TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
98inci Birleşim
24 Nisan 2012 Salı
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Kayseri Milletvekili Yusuf
Halaçoğlunun, sözde Ermeni soykırımı iddialarına
ilişkin gündem dışı konuşması
2.- İstanbul Milletvekili Ali
Özgündüzün, Ermenistanın Azerbaycanda yaptığı
soykırım ve işgal altındaki Azerbaycan topraklarına
ilişkin gündem dışı konuşması
3.- Ankara Milletvekili Seyit
Sertçelikin, asılsız Ermeni iddialarına ilişkin gündem
dışı konuşması
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Kosova Meclis Başkanı
Jakup Krasnıqı ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret
etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı tezkeresi (3/846)
B) Meclis Araştırması
Önergeleri
1.- Bartın Milletvekili Muhammet
Rıza Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, asgari ücretin belirlenme
yöntemi ve asgari ücretle çalışanların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/249)
2.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk ve 19 milletvekilinin, tutuklu ve hükümlülerin içinde bulunduğu
koşulların ve sağlık sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/250)
3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza
Öztürk ve 20 milletvekilinin, 1 Mayıs 1977'de meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/251)
C) Önergeler
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa
Sezgin Tanrıkulunun, (2/161) esas numaralı Van-Erciş ve
Çevresinde Meydana Gelen Deprem Afeti ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/42)
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Mardin Milletvekili Erol
Doranın, Mardin E Tipi Cezaevindeki olumsuz koşullara ilişkin
açıklaması
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanalın, 24 Nisan 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnanın idam kararlarının Türkiye Büyük Millet
Meclisinde onanlanmasına el kaldıranları
kınadığına ilişkin açıklaması
3.- Ankara Milletvekili Özcan
Yeniçerinin, İstanbul Milletvekili Engin Alan ve muhalefet partilerinin
bazı milletvekillerinin tutuklu olmasının millî egemenliğin
özüne aykırı olduğuna ilişkin açıklaması
4.- İstanbul Milletvekili Kadir
Gökmen Öğütün, sağlık çalışanlarına yapılan
saldırılara ilişkin açıklaması
5.- İzmir Milletvekili Oktay
Vuralın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun
(2/161) esas numaralı Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınma
önergesine ilişkin açıklaması
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ Grubunun, gündemdeki
sıralama ile Genel Kurulun çalışma saatlerinin yeniden
düzenlenmesine; sağlık çalışanlarına yönelik
şiddetin araştırılması ve alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis
araştırması önergelerinin Genel Kurulda okunarak, ön
görüşmelerinin (10/49), (10/113) ve (10/118) esas no.lu Meclis
araştırması önergeleri ile birlikte Genel Kurulun 24 Nisan 2012
Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.- Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
3.- Manisa Milletvekili Uğur
Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin;
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali
Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç
ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/476, 2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223)
VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Adana
Milletvekili Ali Halamanın, mesai saatlerinin enerji tasarrufu
amacıyla yeniden düzenleneceği iddialarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/5466)
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Şanlıurfa-Bozovadaki bazı köylerde elektrik kesintilerine ve su
kuyularının kapatılacağı iddialarına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/5512)
3.- İzmir Milletvekili Alaattin Yükselin, kaçak
elektrik kullanımına ve kayıp-kaçak bedeline ilişkin sorusu
ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/5514)
4.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
EÜAŞta koruma güvenlik görevlisi olarak çalışan personelin
memur kadrolarına atanmalarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/5515)
5.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
elektrik enerjisinde maliyet bazlı fiyatlandırma mekanizmasına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/5516)
6.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın, kayıp-kaçak
elektrik oranlarına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/5517)
7.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın, EPDK
tarafından yapılan elektrik ve doğal gaz dağıtım
şirketlerinin denetimlerinin yetersiz kaldığı iddialarına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/5518)
8.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın, kaçak
elektrik kullanımına ve elektrik faturalarındaki
kayıp-kaçak bedeline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/5519)
9.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlunun,
tarihî Bitlis Evine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı
(7/5582)
10.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulunun,
kanun gereği olağanüstü durumlar için oluşturulması gereken
akaryakıt, LPG ve fuel-oil stoku ve bunun ücretine ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/5637)
11.- Ordu Milletvekili İdris Yıldızın,
İrana uygulanacak yaptırım ve ambargolara ilişkin sorusu
ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/5639)
12.- Hatay Milletvekili Adnan Şefik Çirkinin, Türk
Sinemasını tanıtmak amacıyla seçilen filmlere ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı
(7/5664)
13.- Kahramanmaraş Milletvekili Mesut
Dedeoğlunun, yabancı ülkelerle yapılan işbirliği
anlaşmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/5665)
14.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğütün,
Ardahanın gümrüklerde yapılan son değişiklikten muaf
tutulmasına ilişkin sorusu ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati
Yazıcının cevabı (7/5881)
15.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, Türkiye Kömür
İşletmelerinde işçi statüsünde çalışanların,
hazırlanan kanun tasarısı kapsamına alınmamalarından
kaynaklanan mağduriyetlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı (7/5942)
16.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceerin,
Tekirdağda yaşanan elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın
cevabı (7/5945)
17.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.
Kesimoğlunun, Anayasa değişikliği için hazırlanan
kamu spotuna ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Mehmet Sağlamın cevabı (7/6390)
24 Nisan 2012 Salı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık
YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın)
----- 0 -----
BAŞKAN Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 98inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır.
Görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem
dışı ilk söz, Ermeni soykırımı iddiaları
hakkında söz isteyen Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğluna aittir.
Buyurun Sayın
Halaçoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)
III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları
1.- Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlunun, sözde Ermeni
soykırımı iddialarına ilişkin gündem
dışı konuşması
YUSUF HALAÇOĞLU
(Kayseri) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 24
Nisan, Ermeni diasporasının ve Ermenilerin 1915te
soykırıma uğradıkları iddiasıyla
soykırım günü olarak kutladıkları ve andıkları
bir gün.
Peki, gerçekte 24 Nisan
1915te ve ondan önce neler olmuştu ve neden 24 Nisan Ermeniler tarafından
soykırım günü olarak anılmaya başlamıştır?
Özellikle Ermenilerin ve Ermeni tezini savunanların tartışmaktan
kaçındıkları, aksi tezleri resmî tarih olarak nitelendirdikleri
olaylar nelerdi?
Her şeyden önce bu
tarihi soykırım günü olarak kabul eden yerli ve
yabancıların şu soruların cevaplarını vermeleri
gerekmez mi?
1) Ermeniler, Birinci
Dünya Savaşında Ruslarla, İngilizlerle ve Fransızlarla
iş birliği yaptılar mı?
2ncisi: Savaş devam
ederken kendi ülkelerinin askerlerine karşı savaştılar
mı?
3üncüsü: Anadolunun kaç
yerinde isyan vardı?
4üncü: Soru, 24 Nisanda
tutuklanan Ermeniler hangi örgütlere üyeydiler?
5inci soru: Tutuklananların
kaçı hayatta kaldı, kaçı daha sonra eceliyle öldü, kaçı
öldürüldü?
6ncı soru: Tehcire
kadar olan dönemde Ermeni çetelerinin ne kadar sivil Müslümanı
öldürdükleri sorularının cevaplarını vermeleri gerekir.
Değerli
milletvekilleri, burada size bir resim göstereceğim. Bu resim Grigoris
Balakian isimli bir Ermeniye ait. Bu Grigoris Balakian, 24 Nisanda tutuklanan
Ermenilerin hangi örgütlere üye olduklarını ve bunların hangi
cezaevlerine gönderildiklerini ve bunlardan kaçının geri
döndüğünü veya hiç -bu tutuklanmalarına rağmen- oraya
gitmediklerinin hepsinin kayıtlarını vermiş. Yani bir
Ermeni yazar, bunlarla ilgili tüm kayıtları ortaya koymuş.
Şöyle söyleyeyim: 235 Ermeninin tutuklanmasına karar verilmiş
ama sadece 135 Ermeni tutuklanabilmiş; geri kalanların bir
kısmı yurt dışına kaçmış, bir
kısmı kendi kardeşlerini veya bazı
tanıdıklarını kendi yerlerine göndermişler.
Dolayısıyla, Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütlerine mensup
bu insanlar, bazıları gazeteci, bazıları dişçi,
bazıları doktor ama hepsi örgüt üyesi. Bizzat kendilerinin
belirttikleri kayıttır bunlar. Ama bunun ötesinde, 1915 24
Nisanına gelinceye kadar Osmanlı Devleti bu 235 kişiyi neden
tutukladı? Bir de bunların göz önüne alınması gerekmez mi?
1914 yılından
itibaren Ermenilerin Anadolunun değişik yerlerinde isyan ettiklerini
biliyoruz ama bunlardan en önemli üç tanesini sayacağım. 23 isyan var
yani 24 Nisandan önce Anadoluda tam 23 yerde isyan var. Bunlardan en
önemlilerinden bir tanesi 17 Nisandan başlamak üzere Van, Çatak, Bitlis ve
Muş isyanları. Çatak şu bakımdan önemli: Bu bölge, hem
Kafkas ordularına hem Musul ordularına giden telgraf kayıtları
da burada yazıyor. Zeytun İsyanı var, bir de Musa Dağı
İsyanı var. Hepsinin belgeleri tabii ki Fransız
arşivlerinde de var fakat bakın, 17 Nisanda isyan
başlamış Vanda, 17 Mayısta da Van düşmüş. 17
Nisanda isyan edenler Osmanlı Devleti ikaz ettiği hâlde, bu işi
durdurmadıkları için bu adamlar gözaltına
alınmışlar ve hepsi örgüt üyesi. Ama Van düştükten sonra da
bu şekilde yakılıp yıkılmış. Burada
belirtilen, kendi gazetelerinden Gosnak gazetesi, Vanın düşmesinden
sonra şunu söylüyor: Birçok silah ile sekiz yüz on top ele geçirdik,
Hükûmete ait bütün binaları ve kışlaları yaktık.
Vanda 1.500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk kalmadı.
Bunları kendileri yazıyor. Aslında şöyle düşünün:
Kendi vatandaşları devletin kendisine silah çekmiş ve
düşman üniformasıyla devlete karşı ayaklanmış.
Hâliyle, böyle bir ortamda Osmanlı Devletini 24 Nisan
dolayısıyla suçlamak, Türkleri soykırımla suçlamak hem
izansızlıktır hem bilgisizliktir hem de hıyanettir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve
AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Halaçoğlu.
Gündem dışı ikinci söz,
Ermenistanın Azerbaycanda yaptığı soykırım ve
işgal altındaki Azerbaycan toprakları hakkında söz isteyen
İstanbul Milletvekili Ali Özgündüze aittir.
Buyurun Sayın Özgündüz. (CHP
sıralarından alkışlar)
2.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüzün,
Ermenistanın Azerbaycanda yaptığı soykırım ve
işgal altındaki Azerbaycan topraklarına ilişkin gündem
dışı konuşması
ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; evet, bugün 24 Nisan. Her sene bugünlerde, Batıda,
özellikle Amerikada, Ermeniler Ermeni devletinin de desteğiyle, diaspora
kanalıyla soykırım hezeyanında bulunmaktadırlar. Ben,
şimdi size o yıllarda olan olaylardan biraz bahsedeceğim.
Daha yeni, yirmi sene önce Hocalıda
Ermeniler tarafından yapılan vahşet ortada. Ancak bundan önce,
1918 yılında Mart ve Nisan aylarında, bayram ayında, Nevruz
Bayramı sırasında Ermeni birlikleri Bakû, Şamahı,
Kuba, Mugan, Lenkeran, Nahcivan ve Zengezurda 60 bin civarında Türk ve
Müslüman halkı katletmişlerdir. Bu nedenle Azerbaycan devleti
tarafından 31 Mart Azerbaycan Türklerine karşı yapılan
soykırım günü olarak anılmaktadır. O yıllarda
Şamahıda elli sekiz köy, Kubada yüz yirmi iki köy,
Karabağın dağlık bölgesinde yüz elli köy, Zengezurda yüz
on beş köy yerle bir edilip kaçamayan tüm halk katledilmiştir.
Aynı yıllarda Karsta -Kars ilimizde bugün- 92 köy yakılmış,
binlerce insanımız katledilmiştir. Erivanda 1916
yılında yaklaşık 300 bin Türk yaşarken 1922de bu
sayı 70 bine düşmüştür. Kubada ibadet yerleri, mescitler
yakılmış, yıkılmış, insanlar mescitlere
doldurularak katledilmiştir. Bugün, Kubada, o yıllarda katledilen
binlerce insanın kafatası ve kemikleri sergilenmektedir. Dünya merak
ediyorsa buyursun, Azerbaycana, Kubaya gitsin, olayı görsün.
Değerli
milletvekilleri, Birinci Dünya Savaşı yıllarını
yaşamış ABDli ünlü tarihçi John Joey, 1928 yılı
Kasım ayındaki Ermeni olayları hakkında şöyle
yazmıştır: Bugün, Ermeni trajedisi için ağlayan
Amerikalılar, bu millî çatışma yaşanmadan önce Ermenilerin
Osmanlıda ayrıcalıklı haklara sahip bir halk olduğunun
farkında değillerdir. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı
yurttaşı Ermenilerin haince davranarak Türk şehirlerini Rus
baskıncılarına teslim ettiği, ayrıca sivil savaş
çıkarmak için 150 bin Ermeni askerî kuvveti oluşturdukları,
bunların Türk köylerini yakıp yıktığı, oradaki
halkı yok ettiği hakkında çok az bilgiye sahiptirler. Bunu
söyleyen, o yıllarda yaşamış olan Amerikalı bir
tarihçi.
Yine, ABDli bilim
adamı Justin Mccarthy, Columbia Üniversitesinden Profesör Guariz ve yine
Philishave Üniversitesinden Profesör Bernhard Buhi, 1915 yılında
Osmanlı-Rus savaşında Türklerin yerleşik olup da
kovuldukları yerlerde bir Ermeni devleti kurulmasını isteyen
Çarlık Ruslarının desteklediği Ermeni gruplarının
meşru Türk Osmanlı Devletine karşı silahlı faaliyet
gösterdiklerini, bu yüzden Osmanlı Devletinin bölgedeki Ermeni çetelere
Rus askerî yardımının önünü kesmek için tehcir kararı
aldığını ve Doğu Anadoluda altı vilayette
yapılan tehcirin haklı olduğunu belirtmektedirler.
Değerli
arkadaşlar, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, benim
doğduğum topraklarda, Iğdırda, Karsta Ermeni çetelerinin
yaptıkları vahşeti ben bizzat dedelerimden, on-on iki
yaşlarında, duydum, işittim. Bizim Iğdırın
Hakmehmet köyünde, Oba köyünde, Tuzluca Gedikli (Tavusgün) köyünde
yapılan, yerli ve yabancı gözlemcilerin önünde yapılan
kazılarda yüzlerce Türke ait kafatası ve kemikler bulunmuştur.
Dolayısıyla, olaylara böyle baktığımız zaman,
asıl soykırımın, bugün hâlâ var olan, Azerbaycanın
yüzde 20 toprağını işgal eden Ermeni çeteciler
tarafından yapıldığının bu Meclis tarafından
tespit edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Birinci Dünya
Savaşında yaşanan olayları tam anlamak istiyorsak,
Fransanın, İngilterenin, Amerikanın, Rusyanın
arşivlerini açsınlar, bizim, Türkiye'nin zaten bu konuda
arşivleri sonuna kadar açıktır. Buyursunlar uzman tarihçiler,
konuyu incelesin ve bir karar versinler. Dolayısıyla, Ermenilerin de
bu hezeyandan vazgeçmesini diliyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Özgündüz.
Gündem
dışı üçüncü söz asılsız Ermeni iddiaları
hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Seyit Sertçelike aittir.
Buyurun Sayın
Sertçelik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
3.- Ankara Milletvekili Seyit Sertçelikin,
asılsız Ermeni iddialarına ilişkin gündem
dışı konuşması
SEYİT SERTÇELİK
(Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı
çevrelerce sözde Ermeni soykırımı günü olarak
adlandırılan 24 Nisan münasebetiyle söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ermeni
olaylarını anlayabilmemiz için 24 Nisan 1915 tarihine gelene kadar
Türkiyede neler olduğunun iyi bilinmesi gerekir. 1914 tarihi hasta adam
olarak nitelenen Osmanlı Devletini tarih sahnesinden silme plan ve
kurgularının yapıldığı bir yıl olmuştur.
Hastanın mirasını paylaşma derdine düşen sömürgeci
güçlerin, Türkiye üzerindeki projelerini gerçekleştirebilmeleri için,
hastaya son darbeyi vuracak yardımcı iç güçlere ihtiyaç duyuluyordu.
Bu bağlamda, sömürgeci devletler kendi ulusal çıkarlarını
sağlamak için Osmanlı Devletine zarar verecek bir
yakınını bulmaya çalışmışlardı.
Sömürgeci Batılı devletler Osmanlı Devletine içeriden son
darbeyi vuracak güç olarak Osmanlı Ermenilerini görmüşlerdir.
Ermeniler ise uzun bir süredir hayal ettikleri en azından özerk bir
devlete kavuşabilmek için bu rolü kendilerine uygun
bulmuşlardır. Birinci Dünya Savaşının
başlaması, Ermeni ileri gelenlerince kaçırılmaması
gereken tarihî bir fırsat ve an olarak görülmüştür. Osmanlı
Devleti birçok cephede savaşırken Ermeniler bir taraftan Kafkasya
cephesinde Osmanlı ordusuna karşı savaşmış,
diğer yandan ülkede çıkardıkları isyanlarla cephe gerisini
tehlikeye düşürmüşlerdir. Kafkasya cephesinde Rusların
silahlandırdığı çoğu Osmanlı uyruklu
yaklaşık 10 bin Ermeni, gönüllü birlikler bünyesinde Osmanlı
ordusuna karşı savaşmıştır. Bu birliklerin
dışında Rus ordusunda savaşan Ermenilerin sayısı
bazı yabancı kaynaklarca 150 bin, bazılarınca 300 bin
olarak verilmektedir. Kimi Ermeni yazarların da belirttikleri gibi, bu
savaşta Ermeniler itilaf devletleri safında bir taraf ve küçük
müttefik olmuşlardır. Çarlık orduları ile iş
birliği yapan Ermeniler, Vanın Rus ordusunun eline geçmesini
sağlamakla kalmamış, 10 binlerce Müslümanı da
katletmişlerdir. Osmanlı Hükûmeti, Ermeni Patriğini,
mebuslarını ve ileri gelenlerini uyarmış ancak herhangi bir
sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine 24 Nisan 1915 tarihinde
Ermeni komitaları kapatılmış, 235 kişi Osmanlı
Devleti aleyhine yıkıcı faaliyette bulunmak suçundan
tutuklanarak Çankırı ve Ayaş cezaevlerine gönderilmiştir.
İşte, Ermenilerin soykırım günü diye
adlandırdıkları 24 Nisan 1915 tarihi, komitaların
kapatıldığı ve tutuklamaların
yapıldığı tarihtir.
Sayın
milletvekilleri, savaştan önce Türkiyede yaşayan 1 milyon 300 bin
Ermeniye ne olmuştur? Rusya Kafkas Cephesi Mültecileri Yerleştirme
Komisyonu verilerine göre Türkiyeden Rus topraklarına geçen Ermenilerin
sayısı 337 bin kişidir. Rusyada yayımlanan Ermeni
Belleteni dergisinin 26 Şubat 1917 tarihli sayısında Rus
topraklarına geçen Ermenilerin sayısının 360 bin kişi
olduğu vurgulanmaktadır. Rusyaya savaştan önce gidenler ile
İrana geçenler de dikkate alındığında bu sayı
500 bin kişiye ulaşmaktadır.
Tehcire
uğratılanların sayısı ise 450 bin ile 500 bin
arasında değişmektedir. Sonraki yıllarda bu Ermenilerin
büyük çoğunluğu yabancı ülkelere göç etmişlerdir.
Savaş döneminde
Türkiyede 300 bin Ermeni yaşamaya devam etmiştir. Ermeni
kayıplarının büyük bir bölümünü cephede Osmanlı ordusuna
karşı kurşun atarken kurşun yiyen Ermeni askerleri
oluşturmuştur.
Keza, açlık,
bulaşıcı hastalıklar ve soğuk iklim
şartlarından ölenlerin sayısı da on binlercedir.
Sadece Kafkasyadaki Rus
topraklarında olumsuz koşullardan 40 bin Ermeni hayatını
kaybetmiştir.
Bazı
aşiretlerin saldırıları sonucunda öldürülenlerin
sayısı ise 10 bindir.
Ermeni
kayıplarının tamamı yaklaşık 150 bindir ancak Rus
istihbaratçılarının ifade ettiği gibi, bu sayıya bir
sıfır ilave edilmek suretiyle 1,5 milyon Ermeninin öldürüldüğü
ileri sürülmektedir.
Sayın
milletvekilleri, Ermeni yayıncı Arşak Çobanyanın ifadesiyle
Benzer bütün krizlerde abartma kaçınılmazdır
Ancak Türkiyede
Ermenilerin yok edildiği gerçek değildir.
Asılsız Ermeni
iddialarını sürekli gündemde tutanlar, Türkiye ve Ermenistan
ilişkilerinin gelişmesine engel olmak suretiyle, aslında Ermeni
halkına zarar vermektedirler. Tarihî sorunları kaşımakla
ülkeler arasında dostluk ve barış inşa edilemez.
Çevremizde ve dünyada
barışın ve dostluğun hâkim olması temennisiyle, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Sertçelik.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım:
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler
1.- Kosova Meclis Başkanı Jakup Krasnıqı
ve beraberindeki Parlamento heyetinin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun
bulunduğuna ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı tezkeresi (3/846)
20/04/2012
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Kosova Meclis
Başkanı Sayın Jakup Krasnıqınin beraberinde bir
Parlamento Heyeti ile birlikte ülkemizi ziyaret etmesi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlık Divanının 17.04.2012 tarih ve 22
sayılı Kararı ile uygun bulunmuştur.
Söz konusu heyetin ülkemizi
ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7. maddesi
gereğince Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN
Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge
vardır, okutuyorum:
B) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkaya ve 20 milletvekilinin, asgari ücretin belirlenme yöntemi ve
asgari ücretle çalışanların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/249)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Asgari ücret, işçi
ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca
yaşamasını mümkün kılacak minimum ücret ve insanca
yaşamalarını engelleyecek düşük ücretlere karşı
koruma amacını güden en etkin sosyal politika aracı olarak
tanımlanmaktadır.
Türkiyede İş
Kanunu'nun 39uncu maddesine göre, iş sözleşmesi ile
çalışan her türlü işçinin asgari ücretini "Asgari Ücret
Tespit Komisyonu" tespit etmektedir.
Asgari ücretin
belirlenmesini düzenleyen "Asgari Ücret Yönetmeliği"ne göre
Komisyon, asgari ücretin belirlenmesinde, ülkenin içerisinde bulunduğu
sosyal ve ekonomik durumu, geçinme indekslerini, fiilen ödenmekte olan
ücretlerin genel durumunu ve geçim şartlarını göz önünde
bulundurur. denilmektedir.
2011
yılının Temmuz-Aralık dönemi için asgari ücret, 16
yaşını doldurmuş işçiler için net 658,95 TL, 16
yaşını doldurmamış işçiler için ise net 571,97 TL
olarak belirlenmiştir. Belirlenen bu asgari ücret, bugünkü koşullarda
insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamaktan maalesef
çok çok uzaktır.
Anayasamızın
55inci maddesinde Ücret emeğin
karşılığıdır. Devlet, çalışanların
yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve
diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri
alır. Asgari ücretin tespitinde çalışanların geçim
şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.
hükmü yer almaktadır.
İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nde, çalışan herkesin kendisine ve ailesine, insanlık
onuruna uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü
sosyal koruma araçlarıyla tamamlanan adil ve elverişli bir ücret
hakkı bulunmaktadır.
Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO) Anayasası'nın girişinde ise
İşçinin ve ailesinin yalnızca geçimini temin eden ücret insanca
yaşamaya yeterli bir ücret değildir. İşçinin insanca
yaşaması için yeterli ücrete sahip olması gerekir.
denilmektedir.
Bu metinlerden, devletin
çalışanların adaletli bir gelir elde etmeleri için gerekli
tedbirleri alması gerektiğini, asgari ücretin işçinin ekonomik
ve sosyal durumlarının düzenlenmesi nedeniyle belirlendiğini
anlamaktayız.
Türkiye İstatistik
Kurumunun en son verilerine göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı
318 TL, yoksulluk sınırı 896 TL. Türkiye İşçi
Sendikaları Konfederasyonunun araştırmasına göre ise
açlık sınırı 902,41 TL, yoksulluk sınırı
2939,45 TL olarak tespit edilmiştir.
Ne acıdır ki bu
rakamları açıklayan kurumun yetkilisi de Asgari Ücret Tespit
Komisyonu üyesi olmasına rağmen, asgari ücret Türkiye İstatistik
Kurumu tarafından açıklanan verilerin oldukça altında tespit
edilmektedir. Bu durum, ülkemiz adına çok düşündürücü, çok üzücü, çok
utanç vericidir, emeğe karşı
saygısızlığın en açık örneğidir.
Türkiyede
yaklaşık 4 milyon kişinin asgari ücretle
çalıştığı tahmin edilmektedir. Bunların aileleri
ile birlikte gıda, konut, elektrik, su, yakıt, giyim,
sağlık, ulaşım ve eğitim gibi zorunlu
ihtiyaçlarını günün fiyatları ve şartları üzerinden
karşılaması mümkün değildir. Günümüzde belirlenen asgari
ücret tutarı ile çalışanlar maalesef insanca yaşama
koşullarından uzaklaştırılmaktadır.
Ülkemiz ekonomisinin her
geçen gün büyümeye devam ettiğini dile getirerek övünen, ekonomik
durgunluğun sona erdiğinden, sanayi üretiminin
arttığından, enflasyonun beklentinin altında
gerçekleştiğinden, işsizlik oranının
düştüğünden, dünyada yaşanmakta olan krizlerden Türkiye'nin
etkilenmediğinden, vergi gelirlerinin her geçen gün
arttığından bahsederek ülkemizi günlük gülistanlık
gösterenlerin, asgari ücreti tespit ederken nasıl bir tutum sergiledikleri
anlaşılır gibi değildir.
İşçi kesimi,
hükümet yetkilileri tarafından Türk halkına yansıtılan bu
pembe tablonun gerçek anlamda gelirlerine
yansıtılmadığını, aileleriyle birlikte insan
onuruna yakışır bir yaşamı sürdürebilme imkânına
kavuşamadıklarını dile getirmektedir.
Bu nedenle, ülkemizde
belirlenen asgari ücretin Anayasa, yasa veya yönetmelikte öngörülen
kıstasları sağladığını kimse iddia edemez.
Türkiyede, asgari ücretin
asgari yoksulluğun adı olmaktan kurtarılması gerekmektedir.
Çalışan emekçilerin insanca yaşayabilmesi, dengeli bir beslenme,
sağlıklı bir yaşam elde edebilmeleri için asgari ücretin
"köle ücret" olmaktan çıkarılması
gerekmektedir.
Bu nedenle,
çalışan herkesin kendisine ve ailesine, insanlık onuruna uygun
bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma
araçlarıyla tamamlanan adil ve elverişli bir ücret alma hakkına
sahip olması gerekmektedir.
Yukarıda
özetlenen bilgiler ışığında; asgari ücretle
çalışanların sorunlarının tespit edilmesi ve asgari
ücretin insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi sağlayacak
şekilde tespit edilmesi ile bu konuda gerekli önlemlerin
alınması amacıyla TBMM iç tüzüğünün 104. ve 105. maddeleri
ile Anayasanın 98. maddesi gereğince "Meclis
Araştırması" açılmasını arz ederim.
1)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın)
2)
Aykan Erdemir (Bursa)
3)
Mahmut Tanal (İstanbul)
4)
Ali Rıza Öztürk (Mersin)
5)
Ali Sarıbaş (Çanakkale)
6)
İzzet Çetin (Ankara)
7)
Mehmet Volkan Canalioğlu (Trabzon)
8)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
9)
İhsan Özkes (İstanbul)
10)
Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
11)
Gürkut Acar (Antalya)
12)
Şafak Pavey (İstanbul)
13)
Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
14)
Emre Köprülü (Tekirdağ)
15)
Ümit Özgümüş (Adana)
16)
Uğur Bayraktutan (Artvin)
17)
Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
18)
Nurettin Demir (Muğla)
19)
İlhan Demiröz (Bursa)
20)
Erdoğan Toprak (İstanbul)
21)
Ali Özgündüz (İstanbul)
2.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 19
milletvekilinin, tutuklu ve hükümlülerin içinde bulunduğu
koşulların ve sağlık sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/250)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Yaşam
hakkı, insan haklarının en temeli ve insan başında
gelenidir. Kişilerin vücut dokunulmazlığı ve
sağlıklı yaşama hakkı, İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi ve uluslararası diğer sözleşmelerle güvence
altına alınmıştır. İnsanlar, özgür olarak
yaşamakta iken herhangi bir suçun şüphelisi olarak tutuklanıp
cezaevine girip tutuklu ya da hükümlü olduklarında sadece hak ve
özgürlükleri kullanma yönünden özgür insana göre eşitsiz duruma
düştükleri, insan olma özelliklerini ise kaybetmedikleri gerçekliktir.
Devlet,
koruması altındaki tutuklu ve hükümlülerin
sağlıklarını korumakla, hastaysa tedavi ettirmekle
yükümlüdür. Devletin bu görevlerini yapmaması, tutuklu ve hükümlülerin
sağlığına ilişkin tehlikeli sürecin ilerlemesine engel
olmaması açıkça kötü muamele ve insan hakları ihlalidir. Bu
kişilerin en hızlı ve güvenilir şekilde tedavi olma, kritik
müdahaleler için doktor ve hastane seçme hakkını kullanabilmesinin
koşullarının sağlanması devletin görevidir.
Ağır
derecede hasta olduğu, hatta hayatın kıyısında
olduğu doktor raporu ile açık ve kesin şekilde sabit olan pek
çok tutuklu ya da hükümlü kişinin, cezaevinin kötü ve
sağlığa aykırı koşulları altında
tutulması, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyinin tutuklular
ve hükümlüler hakkındaki asgari uygulama hakkındaki sözleşmelere
aykırılık teşkil ettiği bilinmektedir. Bu çerçevede
uluslararası belgeler, tutuklu ve hükümlülerin haklarına ilişkin
olarak da oldukça gelişmiş standartlar ortaya koymuştur. Tutuklu
ve hükümlülerin korunması, haklarının
kullanımının sağlanması ve hapishane
koşullarının iyileştirilmesi için birtakım standartlar
belirlenmiştir. Uluslararası sözleşmelerde; cezaevlerindeki
sağlık hizmetinin, cezaevi dışındaki olanaklarla
eşit olması gerektiği düşüncesinden hareketle tutuklu ve
hükümlülerin her zaman bir doktora erişim haklarının
bulunması ve bu hakkın gecikme olmadan kullanabilmelerinin
koşullarının sağlanması gerektiği
belirtilmiştir. Bu anlamda tutuklu ve hükümlü kişilerin özgürce
tedavi olma, hastanesini ve doktorunu seçme hakkı vardır. Özel bir
tedaviye ihtiyaç duyan tutuklu ve hükümlülerin, uzman kurumlara veya
hastanelere sevk edilmelerini sağlamak devletin görevidir.
