26 Haziran 2013 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Fatih ŞAHİN (Ankara)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 125inci Birleşimini
açıyorum.
Y O K L A M A
BAŞKAN Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için iki dakika süre
vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy
düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu
süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda
hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna
rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla iki dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz,
Bayburtun sorunları hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili
Sayın Erkan Akçaya aittir.
Buyurun Sayın Akçay. (MHP
sıralarından alkışlar)
ERKAN AKÇAY (Manisa) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Bayburtun sorunları üzerine
gündem dışı söz aldım ve muhterem heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama başlarken de bir
Manisa milletvekili olarak Bayburtu ziyaretten sonra da Manisa ve Bayburtu
buradan kardeş şehir ilan ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
Milliyetçi Hareket Partisi Genel
Merkezimizin görevlendirmesi üzerine 13, 14, 15 Haziran 2013 tarihlerinde Merkez
Yönetim Kurulu üyelerimizle birlikte Bayburtu ziyaret ettik ve çeşitli
incelemelerde bulunduk. Bayburt merkezi ile Aydıntepe ve Demirözü
ilçelerinde, Arpalı beldesinde vatandaşlarımızla bir araya
geldik, esnaf ve çiftçilerimizle görüşerek sorunlarını bizzat
dinledik. Bu üç günlük ziyaretimiz boyunca Türk konukseverliğinin en güzel
örneklerini bizlere gösteren ve yaşatan, bir lokma ekmeğini bizimle
paylaşan, bize yüreğini açan Bayburtlu kardeşlerime çok
teşekkür ediyorum ve buradan selam, sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
Bayburtlu kardeşlerimiz
gönüllerimizde yer ederken Bayburtun bazı sosyoekonomik sorunları da
maalesef yüreğimizi burkmuştur. Bayburttaki ulaştırma,
sanayi, eğitim, ticaret ve demografi alanlarındaki olumsuzluklar
maalesef birbirini tetiklemektedir. Bayburtta işsizlik ve göç
sosyoekonomik hayatı çok olumsuz etkilemektedir. Tarım ve
hayvancılık âdeta can çekişmektedir. Siftahsız gününü
bitiren esnafımız iş yerlerini kapatma noktasındadır.
Hâlihazırda birkaç işletmeyle var olmaya çalışan sanayinin
çarkları dönmekte ciddi manada zorlanmaktadır. İşsizlik ve
göç Bayburtta her hanenin sorunu hâline gelmiştir. Oysa, TÜİK
verilerine baktığımızda, Bayburt Türkiye'nin işsizlik
oranı en düşük ili görünümündedir. İşsizlik oranı,
istihdam yaratan yeni iş alanları açıldığı için
değil, maalesef, işsizlik nedeniyle sürekli göç verildiği için
düşük çıkmaktadır. Nitekim, 2000 yılında 97 bin olan
Bayburtun nüfusu 2012 yılında 76 bine düşmüştür. 2023te
ise 49 bine düşmesi öngörülmektedir.
Sosyoekonomik gelişmişlik,
yani SEGE kriterleri bakımından 64üncü sıradaki Bayburt
altı bölgeli teşvik sisteminde beşinci bölgede olduğu için
yatırımlarından ihtiyacınca ve yeterince
yararlanamamaktadır. Bu nedenle, Bayburt için özel yatırım
teşviklerinin uygulanmasında yarar görüyoruz.
Bayburt 2013 yılında
aldığı toplam 46 milyon 929 bin liralık kamu
yatırımıyla 81 il arasında 81incidir. Demek ki, 82 il
olsaymış yine 82inci sırada olacakmış, yani tüm kamu
yatırımları bakımından sonuncu sıradadır.
2013 yılında
aldığı 22 milyon 842 bin liralık eğitim
yatırımıyla, yine, sonuncu sıradadır. Gerçi
sınavlarda 20nci sırada görülmektedir, bu bir
başarıdır yalnız sınavlara giren öğrenci
sayısının azlığı nedeniyledir, diğer illerle
mukayese ettiğimizde.
2013 yılında
aldığı 2 milyon 2 bin liralık sağlık
yatırımıyla 73üncü sıradadır. 2013 yılında
383 bin liralık ulaştırma yatırımıyla 79uncu
sıradadır. Madencilikte 67nci, enerjide 57, konutta 61inci
sıradadır ve imalat ve turizm alanında da bir yatırım
görülmemektedir.Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanan
Bayburt, 2013 yılında aldığı 18 milyon 447 bin
liralık tarım yatırımıyla da 56ncı
sıradadır.
Aydıntepelilerin yüzde 70i
geçimini tarımdan sağlamaktadır. P2 Sulama Kanalından dört
yıldır su verilmediği için Aydıntepeli çiftçilerimiz sulama
konusunda sıkıntı yaşamaktadır. GAP kapsamındaki
illerde süt sığırcılığı
yatırımları, DAP kapsamındakilerde damızlık
sığır işletmesi yatırımları destek
kapsamına alınmıştır. Yine Bayburt, GAP Eylem
Planı kapsamındaki süt sığırcılığı
desteklerinden yararlanamazken 16 Şubat 2013 tarihinde DAP
kapsamındaki desteklerden yararlanmaya başlamıştır.
Bayburtun ekonomisi ve sosyal hayatı için büyük
öneme sahip olan Erzincan-Trabzon demir yolu projesine gereken Hükûmet
desteği maalesef verilmemektedir. Demir yolu projesi ile Bayburt özel
sektör yatırımları için cazip hâle gelmiştir. Karadenizin
her noktasından Erzincan demir yoluna
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Bayburta selam olsun.
ERKAN AKÇAY (Devamla) Muhterem heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Akçay.
Gündem dışı ikinci söz, çözüm süreci
nedeniyle Ağrı il ziyaretleri hakkında söz isteyen
Ağrı Milletvekili Sayın Ekrem Çelebiye aittir.
Buyurun Sayın Çelebi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çözüm süreci kapsamında Muş ve Ağrı illerine yapılan
ziyaretler hakkında gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, AK PARTİ hükûmetleri
ülkemizin otuz yıllık kanayan yarasına neşter vurmak üzere
bir süreç başlattı. Bu süreç, ülkemizin her alanında olduğu
gibi Doğu Anadolu Bölgesinde de ciddi desteğine mazhar
olmaktadır. Çözüm sürecinin vatandaşlarımıza
anlatılması ve yansımalarının değerlendirilmesi
amacıyla, Sayın Başbakanımızın da bilgisi
dâhilinde olmak kaydıyla, Muş ve Ağrı milletvekillerimiz
tarafından organize edilen ve 21 ilden 30 milletvekili
arkadaşımızla Muş ve Ağrıda vatandaşlarla
bir araya geldik. Bu gezide AK PARTİ Genel Başkan
Yardımcımız Sayın Menderes Türel ve AK PARTİ Grup
Başkan Vekilimiz Sayın Ahmet Aydının
başkanlıklarında 30 kişilik milletvekili heyetinin ilk
durağı Muş ilimiz oldu. Heyette bulunan milletvekilleri,
Muş Havaalanından gruplar hâlinde ilçelere hareket ederek
vatandaşlarla bir araya geldik. İlçelere giden milletvekilleri,
ilçede yaşayan vatandaşlarımızın çözüm sürecine
ilişkin görüşlerini aldık. Yine akşam, Muş ili
merkezinde, tüm sivil toplum örgütleriyle bir araya geldik. Bu toplantıda
STKların görüş ve önerilerini aldıktan sonra çözüm sürecini
akşamüstü hep birlikte değerlendirdik.
Muş ili programının
tamamlanmasından sonra Ağrı ili Patnos ilçesine hareket ettik.
Burada, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesine bağlı Patnos
Sultan Alparslan Sosyal Hizmetler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve iki
yıllık Meslek Yüksekokulunun temel atma törenine
katıldıktan sonra, topluca Patnos halkı ve esnaflarını
ziyaret ettik. Buradan Ağrı merkez ve ilçelerine gruplar hâlinde
hareket eden milletvekili arkadaşlarımız,
vatandaşlarımızın görüşlerini dinledi. Ağrı
Belediyesi tarafından yapılan hizmetlerin açılışı
ve temel atma törenine katıldıktan sonra akşam STKların
katılmış olduğu bir yemekle birlikte çözüm sürecini
değerlendirmek üzere bir araya geldik.
Değerli milletvekilleri, AK
PARTİ olarak sürekli halkın içindeyiz. Milletin partisiyiz ve
milletin bize bugüne kadar çizmiş olduğu istikamet doğrultusunda
da hareket etmeye devam ediyoruz ve devam edeceğiz. Milletimizin
sorunlarına çözüm konusunda elimizden gelen tüm gayreti gösteriyoruz. Son
on yılda Türkiye müthiş bir atılım gerçekleştirdi.
Ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve demokratikleşmede,
Türkiye, her alanda ciddi adımlar attı, ciddi hamleler yaptı.
Dışarıda itibarın sembolü oldu, içeride bu istikrar ve
güven sayesinde halkıyla kenetleşerek muazzam bir
çağdaşlaşma, demokratikleşme, gelişme ve büyüme trendi
yakaladı. Bu trendden rahatsız olanlar, millî iradeden rahatsız
olanlar, krizden, kaostan medet ummaya çalışanlar, âdeta,
bulanık sulardan balık avlanmak üzere çeşitli senaryolarla bu
ülkede geçmişte de buna benzer oyunlar oynadılar ve yeniden de
oynamaya çalışıyorlar ama milletimiz bunlara Ankara,
İstanbul, Kayseri, Samsun ve Erzurum mitingleriyle cevap verdi. Türkiyeyi
karıştırmak isteyen çevreler her zaman olmuştur ama
milletimiz artık bunlara tevessül etmemektedir ve etmeyecektir.
Değerli milletvekilleri,
Ağrı ve Muş gezilerimizde, milletimiz bizlere bunu deklare
etmiştir. Milletimiz artık bu ülkede ölümlerin olmasını
istemiyor, gözyaşı istemiyor, artık, terörün engellediği
yatırımların şehrine gelmesini istiyor.
Vatandaşlarımız, bizlere, Dağa çıkan değil,
fabrikadan dönen evlatlarımızın yolunu gözlemek istiyoruz.
Çözüme ekmekten sudan daha fazla muhtacız. diyorlar. Türkiyenin hemen
hemen her yerinde yükselen bu sese kulaklarımızı
kapatmamamız lazım. Bu sesi, bu haykırışı, AK
PARTİ duyduğu için, bugün ülkemizde yaklaşık altı
aydır kan ve gözyaşı akmıyor ve inşallah bundan sonra
da akmayacak.
Bu gezinin gerçekleştirilmesinde
desteklerini bizden esirgemeyen Sayın Başbakanımıza ve
bizleri gönülden kucaklayan Muş ve Ağrılı hemşehrilerimize
ve haseten Ağrı, Muş il ve ilçe teşkilatlarına ben
burada şükrânlarımı sunuyorum.
Bu vesileyle ben Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum, Allaha emanet olun diyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Çelebi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Gündem dışı 3üncü söz,
İstanbul Gezi Parkı olayları ve sonuçları hakkında söz
isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Kadir Gökmen Öğüte aittir.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Bu arada, Sayın
Altay, tebrik ediyorum sizi. Hayırlı, uğurlu olsun ve
başarılarınızın devamını diliyorum.
Buyurun Sayın Öğüt.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) Saygıdeğer Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; yaklaşık üç hafta önce
başlayan ve halen devam eden Gezi Parkı protestoları, ülkede
istemediğimiz pek çok görüntüye sahne olmakta.
İstanbulda 22si ağır,
4.675 yaralı var. 2 kişinin hayati tehlikesi devam ediyor, 2
kişi yoğun bakım ünitesinde, 7 kişi ağır
kırıklı kafa travmasına uğradı, 6 kişi
gözünü kaybetti. Sadece 22 Haziranda; 19 plastik mermi yaralanması, 2
kişide kafatası ödemi, 1 kişide yüz kemiklerinde yaralanma, 2
kişide copla darp, 1 kişide el bileği kırığı
şüphesi, 1 kişide kafa derisinde
İçişleri
Bakanlığının insan sağlığına zarar
vermediğini savunduğu, Başbakanın polisinin asli görevi
olarak nitelediği, 10 Nisan 2012 tarihiyle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararına göre barışçıl gösterilerde kullanılmasının
insan hakkı ihlali olarak kabul edildiği biber gazının
etkilerine gelelim.
Bu
zararsız gaz bugüne değin tam 8 vatandaşımızın
ölümüne neden oldu. 5 Haziranda Ankara Kızılaydaki bir dershanede
temizlik görevlisi olarak çalışan İrfan Tuna, polisin yoğun
gaz saldırısı ardından kalp krizi sonucu
yaşamını yitirdi. Biz mi yalan söylüyoruz, adli tıp mı
yalan söylüyor, bunların sorumlusu kim? Bir an önce açığa
çıkmalı. Göz yaşartıcı gazın kapalı yerlerde
atılmasının uluslararası sözleşmeler çerçevesinde
tümüyle yasak olmasına, bunun AİHM tarafından belirtilmesine,
kullanımının ilgili talimatlara uygun olması gerekmesine
rağmen, son bir aydır hiçbir kurala bağlı
olmaksızın kullanıldığını görmekteyiz.
Bunları
niye konuşuyoruz? Dilinizde hep aynı türkü. Başbakan Çok önemli
bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler. diye,
yaklaşık 100 kişilik bir grubun İstanbulda başörtülü
bir kadına ve bebeğine saldırdığını,
idrarlarını yaptıklarını söylüyor. Sayın
Başbakan, biz de günlerdir birçok şeyi söylüyoruz, görüntülerle
bunları ispat ediyoruz, görüntüler medyada dolaşıyor. Üstelik
bizim emrimizde güçlü istihbarat örgütlerimiz yok. Ülkemizde bir sürü ajan olduğunu,
tüm bunların uluslararası tezgâh olduğunu söylüyorsunuz.
Kürsüden bağırmak yerine, o çok koruduğunuz MİTe
sorsanıza, iddialarınızı ispatlasanıza. Bu MİT,
bu emniyet, istihbarat ne iş yapmaktadır? Bu insanlar niye
açığa çıkarılmamaktadır? Eğer böyle alçaklar
varsa niye bir an önce toplumun önünde sergilenmemektedir?
Bir terörist ilan etme furyasıdır gidiyor.
Birkaç gösteriye katıldığı için bir insanı terörist
ilan ediyorsunuz. Devletin televizyonu olması gereken, vergilerimizle
dönen ve adına TRT denen yayın organı, Ethemin öldürülme
anının videosunu değil de ondan beş dakika öncesinin
videosunu yayınlıyor, onu terörist ilan ediyor. Katilini koruma
altına aldığınız Ethem Sarısülük, âdeta terörist
ilan ediliyor. Neredeyse bu delikanlının, bu gencecik
delikanlının katlinin vacip olduğunu bile söyleyeceksiniz, bu
söylemlerle meydana çıkacaksınız. Onlar da hep terörist
değil, yurtsever çocuklardı, yurtsever çocuklardı, yurtsever
çocuklardı. Dün Talibanın önünde diz çökenleri ise tarih
yargılayacaktır, bunu da hep birlikte göreceğiz.
Başbakanın kahraman ilan ettiği polislerin
her gün bir ayrı marifeti ortaya çıkmaktadır. Sarıgazide
yapılan eylemler sırasında polisin insanlık
dışı saldırısına uğrayan Hakan Yamanın
görüntüleri, bugün tüm İnternet sitelerinde dahi nasıl dayak
yediği ve ateşe atıldığı anbean görünüyor.
Değerli arkadaşlarım, unutmayın korku
bulaşıcıdır ama cesaret de bulaşıcıdır.
Her birimizi terörist ilan etseniz de ne bizden sonraki nesiller bugünleri ne
de biz bugünleri unutmayacağız, yaptıklarınızı
mutlaka tarih önünde yargılayacağız.
Sizleri bir dakika olsun gözünüzü kapatarak gözü çıkartılan
arkadaşlarımızın yerine koymanızı istiyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Şu hareketle bile bir saniye nasıl
dayanacaksınız merak ediyorum.
(Hatibin sol eliyle sol gözünü kapatarak beklemesi)
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (Devamla) - Buna bile
dayanamıyorsunuz. İnşallah sizin başınıza gelmez.
İnşallah sebep olanlar bu Türkiyede yargılanırlar.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Ögüt.
60ıncı maddeye göre söz vereceğim.
Sayın Yeniçeri
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Kemal Öztürk, Başbakanın basın
danışmanıyken Anadolu Ajansının Genel Müdürlüğüne
atanmıştır. Sermaye artırımı bağlamında
rüçhan hakkı kullanmayan hisseler Anadolu Ajansının
başındaki şahıs olan Genel Müdür Öztürk tarafından
satın alınmıştır. Böylece, şirketin 1 milyon 287
bin hissesini satın alan Öztürk, yüzde 25,26lık payla Anadolu
Ajansının ana ortağı hâline gelmiştir. Sermaye
artırımının ardından ana ortaklar arasına giren
Öztürk, ana sözleşme değişikliği ile yetkileri elinde
toplamış, şirketin yönetim ve denetimini de kendi eline
almıştır. Anadolu Ajansı Müdürü, bu aşamada
yalnız yönetici değil, aynı zamanda ajansın sahibi de
olmuştur. AKP iktidarı döneminde kurumların mülkiyeti de kurum
başındakilere satılır hâle gelmiştir, kurumları
kurumların başındakilere satmak bir AKP klasiğidir.
İktidar her türlü satışta sınır tanımıyor.
Bu, hayra vesile olacak konu değildir, az tamah çok zarar verir. Bizden
hatırlatması
BAŞKAN Sayın Halaman
ALİ HALAMAN (Adana)
Başkanım, teşekkür ediyorum.
Şimdi, Sayın
Başkanım, on yıldır iktidar olan AKP Ezilen halkların
savunucusuyum, Gazzede, Suriyede, Filistinde, -bazen, yeni moda-
Kürdistanda- diyerek halkları savunduğunu söylüyor. O bölgede
şark politikası uygulayarak, o Türkmenler Musulda, Kerkükte her gün
saldırıya uğrayıp ölümlerle muhatap olurken bu iktidar bir
gün bu ölümleri kınama noktasında, diğer hakları nasıl
savunuyorsa orada Türkmenleri savunmayı düşünmüyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Tüzel
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul)
Sayın Başkan, bugün İşkence Görenlerle Uluslararası
Dayanışma Günü. Ülkemiz bir aydır işkencenin sokağa
indiği günleri yaşıyor; biber gazı, gazlı su, cop,
kaba dayak, göz çıkarma, kafa kırma, plastik mermi ve nihayetinde
insanların öldürülmesi. Sadece göstericiler değil, avukatlar,
gazeteciler, milletvekilleri, sağlık çalışanları,
herkes bu polis şiddetinden nasibini aldı. Bunlar orantısız
güç falan değil, doğrudan açık işkence uygulamaları
yani insanlık suçu. Bugün basında yer alan Sarıgazideki servis
şoförü Hakan Yamanın nasıl vahşice dövüldüğü ve gözü
çıkarıldığı bu Antalyadaki çocuklardan sonra
çarpıcı bir şekilde önümüze geldi. Tam 300 çocuğa
gözaltı yapıldı. Berkin Elvan 14 yaşında, hayati
tehlikeyle Okmeydanında yatıyor. Başbakan Polisimi yedirmem.
diyor, kahramanlık destanları yazıyor ama meydanlarda milyonlar
da özgürlük ve demokrasi destanları yazıyor, forumlar örgütlüyor.
Demokrasi, Başbakanın ayak takımı dediği bu
ayağa kalkmış halkın eseri olacaktır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Doğru
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Dün Irakın Selahattin kenti
Tuzhurmatu ilçesinde haince bombalı bir saldırı sonucu Irak
Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı Ali Haşim
Muhtaroğlu ve Vali Yardımcısı Ahmet Koca olmak üzere birçok
kardeşimiz hayatını kaybetmiştir.
Soydaşlarımıza yapılan bu hain saldırıyı
şiddetle lanetliyorum, şehitlere Allahtan rahmet, yaralılara
acil şifalar diliyorum.
Irakta Türkmenlere
saldırılar her geçen gün artarak devam etmektedir. Başbakan ve
AKP Hükûmeti Türkmen kardeşlerimizin feryadını ne zaman
duyacaktır? Türkmenlerin hak ve menfaatleri ne zaman savunulacaktır?
Nerede 2002de söylenen kırmızı çizgiler? Paspas mı
olmuştur? Merakla cevap bekliyoruz. Türkmenlerin haklı davası
dünyada bütün yerlerde anlatılmalı, onlara sahip
çıkılmalıdır. Meclisimizin konuyla ilgili özel gündem
yapmasını ve gerekli mesajı dünyaya vermesini bekliyor,
teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Öğüt
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Son günlerde, sağlık
kuruluşlarının Sağlık.Net 2 sistemine veri
göndermedikleri ya da eksik gönderdikleri gerekçesiyle diş hekimi
meslektaşlarıma tebligat yapıldığı bilgisi
tarafıma ulaşmıştır. Bu tebligatlarda veri göndermeyen
kurum ve kuruluşların gönderim yapmama gerekçeleri de istenmektedir.
Oysaki bu konu Anayasa Mahkemesine götürülmüş ve yüksek mahkeme de
verdiği iptal kararıyla Sağlık
Bakanlığının diş hekimi muayenehaneleriyle diğer
bütün sağlık kurum ve kuruluşlarından hastaların
kişisel verileriyle ilgili sağlık hizmet bilgilerini isteme
yetkisinin mevcut düzenlemelerle istenmesinin mümkün olmadığına
hükmetmiştir. Bu karara rağmen Sağlık
Bakanlığı hangi gerekçeyle meslektaşlarımıza
böyle bir tebligat yapmaktadır? Bakanlık hangi gerekçeyle bir
kısım bilişim firmalarına gönderdiği yazıda ve
kimi yerlerde meslektaşlarımıza yazılı ya da sözlü
olarak iletilen mesajlarda sistemlerin aynı şekilde
çalışmaya devam edeceğini belirtmektedir, çok merak etmekteyiz,
meslektaşlarımıza bunların duyurulmasını
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Dedeoğlu
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Kahramanmaraş, Elbistan,
Afşin, Göksun, özellikle Türkoğlunda ve diğer ilçelerimizde
şu anda mahsul su beklemektedir. Bu bölgede sulama şirketleriyle
elektrik şirketlerinin arasındaki problemden dolayı tarlalar
sulanamaz durumdadır şu anda ve çiftçimiz çok büyük
perişanlık çekmektedir. Millî ekonomidir. Bu tarlalarımızdaki
mahsullerimize mutlaka su verilmesi lazım.
İlgili bakanlıklardan rica
ediyoruz, talep ediyoruz Kahramanmaraşlılar olarak bu problemin bir
an önce halli cihetine gidilmesini.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Halaçoğlu
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Dün, Irakta Selahattin kentine
bağlı Tuzhurmatu kasabasında terörü telin eden Türklere
karşı iki intihar saldırısı sonucu Türkmen Cephesi
Başkan Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu ile 13
kişi şehit edildi, 71 kişi de yaralandı.
Yine, bugün, Suriyede Halep
Başköy de, Türkmen köyü olan Başköy de PYD tarafından
kuşatılmış durumda. Burada da ölü ve yaralıların
olduğu söyleniyor.
Bu iki bölgede meydana gelen,
Türkmenlere karşı bir etnik temizlik söz konusu. Hükûmete bu konuyla
ilgilenmesi çağrısında bulunuyorum.
Ayrıca, Şırnak Cizre
ilçesinde, PKKya bağlı Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketinin
asayiş birimlerinin diploma töreni düzenlenmiştir.
Bunlarla bu iki olayı
birleştirdiğimiz takdirde ortaya çıkan görüntü zannediyorum ki
Hükûmetin ilgi alanına girmektedir. Bunların düzene
sokulmasını talep ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Akbulut
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ) Sayın Başkanım, iki hafta önce Mardin ve
Şanlıurfa il ve ilçelerini kapsayan özel bir ziyarette bulundum. Otuz
yıldır devam eden terör sorununun bitmesine vesile olacak çözüm
sürecinin bölgede çok olumlu yansımalarını izledim. Bölgeye
âdeta bir huzur ve bahar havası gelmişti. Otellerde doluluk
oranları yüzde 90lara ulaşmış, bölgeye yatırım
yapmak isteyenler âdeta sıraya girmişlerdi. Bu birlik ve beraberlik
ve kardeşlik ortamının meydana gelmesinde emeği geçen
Sayın Başbakanımıza ve diğer emeği geçenlere
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Baluken
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, işkence,
insanlık suçu olarak kabul edilen bir olgudur. 26 Haziran
İşkence Görenlerle Dayanışma Günü olarak, biz
işkencenin bir insanlık suçu olduğunu tekrar
hatırlatıyoruz.
İşkenceye karşı
önlemlerin ve cezai yaptırımların güçlendirilmeye
çalışıldığı dünya konjonktürü ortada iken,
Türkiyede ise işkence güvenlik kurumlarından taşarak sokaklara
ulaşmıştır. Ölüme yol açan sokak ortası
işkencelerde bulunan güvenlik memurlarının devlet ve siyasi
iktidar tarafından bizzat korunması, işkencenin
yaygınlaşmasına ve yoğunlaşmasına yol
açmaktadır. İşkence yaptıkları tüm delileri ile
beraber ortada olan kamu personelleri, ödül niyetine olan bazı cezai
süreçlerle karşılaşmakta, çeşitli yalan yanlış
ifadelerle sürekli kurtarılmaya çalışmaktadırlar.
Ayrıca işkence suçunun işlenmesinde emir verenler ise daha üst
terfilere getirilmek suretiyle bu işkenceciler ödüllendirilmektedir. Tüm
işkenceler ve siyasi iktidarın topluma karşı devleti ve
memurlarını koruması karşısında
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Bingöl) -
işkence günbegün normal hayatın bir parçası hâline gelmektedir.
Biz, bu tutumu Barış ve Demokrasi Partisi olarak kınıyoruz,
işkencenin bir insanlık suçu olarak değerlendirilmesi
gerektiğini tekrar vurgulamak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Vural
OKTAY VURAL (İzmir)
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, bugün
gazetelerde, dün gazetelerde, televizyonlarda, vatan
coğrafyamızın bir köşesinde PKK paçavralarıyla, sözde
asayiş güçleriyle ilgili eğitimler verildiği ve bunlarla ilgili
diplomaların dağıtıldığına ilişkin
görüntüleri üzüntüyle izledik. Şimdi, burada bu konularda Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bir bakanın gelip bilgi vermesi gerekiyor. Böyle bir
rezalet kabul edilebilecek bir husus değildir. Türkiye Cumhuriyetinin
toprakları üzerinde meşru bir tek savunma vardır. O da polisimizdir,
askerimizdir. Böylesine önemli bir konuda Hükûmetin bu gelişmeler
karşısında gerçekten tavrını ortaya koymaması ve
bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermemesini de esefle
kınıyorum. Bu hazmedilebilecek bir konu değildir.
Egemenliğimizle ilgili bir konudur, PKK, KCK paralel devlet
yapılanması, Doğu ve Güneydoğuda derinleştiriliyor.
BAŞKAN Sayın Yılmaz
SEYFETTİN YILMAZ (Adana)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Özellikle, seçim bölgem Adanada
Pozantı, Kamışlı, Aşçıbekirli ve Hamidiye
bölgeleriyle Aladağ ve Karaisalıda, Saimbeylide zeytin hasadı
başlamıştır fakat bütün umutlarını buna
bağlamasına rağmen çiftçilerin, bir yıldır
verdiği emeklerin karşılığını alamaması
sonucunda kirazların derelere döküldüğü bir süreçten geçiyoruz. Bütün
borçlarını ve geleceklerini buna bağlayan çiftçilerimizin birkaç
tane komisyoncuya terk edilmesi, binlerce çiftçimizi mağdur etmektedir.
Bununla ilgili, birliklerin güçlendirilmesi noktasında tedbirlerin
alınması gerektiğine inanıyorum.
Yine, gezdiğimizde, Adanaya
BAŞKAN Sayın Tunç
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Polisin şiddet
kullandığı yönünde beyanda bulunan muhalefet milletvekillerimiz
oldu. Görüntüleri izlediğimizde bu beyanların doğru
olmadığını, asıl şiddete uğrayanın
güvenlik güçleri olduğunu görüyoruz. Maalesef, çıkan olaylarda 1
polisimiz vefat etmiş, 600den fazla polisimiz
yaralanmıştır. Taşla, sopayla polise
saldıranların, dükkânları yakıp yıkanların,
çevreye zarar verenlerin görüntüleri ortadayken meşru savunma içerisinde
olayları önlemek için çalışan polisin suçlanmasının
doğru olmadığını belirtmek istiyorum.
Milletimiz huzur istiyor. Bu tür
şiddet olaylarının teşvik edilmemesi gerektiğini,
milletvekillerimizin bu konuda daha duyarlı olması gerektiğini
belirtiyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır.
Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kamuoyunda Hal Kanunu olarak bilinen
5957 sayılı "Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği
Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında
Kanun" 2012 yılı başında yürürlüğe
girmiştir. Uygulamada yaşanan aksaklıklar birçok sorunu da
beraberinde getirmiş ve üreticiler, toptancılar, belediyeler,
tüketiciler olmak üzere tüm tarafların şikâyetine neden
olmuştur.
Uygulamadaki aksaklıkların
giderilmesi ve ortaya çıkan sorunların çözümü için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98,
TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılmasını arz ederiz. 20/03/2012
1) Osman Kaptan (Antalya)
2) Bülent Kuşoğlu (Ankara)
3) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
4) Ali Demirçalı (Adana)
5) Veli Ağbaba (Malatya)
6) Gürkut Acar (Antalya)
7) Celal Dinçer (İstanbul)
8) Ümit Özgümüş (Adana)
9) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
10) Bülent Tezcan (Aydın)
11) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
12) Ali Serindağ (Gaziantep)
13) Uğur Bayraktutan (Artvin)
14) Mehmet Şeker (Gaziantep)
15) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (İstanbul)
16) Aytun Çıray (İzmir)
17) Rahmi Aşkın Türeli (İzmir)
18) Kazım Kurt (Eskişehir)
19) Kadir Gökmen Öğüt (İstanbul)
20) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
21) Hülya Güven (İzmir)
22) Musa Çam (İzmir)
23) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
Gerekçe:
Ülkemiz, dünyada Çin, Hindistan ve
ABD'den sonra 4üncü büyük sebze ve meyve üreticisidir.
TÜİK'in Tarım
Bakanlığından aldığı tahminî rakamlara göre 2011
yılında 45 milyon ton sebze ve meyve üretilmiştir. Bunun 17
milyon tonu meyve, 28 milyon tonu da sebzedir.
İç Ticaret Genel Müdürlüğüne
göre 2010 yılında üretilen sebze ve meyvenin yaklaşık yüzde
5'i ihraç edilmekte, yüzde 95'i de ülke içinde tüketilmektedir. Ancak bunun
yüzde 25'lik bölümü ise tüketim merkezlerine ulaşmadan zayi
olmaktadır.
İç pazara sürülen sebze ve
meyvenin yüzde 30'u hallerde işlem görmekte, kalan yüzde 70'i de
kayıt dışı pazarlanmaktadır.
Toptancı haller; belediyelerce
kurulan üretici ve tüccar mallarının pazarlanıp
değerlendirilerek paraya çevrildiği, fiyat bulduğu yerlerdir. Yani
bir bakıma sebze ve meyve borsasıdır.
Toptancı haller aynı zamanda;
belediyelerin rüsum, devlet içinse stopaj toplama yerleridir.
