırması, aslında, millete olan
borcun ödenmesidir. Türkiyede, darbeler, muhtıralar, bildiriler dönemi
kapanmıştır; bu millet siyasi rüştünü ispat etmiş,
iradesine ipotek konmasına hayır demiştir.
Tabii, bu darbelerin toplumumuza, ülkemize, ekonomimize, demokrasimize
verdiği, gelişmemize verdiği zararların çok iyi
şekilde araştırılması, Meclisin, bütün imkânları
kullanarak nedenleriyle, sonuçlarıyla darbeleri, muhtıraları,
bildirileri değerlendirmesi hem demokrasimiz için hem geleceğimiz
için de çok büyük değere sahiptir.
Şunu hepimiz biliyoruz: Demokrasimizin derinleşmesi,
kurumsallaşması darbelerle önlenmiştir. Âdeta her yeni darbede
siyasi partilerimizin zihni tamamen sıfırlanmış, sivil
toplumun bütün oluşumları sıfırlanmış ve yeniden
bir döneme başlanmıştır. Bu sebeple, bu araştırma
önergesi eminim geçmişle ilgili çok ciddi değerlendirmeleri,
analizleri ortaya çıkaracaktır.
Şöyle baktığımızda, insan hakları
ihlallerinin ülkemizde, toplumumuzda en fazla yapıldığı,
ayyuka çıktığı dönemler bu olağanüstü dönemlerdir ve
Türkiye'nin dış itibarı da bu manada çok etkilenmiştir.
Tabii, en önemlisi ise siyaset üzerindeki vesayet mekanizmasıdır.
Bunu en iyi sizler bilirsiniz, bu Meclis bilir millet iradesinin ne demek
olduğunu ama millet iradesinin ve Meclisin, hükûmetin üzerinde bir vesayet
mekanizması daima bu şekilde kendisini göstermiştir.
Burada dileğimiz, iyi bir analiz yapılması, rasyonel bir
analiz yapılması. Burada, doğrusu, mümkün olabildiğince
siyasi, toplumsal, ekonomik, bütün boyutlarıyla iyi bir analiz
yapılması geleceğimiz için, kurumlarımız için
önemlidir. Burada rövanş duygusuyla vesaire bakmadan, toplumumuzun
geleceği için geçmişe bakarak bu değerlendirmeyi, analizi yapmak
durumundayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, 2000
yılından bu tarafa da bakarsak doğrusu son on-on iki
yıllık dönemde aslında demokratikleşme mücadelesinde,
demokratikleşme yolunda çok önemli adımlar atılmıştır,
çok önemli kazanımlar da elde edilmiştir yani biz kendimiz de hem
Hükûmet olarak hem parti olarak hem 22nci, 23üncü, 24üncü Meclis olarak
baktığımızda, siyaset kurumu üzerinde vesayet
mekanizmalarının kaldırılması için çok ciddi bir dönem
yaşanmıştır ve çok başarılar elde edilmiştir
yani bu dönem bir başarı dönemidir. Bu konuda doğrusu biz
rahatız yani bu konuda bu dönemde elden gelen
yapılmıştır.
Genel demokratikleşme trendi içinde birçok Anayasa
değişikliği olmuş ve pek çok kanun, mevzuat
değişmiştir; kurumsal yapılanmalar olmuştur. İlk
defa, işte şu günlerde bir darbe yargılanmaktadır, bir
darbenin sorumluları yargılanmaktadır. 12 Eylül darbesi
sorumluları 12 Eylül 2010 tarihinde, yirmi yıl sonra, yapılan
bir Anayasa değişikliğiyle şimdi yargılanmaktadır.
Bu, tabii, sembolik değeri çok yüksek olan bir gelişmedir, bugünkü
araştırma önergesi açısından değeri çok yüksek olan,
önemi çok yüksek olan bir gelişmedir.
Ayrıca tabii bizim bu dönemde, bu araştırma önergeleri
içinde de zikredilen, bir 27 Mayıs 2007 bildirisi vardır yani
kimileri bunu işte
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Nisan, Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY (Devamla) -
e-belgesi
olarak falan da ifade etmektedir. Bir de benzeri 12 Martta vardır, o
muhtıra olarak verilmiştir. Aslında buna bakış
farklı olsaydı, Hükûmetin tavrı farklı olsaydı bu da
bir muhtıra hâline gelebilirdi, öyle de algılanabilirdi ama burada
siyaset kurumunun, liderliğimizin ve Hükûmetimizin kararlı, dik
duruşu olmuştur ve bu dönemde olabilecek yine böyle tavra en sert
şekilde, en uyarıcı şekilde, her kuruma görevi bildirilerek
karşı konulmuştur. Bu da, eminim bu araştırma
önergeleri açısından yine çok tarihî bir dönüm noktasıdır
yani bu dönem de darbeler, muhtıralar dönemi açısından bir dönüm
noktasıdır.
Tabii, şunu hepimiz kabul etmeliyiz: Bu Anayasa
değişikliği ve diğer gelişmeler siyaset kurumuna
güveni de artırmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün partilerin
istediği bir araştırma bu ve çok önemli. Onun için burada siyasi
doz katmak istemiyoruz yani Meclis açısından, demokrasimiz
açısından buna bakıyoruz, bakmalıyız. Şu manada:
Yani illa bir parti anlamında siyasi doz değil ama bu dönemdeki
Mecliste, 22, 23, 24üncü Dönem meclislerinin de katkısıyla,
doğrusu, vesayet mekanizmalarını bertaraf eden çok ciddi
adımlar atılmıştır. Hem psikolojik ortam hem siyasi
ortam hem Anayasa değişikliği hem diğer mevzuat
değişiklikleri
Bu yönde pek çok örnek verilebilir. Yani siyaset
kurumu bugün prestij kazanmıştır.
Ben bir araştırmacı olarak söylüyorum; doğrusu, eski
yıllarda yaptığımız araştırmalarda özellikle
1990lı yılların sonlarına doğru falan, siyaset
kurumuna güven iyice düşmüştü yani kurumsal güven
araştırmalarında sekiz-on kurum alt alta
sıralanıyordu, en düşüklerden biriydi. Bugün en yukarıda
değil ama ortanın epey üstünde bir yerde siyaset kurumu. Bu hepimizin
dikkatiyle
Yani vatandaşa şunu dedik: Artık üzerimizde vesayet
kurumu olamaz. Siz bize verdiniz iradeyi, biz de o iradeyi sonuna kadar
kullanıyoruz sizin için. Yani milletimiz şuna artık güven
duyuyor: Siyaset kurumu güçlendi, siyasetçi bugün daha güven duyulur
Tabii, şunu da doğrusu açıkça söylemek istiyorum yani o
dönem araştırmalarında şunu da biz görüyorduk: Siyaset
kurumuna güveni azaltan başka tutumlar da vardı, yani Siyasetçiye
güvenilmez. tutumunu geliştiren bir psikolojik ortam da vardı ve bu
da oluşturuluyordu. Bugün bunlar bitmiştir artık ve biz,
siyasetçiye ve siyaset kurumuna güveni artırmak durumundayız. Bunu
sadece partilerimiz, bizler şahıslarımız
açısından da değil, bu Meclis açısından ve daha da
önemlisi demokrasi açısından
Siyasetçiye güven azalırsa
demokrasi zayıflar; siyaset kurumuna ve siyasetçiye güven artarsa
demokrasi güçlenir; bunu hepimiz biliyoruz. Onun için de bu araştırma
önergelerini doğrusu bu açılardan da biz önemli ve değerli görüyoruz.
Tabii, burada özellikle şunu bir defa daha ifade etmek istiyorum:
Bizim dönemimizde siyasete müdahale olarak 27 Nisan 2007de bir bildiri
yayımlanmıştır elektronik ortamda. İlk anından
itibaren içinde olanlardan birisi olarak şunu söylüyorum: Burada Hükûmet
olarak ve parti olarak en kararlı tutumumuzu ilk andan itibaren
takındık ve bunun ben önemli bir dönüm noktası olduğuna
inanıyorum. Şununla da mukayese ederek bunu söylüyorum: Bu Meclis bu
manada çok acı günler yaşamıştır. Yine -benim şahit
olduğum dönemdir yaş olarak da- 12 Mart 1971i de bu ülke
yaşamıştır, o da bir muhtıradır ama o
muhtıra bu Meclis kürsüsünden okunmuştur, bu kadar önem
verilmiştir. Hem o günün Hükûmeti hem de o günkü ortamda muhtıra o
değeri kazanmıştır. Onun için, 27 Nisan 2007 bildirisine 28
Nisan 2007de Hükûmetimizin karşı tutumu ve açıklaması çok
daha tabii, önem kazanmıştır.
Tabii,
şunu da doğrusu son iki noktadan birisi olarak eklemek istiyorum,
belki bir kısmı şahsi ama: Türkiyede tabii, yaşayan her
bireyin darbelerle, muhtıralarla ilgili bir hikâyesi vardır, bu
Meclis içinde bulunan birçok arkadaşımın da bu manada hikâyesi
vardır. Yani hele biraz ülke meseleleriyle ilgilenenseniz bu darbelerin
veya muhtıraların birinde mutlaka sizin de daha ileri hatıralarınız
oluşmuştur. Türkiye böyle bir siyasi tarihi yaşadı ve
yaşıyor.
Ben kendi
açımdan şöyle baktığımda, işte 27 Mayıs 1960
ilk ihtilaldir. Yani çocukluk dönemimiz, ben orta 1deydim ama kendi muhitim,
aile ortamım sebebiyle âdeta bir yas günüydü ve büyük üzüntülerin
yaşandığı bir ortamı o çocukluk günlerinden
hatırlıyorum.
Tabii, 12 Mart
1971 büyük çalkantılara sebep olmuştur, işkencelerin falan
yapıldığı bir dönem olmuştur.
Yine kendi
yaşadığım 12 Eylül 1980. Ben akademisyendim, gözaltına
alındım, uzunca da bir süre kaldım çünkü gözaltılar çok
uzundu o zaman -şimdi, dört
güne indirdik biz- 90 gündü, gerçi ben o kadar kalmadım ama
gözaltılar bu kadar uzundu ve o gözaltıların ne demek
olduğunu burada insanlar bilir, pek çok işkenceye maruz
kalmışsınızdır, pek çok işkenceye şahit
olmuşsunuzdur en azından, böyle bir ortamdır. Tabii, bu dönemde
82 Anayasası yapıldı, son nokta olarak ona
değineceğim, şu anda bizim uyguladığımız
Anayasa bu.
27 Nisan
bildirisini arz ettim ama bir 28 Şubat var arada, 1997, o zaman da ben
rektördüm, suçlanarak görevden alındım. Yine, bir 28 Şubat
süreci ile de öyle bir hatıram var.
Şimdi, baskı, işkence dönemi. Hepimizin buna benzer
hatıraları var ve hepsi tatsız hatıralardır, hepsi
acıdır. Bunlar ülkemize hiçbir şey
kazandırmamıştır. Bu dönemler, ne demokrasimize ne ekonomimize
ne insanımıza da bir şey kazandırmamıştır.
Onun için, biz, bütün samimiyetimizle burada diyoruz ki bu araştırma
önergesi önemli, bütün dikkatimizle, titizliğimizle ve her
katkıyı da alarak yürütülsün.
Son nokta ise şunu, kalan dakikalarımda ifade etmek istiyorum:
Biraz önce söyledim, tabii, bu darbelere esas verilecek cevap, bu Meclisin
vereceği cevap, bu önergenin yanında, bir de ilk sivil anayasayı
yapmaktır. Yani hepimizin en önemli görevimiz, burada, demokratik ve sivil
yeni anayasa, darbeler döneminin bir daha açılmayacak şekilde
kapandığının en büyük işareti olacaktır ve bunu
yapmak, siyasete duyulan güveni daha bir artıracaktır. Bütün
partilerimizin, tabii, seçim alanında, 12 Haziran öncesi, bu konuda
taahhütleri var. İnşallah, bütün dileğimiz, darbelerin ve
darbecilerin izini tamamen silmek için, o ruhu yansıtan mevcut 82
Anayasasını kaldırarak bir sivil anayasa yapmak. Ben, geçen
açıklamamda da -ilk gün soruyorlardı, 27 Mayıs darbesini
yapanların davasının başladığı gün- o gün de
söyledim, yüce Meclisimize yine de kendi düşüncem olarak arz ediyorum:
Kişileri yargılıyorsunuz ama onların yaptığı
anayasa hâlen ülkenin anayasası. Bu Anayasayı
değiştirmeden kendimizle çelişiriz diyorum.
Tekrar, bu araştırma önergelerini tebrik ediyorum, desteklediğimizi
ifade ediyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Atalay.
Gruplar adına, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.
Buyurunuz Sayın Kaplan. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, tarihî bir gün. Dört parti
grubunun bir araya gelerek, demokrasiye yönelik bütün darbelerin,
muhtıraların, girişimlerin, kalkışmaların her
türünü araştırma, inceleme, tespit ve önerileri açısından
tarihî bir güne tanık oluyoruz. Bunu niçin söylüyorum? Biz,
Barış ve Demokrasi Partisi, daha önce de Demokratik Toplum Partisi
olarak, bu darbelerle hesaplaşmadan bizim demokrasiyi
kuramayacağımızı hep söyledik.
Şöyle bir göz attım, kaç tane araştırma önergesi
vermişiz: İlginç, onlarca darbe araştırma önergesi
vermişiz, hepsi reddedilmiş. Akın Birdal vermiş,
arkadaşlarımızdan Fatma Kurtulan vermiş, şu an
cezaevinde tutuklu. Merak ediyor musunuz neden tutuklu olduğunu? Bence
merak edin, öğrenin. Yine Pervin Buldan arkadaşımız, yine
Sayın Sırrı Sakık -birazdan önerge üzerinde konuşacak-
ve yine benim vermiş olduğum yakın zaman araştırma
önergeleri.
Şimdi şöyle bir hafızalarımızı
yoklayalım. 60 darbesinde ben ilkokuldaydım. Tankları gördüm
arkadaşlar. O tankların evimizin önünde neden
dolaştığını sorduğumda İhtilal oldu
dediler ama ihtilal olan benim ilçem
İdilde -çok büyük bir ilçe değildi- o tankın namlusu
çocuk olarak bana yönelip Evden çıkmak yasak. sözcüğünü ilk defa
o zaman duydum. Sonra lisedeyken son
sınıfta 12 Mart muhtırasını, darbesini
yaşadık hep beraber ve 12 Eylül darbesi olduğunda -bunların
detayına girmeyeceğim- avukattım artık, üniversiteyi
bitirmiştim. Bu sürecin sanığıydım,
tanığıydım, avukatıydım ve bütün süreçlerin
içindeydim. Acıların, tahribatların ve bu tahribatların
bugün getirdiği Türkiyede otuz yıldır süren bir kardeş
kavgasının kirli savaşının nedeni de işte bu
darbelerdir arkadaşlar. Bu askerî darbelerin sonucu bugün kardeş
kardeşi bu ülkede vuruyorsa, toplumsal barış yoksa,
çoğulculuk yoksa, çok kültürlülük yoksa, eşitlik yoksa, özgürlük
yoksa, adalet yoksa yine de bunun sonucu, sebebi darbelerdir.
Evet, herkes
kendi açısından farklı bir yorum yapabilir. Latin Amerika
ülkelerinde her gün domino taşı gibi darbeler olurken, Latin Amerika
ülkeleri darbeler sürecinden sıyrılıp yeni yönetimlerini kurup,
yeni anayasalarını kurup, gerilla savaşlarına son verip
Lula bile Brezilyada dünyanın 8inci büyük ekonomisinin olduğu
ülkede Cumhurbaşkanı olurken, biz hâlâ 12 Eylül Kenan Evren
Anayasasıyla yürüyorsak, bu ayıp, bu utanç hepimizindir. Bu
darbeleri araştırma komisyonu -üç ay artı bir ay- dört ay için
bir çalışma yapacak, eğer bu tespit ve araştırmalar
yeni bir anayasayla taçlandırılmadığı süreçte, yeni
bir anayasayla bu darbelerin kökünü
kazımadığımız zaman hiçbir şeye itiraz etme
hakkımız kalmaz arkadaşlar. Yeri gelir övünürüz, İstiklal
Savaşında, 1920de kurulan bu Meclis savaş
koşullarında bile kapanmadı. Doğrudur ama gün geldi, daha
yakın bir tarihte, 1980de apoletler gelip darbe yapıp bu Mecliste
bulunan Başbakanı, parti liderlerini Zincirbozana çektiler, siyasi
yasak uyguladılar, depolitizasyon politikasını uyguladılar,
sendikaları kapatıp mal varlıklarına el koydular,
öğretmen derneklerini kapattılar, düşünen her insanı içeri
aldılar. Milyonlarcasını, yakılıp yıkılan
hayatları saymıyoruz. Öncesi, muhtıralar, son postmodern
darbeler ve bütün bunlar, hepsi milletin iradesine, Türkiye halkının
egemenliğine, çoğulcu demokrasi anlayışının
istemine ve siyaset kurumuna yönelik yapıldı; sadece görünen
fotoğrafı tanklar ve apoletler değil.
Faşizm, sermaye, uluslararası sermaye, kendi yönetimlerini
sermayesiyle oluşturur, en yoğunlaşmış
saldırganlık biçimini darbelerde gösterir ve NATOyla başlayan
gladionun, kontrgerillanın, özel savaş birliklerinin ve gücü elinde
bulunduran ve sermayenin emriyle hareket eden bu süreçlerin hepsinde bütün
halklar acı yaşamıştır, bütün inançlar acı
yaşamıştır, bütün insanlar acı yaşamıştır,
Türk Silahlı Kuvvetleri
mensupları dâhil acı yaşamıştır, ordudan
atılmıştır, cezalandırılmıştır.
Ben avukat olarak çoğunun davasına girdim. Bırakın onu, 80
darbesinde 5 milletvekilinin avukatıydım ben. 12 Eylül darbesinden
sonra CHP milletvekili 4, 1 de bağımsız milletvekili Sayın
Nurettin Yılmaz, 5 milletvekilinin avukatlığını
yaptım ama en beteri 2 Mart 93 yılında bu Mecliste bir darbe
daha yapıldı, onu da Sayın Sırrı Sakık bizzat -Leyla
Zana da burada oturuyor- anlatacak. O darbede de ben 18 milletvekilinin
avukatlığını yaptım. Siyaset kurumunu, parti içi
hukukunu yok eden siyasi liderleri ve sultaları yaratan, siyasi liderlerin
sultasında yürüyen bir demokraside siyasi partiler rejimini diktatoryal
olarak düzenleyen seçim sistemlerinde halkın kendi adayını
seçmemesi için her türlü kötülüğü yapan, seçim barajlarını
halkın önüne koyan, hazine barajlarını halkın önüne koyan
bu kokuşmuş düzenin içinde insanlar da, toplum da, değerler de aşındı
ve çürüdü. Yakın zamanda sansür, sürgün kararnamelerinden doksan günlük
gözaltılara, aç susuz ve bir daha soruşturmadan, bir başka
soruşturmadan üç yüz seksen gün sadece gözaltında kalan,
sıkıyönetim mahkemelerinde bütün insanlık dışı
uygulamaları yapan bir anlayışı konuşuyoruz burada ve
biz bir anlayışı daha konuşuyoruz: Sadece siyaset kurumunu
yıpratmadı bu anlayış, bu darbeler yargıyı
yıprattı, yargıyı mahvetti. Sadece yargıyı da
mahvetmedi, bürokrasinin bütün kesimlerini kirletti ve en önemlisi de millî
istihbarat teşkilatları ve uluslararası ilişkiler içinde olan
diplomatik ilişkilerin bu darbelerdeki rolü çok berbat oldu. Bunun
nasıl kullanıldığını çok iyi incelememiz
lazım. Bu darbeler hukukunu incelemek Türkiyenin geleceğini
kurtarmaktır; Türkiyenin, çocuklarımızın ve 75 milyon
insanımızın kardeşliğini ve birliğini yeniden
güçlü bir şekilde tesis etmenin adıdır. Her darbede eğer
Sünniler-Aleviler birbirini boğazlıyorsa ve birileri bunu
tezgâhlıyorsa, bunun üstüne üstüne gitmek bu Meclisin en onurlu görevidir
arkadaşlar.
Eğer
sağcı-solcu diye insanlar birbirine
kırdırılıyorsa ve bu insanlar ölümde, cinayette, organizede
kullanılıyorsa bunun üstüne üstüne gitmek bu ülkenin
insanlarının vicdanıdır, adaletin gereğidir,
demokrasinin gereğidir.
Eğer bu ülkede
Türk-Kürt diye insanları ayırıp, kendi ana dili farklı
diye, kültürü farklı diye, kimliği farklı diye baskı
uygulanıyorsa, içeri atılıyorsa,
cezalandırılıyorsa bu zihniyeti yok etmek, kökten kazımak
hepimizin namus borcudur arkadaşlar.
Sadece bu
değil, hukukumuzu yitirdik, çoğulculuğumuzu yitirdik, çok kültürlülüğümüzü
yitirdik, kimliklerimizi yitirdik, kitaplarımızı yitirdik
arkadaşlar. Kitaplarımız toplatıldı,
yakıldı. Sadece kitaplar değil, sinema filmlerini
topladılar yaktılar. Yılmaz Güneyin Birinci Ordudaki
filmlerinin negatiflerinin nasıl yakıldığını bir
avukat olarak bana sorunuz ve ben size şunu söyleyeyim: Sadece
edebiyatı, sinemayı, tiyatroyu, düşünen insanı, çizen
insanı, sendikacıları, öğretmenleri, bu ülkenin bütün
duyarlı insanlarını bir anda terörist ilan edip
Bu darbeciler,
bu işkenceciler, bu kan emiciler, hepsi hâlâ bu ülkede kahraman gibi
dolaşıyor. Kahraman gibi dolaştıkları bu ülkede,
işte, Süleyman Çelebi DİSKin Genel Başkanı, TÖBDER üyeleri
vardır, başka öğretmen derneklerinin, sağcı-solcu fark
etmez, öğretmen derneklerinin mensupları vardır. Hepsini
zindanlara koyan bu generaller hâlâ koruma altında
geziyor, hâlâ altlarında araçlar var, hâlâ bu Meclisin kanunlarıyla
kendilerine istihkak veriliyor, özel muamele görüyor, özel koruma görüyor ve
özel olarak da hâlâ lüks içindeler ve yargılamaya gelmeye bile tenezzül
etmiyorlar, teşrif etmiyorlar çünkü bunlar hâlâ diyorlar ki: Bu
Anayasanızın kurucu iradesi biziz. Biz bu Anayasayı
yaptık, biz bu zorba yasaları yaptık, biz bu ayrımcı
yasaları yaptık, biz bu tekçi yasaları yaptık. Biz
düşünce özgürlüğünü engelledik, biz örgütlenme özgürlüğünü
engelledik, biz toplantı ve gösteri yasaklarını getirdik, biz
kişilik haklarını ihlal ettik, biz gizli dinlemeyi getirdik,
izlemeyi getirdik, fişlemeyi getirdik, cinayeti getirdik, işkencede
ölümü getirdik, sürgünü getirdik, sansürü getirdik ve bu ülkeye
karanlığı getirdik. Biz vatanseveriz.
Bu kadar Vatansever!in bu kadar aymazca dolaştığı
bir ülkede bu Meclisin bir namus borcu vardır, bir onur borcu vardır,
vatandaşlarından aldığı iradeyle bunun
hesabını sorma borcu vardır. Biz bu hesabı sorabilirsek
eğer, biz bu hesabı görebilirsek eğer yeni bir hukuk düzeni
kurarız, yeni bir demokrasi düzeni kurarız, yeni bir kardeşlik
düzeni kurarız, yeni bir sayfa açarız, yeni bir anayasayla yolumuza
devam ederiz, yeni adil bir seçim sistemi kurarız, yeni adil mahkemeler
kurarız, yeni adil bir bürokrasiyi kurarız, yeni adil basın
özgürlüğünün olduğu bir ülke yaratırız ve bu hak ve
mağduriyet içinde mağdur olan ve 12 Eylül darbesinden bugüne siyah
gömleğini çıkarmayan insanların yaşadığı bu
ülkede bizim çıkıp onlara verecek çok fazla, çok fazla verecek
çalışmalarımız var arkadaşlar.