Sağlık hizmetlerinin kurum içinde verilmesi hâlinde, bu
kurumların araçları, donanımları ve ilaç stoklarının
hasta tutuklu ve hükümlülerin gereksinimlerini yeter derecede ve kalitede
olması ve bu işe uygun eğitim görmüş görevlilerin
bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Bireylerin
sağlıklı yaşama hakkından sorumlu olan idarenin keyfî
uygulamaları nedeniyle cezaevlerinde pek çok hasta ve hükümlünün
yaşamını yitirdiği, pek çok tutuklu ve hükümlünün de
ölümcül hastalıklar ile boğuştukları ve yaşam
mücadelesi verdikleri bilinen acı gerçeklerdir. Gerek uluslararası
insan hakları hukuku alanında, gerekse ulusal hukukumuzda tutuklu ve
hükümlülerin haklarına ilişkin birtakım düzenlemeler
olmasına karşın bu hakların kullanımı, yetkililer
aracılığı ile mümkün olabilmektedir. Tutuklu ve
hükümlülerin haklarının kullanımının bir
başkasının elinde olması; bu hakların keyfî bir
biçimde kısıtlanmasına da yol açabilmektedir. Tutuklu ve
hükümlülerin, vücut sağlığı ve beden bütünlüğünden
sorumlu olan devletin, bu hakların kullanılabilmesini sağlamakla
da yükümlü olduğu açıktır. Sağlık hakkı gibi
temel bir hakkın kullanımında devletin yükümlülüğü,
dışarıdaki yurttaşa göre daha fazladır. İnsan
hakları alanında faaliyet gösteren kurumlara yapılan
başvuruların ortaya koyduğu gerçek; hak ve özgürlüklerini
kullanma konusunda eşitsiz olan tutuklu ve hükümlülerin, yeterli, kaliteli
ve eşit sağlık hizmeti alamadıkları, ciddi bir insan
hakkı ihlali yaşadıkları, tıbbi, ahlaki ve insani
yönden uluslararası derecede bir skandallar yaşandığı,
yönündedir.
Millî iradenin temsil
edildiği kutsal ve yüce bir organ olan TBMM'nin, ülkede yaşanan tüm
sorunlara karşı duyarsız kalması düşünülemeyeceği
nedeniyle insan haklarının en temelini teşkil eden yaşam
hakkının ihlal edilmesine hiç mi hiç seyirci kalmayacağı
açıktır. Bu nedenle hapishanelerde çaresiz olan tutuklu ve
hükümlülerin sağlıklı yaşam haklarının ve vücut
tamlıklarının korunması gerekir. Bunun için de
hapishanelerin mercek altına alınarak buradaki tutuklu ve
hükümlülerin sağlık sorunlarının ve
sağlıkları bozulmuş kişilerin durumlarının
araştırılıp değerlendirilmesi gerekir. Bunun da yolu;
insan haklarının temelini teşkil eden yaşam
hakkının, siyasetin, ön yargının, hukuksuzluğun
gölgesinden kurtarılarak korunmasıdır. Bu nedenle bu
araştırma istemi, siyasal bir eksene oturmamaktadır.
İktidarda olsun muhalefette olsun her siyasal partinin ve tüm toplumun
ortak bir sorununa parmak basılmaktadır. Doğrudan insan
sağlığını, insan yaşamını ve adaleti
ilgilendiren böyle bir araştırmanın oy birliği temelinde
benimsenen ve yürütülen Meclis faaliyeti olarak gerçekleşmesi, siyasetin
ortak amacı ile örtüşmektedir. Sorunları çözmek öncelikle siyasetin
görevidir. Sorunları görmezden gelerek ya da sorunları gizleyerek ya
da öteleyerek geçiştirmek demokratik hukuk devletinde başvurulan bir
yöntem değildir.
Yaşam hakları
devletin güvencesi ve sorumluluğu altında olan hasta tutuklu ve
hükümlülerin içinde bulunduğu koşullarının ve
sağlık sorunlarının ve bu sorunlarının
nedenlerinin araştırılması, bugüne kadar sağlık
sorunları nedeniyle hapishanelerde yaşamlarını kaybeden
kişilerin olup olmadığının saptanması ve gerekli
önlemlerin acilen alınmasını sağlamak amacıyla
Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri hükümleri
uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygıyla dileriz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Aykan Erdemir (Bursa)
3) Aylin Nazlıaka (Ankara)
4) Mahmut Tanal (İstanbul)
5) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
6) Mehmet Volkan
Canalioğlu (Trabzon)
7) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
8) İhsan Özkes (İstanbul)
9) Gürkut Acar (Antalya)
10)Şafak Pavey (İstanbul)
11) Sedef Küçük (İstanbul)
12) Muhammet Rıza
Yalçınkaya (Bartın)
13) Ümit Özgümüş (Adana)
14) Uğur Bayraktutan (Artvin)
15) Kazım Kurt (Eskişehir)
16) Dilek Akagün
Yılmaz (Uşak)
17) Nurettin Demir (Muğla)
18) Kadir Gökmen
Öğüt (İstanbul)
19) İlhan Demiröz (Bursa)
20) Ali Özgündüz (İstanbul)
3.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 20
milletvekilinin, 1 Mayıs 1977'de meydana gelen olayların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/251)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
1 Mayıs 1977 günü, yüz binlerce
emekçi, İşçi Bayramını kutlamak için Taksim
alanını doldurmuştu. DİSK Başkanı Kemal Türkler
konuşurken silah sesi duyulmuş, ardından alana hâkim olan Sular
İdaresi binasından, Inter Continental Oteli'nin odalarından ve
Pamuk Eczanesi'nin üstünden açılan seri ateşlerle kurşun
yağdırılmıştır. 37 kişi ölmüş, yüzlerce
kişi yaralanmıştır. Hafızalarımıza
unutulmayacak şekilde kazınan 1 Mayıs 1977
katliamının, Türkiye'ye yapılan operasyonun 'neşter' evresi
olduğu söylenmiştir. O günden sonra oluk oluk kan akmış, iç
barışı sağlanamamış, Ülke, 12 Eylül darbesine
taşınmıştır. Türkiye'nin sola kaymasını
önlemek amacıyla yapıldığı ve Gladyo'nun imzasını
taşıdığı söylenen bu geniş kapsamlı
operasyonun hâlâ aydınlatılmaması acıdır. Ateş
açanlar kimlerdir? Bu kişiler, oralara nasıl
yerleştirilmiştir? "Olayın planlayıcı
ClA'dır. CIA, Intercontinetal Oteli'ni bir gün önceden boşaltıp,
Amerika'dan getirilen CIA ajanlarını yerleştirmiştir.
Olaydan sonra o geceye ait otel kayıtları yok edilmiştir.
Olaydan sonra o gece 10 Amerikalı ellerindeki çantaları bir an bile
yere bırakmadan, üstleri bile aranmadan yurtdışına
çıkmışlardır." şeklindeki iddialar, neden
yanıtlanmamıştır? O dönemde Günaydın gazetesinde
Necati Doğru, "5. katta bir odanın kapısı
açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler
ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu
odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz
oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim
olduklarını sordum, 'polisler' yanıtını
aldım" diyordu. Otelin 510 numaralı odasında MİT'in
yuvalandığı ve MİT'in, bu katliamın, kontrgerilla
tarafından askeri darbe hazırlığı olarak
yapıldığı yönünde Başbakan Süleyman Demirel'e rapor
verdiği ve 29 Mayıs 1977'de CHP Lideri Bülent Ecevit'e İzmir
hava meydanında suikast düzenlenince, dönemin Kara Kuvvetleri
Komutanının 1 Haziran 1977'de derhal re'sen emekliye sevk
edildiği konuları hâlâ aydınlatılmamıştır.
1 Mayıs 1977
katliamının ve faili meçhul bırakılan diğer
olayların aydınlatılması, demokrasiden yana herkesin
talebidir. Katliamlarda öldürülenlerin yakınlarının,
onların kimler tarafından ve neden katledildiğini
öğrenmeye, cinayetlerin üzerine örtülen şalın kaldırılmasını,
karanlık perdenin yırtılmasını ve
karanlıkların aydınlatılmasını istemeye
hakları vardır. Hukuk devletlerinde "faili meçhul" diye bir
şey olamaz. Şayet bir ülkede faili meçhul bir olay varsa; o devlet,
hukuk devleti değildir. Hukuk devletlerinde, devlet sırrı ya da
başka nedenlerle cinayetlerin aydınlatılması önlenemez.
Devlet Sırrı, devletin açık ve gizli çıkarlarının
sürekliliği bakımından açıklanması tehlikeli ve yasak
olan bilgiler bütünüdür. Bu ve öteki siyasi katliamlar, devletin çıkarlarını
korumak için mi yapılmıştır ki devlet sırrı
gerekçesi ile aydınlanması önlensin. Karanlıklar hâlâ devlet
sırrı kavramının arkasına
sığınılarak aydınlatılmak istenmiyorsa, o zaman
demokratik hukuk devletinden söz edemeyiz.
12 Eylül'ün işaret
fişeği sayılan 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart 1978
Katliamları ile Türkiye'yi 12 Eylül'e taşıyan olaylar
arasındaki fiil ve fail bağlantısı, faili meçhul
bırakılan cinayetlerin işlenmesinde, hükümetler üstü bir gücün
varlığını göstermektedir.
Bir ucu ABD'ye dayanan
Kontrgerilla faaliyetinin üstünü örterek, yargısal süreçte delil karartma
ve zamanaşımı manevralarıyla kendini gösteren bir
"devlet geleneğinin varlığının ortaya
konması, kutsal devleti esas alan "devletin hukuku" yerine,
yurttaşı esas alan "hukuk devletinin" kökleşmesi
bakımından, 1 Mayıs 1977 Katliamı'nın neden,
nasıl yapıldığının, faillerin neden
bulunamadığının, devletin sorumluluktan nasıl
sıyrıldığının, yargısal sürecin nasıl
ve hangi yöntemlerle tıkandığının, ülkemizdeki
faaliyeti ile sivil ya da askeri darbelerle hükümetleri devirip anayasal düzeni
işlemez hâle getirdiği, etnik, dini, mezhepsel gibi
farklıları kaşıyarak halkı
çatıştırıp, katliamlarla kaos yaratıp, istediği
yönetimleri işbaşına geçirdiği söylenen
Kontrgerillanın, 1 Mayıs 1977 Katliamın,
öncesinde-oluşunda-sonrasındaki siyasi cinayetlerle
bağlantısının araştırılması için
Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca Meclis
Araştırma yapılmasını dileriz.
1) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
2) Kadir Gökmen Öğüt
(İstanbul)
3) Aylin Nazlıaka (Ankara)
4) Aykan Erdemir (Bursa)
5) Mehmet Volkan
Canalioğlu (Trabzon)
6) Ali Sarıbaş (Çanakkale)
7) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
8) Mahmut Tanal (İstanbul)
9) Muhammet Rıza
Yalçınkaya (Bartın)
10) İhsan Özkes (İstanbul)
11) Gürkut Acar (Antalya)
12) Şafak Pavey (İstanbul)
13) Sedef Küçük (İstanbul)
14) İzzet Çetin (Ankara)
15) Ümit Özgümüş (Adana)
16) Uğur Bayraktutan (Artvin)
17) Kazım Kurt (Eskişehir)
18) Dilek Akagün
Yılmaz (Uşak)
19) Nurettin Demir (Muğla)
20) İlhan Demiröz (Bursa)
21) Ali Özgündüz (İstanbul)
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Sayın Dora,
kısa bir söz talebiniz var.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Mardin Milletvekili Erol Doranın, Mardin E Tipi
Cezaevindeki zehirlenmeler ve olumsuz koşullara ilişkin
açıklaması
EROL DORA
(Mardin) Teşekkürler Sayın Başkan.
Dün,
Mardin E Tipi Cezaevinde 800 tutuklu ve hükümlü yedikleri yemeklerden
zehirlenmiştir, şu anda 10 kişi serum tedavisi görmeye devam
etmektedir. Mardinde tutuklu bulunan Şırnak Milletvekilimiz Faysal
Sarıyıldız da zehirlenen tutuklular arasındadır.
İnsan Hakları Derneği Mardin Şubesinin
açıklamalarına göre, cezaevinde her iki ayda bir toplu zehirlenme
vakaları yaşanmaktadır. Kapasitesinin neredeyse 3 katı
kadar tutuklu ve hükümlü barındıran Mardin E Tipi Cezaevinin
koşulları, maalesef, insan onuruna yaraşır olmaktan
uzaktır. Unutmayalım ki tutuklu ve hükümlüler devletin güvencesi
altındadır ve gerçek anlamda demokratik bir hukuk devleti,
özgürlükleri elinden alınmış tutuklu ve hükümlülere insan
onuruna yaraşır bir şekilde davranmak zorundadır. Bu
bağlamda, Adalet Bakanlığının, cezaevi
koşullarının düzeltilmesi amacıyla soruna bir an önce el
atmasını beklemekteyiz.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Hepsine
geçmiş olsun diyoruz.
Sayın
Tanal, gündem dışı konuşmalar sırasında sisteme
girdiniz. Biliyorsunuz, benim uygulamamda gündem dışında
başka söz vermiyorum.
MAHMUT
TANAL (İstanbul) Sizden istirhamım, kişiden kişiye
uygulamanın değişmemesi lazım diye düşünüyorum, önemli
bir husus çünkü.
BAŞKAN
- Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım.
Öneriyi
okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- AK PARTİ
Grubunun, gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine; sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla verilmiş olan Meclis araştırması
önergelerinin Genel Kurulda okunarak, ön görüşmelerinin (10/49), (10/113)
ve (10/118) esas no.lu Meclis araştırması önergeleri ile
birlikte Genel Kurulun 24 Nisan 2012 Salı günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu 24.04.2012 Salı günü (bugün) toplanamadığından,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına
sunulmasını arz ederim.
Ayşe
Nur Bahçekapılı
İstanbul
AK
PARTİ Grup Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında bulunan 223, 74, 77, 139 ve 221
sıra sayılı kanun teklifi ve tasarılarının bu
kısmın sırasıyla 3, 4, 5, 6 ve 8 inci sıralarına
alınması ve diğer işlerin sırasının buna
göre teselsül ettirilmesi,
Genel
Kurulun;
Genel
Kurulun 25/04/2012 tarihli Çarşamba günkü Birleşiminde, Ankara
milletvekili Cevdet Erdöl ve 36 milletvekilinin sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetin
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, Bingöl milletvekili İdris Baluken ve 22
milletvekilinin sağlık çalışanlarına yönelik artan
şiddet ve olayların araştırılması ve
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Mersin
milletvekili Aytuğ Atıcı ve 20 milletvekilinin sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, İzmir milletvekili Hülya Güven ve 22 milletvekilinin
sağlık çalışanlarına yönelik şiddet
olaylarının araştırılması ve alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Tekirdağ milletvekili
Candan Yüceer ve 24 milletvekilinin sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, Mersin milletvekili Mehmet Şandır ve 19
milletvekilinin hasta ve hasta yakınlarının sağlık
çalışanlarına uyguladıkları şiddetin sebeplerinin
araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla, İstanbul milletvekili Mahmut Tanal ve 24
milletvekilinin Şanlıurfa'daki hastanelerde meydana gelen doktorlara
saldırı olaylarının araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla vermiş
oldukları meclis araştırması önergelerinin okunması ve
önergelerin görüşmelerinin Gündemde bulunan 10/49, 10/113 ve 10/118 Esas
no'lu Meclis araştırması önergeleri ile birlikte aynı günkü
Birleşimde yapılması
24 Nisan 2012 Salı günkü (bugün)
birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmeyerek, gündemin kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işler kısmında yer alan 223
sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar,
25 Nisan 2012 Çarşamba günkü
birleşiminde 139 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
26 Nisan 2012 Perşembe günkü
birleşiminde 136 sıra sayılı kanun teklifinin
görüşmelerinin tamamlanmasına kadar;
Yukarıda
belirtilen birleşimlerde gece 24:00'de günlük programların
tamamlanamaması halinde, günlük programların tamamlanmasına
kadar, çalışmalara devam edilmesi önerilmiştir.
BAŞKAN
Önerinin lehinde söz isteyen Salih Koca Eskişehir Milletvekili.
Buyurun
Sayın Koca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
SALİH
KOCA (Eskişehir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ grup önerimizle
birlikte bazı kanunlar ile özellikle TMSF, BDDK, Kamu Gözetimi gibi kamu kurumu başkanları görev sürelerini
beş yıla indiren ve tekrar seçimini öngören, görev süresi bitiminde
ise iki yıl aynı işlerle ilgili çalışma
yasağı getiren kanunun, ayrıca tabii afetlerde zarar gören
çiftçilerin Özelleştirme İdaresi kapsamında Türkiye Şeker
Fabrikaları AŞye olan avans borçlarının ertelenmesi ve
yeniden yapılandırılması; yine, Eşyanın
Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına
İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Uluslararası
Karayolu Taşımacılığına İlişkin
Sınır Geçiş İşlemlerinin
Kolaylaştırılması; yine, Bozulabilir Gıda Maddelerinin
Uluslararası Taşımacılığı ve Bu
Taşımacılık Faaliyetlerinde Kullanılacak Özel
Ekipmanlara İlişkin Tasarımız ve Karayolu Trafiği
Konvansiyonu ile Bu Konvansiyonu Tamamlayıcı Avrupa
Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair
Tasarı ve ayrıca yine, 221 sıra sayılı Eskişehir
2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Hakkında Kanun
Tasarısının görüşülmesine dair önerimiz mevcuttur.
Özellikle Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Projesi
kapsamında ben ümit ediyorum ki yapılacak hazırlıklar
açısından da bu yasanın bir an önce görüşülmesinde ve
hazırlanacak projelerin, yapılacak çalışmaların
gündeme alınıp devreye alınması açısından da
önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu vesileyle grup
önerimizin lehinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Koca.
Önerinin aleyhinde söz
isteyen Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili.
Buyurun.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
alıştık artık her hafta yeni bir öneriyle AK PARTİ
Grubunun gelmesine ve bu önerilerinde de zaman mefhumunu âdeta yitirmiş
durumdalar. Her önergede Türkiye'nin gündemi onların gündemi değil. Onların
gündemi partilerinin gündemi; partilerinin, yandaşlarının görev
sürelerinin uzatılması, onunla ilgili işlemler ve mevzuatlar.
Biz çok tarihî günler
yaşıyoruz aslında, gözlerimizin önünde çok önemli durumlar
yaşanıyor. Meclisin gündeminde tutuklu milletvekilleri var. Dün 23
Nisandı, geldik. Şu duvarda Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir. diye yazıyor. Herhâlde oraya süs olarak
koyduk onu. Eğer süs olarak koymasak 8 milletvekili bugün Mecliste görev
yapıyor olacaktı. Şimdi, bu Mecliste olması gereken
milletvekillerinden birisi, Şırnak Milletvekili Faysal
Sarıyıldız Mardin Cezaevinde dağıtılan patates
yemeğinden 800 tane tutuklu ve hükümlüyle birlikte zehirlenmiş. Bu,
Türkiyeye yakışan bir manzara mıdır arkadaşlar?
Yoğun bakımda 100 kişi vardı, takip ediyoruz ve hayati
tehlikeleri var. Bu 100 kişiden 10 tanesinin, özellikle 2 tanesinin
durumunun çok ağır olduğu söyleniyor. Cezaevleri sorunu kanayan
bir yara ama konuşamıyoruz. Bunu nasıl aşabiliriz?
Konuşamıyoruz.
İnsanlığımızla
baş başa kalıp, vicdanımızla baş başa
kalırsak şu manzarayı görüyoruz: Bir türlü AK PARTİ
Grubuna, milletvekillerine şunu anlatamadık: Bir Haberal yasası
var. İnfaz Kanunu 136, ısrarla getirmek istiyorlar. Haberal tutuklu
milletvekili. Annesi rahmetli oldu. O yasaya takoz koymak için kişiye özel
yasa yaptınız, kişiye özel yasa maddesi verdiniz. 1inci maddesi
Anayasaya, yasaya, hukuka, her şeye aykırı, insanlığa
aykırı ama sizi tebrik ve takdir etmek lazım, Mehmet Ağar
için özel villa cezaevi yapıyorsunuz infazını yaşasın
diye. Hükümlüler arasında özel bir ilgi alanınız mı var
iktidar olarak? Siz çetesever misiniz özel cezaevleri yapıyorsunuz, söyler
misiniz. Özel cezaevi, özel banyo, özel tuvalet, özel güvenlik yetmiyor;
darbeci generaller için de GATAda yedi yıldızlı özel büyük
salonlar
Büyük salonlarda darbeci general sanıklar, 12 Eylülün darbeci
generalleri Kenan Evrenle Şahinkaya kalıyor. Onların özel
ayrıcalığı var mı? Bu ülkede kişiler
arasında bir eşitlik, hukuk ne zaman korunacak? Sizin partinizin
adındaki adalet bu mu Allah aşkına ya? Allah aşkına,
bu mudur partinizin adındaki adalet, adalet derken bundan bunu mu
anlıyorsunuz? Siz parti olarak çetesever misiniz, darbecisever misiniz?
Bunun böyle olmadığını hep telaffuz ediyorsunuz, hep
söylüyorsunuz. Dün Başbakan, bu kürsüde Bu Meclis darbecileri
yargılıyor. dedi. Darbecileri yargılıyorsanız, bu
özel ilgi, bu özel ihtimam ne? Peki, bunu yaparken diğer taraftan
ayrımcılık yapıp, özel yasalar getirip Anayasayı,
yasayı, infaz hukukunu, hukuku rezil rüsva etmenin anlamı nedir?
Toplumda çıkacak gerginliklerin, gerilimlerin getireceği bütün vebal
sizin boynunuzda olacaktır. Açıkça söylüyorum, bu yasa buradan gelir
geçerse toplumdan çıkacak bütün vebal sizin boynunuzda olacak. Burnu
kanayan tek kişinin, bu olaylar nedeniyle, gerginlik nedeniyle, bu yasa
nedeniyle ölen her kişinin vebali boynunuzda kalacak. Biz iki aydır
uğraşıyoruz, bıktık, yeter artık. Getiriyorsunuz,
getiriyorsunuz temcit pilavı gibi önümüze koyuyorsunuz. Gidin, doğru
dürüst bir infaz hukuku yapın, infaz rejimi yapın, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde infaz rejimiyle ilgili yüzlerce mahkûmiyet
kararı var; doğru dürüst yargılamasını yapın.
Teklif getiriyorsunuz, o teklifinizde diyorsunuz ki: İnfaz
savcılığı direktif verirse altı ay yasaklayabilir.
Bir kişi daha yargılanmadan, hakkında kesin hüküm olmadan neyin
kararını, kim veriyor? Üç tane idareciye mi
bırakacaksınız? Böyle ayrımcılığı hiç
kimse kabul etmez. Bunu kafanızdan çıkarın. 1inci maddenizi
çıkarın, Haberal yasasını da getirin bugün
çıkaralım; bütün gruplar buradadır, getirin Haberal
yasasını bugün çıkaralım, hemen çıkaralım. Ama
takoz koymayın, takoz koymayın; böyle bir yasa geldiği zaman
muhalefetten önüne bir takoz koymayın. Takoz koyma
alışkanlığından da vazgeçin. Şimdi, burada bunu
da getiriyorsunuz.
Şimdi, sadece bu
değil, ülkenin gerçek gündemiyle ilgili
Sıcak
çatışmaların yaşandığı bir süreçteyiz, Orta
Doğu kaynıyor. Görüşmeler, gelmeler, gitmeler; Amerika, Ankara
Bir taraftan Bağdat, bir taraftan Şam, bir taraftan Tahran, bir
taraftan Suriye, bir taraftan Suriye sınırına
yığılan 26 bin mülteci bu Meclisin sorunu değil mi,
bunları konuşmayacak mıyız yoksa özelleştirmeyle, TMSFyle,
rantla, parayla bu Meclisi bunlarla meşgul edip geçinecek miyiz? Ya gerçek
gündemine bu ülkenin ne zaman geleceğiz?
Bakın, bu
topraklarda tarihin, hepimizin belki de en büyük yası, trajedisi
yaşandı. Tabuları yıkabiliyor muyuz, konuşabiliyor mu
bu Meclis, bazı gerçeklerle yüzleşebiliyor mu? 1915le ilgili, Ermeni
olayıyla ilgili bu Meclis kendi içinde konuşabilme olgunluğuna
erişti mi, bunu sorgulayabiliyor muyuz? Bakın, dikkat edin, bütün
meclislerde konuşuluyor ama biz kendi içimizde tarihle, gerçeklerle,
insanlıkla, vicdanımızla yüzleşebiliyor muyuz? Ayaşa,
Çankırıya hangi trenler kimleri taşıdı veya kim kime
neden oldu; kimin eksisi, hatası ne kadar? Katliam, soykırım,
tehcir, adı ne, Osmanlı arşivleri ne diyor? Osmanlı
arşivlerini çıkarıp bu Mecliste konuşamıyor muyuz?
Konuşamazsak, gerçekle yüzleşemezsek o zaman -bu Meclis- her yıl
-bakın, biraz sonra Fransada, Amerikada seçimler var- her gün bu
olayı bir ülke gündemimize getiriyor, bütün dünya ülkelerinin
parlamentosuna geliyor. İşte, bunu da konuşamayacak duruma
gelmiş bir Parlamentomuz var.
Evet, zaman gelecek
Tabii, önemli olan büyük felaketleri unutmamak, vicdanlarda ve adalet
duygularında kendini yitirmemiş insanların hep birlikte bunu,
gerçeklikle, tarihimizle yüzleşebilmeyi yapabilmektir. Bunu yapan halklar
dimdik ayakta kalmış ve yürümüşlerdir. Biz inanıyoruz ki
dünyada hiçbir şekilde halklar arasında düşmanlık yoktur.
Hâlâ ülkemizde 100 bine yakın Ermeni yurttaşımız yaşıyor.
Her zaman bu sürekli gündeme geliyor. Bunu artık aşabilmenin, bu
sorunu konuşabilmenin görevi de Meclisin değil mi? Hükûmetten bir
tane bakan çıkıp bu Mecliste Sarkozy Fransada ne yapıyor?
Obama ne teklifi verdi? İzlanda Meclisine ne getirildi? Neden otuz
parlamentoda bu çıktı? Neden tarihçilerle siyasetçilerin işleri
ayrıdır? Bunlar ayrı ayrı değerlendirilmeli.
diyemiyor? Niye konuşulamıyor? Niye arşivlere gidilemiyor?
Osmanlıdan cumhuriyete geçtik. Neden gerçeklerle yüzleşemiyoruz?
Bütün bunları Meclisin gündemine almak gerekiyor. Bunu çözemediğimiz
zaman Kürt sorununu da çözemiyoruz. Bunları
konuşamadığımız zaman Kürt sorununu da
konuşamıyoruz. Bu çatışma sürecinden, gerilimden kurtulma
Türkiye'nin birinci gündemi olmalı. Bunun dışındaki
gündemlerin hepsi hikâyedir. Kürt sorununu birinci gündemi
yapmadığı sürece AK PARTİ, gerisi hikâyedir diyoruz. Bu
nedenle bu öneriye karşı olduğumuzu da ifade ediyoruz.
Teşekkür ederim.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Öneri lehinde söz isteyen
Oktay Vural, İzmir Milletvekili.
Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
AKP grup önerisi üzerinde
söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle heyeti
saygılarımla selamlıyorum.
Aslında, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu AKP grup önerisi üzerinde hangi konularda mutabıkız,
hangi konulara itirazımız var; bunları arz etmek istiyorum.
Bugün, biz de bir grup
önerisi getirmeyi planlamıştık. Özellikle, maalesef, Suriye
politikası dış merkezlerde oluşturuluyor. Yabancı
basında ya da köşe yazarlarında okuyoruz milletvekilleri olarak.
Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinde maalesef bir müzakere imkânı
olmadı. Bununla ilgili bir genel görüşme önergesini biz verdik, o
genel görüşmenin bugün gündeme alınmasını isteyecektik. Bu
vesileyle AKP Grup Başkan Vekili Ayşe Nur Hanımla
görüştük. Sayın Bakanın Türkiye Büyük Millet Meclisine
perşembe günü bilgi vereceğini ifade ettiler. Bu eğilim üzerine,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, hiç olmazsa böyle bir konuda Parlamentonun
bilgilendirilmesine vesile olacağımız için grup önerimizi geri
çektik. Ama ben, buradan açık bir çağrı daha yapmak istiyorum:
Gelin, hep beraber, birlikte bunu bir genel görüşmeye çevirelim, -enine
boyuna- Suriye politikası nerede oluşturuluyor, endişelerimiz
nedir, Türkiye nereye gidiyor, Suriyede neler oluyor; bütün bunları hep
beraber, birlikte milletin önünde tartışalım. Çünkü takdir
edersiniz ki millî politikaların oluşturulduğu merkez Türkiye
Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Bu bakımdan, böylesine önemli bir
gündem maddesini Sayın Bakanın bir gündem dışı bir söz
talebiyle gidermek yerine, Meclis bunu gündemine almalı ve bu konuda enine
boyuna bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. O
bakımdan, Sayın Bakan hiç olmazsa Parlamentoya teşrif edip bu
konuda bir bilgi vermeyi temin ettiği için elbette olumlu görmekle
beraber, Türkiye Büyük Millet Meclisini ciddiye alarak, bu konuda özellikle
genel görüşme yoluyla bu meselenin tartışılması
gerektiğini düşünüyoruz. Böyle beş-on dakikayla giderilebilecek
bir konu değil, takdir edersiniz ki Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren
bir konu; bugün de Türkiye'yi ilgilendiriyor.
Sayın Başbakan
Çine gidiyor, Katara gidiyor, Suudi Arabistana gidiyor, her tarafta
görüşmeler yapıyorlar yani Barzaniyle Suriye konusu görüşülüyor
ama Türk milleti önünde Suriye konusu görüşülmüyor. Ne alakası var
Barzaninin? Yani Türk dış politikası, böyle bir bölgesel
yönetimin yönlendirmesiyle, istişaresiyle oluşturulacak bir politika
değildir. Millî olmalıdır, bilgiler de millî kaynaklardan oluşmalıdır.
Burada oturan her bir milletvekilinin, Türk milletine karşı sorumlu
bir milletvekili olarak bu konuda nelerin olup bittiğini sorgulaması
ve öğrenmesi hakkıdır. O bakımdan, milletten,
milletvekillerinden bu konularla ilgili bilgilerin saklanması, paylaşılmaması
doğru bir şey değildir. Kıbrıs politikası da
burada oluşturulmalıdır, her türlü politika burada
tartışılmalıdır; Türkiye'nin dış
politikası yabancı merkezlerde
tartışılmamalıdır, yabancı merkezlerde kurulan
planlar, görüşmeler Türk milletine dayatılmamalıdır.
O bakımdan, gelin
hep beraber, birlikte, Türk milletinin temsilcisi olan değerli
milletvekillerinin önünde sözlerimizi söyleyelim. Milletvekilleri basın
aracılığıyla Kim ne düşünüyor? öğrenmesin,
burada doğrudan doğruya bu bilgileri paylaşalım, bu
bilgileri değerlendirelim, millî bir politika oluşturmak için nelerin
yapılması gerektiğine ilişkin, muhalefetin
değerlendirmelerini alalım diye düşünüyorum.
Bu bakımdan
açık çağrım gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisine; gelin,
Suriye gibi önemli bir gündem maddesini, bırakın Sayın
Bakanın gündem dışı bir konuşmayla dile getirmesi
yoluyla değil, Meclisin gündemi olarak ele alalım, bir genel
görüşme yapalım, bütün partilerin bu konuda talepleri vardır, bu
talepler olduğuna göre birleştirelim ve Türk milletinin
nabzını, görüş ve düşüncelerini bu vesileyle burada
değerlendirerek millî bir politikanın oluşturulması yönünde
Hükûmete gerekli uyarıları yapalım diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla, bir adım olmakla birlikte Adalet ve Kalkınma
Partisinin bunu da temin etmesi gerektiğini özellikle ifade etmek
istiyorum.