Sebze ve meyve, dayanıklı
tüketim malı olmadığı için maliyet esasına göre
satılamamaktadır. Raf ömrü kısa olan, çabuk bozulabilen,
çürüyebilen, fiyatları da günlük arz ve talebe göre belirlenen
mallardır.
Bu yılbaşında uygulamaya
konan 5957 sayılı yeni hal kanunundan hiç kimse memnun değildir
ve birçok sorunu da beraberinde getirmiştir.
1) Ucuzluk getirilecek denmiş,
ucuzluk gelmemiştir. Tüketim bölgelerinden fiyatların yüksek
olduğu şikâyeti hâlen gelmeye devam etmektedir. Ürünler, üretim
bölgesindeki halin 4-5 katına Ankara ve İstanbul'daki manavlarda
satılmaktadır. Eskiden de böyle idi, şimdi de böyledir.
2) Belediyelerin hal müdürlükleri
aracılığıyla aldığı, eskiden yüzde 2 olan
rüsum geliri, üretim bölgelerinde yüzde 0,25'e inmiştir. Bu gelir ile
analiz laboratuvarı, soğuk hava deposu gibi yatırımlar bir
yana dursun, halin temizliği bile yapılamayacak duruma
gelmiştir. Sadece Finike-Kumluca arasındaki hallerin sebze ve meyve
artıkları bir sezonda 500 bin tonu bulduğu, bu kadar çok
atığın nasıl temizleneceği söylenmektedir.
3-
Komisyoncuların dükkân devir hakları ellerinden
alınmıştır. Kırk elli yıl komisyonculuk
yaptıktan sonra çoluğumuz çocuğumuza ne
bırakacağız. diye sormaktadırlar. Üreticilere avans,
alıcılara da veresiye mal veren onlardır. Eğer üretim
bölgesinde sel, don, dolu gibi bir afet olması durumunda üreticiden mal
alınamamakta ve alınan banka kredileri nedeniyle de icralara maruz
kalınmaktadır.
Hâlbuki komisyonculuk güvene
dayanır. Komisyoncu mal gönderene avans vermezse dükkânına mal
gönderen olmaz, veresiye mal vermezse de dükkânından mal alan olmaz.
4- Yeni
Çek Kanunu caydırıcı değil, halcinin ve üreticinin
aleyhinedir. Çeki veren malı alıp gidecektir. Sonradan da çekin
karşılığı çıkmayacaktır.
Dolayısıyla gelen de vuracaktır giden de vuracaktır.
Komisyoncunun ve üreticinin hakkı nasıl koruncaktır.
5-
Hal bildirim sistemi, tamamen konuya hâkim olmayan İç Ticaret Genel
Müdürlüğü bürokratlarınca hazırlanmış ve ellerine
yüzlerine bulaştırmışlardır. Sistem çökmüş ve
çalışamaz duruma gelmiştir.
6- Hal
içinde KDV yüzde 1, hal dışında ise yüzde 8'dir. Büyük
işletmeler hal içinde küçük bir dükkân alıp sorunu çözmeye
çalışmaktadır.
7- Bakanlık
rüsum toplama yetkili mercii olarak sadece Vakıfbankı
belirlemiştir. Ancak, Demre gibi her merkezde Vakıfbank
olmadığı için mağduriyet yaşanmaktadır.
Yukarıda arz ettiğimiz ve
görüşmeler sırasında TBMM Genel Kurulunda arz edeceğimiz
nedenlerle bir araştırma komisyonu kurularak konunun
araştırılması ve öneriler sunulması gerekmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kadın, çocuk ve
yaşlıların da içinde bulunduğu mevsimlik gezici tarım
işçilerinin ölümlerine neden olan trafik kazalarının
nedenlerinin tespit edilerek, trafiğe uygun araçlarla ve uygun
koşullarda ulaşımlarının sağlanması
amacıyla alınacak tedbirlerin belirlenmesi için Anayasanın
98'inci, TBMM İçtüzüğünün 104üncü ve 105inci maddeleri uyarınca
meclis araştırması açılmasını arz ve teklif
ederiz.
1) Mülkiye Birtane (Kars)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat Ata (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10)
Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Zozani (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Sebahat Tuncel (İstanbul)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
23) Leyla Zana (Diyarbakır)
Gerekçe:
Tarımsal üretimin yoğunluk
kazandığı bu mevsimde her yıl olduğu gibi yine on
binlerce gezici tarım işçisinin mevsimlik göçü
başlamıştır. Türkiye'de her yıl onlarca gezici
tarım işçisi, ulaşım sırasında meydana gelen
trafik kazaları sonucu hayatını kaybediyor. Yaşadıkları
illerde iş imkânı bulamayan, gittikleri illerde ise sosyal güvenceden
yoksun, günlük 20 liraya çalışan yaşlı, çocuk ve
kadınların da içinde bulunduğu işçiler, ulaşım
masraflarını karşılayamadıkları için topluca
kamyon kasalarına bindiriliyor ve trafiğe çıkması uygun
olmayan araçlarla yaptıkları yolculuklarda kazalara kurban gidiyor.
Yıllardır devam eden bu sorun
hala çözülebilmiş değildir. Oysaki, 2009 yılında
yayınlanan İçişleri Bakanlığı genelgesinde bu
soruna dikkat çekilmiş ve çözüm bulunacağı yönünde düzenleme
yapılacağı ileri sürülmüştü. Ancak geldiğimiz
aşamada bu sorunun çözümüne yönelik hiçbir ilerleme kaydedilmemiş,
genelgede belirlenen hiçbir önlem hayata geçirilmemiş. Bu nedenle her
yıl onlarca kaza meydana geliyor. 27/01/2011 tarihinde Ankara'nın
Beypazarı ilçesinde meydana gelen kazada çocukların da içinde
bulunduğu Mardin doğumlu 11 kişi hayatını
kaybetmişti. Yoksulluk ve yokluk içinde kamyon kasalarında ucuz
iş gücü olarak diğer kentlere taşınan ve çoğu Kürt
olan vatandaşlarımız, ekmek parası için düştükleri
yollarda tabutlarla topraklarına geri gönderiliyor. Kamyon
kasalarında başlayan yolculukları çoğu kez trafik
kazalarında ölümle sonlanıyor. Bu yıl da önlem
alınması yönünde bir adım yok. Anlaşılan o ki
işçi ölümlerine yine seyirci kalınacak.
Mevsimlik gezici tarım işçisi
olarak çalışmak amacıyla bulundukları illerden diğer
illere aileleri ile birlikte giden işçilerin, barınma, eğitim,
sağlık, güvenlik, sosyal çevreyle ilişkiler, çalışma
ve sosyal güvenlik sorunlarının çözümü için tedbirleri içeren
Başbakanlık genelgesi ise 28 Mart 2010 tarihinde Resmî Gazetede
yayınlanmıştı. Genelge, mevsimlik gezici tarım
işçilerinin sorunlarına çözüm bulunması yönünde önemli hususlar
içeriyor olsa da bu hususların bir tanesinin bile hayata geçirilmesinde
başarılı olunamamış, tarım işçilerinin
olumsuz şartlarda tüm güvencelerden yoksun
çalıştırılmasına devam edilmiştir. Mevsimlik
gezici tarım işçilerinin, barınma, eğitim,
sağlık, güvenlik, sosyal çevreyle ilişkiler, çalışma
ve sosyal güvenlik konusunda devlet tarafından ya da işveren
tarafında sunulan hiçbir imkânı mevcut değildir. Mevsimlik
işçilerin çalışma ve ücret koşulları son derece
yetersiz olmakla beraber yaşadıkları ulaşım
sorunlarına çözüm bulunmaması hâlinde daha çok can kaybı
olacağı ortadadır.
Uzun mesafelerden gelen mevsimlik
tarım işçileri, kamyon kasaları, traktör römorkları ya da
tıka basa doldurulan araçlarda yolculuk yapmaya devam etmektedirler.
Mevsimlik gezici tarım işçilerinin bütün sorunlarının ele
alınarak çözüm bulunması gereklidir. Can güvenlikleri ile
doğrudan ilgili olan ulaşım konusu ise acil çözüm bulunması
gereken bir durumdur.
Hükûmetin mevsimlik tarım
işçilerinin sorunlarına bütüncül bir çözüm sunmayacağı
ortada. Ancak en azından mevsimlik gezici tarım işçilerinin göç
döneminde yolculuklarının güvenli ve sağlıklı bir
şekilde yapılabilmesi maksadıyla göç alan ve göç veren yerler
arasında ulaşım ile ilgili koordinasyon sağlanmalı,
trafik denetimleri arttırılmalı, araç ve trafik
güvenliğinin gerektirdiği kontroller hassasiyetle ve
sıklıkla yapılarak yaşanan trafik kazaları
sonlandırılarak işçi ölümlerine engel olunmalıdır.
Soruna kalıcı çözümler bulunması için bir Meclis
araştırması açılması gereklidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Özel güvenlik görevlilerinin özlük
hakları, sağlık problemleri ve diğer sorunlarının
araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması
amacıyla Anayasamızın 98inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İç Tüzüğü'nün 104üncü ve 105inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması açılması için gereğini
saygılarımızla arz ederiz.
1) Ruhsar Demirel (Eskişehir)
2) Oktay Vural (İzmir)
3) Mehmet Şandır (Mersin)
4) Ali Uzunırmak (Aydın)
5) Oktay Öztürk (Erzurum)
6) Özcan Yeniçeri (Ankara)
7) Erkan Akçay (Manisa)
8) Enver Erdem (Elazığ)
9) Hasan Hüseyin Türkoğlu (Osmaniye)
10) Kemalettin Yılmaz (Afyonkarahisar)
11) Sadir Durmaz (Yozgat)
12) Yusuf Halaçoğlu (Kayseri)
13) Ali Öz (Mersin)
14) Emin Çınar (Kastamonu)
15) Seyfettin Yılmaz (Adana)
16) Mesut Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
17) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Sümer Oral (Manisa)
20) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
21) Emin Haluk Ayhan (Denizli)
22) Mustafa Kalaycı (Konya)
Gerekçe:
Kamu ve özel kurum ve
kuruluşlarda, alışveriş merkezleri, hatta ikamet
ettiğimiz site vb. yapılarda dışarıdan gelebilecek
tehditlere karşı koruma ve güvenlik önlemleri her geçen gün
arttırılmakta, seçenekleri sürekli geliştirilmektedir.
Kamu güvenlik hizmetlerinin
yetersizliği ve güvenlik hizmetlerine duyulan ihtiyacın her geçen gün
artmasıyla özel güvenlik şirketlerinin kamusal alandaki
faaliyetlerine izin verilmiş, yasa ve yönetmeliklerle de görev ve
sorumlulukları belirlenmiştir. Özel güvenlik hizmetlerinin
hayatımızı kolaylaştırmada ve güven duygusu içinde
yaşamımızı sürdürmemizdeki önemi herkes tarafından
kabul edilen bir gerçektir.
5188 Sayılı Özel Güvenlik
Hizmetlerine Dair Kanun kapsamında, kamu güvenliğini
tamamlayıcı mahiyette hizmetleri yerine getiren Özel Güvenlik
Şirketleri; teknoloji ve insan gücünü bir arada kullanarak, koruma ve
güvenlik seçeneklerini kişiye ve kuruma özel olarak sürekli
geliştirmektedir. Elektromanyetik alan esasına dayalı
duyarlı kapılar ve metal dedektörleri ile x-ray cihazları,
güvenlik görevlilerinin teknolojik yardımcılarıdır.
Her gün en az bir kez geçtiğimiz
ve aslında pek farkında olmadığımız güvenlik
noktaları; bina girişlerinde, kapılara oldukça yakın
yerlerde bulunmaktadır. Güvenlik görevlilerinin hemen yanında
durduğu, çanta vs. eşyamızın içinden geçirildiği x-ray
cihazlarının üzerinde "dikkat radyasyon yayar" ibaresi
bulunmaktadır. Araştırmalara göre, gün içinde birden fazla
geçildiğinde, radyasyon eşyalarımızda ve özellikle
gıda maddelerinde birikmektedir. Ayrıca x-ray cihazının
hemen yanında çalışan güvenlik görevlisi de düşük doz
radyasyonun uzun süreli etkilerine maruz kalmaktadır.
Ayrıca 5188 sayılı
Yasaya tabi olarak çalışan özel güvenlik görevlileri, 24 saat
esasına dayalı ve vardiyalı olarak görev yapmaktadırlar.
Uzun çalışma saatleri ve işten çıkarılma endişesiyle
yapılan fazla mesailer nedeniyle dikkat bozuklukları yaşanmakta,
asosyal kişilik bozuklukları, kronik yorgunluk ile açık alanda
veya kapı girişlerinde çalıştıkları için sürekli
sağlık sorunlarıyla karşı karşıya
kalmaktadırlar.
Görevleri esnasında tanık
oldukları bazı olaylar nedeniyle görevleri sonrasında da tehdit,
gasp, yaralanma ve hatta ölümle yüz yüze gelebilmektedirler.
Büyük risklerle görevini ifa eden özel
güvenlik görevlilerinin özlük hakları, ücret, kıdem tazminatı,
silah tazminatı ve görevde yükselme gibi problemleri de motivasyonu
azaltıcı ve tükenmeyi arttırıcı nedenler arasında
önemli yer teşkil etmektedir.
Araştırmanın genel
amacı; günümüzde giderek yaygınlaşan özel güvenlik hizmetleri
çalışanlarının, sağlığını tehdit
eden etmenlerin ortadan kaldırılması, motivasyonu
arttırıcı ve tükenmeyi önleyici tedbirlerin
alınmasıdır. Araştırmanın alt amaçları;
1- Ülkemizde
faaliyet gösteren güvenlik şirketi ve çalışanlarının
sayısını belirlemek,
2- Çalışanların
haftalık mesai saatlerini belirlemek,
3-
Radyasyon yayan cihazların güvenlik görevlileri üzerindeki etkilerini
belirlemek,
4-
Radyasyon yayan cihazların kalibrasyonlarının hangi
sıklıkta yapıldığını belirlemek,
5-
Güvenlik hizmetlerinde çalışan personelin sağlık
kuruluşuna başvurma sayı ve sıklığını
belirlemek,
6- Güvenlik
görevlilerinin psikososyal iyiliklerinin sağlanabilmesi için gerekli
koşulları belirlemek,
7- Motivasyonu
arttırmaya yönelik özlük hakları ve ücret gibi konularda
yapılabilecek düzenlemeleri belirlemek.
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Birleşime yirmi dakika ara
veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.48
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.32
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Fatih ŞAHİN (Ankara)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 125inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır,
okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım.
Tarih:
26/6/2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 26/6/2013
Çarşamba günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisini
İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP Grup Başkanvekili
Öneri:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan
Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirel ve arkadaşlarının
(10/448) esas numaralı "Çocukların uyuşturucu
kullanımı konusunun araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi" ve Hatay Milletvekili Şefik Çirkin
ve arkadaşlarının 10 Ekim 2012 tarih, 6285 sayı ile TBMM
Başkanlığına vermiş olduğu "Uyuşturucu
madde bağımlılığı ve
kaçakçılığının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" ve Tokat Milletvekili
Reşat Doğru ve arkadaşlarının 13 Kasım 2012
tarih, 6735 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş
olduğu "Uyuşturucu ile mücadele konusunun araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla
verdikleri Meclis araştırma önergelerinin 26/06/2013 Çarşamba
günü (bugün) Genel Kurulda okunarak görüşmelerinin bugünkü
birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu önerisinin lehinde Tokat Milletvekili Sayın Reşat
Doğru.
Buyurunuz. (MHP sıralarından
alkışlar)
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Okullarımızda uyuşturucu
kullanma ve madde bağımlılığı durumunun tespiti
ve alınması gereken önlemlerle ilgili olarak vermiş
olduğumuz Meclis araştırma önergesiyle ilgili söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
26 Haziran Birleşmiş
Milletlerce Dünya Madde Kullanımı ve
Kaçakçılığıyla Mücadele Günü olarak kabul edilmiştir.
Ben de bu günü kutluyorum, duyarlılığı olan herkesi de
tebrik ediyorum.
Ülkemizde, uyuşturucu madde kullanımı
dünyada birçok ülkede olduğu gibi her geçen gün artmaktadır.
Uyuşturucu kullanım yaşı da 11 yaşlarına kadar
inmiştir yani ilköğretim çocuklarına kadar yaş
inmiştir. Bu, çok vahim bir tablodur. Okullarımızda bu yönlü
araştırmalar yapılıp gerekli önlemler mutlaka
alınmalıdır. Vermiş olduğumuz araştırma
önergesinin de mahiyeti bu yönlüdür.
Günümüzde, madde
kullanımının önüne geçilmediği takdirde ülkelerin en önemli
sorunu olarak karşımıza çıkmaya devam edecektir. AKP
iktidarının sosyal düzendeki yapmış olduğu tahribatlar
maalesef aileleri birçok sıkıntı ile karşı
karşıya bırakmıştır. Ülkemizde çiftçi, memur,
emekli, işçi, iş adamı, esnaf çok büyük sıkıntı
içerisindedir. Bunlara bağlı olarak borçlar ödenememekte her gün
icralarla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu da
toplumun psikolojisini bozmakta, insanları umutsuzluğa itmektedir.
Sonuçta da insanlarda madde kullanımı her geçen gün artmaktadır.
Gençler, erişkinler, kadınlar, yaşlılar maalesef her geçen
gün madde bağımlılığıyla karşı
karşıya bulunmaktadır. AKP iktidarı mutlaka bu gençleri
görmelidir, bu insanları görmelidir. Başta büyükşehirler olmak
üzere birçok ilimizde uyuşturucu ve diğer madde
bağımlısı sayısı artmaktadır, aileler
dağılmaktadır. Millî Eğitim, Aile ve Sosyal Politikalar,
Sağlık Bakanlığı yetkilileri gençlere suratlı ama
suratlı bir şekilde sahip çıkmalı daha doğrusu halka
sahip çıkmalıdır. Bakanlıklar maalesef pansuman tedbirlerle
bu önemli konuyu geçiştirmektedir, bir çözüm yolu maalesef
bulmamaktadır.
Sayın milletvekilleri, tabii,
bununla ilgili çok değişik yapılan araştırmalar
vardır. Bilhassa TUBİMin yapmış olduğu
araştırmalar, çeşitli kurum ve kuruluşların
yapmış olduğu araştırmalar, TÜİKin
yapmış olduğu araştırmalar olayın ne kadar vahim
bir durumda olduğunu ve acil önlemler alınması gerektiğini
de göstermektedir. Örneğin 15-34 yaş grubundaki herhangi bir maddenin
kullanım oranı, esrarla, neredeyse yüzde 1ler, yüzde 1,6lara
seviyesine yükselmiştir. Bu da çok ciddi manada değerlendirilmesi
gereken bir durumdur. Öğrenciler arasında yapılan
araştırmalarda herhangi bir esrar dışı
bağımlılık yapan maddelerin en az bir kere denenmesi
oranı yüzde 1,5 olarak görülmüştür. Bu oran erkeklerde yüzde 2,3
kızlarda 0,7 olarak hesaplanmıştır. Öğrencilerin yüzde
1,1inin ailesinde maalesef tütün, sigara ya da alkol kullanımı gibi
bir madde kullanımı vardır. Bunlarda, maddeyi neredeyse ilk kez
kullanma yaşı özellikle 14 yaş civarındadır. Bu
araştırma sonuçlarına bakılınca konu ülkemiz için çok
önemlidir. Anayasamızın 58inci maddesinde: Devlet gençleri
uyuşturucu maddelerde korumak için gerekli tedbirleri alır.
denildiğine göre maalesef bu tedbirler alınmamaktadır. Yani,
koruyucu tablo maalesef yerine getirilmemektedir. Bundan dolayı çevresel
önleme çalışma grupları mutlaka ve mutlaka
oluşturulmalıdır. Okul, aile, toplum odaklı
çalışmalar mutlaka yapılmalıdır.
Sayın milletvekilleri, bu büyük
tehdide rağmen okullarımızda dokuz yıldır
uyuşturucu madde kullanımı konusunda araştırma
maalesef yapılmamıştır. Avrupada uygulanan ve ülkemizde uygulanması
istenen ESPAD, Avrupa genelinde Madde Kullanımı Değerlendirme
Projesi 2003 yılından itibaren Millî Eğitim
Bakanlığı izin vermediği için maalesef
yapılmamaktadır. Millî Eğitim bakanlarının hepsine ama
hepsine müteaddit defalar buradan konuşmalarımızda,
araştırma önergelerimizde, soru önergelerimizde söylemiş
olmamıza rağmen, Gelin, bu ESPAD Projesini yapalım. Türkiye
genelinde okullarımızdaki madde kullanımını,
uyuşturucu kullanımını tespit edelim. demiş
olmamıza rağmen maalesef bir türlü bu konuda ilerleme yapılmamış,
hiçbir Millî Eğitim Bakanı şu ana kadar bununla ilgili bir
çalışmayı başlatmamıştır, bu doğru
değildir. Ülkemizde çocuklarımız ve gençlerimizdeki bu alışkanlık
artarak devam etmektedir. Bunun sorumlusu da tabii, bu izni vermeyen
bakanlarımız ve yetkililerimizdir.
AKP İktidarında işsizlik
ve yoksullukla yeterli mücadele maalesef sağlanmamaktadır.
Emeklisinden memuruna, esnafına ve çiftçilerine kadar, iş
adamlarına kadar, engellilerine kadar çok zor şartlar altında yaşam
mücadelesi verilmektedir. Evde geçim zorluğu aile bağlarını
etkilemekte ve çocuklar ilgisiz ve sahipsiz kalabilmektedir. Ayrıca aile
bireyleri arasındaki çeşitli diyalogsuzluk da çocukları
dışarıya, dış dünyaya sevk etmekte, kötü
alışkanlıklarla baş başa bırakmaktadır.
Sonuçta çocuklarımız kabul edilemeyecek çok kötü durumlarla
karşılaşmaktadır. Bundan dolayı da başta
siyasiler olmak üzere, özellikle Hükûmetin yetkilileri olmak üzere bütün toplum
fertlerinin hepsi -STKlar dâhil- sorumludur.
Dolayısıyla bu yönlü olarak gençler üzerindeki bu hadiseleri
çeşitli projeler, meşguliyetlerle yönlendirme dururken maalesef aile
bağlarını kuvvetlendirmiyoruz, çeşitli projeler
yapmıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, madde temininden tutun da uyuşturucu
kullanımına kadar her yerde devlet müdahil olmalıdır. Bugün
ülkemiz ağır bir PKK saldırısıyla karşı
karşıyadır. PKKnın ve diğer terör örgütlerinin gelir
kaynaklarının başında, birçoğunda uyuşturucu
ticaretinin olduğu da maalesef her geçen gün ortaya çıkmaktadır
ve belirtilmektedir. Bunun yaklaşık olarak 10 milyar dolar üzerinde
bir paraya tekabül ettiği de ifade edilmektedir. Yani 10 milyar
doların üzerindeki para, terör örgütlerinin elinde, uyuşturucudan
kazanılmaktadır.
Bakınız, son günlerde
basına da yansıyan şekliyle, Doğu ve Güneydoğu
Bölgesinde KCK yapılanmaları, PKK yapılanmaları, kolluk
kuvveti yapılanmaları vardır. Bunlar doğru değildir.
Hükûmetin süratli bir şekilde, bu yönlü olarak buralara müdahale etmesi
gerekmektedir. Özellikle diyorum, bakınız, KCK
yapılanmaları neredeyse oradaki asayişi ve oralardaki
güvenliği sağlar pozisyona gelmişlerdir. Tabii, gelmiş de
ne olmuştur? Hem orada asayişsizlik ortaya çıkmış ve
beraberinde uyuşturucu ticaretinin de -hem sentetik uyuşturucular
olsun hem organik uyuşturucular olsun- yolu
açılmıştır, önü açılmıştır. Yani,
şu anda maalesef sınırlarımız kevgir hâline
dönmüştür, kaçakçılık almış başını
gitmektedir.
İşte, bu yönlü olarak,
gençlerimiz zehirleniyor diyoruz. Gençlerimizin zehirlenmesi esnasında PKK
terör örgütü, işte, en büyük gelir kaynağını buradan elde
ediyor diyoruz ama onun yanında Hükûmetin de maalesef seyretmekte
olduğu ve bu şekilde geliş geçişlerin
kaçakçılığı neredeyse artık kanuni hâle getirmiş
olduğu bir zaman dilimini yaşıyoruz. Bu doğru
değildir. Bu, ülkemize yapılan bir yanlıştır,
milletimize yapılan bir yanlıştır. Bu çocuklar bizim
çocuklarımızdır, bu ülke bizim ülkemizdir. Bu ülkeyi bölmeye,
parçalamaya, yok etmeye, millî birlik ve beraberliğimizi bozmaya hiç
kimsenin ama hiç kimsenin hakkı olmamalıdır.
Bakınız, ülkemiz
uyuşturucu olayları konusunda sıkıntı içerisindedir
diyoruz. 2011 yılında ülkemizde 67.099 uyuşturucu olayı
meydana gelmiş, bu olaylardan da 105.665 kişi yakalanıp adliyeye
sevk edilmiştir. Bu olayların yüzde 87si uyuşturucu ve madde
kullanımı bulundurma, yüzde 13ü ise satma ve kaçakçılık
suçlarından oluşmaktadır. Yani cezaevlerinde uyuşturucu
suçundan yatanların oranı devamlı olarak artmaktadır ve
maalesef, o artış da gün geçtikçe kabul edilemeyecek konumlara
gelmeye başlamıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri,
2007 döneminde yani 23üncü Dönemde Meclisimiz bir araştırma
komisyonu kurmuştur, madde
bağımlılığının
araştırılmasıyla ilgili komisyon kurulmuştur. Hatta, kurulan
bu komisyon çok önemli çalışmalar yapmış olmasına
rağmen, bu komisyonun yapmış olduğu çalışmalardan
sonra ortaya konan raporla ilgili hiçbir çalışma maalesef
yapılmamıştır. Ülkemizde uyuşturucu sorunu vardır
diyoruz. Bununla ilgili, o raporun son bölümünde bununla ilgili deniyor ki: Yeni bir kurum
oluşturulmalıdır. Bakınız, şu anda ülkemizde
neredeyse TUBİM, yani kaçakçılıkla ilgili KOM Dairesi bu
işi almış başının üzerine götürüyor. TUBİM
bundan on-on beş gün önce uluslararası bir konferans tertip
etmiştir ve bu yönde olarak da çalışmalarına yoğun bir
şekilde devam etmektedir. Ben buradan TUBİM
çalışanlarına, TUBİM yetkililerine yani en küçük memurundan
amirine kadar teşekkürlerimi ve şükranlarımı arz ediyorum.
Ama uyuşturucu
kullanımı, değerli arkadaşlar, bir hastalıktır,
önemli bir sorundur. Bu sorunu öyle basit şekilde geçiştirmek mümkün
değildir yani İçişleri Bakanlığı da bunda sorumlu
olmalıdır, Sağlık Bakanlığı da sorumlu
olmalıdır, aileyle ilgili Bakanlık da sorumlu
olmalıdır, hatta Gençlik ve Spor Bakanlığı da bu
konuyla -maalesef- sorumlu olmalıdır ama gördüğümüz
kadarıyla bunların hepsi bir kenara itilmektedir. Bakınız,
26 Haziran tarihi diyoruz, işte, Birleşmiş Milletlerle
Uyuşturucu ve Kaçakçılıkla Mücadele Günü olarak dünyaya ilan edilmiştir
ama geçmiş yıllara bakıyorsunuz, 26 Haziran tarihinde sadece
işte, TUBİMin İstanbulda Taksim Meydanında veya
Ankarada Kızılay Meydanında oluşturmuş olduğu
broşürleri dağıtmakta olduğunu fakat diğer
bakanlıkların çok fazla bir şey yapmamış olduğunu
görüyoruz. Bunlar doğru değildir. İhtisas mahkemeleri de
kurulmalıdır, yeni bir birim de oluşturulmalıdır ve
Türk insanı, Türk çocuğu, Türk gençliği korunmalıdır.
Bunu korumadığımız zaman gelecek nesillerimize ihanet
etmiş oluruz.
Bu ihaneti de hiç kimse kaldıramaz
diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Önergemiz de mutlaka ama
mutlaka her hâliyle karşılık görecektir diye umut ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Doğru.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
önerisinin aleyhinde Van Milletvekili Sayın Özdal Üçer.
Buyurun. (BDP sıralarından
alkışlar)
ÖZDAL ÜÇER (Van) Sayın
Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teknik olarak, aleyhinde
almış olduğumuz söz hakkını fiilî olarak lehinde
değerlendirmek istiyoruz fakat sayın hatibin konuyu izah ederken
bazı yanlış bilgilerle kamuoyunu farklı bilgilendirmesine
katılmadığımızı belirtmek istiyoruz.
Bu ülkede yaşanan bütün
olumsuzlukların kaynağı olarak PKKyi göstermesi fikrine
katılmadığımızı açıkça belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hani bize
herkes diyor ya Gerçekleri anlatın, hikâye anlatmayın. Ben de
hikâye olarak, hikâyelerden gerçekleri anlatmaya
çalışacağım. Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, kanunlarına, yönetmeliklerine,
tüzüğüne göre işleyen bir resmî devlet okulunu düşünün. Vanda,
Bingölde, Diyarbakırda, İstanbulda, İzmirde, Antalyada,
herhangi bir Türkiye ilinde; bölgesel olarak Kürdistan ya da Türkiye
metropolleri, farklı, nasıl isimlendirirseniz öyle ama Millî
Eğitim Bakanlığına bağlı bir okulda, okulun
bahçesinde, polis gözetimi varken birileri ilkokul çocuklarına
uyuşturucu satabiliyorsa ve bunun da sorumluluğu PKKye yükleniyorsa
burada büyük bir yanlış var. Evet, bahsettiğim olay böyle.
Vanda da, İstanbulda da, Antalyada da, Diyarbakırda da bizzat
devletin polisleri kontrolünde, yargı mekanizması kontrolünde ilkokul
çocuklarına eroin satılmasına, esrar satılmasına
müsaade ediliyor. Ve hatta, geçenlerde Vandaki olaylarda gördünüz. Polisler, bizzat
eroin nakliyatından alındılar.
Peki yakalanmayanlara ne denecek? Kaç
şebeke var bu işleyişte? Düşünün, hudut karakol birlikleri
var. Vanın Başkale, Özalp, Saray, Çaldıran, Yüksekova
Hakkârinin, Şırnakın
Sınırlardan geçen çocuklar
Roboskideki gibi katledilebiliyor, bir bidon mazot için. Vanda
Çaldıranda bir çocuk, bir bidon mazot getirdi diye devletin ordusunun
askeri tarafından katledilebiliyor ama aynı sınırdan bir
kamyon yüküyle eroin, İstanbula kadar gidebiliyor. Peki, bu eroin yüklü
kamyonu yakalamayan asker sorumlu değil mi, yargı sorumlu değil
mi? Başkale hâkim, savcıları kendi araçlarında o numune
olarak kullanılacak eroinleri ne yaptılar? Bununla ilgili nasıl
bir soruşturma yürüdü? Bazı şeyleri eğri oturup doğru
konuşmak lazım. Ben gençliğe, çocukluğa karşı
arkadaşlarımızın, milletvekili
arkadaşlarımızın duyarlılığını
anlıyorum ama hangi sorun olursa olsun, gerçek manada tanımlanmayan,
gerçekliğiyle bilinmeyen hiçbir sorunu çözebilmek mümkün değildir.