Biz bunu hayata geçirebiliriz, biz bu onurda birleşebiliriz,
Türkiye'nin geleceğini kurtarabiliriz, Orta Doğu kaynasa bile, dünya
kaynasa bile, neoliberal sistem, küresel kriz birbirine karşı
istediği kadar cepheleşse bile, biz bunu
sağladığımız zaman, bu darbelerle hesaplaştığımız
zaman, bu ülkenin birliğini sağladığımız zaman,
bu ülkede silahları susturduğumuz zaman, bu ülkenin geleceğinin
yolunu açtığımız zaman, bu Meclis milletin en saygın
yerinde, siyasetçisi de en saygın yerini koruyacaktır.
Ama üzülerek
bir şeyi ifade etmek istiyorum: Bir milletvekili bir işkenceci kadar
saygın değil hâlâ bu darbe anayasaları sayesinde. Bunu üzülerek
ifade ediyorum. İşkence yapanlar Kızılay Meydanında
başları dik geziyorlar oysa genel merkezleri basılmış,
binalarına el konulmuş sendikalar, dernekler, siyasi partiler, hak
aradıkları için hâlâ şüpheli muamelesi gören bir kulvarda
geziyor. Bu bulvarlarımızı da kulvarlarımızı da
ayrıştırmak zorundayız arkadaşlar. Başka yolu
yok, hesaplaşmak zorundayız. Hesaplaşanlar kazandılar.
Portekizde Baltasar Garzonla hesaplaştılar demokrasiyi kurdular.
İspanyada Francoyla hesaplaştılar, kurdular. İtalyada
seksenli yıllarda Temiz Ellerle yaptılar bunu, Gladioyu,
mafyayı Temiz Ellerle, silerek bunu yaptılar. Yunanistanda
Albaylar Cuntasında yaptılar. Biz otuz senedir yapamıyoruz.
Neyimiz eksik arkadaşlar? Neden yapamıyor büyük Türkiye? Dünyada imparatorluklar
kurmuş, bugün dünyanın 16ncı büyük ekonomisi olan Türkiye, 3
tane generalle mi hesaplaşamıyor, darbeciyle mi
hesaplaşamıyor, onların arkasındaki sermayeyle mi
hesaplaşamıyor?
İşte,
Meclisin geldiği sınav noktası bu. Bu sınavda bizim daha
fazla ortaklaşmamız gerekiyor. Bu sınavda bizim daha fazla, yeni
anayasa sürecinde daha net, daha gerçekçi ve daha onurlu duruşlar
göstermemiz gerekiyor. Biz bu Mecliste bunu gösterdiğimiz zaman...
Bakın,
önümüzde birkaç tane seçim var arka arkaya 2013, 14, 15. İşte Kenan
Evrenin, darbecilerin anayasasını ve seçim yasasını, seçim barajlarını tarihe gömdüğümüzde ve bunların
yerine demokratik olanları yaptığımızda milletin,
halkımızın, Türkiye halkının iradesiyle özgürce
seçilip gelecekler, belediye başkanı olacaklar, milletvekili
olacaklar ve hatta cumhurbaşkanı olacaklar Türkiye'nin ufkunda yeni
bir çığır açabilirler. Yeni bir çığır, kendine
güvenen, kendi özgüvenini sağlamış, kendi inancıyla, kültürüyle,
tarihiyle, her şeyiyle bütünleşmiş ve gerçeğinin
ışığında yürüyen bir ülke olarak bunu
sağlayabilir.
Biz, inanın, buradan ne söylersek söyleyelim, burada, 80 darbesinin
sonrasında şu sıralarda oturan darbeci generallerin ve
onların atadığı parlamenterlerin o siluetlerini, o
resimlerini de Meclisten an itibarıyla söküp atmanın
zamanıdır. O dönemin geçici meclislerinin, o dönemin Bakanlar
Kurulunun, o dönemin Cumhurbaşkanının, darbe döneminin atanan
Başbakanının resmini bu çalışmanın sonunu
beklemeden Meclis Başkanımız derhâl bu dört partinin iradesi
oluştuktan sonra indirmelidir. Artık herkes hak ettiğini
bulmalıdır; hak, adalet, insanlık adına, vicdan adına,
hukuk adına, çağdaş demokrasi adına
olmalıdır.
Bizim burada parti grubu olarak duruşumuz nettir. Biz bu yolun
sonunda ışık görüyoruz, bu yolun sonunda eğer
başarırsak aydınlık görüyoruz. Türkiye'nin Meclisinin,
ortak vatanda ortak Meclisin bütün işlevselliğiyle bütün renklerinin,
bütün seslerinin temsilini sağlamış, kucaklaşmış,
kardeşlik hukukunun fışkırdığı, eşitlik
ve özgürlüğün, özgür iradeyle seçimlerin ve adil bir
yargılamanın, adaletli mahkemelerin kurulduğu bir Türkiyede,
hukuk düzeninde hiç kimse kimseden korkmaz, bir Allahtan korkar, bir hukuktan
korkar bir ülke yarattığımız zaman bu ülkenin önü
açılır arkadaşlar. Allah korkusu, hukuk düzeninde darbecilerin
kurduğu düzeni demiyoruz, eğitilmiş, inançlı, bilinçli bir
vicdan duygusuyla hukuk sorumluluğunu kastediyoruz. Biz bu yolu açmak
zorundayız. Açmadığımız takdirde, toplumun her kesiminde,
her alanda
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
HASİP KAPLAN (Devamla)
çivilerin döküldüğü, çarkların
aşındığı bir sürece gireriz. Önümüzde tarihî bir
fırsat var, şans var.
Bütün Meclisi, bütün parti gruplarını, grubumuzu, darbe hukuku
karşısındaki bu duruşu nedeniyle, onurlu duruşu
nedeniyle saygıyla selamlıyorum. (BDP ve AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Sayın Başkan,
şöyle bir arzımı ifade etmek istiyorum: Şimdi burada
darbeleri konuşuyoruz, bu konuda önergeler var. Şimdi, bu darbe bu
Meclise yapıldı, burada kimse yok, ilgili bakan konuşmasını
yaptı, grupların bu konudaki görüşlerinin
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Bütün Meclisi göster
bari!
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Tüm Meclisi, bütün herkes, ben
ayırmadan söylüyorum. Böylesi önemli bir konu, isterseniz bir ara verin.
Böylesi bir önemli konu, bu Meclise yapılmıştır.
O nedenle, hem ilgili bakan gelsin, otursun, bu konuda yalnız
sunuş yapıp gitmesin, grupların bu konudaki görüşlerini
dinlesin, ona göre de bu işe nasıl baktıklarını daha
doğru öğrenmiş oluruz.
Çok teşekkürler.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Çelebi.
Milletvekillerimizin takdiridir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili
Oktay Vural. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz Sayın Vural.
MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak, millî egemenliğe, millet iradesine ve demokrasiye
müdahalelerin ve buna yönelik girişimlerin, darbe süreçlerinin siyasi,
sosyal, ekonomik ve hukuki sonuçlarının tespit edilmesini ve
demokrasinin kurum ve kurallarının tesis edilmesi için
yapılması gerekenleri belirlemek amacıyla bir Meclis
araştırması önergesi vermiş bulunuyoruz.
Amacımız, darbelerin tüm yönleriyle ele alınması,
geçiştirilmeden, sembolik olmaktan çıkararak gerçek anlamda
araştırılması, demokratik hukuk devletine
yakışır bir sorgulama sürecinin
başlatılmasıdır çünkü millet iradesini yok sayarak millî
egemenliğe, demokrasiye hukuk dışı müdahaleler, her
şeyden önce cumhuriyetimizin yegâne dayanağı olan milleti yok
saymak anlamı taşımaktadır. Bu sebeple, verdiğimiz bu
önerge ışığında, demokrasi tarihimizde birer kara leke
olarak yer eden, millî idareyi hiçe sayan darbelerin
araştırılmasını çok önemsiyoruz. Bunu, hem darbelerden
en çok zarar gören bir parti olarak istiyoruz hem de millet egemenliğine
halel getirecek girişimlerin son bulması, bir daha
yaşanmaması için istiyoruz.
Bugüne kadar yapılan askerî darbelerden toplumun her kesimi zarar
görmüştür. Görev başındaki meşru yönetimler cebren,
şiddet yoluyla ve baskıyla yönetimden
uzaklaştırılmış, Parlamento feshedilmiş,
sendikalar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, demokrasinin olmazsa
olmazı sayılan siyasi partiler bu darbelerin ve müdahalelerin muhatabı
olmuşlar; sonuçta, demokrasi ve hukuk devleti büyük yara
almıştır.
Darbeler ve muhtıralar, Türkiyede toplumsal olarak ortaya
çıkan, meşruiyet içerisinde siyasileşerek devlet
mekanizmasında yer bulmasını engelleyen, normal demokratik
mekanizmanın işleyişinin temelini teşkil eden süreci sabote
eden, özgürlükçü ortamı yok eden, milletin, egemenliğini meşru
temsilcileri yoluyla kullanmasını engelleyen bir geleneği
oluşturmuştur.
Bu durum, toplumsal açıdan ülkemizin kendi iç dinamiklerini
harekete geçirerek sağlıklı bir demokratik sürecin
tamamlanmasını mümkün kılacak gelişmelerin de önünü
kesmiştir.
Bu anlamda,
söz konusu müdahalelerin gerçekleşmesinden önce toplumsal
yapının tahrik edilmesi, toplumsal farklılıkların
kaşınması, yaşanan çatışmalar, darbe süreci
sonrasında ise işkenceler, kötü muameleler, yargı sürecine
müdahaleler, mağduriyetler sürecinin de
araştırma konusu yapılmasını siyasi ve hukuki
meşruiyetin bir gereği olarak addediyoruz.
Değerli milletvekilleri, ülke yönetiminin demokrasi
dışı unsurlar tarafından ele geçirilmesi, sivil yönetimin
yerine ara rejimlerin bir darbe ya da muhtırayla hâkim kılınmaya
çalışılması demokrasimizin olgunlaşmasını,
kurumsallaşmasını sekteye uğratmış, demokratik
kültürün yerleşmesini, sağlam bir zemine oturmasını
engellemiştir.
Biz, hangi nedenle, kime karşı yapılmış olursa
olsun bütün müdahalelerin reddedilmesini, demokratik kural ve
işleyişin sonuçlarından bağımsız olarak
savunulmasını öngören bir ahlaki perspektifi bu araştırma
önergesine koymaya çalıştık. Bunun için de "iyi darbe-kötü
darbe" ayrımına karşı olmak bir zorunluluktur. Bu
sebepledir ki, 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat ve 27 Nisan
arasında tercih yapmak yerine topyekûn müdahalelerin
karşısında durmak gibi erdemli ve tutarlı bir yolu tüm
siyasi partilerin dikkatine sunmak istiyoruz.
Burada gücün, millet egemenliği ve millet iradesi üzerindeki
baskısının zaman içerisinde mahiyet
değiştirdiğine de dikkat çekmek istiyoruz. Demokratik hukuk
devletine yönelik tehdit odaklarının ve uygulamalarının
aynı sonucu verebileceğini son dönemlerde hep birlikte bir
kısım uygulamalar neticesinde gördük. Şüphesiz hem ordunun
siyasete müdahalesi hem de ordu üzerinden siyaset yapmak, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin milletimiz nezdinde güvenilirliğini de zedelemektedir.
Demokrasiye ve millet egemenliğine müdahalelerin siyasal sonuçlar
doğurduğu açıktır. Her bir müdahalenin,
yapıldığı dönemde ve sonrasında siyasal bir amaca
yöneldiği ve bu siyasal amaçtan da ayrılamayacağı ideolojik
tercihleri doğurduğu açıktır. Biz, bu süreçte güç
odaklarının ve siyasal aktörlerin etkisinin de ele alınması
gerektiğini düşünüyoruz.
Demokratik yönetimlerin olmazsa olmazı millet egemenliğidir.
Cumhuriyetimiz de millî egemenlik temelinde kurulmuştur. Millî
egemenliğin millet iradesiyle tesisi, demokratik hukuk devleti
anlayışıyla mümkündür. Bu noktada, cumhuriyetimizi kuran millî
Kurtuluş Savaşımızın amaç ve hedeflerini belirleyen
Erzurum Kongresinden Sivas Kongresine kadar her zaman millî iradeyi hâkim
kılmanın esas olduğunu ifade etmişlerdir. İşte bu
irade, cumhuriyetimizin temel anlayışını ortaya
koymaktadır. Esasen, 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılmasıyla birlikte hâkimiyetin kayıtsız şartsız
millete ait olduğu vurgusu yapılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, 2 Şubat 1923 tarihinde İzmir'de
yaptığı konuşmada "İnsanlar, iradesine sahip
olabilmek için behemehâl egemenliğine malik olmak mecburiyetindedir.
ifadesini kullanmıştır, "Ve yine yüz yüze
çıkmıştır ki millet egemenliğe sahip olmadıkça
kurtuluş yoktur." demiştir. "Arkadaşlar, egemenlik
kayıtsız, şartsız daima ve daima milletin uhdesinde
kalacaktır. diyerek cumhuriyetimizin temelini ortaya koymuştur.
Atatürkün bu sözleri, millî egemenliğin hiçbir şekilde millet iradesine
aykırı kullanılamayacağını çok net bir şekilde
ortaya koyabilmiştir, savaşın sürdüğü yıllarda bile
bunu sürdürmüştür.
Kurtuluş Savaşı yıllarında dahi mücadelenin
lider kadrosu askerlerden oluşmasına rağmen karar alma
inisiyatifi her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmuştur. Öyle ki
cumhuriyetin ilanı ve Mustafa Kemal Paşa'nın ilk Cumhurbaşkanı
seçilmesinin ardından 19 Aralık 1923'te bir kanunla, Meclis üyesi
bulunan subayların Meclis çalışmalarına katılması
yasaklanmıştır.
Atatürk'ün Minber isimli gazetede orduyla ilgili görüşü ise
özellikle darbe gerekçesi olarak Atatürk'ü gösteren kesimler tarafından
ibret vericidir. Atatürk, "Şüphesiz ki tek amacı, vazifesi,
düşüncesi ve hazırlığı vatanı savunmak olan bu
heyet, memleketin siyasetini idare edenlerin verecekleri karara göre faaliyete
geçer." demektedir. Atatürkün bu ifadesi bile silahlı bürokrasinin,
askerî bürokrasinin siyasi iradeye yani seçilmişlere tabi tutulması
gerektiğini ifade etmektedir.
Bütün bu gerçeklere ve tespitlere rağmen, özellikle Türkiye'de çok
partili hayata geçildikten sonra kimi zaman siyasetin çözüm üretemediği
gerekçesiyle, kimi zaman bazı siyasetçilerin darbeci
anlayışları desteklemesiyle, kışkırtmasıyla,
kimi zaman basiretsiz tavırlarla, kimi zaman da askerin mevcut siyasi
ortamı bahane göstererek darbeler yapılmış ve bu
şekilde demokrasi tarihimiz sık sık sekteye
uğratılmış, milletin egemenlik hakkının
kullanılması, ara rejimlerle yönetilme yoluyla engellenmiştir.
Demokrasilerde halkın özgür iradesiyle seçtiği temsilciler
halka karşı sorumludurlar, kendilerini seçenlere hesap verirler ve
seçmenleri tarafından başarılı bulunamazlarsa yine
demokratik yollarla işbaşından uzaklaştırırlar.
Oysaki ülkemizde nerdeyse her on yılda bir karşı
karşıya kalınan sorun, siyaset dışı
unsurların siyasete müdahale etmesi ve bu müdahalelerin demokratik
siyasetin doğal akışını ve mecrasını
değiştirmeye sebep olmasıdır. Bu anlamda, askerî darbeler,
Türkiye'de toplumsal olarak ortaya çıkan taleplerin meşruiyet
içerisinde siyasileşerek devlet mekanizmasında yer almasını
engelleyen, normal demokratik mekanizmanın işleyişinin temelini
teşkil eden süreci sabote eden ve milletin, egemenliğini meşru
temsilcileri yoluyla kullanmasını engelleyen bir geleneği
oluşturmuştur.
Şüphesiz bütün bu süreç içerisinde, Türkiye'nin demokrasi tarihi
muhtıra ve darbelerin talihsiz hatıraları ile doludur. Siyasi
tarihimizde meydana gelen kimi zaman muhtıra, kimi zaman darbe, kimi
zaman da postmodern darbe olarak nitelendirilen, demokrasimizi kesintiye
uğratan girişimlerin ülkeye verdiği zararları hep birlikte
yaşadık. Bu darbelerden toplumun her kesimi zarar görmüştür. En
çok da darbelerin zarar göreni siyasi partiler olmuştur; onlar muhatap
olmuşlar, en büyük yarayı da onlar
taşımışlardır.
12 Eylül döneminde diğer partiler gibi Milliyetçi Hareket Partisi de
kapatılmış, Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücü kuruluşlar
davasında, bu millete vatan aşkıyla bağlı olan ülkücü,
milliyetçi gençlerden kimisi idam sehpalarında can vermiş, kimisi
senelerce zindanlarda kalmıştır. MHP ve ülkücü kuruluşlar
davasında 587 kişi yargılanmıştır, 220 ülkücünün
idamı istenmiş ve 9 ülkücü genç idam edilmiştir. Bu yönüyle,
Milliyetçi Hareket Partisi, bu darbenin ve darbeci zihniyetlerin en büyük
mağdurudur.
Bütün bu soruşturmalar, idam kararları, ölümler,
işkenceler, şüphesiz 12 Eylülde 5 generalin yönetime el
koymasıyla sınırlı bir hadise değildir; 2 generali
yargılamak ise 12 Eylülü yargılamak demek değildir. Çünkü
bütün bunlar, askerî, bürokratik pek çok fail tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu nedenle, darbelerle hesaplaşırken, hesaplaşmanın
sembolik olmaktan öteye geçmesi için darbeye zemin hazırlayan, darbeyi
yapan, darbe zihniyetini sürdüren bütün sistemin ve topyekûn zihniyetin ele
alınması gerekmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, millî egemenliğe ve demokrasiye
aykırı hukuk dışı müdahalelerin siyasi ve hukuki
meşruiyetten yoksun olduğunu her dönemde ifade ettik. Milliyetçi
Hareket Partisinin kurucusu Sayın Alparslan Türkeş "En kötü
demokrasi, en iyi darbe idaresinden daha evladır." şeklinde
demokrasiye bakış açısını engin bir tecrübeyle ortaya
koymuştur.
Biz, getirdiğimiz araştırma önergesinde, bu anlamda,
yalnız darbecileri değil, darbe zihniyetini, darbe süreçlerini ele
alan geniş kapsamlı bir araştırmadan bahsediyoruz. 12 Eylül
1980 darbesinin mağduru olarak 21 Ocak 1993 yılında
verdiğimiz araştırma önergesindeki işkenceler, kötü
müdahaleler, kötü muameleler, yargı sürecine müdahaleler olmak üzere,
belirtilen hususların da araştırma konusu yapılmasını
hukuki ve siyasi meşruiyetin bir gereği olarak düşünüyoruz.
Evet, 21 Ocak 1993 tarihinde, Milliyetçi Hareket Partisine mensup
milletvekilleri, 1980-83 dönemi arasında yapılan işkencelerin
soruşturulmasını burada istemiş ama maalesef Türkiye
Cumhuriyeti devleti bu işkencelerin sorumluları hakkında bugüne
kadar adım atmamıştır.
Esasen 12 Eylülün yargılanma sürecinde de 2010 referandumunda
getirilen ve geçici 15inci maddenin kaldırılmasına yönelik
tartışmaların olduğu bir dönemde de Milliyetçi Hareket
Partisi sadece bunun kaldırılmasının değil fakat
aynı zamanda yargılamasının tamam yapılabilmesi için
bir önerge vermiş olmasına rağmen maalesef bu önergeler kabul
edilmemiştir. 12 Eylül 1980 darbesinin münhasıran
yargılanmasına yönelik bir iradenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edilmemiş olmasını da son derece yadırgatıcı
bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Eğer o gün münhasıran
yargılanmasına yönelik bir değişiklik
yapılmış olsaydı, bugün bu darbecilerin savunduğu
labirentlerin oluşturduğu boşluklar bir savunma gerekçesi olarak
ortaya konamayacaktı. Ne yazıktır ki, maalesef, 12 Eylül 1980
darbesini münhasıran yargılamaya yönelik bu önergenin reddedilmesi,
esasen, bugün, 12 Eylül 1980 darbesinin yargılanması hakkında
ortaya çıkabilecek sonuçları da gösterebilmektedir. Bu bakımdan,
biz, 12 Eylül 1980 darbe sürecini sadece 2 generale indirgeyerek
yargılamanın, açıkçası, bu yönleriyle
kapatılmasını, sürecin bu yönleriyle
kapatılmasını doğru bulmuyoruz.
Değerli milletvekilleri, askerî bürokrasi, zaman zaman Türk siyasi
hayatını, tarih boyunca siyasetin sınırlarını
zorlayan, onun alan genişletmesini engelleyen bir parametre olarak
bugünlere kadar etkisini sürdürmüştür. Yalnız, millet iradesine
dayalı demokrasiyi sadece asker-sivil ilişkileri kapsamında
irdelemek kâfi değildir. Demokrasi üzerinde tehdit oluşturan zihniyetleri
yalnızca siyaset dışında aramak ve dikkatleri yalnızca
bu yöne çekmek bu konudaki tarihî tecrübelerimizi göz ardı etmek
olacaktır. Bu kapsamda, yargının, siyasi gücün etkisi
altına alınması, medyanın özgürlüğünün önündeki fiilî
engeller, demokraside denge ve denetim kanallarının
tıkanması, eleştiri ve muhalefet imkânlarının fiilî
kısıtlanması gibi hususların da ayrıca zikredilmesi
gerekmektedir. Toplumsal tercihlerin oluşmasında son derece önemli
olan siyasi ve toplumsal muhalefet ve eleştirilerin, şu ya da bu
şekilde korku tüneli içine sokulması veya böyle bir algı
oluşturmasının da demokratik sürecin
sağlığını etkilediği gayet açıktır.
Ülkemizin politik geçmişinin bize kazandırdıkları,
tehlikenin yalnızca siyaset dışından değil,
yanlış siyaset ve demokrasi algısının da en az darbeci
zihniyetler kadar demokrasimize zarar verebileceğini işaret
etmektedir. Muhalefetin yaşamasına ve kendisini geliştirmesine
imkân tanımayan, tahammül göstermeyen sistemleri demokratik parlamenter
rejim, bu anlayış sahiplerini de demokrat olarak tanımlamak
mümkün değildir.
Bu itibarla, demokrasiyi yaşatmanın yolu, sadece dış
müdahale kanallarını kapatmaktan değil, bunun yanında
diğer siyasal görüşleri de dinlemeyi öğrenmiş, farklı
düşüncelere saygı gösteren, onların haklı olabileceğine
ihtimal veren köklü bir demokratik dönüşüm zihniyetinden geçmektedir.
Kendi dışındaki tercihleri yok sayan bu siyasal
körlüğün, demokratik hayatımıza tıpkı
dışarıdan olduğu gibi içeriden de darbe
vuracağını anlamak ve bilmek gerekmektedir. Burada esas, ele
geçirme psikolojisinden sıyrılmak Olursa benim olsun, benim
dediğim olsun. zihniyetinden bir an önce arınmak
olmalıdır. Bütün müdahale arayışları, demokratik
sisteme olan güvenin zayıflaması ile artacak ve toplumsal destek
bulacak, demokrasiye olan inancın artması ile son bulacaktır. Bu
nedenle, milletimiz nezdinde siyasi sisteme karşı duyulan
güvensizliğin tohumlarını ekmekten, itici,
uzaklaştırıcı, aşağılayıcı
tavırlardan kaçınmak siyasetçinin temel görevlerinden biridir.
Demokrasiye ve millet egemenliğine müdahalelerin siyasal sonuçlar
doğurduğu açıktır. Gerçekten, her bir darbe öncesi ve
sonrasında darbenin bir siyasal ve ideolojik tercihleri her zaman
olmuştur. Bu bakımdan, bu süreçlerde siyasal aktörlerin etkileri de
ele alınmalıdır. 1960, 1980 ve 28 Şubat süreci gibi darbe
ve müdahaleler sonucu oluşan yeni siyasal yapılanmanın
doğurduğu sonuçların ve dönüşümün etkisi ve sebebi de
incelenmelidir.