Tabiatıyla bu grup
önerisinde olumlu olan bir husus, özellikle sağlık
çalışanlarına yönelik şiddetle ilgili araştırma
önergelerinin birleştirilerek görüşülmesidir. Bu konuda bir
araştırma komisyonu kurulması son derece gereklidir. Gerçekten,
sağlık çalışanlarına yönelik bu şiddeti
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak kınadık. Bugün de öğle
saatlerinde Türk Sağlık-Sen özellikle sağlık
çalışanlarına yönelik bu hasmane yaklaşımları
kınayan bir protesto gerçekleştirdi. Dolayısıyla, millet
bunu tartışıyorsa Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bir
araştırma komisyonu kurmak suretiyle doktorlarımızı,
sağlık çalışanlarını birer makineye
dönüştüren ve açıkçası sağlıkta da vatandaşlarımızın
niteliksiz sağlık hizmeti almasına yol açan sağlık
sisteminin doğurduğu bu sonuçları şiddet yönüyle de ele
alması gerektiğini ve bir muhasebe yapılması
gerektiğini düşünüyoruz. Bu bakımdan bunu da olumlu
bulduğumu ifade etmek istiyorum.
Tabii, 223 sayılı
torba kanunda özellikle kişiye özel uygulamalar açısından bizim
muhalefet şerhimiz var. Bugün görüşülecek, bunlarla ilgili
görüşlerimizi elbette dile getireceğiz. Namıdiğer Haberal
yasasını yani bu yasayı keşke annesi rahmetli olmadan önce
yapabilseydik, keşke başkaları bunu engellemeseydi.
Perşembe günü bunu görüşeceğiz ama gönül isterdi ki, bir
milletvekilinin ismiyle anılıyor artık, Haberal yasası
olarak adlandırılıyor ama tutukluların, hiç olmazsa, hasta
olan annesini, babasını görmesi için izin vermeye yönelik bu
değişiklik keşke daha önce yapılsaydı. Buna
rağmen Perşembe günü bunu inşallah fikir
değiştirmezsiniz çünkü çok fikir değişti bu konuda, her gün
fikirler değişiyor- inşallah görüşürüz.
Tabii, bu vesileyle,
umarım Türkiye Büyük Millet Meclisinde, açık ve net bir şekilde
burada, tutuklu bulunan milletvekillerinin tutuksuz yargılanarak millet
iradesini burada kullanabileceği bir değişikliği de hep
beraber birlikte geçiririz. Bu, aslında sadece o milletvekillerinin sorunu
değil, millet iradesinin hapsedilmesi kimin sorunu olursa olsun,
arkadaşlar, bunu milletin sorunu olarak algılamak lazım.
Bunları bir parti sorunu olarak değil, millî egemenlik, millî irade
sorunu olarak ele almak lazım. Hazır, darbelerle mücadele ediyorken,
darbeleri sorguluyorken, iyi ya da kötü darbe olarak
adlandırmamamız gerekiyorsa, millî iradeyi tutuklayan bu durumda
onların tutuksuz yargılanmasının önünü açacak bir
yaklaşımla bir düzenlemeyi de, bu Parlamento, bu tavrına yönelik
getirmesi ve geçirmesi gerekmektedir.
Tabiatıyla
Danışma Kurulu önerileri
AKP Grubu sık sık fikir
değiştiriyor. diyordum. Ayşe Nur Hanım, umarım bu,
sayın grup başkan vekilleri arasında senkronizasyon
eksikliğinden kaynaklanmıyor. Çünkü daha önce Bugün saat sekize
kadar çalışacak. dedik, sonra 21.00e artırıldı,
şimdi tamamlanmasına kadar dendi ama yani milletvekillerine ve bu
Parlamentoya tamamlanmasına kadar yani kadar ifadesi
yakışmıyor. O bakımdan, gündemde ne varsa süreyi
koyalım. O süre içerisinde görüşülmesi gerekiyorsa
konuşalım ama yani kadar gibi bir dayatma, bu ifade, bence, Türkiye
Büyük Millet Meclisine yakışmıyor.
Bu bakımdan, bu
tamamlanmasına kadar ifadesi, iradenin aslında öyle
olmadığını da biliyorum ama bu ifade bile rahatsız
etmeye başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna,
milletvekillerine çoğunluk iradesiyle Ya bunu tamamlarsanız, tamamlamazsanız.
gibi parantez içinde bir dayatmayla bir grup kararı almanın
doğru olmadığını düşünüyorum.
Dolayısıyla, bugün görüşeceğimiz kanun teklifi ve bu
gündem, aslında, belli sürede tamamlayacağımız,
tamamlamamız gereken bir gündemdir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da
bu gündemin tamamlanması konusunda İç Tüzükten kaynaklanan
haklarımızı da medeni ölçüler içerisinde
kullanacağımızı ifade etmek istiyorum.
Bu haftaki
çalışmaların milletimize hayırlı olması
dileğiyle hepinize saygılarımı arz ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Grup önerisi aleyhinde
söz isteyen Akif Hamzaçebi, İstanbul Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Konuşmamın
başlangıcında sizi saygıyla selamlıyorum.
Parlamentonun gündemi
milletin gündemiyle ne kadar çakışırsa, ne kadar uyumlu olursa
Parlamento o kadar doğru yolda demektir. Bu çakışma olmazsa,
Parlamentonun gündemiyle milletin gündemi birbirinden
farklılaşıyor ise Parlamento o kadar yanlış yolda veya
Parlamento zaman kaybediyor demektir. Bu gündemi Parlamentonun
yakaladığı zamanlar olmuştur, yakalayamadığı
zamanlar olmuştur.
Ülkenin, milletin
gündemine baktığımızda demokrasiye, özgürlüklere duyulan
özlemin ve ihtiyacın her geçen gün arttığını
görüyoruz. Demokrasinin demokratikleştirilmesi veya demokrasinin
derinleştirilmesi olarak özetleyebileceğimiz ciddi bir demokrasi
paketinin Türk toplumunun önünde büyük bir ihtiyaç olarak durduğunu
görüyoruz ancak Parlamento gündeminde hâlâ bu ihtiyacı
karşılayabilecek şekilde bir gündem maddesinin veya maddelerinin
olmadığını tespit ediyoruz.
Ekonomide önemli bir
işsizlik var. On yıl önceye kıyasla azalmayan, tersine, artan
bir işsizlik olduğu hâlde, azalan tasarruflar olduğu hâlde, cari
açığa mahkûm bir ekonomik politika olduğu hâlde, bu ekonomik politikanın
sorunlarını çözmeye yönelik ciddi bir ekonomik paketin yine
olmadığını görüyoruz. Bunları
konuşmalıyız ancak maalesef Türkiyenin gündeminde bunlar
bulunmamaktadır. Gündemi önemli ölçüde iktidar partisi belirlediği
için, iktidar partisi Türkiyenin gündeminden, milletin gerçek gündeminden uzak
gündemleri Türkiyenin önüne, toplumun önüne getirmektedir.
Bugünkü gündemde bizim
mutabık olduğumuz konular vardır, mutabık
olmadığımız konular vardır. Örneğin, yarınki
gündemde görüşülecek ve tüm siyasi partilerin önergelerinin olduğunu
gördüğüm sağlık çalışanlarına şiddet
konusunda Meclis araştırması açılması Cumhuriyet Halk
Partisinin de görüşüdür.
Yine, kamuoyunda Haberal
yasası olarak isimlendirilen ancak gerçekte tutukluların hasta olan,
ağır hasta olan yakınlarını ziyaretine imkân verecek
bir yasal düzenlemenin yapılmasına yönelik gündem maddesi yine
Cumhuriyet Halk Partisinin destek vereceği bir başka gündem
maddesidir. Bir kısım uluslararası anlaşmalar Cumhuriyet
Halk Partisinin de mutabık olduğu uluslararası
anlaşmalardır. Onların da çıkarılması
gerektiğini düşünüyoruz.
Torba veya mini torba
yasa olarak isimlendirebileceğimiz ve Plan ve Bütçe Komisyonundan
geçmiş olan, BDDK ve TMSF başkanlarının görev sürelerinin
uzatılmasına veya üst üste iki dönem görev yapabilmelerine imkân
veren yasa tasarısı veya teklifi olarak anılan ama içinde çok
başka hükümlerin de olduğu teklif konusunda Cumhuriyet Halk
Partisinin farklı görüşleri de vardır. Bunlar, ilgili teklif gündeme
geldiğinde burada arkadaşlarımız tarafından ifade
edilecektir.
Şimdi, konu oraya
gelmişken, yani BDDK ve TMSFnin başkanlarının ve
üyelerinin görev sürelerine ilişkin düzenlemeye gelmişken o teklifte
yer alan bazı konularda görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Teklifin
bir maddesi Türk Ticaret Kanununun 401inci maddesinde değişiklik
düzenlemektedir. Biliyorsunuz, Türk Ticaret Kanunu, 2011 yılının
Ocak ayında, o dönemin Parlamentosunda bulunan siyasi parti grupları
tarafından mutabık kalınan özel bir gündem maddesiyle
görüşülerek kabul edilmiştir. Türk Ticaret Kanunu, Türk Borçlar
Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Borçlar Kanununun
uygulanmalarına yönelik iki kanun da dâhil olmak üzere toplam beş
maddelik paket, o dönem, 2011 yılının Ocak ayında, üç gün
gibi bir sürede Parlamentoda mutabakatla görüşülerek
yasalaştırılmıştır. Temel yasa formunda
görüşülmesi gereken bu yasalar, temel yasa olarak dahi
görüşülmemiş ve çok daha kısa bir yasama süreci uygulanmıştır
çünkü temel yasa olarak bu yasaların görüşülmesi hâlinde görüşme
süresi birkaç haftayı bulabilecekti. Her 30 maddenin temel yasada 1 madde
olarak görüşüldüğünü düşünürsek, toplam 2.700 maddelik
yasaların olduğu paketin kabul edilmesi birkaç haftayı alacak
bir zamanın geçmesine neden olabilecekti. O dönem, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, bu tasarıların yasalaşmasına destek verdik ancak
bir kayıt koymuştuk o zaman. Özellikle Türk Ticaret Kanununun
yasalaşmasına ilişkin olarak koyduğumuz kayıt
şuydu: Bu tasarıyı yasalaştırıyoruz ancak bu
tasarının bazı hükümleri sorun yaratacak niteliktedir.
Dolayısıyla, önümüzdeki bir buçuk yıllık süreçte, yürürlük
için öngörülen bir buçuk yıllık süreçte bu sorunları tespit
edelim ve bir buçuk yıllık bu süre içerisinde bu sorunların
çözümüne yönelik olarak gerekli değişiklik düzeltmelerini,
düzenlemelerini Türkiye Büyük Millet Meclisine getirelim. O dönem, bu
tasarıların, özellikle Türk Ticaret Kanununun yasalaşması
için Hükûmet altı ay sonrası için bir tarihi düşünürken
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, altı ayın yeterli olmayacağını,
bunun üzerine bir yıl daha ilave edilmesi gerektiğini önerdik ve tüm
partilerin kabulüyle birlikte yasanın bir buçuk yıl sonra
yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı.
Türk Ticaret Kanunu başka bir
değişiklik düzenlemesi getirilmez ise 1 Temmuz 2012 tarihinde
yürürlüğe girecektir. Tasarının birçok konuda çok yeni
düzenlemeler getirdiğini, Avrupa Birliğine uyum bağlamında
getirilen birçok düzenlemesinin hakikaten olumlu olduğunu ve iş
dünyasının, ekonominin önünü açacağını ifade
etmeliyim. Tasarının eksiklikleri vesilesiyle tasarının
tümünü feda etme yönündeki bir yaklaşımı doğru
bulmadığımı ifade etmeliyim ancak bugün oldukça öne
çıkan birtakım sorunlar o zaman bizim tarafımızdan da ifade
edilmişti. Örneğin Türk Ticaret Kanununun ceza hükümlerinin
ağır olduğunu, ceza ile sağlanmak istenen,
ulaşılmak istenen amaç arasında uygun bir dengenin
olmayabileceğini, özellikle Vergi Usul Kanunu hükümleriyle, oradaki ceza
hükümleriyle bu ceza hükümleri arasında bir uyumlaştırmaya
gidilmesi ihtiyacını ifade etmiştik. O dönem, iş
dünyası tasarıya kayıtsız şartsız destek verirken
bizim bu tespitimiz maalesef o kayıtsız şartsız
desteğin arasında kayboldu gitti. Nitekim bugün ortaya
çıkmaktadır ki ceza hükümlerinde gerçekten bir gözden geçirmeye, bir
yeniden düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bunu birinci tespitimiz olarak ortaya
koyuyorum.
İkinci tespitimiz şudur: Türkiye
ekonomisinin yüzde 96sı, yüzde 97si KOBİlerden
oluşmaktadır, ekonomideki işletmelerin çok büyük kısmı
KOBİlerden oluşuyor. KOBİler aile şirketleri niteliğindedir.
Bu kadar önemli bir yasaya KOBİlerin süratle uyumunu sağlayabilmek
zor olabilir. Bu konuda, devlet, özellikle Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı bir görev üstlenmek zorundadır. Özellikle,
KOBİlerin, İnternet
sayfası konusunda desteğe ihtiyaçları vardır. Bu
nedenle, bu destek, KOBİlere verilmelidir.
Yine, İnternet
sayfasında yer alacak birtakım bilgilerin ticari sır
kapsamında olabilecek olması nedeniyle, bu bilgilerin bir kez daha
gözden geçirilerek ilgili maddelerin yeniden düzenlenmesinde yarar vardır.
Muhasebe
standartlarına ilişkin olarak getirilmiş olan 88inci maddeyle
kanunun geçici 1inci maddesi arasında birtakım mükerrerlikler,
uyumsuzluklar vardır. Yine, bunların gözden geçirilmesinde yarar
vardır.
Denetim çok önemlidir.
Türk Ticaret Kanunu -yeni kanun- buna oldukça önem vermiştir. Bu,
hakikaten önemli ve iyi bir yaklaşımdır. Ancak, bu denetimin,
işlem denetçisinin küçük işletmelerde büyük bir maliyet
artışına yol açmaması gerekir. Bu açıdan, bunları
bir kez daha gözden geçirmekte yarar vardır.
Türk Ticaret Kanununun
halka arzı düzenleyen 552nci maddesi sorunlu maddedir. Normal olarak
halka arz 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununda düzenlenir.
Ancak, Türk Ticaret Kanununun 559uncu maddesine bakıldığında
bir anonim şirket dışında başka şirketlerin de
sanki sermayesini halka arz edebileceği yönünde düzenlemenin olduğu görülecektir.
Niyet bu değildir ama bu niyet tasarıya, daha doğrusu, yasaya
doğru yansımamıştır. Yasa bu şekliyle
çıkarsa, daha doğrusu, uygulamaya girerse halka arzda büyük bir
karmaşa yaşanacaktır. 552nci maddenin de bu vesileyle yeniden
gündeme alınması, değerlendirilmesi gerekir.
Sürem burada bitiyor. Bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum.
(CHP alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Öneri kabul
edilmiştir.
Üç sayın
milletvekilinin kısa söz talepleri var.
Sayın Tanal,
buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın, 24
Nisan 1972 tarihinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin
İnanın idam kararlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde
onanlanmasına el kaldıranları kınadığına
ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Teşekkür ederim Başkan.
Değerli
milletvekilleri, tarihte bugün, 24 Nisan 1972 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnanın idam
kararları yeniden onaylanmıştır. O gün idam
kararının onanmasına el kaldıranları
kınıyorum.
Saygılarımı
sunuyorum sizlere.
BAŞKAN Buyurun
Sayın Yeniçeri.
3.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, İstanbul
Milletvekili Engin Alan ve muhalefet partilerinin bazı milletvekillerinin
tutuklu olmasının millî egemenliğin özüne aykırı
olduğuna ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ
(Ankara) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türk milletinin kendi
kaderini kendisinin belirlemeye karar verdiği Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramının 92nci yıl dönümünün yüce Türk milletine
hayırlar getirmesini diliyoruz. Bu vesileyle, millî egemenliğin,
istiklal ve hürriyetin tavize ve indirime tabi olmayan yüce değerler
olduğunun bir kez daha altını çizmek istiyorum.
Diğer yandan, millî
egemenliğin yeryüzündeki her türlü egemenliğin üstünde olduğu,
demokrasilerde de milletin egemenliğinin milletvekilleri
aracılığıyla kullanıldığı bir gerçektir.
Millî egemenlik kayıtlı şartlı, özel yetkili mahkemelerin
ya da Avrupa Birliğinin değildir, millî egemenlik kayıtsız
şartsız Türk milletinindir.
Millî Egemenlik
Bayramının kutlandığı bugünlerde İstanbul
Milletvekilimiz Engin Alanın ve diğer muhalefet partilerine ait
bazı milletvekillerinin tutuklu olması millî egemenliğin özüne
aykırıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin ve Sayın
Meclis Başkanının, tutuklu milletvekili sorununa son verilene
kadar etkili çabalarını sürdürmesi zorunluluktur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Öğüt
4.- İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğütün,
sağlık çalışanlarına yapılan
saldırılara ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN
ÖĞÜT (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sağlık
çalışanlarına yapılan saldırılar her gün
çoğalırken, en son bir doktor arkadaşımız
katledilmiş, bütün Türkiyede nefretle kınanmış,
yürüyüşler, iş bırakmalar yapılmıştır. Buna
rağmen saldırılar son bulmamıştır, yurdun her
tarafından yeni saldırı haberleri gelmektedir.
Meclis çatısı
altındaki bir milletvekilinin, meslektaşımız doktora
yapmış olduğu saldırıyı kınıyor,
AKPnin oylarıyla reddedilmiş olan Meclis araştırması
önergemizin bir an önce gündeme alınmasına memnun olduğumu
söylemek istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
İç Tüzükün 37nci
maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi
vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
Okutuyorum:
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
(Devam)
C) Önergeler
1.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulunun, (2/161) esas numaralı Van-Erciş ve Çevresinde
Meydana Gelen Deprem Afeti ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/42)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
(2/161) esas
numaralı Kanun Teklifimin İç Tüzük 37nci maddeye göre doğrudan
Genel Kurul gündemine alınmasını saygılarımla arz
ederim.
Mustafa Sezgin Tanrıkulu
İstanbul
BAŞKAN Teklif
sahibi İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu.
Buyurun Sayın
Tanrıkulu. (CHP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA SEZGİN
TANRIKULU (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; (2/161 )esas numaralı Van-Erciş ve Çevresinde
Meydana Gelen Deprem Afeti ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifimizin İç Tüzük 37ye göre
doğrudan gündeme alınmasıyla ilgili söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 tarihlerinde Van ve Ercişte
meydana gelen depremler, Doğu Anadolunun gözde illerinin birinde
unutulması güç travmalara ve yaralara sebep oldu. 600den fazla
yurttaşımız yaşamını yitirdi; 4 binden fazla
yurttaşımız ağır yaralandı; 2.262 bina tamamen
yıkıldı; 1.500 civarında esnaf kepenk kapattı; Van ve
Ercişten 300 bine yakın insanımız göç etti.
Sonraki süreçte ise
Hükûmetin skandal uygulamalarıyla yaşanan bu travma daha da
derinleşti. İnsanlarımız ağır kış
koşullarını çadırlarda geçirmek zorunda kaldı,
yapılan konteynerler geç geldi, yetersiz kaldı ve
insanlarımız büyük zorluklar yaşadı.
Kadınlarımız büyük zorluklar yaşadı,
çocuklarını yitirdiler, çok büyük dertler yüklendiler.
Çocuklardan büyüklere
kadar herkes, izi ömür boyu silinmeyecek travmayla baş başa
kaldı.
Bölgede
eğitim-öğretim sistemi tamamen işlemez hâle geldi ve bunun
sonuçları ortaya çıktı, geçen gün açıklanan YGS
sınavında Van en sonuncu illerden biri oldu.
Esnaf iflas
bayrağını çekti.
Hasarsız görünen
konutlarda kiralar 2 katına çıktı. Binlerce insan
başını sokacak sağlam bir ev bulamadığı için
göç etmek zorunda kaldı.
Daha dün, 23 Nisan
kutlamaları sırasında Sayın Van Valisi, basına
konuşurken Bahar geldi de sıkıntılarımız
azaldı. dedi. Valiliğin açıklaması da ortaya
koymuştur ki AKP Hükûmeti Vandaki sıkıntıların
azalmasını tamamen Mevsim dönümlerine ve Allah ne verdiyse
şartlarına mı havale etti? Vanda
sıkıntıların azalması için baharın gelmesi veya
Vanda hep baharın yaşanması mı gerekecek?
Sayın Başbakan
Ercişteki konuşmasında Vanlıları kış
soğuğuyla baş başa bırakmayacağını
vadetmişti ama Van için verilen tüm vaatler gibi bu da içi boş bir
vaatten öteye gitmedi.
Sayın
Şehircilik Bakanının, İçişleri Bakanının,
Başbakan yardımcısının gaflarını burada
yeniden söylemek istemiyorum ama Vanlıların kafasında ve
dünyasında bu sözler derin izler bıraktı, hâlen de o derin izler
geçmiş değil.
AKP Hükûmeti Vanda
insani tepkilere bile tahammül edemedi.
Vanlıların
sesini Hükûmet duymadı ama Türkiyede tüm yurttaşlarımız
duydu. Herkes yardıma koştu ama AKP Hükûmeti derli toplu bir yasa
çıkarıp bu sorunun üstesinden gelemedi.
Değerli
arkadaşlar, 18 Kasım 2011 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekili olarak Meclise bir yasa teklifi verdik. Bu yasa teklifinde
Vandaki depremin her konuyla ilgili yaralarının sarılması
amacı vardır; işçiler bakımından, memurlar
bakımından, esnaf bakımından, çiftçiler
bakımından, hasarlı konutlar bakımından yaraların
sarılması vardır ama ne yaptınız? Vanı bir afet
bölgesi bile ilan etmediniz. Vandaki belediyeyi hedef alarak, bunu
yapmadınız.
Eğer bu deprem,
Vanlıların deyimiyle, Türkiyenin başka bir yerinde olsaydı
acaba böyle mi davranacaktınız? Bütün Vanlılar hâlen bu soruyu
soruyorlar.
Deprem üzerinden maalesef
ayrımcılık yapıldı. Başbakan bu kürsüde ve
başka kürsülerde ayrımcılık yaptı, Afet bölgesi ilan
edip de yardımların yerel belediyeye akmasını mı
sağlayacaktık. dedi. Bu da, bu ayrımcı uygulama da
Vanlıların ve bölgede yaşayan herkesin kafasında yer etti.
Şimdi, bizim
tasarımız var. Siz özellikle mevcut mevzuatla bu işi götürmeye
çalışıyorsunuz ki insanlarımız bakımından bu
hak olmasın ve keyfî uygulamalar Vanda devam etsin. Ancak bu yasa
teklifimiz eğer gündeme alınırsa ve kabul edilirse sizin
keyfîliğiniz sona erecek. Vandaki yurttaşlarımız Vanda
meydana gelen deprem nedeniyle oluşan hasarlarını bir hak olarak
talep edecekler sizlerden ve devletten. Bunun önüne geçmeye kimsenin hakkı
yok. Bu nedenle, biraz sonra yapılacak oylama da aynı zamanda bu
Meclisin, özellikle de AKPli milletvekillerinin ayrımcı
davranıp davranmadığının da ölçüsü olacak. El
işaretlerinizin fotoğrafını Vanda ve bütün Türkiyede
göstereceğiz, her yerde göstereceğiz. Vanın afet bölgesi
olmasını istemediğinizi, Vanın yaralarının bir
yasayla sarılmak istenmediğini bütün Türkiyede göstereceğiz. O
nedenle, Van üzerinden ayrımcılık yapmayalım, bu yasa tasarısını
gündeme alalım.
Teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Umut Oran, İstanbul
Milletvekili, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
UMUT ORAN (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben
de Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün gündemimiz
Van. Esasında Van hep gündemimizde olmalı ve Vanı
unutmamamız lazım. Benim özellikle gündeme getirmek istediğim
husus, depremzedelere gelen altı aylık toptan elektrik
faturaları. Bakın, geçen hafta Vandaydık. Yediden yetmişe,
esnaftan oradaki yaşayan vatandaşa herkes Vanda isyan ediyor,
herkese toptan altı aylık elektrik faturaları gelmiş.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bir an kendimizi onların yerine koyalım: Bir
an gözünüzü kapatın, bir an düşünün ki evden çıktınız,
şu anda deprem oldu, eve döndünüz, eviniz yıkıldı, iş
yerleriniz varsa iş yerleriniz kapandı, ailenizde can
kayıpları var, komşularınız şehirden göç ediyor.
Vanda 3 kişiden 1 kişi göç etmiş durumda. Bir an bu
manzarayı düşünün. 1 milyonluk o şehir olmuş bir
ıssız kasaba. Bir an aklınıza bunu getirin. Bir an bunu
kendinizin yaşadığını düşünün. Bakın,
altı aydır Vanlı hemşehrilerimizin derdine kimse derman
olmuyor; gıda, su, temizlik, barınma gibi temel ihtiyaçları bile
son derece zor şartlarda karşılanıyor. Altı ay boyunca
Vanlı hemşehrilerimiz bir tek elektrik kullanmışlar;
ısınmak için kullanmışlar, barınmak için
kullanmışlar, aydınlatma için kullanmışlar,
pişirmek için kullanmışlar, bunu da imece usulü
paylaşmışlar. Şimdi, biz, duruyoruz, birdenbire, altı
ay sonra onlara toptan bir elektrik faturası sunuyoruz. Böyle bir şey
olabilir mi? Bakın, esnafa ayrı gelmiş
Ben, gittim, Peynirciler
Çarşısında esnafa baktım. Esnafa gelen elektrik
faturası: Bu iş yeri kapalı altı aydır. Şu anda,
adama altı aylık toptan elektrik faturası göndermişiz. Yine
yıkık bir meskene gittim. Bakın, burada altı aylık
toptan
Yani bırakın elektrik yakmayı, evin içine girilmiyor.
Zaten ev için de yıkım kararı çıkarılmış.
Şimdi, bu nasıl bir anlayış, nasıl bir
düşünüş?
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bakın, Vanlılar, Vanlı
hemşehrilerimiz altı aydır kan kustular, kızılcık
şerbeti içtiler, sabırla beklediler. Birçok sorun yaşandı,
yani yerel yönetimle Hükûmet arasında uyumsuzluklar oldu, bakanlar
arasında koordinasyonsuzluklar oldu, yanlış yönlendirmeler oldu
ve sabrettiler ama hep bir umutla beklediler, bir çözüm beklediler. Bugün,
Vanın yüzde 30u göç etmiş durumda. Biraz evvel ifade ettiğim
gibi, Van şu anda ıssız bir kasaba. Şimdi, Hükûmetin burada
bu yaraları sarması gerekirken, buradaki insanlara sevgi vermesi
gerekirken, umut vermesi gerekirken, bu şekilde, altı aylık
elektrik faturasını ceza gibi ödeme emri çıkarması normal
mi değerli arkadaşlarım?
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, özellikle, iktidar partisinden milletvekili
arkadaşlarıma sesleniyorum, Sayın Hükûmete sesleniyorum,
Sayın Başbakana sesleniyorum: Bu reva mı? Bu, bizim
yurttaşlarımıza reva mı? Bakın, diyoruz ki Büyüyoruz,
güçlü ekonomimiz var, güçlü Türkiye. E bu güçlü ekonomi, güçlü Türkiyede
burada vatandaşların bu hâle gelmesine nasıl seyirci
olabiliyoruz?
Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bakın, belli şeyleri siyasete alet etmiyoruz: İnançları
siyasete alet etmiyoruz, etnik kimlikleri siyasete alet etmiyoruz, depremi,
olağanüstü felaketleri siyasete alet etmiyoruz, ekonomik krizi siyasete
alet etmiyoruz. Bakın, hep elimizi uzattık, birçok
arkadaşımız bu konuyla ilgili kanun teklifi verdi, ben de
ayrıca birçok kanun teklifi verdim. Mesela, yeni teşvik paketi
açıklandı. Burada, Sayın Başbakan, teşvik paketiyle
ilgili, geçmişteki yapmış olduğumuz
çalışmaları biliyor. Sayın Zafer Çağlayana, kendisine
birebir ifade ettim, yani 6ncı bölgeye aldık Vanı. Ne demek
6ncı bölge? 15 şehirden 1 tanesi. Hayvancılıkla ilgili
bir sektörel teşvik verilsin, burası kendi yağıyla
kavrulsun. dedik ama maalesef dikkate alınmadı. Şimdi, bu da
son derece önemli.
Bugün de altı
aylık bu elektrik faturalarının iptal edilmesiyle ilgili yeni
bir kanun teklifi verdik ve Sayın Tanrıkulunun kanun teklifiyle
beraber bizler de buradan gerçekten Türk halkıyla, özellikle iktidar
milletvekillerinin vicdanlarını ve buradaki iradelerini hep beraber
izleyeceğiz biraz sonra yapılacak oylamada.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Oran.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum
OKTAY VURAL (İzmir)
Sayın Başkan
BAŞKAN Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Sayın Vural,
buyurun. Kusura kalmayın, sanki genel anlamda istemiş diye
değerlendirdim.
OKTAY VURAL (İzmir)
Yok, geçti artık.
BAŞKAN Vaz mı
geçtiniz?
OKTAY VURAL (İzmir)
Konuyla ilgiliydi de, o bakımdan
BAŞKAN -
İsterseniz tekrar sisteme girebilirsiniz.
OKTAY VURAL (İzmir)
Evet.
BAŞKAN - Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
5.- İzmir
Milletvekili Oktay Vuralın, İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin
Tanrıkulunun (2/161) esas numaralı Kanun Teklifinin doğrudan
gündeme alınma önergesine ilişkin açıklaması
OKTAY VURAL (İzmir)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, aslında Van
depremi gerçekten hayatı yok etti. Bu bakımdan, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubuna, milletvekillerine de Vanlıların bu konuda, elektrik
faturaları konusunda önemli şikâyetleri var. Gelin, hep beraber,
birlikte bu sorunu çözelim diyoruz. Dolayısı ile bu konuda hem
verilen bu kanun teklifini
Bundan sonra eğer idari bir düzenlemeyle
yapılacak bir şey varsa Hükûmeti göreve
çağırdığımızı ifade etmek istiyorum.
Vanlılar depremin altında canlarını, evlerini kaybettiler
ama deprem sonrasında da eziyet çektirilmemesi gerektiğini
düşünüyorum. Bunu paylaşmak için söz istedim.
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, alınan
karar gereğince, sözlü soru önergeleriyle diğer denetim
konularını görüşmüyor ve gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporu (1/569) (S. Sayısı: 180)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Manisa
Milletvekili Uğur Aydemir ve 21 Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin;
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali
Ercoşkun ile 5 Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç
ve 8 Milletvekilinin Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
3.- Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ve 21
Milletvekilinin; Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Bursa
Milletvekili Hüseyin Şahin ve 10 Milletvekilinin; Şanlıurfa
Milletvekili Abdulkerim Gök ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun ile 5
Milletvekilinin; Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç ve 8 Milletvekilinin
Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/476,
2/386, 2/475, 2/482) (S. Sayısı: 223) (x)
BAŞKAN
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon
raporu 223 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Teklifin
tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa
Kalaycı, Konya Milletvekili.
Buyurun
Sayın Kalaycı. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA
KALAYCI (Konya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Kanun Teklifinin geneli
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
İçeriğinde
birbiriyle alakasız konuların yer aldığı bir kanun
teklifini görüşüyoruz. Yapılan düzenlemelerin tek ortak tarafı,
kişiye dönük düzenlemeler görünümünde olmasıdır. Bu kanun
teklifi, belli kişileri belli görevlere yeniden atamak, belli
kişileri kendilerine atılı suçtan kurtarmak için
hazırlanmış bir düzenleme görünümündedir.