Yüksekovadan bir kamyon eroin giriyor,
İstanbuldan çıkıyor ama Yüksekovada bir çocuk bir bidon mazot
diye, kaçakçı diye katledilebiliyor. Oradan buraya geçerken, siz bir
turist olarak bile Yüksekovadan Tatvan Balabana kadar geldiğiniz zaman
11 defa arama noktasından geçiyorsunuz. Bu aramayı yapanlar PKKnin
gerillaları değil, bu aramayı yapanlar Türk ordusunun askerleri,
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığına
bağlı polisler ve oranın denetimini yapan yargı güçleri. Bazı
şeyleri gerçek değerlendirmek lazım.
Üniversitelerde gençlere dönük
yozlaştırma operasyonlarını herkes biliyor. Bakın,
Kürdistanda Kürt gençleri Türk gençleriyle kol kola, omuz omuza bu
yozlaşıma karşı, fuhuşa, eroin
bağımlılığına ve benzeri yozlaşımlara
karşı yürüyor. Polis ne yapıyor? Dünyada bunun kadar güzel bir amaç
var mı ki gençler eylem yapsın? Silah yok, şiddet yok ama
Gençler yozlaştırılmasın, eroin batağına
düşürülmesin, fuhuş batağına düşürülmesin. diye
yürüyüş yapılıyor, bu ülkenin -Sayın
Başbakanının dediği gibi- demokrasi sınavından
geçmiş polisleri o gençlere gaz bombası atıyor, kiminin gözünü
çıkaracak belki Gezi Parkındaki gibi. Daha önceden Ceylan Önkol
-yüzlerce defa dile getirdik- bu ülkede askerin bombasıyla katledildi,
Uğur Kaymaz devletin polisinin silahıyla, mermisiyle katledildi,
üniversite öğrencileri hakeza ama eroin şebekelerinin bu Ankarada
diktiği gökdelenleri görmüyorsanız, onların
ortaklarının kim olduğunu görmüyorsanız, bu sorunu
çözebilmeniz mümkün değil. İstanbulda kimlerin ortak olduğunu
açıklayabilirsiniz kim olursa olsun; değerli arkadaşlar, kim
olursa olsun samimi olmak lazım. Kim olursa olsun, bunun gelen
zararının hepimizin çocuklarına, bu vatandaşın
çocuklarına, gençlerine dönük bir zarar olduğunu görmek lazım.
Düşünün, İstanbulda,
demokrasi eylemi için çıkan insanlar; bir genç kızın elindeki su
şişesi bomba sayılıyor ama ta Afganistandan gelen eroin,
eroin sanılıp alınmıyor. Peki, bunu görmezden gelen polis,
bunu görmezden gelen vali, bunu görmezden gelen asayiş komutanlığı,
bunu görmezden gelen hukuk sistemi sorumlu değil mi?
Hiç kimse, kusuru, kabahati, okulun
bahçesinde torbacılık yapan diğer uç bağlantılara
yüklemesin. Bizzat devlet kontrolünde Türkiyede bir transit geçiş
noktası var ve bundan da Türk, Kürt, Alevi, Laz, Çerkez, gençler, çocuklar
zarar görüyor. Eğer çözüm, gerçek manada çözüm aranacaksa bu sorunun
üzerine gerçek manada gidilir ve bu araştırma komisyonuna, bu
araştırma önergesine herkes oy verir, gider.
Biz de bu araştırma
önergesine olumlu oy vereceğiz ama içerik değerlendirmelerine
karşı, karşıt görüşlerimizi belirttiğim
şekilde ifade ederek.
Düşünün, hâlâ iki yıldır
Vanda depremin
Van konusuna geçiyorum tekrar çünkü dün, öbür gün kuralar
çekildi, güya noter huzurunda. Ama kim çekti? Milletvekili çekti. Kimi çekti?
Amcasının oğlunu çekti. Vali çekti. Kimi? Öbür milletvekilinin
dayısının oğlunu çekti. Böyle bir kurayla kimseyi
kandıramazsınız.
Düşünün, bir milletvekilinin 20
tane akrabasının 20si de kuradan çıkıyor ama konteynerde
kalan 200 aileden 7 kişiye kura çıkıyor. Matematiksel istatistik
bilgisi olan insanlar bunun olasılık hesabını yapsın
bakayım; 20 kişiden 20 çıkıyor, 200 kişiden 7
kişi çıkıyor. Siz zar atsanız bile bu kadar düşeş
atamazsınız ama onların zarları hep düşeş
geliyor.
İşte, yüz yıldır
devam eden Zilan katliamı bu depremden bu yana devam edip geliyor. Bu
hafta da bizzat bu devletin güçlerinin yapmış olduğu bir
jenosidin, bir soykırımın, bir katliamın yıl dönümünün
başlangıcı, aylarca süren ve on binlerce Kürtün sadece ve sadece
Kürt olduğu için katledildiği Zilan katliamının yıl
dönümü. Bu hafta sonu gene, Erciş halkıyla beraber Zilan
katliamının şehitlerini anmak üzere Zilan Deresinde birlikte
olacağız ve Zilanda hâlâ yankılanan tek ağıt var. Çok
büyük bir çelişkidir, insanlar halaylarında bile Zilan için
yaktıkları ağıtlarla halay çekiyorlar. İnsanlar
halaylarında bile Zilan için yaktıkları ağıtlarla
halay çekiyorlar ve o ağıt nedir, biliyor musunuz? (x) Bunun şarkısını,
bunun melodisini söyleyerek insanlar Zilanda akan kanın, Zilanda yitip
giden canların ağıdını hâlen düğünlerinde,
yaslarında dile getiriyorlar ama bu konularla ilgili, bu ülkede devletin
güçlerinin kontrolüyle ilgili samimi bir şeffaf uygulamaya gidilmesi
lazım. Bir slogan attı diye bir genç kafasından vurulabiliyorsa,
1 ton eroin satan kişiye bu ülkenin sunmuş olduğu
lütufların çelişkisini görmek lazım ve Zilanı da
unutmadık, katledilen çocuklarımızı, gençlerimizi de
unutmadık, unutmayacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Bu ülkede
özgürlük ve eşitlik doğrultusunda, insanlık onuruna
yaraşır bir düzen için her şekilde duyarlı girişimi
destekleyeceğiz.
Teşekkürler. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Sayın Başkanım, şahsıma sataşma olmuştur,
söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun.
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Madde
bağımlılığı, uyuşturucu kullanımı
dünyanın en yanlış bir şeyidir.
Tabii bunun bir ticareti vardır,
bunun temini vardır. Kim bu konuda suçluysa, askerdir, polistir -aynen
kabul ediyorum- bunun suçunu aynı şekilde devlet tespit etmeli,
yakalamalı, hatta en ağır ceza da verilmelidir. Bununla ilgili
de ihtisas mahkemeleri kurulmalıdır, özel mahkemeler
kurulmalıdır. diye de söylemek istiyorum.
TUBİMin yapmış
olduğu çalışmalar önemli çalışmalardır, devam etmelidir.
Ancak şurası bir gerçektir, Doğu ve Güneydoğuda
-yapılan araştırmalar da bunu göstermiştir, dünyadaki
uyuşturucu ticareti de göstermiştir- PKK terör örgütü tarafından
burası, yani uyuşturucu ticareti desteklenmektedir.
Yaklaşık olarak 10 milyar doların üzerinde bir para da burada
kullanılmaktadır.
Bakınız, sayın
konuşmacı Ankara ve İstanbulda gökdelenler var. dediler.
Değerli arkadaşım, siz o zaman Ankaradaki gökdelenlerin
kimlerin olduğunu veyahut da batıdaki, bilhassa otellerin sahiplerinin
kimler olduğunu ve şahısların kimler olduğunu,
bunları filan açıklayacaksınızdır veya burada
açıklamazsanız başka bir yerde açıklayabilirsiniz.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Resmî
kayıtlarda var, bakanlıktan isteyin hemen açıklasınlar.
REŞAT DOĞRU (Devamla) Tabii
yani bunlar açıklanabilir.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Hükûmet biz
değiliz ki
Biz hükûmet olunca soru önergesi verirsiniz, cevap veririz.
REŞAT DOĞRU (Devamla) Ama
şurası bir gerçektir ki, burada kim sorumluysa, kim suçluysa mutlaka
bunlar tespit edilmelidir. Kaçakçılığın masumiyeti olmaz.
PKK terör örgütü bölücü bir örgüttür,
Kürt halkını temsil etmemektedir.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Referandum
yapalım Kürtlerde, PKK temsil ediyor mu etmiyor mu, referandum
yapalım.
REŞAT DOĞRU (Devamla) 76
milyonun hepsi kardeştir. 76 milyon kardeşimizden, 1 kimseden
vazgeçmeyeceğiz ve
BAŞKAN Teşekkür ederim.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Sayın
Başkanım, sayın hatip şahsımla ilgili bahsetti,
konuşmamdan yola çıkarak bir şeyler açıklamamı ifade
etti. Ben de açıklama gereği duyuyorum.
BAŞKAN Şimdi, bakın,
aslında ikiniz de yani her ikiniz de birbirinize resmî sataşmada
bulunmadınız.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Zaten resmî
sataşmıyoruz, gayri resmî sataşıyoruz.
BAŞKAN Muhterem, bir dakika
Hayır hayır. Yani İç
Tüzükün sataşma, hakaret, kıl, tüy dediği cinsten bir şey
yapılmadı ama bu yolu açtık hayırlısıyla.
Şimdi, ikinci kişiye söz
vermeyeceğim.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Tamam bir daha söz
istemiyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN Bakın, tekrar
ediyorum, veririm yarım saat ara, görürsünüz gününüzü.
Buyurun, sadece açıklama
yapacaksınız.
Yani burada ben dünden beri
bıktım bu sataşma işinden.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Tamam Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Buyurun.
ÖZDAL ÜÇER (Van) Sayın Hatip, konuşmamın
içeriğinde belirtmiş olduğum ve eroin ticaretinden,
sınır kaçakçılığından bu devletin kontrolüyle, bu
devletin desteğiyle, devletin resmî organlarında görev
yapanların desteğiyle dikmiş oldukları gökdelenlerin,
edinmiş oldukları servetlerin bilgisini verme sorumluluğu bende
değildir, Maliye Bakanlığı var, Başbakanlık var.
Burada kimlerin nasıl
kazandığının bilgisini verecek Hükûmete soru önergesi
olarak yönlendiriyoruz: Kaç kişi bir günde otel dikmiştir,
onların gelirini nasıl sağlamıştır? Kaç
kişinin şirketi bir günde milyon dolarları aşan gelir
değişikliği yaşamıştır? Bunların
bilgisini Hükûmetten beraber isteyelim. Yani, bir gecede trilyoner olan
şirketleri, bir gecede milyoner olan şahısları, bir gecede
otel kurabilen otellerin kayıtlarını Hükûmetten beraber
isteyelim. Şu an bu konuşmam aracılığıyla resmî
olarak talep ediyorum.
Ama şunu belirtmek lazım: Biz, öneriyi
destekliyoruz. Bu sorunun kapsamlı bir şekilde üzerine gidilmesi ve
bu araştırma komisyonu gerçekten önemsenmesi ve her partinin bu
konuda yürekli çalışabilecek üyeler seçmesi konusunda
desteğimizi veriyoruz.
Bakın, herkes yayınları okuyor. PKKnin de
birçok dünyaya mesajı var, diyor ki: Oluşturacağınız
komisyonlar gelsin bizim yapılarımızı da eleştirsin,
araştırsın, biz her türlü denetime açığız. O
zaman, eğer, bir şey söyleyeceksek bunun gerçekliğini biz
ispatlamak zorundayız. Biz, o zaman, o bölgede yaşanan bütün
olayları objektif derecede açıklayacak, araştıracak bir
komisyonu gerçekten yürekli bir şekilde kuralım.
Teşekkürler. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin
lehinde Antalya Milletvekili Sayın Yıldıray Sapan.
Buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
YILDIRAY SAPAN (Antalya) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Milliyetçi Hareket Partisinin çocukların
uyuşturucu kullanımı konusundaki araştırma önergesinin
gündeme alınması konusunda vermiş olduğu grup önerisinin
lehinde söz aldım, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle, şunu
belirtmek durumunda hissediyorum kendimi: Bu konunun, küçük çocukların
uyuşturucu bağımlılığı konusunun öyle ajite
edilecek, provoke edilecek veya birbirine karşı polemik yaratacak bir
duygudan uzak olarak konuşulması, tartışılması
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bir de şunu ifade etmek
istiyorum: Bu konuyu içselleştirmek için, bu konuyu anlayabilmek için
öncelikle, kendi çocuğunuzun, kendi hısım akrabalarınızın
bir uyuşturucu bağımlısı olduğunu
düşünürseniz eğer, bu konunun ne kadar vahim olduğunu
anlayabilme olanağımız var.
Türkiye'de uyuşturucu kullanım yaşı
maalesef 7-8lere düşmüş durumda ve maalesef bir milletvekilimizin
anlattığı gibi, Türkiye transit geçiş noktası. Ve ben,
devletin eğer istemezse buna izin vermeyeceğini, sorumlu Hükûmetin
eğer istemezse buna izin vermeyeceğini bilen bir
vatandaşım. Yani birçok ülkede meşrubat diye geçen biranın
içilmesini eleştiren Hükûmet, bunu bir kenara bırakıp nasıl
uyuşturucuyla gerçekçi mücadele edileceğini ve nasıl somut adımlar
atacağını ortaya koymalıdır bence.
Vekili olduğum Antalya'da 8 yaşındaki
çocuklar uyuşturucu kullanıyor. Ailelerinin bu belaya bir
şekilde satıcı olarak bulaşmasından ötürü, bir aile
şirketi hâline gelmiş, orada, piyasaya uyuşturucu sürmek için
paketlemek suretiyle, temastan dolayı uyuşturucu
bağımlısı hâline gelen 8-10 yaşındaki kız
çocukları biliyorum ben. 12 yaşında, uyuşturucu temin etmek
için, parası olmadığından dolayı 12-13
yaşında yine o uyuşturucu merkezi olan bölgenin adını
zikretmek istemiyorum- arkasında kendi vücutlarını satan
kız çocuklarını biliyorum. Yani bunu kavrayabilmemiz için bu
çocuğun bizim çocuğumuz olduğunu düşünmenizi istiyorum,
ancak o zaman bu konuya ciddiyetle yaklaşırız.
Bakın, bunu her fırsatta, her
konuşma fırsatı bulduğumda söylüyorum, Türkiye'nin en
önemli sorunu uyuşturucu sorunudur arkadaşlar.
Nüfusumuzun yüzde 3ünün,
hayatlarında en az 1 kez uyuşturucu kullandığını
biliyor musunuz? Aslında burada bir kavram karmaşası var.
Uyuşturucu da dememek gerekiyor. Öncelikle bu kavram karmaşasının
yaşanmaması için sözcüklerin
doğru kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Her ne
kadar kullanım bakımından yaygınlığa sahip olsa
da bilimsel olarak kastedilen olguyu karşılamaktan uzaktır
uyuşturucu bağımlılığı. Dolayısıyla,
uyuşturucu kapsamı afyon ve türevlerini kapsamakta olduğu için,
en uygun ifadenin yasa dışı bağımlılık
olduğunu söylemek, sanırım yanlış olmaz.
Değerli arkadaşlar, bu yasa
dışı bağımlılık maddeleri
başlangıçta keyif vermekte, ancak bu arada beyin hücrelerini
öldürerek insanın aklını kullanmasını engellemektedir.
Uyuşturucu kullanan bir insanın her uyuşturucu
kullanımında 1 milyon beyin hücresinin öldüğünü biliyor
muydunuz? 1 milyon
Beyin görüntüleme çalışmalarında bu
kişilerin beyninin sağlıklı kişilere kıyasla giderek
küçüldüğü tespit edilmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu
dönemde yasa dışı bağımlılık maddeleri
konusunu Meclise ciddi olarak taşıyan bir milletvekili
arkadaşınız olarak
-yine ismimi vermekten imtina edeceğim- nokta nokta yerden
aldığım uyuşturucu maddeleri Meclise getirmek ve bu
konudaki hassasiyeti belirtmek için basın açıklamaları yapmak
suretiyle bu konuya vurgu yapmaya çalışmıştım. Daha
sonra da bu konuda televizyon programlarına katıldım, konuyu
mümkün mertebe gündemde tutmaya çalıştım, bu konuda kanun
teklifi verdim, cezaların yetersizliğinden bahsettim. Öyle ki, adamı
yakalıyorsunuz Ben içiciyim.
diyor, serbest kalıyor. Sonra, o sirkülasyon devam ediyor.
Dolayısıyla, bu cezaların artırımı konusunda bir
teklif vermiştim ve bu teklifin hâlihazırda raflarda
tozlandığını biliyoruz. Keşke diğer
arkadaşlarımız da, AKP milletvekilleri de bu konuda en az bizim
kadar duyarlı olsa, bu raflardan bu kanun teklifini indirip bir an önce
yasalaştırsak sanırım daha temiz bir gençlik,
uyuşturucudan daha arınmış bir gençlik elde etmeye yönelik
çalışma başlatmış oluruz.
Değerli arkadaşlar, madde
bağımlığı sorunu, AKPnin önemsemediği ama
gerçekte, hayatta çok önemsenmesi gereken ve ülkemizde ciddi boyutlara
ulaşan bir durumdur. Ülkemizde herhangi bir yasa dışı
bağımlılık yapıcı maddenin kullanım
oranı: Biraz önce söyledim, nüfusumuzun yüzde 3ü hayatında bir kez
bu madde kullanıcısı olmuş durumda ve yine söylüyorum,
6-7lere düşmüş durumda bu uyuşturucu kullanım
yaşı.
Şu anda 13 ilimizde madde
bağımlılığı ile ilgili olarak 22 tedavi merkezi
bulunmaktadır. Ben bu konuda da bir kanun teklifi vermiştim,
inşallah bu da gündeme alınır, bekliyoruz almanızı.
Zira uyuşturucu bağımlılarıyla ilgili Türkiyede
bulunan toplam yatak kapasitesi sadece 544tür ve yetersizdir.
Buna mukabil olarak da geçtiğimiz
yıllara oranla çok hızla artmaktadır uyuşturucu
kullanım sayısı arkadaşlar. Mesela 2011e oranla 2012de
uyuşturucu bağımlısı sayısı tam 2 kat
artmıştır. Bunu yürütmenin dikkatine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, özellikle
büyük şehirlerimizde madde kullanımı
yaygınlığı ve buna bağlı olarak gerçekleşen
ölümlerin oranları gün geçtikçe artmaktadır. İstanbul birinci
önceliklidir yani en çok uyuşturucudan, uyuşturucu
bağımlısı olup da bir şekilde ölen
vatandaşlarımız İstanbulda birinciliği, Antalyada
ikinciliği çekmektedir. Size çok önemli saydığım başka
bir şey söyleyeyim, terör saldırılarında ölen
vatandaşlarımızdan daha çoktur uyuşturucudan ölen vatandaşlarımız.
Çok acıdır. Yani ben Türkiyenin -hep vurgu yapıyorum- birincil
önceliği konusunda sanki biraz strateji değiştirmemiz
gerektiği düşüncesindeyim. Hatırlarsanız, geçen aylarda,
Ankarada bir parkta, gündüz saatlerinde, liseli çocukların
uyuşturucu partisi yaptığı basına
yansımıştı. Herkes bu parkın varoşlarda
olduğunu düşündü, sanki bunu yapan varoş çocukları diye
düşündü ve gerçeği bir türlü kimse öğrenmedi ama ben orada bir
araştırma yaptım ve bu araştırmanın sonucunda, bu
olayın Gazi Osmanpaşada yani Ankaranın GOP diye tabir
ettiğimiz, Uğur Mumcu Caddesinin hemen arkasındaki bir parkta
geçtiğini tespit ettim ve şaşırdım. Yani, bu kadar
önemli bir muhitte, üstelik gündüz vaktinde, polisin de gözünün önünde bu tip
olayın yaşanması beni açıkçası rahatsız etti iki
çocuk babası olarak.
Değerli arkadaşlar, nereye
giderseniz gidin, hangi okulun arkasına giderseniz gidin, mutlaka
torbacılar var. Yani, ben sizden rica ediyorum, kendi
çocuklarınız gibi düşünün, buna bir el atın. Her ilkokul da
dâhil veya ilköğretim okulu ve lisenin arka bahçesi mutlaka bu tip
insanlarla dolu. Bir kontrol ederseniz, böyle düzgün, ehemmiyetli, itinayla bu
konuya bir eğilirseniz göreceksiniz. Yani, bu uyuşturucu konusunun
yarın bizim kapımızı çalmayacağı bilinemez.
Yarın bizim çocuğumuzun bununla
karşılaşmayacağı bilinemez, tahmin edemezsiniz.
Dolayısıyla, bugün, Dünya
Uyuşturucu Madde Kullanımı ve Kaçakçılığıyla
Mücadele Günü. Böylesine önemli bir günde, böylesine önemli bir konu
hakkında konuştuğum için mutluyum ancak keşke bu olmasa da
konuşmasaydım. Ancak, böylesine önemli bir meseleyi sadece böyle
günlerde veya belirli günlerde değil, her gün ehemmiyetle konuşmak ve
çözüm üretmek sanırım hepimizin görevi.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Sapan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
önerisinin aleyhinde Gaziantep Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğan.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, uyuşturucu
olayı hakikaten dünyanın ve ülkemizin maruz kaldığı en
büyük sıkıntılardan bir tanesi. Tabii, bu
sıkıntının devam etmesinin nedenlerine
baktığımızda, yüksek bir illegal gelirinin olması.
Yılda uyuşturucudan elde edilen illegal gelir 335 milyar dolar.
Tabii, dünyadaki bu büyük rakamın bir de hareket alanı var. Buna
baktığımızda, uyuşturucunun en büyük ham madde
kaynağının, üretim kaynağının Afganistan
olduğunu görüyoruz. Afganistan dünya uyuşturucusunun yüzde
90ının ham maddesini imal eden bir ülke. Ancak, bu ülkeden ham madde
en çok, daha öncelerine baktığımızda, tarih boyu, Türkiye
üzerinden Avrupa ve diğer yurt dışı ülkelerine
gittiğini görüyoruz. Aynı şekilde, yurt dışındaki
sentetik uyuşturucu dediğimiz maddelerin de yine Belçika ve Hollanda
gibi ülkelerden, Türkiye üzerinden, Akdenize, Orta Doğuya hareket
ettiğini görüyoruz.
Tüm bu olaylarda
taşıyıcı unsurlara baktığımızda
maalesef karşımıza, her zaman olduğu gibi, bu ranttan
beslenen çevrelerle birlikte tabii terör örgütleri çıkıyor. Tabii, bu
terör örgütlerinin tamamını buna katabilirsiniz. Nedeni de yüksek bir
gelirin olması, yüksek bir rantın olması.
Bununla mücadeleye gelindiğinde,
biraz önce kastedildiği gibi Türkiye mücadele etmiyor. söylemleri
doğru değil. Bugün Türkiye, dünyada, 2011 yılında,
İrandan sonra uyuşturucuyla mücadelede ikinci sırada bir ülke.
2012 yılında İranı da geride bırakarak, şu anda
dünya uyuşturucu mücadelesinde ilk sırada bir ülke. Gerek x-ray tedbirleriyle
gerek oradaki narkotik köpeklerle çok ciddi bir mücadele içine
girildiğinden, şu anda dünyadaki uyuşturucu hareketi Türkiye
üzerinden, eski Rus cumhuriyetleri olan Güney
Rusyaya doğru kaymış, dünyaya oradan açılma yolu
daha çok tercih edilir duruma gelmiş. Bunun yanında, yine, Avrupadan
Türkiye üzerinden geçişler de Akdenize doğru kayarak hareket
alanı bulmuş durumda.
Şimdi, bugün Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu bir komisyon kurulmasıyla ilgili öneride bulunuyor. Ben çok
teşekkür ediyorum çünkü önemli bir konu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞU
(İstanbul) Kuralım.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - Ve
bugün 26 Haziran Dünya Uyuşturucu Kullanımı ve
Kaçakçılığıyla Mücadele Günü.
REŞAT DOĞRU (Tokat) Mehmet
Bey, destekleyin isterseniz.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - Ama
sizi destekliyorum fakat Reşat Bey herhâlde çabuk unuttu. 2008de sizinle
beraber AK PARTİ Grubumuzca verilen, uyuşturucu başta olmak
üzere madde bağımlılığı ve
kaçakçılığı sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla komisyon kurulmuş, kurulan bu komisyon
çalışmaları kamuoyuyla ve raporlarla
paylaşılmıştı. O günden bugüne hangi
adımları attık? O raporları takipte neler yaptık?
Bizim Hükûmet olarak yaptıklarımızı anlatacağım.
AMATEMlerin, mesela, sayısını artırdık. 14 tane olan
AMATEMin bulunduğu hastane sayısını 25e
çıkardık. Yatak sayısı 300dü, bugün 675e çıktı
ve şu anda, kurulan bölgesel eğitim ve araştırma
hastanelerinde psikiyatr sayılarını artırarak bununla
mücadele yollarını araştırdık. Yine, şu anda,
aynı yıl tam komisyondayken Gaziantepte dahi, kendi ilimde bir
AMATEM merkezi açtık. Fakat onun altyapısının desteklenmesi
noktasındaki psikiyatr yetişme eksikliğini gördük ve buna
Sağlık Bakanlığımız daha çok önem vererek bu
noktada gelişmeler ve eğitim alanlarını, hastane
şeyini artırdılar. Bu bağlamda, Gaziantepte şu anda
tam teşekküllü bir AMATEM hastanesini şimdi özel
şahısların da destekleriyle kurmak üzereyiz.
Değerli arkadaşlar
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Yani, şimdi komisyon kuracağız mı,
kurmayacağız mı Mehmet Bey?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla)
Ağabey, kuruldu zaten. Komisyonun raporu var, ondan haberiniz yok mu?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Var, var.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Pek
işe yaramamış.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) Olur mu
öyle bir şey?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Hiçbir işe yaramamış.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) O
raporun hangi noktasında çalışma yapıldığı,
hangi noktasında işe yaramadığını şimdiye
kadar ortaya koymaları gerekirdi.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) 13
yaşındaki biri esrara ulaşıyorsa işe
yaramamış demektir.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) Biz
2008den, Mevlüt Bey, 2008-2013, beş yıl içerisinde muhalefetteki
kardeşlerimiz hangi noktada bir eksik görüp bize ilettiler ya da bu konuda
hangi çalışma olmadı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Böyle bir şey var mı? Yok.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) Ben
anlatıyorum, uyuşturucuyla mücadele
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
İlk okul önünde esrar satılıyor, bundan daha büyük eksiklik olur
mu?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla)
Bakın arkadaşlar, o raporda uyuşturucuyla mücadelenin daha
hızlı artırılması söylendi. Biz de o günden beri bugün
dünyada uyuşturucuyla mücadelede 1inci sırada bir ülkeyiz. AMATEM
kurmalarında çok büyük mesafe katettik. Biraz önce Sayın Vekilim de
bahsetti. 500 küsur demiştiniz Sayın Vekilim, o 675e çıktı.
Merkez sayısı 25, yeni kurulanlar hariç.
Değerli arkadaşlar,
uyuşturucu, tabii, bununla ilgili şunu da belirtmek istiyorum, biraz
önce BDP Grubundaki arkadaşımız da bahsetti: Tabii, doğru
bir olay. Birileri, hakikaten, uyuşturucudaki o demin bahsettiğim 335
milyar dolardan rant elde ederek oteller kuruyorsa onun üzerine gidilmeli ama
ben Sayın Vekilimden rica ediyorum, MASAKa lütfen o firmaları
bildirsinler. MASAKa biz Uyuşturucu Komisyonundayken Reşat
Doğru Vekilim de vardı ve yine, o günkü, bir sürü arkadaşlar
vardı, tek tek saymak istemiyorum, Reşat Bey burada olduğu için
bahsettim- şimdi, biz orada -rahmetli Nuri Yaman vardı o
Komisyonumuzda- MASAKa gittik. MASAKta iş adamı sıfatıyla
tanıdığımız ya da farklı sıfatlarla
tanıdığımız ama illegal gelir elde eden bir sürü
insanın o tabloda yerlerini gördük. Hepsi tek tek takip ediliyor ve tespit
ediliyor. Niye MASAKa yardımcı olalım arkadaşlar yani, onu
demek istiyorum, bu tamamen bir iyi niyet dileği. Bu isimleri bildirelim,
bunları takip ettirelim. Bunlar bizim çocuklarımızın ve geleceğimizin
zaten tehdidi, bunu söylemeye gerek yok, hepimiz bu konuda aynı
görüşteyiz.
Tabii, uyuşturucu üretimi,
ticareti ve kullanımı tüm dünya gençliğinin sorunu, sadece bizim
değil arkadaşlar. Ben, burada, özellikle 2001 yılından bu
yana AK PARTİ hükûmetleri olarak gençlerimizin geleceğine önem
vermekte ve bu konuda adımlar atmaktayız.
Yarınımızın geleceği olan gençlerimizin her türlü
gelişmiş, modern teknoloji ile eğitim hayatlarını sürdürmeleriyle
ilgili çalışmalar zaten ortada. Sağlıklı bir nesil olmaları
için gereken her türlü tedbiri almaktayız ve gençlerimizin
sağlıklı bireyler olmaları için bu tedbirleri almaya devam
edeceğiz. Daha önce kurulan komisyonca yapılan çalışmalar
ve alınan tedbirler ilgili kurumlara iletilmiş olup böyle bir
araştırma komisyonunun kurulmasına gerek duyulmamaktadır.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar.
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Erdoğan.
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Sayın Başkanım, komisyondan sonra herhangi bir öneri
yapılmadı diye şahsıma sataştığı için
BAŞKAN Yok, sataşmadı.
REŞAT DOĞRU (Toka) Ama
Sayın Başkanım, ismimi vererek
BAŞKAN - Dün, bakın, bir
saniye
Sayın Doğru, Sayın
Şandır arkanızda oturuyor, dün herkesin birbirine laflar
söylediği bir durumda, bu şekilde söz verdiğim için bana
kızdı Sayın Şandır.
Şimdi, ben çok dikkatle dinledim
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Başkanım, ben sizi İç Tüzüke davet ediyorum.
BAŞKAN İşte, ben de
İç Tüzükü uyguluyorum. Burada bir sataşma yok.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Eğer, Sayın Reşat Doğrunun ismiyle sayın hatip bir
şeyler söylediyse
BAŞKAN Demedi. Hayır, öyle
bir şey söylemedi.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Tutanakları getirtip bakın.
BAŞKAN Son derece
Getirttiririm
şeyleri
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Gayet tabii. Yani öyle, iktidarla ana
muhalefet arasındaki o tartışmada burayı
kullandıramayız. Ben size onu hatırlatırım.
BAŞKAN Tamam, işte ben ona
hak verdim. Ben size hak verdim Sayın Şandır. Tutanaklara da
geçse, hak verdim
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ama,
kızmak falan diye
Bunu, ikide bir Mehmet Şandır
kızdı diye söylemenizin hiçbir nezaketi yok maalesef. Yani, Mehmet
Şandırın kızması mı belirleyecek sizin
hareketlerinizi?
BAŞKAN Hayır, ben size hak
verdiğimi ifade ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Lütfen
Lütfen..
BAŞKAN Sataşma yoktu.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ama
eğer Sayın Reşat Doğrunun beyanlarını başka
anlama çekecek şekilde hatip ifade ettiyse 69a göre söz vereceksiniz.
BAŞKAN Hayır. Öyle bir
şey yapmadan tutanakları getirttireceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Tutanakları getirtin o zaman.
BAŞKAN Tutanakları getirttireceğim, tamam.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Mehmet Şandırın
kızmasıyla orayı belirleyemezseniz. İkide bir bunu
söylemenizin bir anlamı yok Sayın Başkan.