Darbelerle siyasi partilerin oluşturduğu ana siyaset
mecraları yok sayılmıştır, tecrübeler yok
sayılmıştır, halkın tercihleri köklü ve tecrübeli
siyasi hareketler yerine konjonktürel siyasi hareketlere
yönlendirilmiştir. Böyle bir yapısal gelişme, demokrasinin
vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri etkilemiş, siyasi
partilerin halkla kurumsal ilişkilerinin ve halka karşı
sorumluluğunun yerine, daha dar anlamda kişisel veya grupsal sorumluluklar
etkin olmuştur. İşte böylesine bir durum, seferber edilen seçmen
kitleleri oluşturmaya yönelik bir siyaset anlayışını
da beraberinde getirmiştir.
Bu anlamda 28 Şubat süreci sonrasındaki siyasi
yapılanmalar, 27 Nisan sonrasında 4 Mayıs 2007de Dolmabahçede
yapılan görüşmeler, müdahalelerin ve müdahale girişimlerinin
ortaya çıkmasını açıklığa kavuşturabilecek
niteliktedir.
Demokratik süreç ve yönetim anlayışına yönelik
müdahalelerin sadece ülke içinde güç paylaşımı
arayışından kaynaklanmadığını, aynı
zamanda bu süreçlere dış unsurların etkisinin de göz ardı
edilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. 12 Eylül 1980 darbesini bizim
çocuklar diyerek algılayan dış çevrelerin, uluslararası
güç dengesi içerisinde Türkiyeyi içindeki güçlerle kontrol etme amaçlarını
araştırmaya konu süreçlerden arındırmak mümkün
değildir.
Özellikle son zamanlarda demokrasiye müdahale adı altında
ortaya çıkan birtakım planların, varlığı ya da
yokluğu dava konusu yapılan bu planların ortaya
çıkış süreci, akamete uğrayışı, bütün
bunların bütün bu süreçlerde ele alınması gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
OKTAY VURAL (Devamla) Şüphesiz bütün bu süreçlerin, aynı
zamanda Türkiyenin siyasal rekabet sürecine de müdahale olduğunu görmemiz
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türk devlet felsefesi, millî
bütünleşme ve millî demokrasi ülküsüne dayanır. Demokrasi, milletin
siyasi, kültürel ve iktisadi yönetime katılması, siyasi, kültürel ve
iktisadi hâkimiyetin millete ait olmasıdır. Demokrasinin
kökleşmesi ve gerçek anlamıyla millî egemenliğin tesisi ancak ve
ancak böyle bir yapı içerisinde mümkün olabilir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bütün bu darbe süreçleri içerisinde
ve bütün bu süreçlerin toplum ve devlet hayatımız üzerinde meydana
getirdiği tahribatın ortaya konulması, maddi ve manevi
zararların, mağduriyetlerin ve hak ihlallerinin bütüncül bir
şekilde araştırılması ve müdahalelerle karşı
karşıya kalınmaması, gerekli tedbirlerin alınması
için Meclis araştırması yapılması amacıyla
verdiğimiz bu önerge doğrultusunda, diğer siyasi partilerle bir
komisyon kurulmasına yönelik bir iradenin belirlemesini milletin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OKTAY VURAL (Devamla) -
bir zaferi olarak gördüğümü ifade
ediyorum.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP, AK PARTİ ve
CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Vural.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk.
Buyurunuz Sayın Öztürk. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile demokrasiyi kesintiye uğratan tamamlanmış ve girişim
niteliğindeki sivil ya da askerî darbeler ile sonrası
uygulamaların, demokrasi dışı, toplumu terörize eden tüm
vesayet sistemlerinin ve bunları önceleyen olay ve olguların
araştırılması ve sorumluların tespiti amacıyla
görüşülmekte olan Meclis araştırması üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türk Dil Kurumuna
baktığımızda, darbe, bir ülkede baskı kurarak, zor
kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme ya da
rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işidir.
Anayasamızda egemenlik kayıtsız ve şartsız
milletindir. Millet, kayıtsız ve şartsız sahip olduğu
bu egemenliği yine Anayasada belirtilen yetkili organları eliyle
kullanır. Milletin kayıtsız ve şartsız sahip olduğu
egemenliği yetkili organlardan biriyle kullanmasını önlemeye
yönelik her eylem darbedir ve demokrasiyi kesintiye uğratan her eylem
darbedir. Darbenin sağı solu ya da askeri sivili, hepsi
aynıdır yani Askerî darbeler kötüdür, sivil darbeler iyidir.
şeklindeki algı doğru değildir.
Sayın Bakan -konuşmasını dikkatle izledim-
Türkiye'de darbe döneminin kapandığını söyledi. Eğer
Türkiye'de darbe döneminin kapandığı lafıyla kastetmek
istediği askerî darbe döneminin kapadığı ise bu
doğrudur ancak askerî darbe dönemini aratacak uygulamaların yani
sivil darbenin eseri olan uygulamaların kapandığını
söylememiz mümkün değildir.
Bu önerge
görüşülürken, 12 Eylül 1980 darbesinin oluşmasına neden olan ve
o 12 Eylül 1980 darbesinin işaret fişeği olan, örneğin, 16
Mart 1978 olaylarının araştırılması, 1 Mayıs
1977, Taksimdeki kanlı 1 Mayısın
araştırılmasına ilişkin önergelerimiz var idi. Bu
önergeleri acaba bu önergeyle neden birleştirmediniz? Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu bu önergelerin konuşulmasını
sırasında, her seferinde reddetti. Bu önergelerin
araştırılmasını neden kabul etmedi?
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye'de yapılan ister askerî isterse sivil
darbeler sonucu her seferinde faşist yönetim biçimi egemen olmuştur
yani darbeler sonucunda faşizm Türkiye'de bir yönetim biçimi olarak
gelmiştir. Faşizm nedir? Faşizm, diktatörlükler içerisinde en
kanlı, en ırkçı, en şoven, en saldırgan olan bir
yönetim biçimidir yani bilimsel anlamıyla, gerçekten, sermayenin kendi tahakkümünü
kurabilmesi için emekçi halk üzerinde,
genel olarak halk üzerinde kurduğu en kanlı diktatörlüktür.
Dün
yapılanları bugün ayıplamak, bugün karşı çıkmak
çok kolaycı bir yol. Bununla, dün yapılanlara karşı
çıkmayı küçümsemiyorum. Elbette ki dün yapılan
haksızlık ve hukuksuzluklara bugün de olsa karşı
çıkmak önemli sayılacak bir konudur ama bundan daha önemlisi, bugün
yapılan eylem ve işlemlere, haksızlık ve hukuksuzlara
karşı çıkabilmek daha önemlidir.
12 Eylül 1980 darbesinin ya da 12 Mart 1971 hareketinin ya da 28
Şubat sürecinin ya da 18 Nisan bildirisinin, 1960 hareketinin
yapıldığı sırada susanlar, bugünkü hareketlere
karşı susanlarla aynı zihniyettir. Bizim, bugün yapılan
-emekçi halk üzerinde yapılan, muhalefet üzerinde yapılan- baskılara,
saldırılara karşı çıkmamız için bir otuz sene mi
gerekecek?
Değerli arkadaşlarım, Türkiyede darbelerin nedeni
konusunda toplumdaki yaygın kanı, Ülkemizdeki faaliyetiyle hükûmetleri
devirip sivil ya da askerî darbelerle anayasal demokratik düzeni işlemez
hâle getirdiği, sosyal, kültürel, etnik, dinî, mezhepsel gibi
farklılıkları ve yaraları kaşıyarak halkı
birbiriyle çatıştırıp, cinayet ve katliamlarla ülkede kaos
yaratıp istediği yönetimleri işbaşına geçirdiği
söylenen emperyalizmin yasa dışı örgütü kontrgerillanın
karanlık faaliyeti olduğu şeklindedir.
Sivil ya da askerî tüm darbeleri hukuk sınırları içinde
sorgulamak ve darbe rejimleriyle hesaplaşmak, bir demokrasinin koşulu
olduğu kadar, emperyalizmle hesaplaşmanın da ön koşuludur.
Askerî darbenin soruşturulmasını isteyen Adalet ve
Kalkınma Partisi İktidarı, nedense, sivil darbeler konusunda
çekingen davranmaktadır, korkak davranmaktadır, ürkek
davranmaktadır. 1980-1983 süresinde çıkartılan kanunlardan ve bu
kanunların yarattığı sistemden en çok yararlanan parti
Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı olmuştur.
Askerî darbeyi soruşturmak ve araştırmak demek,
darbelerin demokrasi üzerinde yarattığı etkiyi ve
insanların yaşantıları üzerindeki etkiyi soruşturmak,
araştırmak demektir, darbe hukukunu bütünüyle ortadan kaldırmak
demektir ve gerçekten 12 Eylül politikalarını sorunsuz uygulamak için
toplumu kurban edenlerin gerçek yüzlerini ortaya koymak demektir. Gerçekten
toplumu kurban edenlerin gerçek yüzleri ortaya konmadan darbeyle hesaplaşıldığı
yalanıyla arınmak mümkün değildir. 12 Eylülün asıl gizemi,
12 Martın asıl gizemi, 28 Şubatın asıl gizemi, 60
hareketinin asıl nedenleri çözülmeden, bunlar araştırılmadan
ve sırf darbe rantını yiyenlerden hesap sorulmadan, tüm
sorumlular ortaya çıkarılmadan, yalnızca 3-5 tane darbeci
generali yargılanıyormuş gibi göstererek darbelerden hesap
sorulmaz.
Gerçekten Türkiyeyi emperyalizmin sınırsız güdümüne
sokan ve toplumu sindiren zihniyettir bu zihniyet ve darbenin gerçek
nedenlerini yargılamadan, 2 generali yargılayarak darbeyle
hesaplaşmak bir illüzyondan öteye geçemeyecektir.
AHMET YENİ (Samsun) Niye müdahil oldunuz?
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Bugünkü sivil darbe döneminin
hazırlayıcısı olan ve yaşadığımız
Bask benzeri baskı rejiminin, devlet güvenlik mahkemelerinin ve onun ruh
ikizi özel yetkili mahkemelerin mimarı olan bugünkü siyasal iktidarın
meşruiyetinin kaynağı olan askerî darbe eğer
yargılanacaksa, bu, göstermelik, yasak savma kabilinden
yapılmamalıdır. Bu nedenle, yapılacak olaylarda, yargılamalarda
Adalet ve Kalkınma Partisinin son on yıllık politikaları
bence sorgulanmalıdır.
Bugünkü siyasi iktidar 12 Eylül 1980 rejiminin muktedir çocuğudur
değerli arkadaşlarım ve bu İktidar, Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarı 12 Eylül 1980den beslenen bir iktidardır
siyasi olarak. Darbeyi sadece askerler yapmaz. İkide bir, darbeyi
askerlerin yaptığı bir eylem olarak sunmak darbeyi gizlemektir,
sivil darbeyi gizlemektir.
Şimdi, tarihimize bakacak olursak, 19 Nisan 1960 tarihli Milliyet
gazetesinin manşeti şuydu: Her türlü siyasi faaliyet durduruldu. Bu
kararı alan Tahkikat Komisyonunun, Başbakanın Adliye
işleyemez hâle geldi. sözleri üzerine Mecliste Demokrat Parti
oylarıyla kurulması üzerine yazılmış bir karardı.
Neydi bu Komisyonun görevi, ne tür kararlar aldı? Anayasa Mahkemesinin
kurulmasına neden olan bu Komisyon nedir?
27 Ekim 1957 seçimleri üzerinden iki yılı aşkın bir
süre geçince Cumhuriyet Halk Partisi lideri İsmet İnönü Anadolu
gezisine çıktı. İstanbulda, Konyada, Uşakta, Kayseride
ve İskenderunda olaylar çıktı. Polisler İnönüyü
karşılamak isteyen halkı zor kullanarak dağıttı.
Demokrat Parti Meclis Grubu bir bildiri yayımlayarak CHPyi halkı ve
askerî ayaklanmayı kışkırtmakla ve bütün yurtta
yıkıcı grupları kendi çevresine toplamakla suçladı.
Demokrat Parti muhalefeti susturmak istedi, muhalefete karşı yeni
tedbirler alınmasına karar verdi. Alınacak öncelikli tedbir,
Mecliste Tahkikat Komisyonu kurulmasıydı ve 18 Nisan 1960ta Tahkikat
Komisyonu kuruldu.
Tamamı Demokrat Parti milletvekillerinden oluşan 15 üyeli
Komisyonun görevlerine bakınız arkadaşlar: Muhalefet ve
basın aleyhinde ortaya atılan tüm iddiaları bu Komisyon
soruşturacak. Her türlü siyasi faaliyet hakkında önleyici karar almak,
mitingleri, toplantıları yasaklamak bu Komisyonun göreviydi. Her
türlü yayını yasaklamak, yayın organlarının basım
ve dağıtımını durdurmak ve kendilerince gerekli her
belgeye el koymak bu Komisyonun görevleri arasındaydı. Meclis
görüşmeleri ya da önergeler sadece Resmî Gazetede
yayımlanabilecekti. Hükûmet bütün iletişim araçlarından
istediği gibi yararlanabilecekti. Anlaşılacağı üzere,
Komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinden ve mahkemelerden daha güçlüydü,
savcı ve hâkimlerin bütün yetkisini elinde tutuyordu. Öyle ki Komisyonun
alacağı önlem ve kararlar kesin olacak, bu önlem ve kararlara hiçbir
şekilde itiraz edilmeyecekti. Komisyonun karar ve önlemlerine
karşı çıkanlar bir yıldan üç yıla kadar ağır
hapisle cezalandırılacaktı. Komisyon kararlarının icra
ve infazında, sivil ya da asker, hangi görevlinin ihmali görülürse o
kişi altı aydan üç yıla kadar hapsedilecekti ve Komisyonun
kurulur kurulmaz aldığı ilk karar: Partilerin kongre,
toplantı düzenlemeleri, siyasal etkinlikte bulunmaları ve yeni örgüt
kurmaları yasaklandı.
Bu anlayışın, bu kararın 12 Eylül 1980de darbeyi
yapan generallerin Türkiyedeki siyasi faaliyetleri yasaklamakla, mahkemeleri
kapatmakla, aldığı kararla arasında hukuksal olarak ne fark
var arkadaşlar?
En sonunda Milliyet gazetesi 19 Nisan 1960 günü şu manşeti
attı: Her türlü siyasi faaliyet yasaklandı.
Bunu şu nedenle söylüyorum: Bu anlayış, o günün
Sayın Başbakanının, rahmetli Başbakanın Adliye
işlemez hâle gelmiştir. sözlerinin sık sık
tekrarından sonra yapılan eylem ve işlemlerdir. Yani bu, o günkü
yürütme organının yargıdan rahatsız olmasının
getirdiği bir düzenlemedir, bir olaydır. Dolayısıyla, o
Tahkikat Komisyonu ülkede demokrasiyi zaten katletmişti ve o Tahkikat
Komisyonu zaten darbe yapmıştı yani askerî darbeden önce sivil
darbe yapılmıştı.
Haberciler cezaevine gönderildi. 5 kişinin yan yana gelerek
dolaşmasına yasak getirildi. 19 Mayıs törenlerinin
yapılması bile yasaklandı. Mektup ve telgrafa sansür konuldu.
Üniversiteler kapatıldı. Ancak olaylar hiç durmadı, üstelik
çıkan olaylara kan karıştı, Orman Fakültesi öğrencisi
Turan Emeksiz polis kurşunuyla öldürüldü. Sonrasını hep beraber
biliyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisine hâkim olan hükûmetin kuvvetler
ayrılığını bertaraf ederek diktatoryal bir rejim
kurmasının önünde Anayasa Mahkemesinin bir engel
oluşturacağı düşüncesiyle o tarihte Anayasa Mahkemesine
geçiş yapıldı.
Değerli arkadaşlarım, bugüne geldiğimizde, hukuk
devleti dediğimiz zaman, Türkiye bir hukuk devleti midir?
dediğimiz zaman, gerçekten, öncelikle şu sorunun cevabını
vermek zorundayız: Hukuk devleti nedir? Hukuk devleti, temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alındığı, yönetenlerin
her türlü eylem ve işlemlerinin denetime bağlı olduğu,
böylece bireylere hukuk güvenliğinin sağlandığı
devletin adıdır.
2012 Türkiye tablosuna baktığımızda, Türkiye
Cumhuriyetinin yeniden biçimlendirildiği bir gerçektir. Ne yazık ki
bu yeniden biçimlendirme, cumhuriyetimizin demokratikleştirilmesi yerine,
otoriterleştirilmesi yönünde gelişmektedir.
Otoriter rejimlerin en büyük özelliği, demokratik bir rejimle
iş başına gelmiş olmalarına karşın,
yönetimlerinin, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü,
temel hak ve özgürlüklerin korunması gibi demokrasinin olmazsa olmaz
koşullarına uymamalarıdır. Karizmatik bir lider, hukukun
yürütmenin denetimi altına sokulması, muhaliflerin sindirilmesi, halk
desteğine ve ekonomik performansa bağlı bir meşruiyet
arayışı, herkesin telefonunun dinlenmesi değil herkesin
telefonunun dinlendiğine inanması; bu sayılan hususlar bütün
otoriter demokrasilerin ortak özellikleridir. Beni desteklerseniz
yaşarsanız; desteklemezseniz, muhalefet yaparsanız sizi
yaşatmam. söylemi bütün otoriter yönetimlerin ortak ve temel
sloganıdır.
Otoriter demokrasilerde siyasal iktidar meşruiyet kaynağı
olarak halk iradesini gösterirken, halk iradesi sözüyle neyi kastettikleri,
iktidardaki partiye oy veren çoğunluğun iradesi olduğu
açıktır; oysa demokrasilerde çoğunluktan daha ziyade
azınlık önemlidir. Demokrasinin özü olan hukuk devleti, insan
hakları ve azınlığı koruyan bir devlettir. Hukuk
devletini kaldırdığınız takdirde geriye sadece ezilen
azınlık kalır oysa çoğulcu demokrasi,
azınlığın çoğunlukla eşit bir özgürlük
alanına sahip olması demektir.
Otoriter rejimlerin elindeki en önemli meşruiyet kozu ise plebisit
veya referandumdur. Türkiyede siyasal iktidarın sık sık
referanduma gitmekten söz ediyor olması bunun temel göstergesidir.
Referandum, Anayasada yeri olan bir kurum ancak nasıl
kullanıldığına bağlı, manipülasyona veya
yanıltmalara açık bir yöntemdir. Referandum ya da plebisite dayanan
bir demokrasi, kolaylıkla çoğunluğun azınlık üzerinde
egemenlik ve baskı kurmasına pekâlâ dönüşebilecektir.
2002 yılında Türkiye tablosuna
baktığımızda, seçimle işbaşına gelmiş
bir siyasal iktidar var ancak bu siyasal iktidarın demokrasinin özünü
oluşturan hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı,
bağımsız yargı kavramlarıyla arası hiç mi hiç
hoş değil. Türkiyede güçleri elinde toplamak isteyen ve giderek de
toplayan, bunu da başaran bir siyasal iktidar var. Siyasal iktidarın
elinde giderek artan bir güç yoğunlaşması görüyoruz. Türkiye,
hızla güçler ayrılığından güçler birliğine
doğru gitmiştir. Korporatist bir yapı doğuyor. Buna
karşı direnenler ise halk iradesine karşı çıkmakla
suçlanıyor. Bağımsızlığını korumaya
çalışan yargı üzerinde sert mücadeleler yapıldı, yargı
teslim alındı. Bu da Yargı kime hesap veriyor? Millete hesap
vermiyor. Yargı 411 milletvekilinin verdiği oyu yok sayıyor.
denilerek yapıldı, halk yargıya karşı çok açıktan
kışkırtılarak yapıldı.
Türkiyede yargısız ve yasamasız hükûmet etmek isteyen
bir siyasi parti söz konusu. Siyasal iktidar, yetkilerini Anayasadan alan
yargı tarafından denetlenmeyi içine sindiremiyor, kabul edemiyor,
bunun hukuk devletinin olmazsa olmaz bir gereği olduğu onu hiç mi hiç
ilgilendirmiyor. Yargıyı kendi çizgisine çekmek için mücadele verdi,
yargıyı kendi siyasal iradesinin önünde diz çöktürmek için mücadele
verdi ve sonunda, gözünüz aydın, yargı yürütmenin önünde diz
çökmüş vaziyettedir. Bugün, Anayasa Mahkemesi Başkanının
söylediği lafları dikkate alırsak bunu görürüz ve yine,
yıllarca hukukçuluk yapmış Yargıtay eski Başkanı
Sami Selçukun Bugün kimse bana yargı bağımsızdır
dedirttiremez. ifadesini dikkate alırsak yargının nasıl
teslim alındığını görürüz.
Türkiyede basının durumu ortada, iktidarın çizdiği
sınırlar içerisinde ancak özgür olabiliyor. Hukuka aykırı
tutuklamalar, arama ve el koymalar, gizli tanıklar, telefon dinlemeleri
olağan mı olağan sayılıyor. Türkiyedeki iktidar,
iktidarını sınırlayan basın, üniversiteler, yargı
gibi bağımsız kuruluşlara egemen oldu. Gerçekten,
Türkiyede düşünceyi açıklama hakkı ve hürriyeti tek yönlü
olarak yok edildi, kısıtlandı; yergi yönü yasak, övgü ve övgü
düzme yönü sınırsız olarak serbest, hatta ödüllü.
Ne yazık ki ülkemizde hukuk
bağımsızlığını kaybetti ve
siyasallaştı. Adaletten bahsetmek imkânsız hâle geldi.
İleri demokrasi adı altında insan hakları ve özgürlükler
bu ülkede artık yok hükmündedir. Toplum kafaca bölünmüş ve hızla
ayrışmaktadır, hoşgörü tamamen kaybolmuştur. Bunun en
son örneği, Sayın Haberalın, ölmeden önce annesini görmesine ve
onunla helalleşmesine tahammül edemeyen bir siyasi
anlayışın bugün işbaşında olmasıdır.
İdarenin
tasarruflarına güven yok olmuştur. İşsizlik artarak devam
etmektedir. Tecavüzcüler, bölücüler ve insanlığa karşı suç
işlemiş olanlar ve bunları koruyanlar
dışarıdadır, yurtseverler, devrimciler içeridedir. Bal
tutan parmağını yalar. sözüne uygun olarak
hırsızlık ve hortumlama had safhadadır. Hitler
Almanyasına rahmet okutacak faşist uygulama ve yöntemler artık
olağan hâle gelmiştir. Daha vahimi, Adalet ve Kalkınma Partisi
İktidarı döneminde Türkiye, komşularına terör ihraç eden
bir ülke hâline gelmiş, hatta bir bahane ile savaş açmayı
düşünen bir ülke hâline gelmiştir.