Bu türlü netameli
konuların kanun teklifi yoluyla Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine
getirilmesine son dönemde sıkça başvurulmaktadır. Hükûmet, bu
konuları tasarı şeklinde düzenleyip göndermek yerine,
milletvekillerine teklif verdirerek gündeme getirmektedir. Muhalefet
partilerine mensup milletvekillerince verilmiş birçok kanun teklifi
komisyonlarda bekletilirken, AKP milletvekillerince verilen bu kanun
tekliflerinin hemen gündeme alınarak görüşülmesinde AKP Hükûmetinin
ya da bakanların talebi ve yönlendirmesi olduğu açıktır.
Kişiye dönük
düzenlemeler niteliğini taşıyan, maddeleri ve gerekçeleri büyük
ölçüde aynı konular ve ifadelerden oluşan (2/386), (2/475), (2/476)
ve (2/482) esas numaralı kanun teklifleri AKP milletvekillerince kısa
süre içerisinde peş peşe verilmiş, Komisyon gündemine hemen
alınan bu teklifler, (2/476) esas numaralı Kanun Teklifi esas
alınarak birleştirilmiştir.
Bu teklifin Komisyon
görüşmeleri esnasında, Başbakan Yardımcısı
Sayın Ali Babacan, bu düzenlemenin kendisinden habersiz gündeme
getirildiği eleştirisi üzerine, Benden habersiz değil, benden
habersiz gelen bu değil, o bambaşka bir teklifti, onu
görüşmüyoruz bile şu anda. Bu, benim bilgim dâhilinde ve maddeleri
satır satır hep arkadaşlarla beraber oluşturduğumuz
bir tekliftir. Benim bilgim dâhilindedir. şeklinde açıklama
yapmıştır.
O hâlde Sayın
Babacana sormak lazım: Madem maddeleri satır satır beraber
oluşturdunuz, bu düzenlemeyi neden tasarı hâline getirmediniz? Neden
ilgili kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum kuruluşlarının
da görüşünü alarak daha sağlıklı bir düzenleme yapmadınız?
Bu konulara Bakanlar Kurulunda imza atmaktan imtina eden bakanlar mı var?
Bu durum AKP Hükûmeti içerisinde bir uyumsuzluğun varlığına
da işaret etmekte olup, karşı görüşler nedeniyle ya da
sorumluluktan kurtulmak amacıyla tasarı hâline getirilmeyen
konuların kanun teklifi yoluyla Meclis gündemine
taşındığını göstermektedir.
Bu kanun teklifiyle
Bankacılık Kanununda bazı değişiklikler
yapılarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu başkan ve üyelerinin görev süreleri
altı yıldan beş yıla düşürülmekte ve bir
defalığına tekrar atanabilmelerine imkân
sağlanmaktadır. Bu kurumların başkan ve üyelerinin görev
süresini altı yıl olarak belirleyen ve yeniden
atanamamalarını öngören düzenleme yine AKP döneminde 19/10/2005
tarihli ve 5411 sayılı Kanunla hüküm altına
alınmıştır. Şimdi de bu teklif ile AKP Hükûmetinin
görüşlerinde değişiklik olduğu
anlaşılmaktadır. Bu değişiklikte hizmetin etkin bir
şekilde yürütülmesini esas alacak inandırıcı bir gerekçe de
ortaya konulamamıştır.
Diğer taraftan,
görev süresi kısa süre önce dolan ve Sayın Başbakana
yakınlığıyla bilinen bir hemşehrisinin tekrar
atanabilmesi için bu düzenlemenin yapıldığı iddiası
kamuoyunda dile getirilmektedir. Bu iddia Hükûmet tarafından kesin ve net
ifadelerle reddedilmemektedir. Bu durum, yapılan düzenlemenin kişiye
dönük bir düzenleme olduğunu ve bu kurumların siyasi müdahalelere de
ne kadar açık hâle getirildiğini net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Bu kurumların
bağımsızlığı, karar verme, danışma,
bilgi verme ve soruşturma yapma gibi etkinliklerin yerine getirilmesinde
başkalarına bağımlı olmamayı gerektirmektedir.
Kurumların etkinliği, gerekli hukuki araçların tesis edilmesine
bağlıdır. Bunun aksi bir durum, denetimi hem siyasi hem de
denetlenen kuruluşlardan gelecek müdahalelere karşı zayıf
düşürebilecektir.
Diğer taraftan, BDDK ve TMSF Kurul
başkanı ve üyelerinden görevi sonu erenlere, bir işe
başlayıncaya kadar almakta oldukları her türlü ödemelerin kurum
tarafından verilmeye devam edilmesindeki süre bir yıldan iki
yıla çıkarılmaktadır. Ayrıca, bu hükmün kanunun
yürürlüğe giriş tarihinden önce görev süresi sona erenlere de
uygulanması, daha önce kendilerine bir yıl ödeme
yapılmış olanlara ise uygulanmaması öngörülmektedir. Görevi
sona erenlerin almakta oldukları her türlü ödemelerin iki yıl boyunca
verilmeye devam edilmesi ve bunun kısa süre önce görevi sona erenleri de
kapsaması kesinlikle kabul edilemez. Devletin kurumları AKPnin
çiftliği değildir. Diğer taraftan, bu düzenlemenin daha eski
yıllarda görev yapmış olanları kapsamaması, Rekabet
Kurumu, EPDK gibi emsal kurumlarda böyle bir uygulamanın olmaması
eşitlik ilkelerini de zedelemektedir. Bu durum, AKPnin
kayırmacı, adaletsiz ve ayrımcı uygulamalarının
yeni bir örneğini teşkil etmektedir.
Değerli
milletvekilleri, bu kanun teklifinde 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanununun 401inci maddesinde düzenlenen imtiyazların
kaldırılmasına ilişkin hükmün uygulanmasında ilgili
şirket ana sözleşmelerinin uyarlama süresi 2 Temmuz 2012 tarihine
kadar uzatılmaktadır. Bu maddeyle skandal bir düzenleme
yapılmakta olup 6762 sayılı Kanunun 401inci maddesi hükümleri
etkisiz hâle getirilmektedir. Zira, şeytanca bir düşünceyle, bir
kanun hükmünün uygulaması kanunun yürürlükten kalktığı
tarih sonrasına bırakılmaktadır. 13 Ocak 2011 tarih ve 6102
sayılı yeni Ticaret Kanunu 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe
girmekte, 6762 sayılı Kanun da yürürlükten kalkmaktadır.
Dolayısıyla 401inci maddede kamu yararı gereği
yapılan düzenleme uygulanamaz hâle gelmektedir.
Bu düzenleme birilerine
çıkar sağlanmasını da amaçladığını
açıkça ortaya koymaktadır. Zira konu kapsamında daha önceki
adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından
yaptırılan incelemeler neticesinde on binlerce pancar çiftçisi ve
köylüsünün ortağı olduğu şirketler tarafından
kurulan holding şirkette üçüncü kişiye verilen imtiyaz ile ilgili suç
duyurusunda bulunulmuş olup yargı aşaması devam etmektedir.
Bu teklif ile yapılan düzenleme süreci olumsuz etkileyecek, imtiyazların
üçüncü kişilerde kalmasına yol açacaktır.
Komisyonda
yapılan görüşmeler esnasında Başbakan
Yardımcısı Sayın Ali Babacan madde hakkındaki
eleştirilerimize aynen katılmış olup şu
açıklamayı yapmıştır: Bu maddeyi, bu şekliyle, Komisyon
uygun görürse götürelim. Bu arada, Gümrük ve Ticaret Bakanlığımızla
SPKdan arkadaşlarımızı bir araya getirelim,
çalışsınlar, bir ortak formül üretsinler; hem halka açık
şirketlere dokunmayacak ama bu sorunu da çözecek bir formül üretsinler.
Genel Kurulda da önergeyle düzeltelim. Eğer çalışma
yetişirse bir ihtimal, yetişmezse de ayrı bir teklif ya da
tasarı kısa bir süre içerisinde buraya gelir ama bir an önce çözüm
üretmekte çok fayda görüyorum. demiştir.
Esasen
yapılacak çalışma bir saat bile sürmez. Neticede, bu maddenin
halka açık şirketlere yapacağı olumsuz etkiyi
ayıklamak uzun bir çalışmayı gerektirmez. Bu konuda bir
çalışma yapıldı mı, maddeyle ilgili bir önerge
verilecek mi, açıkçası bilmiyorum. Sayın Başbakan
Yardımcısı söz verdi, sözünün gereğini yerine getirecek mi,
madde görüşülürken göreceğiz. Sonuçta AKP Hükûmeti on binlerce pancar
çiftçisinin haklarını koruyacak mı yoksa haklarının
birilerine peşkeş çekilmesini mi sağlayacak, bunu açıkça
göreceğiz.
Değerli
milletvekilleri, yine bu kanun teklifinde, tabii afetler nedeniyle zarar gören
çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programındaki Türkiye Şeker
Fabrikaları Anonim Şirketine olan borçlarının ertelenmesi
veya vadelendirilmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir. Komisyon
görüşmelerinde, ağır kış şartları ve deprem
dolayısıyla, özellikle Ağrı, Erzurum, Muş ve
Erciş fabrikalarında toplam 1.137 çiftçinin tarladan pancarı
söküp fabrikalara teslim edemediği, bu nedenle, kendilerine ödenmiş
olan toplam 4 milyon 10 bin lira tutarındaki avansları
kapatamadığı, teklif ile buna kolaylık getirilmek istendiği
açıklanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu
maddedeki düzenlemeyi destekliyoruz.
Pancar
çiftçisi gerçekten zor günler yaşamaktadır. AKP, vadettiği
pancar kotalarını kaldırmadığı gibi, daha da
düşürmüştür. Çiftçiler kota simsarlarına mahkûm edilmiştir.
Pancardan şeker üretimi özelleştirme ile yok edilmek istenirken
nişasta bazlı şekerin önü açılmaktadır. Dünyada birçok
ülke sınırlama getirirken, ülkemizde nişasta bazlı
şekerin kotası ısrarla artırılmaktadır. Pancar
çiftçisi nişasta bazlı şeker lobisine kurban edilmemelidir.
Millî ekonomimizin vazgeçilmezleri arasında yer alan, Türk
tarımının ve endüstrisinin lokomotifi olan ve
sağladığı 3 milyar dolara yakın katma değeriyle
ülkemizin aydınlık yarınlarının teminatı olan
şeker fabrikalarımızın bugün yok pahasına, arsa
bedellerine satılması sektörden ekmek yiyen milyonlarca
vatandaşımızı derinden yaralamıştır.
Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, şeker fabrikalarında, rant amaçlı
değil, istihdam, üretim ve yatırımın
devamlılığını hedefleyen bir özelleştirmenin esas
alınmasını gerekli görmekteyiz. Şeker
fabrikalarının öncelikle pancar üreticilerine, işçilere, sulama
birliklerine, taşıma sektörüne, ziraat odalarına, yörenin
esnafı ve halkın içinde bulunduğu oluşumlara
satılması hedeflenmelidir.
Değerli
milletvekilleri, bugünlerde Konya ve Karamanda afete maruz kalan
çiftçilerimiz, zararlarının telafisi için Hükûmetten yardım
beklemektedir. Başta Hadim, Taşkent, Derebucak, Bozkır,
Ahırlı, Yalıhüyük, Seydişehir, Sarıveliler,
Başyayla, Ermenek olmak üzere, Konya ve Karamanın ilçelerinde 2012
kış aylarında meydana gelen yoğun kar
yağışı sonucu kar basması ve erimesi nedeniyle
meyve ağaçları ve ekili alanlarda çok büyük hasarlar
oluşmuştur. 2-3 metreyi bulan karın altında kalan özellikle
kiraz ve ceviz ağaçlarının dalları yüzde 90 mertebesine
varacak şekilde kırılmış ve birçoğu da kemirgen
hayvanlar tarafından telef edilmiştir. Bu afete neden olan riskler
tarım sigortası kapsamına girmemektedir. Bu itibarla Konya ve
Karamandaki kiraz ve ceviz üreticilerinin kayıpları Hükûmet
tarafından gerekli hasar tespitleri yapılarak mutlaka
karşılanmalıdır. Su altında kalan ekili alanlardaki
hasarlar da mutlaka telafi edilmelidir.
Yine, geçtiğimiz
günlerde yaşanan şiddetli rüzgâr ve kum fırtınası
nedeniyle özellikle Cihanbeyli, Altınekin, Kulu ve Yunak ilçelerinde olmak
üzere Konyada ekili alanlarda büyük hasar vermiş, tarladaki pancar, arpa,
buğdayın neredeyse tamamını söküp atmış,
tarlaları kum örtüsü kaplamıştır. Şiddetli rüzgâr ve
kum fırtınası nedeniyle Konyalı çiftçilerin
yaşadığı mağduriyetin giderilmesi, oluşan
kayıpların Hükûmet tarafından gerekli hasar tespitleri
yapılarak karşılanması gerekmektedir. AKP Hükûmetini bu
konuda gerekli hassasiyeti göstermeye ve zaten zor durumda faaliyetini
sürdürmeye çalışan çiftçilerimizin bu ağır
hasarlarını gidermeye, gerekli yardımı yapmaya davet
ediyorum.
Öte yandan, yine Konyada
hayvancılıktan geçimini sağlayan vatandaşlarımız
hayvanlarına şap aşısı yaptıramamaktan
şikâyet etmekte ve endişe içinde çare aramaktadır. Bu yıl
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
tarafından Konyaya sadece 10 bin şap aşısı
gönderildiği, gerekli alım yapılmadığından
şap aşısı taleplerinin
karşılanmadığı öğrenilmiştir. Öngörüsüz ve
basiretsiz bir yönetim sergileyen AKP Hükûmeti üreticimizi kaderiyle baş
başa bırakmıştır. Bugünlerde Konyada şap
hastalığı vakalarının tespit edilmesi nedeniyle de
üreticimizin endişeleri bir hayli artmış bulunmaktadır. AKP Hükûmetini şap
hastalığına karşı gerekli tedbirleri almayı ve
üreticilerin zararlarını karşılamaya davet ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, ülkemiz toplam nüfusunun yaklaşık üçte 1ini
oluşturan tarım kesiminde çalışan milyonlarca
insanımız bankalar tarafından tam anlamıyla kıskaca
alınmışlardır. 2009 yılında 14,9 milyar lira olan
bankaların verdiği zirai krediler, 2010 yılında yüzde 52,5
oranında artışla 22,8 milyar liraya, 2011 yılında da
yüzde 35,6 oranında artışla 30,9 milyar liraya
yükselmiştir.
Son yıllarda
sırtına kaldıramayacağı bir yük yüklenen çiftçilerimiz
AKP İktidarının anlaşılamaz ve kabulü mümkün olmayan
yanlış uygulamaları yüzünden çok zor durumda
kalmışlardır. Borç tuzağına düşen ve
borçlarını ödeyemez hâle gelen çiftçilerimiz diğer taraftan da
ağır girdi maliyetleri altında ezilmektedir. Çiftçinin eline
geçen para reel olarak gerilerken mazot, gübre, enerji, ilaç ve tohum
başta olmak üzere tarımsal girdi fiyatlarındaki yüksek
artışlar çiftçilerin üretim yapmasını
güçleştirmiştir. Çiftçiler girdi maliyetlerindeki fiyat
artışı nedeniyle yeterli girdi kullanamamakta, bu da
verimliliği olumsuz etkilemektedir.
AKP Hükûmeti ne çiftçinin
ne de Türk tarımının durumunu dert edinmektedir. Nitekim,
geçtiğimiz günlerde açıklanan yeni teşvik sisteminde de AKP
Hükûmeti çiftçileri görmezden gelmiştir. Gerçek üretici konumunda bulunan
çiftçinin gübre, mazot, elektrik gibi girdileri üzerinden alınan yüksek
oranlı vergilerde hiçbir indirime gitmeyen AKP Hükûmeti, söz konusu
patronlar olunca vergi ve primlerde büyük indirimleri kolayca yapabilmektedir.
Tarımın yapısal sorunlarını çözecek, tarımsal girdi
yükünü azaltacak ve tarım sektörünü yeniden ayağa kaldıracak
tedbirler bir an önce alınmalıdır.
Ben kanun teklifinin
hayırlara vesile olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Kalaycı.
Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aydın Ayaydın,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AYDIN
AĞAN AYAYDIN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bankacılık Denetleme
ve Düzenleme Kurulu, TMSF başkan ve üyelerinin görev sürelerini yeniden
düzenleyen torba Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, burada, yine ve
yepyeni bir AKP klasiğiyle karşı karşıyayız.
Artık şaşırmıyorum ancak
anlayamadığımı da belirtmek istiyorum. Zira AKPli
milletvekili arkadaşlarımız, tesadüf bu ya, aynı günlerde
aynı hükümleri içeren birçok kanun teklifi birden veriyor. Bu kanun teklifleri
gerek usul ve gerekse içerik açısından fazlasıyla izaha
muhtaçtır. İzninizle, usulden başlamak istiyorum.
AKP döneminde, son
dönemde yeni bir gelenek daha oluşmuştur. Şöyle ki: Kendi
yaptığı yasalara bile uymada özensiz davranan, -örneğin,
bütçe sürecinde 5018 sayılı Kanun kapsamında yayımlanan
Orta Vadeli Program, aylar sonra, Mayıs yerine Ekim ayında
açıklanmıştır- birbiriyle ilgisiz pek çok hüküm içeren,
kanun yapma tekniğine tamamen aykırı, bu yönüyle acil ve zorunlu
hâllere özgü olabilecek yani istisnai olması gereken torba kanun uygulamalarını
kaideye dönüştüren; torba yetmemiş, 6111 sayılı Kanun gibi
âdeta bir ucube olan 216 asil, 18 geçici, toplam 234 madde çorba kanunlara imza
atan AKP, son dönemde yasalaştırmak istediği önemli
hususları, tasarı olarak değil, kanun teklifiyle Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemine getirmeye başlamıştır. Böylelikle,
konuyla ilgili bakanların ve tasarı hakkında görüş verecek
kamu kurumlarının haberi dahi olmaksızın, bilgi ve
fikirleri alınmaksızın emrivakiler yaratılmaktadır.
Diyebilirsiniz ki: Her milletvekilinin kanun teklifi vermeye hakkı yok
mu? Elbette vardır, ancak nedense AKPli vekillerin verdiği kanun
teklifleri komisyonlarda ve Genel Kurulda hemen görüşülüp yasalaşıyor
ama muhalefetin verdiği kanun teklifleri komisyonun raflarında gün
yüzüne çıkmayı bekliyor. Üstelik, iktidar milletvekilleri, sözde
kendi verdikleri kanun tekliflerinin içeriğinden habersizler. Burada amaç
Bakanlar Kurulunu devre dışı bırakmak mı, yoksa kamu
kuruluşlarını mı? Ama görülüyor ki AKP Hükûmetinin
kafası karışıktır, bir plan ve vizyon sahibi
değildir.
Türk kamu yönetiminin
yerleşik düzenini ve teamüllerini tamamen ortadan kaldıran AKPnin bu
kanun tanımaz uygulaması, Ben yaptım, oldu. demekten öte,
krallıkla idare edilen sözde ülkelerde bile -böyle antidemokratik
uygulama- yoktur. Türkiye böyle bir uygulamayı ne yazık ki hak
etmiyor. Eminim, başta Sayın Bakan olmak üzere Parlamento
çatısı altında görev yapan birçok AKPli sayın üye de bu
tür uygulamalardan rahatsız ve bu durumu içlerine sindirememektedirler.
Ancak bu durumu değiştirmeye ne Sayın Bakanın ne de
değerli milletvekillerinin gücü yetmemektedir. İleri demokrasi
dedikleri de bu olsa gerek.
Görüşmekte
olduğumuz birleştirilmiş kanun teklifleri bunun son örnekleridir.
Biliyorsunuz, eğitimde bir oldubitti yaratılarak -oysa
başarısı AKP İktidarının
hazırladığı kalkınma planındaki tespitlere resmen
tescillenen- sekiz yıllık temel eğitimi ortadan kaldıran
düzenleme AKP grup başkan vekillerinin kanun teklifi şeklinde olmuştur.
Üstelik, o teklifin 22nci maddesi, eğitimle yakından veya uzaktan
ilgisi bulunmayan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ile TMSF
başkan ve üyelerinin sona eren görevlerinden dolayı yeniden
atanmalarını öngören bir madde. Daha da ilginci, bu kurumların
bağlı olduğu Sayın Bakanın bile bundan haberi yoktu.
Eğitimle ilgisi bulunmayan BDDK ve TMSF başkanlarının görev
süreleriyle ilgili düzenlemenin 4+4+4 kanun teklifinin içinde yer alması
bile Türkiye Büyük Millet Meclisine bir hakarettir, ciddiyetsizliktir. Teklif
ile söz konusu kurumların başkan ve üyelerinin yeniden
atanmalarının önü açılmaktaydı. Zira, mevcut hükümlere göre,
söz konusu kurumların başkan ve üyelerinin görev süreleri altı
yılla sınırlı olup, görev süresi sona eren başkan ve
üyeler yeniden atanamamaktadır. Oysa 57nci Hükûmet döneminde
çıkarılan 4389 sayılı Bankalar Kanununa göre zaten görev
süresi biten BDDK ve TMSF başkan ve üyeleri yeniden atanabiliyordu ama AKP
Hükûmeti, 2005 yılında çıkardığı 5411
sayılı Bankacılık Kanunu ile bu uygulamaya son vererek
başkan ve üyelerin görev sürelerine sınır koymuştur.
Şimdi aynı AKP Hükûmeti kendi yaptığını yeniden
bozuyor ve eski şekline getiriyor. Madem 2005 yılında
yasayı bu hâle getirdiniz, neden şimdi yeniden eski şekle
döndürmeye kalkıyorsunuz? Doğrusu, yazık, kanunları ve
ülkeyi yazboz tahtasına çevirdiniz. AKP Grup Başkan Vekili, bu kurum
başkan ve üyelerinin görev sürelerine dair hem de ilgisi olmayan
eğitim yasası teklifi içinde böyle bir teklif verirken BDDK ve TMSFnin
bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı Sayın
Ali Babacan, konuyla ilgili olarak gazetecilere O yasa teklifinden benim
haberim yok. Hükûmetten giden bir şey değil belli ki. Onu
arkadaşlara bir sorarız, nedir bakalım, hangi amaçla
olmuştur? demek zorunda kalmıştır.
Evet, partinin Grup
Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli önemli bir düzenleme teklif
ediyor, on yıldır bu kurumların ve ekonominin başında
olan Sayın Babacanın haberi yok. Sanki bir koalisyon hükûmeti. Ülkeyi
bilmeyen biri bunu koalisyon hükûmeti sanacak. Doğrusu, böyle bir
ciddiyetsizlik ancak AKP Hükûmeti uygulamalarında olur. Ancak medyada
çıkan haberler ve kulislere sızan bilgilere göre
anlaşılıyor ki bu durumun altında farklı amaç ve
hesaplar vardır. Sayın Babacan TMSFnin başına görevi sona
eren Şakir Ercan Gül yerine şu anki üyelerden birini geçirmek
isterken, Sayın Caniklinin düzenlemeyle şu anki Başkana yani
kendisi gibi bir maliye müfettişi olan şu anki Başkan Şakir
Ercan Güle atama yolu açmak istediği anlaşılıyor.
İlginç olanı ise TMSFde başkanlığın maliye
müfettişlerine tahsis edildiğine dair bir teamül oluşması
ve Sayın Babacanın istediği kişinin ise müfettiş
olmaması dikkat çekicidir.
Ülke yönetimi, bilhassa
ekonomi yönetimi, dar çıkarların, meslek taassuplarının
ahbap çavuş ilişkilerini kaldırmaz; ciddiyet, liyakat, yetkinlik
ve sıkı eş güdüm ister. Bu davranışlarla o güzide
kurumlara yani ülkemize zarar vermekten başka ele ne geçmektedir? Hele de
ekonomide çizilen o pembe tablonun ne kadar hayal olduğu artık iyice
ortaya çıkarken ve 2012 yılından itibaren
sıkıntılar artarak devam edecekken böylesi bir kopukluk veya çıkar
çatışmasının yeri ve zamanı değildir.
Gelelim esasa
ilişkin hususlara. Bakınız, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu Başkanı Tevfik Bilginin görev süresi 11 Nisanda
doldu, 1 üyelik ise uzun süredir boş. TMSF Başkanı Şakir
Ercan Gül ve 1 üyenin görev süresi ise 28 Şubat itibarıyla sona
ermiştir. Ancak TMSF Başkanı Sayın Gül, görev süresi
bitmiş olmasına rağmen odasını
boşaltmamış, her gün Kuruma gidiyor. Peki, Hükûmet ne yapıyor
dersiniz? Bekliyor ve bu atamaları gerçekleştirmiyor. Çünkü
Şakir Ercan Gül sanki bulunmaz Hint kumaşı! Peki, ne bekliyor
dersiniz Hükûmet? Hiç kuşkunuz olmasın ki kişiye özel bir
yasanın çıkmasını bekliyor ki TMSFnin başına
yeniden Şakir Ercan Gülü atasınlar. Benim
anlamadığım, AKP İktidarının elinde TMSF
Başkanı olabilecek nitelikte hiç mi bürokrat yok yoksa Şakir
Ercan Gül gerçekten bulunmaz bir Hint kumaşı mı? Vay güzelim
ülke ne hâllere düşmüş!
Bugün, TMSFnin
Başkan ve üyeliği atama bekliyor. 7 üyeli bu Kurumda Fon Kurulu en az
5 üyeyle toplanabiliyor yani kanuna göre haftada en az 1 defa olmak üzere
gerekli hâllerde toplanmak durumunda olan TMSFde 1 üye
rahatsızlandığında Kurul toplanamayacak duruma
gelmiştir. Ne yazık ki benzer durum Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumunda da geçerli olup, hâlen sadece 5 üye görev yapmaktadır.
Bu mudur sizin devlet ciddiyetiniz? Bu mudur kurumlara ve ülkeye
saygınız, ekonomiye hassasiyetiniz?
Doğrusu,
çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle, Ben yaptım,
oldu. anlayışıyla bakanlık teşkilatlarına bakan
yardımcılığı gibi bir pozisyon ihdas ederek,
dayanağını Anayasadan almayan bir bürokratik kademeyi daha
güzelim ülkeye hediye eden ve üstelik hâlâ o bakan
yardımcılarından bazılarını atamayan AKPnin bu
tavrı şaşırtıcı da gelmiyor.
Şaşırtıcı olmayan bu durum, maalesef ülke yönetimi
için dramatik bir durumdur.
Yine, kanun teklifinin
görüşmeleri sırasında verilen bir önergeyle, görev süreleri sona
eren Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı ile
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkan ve üyelerinin iki yıl
boyunca, görevdeymiş gibi maaş alabilmelerine olanak
sağlanmaktadır. Gerekçesi Eski üyelerin işsiz kalması
durumunda mağdur edilmemesi. olan bu düzenleme, Anayasanın
eşitlik ilkesine aykırı olup kişiye özgü bir düzenlemedir.
Yıllardır
intibak düzenlemesi bekleyen memurlara ancak yüzde 2 zam
yapacaksınız, bunu da 2013 yılından itibaren geçerli.
diyeceksiniz ama sıra yandaş bürokratlara gelince, evlerinde
otursalar dahi görevlerindeymiş gibi 15 bin Turkish lira ödemeye devam
edeceksiniz. Üstelik bu maaşları, geçim sıkıntısı
çeken işçi, memur ve emeklinin aylıklarından kestiğiniz
vergilerden karşılayacaksınız. Bu yaptığınız
vallahi de günahtır, billahi de günahtır. Buna nasıl
vicdanınız elveriyor, bunu anlamış değilim.
Üstelik bu uygulamayla,
diğer özerk kurumlara tanınmayan mali haklar getiriyorsunuz.
Diğer özerk kurum başkanlarının kafaları kel mi?
Ayrıcalık neden? Bari, buna doğru dürüst bir cevap verseniz, biz
de bunu anlayabilsek.
Ayrıca, unutulmamalıdır
ki son derece kalifiye ve deneyimli olan bu kişilere, sektör
dışında işsiz kalabilecekleri endişesiyle iki yıl
boyunca yüksek ücret ödenirken, ülkemizde işinden olan
çalışanlar için işsizlik maaşı uygulaması
maksimum on ayla sınırlıdır. Bu kurum başkanları
ise evlerinde bile otursalar, iki yıl boyunca ayda 15 bin lira ballı
maaş almaya devam edeceklerdir.
Yine, kanun teklifinde,
ağır kış şartları ve deprem dolayısıyla
kendilerine ödenmiş olan toplam 4 milyon Türk lirası tutarındaki
avansı kapatamayan, özellikle Ağrı, Erzurum, Muş ve
Ercişteki pancar çiftçilerine kolaylık getirilmektedir.
Çiftçilerimizin borçlarının, çiftçilerin özelleştirme kapsam ve
programlarındaki Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine
olan borçlarının ertelenmesi veya vadelendirilmesi konusunda Bakanlar
Kuruluna yetki verilmektedir.
Bu düzenlemeyi olumlu
karşılıyoruz. Zorda olan çiftçilerimize yönelik atılan her
adımın Cumhuriyet Halk Partisinden gereken desteği her zaman
göreceğini özellikle belirtmek istiyorum. Zira çiftçi sadece iklim
şartlarının değil asıl olarak AKP
İktidarının kurbanı olmaktadır. AKP
İktidarının uygulamaları sonucu borcunu ödeyemeyen çiftçiye
vade desteği yerine, o çiftçinin borcunu ödeyebilen, ülkesi için
istediği düzeyde üreten, ürettiğini değerlendirebilen bir
konumda olmasıdır. Asıl mesele çiftçimize kolaylık
sağlamak değil çiftçimizin önünden çekilmek olmalıdır, onları
daha fazla ezmemek olmalıdır. AKP gölge etmesin yeter, çiftçimiz
kendi kendisine de, ülkemize de yetecektir, bu böyle bilinmelidir.
Bakınız,
dünyada tarım sektörünün stratejik önemi her geçen yıl
artmaktadır. Bu durumun en belirgin göstergesi dünya tarım ve gıda
fiyatlarının son dönemde sürekli bir artış eğilimi
içine girmesidir. Dünya için bu kadar önem arz eden tarım sektörü ülkemiz
için de hayati bir alandır. Zira 74 milyon olan ülke nüfusumuzun 2023
yılında yaklaşık 83 milyon olacağı
öngörülmektedir. Son otuz yılda nüfusu 30 milyon artan ve nüfusundaki
artma eğilimi devam eden bir ülke olarak Türkiyenin tarım, gıda
ve hayvancılık
politikalarında da öncelikli amaç, kendi nüfusuna yetecek gıda temin
etmek, çevreci ve ilerici teknikler kullanılmak suretiyle üretimini
artırmak ve tarımsal alandaki üreticileri bilimsel ve sistematik bir şekilde
desteklemektir. Tarım sektörü ekonomik, sosyal ve mali açıdan ülkemiz
için son derece önemli bir sektördür ama ne yazık ki çiftçimiz,
tarımımız AKPnin kurbanı olmuştur. Çiftçi AKP
İktidarı döneminde âdeta yok olmuştur. 2002 yılında
tarımsal üretimin Türkiyenin gayrisafi yurt içi hasılasındaki
payı yüzde 10,3 iken bu rakam 2009 yılında yüzde 8,3e, 2010
yılında yüzde 7,8e gerilemiştir. Tarım sektörü bütçeden yapılan transfer
harcamalarının büyüklüğü bakımından sosyal güvenlik
harcamalarından sonra ikinci büyüklüğe haiz alandır. Tarım
sektörü istihdam alanında da önemli bir yer tutmaktadır. Tarımda
çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı Amerika Birleşik
Devletlerinde yüzde 1,6, G7 ülkelerinde yüzde 2,3, avro bölgesinde yüzde 3,6
ve OECD ülkelerinde ise ortalama yüzde 5,1 oranındayken, ülkemiz nüfusunun
dörtte 1i yani yüzde 25i tarım sektöründe çalışmaktadır.
