TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
127nci
Birleşim
1
Temmuz 2013 Pazartesi
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- YOKLAMA
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, astsubayların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/684)
2.- Osmaniye Milletvekili Hasan
Hüseyin Türkoğlu ve 19 milletvekilinin, 4/Cli personelin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/685)
3.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal ve 20 milletvekilinin, FATİH Projesinin doğurabileceği sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/686)
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, AK PARTİnin Grup Başkan Vekilliğine, Meclis Başkan Vekilliğine ve Başkanlık Divanı üyeliklerine seçilen milletvekillerini kutladığına ve Sivas Madımak katliamının 20nci yıl dönümüne ilişkin açıklaması
2.- Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmazın, Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhanın Onuncu Kalkınma Planının birinci bölümü üzerinde şahsı adına yaptığı konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve arkadaşları tarafından başta yaşanan intihar olayları olmak üzere 4/C statüsünde çalışanların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/213); Elâzığ Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşları tarafından 10/4/2012 tarih 4283 sayı ile özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına atanan personelin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergelerinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebinin, Çankırı Milletvekili İdris Şahinin CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Canın CHP grup önerisi üzerinde yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın, Sinop Milletvekili Engin Altayın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle konuşması
4.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın sataşma nedeniyle yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması nedeniyle konuşması
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S. Sayısı: 476)
IX.- OYLAMALAR
1.- (S. Sayısı: 476) Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresinin oylaması
X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkesin, Diyanet İşleri Başkanlığının çözüm süreciyle ilgili çalışmalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağın cevabı (7/22188)
2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, selada vefat edenlerle ilgili duyurunun Kürtçe yapılabileceği ile ilgili açıklamasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağın cevabı (7/22259)
3.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlakın, özelleştirmeler, özelleştirmelerden elde edilen gelirler ve bu gelirlerle yapılan yatırımlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/22512) Ek cevap
4.- Erzincan Milletvekili Muharrem Işıkın, TBMM Kampüsü içinde görüldükleri iddia edilen kişilere ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet Sağlamın cevabı (7/23248)
5.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin, TRTde görev yapan bir müfettişin hazırladığı teftiş raporu ile ilgili iddialar ve bazı TRT kanallarında çalışan yabancı uyruklu kişilere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/23656)
6.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, bağlı kurum ve kuruluşlara ait lojmanlar ile söz konusu lojmanların satışına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/23659)
7.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akarın, Kocaelinin Kartepe ilçesinde hayatı olumsuz bir şekilde etkilediği iddia edilen kokuya ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/23706)
8.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, Bakanlığın tanıtım faaliyetleri ile ilgili çeşitli hususlara ve TOKİ tarafından yürütülen bir projeye ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/23709)
9.- Manisa Milletvekili Erkan Akçayın, İlbanktaki uzmanların ek göstergelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/23710)
10.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, kara ve deniz alanlarında çölleşme etkisindeki arazilere ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/23713)
11.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlara ait lojmanlar ile söz konusu lojmanların satışına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/23876)
12.- Antalya Milletvekili Gürkut Acarın, Türkiye ve Antalya ili özelinde millî parkların yüzölçümündeki değişimler ve bu alanların maden işletmelerine açılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23921)
13.- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceerin, açılan taş ocakları ile bunların çevreye etkilerine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23927)
14.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, ekoturizmin geliştirilmesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23929)
15.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, 2002-2013 yılları arasında maden alanlarının iyileştirilmeleri amacıyla halofit kullanımına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23934)
16.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, 2002-2013 yılları arasında bir bitki kullanılarak gerçekleştirilen erozyonla mücadele çalışmalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23939)
17.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, nesli tehlike altında olan türlerin korunması için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/23943)
18.- Antalya Milletvekili Gürkut Acarın, İstanbul Eyüpteki bir orman alanının tahsis ve satış sürecine ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/24036)
19.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıakanın, bağlı kurum ve kuruluşlar tarafından kiralanan ve kiraya verilen hizmet binaları ile araçlara ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24050)
20.- Tekirdağ Milletvekili Bülent Belenin, Tekirdağda Bakanlığa bağlı birimlerde istihdam edilen personele ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/24140)
21.- Mersin Milletvekili Ali Özün, Orta Doğuda faaliyet gösteren Türk şirketlerinin Arap Baharı öncesi ve sonrasındaki yatırımlarına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/24142)
22.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akovanın, pirinçteki KDV oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin cevabı (7/24308)
23.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüzün, üniversite öğrencilerine zorla kredi kartı kullandırılmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/24333)
24.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Kocaeli Üniversitesi çevresindeki çam ağaçlarının zararlı haşerattan korunması için yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/24376)
25.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akovanın, geçici orman işçilerine kadro verilmesine ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/24378)
26.- Adana Milletvekili Murat Bozlakın, Tuncelideki kaçak orman kesimi iddialarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/24475)
27.- Diyarbakır Milletvekili Emine Aynanın, Doğu ve Güneydoğu Anadoluda resmî ilan yayınlama hakkı verilen yerel gazetelere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24758)
28.- İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önderin, gazetecilerin mesleki sorunları ve basın özgürlüğüne ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24759)
29.- Tokat Milletvekili Orhan Düzgünün, bazı vakıflar aracılığıyla yurt dışına gönderilen öğrencilere ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24763)
30.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24765)
31.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin, Anadolu Ajansı Haber Akademisinin muhabir olan ilk mezunlarının aynı kadroda görev alan eski muhabirlerden daha yüksek maaş aldıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/24766)
32.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın, Artvinin Ardanuç ilçesindeki TOKİ projesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/24846)
33.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/24858)
34.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin, Bakanlık tarafından psikolojik tacizin (mobbing) önlenmesi kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/24873)
35.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/24874)
36.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışan taşeron işçilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/25034)
37.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, promosyon ödemesi ile ilgili yapılan sözleşmeye ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın cevabı (7/25038)
38.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin, Bakanlık tarafından psikolojik tacizin (mobbing) önlenmesi kapsamında yapılan çalışmalara ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25064)
39.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, soru önergelerine ve bunların cevaplandırılmasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25065)
40.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, 2002 yılından itibaren Bursaya veya Bursadan tayin edilen personele ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25066)
41.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Bakanlığın Bursadaki yatırımlarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25067)
42.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlandığı iddia edilen Kürtçe sözlüğe ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/25200)
43.- Mersin Milletvekili Ali Özün, bazı TV kanallarına PKK tarafından destek verildiği iddialarına ilişkin sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/25202)
44.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükatamanın, Bursada Bakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlarda 2002 yılından itibaren meydana gelen iş kazalarına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25656)
45.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulunun, Bakanlığın su alımı yaptığı firmalara ve bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/25663)
1 Temmuz 2013 Pazartesi
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 13.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L
A M A
BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Beş dakika
süre veriyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır,
görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge
vardır, önergeleri ayrı ayrı okutacağım.
3üncü sırada
okutacağım Meclis araştırması önergesi 500 kelimeden
fazla olduğu için önerge özeti okunacaktır ancak önergenin tam metni
tutanak dergisinde yer alacaktır.
Okutuyorum:
IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19
milletvekilinin, astsubayların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/684)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türk Silahlı
Kuvvetlerinin emir ve komuta sisteminde yer alan asli ve en önemli
unsurlarından birisi olan astsubayların yaşadığı
sıkıntıların araştırılması, Hükûmetin
uygulamalarından dolayı ortaya çıkan mağduriyetin tespiti,
bu sorunların giderilmesi ve çözüm yollarının belirlenmesi
amacıyla Anayasamızın 98'inci maddesi, İç Tüzükün 104 ve
105'inci maddeleri gereğince ekte sunulan gerekçe çerçevesinde Meclis
araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Hasan Hüseyin
Türkoğlu (Osmaniye)
2) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
3) Mehmet
Şandır (Mersin)
4) Faruk Bal (Konya)
5) Enver Erdem (Elâzığ)
6) D. Ali Torlak (İstanbul)
7) Reşat
Doğru (Tokat)
8) Sadir Durmaz (Yozgat)
9) Mesut
Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
10) Alim
Işık (Kütahya)
11) Kemalettin
Yılmaz (Afyonkarahisar)
12) Mustafa
Kalaycı (Konya)
13) Mustafa Erdem (Ankara)
14) Sümer Oral (Manisa)
15) Bahattin
Şeker (Bilecik)
16) Ali Halaman (Adana)
17) Zühal Topcu (Ankara)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Emin Çınar (Kastamonu)
20) Sinan Oğan (Iğdır)
Gerekçe:
95 bini
aşkın muvazzaf astsubay ve 100 binin üzerinde emekli astsubay
bulunmaktadır. Astsubaylar yıllardır biriken
sorunlarının çözümü için sabırla beklemektedir.
Türk Silahlı
Kuvvetlerinde çalışan personele ekonomik
sıkıntılarını gidermeleri için bazı tazminatlar
verilmektedir. Zaten zor bir meslek olan askerliğin
sıkıntısı birazcık olsun azalmaktadır. Türk
Silahlı Kuvvetlerinden astsubaylar emekli oldukları zaman maaşlarının
yüzde 45 azaldığını Genelkurmay Başkanı resmî
yazı ve belgelerle Başbakanlığa bildirmiştir. Ancak
emekli olan subaylar makam, temsil, görev ve kadrosuzluk tazminatını
almakta iken emekli olunca da bu tazminatı almaya devam etmektedir.
Astsubaylar ise emekli olduktan sonra çalışırken
aldıkları tazminatların tamamı kesildiği için
maaşları yüzde 45 oranında düşmektedir. Subaylar ise emekli
astsubayların aldığı maaşlar kadar tazminat
aldıklarından dolayı emekli olduklarında maaşları
yüzde 5 kesilmekte ve herhangi bir sıkıntı
yaşamamaktadırlar.
Emekli
astsubayların yüzde 50si ek iş, yüzde 20si
işportacılık yaparak yaşam mücadelesi vermektedir.
Diğer yandan,
devlet memurluğundan 1'inci ve 2'nci derece emekli olanların
arasında yaklaşık 400 TL'lik bir maaş farkı
bulunmaktadır. Astsubaylarımızın çok az bir kısmı
1'inci dereceden emekli olabilmektedir. İki yıllık yüksekokul
eğitimi almış olan kamu görevlileri 1'inci derece 4'üncü
kademeden emekli olurken bir astsubay yüksekokul bitirse bile 1'inci derece 3'üncü
kademeden emekli olabilmektedir.
Ülkemizin önemli
bir unsuru olan güvenlik gücü mensubu astsubayların sorunlarının
araştırılarak, bu sorunlara çözüm üretilmesi ve gerekli
önlemlerin alınması gerekmektedir.
2.- Osmaniye Milletvekili Hasan Hüseyin Türkoğlu ve 19
milletvekilinin, 4/Cli personelin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/685)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
2004/7898
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 657 sayılı Kanunun
4üncü maddesi (C) fıkrası kapsamında
çalıştırılan ve kamuoyunda 4/C mağduru olarak bilinen
çalışanların, Hükûmetin uygulamalarından dolayı ortaya
çıkan mağduriyetinin tespiti, bu sorunların giderilmesi ve çözüm
yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98'inci
maddesi, İç Tüzükün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince ekte sunulan
gerekçe çerçevesinde Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1) Hasan Hüseyin
Türkoğlu (Osmaniye)
2) D.Ali Torlak (İstanbul)
3) Enver Erdem (Elâzığ)
4) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
5) Mehmet
Şandır (Mersin)
6) Faruk Bal (Konya)
7) Sinan Oğan (İğdır)
8) Sadir Durmaz (Yozgat)
9) Reşat
Doğru (Tokat)
10) Mesut
Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
11) Alim
Işık (Kütahya)
12) Kemalettin
Yılmaz (Afyonkarahisar)
13) Mustafa
Kalaycı (Konya)
14) Sümer Oral (Manisa)
15) Mustafa Erdem (Ankara)
16) Ali Halaman (Adana)
17) Emin Çınar (Kastamonu)
18) Celal Adan (İstanbul)
19) Bahattin
Şeker (Bilecik)
20) Zühal Topcu (Ankara)
Gerekçe:
Kamuda 657
sayılı Kanunun 4/A, 4/B, 4/C maddeleri ile kadrolu, sözleşmeli,
geçici personel çalıştırılmakta; 4924 sayılı
Kanun, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı gibi çok
çeşitli statüde personel istihdam edilmektedir. Dolayısıyla bu
durum, kamuda çok başlı ve karmaşık bir istihdam
yapısını ortaya çıkarmaktadır. Aynı kurum içinde
aynı işi yapan ancak tabi oldukları yasal mevzuatın
farklı olması nedeniyle maaşları, emeklilik hakları,
iş güvenceleri, sosyal ve özlük hakları farklı olan kamu görevlileri
bulunmaktadır.
4/6/2011 tarihli
27954 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan, 632 sayılı,
Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (B) fıkrası ile
4924 sayılı Kanun Uyarınca Sözleşmeli Personel
Pozisyonlarında Çalışanların Memur Kadrolarına
Atanması Amacıyla Devlet Memurları Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile
bazı sözleşmeli kamu görevlileri kadroya geçirilmiş ancak
belediye ve il özel idarelerinde çalışan sözleşmeliler, TRT
çalışanları, üniversitelerde proje kapsamında
çalışan 4/B'liler, Et ve Balık Kurumu
çalışanları, Denizcilik Müsteşarlığı
çalışanları, Ulaştırma Bakanlığı
çalışanları, TMO çalışanları, TİGEM
çalışanları, DHMİ çalışanları, Gençlik ve
Spor uzmanları, TUREM çalışanları, usta öğreticiler,
vekil öğretmen, ebe ve hemşireler, vekil imam-hatipler, fahri Kuran
kursu öğreticileri, TOKİ çalışanları ve 4/C'li
çalışanlar kapsam dışında
bırakılmıştı.
Bu statüde olup
emekli olanların haricinde şu an sayılan 8.500'ün üstünde 4/C
çalışanlarının gerek sendikal haklar gerekse
çalıştığı kurumun takdiri ile aldığı
ikramiyeleri ortadan kalkmış, sosyal hakları elinden
alınmıştır.
Bir mali yılda
on ay çalıştırılıp iki ay çıkış
verilmektedir. Hâl böyle olunca aldıkları yıllık ücret de
azalmaktadır.
Kamuda
çalışanlar arasında en kısıtlı haklara sahip olan
kesim hiç şüphesiz ki 657 sayılı Kanunun 4/C maddesi
uyarınca çalıştırılan geçici personeldir. Bu kapsamda
çalıştırılan personelin yıllık izin, iş
güvencesi, sosyal yardım gibi hakları bulunmazken maaşları
da son derece düşüktür.
Bunun yanında,
yine, özel kararlarla bazı kurumlarda görev yapan 4/Cli
çalışanların çalışma süreleri birbirinden farklı
belirlenmektedir. Buna göre, TBMM'de çalışan 4/C'li personel bir
yılda on bir ay yirmi dokuz gün çalışırken TÜİK'teki
on bir ay yirmi bir gün, özelleştirme kapsamında diğer
kurumlarda istihdam edilen 4/Cliler ise yılda on bir ay
çalışmakta ve bir ay boyunca maaş alamamaktadır. Bu
nedenle, yaşanan eşitsizliklerin giderilmesi, adalet ve hakkaniyet
beklentilerinin karşılanması için, ilgili Bakanlar Kurulu
kararının 4/C statüsünde istihdam edilen kamu görevlilerinin bütününü
kapsaması, mevcut sözleşmelerde bu çerçevede değişiklik
yapılması ve kapsam dâhilindeki geçici personelin çalışma sürelerinin
on iki aya çıkarılması gerekmektedir. Ayrıca
sağlık güvencelerinin bir zemine oturtulması ve hastalık
izinlerinin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
657
sayılı Kanunun 4/C maddesi uyarınca geçici olarak
çalıştırılan on binlerce personelin sorunlarının
araştırılarak bu sorunlara çözüm üretilmesi ve gerekli
önlemlerin alınması gerekmektedir.