Düşünceyi
açıklama hakkı ve hürriyeti tamamen yok olmuştur. İktidarı
eleştirmeye yeltenseniz, halkı kıyama teşvik, kurulu düzeni
yıkma suçu işliyorsunuz. Ekonomik açıdan eleştiriler,
Türkiye'nin itibarını kırma, bozgunculuk olarak
nitelendiriliyor. Dış politikaya ilişkin görüş
açıklasanız, Türkiye'nin dostlarıyla arasına nifak sokma,
Türkiyeyi küçük düşürme suçlamasıyla
karşılaşıyorsunuz. Kimse Sen, iktidara, Adalet ve
Kalkınma Partisi İktidarına, Sayın Recep Tayyip
Erdoğana övgü düzdün, övgüde, yağdanlıkta ileri gittin. diye
sorgulamıyor; tam aksine, bunlara en ufak eleştiri
yaptığınız zaman kendinizi zindanlarda buluyorsunuz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Devamla) Değerli arkadaşlarım, bir ülkede demokrasi
olup olmadığının, bir ülkede demokrasinin kesintiye
uğrayıp uğramadığının tek göstergesi sadece
askerler ya da polis tarafından yönetime müdahale edilmesi değildir; pekâlâ
halkın verdiği egemenlik yetkisini kullanırken de demokrasiyi
kesintiye uğratabilirsiniz. Bir ülkede demokrasinin
varlığını gösteren, hukuk devleti ilkesinin işleyip
işlemediğidir. Bir ülkede iktidarın özgür olması
demokrasinin olduğunu göstermez ama bir ülkede muhalefetin özgür
olması demokrasinin varlığının ilk koşuludur. Bugün,
Türkiyede, Sami Selçukun söylediği gibi
Hiç kimse yargı
bağımsızdır. dedirttiremez diyor. Bugün, Türkiyede bana
da Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir, gerçekten hukuk devletidir.
dedirttiremez değerli arkadaşlarım ve bu çerçevede, gerçekten
biz, ister askerî ister sivil her türlü darbeyle, ister sağ
anlayışla ister sol anlayışla yapılan her türlü
darbeyle hesaplaşacaksak, öncelikle Adalet ve Kalkınma Partisinin
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) -
kendi düşüncesini sorgulaması
gerekiyor; toplumdan intikam alma, toplumu bölme anlayışından
vazgeçmesi gerekiyor.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Konuşmacı, biraz
önce, Partimize, Hükûmetimize, Grubumuza hakaret etmiştir.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Ben hiç hakaret etmedim.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Faşist uygulamalar ve
hırsızlıkla bağlantı kurarak ağır
töhmetlerde bulunmuştur. Sataşmadan dolayı söz istiyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
IX.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün
Adalet ve Kalkınma Partisine, AK PARTİ Grubuna ve Hükûmete
sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Biz bugün, esasında, biraz önceki Sayın
Konuşmacının konuşmasına kadar, darbeleri
konuşuyorduk, darbelerin zararlarını ve bundan sonraki
dönemlerde bir daha tekrarlanmaması için Meclisin iradesinin,
kararlılığının ortaya konulmasını
konuşuyorduk. Ama biraz önceki konuşmacı, çok farklı bir
konuşma yaptı, âdeta, 1960 darbesinin kendi açısından
haklı gerekçelerini ortaya koymaya çalıştı ve hemen hemen
hiçbir darbeyi eleştirmedi, çok yüzeysel bir iki cümleyle geçiştirdi.
Onun dışındaki konuşmalarının ana teması
Askerî darbeler haklıydı, hele 1960 darbesi haklıydı çünkü
o dönemdeki sivil iktidar şöyle şöyle, şunları yaptı.
Şimdi bakın, değerli arkadaşlar, Hükûmetimiz
yaklaşık on yıldan beri iktidarda. Bu süre içerisinde 3 defa
seçim yapıldı. Şimdi, bu uygulamalarla ilgili kararı
onaylamayı milletimiz yaptı, yerine getirdi. Peki, başka bir
öneri var mı? Başka bir alternatif var mı? Sivil iradenin, sivil
yönetimin, işbaşına gelmiş olan hükûmetlerin
icraatlarının millet tarafından tasdik edilmesi ya da edilmemesi
dışında bir öneriniz var mı? Bu konuşmacı
başka önerilerde bulunuyor yani diyor ki: Millet iradesi doğru
değildir, yanlıştır ve dolayısıyla, başka
bir mekanizma olması gerekir. Dolaylı olarak gittiği yer de
askerî darbelerdir ve ihtilallerdir, onların propagandasıdır,
onların destekçisidir. Biz yıllardan beri bunun mücadelesini
veriyoruz zaten. Şu anda da bu mücadeleyi veriyoruz, bu anlayışa
karşı çıkıyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Milletin karşısında olan bu
anlayışa karşı çıkıyoruz, sorun bu zaten.
Evet, bir sivil diktatör, sivil anlayış var; bu, askerî darbelere
çanak tutan anlayıştır, çağrı yapan
anlayıştır
(AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
biraz önce örneğini izlediğiniz, çanak
tutan anlayıştır. Aynı zamanda bunları da
kınıyoruz, bu mücadeleyi bunlara karşı da veriyoruz ve
vermeye de devam edeceğiz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Canikli.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurunuz Sayın Öztürk.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sataştı, söz istiyorum.
BAŞKAN
Efendim?
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sataşmadan söz istiyorum. Daha nasıl sataşacak
ki?
BAŞKAN
Buyurunuz Sayın Öztürk.
2.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürkün,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Sayın Canikli, burada benim tespitlerimde kendi grubuna yönelik hakaret
ettiğim nedeniyle sataşmadan söz aldı ancak kendisi hakaret
etti.
Ali Rıza
Öztürkü hem okul yıllarında hem ondan sonraki dönemde herkes bilir.
Yaşamını darbelerle, faşizmle mücadele içerisinde
geçirmiş bir insandır. Parlamentodaki arkadaşlarımız
da bilir, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız da
bilir. Ben askerî darbelere övgü düzmediğim gibi, aksine -tutanaklar
oradadır- Darbenin askerîsi, sivili olmaz; darbenin sağı, solu
olmaz. dedim. 1960 darbesini de, 12 Mart 1971 darbesini de, 12 Eylül 1980
darbesini de söyledim. Ancak, Sayın Canikli sivil darbeleri
eleştirmemden rahatsız oldu.
Bugün dünyada
demokrasiyi ve özgürlükleri kullanarak iktidara gelenlerin iktidarda kalabilmek
uğruna demokrasiyi ve özgürlükleri nasıl yok ettiğini hepimiz
biliyoruz. Elbette ki Almanyada Hitler iktidara gelirken askerle gelmedi,
onlar da seçimle geldi. Söyledim konuşmamda, Halkın, milletin
kayıtsız ve şartsız sahip olduğu egemenliği
yetkili organlarından biriyle kullanmasını engellemek darbedir.
dedim. Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarında yapılan
uygulamaların bu olduğunu söyledim.
EMRULLAH
İŞLER (Ankara) Millî Şef dönemine bakın. Siz kendi
döneminize bakın.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Devamla) Siz bugün bu ülkede yargı yetkisinin
kullanılmasını engellediniz, yasama yetkisini Başbakana
bağladınız. Siz, asıl, sivil darbelerden
rahatsızsınız Sayın Canikli. Niye sivil darbe kelimesini
ağzınıza almaktan korkuyorsunuz? Almanyada, İtalyada
rejimler kurulurken seçim yoluyla iş başına gelmedi mi?
Dünyayı kana bulayan Hitler silah yoluyla mı geldi? Siz sivil
darbeden söz etmekten niye korkuyorsunuz?
Söylüyorum, askerî darbelere karşı çıkmayan
şerefsizdir; sivil darbelere karşı çıkmayan 1 milyon kere
şerefsizdir!
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, AK PARTİ
dönemindeki uygulamalarla
(AK PARTİ ve CHP sıraları
arasında karşılıklı laf atmalar)
BAŞKAN Bir dakika
Bir dakika, hiç duymadım.
Sayın milletvekilleri, lütfen sakin olunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Askerî darbelere karşı
çıkmayan şerefsiz; sivil darbelere karşı çıkmayan 1
milyon kere şerefsiz!
ŞUAY ALPAY (Elâzığ) Hadi oradan!
BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Canikli.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sen sivil darbelere karşı
çık.
ŞUAY ALPAY (Elâzığ) Hadi oradan!
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Senin nereden beslendiğini
biliyorum ben, sen 12 Eylülden besleniyorsun! Hâlâ onun beslemesisin sen!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen oturunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sen 12 Eylülün çocuğusun!
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayınız,
lütfen
(AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sen 12 Eylül darbesinin çocuğusun.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Ayıp, çok ayıp!
BAŞKAN - Grup Başkan Vekilini dinleyeceğim sayın
milletvekilleri.
Buyurunuz Sayın Canikli.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sivil darbeye de karşı
çık.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Yakışmadı,
yakışmadı.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sivil darbeye de karşı
çık Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Konuşmacı, biraz
önce, Hükûmetimiz dönemindeki icraatlarla Almanyadaki o uygulamaları
karşılaştırarak çok ağır bir hakarette
bulunmuştur Sayın Başkan, söz istiyorum sataşmadan.
BAŞKAN Buyurunuz Sayın Canikli. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Lütfen yeni sataşmalara
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Başkan, ben Almanyadaki
uygulamaları örnek verirken, Almanyada Hitlerin iktidara gelirken
askerle iş başına gelmediğini söyledim yani sivil darbeyi
örnek verdim. Niye rahatsız oluyor?
Niye rahatsız oluyorsunuz, askerle mi geldiniz?
BAŞKAN Şimdi söz verdim.
Buyurunuz Sayın Canikli.
3.- Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin, Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürkün Adalet ve Kalkınma Partisine ve
Hükûmete sataşması nedeniyle konuşması
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; şimdi,
çıkacaksınız
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Seni de bilirler Canikli, beni de
bilirler!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
demokrasinin en vazgeçilmez
unsuru olan seçime karşı çıkacaksınız
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sen 12 Eylülde neredeydin? Neredeydin 12
Eylül rejiminde?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
onu reddedeceksiniz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sen 12 Eylülde neredeydin?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Hükûmet eğer bir
yanlış yapmışsa, onun değerlendirileceği yer
bellidir, kararı verecek olan yer bellidir
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) 12 Eylülden besleneceksin, şimdi de
darbe karşıtlığı yapacaksın!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
merci bellidir; seçim ve
millettir. Bunu kabul etmiyorsunuz, referandumu kabul etmiyorsunuz,
eleştiriyorsunuz çok açık bir şekilde. Bunların hepsinin
ortak özelliği nedir? Milletin kanaatinin, düşüncesinin alınması.
Bunu eleştiriyorsunuz; milleti eleştiriyorsunuz, millet iradesini
eleştiriyorsunuz.
Şunu biliyoruz: Millet iradesiyle probleminiz var.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Canikli, 12 Eylülde neredeydin
sen?
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Yıllardan beri kronik
probleminiz var, bunu biliyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) Sayın Canikli, 12 Eylülde
neredeydin, kime hizmet ediyordun, onu söyle?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) Ne biçim konuşuyorsun!
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) Elbette, eleştiri varsa
eleştirebilirsiniz.
Bugün, bakın, hiçbir hükûmet, hiçbir hükûmet üyesi bugünkü
eleştirildiği kadar eleştirilmemiştir
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sen 12 Eylülde neredeydin?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
eleştirilmeye de devam ediliyor.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sen neredeydin? Sen neredeydin 12 Eylülde? Onu söyle.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Elbette
eleştirilecektir, bu doğaldır ama sivil darbe dediğiniz
nedir? Sivil darbe dediğiniz milletin iradesidir, onu
eleştiriyorsunuz siz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) O zaman Hitler milletin iradesi mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Nasıl böyle bir eleştiride
bulunabilirsiniz? Nasıl millete bu şekilde hakaret edebilirsiniz?
Millete, bütün konuşmanızda tepeden tırnağa kadar hakaret
ediyorsunuz. Bu da milletle olan sorununuzdan kaynaklanıyor. O, bizi
ilgilendirmez.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Hitler milletin iradesi
midir? Sorumun cevabını ver. Hitler, Mussolini milletin iradesi mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ama milletin iradesi burada sonuna kadar
uygulanacaktır, tesis edilecektir ve devam edecektir. Hiç kimse bunu
engelleyemeyecektir.
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) 100 tane gazeteci hapiste.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Siviller de engelleyemeyecektir, niyeti olan
askerler de, onların destekçileri de engelleyemeyecektir.
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sen sivil darbeye karşı mısın, değil
misin; onu söyle?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler)
ALİ RIZA
ÖZTÜRK (Mersin) Sen sivil darbeye karşı mısın değil
misin? Niye söylemiyorsun? Sivil darbenin mimarısın çünkü.
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın
Canikli.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) Sayın Başkan
Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurunuz Sayın Tarhan.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) Açıklama
hakkımızı kullanmak istiyoruz Grup olarak. (CHP ve AK PARTİ
sıraları arasında karşılıklı laf atmalar,
gürültüler)
BAŞKAN
Efendim
Duyamıyorum, anlayamadım efendim
Sayın Tarhan?
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) Sayın
Başkan, açıklama hakkımızı kullanmak istiyoruz çünkü grubumuza
ilişkin bir
BAŞKAN
Grubunuza yönelik olarak
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Bir şey söylemedim Sayın
Başkan, ben bir şey söylemedim, genel ilkelerden bahsettim.
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) Grubumuza
yönelik imalar var, açıklama hakkımı kullanmak istiyorum.
BAŞKAN
Buyurunuz açıklayınız.
Buyurunuz
Sayın Tarhan.
4.- Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhanın,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin CHP Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
EMİNE
ÜLKER TARHAN (Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup
önerimizi dikkatli okumadığınız anlaşılıyor
Sayın Canikli, özellikle sizin. Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile demokrasiyi kesintiye uğratan tamamlanmış ve girişim
niteliğindeki sivil ve askerî darbeler ile sonrası uygulamaların
demokrasi dışı toplumu terörize eden -örneğin, telefon
dinleme gibi- tüm vesayet sistemlerinin ve bunları önceleyen
olayların ve olguların araştırılması ve
sorumluların tespiti amacıyla bir öneride bulunduk, komisyon
kurulması önerisinde bulduk ve siz de kabul ettiniz, birleştirdiniz biliyorsunuz.
Şimdi,
değerli arkadaşlar, 12 Eylül 80den söz ediyoruz, darbelerden söz
ediyoruz, darbe sonrası
açıklamalar
Elimde bir sürü gazete haberi de var, onları vakit
kaybetmemek için getirmedim kimlerin darbeye destek verdiğine
ilişkin. Darbenin iyi çocukları var bu ülkede. Darbenin iyi
çocuklarının bugün iktidar olmasını sağlayan bir sistemdir
darbe aslında. Siyasetin bugüne kadar şekillenmesinde önemli rol
oynayan ve halk iradesinin Parlamentoya yansımasına engel olan yüzde
10 seçim barajı niye kullanılıyor tarafınızca, bunu
soruyorum?
Şu anda anayasal kurumlar olarak üzerine titrediğiniz YÖK ve
baskı aracı olarak kullandığınız YÖK gibi
kurumlar darbenin ürünüdür ve siz bunları hâlâ kullanıyorsunuz ve
kıskançlıkla sahip çıkıyorsunuz, kendileştiriyorsunuz
ve bugünkü sizin döneminiz, 12 Eylül
programının aslında
hızlandırılmış bir tekrarıdır ve bugün bütün
dikkatler 12 Eylül yargılamasına sizin tarafınızdan
çekilirken sizin muhalefeti sindirme, darbe dönemine benzer uygulamalarla
aydınları, gazetecileri susturma, toplumu gericileştirme
politikalarınız 12 Eylülle bağlantısı ve
ortaklığı da açıkça devam etmektedir arkadaşlar. Bunu
hatırlatırım size. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Tarhan.
VIII.-
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön
Görüşmeler (Devam)
1.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık ve 23
milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların demokratik sistemde,
siyasal ve toplumsal yaşamda açtığı etkilerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/236) (Devam)
2.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Giresun Milletvekili
Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, İstanbul
Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve 120
milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların toplumsal, siyasal,
ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin
araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/237) (Devam)
3.-
MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri İzmir Milletvekili Oktay
Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet Şandır'ın, millî egemenlik
ve demokrasiye müdahalelerin toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/238) (Devam)
4.- CHP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan,
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile sivil ve askerî darbelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/239) (Devam)
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Manisa
Milletvekili Selçuk Özdağ.
Buyurunuz Sayın Özdağ. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Manisa) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; darbelerle ilgili Meclis
araştırma önergemiz hakkında AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Eğer şeref kavramı üzerinde siyaset yapacaksak, evet,
askerî darbeleri takbih etmek şerefli bir olaydır. Askerî darbeleri
desteklemek şerefsizliktir ama 28 Şubat postmodern sivil darbeyi
desteklemek de şerefsizliktir efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte yedi
yıl cezaevinde yatmış, hücrelerde tecrit edilmiş, otuz
sekiz gün aralıksız işkencelere tabi tutulmuş, istikbali
elinden alınmış ve bugün idamla yargılandığı
şehirden milletvekili olarak karşınıza gelerek konuşan
bir arkadaşınızım.
Seksen sekiz yıllık cumhuriyet tarihinin son elli
yılı darbeler tarihidir; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28
Şubat ve 27 Nisan muhtıra ve darbeleri Türk demokrasisine ve Türk
ekonomisine çok ama çok büyük zararlar vermiştir.
Bu topraklarda ekonomisi ve siyasi istikrarı orta ölçeğin
altında hiçbir devlet yaşayamamıştır. Buna
imparatorluklar da dâhildir. Bizans, Roma, Selçuklu ve Osmanlı örneklerini
verebiliriz. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu topraklarda tutunmak için
eğitime, ekonomiye, cumhuriyete ve demokrasiye önem vermiş fakat iç
ve dış egemen güçler Türkiye Cumhuriyeti devletini her alanda
geliştirmemek için darbelere tevessül etmişler,
kamplaştırmışlar, kutuplaştırmışlar,
kin ve nefret tohumlarını ekmişlerdir; mezhepsel, etnik ve
ideolojik olarak bizi farklılaştırmışlar ve bu
şekilde orta ölçeğin altına düşürmek istemişlerdir.
Darbeler Türk demokrasisinin ve ülkemizin yakın tarihinin
karanlıkta kalmış dönemleridir. Millet adına ve milletin
huzuru adına yapıldığı iddiasıyla
gerçekleştirilen darbeler sağ veya sol görüş fark etmeksizin
binlerce insanımızın cezaevlerine
kapatıldığı, idam edildiği, işkencelerin
yapıldığı ve istikballerinin ellerinden
alındığı zulüm dönemleridir. Sözde toplumsal huzuru tesis
etmek amacıyla gerçekleştirilen darbeler aynı zamanda Edirneden
Ardahana kadar bütün olarak ülkenin açık hava hapishanesine
dönüştürüldüğü, hiç kimsenin düşüncesini özgürce ifade
edemediği, hatta düşüncenin, bilginin ve dahi gelişmenin
evrensel unsurları olan kitapların suç unsuru sayılması
nedeniyle darbecilerin korkusuyla yakıldığı karartma
dönemleridir.
Değerli milletvekilleri, Türkiyenin
şanssızlığı üzerinde
yaşadığımız coğrafyasından
kaynaklanmaktadır. Bu coğrafyada itibarını, toplumsal
desteğini kaybetmiş bir orduyla
tutunmak mümkün değildir. Onun için, darbe eleştirileri hep
askerin itibarıyla ülkenin geleceğini düşünen bir çerçevenin
içinde kalmıştır. Aslında her darbe eleştirisini
genelleme yaparak Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal kimliğiyle özdeşleştirmek
zaten mümkün değildir. Bu coğrafya ne itibarsız bir orduyu ne de
darbeci bir orduyu kaldırır, ikisi de Türkiyenin intiharı olur.
Ancak sadece askerin itibarı korunarak demokratik düzeni korumak mümkün değildir.
Parlamentonun, siyasi partilerin itibarı da en az askerin itibarı
kadar hatta daha fazla önemlidir.
Demokratik düzenin yaşatılması, yasa dışı
toslamalara karşı korunaklı hâle getirilmesiyle mümkündür.
İtibarsızlaştırılmış bir Meclis toplumu
yönetme, problemleri çözme güç ve kudretini kendinde bulamaz. Parlamentoyu
hırpalayarak siyasetçiyi, itibarsızlaştırarak demokratik
düzeni yaşatmak imkânsızdır. Bu tür davranışlar
darbecilerin ekmeğine yağ sürer. Asıl itibar kırıcı
unsurun dışarıdan yapılan eleştirilerden ziyade yasa
dışı unsurlar karşısında gerekli arınma ve
temizlenme mekanizmalarını işletememekten
kaynaklandığını unutmamalıyız. 1960dan beri üç
darbe, bir o kadar muhtıraya tanık olduk, demokrasi defalarca
kesintiye uğradı.
Elli yıl,
bir millet hayatında çok küçük bir zaman dilimini ihtiva eder. Bu kadar
kısa sürede bu kadar çok yasa dışı müdahaleye muhatap
olmak, darbelerin analizini asker psikolojisini aşan bir zeminde
yapmayı gerekli kılıyor. Bir kurumda niçin bu kadar darbeci
çıkıyor? sorusu, Bu askerler niçin darbe yapmayı düşünüyor?
sualinden daha anlamlıdır. Çünkü o askeri, o düşünceye sevk eden
zemini anlamak bu kurumsal yapının sorgulanmasından geçer.
Gelişmiş
ülkelerin de orduları var, generalleri var, başarılı
kurmayları var ama bu ülkelerde kimse durumdan vazife çıkarıp millî
iradeye müdahale etmiyor, kimse toplumsal eğilimleri küçümsemiyor, kimse
halkına şüphe ve tereddütle bakmıyor; psikolojik yönelimlerinde
bozukluk olanların yönelimleri hiçbir zaman toplum için tehlike olacak
boyutlara ulaşmıyor, bireysel tepkileri toplumsal zeminini
bulamıyor çünkü kurumsal yapı bu tip reaksiyonların kuruma
sirayetine müsaade etmiyor.
Bizde öyle
mi? Birisinin kafası bozuldu mu sâri bir hastalık gibi herkese
bulaşıyor, kişinin hastalığı kurumun
hastalığı ve zaafı hâline gelebiliyor. Kurumsal konum, bu
tür eğilimlerin önünü alacağına bunları tahrik ediyor.
Bireysel bir sorumluluktan söz edebilmek için, öncelikle o kurum, bu tür yasa
dışı iş ve eylemlere cevaz vermemelidir. Bugüne kadar
yapılan darbelerden dolayı açık ve net tavır koyarak Her
türlü darbeye karşıyım. demesi gerekir. Biz 28
Şubatın arkasındayız. diyen bir kurum, kurumsal olarak
eleştirilmeyi hak eder. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Onun için, Bazı generaller
diye başlayan darbe
eleştirileri doğru değil. Sık sık, o bazı
generalleri yetiştirip millete musallat eden zemini sorgulamak
zorundayız. Darbeyle mücadele, sadece birkaç darbecinin takbih edilmesi,
yargılanması demek değildir. Darbelerle mücadele, o darbecileri
yetiştiren sosyal, kültürel, siyasal ve kurumsal zeminin sorgulanması
ve kurutulmasıdır. Bizim sorunumuz zihniyetle, darbeci zihniyetledir
ve bugün yapmak istediğimiz de budur.
Değerli
milletvekilleri, 1960da seçilmiş bir iradeye karşı bir avuç
cuntacı darbe yapmış, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri
cezaevlerine gönderilmiş, işkencelere maruz
kalmışlardır. On yıl bu millete hizmet etmiş olan
Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan
darağaçlarına gönderilmiş ve binlercesi de kör kuyulara
atılıp merdivensiz bırakılmışlardır. O kadar
ki, on yıl bu devlete Başbakanlık yapmış Adnan
Menderes cezaevindeyken millete hizmet aracı olan siyasetten nefret eder
hâle getirilmiş ve Yassıadada şunu söylemiştir: Bir çıksam buradan, bir çıksam. Çine Çayının
yanına gitsem, söğüt ağaçlarının altında bir
uzansam, derin ve deliksiz bir uykuya yatsam. deme lüzumunu hissetmiş ve
Bir daha siyaset yapmayacağım. deme noktasına
getirilmiştir. Hesabı sorulmayan her darbe bir sonraki darbenin
tetikleyicisi olmuştur.
Değerli milletvekilleri, darbelere karşı hukuk
işletilebilse, siyaset kurumu şahsiyetli bir duruş ortaya
koyabilse bugün Türkiye bulunduğu yerin çok ilerisinde olurdu. 12
Martı yapanlar 27 Mayısı yapanların sanık sandalyesine
çıkarılmamasından cesaret aldılar; 12 Eylülü yapanlar 12
Martı yapanlardan hız aldılar; 28 Şubat, 27 Nisan hep
aynı hesap soramayan siyaset kurumunun
pısırıklığından cesaret aldı. Türkiye 27
Mayısı yapanları sanık sandalyesine çıkarabilme
cesaretini gösterebilseydi, bugün milleti canından bezdiren darbeler
dönemi çoktan kapatılmış olacaktı.
Darbecilerden hesap sormak, demokrasiyi tahkim etmenin birinci
şartıdır. İyi darbe yoktur, ne yaparlarsa yapsınlar
bütün darbeler kötüdür. Millete Sen rüşdünü ispat edemedin, biz senden
daha iyi düşünürüz. diyerek, bu gerekçeyle darbelere meşruiyet
kazandırılmak istenilmiştir. Darbelerle mücadele etmek de bir
yoldur, şapkayı alıp gitmek de bir yoldur, en kötü yol
Şapkamı onlara bırakmadım. diye övünmektir.