REŞAT DOĞRU (Tokat) Neyse,
vazgeçtim.
BAŞKAN İyi, tamam.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir.
Alınan karar gereğince sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına
geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
1.-Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80) (S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-Devlet Sırrı Kanunu
Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
Raporları (1/484) (S.
Sayısı: 287)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Orta Asya
ve Kafkaslar Bölgesel Balıkçılık ve Su Ürünleri
Yetiştiriciliği Komisyonu Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ile Dışişleri
Komisyonu raporlarının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
3.-Orta Asya ve Kafkaslar Bölgesel
Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Komisyonu
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu
ile Dışişleri Komisyonu Raporları (1/498) (S. Sayısı: 173)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü sırada yer alan, Yargı
Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Yargı Hizmetleri ile İlgili
Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/785) (S.
Sayısı 475) (*)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 475 sıra
sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan
karar gereğince bu tasarı İç Tüzükün 91inci maddesi
kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra
bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı
ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde,
Hükûmet adına Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; huzurlarınızda bugün görüşeceğimiz
tasarı, yargı hizmetleri ile ilgili olarak bazı kanunlarda
değişiklik yapılmasına dair, daha önce KHK ile
düzenlenmiş ancak yetki yasasına aykırılıktan
dolayı Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş bir tasarı. 6 Nisan
2011 tarihli ve 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli
Bir Şekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu
Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu ile Bakanlar Kuruluna
kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmiş idi. Bu yetki
kanununa dayanarak hazırlanan kanun hükmünde kararname ile adalet
hizmetlerinin daha etkin, verimli bir şekilde yürütülmesine katkı
sağlaması bakımından çeşitli yasalarda
değişiklik öngören bir KHK yapılmış ve yürürlüğe
girmiş idi.
Değerli
milletvekilleri, 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede yargı
hizmetleriyle ilgili olarak yapılan değişikliklerden
birkaçının başlıklarını sizlerle paylaşmak
istiyorum.
2992
sayılı Kanunda değişiklik yapılarak
Bakanlığımız Uluslararası Hukuk ve Dış
İlişkiler Genel Müdürlüğü bünyesinde İnsan Hakları
Daire Başkanlığı kurmuş idik.
Yine,
aynı KHK ile Bakanlığımız ile Dışişleri
Bakanlığı arasındaki iş birliği hâlinde
çalışma ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki
savunmaların Adalet Bakanlığı tarafından yürütülmesi
ve beraberce yürütülmesi konusunda bir çalışma öngörmüş idik.
Yine,
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasasında yapılan
değişiklikle, avukatlık mesleğinden hâkimliğe
geçiş için yaş sınırı olan 35 yaşı 45e
çıkartmış idik.
Yine,
2802 sayılı Yasada değişiklik yaparak hâkim ve cumhuriyet
savcılarımızın yurt dışına eğitim
amacıyla gönderilmesi sağlanmış, ayrıca yurt
dışına gidenlerin mali hakları ve yükümlülükleri
düzenlenmiş idi.
5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunda yapılan değişiklikle de resmî veya özel
ayrımı yapılmaksızın kurum ve kuruluş
temsilcilerinin heyet hâlinde veya bireysel olarak ceza infaz
kurumlarını ziyaret edebilmeleri sağlanmıştır. Bu
konuda Adalet Bakanlığına yetki verilmiştir.
Öte
yandan, aynı kanunda, tutuklu ve hükümlülerin insani beklentilerine çözüm
üretebilmek amacıyla ana, baba, eş ve kardeşlerinin cenazelerine
katılabilmesine imkân veren hüküm daha da genişletilmiş ve
aynı derecedeki kayın hısımları için de bu imkân
getirilmiş idi.
Onun
ötesinde, çeşitli yasalarda adli tatile ilişkin düzenlemelerde farklı tarihler, farklı
uygulamalar söz konusu idi. Bütün bunları değiştirerek aynı
tarihte birleştirme ve uygulama birliğini sağlama adına bu
tasarıda düzenleme yapılmış idi. 650 sayılı KHK
ile yapılan değişiklikler yürürlüğe girdikten sonra söz
konusu kanun hükmünde kararnamenin Anayasaya ve dayandığı yetki
yasasına aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine
başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi, bu KHKnın belli hükümlerinin
yetki yasasında belirtilen sınırların
dışında olduğuna hükmederek iptaline karar vermiştir.
Bu iptale ilişkin maddeleri de kısaca sizinle paylaşmak
istiyorum, o da: Adli tatile ilişkin düzenlemelerin yetki yasası
kapsamında olmadığına dair düzenlemeler var.
Danıştayda Başkanlar Kurulu, Başkanlık Kuruluna
ilişkin düzenlemelerin yetki yasası kapsamında
olmadığına, ayrıca yine hâkim ve savcıların
meslek içi eğitimlerine ilişkin düzenlemenin yetki yasası
kapsamında olmadığına hükmetti. Yine, ceza infaz kurumu
personelinin eğitimine ilişkin bir maddemiz vardı, onun da yetki
yasası kapsamı dışında olduğuna hükmetti Anayasa
Mahkemesi. Ayrıca, cezaevinde kimlerin ziyaret yapabileceğine dair
maddenin ve bununla beraber, hükümlü ve tutukluların
yakınlarının cenazesine katılma iznini genişleten
düzenlemenin yetki yasası kapsamı dışında olduğa
ve iptaline karar verdi. Bu kararın uygulamasının altı ay
sonra yürürlüğe girmesine de hükmeden Anayasa Mahkemesinin bu
düzenlemesinden sonra 1 Temmuzdan önce bu boşluk oluşmaması için
bizim bu yasal düzenlemeyi yapma zaruretimiz oluştu. Hazırlanan bu
tasarıyla 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin iptal edilen,
ancak esas itibarıyla Anayasaya aykırı bulunmayan maddelerini
yeniden yasa hâline getirme çalışması için
huzurlarınızdayız.
Değerli milletvekilleri, şunun altını
çizmek istiyorum: Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi yapılan
düzenlemelerin esas itibarıyla Anayasaya aykırı olduğundan
değil, yetki yasasındaki sınırların içerisinde
olmadığından bahisledir. O açıdan, bu düzenlemeleri büyük
ölçüde aynı şekilde huzurlarınıza getirdik. Şu an
huzurunuza getirilen ve görüşülmekte olan tasarı, daha önce
çıkarılan KHK içerisinde düzenlenmiş olan maddelerden ibarettir.
Bu düzenleme Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık
Mahkemesi, Danıştay daireleri, bölge idare mahkemeleri, idare ve
vergi mahkemeleri, ceza mahkemeleri, hukuk mahkemeleri ve Sayıştayda
uygulanan adli tatil sürelerinin birbiriyle paralel hâle getirilmesini
öngörüyor. Onun dışında, başkanlık divanı ve
Başkanlar Kurulu düzenlemelerini içeriyor. Hülasa, bu getirmiş
olduğumuz tasarı daha önce yapmış olduğumuz 650
sayılı KHKnın Anayasa Mahkemesince yetki yasası
kapsamı dışında kalan maddelerin iptalinin telafisi
amacıyla huzurlarınıza getirilmiştir. Bu yasama faaliyetinde
eleştirileriyle, görüş ve önerileriyle katkı verecek
milletvekillerimize teşekkür ediyor, bu tasarının hayırlara
vesile olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Ergin.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK
(Kırklareli) Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; 475 sıra sayılı Yasa
Tasarısının tümü üzerinde görüşlerimizi açıklamak
üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle
sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Şimdi tasarıya
bakıyorum: Tasarının hemen Bakanlar Kurulundan sevkiyle ilgili
olan yazıda -Sayın Başbakanın imzasıyla beraber,
biliyorsunuz sevki var- tasarının Meclis Başkanlığına
gönderilirken niye gönderildiği yazıyor.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Bakan da az önce kısaca belirtti, Anayasaya
aykırılık iddiası nedeniyle dava açmıştık
Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Gerçi, baktığımızda
gerekçeye Cumhuriyet Halk Partisinden bahsedilmiyor, sadece Anayasaya aykırılık
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulduğuna dair bir beyan
var. Peki, niye başvurmuşuz, niçin Anayasa Mahkemesine gidilmiş
ve biz niye, hangi düzenleme için Anayasa Mahkemesine gitmiştik? Önce bunlarla
ilgili birkaç cümle sizlerle paylaşmak isterim.
Kanun hükmünde kararname, bu kanun
hükmünde kararname ne zaman çıkmıştı değerli
arkadaşlar? Seçimlerden sonra, yani 2011 genel seçimleri olmuştu
haziran ayında, hemen onun ardından ağustos ayında böyle
bir kanun hükmünde kararname çıktı, daha doğrusu, birçok
bakanlıkla ilgili düzenleme çıktı. Bu kanun hükmünde
kararnamenin bir dayanak kanunu var. O kanun da seçimlerden hemen önce -yine
buradaki Mecliste, 2011 Nisandı sanıyorum, yani tam kampanya, seçim
dönemi için milletvekillerinin artık yavaş yavaş bölgelerine
gitmeye başladığı dönemdi- burada çıkarılan bir
dayanak kanun var. İşte o kanuna dayanarak birçok düzenlemeyi kanun
hükmünde kararnameyle yapmıştı Hükûmet. Maalesef bu kötü
alışkanlıktan bir türlü vazgeçmiyorsunuz. İşte,
yargı kararları dahi sizi bu konuda yolunuzdan alıkoymuyor.
Anayasa Mahkemesi verdiği kararla -ki burada bakıyorum 27 maddeyle
ilgili olarak değerli arkadaşlar- tam 27 tane maddeyi Anayasaya
aykırı bulmuş. Sayın Bakan diyor ki: Yahu, işte,
Anayasa Mahkemesi aykırı buldu ama içerik itibarıyla Anayasaya
aykırılık yok. E, Anayasaya aykırı bulmuş yani,
içeriği miçeriği var mı? Yetki kanununda böyle bir yetkiniz yok,
yani böyle bir yetkiniz olmadan birtakım düzenlemeler yapıyorsunuz ve
o düzenlemeler iki yıldır da yürürlükte. Şimdi, yetkiniz olmadan
yargıyla ilgili birtakım düzenlemeler ki bu, yargıda
yapılan düzenlemelerin aslında Türkiyeyi nereye götürdüğünü,
nereye getirdiğini de hep beraber gözlemliyoruz. Biraz sonra belki
konuşmamın içerisinde o konulara da değinmek istiyorum değerli
arkadaşlar.
İçinde içerik olarak daha ziyade
Danıştay ve Yargıtay ama Danıştayın
yapısıyla ilgili birtakım düzenlemeler var, teknik düzenlemeler
var ama şunu belirtmek isterim: Danıştay ve Yargıtay
özellikle referandum sonrası, son üç yıl, iktidar partisinin, yani
sizlerin tamamen hedefinde olan yüksek yargı kurumları. Anayasa
Mahkemesi de bunun içindeydi ama Anayasa Mahkemesindeki yapı referandumla
oluştuktan sonra bunu yeterli gördünüz. Fakat, özellikle
Danıştay, 1860lı yıllarda Şûra-yı Devlet
adıyla var olan o kurum ki içeriği aynı, yapısı
aynı, aynı görevi yapıyor, yani yüz elli yıllık
geçmişi olan bir kurum Danıştay diyebiliriz. 1924
Anayasası, 1961 Anayasası ve 1982 Anayasasında,
Anayasamızda bir yüksek yargı, sadece yargı da değil, bir
inceleme makamı, danışma makamı olarak da görev
yapıyor ama üç anayasada da yer alan çok önemli bir kurum, anayasal bir
kurum. Yalnız, Danıştayla ilgili olarak
Kaçıncı
Hükûmet? Yanılmıyorsam,
Peki, bu değişiklikler niye
olmuş o zaman? Sadece daire sayısını, efendim ve işte
hâkim sayısını artırarak, çift heyet yaparak neyi
sağlamışız, neyi kazanmışız? Hiçbir şey
kazanılmamış. Aslında ardında yatan olay
başkaydı, onları zaman zaman bu kürsüden söylemiştim.
Özellikle Danıştayla, Yargıtayla ilgili olarak Sayın
Başbakandan başlamak üzere iktidarın tüm sözcülerinin
açıklamaları var. Yani geçmişe bir bakın, bir dönün, bu
katsayı konusu, efendim Tam Gün Yasası, buna benzer yasalarla ilgili
olarak da Danıştayın verdiği kararlar var, ben çok iyi
hatırlıyorum. Bu kararlar bizi çıldırtıyor.
demiştir Başbakan. Bu kararlar ideolojiktir. demiştir
Sayın Başbakan yani yüksek yargının verdiği kararlarla
ilgili hiç çekinmeden, kafasındaki düşüncelerini bu şekilde, bu
eleştiri boyutunu da aşan, bu suçlamalarla dile getirmiştir ve
şu vardır tabii ki iktidarın kafasında: Bu yüksek
yargının dizaynı gerekir. Yüksek yargının da bugün
Türkiyede olduğu gibi, birçok kurumda, medyada, iş dünyasında,
Sayın Başbakanın vücut dilinden ve ses tonundan gereken
mesajı alması gerekir ve ona göre bu düzenlemeleri bizim
yapmamız gerekir anlayışıyla çok sayıda düzenleme
oldu.
Kanun hükmünde kararnameyle az önce
belirttiğim- başka düzenlemeler yapıldı. Ondan sonra yeni
dönemde, seçimlerden sonra burada üçüncü yargı paketini
çıkardık. Üçüncü yargı paketinde bu kez bambaşka
düzenlemeler yapıldı. Danıştayda, o kurumsal hâlde olan
Danıştayın savcılarını bir kenara koyduk yani
savcılar, Danıştay savcıları önemli görev
üstleniyordu. Danıştay, ilk derece mahkemesi olarak
baktığı tüm dosyalarda veya temyize gelen dosyalarda veya
yürütmenin durdurulmasıyla ilgili taleplerde görüş beyan ediyorlar,
mütalaa veriyorlardı, yok artık; sadece esas hakkında görüş
beyan eder hâle geldiler, o düzenlemeler yapıldı. Bunun
dışında da Danıştayla ilgili olarak, efendim, bir
Başkanlar Kurulu vardı, bir Başkanlık Kurulu geldi,
Başkanlar Kurulunun yetkileri Başkanlık Kuruluna devredildi. Şimdi,
o yetkiler, tabii, bu kanun hükmünde kararname iptal olunca bu düzenlemede,
Hükûmetin, Bakanlar Kurulunun buraya sevk ettiği düzenlemede
Başkanlık Kuruluna tekrar verilmiş gözüküyor, Komisyonda, bu kez
bakıyoruz, Başkanlık Kurulundan tekrar Başkanlar Kuruluna
aktarılmış. Yani, şunu da söyleyeyim, bizi izleyen
vatandaşlarımız belki teknik olduğu için diyebilir: Ya, ne
demek istiyor milletvekilimiz? Değerli arkadaşlar, o kadar
oynamışsınız ki düzenlediğiniz ve dizayn
ettiğiniz yapı için de dahi artık arkadaşlar içinde
çıkamaz hâle gelmiş. Yani, Yargıtay ve Danıştayın
içinde Ya siz ne yapıyorsunuz? Bir Başkanlık Kurulu, bir
Başkanlar Kurulu, bu böyle olmaz; bunun mutlaka, işte, efendim, daha
derli toplu bir hâle gelmesi gerekir. Yani, Yargıtayın,
Danıştayın geldiği noktada
Ki Danıştayda
sanıyorum -ne zaman- dündü herhâlde, başkanlık seçimi
vardır yani yaş haddinden Sayın Başkan ayrılıyor
fakat aday çıkmadı değerli arkadaşlar. Niye
çıkmadı aday? Bunu nasıl okursunuz veya nasıl
değerlendirirsiniz? Ben şöyle değerlendiriyorum: Yani Ya, bizim
işimiz gücümüz yoğundu, biz oraya bir tane aday öneremedik, siz de
oturun oturduğunuz yerde, kimse kendi başına aday olmasın.
gibi bir tablo var orada. Yani, Danıştay içerisinde hâkimler, o
adaylık hakkını taşıyan, aday olma hakkını,
sıfatını taşıyan -yasadaki- adaylar kendi özgür iradeleriyle
Danıştayda başkanlığa aday olamadılar, aday
olmadığı için seçimler yapılamadı. Şimdi,
bekleniyor ki işte bir şekilde bir aday önerilecek, o aday da
Danıştayın yeni başkanı olacak.
Bakın, yargının bu kadar
üzerinde oynanması, siyasallaşması aslında güncel,
yaşadığımız sıkıntıları da bence
doğuruyor. Yani, söyleyecek çok şeyim var aslında burada ama
biraz, özellikle Türkiyenin bugün içinden geçmekte olduğu konulara da
değinmek istiyorum sürenin bu kısmında.
Geçtiğimiz günlerde -dün ya da
evvelsi gün- bir polis memuru, değerli arkadaşlar, hepimizin
izlediği üzere
Ya herkes izliyor görüntüyü. Bir video görüntüsü var,
orada polis memuru ateş ederek bir vatandaşımızı,
biliyorsunuz, yaralamıştı ve daha sonra o
vatandaşımız da -Ethem Sarısülük- hayatını kaybetmişti
ve o olayla ilgili olarak yargı bir karar verdi. Bakın, bu belki
turnusol olabilecek, aslında hepimizin yargının bugün
geldiği noktada oturup düşünmemiz gereken bir konu diye
düşünüyorum.
Görüntüleri izliyoruz. Hukukçuyum,
hukukçu arkadaşlar var. Hukukçu olmaya da gerek yok. Sıradan, sade
bir vatandaşımız o görüntüleri izlediğinde, vicdanıyla
Ya burada bir olay var ama işte, polis memuru daha sonra savcı
tarafından tutuklanma istemiyle sevk ediliyor ama yargıç
tarafından hayır deniyor, Burada meşru müdafaanın
şartları olabilir. Tutuklarsam telafisi güç, telafi edilemeyecek
zararlara uğrayabilir polis memuru. diyerek tutuksuz yargılamak
üzere bırakıyor.
Bakın, şuna çok eminim
-hukukun içinden geldiğim için biz de yaşadık o olayları- o
yargıç çok sıkıntılı bir süreç
yaşamıştır o dosyayı değerlendirirken. Bunu çok
net söylüyorum. Sayın Başbakan çıkıp her mitingde Polis
destan yazmıştır, benim polisim, benim polisim
dedikçe, sesini
o şekilde yükselttikçe, vatandaşlara yapılan bu
aşırı uygulamaları hiçbir şekilde eleştirmedikçe,
polis memurlarının tüm davranışlarını meşru
gördüğü o sürede, o polis memurlarının
davranışlarının yargı tarafından böyle
değerlendirilmesi de gayet normaldir, gayet doğaldır.
Az önce söyledim. Nasıl ki medya,
kendiliğinden, Sayın Başbakanın sesinden veya işte
vücut dilinden mesajı alıyor, ona göre başlıkları
atıyor, ona göre üzerine düşeni yapıyor, bazı konuları
gündeme getiriyor, getirmiyor
Aynı anda 6 veya 7 tane gazetenin aynı
manşeti attığını görüyoruz ya, noktası virgülüne
kadar aynı cümleyi atıyorlar. Yani bu dünyanın neresinde
görülmüştür, bilmiyorum. Türkiye'nin belki demokratik gelişiminde
böyle bir süreç de yaşıyoruz. Ama o yargıç meşru müdafaa
düşüncesine zorlamış kendini, zorlamış. Bunun
başka bir izahı yok. Hep beraber görüyoruz. Orada, polis memuru,
arkadaşlar, belinde silahı olan, elinde silahı olan, vücudunda
kendini koruyacak materyalleri olan, kası olan bir polis memuru,
doğrudur, eylemin içerisinde kalıyor, kendisine saldırı
oluyor ama görüntüyü görüyoruz. Yani orada kendisine verilen yetkileri
doğru mu kullanmıştır? En sonunda, tamam, silahı
ateşliyor birkaç kez fakat bir insanı başından
vurmuştur, hedef gözetmiştir ve sonunda telafisi güç veya
bırakın telafisi gücü, telafisi imkânsız bir zarar oluştuysa
o vatandaşımızın yaşamı gitmiştir. Yani o
vatandaşımızı bizim geriye döndürmemiz mümkün müdür?
Değildir.
Ama gelin, görün ki sizin
iktidarınızda, AKP iktidarında öyle bir hâle geldi ki
yargı, bu, hukukun, adaletin bu değerlendirmeleri nedense Sayın
Başbakanın veya iktidarın yanında olan, yakın
olduğu insanlar için uygulanıyor. Bir bakıyorsunuz, Deniz
Fenerindeki sanıklar üç ay tutuklu kalıyorlar, üç ay sonra aynen
şöyle bir gerekçe yani şu, Ethem arkadaşımızı,
vatandaşımızı öldüren, ölümüne neden olan polisin
kararında olduğu gibi yani: Tutuklanırsa telafi edilemeyecek
zararlar oluşabilir. gerekçesinde olduğu gibi Deniz Fenerindeki
sanıklar da üç ay sonra aynen şu gerekçeyle: Deliller
toplanmıştır. İşte, eğer tutukluluk hâli devam
ederse sanıklarla ilgili telafisi güç ya da telafi edilemeyecek zararlar
oluşacaktır. O nedenle tutuksuz yargılanmaları
Ne güzel.
Ya da bakıyorum, ondan önce, bu, faili meçhul cinayetleri işleyen
polisler vardı veya özel harekatçılar vardı. Onların da bir
kısmı itiraf etmişlerdi. İşte, şunu öldürdük,
bunu öldürdük geçmiş dönemde. Onlar da tutuklandılar. Onlar,
sanıyorum, daha az içeride kaldılar. Onlar da tahliye oldular.
Ya, değerli arkadaşlar,
bakın, Türkiyede başka yargılamalar da var. Türkiyenin 8
milletvekili tutuklu. Türkiyede kanser tedavisi gören ve şu anda
yaşam mücadelesi veren ve her gün, cezaevinin koşulları
nedeniyle, bulunduğu sağlık durumu kötüleşen insanlar var,
bir Fatih Hilmioğlu var mesela.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Bakanım, duyuyorsunuz, değil mi?
TURGUT DİBEK (Devamla)
Şimdi, Fatih Hilmioğluyla ilgili olarak şu mahkemeler kaç
yıldır
Ya, raporlar var; 1, 2, 3, bir sürü rapor var. Bir mahkeme
çıkıp da şunu demiyor: Ya, deliller toplanmıştır.
Artık bu saatten sonra Fatih Hilmioğlunu tutuksuz yargılamak
üzere tahliye edersem yapacağı bir şey yok, delilleri
karartması söz konusu değil, tanıkları etkilemesi söz
konusu değil. Kaçacak hâli yok. Zaten bununla ilgili yasal düzenleme yaptık.
İşte, Sayın Bakanın da, iktidarın da zaman zaman
övündüğü Adli kontrol tedbirlerini genişlettik
İşte, mahkeme Ya ben yurt
dışına efendim çıkış yasağı
koyayım ya da kenti terk etmesin diyeyim. falan, bunun gibi düzenlemeler
var ama bu insan yaşam mücadelesi veriyor, yarın telafi edilemeyecek
zararlarla karşılaşabiliriz. Tahliye edilmesi gerekir. yönünde
bugüne kadar bir görüş niye beyan etmedi değerli arkadaşlar?
Yani, yok böyle bir şey. Ya da tutuklu milletvekilleri
Sayın
Başbakan 4 ya da 5 tane miting yaptı, mitinglerin bir ismi var Millî
İradeye Saygı Mitingleri yani, İstanbul, Ankara, Kayseri,
Erzurum. Millî iradeye saygı
Bu insanlar cezaevinde tutuklu, onlara
saygısızlık yapmaya devam ediyor bu ülke, bu ülkenin adaleti.
Niye devam ediyor? Yargının siyasallaşmasıyla ilgili
olarak; tek sorun bu.
Cumhurbaşkanımız şu
kürsüden son üç yıldır 1 Ekimde şuraya geliyor,
konuşmasını yaparken Milletvekillerinin
tutukluluklarının kesinlikle artık devam etmemesi gerekir, onlar
millî iradeyi temsil ediyor. diyor. Milletvekilleri mutlaka görevlerini yapması
gerekir. diyor. Türkiyedeki tutukluluk durumunun bu kadar uzun sürmemesi
gerekir. diyor, konuşmalarını yapıyor. Buradan
çıkılıyor, gazeteciler Sayın Başbakanı
şurada merdivenlerde yakalıyor
Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı Meclisin
açılış konuşmasında şunları söyledi, ne
diyorsunuz? Biz kendisine katılmıyoruz, kendisiyle polemik yapmak
istemiyorum, biz aynı düşüncede değiliz. Tamam, mesajı
vermiş oluyor zaten Sayın Başbakan. Kime veriyor? Oradaki
hâkimlere veriyor. Bak, ben ne dersem onu yapacaksınız.
Cumhurbaşkanın ne dediği çok önemli değil. diyor.
Arkadaşlar, bunu başka türlü okumak mümkün mü? Mümkün mü bunu
başka türlü okumak? Yani, şu Gezi Parkı Olayları niye
meydana gelmiştir? diye yedi saat Bakanlar Kurulu Sayın
Başbakan yurtdışındayken oturmuş Sayın
Arınçın Başkanlığında Bakanlar Kurulu veya
yetkililer, İçişleri Bakanlığı veya yetkililer Niçin
bu olaylar meydana geldi, ardında ne var? diye düşünmüşler,
Sayın Başbakan çıkıyor diyor ki: Bu Mehmet Ali Alabora bir
twit altmış, twitte demiş ki Gezi Parkı sadece Gezi
Parkı değildir. Vay vay vay
Ne düşünüyor? Ya, bunlarda ne
var, darbe mi var? Ya, yedi saat düşünmüşsünüz altında ne
olduğunu. Yani adamın demeye çalıştığı
şu: Bu, sadece ağaç meselesi değil, bu ülkede başka konular
var, bu insanların yaşam alanlarına müdahale ediyorsunuz, bu
insanları aşağılıyorsunuz, yargıyı
siyasallaştırıyorsunuz. Yani Türkiyedeki gelinen son dört
yıllık sürede artık insanlar bu iktidarın, özellikle AKP
İktidarının geçmiş iktidarların
yapmadığı bu uygulamalar karşısında yeter
diyor, Kendinize bir çekidüzen verin. diyor. Yani Sayın Başbakan,
çıkıyor
Şu Meclis ki zaman zaman gazi Meclis lafı
kullanılır ki, doğrudur. Şurada, Polatlıda silah
sesleri duyulurken -biz, burada- o zamanki milletvekilleri Kurtuluş
Savaşının mücadelesini yapmışlar. Yani 2 tane
ayyaş lafı yapılıyor Sayın Başbakan
tarafından. Dinin gereği, dinin emirlerini niye işte uygun
görmüyorsunuz? diye o yasanın altındaki gerekçe açıklanmaya
çalışılıyor. İşte gezi olaylarının altında
yatan nedenler bu. Suriye, Suriyeyle ilgili girmiştiniz bir
politikanın içerisine. Gençler nerede? İşte, Parasız
eğitim var. diyorsa ya da gençler nerede demokratik hakkını
kullanmaya çalışıyorsa ya cop yiyor ya biber gazı yiyor.
Altında bunlar yatıyor. Ama Sayın Başbakan, mitinge
çıkıyor, bir sanatçıya Sana bunun hesabını
soracağız. diyor. Değerli arkadaşlar, yargı bu
noktaya nasıl gelebilir? Hukuk Türkiyede bu noktaya nasıl gelebilir?
Evet, sürem sona eriyor. Diğer
konularla ilgili olarak düşüncelerimizi açıklayacağız ama
şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Bu Yasa
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Devamla) -
şunu gösteriyor: Zaten birçok maddeyi çekeceğiz diyor
arkadaşlar. Yani Anayasa Mahkemesi iptal etmiş, komisyona
gelmiş, komisyonda değiştirmişsiniz, buraya gelmiş,
burada yine çekiyorsunuz. Yani kendinize çekidüzen veriniz diyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Dibek.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal. (MHP
sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
FARUK BAL (Konya) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini yüce
heyete sunmak üzere söz aldım. Hepinizi sevgiyle saygıyla
selamlıyorum.
650 sayılı Kanun Hükmündeki
Kararnamenin gerekçesinde kamu hizmetlerinin etkin, düzenli ve verimli hâle
getirilebilmesi için kanun hükmünde kararname
çıkarılmıştı. Hatırlarsanız, o tarihte
Meclis seçime gidiyordu ama toplantı hâlindeydi. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kanun yapma yetkisi iktidar organının, yani Bakanlar
Kurulunun iradesine teslim edilmişti ve bu kapsam içerisinde de suistimal
edilmişti. Bu yetki kanununa dayalı olarak çıkarılan 650
sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin Anayasa Mahkemesi
tarafından 28 maddesi iptal edildi. Şimdi, bu iptal edilen maddelerle
ilgili olmak üzere tasarı huzurunuzdadır. Ben de bu tasarıyla
ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
tasarıda 32 tane madde var, bunun 9 tanesi adli tatille ilgili. Adli tatil
eskiden 20 Temmuz-5 Eylül tarihleri arasındaydı. Bu, Türkiye'nin
tarım toplumu olmasının gereği olarak, davaların daha
rahat bir ortam içerisinde görüşülebilmesine imkân sağlamak üzere
belirlenmiş bir tarihti. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidara geldi, bunu önce 1 Ağustos-5 Eylül tarihleri arasında
kullanılmak üzere -adli tatili- değiştirdi. Bu defa bunu kendisi
beğenmedi, 35 güne indirdiği adli tatili 20 Temmuz-1 Ağustos
arasında kullanılmak üzere tekrar 40 güne çıkardı.
Değerli arkadaşlar, bu 2004 ve ondan sonraki
yıllarda AKPnin getirdiği kanunlarla ortaya
çıkmıştı. O zaman mı doğruydu, şimdi mi
doğru? Bir karar vermeleri lazım ya da bundan sonra adli tatil
konusunda herhangi bir öneri gelecek mi? İş arapsaçına
dönmüş vaziyettedir. Sadece hâkimlerin ve savcıların tatiliyle
ilgili değildir bu mesele -adli tatille ilgili maddeler- aynı zamanda
onların aileleriyle, çocuklarıyla ilgilidir. Ama ondan daha mühimi,
milyonlarca insanı, dava sırası bekleyen, duruşma günü
bekleyen milyonlarca davacı, davalı, şüpheli, sanık,
şahit, efendim, bunların da hayatını etkilemektedir.
Dolayısıyla arapsaçına dönmüş olan bu uygulamanın
neresinde etkinlik vardır hizmette, neresinde verimlilik vardır,
neresinde düzen vardır? Dolayısıyla bu etkinliği ve düzeni
genel manada düşünmek gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak
hazırladığımız Millî Yargı Projesinde
yargının temel ve kronik sorunlarını tespit ettik. Bu
sorunlar, Sayın Bakanım, bunları lütfen not ederseniz, defalarca
bunları ben bu kürsüden anlattım ama maalesef hiçbiri konusunda
hiçbir adım atılmış değildir. Bu defa inşallah
dikkate alırsınız. diye bir kez daha anlatma ihtiyacını
hissediyorum.
Yargının temel sorunu: Bir,
araç, gereç ve teknolojik imkânsızlıkla boğuşmaktadır
yargı, el emeğiyle, el arabasıyla inşaat yapar gibi bir
yargı hizmeti sunmaktadır. Oysa günümüzde büyük binalara vinçle,
teknolojik aletlerle hizmet sunulmaktadır. Yargıya da teknolojiyi,
araç ve gereç imkânını sağlamak zorundasınız. On bir
yılda bunu yapmadınız, inşallah, kalan süre içerisinde bunu
yaparsınız.