Bu tablo
karşısında tarım sektörünün ülkemiz için çok önemli bir
sektör olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ancak
uygulanan politikaların bu alanın önemiyle uyumlu olup
olmadığına bakıldığında tarım
sektörünün öneminin yeterince anlaşılmadığı ve AKP
İktidarı tarafından tarımın âdeta yok
sayıldığı bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu görüşmekte olduğumuz torba kanun
tasarısında bazı kanunlarda değişiklik
yapılmakta, bazılarında da, bazı kanun gücünde
çıkarılan kararnamelerde değişiklik yapılmaktadır,
660 sayılı Kanun Gücündeki Kararnamede değişiklik
yapılmaktadır. Madem 660 sayılı Kanun Gücündeki
Kararnamede değişiklik yapacaksanız neden o kararnameyi
getirmiyorsunuz da, Kanunun aslını bu Mecliste görüşmüyoruz da
o Kanun Gücündeki Kararnamedeki bazı değişiklikleri
görüşüyoruz? Bu son derece önemlidir. Anayasanın temel ilkelerine
aykırıdır. AKP son dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisini devre
dışı bırakarak kanun gücünde kararnamelerle bu ülkeyi
yönetmeye çalışmaktadır. Bu ülke kanun gücünde kararnamelerle
yönetilecek bir ülke değildir. Lütfen, çıkarmış
olduğunuz kanun gücündeki kararnameleri, yasaları Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemine getirin, o kanunları buradan geçirelim.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi söz
sırası Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Adil
Kurt, Hakkâri Milletvekili.
Buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA ADİL
KURT (Hakkâri) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi
selamlıyorum.
Tabii, bu torba kanun
teklifini değerlendirirken öncelikle bu kanun teklifi ya da düzenlemede
çifte dikiş ihtiyacını Hükûmet ya da iktidar nereden duydu, bu
ihtiyaç nereden hasıl oldu, onun üzerinde durmak gerekiyor.
Bizler Komisyonda bu
torba kanunu tartışırken, aslında kanun hükmünde kararname
yetkisiyle Sayın Bakanın yetkisi 2 Temmuza kadar uzatıldı.
Yani bu düzenlemeye gerek yoktu. 1 Temmuz itibarıyla da Yeni Türk Ticaret
Kanunu meri duruma geliyor ve esasında burada yapılan
değişiklikler ondan itibaren normal rayına girmiş
olacaktı ama kişiye özel böyle bir yasal düzenlemenin getirilmiş
olması, bu dönemde getirilmiş olmasının başkaca
sebepleri var.
Önemli sebeplerden bir
tanesi, Türkiyede ekonomi iyiye gitmiyor, gidişat iyi değil.
Hükûmet, ekonomi bürokrasisi, bugüne kadar ekonomideki kötü gidişatı
bir şekilde kamufle etti, gerçekleri kamuoyundan gizleyebildi ama
yavaş yavaş işler öyle bir duruma geldi ki mızrak çuvala
sığmaz duruma geldi. Artık, tablo gizlenemiyor. Rakamlarla
oynayarak, istatistiklerle oynayarak gösterilen tozpembe tablo tersine dönmeye
başladı; gerçekler yavaş yavaş kamuoyunca da bilinir duruma
geldi.
Tam bu noktada, Hükûmet,
kendisini ayakta tutan, piyasada canlılık vesilesi olan ve
dışarıdan gelen sıcak paranın
kaçışını gözlemlemeye başladı. Merkez
Bankasının 2011 verisidir; 2011 yılı içerisinde, Türkiye
piyasasında, kaynağı belli olmayan, nereden geldiği belli
olmayan 12,6 milyar dolar paranın olduğunu ifade ediyor. Bu, Merkez
Bankasının tespiti. Bu para nereden geliyor, bu para nasıl
Türkiye piyasasına giriyor, işlevi nedir, Hükûmet aslında çok
iyi biliyor. Uzun süredir sıcak para akışıyla canlı
tutulmaya çalışılan piyasa döngüsü artık işlemez
duruma geldi. Özellikle finans sektöründe belirginleşen güvensizlik
tablosu karşısında Hükûmetin buraya bir müdahalesi gerekiyordu.
Esasında bu düzenleme, evet kısmen kişiye özel, dost ahbap
düzenlemesi, bunların hepsi doğru. Bir pencereden
baktığımız zaman böyle bir değerlendirme, böyle bir
sonuca da ulaşmak mümkün ama esas bu düzenleme, özellikle
uluslararası sermayeye bir göz kırpmadır: Aman ha, Türkiye
piyasasından geri çekilmeyin, biz finans sektörünün yönetimini istikrara
kavuşturuyoruz. Biz, geçtiğimiz dönemde bir yanlış
yaptık, istikrarsızlığa vesile olacak bir düzenleme
yaptık, şimdi geri dönüyoruz, Sayın Derviş döneminde
yapılan düzenlemeleri yeniden sisteme oturtuyoruz. Bu, böyle bir göz
kırpma, parayı piyasadan kaçırtmama düzenlemesi.
Hükümetimiz uzun süreden beridir, her
vesileyle, özellikle Başbakan, ekonomi yönetimi Biz, dünyada ekonomik
krizi yönetmede model ülke durumuna geldik. Herkes bize diyor ki: Gelin, bize
tecrübelerinizi anlatın; siz nasıl kurtuldunuz, biz de
kurtulalım. diyor ve IMFye borcun kalmadığını
söylüyor. Bakınız, başka tabir kullanmak istemiyorum ama en
basit tabirle bu, asparagas bir bilgidir, doğru olmayan bir bilgidir. Evet,
IMFye borç azaldı ama lütfen şu rakamı da kamuoyuyla
paylaşın: Türkiye'de AKP hükûmetleri döneminde
yapılmış kamu yatırımlarının tamamı,
özellikle enerji ve ulaştırma sektöründe yapılan
yatırımların tamamı uluslararası fon şirketlerine
borçlanarak yapılmış. Bu fon şirketlerinin yani bu
borçlanmanın yüzde 35i Amerikalı fon şirketleri, yüzde 22
civarında Batı Avrupa şirketleri, yüzde 7 civarında Uzak
Doğu sermayesi, yüzde 7si de Orta Doğu sermayesi yani Arap
sermayesi. Yani bugün, bu ülkede yapılmış ne varsa, kaç duble
yol varsa, enerji alanında yapılmış ne faaliyet varsa
tamamı borçtur ve Hükûmet bu borcu kamuoyundan gizliyor. Gerçek anlamda
Türkiye'nin dış borcu, maalesef, açıklanmıyor. Hangi fon
şirketine ne kadar borcumuz var, bilmiyoruz. Mademki siz finans sektöründe
istikrarı yakalama arayışıyla böyle bir kanun teklifini
gündeme getirdiğinizi düşünüyorsunuz, o zaman, bu vesileyle bizim
uluslararası finans sektörlerine olan
bağımlılığımızı da lütfen bir
açıklayın. Kime ne kadar borcumuz var? Bu ülkenin, fon
şirketlerine ne kadar borcu olduğunu burada açıklamak
durumundasınız.
Kişiye özgün
düzenleme. İsimleri zikretmek istemiyorum ama birinin yerine biri gelirse
ne değişir burada? Aslında çok da onun peşinde değiliz
ama şu iddia ciddidir: Elli altı gündür görev süresi
tamamlanmış fiilen başkan olmayan biri, fiilî bir durumda bir
kurumu idare ediyor ve Hükûmet bunu görmezden geliyorsa, yok sayıyorsa,
böyle bir problemi yok sayıyorsa ve bu kürsüden demin de ifade edilen
iddialar, demin ifade edilen düşünceler ciddi düşünceler. Hükûmet, bu
iddialara, ne Komisyonda ne de şu ana kadar Parlamentoda
inandırıcı bir cevap vermedi.
AKP Grup Başkan
Vekiliyle Bakan arasındaki bir çekişme, kişi üzerinde ya da
kişiler üzerindeki çekişme, bu ülkenin bağımsız
olduğunu ifade ettiğimiz bir kurumunun tepe noktasına kadar sirayet
ediyorsa bu ciddi bir sıkıntıdır. Öteden beri biz,
ekonomide çizilen tozpembe tablonun gerçekçi olmadığını ve
sıkıntı yarattığını, Hükûmetin mevcut
uygulamalardan vazgeçip gerçekçi tedbirler alması gerektiğini ifade
ederiz. Evet, Türkiyedeki kurumların yönetimlerinde
istikrarsızlığın olması hepimizde ciddi
sıkıntılar yaratır, hepimize zararlar verir, ülkeye zarar
verir. Meclisin buna karşı kayıtsız kalmasını
beklememek gerekir, Meclis buna karşı kayıtsız olmamak
durumundadır.
Umarım bugün burada,
Sayın Bakan konuştuğunda bu iddialara cevap verecektir.
Açıkça şunu söyleyebilmeli: Evet, Başkan çok değerli
biridir, maharetli biridir, biz görevinin devamını istiyoruz,
arzuluyoruz. Şahsen bizim buna bir itirazımız olmaz, ama
açıklıkla buraya koymalı. Dolanarak bir şeyler ifade
etmenin ya da bir şeyleri kamuoyundan gizlemenin hiç gereği yok.
Açıkça paylaşın, deyin ki: Sebep bu. Bu sebepten dolayı,
evet, bu kişi elimizdeki kadrolar içerisinde en iyisidir ve uluslararası
finans kurumlarına, finans sektörüne güven telakki edecek şahıs
olarak biz bunu düşünüyoruz, görev süresini de uzatıyoruz.
Hükûmetsiniz, böyle bir tasarrufta bulunabilirsiniz, ama iki tane
bağımsız kurumun yönetimiyle bu kadar oynarsanız
bağımsızlık vasfını yitirmiş olur bu
kurumlar, tamamıyla tekeliniz altına almış olursunuz. Hele
hele bu kurumların başındaki insanla ilgili olarak,
kişilerle ilgili olarak sizler arasında, yani Hükûmet arasında
çelişkiler ve çatışmalar olduğu iddiası gündemdeyken
sizin orada yapacağınız düzenleme istikrara hizmet etmez,
istikrarsızlığı büyütür.
İmtiyazlı hisse
meselesi bu kanun teklifinin içerisinde var. Tek hisseyle çoğunluk hisse
üzerinde dikta kurma alışkanlığını terk etmek
gerekir. Bakın, 401inci madde yani Türk Ticaret Kanununun 401inci maddesi
açıkça ifade ediyor, kimlerin imtiyazlı hisse sahibi
olacağını tek tek sayıyor ve devamında cümleyi
şöyle bağlıyor: Kamuya yararlı dernek ve vakıflar
lehine tesis edilebilecek imtiyazlar hariç olmak üzere diyor. Bu yararlı
dernek ve vakıfları hangi kritere göre belirliyorsunuz, lütfen
bizimle de bir paylaşın, kriter ne? Deniz Feneri yıllarca burada
yararlı bir dernekti. İmtiyazlı hissesi varsa bir kurumda ve o
kurum üzerinde tahakküm kurma hakkı varsa buna nasıl göz yummuş
olursunuz? Burada bal gibi de göz yummuş olursunuz, imtiyaz
sağlamış olursunuz. Kriter şu olmamalı: Bize
yakın dernek ve vakıflar yararlı dernek ve
vakıflardır. Bu kriterden hareket ederseniz böyle
sıkıntılı kanun yaparsınız, Meclisin önüne böyle
sıkıntılı kanun getirmiş olursunuz.
Mesela bir maddede,
şeker pancarıyla, şeker pancarı üreticisiyle ilgili
düzenleme
Şeker pancarı üreticilerinin tamamı da bu kanunun
içerisinde değildir, kamu fabrikalarıyla bağlantılı
olan kimi şeker pancarı üreticileri. Özel sektöre ürettiğini
satan şeker pancarı üreticisi bunun içerisinde değildir. Burada
bile bir çifte standart uygulanmış. Özel sektöre üretim yapan
şeker pancarı üreticisi kendi rızasıyla kendini mecbur
etmedi, sizin uyguladığınız, önceki hükûmetlerden
devraldığınız kota zorbalığıyla şeker pancarı
üreticisini siz özel sektöre muhtaç ettiniz. Bugün eğer o şeker
pancarı üreticisi mağdur durumdaysa siz ikinci defa
cezalandıramazsınız. Getirdiğiniz kanun teklifiyle,
bırakın tarım sektörünün diğer kalemlerine bakmayı
sadece şeker pancarı üreticisini bile kendi içinde ikiye
bölmüşsünüz. Bunun izah edilebilir bir tarafı yok, bu
haksızlığın izah edilebilir, kabul edilebilir bir
tarafı yok. En azından şeker pancarı ile ilgili düzenlemeyi
gözden geçirmeniz gerekiyor.
Uyguladığınız
tarım politikalarıyla, hayvancılık politikalarıyla bu
ülkeyi yeşil soğana muhtaç duruma getirdiniz.
Buğday ambarı
olan bu ülkede, artık, biz, dışarıdan buğday da
alır duruma geldik.
GIDA, TARIM VE
HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) O ham madde,
işlenip satılıyor; ihtiyaçtan değil.
ADİL KURT (Devamla)
Değerli arkadaşlar, sadece bir ilin hayvancılık potansiyelini
sizinle paylaşacağım. Sizin açınızdan da belki bilgi
olur Sayın Bakan. Hakkârinin hayvancılık potansiyeli 10 milyon
küçükbaştır, büyükbaş potansiyeli 3 milyondur.
GIDA, TARIM VE
HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Biliyorum.
ADİL KURT (Devamla)
Hakkâride kaç tane küçükbaş hayvan var şu anda? Sizin de bilginiz
vardır, sizin müdürlüğün resmî rakamıdır. 360 bin
küçükbaş hayvan -yani yirmide 1 bile potansiyel işlemiyor- 36 bin de
büyükbaş hayvan var. Siz bu tabloda eğer tarım
politikalarından memnunsanız, işler tıkırında
işliyorsa, İşliyor. diyorsanız bu memlekete daha fazla
ithal et yedirirsiniz, yedirmiş olursunuz, daha fazla domuz üretme
çiftliği kurmuş olursunuz.
GIDA, TARIM VE
HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Öyle bir şey
yok. Bir tek, bir tane bile yok.
ADİL KURT (Devamla)
Değerli arkadaşlar
GIDA, TARIM VE
HAYVANCILIK BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) Bilerek
konuşun.
BAŞKAN Sayın
Bakan, lütfen söz atmayınız.
ADİL KURT (Devamla)
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan çat kapı
dışarıdan Meclise girdiği için burada nelerin
konuşulduğundan haberdar değil. Çat kapı da lafa gireyim
diyor, e öyle olunca da gümlüyor. Bu meseleler öyle çat kapı
konuşulacak meseleler değil. Evet, demin de söyledim, bu ülkeyi hem
yeşil soğana muhtaç ettiniz hem de nana muhtaç ettiniz. Ekonomi iyiye
gitmiyor. Bu yasal düzenlemeyle evet, uluslararası finans
kuruluşlarına göz kırpmaya çalışıyorsunuz, Aman
ha, ülkeyi terk etmeyin, bizde her şey güllük gülistanlık. demeye
çalışıyorsunuz ama uygulama bu şekilde olursa,
gerçekliğe bu kadar sırtınızı dönerseniz korkarım
bu sizi kurtarmaz. Bu noktada Hükûmetin
başarısızlığını istemiyoruz, asla ve asla
istemiyoruz, hele ekonomi politikalarında. Hükûmetin
başarısızlığını arzulayan namerttir ama bu
politikalar ülkeyi felakete götürüyor.
Açın, bakın,
bizim ülkemizin verileri, ekonomik verilerin tamamı Yunanistanla bire bir
örtüşüyor. Önceki muhafazakâr hükûmet sizin gibi, verileri gizledi,
tabloyu kamuoyundan gizledi, iktidar değiştiği andan itibaren
Yunanistanda kriz patlak verdi. Aynı tabloyu yaşıyoruz.
Gerçeklere bu kadar sırtımızı dönerek bu ülkeye daha fazla
zarar vermememiz gerekiyor, iktidar olarak buna hakkınız yok.
Muhalefet olarak da bizim sizi uyarma görevimiz vardır.
Deminden beri
söylediklerimizin tamamını bir araya getirirseniz, şöyle bir
sorumluluğunuz ortaya çıkıyor: Çıkıp bu Mecliste,
özellikle finans sektörünün adım adım sürüklendiği krizde
Türkiye'nin gerçek tablosu nedir, kamuoyuyla paylaşmak
durumundasınız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla)
- Uluslararası fon şirketlerine borcumuz ne kadardır,
açıklamak zorundasınız.
Bunların hepsini bir
araya getirdiğinizde, bu tabloyu bir araya getirdiğinizde, bu
palyatif çözüm önerilerinin gerçekçi olmadığını,
çözümleyici olmadığını düşünüyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.
Şimdi,
şahsı adına söz isteyen Abdullah Levent Tüzel, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Tüzel.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir kez daha AKP
Hükûmetinin kendi ihtiyacına binaen bir düzenlemeyle karşı
karşıyayız ve bu ilk defa olmuyor. Ne yazık ki bir kez daha
memleketimizin, ülkemizin, halklarımızın gerçek meseleleri,
sorunları konuşulmuyor ama Hükûmete bağlı bir kurumun
yönetim kademesinde bir düzenleme, görev uzatılması konuşuluyor.
Bunu tabii, savunmak mümkün değil ama yasanın bir diğer maddesi,
son maddesi özellikle özelleştirmeyle ilgili -biraz önce konuşan
milletvekili arkadaşımız da değindi- çiftçilerin
özelleştirme kapsamındaki şeker fabrikasına olan
borçlarının ertelenmesi. Yani burada yine çiftçiyi korumak adına
getirilen bir düzenleme var gibi görünüyor ama aslında ülkemizin birçok
sanayi kuruluşu, birçok devlet işletmesi özelleştirildiği
gibi şeker fabrikaları özelleştirilerek, başta şeker
üreticisi, tarım üreticileri, çiftçiler olmak üzere, o fabrikada
çalışan işçilerin, o yörede çalışan,
hayatını sürdüren esnafların bir şekilde hayatları,
gelecekleri riskle karşı karşıya.
Özelleştirmelerin, değil
işsizliği önlemek, yeni işsizlikler yarattığı ve
ülkemizin tarımını tahrip ettiği, birçok birikmiş
değerlerini ortadan kaldırdığı, büyük sermaye
gruplarına, uluslararası firmalara peşkeş çekildiği
çok açık, ortada. Eğer çiftçi korunmak isteniyorsa öncelikle
özelleştirmeden vazgeçmek gerekir, yani afet nedeniyle mağdur
olmuş çiftçinin korunmasının yolu bu değil. Ama AKP
Hükümeti, her zaman olduğu gibi, tam bir fırsat siyasetini, tam bir
kazan kazan siyasetini bu yasa düzenlemesinde de karşımıza
çıkarıyor; bir taşla birkaç kuş birden vuruyor.
Ülkemizin asıl meseleleri
görüşülmelidir. dedik. Yani bakıyoruz, Hükûmetin böyle bir şeye
niyeti var mı? Hayır. Başbakan bugün yapmış
olduğu grup toplantısında, yine, bir kez daha ana muhalefeti
ezme
Bu ezme de özellikle -her zaman yapıldığı gibi-
halkımızın inançları üzerinden, din politikası
üzerinden, istismarı üzerinden yapılıyor. Cumhuriyetin bir
tarihindeki camiler, hayratlar, çeşmeler satılmış,
ahır yapılmış; bunlar kayıtlara geçmiş.
Başbakan bunun belgelerini sunarak âdeta ana muhalefeti buradan
sıkıştırmak ve böyle bir politik arenaya çekmek istiyor ki
memleketimizin derdi bu değil.
Bakın, geçtiğimiz günlerde,
biliyorsunuz, bir 2/B Yasası çıkarıldı Parlamentodan. Ama
asıl, herhâlde 2/B Yasası değil ama 3/B diyebileceğimiz bir
konuda Meclisimizin gerçekten ciddi bir görüşme yapması gerekiyor.
Nedir bu 3/B dediğimiz? Önce barış, önce beslenme, önce
barınma. Yani 75 milyon yurttaşın özellikle talebi bunlar ama
bakıyoruz, Başbakan bu konulara değinmek yerine, kendince çok
daha kolay, manevra, oyalama ve halkı bir ölçüde kandırmanın,
aldatmanın konularını özellikle grup konuşması
yapıyor. Şimdi, Başbakan konuştuğu sırada
ajanslara bir haber düşüyor. O haber nedir biliyor musunuz değerli
milletvekilleri? Geçtiğimiz günlerde Erzurumda gölde boğulan
TEDAŞ işçilerinden birisinin evinin üç gündür elektriği kesilmiş.
Neden? 30 küsur lira borcunu ödemediği için ve bugün, uyarılar
üzerine ve o borç, elektrik açma bedeli de ödenerek ölen işçinin evine
yeniden elektrik bağlanıyor. İşte ülkenin gerçek
manzarası budur. 75 milyonun açlığı,
açıklığı, işsizliği, istismarı ve ne
yazık ki demokrasiye, barışa duyduğu özlemler.
İş cinayetleri
devam ediyor, işte yarın görüşülecek. En son iş cinayetlerinden
bir tanesi, Antepte Doktor Ersin Arslanın öldürülmesidir ve 2011
yılında 1.500 işçi, emekçi bu şekilde hayatını
kaybetmiş durumdadır.
Dün 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramıydı, Mecliste törenler yapıldı
ve bakıyoruz aslında ülkemizde çocuklar aç, eğitimsiz. Çocuk
yaşta işçilik ne yazık ki bizim gerçekliğimiz ve ana dilini
konuşamayan çocuklar, üstüne üstlük bir de tutuklu hâldeler, tutuklu
çocuklar.
Şimdi, basında
birkaç gündür, eski bakanlardan ve Susurluk soruşturmasında ceza
almış Mehmet Ağarın hangi cezaevinde yatacağı ve
Adalet Bakanlığının güvenlik nedeniyle ona uygun bir
cezaevi arayışı haberleriyle dolu. Nihayetinde Aydında bir
kapalı cezaevi bulunmuş.
Şimdi,
Anayasanın başlangıç hükümlerinde yazar ki; işte,
demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti. Yani hukuk, herkes için eşit, ayrımsız
bir şekilde uygulanacak ve biz habire
Hükûmetten, Hükûmet sözcülerinden dinliyoruz ki: Cinayet
şebekeleriyle hesaplaşılacak, darbecilerle
hesaplaşılacak, cinayetler aydınlatılacak. Ama daha
Susurluk soruşturması, Susurlukta olan bitenlerin arkasında sis
perdesinde kalanlar aydınlatılmış değil,
hesaplaşılmış değil. Devlet sırları
kavramı arkasına sığınılıyor. Özellikle
Mumcu suikastinde soru sorulduğunda İşte, o tuğla
çekildiğinde altında kalınır. deniliyor. Örtülü
ödeneklerin nereye harcandığı söylenmiyor ve alınan
silahlar ve Mehmet Ağar tarafından kendi imzasıyla verilmiş
ruhsatlar, bunların arkası kovalanmıyor. Nerede yüzleşme?
Nerede darbecilerle hesaplaşma? Nerede çetelerin ipini çekme? Nerede
Türkiye'nin tarihini aydınlatmak? Bütün bunlar olurken gerçekten adalette,
hukukta çifte standart. 2 Temmuzda Sivas
katliamını geçtiğimiz yıl protesto edenler bir yıl
cezaya çarptırılıyor, aradan bir yıl geçtikten sonra.
Niçin? Çünkü Madımak Oteli, orada canı yanmış Alevi
yurttaşların isteğine ters bir şekilde bir kamu
binasına dönüştürüldüğü için ve bu kamu binası önünde
izinsiz toplantı, gösteri yürüyüşleri yapıldığı
için bu cezayı alıyor. İşte bizim ülkemizdeki adalette
çifte standardın durumu budur.
Yine
aynı şekilde ülkemizin sorunları, gerçeklikleri
açısından baktığımızda işçiler, emekçiler,
engelliler, özellikle de emekliler
Emeklilere insanca yaşayabileceği
bir gelecek, bir hayat sunamayan bu ülke yönetimi, üstüne üstlük bu
yetmezmiş gibi yeniden çalışmak durumunda kalan emeklilere
istisnasız bu ikinci işlerinden dolayı da vergi kesintisi
yapabilmekte. Böyle bir izansızlık, böyle bir insafsızlık
ama ötesinde büyük sermayeye, sermaye gruplarına teşvikler, stopaj
indirimleri, KDV muafiyetleri, gümrük muafiyetleri, ucuz arsalar
Bütün bunlar,
bu teşvikler yapılırken işçiden, asgari ücretliden,
emekliden yine vergi kesintisi devam ediyor.
Şimdi, bugün gündem
dışı söz aldı vekil arkadaşlarımız ve 24
Nisan önemli bir tarih tabii ama sözü alan Asılsız Ermeni
iddiaları diye sözü aldı ve devam etti. Bir yüzleşme, bir
tarihle hesaplaşma, bizim kardeşlerimiz, bu ülkenin
yurttaşları, bu ülkenin kadim halklarından Ermenilerin
duygusunu, tarihte yaşadıkları acıyı, dramı,
trajediyi konuşmak, buradan ders çıkartmak, unutulmaması gereken
bir gün. Burada Ermeni halkına, Ermeni yurttaşlara seslenmemiz
gerekirken ha bire onların duygularını daha çok rencide edecek,
daha çok hırpalayacak konuşmalar buradan yapılıyor. Gerçekten
24 Nisan 1915te İstanbulda tam 235 Ermeni aydını, gazetecisi,
yazarı, şairi trene bindirilip nereye doğru gönderildi? Bu
tehcir, bu sürgün, bunun arkası sıra gelen, kimimizin büyük felaket
dediği, kimilerimizin soykırım dediği ama hiç kabul etmek
istemediğimiz bu görüntüler neden yaşandı, niçin yaşandı?
Bunları aydınlatmak ve işte geçtiğimiz bir yıl önce
yine bu duyguların kışkırttığı bir eser
olarak karşımıza çıkan Ermeni Er Sevag Balıkçının
bir asker arkadaşı tarafından öldürülmesi, muhtemelen değil
midir ki bu düşmanlaştırıcı propagandanın eseri
değil midir? Aynı söylem Hocalıyı telin mitinginde bizzat
Bakanın ağzından ve onun karşısında bu pankartlar
açılmışken yapılmadı mı?
Dolayısıyla,
Ermeni halkı, bu topraklarda yaşayan Ermeniler kendilerini güvende
hissetmiyorlar. Biz 24 Nisanları bu şekilde konuşup ya da
konuşmayıp bu şekilde üzerinden geçtiğimiz sürece hiçbir
Ermeni kendisini ne yazık ki güvende hissetmeyecektir.
Şimdi
bakıyoruz, Genelkurmay, Dersim katliamının belgelerini Meclise
sunmuş; iyi, güzel. Bunlar araştırılsın ve üzerine gidilsin.
Aynı belgeler yine bu konuda da karşımıza getirilsin.
Teşekkür ediyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.
Şahsı
adına söz isteyen Abdulkerim Gök, Şanlıurfa Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ABDULKERİM GÖK
(Şanlıurfa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
223 sıra sayılı Bazı Kanunlar ile Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi ve aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Burada benden önceki
konuşmacılar özellikle kanun teklifi içerisinde yer alan BDDK,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, üst kurulda yer alan gerek Başkanlar
gerekse yönetiminde yer alanların yeniden atanmaları ve süreleriyle
ilgili görüşlerini dile getirirken bazı dikkat çekici ve
altını çizmemiz gereken kavramlar kullanıldı. Özellikle
makroekonomik performans noktasında Türkiyenin geldiği noktayı
değerlendirme noktasında bazı görüşler ifade ettiler. Gönül
arzu ederdi ki bunlar eleştirilirken kendi eleştirdiklerinin de
yerine birtakım önerilerde bulunmalarını beklemek ve duymak
isterdim. Açıkçası tüm konuşmacıları dikkatli bir
şekilde dinledim. Acaba neler olabilir? Ben de şahsım adına
söz almışken neleri paylaşabilirim diye düşündüm. Burada
özellikle BDDK ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
başkanlarının görev sürelerine ilişkin bu uzatılma
noktasındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Elbette ki bu kanun
teklifi içerisinde özellikle çiftçilerimizin borçlarının,
özelleştirme kapsamında yer alan kuruluşlara borçların
yeniden yapılandırılması noktasında Bakanlar Kuruluna
bir yetkinin tanınması düzenlemesi de söz konusu. Bununla ilgili de
görüşlerimi yüce milletimizle ve aziz Parlamentoyla paylaşmak
istiyorum.
Tabii ki bu görüşler
elbette önemli olmakla beraber biz de muhalefet milletvekilleri
arkadaşlarımın, grup sözcüsü arkadaşlarımın ifade
ettikleri makroekonomik performansa ilişkin düşüncelerimi ifade
ettikten sonra, son olarak buradaki kurula ilişkin düzenlemenin Avrupa
Birliğine üye ülkelerde, Amerika Birleşik Devletlerinde, Kanadadaki
düzenlemelerin nasıl olduğuna ilişkin de sizlerle bilgimi
paylaşmak istiyorum.
Kriz nedeniyle birçok gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkede bankacılık sistemi zarar ederken ve
sisteme kamu kaynaklarıyla destek sağlanırken, ülkemizde
bankacılık sektörü herhangi bir devlet yardımı almadan
güçlü sermaye yapısını ve kârlılığını
devam ettirmiş olup, kriz sonrasında ekonominin toparlanmasında
önemli rol oynamıştır.
Özellikle
Türk bankacılık sistemi ülkemizde yeni bir kavramı
taşımış olmakla beraber, Türkiyedeki ekonomik model baz
alınmak kaydıyla, gelişmiş Avrupa ülkeleri Türkiye modeli
diye bir başlık tartışmaya başladılar. Yani
Türkiyede krizle beraber BDDK ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun
süreci yönetimiyle ilgili uygulamış olduğu temel
politikaların hangi alanda ne kadar başarı gösterdiğini,
Avrupa Birliğine üye ülkeler ve şu anda kriz süresi içerisinde
yaşadıkları sıkıntıları atlatmak için Türk
bankacılık sistemini âdeta örnek almaya çalışıyorlar.
Türkiye küresel mali kriz sırasında ve sonrasında makroekonomik
görünüm açısından iyi bir performans sergilemiştir. Önümüzdeki
dönemde makroekonomik istikrarın korunması, para ve maliye
politikalarının odak noktası konumundadır.
Türkiye
bankacılık sistemiyle dünya ülkeleri arasında dikkat
çekmektedir. OECD ülkeleri içinde kamudan bankalara kaynak ayırmayan tek
ülke Türkiyedir. Bırakın kamu kaynağı ayırmayı,
garanti sistemimiz bile değişmedi. Mevduat garantisi krizden önce ne
ise krizden sonra da aynı şekilde devam etmiştir. Örneğin,
Ziraat Bankasının 2002de kredi hacmi yıllık 200 milyon
lira iken banka bugün haftada 155 milyon lira kredi verme konumundadır.
Türkiye
sadece kamu bankalarını değil, BDDK ve Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu eliyle özel bankaları da sıkı denetime
almıştır. Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin
etkisiyle mali bünyeleri ve kârlılık performansları
kötüleşen bankaları da sağlıklı bir yapıya
kavuşturabilmek amacıyla 2001 yılından sonra
Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı
uygulamaya konulmuştur. Program ile kamu bankalarının yeniden
yapılandırılması, TMSFye devredilen bankaların
çözümlenmesi, özel bankacılık sisteminin rehabilitasyonu, gözetim ve
denetim çerçevesinin güçlendirilmesi ve sektörde etkinliğin
artırılması hedeflenmiştir.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - 57nci Hükûmet döneminde, değil mi
efendim?
ABDULKERİM
GÖK (Devamla) - Program kapsamında kamu sermayeli bankaların sermaye
yapıları güçlendirilmiş, görev zararı alacakları
ödenmiş ve yeni görev zararlarının doğmasına imkân
veren düzenlemeler kaldırılmış, kısa vadeli
yükümlülükleri tasfiye edilmiştir.