Bazıları şapkasına sahip çıktığı kadar,
milletin hukukuna sahip çıkamamıştır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Elli yıldır yapılan darbelerin gerekçesi ya kardeş
kavgası ya da irticadır. Dolayısıyla, darbelerle
mücadelenin bir yolu da toplumdaki farklılıkları
derinleştirip keskinleştirmemek, sözün bittiği noktaya
gelmemektir. Her darbe belli bir toplumsal tabana yaslanmıştır,
darbelerin arkasında bazen sağ, bazen de sol vardır. Darbelerle
mücadelenin bir yolu da altındaki toplumsal zemini çekmek, mesnetsiz
bırakmaktır. Bunun yolu da medya ve eğitim yoluyla toplumu
bilgilendirmek, demokrasi bilincini derinleştirmek ve
yaygınlaştırmaktır.
Darbe yapmak suçtur, darbe yapmak için gençler arasında var olan
ideolojik ayrılıkları kışkırtarak şiddete
dönüştürmek daha büyük bir suçtur. 12 Eylül iddianamesi, başta
Maraş olayları olmak üzere bu tip olaylarla doludur. Darbe yapmak
için gençler ölüm mangalarının önüne atılmış, bu
gençlerin akan kanları üzerinden saltanat sürülmüştür. Bugün çok
tartışılan Maraş olaylarının gerçek faillerini,
kışkırtıcılarını kimse bilmiyor, sahnenin
önünde bize gösterilenleri tek gerçek sanma gafletine düşüyor, gerçek
failleri ıskalıyoruz. Malatyada bir bombayla öldürülen Hamit
Fendoğlunun katilleri hâlâ yakalanamadı, bugün
Türkiye, bu kanlı oyunu teşhis edecek olgunluğa
erişmiştir. Açılan davalar, yakın geçmişle ilgili
mahkemeler bunun göstergesidir. 12 Eylül İddianamesi bu olayların
aydınlatılması için iyi bir fırsattır.
Darbelerle
mücadele, aynı zamanda terörle mücadeledir çünkü geçmişte meydana
gelen ve faili meçhul kalan birçok olayın bugün darbeciler tarafından
sahneye konulduğunu biliyoruz. Toplumu darbeye hazırlamak için
bilinçli olarak terör kışkırtılmış, ideolojik
gerilimler tırmandırılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, 12 Eylül boğuşmasının iki değil üç
tarafı vardı. Kaba tasnifle sol, sağ ve darbeciler. Sol da
sağ da darbe mahkemelerinde çok büyük hesap verdiler ama üçüncü taraf
hiçbir bedel ödemedi. Daha 12 Eylül öncesinin doğru dürüst analizini,
olayların perde arkasını, gerçek sebeplerini bile
araştırmış değiliz. Sol-sağ kavgası
kavganın görünen tarafıydı, bir de görünmeyen tarafı var.
İşte bu görünmeyen taraf aydınlatılmadıkça yeni
kavgalar, yeni toplumsal çatışmalar kaçınılmaz olacaktır.
Bugün her
tutuklunun hayatının teminatı hukuk devletidir. Kendisine teslim
edilen canlar, devletin namusudur. Çağdaş dünyadaki anlayış
budur. 12 Eylülde her tutuklu, ölmesi, itlaf edilmesi gereken kuduz bir köpek
gibi görüldü. Evrenin Asmayalım da besleyelim mi? vecizesi bu
bakış tarzının bir ifadesiydi. Beslemektense öldürmek,
darbenin temel prensibi hâline getirilmişti. Bu yüzden
işkencehanelerde, hapishanelerde yüzlerce insan, devleti besleme yükünden
kurtarmak için öldürüldü. Bir nesil, vücudunda, ruhunun
kıvrımlarında darbenin izlerini yaşıyor. Hâlâ
uykuları işkence rüyalarıyla bölünen insanlar var bu ülkede.
Darbelerin yaraladığı, örselediği bir toplum hâline geldik.
Yaşananların zihinlerde bıraktığı acı
tortular, onları yaratanlara karşı merhamet edilmesine mâni
oluyor.
Mesele
kimseden intikam almak değil, milletin hukukunu korumaktır. Bugün
darbecilerin yargılanması demek, milletin geleceğinin korunması
demektir. Darbelerin bu ülkeye maliyetini anlatmaya gerek yok. Darbelerin
hedefi şu veya bu grup, şu veya bu etnik köken değildir,
topyekûn Türk milletidir. Türkiye şeffaflaştıkça, darbe yapan
veya teşebbüs edenlerden hesap sorabilir noktaya geldikçe, bu hevesi
taşıyanların cüret ve cesareti kırılacaktır.
Darbe sadece
işkence, zulüm, mahpushane demek değildir. Meseleyi bu zeminde
tartışmak konuyu küçümsemektir. Elbette insan
hakları ihlalleri önemlidir ama darbe aynı zamanda yeni toplumsal
sorunların temelinin atılması, ekonominin alabora edilmesi, ülke
imkânlarının heder edilmesidir.
Her darbe toplumdaki çatışma
alanlarını yok etme iddiasıyla gelmiştir ama yeni
çatışma alanları ihdas etmiştir. Ayrılıkçı
teröre en büyük istismar malzemesini 12 Eylül cuntası vermiştir.
Sağ-sol bitirilirken yanlış uygulamalarla etnik terör
beslenmiştir. Bugün, izale etmeye
çalıştığımız insan hakları ihlallerinin,
yasakların, dayatmaların çoğu darbelerin bize hediyesidir.
Siyaset kurumu her darbeden sonra darbecilerin bıraktığı
pisliği, tahribatı temizlemekle meşgul olmuş, ülke
enerjisinin büyük kısmı darbelerin bıraktığı
izleri onarmaya harcanmıştır. Darbeler veya kısır
çekişmelerle enerjimizi boşa harcamadığımız zaman
ne oranda yüksek başarı elde ettiğimiz AK PARTİ öncülüğünde
Türkiye'nin son on yılda yaptığı muhteşem
sıçrayışla ortaya çıkmıştır.
12 Eylül darbesinden sonra Kürtçe yasağı konulmasa, Kürt
vatandaşlarımız akıl almaz bir yasakla sistem
dışına itilmese PKK bu ölçüde güçlenir miydi? Doğrusu
şüpheliyim. 28 Şubatta dindar, muhafazakâr, milliyetçi
vatandaşlarımız sistem dışına itilerek başka
bir yanlışa imza atıldı. İnsanlara Bizim demokrasi
anlayışımızda size hayat hakkı yok. dediniz mi
onları demokrasi dışı arayışlara mecbur
etmiş olursunuz. Demokrasilerde senaryoyu halk yazar, rolleri halk
dağıtır, kimin aktör, kimin figüran olacağına halk
karar verir, bütün senaryolar sandıkta yazılır, bütün roller
sandıkta dağıtılır, başka türlü olması da
asla mümkün değildir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Ben darbelerin dış tesirden çok içerideki muhteris asker,
sivil bürokrasinin ihanetinden kaynaklandığına inananlardanım.
Suçluyu dışarıda aramak biraz da içerideki habaseti örtmeye
yarıyor. Kahrolsun ABD, Kahrolsun Avrupa Birliği demek ikide bir
gemi azıya alan yeniçeri şürekâsını korumak demektir.
1960dan beri yapılan darbelerin hiçbirini yabancı güçlerin askeri
yapmadı, ne olduysa, ne yapıldıysa bu topraklarda
yapıldı ve burada yapıldı.
Değerli milletvekilleri, bu darbeler aynı zamanda kendi
mensuplarını da mağdur etmiştir. 27 Mayısta 235
general, 4.171 subay, astsubay; 12 Martta 600e yakın subay, astsubay ve
askerî öğrenci; 12 Eylülde 347 subay, 176 astsubay, 447 askerî
öğrenci; 28 Şubatta 900ü aşkın subay ve astsubay şu
veya bu şekilde ordudan uzaklaştırılmıştır.
Türkiye mutlaka darbelerle, darbecilerle hesaplaşmak
zorundadır. Bunu ilelebet tehir edemeyiz. Bu hesaplaşmanın tehir
edilmesi, yeni darbelerin, isyanların, muhtıraların davet
edilmesidir. Hangi sebep ve gerekçeyle olursa olsun bu aziz millete kalkan el
asla cezasız kalmamalıdır, gerekirse o eller hukuk çerçevesinde
kırılmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde 12 Eylül darbesiyle ilgili yargılama
başladı. Bir döneme damga vuran isimlerin sanık sandalyesine
oturtulması, gölgede kalmış birçok olayın da
aydınlanmasına vesile olacaktır. Meselenin nirengi noktası
da budur. Yargılama sürecinde darbecilerin şiddetin tarafı
olduğunun ispatlanması demek, kamuoyunda darbeler ve 12 Eylül
öncesiyle ilgili tüm yargıların yıkılması,
sağ-sol kavgasıyla ilgili kabullerin yeniden gözden geçirilmesi
demektir.
Millî meseleler duygusal değerlendirmelerin konusu edilemez.
Darbecilerin yaşı, konumu, geçmişi, statüsü, milletin kaderiyle
ilgili bir mevzuda ayrıcalıklı muamele görmenin gerekçesi kabul
edilemez. Aslında her suçlunun kendince bir gerekçesi vardır. Önemli
olan, yapılan iş ve eylemlerin toplum hayatında
yarattığı sonuçlardır. Gelinen nokta, 12 Eylül 2010
referandumunun ne kadar önemli, çıkan neticenin ne kadar değerli
olduğunu gözler önüne seriyor.
Değerli milletvekilleri, referandum, içimizdeki darbe
uzantılarını deşifre eden bir turnusol
kâğıdı işlevini görmüştür. Darbeciler
yargılanır yargılanmaz tartışmaları gerçek
amacı örtme maksadına matuftu. 12 Eylül referandumu
yapıldığında, bazı çevreler ısrarla darbecilerden
hesap sorulamayacağını, 12 Eylül darbesinin zaman
aşımına uğradığını iddia
etmişlerdi. Özel görevli ağır ceza mahkemesinin kabul
ettiği 12 Eylül iddianamesi, bu iddiaların ne kadar mesnetsiz
olduğunu gösterdi.
Değerli milletvekilleri, görüldüğü gibi, olmaz denilen olmuştur.
Bu yargılamalar, yakın geçmişe dair ezberlerin bozulmasına,
tarihin yeniden yazılmasına vesile olacaktır. İşte,
şahsen ben de bu noktada, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği
referandumunda verdiğim evet oyunun, referandumun bir parçası
olduğum evet kampanyasının ve geleceği görmüş
olmanın bahtiyarlığını yaşıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Kin gütmek, geçmişte yaşananları kan davası hâline
getirmek güzel değil, ama çekilen acıları görmezden gelmek, hiç
olmamış gibi davranmak da
doğru değildir. Darbecilerden kim hesap sorabilmiş ki?
savunması bir acziyetin ifadesidir. Demirelin açtığı
darbecilere karşı siyasi acziyet dönemi artık
kapanmalıdır, kapanacaktır ve kapanmaya
başlamıştır. Kaldı ki, askerin de büyük oranda darbeci
muhterislerden rahatsız olduğu bir vakıadır, siyasi
iradenin zayıflığı bu rahatsızlığın
kuvveden fiile geçmesine mâni olmuş, içindeki safraları
atmasını geciktirmiştir.
Batı standartlarında bir demokrasi istiyorsak suçlular kadar
cesur olmalıyız. Siyaset kurumu her darbede şapkayı
alıp gitmek yerine, darbecilerin şapkasını başına
geçirmek yürekliliğini göstermelidir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yönetenler yürekli olursa toplum da
yürekli olur.
Darbeleri araştırmak, yaşam coşkusunu siyasi bir
biçimde kültüre dönüştürmüş milletimizin demokratik olgunluğunun
tescili olacaktır. Darbeleri araştırma komisyonu kurarak bir
yandan babalarımızın ve bizlerin maruz kaldığı
darbelerin hesabını soralım, öbür yandan da
torunlarımızın bir darbeye maruz kalmasına engel
olalım ve ülkemizi sosyal bilinci darbelenmemiş yeni kuşaklara
bırakalım.
Darbecilik ilkelliktir, saygısızlıktır,
gericiliktir, zulümdür; ruhları öldüren, vicdanları karartan, bir
kötü virüs gibi varlığımızı kemiren darbeci
eğilimler hiçbir surette buna ne imkân ne cesaret bulmalıdır.
Siyasilerin patronu yalnızca halktır, herkes bunu iyi bilmelidir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Deniz
Geçmiş ve arkadaşları, Mustafa Pehlivanoğlu, Halil
Esendağ, Selçuk Duracık, Erdal Eren, Uğur Mumcu, Gün Sazak, Abdi
İpekçi, Bahtiyar Aydın, Gaffar Okkan gibi farklı fikirlerden
sayısız insan son elli yılda hayatlarını kaybettiler.
Bunlar elbette birbirlerinden
farklı dünya görüşlerine sahiptiler ama ortak bir yanları
vardı; hepsi ya bu topraklarda öldürüldüler veya bu topraklarda idam
edildiler.
Bu olayların arkasındaki sis perdesinde darbelerin
payının büyük olduğu kanaatindeyiz. Bu sis perdesinin
kaldırılması, öldürülen veya idam edilenlerin kader
ortaklığına ilişkin illiyet bağlarını da
ortaya koyacaktır.
Değerli milletvekilleri, darbeleri araştırma komisyonu
kurulması önerimizin kabulü, bugüne kadar yapılan bütün darbe ve
muhtıraların araştırılması, tüm
ayrıntılarının incelenmesi, karanlık olayların
aydınlatılması, özgür, demokratik ve zengin bir Türkiyenin
inşasında inşallah önemli bir milat ve önemli bir kilometre
taşı olacaktır.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Özdağ.
Sayın Tüzel, buyurunuz.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, darbe ve muhtıralarla ilgili araştırma komisyonu
kurulmasının önemine ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) Çok teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Evet, İç Tüzük gereği söz hakkımız yok
bağımsız bir vekil olarak ama yerimden bir dakika bu konuda
görüşlerimi belirtmek istiyorum.
Tabii, burada Meclis iradesi son derece önemli, bir araştırma
komisyonu kurarak darbe ve muhtıralarla hesaplaşma.
Tabii, burada Hükûmetin de bir iradesi olduğu açık ancak
Hükûmetin, bunu bir siyasi ranta dönüştürmemesi ve ülkemizin gerçekten
yakın tarihinin aydınlatılması, yüzleşilmesi,
darbecilerle yüzleşmek, hesaplaşmak son derece önemli.
Darbelerin tekrarından ve devamcılarından korunmak ve
kurtulmak için yapılması gerekenler var elbette. Bunların
öncesinde gelen de, şimdi muhaliflere dönük açılmış
iddianameler ve yargılamaların önüne geçmektir.
Dolayısıyla, demokratik bir geleceğe hizmet etmesi
arzulanıyorsa bu araştırmadan ve bu sorgulamadan, öncelikle
Hükûmetin, muhaliflerine dönük bu sosyal, siyasal baskılara son vermesi,
Terörle Mücadele Kanununun örneğin, özel yetkili mahkemelerin
örneğin bu yargılamalara son vermesi gerekir.
Bu düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Teşekkür ediyorum izin verdiğiniz için.
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Tüzel.
VIII.- MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) Ön Görüşmeler (Devam)
1.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık ve 23 milletvekilinin, darbeler ve
muhtıraların demokratik sistemde, siyasal ve toplumsal yaşamda
açtığı etkilerin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/236) (Devam)
2.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan
Vekilleri Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kayseri Milletvekili Mustafa
Elitaş, İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı,
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili
Mahir Ünal ve 120 milletvekilinin, darbeler ve muhtıraların toplumsal,
siyasal, ekonomik ve hukuki alanlardaki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/237) (Devam)
3.- MHP Grubu adına Grup Başkan Vekilleri
İzmir Milletvekili Oktay Vural ve Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır'ın, millî egemenlik ve demokrasiye müdahalelerin
toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/238)
(Devam)
4.- CHP Grubu adına Grup
Başkan Vekilleri Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi ve Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına yönelik tüm eylem ve işlemler
ile sivil ve askerî darbelerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/239) (Devam)
BAŞKAN Önerge sahipleri olarak, ilk söz Muş Milletvekili
Sırrı Sakıka aittir.
Buyurunuz Sayın Sakık. (BDP sıralarından
alkışlar)
SIRRI SAKIK (Muş) Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün burada çok önemli bir konuda Parlamentonun
ortaklaşması bizi gelecek adına da umutlandırıyor.
Eğer biz, gerçekten geçmişimizle yüzleşmiş olabilmiş
olsaydık, belki bugün bunları tartışmıyor
olacaktık.
Biz, darbelerin bütününe karşıyız yani 1960lardaki
darbeye de karşıyız, 12 Marta da, 12 Eylüle de, 28 Şubata
da, 27 Nisana da ve 2 Mart darbesinde, burada Parlamento ablukaya
alınmıştı. Askerlerin talimatıyla halkın
iradesinin eline kelepçe vurularak o dönemde halkın iradesi demir ve beton
yığınları arasına hapsedilmişti. Biraz önce AKP
Grubu adına konuşan Arkadaşımız bunu ya görmedi
veyahut da görmemezlikten geldi. Zaten bütün kavgamız da budur, bizimle
ilgili olan konularda ya körsünüz ya sağırsınız. Eğer
2 Mart darbesini bile göremiyorsanız demokrasiden bahsedemezsiniz. 2 Mart
darbesi, sadece burada 8 milletvekilinin Parlamentodan alınıp
tutuklanması değildi, bir iradeye gem vuruluyordu, Kürtlerin
demokratik zeminde hakları gasbediliyordu ve yeni bir süreç
açılıyordu, o sürecin adı da yargısız
infazlardı; aslında infazları yapanlar belliydi. O dönemin
Genelkurmay Başkanı, açık, net bir şekilde çokça televizyon
kanallarında altını çizerek söylüyordu: Ya
alacaksınız onları ya da biz gerekeni yapacağız.
diyorlardı. Parlamentoda benim de içinde bulunduğum 6 milletvekili
arkadaşımızın dokunulmazlıklarını
kaldırarak bizi götürdüler, Kürtlerin demokratik zeminde sesini
kısmaya çalıştılar.
Aslında, eğer Türkiye 1960larla yüzleşmiş
olsaydı 12 Mart olmayacaktı; 12 Martla yüzleşme cesareti
gösterebilmiş olsaydı 12 Eylül olmayacaktı; 12 Eylülle
yüzleşen bir Türkiye 28 Şubatla karşılaşmayacaktı
ve 2 Marttaki darbeyle yüzleşmiş olsaydı 27 Nisan
olmayacaktı.
Sevgili arkadaşlar, bakın, 1960larda Adnan Menderes ve
arkadaşları yargılanırken, o dönemin mahkeme
başkanı kararı açıklarken şunu söylüyor: Sizi buraya
getiren irade böyle istiyordu. O irade belliydi ve Adnan Menderesler idam
edilirken bir gün Adnan Menderesin evinin kapısı
çalınıyor, bir polis geliyor, kapıya idam edildiğine dair
bir ferman asıyor. Bir hafta o ferman Adnan Menderesin
kapısında bekliyor ve Adnan Menderesin çocuklarına bir hafta
sonra bir başka polis geliyor; cellat parası, ip parası ve kefen
parası talep ediyor. O miras üzerine iktidar olan, yıllarca
Türkiye'nin başında bela olan Süleyman Demirel ve
arkadaşları aslında onlarla hesaplaşmaları gerekirken
ne yazık ki, o dönemin siyasal iktidarları askerlerin arka ve ön
bahçelerinden çıkmadılar, askerlerle uzlaştılar, askerlerle
uzlaşarak siyasal iktidarlarını sürdürmeye
çalıştılar.
Kapıya 12 Mart dayandı. 12 Martta masum 3 fidan
darağacına gitti; Deniz Gezmiş ve arkadaşları. Bu
Parlamentonun o ihtilali yapanlardan hesap sorması gerekirken buradan
çığlıklar atıyorlardı, 3e
O aynı Parlamento, o aynı gelenekten gelen siyasal iktidarlar,
Demokrat Parti geleneğinden geldiğini söyleyenler ve sonradan
yıllarca bu ülkede iktidar olanlar yine 2 Mart darbesinde de askerlerin
talebi üzerine ellerini kaldırıyorlardı; önlerinde hiçbir dosya
yoktu, sadece bir talimat vardı. Arkadaşlarımızın
hiçbiri, hiçbirimiz şiddete bulaşmamıştık, demokratik
zeminde siyaset yapıyorduk ve halkın iradesiyle buradaydık.
Sevgili Leyla burada, sadece Kürtlerin ve Türklerin kardeşliği
adına yemin ediyorum. dediği için böyle bir fezleke
hazırlanmıştı. O darbecilerle uzlaşanlar darbecilerden
gelen talimatlar doğrultusunda ellerini kaldırarak bizleri burada
polislere teslim ettiler ve uzun yıllar Kürtlerin demokratik zeminde
seslerini kesmeye çalıştılar. Şimdi, biz onları
tanıyoruz. Giderken ben şapkamı bırakıp mı
gitseydim? Benim başka bir ordum mu var? Bu ordu bu halkın hizmetinde
olacak
Bu ordu bu halkın iradesine saygı gösterecek. Onun içindir
ki biz, hiçbir darbenin arasına bir ayrım koymuyoruz; bütün darbeler
faşisttir, o darbeleri yapanlar da faşisttir. Onun için
yüzleşmeliyiz ve siz samimiyseniz size önemli görevler düşüyor; bugün
oluşacak komisyonlarda evet dört parti uzlaşıyor ama hâlâ 12
Eylülün Anayasasından iktidarlar yaratıyorsunuz, 12 Eylülün Siyasi
Partiler Yasası, Seçim Kanunundan iktidar oluyorsunuz, hâlâ 4 tane lider
bu Parlamentonun kaderinde söz ve karar sahibidir. Bu yasalar Kenan Evrenin
getirdiği yasalardır. Hâlâ Kürtler ve muhalifler Terörle Mücadele
Yasasından dolayı mahkûm oluyorlar. Devlet güvenlik mahkemeleri ve
şimdi özel yetkili mahkemeler, 12 Eylülün, generallerin ürünü değil
mi? Bunlar muhaliflerinizi yargılamıyor mu? Binlerce insan içeride
değil mi? Bugün bizim kadrolarımızdan 8 bin insan bu Terörle
Mücadele Yasasından dolayı içeride değil mi? Eğer
samimiyseniz darbelerle yüzleşmekten önce bu 12 Eylülün
kalıntısı olan YÖKü, Millî Güvenlik Kurulunu, Terörle Mücadele
Yasasını, özel yetkili mahkemeleri derhâl ortadan
kaldırmalısınız, yüzde 10luk barajı derhâl makul bir noktaya
çekmelisiniz. Hazineden -sizin bizden ne fazlalığınız var
Allah rızası için- üç parti, devletin hazinesinden, benim vergimden
para alıyorsunuz. Biz niye almayalım? Yani bir yüzleşmeyse bu
haksızlıkları ortadan kaldırmalısınız ama
bunları yapmadığınız zaman gerçekten sadece buraya
seçmene mesajlar adına çıkıp bunları söylerseniz seçmen de
buna inanmaz. İlk önce bizi inandıracaksınız, bu
Parlamentoyu inandıracaksınız çünkü bu konuda Cumhuriyet Halk
Partisinin ve bizim zaman zaman hem önergelerimiz oldu, kanun tekliflerimiz
oldu. Bunların derhâl hayata geçmesi gerekir.
Eğer, biz, 12 Eylülle ve askerî rejimlerle yüzleşeceksek -12
Eylülün ürünü olan o devlet güvenlik mahkemelerinin verdiği kararlar
vardır; ömür boyu ceza alanlar, idam alanlar, hâlâ otuz yıldır
içeride olan, direnen militanlar ve kadrolar vardır- eğer gerçekten
hesaplaşacaksanız, toplumsal bir uzlaşı için bir genel af
kaçınılmazdır. Eğer sizler mağdursanız, o dönemde
ceza alan ve halen cezaevinde olanlar çok daha büyük mağdurdur ve 12
Eylülün ürünüdür ki hâlâ Kürtler dağlardadırlar. Hâlâ otuz
yıldır çare yoksa yol çaredir, dağ çaredir, zindan çaredir ve
direnerek yaşamlarını sürdüren bir halk, artık bu sorunun
çözülmesini istiyor.