Yargının ikinci temel sorunu
iş yoğunluğu ve iş çeşitliliğidir. İş
yoğunluğu suç ortamını üreten, hukuki uyuşmazlık ortamı
üreten bir yapı getirdiniz Türkiye'ye bu, yeni yeni suçların
doğmasına neden oldu, yeni yeni suç tiplerinin ve ihtilaf tiplerinin
oluşmasına neden oldu. Bununla mücadele etmesi lazım Adalet
Bakanlığı ve Hükûmetin.
Adil yargılanma hakkı ihlal
edilmektedir Türkiye'de. Ülkemizde uzun tutukluluk hâli bir kanser hâline
dönüşmüştür ve bu kanserli hücre bütün yargıyı
sarmış vaziyettedir. Bugün, uzun tutukluluk hâlinde temyiz
hakkını dahi kullanmaktan feragat eden mahkûmlar veya hükümlüler
bulunmaktadır çünkü Yargıtayda bekleyen dava dosyalarının
sırası gelinceye kadar meşruten tahliye süreci geçmektedir veya
denetimli bir haktan yararlanma ihtimali ortadan kalmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yargının savunma açısından temel sorunu
delillere ulaşamamaktır. Yani avukatların delil toplama
yetkisinin bulunmamasıdır. Karar, iddia ve savunmadan oluşan üç
ayaklı yargı Türkiyede bir bacağı eksik yürümektedir.
Dolayısıyla, bunun ortaya konulabilmesi için, buna çözüm
bulunabilmesi için millî yargıda avukatlara delil toplama yetkisinin kamu
yetkisi kullanılır bir biçimde mahkeme marifetiyle
tanınmasına ilişkin özgün projemizi de hazırlamış
bulunmaktayız.
Yargının temel sorunları
içerisinde personel, mahkeme sayılarının yetersizliği
vardır. En az onun kadar önemli olmak üzere, personelin, Sayın Bakan,
motivasyonu bozuktur yargıda. Personel eğitim ihtiyacı
içerisindedir. Bu eğitimin, uluslararası hukuk bazında ele
alınması ve yerel hukuk ve millî hukukumuz kapsamı içerisinde
yargının her kademesinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
En az eğitim eksikliği kadar
bir başka konu: Bugün hiç korkmaması gereken yargı
mensupları korkmaktadır. Başkalarının
hakkını hak kelimesine sahip olduğu inanç ile
başkasından alınıp ona teslim etmesi gereken hâkim
eğer korkuyorsa, savcı eğer korkuyorsa, bu ülkede tuz
kurumuş demektir.
Deniz Feneri
savcılarının maruz kaldığı olay, özel yetkili
mahkemelerde istenildiği gibi karar vermeyen, mütalaa vermeyen hâkim ve
savcıların kararnamelerle değişik yerlere sürülmesi gibi
olaylar, hâkim ve savcıların dinlenilmesi, teknik takibe tabi
tutulması, aile fertlerinin dahi araştırılmasına
ilişkin hadiseler yargıyı korkutmuştur. Bu korku, hem
bireysel düzeyde hem kurumsal düzeyde ciddi boyutlara
ulaşmıştır.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri;
-Sayın Bakana hitap ediyorum çünkü bunların çoğu onun
sorumluluğu altındadır- Yargı mensupları,
hayatlarına mütenasip, gördükleri işlere mütenasip bir hayat
standardına sahip değildirler. Hâkimler, savcılar, infaz koruma
memurları, kâtipler, mübaşirler ve diğer yargı
çalışanları hayat standartları itibarıyla çok
düşük bir seviyede kalmıştır. Bunun yerine
getirilemediğine ilişkin ciddi belirtilerimiz geçmişte
görmüştük, şimdi, o belirtiler hâlâ yerindedir. Yani Hâkimler
vicdanları ve cüzdanları arasında sıkışıp
kalmıştır. Lafı, belki yirmi yıllık bir
laftır ama hâlen bu laf hükmünü sürdürmektedir. Avukat tutma hâkim tut.
Lafı, belki yirmi yıl önce söylenmiştir ama değerini hâlâ
bugün yitirmemiştir. Dolayısıyla hâkim, savcı, yüksek
mahkeme üyeleri, başkanları dâhil olmak üzere, zabıt kâtipleri,
yazı işleri müdürleri, infaz koruma memurları, mübaşirler;
bunların kadro, derece ve maaşlarının yaptıkları
işin mehabetine uygun hâle getirilmesi gerekmektedir. Yargıda temel
sorunlarından birisi de standart sorundur, dokümantasyon sorunudur,
otomasyon sorunudur bütün bunlarla ilgili olarak maalesef on bir
yıllık AKP iktidarında atılmış bir adım
görememekteyiz.
Bununla ilgili Sayın Bakan iki
tane şifreli söz söylüyorum: Bunlardan birisi veri sayar diğeri
yapay zekâdır.
Veri sayar dediğimiz kelime
Milliyetçi Hareket Partisinin Türk diline kazandırdığı bir
kelimedir. Bunun İngilizcesi data miningdir. İngilizceden Türkçeye
çevirenler de buna veri madenciliği adını koymuştur. Veri
madenciliği tam anlamını karşılamadığı
için bilgisayardan esinlenerek veri sayar adını koyduk ve
yargının otomasyon, dokümasyon, standardizasyon, reorganizasyon ve
motivasyon projelerinin özü veri sayar teknolojisinin yargıya
kazandırılmasıyla mümkün olabilecektir. Buna ilişkin
ihtiyaç duyarsanız Milliyetçi Hareket Partisinin millî yargı projesinden size yeterli bilgiyi
ve desteği sunmaya amadeyiz.
İkinci şifreli söz: Yapay
zekâdır. Sayın Bakan, bugün Türkiyede mahkemelerin verdiği
kararların yarısı usul hatası nedeniyle bozuluyor, bu
milyonlarca dava demektir. Eğer yapay zekâ ile hâkimleri,
savcıları, adli görev yapan kolluk kuvvetlerini destekleyebilir isek
sıfır hata ile araştırma ve soruşturma ve
kovuşturma yapma imkânı mümkündür. Bunun biz prototip örneğini
de hazırladık ve eğer bu proje hayata geçerse -ki milliyetçi
hareketin iktidarında inşallah geçecektir- en önemli hizmet olan, en
önemli sorun olan adalet hizmetinde usul hataları, maddi hatalar nedeniyle
milyonlarca dosyanın Yargıtaydan bozulup tekrar tekrar inceleme
konusu yapılması gibi bir durum ortadan kalkacaktır; hâkimler
de, savcılar da, kolluk kuvvetleri de el arabasıyla inşaata
malzeme taşımaktan kurtulacak, tabir yerindeyse, benzetme yerindeyse
vinçle ve teknik araçlarla büyük inşaatları gökdelenleri yapabilecek
kadar teknik bir imkâna kavuşabileceklerdir. Tabii ki, bütün bunlar
yargıya milliyetçi hareketin kazandıracağı teknolojik araç,
gereç ve personel desteğiyle ilgilidir. Meselenin öbür yanı da
anayasa değişikliğiyle ilgilidir.
Yargının gerçekten bağımsız,
gerçekten tarafsız ve kul hakkı yemeyen, yetim hakkı gözeten,
peygamber postunda oturan bir makam hâline getirilebilmesi için peygamber
postuna oturacak kişilerin atayan makamla ilişkisinin kesilmesi
gerekmektedir. İşte, bununla ilgili olmak üzere, tüm yargı
organlarına kura sistemiyle seçimi öneren milliyetçi hareketin
yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığıyla ilgili projeleri Anayasa Uzlaşma
Komisyonuna sunulmuştur. Hakikaten uzlaşma komisyonunda Adalet ve
Kalkınma Partisi, CHP ve BDPnin üyelerinin de önemli kabulleri ile
bunların bir kısmı uzlaşma komisyonu kararı hâline
dönüşmüştür.
Değerli milletvekilleri, biraz da
sadede gelelim.
Şimdi, yargının
sorunları var demiştik, bunları
sıralamıştık. Yargının temel sorunu aslında
2010 yılında yargının sorununu çözüyorum diyerek
yaratılan sorun olmuştur. O da şudur: 2010 yılından
önce yargıyla ilgili şikâyetler vardı, bu şikâyetlerin
büyük bir kısmı doğruydu. Birinci olarak, Yargı ideolojik
karar veriyor. deniliyordu, doğruydu; 367 kararında olduğu gibi,
başörtüsü kararında olduğu gibi ve pek çok örneklerinde
olduğu gibi. Yargıda kast sistemi vardı, Biri birini seçiyor,
diğeri de onu seçiyor. şeklinde bir iddia vardı, bu da
doğruydu. Yargının kronik sorunları var. deniliyordu,
biraz önce saydığımız kronik sorunlar, bu da doğruydu.
Bunların çözümlenmesi gerekiyordu.
AKP on yıllık bir iktidardan sonra, 2010 yılında
aklını başına getirdi Bunları çözeceğim. diye
ortaya çıktı, bir Anayasa değişikliği gündeme getirdi.
Gelen Anayasa değişikliği, yargının sorununa bin bela
getirmiştir ve bu belaların başında da, en
başında da, bir tanesini, AKPnin kendi başına
getirmiştir. Dolayısıyla, yargının bu
sorunlarını çözerken AKP, 2010 Anayasa değişikliğinde
kanı kanla yıkamıştır ve Jurassic Park misali iç
içe, iç denetimden ve iç dengelerden yoksun bir yandaş yargı
yaratmaya çalışmıştır. Tabii ki yaratılan
yandaş yargı iç denetimden yoksun, kontrolden, kendisini kontrol eden
yargı mekanizmasının kontrolünden yoksun olduğu içindir ki
AKPnin yandaşı olmak yerine başına bela olmuştur.
MİT soruşturmasıyla
AKPnin aklı başına gelmiştir. Şimdi oradan kurtulmaya
çalışıyor ve AKP bu defa, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna öyle
bir başkanlık sistemi adı altında sunuyor ki
görüşlerini, tek cümleyle -uzun uzun anlatamayacağım- ifade
edersek: Tek adamın iradesine dayalı ve tek adamın iradesiyle
kurulan yargı organları inşa etmek istiyorlar. Değerli
arkadaşlarım, bunun anlamı şudur: Siz 2010
yılında yargıyı kanı kanla yıkayarak bir sorun
hâline getirmiştiniz, şimdi bir defa daha kanı kanla
yıkamak ve yargıyı bu defa siyasallaştırma değil
tek kişileştirme gibi bir amaca yöneliyorsunuz.
Dolayısıyla, bu yol yanlıştır. 2010da, tabii, bu, bir
demokrasiyi yok eden zehir idi yargının yoksunluğu,
yargının gücünün bulunmaması itibarıyla, demokrasiyi
zehirleyen bir maddeydi. O zehrin üstünü siz tatlı maddelerle
kapladınız, baş örtüsü suistimali gibi. Anayasa değişikliğinde hiç ilgisi
olmadığı hâlde Baş örtüsünün önü açılacaktır.
diye vatandaşları aldattınız, kandırdınız.
Bununla yetinmediniz, vatandaşın şehide olan, şehit
yakınlarına, dul ve yetimlerine olan muhabbeti suistimal ettiniz.
Milletimizin kadına olan saygısını suistimal ettiniz,
çocuğa olan sevgisini suistimal ettiniz, engelliye olan şefkatini
suistimal ettiniz. Hatta, Kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı
vereceğiz. diye rüşvet vadettiniz ve o zehirli hapı millete
yutturdunuz. Aslında, millet değil, siz yuttunuz o zehirli hapı.
Şimdi, 2010 yılından bu
yana daha da ağırlaşarak gelerek adaletsizliği içine
sindiremeyen kitleler öfkelenmektedir. Adalete olan güven duygusu
sarsılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bunu
bir tehdit olarak algılamış, İnternet sitesinde
yayınlamıştır. Bütün bunlar bir öfke dolgunluğuna
malzeme taşımaktadır. İşte, o öfke,
başkalarına dolduğu gibi, dola dola Gezi Parkı
olaylarında patlamıştır. AKPnin aklı başına
gelmemiş olacak ki Gezi Parkı olaylarında adaletsizliğin,
adalete olan güven duygusunun ve diğer uygulamaların tepkisini almak
yerine, Taksim Meydanındaki idrar kokusundan haberdar oluyoruz ve idrar
kokusunu vatandaşa bir mesaj olarak veriyor. Arkasından, Sayın
Başbakan Taksim olaylarında ortaya çıkan öfke
patlamasının sebeplerini anlamak, idrak etmek ve ona uygun çözüm
bulunmak yerine, bir cepheleşme politikası izlemekte. Bu cephede bir
tarafta Biz besmele çekersek bütün tuzakları bozarız, Lâ havle
dersek bütün tuzaklar bozulur, Ya Fettah! dersek bütün tuzaklar bozulur.
gibi, yine, Camide içki içiyorlar., Başörtülü kızlara
saldırıyorlar. gibi, dinî ritüellerle, dinî konularla bir
kutuplaştırma, bir ayrıştırma ve cepheleştirme
politikası izlenmektedir.
Değerli milletvekilleri, Taksim Meydanında
bulunanlar da Müslümandır. Siz kime cihat ilan ediyorsunuz, kime
karşı mücadele ediyorsunuz? Sizinki din de onlarınki din
değil mi? Niçin hoşgörüyle bakamıyorsunuz? Niçin
anlayamıyorsunuz? Başbakanın görevi cihat endeksinde
karşı taraftakileri gayrimüslim, kâfir mesabesine koyacak
şekilde bir kutuplaştırma mıdır, yoksa eğer
camiye ayakkabısıyla giren varsa onun kulağından tutup
cezasını verdirmek midir? Başbakanın görevi bunu
cepheleşme aracı olarak stadyumlarda, konferans salonlarında,
meydanlarda propaganda malzemesi mi yapmaktır, yoksa camiye içkili olarak
giden kişiyi kulağından tutup, layık olduğu cezaya
çarptırmak için devletin kurum ve kuruluşlarını hayata
geçirmek midir? İşte Sayın Başbakan bu görevlerinin
idrakinde değildir.
Sayın Başbakan gelişen adalet duygusunun
güvenilirliğine de gölge düşmesi nedeniyle ortaya
çıkmış olan bu bunalımdan -aklını
başına toplayamamakta- çıkış için cepheleşme,
inatlaşma ve kutuplaşma politikasına sarılmakta; burada da
nasıl başörtüsünü suistimal etmişse, nasıl kadına
karşı şefkati, çocuğa karşı sevgiyi, şehide karşı
merhameti suistimal etmişse, bu olaydan da yine dinî söylemlerle kendine
alan yaratmakta ve vatandaşın din duygularını suistimal
etmeye kalkışmaktadır. Bu yol, yol değildir.
Dolayısıyla, bu yoldan dönmek AK PARTİ ve Hükûmetin alması
gereken bir numaralı tedbirdir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bal.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Adana Milletvekili Sayın Murat Bozlak. (BDP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra
sayılı Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sayın
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, torba
yasa diye tanımlanan birçok kanunda değişikliği birer veya
ikişer madde ile getiren yasa tasarısı ve teklifleri konusunda,
daha önceki Genel Kurul çalışmaları sırasında bu
yöntemin doğru bir yöntem olmadığını
belirtmiştik. Ne yazık ki 24üncü Yasama Dönemi içerisinde Genel
Kurulun gündemine getirilen kanun tasarıları ile AKPli milletvekili
arkadaşlarımızın verdiği kanun tekliflerinin
tamamı torba yasa diye tanımlanan tarzda olmuştur. Hükûmet
istisnai bir durum olması gereken bu yöntemi maalesef
alışkanlık hâline getirmiştir. Farklı farklı
yasaların birer, ikişer maddesini, hatta birer
fıkrasını değiştirme, her yasanın kendi
düzenlenme mantığını bozma riskini de
taşımaktadır. Bu yöntem kanun tekniği açısından
da son derece yanlış bir yöntemdir.
Değerli milletvekilleri, torba
yasa kapsamı içerisinde görüşmekte olduğumuz 475 sıra
sayılı Kanun Tasarısı 34 maddeden oluşmaktadır.
Bunun 2 maddesi yürürlükle ilgili olup esas itibarıyla 32 maddedir.
Bakın, 32 maddelik tasarı ile hangi yasalarda
değişikliğe gidiliyor.
1) 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanununda değişiklik yapılıyor.
2) 2247 sayılı Uyuşmazlık
Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunda
değişiklik öngörülüyor.
3) 2575 sayılı
Danıştay Kanununda değişikliğe gidiliyor.
4) 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununda değişiklik yapılıyor.
5) 2797 sayılı Yargıtay
Kanununda değişiklik öngörülüyor.
6) 2802 sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanununda değişikliğe gidiliyor.
7) 3572 sayılı
İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılıyor.
8) 5271 sayılı Ceza Mahkemesi
Kanununda değişiklik yapılıyor.
9) 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
değişikliğe gidiliyor.
10) 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda
değişiklik öngörülüyor.
11) 4769 sayılı Ceza
İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri
Kanununda değişiklik yapılıyor.
12) 6085 sayılı
Sayıştay Kanununda değişiklik öngörülüyor.
13) 6100 sayılı Hukuk
Mahkemeleri Kanununda değişikliğe gidiliyor.
14) 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda
değişiklik yapılmak isteniyor.
Böylelikle değerli
milletvekilleri, toplam 14 kanunda değişiklik yapılmak
istenmektedir. Değerli milletvekilleri, yasaları yasama organı
yapar yani şu an Genel Kurul salonunda bulunan siz değerli
milletvekilleri yapacaksınız. Birbirinden ayrı 14 farklı
temel yasada değişiklik öngörüldüğünden bu 14 yasanın
tamamının doğru bir değerlendirmesi için önce Adalet
Komisyonu üyeleri tarafından, sonra da Genel Kurulda siz değerli
milletvekilleri tarafından ayrı ayrı etraflıca incelenmesi
gerekmez mi? İncelenmesi gerekiyor, çünkü doğru bir
değerlendirmeyi ancak o noktada yapabiliriz.
Bu yasa, Adalet Komisyonunda bir günde
görüşüldü, Genel Kurulda da bir günde görüşülecek ve iktidar
partisinin oy çokluğu ile büyük ihtimal kabul edilecektir.
Değerli milletvekilleri, bir gün
içerisinde 14 ayrı yasayı kim derli toplu inceleyip
değerlendirme yapabilir? Bir kere, süre itibarıyla bu mümkün
değildir. Mümkün olmadığına göre, biz Milletvekilleri
olarak bu değişiklikleri yapıyoruz. deme hakkına da sahip
değiliz. Doğrusu, bu değişiklikleri Sayın Bakanın
talimatıyla bürokratlar yapıyor, bizler de onay makamı oluyoruz;
yaşadığımız gerçeklik işte bu. Bu anlamda, Torba
Yasa diye tanımlanan yöntem son derece yanlıştır,
Parlamentonun yasa yapma hakkını bertaraf edici niteliktedir. Bu
yönteme parti olarak şiddetle karşıyız, bu yöntem Hükûmet
için de son derece sakıncalıdır aslında. Zira, bu tür torba
yasalar toplum tarafından son derece şaibeli olarak
algılanmaktadır. Birçok kişi, bir yasanın sadece bir
fıkrasının ya da bir tek maddesinin değiştirilme
amacını merak etmektedir. Mantıklı bir izah
yapılmadığı noktada da, tasarı ve tekliflerin
yandaşlara çıkar sağlama ve yandaşların içinde
bulunduğu sıkıntılı durumdan
çıkarılması amaçlı olduğu kanaati
oluşmaktadır. Bu nedenle de, bu yöntem, Hükûmet için de artı
puan oluşturacak bir yöntem değildir.
Değerli milletvekilleri, yapılmak
istenen değişiklikler, Türkiye'deki güncel sorunlara ve
sıkıntılara çözüm getirecek nitelikte değişiklikler
değildir.
Bilindiği gibi, kanun kuvvetindeki
kararnameyle Hükûmetin yaptığı değişiklikler Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. 1 Temmuz tarihine kadar bu
tasarı kanunlaşmazsa, kararnameyle getirilen düzenlemeler Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı nedeniyle yürürlükten kalkacaktır. Bu
nedenle, Hükûmet tasarıyı, çok tartışılmadan Genel
Kurulun gündemine getirmiştir. Sahip olduğu çoğunlukla da
tasarıyı, inanıyorum ki kabul ettirecektir. Şimdiden
hayırlı uğurlu olmasını dilemekten başka
yapacağımız bir şey yok.
Buna rağmen, tasarıyla ilgili
bir iki noktaya, tutanaklara geçmesi açısından değinmek
istiyorum: Tasarının adında da ifade edildiği gibi,
amacın, yargı hizmetlerinin hızlandırılması
olduğu bilinmektedir. Tasarıyla bu yönde öngörülen düzenlemelerden
biri de adli tatil süresini kısaltarak yargı hizmetlerini
hızlandırmaktır. Adli tatil süresi sadece dört gün
kısaltılıyor. Dört günde, sizlere soruyorum değerli
milletvekilleri, hangi yargı hizmetini sonuç alıcı şekilde
hızlandırabilirsiniz? Bu doğru bir yaklaşım
değildir.
Yine tasarının 27nci
maddesiyle, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunun 85inci maddesinin (1)inci fıkrasının Kurum, kurul ve
kuruluşlar, heyet hâlinde veya bireysel olarak ceza infaz
kurumlarını ziyaret edebilmek ve hükümlülerle görüşebilmek için
Adalet Bakanlığından izin almak zorundadırlar. şeklinde
yeniden düzenlenmesi öngörülmektedir.
Bildiğiniz gibi,
milletvekillerinin cezaevlerini ziyaret etmesi, tutuklu ve hükümlülerle
görüşebilmesi de Adalet Bakanlığının iznine tabidir.
Biz de milletvekili olarak zaman zaman cezaevlerini ziyaret ettik ama
Bakanlığın iznine rağmen birçok kez, tutuklu ve
hükümlülerle, disiplin cezası aldıkları gerekçesiyle
görüştürülmeden kapıdan geri döndürüldük. Eğer bir milletvekili,
Bakanlığın iznine rağmen gittiği bir cezaevinden
kapıdan geri çevriliyorsa o zaman bu iznin bir anlamı var
mıdır sizce? Bu durum, milletvekilleri açısından zaman
kaybına yol açtığı gibi, Adalet Bakanlığı
açısından da bir acziyetin ifadesidir.
Bu sorun ivedilikle çözülmeli,
milletvekillerinin tutuklu ve hükümlülerle görüşebilmeleri önündeki
engeller kaldırılmalı, Bakanlık ve cezaevi arasındaki
iletişim sorunları giderilmeli, cezaevi yetkililerinin keyfî disiplin
cezası uygulamalarına da esas itibarıyla son verilmelidir.
Adalet Bakanlığından izin alan bir milletvekili hiçbir
engellemeyle karşılaşmaksızın gittiği
cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerle rahat görüşebilmelidir. Adalet
Bakanlığının verdiği izin üzerine cezaevine ziyarete
giden kişi veya kişilerin hükümlü veya tutuklularla
görüşmelerine görüş yasağı gerekçesiyle engel olunmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, bugün
için gerçekten bu tasarıyla yapılmak istenen
değişikliklerden çok daha önemli sorunlarımız var.
Türkiyenin tamamına bakın, doğusuna bakın,
batısına bakın, kuzeyine bakın, güneyine bakın,
neresine bakarsanız bakın her sokakta, her alanda özgürlük talep
eden, adalet isteyen, barış isteyen insanların sesini
duyacaksınız. Hükûmet ve Parlamentomuz bu sese muhakkak kulak
vermelidir. Özgürlük istemiyle sokağa çıkan insanları marjinal
gruplar, adalet ve eşitlik isteyenleri çapulcular, kimliğini ve
ana dilinde eğitim isteyenleri bölücüler olarak tanımlayıp
cemevine cümbüşevi dersek, adları geçmişte
yaptıkları katliamlarla anılan kişilerin isimlerini
meydanlara, caddelere, havaalanlarına, köprülere verirsek bu ülkede asla
toplumsal barışı sağlayamayız.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
toplumsal barışımızı zedeleyici sorunlara bir an önce
el atıp çözüm getirmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Toplumsal
barışın sağlanması konusunda özellikle iktidar
partisine büyük sorumluluk düşmektedir. Hükûmet üyelerinin ve özellikle de
Sayın Başbakanın halka tepeden bakan, küçümseyici ifadeleri,
ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı
söylemleri terk edilmelidir. Daha kucaklayıcı,
kuşatıcı, ayrılıklara değil, ortak noktalara
vurgu yapan bir söylemin bu süreçte benimsenmesi gerektiği
kanısındayız. Ayaklar ne zaman baş oldu? söylemi
doğru bir söylem değildir. Unutmamalıyız ki
Başbakanlık makamı, bakanlıklar makamı,
milletvekilliği makamı halkı küçümseme makamları
değildir, halka hizmet etme makamlarıdır.
Değerli milletvekilleri, Hükûmetin çok
tartışılan bir uygulamasına değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi, İstanbulda yapılacak üçüncü köprüye Hükûmet
Yavuz Sultan Selim adının verileceğini açıkladı. Daha
önce de İstanbulun Anadolu yakasına yapılan ikinci
havaalanına da Sabiha Göçken Havaalanı ismi, bildiğiniz gibi,
verilmişti. Şimdi, bir kurgu yapalım diyorum. İstanbulda,
Gaziosmanpaşada veya Esenyurtta oturan, Dersimli Alevi bir
yurttaşımızın Dersime gitmek üzere, İstanbulun
Anadolu yakasında bulunan havaalanından kalkacak uçak için bilet
aldığını düşünelim. Bu yurttaşımız
Dersime gitmek için önce Yavuz Sultan Selim köprüsünü geçecek. Köprüdeyken
Yavuz Sultan Selimin kendi dedelerini katlettiğini hatırlayacak.
Köprüyü geçtikten sonra, havaalanına geldiğinde Sabiha Gökçen
Havaalanına hoş geldiniz levhasıyla karşı
karşıya kalacaktır. Kim bu Sabiha Gökçen? diye düşününce,
Sabiha Gökçenin Dersim halkının üzerine bomba yağdıran,
Türkiyenin ilk kadın pilotu olduğunu hatırlayacak.
Şimdi, sizlere soruyorum: Bu
yurttaşımızla, bu vatandaşımızla bir empati
yaparsak, ne hâle koymuşuz o adamı? Bu yaklaşımla,
değerli milletvekilleri, toplumsal barışı sağlayabilir
miyiz? Toplumsal tepkilere karşı büyük mitingler düzenleyerek de
toplumsal barışı sağlayamayız. Toplumsal
barışı Samsundan geldim, Erzurumdayım, buradan da
Sivasa gideceğim. mesajıyla da asla sağlayamayız.
Samsundan çıkıp Erzurum ve Sivas üzerinden Ankaraya gelenlerin
mirasçıları bu ülkede var. O mirasçılar bu ülkede tekçi
zihniyeti savunarak var olan toplumsal barışı da bozdular. Yeni
mirasçıya asla ihtiyaç yok.
Değerli milletvekilleri,
cumhuriyetin kuruluşundan bugüne devlete hâkim olan yasakçı zihniyet,
Türkiye toplumu üzerinde ciddi tahribatlar yarattı ve ülke bir bütün
olarak bundan gerçekten büyük zarar gördü. Yasakçı zihniyetin, özgürlükleri
kısıtlayan anlayışın, 2011 seçimleri sonrası
tamamlanan iktidar değişikliğiyle geride
kaldığını düşündüğümüz noktada, yeni iktidar
sahipleri, eski iktidar sahipleri gibi, bu kez kendi yasakçı zihniyetini
eski zihniyetin yerine monte ederse kaybeden yine Türkiye olur.
İktidar sahipleri şunu
bilmeli ki, eninde sonunda gerçek kayıp yasakçı zihniyeti
savunanların olur. Bu süreçte çare ve çözümü yasaklarda değil,
karşılıklı sevgi ve saygıda aramalıyız,
toplumumuzu oluşturan grupların değer yargılarına
saygı göstermede aramalıyız. Özellikle de Türkiye'nin temel
sorunlarının çözümüne el atan iktidardan toplumun beklentisi
reformist bir yaklaşımdır, hatta radikal çözümlerdir, eski
yasakçı, köhneleşmiş zihniyetin farklı bir versiyonunu
oluşturması asla değildir.
İktidar partisi ve Hükûmet
sokaktan yükselen sesi doğru algılamalı, o sese cevap olacak
acil demokratik düzenlemelere gitmelidir. Türkiye toplumunun ezici
çoğunluğunun canıyürekten desteklediği barış ve çözüm
süreci noktasında da Hükûmet hızla adım atmalı, toplumda
oluşan umuda cevap olmalıdır. Başlamış olan bu
süreci, iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte doğru temelde
değerlendirmeliyiz. Bu tarihî bir süreçtir. Son derece önemli bir tarihî
fırsat yakalanmıştır. Parlamentonun bunu iyi
değerlendirmesi gerekiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu süreci
kalıcı hâle getirmeden tatil yapma hakkının
olmadığını düşünüyoruz. Çözüm sürecinin
başlamasıyla birlikte Hükûmet, iki önemli adım attı.
Bunlardan birisi, Akil İnsanlar Heyetinin
oluşturulmasıydı. Akil insanlar bütün ülkeyi il il, ilçe ilçe
dolaşıp süreci halka anlatarak, halkın nabzını tutarak
önemli bir görevi yerine getirdiler. Kendilerine ben huzurunuzda teşekkür
ediyorum. Sayın Başbakan, bugün, kendileriyle bir toplantı
yapıyor, umuyoruz ki akil insanların tespit ve önerilerini dikkate
alır.
Hükûmetin attığı ikinci olumlu adım
ise, Toplumsal Barış Yollarının
Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi
Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun, kısaca
barış ve çözüm komisyonunun kurulmasıdır. Bildiğiniz
gibi, Komisyon çalışmalarına devam etmektedir. Bu Komisyona üye
vermeyen partiler, toplumsal barış sisteminde asla
inandırıcı olamazlar. Barış istiyorum. demekle
barış istenilmez, fiilen aktif hareket etmek gerekir.
Değerli milletvekilleri, Hükûmet sorunun pratik
çözümü için yapacağı yasal değişiklikleri derhâl
Parlamentonun gündemine getirmelidir. On binlerce Kürt siyasetçisinin KCK
adı altında hâlen tutuklu olduğu, cezaevlerinde ölümle burun
buruna kalan hasta tutuklu ve hükümlülerinin sorunlarına çözüm
bulunmadığı, ana dilde eğitim hakkının
tanınmadığı, adaletsiz seçim barajının hâlâ
yürürlükte olduğu, Siyasi Partiler Yasasına göre, Türkçeden
başka bir dilin propaganda çalışmalarında
kullanılmasının yasak olduğu gibi dünya kadar
yasağın toplumumuzu rahatsız ettiği bir dönemde Meclis
-tekrar belirtiyorum- tatile girmemelidir. Ancak, sorunun çözümüne ilişkin
yapılacak düzenlemelerle halka barış sürecinin kalıcı
olacağı konusunda verilecek umuttan sonra Parlamento tatil
yapmalıdır. Parlamento ancak bu noktada kendisine tatil yapma
hakkı görmelidir diyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Bozlak.
Şahısları adına
Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk.