BAŞKAN
Şimdi okutacağım önergenin aslı 500 kelimeyi
geçtiğinden özetini okutuyorum:
3.- Antalya Milletvekili Mehmet Günal ve 20 milletvekilinin, FATİH
Projesinin doğurabileceği sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/686) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
FATİH Projesi
(Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme
Hareketi) olarak tanımlanan eğitim ve öğretimde fırsat
eşitliğini sağlamak ve okullardaki teknolojiyi iyileştirmek
amacıyla hazırlanan projenin okuma ve yazma yetisini nasıl
etkileyeceğinin, aşırı İnternet kullanımının
radyoaktif etkiler nedeniyle sağlık ve güvenlik açısından
ne getireceğinin, dizüstü bilgisayar yerine fiyatı çok daha yüksek
olan tablet bilgisayarların tercihinin gerekçelerinin geçerliliğinin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98inci, TBMM İçtüzüğünün
104 ve 105inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
1) Mehmet Günal (Antalya)
2) Mehmet
Şandır (Mersin)
3) Alim
Işık (Kütahya)
4) Ali
Uzunırmak (Aydın)
5) Necati Özensoy (Bursa)
6) Münir Kutluata (Sakarya)
7) Lütfü Türkkan (Kocaeli)
8) Sadir Durmaz (Yozgat)
9) Enver Erdem (Elâzığ)
10) Cemalettin
Şimşek (Samsun)
11) Ali Öz (Mersin)
12) Mesut
Dedeoğlu (Kahramanmaraş)
13) Mehmet
Erdoğan (Muğla)
14) Emin Çınar (Kastamonu)
15) Mustafa
Kalaycı (Konya)
16) Meral
Akşener (İstanbul)
17) Sinan Oğan (Iğdır)
18) Ali Halaman (Adana)
19) Sümer Oral (Manisa)
20) Murat
Başesgioğlu (İstanbul)
21) Celal Adan (İstanbul)
Gerekçe Özeti:
MEB, kısaca
FATİH (Fırsatları Arttırma ve Teknolojiyi
İyileştirme Hareketi) Projesi olarak tanımlanan eğitim ve
öğretimde fırsat eşitliğini sağlamak ve okullardaki
teknolojiyi iyileştirmek amacıyla ve bilişim teknolojileri
araçlarının öğrenme-öğretme sürecinde daha fazla duyu organına
hitap edilecek şekilde derslerde etkin kullanımı için; okul öncesi,
ilköğretim ile ortaöğretim düzeyindeki tüm okulların 620 bin
dersliğine dizüstü bilgisayar, LCD panel etkileşimli tahta ve
İnternet ağ altyapısı sağlamak için çalışma
başlatmıştır. Eğitimde FATİH Projesi MEB
tarafından yürütülmekte olup, Ulaştırma Bakanlığı
tarafından desteklenen bir projedir. Projenin beş yılda
tamamlanması planlanmıştır. Birinci yıl
ortaöğretim okulları, ikinci yıl ilköğretim ikinci kademe,
üçüncü yıl ise ilköğretim birinci kademe ve okul öncesi
kurumlarının bilişim teknolojileri donanım ve yazılım
altyapısı, e-içerik ihtiyacı, öğretmen kılavuz
kitaplarının güncellenmesi, öğretmenler için hizmet içi
eğitimler ve bilinçli, güvenli, yönetilebilir BT ve İnternet
kullanımı ihtiyaçlarının tamamlanması
hedeflenmektedir. FATİH Projesi ile bilgi ve iletişim teknolojileri
eğitim sürecinin temel araçlarından biri olarak öğrencilerin ve
öğretmenlerin bu teknolojileri etkin kullanımı
hedeflenmiştir. Yine projenin bir başka bileşeni, İnternet
hizmetlerinin her okulda ve her sınıfta kesintisiz ve güvenli bir
şekilde sunulacağı ifade edilmiştir. Daha da önemlisi, bu
İnternet hizmetlerini evlerinde de ve diğer
tanımlanmış alanlarda da alma şansına sahip olacaklar.
Fakat, kullanılacak teknolojinin pedagojik değer ve katkısı
üzerine de yapılmış herhangi bir araştırma mevcut
değil. FATİH Projesi ile dört yıl içinde 16 milyon adet tablet
bilgisayarın ilköğretim ve liseli öğrencilere
dağıtılması planlanmaktadır. Projenin büyüklüğü
7,5 milyar dolar. 7,5 milyar dolarlık bütçenin Ulaştırma
Bakanlığı bünyesinde kurulan Evrensel Hizmet Fonu'ndan
sağlanması düşünülmektedir.
Bu bilgiler
ışığında;
Bu projenin eğitim ve öğretimde
okuma ve yazma yetisini nasıl etkileyeceği yani yeni sistemde okuma
yetisi görsel ve hareketli zemin üzerinde yürüyeceğinden, zamanla okuma
yetisinin zayıflayacağı, sadece görselliğin öne
çıkacağı yani aslında okuma-yazma becerisinin yeterince
gelişmeyeceği,
Dünya Sağlık Örgütü,
Uluslararası Elektromanyetik Güvenlik Komisyonu gibi birimlerce
yapılan ve özellikle çocukların İnternet ve cep telefonunun
kullanımlarının kısıtlanması gerektiği
vurgulanırken ve dünyanın birçok ülkesinde okullarda 3G veya Wi-Fi
cihazlarının kullanımı engellenirken, Türkiye'de 15 milyon
öğrenciye FATİH Projesinde nasıl bir altyapı
sağlanacağı sadece teknik açıdan değil, öncelikle
sağlık ve güvenlik açısından ne getireceği,
Okullarda yoğun teknoloji
kullanılmasının öğrencilerin öğrenme düzeylerinde
iyileşmeye mi yoksa kötüleşmeye mi yol açacağı,
16 milyon tablet bilgisayarının
ekonomik maliyetinin ne olacağı, projede vurgulandığı
gibi Türkiye'de üretiminin mümkün olup olmayacağı,
Bu projeyle matbaa, kâğıt,
kitapçı, yayıncı piyasasını oluşturan yüz
binlerce esnaf ve bunların ailesinin nasıl etkileneceği,
Uydu aracılığıyla
alınacak yoğun İnternet hizmetlerinde
çocuklarımızın birtakım radyoaktif etkilere maruz
kalıp kalmayacağı, kentlerde her sınıfa fiber kablo
döşeyerek İnternet hizmeti
alınabilecekken özellikle kırsal bölgelerdeki okullarda uydu
vasıtasıyla İnternet hizmeti alınmasının
sonucunda öğrencilerin radyoaktif etkilere maruz kalmasına
karşı nasıl bir tedbir alınabileceği,
Sosyal medya ağları göz önüne
alınarak Eğitim Bilişim Ağı isminin verildiği
ve kısaca EBA diye kavramlaştırılan sosyal medya
ağının eğitim sektörü içerisinde öğrencilerin ve
öğretmenlerin karşılıklı olarak
haberleşebilecekleri ve birbirleriyle etkileşecekleri bir platform
olarak tanıtılırken bu ağın eğitim
dışı amaçlar için kullanılmasının nasıl
kontrol edileceği,
Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan Evrensel
Hizmet Fonu'nun bu proje için öngörülen bütçeyi karşılama
imkânının olup olmadığı, ayrıca bu fonun
amacına uygun olup olmadığı,
Milyonlarca tabletin kullanımında gizli bir maliyet ve içinden
çıkılamayacak problemler oluşturacak bakım-onarım
gider ve sorunlarının nasıl aşılacağı,
Öğrencilere ücretsiz dağıtılması öngörülen ve
bir tanesinin fiyatı yaklaşık 1.600 TL olan tablet
bilgisayarının, fiyatı 300 TLye kadar düşmüş olan
dizüstü bilgisayar yerine neden tercih edildiği,
gibi konuların
araştırılması gerekmektedir.
BAŞKAN
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
AK PARTİ Grup
Başkan Vekilliğine seçilen İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma
Satır Hanımefendiye yeni görevinden dolayı başarılar
diliyoruz. (Alkışlar)
Sayın Altay,
buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, AK PARTİnin Grup
Başkan Vekilliğine, Meclis Başkan Vekilliğine ve
Başkanlık Divanı üyeliklerine seçilen milletvekillerini
kutladığına ve Sivas Madımak katliamının 20nci
yıl dönümüne ilişkin açıklaması
ENGİN ALTAY
(Sinop) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de 28 Haziran
tarihinde yapılan seçimlerde -hadi, şimdi AK PARTİ diyeyim- AK
PARTİ Grup Başkan Vekilliğine seçilen Sayın Mihrimah Belma
Satırı tebrik ediyorum, başarılar diliyorum. Aynı
zamanda Meclis Başkan Vekilliğine seçilen Sayın
Bahçekapılıyı ve diğer Divan üyeliklerine seçilenleri
kutluyorum. Önceki grup başkan vekilleri görevlerine devam ediyorlar,
kendilerine içtenlikle başarılar diliyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yarın 2 Temmuz, Türkiye için bir
utanç tablosu olan Sivas Madımak katliamının 20nci
yıldönümü, 35 aydınımızın hunharca katledildiği
bir acı gün. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu
olayı laik cumhuriyetimize karşı bir kalkışma olarak
görüyor ve yapanları, karışanları kınıyorum.
Saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
Okutuyorum:
VI.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.- MHP Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet
Şandır ve arkadaşları tarafından başta
yaşanan intihar olayları olmak üzere 4/C statüsünde
çalışanların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/213); Elâzığ
Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşları tarafından 10/4/2012
tarih 4283 sayı ile özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına
atanan personelin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergelerinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi
günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
1/7/2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu 1/7/2013 Pazartesi günü (bugün) toplanamadığından
grubumuzun aşağıdaki önerisini, İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP
Grup Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündeminin Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
kısmında yer alan Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve
arkadaşlarının (10/213) esas numaralı, başta
yaşanan intihar olayları olmak üzere, 4/C statüsünde
çalışanların sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve Elâzığ
Milletvekili Enver Erdem ve arkadaşlarının 10 Nisan 2012 tarih,
4283 sayı ile TBMM Başkanlığına vermiş olduğu,
özelleştirme sonrası 4/C kadrolarına atanan personelin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdikleri Meclis araştırma
önergelerinin 1/7/2013 Pazartesi günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi
lehinde söz isteyen Enver Erdem, Elâzığ Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ENVER ERDEM (Elâzığ) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 4/Cli personelin ve sözleşmeli personelin
yaşadıkları sorunları araştırmak, kamuda
çalışan tüm sözleşmeli personelin kadroya alınması ve
sorunlarına kalıcı çözüm bulunması amacıyla vermiş
olduğumuz Meclis araştırma önergesi nedeniyle söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasamızın
128inci maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
4üncü maddesinde, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle yürütüleceği düzenlenmiştir. Sözleşmeli
personel, esas olarak, kalkınma planları, yıllık programlar
ve iş programlarında yer alan önemli projelerin
hazırlanması, gerçekleştirilmesi ve uygulanması için
şart olan özel mesleki bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç duyulan geçici
işlerde çalıştırılanlar ve Belediye Kanununun 49uncu
maddesine göre çalıştırılanlar ile kurumun teklifi üzerine
Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye
Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlar Kurulunca
geçici olarak sözleşme ile çalıştırılmasına karar
verilen işçi sayılmayan kamu hizmeti görevlileri olup 657
sayılı Devlet Memurları Kanununda sözleşmeli
çalıştırma istisnai durumlar için öngörülmüş bir istihdam
şeklidir. Buna rağmen, maalesef, AKP iktidarları döneminde
devletin birçok asli ve sürekli hizmeti sözleşmeli, 4/Cli, geçici
personel ve taşeron şirket işçileri eliyle yürütülür hâle
gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, sözleşmeli personelin
il içi ve il dışı tayin hakları bulunmamaktadır,
görevinde yükselebilme şansı söz konusu değildir. Eş
yardımı, çocuk yardımı, doğum yardımı gibi
hakları yoktur. Her ilde ve her kurumda aldıkları maaşlar
farklılık göstermektedir. Kurumlar arası geçiş yapabilme
hakları bulunmamaktadır. Aynı kurumda aynı işi yapan
kadrolu memurlara tanınan haklarla sözleşmeli personele tanınan
haklar da farklılıklar arz etmektedir. Aynı zamanda aynı
işi farklı statülerde ifade eden personeller arasında
huzursuzluk oluşmakta, bu durum da çalışma
barışını bozmakta ve personelin uyum ve
performansını düşürmektedir.
Kamu kurumlarında, aynı işi yapan
kişiler arasında sözleşmeli-kadrolu ayrımından
doğan haksızların önüne geçebilmek ve sözleşmeli personel
uygulamasına son vermek maksadıyla, 12 Haziran 2011 seçimlerinden
kısa süre önce çıkarılan 632 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle 200 bin civarındaki sözleşmeli memur kadrolara
atanmış ancak başta il özel idareleri ve belediyeler olmak üzere
birçok kamu kurum ve kuruluşundaki sözleşmeli personel kadroya
alınmamıştır. Aradan geçen iki yıllık süre
zarfında sözleşmeli personel sayısında bir azalma
olmamış, aksine 200 bin seviyesine tekrar yükselmiştir.
AKPnin personel politikasındaki yanlış
uygulamaları neticesinde, bugün, 1 milyon 600 bin taşeron
işçisi, 200 bin sözleşmeli personel, 20 bin 4/Cli personel sosyal
güvencesi olmadan, iş garantisi olmadan, doğru dürüst karnı bile
doymadan bir yoksullar kitlesi olarak çalışmak mecburiyetinde
bırakılmıştır.
Sayın Başbakanın, 96 bin kişinin yani
Belediye Kanununun 49uncu maddesine göre çalıştırılanlar
ile sağlıkta sözleşmeli olarak çalışanların
kadroya alınmasına ilişkin müjdesi, sözleşmeli statüde
çalıştırılan yaklaşık 100 bin kişinin
sorunlarını yine çözmeyecektir.
Değerli
milletvekilleri, AKPnin bu düzenlemede
de samimi olmadığını görüyoruz. Eğer samimi iseler
şu soruların cevaplarını da açık yüreklilikle burada
vermelidirler: Bu düzenlemeden sonra 4/Clilerin, üniversitelerdeki
sözleşmeli çalışanların, Gençlik ve Spor
Bakanlığında çalışanların, TRTde sözleşmeli
çalışanların, Diyanet İşlerinde, Millî Eğitim
Bakanlığında, KİTlerdeki sözleşmeli personelin
durumları ne olacaktır?
Şimdi,
duyduğumuz bazı gelişmeler oluyor. Tabii, sayın
bakanların veyahut da daha güçlü siyasilerimizin
yakınlarının bulunduğu kurumlardaki bir kısım
çalışan sözleşmelilerin de kadroya alınmasına
ilişkin birtakım değişiklikler olacağına
şahit oluyoruz ama bu
şekildeki düzenlemelerin ülkemizin çalışma
barışını çözen ve
insanlarımızın sorununu ortadan kaldıran
yaklaşımlar olmadığına bizler de şahit oluyoruz.
Kamu kurum ve
kuruluşlarında işçi statüsünde istihdam edilmiş olan
yükseköğretim mezunlarının, mühendislerin durumunun ne
olacağı da belli değildir. Bu getireceğiniz düzenlemeyle
yıllardır hak ettikleri kadrolarda
çalıştırılmayan bu insanların sorunlarını
çözecek misiniz?
Değerli
milletvekilleri, Başbakanın 96 bin sözleşmeli kadroya
atanacak. sözünün anlamı şudur: Birincisi, diğer 100 bin
sözleşmeli personel kadroya atanmayacaktır yani yaklaşık
200 bin olan şu andaki sözleşmeli sayısının yarısını kadroya
alacaksanız diğer yarısını yine kadroya
almayacağınızı buradan ifade ediyorsunuz.