HASAN
HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) Milliyetçi Hareket Partisinin eseri.
ABDULKERİM
GÖK (Devamla) - Bu bankalar operasyonel olarak yeniden
yapılandırılmış, yönetimlerinde profesyonel bir kadro
oluşturulmuş, şube ve personel sayısı rasyonel
seviyelere düşürülmüştür.
TMSFye
devredilen bankalar, birleştirme, satış veya doğrudan
tasfiye gibi yöntemlerle kısa sürelerde çözümlenmiştir. TMSF tarafından
çözümlenen bankalardan 2009 yılı Eylül ayı itibarıyla
toplam tahsil edilen tutar 18,6 milyar dolar olup bu tutarın yüzde 70ini
banka hâkim ortaklarından yapılan tahsilatlar
oluşturmaktadır.
Bankacılık
Kanununun ve 6138 sayılı Kanunun Fona tanımış
olduğu yetkiler çerçevesinde yapılan takipler, tahsilat gelirlerinde
2005 yılından itibaren önemli artışlar
sağlanmasında etkili olmuştur. Bankacılık sektörüne
yönelik düzenleme gözetim ve denetim çerçevesini güçlendirecek,
bankacılık sistemini daha etkin ve rekabetçi bir yapıya
kavuşturacak, sektörün dayanıklılığını
geliştirecek ve sektöre güveni kalıcı kılacak yasal ve
kuramsal düzenlemeler gerçekleştirilmiş, yasal çerçeve uluslararası
standartlara uyumlaştırılmıştır.
Burada
2005 yılında çıkarılan 5411 sayılı
Bankacılık Kanunu ile finansal istikrarın sağlanması,
sektörün geliştirilmesi, denetim, uygulama ve düzenleme çerçevesinin
güçlendirilmesi, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması,
kurumsal kabiliyetin güçlendirilmesi için yeni bir finansal yapı
öngörülmüştür.
Bütün bu
kapsam içerisinde, düzenlemeler içerisinde, burada, Türkiyedeki makroekonomik
performans noktasında, Türkiye ekonomisinin âdeta kara bir tablo ve
senaryoyla karşı karşıya kaldığını dile
getiren konuşmacıları dinlerken açıkçası şunu
ifade etmekte fayda görüyorum: Dışarıda vatandaşın Türk ekonomisine
ilişkin, yurt dışında ekonomistlerin Türkiye ekonomisine
ilişkin görüş ve değerlendirmeleri ayrı bir yerde dururken
âdeta, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ve bu kürsüden
konuşmalarını yapan kıymetli konuşmacılar sanki
bir başka dünyadan bahseder gibi bir algı içerisinde oldum. Bu
istatistikleri konuşup ortaya koyduğumuzda geçmişteki bütün
istatistikler nasıl ki TÜİKin -daha önce Devlet İstatistik
Enstitüsü, şimdi Türkiye İstatistik Kurumu olarak
algıladığımız- bu düzenleme içerisinde verilerine
baktığımızda, Türkiye'nin küresel finans krizi
ortamında yaşadıklarıyla şu anda bulunan noktanın
neler olduğunu her gün arkadaşlarımız ve bizler burada, bu
kürsü aracılığıyla aziz milletimize anlatmanın
yanında vatandaşımızın bizzat yaşamış
olduğu ekonomide çok anlam ifade etmektedir.
Özellikle şunu
belirtmekte fayda vardır: Gerek BDDK gerek Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonundaki düzenlemeler olsun -malumunuz- kıymetli milletvekili
arkadaşlarım, burada özellikle bağımsızlık
kriteri ve bankaların, üst kurullar olarak değerlendirilirken,
bağımsızlık kriterlerinden bir iki tanesi de buradaki görev
alanların görev süreleriyle ilgilidir. Bir diğer başlık da
buradaki bağımsızlık kriteri içerisinde
başkanının atanma ve kriter ve şekilleriyle ilgilidir.
Dolayısıyla, bu atama söz konusu olurken Avrupa Birliğine üye
ülkelerde ikinci kez atamalar, üçüncü kez atamalar ve bu görev sürelerinin dört
ve beş yıllık gibi bir süreyi kapsadığını rahatlıkla
görüyoruz. Yani yapılan düzenleme aslında uluslararası norm
standartları, Avrupa Birliği, gelişmiş Avrupa ekonomileri
çerçevesinde değerlendirdiğimizde gayet makul ve yerinde bir
düzenlemedir.
Ülkemiz ekonomisinin
geldiği noktayı, bizleri izleyen vatandaşlarımız
yaşadıkları gerçek, reel ekonomiyle karşı
karşıya kaldıklarında bizlerin burada farklı
kavramlarla, âdeta, anlattığımız kavramları bir manada
üzerinde derin bir ideolojik tartışma yaratacak kavramları da
kullanarak yapmış olduğumuz tartışmalar söz konusu
olurken aslında vatandaşımız şunu söylemektedir: Siz
ne konuşursanız konuşun, dışarıda biz bu ülkede
siyasal istikrarla beraber
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ABDULKERİM GÖK
(Devamla)
gerçekten siyasal istikrarın yanında çok da güzel bir
ekonomik modelle yönetiliyoruz ve bu ekonomik model dünyaya örnek teşkil
edecek bir ekonomik modeldir diyorum, bu kanun teklifine Evet. oyu
kullanacağımı belirtiyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Gök.
Şimdi yirmi dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacak.
Sayın Bilici,
buyurun.
MUSTAFA
BİLİCİ (Van) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Deprem sonrası
Vandaki elektrik faturalarıyla ilgili bilgi vermek istiyorum.
Yaklaşık 30
bin
BAŞKAN Sayın
Bilici, soru soracaksınız, lütfen
Bilgi vermek için açmadık biz
mikrofonu. Soru-cevap işlemi yapıyoruz.
Buyurun.
MUSTAFA
BİLİCİ (Van) Tamam Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Aslanoğlu, buyurun.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Bakan, TMSFde işlerin daha
iyi yürümesi için bazı kurumlardan devlet memuru olmayan insanlar
alındı. Daha sonra, 2006 yılında TMSFde tüm
çalışanlar devlet memuru kapsamına girdi ancak
dışarıdan gelen arkadaşlarımızın geçmiş
hizmetleri hiçe sayılarak bu arkadaşlarımız mağdur
edilmektedir. Devlet memuru olmayan arkadaşlarımız şu anda
devlet memuru ama bunların emeklilik ve diğer hiçbir hakkı
dikkate alınmıyor, o arkadaşlarımız mağdur
ediliyor, yarın emekliliklerinde mağdur edilmektedir. Bu nedenle, bu
konuda acaba -oradaki arkadaşlarımızın çok önemli bir
kısmının sorunu bu- bir çalışma yapmayı
düşünüyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Kaplan,
buyurun.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
TMSFnin batık
bankalarla ilgili bugüne kadar topladığı para miktarı ne
kadardır? Toplaması gereken ve işlemde olan, davalık olan
miktar ne kadardır? Mal varlıkları, gayrimenkuller konusunda ne
tür bir işlem yapılıyor? Hazineden batık bankalara ödenen
para miktarı ise ne kadardır? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın Bakan,
buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
BÜLENT ARINÇ (Bursa) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Mevlüt
Aslanoğlu ve Sayın Hasip Kaplanın soruları var, ikisi de
TMSF ile ilgili yani Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu. Doğrusu, her iki konu
da bazı verileri gerektiriyor. Ben bu konularda yazılı cevap
vermek istiyorum Sayın Başkanım arkadaşlarıma.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Karar yetersayısı
BAŞKAN
Arayacağım Sayın Başkan.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar
yeter sayısı yoktur. Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.56
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.11
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık
YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
---0---
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 98inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
223 sıra
sayılı Kanun Teklifinin maddelerine geçilmesinin oylanmasında
karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi teklifin
maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve
karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir,
karar yeter sayısı vardır.
223 sıra
sayılı Kanun Teklifinin görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
1inci maddeyi
okutuyorum:
BAZI KANUNLAR İLE
KAMU GÖZETİMİ, MUHASEBE VE DENETİM STANDARTLARI KURUMUNUN
TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
TEKLİFİ
MADDE 1- 19/10/2005
tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun;
1) 85 inci maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan "altı" ibaresi "beş"
şeklinde, ikinci cümlesinde yer alan "yeniden atanamazlar."
ibaresi "bir defalığına tekrar atanabilirler."
Şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkranın son
cümlesi madde metninden çıkarılmış, fıkranın
sonuna "Bu şekilde atananlar, yerine atandıklarının
süresini tamamlar." ifadesi eklenmiş,
2) 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan "altı" ibaresi "beş"
şeklinde, ikinci cümlesinde yer alan "yeniden atanamazlar."
ibaresi "bir defalığına tekrar atanabilirler."
Şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkranın son
cümlesi madde metninden çıkarılmış, fıkranın
sonuna "Bu şekilde atananlar, yerine atandıklarının
süresini tamamlar." ifadesi eklenmiştir.
BAŞKAN Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen Mehmet Günal,
Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Günal.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET
GÜNAL (Antalya) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu teklifimiz birçok arkadaşımızın
imzası olan birkaç tane teklifin birleştirilmesiyle oluştu.
Açıkçası az önce Sayın Kalaycı da bildirdi; maşallah,
sizin teklifler hemen Başkanlığa, oradan komisyona gelip
alelacele görüşülüyor; bizimkiler bekliyor, bir dönem geçiyor, kadük
oluyor, arkasından da tedavülden kalkıyor. Ama öyle şeyler var
ki birisinde beş madde var, birisinde dört madde var, nedense grup
başkan vekilleri böyle birkaç versiyon hazırlamış galiba,
bazılarında bir madde var, bazılarında yok falan
Neyse
arkadaşlarımız uğraştılar, tek bir teklif metni
hâline getirdiler. Hakikaten ne kadar önemli bir hususmuş ben de bütün o
teklifleri görünce anladım. Biliyorsunuz daha önce de 4+4+4ün içerisinde
gelmişti, grup başkan vekillerinin imzaladığı
Sayın
Başkanım, hitap etmekte zorlanıyorum ama arkadaşlar
oylamaya geldiyse sonrasında gidebilirler, çağırınca yine
gelirler herhâlde.
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen
MEHMET GÜNAL (Devamla)
Değerli arkadaşlar, sizin teklifinizden bahsediyorum, çoğunuzun
imzası var, 40 küsur tane milletvekilinin elliye yakın
değişik teklifte -biz saydık çünkü- imzası var, mükerrer
olanlar da var; onun için söyledim.
Aynı şeyi
4+4+4te grup başkan vekilleri koymuş. Sayın Bakana sorduk,
orada bir şey demedi, burada da yok. Olsaydı Sayın Babacan
Geldi mi? Gelmiş.
Sayın Bakanım,
hoş geldiniz.
Az önce
baktığımızda yoktu, aradan sonra gelmiş, bir daha
sormuş olalım o zaman. Dedik ki:
Sayın Bakanım, size sordular Benim haberim yok. dediniz.
Teklifin içerisinde vardı, bu sefer çıkardılar şimdi
buradaki teklif geldi. Hakikaten böyle alelacele bu şahsa bağlı
sadece atamaların çok önemli olduğunu biz burada görmüş olduk.
Hakikaten anlamadım yani birçok şey söylendi, yukarıda da
söylendi, burada da söylendi, az önce Sayın Ayaydın, Sayın
Kalaycı konuştular, ben bekliyorum ki yani bu sorulardan sonra cevap
kısmında bir şey gelir diye ama Sayın Arınç, Benim
uzmanlık alanım değil. diye gitti.
Şimdi, hakikaten
böyle birileri atanmaya mı çalışılıyor? Ama atanmaya
çalışılmıyorsa o zaman neden bu yapboz tahtası gibi
oluyor Sayın Bakanım? Nasıl oluyor da böyle grup başkan
vekilleri ayarlayıp dört-beş tane ayrı versiyona
arkadaşlarımız imza atıyor? Yani bunun fabrikasyon
olduğunu tekliflere bakınca görüyoruz. Sorduğumuz zaman da
tatmin edici bir açıklama alamıyoruz. Açıkçası burada
şahsa göre bir düzenleme var. Ben merak ediyorum gerçekten, Sayın
Bakan, bu teklifin doğrudan arkasında mı; Haberim yok.
dedikten sonra da hakikaten şu anda da arkasında mı? Eğer
öyleyse neden öncesinde atanmadı?
Yine dönüp bakıyoruz
yani arkadaşlar, bu madde 2005 yılında sizin iradenizle
değişmiş, daha önce böyle değildi, çıkmış
kanun maddesi vardı ve siz bu hâle getirdiniz, tek döneme indirdiniz. Ama
şimdi ne yapalım? Bu sefer başka bir adamı başka
şekilde atamamız lazım, o zaman bunu bir daha değiştirelim.
Bu bir tutarsızlıktır. Eğer doğru olan 5+5in 2 defa olmasıysa
neden 2005 yılında bunu değiştirdiniz? Bunun bir izahı
var mı veya yaptığınız doğruysa neden tekrar geri
dönüp de şimdi yeniden İkinci dönem atayalım
Niye? O zamanki
adamlar farklıydı, şimdikiler farklı, onların süresi
dolsun, bir seferde bitsin, diğerlerininkini 2 defa atayalım.
mantığı ortaya çıkıyor ve maalesef bu şahsa göre
düzenlemenin daniskasıdır.
Şimdi, tabii,
şahsa göre düzenlemeyi de normal karşılıyoruz çünkü
şahsa göre bakanlık yapılınca atamanın da şahsa
göre olmasından daha doğal bir şey yok. Yani Sayın
Bakanım alınmasın ama adı ekonomi olan bir bakanlık
var, ekonomi kurumlarının çoğu Sayın Babacana
bağlı. Ekonomi Koordinasyon Kurulu var. Yeniden, geçen dönemde kalan
çalışmalarımız vardı. Şimdi bakıyoruz,
Gümrük ve Ticaret Bakanı var, Ekonomi Bakanı var, Kalkınma
Bakanı var, bir de ekonomiden sorumlu Başbakan
Yardımcılığı var. Ekonomi
Bakanlığının içine bakıyoruz, sadece dış
ticaretin bir iki birimi var, onun dışındakiler yok,
yarısı Gümrük ve Ticarette, bütün Hazinesi, SPKsı, diğer
birimler Sayın Babacana bağlı.
Böyle olunca, ben
şimdi şunu düşünüyorum: Yani bu kadar gecikmesinin nedeni ne?
Sayın Bakan açıklama yapmış: Efendim, zaten orada uzmanlar
var, kurumlar var. Bu işler başkana bağlı değil. diyor.
Tek parti hükûmetisiniz Sayın Bakanım. Tek parti hükûmetisiniz,
aranızda ne var ki! Yani koalisyon hükûmeti döneminde bile belli bir süre
bekleyince o millet yaygara çıkarmıştı, sonra atandı.
Yani orada olabiliyordu, zaman zaman Şu parti bunu istiyor, diğeri
onu istiyor. diye bir uzlaşma arayışı oluyordu, sonra
ortak bir isim atanıyordu. Şimdi, hâlâ atanmıyor olması ve
buradaki uzatmaya bağlı olarak bekliyor olmanız herhangi birini
atamak yerine, maalesef şahsa göre düzenlemelerin devam ettiğini
gösteriyor.
Benim üzerinde çok
durduğum, diğer şahsa göre yapılan bakanlık da
Kalkınma Bakanlığı oldu. Orası
müsteşarlıkken birçok bakanlık yaptık. Ekonomiyle ilgili
beş tane ayrı bakanlık var. Şimdi nasıl
sağlayacaksınız? Başbakan
Yardımcısı aracılığıyla. E peki, bir
tane ekonomi bakanlığı kursaydınız, gerekli
reformları yapsaydınız o zaman daha iyi olmaz mıydı?
Yani biz size her
seferinde önerimizi getiriyoruz değerli arkadaşlar. Bu alanda da
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuyla ilgili de, bankalarla
ilgili de geçmişte yaptıklarımız ortada. Seçim
beyannamelerimizde, burada ekonomi programımızın hepsinde
sizlere önerilerimizi sunuyoruz. Aynen o söylediğimiz çerçevede hem üst
kurullarla ilgili hem yüksek kurullarla ilgili hem de ekonomideki
bakanlıkların reorganizasyonuyla ilgili bizim de görüşlerimiz
var: Eğer öyle yaparsanız, gelin, burada Milliyetçi Hareket Partisi
olarak yapıcı, yol gösterici, uzlaşmacı muhalefet
anlayışı çerçevesinde destek olalım. dedik ve gelen birçok
kanunu da eğer acil çözüm gerektiren konular varsa, siyasi içerikli
birtakım mülahazalarla gelmiyorsa, hepimiz de komisyonda -Komisyon
Başkanımız burada- her zaman destekliyoruz. Ama şahsa
yönelik düzenlemelerde maalesef zaman zaman bu tip siyasi şeyler oluyor. E
o kadar bu düzenlemeleri yaptık; tekrar bozuyorsunuz, tekrar
yapıyorsunuz ama zaman zaman böyle yanlışlıkla
ağzımızdan kaçanlar hariç, Ya, Allah razı olsun, siz bu
bankacılık sektörünü o zaman düzenlediniz, biz de onun sayesinde
krizden az etkiyle bankacılık sektörünü kurtardık.
demiyorsunuz. O dönemde yapılan bütün yeniden yapılandırmalar
Bakın, hem kamu sektöründe hem özel sektörde bankacılık
sektörünün sermayeleri yeniden yapılandırıldı, sorunlu
bankalar fona devredildi, o alacakların tamamı tasfiye edildi ve
ödendi. Ondan sonra kamu bankalarında yine yeniden yapılandırma
yapıldı, Merkez Bankasının
bağımsızlığı sağlandı ve kamu
bankalarının görev zararlarına ilişkin 90dan fazla eski
kararname yürürlükten kaldırıldı, tekrar kamu zararına,
görev zararına yol açmalarını önleyecek hükümler konuldu ama
şimdi dönüyoruz, Efendim, onu mu atayalım, olmadı bunu mu
atayalım, iki sefer mi atayalım, bir sefer mi atayalım?
Şimdi bunlarla kaybedecek vaktimiz yok.
Bakın, kamu
çalışanlarına ilişkin kanun tasarısı o kadar
bekledi. Teşvik dediniz, üç aydır konuşuyorsunuz, hâlâ
gelmedi. Birtakım çalışmaları
vatandaşlarımız bekliyor.
Gelin, bunların
hepsini bir paket hâlinde getirin. Kısır siyasi çekişmeler, efendim,
Tüzük kavgasıydı, yok Anayasa çalışmasını orada
yaptık, burada yaptık. yerine, acil olanları öncelikle
çıkaralım ve bunların üzerinden de siyasi rant yerine,
vatandaşın ihtiyacı neyse onları bir komisyon
aracılığıyla tespit edelim. Yine yarın
sıkışacaksınız; son haftaya, bütün kanunlar arka
arkaya, torba, torba, torba eklenecek. Yani geçen sefer çuvala, harara
dönmüştü, üç tane, dört tane, arka arkaya hatırlarsanız- torba
kanun görüşmüştük.
Onun için, bu gibi
şahsa yönelik düzenlemeler yerine, konuyu çözecek, yine o dönemde
yapılanlar gibi yatırım ve teşvik ortamıyla ilgili,
piyasaların düzenlenmesiyle ilgili bunları yapalım.
Artı, sadece BDDK,
TMSF olarak değil, diğer üst kurullarda da benzer
çalışmaların yapılması, hepsinin birden gözden
geçirilmesi gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, burada tartışılmadan geçirilen birçok kanun da
var ama bu maalesef, dediğim gibi, biraz şahsa göre düzenleme
olduğu için, tamam, belli bir aciliyeti sizin açınızdan olabilir
ama burada kimin atanacağı da, yarın, bu söylenen arkadaşlarımızın
verdiği bilgilerin gerçek olması durumunda önem kazanacak. O zaman
doğrudan şahsa yönelik düzenleme yapmış olacağız.
İnşallah,
bundan sonraki şeylerde bizlerin görüşlerine itibar edersiniz,
ekonomi yönetiminin de yeniden yapılandırılmasıyla bu
kargaşanın, koordinasyonsuzluğun önlenmesiyle tek elden
yürütülmesine vesile olacak düzenlemeler yaparsınız, biz de sizlere
hem bakanlık yapısıyla ilgili hem üst kurulların
düzenlenmesiyle hem de koordinasyon kurullarının düzenlenmesiyle
ilgili somut olarak önerilerimizi sunar, Türkiyenin 21inci yüzyılda
2023e kadar lider ülke olması için, ekonomik ve yasal
altyapının hazırlanmasına katkıda bulurunuz diyor,
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Faik Öztrak, Tekirdağ Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FAİK
ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yasa teklifinin 1inci maddesi üzerine grubum adına söz almış
bulunuyorum, bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu yasanın 1nci maddesiyle ilgili olarak yapılmak
istenen şey şu: Bundan önce bir dönem olarak atanan BDDK ve TMSF
başkanlarının ikinci bir dönem daha atanmasıyla ilgili
getirilen bir düzenleme karşımızda.
Her şeyden önce bu
yasanın ilk hazırlanışında görev almış bir
eski müsteşar olarak şunu ifade edeyim: Biz niye onu bir dönem
yaptık? Bir dönem yapılmasının bir sebebi var: Bir kere
atandıktan sonra artık bağımsız olarak, hiçbir etki
altında kalmadan ikinci defa atanma ihtimali olmadığı için
bu görevi yerine getirsin diye. Şimdi bunu iki dönem
yaptığınız zaman, ikinci dönem atanmak için birinci
döneminde bürokrat, gerekli, sizin beklediğiniz, bugüne kadar vesayet
altındaki diğer kurumlardan ve bürokrasiden beklediğiniz hizmeti
verebilsin diye bunu iki seneye çıkarıyorsunuz. Fakat bundan daha
mühim bir olay var. Değerli arkadaşlarım, bu tamamen bürokratik
bir düzenleme. Normal olarak bunun bir yasa tasarısı olarak
bürokrasiden, Hükûmetten gelmesi lazım ama yasa teklifi olarak geliyor.
Sayın Başbakan Yardımcısına, ekonominin
koordinasyonundan sorumlu Sayın Başbakan Yardımcısına
soruluyor, cevap: Benim haberim yok. Daha sonra yeniden bu soru soruluyor:
Evet, benim haberim yoktu ama arkadaşlar benden özür dilediler. diyor.
Sizin bir grup başkan vekiliniz çıkıyor, diyor ki: Ne özür
dilemesi? Ben özür falan dilemedim.
Şimdi,
bakınız, bu, ekonomi yönetiminde dışarıdan
bakıldığı zaman ciddi kafa
karışıklığı yaratacak bir husustur. Ekonomiden
sorumlu bakan kendisine bağlı kadroların başındakilerin
atama sürecini belirlemede etkili olamıyorsa, o zaman nerede etkili
olacaktır?
Yine, değerli
milletvekilleri, ondan sonra altyapı yatırımlarıyla ilgili
bir yasa teklifi geldi, bu da teklif. Bundan da ekonomiden sorumlu
Başbakan Yardımcısının haberi yoktu. KDV muafiyeti
var, Maliye Bakanının haberi yoktu. Ondan sonra bir teşvik
açıklandı, teşviki açıkladınız, bir bakan
çıktı -bazı bakanlar-
dedi ki: Bu teşvik 1 Ocaktan itibaren yürürlüğe girecek. Bir
başka bakan çıktı dedi ki: Bu yasa, yapılan düzenleme 1
Temmuz 2011ten itibaren de yürürlüğe girebilir.
Şimdi, ne oluyor?
Başbakan çıktı Bu teşvikin maliyeti hesaplanamaz,
hesaplayamayız, uyguladıkça göreceğiz. dedi. Maliye Bakanı
çıktı dedi ki: Bu teklifin maliyeti 2 milyar Türk
lirasıdır. Şimdi, hangisi doğru, kime inanalım?
Yine, değerli
arkadaşlarım, Sayın Zafer Çağlayan teşvik paketinin
detaylarını açıklıyor, diyor ki: 800 tane görüş
aldık bununla ilgili olarak. Aynı zamanda TOBB, TİM, sektör
temsilcisi dernekler, hepsinin görüşlerini aldık. Hemen arkasından
Sayın Babacan çıkıyor diyor ki: Şimdi, biz bunun
yürürlüğe girmesini, düzenlemeleri biraz bekleyeceğiz. O dönemde
herkesin görüşünü alabileceğiz. Ya aldınız ya
almadınız. Niye bakanların birbirinden haberi yok?
Arkadaşlar, tekrar
söylüyorum. Karşımızdaki bir tek parti iktidarı
mıdır yoksa çatırdayan bir koalisyon mudur sürekli bakanlar
böyle birbirlerini tekzip eden görüşler ortaya koyuyorlar?
Bakınız,
şunu söyleyeyim: Bu gidiş iyi bir gidiş değildir ve ekonomiye
de ciddi faturaları olmaktadır. Şimdi, geçenlerde Sayın
Başbakan dedi ki: Kişi başına gelir rekorunu 2011
yılında kırdık. Ne kadar oldu? 10.444 dolar. Ama bir
şeyi söylemedi. Aslında 2008 yılında yani üç yıl önce
kişi başına gelir 10.438 dolardı. Artış, gelir
artışı 5,5 dolar. Üç yılda kişi başına gelir
sadece ve sadece 5,5 dolar artmış. Bir başka bir şey daha
var söylenmeyen. Aynı dönemde kişi başına cari açık
2008de 584 dolarken 1.044 dolara çıkmış. O da 460 dolar
artmış.
Şimdi, cari
açık artışıyla gelir artışını
topladığınız zaman bu bize harcama
artışını verir yani vatandaşın
harcamasındaki artışı verir. Ne kadar artmış
harcama? 466 dolar artmış. Bunun sadece 6 doları gelir
artışından, 460 doları el parası yani borç. Böyle bu
düzeni, bu sistemi götürebilmek mümkün mü? Götüremediğimiz için de bugün
birçok yayında Türkiye krizden en fazla etkilenecek en kırılgan
ekonomi olarak gösteriliyor.
Yine, baktım,
Sayın Bakan Babacan da geçen gün bunu söyledi: IMFye borcumuzu ödedik.
Tabii ödediniz. Ama IMFye bizim gibi ekonomilerin tamamına
yakını, yükselen piyasa ekonomilerinin tamamına yakını
borcunu ödedi. Bunların çoğu bizden önce IMFden çıktı ve
bir şey daha söyleyeyim: Geldiniz, kucağınızda
bulduğunuz 3 milyar dolar IMF parasını kullandınız, 2005
yılında da gittiniz, 10 milyar dolarlık borç sözleşmesini
de imzaladınız, 13 milyar doları siz kullandınız,
tabii ki siz ödeyeceksiniz. Yani bunda garip bir şey yok, bunda bir
başarı hikâyesi de yok. Ama o arada sizin dış borcunuz,
aynı dönemde 130 milyar dolardan 307 milyar dolara çıktı, 2
kattan daha fazla arttı. Bunların hiçbiri vatandaşa söylenmiyor.
Yetmedi, bunun üstüne 35 milyar dolarlık da kamu
varlığını sattınız.
Şimdi Ekonomi çok
iyi. diyorsunuz, bir de baktık, son açıklanan bir paket geldi önümüze.
Yine onda da maliyet yok. Bir kira sözleşmesi diye, yani sukuku icarayla
ilgili bir düzenleme var. Peki bununla ne yapacaksınız? Şunu
açıkça söyleyeyim: Bir kere bu sukukla ilgili yapılan düzenlemede
devletin bu için içinde olması, bunun getirdiği izin ve icazet
mekanizmaları nedeniyle Anayasaya uygun değildir. Hazine
Müsteşarıyken yaptırttığım incelemede, aynı
zamanda bunun nitelikli muvazaaya girebileceği de söylenmişti. Bunu
da burada hatırlatmak isterim. Devlet, nitelikli muvazaa yapmaz ama bununla
ne yapıyorsunuz? Başbakanlığı satıyorsunuz, kira
öder hâle geliyorsunuz; devletin binalarını satıyorsunuz, içinde
kiracı hâline geliyorsunuz. Ben Hükûmete soruyorum: Ben anlamadım
yani kriz Yunanistanda mı, bizde mi? Onlar devlet dairesi falan satma
noktasına hâlâ gelmediler, biz başladık devlet dairelerini
satmaya.
Değerli
arkadaşlarım, yine bakın, bundan iki üç gün önce, bir gece
yarısı operasyonuyla, köylünün atasından, babasından kalan,
kendisinin işlediği arazilerin rayiç bedelinin yüzde 50sini
alacağız derken -ki köylümüz buna da itiraz ediyordu, biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bunun bedava olması gerektiğini söylüyorduk-
birdenbire yüzde 50yi yüzde 70e çıkarttınız. Seçim bölgemden
yeni geliyorum. İnsanlar Biz bunu ödeyemeyiz. diyorlar, Daha önce rayiç
bedeller yüksek tespit edilmişti Bunu ödeyemeyiz. derken şimdi bir
de yüzde 70e çıkınca hiç ödeyemeyiz. diyorlar. E, bu kadar
dışarıya borçlanırsak, biraz önce anlattığım
gibi, şimdi biz bu köylünün arazilerini de yabancılara satmak zorunda
kalıyoruz döviz geliri elde etmek için. Ekonominin geldiği hâl budur.
Son olarak bir şey söyleyeceğim.
Bakınız, ne dediniz? Bu yıl en hızlı büyüyen 2nci
ekonomiyiz. dediniz. Hesap kitap açıklandı, Türkiye'yi on yıl
sonra 2023te ilk 10 ekonomi arasına sokacağız. dediniz;
2011de politikalarınızla ekonomiyi 1 sıra geriye
düşürdünüz, 17nci sıradan 18inci sıraya düştü Türkiye.
Ben açıkça söylüyorum: Bu politikalarla 2023 yılında Türkiye'nin
dünyadaki ilk 10 ekonomiden biri olması imkânsızdır. AKP
politikaları Türkiye'yi gerçekten hüsrana uğratacaktır.
Teşekkür ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Öztrak.
Başka söz talebi yok.
Soru yok.
Madde üzerinde bir önerge vardır,
okutup işleme alıyorum.
TBMM
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 223 sıra
sayılı yasa teklifinin 1. maddesinin 2. fıkrasının
sonundaki Bu şekilde atananlar ifadesinin Bu nedenle atananlar olarak
değiştirilmesini arz ederiz.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Aylin
Nazlıaka Sakine
Öz
İstanbul
Ankara
Manisa
Refik
Eryılmaz Mehmet
Şeker
Hatay
Gaziantep
BAŞKAN Komisyon önergeye
katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI
LÜTFİ ELVAN (Karaman) Katılamıyoruz.
BAŞKAN Hükûmet katılıyor
mu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ BABACAN
(Ankara) Hayır, katılmıyoruz.
BAŞKAN Önerge üzerinde söz isteyen
Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
AYLİN NAZLIAKA (Ankara) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada önemli bir konuyu
konuşuyoruz ama aynı zamanda Türkiyede bugün çok önemli bir eylem
gerçekleşti. Ben, o nedenle, biraz bu konuya da dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Bildiğiniz gibi,
Türkiye'nin dört bir yanında Şehir tiyatroları yok edilmesin.
eylemi düzenlendi bugün, bir tanesi de Ankarada gerçekleşti bu eylemin.
Bu eylemin temel hedefi şuydu: 12 Nisan 2012 Perşembe tarihinde, her
nedense, bir yönetmelik değişikliği yapıldı ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi kararınca şehir tiyatrolarının
mevcut yönetmeliği ani bir kararla değiştirildi ve bu karar
değişikliği sonrasında, maalesef, atama yoluyla şehir
tiyatrolarının yönetimi bundan sonra gerçekleşecek şekilde
düzenlendi, yasal olarak çok önemli bir düzenleme yapıldı.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, tekrar şu konuya bir dikkatinizi çekmek istiyorum: Bir
toplumun geçmişini, geleceğini, yarınını sanat biçimlendirir.