Sayın Öztürk, buyurunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine
söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugüne
kadar Adalet Komisyonundan geçen kanun tasarılarına
baktığımız zaman, bu kanun tasarılarına ya
yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesi ve verimlileştirilmesi
üzerine bazı kanunlarda yapılması gerekli kanun
değişiklikleri denilmiştir ya da işte yargıdaki
sorunların aşılması üzerine Danıştay ve
Yargıtay kanunlarında değişiklik yapılmasına
ilişkin kanun tasarısı denilmiştir. Bir kanun
gelmiştir, onunla Yargıtayda ve Danıştaydaki daire
sayıları, üye sayıları azaltılmaya
çalışılmıştır. Arkasından, başka bir
kanun tasarısı gelmiştir, bunun tam zıttı, bu sefer de
artırılmaya çalışılmıştır.
Şimdi, bu görüşülmekte olan
kanun tasarısıyla ilgili, daha önce görüştüğümüz hususlar
yeniden bu tasarının bir taraflarına
sıkıştırılmıştır. Bu, şunu
gösteriyor değerli arkadaşlarım: Adalet ve Kalkınma Partisi
sürecinde Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluk baskısının
altında yönetilmeye çalışılmaktadır. Aslında
komisyonlarda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda uyulması
gereken kurallar ve yöntemlere uyulmamaktadır, kanun yapma tekniğine
uyulmamaktadır. Âdeta komisyonlarda Ben yaptım, oldu.
anlayışıyla sadece komisyonlardan geçirmiş olmak için
kanunlar geçirilmekte, Genel Kurulda da yine çoğunluğun
parmaklarıyla bu işler halledilmektedir. Aslında gerçekten bugün
yaşadığımız çoğunlukçu demokrasidir, çoğulcu
demokrasi değildir.
Değerli arkadaşlar,
Sayın Başbakan açıklama yaptı: Polisimizi yedirtmeyiz.
dedi. Son zamanlarda bu yedirtmeme muhabbeti çok sıkça gündeme geldi,
geliyor. Sanki birileri, birilerini yemeye çalışıyormuş
gibi, hiç kimsenin hiç kimseyi yemeye çalıştığı falan
yok ama bakın, bu Türkiyede kimisinin Ergenekon, kimisinin faiz
lobisi, bazı insanların da dış güçlerden
kaynaklandı dediği, kimilerinin de Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Yasasından ve Anayasadan kaynaklanan protesto etme
hakkını kullandık. dedikleri olaylarla ilgili olarak 4 tane
vatandaşımız öldü, bir polisle birlikte ama bunlardan bir tanesi
polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülüktür. Bunu şu nedenle
önemsiyorum: Ethem Sarısülük, bu olaylar sırasında televizyon
kameralarında polis tarafından öldürüldüğü açığa
çıkmasına rağmen, bu polisin kimliği uzun müddet
kamuoyundan saklanmıştır, açıklanmamıştır.
Daha sonra bu polisin kimliği bildirilmiştir, açıklanmıştır.
Bu sırada da Sayın Başbakan, Biz polisimizi yedirtmeyiz.
demiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu
polis de bizim polisimiz, sokaktaki protesto hakkını kullanan
yurttaşlar da bizim yurttaşlarımız ama önemli olan buradaki
konu şudur, hep tartışılıyor: Efendim, polis
orantılı mı, orantısız mı güç kullandı?
diye. Öncelikle polisin görevi, güç kullanmak değildir. Polisin görevi,
Anayasada, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasında hüküm altına
alınan bu toplantı ve gösteri yapma hakkını
kullanmasını sağlamaktır. Aslında polis,
vatandaşın bu protesto hakkını kullanmasının
koşullarını yaratmak için eğer gerekliyse güç kullanmak
zoruna kalabilir.
Şimdi, burada, güç
kullanmanın, orantılı ya da orantısız olmaktan daha
önce iki tane koşulu vardır. Birinci koşul, güç kullanmanın
gerekliliği var mıdır, yok mudur? Öncelikle bunun tespit
edilmesi lazım. Şimdi, bu olaylarda dünya kamuoyunda da, Türkiye
kamuoyunda da genel kanı, olayların başlamasına neden
olanın polis olduğudur. Burada da Ethem Sarısülük ölmüş. En
sonunda, kamuoyu baskısı üzerine bunu mahkemeye çıkartmak
zorunda kalmışlar ve mahkeme şöyle bir karar veriyor, -polisin
aslında bu kişiyi öldürdüğünü kabul ediyor, belinden silah
çıkartarak öldürdüğünü kabul ediyor- aynen şunu söylüyor, diyor
ki: Göstericiler tarafından prefabrik bir kulübenin arkasına
sıkıştırıldığı ve kalabalık bir
grup tarafından taşlanmaya maruz
bırakıldığı, -ama televizyondaki görüntülere baktığınızda
aslında böyle bir durum da söz konusu değil- bu sırada
şüphelinin belinden tabancasını çıkardığı ve
havaya doğru üç el ateş ettiği, bu esnada maktulün aniden yere
düştüğü, -ya, bu ne biçim havaya doğru ateş etmek ki bir
adam aniden yere düşüyor, demek ki havaya doğru ateş
etmemiş, hedef göstererek ateş etmiş ve bir kişi
düşmüş- şüphelinin arkasını dönerek grubun aksi
yönünde koşmaya devam ettiği, bu sırada beline ve
sırtına atılan taşların isabet etmeye devam
ettiği
Valla, televizyon ekranlarından ben bunu seyrettim, hiç böyle
bir görüntüyü görmedim, mahkemenin tespit ettiği gibi. Ama değerli
arkadaşlarım, burada, arkasından da bunun meşru müdafaa
sınırları içerisinde kalabileceğini düşünerek tutuksuz
yargılanmasına karar veriyor.
Şimdi, ben sormak istiyorum
hepimize: Böyle bir olay sıradan vatandaşlar arasında
olsaydı, bir vatandaşımız bir başkasına bunu
yapsaydı gerçekten mahkemeler bunu serbest bırakır
mıydı, o vatandaşı serbest bırakırlar
mıydı? Yani, ben kural olarak tutuklu yargılanmayı savunan
bir insan değilim, bunu Meclisteki bütün arkadaşlarımız
bilirler ama burada çifte standart var.
Benim dikkatinize sunmak istediğim konu
şudur: Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın,
Sayın Başbakan PKK örgütüyle yapılan, kimisinin çözüm süreci,
kimisinin barış süreci, kimisinin çözülme süreci dediği süreçle
ilgili olarak biz güvenlikçi politikalara ne olursa olsun dönmeyeceğiz
yani özgürlükçü politikalar izleyeceğiz. dedi bu süreçle ilgili olarak.
Peki, doğuda gerçekten bu sorunun çözülmesi için siz Güvenlikçi
politikaları uygulamayacağız, özgürlükçü politikaları
uygulayacağız. diyorsunuz, o zaman, batıda protesto
hakkını kullanan insanların üzerinde neden güvenlikçi
politikaları izlemekte ısrar ediyorsunuz? Orada da özgürlükçü
politikaları uygulayın. Yani, doğru, güvenlikçi politikalarla
ülkenin doğusunda bir yere gidememişseniz, batısında da bir
yere gidemezsiniz. Devlet terörüyle ve devlet terörünün uygulanmasına
aracılık yapan polis şiddeti ve polis terörüyle bir yere
varmanız mümkün değil. O zaman, İstanbul Taksimde, Ankara
Kızılay Meydanında, Kennedy Caddesinde, ne bileyim, Dikmen sokaklarında
gerçekten protesto hakkını kullanan insanlara karşı neden
polis terörünü uyguluyorsunuz? Efendim, provokatörler varmış,
ışık lambalarını yıkıyorlarmış,
sağı solu yakıp yıkıyorlarmış. E, yakıp
yıktırma, işte polisin görevi bu zaten, polisin görevi onu
ayırmak. Yani, Anayasadan ve toplantı ve gösteri yürüyüşünden
kaynaklanan hakkını kullanmak isteyenlerle bu hakkını
kullanmaya çalışanlara, provoke edenlere onu, o hareketi baltalamaya
çalışanlar arasında polisin görevi bunları tespit edip o
kitlenin içerisinden bunu almak. E, bu olmuyor değerli
arkadaşlarım ama bakıyoruz bu olaylarla ilgili dünya
basınında çok ciddi eleştiriler çıkıyor. Tabii,
Sayın Başbakan, Türkiyedeki basını kendisine
bağımlı hâle getirdiği için Türkiye'deki basın
artık siyasal iktidara bağımlı yayın politikaları
izlediği için şimdi, Başbakan yurt dışındaki
basını da bu şekilde hizaya getirmeye çalışıyor
anlaşılan. Ama hizaya getiremediği için onlara ateş
püskürüyor. Bugüne kadar Avrupa Birliğiyle ilgili hep söylediniz, Avrupa Birliğinin
dostu olarak AKPyi gösterdiniz, Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer
muhalefet partileri Avrupa Birliğine gireceksek olumlu girelim.
dedikleri zaman onları Avrupa Birliğine karşı olmakla
suçladınız ama Avrupa Birliğinin organı Avrupa Parlamentosu
yenilir yutulur cinsten olmayan sert kararlar aldı, şimdi de bunun
karşısında söyleye söyleye bir tek şey söylüyorsunuz:
Efendim, bu kararlar yoktur. E, doğru. Avrupa Birliğinin 2012
İlerleme Raporunda Sayın Egemen Bağış alternatif bir
rapor hazırlamıştı
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla)
ama
buna kargalar bile gülecektir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Öztürk.
Komisyon adına Adalet Komisyonu
Başkanı
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Konuşmayacağım.
BAŞKAN Vaz mı geçtiniz,
peki, sağ olasınız.
Şahısları adına
Sakarya Milletvekili Sayın Ali İhsan Yavuz.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALİ İHSAN YAVUZ (Sakarya)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra
sayılı Yargı Hizmetleriyle İlgili Olarak Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum, bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere söz konusu
tasarıya konu olan hükümler 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
ile yapılan değişiklikle yürürlüğe girmiş ancak
yürürlüğe girdikten sonra 6223 sayılı Yetki Yasasına
aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine
götürülmüştü. Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu kanun hükmünde
kararnamedeki adli tatil süreleri ile bunlara bağlı izin sürelerine
yönelik düzenlemeleri içeren hükümler, Danıştay Kanununda
Başkanlar Kurulu ve Başkanlık Kurulu yönünden yapılan
düzenlemeler ile bu kurulların oluşumu, görevleri ve üye seçimlerine
ilişkin düzenlemeler, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununda adli tatilden yararlanmanın esas olduğuna vurgu yapan
düzenleme, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunundaki hâkim
ve savcıların meslek içi eğitimini düzenleyen
değişiklikler, ceza infaz kurumu personellerinin hizmet öncesi
eğitim süresiyle ilgili eğitime alınan ceza infaz kurumu
personellerinin sağlık sigortasından yararlanmasına dönük
düzenleme, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkındaki Kanunda
yapılan değişiklikle Adalet Bakanlığının
izniyle kişilerin de hükümlüleri ziyaret edebilmelerine imkân veren
düzenleme ve de 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkındaki Kanunun tutukluların
yakınlarının cenazelerine katılma iznini genişleten
düzenleme, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı
dışında olduğu gerekçesiyle iptaline karar
verilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus,
Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararını 650 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamedeki söz konusu düzenlemelerin 6223 sayılı
Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini
Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine İlişkin
Konularda Yetki Kanunu kapsamında yer almadığı sonucuna
vararak iptal kararı vermiş olmasıdır. Bir başka
ifadeyle Anayasa Mahkemesinin iptal kararı usule ilişkindir.
Görüldüğü üzere, Anayasa Mahkemesi içerik itibarıyla bir
aykırılık tespitinde bulunmamıştır. Anayasa
Mahkememizin iptal hükmü kararın Resmî Gazetede
yayınladığı 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren altı ay
geçtikten sonra yani 1 Temmuz 2013 tarihinde yürürlüğe girecektir.
İşte, görüşmekte olduğumuz bu tasarıyla, 650
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin iptal edilen ancak esas
itibarıyla Anayasaya aykırı olmayan, yargı hizmetlerine
ilişkin hükümlerinin uygulamada herhangi bir boşluğa ve
tereddüde yer vermemesi amacıyla, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı
da yürürlüğe girmeden yeniden kanun olarak düzenlenmesi öngörülmektedir.
Bu tasarı büyük oranda 650 sayılı Kanunu Hükmünde Kararnamedeki
metinlerin aynen tasarı metnine aktarılması suretiyle
oluşmuştur. Ancak son bir yıl içersinde ortaya
çıkmış olan gelişmeler ve de uygulamada ortaya çıkan
ihtiyaçlar da dikkate alınarak bir kısım ilavelerde
bulunulmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; iktidarımız döneminde, her alanda olduğu gibi
yargı alanında da peş peşe düzenlemeler
yapılmış ve hâlen de bu çalışmalara büyük bir hızla
devam edilmektedir. AK PARTİ olarak amacımız yargıyı
daha işlevsel hâle getirmek, hızlı, etkin ve adaletli bir
yargı mekanizması oluşturmaktır. Gerçi Cumhuriyet
Döneminde hemen hemen her hükûmet, hızlı, etkin ve adaletli bir
yargı mekanizması oluşturma arzusu elbette
taşımıştır. Taşımıştır
taşımasına ancak, bu çalışmaların bütüncül
olmaması, sistematik yapılmaması, palyatif bir şekilde
yapılmış olması, derli toplu, planlı programlı
bir şekilde olmaması, sadece mevzuat odaklı yapılması,
küresel gelişim ve değişimleri karşılamaması gibi
sebeplerle istenilen amaç maalesef bir türlü yakalanamamıştır.
Oysa AK PARTİ iktidarı dönemindeki düzenleme ve yargı reform
çalışmalarında sorun odaklı değil sistem odaklı
bir yaklaşım sergileniyor, sorunların köklerine iniliyor,
bütüncül bir yaklaşımla yapılıyor, toplumun talepleri
dikkate alınıyor, uzun vadeli bakış açısı ve
stratejik yaklaşım içerisinde hareket ediliyor, uluslararası
gelişim ve değişimler dikkate alınarak bu
çalışmalar sürdürülüyor. İşte, bu nedenle, son dönemde yani
AK PARTİ iktidarı döneminde bu yolda çok önemli bir mesafe
katedildiğini söylememiz mümkündür. İşte, bu nedenle, peş
peşe düzenlemeler yapılıyor, yeni yeni mekanizmalar kuruluyor ve
yargı reform çalışmalarına hız veriliyor.
İktidarımız döneminde
yargı alanında gerçekleşen çok ehemmiyetli işler
yaptık gerçekten. Hafızayı beşer nisyan ile maluldür.
derler. Şimdi geri dönüp dönemimizde yaptıklarımızdan
bazı örnekleri sizlerle paylaşmak istiyorum: Daha önce neler
yaptık mesela? Türkiye Adalet Akademisini kurduk. Akademi özerk
yapısıyla hizmet öncesi ve hizmet içi eğitime getirdiği
ivmenin yanında gittikçe artan biçimde hukuk alanında bilimsel aktör
olma yolunda ilerlemektedir.
UYAP yani Ulusal Yargı
Ağı Projesi kuruldu. Tamamen Türk mühendisleri tarafından
geliştirilen ve hâlen birçok devlet tarafından ilgiyle takip edilen
ve incelenen UYAP Birleşmiş Milletler Kamu Hizmeti Ödülleri
arasında birincilik ödülü yanında başka daha birçok ödül
almış bir projedir.
Son on yılda yaklaşık
170 tane adliye binası inşa edildi. Adliyelerin toplam kapalı
alanı 2002 yılında 569 bin metrekare iken, son on yılda 2
milyon 130 bin metrekare daha kapalı alana sahip adliye yapıldı.
Yüzdeye vurduğumuzda, eskiye oranla yüzde 374 oranında böyle bir
inşaat çalışması söz konusu oldu.
Son on yılda ihtisas
mahkemelerinin sayısı 100den fazla artmış oldu. Anayasa
Mahkemesi ve HSKYnın yapısı değiştirildi, yüksek
mahkemeler güçlendirildi. Daire sayıları, tetkik hâkim ve personel
sayısı artırıldı.
Bakınız, Yargıtayda ilk
kez 2012 yılında gelen dosya sayısından daha fazla
sayıda dosya karara bağlanmıştır. Yani 2012
yılında gelen dosyaların dışında önceki
yıllara ait 46.670 adet dosya da karara bağlanmıştır.
Çok şükür, bugün itibarıyla Yargıtay âdeta postaya
çalışır vaziyete gelmeye başlamıştır.
Önümüzdeki süreç bölge adliye mahkemelerinin hizmete
girdiği süreç olacak inşallah. Bölge adliye mahkemelerine
ilişkin, 2014 adli yılı başında faaliyete geçecek
şekilde bütün altyapı hazırlıkları
tamamlanmıştır. Bilindiği üzere, daha önce bölge adliye
mahkemelerinin başsavcıları atanmış ve personelin
eğitimi büyük oranda tamamlanmıştır. Özetle, konuya
ilişkin tüm hazırlıklar yapılmış ve âdeta bu
konuda da sona yaklaşılmıştır. Bölge adliye
mahkemelerinin birkaç yıl gibi kısa süre içerisinde faaliyete
geçmesiyle temyiz mahkemeleri daha da rahatlayacak ve tam bir içtihat mahkemesi
hâline, inşallah, dönüşmüş olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gerek yaptıklarımız gerek yapmakta olduklarımız ve
gerekse yapmayı planladıklarımızla, inşallah,
yargıda hedefimiz olan etkin, hızlı ve adil bir
yapının oluşmasını sağlamış
olacağız.
Bu duygu ve düşüncelerle, siz değerli
milletvekillerinin oylarıyla bu tasarının
yasalaşmasını ve ülkemiz açısından hayırlı
olmasını diliyor, bir kez daha yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Yavuz.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.51
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.02
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ), Fatih ŞAHİN (Ankara)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 125inci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
475 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Şimdi, soru cevap işlemine
geçiyorum.
Sayın Halaman...
Sayın Barutçu
Sayın Işık
ALİM IŞIK (Kütahya)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, bugünkü bazı
medya organlarında: Cizre düştü, PKK Kürt ordusu kuruyor. Manşetleriyle
yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Cizre üzerinde hiçbir gücü, tek
bir askeri veya polisi yoktur. Bakkallarda bile Türk parası kabul
edilmiyor. Cizre PKKnın elindedir. şeklindeki haber ve iddialar
doğru mudur? Doğruysa siz ve Hükûmetiniz bu olaylar
karşısında ne yaptınız, neden sessiz
kaldınız? Adalet Bakanı olarak şimdiye kadar bu konuyla
ilgili hangi tedbirleri aldınız, açıklama yapar
mısınız?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Erdoğan
MEHMET ERDOĞAN (Muğla)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, çözüm süreci diye
milletin kafasını bulandırdığınız bir süreç
devam ediyor. Analar ağlamayacak, terör bitecek, teröristler
sınır dışına gidecek. dediniz. Lakin dünden bu yana
Cizreden kamuoyuna yayılan görüntüler bazı bölgelerimizde
farklı bir güvenlik birimi kurulduğu izlenimi vermektedir. Bu
görüntülerle ilgili yapılan herhangi bir inceleme, soruşturma var
mıdır? Gezi olayları sebebiyle silahsız gençlere
yapılan müdahale, bu görüntülerdekilere de yapılacak mıdır?
PKK ve İmralı ile yapılan görüşmelerde, bu görüntülerde
gördüklerimize Hükûmet izin vermiş midir? Hükûmet bu görüntülere izin
vermemişse niçin sessiz kalmaktadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Bulut
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başbakanın
talimatıyla PKK terör örgütü lideri Öcalanla görüşüp anlaşan
Hükûmetiniz, bunun karşılığında ülkemizin bir
bölgesini PKKya mı terk etti ki? Diyarbakırda Kuzey Kürdistan
adına görüşmeler yapılırken Sayın Başbakan Gezi
Parkından bir türlü çıkamamakta, ülkenin diğer
taraflarında PKKnın bölge halkı üzerindeki
baskılarına, hükümranlığına göz yumulmaktadır.
Gezi eylemlerinde her yapılan takip edilip gereği
yapılırken, şimdiye kadar PKK terör örgütünün İstanbulda
ve diğer illerde yaptıklarına bilerek mi göz yumulmuştur?
Televizyon haberlerinde sokak aralarında kayboldukları söylenen
teröristler sizce bilerek mi yakalanmamış ve ülkenin teröre teslim
edilmesi sağlanmıştır?
BAŞKAN Sayın
Uzunırmak
ALİ UZUNIRMAK (Aydın)
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, yakın bir
zamanda AKP Sözcüsü Sayın Çelik, Gezi olaylarıyla ilgili,
Dışarı çıkanlar sevinmesinler. gibi birtakım
demeçler verdi. Daha öncelerde de Başbakan Yardımcısı
Sayın Bülent Arınçın başka davalarla ilgili bu mealde
açıklamaları oluyordu. Bir Adalet Bakanı olarak bu konularda
acaba tavrınız ne oluyor? Böyle bir şey siyaseten uygun mudur?
İkincisi: Basına
yansıyan bir konu da, arkadaşlarımın da dile
getirdiği, Türkiye'nin belli bölgelerinde trafik kontrollerini özel
giyimli
Ve aynı zamanda diplomaların
dağıtıldığı alanında haberler var.
Türkiye'nin bütün bölgelerinde kanun hâkimiyeti temin edilebilmiş midir?
Eğer bu kanun hâkimiyeti temin edilemediyse temin etmeyi düşünüyor
musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Yılmaz
SEYFETTİN YILMAZ (Adana)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Diyarbakırda, geçen bir Kürdistan
Kongresi toplandı ve sonuç bildirgesinde birtakım açıklamalarda
bulunuldu. Bu, mevcut yasalarımıza göre suç mudur, değil midir?
Eğer suçsa bununla ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Yine, PKK terör örgütüyle Analar
ağlamasın ve çözüm süreci. dediniz. Yıllardır bu ülkede
anaları ağlatan kimdir? Anaları ağlatanların elini
kolunu sallayarak ülke sınırlarımız içerisinde dolaşması
veya dışarıya çıkıyor gözükmesi herhangi bir suç
teşkil etmemekte midir? Bununla ilgili herhangi bir işlem yapmayan,
başta oradaki görevliler, vali, cumhuriyet savcısı ve Hükûmet
olarak bir suç işlendiği kanaatini taşıyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Doğru
REŞAT DOĞRU (Tokat)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Dün Irakta, Selahattin kentinde Irak
Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı ve Vali
Yardımcısı, hunhar bir şekilde, bomba
patlatılması neticesinde hayatlarını kaybetmişlerdir,
yine 50ye yakın da yaralı vardır. Hükûmet olarak bu kötü olayla
ilgili olarak ne tür bir çalışma yaptınız, herhangi bir
şekilde bir telin falan, bir şey yapılmış
mıdır?
İkinci olarak da özellikle dün
gelen haberler içerisinde, Doğu Türkistanda 24 tane Doğu Türkistan
Türkü idam edilmiştir. Bu yönlü olarak da herhangi bir protesto
yapılmış mıdır, öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederiz.
BAŞKAN Sayın Türkoğlu
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Teşekkür ederim.
Sayın Bakan, geri çekilmediği
hâlde PKKnın geri çekildiği söylenmekte, çekilmenin de
tamamlandığı, ikinci aşamaya geçildiği ifade edilmekte
ve artık, Hükûmetin bir şeyler yapacağı söylenmektedir.
Geçtiğimiz günlerde İmralıdaki katilin size yeni talepler
gönderdiği konuşulmaktadır. Bu taleplerle ilgili olarak, Hükûmetinizin
bölücü çevrelerle birkaç gün önce görüştüğü doğru mudur?
Doğru ise bu görüşmede dile getirilen talepler, hususlar nelerdir,
basına sızanlar mıdır yoksa daha fazlası ve gizlenen
yönler var mıdır?
Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti
toprakları içerisinde adına Amed denilen ya da Kuzey Kürdistan
denilen bir coğrafya var mıdır? Bu ifadeleri kullananlar
hakkında adli tahkikat başlamış mıdır? Adalet
Bakanı olarak bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Yılmaz
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 15-16 Haziran
tarihinde Kuzey Kürdistan Konferansı diye bir konferans
yapıldı Diyarbakır ilinde ve oradaki konferansta, Kürtçenin
resmî dil olarak tanınması, ana dilde eğitim
yapılması, Abdullah Öcalana af, PKKnın, terör örgütü
listesinden çıkarılması gibi taleplerde bulunuldu.
BDPnin de tarafınıza 25
maddelik bir demokratikleşme paketini sunduğunu biliyoruz. Bu
demokratikleşme paketi içerisinde bu talep edilen konularla ilgili
düzenlemeler de var mı? Ülkemizin bir bölümünde Kuzey Kürdistan diye bir
yapı mı oluşturuldu? Bu konuda herhangi bir yaptırım
düşünüyor musunuz?
BAŞKAN - Sayın Halaman...
ALİ HALAMAN (Adana) Sayın
Başkanım, teşekkür ederim. Kusura da bakmayın, geç
gelmiş oldum.
BAŞKAN Olsun, olsun, vakit var
daha.
ALİ HALAMAN (Adana) Sağ
olun.
Ben, Sayın Bakanımıza
şöyle bir sual sormak istiyorum: Bu kanun 32 madde. Şimdi, bu kanun
32 madde olmakla birlikte, 27nci maddesinde resmî kelimesini
kaldırıyor, metinden çıkartıyor. Bundan önce
Sağlık Bakanı T.C.yi çıkartmıştı.
Şimdi, bu resmî kelimesini kaldırmasının sebebi bu
İmralı süreci diyorlar. İşte, Kandilin talebi gibi,
PKKnın talebi gibi, İmralıda yatanla doğrudan
görüşmenin fiziki şartlarını oluşturmak için mi bu
resmî kelimesini kaldırıyorlar? Ben bunu sormak istedim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın Barutçu
İHSAN BARUTÇU (İstanbul)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bugün, bildiğimiz kadarıyla,
cezaevlerinde yaklaşık 130 bin civarında insanımız
cezalarını çekmekte. Şahsım birçok cezaevini ziyaret
ederken, Metris, Kandıra, Buca, Sincan, Silivri ve diğer cezaevlerine
yaptığım ziyaretlerde tutuklu, hükümlü ve yakınlarıyla
birlikte umumi bir merakı giderme adına Sayın
Bakanımıza şu soruyu sormak istiyorum: On binler ismini zikrettiğimiz
mevcut cezaevlerinde cezalarını bir şekilde tamamlarken neden
İmralıda bulunan şahsa ayrıcalık tanınıyor?
Eğer o şahsın ayrıcalığı yoksa önümüzdeki
herhangi bir zaman diliminde İmralıdan bir başka cezaevine
nakli ve sevki mümkün olacak mı?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Öğüt
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan,
Çankırının Orta ilçesine bir cezaevi
yapacağınızı duyduk. Bu cezaevinin niteliği ve kaç
kişilik olacağı konusunda ve ne zaman başlayıp ne
zaman biteceği konusunda bir bilgi verme şansınız var
mı, onu öğrenmek istiyorum çünkü oradaki vatandaşlar,
oranın niteliği konusunda hemşehrilerimiz bir cevap bekliyorlar.
Yani, yarı açık mı olacak, kapalı mı olacak, nasıl
bir cezaevi olacağı konusunda ve kaç kişilik olacağı
konusunda bir beklenti var, onu soruyorlar. Bir de ne zaman biteceği
konusunda soruları var, onu sizlere iletmek istedim.
Gine, tabii, sizin Hükûmetinizle ilgili
bir konu ama orada köy yollarımızın yapımıyla ilgili
hem Valiliğin hem de Ulaştırma Bakanlığının,
ikisinin birden bende cevabı var, ikisinin de kendileriyle ilgili
olmadığına dair cevapları var. Bu konuda da
vatandaşlarımız orada bir şaşkınlık içinde,
nereye müracaat edeceklerini bilmiyorlar. Çok önemli bir şekilde, orada
beş köyün orada alt geçit olmadığı için 14-
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Bakan,
buyurun.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, birden
çok milletvekilimiz aynı soruyu sordular Sayın Alim Işıkla
başlayan süreçte, onunla başlayayım. Cizre bölgesinde PKK Kürt
ordusu kuruyor. şeklindeki, gazetelere yansıyan haberlerden
neşet eden, bu çerçevede 4-5 arkadaşımız aynı soruyu
sordular. Şimdi, şunu çok net şuradan ifade etmek istiyorum:
Türkiyede, Cizrede olur, Erzurumda olur, Antalyada, Sinopta olur, hangi
bölgesinde olursa olsun, yasalarımızın ihlali anlamına
gelen her eylem kanunlarla yetkili olan cumhuriyet savcıları
tarafından soruşturulur, cumhuriyet savcılarının
talimatıyla kolluk o konularla ilgili araştırmalarını
yapar, dosyasını teşekkül ettirir ve gerekli
operasyonlarını yapar.
Şimdi, bahsettiğiniz olayla
ilgili olarak ilk andan itibaren özel yetkili, Terörle Mücadele
Yasasının 10uncu maddesiyle yetkili Diyarbakır
Başsavcılığı soruşturma dosyası
açmıştır, kolluktan bununla ilgili delilleri talep
etmiştir. Molotof kokteyli atarak kamu görevlilerinin araçlarına
bunlarla saldıran, yol kesen ve yasaları ihlal eden eylemleri
yapanlarla ilgili dosya tamamlanmak üzeredir ve bunun sonuçlarını
kısa süre içerisinde görürsünüz. Anlık yapılan bu tür eylemler
Tekrar ediyorum, Türkiyenin hangi bölgesinde olursa olsun, hiç kimse bu
ülkenin yasalarının üstünde değil, bakanı da milletvekili
de 76 milyon vatandaşının her bir bireyi de. O açıdan, hiç
kimse bu konuda bir endişeye kapılmasın, herhangi bir
telaşa mahal yok. İlgili görevliler, sorumlular gereken
çalışmaları şu anda yapıyorlar.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Bakan, kolluk kuvvetlerinin önleyici görevi yok mu? Orada saatlerce
süren bir suç işleniyor.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Elbette var. Elbette var, bununla ilgili
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Valisi
var, emniyet müdürü var, kaymakamı var
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Sayın Şandır, hatırlarsanız üç hafta boyunca
devam eden, Gezi olayları diye İstanbul ve Ankara merkezinde
yapılan eylemler sırasında da gördüğümüz ve asla kabul
edemeyeceğimiz, devletin kolluk güçlerine karşı yaralamalı,
ölümlü saldırılar da cereyan etmiştir. Kamu araçları, kolluk
güçlerine ait araçlar, vatandaşlarımıza ait sivil araçlar
yakılmıştır, tahrip edilmiştir, iş yerleri tahrip
edilmiştir. Şuradan Kızılaya doğru bir inin, Meclis
kavşağından Kızılaya kadar giderken yol
kenarındaki o şeffaf kaldırım camlarının
tamamı kırılmıştır. Bütün bunlar bu milletin
kaynaklarıdır ama takdir edersiniz ki o kalabalık olaylar
esnasında kolluk aynı anda bunların fezlekesini
hazırlayıp, delilleri tanzim edip bunu fezlekeye bağlayarak
savcıların önüne getirememiştir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın)
Sayın Bakan, kalabalık falan değil, yol kontrolü yapıyor
bunlar. Arabanın plakası da belli, yol kontrolü yapılıyor
ya!