Çalışma
hayatındaki tüm kesimleri tek bir statü altında birleştirme söylemleri
her zaman olduğu gibi bugün de havada kalacak, yine son sürat
sözleşmeli personel alımları devam edecek, tekrar yenilerinin
kadroya atanması gündeme getirilecek, Çalışma
Bakanlığı konuyla ilgili çalışma yapacak; bu
kısır döngü, bu şekliyle sürüp gidecektir çünkü AKP Hükûmeti bu
konuyu da istismar etmekte, sorunun tümden kalıcı olarak çözümünü
istememektedir.
İkincisi,
4/Blilerin yarısı kadroya atanırken diğerleri kapsam
dışı tutulmaktadır. 4/Clilerle ilgili bu durumda herhangi
bir düzenleme yapılmamaktadır, 4/Clilere ayrım devam edecektir.
Üçüncüsü,
taşeron işçilerin kadroya atanmalarına ilişkin yargı
kararları olmasına rağmen, bunların sorunlarını
da çözmeyeceğiniz anlaşılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, 4/C mağduru çalışanların durumları
içler acısıdır ama maalesef, Hükûmet yetkilileri bu duruma
gözlerini yummakta, sorun yokmuş gibi davranmakta, bu kesimdeki
acıları, feryatları, üzüntüleri, sorunları görmezden
gelmektedir. Daha önce işi olan, kadrosu olan, yeterli maaşı
olan bu çalışan kesimin, asgari ücrete yakın bir maaşa,
güvencesiz, itibarsız bir hayata mahkûm edilmesi onlara reva
görülmemelidir.
Sayın Bakan
Bekir Bozdağın söylediği 4/Clilere ekmeği biz verdik.,
Maliye Bakanının söylediği Eşit işe eşit ücret
veriyoruz. gibi ifadelerle insanlar aşağılanmamalı,
kandırılmamalı; sorunlarının çözümü ve kadroya
alınmalarıyla ilgili düzenlemeler de Meclise ivedilikle
getirilmelidir.
Değerli
milletvekilleri, yine 700 bini kamuda çalışan ve toplam 1 milyon 600
bini bulan taşeron işçiler iş garantilerinin
olmayışı, düşük ücret almaları,
maaşlarını alamamaları, haftalık ve yıllık
izin haklarının düzenlenmemiş olması, toplu iş
sözleşmesi hükümlerinden istifade edememeleri gibi çok ciddi
sorunları yaşamakta, bunların sorunlarının çözümü için
de derhâl ilgili düzenlemeler Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
huzuruna getirilmelidir.
Karayolları
Genel Müdürlüğü bünyesinde ve diğer kamu kurumlarında
çalışan ve haklarında geçici olmadıkları, sürekli
işçi oldukları yönünde mahkemelerce karar verilen ve verilmiş
olan bu kararlar Yargıtay tarafından da onaylanan bu işçilerin
sürekli işçi kadrolarına atanmalarına ilişkin düzenlemeler
de bir an evvel Meclis Genel Kurulunun huzuruna getirilmelidir. Allah
aşkına, hiç olmazsa bu konuda siyaset yapmayınız, bu husus
toplumda ciddi bir yara hâline gelmiştir.
Günümüz
şartlarında 800 lira maaş alan, sosyal güvencesi, iş
güvencesi, yıllık izin hakkı, sendikal güvencesi, toplu iş
sözleşmesi hakkı olmayan, bizlere oy vererek sorunlarına çözüm
bulmak için buralara gönderen bu kardeşlerimizin de isteklerine
kayıtsız kalınmamalı, derhâl gereken çalışmalar
yapılarak çözüme kavuşturulmalıdır.
Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak bu alanda getireceğiniz bütün düzenlemelere destek
vereceğimizi bir kere daha buradan ifade ediyorum ve son söz olarak da
diyorum ki: Değerli milletvekilleri, bu Gezi Parkı olayları
vesaire
Bunların sebeplerini çokça araştırıyorsunuz ancak
bunun ilahi birtakım sebeplerinin de olabileceğini, bu
çalışan kesimin haklarını vermediğiniz gibi
sorunlarını çözmediğiniz için bu işlerin de
başınıza gelmiş olma ihtimalini de değerlendirmenizi
arz ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ahmet Arslan, Kars Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
AHMET ARSLAN (Kars)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Milliyetçi
Hareket Partisinin grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkanım, birtakım ifadeleri kullanırken nereden nereye
geldiğimizi iyi bilmemiz lazım. Eğer nereden nereye
geldiğimizi iyi bilmezsek bazı şeyler anlamını
yitirebiliyor veya başka anlamlar yüklenebiliyor.
Özellikle 4/Cli
personel kritik, ülkemizde her zaman konuşuluyor. 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 4/C maddesi gereği başka kurumlarda
çalıştırılan personelden bahsediyoruz. Bu personel kim?
Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığının
görüşüyle Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde
çalıştırılan ve yine mali ve sosyal hakları Bakanlar
Kurulu kararıyla belirlenen personel, yaklaşık 23 bin kişi,
bir yıldan az süreli geçici sözleşmeyle veya mevsimlik işçi
olarak çalışanlar. Yine, TÜİK anketlerinde çalıştırılabiliyorlar,
Yüksek Seçim Kurulunun seçim döneminde
çalıştırılabiliyorlar, güzel sanatlar fakültelerinin
canlı modeli olarak çalıştırılabiliyorlar.
1990lı
yıllara gitmek lazım. 1990lı yıllarda özelleştirme
uygulamaları başladığında bir yasası yoktu. 1994
yılında kamudaki birtakım işletmelerin, tesislerin,
kurumların özelleştirilmesi uygulaması 4046 sayılı
Kanun çıkarılarak kanuni, yasal bir dayanağa erişti. Bu
yasal dayanak çerçevesinde Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı çalışmalar yapar, kurumların
hangi yöntemlerle özelleştirileceğini belirler ve bu işlemi
yürütür.
Burada kritik bir
süreç var. 1994te 4046ya göre memur, sözleşmeli veya kapsam
dışı statüsünde çalışanlar, Devlet Personel
Başkanlığı aracılığıyla, ihtiyacı
olan başka kurumlara yine memur olarak gönderiliyorlardı. Ancak, çok
kritik bir cümle var burada. İşçilerle ilgili 4046da herhangi bir
düzenleme yok. AK PARTİ öncesi özelleştirme uygulamalarında,
eğer bir işçi varsa, fabrikayı satın alan, fabrikayı
kiralayan, devralan, işçiyi çalıştırıyorsa ne âlâ,
çalıştırmıyorsa kapı dışına
bırakılıyordu, işçiler kapı dışında
kalıyordu ve işsiz kalıyordu. Hâlbuki, AK PARTİ, 2002de,
özellikle bu işçilerin problemini çözmek adına 4/C statüsünde
bunları başka kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam etmeye
başladı. Ne kadar süreyle? Yılda on ay süreyle istihdam etmeye
başladı. Bu, Danıştaya, akabinde Anayasa Mahkemesine
götürüldü. Anayasa Mahkemesi de bu tip bir uygulamanın, bu tip bir
istihdam yönteminin Anayasaya uygun olduğuna hükmetti. Devamında,
yine AK PARTİ hükûmetleri döneminde, 4/C statüsünde çalışan
işçilerin, toplu sözleşme görüşmeleri çerçevesinde, masada,
toplu sözleşmeye tabi olmaları sağlandı. Bu çok önemli bir
farktır. MHPnin de içinde bulunduğu hükûmetler döneminde
işçiler kapıya bırakılıyorken AK PARTİ döneminde
4/C statüsünde çalıştırılıyorlar ve yine AK PARTİ
bunlara toplu sözleşme kapsamında olma hakkı tanıdı.
Bir başka şey daha tanıdı; mali haklarının
iyileştirilmesinin yanında, özellikle on aylık çalışmayı
on bir ay yirmi sekiz güne çıkardı ve bu da 657 sayılı
Kanunun geçici çalışanlarla ilgili hükmettiği süredir. Aksi
takdirde, siz eğer tam on iki ay çalıştırırsanız
o zaman buna geçici diyemezsiniz ve geçici statü adı altında
adlandırılamaz.
Yine, AK PARTİ
hükûmetleri, çalışanların yanında olduğunu 4/Blilerin
yanında olarak ortaya koydu. 4/B statüsü 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu çıktığı günden beri var ve yine 4/B
statüsünde çalışanlar AK PARTİ hükûmetleri öncesinde, bütün
diğer partilerin içinde olduğu dönemlerde de vardı ve AK
PARTİ bu sözleşmeli statüyle
çalışanların yaklaşık -hemen bir sayı vereyim
Sayın Bakanım- 196 bin tanesini, 196 bin kişiyi 2011de 4/Bden
kadroya geçirdi ve geldiğimiz, günümüzde
Sayın hatip 200 bin
kişiden bahsettiler. 200 bin kişi doğrudur ama 200 bin kişi
4/Bli değildir arkadaşlar, bunu çok iyi bilmek lazım.
Bunların yaklaşık 96 bin tanesi, -Plan ve Bütçe Komisyonunda
tasarıyı kabul ettik ve Genel Kurula geliyor- Genel Kurulun da
onayı olursa 96 bin kişi zaten kadroya geçirilecek, memur statüsünü
alacak. Bunun dışında, 76 bin kişi KİTlerde sözleşmelidir.
KİTlerdeki sözleşmelilerin durumu 4/Blilerden çok çok
farklıdır ve onlar memur gibi işlem görürler zaten. Yine,
eğer KİT herhangi bir şekilde özelleşecek olursa orada
çalışan bu sözleşmeliler diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına memur olarak atanıyorlar. Dolayısıyla,
bahsedilen 200 binin içerisinde bu 76 bin kişi yoktur, bunu net bir
şekilde ortaya koymak lazım. 4.700 tane sanatçı var. Bu
sanatçıları da ayırmak lazım çünkü sanatçılar
yaptıkları meslekleri itibarıyla doğal olarak zaten özelde
de serbest çalışabildikleri için onların sözleşmesi
olması gerekiyor, aksi takdirde özelde serbest çalışma
şansları kalmaz. Bu 4.700ü de çıkardığınız
zaman, 3.500 tane kurumsal sözleşmeli kalıyor ki bu kurumsal
sözleşmelilerin de kendi kurumlarının yaptıkları görev
nedeniyle sözleşmeleri çok daha özeldir. Sivil Havacılık Genel
Müdürlüğü gibi, TRT gibi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü gibi,
TOKİ gibi ihtisas sahibi olmaları gerekiyor. Onların da durumu
çok daha farklıdır. Toplam 3.500 tane bu statüdeki arkadaşla ilgili
de yine Bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımız çalışma yapmaktadır.
Yine,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bu
araştırma önergesiyle istenen her şeyi zaten aylardır,
yıllardır yaptığını ve yapmaya devam
ettiğini çok iyi biliyorum, Plan Bütçe Komisyonu üyesi bir kişi
olarak bunu iyi biliyorum, Sayın Bakanla, Devlet Personel
Başkanıyla görüşmeler yapan bir üye olarak çok iyi biliyorum.
Ağustostaki toplu sözleşme görüşmelerinde çok daha fazla haklar
vermek adına, bunların haklarının çok daha
iyileştirilmesi adına Bakanlığımız ve Hükûmetimiz
gereğini zaten yapıyor, yapmakta, yapmaya devam edecektir diyorum. AK
PARTİ hükûmetlerinin çalışanlarla birlikte,
çalışanların yanında olduğunu bütün istatistiki
veriler ortaya koymaktadır. Bunları biliyorum, biliyoruz dolayısıyla
bu çerçevede, zaten bu çalışmaları yapıyorken ayrıca
bir araştırma önergesine gerek olmadığını
düşünüyorum. Bu anlamda, araştırma önergesinin aleyhinde
olduğumu belirtiyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket
Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Ali Rıza Öztürk, Mersin
Milletvekili
FATMA NUR SERTER
(İstanbul) Şimdi buradaydı.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Lehteki konuşsa, sonra konuşsa olmaz mı?
BAŞKAN Son
konuşmacı Sayın Altay.
Evet, teşekkür
ediyorum.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
(CHP sıralarından
geldi, geldi sesleri)
BAŞKAN Ama
oylamaya geçtik.
Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir.
Evet, teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım:
2.- CHP Grubunun, İstanbul
Milletvekili Süleyman Çelebi ve arkadaşları tarafından Alevi
yurttaşlarımıza yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve
Sivas katliamlarına ilişkin dosyaların yeniden açılması,
zaman aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar
görenlerin tespit edilmesi amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi
günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
1/7/2013
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun, 1/7/2013 Pazartesi günü
(bugün) yaptığı toplantısında siyasi parti
grupları toplanamadığından, grubumuzun
aşağıdaki önerisinin İçtüzükün 19uncu maddesi gereğince
Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz
ederim.
Engin
Altay
Sinop
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve
arkadaşları tarafından 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Alevi yurttaşlarımıza
yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına
ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman
aşımının ortadan kaldırılarak maddi zarar
görenlerin tespit edilmesi amacıyla verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin (927 sıra no.lu) Genel Kurulun
bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak
1/7/2013 Pazartesi günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
lehinde söz isteyen Süleyman Çelebi, İstanbul Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Çelebi, zannediyorum susma
hakkınızı kullanacaksınız.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Onu da
kullanacağız Sayın Başkanım.
BAŞKAN Buyurun.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; öncelikle -Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına bu öneriyi veriyoruz. Bu öneri, Maraş, Çorum ve Sivas
katliamlarında zaman aşımının
kaldırılmasına yönelik araştırma yapılmasına
ilişkindir- yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
12 Eylül askerî darbesi sürecini hazırlayan ve darbe
koşullarını yaratan olaylardan Maraş ve Çorum
katliamı, düşüncelerinden, inancından ve kimliğinden ötürü
katledilen 35 aydın, demokrat, sanatçı, ilerici canın yitip
gittiği ve 20nci yılını dolduracak olan Sivas
katliamı dâhil, tarihin karanlığına ışık
tutup katliamlarla yüzleşmek için, inançsal ve kültürel
kıyımları hedefleyen insanlık suçlarında zaman aşımının
olmaması gerektiği kabul edilmelidir. Bu hakikatlere ve Alevi taleplerine kulak tıkamış
bir iktidarın yeni ve baştan yazılmış demokratik bir
anayasayı hazırlaması mümkün görünmüyor. Bugün, Hükûmet
uygulamalarıyla inanç ve kimlik
ayrımcılığını körüklerken Başbakan da
kullandığı dil ve üslupla mezhepçi
yaklaşımlarını sürdürüyor. Bu katliamların
aydınlatılması barış ve adalet duygusuna gerçekten
sahip olunup olunamayacağını bizlere gösterecektir. Darbeleri
Araştırma Komisyonunda bile Maraş ve Çorum olayları
üstünkörü ele alınmış, özellikle Alevi toplumunu yaralayan ve
travmaları hâlâ devam eden bu olayların üzerine gidilmemiştir.
ABD tarafından Sovyetler Birliğine karşı yeşil
kuşak oluşturma projesine Türkiye 12 Eylül rejimiyle dâhil olup,
devlet, kendi ve ABDnin eliyle gerici kesimlere güç verip bu yeşil
kuşak projesine ayak bağı olabilecek olan sol, sosyalist,
demokrat, Alevi, ilerici yurttaşları baskı, şiddet, ölüm,
katliam ile yok etmeye, etkisizleştirmeye
çalışmıştır. Bugün de AKP bu kuşaktan ve darbe
koşullarından beslenip büyüyerek gelen, o yüzden ve hâlâ darbe
yasalarını değiştirmeyen, katliamları
aydınlatmayan, 12 Eylül askerî darbesiyle yüzleşmekten kaçınan
bir partidir. Bu yüzden Çorum, Maraş ve Sivasın üstü örtülmektedir.
12 Eylül zihniyetini hâlâ koruduğunuz için zorunlu, seçmeli din dersleri
koyarak Alevi çocuklarına Sünni inancı dayatmaya çalışmaktasınız.