12 Eylül zindanlarından bahsediyoruz ama bugün uygulanan
politikalar, emin olun, 12 Eylül politikalarından, zindan
politikalarından farklı değildir. Bakın, binlerce insan
açlık grevinde. Osmaniyedeki o cezaevindeki zulüm politikalarına hep
birlikte tanıklık ediyoruz. Bunları bir an önce siz
düzenleyebilir, gerekeni yapabilirsiniz. İnsanlık onurunu ayaklar
altından kurtarabiliriz hep birlikte ama bunları yapmadan Biz 12
Eylüllerle, 1960larla, 12 Martlarla, 28 Şubatlarla
hesaplaşıyoruz. derseniz, emin olunuz ki kimse size inanmaz.
Geçmişten bugüne kadar, dünya, nasıl ki militarist güçleriyle,
o ihtilalcileriyle, derin devletleriyle hesaplaştıysa bizim de
hepimizin öyle hesaplaşmamız gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
SIRRI SAKIK (Devamla) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İspanya derin devletiyle hesaplaştı, Yunanistan derin
devletiyle hesaplaştı. Biz de böyle bir sürece girdik ama sadece
Türkiye coğrafyasında yani Fıratın bu tarafında
olanlarla yüzleşmek değil; bu coğrafyanın bir bütününde
halka karşı işlenen o zulüm politikalarıyla yüzleşeceksek,
birlikte, Fıratın o tarafını da buraya dâhil etmek
zorundayız; bunu yapabilirsek başarırız. Ama ben hep
söylüyorum: Gelin hep birlikte bu karanlığa küfür değil, hep
birlikte bir mum yakalım, geleceği birlikte inşa edelim;
Türkiye'nin buna ihtiyacı var.
Bugün nasıl uzlaşıyorsanız, diğer temel
konularda da birlik ve uzlaşı için Parlamentoyu göreve davet
ediyorum, beni dinlediğiniz için de teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.
Mersin Milletvekili Mehmet Şandır.
Buyurunuz Sayın Şandır. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde çok önemli, tarihî bir
oturumu gerçekleştiriyoruz. Muhtemel, altmış yıllık
çok partili demokrasi tarihimizde ilk defa, geriye dönük bir
hesaplaşmanın, bir sorgulamanın müzakeresini birlikte
yapıyoruz. Bana göre çok önemli ama yanlış
başlanılarak tartıştığımız bir konu.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisine
karşı hukuk dışı yollardan yapılan müdahaleleri,
darbeleri en çok Türkiye Büyük Millet Meclisi mesele yapmak durumunda. Bu
konuyu konuşurken bu konuyu konuşanlar önce kendi
pozisyonlarını ifade ederek meseleyi ortaya koymalılar.
Bu sebeple, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, bir irade beyanı
olarak söze başlarken tarihin önünde, milletin önünde çok açık
yüreklilikle şunu söylüyoruz, diyoruz ki: Milletin iradesine, sebebi ne
olursa olsun, sahibi de kim olursa olsun hukuk dışı yollarla
yapılacak bir müdahale olmamalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz buna karşı çıkarız çünkü aslolan millettir ve
millet kendi iradesiyle kendi geleceğini belirleme hakkına sahiptir.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Buna bir
müdahaleyi, sebebi ne olursa olsun, sahibi de kim olursa olsun, tasvip edebilmek,
ona sebep geliştirebilmek, mantık geliştirebilmek kendimizin
inkârı olur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz meseleye böyle
bakıyoruz. Bunu bugün de söylemiyoruz, bunu kuruluşumuzdan bu yana
söylüyoruz. Kurucu Genel Başkanımız merhum Alparslan Türkeşin
bu yönde, tarih olmuş o kadar önemli değerlendirmeleri, sözleri var
ki.
Değerli arkadaşlar, tekrar ediyorum, önemli bir konuyu
tartışıyoruz ama yanlış tartışıyoruz.
Darbeler ve muhtıralara karşı, onun sebeplerini,
sonuçlarını araştırmak üzere bir komisyon kuruyoruz. Niye
pozitif bakmıyorsunuz? Darbe, demokrasiye, milletin iradesine
karşı yapılan bir hukuk dışı müdahale ise biz,
demokrasiyi içselleştirmek, demokrasiyi güçlendirmek, onu
kurumsallaştırmak, ona müdahaleye kimsenin cesaret edememesi için gereken
tedbirleri almayı niye konuşmuyoruz? Bence, bugün burada üzerinde
konuşulması gereken konu geçmişte yaşanan darbelerin
sebeplerini, sorumlularını sorgulamak değil; demokrasiyi
nasıl güçlendirebiliriz, nasıl toplumsallaştırabiliriz,
nasıl bireysel düzeyde içselleştirebiliriz, bunu konuşmamız
lazım. Bu komisyonun adı darbelerle mücadele komisyonu değil
demokrasiyi güçlendirme komisyonu olmalıdır. Doğrusu budur.
Eğer demokrasi gerçekten milletin iradesiyle, kendi geleceğine sahip
çıkma, ona dayalı bir sistem kurmak, ona dayalı bir yapı
kurmak yani Türkiye Büyük Millet Meclisini, siyasi partileri, siyaset kurumunu,
oradan çıkmış olan iktidarı, muhalefeti savunmaksa,
demokrasi buysa, eğer, bunu, biz, adam gibi kurabilsek, işletebilsek,
adam gibi de sahiplenebilsek hiçbir kurum ve kişi demokrasiye yani
milletin iradesine müdahale cesaretini gösteremez.
Burada, bu konuyu konuşan arkadaşlar hamasi konuşmalar
yaptılar. Geçmişi suçlayarak bir yere varılmaz. Milliyetçi
Hareket Partisi olarak söylüyorum, darbelerin en çok zararını
görmüş bir hareket, bir kitle olarak, bir toplum kesimi olarak söylüyorum;
kabuk tutmuş yaraların kaşınmasının bu ülkeye, bu
millete hiç faydası yok. Bu işin en çok zararını gören
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, siyasetçiler olarak, siyasi partiler
olarak, biz, bundan sonrasına tedbiri demokrasiyi güçlendirmede görmezsek
Geçmişi sorguladınız. Nereye kadar
sorgulayacaksınız? Hangi süreçte sorgulayacaksınız?
Ulaştığınız sonuçlar kamu vicdanını rahat
ettirecek mi? Öngörülemeyen sonuçların arkasından koşmak,
siyaset kurumunun, bana göre, işte, geçmişte de ihtilallere,
darbelere sebep olan zafiyetidir.
Değerli arkadaşlar, 12 Eylül ihtilalinin
yargılanması için açılan dava bir irade beyanıdır.
Türk milleti, tüm kurumsal kimliğiyle, Türk siyaset kurumu tüm siyasi
partileriyle buna karşı çıktıklarını müdahil
olmak talebiyle ortaya koymuşlardır. Artık milletin iradesine
hukuk dışı yollardan müdahale etmek kabul edilemez ve suçtur. beyanıdır
bu, bu mahkeme. Bu çok önemli bir hüküm cümlesidir. Buna sahip
çıkmamız lazım ama bana göre bunu yeterli de bulmamız
lazım. Millet kendi iradesine sahip çıkmanın kararını
ortaya koymuştur, buna müdahale edeni yargılama iradesini ortaya
koymuştur. Geçmişte kalmış travmaları günümüze
taşıyarak yeniden bir tartışma ortamı yaratmak,
yeniden bir cepheleşme ortamı yaratmak çok da faydalı
olmayacaktır.
Dolayısıyla, biz siyaset kurumu olarak, milletin iradesini
temsil eden siyaset kurumu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak milletin
iradesini topluma mal edecek, toplumun sahiplenmesini temin edecek tedbirleri
almamız lazım. Alabildiğimizi söylemek mümkün mü? Türkiyede
demokrasi işliyor diyebilmek mümkün mü? Demokrasi dediğimiz hadise
bireyin ve toplumun kendi geleceğine, kendi özgür iradesiyle karar verme
hak ve sorumluluğu olarak bir kültür, bir iman noktasına
getirdiğimizi söyleyebilmek mümkün mü? Siyaset kurumları olarak,
siyasi partiler olarak kendi iç demokrasimizi kurabildik mi? Hâlâ yüzde 10
seçim barajıyla bu milletin kendi geleceğine, kendi özgür iradesiyle
karar verdiğini söyleyebilmek mümkün mü?
Değerli arkadaşlar, hâlâ demokrasinin nimetlerinden
faydalanarak farklılıkları kimlikleştirerek toplumu
ayrıştırmayı bir hak gören anlayışı
durdurabildik mi? Böyle de olunca, darbeleri sorgulamak çok da anlamlı
değil. Bunun üzerinden siyaset yapmak zaten hiç kimseye
yakışmamıştır. Burada hamasi nutuklarla bir yerleri
suçlayarak veya acılarımızı konuşarak
Biz ülkücüler,
Milliyetçi Hareket Partililer bu darbelerin en çok zararını
görmüş, acısını, çilesini çekmiş insanlar olarak, o
çektiğimiz çileyi kimseyle paylaşmaya yanaşmayız. Bu
acı bizim çok özelimiz. Ama onu konuşarak, acındırarak veya
öfkeye dönüştürerek ne yapacağız, demokrasiye sahip mi çıkabiliriz?
Biz, bize düşen görevi yapalım. Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, siyaset kurumu, siyasetçiler olarak eğer demokrasiyi, demokrasi
dediğimiz hadiseyi biz bireysel anlamda içselleştirir, onu topluma
mal eder, bir iman noktasına getirebilirsek hiç kimse milletin iradesine
müdahale etmeye cesaret edemez ama bunu yapmazsak, demokrasi dediğimiz
hadise böyle göstermelik bir oyuna dönüşürse sebeplerini ve
sonuçlarını sorgulamanın hiçbir faydası olmaz. Birileri
darbenin sebeplerini oluşturur, acımasızca oluşturur ve
darbeyi de yapar. Topunuz, tüfeğiniz mi var? Dolayısıyla, biz Milliyetçi
Hareket Partisi olarak; çok önemli bir konu müzakere ediyoruz ama bu müzakere
demokrasiyi nasıl güçlendiririz ortak bağlamında
yapılmalıdır yoksa Darbeleri sorgulayalım... Varız,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, cumhuriyet tarihinde ne kadar darbe,
muhtıra varsa sonuna kadar sorgulamaya varız ama önce kendimizi
sorgulayalım. Siyaset kurumu... Darbelerin sebepleri belli değerli
milletvekilleri. Tarihimizde tüm darbelerin sebepleri dış
projelerdir, dış kaynaklı projelerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Hayhay efendim.
Ne kadar konuşursanız konuşunuz, Türkiyede almak
istedikleri sonucu hasıl edebilmek için darbenin şartlarını
oluşturmuşlardır, kendilerine taşeron da
bulmuşlardır ve her darbe sonrasında Türkiye geriye
gitmiştir. Darbenin sonucu da yıkımdır. Nesini konuşacağız?
Yıkımdır. Yapılması gereken ne? Demokrasiyi
güçlendirmektir; demokrasiyi içselleştirmek, demokrasiyi
kurumsallaştırmak, milletin iradesine müdahaleye kimsenin cesaret
etmesine imkân vermemektir.
Onun için, gelin, bu komisyonu demokrasiyi güçlendirme komisyonu diye
kuralım ve meseleyi o bağlamda sorgulayalım. Çok ilmî de bir
çalışma yapalım, ona dayalı da bir yapılanmayı
Meclisimize getirelim. Bizim teklifimiz budur.
Dolayısıyla, bizim, bu araştırma komisyonuna bu
anlamda destek vereceğimizi de ifade ediyor ve tüm darbecileri, Milliyetçi
Hareket Partisi adına kınıyorum, haklarımızı
helal etmediğimizi de ifade ediyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Şandır.
Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker.
Buyurunuz Sayın Şeker. (CHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞEKER (Gaziantep) Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sevgili arkadaşlar,
1949 yılında emperyalist ülkeler şöyle bir karar
almışlardı: Artık savaşmayacağız. Ne
yapacağız? Sermaye ihraç edeceğiz ve sermaye ihraç
ettiğimiz ülkelerde iş birlikçiler yaratarak yeni dünya düzenini
devam ettireceğiz. Bunu gerçekleştirmek için Türkiye'de de 1950li
yıllarda düğmeye bastılar. Ne yaptılar? Marshall
yardımıyla ve bizi NATOya alacakları vaadiyle Koreye
göndererek ilk adımı attılar. Komünizmle mücadele dernekleri
kurdular. Bu yaşanılan olayların hepsi bizim tarihimizde maalesef
ciddi şekilde araştırılmayan kara bir leke olarak da
durmaktadır.
Geldik, 60
darbesi oldu. Sonra, toplumsal olaylar gelişmeye başladı,
sendikal hareket ciddi bir şekilde ve ciddi anlamda örgütlenme
hayatında yol almaya devam etti. 60lı yıllar boyunca
yayılan özellikle sol hareket toplumsal muhalefetin gelişmesi ve
70li yılların başında eylemlerini artırmasıyla
birlikte 12 Mart 71 Muhtırası gerçekleştirildi, Adalet Partisi
Hükûmeti, Süleyman Demirel Hükûmeti düşürüldü. Ve askerî yönetim, maalesef
muhtıra denilen bu olayın apaçık bir darbe olduğunu da
buradan söylemeden geçemeyeceğim.
74
yılında, sevgili arkadaşlar, o zaman Cumhuriyet Halk Partisi ve
Millî Selamet Partisi İktidarı kuruldu ve yapmamaları gereken
bir şeyi daha yaptılar, Kıbrısa müdahale ettiler ve bu,
emperyalist ülkelerin çok ciddi dikkatini çekti ve emperyalist ülkeler yeniden
bir oyun daha sahneye koydular Türkiye'de. 12 Eylül öncesini bir
hatırlayalım; insanlar öldürülüyor, siyasal mücadele had safhaya
çıkmış, sendikal mücadele artıyor, toplumsal bir muhalefet
oluşuyor, işte emperyalist ülkeler buna da karşı
çıkıyorlardı.
Biz 12 Eylül
darbesini bir faşist darbe olarak söylerken şu anlamda söylüyoruz,
Dimitrovun kitabında faşizm için tarifi aynen şöyle: Tekelci
kapitalizmin ve finans kapitalin en gerici, en şoven, en ırkçı
yönetim biçimi faşizmdir. Sevgili arkadaşlar, benden önce
konuşan hiçbir kimse bahsetmedi, bundan bahsetmek istiyorum: Evet,
gerçekten 12 Eylülden önce ciddi sıkıntılar vardı
ülkemizde; 16 Mart katliamı yaşandı, 1 Mayıs
yaşandı, bunlar hiç soruşturulmadı, bugüne kadar da
failleri ortaya çıkarılmadı. Maalesef, Maraş, Çorum
katliamları yaşandı, faili meçhul cinayetler bu ülkede her gün
işleniyor oldu. Bunların hiçbirisi aydınlığa
kavuşturulmadı, kavuşturulması için de bir adım
atılmadı ve sonuç itibarıyla, o gün, yani 12 Eylül harekatı
yapıldığında, bu ülkede önemli olan birtakım
şeyler vardı. Neydi? Uygulanması gereken ekonomik birtakım
istemler vardı. 24 Ocak kararları, 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik
literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri de içeren bir programdı.
Bunu, mevcut iktidar yapamıyordu, mevcut Parlamento yerine getiremiyordu.
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık
Müsteşarlığına getirdiği Turgut Özala yeni bir
ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve bu program
da kısa sürede hazırlanmıştı. Neydi 24 Ocak
kararları? Yüzde 32,7 oranında devalüasyon yapılması
isteniyordu, günlük kur ilanı uygulamasına gidilmişti, devletin ekonomideki
payını küçülten önlemler alınmış, KİTlerdeki
uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları
sınırlandırılmış, gübre, enerji ve
ulaştırma dışında sübvansiyonlar
kaldırılmış, dış ticaret serbestleştirilmiş,
yurt dışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.
O zaman, Madenî Eşya Sanayicileri Sendikası vardı,
hatırlarsınız.
IMFnin, Dünya Bankasının ve tekellerin istekleriyle bu darbe
yapıldı arkadaşlar. Bu darbe, 4 tane sol görüşlü
öğrenci, 5 tane sağ görüşlü öğrenci için
yapılmadı, ciddi bir toplumsal muhalefet vardı bu ülkede,
sermaye bunu halka karşı yaptı.
Yine, 24 Ocakla 12 Eylül birleştiğinde, aslında, o günkü
beyanatları dinlediğiniz zaman gerçeğin ortaya
çıktığını da görüyoruz sevgili arkadaşlar. Rahmi
Koçun bir açıklaması var, ne diyordu o zaman? 12 Eylül hareketinden
önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık.
Bu da, karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini
gerektiriyordu yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleşiyordu.
Bunu, şimdi, çok hızlı bir şekilde yapmaya
başladık. diyordu. Demek ki, 12 Eylülü hazırlayan en önemli
faktörlerden birisi de mevcut ekonomik sıkıntılardı.
Sevgili arkadaşlar, 12 Eylülün, benim yüreğimde, içimde, çok
ciddi sıkıntılar yaratan, çok unutamadığım bir
günü vardır; o gün 26 Ekim 1980di. O gün Adana Cezaevindeydik. Maalesef,
Serdar Soyergin isimli bir arkadaşımız o gece saat üçü beş
geçe idam edildi. O geceyi hiç unutamıyorum; hepimizde bir korku, ürperti,
yılgınlık hâkim olmaya başladı. Ondan sonra her gün,
işkence yapılan bir cezaevi ortamını
Sanırım,
şimdiden buradan söylemek çok kolay oluyor ama bunların hepsini
yaşadık, o günleri yaşayan arkadaşlarımız da
bunları, maalesef, çok ciddi şekilde sıkıntılar
yaşayarak atlattılar.
Bu idamlar ve 12 Eylülün bilançosunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Evet,
pek çok insan öldürüldü, pek çok insan eşinden, çocuğundan
ayrıldı, işkenceler gördü, cezaevlerinde binlerce insan o
tezgâhlardan geçirildi. Ne için? İşte, biraz önce bahsettiğim
gibi, bu ülkede sermayenin egemenliğini sağlayabilmek için.
Sevgili arkadaşlar, o zaman da gazeteciler cezaevine konuldu, o
zaman da kitaplar yasaklatıldı, o zaman da düşünceye maalesef
engel olundu. Darbe anayasasının en karakteristik hükümlerinden
birisi olan, ciddi şekilde, Adalet Bakanının HSYK Başkanlığı
maalesef bugün de devam etmektedir. O gün kurulan YÖK bugün de maalesef
varlığını devam ettirmektedir. Telefon dinlemeler, tutuklu
gazeteciler, tutuklu milletvekilleri ve yargıdaki aksaklıklar ve
sıkıntılar hâlâ devam etmektedir sevgili arkadaşlar.
Ben 12 Eylülle hesaplaşmayı, doksan yaşına
gelmiş 2 tane generalin yargılanması olarak
algılamıyorum ve böyle de algılamak istemiyorum. Onun için de
müdahil olmadım, şahsım adına söylüyorum. Çünkü o
insanlarla benim hiçbir sorunum yoktur. Onlar maşaydı, onlar maalesef
o gün kullanılan birkaç insandan birisiydi. Asıl bunun
arkasındaki güç önemliydi. Eğer siz 12 Eylülün arkasındaki
Amerikayı göremiyorsanız, bugün dünyayı dizayn etmeye
çalışan Amerikayı göremiyorsanız, eğer Irakta nükleer
silahlar vardır. deyip, Irakı işgal edip milyonlarca insanı
öldüren, sakat bırakan, çocukları babasız, kadınları
eşsiz bırakan yapıyı göremiyorsanız bugün de sadece ve
sadece Kenan Evreni yargılamayı düşünürsünüz.
Oysa 12 Eylül, Kenan Evren değildi arkadaşlar. 12 Eylül, o gün
bizim Anayasamıza sokulan kanunlardı, maddelerdi. Onları
eleştirmemiz gerekiyor. Eğer onları kaldırabilirsek,
eğer bugün bu ülkede demokrasiyi getirmenin en önemli
koşullarından birisi olan özgürlükleri getirebilirsek, insan
haklarına saygıyı getirebilirsek, basılmamış
kitapların ya da kitapların yasaklanmadığı ortamı
sağlayabilirsek, telefon dinlemelerine engel olabilirsek, insanların
keyfî tutuklanmalarına engel olabilirsek işte o zaman 12 Eylülü
yargılamış oluruz.
YÖKü kaldırırsak, Siyasi Partiler Yasasını
değiştirirsek, lider sultasına son verirsek, seçim
yasasındaki antidemokratik uygulamaları ve seçim barajını
kaldırabilirsek işte o zaman 12 Eylülü yargılamış
oluruz. Yoksa 2 tane generali yargılayıp 2 tane generale ceza vererek
12 Eylülle maalesef biz hesaplaşmış olamayacağız sevgili
arkadaşlar.
Hâlâ sendikal örgütlenme önündeki engeller duruyor; hâlâ gençlerimiz,
öğrencilerimiz cebinde dört tane yumurta bulundurdu diye
yargılanabiliyor; ücretsiz, parasız eğitim istedi diye
gençlerimiz yargılanabiliyor. İşte bunları ortadan kaldırabilirsek,
bunları yok edebilirsek 12 Eylülle hesaplaşmış olabiliriz.
Şu anda bu Parlamentonun üyesi olan 8 tane milletvekili Egemenlik
kayıtsız ve şartsız milletindir. yazısının
olduğu bir yerde cezaevinde tutuluyorsa ve tutulmaya da devam edilecekse
işte onlar çıktığı zaman 12 Eylülle
hesaplaşmış olacağız.
YÖKü kaldırdığımız zaman, Millî Güvenlik
Kurulunu kaldırdığımız zaman, generallerin de 657
sayılı Kanuna tabi bir memur olarak sadece
çalışmasını sağladığımız zaman 12
Eylülle hesaplaşmış olacağız. 12 Eylülle
hesaplaşmanın en önemli yollarından birisi de onu getiren mevcut
kanunları tek tek ortadan kaldırarak olacaktır sevgili
arkadaşlar. Yoksa 2 tane generali yargılayarak bir yere varmamız
hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
Sevgili arkadaşlar, yine o günlerde, 1980 yılında, çok
ciddi işkenceden geçen Türkiyedeki binlerce insandan birisi de bendim. O
günleri çok iyi yaşadım, o günlerle ilgili anılarım da hâlâ
taze ama bugün inanıyorum ki
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
MEHMET
ŞEKER (Devamla) Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Ben, burada,
12 Eylülü yapan insanların yargılandığını görmek
için bu kürsüye çıkmadım. Onların da
yargılanmasının, evet, sembolik olarak çok büyük önemi
vardır ama inanın, eğer 12 Eylülün getirdiği
kanunları, 12 Eylülün getirdiği antidemokratik yasaları kaldırmazsak,
demokrasinin önündeki engelleri açmazsak hiçbir şeyi yapamayız.
Bu anlamda bu
araştırma komisyonunun kurulması elbette ki önemli ama
darbelerin oluş sebebini de araştırmak lazım. Darbelerden
etkilenen insanların, darbelerle ilgili sıkıntı yaşayan
insanların mutlaka sorunlarını çözelim ama asıl önemli
olan, asıl bizim barışmamız gereken, toplumla
yüzleştirmemiz gereken şey bu darbeleri ortaya getiren, çıkaran,
maalesef, maddeleri, kanunları değiştiremediğimiz zaman
hiçbir şey yapamayacak olmamızdır.
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Şeker.
İstanbul
Milletvekili Mehmet Doğan Kubat.