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Bir süre sonra, bu dosyalar tekemmül ettikten sonra adliye gerekli
işlemleri yapmış, bir kısmı sevk edilmiş bir
kısmı tutuklanmış bir kısmı da tutuksuz
yargılanmak üzere salıverilmiştir.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa) Cizreyle
ne alakası var?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Onun için şunu çok net ifade ediyorum: Hiç kimsenin
yaptığı yanına kâr kalmaz,
arkadaşlarımızın endişesine mahal yoktur diye ifade
ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Bunu
takip edeceğiz yalnız.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Elbette takip edeceksiniz, göreviniz bu. Biz de bunun
hesabını hem Parlamentoda hem sokakta vatandaşımıza
vermek durumundayız.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yani
sizin beyanlarınızı önemsiyoruz.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Bir arkadaşımız bu çözüm sürecine ilişkin olarak
yapılan görüşmelerle ilgili bir soru sordu Hükûmet bu görüntülerin
oluşmasına izin mi vermiştir? diye. Hükûmetin böyle bir izin
verme yetkisi de yoktur. Yasalarımızda olmayan bir yetkiyi
kullanamayız, Anayasamız çok açık, hiç kimse
kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamaz. Bu
şekilde, kanunların suç saydığı bir işi serbest
bırakma gibi Hükûmetin bir yetkisi de yok, buna dönük bir tasarrufu da
olamaz.
Onun ötesinde, Diyarbakırda toplanan konferans
sonunda yapılan açıklamalar
Sayın Yılmazın sorusu,
aynı soru yine Sayın Dilek Akagün Yılmazın da sorusu. Bir
başka Yılmaz da var, her ikiniz de aynı soruyu sorduğunuz
için ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinde korunmuş olan hakları
korumak üzere birtakım yasalarda değişiklikler yaptık. En
son yapmış olduğumuz değişiklikler de şiddet
barındırmayan, şiddeti teşvik etmeyen düşünce
açıklamalarının suç oluşturmayacağına dair. Bu
konferansta katılımcıların görüşlerini beyan etmeleri
ve bu görüşler doğrultusunda taleplerde bulunmaları, demokratik
taleplerde bulunmaları en tabii haklarıdır. Ancak -parantez
açıyorum- o sonuç bildirgesi içerisinde, talepler içerisinde, şiddeti
öven, şiddeti teşvik eden, toplumu kaosa, teröre, anarşiye sevk
edecek bir talep varsa bunun gereğini ilgili savcılar yapar. Yine
tekrar ifade ediyorum, bununla ilgili hiç kimsenin bir telaşa
kapılmasına gerek yok. Şu anda, Türkiye, Anayasasına ve
yasalarına bağlı demokratik bir hukuk devleti. Bu anlamda,
kimsenin yaptığı yanına kâr kalmamıştır
bundan sonra da kâr kalmayacaktır. Ama, bizim yasalarımızın
cevaz verdiği düşünceyi açıklama, görüşünü paylaşma
Şu Parlamentoda siyasi partilerimizin temsilcileri
var. Bir milletvekilli arkadaşımız sorusunda şunu sordu:
Siz, birkaç gün önce bir örgütün destekçileriyle bir görüşme
yaptınız. Benim görüşme yaptığım kişiler bu
Parlamentoda temsil edilen milletvekilleridir, bir siyasi partinin
yetkilileridir, eş başkanlarıdır, grup başkan
vekilleridir.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) Sayın Başbakan
diyor yani, Sayın Başbakanın Şemdinli
açıklamasını hatırlayın Sayın Bakan.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay)
Dolayısıyla, ben, Hükûmetin bir üyesi olarak, bu Parlamentoda görev
yapan her milletvekiliyle görüşürüm.
SEYFETTİN YILMAZ (Adana) Parlamentoda görev yapan
milletvekiline Sayın Başbakan söylemedi mi aynı ifadeyi?
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Siz, Sayın
Başbakanın söylemi üzerine mi iş yapıyorsunuz?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) Her siyasi
parti temsilcisiyle görüşürüm. Onların demokratik taleplerini
dinlerim. Bu demokratik talepler içerisinde karşılayabileceklerimiz varsa
bunları karşılayabilmek için de elimizden geleni yaparız.
Türkiye, 1950 yılından bu yana, Avrupa
Konseyinin kurucu üyesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
yargılama yetkisini tanımıştır. İnsan
Hakları Sözleşmesinin altında imzası vardır Türkiye'nin.
İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklı hakları talep
edenler için Niçin bu hakları talep ettiniz? diye sorulmaz. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarının gereğini
yerine getirmek isteyenlerin bu talepleri için Bunları niye dile
getirdiniz? de denilmez.
Yine, sorulan sorular içerisinde:
BDPnin sizden talepte bulunduğu 25 madde içerisinde ne var?
Barış ve Demokrasi Partisinin bize getirmiş olduğu kendi
önerileri içerisinde Terörle Mücadele Yasasının bazı maddelerinin,
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun
bazı maddelerinin, Siyasi Partiler Yasasının bazı
maddelerinin değiştirilmesi yönünde talepleri vardır. Bu ülkede
biz yıllardan bu yana şunu söylemiyor muyuz: Demokratik siyaset
zemininde bunları konuşalım ve siyaset zemininde üzerinde
mutabık kalabileceğimiz konularda mesafe katedelim.
Yaptığımız şey budur.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Neden açıklanmıyor Sayın Bakan, biz bunu soruyoruz size. Niye
kamuoyuna açıklanmıyor?
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Bütün basında yazıyor, okumadınız mı siz?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Bir siyasi partinin temsilcileri Hükûmetin bir üyesinden bu yönde
taleplerini getirmiş, ortaya koymuş. Ne yapması gerekiyor
Hükûmet mensuplarının? Bu talepleri alır, kendi parti programına
uyuyorsa, kendi siyaset yapma anlayışına, Türkiye'nin gelecek
vizyonu içerisinde öngördüğü tabloda bu taleplerin yeri varsa ortak
bulduğumuz zeminde bunları karşılamak siyasetin görevidir,
Parlamentonun görevidir. Ben böyle inanıyorum, siyaset
anlayışımız budur.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Peki, Sayın Bakan, bunlar neden açıklanmıyor? Neden kapalı
kapılar ardında görüşülüyor?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Müsaade ederseniz
Siz soru sorarken ben dinledim ama benim cevap
vermeme bile tahammül göstermiyorsunuz.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Sadece açıklanmasını istiyoruz.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Dolayısıyla değerli arkadaşlar,
Anayasamızda ve yasalarımızda taahhüt etmiş
olduğumuz, varmak istediğimiz hedeflere dönük, siyaset kurumundan ya
da STKlardan, sivil toplumdan gelecek taleplerin başımızın
üzerinde yeri vardır. Herkes düşüncesini barışçıl
yöntemlerle ifade edebilir.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın)
Anayasaya aykırı işler de var mı bunun içinde?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Ama bu talepler içerisinden hangilerinin hayata geçeceği konusu
Parlamentonun takdirindedir. Sadece siyasi iktidarın buna karar verme
imkânı da yoktur, yetkisi de yoktur. Onun için, bu talepler gelir, bu
taleplerden uygun gördüklerimizi, altına imza koyabileceklerimizi
huzurlarınıza getiririz. Yüce Parlamento kabul ederse hayat geçer,
kabul etmezse geçmez. Demokratik siyasetin anlamı da bu olsa gerek.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi açısından bir hususu
ifade etmek istiyorum.
Şimdi, Sayın Bakanın
vermiş olduğu cevap üzerinden algıladığımız
kadarıyla bir milletvekili, bu Parlamento çatısı altındaki
bir milletvekili, partimizin yetkili heyetlerinin Hükûmetle yapmış
olduğu bir görüşme üzerinden partimizi illegal pozisyona
düşürecek şekilde bir tanımlama yapmış, bu
tanımlamayı yapan milletvekilini kınıyoruz.
Barış ve Demokrasi Partisi, 3
milyona yakın halkımızdan oy almış, bütün
engellemelere rağmen son seçimde de milletvekili sayısını 2
katına çıkararak bu Meclis çatısı altında, bu ülkenin
sorunlarını tartışan ve bunlara çözüm arayan legal, yasal
siyasi bir partidir. Bundan sonraki tanımlamalarda da partimize
yaklaşımın bu çerçevede olması gerekir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birinci bölümün görüşmelerine
başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 17nci maddeyi
kapsamaktadır.
MAHMUT TANAL (İstanbul)
Sayın Başkan, yanlışlık yapıyorsunuz, bölümlere
geçtik.
BAŞKAN Evet, bölümler hâlinde
görüşülüyor ama maddelerine diye yazıldığını
Doğru yazılmış, doğru okudum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın)
Bölümlere geçilmesini oylayacaktınız Sayın Başkan.
BAŞKAN Öyle değilmiş
işte yani bölümleri konuşup maddelere geçilme deniliyor.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubu adına Mardin Milletvekili Sayın Erol Dora.
Buyurunuz. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra
sayılı Yargı Hizmetleri ile İlgili Olarak Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı görüşmelerinin birinci bölümü üzerine Barış
ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hemen her
fırsatta dile getirdiğimiz uzun tutukluluk hâlleri, temel hak ve
özgürlüklerin önündeki en büyük engellerden birisi olarak ülke gündemini
işgal etmeye devam etmektedir. Ceza Muhakemesi Kanununun 109uncu maddesi
gereğince adli kontrol tedbirleri uygulanıp tahliye etme imkânı
varken maalesef, mahkemeler adli kontrol sistemini uygulamayarak uzun
tutukluluk durumlarının ortaya çıkmasına sebebiyet
vermektedir. Tutuklananlar için uzun bir yargılama sürecinin
başladığı, bu açıdan, tutuklamanın bir tedbirden
çok ceza hâlini aldığı, tutuklanmayanların ise
kurtulduklarını düşündükleri bir gerçektir. Toplumun
algısı da bu yöndedir. Ülkemizdeki yargılamalar yapılan
soruşturma ve kovuşturmalar sonucunda en kısa sürede
gerçeğe ve adalete ulaşılmasını amaçlayan şekilde
değil, tahliye talepleri ve tutukluluğun ortadan
kaldırılmasına yönelik olarak devam etmektedir.
Uzun süren ve makul sürede
tamamlanmayan yargılamalar Türk hukukunun en önemli sorunudur. Bu sorunu
çözme noktasında gerekli çaba harcanmamaktadır. Böylece tutuklama
tedbiri yönünden de makul süreye uyulmadığı görülmektedir. Bunun
üzerine, her ne kadar hukuka aykırılığı tespit edip
tazminata hükmetse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
başvuruların uzun yıllar sonuçlandırılmaması
olumsuzluğu da eklendiğinde hukukun evrensel ilke ve esaslarına
aykırı şekilde verilen yargı kararlarının devam
ettiği görülmektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin geç
verilen kararları ciddiye alınmamakta, sadece tazminat olarak değerlendirilmekte,
devlet tarafından ödenen bu tazminatların sorumlusuna rücu
mekanizması da işletilmediğinden İnsan Hakları
Mahkemesi kararları ile varılmak istenen hedefe
ulaşılamamaktadır. Güncel bir örnek vermek istiyorum:
Şırnak Milletvekilimiz Sayın Faysal Sarıyıldız
dört yıl üç aydır tutuklu olmasına rağmen, bugün mahkeme
davayı 29 Ağustosa erteleme kararı aldı. Kendisi için zaten
istenen ceza beş yıl olmasına rağmen infazı
bittiği hâlde böyle bir ertelemeyi anlamak gerçekten mümkün değildir.
Türkiyede artık cezaya
dönüşmüş bulunan uzun tutukluluk hâlleri söz konusu olanlar hasta
mahkûmlar olunca daha da katmerli olarak karşımıza
çıkmaktadır çünkü uzun tutukluluk durumunun yol açtığı
en büyük hak ihlaline hasta tutuklular maruz kalmaktadır. Bu çok açık
bir şekilde herkes tarafından bilindiği hâlde, son yargı paketinde
birtakım düzenlemeler yapıldığı hâlde maalesef
uygulamada sorunlar aşılabilmiş değildir. Ölümcül
hastalıklara kapıldıkları hâlde cezaevlerinin
elverişli sağlık koşullarından yoksun bir şekilde
-tahliye edilmeyen mahkumlar- son derece zor olan cezaevi
koşullarında yaşamaya mecbur bırakılmaktadırlar.
Değerli
Milletvekilleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiyeyi, tutuklu
iken yakalandığı kanser sonucu cezaevinde
yaşamını yitiren Gülay Çetinin, hükümlülerin ağır
hastalık nedeniyle serbest bırakabileceğine ilişkin
hükümlerden tutuklu olduğu için yararlandırılmaması
nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3üncü maddesi yani
işkence yasağı ve 14üncü yani ayrımcılık yasağı
maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etmiştir.
Hasta tutuklu ve hükümlü
tablosu Türkiyede ağır bir tutuklama rejimi yani kişi
güvenliği ve özgürlüğü hakkı ihlali olduğunu
göstermektedir. Hapishanelerdeki hasta mahpusların sağlık
koşullarının düzeltilebilmesi için öncelikle 5275
sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanunun bir bütün olarak değiştirilerek, özgürlüğünden yoksun
bırakılan veya hapsedilen kişilerin yani mahpusların
haklarının ilgili Birleşmiş Milletler standartlarına uygun
hale getirilmesi gerekmektedir.
F tipi
hapishanelere geçildikten sonra mahpuslara uygulanan tecrit mahpusları
adeta çürütmektedir. Tecrit, mahpusların hastalıklarını
tetiklemekte ve hızlı bir şekilde ilerlemesine neden
olmaktadır. İnsan onuruna aykırı olan tecridin tüm
hapishanelerden kaldırılması gerekir.
İnsan
Hakları Derneği 2013 veri ve raporuna göre halen hapishanelerde
122si ağırlaşmış, 108i acil tedaviye ihtiyacı
olan toplam 230 ağır olmak üzere 411 hasta mahpus vardır. Bu
mahpuslardan 230unun derhal salıverilmesi gerekmektedir. Geriye kalan 181
hasta mahpusun ise acilen tedavi edilmesi gerekmektedir.
Değerli
Milletvekilleri, Adli Tıp Kurumunun bilimsellikten uzak ve taraflı
siyasi kararları da hasta tutukluların maruz kaldığı
durumun en baş nedenlerindendir.
Adli tıp
hizmetleri 1982 yılında 2659 sayılı Yasa ile Adli Tıp
Kurumunun resmî bilirkişilik görevini yerine getirmesi için yeniden
düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile adli tıp hizmetlerinin verilmesinde
yaşanan sorunların giderilmesi amaçlanmış ise de Adli
Tıp Kurumu merkezî yapılanmayı güçlendirmiş ve adli
tıp alanında bilimsel gelişmeyi engelleyici, çelişkili ve
yetersiz kabul edilen kararları çözüme bağlayıcı
özelliğiyle birlikte bilimsel niteliğini de yitirmeye
başlamıştır. Oysa bilirkişilik, hizmetin niteliği
gereği herhangi bir konuda verilecek objektif, teknik ve bilimsel
görüştür. Bilirkişiliğin esası bilimsel görüşün
özgürce sunulabilmesidir.
Kurum, 12 Eylül rejiminin etkisinde
yapılmış düzenlemelerin ruhunu yansıtmaktadır. Kurumun
resmî bilirkişilik yapmak üzere kurulduğu, bu bağlamda da
tutuklu ve hükümlülerin tahliye ve infazının ertelenmesi
kararlarının verildiği merci olarak değerlendirildiği
düşünüldüğünde durumun vahameti daha da görünür olmaktadır.
Zira, Adli Tıp Kurumu, ölümcül
hastalar için dahi raporlarını geciktirmekte, verdiği raporlarda
ise tutuklunun hastalığının ciddiyetinin aksine
kararların altına imza atabilmektedir. Örneğin, kurum, cezaevi
koşullarında hastalıkları iyice ağırlaşan
hasta mahpuslara ya rapor vermemekte ya da kanser gibi tedavisi ev
ortamında bile mümkün olmayan hastalıkların cezaevi
koşullarında tedavi edilebileceğine yönelik raporlar
vermektedir.
Adalet Bakanlığı
verilerinden de anlaşılacağı üzere, Adli Tıp Kurumunun
kötü uygulamaları nedeniyle infazı geri bırakılmayan
ağır hasta mahpuslar cezaevinde yaşamını yitirmekte ya
da tahliye olduktan birkaç gün sonra yaşamlarını
yitirmektedirler. Bu bakımdan, hasta tutuklu ve hükümlülerin
durumlarının ciddiyetle incelenebilmesi için sağlık
konusunda devlet eliyle yaratılan bu tekelleşmenin ortadan
kaldırılması gerekmektedir.
Her türlü teknik donanıma sahip,
modern cihazlarla donatılmış tam teşekkülü devlet
hastanelerinin, eğitim ve araştırma hastanelerinin, üniversite
hastanelerinin raporlarının kabul edilmemesi bu sorunların asıl
kaynağıdır. Hastane kurulları tarafından verilen raporları
kabul etmeyerek kendi kurumlarının itibarını düşüren
bu anlayış her yönüyle sakattır. Ayrıca ilk olarak tam
teşekküllü hastane raporunu arayan, bu raporun Adli Tıp Kurumu
tarafından onaylamasının ardından cumhuriyet
savcısının vereceği olumlu karar üzerine durumu tayin
edilen hastanın mağduru olduğu bu yoğun bürokrasi en büyük
insan hakları ihlallerindedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; verilen sağlık raporlarına karşı
itiraz yolunun tanınmayarak kişinin durumunun daha da
ağırlaşması üzerine, aynı süreçleri yeniden
tekrarlamasını beklemek hukukla bağdaşmamaktadır.
Hasta tutuklu ve hükümlülerin revire çıkmaları, ring araçlarıyla
hastanelere gitmeleri, sağlık raporları için uzun süre
beklemeleri göz önüne alındığında, bu tedavi ve
başvuru sürelerinin kendisi için ezaya dönüştüğü
anlaşılacaktır. Hâl böyleyken bilimsel bilgi, kişisel
kanı, ayrımcı uygulama gibi herhangi bir nedenle olumsuz rapor
almış ve sayılı günleri kalan bir hasta tutuklu ve
hükümlünün itiraz hakkının olmamasını da kabul etmek mümkün
değildir. Bunun başta, sağlık hakkı, hukuk devleti
çerçevesinde değerlendirilmesi gereken en önemli konulardan birisi
olduğunu da vurguluyor, Genel Kurulu tekrar saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Dora.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Osmaniye Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Türkoğlu.
Buyurunuz. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN
TÜRKOĞLU (Osmaniye) Sayın Başkan, Türk milletinin
saygıdeğer milletvekilleri; 475 sıra sayılı Kanun
Tasarısının birinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Müzakere etmekte olduğumuz
tasarı, hukukun evrensel kuralları ve Anayasa hükümleri yerine,
farklı görüş ve düşünceleri dikkate almadan Ben bilirim,
başkası bilmez ve anlamaz. tavrıyla Meclise ve topluma
dayatılan bir yanlışın şeklen düzeltilmesinden ibaret
olup hâlâ yanlışlar ihtiva etmektedir. Kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisiyle Meclisin yasama görevinin Hükûmete devrini
karıştıran iktidar partisi, bu yanlışı
şeklen düzeltme gayretindedir ancak AKP de hukukun üstünlüğü yerine,
üstünlerin hukukunu tercih etmiştir ve kendi hukukunu tesis etme ve
yaşatma arzusundadır.
Amerikan demokrasisinin kurucuları Yürütme
vahşi bir aslandır. O aslanı kontrol altında tutan
zincirler ise hukuktur. derler. Yürütme yetkisini yed-i kudretinde siyasal
iktidardır. Siyasal iktidarların doğasında ise otorite,
belirleyici unsurdur. Otorite yani siyasal iktidarın gücüyle demokrasi ve
hukuk arasında ters orantılı bir ilişki mevcuttur. Bir
ülkede yürütme erkini elinde bulunduranların otoriterleşme
eğilimleri arttıkça demokrasiye ve hukuk devletine
bağlılık azalmakta, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne olan
bağlılık arttıkça yönetenlerin otoriterliğe olan
hevesleri törpülenmektedir. Bu nedenle yürütme mutlak otoritesini tesis etmek
ve sürdürebilmek için diğer erkleri özellikle de yargı
kurumlarına daima boyun eğdirme, kuşatma ve sindirme
istidadındadır.
Bugün, Türkiye'nin
yaşadığı gerilimlerin, ayrışma ve
çatışmaların temelinde de bu sorun yatmaktadır. Yürütme
yetkisini eline geçirmiş olan iktidar, kendisini sınırlayan
evrensel hukuk ilkelerinden kurtulmaya çalışmaktadır. Demokrasi
teorisi bağlamında yürütme erkinin başı olan Hükûmetin
valisi ve polisi belki tartışmaya değer bulunabilir ancak
iş benim mahkemem noktasına gidiyorsa orada Hop, hemşehrim,
bir dakika, ne oluyoruz? derler. Biz milletvekilleri olarak defalarca
Sayın Başbakana bu kürsüden seslendik, Bu gidişat iyi
değil." dedik. Demokrasi, hak, hukuk adalet diye seslendik ama biz
bunu herhâlde nezaket içerisinde ve terbiyeli bir şekilde yapmış
olmalıyız ki Sayın Başbakan bir türlü bizi
duymamış ve dikkate almamıştır. Ancak dijital gençlik
Taksim Meydanından Hop, hemşehrim, haddini bil, çizmeyi aşma.
diye bağırmaya başlayınca bizi yıllardır duymayan
sağır kulaklar birdenbire dikiliverdi. Yıllardır
siyasetçiye, bürokrata, iş adamına, gazetecilere ve aydınlara
ayar vermeye çalışan Başbakan birdenbire Twitterli çocuk gördükleri
tarafından azarlanıp ayar verilmeye başlayınca
apışıp kalmıştır, Anadolu tabiriyle şakülü
kaymıştır
Başbakan 31 Mayıstan bu yana bir
türlü düzen tutturamamaktadır. Kâh hayali bir faiz lobisi uydurup onun
arkasına sığınmakta, kâh eski dost ve müttefiklerinin
komplolarından bahsetmektedir. Kimdir bunlar, Başbakan neden isim
verememektedir, adres gösterememektedir? Başbakan söyleyemiyor bari ben
söyleyeyim: Başbakan, dün kendisini iktidara taşıyan ulusal ve
uluslar arası sermayeyi bugün düşman ilan etmektedir. Daha dün
Soros'la Soros'un desteklediği Açık Toplum Enstitüsüyle, TESEV'le
iş birliği yapan siz değil miydiniz? Küresel sermayenin
uzantıları olan Haririlere, Oferlere özelleştirme adı
altında kamunun işletmelerini peşkeş çeken siz değil
miydiniz? ABD'deki Yahudi kuruluşlarından üstün cesaret
madalyası alan siz değil miydiniz? Türk ve Müslüman düşmanı
Papanın heykeli altında Avrupa Birliği Müzakere
Anlaşmasına imza atan, Müzakere tarihi aldık. diye gündüz
vakti havai fişek patlatan siz ve sizin belediye başkanlarınız değil
miydi? Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanıyım.
diye böbürlenen siz değil miydiniz? İş adamlarını
baskı altına alarak sermayenin ve medya kuruluşlarının
el değiştirmesine ve kontrolünüz altındaki medya
kuruluşlarında liboş kötü adamlara propaganda yaptıran siz
değil miydiniz? Bugün, ne oldu da bu çevreleri komplocu ve düşman
ilan ettiniz? Dün, iktidarınızla ulusal ve uluslararası
meşruiyet sağlayan bu mavi kuvvetlerin rengi neden
kırmızıya döndü? Eski dostlarınızla şimdi neden
düşman olduğunuzu yüce Türk milletine açık açık söyleyin.
İktidar beni sarhoş etti, güç zehirlenmesi oldum, otoriterlik
sevdasına tutuldum. deyin. Çekinmeyin, Etrafımdaki
şakşakçıların gürültüsünden milletimi duyamaz oldum,
sağırlaştım. deyin. Gözüme kibir perdesi indi, milletimin
gerçek hâlini göremez oldum, milletime karşı körleştim. deyin.
Bana iktidar nasip eden Yaradana ve Türk milletine karşı
küstahlaştım. deyin. Milleti bölecek ve parçalayacak etnik ve
mezhepsel fitneyi terk etmek gerekir. Doğuya gidince millet, Ankarada
miting meydana inince Türk milleti demekten; eski dostlarının
şerrinden kaçarken üç hilalli bayrağın gölgesine
sığınmaktan, münafıkça davranışlar sergilemekten
vazgeçin.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Ayıp, ayıp!
Sayın Başkan, böyle
konuşma olmaz hakaret ediyor Sayın Başkan.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Çünkü, bunları artık bu millet, özellikle dijital gençlik
yemiyor.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Sayın Başkan, sözünü geri alsın. Münafık ne
demek münafık, Sayın Başkan?
BAŞKAN Sayın Türkoğlu
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Bu gençlik senin televizyonlarını izlemiyor.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Sayın Başkanım, böyle konuşamaz Sayın
Başkanım, hakaret ediyor. Konuşmuyor, hakaret ediyor Sayın
Başkanım, böyle bir şey olmaz.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Bu gençlik senin gazetelerini okumuyor. Bu gençlik, propaganda
makinesi hâline getirdiğin sözde aydınlarını ve akillerini
takmıyor.
BAŞKAN Sayın Türkoğlu
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Aynen iade ediyoruz, katıyla iade ediyoruz! Ayıp sana,
gerçekten çok ayıp!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Bu gençlik, senin istismarlarına prim vermiyor. Bu gençlik
senin yalanlarına kanmıyor. Bu gençlik senin totaliter
iktidarına boyun eğmiyor. Bu gençlik senin tehditlerine pabuç
bırakmıyor.
Başbakanın on yılda
kurduğu ve ilk kez Sayın Genel Başkanımızın
kamuoyuna ilan ettiği korku imparatorluğu Twitter, Facebook
bombalarıyla infilak etmiştir.
AHMET İYİMAYA (Ankara)
Allah Allah!
ÜNAL KACIR (İstanbul) Hani siz
destek vermiyordunuz.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Sanal ekonomik istikrar balonları sönmüş, varlık
içindeki yoksulluk, adaletsiz hukuk, hürriyetsiz demokrasi ve iktidarsız
iktidar deşifre olmuştur.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Hani siz
destek vermiyordunuz.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Sen hangi
dünyada yaşıyorsun?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) Başbakan meseleyi çarpıtıp esrarengiz, gizemli
havalar çalmasın. Mesele açıktır: Türk milleti, gençliğin
şahsında artık gerçek hakkı, adaleti ve hürriyeti
aramaktadır. Türk milleti, yasakçı bir Türkiye'yi yaratan,
yasaları onaylayarak siyasi iktidarın noterliğine soyunan
Anayasa Mahkemesini sorgulamaktadır. Siyasal iktidarın
tasarruflarına meşruiyet kazandıran idari yargıyı
sorgulamaktadır. Suçunu dâhi bilmeden yıllardır tutuklu
bulunanların hakkını aramaktadır. Açılım
projeleriyle milletin bin yılda mayaladığı kardeşlik
hukukuna kasteden AKP iktidarına karşı
varlığını ve birliğini korumanın mücadelesini
vermektedir.
Bütün bu söylediklerim bir siyasi
söylem değil maalesef bizim gerçeğimizdir. Hep birlikte aklı
selim ile tekrar düşünelim. Kaseti bir an için geriye saralım.
Şayet Sayın Başbakan alkolle ilgili gerekli bir düzenleme
yaptıktan sonra "iki ayyaşın yaptığı yasa"
deyip kurucu geçmişimize hakaret etmeseydi, Kafası kıyak
gençlik istemiyoruz" demeseydi, ne olurdu!
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Sen istiyor
musun?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Gezi Parkına "o kışla yapılacak"
diyerek affedersiniz, Anadoludaki tabirle "it ürür kervan yürür"
havası yaratmasaydı. Hadi Başbakan inat etti diyelim. Peki,
yargı bir buçuk sene önce
yapılan başvuru üzerine yürütmeyi durdurma kararını daha o
zaman verseydi ne olurdu? İdareler yargı kararlarına uyarak,
yargı kararlarını boşa çıkaracak fetvazlıklar
yapmasalar ve halkın hukuk devletine olan inancını
zedelemeselerdi ne olurdu? Polislik, Üniversite ve Anadolu lisesi
sınavlarında usulsüzlük, yolsuzluk ve haksızlık
yapıldığı herkesçe bilindiği hâlde bunu yapanlar
cezalandırılmış, hak kaybına uğrayanların
hakları teslim edilmiş olsaydı, bu durum sadece ÖSYM idaresinin
tasfiyesi ve yandaş kadrolaşma için kullanılmasaydı ne
olurdu? Anayasa değişikliklerinden sonra yüksek yargıda
yapılan atama ve seçimlerde toplumun yüzde 50lik diğer kesiminin de
hassasiyetleri dikkate alınsaydı, ideolojik tartışmalarla
adalet mekanizması yıpratılmasaydı ne olurdu?
Başbakan yıkım projesi
konusunda milleti ikna etmek için profesör unvanlı veya halkın
saygı, sevgi duyduğu bir sürü şahsiyeti "akil insanlar"
deyip sokağa sal masaydı, milletin millî değerleriyle uyuşmayan söylemlerle
gerilim ortamı yaratılmasaydı ne olurdu? Başbakan
"benim kellemi istiyorlar" diye düşünüp paranoyakça bir duyguya
kapılmasaydı, kendisini koruma içgüdüsüyle hareket edip mitinglerle
safları sıklaştırmaya çalışmak yerine makul,
mantıklı ve hoşgörülü bir tavır sergileseydi ne olurdu? Bu
isyanlar, bu gerilimler, bu direnişler ve çatışmalar
yaşanır mıydı? Hayatında karakol görmemiş on
beş yaşındaki çocuklar polisle çatışmayı göze alabilir
miydi?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) DHKP-Cnin
avukatlığını yapar hâle geldin, utanmıyorsun!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Hayatının önemli bir kısmını evinde
bilgisayar başında geçiren bir gençlik gece yarılarına
kadar sokaklara dökülür, parklarda sabahlar mıydı?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) DHKP-Cnin
savunuculuğunu yapıyorsun, ayıptır! Terör örgütünün
savunuculuğunu yapıyorsun, ayıp ya!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Eline cep telefonu ve bilgisayardan başka bir şey
almamış, annesinin market poşetini bile
taşımamış bir gençlik elinde gaz maskesi, başında
baret taşır mıydı?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Terör
örgütünün savunuculuğunu yapıyorsun, ya ayıp!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Hayatı boyunca babasından tokat yememiş çocuklar
polis copu yemek için çaba gösterir miydi? Hayır.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Dükkânları yağmalayanları savunuyorsun, ayıptır ya!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) -
Bunların hiçbirisi olmazdı, küresel aktörün,
bölgesel liderin, oyun kurucu
Başbakanın Obamanın özel protokol uygulayıp gül bahçesinde
ağırladığı Tayyip Erdoğanın balonu Gezi
Parkında dijital çocuklar tarafından patlatılmazdı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Polise
saldıran teröristleri savunuyorsun! Utanman lazım ayıptır!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Gezi Parkındaki ağacın dalı
Başbakanın şişman egosuna batmış ve büyük bir
gürültüyle patlamıştır. Bütün bu kaosun tek sorumlusu
Başbakanın kibri ve egosudur. Başbakan her ne kadar Mesajı
aldım. dese de davranışları hiç de mesaj almışa
benzememektedir. Camide içki içtiler, elimde görüntüler var, ayaklar baş
olmuş, hesap soracağız. diyerek sürekli aba altından sopa
göstermektedir.
RECEP ÖZEL (Isparta) İçmediler
mi?
YILMAZ TUNÇ (Bartın) MHP kabul
ediyor mu?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - On beş gündür bahsettiği camideki görüntüleri bekliyoruz
ama bir türlü göremiyoruz. Başbakanın elinde böyle bir görüntü
yoktur. Milletin birliğini ve sosyal barışını
düşünen bir Başbakan böyle bir görüntü olsa dahi bunu söylememelidir.