İşte, sizler, sizden olmayanın
hakkını da koruyamadığınız için sadece kendinize
demokrat, sadece kendinize Müslümansınız. Maraş
katliamında sorumluluğu bulunanlar ya hiç yargılanmadan
kurtuldular ya da göstermelik dava dosyalarıyla yargılanıp
beraat ettirildiler. Çünkü, Maraş katliamı tasarlanırken
senaryonun en önemli parçası katliamcıların önce izole edilmesi,
sonra bu izolasyon yardımıyla suçsuz ilan edilmesiydi.
Çorumda da 12 Eylül öncesi Alevilere yönelik bir
baskı, kıyım, sindirme yaratılmıştır;
kimliklerinden ve düşüncelerinden ötürü, 12 Eylül öncesi yüzlerce insan
katledilmiştir.
Sivasta
Madımak Otelinde, sanatçılar, aydınlar, yurttaşlar, bu
ülkenin aydınlık yüzleri, Maraşta ve Çorumda olduğu gibi,
düşünce ve kimliklerinden dolayı, dinî saiklerle, sistemli ve
planlı olarak katledilmişlerdir. 12 Eylülün getirdiği düzenle
devletin kadim anlayışı dışında kalan, bu yüzden
de ötekileştirilen kesimlere yönelik gerçekleştirilen bir
katliamdır. Cumhuriyetin inşasında önemli bir yeri olan Sivasta
gerçekleşen bu vahşet, aynı zamanda, laik ve demokratik bir
cumhuriyet istemeyenlerin örgütlü, sistemli ve derin ilişkiler içerisinde
gerçekleştirdikleri bir olaydır. Zaten 131 sanıkla
gerçekleşen davada, savcının ve mağdur
avukatlarının iddiasına göre, suç, laik cumhuriyete
karşı şiddet yoluyla örgütlü bir ayaklanmaydı.
Yargıtay da davayı şiddet yoluyla laik anayasal düzene
karşı suç kapsamına almıştır.
Aslında,
araştırma önergemizde, Maraş ve Çorum katliamlarını da
kapsayan bir önerge hazırlamamızın nedeni, 12 Eylül ile birlikte
Türkiye'nin aydınlık geleceğini yani eşit, özgür ve
demokratik bir Türkiye'nin yaratılmasını engelleyen faşist
ve gerici darbenin izlerinin Sivas katliamında da görülmesidir. Sivas
katliamı gerçekleşirken polisin saatlerce katliamı işleyen
kitleyi dağıtmaya yönelik bir girişimde bulunmaması, âdeta
onları izlemesi, en son ve yakın olarak gördüğümüz Gezi
olaylarında milyonlarca insanı öldüresiye dağıtan polisin
bir katliamı izlemesi, hâlâ Sivas katliamı davasının neden
derinleşerek sürdürülmediğini ortaya koymaktadır. Hâlâ
kırmızı bültenle aranan failler bulunmamış, yakalanan
failler hakkında zaman aşımı ileri sürülerek bir kere daha
Sivasta ölen canlar, aileleri ve toplum yara almıştır. Bu
nedenle, evrensel hukuk ilkelerine aykırı şekilde örtülerek
zaman aşımına uğratılmış olan Sivas, Çorum
ve Maraş dosyaları tekrar açılmalıdır, devlet elindeki
sırlarını ve arşivlerini kamuoyunun bilgisine
sunmalıdır. Ayrıca, katliamın 20nci yılında
Madımak Oteli utanç müzesi yapılmalıdır. Bu katliamlar,
Türk Ceza Kanununun 77nci maddesinde düzenlenen aşağıdaki
fiillerin siyasal, felsefi, ırki veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine
karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi
insanlığa karşı suç oluşturur, insanlığa
karşı işlenen suçlar başlığı altında
değerlendirilmelidir. Aynı kanun, bu suçlarda zaman
aşımının olmayacağını da hüküm altına
almaktadır.
Katilleri
aklanırsa tarih aklayanları unutmayacaktır. Madımak
Otelinde diri diri yakılan 35 canı ne tarih unuttu ne de
onların yakınları, dostları, sevenleri
Tıpkı
1978de Maraşta, 1980de Çorumda olduğu gibi
vatandaşlarımızı hedef alan bu saldırıda
öldürülen insanlarımızın failleri bulunmalı ve
yargılanmalıdır. Toplumsal vicdan ancak böyle rahatlayabilir,
toplumsal barış böyle sağlanabilir. Biz, Sivası
unutmadık ve unutturmayacağız.
Sayın Başkan,
tavsiyenize de uyarak, bu kalan süremi o arkadaşlar huzurunda ve ölenler
huzurunda saygıda durarak tamamlamak istiyorum.
Çok teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
(Hatip kürsüde saygı
duruşunda bulundu)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla)
Saldıranları nefretle bir kez daha kınıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Çelebi, çok
yoruldunuz.
Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi
aleyhinde söz isteyen İdris Şahin, Çankırı Milletvekili.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İDRİS ŞAHİN
(Çankırı) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisinin 12 Eylül askerî darbesi sürecini hazırlayan ve
darbe koşullarını yaratan olaylardan Maraş ve Çorum
katliamı ile Sivas olaylarıyla alakalı vermiş olduğu
araştırma önergesi aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, burada
yaşamını yitiren 35 tane can için Cenab-ı Haktan tekrar
rahmet diliyorum. Burada, araştırma önergesinde ifade edilen 12 Eylül
öncesi Maraş ve Çorum olaylarının 12 Eylül darbe sürecini
hazırlayan ve darbe koşullarını yaratan olaylardan
olduğu fikrine de tamamen katılıyorum.
Söz konusu olayları
kışkırtanların ve olayın gerçek mağdurları
ile faillerinin kim olduklarını da milletimizin çok yakinen
bildiğinden de eminim. Özellikle, Sivas, Çorum, Maraş olaylarının
üzerine gidilmeyerek zaman aşımına gidildiğine yönelik
iddiaların ise muhataplarının kim olduğunun milletimiz
tarafından da bilindiği kanaatindeyim.
Özellikle, Sivas olaylarıyla
alakalı tarih 2 Temmuz 1993; dönemin iktidarı Doğru Yol Partisi
ve SHP iktidarı, henüz güvenoyu almamış Tansu Çiller Hükûmeti,
Kültür Bakanlığında SHPli Fikri Sağlar ve Sivas Valisi
Ahmet Karabilgin, daha öncesinde Sayın Erdal İnönünün
başdanışmanlığını yapmış,
doğrudan Sivasa vali olarak atanmış bir isim. 4üncüsü
gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri, öncesinde 3 kez
Sivasın Banaz beldesinde gerçekleştiriliyor. Ancak, olayın
olduğu tarih itibarıyla Sivas merkez tercih ediliyor ve valilik
oluruyla bu karar veriliyor. Olayın olduğu dönem, içerisinde Salman
Rüşdinin Şeytan Ayetlerinin Aziz Nesinin de içinde bulunduğu
bir dergi tarafından Türkiye'de yayımlandığı bir dönem
ve Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliğinin onur konuğu
olarak da Aziz Nesinin davet edildiği bir süreç.
Olayın adli vakası tabii ki
yargıya intikal etti, yargı bir şekliyle karar verdi. Öncelikle,
birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermekten Türk Ceza Kanununun
450nci maddesi ve devamı hükümleri çerçevesinde, daha sonra ise
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma ilamı çerçevesinde devletin
anayasal ve temel nizamlarını bozma suçundan dolayı bir
kısım mahkûmiyetler verildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak, bu
kararlar ve yargılama safahatı aradan geçen yirmi yıla
yakın süre içerisinde hep konuşulur oldu, hep
tartışıldı; konunun tarafları da
tartıştı, yargı kararını veren hâkimler de
tartıştı. Özellikle, son kararı veren Ankara 1 no.lu DGM
Başkanı Orhan Karadenizin bir beyanı var -biz Komisyonumuzun
raporlarında da bunu dercetmiştik- ve özellikle Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin bozma ilamları doğrultusunda bu şekilde karar vermek
zorunda kaldık. diyerek vicdanen kendisinin de bir şekilde
rahatsız olduğunu ifade etmişti.
Şimdi, hadiselere bir baktığımız
zaman backgroundunu çok iyi değerlendirmek lazım. Hadiselerin
vukuundan normal, sıradan bir adli vaka olmadığını, bu
kışkırtmaların o bölgenin hassasiyeti gözetilerek gerek 1980
öncesindeki hadiseler ve gerekse o bölgedeki yaşayan Alevi-Sünni
gerilimini tırmandırmaya yönelik var olan bir kısım
eylemler olduğunu biliyoruz. Hemen Sivas hadiselerinin akabinde
Başbağlarda da benzer bir katliamın olduğu ve orada da
özellikle Sünni kesimden vatandaşlarımızın
hayatlarını kaybettikleri de bütün Türkiye'nin malumu.
Şimdi burada bizim irdelememiz gereken hadise nedir?
Özellikle burada ifade edildiği gibi, araştırma önergesinde, AK
PARTİ iktidarı olarak zaman aşımı sürecine giden bu
yönde bizler gerekli adımları atmadık mı, ona bir bakmak
lazım. Ben tamamen bu konunun muhatabının AK PARTİ
iktidarları olmadığını düşünüyorum ve bunu bütün
milletimiz de bu şekilde biliyor. Çünkü olayın vuku bulduğu
tarih itibarıyla Doğru Yol, SHP iktidarda ve özellikle şu anki
bu önergeyi veren Cumhuriyet Halk Partisinin kaynağı ve devamı
olduğunu bildiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi ve SHP
işbaşında. O günün sorumluları hakkında, emniyet
müdürü ve vali hakkında hiçbir araştırma ve soruşturma söz
konusu değil. Bizzat vali kendisi geldiğinde de bir kısım
eksiklikleri, devletin ihmalinin olduğunu kabul ediyor. Süleyman Bey de
raporun altına imza attı, ben de imza attım. Darbe ve
Muhtıraları Araştırma Komisyonunda da Ankaraya bu kadar
yakın mesafede devletin ihmalinin olduğunu bizzat o dönemi
yaşayanların anlattığını ifade ettik. Bu ihmaller
noktasında kesinlikle 2002den sonra iktidara gelmiş olan AK
PARTİ iktidarını ve Hükûmetini eleştirmenin ve onların
bu süreçte üzerine düşenleri yerine getirmediği noktasında bir
yargıya varmanın bir nevi haksızlık olduğunu
düşünüyorum. Ama, ne yapmamız lazım?
MUSA ÇAM (İzmir) Avukatı
mıydınız? Sivas davasının avukatı
mıydınız?
İDRİS ŞAHİN (Devamla) Ben
milletimizin avukatlığını üstlenmişim ve milletin
avukatı olarak da buradayım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
MUSA ÇAM (İzmir) Kaç kişiyi milletvekili
yaptınız, kaç kişiyi bakan yaptınız? Sivas
davasında kaç kişiyi milletvekili yaptınız, kaç kişiyi
bakan yaptınız?
İDRİS ŞAHİN (Devamla) Sivas
davasının ne şekilde cereyan ettiğini ve Sivas
davasının yargı kararını veren hâkimin neler ifade
ettiğini ben buradan söyledim ama siz algılamak istemiyorsanız
benim söyleyecek bir şeyim yok. Milletimiz bizi son derece iyi
anlıyor ve algılıyor.
Ben buradan bir
şeyler söyleyeceğim: Siz sadece burada Alevi
vatandaşlarımızın hak ve hukukunu, onların demokratik
haklarını kullanma noktasında AK PARTİ
iktidarının adım atmadığını ifade ediyorsunuz.
Şimdi, yıllarca bu kesimin adına siyaset yaptınız ve
yıllarca onlar üzerinden bir kısım taleplerde bulundunuz.
Şimdi önümüzde gördüğünüz şu rapor Alevi
çalıştaylarının nihai raporu ve ön rapor, Alevi
çalıştayları raporları. Bunlar tamamıyla AK PARTİ
iktidarı döneminde gerçekleşmiş olan; 1incisi 3-4 Haziran 2009da
başlayan ve sonuncusu da 28-29-30 Ocak 2010 tarihinde 7ncisini
gerçekleştirmiş olduğumuz Alevi çalıştayları. Biz,
burada, Alevi kökenli vatandaşlarımızın taleplerinin neler
olduğunun, bu milletin, 76 milyon insanımız arasında
onların hiçbir şekilde bir farklılığının
olmadığının ve demokratik koşullarda ne tür bir hak ve
özgürlükleri varsa bunların sonuna kadar kullanılması
taraftarıyız. Bu çalışmaları yaparken de onların
hak ve hukukunu araştırma adına yapıyoruz ve bu tür
düzenlemeleri de sivil anayasayla birlikte gerçekleştirmeye dair somut
adımlar atıyoruz. Ama sizin buradan, 1980 öncesindeki faillerinin
kimler olduğunu, kışkırtıcılarının
kimler olduğunu bildiğiniz olayları gerekçe göstermenizin ve 2
Temmuz 1993teki hadiseyi bugünkü iktidara mal etmek suretiyle şu anda
samimiyetle gerçekleştirilmeye çalışılan sivil
anayasanın önünde bir engel olarak bu hadiseleri sunmanızın bana
göre yanlış olduğunu düşünüyorum.
Hep birlikte
yapmamız gereken şudur: Bu ülkede hangi inanç kesiminden olursa
olsun, hangi etnik kesimden olursa olsun 76 milyonun bir ve beraber
olduğunu hiçbir zaman için unutmayalım. Atacağımız
adımların tamamının 76 milyonun huzur ve refahı,
onların özgürlükleri için atılması gereken adımlar
olduğunu da hiçbir şekilde unutmamamız gerektiğine
inanıyorum.
Ve burada, AK
PARTİ iktidarında gerçekleştirilen, özellikle Alevilere yönelik
gerçekleştirilen adımları yetersiz gibi görmüş olmanın
bunların daha ötesinde neler yapabileceğimizi bu kürsüden sunmakla
olabileceğini düşünüyorum. Bu kürsüden, neler yapmalıyız,
bu vatandaşlarımızı hangi adımları atarsak daha
fazla memnun ederiz, bunları konuşursak milletimizin bizden
beklediklerine cevap vermiş oluruz.
Dolayısıyla,
burada, geçmişte her şekliyle araştırılmış,
tartışılmış, faillerinin kimler olduğu ortaya
çıkmış ve dönemin şartlarıyla değerlendirildiğinde
de devletin ihmalinin olduğunu her şekliyle kabul ettiğimiz bu
süreçlerle alakalı tekrar bir araştırma önergesinin
verilmiş olmasının bugünkü gündem itibarıyla uygun
düşmediğini düşünüyoruz.
Bunun
dışında, Alevi kökenli vatandaşlarımızın hak
ve özgürlükleri adına atılabilecek somut adımlara ilişkin
her türlü tavsiyeye açık olduğumuzu AK PARTİ iktidarı
olarak biz her seferinde ifade ediyoruz. Bu yönde yapmış
olduğumuz çalışmalar da bizim için en önemli ispat
aracıdır ve bizi yapmış olduğumuz çalışmalara
sorun diyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Önergenin aleyhinde
olduğumu bildiririm. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Buyurun Sayın
Çelebi.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, konuşmacı benim
söylemediğim yorumlarda ve değerlendirmelerde bulundu. Ayrıca,
bu süreci Cumhuriyet Halk Partisi SHPnin devamıdır.
yaklaşımıyla, onunla buluşturdu. O nedenle, sataşmadan
dolayı söz istiyorum.
BAŞKAN Evet,
iki dakika süre veriyorum sataşma nedeniyle.
Yeni bir
sataşmaya mahal vermeyelim lütfen.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebinin, Çankırı
Milletvekili İdris Şahinin CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) Değerli arkadaşlarım, biz burada bir
siyasi partiyi hedef almadık; bu sürecin açıklığa
kavuşmasını istedik ve bu sorunun hasıraltı
edilmemesini istedik, bunun zaman aşımına
uğramamasını istedik; yasanın öngördüğü insanlık
suçu işlenmiştir, o insanlık suçuna karşı, bu süreci
bu Meclis onarsın istedik.