Buyurunuz
Sayın Kubat. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET
DOĞAN KUBAT (İstanbul) Sayın Başkanım, çok
değerli milletvekilleri; ülkemizde darbeler ve muhtıraların
hukuki, ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak meydana getirdiği
yıkıcı etkileri belirlemek ve önlemler almak amacıyla
verilmiş ortak önerge lehinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana ülkemizde
demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan birçok antidemokratik
uygulama olmuştur. Baskı kurarak, zor kullanarak ya da başka hukuk
dışı yollarla millet iradesine dayalı hükûmetleri devirmek
isteyenler çeşitli darbe girişimlerinde bulunmuş, bu darbeler
demokrasimizin tarihine kara birer leke olarak geçmiştir.
Üzücü olan
ise, bir kısım siyasilerin, sivil toplum örgütlerinin, basının,
iş dünyasının ve maalesef, üniversite hocalarının bu
antidemokratik süreçlere açık ya da örtülü biçimde destek vermesidir.
Değerli milletvekilleri, darbe ya da muhtıra, silahlı
olarak cebir veya şiddet yoluyla veya silahların gücüne dayanarak
baskı ve sindirme yoluyla millî iradeye yönelmiş hukuk
dışı saldırılardır. Siyasi hayatımızda
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997
tarihlerinde demokrasiye bu türden hukuk dışı müdahaleler
yapılmış, hükûmetler cebir veya şiddet ya da baskı kullanılmak
suretiyle görevlerinden uzaklaştırılmış, millî
iradenin tecelligâhı olan yüce Parlamento lağvedilmiş, yüz
binlerce vatandaşımız mağdur edilmiştir. Keza bu
ülkede başbakan ve bakan konumundaki devlet adamları yapılan
göstermelik yargılamalarla hukuksuz biçimde idam edilmiş,
hafızalardan silinmeyen büyük acılar yaşanmıştır.
Darbe süreçlerinde yasama, yürütme ve Cumhurbaşkanlığı
yetkileri gasbedilmiş, darbeciler tarafından bu yetkiler kullanılmış,
yargı da darbecilerin iradesine uygun hareket edecek şekilde kontrol
altına alınmış ve dizayn edilmiştir. En son 27 Nisan
2007 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, bir
kısım vesilelerle kamuoyunda e-muhtıra olarak
adlandırılan bir bildiriyle millî iradenin işbaşına
getirdiği Hükûmete karşı antidemokratik bir müdahale
teşebbüsünde bulunulmuş ise de sivil otoritenin dirayetli ve
kararlı duruşu sayesinde bu talihsiz girişim akim
kalmıştır.
Darbe sonrası sistem militarist bakış açısıyla
yeniden dizayn edilmiş, antidemokratik rejimin genetik kodları vesayetçi
bir anlayışla yeniden yazılmıştır. Darbe
sonrası üretilen hukuk metinlerinde millî iradenin tercihlerine ve siyasi
partilere karşı aşırı bir güvensizlik ve şüpheli
yaklaşım da açıkça görülmektedir.
Darbecilerin yaptıkları ilk işlerden birisi de kendi yaptıkları
gayrihukuki işlere meşruiyet oluşturacak bir kısım
kılıflar bulmak olmuş, maalesef anlı şanlı hukuk
profesörleri de hukuku ayaklar altına alarak bu sürece katkı vermişlerdir.
27 Mayıs darbesinden sonra darbecilerin bir anayasa hazırlama
hususunda görev verdiği Ordinaryüs Profesör Sıddık Sami Onar ve
ekibinde bulunan İsmet Giritli, Nail Kubalı gibi bir kısım
profesörün hemen 28 Mayıs günü hazırladıkları komisyon
raporunda şu ifadelere yer verilmiştir: Hükûmet ihtiras ve
şahsi nüfuz aleti hâlindeydi. Büyük Millet Meclisi de siyasi iktidar
tarafından şahıs ve zümre menfaatine hizmet eden bir parti grubu
hâline getirilmiş olmak suretiyle fiilen münfesih hâle gelmişti.
Yine darbeciler, darbe sonrası kendilerini güvence altına
alacak antidemokratik hükümleri de Anayasa ve yasalara
yerleştirmişlerdir. Örneğin Anayasanın geçici 4üncü
maddesinde, bu dönemde çıkarılan hiçbir yasanın aleyhine
mahkemeye gidilemeyeceği ifade edilmiştir. Anayasa nizamını,
millî güvenlik ve huzuru bozan fiiller hakkında çıkarılan 38
sayılı Kanunla da 27 Mayıs rejimi aleyhinde konuşmak
beş yıla kadar ağır hapis cezasıyla
cezalandırılması gereken bir suç hâline getirilmiştir. Yine
Siyasi Partiler Kanununun 102 ve 104üncü maddelerinde, siyasi partilerin 27
Mayıs rejimi aleyhine en ufak bir eleştiri yapması dahi
yasaklanmıştır. Bu maddelere göre, 27 Mayıs 1960 devrimini
yapılması gerekli olmayan veya haksız veya gayrimeşru bir
hareket olarak göstermek amacını siyasi partilerin gütmesi mümkün
değildir. 27 Mayıs 60 devriminin amacına
ulaşamadığını veyahut bu devrimin belli siyasi parti
veya partiler lehine yapıldığını ileri sürmek de
yasaklanmıştır.
1982 Anayasasındaki benzer hükümlerden geçici 15inci madde en son
2010 halk oylamasında yüce milletimizin iradesiyle ortadan
kaldırılmış ve bugün, bu darbeciler yargı önünde hesap
vermeye başlamışlardır. Mevcut Siyasi Partiler Kanunumuzda
da keza 12 Eylül harekâtına karşı tutumların
eleştirilmesi yasaklanmıştır.
Değerli milletvekilleri, her darbe, görüldüğü üzere, kendi
hukuksuzluğunu beraberinde getirmiş, olağanüstü
yargılamalar için hukuksuz biçimde olağanüstü mahkemeler
kurulmuştur. Örneğin, 60 darbesiyle 147 üniversite hocası kanun
dışı yollarla üniversiteden
uzaklaştırılmış, 7 bine yakın subay ve general
emekli edilmiş, 520ye yakın hâkim ve savcının görevlerine
son verilmiştir.
12 Mart Muhtırasında
da her ne kadar Parlamento feshedilmemiş ise de bu muhtıranın
muhatabı olan kişiler tarafından teknokrat bir hükûmet
arzulanmış ve maalesef bu gerçekleştirilmiştir. 12 Mart Muhtırası
sonucu Anayasada yapılan değişikliklerle temel hak ve
özgürlükler önemli ölçüde daraltılmış, askerî yargı sivil
yargının aleyhine olacak şekilde genişletilmiştir.
12 Eylülde
-Kenan Evrenin ifadesiyle- Türk Silahlı Kuvvetleri kendi İç Hizmet
Yasası hükümlerine göre üstlendiği Türkiye Cumhuriyetini koruma ve
kollama görevinin gereği olarak devlet yönetimine el koymuş, bütün
yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, Meclis ve hükûmet feshedilmiş,
partilerin faaliyetleri durdurulmuş, DİSK, MİSK ve
bağlı bütün sendikalar ve bütün dernekler kapatılmış,
antidemokratik uygulamalar maalesef bu dönemde de görülmüştür. Darbe
sonrası yapılan ilk beyan, Anayasa, Seçim ve Siyasi Partiler kanunlarının
değiştirilmesi olmuştur ve sistem buna göre dizayn
edilmiştir.
28 Şubatta
da maalesef bir kısım gerekçelerle meşru iktidara
karşı bir muhtıra verilmiştir. Burada, bir bilim
adamının ifadesiyle, paralel başbakan ve paralel meclis
oluşturma çabası oluşmuş, inanç özgürlüğünü azami
ölçüde kısıtlamaya yönelik bir kısım kararlar
alınmıştır.
En son 27
Nisan Bildirisi olarak adlandırılan bildiriyle demokratik,
meşru hükûmete karşı etkileme girişimi
yapılmış ise de sivil otoritenin kararlı ve dik
duruşuyla bu girişim önlenmiştir ve bu açıklama 29
Ağustos 2011 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı
sitesinden kaldırılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, özgürlükçü, demokratik rejimlerde esas olan irade milletin
iradesidir. Bu rejimlerde iktidarlar, millî iradenin tezahür ettiği hür ve
serbest seçimler yoluyla göreve gelir, iktidarın görevde kalması veya
görevden ayrılması da ancak demokrasinin kurum ve kuralları
çerçevesinde mümkün olur. Bunun dışında bir yolu benimsemek
demokratik sistemlerde asla kabul edilemeyecek bir yaklaşımdır.
Darbeler ve
muhtıralar, sebebi ve amacı ne olursa olsun sonucu itibarıyla
demokrasiye, ülkeye ve millete çok ağır bedeller ödeten ve
açıkça suç teşkil eden eylemlerdir. Darbeler, esasen ülkede
demokrasinin, siyasi kültürün, geleneklerin yerleşmesine ve
gelişmesine de bir darbe vurmuştur. Darbelerin içinde bulunan önemli
aktörlerin sonraki yıllarda yayımlanan anılarında da
görüldüğü üzere, darbelerin çözüm olmadığı, ülkeyi onlarca
yıl geriye götürdüğü de itiraf edilmiştir. AK PARTİ,
demokratikleşme, sivilleşme, insan hakları ve hukuk devletinin
bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmesi adına önemli yasal ve
anayasal reformlara, muhalefetimizin de önemli katkılarıyla imza
atmış ve darbe süreçlerinin izlerini silmek için büyük gayret sarf
etmiştir.
Değerli milletvekilleri, darbelerin ve muhtıraların
ülkemizde yol açtığı ekonomik, sosyal, hukuki ve siyasi
tahribatın günümüze de yansıyan görünür ve görünmez etkileri ile
toplum ve bireyler üzerinde meydana getirdiği maddi ve manevi
zararların ve hak ihlallerinin kapsamlı biçimde
araştırılarak alınması gerekli tedbirlerin tespiti
bakımından bir Meclis araştırma komisyonu kurulması
amacıyla verilen bu önergenin, Şafak Türküsünün şairi Nevzat Çelikin
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı/Gözlerim şafak
bekledim/Uzarken ellerim kulağım kirişte/Ölümü özledim anne.
dizelerine yansıdığı gibi Sağmalcılar, Ulucanlar,
Metris, Mamak, Diyarbakır işkencehanelerinde yaşanan
insanlık dışı uygulamalarla ölümü özler hâle getirilen
binlerce insanımızın acılarını bir nebze olsun
hafifletecek adımların atılmasına ve bin yıl
süreceği iddia edilen antidemokratik uygulamalar yerine binlerce yıl
yaşayacak özgürlükçü, demokratik bir hukuk düzeninin Türkiyede
temellerinin sağlamlaştırılmasına vesile olmak
dileğiyle yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Kubat.
Meclis araştırması önergeleri üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir. (Alkışlar)
Şimdi de Meclis araştırmasını yapacak
komisyonun 17 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkan vekili,
sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay
olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Komisyonun
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına geçiyoruz.
1inci
sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun Milletvekili Nurettin Canikli,
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ile
Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
X.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci
sırada yer alan, Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü
sırada yer alan, Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun
Tasarısı ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın; Orman Köylülerinin
Kalkındırılmaları Hakkında Kanun Teklifi; Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan ve Yalova Milletvekili
Muharrem İnce ile 68 Milletvekilinin; 2/B Barışı Kanunu
Teklifi (Orman Sınırları Dışına
Çıkarılan Alanların İdaresi, Değerlendirilmesi ve
Tasarrufu Hakkında Kanun Teklifi); Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin
Türkoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın; Yayla ve Yaylacılık
Kanunu Teklifi ve İçişleri Komisyonu, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
3.- Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun
Tasarısı ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Mersin
Milletvekili Mehmet Şandırın; Orman Köylülerinin Kalkındırılmaları
Hakkında Kanun Teklifi; Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri
İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi, Ankara Milletvekili Emine
Ülker Tarhan ve Yalova Milletvekili Muharrem İnce ile 68 Milletvekilinin;
2/B Barışı Kanunu Teklifi (Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Alanların İdaresi,
Değerlendirilmesi ve Tasarrufu Hakkında Kanun Teklifi); Osmaniye
Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili
Mersin Milletvekili Mehmet Şandırın; Yayla ve Yaylacılık
Kanunu Teklifi ve İçişleri Komisyonu, Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu Raporları (1/563, 2/71, 2/211, 2/417) (S.
Sayısı 198) (X)
BAŞKAN Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 198 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu
tasarı, İç Tüzükün 91inci maddesi kapsamında temel kanun
olarak görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı
ayrı oylanacaktır.
Şimdi tasarının tümü üzerinde, gruplar adına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Seyfettin
Yılmaz konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Yılmaz. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA SEYFETTİN YILMAZ (Adana) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun
Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, bugün milyonlarca vatandaşımızın
beklediği 2/B görüşmelerine başlıyoruz ama ne yazık
ki, her zaman olduğu gibi Orman ve Su İşleri
Bakanımız, kanun tasarısının sahibi yine
başlangıcında yok.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Burada, burada; geliyor.
SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) Yani bu, işi ne kadar ciddiye
aldığının bir göstergesidir.
GÜMRÜK VE TİCARET BAKANI HAYATİ YAZICI (Rize)
Tasarının sahibi Hükûmettir.
TUNCA TOSKAY (Antalya) Teklif. Hükûmet olsa tasarıyla gelirdi.
SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) Ben konuşmanın
başında söylüyorum, muhatabı Orman ve Su İşleri
Bakanıdır Sayın Bakan.
Fakat, bu tasarıda da tartışırken göreceğiz,
Orman ve Su İşleri Bakanlığının bu
tasarının hiçbir yerinde olmadığını
göreceğiz. Orman ve Su İşleri Bakanımız, her zaman olduğu
gibi, yine bütün işleri Maliye Bakanlığına, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğüne aktararak bu süreci atlatmanın gayreti
içerisindeler. Bunu öncelikle ifade edeyim.
Evet,
değerli milletvekilleri, ormanlarımız dünyanın en
değerli doğal kaynaklarıdır. Dünya kara yüzölçümünün yüzde
30u ormanlarla kaplıdır. Dünyamızda hızlı nüfus
artışı, sanayileşme hamleleri ve göç olayları neticesi
hep ormanlarımızın aleyhinde gelişmiş ve bu süreçten
dünya ormanları gibi Avrupa ormanları da etkilenmiştir.
Avrupanın tamamına yakını, yüzde 90a yakını ormanlarla
kaplıyken süreç içerisindeki sanayileşme hamleleri ve nüfus hareketliliği
neticesinde bugün bu oran yüzde 30lar civarına gerilemiş
bulunmaktadır. Bu süreçten Türkiyemiz de aynı şekilde
etkilenmiştir. Anadolu coğrafyasının bin yıl önce
yüzde 70-75i ormanlarla kaplıyken bugün bu oran yüzde 27lere
düşmüştür. Özellikle insanların geçimlerini sağlama
noktasında sanayideki gelişmeler, nüfus hareketindeki
değişiklikler hep ormanlarımızın aleyhine işleyen
süreçleri beraberinde getirmiştir. Bugün dünya yüzölçümünün yüzde 30u
ormanlarla kaplı, Avrupanın yüzde 30u ormanlarla kaplı,
ülkemizin de yüzde 27si ormanlarla kaplıdır ama Türkiye
ormancılığı açısından
baktığımızda dezavantajlı durumumuz, yüzde 27 orman
alanımızın yüzde 50si de bozuk vasıflı
ormanlardır.
Şimdi,
değerli milletvekilleri, 2/B arazilerine baktığımızda:
2/B arazileri nereden çıktı? Şimdi kamuoyunda çok ciddi
endişeler var Acaba ormanlar peşkeş mi çekiliyor? Ormanlar
birilerine satılıyor mu? gibi
Bunlar yıllardır kamuoyu
nezdinde tartışılıyor. 2/B meselesi bugünün meselesi
değildir.
Bakın,
1937 yılında çıkan 3116 sayılı Yasada da 2/B maddesi
vardır yani orman dışına çıkarma vardır. Yine,
1956 yılında 6831 sayılı Orman Kanununun ikinci metninde
de orman dışına çıkarılma yer almıştır.
Hatta bu maddeye göre 1958-1960 yılları arasında 198 bin hektar
alan orman dışına çıkarılmıştır fakat
1960 askerî müdahalesinde Millî Birlik Komitesi Resmî Gazetede yayımlanan
bu 198 bin hektar orman dışına çıkarma
işlemini iptal etmiştir.
2/B Anayasamıza 1961 Anayasasıyla giriyor, 1970
yılında istisna getirilerek 15/10/1961 yılından önce orman
niteliğini kaybeden alanların orman dışına
çıkarılacağı hükmü getiriliyor. Yine 1982
Anayasamızın 169uncu ve 170inci maddeleri orman ve orman
köylülerimizle alakalıdır. Bugüne kadar yaklaşık 450-470
bin hektar civarında ormanlık alan orman dışına
çıkarılmıştır ve kadastrolar
tamamlandığında bu rakamın tahminen 600 bin hektar
civarında olacağı tahmin edilmektedir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, 2/B arazileri
yaklaşık yetmiş yıldır kamuoyu gündemini işgal
etmektedir, zaman içerisinde bütün siyasi partilerin propaganda malzemesi
hâline gelmiştir. Bugün burada Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan
Vekilimiz Mehmet Şandır Bey, yine CHP Grup Başkan Vekili
Hamzaçebi dâhil olmak üzere ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu yani üç
siyasi parti 2/B sorununu çözmek üzere bir ittifak yaptık,
bir siyasi uzlaşmanın içerisine vardık, 2/Byi bu milletin, bu memleketin önündeki bir sorun olma
noktasından çıkaralım diye bir kararlı tutum sergiledik.
İnşallah bu Mecliste bu kararı vererek insanlarımız
beklediği yetmiş seksen yıllık bir problemi beraber
çözmenin gayreti içerisinde oluruz. 2/Byle ilgili daha önce
çalışmalar yapıldı, kanun tasarıları Meclisten de
geçti fakat Anayasa Mahkemesi iptal etti. Biz komisyonlarda söyledik, dedik ki:
Üç siyasi partinin, Mecliste grubu bulunan üç siyasi partinin bu konuda bir
ittifakı varsa gelin anayasal düzenlemeyi de yaparak bu konuyu artık
sorun olmaktan çıkaralım.
Şimdi, milyonlarca vatandaşımız bir beklentinin
içerisine girdi ve bu Meclisimizden, genel bir ittifak olduğu için, büyük
oranda geçeceğini düşünüyoruz. İnşallah Anayasa engeline
takılıp da milletimizin beklentilerini karşılayamayacak
duruma düşmeyelim. Eğer böyle bir duruma düşersek çok ciddi bir
kaos ortamının ve bir belirsizlik ortamının bizi beklediğini
öncelikle belirtmek istiyorum.
Şimdi değerli milletvekilleri, 2/Bye Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak biz evet diyeceğiz fakat komisyonlarda ısrarla
belirttik. Gerek kurulan alt komisyonda gerekse ana komisyonda çekincelerimizi
söyledik Milletimizin beklentileri var. dedik. Tarım Orman Komisyonunda olan üyeler de
vardır. Yüzlerce, binlerce faks geldi. Yani bir kanun
çıkarıyoruz, bu kanunun adına Cumhuriyet Halk Partisi barış
kanunu diyor, Milliyetçi Hareket Partisi bir tasfiye kanunu diyor yani bunun
adı bir barış ve tasfiye kanunu, hep beraber bunu çözmeye
çalışıyoruz. Bunu çözerken biraz daha anlayış ve uyum
içerisinde çalışsaydık vatandaşlarımızın
beklentilerini karşılama noktasında gayretli bir adımı
beraberce atmış olurduk.
Bakın değerli milletvekilleri, şimdi bu kanunun ana
amacı ne? Orman köylülerinin kalkındırılması ve
desteklenmesi ama göreceğiz görüşmeler devam ederken, bu kanun
tasarısında orman köylüsü yok. Nitekim komisyonda
yaptığımız çalışmalarda orman köylüsünün işin
içine sokulması noktasında ciddi önergelerimiz oldu. Niye yok
diyorum bakın değerli milletvekilleri. Bu alanlar nasıl
oluştu? Bu alanlar
Anadolu coğrafyasında fakir fukaradır
orman köylülerimiz. Geçim sıkıntısı çeken orman
köylülerimiz zaman içerisinde ormanlardan açmalar yapmış. Ne zaman
yapmış bu açmaları? Yetmiş yıl, seksen yıl önce
açmış, kimisi elli yıl önce, kimisi kırk yıl önce ve
1950lerde Türkiyede sanayileşme hamlelerinin başlamasıyla
beraber köyden kentlere göçler oluşmuş. Köyden bir aş umuduyla,
iş umuduyla şehirlere giden vatandaşlarımız
başlarını sokacak bir yer aramışlar. Şimdi normal
şartlarda devletin bu köyden şehre göç eden
vatandaşlarımızın ikâmet edeceği,
başlarını sokabileceği imkânları yerine getirmesi
gerekirken ne yazık ki yerine getirilmemiş ve buralar hep oy
deposu olarak değerlendirilmiş. Bu vatandaşlarımız da
şehir merkezlerinde yine başlarını sokacak, ormanın
bir kenarına bir gecekondu yaptırarak
Hatta bu şekilde ilçeler
oluşmuş, mahalleler oluşmuş, binlerce, on binlerce ev
oluşmuş yani 2/B oluşmaları bir imkânsızlık, bir
yetersizlik sonucunda oluşmuş.
Şimdi,
bu artık bir kangren hâline gelmiş, bunu çözelim diyoruz fakat
burada, buradan elde edilecek gelirde orman köylüsüne bir kaynak yok. Buradan
gelecek kaynakların yüzde 90ı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının bütçesine aktarılıyor.
Şimdi,
bunun sıkıntısını çeken, o zor şartlar
altında, o imkânsızlıklar içerisinde evinden
çıktığında ormana eli değen, evinden
çıktığında ormana adımını atan orman
köylüsüyle bundan rant sağlayan kitleyi ve kesimi aynı kategoriye
koyuyoruz. Yani sizin bir dönem Maliye Bakanı
yaptığınız Kemal Unakıtan
Buradan
aldığımız paralarla, artık Avrupada olduğu gibi
Bakın, bugün Avrupa ormanlarında artık kelebeklerin yaşam
alanı planlanıyor ama biz, orman köylülerimizin insanca
yaşayacağı ortamı oluşturamamışız,
böyle bir eksikliğimiz var.
Şimdi,
bakın, buradan elde edilecek geliri büyük ihtimalle İstanbulda
kentsel dönüşümde harcayacaksınız. Şimdi, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı 2005 yılında
İstanbulun geleceğini planlama adı altında
İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi kuruyor.
1/100.000lik ve İstanbulun anayasası denen İstanbul Çevre Düzeni Planını hayata geçiriyor ve burada 550ye
yakın, çoğu akademisyen olmak üzere, bu merkezde insan
çalıştırıyor ve buradan birtakım kararlar
alınıyor, İstanbulun kontrollü bir şekilde büyümesi,
kentin güneyde Marmara ekseninde kademeli bir şekilde büyümesinin
planlanması çıkıyor İstanbul anayasası adı
altında. Fakat, bir sabah bakıyorsunuz Sayın Başbakan bir
talimat veriyor, on yıldır metropoliten merkezinde trilyonlar
harcanarak yapılan çalışmalar bir kenara
bırakılıyor ve Sayın Başbakan çılgın
projeyle beraber Hedefiniz, istikametiniz İstanbulun kuzeyidir -ve tam
aksine bir şeyle- ekseniniz Karadenizdir. diyor ve trilyonlarca para
boşa gidiyor.
Şimdi buradan aldığınız kaynağı da
yine buralara aktarmamızın ne mantığı var, ne
anlayışı var? İstanbul sizin pahalı
oyuncağınız değildir. Fakir fukaranın, garip
gurebanın, orada zor şartlar altında yaşayan orman
köylüsünün paralarının oraya aktarılması doğru bir
yaklaşım değildir. Buradan en aşağı yüzde 50
kaynağın orman köylülerimizin kalkındırılması ve
geliştirilmesiyle ormanlarımızın bakımlarına
harcanması gerektiği kanaatindeyim çünkü bu yerler orman
alanlarından çıkarılan yerlerdir ve Türkiyede 21.222 tane orman
köyünde 7 milyon, 8 milyona yakın vatandaşımız devletin
raporlarına girmiştir, fakirlikleri devlet raporlarıyla tescil
edilmiştir. Bunların hakkının başka yere verilmesini
doğru bulmuyoruz.