Sanat ve sanatçı bir toplumun beynidir, yüreğidir, sesidir, kalbidir.
Şimdi, böyle bir ortamda, siz neden sanatı baskı altına
almak istiyorsunuz? Neden sanatçının kendi kararlarını
vermesini engelliyorsunuz? Neden bir sanat kurumunu sizler yönetmek
istiyorsunuz? Üstelik de biliyoruz ki, İstanbul Büyükşehir
Belediyesiyle başlayan bu karar, daha sonrasında, öyle tahmin ediyoruz
ki diğer belediyelere de sıçrayacak. O nedenle, bir kez daha
şunu vurgulamak istiyoruz ki: Sanatçı asla baskı altına
alınamaz, sanat özgür bırakılmak zorundadır ve sanat
dünyası da buna asla ve asla izin vermeyecektir. Bizler de Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bunun destekçisi olacağız.
ŞUAY ALPAY
(Elâzığ) Sanatçıyı ideolojik mahkûmiyetten kurtarmak için
bunlar yapıldı.
AYLİN NAZLIKAYA
(Devamla) Tiyatrolarına, sanatına sahip çıkan,
sanatçılara ideolojik aktörler diyerek sahip çıkmayan ve sanatçılarına
ideolojik aktörler diyerek aşağılamaya çalışan
zihniyet, neden insanların kendisinden farklı düşünmesine
tahammül edememektedir? Şu anda da olduğu gibi. Sanatı
baskı altında tutan, sanatçısını yok sayan,
tiyatrolarını yok etmeye çalışan, sanatçıyı
terörün işbirlikçisi olarak ilan eden, sanatçının emeğini
yok sayıp ucube olarak tanımlayan, sanata tüküren kişiyi
Büyükşehrin Belediye Başkanı yapan, Başkenti yönettiren
zihniyet tüm varlığını eleştireni yok etmek üzerine
kurmuştur maalesef.
Sanat kurumuna şube
müdürlüğü sıfatı yakıştırmaktan utanmayanlar
unutmasın ki insana, insanlığa değer katan tiyatrodur.
Doksan sekiz yıl boyunca emekle, fedakârlıkla, bedel ödeyerek ayakta
tutulan Şehir Tiyatrolarının ruhudur direnmek. Ya
direneceğiz ve Şehir Tiyatrolarının yok olmasına izin
vermeyeceğiz ya da direneceğiz.
Ben Johnson Sanatın
düşmanı bilgisizliktir. derken bugün Türkiyedeki siyasi
iktidarın sanata yaklaşımını da ortaya koymuştur.
Sanat teslim olmaz,
sanatçı teslim olmaz. Baskıcı iktidarların sanat
karşısındaki yenilgisine bir kez daha tanık
olacaksınız. Ülkenin dört bir köşesinden Şehir
Tiyatroları yok edilemez. çığlıkları çığ
olup düşecek sanatın, sanatçının gücünü anlamayan
zihniyetin üstüne.
Değerli
milletvekilleri, sanatı ve sanatçıları baskı altına
almaya çalışan bu Hükûmete büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk hak
ettikleri cevabı vermişti: Hepiniz milletvekili olabilirsiniz,
hepiniz bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı da olabilirsiniz ama
sanatçı olamazsınız.
Saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN Önce Kabul
edenler. dedim, bundan sonrakinde arayalım.
Kabul etmeyenler
Önerge
kabul edilmemiştir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Maddede karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN Maddeyi
oylarınıza sunacağım, karar yeter sayısı
arayacağım.
Maddeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
2nci maddeyi okutuyorum:
MADDE
2- 5411 sayılı Kanunun 92 nci maddesinin birinci
fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle
eklenmiştir.
"Yukarıda
unvanları sayılan meslek personeli, son iki yıl içinde fiilen
yerinde denetim veya gözetim sürecinde ya da uygulama faaliyetinde
bulundukları bir bankada asgari iki yıl geçmeden görev kabul
edemez."
BAŞKAN Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul
Milletvekili Müslim Sarı.
Buyurun Sayın
Sarı. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
MÜSLİM SARI (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; söz konusu kanun teklifinin 2nci maddesiyle
ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum.
Öncelikle, müsaadenizle
bir tespit yapmak isterim. Burada yapmayı düşündüğümüz düzenleme
sıradan bir sektörün yönetimine ilişkin bir düzenleme değil. Bu
düzenleme, 1,2 trilyon liralık bir büyüklüğe sahip olan bir sektörün
düzenlemesi, gayrisafi millî hasılamızın neredeyse yüzde 100üne
yaklaşan bir sektörün düzenlemesi ve bu sektör, bu büyüklüğünün
yanı sıra ekonomiye etkileri bakımından da üzerinde önemle
durulması gereken bir sektör.
Parasal akımlarla
reel akımlar arasındaki ilişki koptuğunda ya da finansal
akımlar yeterince kontrol edilemediğinde veya düzenlenemediğinde
Türkiye ekonomisinin ne duruma geldiğini biz aslında 2001 kriziyle
hep beraber yaşadık. Daha sonra BDDK kuruldu ve BDDK kurulduktan
sonra gözetim ve denetim daha işlevsel hâle getirilmeye
çalışıldı ve böyle bir işlevsellik içinde Türkiyede,
dünyada önemli çalkantılar olsa bile, bankacılık sisteminde çok
ciddi sorunlar yaşamadan günümüze kadar geldik çünkü 2001 krizinde biz
bunun çürük domateslerini sektörde ayıklamıştık.
Dolayısıyla, bunun bedelini 2001 krizinde ödedik, kimin ödediği
de belli. Dolayısıyla, bu düzenlemeyi yaparken, bankacılık
sektörüne ilişkin bir düzenleme yaparken daha ciddi olmamız gerekir,
daha özenli olmamız gerekir, bu sektörü diğer sektörlerden
ayırmamız gerekir. Buna ilişkin düzenlemeleri kılı
kırk yararak gözden geçirmemiz gerekir, düzenlememiz gerekir, bunu çok
önemsiyorum fakat böyle bir düzenlemenin, bu sektörü yönetmekle, denetlemekle
ve düzenlemekle görevli olan bir kurumun yöneticilerinin atanma usullerine ve
görev sürelerine ilişkin yapılacak bir düzenlemenin bir Hükûmet
tasarı yerine bir kanun teklifiyle gündeme getirilmiş
olmasını da doğru bulmuyorum. Birçok sebepten dolayı.
Elbette ki her milletvekilinin kanun teklifi sunma hakkı vardır,
kendi düşüncelerini Parlamentoya yansıtma hakkı vardır
ancak bu kadar önemli bir sektörü düzenlerken, bu kadar önemli bir sektörün
gözetimini ve denetimini göz önünde bulundururken bunun bir kanun teklifi
olarak değil de bir Hükûmet tasarısı olarak gelmesi daha
isabetli olurdu birçok sebepten dolayı.
Birincisi, bir hükûmet
tasarısı olarak gelen bir düzenlemenin, kanun yapma iradesinin, bütün
kurumların, ekonomiyle ilgili söz söyleyecek bütün kurumların
görüşlerinin, fikirlerinin, muhalefetle beraber yansıtıldığı
bir belge hâline dönüşmesi açısından son derece önemlidir.
Dolayısıyla bunu, ekonomiyle ilgili söz söyleyecek her kurumun
bununla ilgili ne düşündüğünün araştırılması,
incelenmesi, görüşlerinin alınması ve bu görüşler
çerçevesinde ortak aklın oluşturulması açısından son
derece önemsediğimi belirtmek isterim. O yüzden bunun bir tasarı
olarak gelmesi gerekirdi.
İkincisi: Bu kadar
önemli bir konu görüşülürken ve bu kadar önemli bir sektörün yönetimiyle
ilgili söz söylerken bunun bir tasarı olarak değil de, bir hükûmet
tasarrufu olarak değil de bir kanun teklifi olarak gündeme getirilmesi,
ister istemez, Hükûmetin bakanlarının bununla ilgili bir söz
birliği yapmadığına ilişkin bir algıya da gündeme
getirmektedir. Dolayısıyla, merak ediyorum: Hükûmetin sayın
bakanlarının hepsi bu teklifin arkasında mıdır? Burada
dile getirilen bütün görüşleri aynen savunmaktalar mıdır?
Buradaki iradeyi aynen paylaşıyorlar mı? Eğer
paylaşmıyorlarsa lütfen düşüncelerini açıklasınlar, eğer
paylaşıyorlarsa da bu konu bir tasarı olarak gündeme getirilsin,
bunu son derece önemsediğimi söylemek istiyorum.
Bir başka nokta: Teklifin
tamamına baktığımız zaman dikkatimizi çeken bir
başka nokta bunun tutarsızlıklarla dolu olduğudur. Daha
önce yapmış olduğunuz düzenlemeyle 2 kez seçilebilen bir
başkanın altı yıllığına tek 1 kez
seçilmiş olmasını karara bağlarken aradan bir zaman
geçtikten sonra neden yeniden eskiye dönülmüştür? Neden 5 kez seçilsin
ve 2 kere seçilsine dönüşmüştür? Bunun hiçbir rasyonalitesi yoktur.
Plan ve Bütçe Komisyonunda da bunları tartıştık ama bunun
neden böyle olduğuna ilişkin bir akılcı yaklaşım,
bir düşünce sevk edilmiş değil. Neden beş yıl? Neden
altı yıl değil beş yıl ya da neden yedi yıl,
neden üç yıl? Bununla ilgili bir düşünce var mı? Bunun
rasyonalitesi var mı? Bunun mantığı var mı? Bunun ne
olduğu bizlerle paylaşılırsa belki biz de muhalefet olarak
kendi düşüncelerimizi yansıtabiliriz, belki biz de size
katılabiliriz. Bunda neden eskiye dönüldüğünü ve altı
yıldan neden beş yıla dönüldüğünü gerçekten anlamakta çok
zorlandığımı belirtmek istiyorum.
İnsanın
aklına ister istemez başka birtakım sorular geliyor ve yasa
taslağı, daha doğrusu bu kanun teklifi ister istemez kişiye
özel bir kanun teklifi olduğu algısını yaratıyor.
Birtakım insanların -ki adı da bundan önceki
konuşmacılar da söyledi, ben o yüzden bunları
söylemeyeceğim- o kişinin yeniden bir kurumun başına
getirilmesi için yapılan bir düzenleme olduğu intibası
yaratıyor insanda ister istemez. Şimdi bu her şeyden önce o
kişilere de hakarettir, o kişileri de töhmet altında
bırakan bir yaklaşımdır, dolayısıyla bundan
vazgeçilmesini öneriyorum ya da böyle bir düşünce varsa bile bunun
rasyonalitesinin tüm toplumda, tüm kamuoyunda Meclisin huzurlarında
paylaşılmasını öneriyorum. Neden altı yıl, neden beş
yıl, neden yedi yıl değil neden üç yıl? Neden 2 kez
seçilmeli, neden 3 kez seçilmemeli? Bunların anlatılmasında
fayda olduğunu düşünüyorum.
Bir başka önemli
nokta, kurumdaki görev süresi sona eren Başkanın ve Kurul üyelerinin
kurumdan almış oldukları tüm ücretlerin iki yıl boyunca
alınmaya devam ediliyor oluşudur. Şimdi, bakın, burada çok
açık bir tercih vardır. Hükûmetin siyasal tercihlerinin, hükûmetin
sosyal tercihlerinin ve hükûmetin ekonomik tercihlerinin
yansıtıldığı belgelerdir bütçeler ve hükûmetler
iradelerini yasa metinlerinin ruhuna giydirirler. Yasa metinlerine
baktığımızda, hükûmetin hangi toplumsal kesimlere
ilişkin bir tercihte bulunduğunu anlarız. Dolayısıyla
yasalar son derece önemli. Bütçeler, aktarılan kamu kaynakları son
derece önemli çünkü bütçeler, aktarılan kamu kaynaklarının hangi
toplumsal kesimlere aktarıldığını bize gösterir.
Şimdi, bu Mecliste yaklaşık altı aydır çeşitli
kanun teklifleri, tasarıları görüşüyoruz, bunları karara bağlıyoruz.
Bu kanun tasarı ve teklifleri geniş toplumsal kesimleri ilgilendiren
teklif ve tasarılar. Hükûmet geniş toplumsal kesimleri ilgilendiren
tekliflere genellikle cimri yaklaşırken, geniş toplumsal
kesimlerin gelirlerini ilgilendiren teklifleri görmezden gelirken, daha çok,
bir avuç insanın ya da başka insanların gelirlerini artıran
ya da onlara kamu kaynağı aktaran tekliflere karşı son
derece iyi bakıyor.
Şimdi, burada, bu
teklifle beraber, bu teklifin ilgili maddeleriyle beraber, kamu görevi sona
ermiş olsa bile, bir kişinin kamudan almış olduğu
kaynakları ne kadarsa bunlar- iki yıl boyunca almaya devam
edeceğini tartışıyoruz biz. Bakın, bu, kamu
bürokrasisinin hiçbir yerinde yok. Bu, Türkiye'nin demokrasi geleneğine de
uygun olmayan bir husustur ve ilginç olan nokta da şudur: Yeni atanacak
olan BDDK Başkanı ve kurul üyeleri yapılan yasal
değişiklik sebebiyle 6.500 lira civarında maaş alacakken,
şimdi, bu yasayla beraber, geçmiş kurum başkanlarının
almış oldukları maaşı aynen almaya devam edeceklerini
hüküm altına bağlıyoruz. Yani 14.500 lira civarında bir
maaşı bir yıl boyunca daha, ayrılsa bile görevinden, BDDK
Başkanına ve kurul üyelerine vermeyi taahhüt ediyoruz. Yeni
başkan 6.500 lira maaş alacak, eski başkan hiç
çalışmadığı hâlde ve görev süresi sona erdiği
hâlde 14.500 lira maaş almaya devam edecek. Bu, hem kamu
kaynağının aktarılması açısından abesle
iştigal bir durumdur hem de eşitlik açısından doğru
değildir. Dolayısıyla bu düzenlemenin de arkasında
olmadığımızı ve bunu şiddetle eleştirdiğimizi
belirtmek istiyorum.
Sonuç itibarıyla, bir kamu
kaynağının bir elden alınarak başka bir ele
aktarıldığı bu yaklaşımın Türk kamu
bürokrasisi açısından da, onun işlevselliği ve gelenekleri
açısından da doğru olmadığını sözlerime
eklemek istiyorum.
Bu düşüncelerle herkesi saygıyla
selamlıyorum, sağ olun. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına söz isteyen Hasip Kaplan, Şırnak
Milletvekili.
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223
sıra sayılı Yasa Teklifi üzerinde Barış ve Demokrasi
Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ekonomide çok önemli birkaç alan var:
Birisi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, TMSF,
Özelleştirme ve yine deprem ve yağışlar nedeniyle
çiftçilerin, pancar üreticilerinin sorunları. Burada belli başlı
birkaç nokta var. Bazı görevlilerin görevlerini sürdürmesi bir kanun
hükmünde kararname taktiğiyle uzatılmak istenmiştir. Yani süresi
dolanları bir taktik uygulamayla kanun hükmünde kararname çıkartmak
suretiyle uzatılmak istenmiştir. Ben bunun kişisel boyutuna
girmeyeceğim. Yani Hangisi, nerenin başkanı? Potamyalı
kim, Potamyalı olmayan kim? diye bir şeye girmeyeceğim.
İktidarsınız, hükûmetsiniz, istediğiniz bürokratla da
çalışmak istersiniz. Bunu bütün hükûmetler de yapar ama şunu
sorgulamak gibi bir durumdayız: Küresel krizin faturasını yeni
yeni hissetmeye başlıyoruz, aslında cari açık olarak
hissetmeye başlıyoruz. Finans sektörümüzün çok sağlam
olduğu söyleniyor. Yani küresel kriz geldiği zaman Amerikayı,
Avrupayı finans sektöründe vuruyor, bizimki ise çok sağlam.
Nasıl sağlam oldu? 2001 krizinde bankalar battıktan sonra bu
yasal düzenlemeler getirildi. O dönemin düzenlemeleri, BDDKnın, TMSFnin.
Arkasından da özelleştirmelerle sıcak paranın
akışı sağlandı. Onun arkasından yine sıcak
paranın akması için, şu son bir ayda çıkarılan bütün
yasalar bu sıcak paranın akışına yönelik. Nedir bu
sıcak paranın akışına yönelik olanlar?
Özelleştirmede, yap-işlet-devrette, bu Afet Yasasında. Afet
Yasasında, çünkü 1 milyar dolarlık olay değil bu, trilyondan
bahsedilen rakamlar söz konusu.
Şimdi, bu beş
yıllık dönemler için güvendiğiniz elemanlarla devam etmek
istiyorsunuz. Ha, bunu her iktidar ister ama ya bu yasa taktiği, bu yasa
tekniğinden vazgeçmek lazım arkadaşlar, doğru değil. Bakın,
on maddelik bir olaya bir torba kanun yapıyoruz, on maddeye torba kanun
yapıyoruz yani pancar üreticisiyle Bankacılık Düzenleme Kurulunu
aynı torbaya koyuyoruz, Özelleştirmeyle TMSFyi aynı torbaya
koyuyoruz. Bunların her birisi ayrı bir alan, ayrı bir
tartışma konusu.
Şimdi, ben şunu
sormak istiyorum: İyi, finans sektörümüz iyi, Hükûmet olarak bunu bu
krizde test ettik. diyorsunuz. 2008 krizinde, Türkiye, 2009da gerileme
yaşadı, ciddi bir gerileme yaşadı, cari açık verdi.
Peki, bu gerilemede 17 tane banka Türkiye'nin en fazla kazananı değil
miydi, soruyorum ben şimdi, 17 banka? Siz o dönemde kurumlar vergisini
yüzde 35ten yüzde 20ye indirmediniz mi? İndirdiniz. Yüzde 35 vergi
alırken yüzde 20ye indirirseniz bu bankalar da dilediği gibi faizi,
tüketici kredisini, aidatı, sınırsız, sorumsuz, çekleri,
kredileri, banka kartlarını istediği gibi dizayn ediyor mu?
Ediyor. Laissez faire, laissez passer. Serbest bir güç olarak
istediğinizi yapın. diyorsunuz. İşte bunu tam
sorgulayamadığınız zaman şöyle bir manzarayla
karşı karşıya kalırsınız: Bakın, cari
açık tehlikesi sürüyor. Türkiye istediğiniz kadar Çin ile beraber
dünyanın en çok büyüyen 2nci ekonomisi olarak gözükürse gözüksün, siz
eğer cari açıkta SOS sinyalleri alıyorsanız, cari açık
kapanmıyorsa, artıyorsa ekonomide bir yanlış var demektir.
Ekonomide sadece sıcak paraya, likiditeye sığınmak,
yap-işlet-devretle Orta Doğudan, zenginlerden, sermayeden ortaklar
bulmak, bunları ihalesiz vermek, ihalesiz verdiklerini kamu-özel
ortaklığıyla devlet garantisine almak kurtarmıyor. Evet,
para akışı sağlarsınız devlet garantisi
tanıyarak, gelir bu paralar ama onlar kazanır, siz
kazanmazsınız.
Şimdi, bu cari açığı
nasıl kapatacaksınız? Şimdi, sorun burada. Cari
açığı kapatamazsınız çünkü enerji politikanız yanlış.
Enerji politikasında, Orta Doğuda ufak bir dalgalanma oldu,
İran vanaları kapatıyor, fiyatları yükseltiyor; Azerbaycan
fiyatları yükseltti yakın zamanda, Irakta belirsizlik var,
yakın zamanda bakarsınız orada fiyat ayarlaması
başlar; Katarla şu an doğal gaz görüşmeleri
yapılıyor; bu arada da Türkiye'nin geleceğini nükleer santraller
bazında on beş yıllığına yabancı
şirketlere, yine bu sigorta fonları ve garantiler ölçüsünde vereceksiniz.
Ha, zevahiri nasıl
kurtarırım? Çok güzel bir taktiğiniz var. 2013te yerel seçim;
2014 veya
Şimdi burada, tabii
ki bu süreci yürürken sağlam kadrolarla yürümek istemesi bir hükûmetin
doğru ama sağlam kadro yetmiyor. Sağlam kadronuzun
altındaki araba, at iyi gitmiyorsa, doğru yolda gitmiyorsa yine de
sağlam gidemezsiniz. Bu cari açıkla ilgili, bu cari
açığı kapatmakla ilgili bir gün Allah aşkına şu
Mecliste konuşalım, nereden bu açık geliyor, bir türlü
kapatamıyoruz. En iyi senemizde, yüzde 8-9 ekonomik büyümenin olduğu
dönemde cari açık neden 60 milyar civarlarında hâlâ? Yani bütçenin
öngörülen rakamının üstünde, bunu sorgulamıyoruz. Bu cari
açığı sorgulayamadığımız için şimdi bir
tehlike var: Evet, sıcak para olayı. Sıcak parayla ilgili
istediğiniz kadar yasa çıkardınız. Hiçbir hükûmet hiçbir
dönem bu kadar çok yasa ve imkâna kavuşmadı. Kadrolara da
kavuştunuz, önünüzde 2015 planlaması da var. Bu arada, eğer
bunca imkânın üstünde kamyonu devirirseniz ekonomide, bu da sizin aç
gözlülüğünüzden, fazla hep bana, hep bana demenizden kaynaklanacak. Oysa bu ülkede
büyük düşünmek, ekonomide büyük düşünmek, planlı düşünmek,
muhalefetle ortaklaşmak ve Türkiye'nin yeni ekonomik
politikasını belirlemek, bir strateji çizmek büyük düşünmektir, büyük hedeflerdir.
Aslında bizim parti olarak öngördüğümüz de budur. Fakat bunu
görmüyoruz, işte gördüğümüz, sizin gördüğünüz gibi kadroları
kararnamelerle ömürlerini uzatıp beş yıllık, altı
yıllık sürelerine bir beş yıl daha üç tane seçimi
karşılayacak bir süreç getiriliyor, bizim tepkimiz buna. Gerçekten
budur gördüğümüz arkadaşlar.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın
Kaplan.
Başka
söz talebi ve soru yok.
Oylarınıza
sunuyorum maddeyi: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3üncü
maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 5411 sayılı Kanunun 103 üncü maddesinin birinci
fıkrasının son cümlesinde ve 126 ncı maddesinin son
cümlesinde yer alan "bir yılı" ibareleri "iki
yılı" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN
Madde üzerinde Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz isteyen Erkan Akçay, Manisa Milletvekili.
Buyurun.
(MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU
ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 223 sıra sayılı Kanun Teklifinin 3üncü maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri
tarafından kelimesi kelimesine ve noktasına virgülüne kadar aynı
olan dört ayrı kanun teklifi peş peşe verilmiş, acele
olarak komisyon gündemine alınarak teklifler birleştirilmiştir
ve yine aynı çabuklukla görüşülmüş ve bir pürtelaş içinde
şimdi Genel Kurulda görüşmelerini yapıyoruz.
Hükûmetin
tasarı şeklinde göndermesi gereken konuları kanun teklifiyle
yoluyla Meclis gündemine getirilmesi, artık, bir AKP klasiğine
dönüşmüştür. Bu dört tane ve birbirinin aynısı olan kanun
teklifleri çok manidar bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu durum
şudur değerli arkadaşlar:
Bir: AKP Hükûmeti
sorumluluktan kaçmaktadır,
mütereddit ve ürkektir. İki: AKP Hükûmeti içinde yani Hükûmet içinde bir
uyumsuzluk vardır. Böylelikle konuyla ilgili bakanların ve görüş
vermesi gereken kurumların haberi dahi olmamaktadır.
Kanun teklifinde iki
dikkati çeken düzenleme vardır. Birincisi, Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurulu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Kurulu başkan
ve üyelerinin görev süreleri altı yıldan beş yıla
düşürülüyor ve bir defalığına tekrar atama imkânı
getirilmektedir yani başkan ve üyeler beşer
yıllığına iki defa atanabileceklerdir.
İkincisi, BDDK ve
TMSF Kurul başkan ve üyelerinden görevi sona erenlere bir işe
başlayıncaya kadar almakta oldukları maaş ve her türlü
ödemelerin kurum tarafından verilmeye devam edilmesindeki süre bir yıldan
iki yıla çıkarılmaktadır. Ayrıca bu hüküm kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önce görevi sona erenlere de
uygulanacaktır. Görevi sona erenlere almakta oldukları her türlü
ödemelerin iki yıl boyunca verilmeye devam edilmesi ve bunun kısa
süre önce görevi sona erenleri de kapsaması asla kabul edilemez.
Değerli
milletvekilleri, devletin kurumları AKPnin çiftliği değildir,
devletin kurumları AKPnin arpalığı da değildir.
Eskiden Osmanlıda azledilen bazı yüksek devlet görevlilerine,
şimdiki emeklilik ve sosyal güvenlik sistemi olmadığı için,
bazı devlet gelirlerini tahsil etme hakkı verilir ve bazı
gelirler bu kişilere tahsis edilirdi ve buna da arpalık denirdi.
Şimdi, AKP, bu
arpalık düzenini yeniden tesis ediyor ve pekiştiriyor. Milletin
parasını bazı kişilere görev yapmadıkları hâlde
iki yıl süreyle maaş- vermeye devam etmek hangi aklın ve
mantığın, makul mantığın gerekçesidir
değerli arkadaşlar? Devletin kurumları, yan gelip
yatanların yattığı yerden para aldığı
miskinler tekkesi midir? Buna ne hakkınız var? Atalarımız
İltifat marifete tabidir. demişlerdir. Bu iltifatın hangi
marifetten kaynaklandığının da kısa sürede
açıklığa çıktığını da biliyoruz. Bu
düzenlemenin Hükûmet tarafından çok önemli görüldüğünü
düşünüyoruz. Herhâlde hem konu çok önemli fakat ondan evvel
şahıslar çok daha önemli hâle getirilmiş ve şahıslar
için özel bir düzenleme yapılıyor, hatta şahıs için özel
düzenleme yapılıyor. Demek ki AKP için kamuda bulunmaz Hint
kumaşı veya Hint kumaşları var. Bu kanun teklifiyle,
Hükûmet, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunu, BDDK ve Kamu Gözetimi
Kurumunun arkasına saklamaktadır. Mevcut düzenlemede bir
defalığına atama kuralı getirilmesinin esprisini Hükûmet ve
iktidar partisinin kavramış olması gerekirdi çünkü bu
düzenlemeyi getiren yine kendisiydi. Bunu iyi düşünmek lazım. Neden
bir defalık atama vardı? Acaba yeni atama için adam mı
bulamadınız? Yine bir Osmanlı devlet adamının sözünü
hatırlarsak: Abe biz Osmanlıyız bizde adam çoktur. der.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir ve bizdeki insan
kaynakları potansiyeli Türkiye gibi beş tane daha devleti kurmaya
yetecek kadar değerli, yetişmiş insan gücü vardır fakat
Türkiyenin insan kaynakları maalesef AKP İktidarı döneminde
dokuz yıldır iterek kakarak
heba edilmiştir ve pek çoğu da tasfiye edilmiştir. Şimdi de
kamuda maalesef tam bir kahtı rical yaşanmaktadır. Kahtı
rical bilindiği üzere Osmanlının son zamanlarında
siyaseten ve devlet yönetiminde çekilen sıkıntıları ifade
eden bir deyimdir ve günümüz Türkçesiyle de adam kıtlığı,
devlet ve siyaset adamlarının yokluğunu ifade eder ve devlet
yönetiminde ve liyakat isteyen diğer alanlarda ehil, dirayetli
kişilerin bulunmamasıdır yani adam yokluğudur. Bu kahtı
rical kavramı 1800lü yılların başlarında literatüre
girmeye başladı ve Birinci Dünya Savaşının bitiminde
Türkiye bu sıkıntıyı, devleti ve kamuyu yönetecek rical
kıtlığının acısını çok feci bir
şekilde çekmiştir. Zaten savaşlarda heba olan bir aydın
nesli de dikkate aldığımızda, Türkiye Cumhuriyetinin de
kuruluşunda en büyük sancıyı bu ricalde ve yönetici,
yetişmiş kadro yokluğunda çektiğini biliyoruz. Cumhuriyetin
ilk yıllarında, okumuş yazmış, devlette görev alacak
insanların, Ankara Tren Garında inip binen yolcularla âdeta ayaküstü
mülakat yapılarak istihdam edildiklerini de biliyoruz. Maalesef siyasette
de kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi, ehil ve dirayetli
olanların yerine de maalesef, politik çıkar ve yandaş
ilişkilerinin, akrabalık ilişkilerinin geçerli olduğunu
düşünüyoruz. Bu konuda vereceğimiz örnekler çoktur ancak daha fazla
sözü uzatmak istemiyorum.
Yalnız
bu kanun teklifleri kamu yönetimi düzenini dejenere eden bir mahiyet
taşımaktadır. Burada keyfî ve laubali bir yönetim
anlayışını görüyoruz ve fevkalade müsaadeye mazhar bürokrat
icat edilmektedir ve yapılan daha önceki düzenlemelerle de bir
tutarsızlık taşımaktadır. Hükûmeti uyarmak istiyorum:
Bu devlet kurumları ve kadrolar hiç kimsenin babasının
tımarı değildir. Liyakat vardır, kariyer vardır ve
belli bir düzen vardır, kanun vardır. Bunları keyfimiz
istediği şekilde düzenlemeye kalkarsak keyfî yönetimi tesis
etmiş olursunuz, Adalet ve Kalkınma Partisinin de
yaptığı budur değerli arkadaşlar.
Yine,
zaman zaman geçmiş kamu devlet yöneticilerine yönelik veya devlette görev
almış kişilere yönelik tahkir edici,
aşağılayıcı ve kötüleyici ifadelere maalesef bazı
iktidar mensuplarından ve yandaşlarından da sık sık
rastlamaktan üzüntü duyuyoruz ve hakikaten de son derece yanlış
yapılmaktadır.
Örneği
vermeden evvel hatırlatmak isterim ki iyisiyle kötüsüyle, şu veya bu
şekilde kamuda, devlette halka ve millete hizmet etmiş yöneticileri
mümkün olduğunca hayırla yâd etmekte fayda vardır. Yine,
geçtiğimiz haftalarda bu kötülemelerden nasibini alan Ankaranın eski
Valisi Nevzat Tandoğanı hatırlatmak istiyorum sizlere ve Nevzat
Tandoğan gibi valileri veya kamu yöneticilerini de acaba AKP
İktidarının getirdiği yöneticilerle, kiminle, nasıl
mukayese edebiliriz? Adli bir işte, o dönemki iktidarın
baskısına boyun eğip bir hadiseyi örtbas etmiş olmanın
azabıyla intihar eden bir kişidir Nevzat Tandoğan. O,
bazılarının beğenmediği, kötülemeye
çalıştığı Nevzat Tandoğan, onuru için intihar
eden bir şahsiyettir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERKAN
AKÇAY (Devamla) - Günümüzde bırakın intihar etmeyi bazı onura
aykırı durumlar karşısında pişkin pişkin
sırıtan yöneticileri görmekten de ziyadesiyle üzüntü duyduğumu
ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Akçay.
Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aydın
Ayaydın İstanbul Milletvekili.
Buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu kanun tasarısının geneli üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşünü sizlerle paylaştım ancak
görüşmekte olduğumuz 3üncü maddeyle ilgili de özel birtakım düzenlemeler
yapıldığı için bu konudaki düşüncelerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Kamuda kişilere
ayrı, kişilere özgü, farklı uygulamalar olmaz. Bir kanun
yapılacaksa herkese eşit uygulanmalıdır. Birisinin boyu
kısa veyahut da birisinin boyu uzun diye farklı uygulamalar
yapılması son derece yanlıştır. Bu yapılan
düzenlemeyle, 3üncü maddeyle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
Başkanı ve üyeleri ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu başkan ve üyeleri görevleri sona erse dahi daha önce kanunda bir
yıl boyunca maaş alacakları belirtilmiş iken, bu
düzenlemeyle TMSF ve BDDK başkanları görevleri sona erse dahi iki
yıl boyunca, almakta olduğu maaşları almaya devam
edecekler. Yani şu anda, 28 Şubat tarihinde görevi sona ermiş
bulunan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanı evinde oturuyor
ve bu kişi eğer atanamazsa -ki bu çıkarılan yasa onun için
çıkarılıyor, atanacak ama- bile iki yıl boyunca hiç
işe gitmeden ayda 15 bin lira maaş almaya devam edecek. BDDK
Başkanı ve BDDK üyeleri de aynı şekilde, görevleri sona
erdikten sonra yeniden atanamazlar ise iki yıl boyunca hiç
çalışmadan evinde oturarak ayda 15 bin Türk lirası almaya devam
edecekler.
Peki, neden maaş
almaya devam edecekler? Yasa, BDDK ile TMSF bankaları denetledikleri için
denetlemiş olduğu bankalarda iki yıl boyunca görev
almalarını engelliyor. Bu nedenle diyor ki: Madem bu kişiler
daha önce denetlemiş oldukları kurumlarda işe giremeyecekleri
için işsiz kalacaklar, bu nedenle bunlar iki yıl boyunca maaş almaya devam etsinler.
Şimdi soruyorum:
TMSFnin görevi sona eren Başkanı Sayın Şakir Ercan Gül,
bankacı değil, maliye müfettişi, yeminli müşavir yani
mesleği bankacılık değil, hiçbir bankayı da
denetlememiş. Buna rağmen, bu şahsın görevi 28 Şubatta
sona ermiş, bu kişi 28 Şubatta görevi sona ermiş
olmasına rağmen, hâlen görevdeymiş gibi her sabah kalkıp
kuruma gidiyor, makam odasını boşaltmamış, bu kanunun
onun için verilmiş olan sipariş gereği çıkmasını
bekliyor ve nitekim, bu kanun Bakana rağmen, bugün Hükûmet
sırasında oturan Başbakan Yardımcısı Sayın
Ali Babacan, 4+4+4 Yasasında bunların yeniden atanabilmelerine imkân
sağlayacak 22nci madde olmasına rağmen, Bakan Beyin o konudan
bilgisi olmamasına rağmen, bugün talimat verildi, AKP Grubundan
çeşitli milletvekilleri devreye girdi ve hepsi birden, birbirleriyle
yarışarak kanun teklifleri verdi. Bu kanun teklifleri geldi, Plan ve
Bütçe Komisyonunda bu konu görüşüldü, bugün buraya geldi. O
ayrıcalıklı bürokrat için bu kanun çıkacak. O yetmiyor, bir
de sigortası var. Diyelim ki atanamadı. Atanamadı, ne olacak? O
zaman, iki yıl boyunca ayda 15 bin lira maaş alacak.
Değerli
arkadaşlar, şimdi size soruyorum: Bir işçi iş arıyor
ama iş bulamıyor. İşsiz kaldığı vakit
İşsizlik Fonunda kaç ay maaş alır? On ay boyunca maaş
alır, on birinci ayda onların maaşları kesilir.
Şimdi,
İşsizlik Fonundan, kendilerinin ödediği ödentilerden
oluşan fondan sadece on ay maaş alabilen işçiler bu durumdayken
tamamen konunun dışında olan 2, 3, 4 bürokrata, yani TMSF ve
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun başkan ve üyelerine
görevleri sona ermiş olmalarına rağmen,
çalışmamalarına rağmen ayda 15 bin lira iki yıl
boyunca almalarını ben şahsen içime sindiremiyorum. Bilmem
AKPli parlamenterler bunu içine sindirebiliyorlar mı? Yani bu
kişiler hiç çalışmayacaklar, hiç emek sarf etmeyecekler,
evlerinde oturacaklar veya TMSF Başkanı gibi mesleği
bankacılık olmayan, mali müşavirlik yapan bu arkadaşımız
icabında gidecek mali müşavirliğini yapacak ama gayriresmî
yapacak, bunun yanında da devletten, yani işçinin, emeklinin,
esnafın, işverenin, çiftçinin alın terinden, vergilerinden
kesilen paralardan ayda 15 bin lira iki yıl boyunca maaş alacaklar.
Şimdi, bu
bürokratlar, gerçekten soruyorum, bulunmaz Hint kumaşları
mıdır? Bunların ne ayrıcalığı vardır?
Bunlara bu ayrıcalığı tanıyan nedir? Bunların
özellikleri nelerdir?
Şimdi özerk kurum
başkanları deniliyor. Peki, Türkiyede özerk kurum başkanı
olarak sadece ve sadece BDDK Başkanı ve TMSF Başkanı
mı var? Rekabet Kurulu Başkanı niye yok bunda? Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulu Başkanı niye yok bunda? Kamu
İhale Kurumu Başkanı niye yok burada? Sermaye Piyasası
Kurulu Başkanı niye yok burada? Madem özerk kurul
başkanlarına özel bir ayrıcalık getiriyor iseniz, bu özel
ayrıcalığınız bütün özerk kurumların başkan
ve üyelerine olsun ki, hiç olmazsa diyelim ki, eşit davranıyor.
AKP İktidarı
hiçbir işte eşit davranmıyor, herkese ayrıcalıklı
muamele yapıyor.
Öncelikli şunu
söylüyorum: 4389 sayılı Bankacılık Kanununda daha önce
BDDK Başkanı ve TMSF başkan ve üyeleri yeniden
atanabiliyorlardı, buna imkân vardı. AKP İktidarı ne
yaptı? 2005 yılında çıktı, dedi ki: Arkadaş, biz
bunu kabul etmiyoruz, TMSFye ve BDDKya başkan olan kişi sadece bir
defalığına altı yıllığına seçilsin. ve
kanunu değiştirdi. Şimdi, aynı AKP İktidarı yine
bu yasayı değiştiriyor, diyor ki: Efendim, bir kişi görevi
sona erdiğinde yeniden atanabilsin. ve kendi bozduğu kanunun bu
maddesini yine kendi eski hâline getiriyor. Şimdi, daha önceki 4389
sayılı Bankalar Kanununda yapılan düzenleme madem
yanlıştı, siz düzelttiniz, bugün niye eski hâline
getiriyorsunuz, bunu anlamakta ben güçlük çekiyorum.
Bir de
bankacılık sektörü ciddi iştir, ciddi bir sektördür, sorumlu bir
anlayışla bu sektörün sorunlarına yaklaşmak lazım.
Bununla ilgili bir düzenleme yapılacaksa bu düzenlemeler Hükûmetin kanun
tasarıları şeklinde olmalıdır. Milletvekillerinin
kanun teklifleriyle bankacılık sektörü gibi son derece önemli bir
sektörün sorunlarını kamunun kurumlarına, bakanlıklara
sormadan getirip Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşerek, ondan sonra Genel
Kurulda bunları yasalaştırarak bunu çözmek son derece
sakıncalıdır. Nitekim arkadaşlarımızın
verdiği kanun tekliflerinde, eğer onların dediği gibi
çıkmış olsaydı, bundan sonra TMSF ve BDDK başkan ve
üyeleri görevleri bittiğinde onların yerine atamalar da
yanlış olacaktı, bunu Plan ve Bütçe Komisyonunda düzelttik,
önergelerle düzelttik. Ama eğer bu tasarı şeklinde gelmiş olsaydı
böyle yanlış gelmezdi.
Beni dinlediğiniz
için hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Ayaydın.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir.
4üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4- 5411 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici
madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 30- Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihte görevde bulunan Kurul ile Fon Kurulu Başkan ve
üyelerinin üyelikleri, görev sürelerinin sonuna kadar devam eder.
Kurul ile Fon Kurulu üyeliklerinde kalan süreyi tamamlamak üzere
atanmış olanların üyelikte geçirdikleri bu süreler ile
mevzuatı uyarınca yapılan kura sonucu üyelikleri sona ermiş
olanların kura tarihine kadar üyelikte geçirdikleri süreler 85 inci ve 114
üncü maddelerin uygulanmasında görev süresi olarak dikkate alınmaz.
Bu Kanun ile 103 üncü ve 126 ncı maddelerde yapılan
değişiklikler, Kanunun yürürlüğe giriş tarihinden önce
görev süresi sona eren Kurul başkan ve üyeleri ile Fon Kurulu başkan
ve üyeleri hakkında da uygulanır. Ancak, ilgili
değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten önceki hükümlere
göre kendilerine bir yıl ödeme yapılmış Kurul başkan
ve üyeleri ile Fon Kurulu başkan ve üyeleri bu uygulamadan
yararlanamaz."
BAŞKAN Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kazım Kurt,
Eskişehir Milletvekili.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KAZIM
KURT (Eskişehir) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 223
sıra sayılı kanun teklifleri bütünü içinde meydana gelen bir
teklifin 4üncü maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum.
Bu madde biraz önce
okundu. Ben bu maddeye tekrar dikkatinizi çekmek için, tekrar okumak istiyorum:
5411 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
Bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan Kurul ile Fon Kurulu
Başkan ve üyelerinin üyelikleri, görev sürelerinin sonuna kadar devam
eder.
Kurul ile Fon Kurulu
üyeliklerinde kalan süreyi tamamlamak üzere atanmış olanların
üyelikte geçirdikleri bu süreler ile mevzuatı uyarınca yapılan
kura sonucu üyelikleri sona ermiş olanların kura tarihine kadar
üyelikte geçirdikleri süreler 85 inci ve 114 üncü maddelerin
uygulanmasında görev süresi olarak dikkate alınmaz.
Şimdi, bu,
şöyle özelliği olan bir kanun teklifi: 28/2/2012de 10, 2/4/2002de
7, 4/4/2002de 22 ve 5/4/2002de 11 AKPli milletvekili
arkadaşımızın, çeşitli zamanlarda, değişik
ortamlarda ama aynı nitelikte hazırlamış oldukları bir
teklif. O nedenle özel bir teklif olduğu tartışmasız ve
-getirdiği hükümler dolayısıyla da çok özel bir teklif
olduğu- sonucunda, bu yasadan sadece belirli kişilerin yararlanacak
olmasından kaynaklı bir sonuç doğacaktır.
Kim yararlanacak bu
düzenlemeden? Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu başkan ve
üyeleri ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu başkan ve üyeleri. Bu
arkadaşlarımız daha önce bu göreve atandıkları zaman
özel olarak yapılmış bir yasayla atanmışlar ve görev
süreleri altı yıl olarak sınırlandırılmış.
İşin özelliğinden dolayı da Sadece 1 kez görev
yapabilirler. şeklinde bir sınırlama getirilmiş. Şu
anda ise bu süre doldu ve bu sürenin dolmasıyla beraber Hükûmet görevini
yapmadı, görevini yapamadı, yerine yeni isimleri atayamadı ama
yeni bir yasayla bu düzenleme ortaya konuldu.
Şimdi, esas kusurlu,
yasa tekniği ya da ucube yasa ile getirilmek istenen ikinci fıkrada
gizli arkadaşlar. Burada deniliyor ki: Bu Kanun ile 103 üncü ve 126
ncı maddelerde yapılan değişiklikler, Kanunun yürürlüğe
giriş tarihinden önce görev süresi sona eren Kurul başkan ve üyeleri
ile Fon Kurulu başkan ve üyeleri hakkında da uygulanır. Yani bu
kanun yürürlüğe girmeden önce bu kurulların başkan ve üyelerinin
görev süreleri doldu, o koltukları fuzuli şagil biçiminde işgal
ediyorlar. Biz şimdi, bir yasa yapacağız. Bu yasanın
yapılış ve bitiş takvimi bu tarihten yaklaşık bir
ay sonraya gidecek. Bir ay sonra yürürlüğe girecek olan bir yasa bir ay
önceki kişilere uygulanacak ve o tarif edilen kişiler tekrar
aynı görevlere atanacaklar. Biz de buna diyeceğiz ki eşit
işe eşit ücret, eşit bir uygulama, hakkaniyet çerçevesinde bir
uygulama, adaletli bir uygulama. Böyle bir şey söyleme
şansımız ve olanağımız yok çünkü bu sadece ve
sadece 2 başkan ile 4 tane kurul üyesi için çıkartılan bir özel
yasa ve şuna inanıyorum ki beş yıl sonra bu yasa tekrar
gündeme gelecek çünkü diyoruz ki İkinci kez seçilir. O zaman, beş
yıl sonra yeniden değiştireceğimiz bir yasayı şu
anda, hem de bu kadar acele bir biçimde yapıp geçirmek niye?
Değerli arkadaşlarım,
bu doğrultularda baktığımız zaman, eski
başkanlar, eski yönetim kurulu ya da fon kurulu üyelerinin süresi doldu.
BDDK Başkanının görev süresi 11 Nisanda doldu ve 11 Nisanda bu
kanun teklif olarak gündeme alındı. Kurullar şu anda
çalışamaz hâlde. O kurullar keyfî bir biçimde yönetiliyor ve keyfî
bir biçimde yönetilen bu kurulların, tabii, düzenlemesi de oldukça keyfî
ve değiştirilmiş bir kanun teklifi hâlinde önümüze getirildi. Bu
değerlendirmeyi nasıl yapacağız? Eğer gerçekten
objektif ve mantıklı bir yasa yapmak istiyor isek bunu zamanında
ve süresinde Meclise getireceğiz. Bu kurulların başkan ve
üyelerinin görev süresinin ne zaman dolacağı belli, bu görev süresi
dolmadan yasanın da bir kereye mahsus olarak yapıldığı
belli. O zaman, Hükûmetin üstüne düşen nedir? Yerli yerinde ve
zamanında bir değerlendirme yaparak gerekli atamaları
yapması ama Ben sadece bu kadroyla çalışırım,
başka bir kişi aramam, başka bir atama yapmam. mantığıyla
hareket edildiği için bu yasa geliyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
sadece 2 kişinin, bilemedin 5 kişinin görevini yürütebilmesi için
araç olarak kullanılıyor. Oysa Türkiye Büyük Millet Meclisinde
sırada bekleyen çok daha fazla yasa var, çok daha acil ve çok daha önemli
yasalar yapmamız gerekiyor. Tutuklu milletvekillerimiz Ulusal Egemenlik
Bayramında dahi cezaevinde iken bunlarla ilgili vermiş
olduğumuz teklifler, öneriler hiçbir zaman dikkate alınmadan, hiçbir
zaman gündeme getirilmeden, sadece ve sadece fonlardaki ya da kurullardaki
kişilerin göreviyle ilgili bir düzenlemeyi zamana
sıkıştırarak, acele bir biçimde, sanki yangından mal
kaçırırcasına gerçekleştirmeye çalışmanın
çok doğru bir uygulama olmadığını hepimiz biliyoruz.
Bunu topluma nasıl anlatacağız?
Değerli
arkadaşlarım, gerçekten, şu kanunu, imzalayan arkadaşlarımızın
dahi tartışmadığı ortada çünkü bu
arkadaşlarımız bunu tartışsaydı, bunun
zamanında yapılacak küçük tasarruflarla gerçekleştirilebilecek
bir uygulama olduğunu, buna ayrı bir yasa yapmaya gerek
olmadığını çok net bir biçimde görürdük ama biraz önce
Sayın Ayaydının söylediği gibi, sanki Sayın Bakan
istemiyor da bir dayatmayla, bir
diretmeyle karşı karşıya kalmış gibi bir
değerlendirme yapma konusunda biz kendimizi haklı sayarız. Biraz
önce de yine vurguladı, Plan ve Bütçe Komisyonunda değişiklik
önergesi verdiği zaman da bunu gündeme getirdi. Gerçekten iki yıl
boyunca bu kurul başkanı ve üyelerine ücret ödenmesi konusundaki
haksızlığın işsizlik sigortasıyla
karşılaştırılması ve kıyaslanması
bazı konularda vicdanları sızlatacaktır ama esas, bir cümle
daha eklenmiş şuraya, deniyor ki:
kendilerine bir yıl ödeme
yapılmış Kurul başkan ve üyeleri ile Fon Kurulu başkan
ve üyeleri bu uygulamadan yararlanamaz. Yani daha önce bu işi
bırakmış kim var ise, hangi nedenle bu kara listeye
alınmış ise, hangi nedenle cezalandırılıyor ise o
kişi bundan yararlanamayacak ama bugün, görev süresi dolmuş olan ve
yeniden atanacak olan kurul üyeleriyle başkanlar iki yıl süreyle bu
ödemeden yararlanmış olacaklar. Bu da yine kanun yapma tekniği
açısından kişisel bir uygulama gibi görünüyor ve eşit,
hakkaniyete uygun, adaletli bir uygulama olmadığını ortaya
koyuyor.
Ben bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Kurt.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul
edilmiştir.
5inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 26/9/2011 tarihli ve 660 sayılı Kamu Gözetimi,
Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin birinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "altı"
ibaresi "beş" şeklinde, ikinci cümlesinde yer alan
"yeniden atanamazlar." ibaresi "bir defalığına
tekrar atanabilirler." şeklinde değiştirilmiş,
aynı fıkranın son cümlesinde yer alan "ve bunlardan iki
yıl veya daha az süreyle görev yapanlar bir defalığına
tekrar atanabilir" ibaresi madde metninden
çıkarılmıştır.
BAŞKAN Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Kuşoğlu.
CHP GRUBU ADINA BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte
olan kanun teklifinin 5inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Bu madde ile altı ay
önce çıkan bir kanun hükmünde kararname değiştirilmek isteniyor.
Altı ay önce çıkan kanun hükmünde kararnameyle, bir Kamu Gözetimi,
Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu oluşturulmuştu. Bunun
teşkilat ve görevleriyle ilgili bir kanun hükmünde kararname
çıkmıştı 660 sayılı. Bu kanun hükmünde
kararnamede değişiklikler getiriliyor. Tabii ki bu
değişiklikler olabilir ama altı ay sonra bir kanun hükmünde
kararnamede değişiklik öngörülmesi -sadece bir tane değil, bu madde
değil, ondan sonraki birçok maddesiyle ilgili de değişiklikler
söz konusu- biraz garip kaçıyor sizler de hak verirsiniz. Demek ki kanun
hükmünde kararnamenin yeterince düşünülmediği, yeterince
düzenlenmediği ortada.
Şimdi, Kurum
Başkanı birkaç ay önce atandı, kanun hükmünde kararname
çıktıktan epey sonra. Birkaç aydır görevde, Kurumu
oluşturmaya çalışıyor. Kurum üyeleri ve kendisinin böyle
bir talebinin olması mümkün değil. Biraz önce görüştüğümüz
bazı maddelere, TMSF ve BDDK ile ilgili maddelere paralel bir düzenleme
yapılması düşünülmüş bu maddelerle. Olabilir tabii, bütün
bunları düşünmemiz, değerlendirmemiz lazım.
Değerli
arkadaşlarım, verginin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz, bir
devlet için vergi ne kadar önemli bir husustur. Devletleri devlet yapan konudur
vergi. Vergi almasını bilmeyen, vergi alamayan devlet olamaz. Çok
önemli bir husus. Vergi kaybının olmaması lazım, verginin
eşit ve adil olması lazım ve devletin zor alım gücüyle
vergiyi alabilmesi lazım. Bunun için de devletin özellikle vergi alabilmek
için çok iyi organize edilmesi lazım. Türkiye, biliyorsunuz, kayıt
dışılığın da çok yüksek olduğu bir ülke.
Çeşitli hesaplara göre bu yüzde oranı değişiyor, yüzde
50den yüzde 25lere kadar kayıt dışılık hesaplanıyor
ama her hâlükârda Türkiye kayıt dışılığın
çok yüksek olduğu bir ülkedir, sizler de çok iyi biliyorsunuz.
Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim
Standartları Kurumu verginin denetimi, gözetimi ve bir kurallar bütünü
içerisinde alınması açısından çok önemli bir kurum.
Doğru bir düzenleme yapıldı aslında bu Kamu Gözetimi
Kurumuyla fakat hemen devreye değişikliklerin sokulması
kafalarda soru işaretleri yarattı. Türkiye dolaylı ve
dolaysız vergiler ayrımında bir eşitsizliğin, bir
adaletsizliğin yaşandığı bir ülke,
sıkıntılar var. Biraz önce söylediğim gibi, kayıt
dışılık da çok fazla. Bu denkliği, makul, eşit,
adil bir vergi sistemini kurabilmek için Kurumun önemli görevleri var, önemli
görevler üstlenmiş vaziyette. Kurum bu görevlerini yerine getirmek için de
şu anda hem yerle ilgili olarak hem kadrosunu kurmakla ilgili olarak
çalışmalarını yürütüyor bir taraftan da süratle.
Biliyorsunuz, geçen yıl otuz beş
kanun hükmünde kararname çıkmıştı. Bu kanun hükmünde
kararnamelerle, Türkiyede özellikle teftiş ve denetim sistemi yok edildi.
Yani şu anda devlette teftiş ve denetim sistemi neredeyse sıfır
durumda. Özellikle Maliye Bakanlığıyla ilgili olarak bu
denetimin yapılması lazım ama Maliye Bakanlığında
da yılların Hesap Uzmanları Kurulu, Maliye Teftiş Kurulu
gibi, Gelirler Kontrolörleri Kurulu gibi kurulların yok edilmesiyle bu
teftiş ve denetim de mükellefler nezdinde, maalesef,
yapılamıyor. Büyük sıkıntılar var ve bu sene
-özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum- ilk üç ayda vergi gelirleriyle ilgili
olarak da bir sıkıntı söz konusu oldu. Bakın, şöyle,
size 2011le 2012yi karşılaştıran bir tablo sunmak
istiyorum: Doğrudan vergilerde geçen yıl ilk üç ay içerisinde 19
milyarlık bir tahsilat söz konusu olduğu hâlde, bu sene 23 milyar.
Dolaylı vergilerde geçen yıl 38di bu sene 41e
çıkmış. ÖTV toplam olarak 13tü yine, 13,9. 13,3ten 13,9a
çıkmış ama petrol ve doğal gaz ürünlerinde bir
düşüş söz konusu. Akaryakıttan alınan vergilerde önemli bir
düşüş söz konusu, bir sıkıntı var. Toplam vergi
gelirlerinde 57 milyar 450 milyon, bu yıl da 64 milyar 473 milyona
çıkmış. Bütçe dengesi, geçen yıl bu dönemde, ocak-mart
döneminde eksi 4,124 milyarken bu sene eksi 6,431 milyar olmuş. Yani bu
sene çok daha fazla açık vermiş vaziyette bütçe,
sıkıntılar var. Onun için bu konu önemli. Kamu gözetimi,
muhasebe ve denetlenmesiyle ilgili kurulun görevleri hakikaten önemli.
Ben, 5inci maddeyle
birlikte 6ncı madde üzerinde de, bir bütünlük arz ettikleri için
konuşacağım. Bu iki maddeyi birlikte ele almak lazım.
Kurumun ne kadar önemli olduğunu, ne kadar önemli görevler yapmakta
olduğunu dikkate almak lazım.
Bu kurum, muhasebe
mesleğiyle ilgili, denetim mesleğiyle ilgili standartları,
kriterleri koyuyor ve bunların nasıl raporlama yapacağıyla
ilgili kriterleri belirliyor. Çok çok önemli bir kurum bu kurum. Şimdi bu
kadar önemli bir kurumun başkan ve üyeleri iki dönem görev yapacaklar bu
değişiklikle. Yani beşer yıldan on yıl görev
yapacaklar. Bu olumlu bir gelişme olabilir ama bunun
tartışılması lazım, bir bütünlüğünün olması
lazım, devamının olması lazım, devlette
devamlılık esastır. Bu kurum, uluslararası muhasebe
standartlarıyla ilgili olarak oluşturacağı kriterleri devam
ettirmek zorunda. Devletin, Kurumun aynı tarzla, aynı şekilde
devam etmesi lazım ama bu şekilde olursa bir süre sonra bir kesiklik
söz konusu da olabilir. Belki iki yıl değil, çok daha uzun bir süre
başkanın yetkilerinin ya da görevde kalmasının temin
edilebilir olması lazım; maalesef, bu konularla ilgili
sıkıntılar var. Bu konular yeterince
tartışılmadan bu yasa düzenlemesi söz konusu oldu. BDDK ve
TMSFyle ilgili aynı paralelde olması düşünüldü. Bütün
kurumların işlevi aynı değil. Burası çok daha
farklı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan çok daha
farklı bir kurum burası. Burada çok daha uzun olabilirdi, çok daha
farklı bir düzenleme getirilebilirdi. İkisi de
bağımsız kurum diye aynı şekilde bir düzenleme
gereksizdi.
Bir de
konunun farklı bir yönü var: Bu Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunda 9
üye görev yapıyor kanun hükmünde kararnameye göre ama bu 9 üyenin 2si
meslek mensubu ya da sivil toplum kuruluşlarından geliyor. Bakın
adı ne: Kamu Gözetimi Kurumu ama kamu gözetimi değil de kamu görevi
yapıyor gibi, 9 üyenin 7si kamudan geliyor. SPKdan, BDDKdan ve gelmesi
gereken yerler de olduğu hâlde, mesela, üniversitelerden de, YÖKten de temsilci
alınması gerektiği hâlde alınmamış, bunlar ihmal
edilmiş vaziyette. Aslında bu düzenlemeleri yaparken -baştan da
söylediğim gibi- kurumu bir bütün olarak almamız ve bu düzenlemeleri
o bütünlük bozulmadan yapmamız
lazım. Bazı eksik noktalar bırakılmış,
bunları da düzenlememiz lazım.
Özellikle
bu kurumun üyeliklerinin oluşturulmasıyla ilgili olarak önemli bir
eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bunun kurum üyeliklerinin artması
lazım -dediğim gibi üniversitelerden de temsilci alınması
lazım- ama diğer taraftan da özellikle meslek mensuplarının
ve özel
sektörden, sivil toplumdan gelenlerin sayısının
artırılması lazım. Kabul ederseniz, hazır böyle bir
düzenleme yapıyorken bunu da dikkate alalım. Zannediyorum bunun daha
olumlu olduğunu göreceğiz.
Ben, 6ncı maddede
de konuşarak bu konuyu özellikle dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Kuşoğlu.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul
edilmiştir.
6ncı maddeyi
okutuyorum:
MADDE 6- 660
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 26 ncı maddesinin ikinci
fıkrasında geçen "uluslararası muhasebe
standartlarından farklı düzenlemeler yapmaya yetkilidir."
ibaresi "9 uncu madde uyarınca belirlenen standartlardan farklı
düzenlemeler yapmaya, bağımsız denetimin kapsamını ve
içeriğini belirlemeye yetkilidir. Bu düzenlemeler, ilgili
standartların cüz'ü addolunur." şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN Madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Bülent
Kuşoğlu, Ankara Milletvekili.
Buyurun Sayın
Kuşoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce de
söylediğim gibi, Kamu Gözetimi Kurulunun yapısıyla ilgili olarak
5 ve 6ncı maddeler bir bütün teşkil ediyor. 5inci madde,
başkan ve üyelerinin görev süresini altı yıldan beşe
indiriyor ama bir dönem daha görev yapabilmelerini getiriyor. Ancak biraz önce
de belirttiğim gibi, özellikle üyelerle ilgili olarak, 9 üyeden
oluşuyor ve ağırlıklı kamudan oluşan bir kurum.
Bunun, bu yapının değişmesi ve mümkün olduğunca sivil
toplum kuruluşlarından, meslek mensuplarından üyelerle takviye
edilmesi gerekiyor. Hatta yine üniversitelerden de eksik kalmış,
mesela üniversite temsilcisi yok, aslında meslek kurallarını,
meslek etiğini düzenleyen bir kurum olduğu hâlde eksik
bırakılmış. Oradan da bir üyenin alınması
lazım, öğretim üyelerinin de bu konuda kurumda, kurulda
bulunmaları lazım.
Bağımsız
denetim yapacak kişi ya da kuruluşlar kararname gereği SMMM ve
YMM lisansına sahip olmak durumunda. Bu kurum yapacağı
sınavlarla kamu denetçiliğini düzenleyecek ama geçen yıl
kasım ayında çıkan kanun hükmünde kararnameyle düzenlenen bu Kurumun
başkanı atandı, üyeleri atandı ama hâlâ bir yere sahip
değil. Temmuz ayı içerisinde de sınavlarını
yapması gerekiyor ancak sınavlarını yapması da mümkün
değil, daha yerini kiralamadı ya da satın almadı. Bunun
yetişmesi mümkün değil. Bir yığın meslek mensubu da,
binlerce meslek mensubu da sınav olmak üzere bekliyor.
Bu arada
yapılması gereken şu: Şimdiye kadar TÜRMOB tarafından bu sınavlar
yapılıyordu, TÜRMOB tarafından hiç olmazsa geçici olarak bu
işin üstlenilmesi lazım, aksi takdirde bir yığın
meslek mensubu da mağdur olabilecek. Bunun da düzenlenmesi
lazımdı bu kanunda, bu yapılamamış vaziyette. Şu
anda kurumun herhangi bir donanımı yok, mekânı yok, personeli
yok, birikimi yok, deneyimi yok. Bu geçiş hükümleri konusunda TÜRMOBa
yetki verilmesi çok daha doğru olur diye düşünüyorum. Bu arada bu
düzenlemenin de yapılması lazım.
Bir de denetçilik
konusunda kazanılmış haklar var. Şimdiye kadar -aramızda
da birçok meslek mensubu var- bu konuda kazanılmış hakkı
olanların da durumlarının korunması lazım diye
düşünüyorum. Bu konuyla ilgili olarak da
bir düzenleme yapılmamış.
Şimdi 6ncı
maddeyle getirdiğimiz düzenleme yine çok önemli, çok kısa olarak
belirteyim. Aslında kurumun görevleri 9uncu maddede düzenleniyor. Bu
maddeyle biz 26ncı maddede diğer hükümleri düzenliyoruz. Bunlar arasına
9uncu maddede yer almayan bir görevi koyuyoruz. Aslında 9uncu maddede
yer alması lazım, kanunun tedvin tarihi itibarıyla doğru
olan bunun 9uncu maddede yer alması lazım, orada düzenlenmesi
lazım, gerçekten eksik bırakılmış.
Bir de
bağımsız denetime tabi olmayanlar var. Yani bütün firmalarla
ilgili bir denetim standardı getireceksiniz, uluslararası muhasebe
standartları paralelinde düzenlemeler yapacaksınız ama bunlar
sadece büyük firmalar için söz konusu olacak. Esnaf için, sanatkâr için, daha
düşük seviyede kazancı, cirosu olanlar için de düzenleme
yapılması lazım. Bu konuda da kuruma ayrıca bir yetki
verilmesi gerekiyor. Firmalar arasındaki farklılıkların,
Ticaret Kanununa tabi olan şirketler arasındaki
farklılıkların da dikkate alınarak bu düzenlemelerin
yapılması gerekiyor. Uluslararası muhasebe standartları,
uluslararası raporlama standartlarının bütün firmalar için
getirilmesi, çok sakıncalı sıkıntılar doğuracak
bir durum yaratacak. Özellikle ben bu konulara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Size de
söz verdiğim üzere, çok uzatmadan, çok fazla vaktinizi almadan ama bu
önemli hususlara özellikle dikkatinizi çekerek hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Kuşoğlu.
Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul
edilmiştir.
Birleşime
beş dakika ara veriyorum sayın milletvekilleri.
Kapanma
Saati: 19.52
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.54
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık
YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Muhammet Rıza YALÇINKAYA
(Bartın)
---0---
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 98inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
223 sıra
sayılı Kanun Teklifinin görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet? Yok.
Alınan karar
gereğince, Meclis araştırması önergeleri, kanun tasarı
ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, 25 Nisan 2012 Çarşamba günü saat
14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.55