Şimdi, bütün
bu süreçlere ilişkin dönüp dolaşıp O dönemde işte şu
iktidardaydı, efendim, burada şöyle bir vali vardı. gibi böyle
klasik cümlelerle bu süreci geçiştiremezsiniz. İşte meydan burada,
işte hodri meydan! Kim bu sürecin arkasındaysa, orada bu süreçlere
katılan ve o süreçleri destekleyen hangi milletvekili varsa o
milletvekillerinin açığa çıkartılması, o süreçlerdeki
rolleri de dâhil araştırılması
Doğrudur, biz
darbe komisyonunda bu süreçlerin araştırılmasını aynen
talep ettik ama talep etmek sorunu çözmüyor, gereğini yapmak gerekiyor. Bu
gereğin yapılması konusunda, bugün onun için bir
fırsattır; onun için, bu kanayan yaranın durdurulmasına bir
katkı sunabilir. Yoksa, böyle birbirimize yönelik bazı kurgularla,
geçmişe yönelik suçlamalarla bu işin üzerini kapatamayız. Bunun
arka planında hangi izler varsa, hangi kişiler bu sürecin içerisine
dâhil olmuş ve bu suçu işlemişlerse zaman aşımına
uğramaksızın insan hakkı suçuna karşı bir
duyarlılık bekliyoruz.
Darbelerle
hesaplaşmak böyle bir şeydir, suçu işleyenlerle hesaplaşmak
böyle bir şeydir diyorum. Hepinizi bir kez daha saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve
arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza
yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına
ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının
ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi
amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi
günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN
Cumhuriyet Halk Partisi grup önerisi lehinde söz isteyen Abdullah Levent Tüzel,
İstanbul Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve
arkadaşlarının Çorum, Maraş ve Sivas
katliamlarının dosyalarının yeniden açılmasına
dair Meclis araştırması önergesini ben de, blokumuz da
destekliyoruz. Tarihimizin kanlı, karanlık sayfalarından birisi
olan bu katliamlar bugüne kadar gerçek anlamıyla
aydınlatılmamıştır, yapılan yargılamalar da
elbette göstermelik kalmıştır. Ben, öncelikle, bütün bu
katliamlarda hayatını kaybeden yurttaşlarımızı, 2
Temmuz 1993te Madımakta, otelde yakılan 35 canımızı sevgiyle,
saygıyla anıyorum. Onların değerleri, ülkemizin demokratik
geleceğine işaret etmektedir ve bu türden Türkiyenin geçmişinde
kalmış ama hâlâ yaraları, acıları taze olan
Bunları aydınlatmak, demokratik geleceğimiz ve demokrasi
mücadelesi açısından da vazgeçilmezdir. Elbette ki bu suçlar,
arkasında karanlık kontra şebekelerin olduğu ve
aslında dönemin halklarını birbirine düşürmeye dönük ve
darbe planlarını yürütmeye dönük bu saldırılar, komplolar
gerçek anlamıyla ortaya çıkartılmalı ve failleri yargılanmalıdır.
Bu suçlarda tabii ki zaman aşımı işlememelidir,
insanlığa karşı işlenmiş suçlardır.
Arkasında devlet güçlerinin olduğu yaşam hakkı ihlallerinde
her ne olursa olsun zaman aşımı işlememeli.
Sivas
katliamının 20nci yılının evvelki günündeyiz. Yarın,
Türkiyenin her yerinde ve tabii Madımak Otelinin önünde de bu katliam
lanetlenecek, yürünecek. Aleviler, Alevi inancından yurttaşlar,
Türkiyedeki Müslümanlaştırma ve tekçi zihniyetin, bu projenin bir
gereği olarak yıllardır ayrımcı muameleye tabi
tutuldular, düşmanlaştırıldılar, haklarında yalan
yanlış bilgilerle toplum, kamuoyu aldatıldı,
yanıltıldı ama yıllardır uyanış içerisindeki
-özellikle 93deki Madımak katliamı bu noktada bir kırılma
yaratmıştır- Aleviler, bir araya gelerek Pir Sultan Abdal
geleneğinin, mücadeleci geleneğinin, direniş geleneğinin
gereği olarak her yerde örgütlenerek laik bir ülke, demokratik bir toplum,
eşit yurttaşlık hakkı diyerek mücadelelerini
yükseltmişlerdir. Bu mücadeleler sonucu AKP Hükûmeti de -biraz önce
hatibin de söylediği gibi- açılım ve çalıştaylar
yapmıştır ama bu açılım ve çalıştaylar bir
taraftan Alevi inancına hakaret edilen, Alevi inancından
siyasetçilerin yuhlandığı ya da tu kaka edildiği, en son
örneğinde de işte biliyorsunuz, üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim
ismi verilerek bir kez daha Alevi inancından yurttaşların
rencide edildiği, hakaret edildiği bir devlet
anlayışıyla aslında bu çalıştaylar
yapılmıştır. Gerçekte bir sorunu çözmek, bir inanç
eşitliği sağlamak, din, vicdan, ibadet hürriyetine, özgürlüğüne
saygı gösteren bir tutumla hareket etmek değil; aksine, burada yine
dini ve inançları istismar etmeye dönük bir politika güdülmüştür ve
aslında Sonu ne çıkmıştır? derseniz, tam bir fiyasko
olmuştur. Bugün yeniden Başbakanın dile getirdiği bu demokrasi
istemleri, özgürlük istemleri karşısında yeniden Alevi paketinin
ya da Alevi sorunlarına el atma ifadesinin arkasından çıkacak
olan şey nedir? Cemevlerini Diyanet İşleri
Başkanlığının bir şubesi gibi
değerlendirmek, oraya bağlamak, devlet kontrolüne,
dolayısıyla Hükûmet kontrolüne almak ve Alevi dedelerini, eğer
ihtiyaçları varsa, maaşa bağlamak gibi son derece ilkel,
taleplerin ve amacın son derece dışında bir
yaklaşım bir kez daha dile getirilmiştir.
Değerli
arkadaşlar, unutmayalım ki Sivasta ve darbe öncesinde Çorumda,
Maraşta toplumu birbirine karşı kışkırtarak
egemen politikalarını sürdürmek isteyen yani tekçi, inkârcı,
baskı rejimini sürdürmek isteyen güçler bu katliamları tezgâhlamıştır.
Bir defa, bunu unutmamak ve buna karşı uyanık ve tedbirli
davranmak zorundayız. O nedenle, Türkiyenin, tarihi, gerçekleri ortaya
çıkartılmadıkça, gerçekler aydınlatılmadıkça,
hakikatler ortaya çıkartılmadıkça her zaman için bu türden
komplo, kontra saldırılar ve kitle kırımlarıyla karşı
karşıya kalması mümkündür. Bütün bunlar
karşısında tek yapılacak şey elbette demokratik
mücadeledir, demokratik halk hareketidir ve bütün bunların önünü açacak,
anayasa değişikliği başta olmak üzere, demokratik
düzenlemelerin bir an önce yapılmasıdır.
Haziran ayı
boyunca Gezi Parkı direnişiyle başlayan, daha sonrasında
bütün ülkeye yayılan demokratik içerikli halk hareketlerinin de
aslında gelmiş olduğu nokta, talep ettiği nokta da budur.
Yani, halkın yaşam değerlerine, kent yaşamına,
inançlarına, emek hakkına, beden özgürlüğüne, bütün
birikmiş haklarına, özgürlük ve demokratik istemlerine saygı
duyulması, saygı gösterilmesidir. Ama bunun karşısında
ne yapmıştır iktidar? Bundan ders çıkartmak ve hatta
tarihimizden, o geçmişteki kitle kırımlarından ders
çıkartmak yerine yalana sarılmıştır, bir kez daha kara
propagandaya sarılmıştır ve bir aylık bu büyük
uyanıştan, büyük uyarı eylemlerinden, bu süreçten sonra dahi
bitmemiş, en son, Diyarbakır Licedeki karakol yapımını
protesto eden halka göz göre göre ateş açılmış, kimileri
sırtlarından vurulmuş ve Medeni Yıldırım isimli
bir yurttaşımız bu açılan ateş sonucu
hayatını kaybetmiştir. Burada da yalana
sarılmıştır, denmiştir ki: Bunun arkasında
başka bir komplo var. İşte, uyuşturucu şebekeleri bu
işi tezgâhlıyorlar, halkı kışkırtıyorlar.,
benzeri şeyler. Oysaki demokratik, barışa dayalı çözüm
iradesi bu ülkede olacaksa halkın ne dediği ortadadır.
Kürtlerin, Kürt halkının, Kürt yurttaşların
yıllardır eşit haklar, özgürlükler, ana dilinde eğitim,
demokratik özerklik, anayasal kimlik ve tanınma ve birçok maddede
cezaevinde haksız yere tutulan, başta hasta tutuklular olmak üzere
bütün siyasi görüşleri nedeniyle, demokratik mücadele vermeleri nedeniyle
yargılanan ve mahkûm edilenlerin serbest bırakılması da
olmak üzere, çözümün, barışın, demokratikleşmenin yolu
yıllardır bu ülkede anlatılmaktadır, bu yol haritası
çizilmiştir, devletle bir diyalog ve müzakere sürdürülmektedir ama bu
diyaloğun ve müzakerenin devlet adına olan tarafı ne yapacağını
değil, ne yapmayacağını söyleyip durmaktadır. O zaman,
barış böyle gelebilir mi? Barış Yeni karakollar, yeni
barajlar yapacağız. diyerek gelebilir mi? Barış, Alevi
inancına sahip yurttaşların eşit yurttaşlık
taleplerini görmeyip bunu ha bire istismar etmek ve zamana yaymak, sürece
yaymakla mümkün olabilir mi? Ya da Zamanında bu yargılamalar
yapıldı, bu dosyaları yeniden açmak yerinde değildir.
diyerek Türkiye gerçekten demokratik bir geleceğe, barışa,
kardeşliğe, eşit haklara dayalı bir geleceğe
yürüyebilir mi?
Ondan sonra deniyor
ki: Bu anayasadan umut kesildi. ya da Bu anayasa
çalışmalarının önü kesildi, sabote ediliyor. Ne
yapılıyor ki bu yeni anayasada? Bağımsız, demokratik,
laik, sosyal hukuk devleti evet, bu ilkelere uygun bir düzenleme olacaksa, o
zaman, Diyanet İşleri Başkanlığınca ha bire
burada inançları kısıtlayıp, vicdan özgürlüğünü
bağlayıp sadece tek bir mezhebi devlet örgütlenmesi olarak tutmak ve
milyonlarca Alevi yurttaşın çığlığını
ve bu katliamlarla hesaplaşılması isteğini görmemek. Böyle
mi olacak laiklik, böyle mi olacak demokratik anayasa?
Yine, aynı
şekilde Gezi Parkı direnişi sürecinde ortaya
çıkmış demokratik taleplere hâlâ tutarlı bir yanıt
verilmediği gibi
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT
TÜZEL (Devamla) -
âdeta bir insan avına, cadı avına
çıkılmıştır. Bunlarla demokratik bir gelecek olamaz.
Aydınlatılması gereken bir tarih
Bugün sadece Meclis komisyonu
da değil, Hükûmetin sultası altında değil,
bağımsız bir komisyonca tarihteki işlenmiş bütün bu
katliamlar aydınlatılmalı ve sorumluların halka hesap
vermesi sağlanmalıdır tabii ki en son Licede işlenmiş
insanlık suçu da dâhil olmak üzere.
Biz bütün
bunların araştırılmasını istiyoruz. CHP Grup
önerisi de yerindedir ve bu doğrultuda Meclis araştırması
komisyonu kurulması sağlanmalıdır.
Teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk
Partisi grup önerisi aleyhinde söz isteyen Ramazan Can, Kırıkkale
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar).
RAMAZAN CAN
(Kırıkkale) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Çorumda,
Maraşta ve Sivastaki olaylarda hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına da
tekrar başsağlığı diliyorum.
Aslında
Çorum, Sivas ve Maraşta ne oldu, olaylar niye oldu? diye bakmak
gerekirse: Çorumda, Sivasta ve Maraşta seçimle iktidara gelmiş,
vatandaşın bire bir temsilcilerinin görev aldığı
hükûmetleri, halktan almış oldukları bu millî iradenin yetkisini
darbe zemini oluşturarak, sokakları terörize ederek, tamamen hukuk
dışı yapılarla darbeye zemin oluşturarak iktidardan
devirmektir. Asıl amaç budur.
Darbecilerin zaten
iki tane enstrümanı vardır: Birincisi, darbe zeminini
oluşturmaya giden yolda, sokakları terörize etmek ve faili meçhul
cinayetler gerçekleştirmek. Bu anlamda da bizim, aslında, kültürel ve
sosyolojik olarak zenginliğimiz olan gerek Kürt vatandaşlarımız ile Türkler arasında,
yine, kültürel bir zenginliğimiz olan, mezhepsel bir zenginliğimiz olan
Alevi vatandaşlarımız ile Sünni vatandaşlar arasında
sıkıntılar çıkarmak, gerginlikler çıkarmak ve buradan
sokakları terörize ederek iktidara nasıl olsa bir şekilde sahip
olabilme içgüdüsü yatmaktadır. Ancak, eğer iktidar halktan
almış olduğu yetkiye sahip çıkarsa, emanete sahip
çıkarsa ve bu emaneti kutsal bilip bütün tehditler
karşısında dik durursa, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi
esas alırsa tabii ki bunlar bu şeyleri de başarıya
götüremeyeceklerdir.
Nitekim, bizim
dönemimizde de -AK PARTİ hükûmetleri döneminde de- bu provokasyonlar
gerçekleştirilmeye çalışıldı ama AK PARTİ
hükûmetleri, gerçekten, milletten almış oldukları yetkiyi ve
emaneti kutsal bildiler ve dik durdular; demokrasi ve hukuk çerçevesinde bu
yaptırımlara, bu tehditlere asla boyun eğmediler.
Dolayısıyla bu gibi olaylar gerçekleşmedi ve darbe zemini
oluşmadı. Darbe zemini oluşmayınca, biliyorsunuz 12 Eylül
referandumu hadisesi vardı 26 maddelik. Darbenin önüne hukuken set çekme
anlamında önemli bir referandumdu, önemli anayasa değişikliklerini
ihtiva ediyordu ama AK PARTİ haricindeki muhalefet partileri maalesef buna
engel oldular, engel olmaya çalıştılar ama aziz Türk milleti,
aziz vatandaşlarımız yüzde 58lik evet oyuyla buna engel oldu.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Neye engel olduk, neye? Neye engel olduk?
RAMAZAN CAN
(Devamla) Dolayısıyla AK PARTİ her zaman millete gitti ve
milletten aldığı yetkiyle iktidar olmaya gayret etti.
Burada Gezi
olaylarıyla da ilgili birtakım şeyler söylendi, bunlara da cevap
vermek istiyorum.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Ramazan, konuşmana iyi bak, ölçülü
konuş bak!
RAMAZAN CAN
(Devamla) Mevlüt Ağabey, sana saygı duyuyorum
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Ölçülü konuş! Kim destek verdi darbeye?
BAŞKAN Sayın Aslanoğlu, lütfen
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Hayır Sayın Başkan, darbeye kim
destek verdi ya?
BAŞKAN Sonra söz istersiniz efendim, söz istersiniz.
Sayın hatibe öyle hitap etme usulümüz yok. Lütfen
RAMAZAN CAN
(Devamla) Sayın Başkanım, ben darbeye destek demedim.
Cumhuriyet Halk
Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi 12 Eylül referandumunun aleyhinde oldu.