RECEP ÖZEL (Isparta) Osmaniyede bu
konuşmayı yapsana.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Devamla) - Çünkü bunu söylemek milletin birliğini kutsal kabul
ettiğimiz manevi değerleri üzerinden dinamitlemeye
çalışmaktır. Başbakan bu millete yazık etmektedir.
Bunun hesabını Allahtan önce millet sorar adama.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Türkoğlu.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
İşçi Partisinin konuşma metni, Doğu Perinçekin!
ÜNAL KACIR (İstanbul)
Konuşmaları karıştırdı; CHPnin konuşma
metnini almış.
MAHMUT TANAL (İstanbul) Kafana
taş düşse CHP diyeceksin ya!
BAŞKAN Şimdi, Sayın
Canikli cevap verecek de duyulsun.
Buyurun.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle gerçekten utanç verici, bu
Meclise yakışmayan bir konuşma dinledik. Çok ayıp,
hakaretten başka bir şeyi olmayan, içinde zerre kadar
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Hangisinin hakaret olduğunu söyle, özür dileyeceğim!
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla)
insaftan, nasipten nasibini almamış bir konuşma
dinledik. Ayıp!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Bak söz veriyorum sana. Hangisinin hakaret olduğunu söyle,
özür dileyeceğim!
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Hepsi
hakaret!
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Bir tanesini söyle.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) Tepeden tırnağa hakaret. Sayın Başbakana
nasıl münafık dersiniz?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Başbakana münafık demedim ben. Sen duyduğunu
anlamıyorsun. Sen bir kontrol et, aç tutanaklara bak; ne söylediğimi
ben biliyorum, burada yazılı.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
Bakın, ben de burada çıkan misilleme olarak aynı şekilde
kullansam ne olur? Böyle bir şey olabilir mi? Burada çıkıp
illegal örgütlerin, DHKP-Cnin devlete karşı ayaklanma
başlatanların avukatlığını yapıyorsunuz,
sözcülüğünü yapıyorsunuz, tabanınız buna ne der?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yok böyle
bir şey.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Aynen öyle. Evet, aynen öyle. Polise silah sıkan, polise
karşı gelen, vurup kıran, yıkan ne kadar illegal örgüt
varsa onun avukatlığını yapan bir konuşma izledik
burada. Ülkücü taban bunu kabul ediyor mu?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Öyle bir
şey yok, doğru anlayın.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Ben doğru anlıyorum, kelimeler çok net. Siz esas ona
şey yapın Sayın Şandır, lütfen. Böyle bir konuşma
olabilir mi?
REŞAT DOĞRU (Tokat) Öyle
bir şey demedi.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Orada devlete başkaldırı vardır, orada
nizamı, sistemi yaralamak amacıyla, ortadan kaldırmak
amacıyla bir başkaldırı vardır. Onun
savunuculuğunu yapıyor konuşmacınız. Bu mu resmî
açıklamanız, resmî görüşünüz bu mu? Böyle bir şey olabilir
mi? Elbette eleştirilebilir. Bütün hakaretleri misliyle iade ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Canikli, hakaret yok konuşmada.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Ama bir Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilinin çıkıp
burada, ne kadar illegal örgüt varsa, yakan, yıkan illegal örgüt varsa,
onların avukatlığına soyunmasını gerçekten
yadırgıyorum, kınıyorum ve hiçbir ülkücünün bunu hak
etmediğini düşünüyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Başkanım, Milliyetçi Hareket Partili
Müsaade ederseniz
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Bence
Bağlamaz. diyecek.
RECEP ÖZEL (Isparta) Bağlar.
der.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Bağlar. derse çok yazık olacak.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU
(Osmaniye) Üç hilalli bayrakta yer geniş, gelin gelin, size de yerimiz
var, buyurun. Öyle mitinglere sahte ülkücü götürmeyin.
BAŞKAN Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Değerli arkadaşlar, Sayın Milletvekilimin asla hakaret
kastı yoktur. Soru sorarak
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Sayın Şandır, yapmayın, hakaret. Biz de
çıkalım, aynı şeyleri söyleyelim. Olur mu ama ya!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Sayın
Canikli, Sayın Milletvekili kendisi de ifade ediyor: Hakaret kastım
yok, hangi cümlede hakaret varsa onu ortaya koyun. diyor.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Ağzından çıkan kelime önemli ama. Yapmayın
Allah aşkına! Biz de çıkalım aynı kelimeleri kullanarak
öyle bir konuşma yapayım, bakalım siz ne diyeceksiniz?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Efendim,
hayır. Tutanaklardan
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Yapmayın lütfen Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Sayın Canikli, bakın, Milliyetçi Hareket Partisi olarak her
defasında burada hakaret kastını, hakaret fiilini şiddetle
tenkit etmişizdir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Sayın
Şandır, konuşmanın arkasında mısınız?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Efendim,
az müsaade et kardeşim.
Yani hep beraber okuyalım
konuşmayı. Soru sorarak arkadaşımız konuştu.
Kalkarsınız, sorulara cevap verirsiniz.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Hakarete nasıl cevap vereceksiniz Sayın Şandır?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) -
Sayın Canikli, sorulara cevap verirsiniz. Asla hakaret kastı yoktur
arkadaşımın, kendisi de ifade ediyor. Milliyetçi Hareket
Partisinin Gezi olaylarıyla ilgili değerlendirmesi Sayın Genel
Başkan tarafından yapılmıştır ve Türkiye
tarafından, dünyaca takdirle karşılanmıştır.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Biliyorum, biliyorum. Biz de takdir ediyoruz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Biz de
onun için şaşırıyoruz zaten.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Şimdi, benim konuşmacı arkadaşımı, benim
arkadaşımı DHKP-Cnin avukatı olmakla suçlamak size
yakışmamıştır. Esas hakareti siz yaptınız
Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Yapmayın Allah aşkına, yapmayın!
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Değerli arkadaşlar, evet, Türkiye on yıllık AKP
iktidarından sonra bugün çok kötü günler yaşamaktadır. Gezi
olaylarıyla ilgili bizim sözlerimiz ortadadır, ne söylediğimiz
belli ama bunu nizami yapmanız lazım Sayın Canikli. Bu Türkiye
ve sizin yönettiğiniz Türkiye. Bununla ilgili bir şey söylemeniz
lazım.
ALİM IŞIK (Kütahya) Cizre
orası, Cizre!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Buna
cevap veremedikten sonra kalkıp Gezi olaylarıyla ilgili sayın
milletvekilinin söylediklerini burada avukatlık olarak suçlamanız
size yakışmamıştır Sayın Canikli.
Evet, bu, sizin yönettiğiniz
Türkiye. Bakın
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Sayın Bahçelinin değerlendirmesiyle milletvekilinizin
konuşması arasında dağlar kadar fark var.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Beraber
inceleyelim, birlikte inceleyelim sayın milletvekilinin
konuşmasını.
ÜNAL KACIR (İstanbul) O
konuşmaya katılıyor musun, katılmıyor musun?
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Hakaret
olursa
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Kayıtlara geçti Sayın Şandır, kayıtlara
geçti.
MEHMET ŞANDIR (Devamla)
Bakın, tutanakları birlikte inceleyelim, eğer hakaret varsa
çıkar, burada özür dilerim ama hakaret yok.
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Şandır.
Birleşime on dakika veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.49
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.57
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Fatih ŞAHİN (Ankara)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 125inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
475 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
4.- Yargı Hizmetleri ile İlgili
Olarak Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/785) (S. Sayısı 475) (Devam)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Uşak Milletvekili Sayın Dilek Akagün Yılmaz.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Uşak) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
475 sıra sayılı Yasa
Tasarısının birinci bölümü üzerinde partim Cumhuriyet Halk
Partisi adına görüşlerimizi bildirmek üzere söz almış
bulunuyorum ama öncelikle tasarıyı değerlendirmeye geçmeden önce
bazı gündemimizdeki konularla ilgili görüşlerimi sunmak istiyorum.
Bu çiçekleri getirmemin nedeni
Taksimde 22 Haziranda insanlar, Taksim Gezi Parkı protestoları
sırasında ölen insanlarımızı, Mehmet Ayvalıtaş,
Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve polis memuru Mustafa Sarıyı
anmak adına o gün 19.00da orada toplandılar. Ellerinde hepsinin de
karanfiller vardı. Bu karanfiller gördüğünüz gibi arkadaşlar hiçbir
şekilde şiddet niteliğinde bir şeyi içermiyor. Bunlar,
hepimizin de bildiği gibi aslında barışın ve belki de
hüznün simgesi. İnsanlar orada bu duygularını dile getirmek,
saygıyla o insanları anmak ve Gezi Parkındaki olaylardan
dolayı yaşamlarını kaybeden insanları orada yeniden
anmak üzere bulunuyorlardı. Ama ne yazık ki bakın, o gün, 22
Haziran 2013 tarihinde hiçbir taşkınlık
yapılmadığı hâlde, insanlar hiçbir şekilde bir yerde,
ne polise ne çevredeki binalara ne de oradaki başka bir yerde herhangi bir
taşkınlık yapmadıkları hâlde polis orada aynen şöyle
söyledi: Halka ait alanı işgal ediyorsunuz, alanı
boşaltın. Şimdi, oradaki insanlar halk değil miydi?
Halktan kasıt nedir? Barışçıl bir şekilde orada,
acı içinde olan insanları anmak için eğer bulunuyorlarsa o
insanlara hoşgörü gösterilemez miydi? Oradaki taleplerini, özgürlük
taleplerini, demokrasi taleplerini ve bu ülkede artık diktatörlükle
yönetilmek istemediklerine dair taleplerini dile getiriyorlarsa bu en
doğal hakları değil mi? Biraz önce Sayın Bakan dedi ki:
Şiddet içermeyen her türlü görüş beyan edilebilir. Karanfillerle
orada gösteri yapmak şiddet içeren bir olay mıydı da polis orada
önce tazyikli suyla, ardından TOMAdan sıktığı
gazlarla, ardından coplarla saldırdı? Kadınlar vardı,
çocuklar vardı, yaşlı insanlar vardı, engelli insanlar vardı,
onların hepsine de saldırıldı. Çünkü o gün insanlar bir
anma toplantısı olacak diye, herhangi bir saldırı olmayacak
düşüncesiyle gittiler, çocuklarıyla gittiler ve o çocuklarıyla
beraber o gaza, o şiddete orantısız ve hukuk dışı
polis şiddetine maruz kaldılar. İşte o nedenle bu insanlar
susmuyorlar, işte o nedenle bu gençliği susturamıyorsunuz, o
nedenle bu halk hareketini engelleyemiyorsunuz. Böylesine en masum gösterilere
bile gaz, su sıkıyorsanız, copla saldırıyorsa polis,
Bunun talimatını da ben verdim. diyorsa eğer Başbakan,
işte o zaman insanlar susmazlar, susturamazsınız,
susturamayacaksınız.
Bir konudan daha bahsetmek istiyorum:
Ethem Sarısülükü öldüren polis dün serbest bırakıldı, adli
kontrole tabi tutarak serbest bırakıldı. Gerekçesi şu, hâkimin
gerekçesini de okudum, avukat arkadaştan aldım: Meşru müdafaa
sınırları içerisinde kalabilirmiş. Eğer sizler de
baktıysanız, kamuoyuna yansıyan videolara baktıysanız
amir eğer zahmet edip de okursanız bu dosyayı- aynen şöyle
söylüyor: Ben polislerin geri çekilmesi konusunda talimat verdim ve geri
çekilmeleri konusunda her türlü önlemi de aldım. Ama bu polis, Ethem
Sarısülükü öldüren polis, amirin çekilme talimatına
uymaksızın kalkanını yere bırakıyor ve gidiyor
göstericilerin üzerine doğru; yerde yatmakta olan, tazyikli su ve gaz
sonucunda yere yatmış durumda olan göstericiyi tekmelemeye
başlıyor. Bunun üzerine oradaki insanlar tepki gösteriyorlar ve
polisin arkasında en ufak bir engel yok videoları izlerseniz- gidebilecek
durumda, orada göstericiler eğer onun üzerine doğru geliyorsa
kaçabilecek durumda. Bunu yapmıyor, geri çekilmiyor, amirinin emrini de
dinlemiyor ve ondan sonra silahını çekiyor ve ateşliyor. Oradaki
video kasetlerine bakarsanız herhangi bir şekilde eline taş
gelmiş falan da değil, havaya doğru falan da ateş
etmiş değil. Doğrudan doğruya, kinle ve nefretle
yaratılan kin ve nefret ortamından dolayı hedef gözeterek Ethem
Sarısülüke karşı silahını sıkıyor ve
ölümüne neden oluyor.
RECEP ÖZEL (Isparta) Dilek
Hanım, yargının alanına müdahale ediyorsun bak.
Yargının kararına müdahale etme.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Şimdi, eğer buna meşru müdafaa dersek, meşru
müdafaanın sınırlarının hepimiz ne olduğunu
biliyoruz. Başka türlü kurtulamayacaksa eğer yani bir de üstelik bu polis
memuruysa, havaya ateş etmek yerine yani insanların üzerine
doğru ateş ediyorsa, bunu bilinçli olarak yapıyorsa bu kasten
adam öldürmektir. Bunun adına meşru müdafaa diyemezsiniz.
RECEP ÖZEL (Isparta)
Yargılamayla ilgili konuşmanız doğru mu?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Bundan sonraki aşamalarda Bülent Arınç bu konuda dedi ki: Meşru
müdafaa sınırları içinde kaldı. Bülent Arınç
söyleyince yargıya müdahale olmuyor, biz söyleyince yargıya müdahale
oluyor arkadaşlar.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) O da
müdahale.
RECEP ÖZEL (Isparta) O da müdahale.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Biraz objektif olmanızı tavsiye ediyorum size. Bundan sonra bu
şekilde kararlar verildiği takdirde,
siyasallaştırmış olduğunuz yargı tarafından
bu kararlar verildiği takdirde, artık her polis Ben, önüme
çıkan, kafamı kızdıran ya da sinir olduğum
insanları öldürebilirim. kanaatine kapılacak ve bundan sonra, siz,
gösterilerdeki polisin şiddetini, silahla ateş etmesini asla engelleyemeyeceksiniz.
Bundan sonraki süreçte biz bunu yaşayacağımızdan korkuyoruz
ve bu polisin yeniden tutuklanması gerektiğini, kasten adam
öldürmekten yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu, ancak
bu şekilde engellenebilir. Sorumlularla ilgili soruşturma
açacağım. diye uydurma bir şekilde insanları teskin ederek
değil, gerçekten gereğini yaparak, bu yargının üzerindeki
elinizi çekerek, ancak bu şiddet eylemlerine engel olabilirsiniz.
Bunun yanında bir de şunu
söylemek istiyorum: Bir de bu Gezi Parkı olaylarından sonra, halk
hareketlerine hâkim olamadığınız için, bu
kendiliğinden gelişen ve diktatörlük hareketine karşı,
Tayyip Erdoğanın baskıcı sistemine karşı
gelişen halk hareketini engelleyemediğiniz için Bunun arkasında
faiz lobisi, bunun arkasında Cumhuriyet Halk Partisi vardır.
sözlerini söylediniz ve ardından da Cumhuriyet Halk Partisinin
kapatılması gerektiğini, Sayın Cemil Çiçek, bu Meclisin
Başkanı olan Sayın Cemil Çiçek, Cumhuriyet Halk Partisinin
kapatılabileceğini ima etti, Sayın Başbakan aynı
şeyi yaptı ve Melih Gökçek, Ankara Belediye Başkanı,
Cumhuriyet Halk Partisinin kapatılması konusunda kampanyalar
açtı.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Komisyona gelmediniz, kanunla ilgili konuşamazsınız.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Bu, nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Bu nasıl bir
yaklaşımdır? Bunu şiddetle protesto ediyoruz. Hiç kimsenin
gücü yetmez, Cumhuriyet Halk Partisi gibi bu ülkenin kurucu felsefesini
oluşturan, bu ülkenin kurucu hamurunda yeri olan Cumhuriyet Halk Partisini
kapatmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Bir kere, böylesi bir şeye asla tevessül
etmemeniz ve ağzınıza dahi almamanız gerekmektedir. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunun yerine, kapatılması
gereken, eğer kapatılıyorsa, kapatılması gerekecekse
bu kadar şiddet eylemine neden olan AKP kapatılmalıdır
aksine.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) Komisyona
katılmadınız, kanunla ilgili bir şey
konuşamazsın.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Bunun yanında, bir de önümüzdeki günlerde 2 Temmuz Sivas
katliamının 20nci yıl dönümünün anma etkinlikleri var. 2 Temmuz
1993te, orada, Madımak Otelinde, insanlar sadece düşüncelerinden
dolayı ya da mensup oldukları dinî anlayıştan dolayı
orada yakıldılar, diri diri yakıldılar orada, 35 can.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Kim
vardı iktidarda?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) Bu
35 canın hesabı
Gerçek yaptıranları ne yazık ki
ortaya çıkmadı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
İktidarda kimdi?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) O
Madımak Oteli ne yazık ki müze hâline dönüştürülmedi.
RECEP ÖZEL (Isparta) İktidarda
siz vardınız ya.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) Bu
nedenle, bakın, bu karanfillerin bir nedeni de bu, orada 35 can öldü ve
bunların hesabı sorulmadı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
İktidarda siz vardınız o zaman.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Bunun hesabının sorulmamasının, zaman
aşımına uğramasının aslında nedenleri de AKP
iktidarıdır, bunu söylemek istiyorum. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Başbakan, bu ülkede, Sivastaki gibi
olayların olması için neredeyse uğraşıyor,
insanları Alevi-Sünni diye ayırıyor
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa)
Dilek Hanım, kanun neydi?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
insanları yüzde 50 benden yana ve diğerleri diye
ayırıyor, Kürt-Türk diye ayırıyor, Başbakan bu
ayrımı yapıyor. Başbakanın bu tahrik etmesi sonucunda,
bakın, Rizede
YILMAZ TUNÇ (Bartın)
Bunların hepsini tersten söylüyorsunuz.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Gezi olayları başladığında bir olay
yaşandı.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Biz
birleştiriyoruz, sen ayırıyorsun.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Atatürkçü Düşünce Derneğindeki insanlar Rizede bir basın
toplantısı yapmak istediklerinden dolayı orada linç
girişimine tabi tutuldular, altı buçuk saat boyunca dernek
binalarında mahsur kaldı o insanlar. Eğer Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, ilçe başkanımızla, grup başkan
vekillerimizle ve Genel Başkanımızla o olaya müdahale
etmeseydik, valiyle gerçekten görüşülmesi gerektiği gibi sert bir
üslupla görüşülmemiş olsaydı
30 tane polisle bin tane
insanın durdurulabileceğini iddia ediyordu vali, bunu biz engelledik.
Bakın, bu türden şeylere girdiğiniz zaman, insanları tahrik
ettiğiniz zaman başımıza neler gelebileceğini
görmenizi istiyoruz. Bir daha, biz, 2 Temmuzdaki gibi olayların asla
yaşanmasını istemiyoruz ve bu ülkede, bu ülkenin bir
kısmında Kuzey Kürdistan denilerek ayrı bir bölge
oluşturulması
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
konusunda ya da yeni bir polis teşkilatı oluşturuluyormuş
gibi Cizrede, bu türden
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Dilek
Hanım, Şiddete karşıyız. diyemiyorsun ama.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
bu ülkedeki barış ortamını işte o zaman yok
edeceksiniz
YILMAZ TUNÇ (Bartın) CHP olarak
şiddeti savunmuyoruz. diyemiyorsun. Niye diyemiyorsun?
RAMAZAN CAN (Kırıkkale)
Dilek Hanım, gülleri koparmasaydın daha iyiydi.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Bu çiçekleri, Taksim Gezi Parkı
olaylarında ölen 4 insanımıza, şehidimize ve 35
canımıza, Sivasta 2 Temmuz 1993te katledilen 35 canımıza
RECEP ÖZEL (Isparta) Hadi, bugün
akşam haberlerde yer alacaksın.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
saygı adına burada bırakıyorum. Umarım, bu çiçekler
size vicdanınızın sesini hatırlatır.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Şahıslar adına
Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğan.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Polisin
intikamını aldık. diyen vekilinize ne diyeceksiniz?
RECEP ÖZEL (Isparta) Sana verdi bak
Mehmet Bey karanfilleri.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla)
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Çiçekleri bana verir
misiniz.
Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN (Muğla)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra
sayılı Kanunun birinci bölümü üzerinde şahsım adına
söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
AKP iktidarı, çok kanun
değiştirmeyi bir başarı gibi görmektedir. Bu, son derece
yanlış bir algıdır. Bu devletin en önemli görevi, adaleti
doğru ve zamanında tecelli ettirmektir. Adalet mülkün temelidir.
Buradaki mülk devlettir. Devletin bekası, adaletin tecellisindeki başarımıza
bağlıdır.
Her yasama yılında beş-on
yargı paketi ve değişik aflar çıkararak adalet
sağlanmaz. Adaletin tecellisi için kalıcı, adil ve herkesi
tatmin edecek kanunlar yapmak gerekir, rüzgâra göre kanun yapılmaz. Hele,
adaletin işleyişiyle ilgili olarak Meclisi yok
sayacaksınız, kanun hükmünde kararnameyle adaletin
işleyişini düzenleyeceksiniz; bu, çok vahim ve Parlamentoyu yok sayan
bir durumdur.
Üstelik, yaptığınız
kanun hükmünde kararname, kendi el attığınız Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edilecek ve bir gün bu paketi yeniden görüşmek
zorunda kalacaksınız. Şimdi, tamirat için bir paket
getireceksiniz. Yargının sorunlarını adli tatili bir hafta
uzatarak ya da kısaltarak çözemezsiniz. Bugün yargının en temel
sorunu yargıya olan güvenin azalmasıdır. Bu da AKP
iktidarının eseridir.
İkinci sorun, yargıya
ulaşmayı zorlaştırıyorsunuz. 100den fazla ilçede
adliyeyi kapattınız.
Üçüncü sorun, yargılamanın
uzun sürmesidir.
Dördüncü sorun, yargının
bağımsızlığı. Yani, iktidar ve savcılar
Diyarbakırdaki nevruz mitingini görmüyorlar ama Gezi olaylarını
bitirmemek için durmadan kaşıyorlar.
Gezi olaylarından söz
açılmışken, tabii, bunu herkes kendi cephesinden
değerlendirdi. Aslında Gezi olaylarında ortaya çıkan tablo
AKPnin en son eseridir. AKP iktidara geldiğinde Gezi olaylarında
eylemlere katılan 17 yaşındaki çocukların çoğu okula
bile başlamamıştı. Şapkanızı önünüze koyun
ve Gezi olaylarını doğru okuyun. Bu nesli siz
yetiştirdiniz, size karşı taşlarla, sopalarla geliyorlar.
Bu çocukları polisle, taşla, sopayla, gazla, biberle
durduramazsınız; bu çocukları anlamaya çalışın.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Çocuk
mu, provokatör mü?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - Onun
içinde 3 tane provokatör varsa 300 tane çocuk var. O 3 provokatörü
yakalamıyorsanız o da sizin âcizliğinizdir.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli)
Yakıp yıkan, talan eden, adam öldüren çocuk mu oluyor?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) -
MİTin görevi PKKyla görüşmek değildir; MİTin görevi,
İstihbaratın görevi bu provokatörleri ortaya çıkartmaktır.
Burada boşuna çene yormayın.
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Türk bayrağını
yakanlar çocuk mu?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - PKK
yurt dışına çekildi. diye milleti kandırdınız
ama Cizrede PKK
İşte, biraz önce Sayın Grup Başkan
Vekilimiz gösterdi, fotoğrafları ortaya koydu. KCK, PKKyla birlikte
öz güvenlik gücünü kurdu, eğitti, bunları siz hiç görmezden
geliyorsunuz. Sadece Gezi olaylarındaki provokatörlere bakıyorsunuz,
biraz da aynaya bakın. Yine
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Çocuk
diyorsun onlara!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) -
İçlerinde 17 yaşında yüzlerce çocuk var, hâlâ mı görmüyorsunuz?
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Türk
bayrağını yakan çocuk mu?
BAŞKAN Lütfen birbirinize
bağırmayın!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - Türk
bayrağı olmadan mitingler yapılırken neredeydiniz?
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) -
Polise silah çeken çocuk mu?
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) -
Bırakın onu siz, onları başkalarına anlatın!
BAŞKAN Birbirinize
bağırmayın!
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) Çocuk
diyorsun bir de!
MEHMET ERDOĞAN (Devamla) Yine,
Haburda çadır mahkemesi kurulması da sizin eserinizdir ve
yargıya olan güveni sarsmıştır. Ülkemizde herkes adaletin
huzuruna götürülürken siz adaleti teröristlerin huzuruna götürdünüz. Onlarca
general, gazeteci sebepsiz yere tutuklandı ve iddianame bile
hazırlanmadan aylarca tutuklu kaldı; bu, yargıya olan güveni
sarsmıştır. Yargıya olan güvenin yeniden tesisi için AKP
Ben her şeyi bilirim demekten vazgeçmeli, ortak akılla kanun
yapmayı öğrenmelidir.
Biz yüzde 50 oy aldık,
istediğimizi yaparız mantığından
kurtulmalısınız. Yüzde 50 oy size istediğinizi yapın
diye verilmedi, doğruları yapın diye verildi.
Aklınızı başınıza alın kibirden kurtulun,
kibir tehlikeli bir şeydir. Yargının
bağımsızlığını yeniden sağlayacak bir
yapıyı yeniden kuralım. Adalet herkese lazım,
unutmayın pek yakında size de çok lazım olacak.
Başta hâkim, savcılar olmak
üzere bütün yargı çalışanlarının sorunlarını
doğru tespit edip, çözelim.
Yargının
hızını kesen bütün yanlışlara son verelim, adalet
zamanında tecelli etsin, zamanında tecelli etmeyen adalet, adalet
değildir.
Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
İstanbul Milletvekili Sayın
Sedef Küçük, buyurunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 475 sıra
sayılı Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
yargıyı konuşuyoruz, yargıda iyileştirme
yapılması gerektiğini konuşuyoruz. Hepimiz
yargının işleyişinden şikâyetçiyiz ve reformlar
yapılsın istiyoruz, haklıyız da. Evet, yargıda
reformlar yapabiliriz, bir şeyleri düzeltebiliriz. Peki ya adaleti
nasıl kuracağız? Peki ya vicdanları nasıl
temizleyeceğiz? Peki ya Ethem Sarısülükün hesabını
kendimize nasıl vereceğiz? Yitip giden canların kıymetini
nasıl ölçeceğiz? Ne yazık ki yargı bazı yaraları
kapatmıyor.
Sorarım size, vicdandan ve
adaletten yoksun bir yargının kime ne faydası var? Kitaptan,
ameliyat maskesinden, iki arkadaşın konuşmasından örgüt
yaratan bir yargı, tecavüze uğrayan çocukları görmüyor bile.
Ethem Sarısülükü öldüren polisi tutuklayamayan yargı, poşu
taktı diye bir genci aylardır tutuklu yargılıyor bu ülkede.
Sorarım size: Böyle bir yargı sisteminin neresinde adaleti
bulacağız? Bunları görüp içi sızlamayanın ya vicdanı
kararmıştır ya da adalet duygusundan nasibini
almamıştır. Haksızlık etmek istemiyorum, sorunlu olan
yalnızca yargı sistemi değildir. Neresinden bir ip çeksen
kırk yaması dökülen bir sistemin içinde yaşıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
yargıya talimat verebilen bir yürütmenin olduğu sistemden daha
fazlasını da beklemek haksızlık olur. Öyle bir sistemde
yaşıyoruz ki kapalı garajlarda onlarca polis, gençleri
öldüresiye dövebiliyor, hastanelere gaz bombası atabiliyor. Bu ülke
halkına bir ay içinde 150 bin gaz fişeği sıkılabiliyor.
Avukatlar adliyeden sürüklenerek çıkarılıyor ve savcı buna
izin veriyor. Gencecik kızlar, insan onuru ayaklar altına
alınarak çırılçıplak soyularak aranabiliyor ve bunu bu
ülkenin polisi yapıyor, bu ülkenin polisi bu ülkenin insanlarına
yapıyor ve daha da acı verici olanı, bunları yapanlara
Destan yazdınız. deniliyor.
Değerli milletvekilleri, bu ülkede
bir meydanda toplananları millî irade diye nitelerken bir başka
meydanda toplananları onlar-bunlar diye ayrıştıran bir
bakış açısı var. Onlar denilen kimlerdir? Düşman
mıdırlar? Kimin böyle bir ayrım yapmaya hakkı vardır?
Halk, onlar, bunlar, ayaklar, başlar diye ayrılıyorsa
hakikaten çok ciddi bir sorunumuz vardır demektir. Onlar, bunlar
denilenler, vatan hainliğiyle suçlananlar bu ülkenin gençleridir, hepimizin
geleceğidir. Emin olun, bu gençler de onları onlar, bunlar diye
ayıranlar kadar çok seviyorlar. Vatan haini denilen, çapulcu denilen o
gençler ki tarihin en güzel yerinde son sözü söyleyecek onlardır.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Her yeri
yağmalayacaksın, ondan sonra en güzel yer olacak.
SEDEF KÜÇÜK (Devamla) Değerli
milletvekilleri, bu ülkede birileri birilerini ötekileştirdiği için
çok acı çekildi, çok can yandı. Unutulmamalıdır ki
ötekileştirmek çok tehlikeli bir tuzaktır. Yalnızca ötekileştiren
için değildir bu tuzak, hepimiz içindir.
Ötekileştirmek barış
getirmez, kardeşlik getirmez, bu kadim coğrafyada yaşayan herkes
bu gerçeği bilir. Onlar-bunlar demenin derin ve onulmaz yaralar
açtığını hepimiz iyi biliriz. Bizim ötekileştirmeye
değil, onurumuzla yaşayacağımız bir ülkeye ihtiyacımız
var. Bizim diyebileceğimiz, kimsenin yok
sayılmadığı, ayrımcılığa
uğramadığı, kimliklerimizle gurur duyabileceğimiz bir
ülkeye ihtiyacımız var. Bizim barışın diline
ihtiyacımız var. Bizim karanfillerin diline ihtiyacımız
var.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Onun için
şiddeti savunuyorsunuz.
SEDEF KÜÇÜK (Devamla) Son
yaşadığımız bir ay içinde gençler bu dilin de var
olabildiğini, farklı bir dünyanın mümkün olduğunu bize
gösterdiler. Bu sese, geleceğimize kulak verelim, bunu da heba etmeyelim
diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Soru-cevap yoktur, tamamladık.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma saati:
20.18
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.20
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Özlem
YEMİŞÇİ (Tekirdağ), Fatih ŞAHİN (Ankara)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 125inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
475 sıra sayılı Kanun
Tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada yer alan,
Pan-Avrupa-Akdeniz Tercihli Menşe Kurallarına Dair Bölgesel
Konvansiyonun Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
5- Pan-Avrupa-Akdeniz Tercihli Menşe
Kurallarına Dair Bölgesel Konvansiyonun Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/770) (S. Sayısı: 467)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
6ncı sırada yer alan,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Avrupa
İşleri Konusunda Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
6- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya
Hükümeti Arasında Avrupa İşleri Konusunda Mutabakat
Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/681) (S. Sayısı: 429)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, bundan
sonra da komisyonun bulunmayacağı
anlaşıldığından Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşleri sırasıyla
görüşmek için 27 Haziran 2013 Perşembe günü, alınan karar
gereğince, saat 14.00te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
İyi geceler.
Kapanma Saati: 20.21