Değerli milletvekilleri, yine bu tasarıda
eleştirdiğimiz bir nokta var. Şimdi, birtakım uygulamalar
yapıyoruz, kanun tasarısının birçok metninde göreceksiniz,
idarenin yaptığı işlemlerin birçoğunda hukuk
kurallarının, mahkemeye gitmenin, vatandaşın
hakkını aramasının önüne geçilmiş, mahkemeye gitmesi
kaldırılmış. Şimdi, biz burada bir hukuk
oluşturuyoruz, bu hukuku doğru oluşturmamız gerekir.
Bakın, sizin komisyon üyeleri de, milletvekilleri de yüzlerce telefon
almıştır. Şimdi, burada vatandaşlarımızın
sıkıntıları var, işte Adanadan, Mersinden,
Antalyadan, Muğladan yüzlerce telefon geliyor, diyorlar ki: Rayiç
bedeller belirlenirken çok yüksek belirlendi. Biz orman köylüsü olarak
bunları alma şansına sahip değiliz ama biz bu kanun
tasarısıyla ne getiriyoruz? Diyoruz ki: Zamanı içerisinde bizim belirlediğimiz
fiyatlarla bunları alırsanız alırsınız,
almazsanız genel hükümlere tabi tutarız. Yani bu şekilde
vatandaşı mağdur edecek bir madde var bu kanun
tasarısında.
Şimdi,
hızlı ilerlemek isteyebiliriz, çabuk hareket etmek isteyebiliriz ama
bu işi yaparken adaleti yerine getirmek zorundayız. Vatandaşımızın,
orman köylümüzün hukukunu korumak zorundayız. Eğer
vatandaşın hak arama özgürlüğünü elinden alırsak
vatandaşımız kendini ötelenmiş şekilde hissedecektir.
Yani bunları getirsek ne olur? Yani vatandaşımız
hakkını arasa... Rayiç bedel çok yüksek. diyor. Örneği var,
Mersinden bir vatandaşımız, yarım saat, bir saat önce
aradı. Diyor ki: Benim civarımdaki yerlerin fiyatı, dönümü 10
lirayken, benim buraya 50 lira rayiç bedeli belirlemiş. Tapulu yerler 10
lira, yanında belirlenen yer 50 lira. Vatandaş bunu nasıl
alacak? Böyle yüzlerce yer var. Gelin, burada bu
yanlışlıkları ortadan giderelim. Eğer bir
çalışma yapıyorsak, bir barış kanunuysa, bir tasfiye
kanunuysa bütün kesimleri memnun etme gibi bir zorunluluğumuz mevcuttur.
Şimdi
Sayın Bakan geldi herhâlde.
Bakın,
şunu ifade etmek istiyorum: Bugün, biraz önce söyledim,
ormanlarımızın yüzde 50si bozuk vasıflı ormanlardan
ibaret. Ormanların artık odun üretimi dışında
diğer fonksiyonel ürünlerinin dünyada önem kazandığı bir
süreci yaşıyoruz. Maddi gelirlerinin yanı sıra fonksiyonel
gelirlerinin maddi gelirlerinden 2 bin veya 20 bin kat daha fazla olduğu
bilim adamlarımızca tespit edilmiş. Bizim ormanlarımızın
yüzde 50si bozuk vasıflı ormanlar. Bir örnek vereyim,
Değerli milletvekilleri, bu 2/B Yasa Tasarısının bu
Bakan zamanında çıkmasını bir talihsizlik olarak görüyorum
çünkü Sayın Bakan, orman teşkilatının bugüne kadar ne kadar
kazanımı varsa yok etmenin gayreti içerisine giren bir bakan yani bir
noktada mirasyedi şeklinde hareket eden bir bakanla
çalışıyor şu anda Hükûmet.
Size bir örnek vereceğim ve Sayın Bakandan
cevaplandırılmasını isteyeceğim. Bakın, 1996-2007
yılları arasında -İstanbul milletvekilleri iyi bilir-
Kemerburgaz bölgesinde maden sahalarının rehabilitasyonu için
hafriyat dökülüyor, üzerleri düzenleniyor ve yeniden
ağaçlandırılıyordu. Bunu bizim
meslektaşlarımız yapıyordu orman teşkilatında
çalışan ve yılda 15-20 trilyon gibi ciddi bir kaynağa
sahipti. Bu kaynakla da ormanların varlığının ve
gelişiminin artırılması noktasında bir gayretin
içerisindeydi. Ne zaman ki Sayın Bakanımız göreve geldi, 2007
yılında bu alanları İstanbul Büyükşehir Belediyesine
devretti, bununla ilgili kanunda da değişiklik yapıldı.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) Sayın Vekilim, kanun bu, kanun.
SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) Sayın Bakan, evet sizin
zamanınızda çıktı.
Şimdi ben bir şey soracağım, grup başkan
vekilleri mi cevaplar, Sayın Bakan mı cevaplar, cevabını
istiyorum. Afyon Şuhut doğumlu, kendisinin yeğeni konumunda olan
birisi önce Çevre ve Orman Bakanlığına Özel Kalemde memur olarak
başlatılıyor bakın ve akabinde bir müddet sonra,
İstanbulda toprak dökümünü verdik ya, o şubenin başına
şube müdürü olarak atanıyor.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU
(Afyonkarahisar) İstanbul Büyükşehire bağlı
SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) - Şimdi, Sayın Bakan,
yerinizden değil ama bu kürsüden cevap verin. 1972 Şuhut
doğumlu, yeğeniniz olarak iddia edilen şahıs sizin
akrabanız mıdır? Bunu Özel Kalemde göreve
başlatmış mısınızdır ve bu toprak döküm
sahalarını Büyükşehir Belediyesine devrettikten sonra, bu
akrabanız olarak iddia edilen şahsı da bu işin
başına verdiniz mi?
Şimdi, buradan soruyorum: İstanbul Büyükşehir
Belediyesine geçtikten sonra -Sayın Bakandan veya grup başkan
vekillerinden açıklama istiyorum- buradan kimler hafriyat dökümü
işini aldı? Ne kadar para kazandılar?
Yine, bütçe görüşmeleri sırasında sordum, Bakanın
uygulamalarından bahsediyorum. Bakın, Adalet ve Kalkınma
Partisinin otoparkı orman alanından işgaldir ve bu 2/B
yasasıyla da çözülmüyor. Bunu üç ay önce dile getirdim, ne grup
başkan vekillerinden ne Hükûmet yetkililerinden bir açıklama geldi
veya biz açıklama da istemiyoruz; şu Büyükşehir Belediyesi ile
Adalet ve Kalkınma Partisinin ruhsat işini de halledecek şekilde
düzenlediğiniz bu yapıyı geri verin, işgalden vazgeçin.
Yine, Orman Bakanlığındaki yapılanmalar, Sayın
Bakanın gelmesiyle beraber ardı ardına
sıkıntıları beraberinde getirmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.
Buyurunuz.
SEYFETTİN YILMAZ (Devamla) Şimdi, bu süreci, ormanların
geleceğe taşınmasını, sürdürülebilir
ormancılık politikasını yürütecek Orman ve Su
İşleri Bakanlığı, eğer ormancılığın
kazanımlarını tek tek yok ediyorsa, burada, bu tasarıdan ve
buradan gelecek kaynakların doğru kullanılmasından bir
şey bekleyemeyiz.
Sayın Bakan geldikten sonra ardı ardına
değişiklikler yapıldı. Önce bakanlıkların
adı değişti, sonra tekrar değişti; genel müdürlükler
kapandı, genel müdürlükler açıldı; bölge müdürlükleri
kapatıldı, bölge müdürlükleri açıldı.
Bakın, dokuz tane bölge müdürlüğü vardı Osman Pepenin
ilk Bakan olduğu dönem, sizin Hükûmetiniz zamanında. Dokuz bölge
müdürlüğü daha iyi hizmet etmek amacıyla kapatıldı, bugün
yirmi dört tane bölge müdürlüğü açtınız ve hiçbir işlevi
yok Millî Parkların bir birimi olarak. Erozyon ve Kontrol Genel
Müdürlüğü kurdunuz, merkezde yirmi-otuza yakın bir ekibi var. Göreve
geldiğinizde 28 tane müşavir vardı, bugün bu sayıyı
130a çıkardınız. Niye? Yandaşlarınıza ve
yoldaşlarınıza yer açmak adına.
Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.
Sayın milletvekilleri, on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati:19.06
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 19.14
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Muhammet Bilal MACİT (İstanbul), Mustafa
HAMARAT (Ordu)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 93üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
198 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Şimdi tasarının tümü üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Demir Çelik
konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Çelik.
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; orman
vasfını yitiren arazilerin hazineye devri ve satışına
ilişkin kanun teklifi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
şahsım ve partim adına saygıyla selamlıyorum.
Ormanlar, tarih boyunca hem insanlık adına hem medeniyet adına
önemli işlev ve rol görmüş değerli alanlardır. Orman
denince tek başına ağacı algılamak, ağaca dair
bir kısım şeyleri söylemekle sınırlı tutmak, hem
bu tarihî geçmişe ihanettir hem de ormanın görmek istediği rolü,
yüklendiği işlevi hiçleştirerek boşa çıkarmaktır.
Orman hayattır, doğadır, tarihtir, toplumdur, kültürdür.
İçinde barındırdığı canlı organizmayla,
doğa üzerinde gördüğü işlevi itibarıyla da hepimiz
tarafından önemle korunması ve kollanması gereken tarihî
mirasımızdır, değerimizdir. Gerek su atmosfer dengesi gerek
atmosferdeki karbondioksit, azot ve oksijen dengesi gerek erozyon ve toprak
kayması gerekse barındırdığı canlı
organizmayla, yabanıl yaşamla insan ve toplum yaşamında
önemli bir yer edinir. Bütün bu özelliklerini ve değerlerini dikkate
almadan, ona dair bir kısım yaptırımlara gitmezden önce
bunu göz ardı etmek geleceğimizi gasbetmektir, geleceğimizi
ötelemektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bakış
açısına rağmen tarih boyunca önemli medeniyetlere beşiklik
eden Türkiye ve Anadolu bulunduğu enlem ve boylamlar itibarıyla yüzde
80 oranında bir orman alanına sahip olabilme kapasitesi ve
potansiyeline sahip iken, maalesef, şu an, toplam 780 bin kilometrekarelik
ülke topraklarının ancak yüzde 27si ormanla kaplı ve
bunların da yüzde 12leri oranında nitelikli, kaliteli
diyebileceğimiz orman alanları olarak varlığını
korumaktadır. Geri kalanı ya vasfını yitirmiş ya da
yitirmek durumuyla karşı karşıyadır. Bu, bir
yanıyla tarafınızdan inceden inceye analize tabi tutulması
gereken bir realite olmaya devam ediyor. Biz ağaç olarak algılamaya
devam eder, yerleşik alanlarının dönüştürülmesine dair bir
kısım sorun ve problemlerinin giderilmesi amacına hizmet edecek
mekânlara dönüştürmeye çalıştığımız andan
itibaren geleceğimizi gasbedeceğimizi söylemiştim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; getirilmek istenen
kanun yani vasfını yitirmiş orman alanlarının hazineye
dönüştürülmesi ve satışına dair kanun teklifi bir
yanıyla bağ, bahçe, fındıklık,
fıstıklık ve zeytinlik olarak tarım ve ziraatı
ilgilendiren, otlakları, yaylakları ve kışlakları ve
merasıyla hayvancılığı ilgilendiren ama 17 bin orman
köylüsü, ihtiva ettiği 9 milyonluk nüfusu, yetmiyor kasabası, ilçesi
ve iliyle milyonlarca nüfusumuzu direkt ilgilendiren, bu boyutuyla da çevre ve
kentselleşme politikalarımızın direkt alanına giren
bir konudur. Es geçilebilinecek, üzerine yoğunlaşılmadan
tartışılabilinecek bir konu olmaktan uzak, nitelikli, kültürel,
sosyal ve siyasal politikalarımızın bizatihi
şekilleneceği alandır.
Bu açıdan da bu kanun teklifi tartışılmadan, Meclise
gönderilmeden ve getirilmezden önce meslek kuruluşları, bilim
insanları, ilgili odaların fikirleri ve düşünceleri
alınmaya muhtaç bir konu ama bununla birlikte direkt ya da endirekt bu olaydan
ve kanundan etkilenecek toplum dinamiklerinin de dikkate ve sürece
katılarak kanun süreci hazırlanmalı, tüketilmeliydi.
Bütün bu aşamalar yaşanmış değil. Bütün bu
aşamalardan bağımsız, sadece ve tek başına bir
kurumun, bir organın, bir bakanın ve iktidar partisinin Ben
yaptım anlayışına hizmet edecek kadar da değerli ve
önemli olan bir konu olduğunun altını çizmiştim. Soruna bu
perspektiften yaklaştığımızda yapmaya
çalıştığımızın ne denli geleceğimizi ilgilendirdiğini
de dile getirmek, buna dair düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Elbette ki 17 bin köyümüzün, dolayısıyla 9 milyon
civarında bu köylerde yaşamını sürdüren insanların,
yüzlerce yıldır orman içi köyü vasfını koruyarak
yaşamını sürdürüyor olması, bizim de onların
yaşamını kolaylaştıran, destekleyen ve besleyen bir
anlayışla hareket etmemiz anlaşılırdır,
ahlakidir, etiktir, Meclisin de yapması gereken görevdir. Ama asıl
ilgili odağı, alanı, orman içi köylü olması rağmen
bunu aşan, daha çok orman vasfını yitirmeye dönük bir
kısım alanları sanayiye, rantiyeye, kentsel ve yerleşke
alanlarına dönüştürmeye hizmet edecek bir politikaya hizmet edecek
bir kanun değişikliği, hem mağduru bir kez daha üzecek,
mağdur edecektir hem de bir kısım çıkar odaklarına
menfaat sağlayan bir konumda olacaktır.
Bu açıdan, ülkemiz, bir tarım ve hayvancılık ülkesi.
Ülkemiz, aynı zamanda hızla gelişen, kalkınan,
sanayileşmesi ve ekonomik gücüyle dünya ölçeğinde önemli bir
niteliğe kavuşmak durumundayken, toplumuyla barışık
olduğu kadar doğasıyla da çevresiyle de barışık
yeni bir zihniyeti harekete geçirmemiz gerekiyor. Toplumu tüketen,
hiçleştiren, doğayı tüketen, hiçleştiren bir algıdan
bizatihi toplum içi barışı, toplumla doğa, doğayla
insan arasındaki barışı da sağlayacak bir ilişkiyi
var etmek durumundayız. Ama kırdan kente doğru yoğun göçün
olduğu, sanayileşmenin Marmarada biriktiği günümüz
Türkiyesinde bu algıdan uzak bir anlayış ve zihniyetle soruna
yaklaşan geçmiş hükûmetleri ve günümüz Hükûmeti, İstanbul
başta olmak üzere İzmitinden Yalovasına, Bursasına,
sanayi adına ormanlarımızı, geleceğimizi, ortak
mirasımızı tüketti.
Hâlbuki
doğayla barışık olmak demek rüzgâr, su, güneş
döngüsünü doğal mecrasına kanalize etmek demektir. Siz, bu
ormanları ortadan kaldırarak karbondioksit lehine atmosferdeki
gazın oranına sebebiyet vermekle kalmayacak, aynı zamanda bu
doğal etmenlerin de bizatihi bize, toplumumuza ve geleceğimize zarar
verecek bir noktaya taşınmasına neden olacaksınız.
Tükettiğiniz ormanlarla, karbondioksidin absorbasyonunun önüne geçmiş
olan, dolayısıyla da atmosferdeki oranın yükselmesine yol açan,
bu anlamıyla da sera gazı görevini gören karbondioksitle küresel
ısınma riski, yarına dair, iceberglerin çözüldüğü,
okyanusların, deniz seviyesinin yükseltildiği, ısınma
probleminden kaynaklı mevsimlerin yer değiştirdiği,
iklimlerin ve iklime dayalı yeni yaşam alanlarının evrimsel
bir sürece tabi tutulduğu bir şeye, doğal serüvene rağmen
kendiniz imza atmış olacaksınız.
Bu
anlamıyla, bu ve benzeri kanunlar inceden inceye geleceğimizi direkt
ilgilendiren konular olması hasebiyle dikkate değer
olmalıydı. Aynı şekilde, Balıkesirden İzmire,
Aydından Muğlaya, Antalyadan Mersine dek kıyı
şeridi, bacası tütmeyen sanayi adına turizme
açtığımız 1980li yıllardan bu yana bura
ormanlarının kalitesi, niteliği kaybolduğu gibi bu ve
benzeri kanunun çıkmasını fırsat bilen bir kısım
çıkar odaklarının da hesabına hizmet edecek bir
değişikliğe ya birlikte Evet. diyeceğiz ya da bu
fırsatçıların bir kısım hesaplarının aleti
olmayarak Dur. diyeceğiz.
Düşününüz ki, Torosların zirvelerinden yükselen nadide çam
ağaçları, sedirler ya da makiler ya da Karadenizin o gür,
bulunması bizatihi mümkün olmayan doğa harikası
ormanlarını HESlere kurban ederek, Kürt coğrafyasında az
olan ormanı yine HESlere kurban ederek bir geleceği hep beraber
tüketiyoruz. Bu boyutuyla, bu kanun, tarafınızdan inceden inceye incelenmeye
değerdir. Hele hele afet riski kapsamındaki alanların kentsel
dönüşmeye tabi tutulduğu bir kanun girişiminin de Meclisten
çıkarılmak istendiği bir süreçte -vasfını yitirmiş
ormanların satışına dair kanun teklifi
birleştirildiğinde- ne yapılmak istendiğini görmemek için
kör olmak gerekiyor. Yapılmak istenen, kentleşme adına, kent
alanlarının ve mekânlarının yaratılması
adına, bizatihi doğanın tüketilmesine hizmet eden bir
kısım kanun teklifleridir. Buna, biz Evet. diyeceksek, bu kanunun
çıkması adına bir çaba içerisinde olacaksak, bu,
torunlarımızdan emanet aldığımız bugünümüzü heba
etmek, gasp etmek, palyatif bir kısım çözümlerle sorunun bizatihi
ertelenen, ötelenen bir noktaya taşınmasına vesile olmuş
olacağız. Bu denli önem arz eden bir konuda, hepimizin, bir kez daha,
bu konuya, hem bilim insanlarını katan hem ilgili meslek
odalarını ve toplum dinamiklerini sürece katan bir süreci yeniden
hazırlamak, buna dair bir kısım çalışmaları hep
birlikte yürütmek durumundayız. Bunu yapmamak demek, yüzde 30lara
indirdiğimiz bu orman alanlarımızın
sıfırlanmasına hizmet edecek politikalara hep beraber imza atacağız.
Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde, Vandan İstanbula, sincabın
bir ağacın dalından bir başka ağacın dalına
konarak, sıçrayarak gidebileceğini söylediği 1650
yılının üzerinden üç yüz elli yıl geçmişken, biz üç
yüz elli yılda bu orman değerlerimizi, ortak
mirasımızı tükettik.
Ben 1960lı yılların çocuğuyum. Muşun Varto
ilçesine bağlı Badan köyünde dünyaya geldiğim 1960ta, köyümüzün
hemen yanında ormanlar biterdi. Yakmak adına, ısınmak
adına tükettiğimiz bu ormanları bugün arıyoruz,
bulamıyoruz. Aynı şekilde, göçtüğüm 1990daki
Antalyanın Duacı köyünde yükselen çam ağacı başta
olmak üzere birçok maki bitkisi, yine oranın rantından yararlanmak
isteyen zenginlerin, çıkar ve sermaye sahiplerinin yerleşkesine
hizmet edecek bir döngüye o köy hizmet ettirildiği için, bugün orman vasfını
yitiren ama herkesin özel bahçesi olarak etrafını tel duvarlarla
ördüğü ve birbiriyle ilişkisi, sosyal teması olmaya bir mekâna
dönüştürüldü. Yapılmak istenen bu mudur?
Belekte, Kemerde, Tekirovada, Altınovada ya da Bodrumda,
Kuşadasında yükselttiğimiz beş yıldızlı,
yetinmediğimiz, yedi yıldızlı otellerle hem ormanı,
orman dokusunu, canlı organizmayı tüketmekle kalmadık,
kirlettiğimiz denizlerimizle deniz ürünlerimizi tükettik, denizler
girilemez bir noktaya, Mavi Bayraklı denizlerimiz girilemez bir noktaya
taşındı. İşte, yapılmak istenen buysa, herkesten
ve her kesimden önce Mecliste grubu bulunan siyasal partilerin karşı
durması gerekiyor. Gelin, kıyı şeritlerimizin
talanına, kentlerimizin ormanlık alanlarının talanına
müsaade etmeden, mağdur olan, yüzyıllardır orman köylüsü olmaktan
ileri gelen sorun ve problemlerle karşılaşan köylümüzün sorununu
çözelim; köylümüzün hakkı olan ve kendisinin işlettiği, elli
yıl, yüz yıl, yüzlerce yıldır işlettiği
tarlayı yeniden satarak, yeniden onu satın alacak bir noktaya
taşımadan, onun sorununu kolaylaştıran, onun bir
şekilde hak sahibi olmasını, hukukuna saygılı
olmayı esas alan bir yaklaşımla soruna yaklaşalım ama
böyle yapmıyoruz, diyoruz ki: Kullanıcısına, kiracısına
öncelik tanınmak üzere, değilse, bunun adına Çevre
Şehircilik Bakanlığı -yetinmiyoruz- TOKİ bu
alanları Hazineden satın alabilme, satabilme, ihale edebilme
hakkına sahiptir. Bu noktada bulunur ve bunu devreye koyarsak yine
kazanan, mağdur olan, mazlum olan köylü olmayacaktır. Kazanan, cebi
dolu, hesabı milyon dolarla telaffuz edilebilen rakamlara sahip zenginler
olacaktır ama bu Meclis halk iradesinin tecelli ettiği Meclisse, halk
çoğunluğunun yani mağdurun, mazlumun, ezilenin
çıkarına yani kamusal yararın yani toplumsal yararın olduğu
bir kanunu çıkarmakla mükellefiz. Mükellefiyetimiz buysa, buna dair
çıkış yollarını bulmak, buna dair yeni
yaklaşımları geliştirmek de bizim temel
anlayışımız olmalıdır.
Biz Barış ve Demokrasi Partisi
olarak ülkenin her sorununda olduğu gibi bu sorunda da
katılımcı demokrasiyi, şeffaflığı, hesap verebilirliği
önemsiyoruz. Ben istedim, ben yaptım. anlayışı demokratik
değil, adil değil. Bu açıdan da demokrasi yönetim tarzıyla
yönetilen bir ülkenin siyasal, demokratik geleneğine de, düşüncesine
de uyan bir tarz değildir.
Bu
anlamıyla, biz, orman vasfını yitiren alanların
satışı kanununu gündem dışı tutarak köylünün yani
orman içi köylünün mağduriyetinin giderilmesine, haklarının
teslim edilmesine dair yıllara sâri çözülemeyen, kangrenleşmiş
sorununu çözmeyle kendimizi sınırlı tutup, alamayan, güç sahibi
olamayan bu köylünün mutluluğunu, huzurunu esas almalıyız.
Yoksa, gücü merkezde toplayan, gücü merkezde odaklaştıran, hizmetin
üretilmesi ve yürütülmesindeki rasyonaliteyi dikkate almayan, yetkiyi Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına, TOKİye ve benzeri merkezî
yapılara devreden anlayış demokratik geleneğin
anlayışı değildir, demokratik siyasetin
anlayışı değildir. Bunu ifade ederek, ben, hepinizi bir kez
daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
İyi
akşamlar. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederiz Sayın Çelik.
On dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.34
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 19.40
BAŞKAN:
Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Mustafa HAMARAT (Ordu)
----- 0 -----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 93üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
198 sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet
Doğan Kubatın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ile Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin; 5275 Sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu
raporlarını görüşmeye başlayacağız.
4.- İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan
Kubatın; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin; 5275 Sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Adalet Komisyonu
Raporlarının (2/241, 2/84) (S. Sayısı: 136)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Böylece kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 12 Nisan 2012
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati:
19.41