Aleyhinde
olmadınız mı? Çıkın aksini söyleyin.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Ayıp
RAMAZAN CAN
(Devamla) Şimdi, Türkiyede 2002 yılında aslında çok
önemli şeyler oldu, muhalefet partileri farkında değil. 2002
seçimlerinden sonra önemli gelişmeler ve değişimler
yaşanmaya başlandı. Daha önce ellerinde imtiyazları
olanlar, en ziyadeye mazhar olanlar imtiyazlarını kaybetmeye
başladılar. Aslında bu imtiyazlar sandıktan değildi,
millî iradeye de dayanmıyordu.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sen darbeden doğdun.
RAMAZAN CAN
(Devamla) Millet adına meşru olmayan bu yetkiyi vesayet rejimiyle
kullanıyorlardı. Ülkenin sahipleri kendileri olduğu için güya,
her şey onların tekeliydi ve bu böyle, sürgit devam etmeliydi. Ancak
unuttukları bir şey vardı; o da millet. Millet, sandıktan
aldığı yetkiyle kendi evlatlarını
işbaşına getirdi. İşbaşına gelen AK
PARTİ, milletin emanetine sahip çıktı ve ona darbe indirmek
isteyenlerin karşısına dikildi. İrtica geliyor, laiklik
elden gidiyor. dediler, olmadı. Bir zamanlar orduyu göreve
çağırdılar, olmadı. Cumhuriyet yürüyüşleri
yaptılar, olmadı. 367 hukuk garabetini ortaya attılar,
olmadı. Her seferinde milletten silleyitokat yediler. Silleyitokat yediler ama Biz bu
silleyitokadı niye yiyoruz? diye de vicdan muhasebesi yapmadılar.
Ufukta iktidar da gözükmüyor, zaten sandıktan çıkmaları da
mümkün değil; ara rejim yolu da kapandı, ümit ettikleri dağlara
karlar yağdı. Bu kesimi temsil eden muhalefet de yok, ana muhalefet
acziyet içinde olunca bu grup Taksim Gezi Parkı olaylarını
bahane ederek mal bulmuş mağribi gibi Gezi Parkını
sahiplendi. Ama şunu özellikle söylemek istiyorum ki millet, milletin
temsilcilerinin yanındadır, buradan, Gezi Parkından size ekmek
yoktur.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) Biz Sivası
konuşuyoruz, Sivası. Sivastan bahset, katliamdan bahset.
RAMAZAN CAN (Devamla) AK PARTİ Hükûmetleri milleti
hiç aldatmadı, milletin emanetine ihanet etmedi, şapkasını
alıp gitmedi. Biz aziz milletimizden aldığımız oyu
başımızın üstünde kabul ettik ve milletin yetkilerini en
iyi şekilde temsil etmeye gayret ettik. Dolayısıyla, Gezi
Parkına Buradan bir şey çıkar mı? diye, iktidarı
sandıkta alamayanların sokakları terörize ederek iktidar
yetkisini devam ettirmeye çalışmaları mümkün değildir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Senin aklın erer mi Gezi
Parkına!
RAMAZAN CAN (Devamla) Bu millet buna asla müsaade
etmeyecektir, milletin temsilcileri de buna müsaade etmeyecektir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Cumhuriyet Halk Partisinin grup önerisi
Tabii ki hiçbir
hukuk devletinde Sivas olayları, Kahramanmaraş olayları, Çorum
olayları yaşanmamalı ama buna giden sürece de hiçbir muhalefet
partisinin, hiçbir sivil inisiyatifin, hiçbir sivil toplum örgütünün de destek
olmaması gereklidir. Sen provoke edeceksin, olayları
çıkartacaksın, buradan nemalanacaksın; böyle bir şeyi,
artık, millet kesinlikle kabul etmiyor.
Bu duygular içerisinde Cumhuriyet Halk Partisinin grup
önerisinin aleyhinde olduğumuzu beyan ediyor, tekrar Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Evet, teşekkür ediyorum.
Sayın Altay, buyurun.
ENGİN ALTAY (Sinop) Sayın Başkan, sayın
hatip konuşmasında AKP dışındaki -özellikle de bizi
kastederek- bütün siyasi partilerin 12 Eylül referandumu öncesi darbeleri
önleyici tekliflere destek vermediğini beyan ederek
Ve
konuşmanın bütününe baktığımızda da sanki AKP
darbe karşıtı
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Doğru, AK
PARTİ darbe karşıtı. AK PARTİ bugüne kadarki
konuşmalarında, bütün eylem ve söylemlerinde darbe
karşıtı olduğunu ispat etmiştir.
ENGİN ALTAY (Sinop)
AKP dışındaki
bütün partiler de darbe yanlısı üzerine bir konuşma yaptı.
Müsaade ederseniz cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN Buyurun, sataşma nedeniyle iki dakika
söz veriyorum.
Lütfen yeni bir sataşmaya mahal vermeyelim diyoruz
ama sataşıyorsunuz.
VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, Kırıkkale
Milletvekili Ramazan Canın CHP grup önerisi üzerinde
yaptığı konuşma sırasında Cumhuriyet Halk
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ENGİN ALTAY
(Sinop) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasi dışı yola
her ne sebeple olsun tevessül eden herkese ve her şeye
karşıdır.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Mayıs ayında gördük!
ENGİN ALTAY
(Devamla) - Nitekim, biz, 27 Mayıs darbesini de, 12 Eylül darbesini de, 28
Şubatı da, 12 Martı da ama sizin hiç bahsetmediğiniz, hep
kapatmaya çalıştığınız 27 Nisan elektronik
muhtırasını da hiçbir zaman tasvip etmedik.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Nerede karşı çıktınız?
ENGİN ALTAY
(Devamla) - Sayın milletvekilime şunu tavsiye ederim: Sayın
Milletvekilim, 27 Mayıs ihtilalinden sonra İsmet İnönünün
dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsele yazdığı bir
mektup var. O mektubu okumanı tavsiye ederim. Cumhuriyet Halk Partisi,
gerçek anlamda Türkiyede darbelerin mağduru olan tek partidir.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Vay be!
ENGİN ALTAY
(Devamla) - Darbeler, Cumhuriyet Halk Partinin, özellikle 27 Mayıs
ihtilali Cumhuriyet Halk Partisi iktidarını engellemek için
yapılmıştır. Hakeza 12 Eylül 1980 darbesi de öyledir. Ancak
biz darbelere karşıyız, siz, darbelerden beslenenler, darbelerle
büyüyüp, gelişip, serpilenler olarak buradasınız. Bunu size bir
kere daha hatırlatmak isterim.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN
Sayın Elitaş, buyurun.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Bakın, biraz önce sayın grup başkan
vekili arkadaşımızın AK PARTİnin darbelere
karşı parti olduğunu ifade ederken
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) Her gün söylüyorsunuz siz bize!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri)
Hayır, öyle değil, AK PARTİ
darbeci bir partidir. anlamında bir söylemde bulundu.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Darbelerden sonra yararlandınız. dedim.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sataşmadan dolayı, izin verirseniz cevap
vereyim.
BAŞKAN Evet,
buyurun.
İki dakika
sataşma nedeniyle söz veriyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
ADİL
ZOZANİ (Hakkâri) Başladık artık
İşimiz var ya!
Bugün eve gidemeyeceğiz!
3.- Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaşın, Sinop
Milletvekili Engin Altayın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşma sırasında Adalet ve Kalkınma Partisine
sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Değerli milletvekilleri, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Engin
Altayı tebrik ediyorum, hem grup başkan vekilliğinden geçen
hafta tebrik etmiştik ama- ikincisi de Cumhuriyet Halk Partisi
yetkililerinden ilk defa 27 Mayısın bir darbe olduğunu söylemesi
de önemli bir gelişme.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ (İstanbul) Sen uyuyorsun ya!
ENGİN ALTAY
(Sinop) Evet, evet
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) Ondan dolayı da tebrik ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü 27 Mayısı
hep ihtilal olarak kabul etmiş bir durum vardı.
Bakın,
Sayın Altay, 27 Nisan tarihinde siz milletvekiliydiniz, günlerden cuma,
burada ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin Cumhurbaşkanı seçimiyle
ilgili oylamayı yaptık, 358 oy çıktı Sayın
Cumhurbaşkanımıza. Burada -grup başkan vekilleri ve bir
kısım milletvekili arkadaşımız buradaydı-
Sayın Arınç kürsüden Oo, Sayın Anadol da buradaymış;
Oo, şu da buraymış. diye söyleyince grup başkan vekilleri
bazılarını kolundan sürükleyerek dışarı
çıkardı 367 olur mu? diye. Ve -siz hatırlayın- Sayın
Baykal, 367yle ilgili Kim uydurmuş bu saçmalığı? dedi.
Sabih Bey bunu uydurmuştu, ifade etmişti ve o uyduruk birdenbire
Anayasa Mahkemesine gitti. 27 Nisanla ilgili bu muhtıra olduğunda
Altına imza atarım. diyen
ENGİN ALTAY
(Sinop) Hayır.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) -
Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkan
Yardımcısı vardı, Altına imza atarım. diyen ama
27 Mayıs darbesine
KAMER GENÇ
(Tunceli) Kimse söyle onu işte ya!
MUSTAFA
ELİTAŞ (Devamla) -
9 Marta, 12 Marta, 12 Eylüle sizin lideriniz,
Genel Başkanınız rahmetli İnönü gibi Hadi oradan!
diyebilecek bir babayiğit çıkamamıştı. Ne zaman bir
babayiğit çıktı? 28 Nisanda, 27 Nisan
e-muhtırasını verene Hadi oradan! diyebilecek bir
babayiğit AK PARTİ Hükûmeti çıktı. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Mektupla olmaz bu iş, mektupla
olmaz, mektup yazarak, Şunu asmayın. diyerek olmaz, Sizi ben bile
kurtaramam! diyerek olmaz. Hadi oradan! diyebilecek yürek ve cesaretli adama
ihtiyaç vardı, o da Recep Tayyip Erdoğan, AK PARTİ Hükûmetiydi.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Sayın Başkan, şimdi, sayın hatip bizim geriye
dönük genel başkanlarımızın darbeleri
alkışladığını, desteklediğini ima etti. Bu,
doğru değildir; bu, genel başkanlarımıza bir
haksızlıktır. Müsaade ederseniz, çok doğal olarak buna
cevap vermem, düzeltmem lazım Sayın Başkan.
KAMER GENÇ (Tunceli)
- Ya, 27 Nisan muhtırasını verene Tayyip özel araba tahsis etti,
onunla anlaşarak bu muhtırayı verdi. Hâlâ bu Mustafa ne diyor
ya!
BAŞKAN
Buyurun Sayın Altay.
Sataşma
nedeniyle iki dakika söz veriyorum.
4.- Sinop Milletvekili Engin Altayın, Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaşın sataşma nedeniyle yaptığı
konuşma sırasında Cumhuriyet Halk Partisine sataşması
nedeniyle konuşması
ENGİN ALTAY
(Sinop) Şimdi, sayın milletvekilleri, burada, bu Parlamentoda,
milletvekilleri burada otururken şu sıralarda generallerin
oturduğu günleri bilenler bilir, bilmeyenler okumuştur ancak
Sayın Grup Başkan Vekilinin Cumhuriyet Halk Partisinin geriye dönük
genel başkanlarının Hadi, oradan! demediler, darbecilere
meydan okumadılar. şeklindeki yaklaşımını
kendisine yakıştıramadım. Zira, Cumhuriyet Halk Partisinin
genel başkanlarının hepsi, yani Sayın Ecevit, Sayın
Baykal darbelerden ve muhtıralardan sonra hapishanelere
tıkıldılar, bunu bilmenizi isterim. Sayın Ecevitin Nihat
Erim Hükûmetine katılmayı protesto ederek genel sekreterlikten istifa
ettiğini ve bu şekilde Türkiyede demokratik bir tavır
koyduğunu unutmayın. Sayın Deniz Baykalın 1980
ihtilalinden sonra, Ankarada askerî bir okulda, Zincirbozanda hapis
tutulduğunu unutmayın. Bunları bile bile, darbelerden bu kadar
mağdur olmuş, özgürlükleri kısıtlanmış, ellerine
kelepçeler vurulmuş Cumhuriyet Halk Partisi genel
başkanlarını darbecilikle suçlamak, çok masumane bir tabirle,
biraz saygısızlık olur Sayın Elitaş. Siz de bir
siyasetçisiniz ve geçmişi tahrif ederek buradaki
arkadaşlarınıza ve Türkiyeye vereceğiniz bir mesaj olamaz.
Cumhuriyet Halk
Partisi -altını çizerek söylüyorum- bütün darbelere
karşıdır, Cumhuriyet Halk Partisi ordunun siyasete müdahalesine
hiçbir zaman destek olmamıştır. Siz burada polemik yaparak,
ajitasyon çekerek darbe ürünü olduğunuzu ortadan
kaldıramazsınız, saklayamazsınız.
Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan
BAŞKAN
Buyurun Sayın Elitaş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, Grup Başkan Vekili 3
Haziran 1960 tarihli Ulus gazetesini alıp Sayın Genel
Başkanları
Ki, Ulus gazetesi yarı resmî yayın
organıdır. Alsın, baksın.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) 2013ü konuşuyorlar ya, 2013ü konuş.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın İnönü Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanıyken yabancı gazetelerle yaptığı
mülakatta 27 Mayıs meşru bir ihtilaldir. demiş ve yarı
resmî yayın organında bu manşet olmuştur.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) 2013e gelir misin? Türkiyede yaptığınız
sivil darbeyi konuşun kardeşim ya.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Grup Başkanvekili bu konuyu
incelesin.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Sayın Başkanım
BAŞKAN
Buyurun.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Sayın Başkanım, siz gazetede okuduğunuz her
şeyin doğruluğuna inanıyor musunuz?
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Ha, tamam o zaman
ENGİN ALTAY
(Sinop) Gazetelerde yazılanların yarısı yalan.
MUSTAFA
ELİTAŞ (Kayseri) Doğru, çok güzel.
ENGİN ALTAY
(Sinop) Öyle şey olur mu? İsmet İnönünün 27 Mayıs
meşrudur. diye bir beyanatı yoktur.
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Vardır.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
VI.- ÖNERİLER (Devam)
A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)
2.- CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve
arkadaşları tarafından Alevi yurttaşlarımıza
yönelik gerçekleşen Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına
ilişkin dosyaların yeniden açılması, zaman aşımının
ortadan kaldırılarak maddi zarar görenlerin tespit edilmesi
amacıyla 22/5/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, Genel Kurulun 1 Temmuz 2013 Pazartesi
günkü birleşiminde okunarak görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN Cumhuriyet
Halk Partisi Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.
Gündemin Özel
Gündemde Yer Alacak İşler kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın
1inci sırasında yer alan, Onuncu Kalkınma Planının
(2014-2018) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair
Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S.
Sayısı: 476) (x)
BAŞKAN
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 476
sıra sayısı ile bastırılıp
dağıtılmıştır.
Görüşmeler
Genel Kurulun 24/6/2013 tarihli 124üncü Birleşiminde kabul edilen
Danışma Kurulu önerisine ve 3067 sayılı Kalkınma
Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğün
Korunması Hakkında Kanunun 2inci maddesi hükümlerine göre
planın tümü üzerinde planın mevcut bölümleri itibarıyla 4 bölüm
hâlinde yapılacaktır. Bu görüşmelerde Hükûmetin sunuş
konuşması otuz dakika olup, bölüm üzerinde konuşma süreleri
siyasi parti grupları, Komisyon ve Hükûmet için otuzar dakika;
şahıslar için onar dakikadır. Siyasi parti gruplarının
süreleri birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilecektir. Şahısları adına söz talebinde
bulunan üyelerden iki milletvekiline söz verilebilecektir, planın Hükûmete
geri verilmesine ilişkin gerekçeli önergeler Başkanlığa
planın bölümleri üzerindeki görüşmelerin bitimine kadar
verilebilecektir. Planın bölümleri üzerindeki görüşmeler
tamamlandıktan sonra önerge kabul edilmeyecektir.
Şimdi,
planın sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükûmet
adına Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmazı davet
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planımızı takdim etmek üzere
karşınızda bulunuyorum. Bu vesileyle, planımızın
öncelikle milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Vaktim
kısıtlı olduğu için planın çok fazla detayına
girmem mümkün olmayacak ama genel hatlarıyla planı sizlere özetlemeye
gayret edeceğim.
Bu özete
başlamadan önce, bugüne kadar ülkemizin kalkınmasına
katkıda bulunmuş olan, ülkemize, milletimize hizmet etmiş olan
herkesi saygıyla selamlıyorum. Özellikle, geçmiş dönemlerde
hazırladıkları planlarla, çalışmalarla ülkemizin
kalkınma sürecini daha da hızlandırmak için gayret edenleri
saygıyla selamlıyorum.
Plan
tartışmaları ülkemizin gündeminde uzun dönemdir yer alan
tartışmalar. Bu vesileyle, şunun da altını çizmek
istiyorum: Serbest piyasa ekonomilerinde plan olmaz. gibi bir yaklaşım
kesinlikle doğru değildir. Piyasa her şeyi halleder, piyasa her
şeyi yapar. gibi bir anlayışı benimsememiz mümkün
değil. Bir taraftan, elbette ki serbest piyasa işleyecek ama bir
taraftan da bu bir hukuk düzeni içinde devletin düzenleyici ve planlayıcı
işlevleriyle birlikte hayata geçecek.
En
gelişmiş dediğimiz piyasa ekonomilerinde planlamaların da
aslında en ileri düzeyde olduğunu hepimiz biliyoruz. Piyasa
ekonomileri kargaşa ekonomileri değildir, kaos ekonomileri
değildir; hukuk düzeni içinde çalışan ve ciddi anlamda
politikalarla, planlamalarla şekillendirilen ekonomilerdir. Biz de, elli
yılı aşkın bir planlama deneyimiyle
karşınıza Onuncu Kalkınma Planını getirmiş
bulunuyoruz.
Planımız
2014-2018 dönemini kapsıyor, beş yıllık bir plan. 2023e
doğru giderken on yıllık bir perspektifte bu dönemin ilk
beş yıllık dilimini bu planla detaylı bir şekilde bir
yol haritasına oturtmaya çalışıyoruz.
Planımızın
hedefi elbette ki insanımızın potansiyelini, yeteneklerini
harekete geçirerek kalkınma sürecimizi hızlandırmak ve
toplumumuzun yüksek refah seviyesine ulaşması yolunda katkıda
bulunmaktır.
Onuncu
Kalkınma Planında ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma süreci
bütüncül, kapsayıcı ve çok boyutlu bir bakış
açısıyla ele alınmış, insan odaklı kalkınma
anlayışı benimsenmiştir. Bu çerçevede plan, yüksek,
istikrarlı ve kapsayıcı ekonomik büyümenin yanı sıra,
hukukun üstünlüğü, bilgi toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani
gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların
sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsayacak şekilde
hazırlanmıştır.
Planı
hazırlarken özellikle katılımcılığa büyük önem
verdik. Yaklaşık iki yıldır bu planla ilgili
çalışmaları sürdürüyoruz. Bu vesileyle, plana emek harcayan
bütün herkesi burada şükranla anmak istiyorum.
Kalkınma
planları sadece Bakanlığımızın
yaptığı planlar değildir. Bu süreçte 66 adet özel ihtisas
komisyonu ve çalışma grubu oluşturduk; eğitimden
sağlığa, enerjiden büyüme stratejisine, nüfus hareketlerinden
diğer birçok alana kadar
değişik alanlarda akademisyenler, sivil toplum kuruluşları,
meslek kuruluşları, çeşitli çevrelerden
katılımcılar bu planlama çalışmamıza katkıda
bulundular. Hepsine huzurunuzda teşekkür ediyorum. 3 bini aşkın
insan sadece bu özel ihtisas komisyonlarımıza ve çalışma
gruplarımıza katkıda bulundu.
Ayrıca, ilk
defa bu plan döneminde yerelden katkı aldık, katılım
aldık. Kalkınma ajanslarımız kanalıyla Hakkâriden
Edirneye, Samsundan Muğlaya Türkiye'nin 81 ilinden kalkınma
planımızla ilgili görüş topladık. 7 bini aşkın
katılımcının bu süreçte görüşlerini aldık ve
bunlar da planlama çalışmalarımıza ayrı bir renk
kattı. Topladığınız zaman 10 binin üzerinde
katılımcı iki yıllık bir süreçte planlama
çalışmalarımıza katkıda bulundu.
Ayrıca, tabii
ki Bakanlığımızın kurumsal kapasitesini
değerlendirdik. Model çalışmalarından sektörel analizlere
kadar birçok çalışmayla bu
katılımcılığı birleştirerek
planımızı şekillendirdik. İş dünyasıyla bir
araya geldik, sivil toplum kuruluşlarıyla, think tank
dediğimiz düşünce kuruluşlarıyla bir araya geldik
planımızı tartıştık. Dünyanın
değişik bölgelerinde görev yapan büyükelçilerimizi
çağırdık onlarla toplantılar, istişareler yaptık,
müsteşarlarımızla istişareler yaptık, gençlerle
çalıştaylar yaptık, gençlerin geleceğe
bakışını aldık ve bütün bu değişik
kaynakları kullanarak planımızı şekillendirdik. Ben
tekrar tekrar bütün bu katılımcı süreçlerde planımıza
destek olan, katkı veren, fikir veren herkese huzurunuzda çok çok
teşekkür ediyorum.
Planımızı
şekillendirirken ilk bölümde, özellikle dünyadaki eğilimlere,
dünyadaki gidişata yakından bakmaya çalıştık çünkü
dünyayı okumadan, dünyadaki eğilimleri, dünyadaki gidişatı
iyi değerlendirmeden ülkemizi bu süreçte konumlandırmak da mümkün
değil. Ekonomik, sosyal politikalarımızı, çevresel politikalarımızı,
bütün bunları şekillendirirken dünyadaki gelişmeleri
yakından analiz ettik ve bu planımızda bunu da dikkate
aldık.
Bu çerçevede
baktığınızda küresel sistemin çok kutuplu bir yapıya
doğru dönüştüğünü tespit ediyoruz. Bazı ülke ve bölgeler geleceğin
yeni küresel güç merkezleri olarak ortaya çıkarken mevcut bölgesel güçler
de yeniden şekillenmektedir. Dünya genelinde bölgeselleşme ve çok
taraflı serbest ticaret anlaşmaları eğilimi
yaygınlaşmaktadır. Küresel düzeyde üretim ekseni ve
ağırlık merkezi, gelişmiş Batı ülkelerinden
gelişmekte olan Asya ülkelerine doğru kaymaktadır. Bu
eğilim, küresel krizden sonra daha da bir belirginlik
kazanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomideki
payı artarken gelişmiş ülkelerin payı azalma
eğilimindedir.
Yine
baktığımızda, küresel rekabet
anlayışının da değiştiğini görüyoruz. Tek
bir işletme çatısı altında gerçekleştirilen üretim
süreçleri artık birden fazla yerde sürdürülmektedir. Artan
ulaşım ve iletişim teknolojilerinin de yardımıyla
değer zincirinin farklı aşamaları, farklı bölge ve
ülkelerden konumlandırılabilmektedir.
Bilginin önemi ve
değeri giderek artmakta, rekabet gücünün özünü yenilikçilik ve
farklılık yaratma unsurları oluşturmaktadır. Bilgiye
dayalı üretim ekonomik büyümenin temel belirleyici gücü olmaya devam etmektedir.
Gelişmiş
ülkelerde yaşlı nüfus artmakta ve buna bağlı olarak
sağlık harcamaları yükselmekte, sosyal güvenlik sistemleri ciddi
bir baskı altında kalmaktadır. Sağlık teknolojilerinin
daha yoğun kullanımı, ilaç ve tıbbi malzeme üretimine
odaklanma, sağlık turizmini geliştirme gibi fırsat
alanları da bu süreçle birlikte gelen çeşitli alanlardır.
Dünyada iş
gücü, eğitim, eşitsizlik gibi nedenlerle göç hareketlerinin daha
fazla olması beklenmektedir. Eğitim seviyesinin yanında iş
gücünün niteliğinin de iş gücü hareketlerinde belirleyici bir unsur
olması beklenmektedir. Yine, hızla artan nüfus, şehirleşme,
ekonomik faaliyetler, çeşitlenen tüketim
alışkanlıkları çevre ve doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı
artırmakta, gıda güvenliği ile su ve doğal kaynakların
önemi daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, sürdürülebilir
kalkınma yaklaşımının dünyada çok daha fazla
altının çizildiğini, çok daha fazla
tartışıldığını burada belirtmek isterim.
Nihayet, küresel eğilimler arasında enerji
konusunda önemli değişimler, dönüşümler
yaşandığını görüyoruz. Enerji alanında giderek
artan talep karşısında enerji teknolojilerinin
dönüştüğünü, nükleer enerjinin yanı sıra kaya gazı gibi
teknolojilerin gelişmeye başladığını, enerji
verimliliğinin dünyada çok daha önemli hâle geldiğini ve küresel
enerji sisteminin bu anlamda bir dönüşüme
uğradığını da belirtmek isterim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz ve sonrası
dünyayı da elbette bu planlama çalışmalarımızda
dikkatli bir şekilde ele aldık. Küresel kriz 2009 yılında
1930lardaki büyük buhrandan sonra en büyük tahribatı oluşturdu.
Küresel düzeyde ekonomik aktivite yüzde 0,6 oranında azalma gösterdi ve
bunun etkilerinin hâlâ devam ettiğini görüyoruz. Konut piyasasında
başlayan, finans piyasalarına sirayet eden, oradan reel ekonomiyi
vuran, istihdamı gerileten, sosyal meseleler oluşturan, diğer
taraftan küresel krize müdahale eden ülkelerin borçlanmasına neden olan ve
bu ülkelerde finansal istikrarsızlıklar oluşturan küresel krizin
etkileri devam etmektedir.
Bir taraftan da
küresel kriz vesilesiyle dünya ekonomisi ve dünyadaki yönetişim yeniden
tartışmaya açılmıştır ve bu yeni
şartları da elbette bu planlamamızda dikkate alıyoruz.
2014-2018 döneminde küresel krizden nispi olarak çıkacak dünya
ekonomisinin ortalama yüzde 4,4 büyümesini bekliyoruz, planımızı
yaparken bu varsayımla hareket ediyoruz ancak işsizliğin çok da
fazla azalmayacağını görüyoruz. 2012 yılında avro
bölgesinde işsizlik oranları 12,3lere kadar yükseldi. Plan
dönemimizde bunun 11,1lere kadar gerilemesini bekliyoruz yani çok fazla da bir
iyileşme bu anlamda beklemiyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; planın
genel amacına ve kurgusuna baktığımız zaman, 2023ün
bizim için genel çerçeveyi oluşturduğunu, vizyonumuzu oluşturduğunu
rahatlıkla söyleyebilirim. Cumhuriyetimizin 100üncü yılında
ülkemizi uluslararası alanda daha üst bir konuma taşımayı
öngören 2023 vizyonumuzu bu planda ana çerçeve olarak kabul ediyoruz.
Bildiğiniz gibi, 2023ün hedeflerine baktığınızda 2
trilyon doları aşan bir yurt içi hasıla, 25 bin dolar kişi
başına gelir, 500 milyar dolar ihracat hedefliyoruz.
İşsizlik rakamının yüzde 5lere kadar gerilemesini
bekliyoruz. Enflasyonun ve faizlerin düşük tek haneli rakamlarda istikrar
kazanmasını öngörüyoruz ve yine çok çeşitli alt sektörel
açılımlarıyla 2023, bütün toplumumuzun artık aslında
vizyonu olarak bu planımıza da ışık tutuyor, yol
gösteriyor.
2014-2018 dönemini
kapsayan Onuncu Kalkınma Planının temel amacı,
uluslararası değer zinciri hiyerarşisinde üst basamaklara
çıkmış, yüksek gelir grubu ülkeler arasına girmiş ve
mutlak yoksulluk sorununu çözmüş bir ülke konumuna gelmektir.
Bu kapsamda
kalkınma planımızı dört temel eksen üzerine inşa
ettik. Birinci eksenimiz ve en önemli eksenimiz, nitelikli insan ve güçlü
toplum ekseni; insan odaklı olan, insan için ve insanla beraber
kalkınma yaklaşımını yansıtan
planımızda ilk bölümümüzü bu oluşturuyor. Burada tabii,
refahın toplumun geneline yayılması, beşerî sermayemizin
güçlendirilmesi, toplumsal bütünleşmemizin pekiştirilmesi hep
amaçlarımız arasında.
Bu planın ikinci
temel ayağını yenilikçi üretim, istikrarlı büyüme
oluşturuyor. Burada da 2023e giden yolda gayrisafi yurt içi
hasılamızı 2018 yılına
ulaştığımızda 1,3 trilyon dolara ulaştırmayı
hedefliyoruz. Kişi başına gelirimizi 2018 yılında 16
bin dolara çıkarmayı hedefliyoruz ve yine geçen yıl yüzde 9,2
oranında gerçekleşen işsizlik oranını yüzde 7,2ye
kadar düşürmeyi hedefliyoruz, Önümüzdeki süreçte 4 milyon civarında
yeni iş, istihdam oluşmasını planlıyoruz. Bu
şekilde, ikinci eksenimiz daha çok bilgiye, teknolojiye, yüksek katma
değerli üretime, sanayileşmeye vurgu yapan, yenilikçi üretim ve
istikrarlı büyümeden oluşuyor.
Planımızın
üçüncü temel ayağı, yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir
çevreden oluşuyor. Burada bir taraftan artan, refahın bölgeler
arası dengeli dağılımı, kesimler arası dengeli
dağılımı, bölgesel farklılıkların
azaltılması, diğer taraftan, daha sağlıklı bir
şehirleşme, daha nitelikli yaşam ortamları oluşturma,
afet risklerine karşı ülkemizi daha güvenceli hâle getirme gibi
hedeflerimiz var.
İnsan
odaklı dediğimiz planımızın özünü aslında
şu oluşturuyor: Nitelikli, donanımlı insanı
yetiştirmemiz gerekiyor; nitelikli, donanımlı
insanımızı korumamız, başka ülkelere kaptırmamamız
gerekiyor. Diğer taraftan, tüm dünyadan nitelikli insanları,
donanımlı insanları cezbeden bir ortam oluşturmamız
gerekiyor. Bunu dediğiniz andan itibaren de şehirleşme son
derece önemli. Trafik probleminden kültürel, sanatsal faaliyetlere, çevre
meselelerinden yapılaşmaya, şehir estetiğine kadar bütün
unsurlarıyla yaşanabilir şehirler oluşturduğumuz
zaman, daha da ileriye götürdüğümüz zaman bu anlamda Türkiyeyi, nitelikli
insanları tutma ve cezbetme konusunda da çok avantajlı bir konumda
olacağız diye inanıyoruz. Dolayısıyla, üçüncü temel
eksenimizi bu yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevre
oluşturuyor.
Dördüncü boyut ise
kalkınma için uluslararası iş birliği. Ülkemiz son
dönemlerde hızlanan ekonomik kalkınmasıyla, sosyal
politikalarıyla, çevresel anlamda sağladığı
ilerlemelerle, her şeyden önemlisi demokrasi ve hukuk alanında
sağladığı gelişmelerle dünyada farklı bir konuma
gelmiş durumdadır, bölgesi başta olmak üzere dünyada çok daha
etkin bir hâle gelmiş durumdadır. Bu niteliğini daha da
pekiştirmeyi, örnek bir ülke, ilham veren bir ülke olma vasfını
daha bir pekiştirmeyi öngörüyoruz ve bir taraftan, Avrupa Birliğiyle
tam üyelik müzakerelerini sürdürürken, diğer taraftan, farklı
bölgesel entegrasyonlarla ilişkilerimizi yürütmeyi, bir yandan da
komşu ülkelerimiz başta olmak üzere ikili ilişkilerimizi
geliştirmeyi öngörüyoruz ve Türkiye'nin bu kalkınma tecrübesini,
gelişme tecrübesini de bir taraftan paylaşmayı düşünüyoruz.
Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; sektörel bazda da çok sayıda
politikamız ve hedefimiz var. Bir kısmını ancak burada
aktarma imkânım olacak, gerisini belki tartışmalarla, soru-cevap
bölümlerinde daha fazla açabiliriz.
Eğitim tabii
ki bu planın en temel, en öncelikli konularından bir tanesi. Nitelikli
insan diyen bir planın, insan odaklıyım diyen bir planın
olmazsa olmaz en önemli unsurlarından bir tanesi eğitim. Bakın,
2002 yılında yükseköğretim dâhil tüm eğitim sistemine
verdiğimiz kaynak 9,9 milyar Türk lirası iken 2013 yılında
bu rakam yaklaşık 63 milyar Türk lirasına ulaşmış
durumda. FATİH Projesinden yeni kurulan üniversitelere, yurt
kapasitelerine kadar çok sayıda, burada gelişmeler
sağladık.
Önümüzdeki dönem,
özellikle okul öncesine vurgu yapıyoruz. Okul öncesi eğitimde
okullaşma oranımızı yüzde 47den yüzde 70e
çıkarmayı hedefliyoruz. Yükseköğretimde ise brüt okullaşma
oranımız yüzde 87ye ulaşmış durumda, bunu, plan
dönemi sonunda yüzde 94lere çıkarmayı öngörüyoruz. Ortaöğretim
dâhil olmak üzere diğer sistem zaten zorunlu hâle gelmiş durumda,
oralarda doğal hedefimiz tabii ki yüzde 100.
Sağlık
alanında, yine, geçtiğimiz dönemde bebek ve anne ölümleri
oranını hızla düşürdük. Doğuşta beklenen
yaşam süresi yükseldi. Kişi başına hekime müracaat
sayısı bakın, bu çok önemli, erişilebilirliği
gösteriyor- on yıl önce ortalama 3,2ymiş bir kişinin bir
yıl içinde hekime başvurma sayısı; bu, 2011
yılında 8,2ye çıkmış, aşağı
yukarı Avrupa Birliği standartlarında. İnsanımız
artık dilediği zaman bu hizmetleri alabiliyor ve
sağlıklı bir şekilde alabiliyor. Bu dönemde
sağlık personeli sayısı 378 binden 670 bine,
aşılama oranımız yüzde 77den yüzde 97ye
ulaşmıştır ve önümüzdeki dönem bunu daha da artırmak
istiyoruz. Vatandaşımızın sağlıktan memnuniyeti
ise yüzde 39,5tan yüzde 75e yükselmiştir. Plan döneminde de 80 bin yeni
yatak, 30 bin ilave hekim ve 80 bin ilave hemşire kapasitesi
oluşturmayı öngörüyoruz.
Adalet sistemi, yine,
bu planda çok önemli bir boyut. Adalet
sadece demokrasi açısından önemli değil, kalkınma
açısından da son derece önemli. İyi işleyen,
hızlı işleyen, doğru işleyen bir adalet sistemi
öngörülebilirliği artıran, belirsizliği azaltan bir adalet
sistemi yatırım ortamının geliştirilmesi ve daha fazla
nitelikli insan ve nitelikli sermayeyi ülkemize cezbetme bakımından
hayati bir konu. Bu alanda 174 adalet binasını tamamladık
İstanbul, Avrupa ve Anadolu Yakası dâhil olmak üzere. UYAP gibi
önemli bilgi işlem projelerini hayata geçirdik. Temel birçok kanunu
yasalaştırdık ama daha almamız gereken elbette mesafe var.
Bu çerçevede, plan döneminde
koruyucu-önleyici hukuk yaklaşımını
yaygınlaştırmayı, yargıya
ulaşılabilirliği daha da artırmayı, hukukun tüm dallarında
alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerini geliştirmeyi
öngörüyoruz. Temel hak ve özgürlükleri bu anlamda artırmayı,
çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi anlayışıyla, bireylerin
ve toplumdaki farklı kesimlerin kendilerini özgürce ifade edebilmeleriyle,
tüm inançlara ve yaşam tarzlarına saygıyı esas
alıyoruz.
Özgürlük, kalkınmanın da temel unsurudur.
Yenilikçi bir ekonomi diyorsanız, özgürlükçü bir siyasal, toplumsal
ortamı esas almak durumundasınız. Özgürlüğün
olmadığı yerde yenilik olmaz; özgürlüğün olmadığı
yerde, fikir hürriyetinin olmadığı yerde teknoloji
gelişmez. Bu, sadece demokrasi açısından değil,
kalkınma açısından da son derece önemli. Dolayısıyla,
bu planımızda, Onuncu Planda demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere
kalkınma perspektifi içinde güçlü bir vurgu yapıyoruz.
Diğer taraftan, sosyal koruma harcamalarına
önem veriyoruz. Sadece piyasanın insafına toplumu
bırakamayız. Engelli vatandaşlarımız, yaşlı
vatandaşlarımız, dar gelirli kesimler; bunlara dönük önemli
politikalar ortaya koyuyoruz. Küresel kriz sonrasında birçok ülke bu
harcamalarını kısarken, bu harcamalarını
azaltırken biz bu harcamaları artıran ülkeler arasında
olduk. On yıl önce toplam nüfusumuzun yüzde 30u olan, günlük harcaması
4,30 doların altında olan nüfus 2013te 2,3e kadar gerileyecek,
böyle tahmin ediyoruz. Plan dönemi sonunda da bunu sıfıra
yaklaştırmayı öngörüyoruz. Dolayısıyla, Türkiye
artık gelişmiş ülkeler gibi nispi yoksullukla mücadele eden bir
ülke hâline gelecek. Mutlak yoksulluğu, inşallah, önümüzdeki
yıllarda gündemimizden tamamen çıkarmış olacağız.
Kültürel, sanatsal faaliyetler de planımız
içinde yer alıyor. Bir taraftan kültürel zenginliğimizi,
çeşitliliğimizi korurken, bir taraftan da ortak değerler
etrafında toplumsal bütünlüğe ve dayanışmaya vurgu
yapıyoruz.
İstihdam ve çalışma hayatı konusunda
OECD ülkeleri arasında işsizliği en fazla azaltan ülke Türkiye
oldu, küresel kriz sonrasında. 2007-2012 döneminde 4,4 milyon yeni
istihdam oluşturduk. Önümüzdeki dönemde de çalışma
hayatımızı geliştirmeyi ve istihdamı
artırmayı, daha fazla ve daha nitelikli istihdam
oluşturmayı hedefliyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal güvenlik sistemimizin de
sürdürülebilir bir şekilde devam etmesini öngörüyoruz. Plan dönemi sonunda
gayrisafi yurt içi hasılaya pay olarak yüzde 4e kadar sosyal güvenlik
sisteminin bütçe yükünü azaltmayı öngörüyoruz.
Nüfus dinamiklerine
tabii ki vurgu yapıyoruz, nüfus önemli. Bakın, bir Kalkınma
Bakanı olarak şu uyarıda bulunmak istiyorum: Bütün
gelişmekte olan ülkelerin bir riski var. Gelişmiş dediğimiz
bugünkü ülkeler zenginleştikten sonra yaşlandılar, hâlbuki
gelişmekte olan ülkelerin zenginleşmeden önce yaşlanma riski
var. Zenginleştikten sonra yaşlanırsanız idare
edebilirsiniz o servetinizle, geçmişten gelen birikiminizle; zenginleşmeden
yaşlanırsanız, işte, bu büyük bir risktir. Bütün
gelişmekte olan ülkelerin ciddi bir riski olarak bunun altını
çizmek istiyorum. Bizde de maalesef toplam doğurganlık
hızımız, 2,1 olan yenileme hızının altına
düşmüş durumda, 2012de bu oran 2,08. Uzun vadeli projeksiyonlar
yaptığımızda 2050den sonra nüfusumuzun azalmaya
başladığını görüyoruz. 2075lere geldiğimizde
88-89 milyonluk bir nüfus öngörüyoruz. Bu, işte, gidişatı
değiştirmek, genç nüfus dinamizmini korumak için plan döneminde
nüfusu artırıcı politikalar tabii ki benimsenmiş durumda.
Kamuda stratejik
yönetim, kamu hizmetlerinde e-devlet uygulamaları gibi hususlar yine,
planda altını çizdiğimiz hususlar. Devletimizi artık sanal
ortamda daha fazla hizmet yapar hâle getirmek istiyoruz. Şu anda e-devlet
kapısından sunduğumuz hizmet sayısı 700, plan dönemi
sonunda bunu 3 bine çıkarmayı, kullanıcı
sayısını da 15 milyondan 30 milyona taşımayı
öngörüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Değerli Başkan; yenilikçi üretim, istikrarlı
büyüme çerçevesinde yine, hızlı bir büyüme perspektifimiz var.
Türkiye kriz sonrası dönemde, üç yıllık dönemin ortalaması
olarak bakarsanız, yıllık ortalama 6,7 büyüme sağladı.
Bu oldukça yüksek bir büyüme hızı, OECD ülkeleri içinde en yüksek
büyüme hızı. Gelecek dönemde de bunu devam ettirmeyi öngörüyoruz.
2002 yılında 3.500 dolar civarında olan kişi
başına gelirimiz, geçen yıl itibarıyla 10.500 dolara
ulaşmış durumda ve AB kişi başına
ortalamalarıyla mukayese ederseniz, Avrupa Birliğinin on yıl
önce yüzde 36sı düzeyinde olan kişi başına gelirimiz,
bugün yüzde 53üne ulaşmış durumda. Önümüzdeki dönemde de
yıllık ortalama 5,5 büyüme öngörüyoruz, plan döneminde. Plan dönemi
sonunda, 2018 yılında ise 5,9 gibi, yüzde 6ya yakın bir büyüme
hızına ulaşmayı öngörüyoruz. Burada sermaye ve emeğin
yanı sıra, toplam faktör verimliliğinin de yüzde 1,1
oranında büyümemize katkı yapmasını bekliyoruz. Bu dönemde
hem büyüme politikalarımız hem aktif iş gücü, diğer
politikalarımızla birlikte istihdamın 4 milyon civarında
artmasını bekliyoruz.
İş gücüne
katılım oranında kadınlar başta olmak üzere
Kadınların çok hızlı bir şekilde, daha fazla iş
gücüne gireceğini öngörüyoruz ve 2,7 puanlık bir artışla,
iş gücüne katılma oranımızın yüzde 53,8e kadar
yükselmesini bekliyoruz.
Büyümeyi
sağlarken yurt içi tasarruflara bu planda büyük bir vurgu yapıyoruz.
Yurt içi tasarruflarımız maalesef oldukça gerilemiş durumda. Bu,
kamudan değil daha çok özel kesimden kaynaklanan bir durum. Son on
yıllık dönemde kamu tasarrufları artarken özel tasarruflarda
ciddi bir düşüş söz konusu oldu. Önümüzdeki dönemde bu
tasarrufları artırmayı öngörüyoruz. Yüzde 14leri aşan
tasarruf oranımızı bugün için plan dönemi sonuna
geldiğimizde yüzde 19lara kadar yükseltmeyi hedefliyoruz ve buna yönelik
detaylı politikalara yer veriyoruz.
Ödemeler dengemize
tabii ki dikkat ediyoruz, ihracatı artırıcı politikalar
izleyeceğiz. Bir taraftan da tabii ödemeler dengemiz için çok önemli olan
enerji konusunda gerek yerli kaynakları kullanma, yenilenebilir enerjiyi
kullanma gerekse enerji verimliliğine ve nükleer enerjiye ciddi vurgular
yapıyoruz. Tabii bunun sonuçlarını daha çok ikinci dönemde
göreceğiz. Bu beş yıllık dönem biraz yatırım
dönemi olacak. Kömüre yaptığımız yatırımlar,
nükleere yaptığımız yatırımlar böyle bir iki
yılda sonuç verecek yatırımlar değil. Bu dönemde bu
yatırımları yapacağız, ikinci beş
yıllık dönemde ise bunların sonuçlarını daha net bir
şekilde alacağız inşallah.
Dönem sonunda yüzde
4,5, ilk yıllarda yüzde 5 civarında bir enflasyon öngörüyoruz.
Mali piyasalarda,
İstanbul Finans Merkezi Projesi başta olmak üzere, yeni
açılımlar, yeni enstrümanlar öngörüyoruz.
Maliye
politikamız, son on yılda olduğu gibi yine disiplinli bir
şekilde devam edecektir. Özellikle bunun etkisini, tabii,
vatandaşımıza hizmet olarak yansıtıyoruz.
Borçlarımızın millî gelire oranı son on yılda yüzde
74ten yüzde 36lara kadar geriledi.
Bakın, 2001
yılında bütçe faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde
93,4lere kadar yükselmişti, bu oran 2012 yılında yüzde 17,4e
kadar geriledi. Disiplinli bir bütçe, disiplinli bir maliye politikası
faiz oranlarını aşağıya çekti, güven ortamı
oluşturdu. Buradan elde ettiğimiz tasarrufları da biz
halkımıza hizmet olarak, sosyal politikalara, çalışanlarımıza
ücret olarak yansıttık ve bundan sonraki dönemde de yine maliye
politikalarına, disipline ciddi önem vereceğiz.
2012 yılı
sonu itibarıyla hesaplanan uzun dönem reel faiz oranımız 0,23
ile Avrupa Para Birliğine üye olan ülkelerin ortalaması olan yüzde
0,54ün dahi altına indi. Türkiye bu başarıyı sağladı,
bunu hep birlikte devam ettirmemiz gerekiyor.
Plan döneminde
vergi tabanını genişletmeyi, vergiye gönüllü uyumun
artırılmasını, kayıt dışı ekonominin
azaltılmasını, buradan elde edeceğimiz alanla da işlem
vergilerinin düşürülmesini, üretimi ve istihdamı artırmayı
öngörüyoruz.
Yatırım
politikalarımızda, yine baktığınız zaman,
geçtiğimiz yedi yıllık dönemde sabit fiyatlarla -2013
fiyatlarıyla- 391 milyar Türk lirası kamu yatırımı
yaptık. Önümüzdeki dönemde de bu yatırımlarımızı
artırarak devam ettireceğiz. Önümüzdeki beş yılda 417
milyar Türk lirası yeni kamu yatırımı düşünüyoruz,
buna kamu-özel ortaklığı yatırımları dâhil
değil, ayrıca onları da gerçekleştireceğiz fakat bir
taraftan da özel sektör için uygun yatırım ortamı
oluşturup, tabii esas büyümemizin dinamiğini özel sektör
yatırımlarıyla sürdüreceğiz.
AR-GEye önem
vermeye devam edeceğiz. Geçtiğimiz on yılda AR-GE
harcamalarımızın millî gelire oranında ciddi bir
artış sağladık, önümüzdeki plan dönemi sonunda da AR-GE
harcamalarının yurt içi hasılaya oranını yüzde 1,8e
kadar yükseltmeyi hedefliyoruz.
İmalat
sanayiye bu planda güçlü bir vurgu yapıyoruz. Ülkemizin bu alanda daha
fazla çaba sarf etmesini hedefliyoruz ve burada, bir taraftan ihraç
pazarlarımızı çeşitlendirirken
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Devamla) Bir miktar ilave süre isteyebilir miyim Sayın
Başkanım?
BAŞKAN
Sayın Bakan, süreyi uzatamıyoruz, teşekkür ederim. Bölümler
üzerinde konuşmalarınız var zaten.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Devamla) Yalnız bütünlüğü biraz tam ifade
edememiş oldum. En azından kapanış için birkaç dakika verin
Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Buyurun Sayın Bakan.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Devamla) Tamamlayamadık ama diğer konuşmalarda
eksik kalan konuları ilave etmeye çalışacağım. Tabii,
bunun dışında, bir de bölgesel, mekânsal
politikalarımız var, onu da özetleyemedim, yeri geldiğinde
inşallah daha detaylı bilgi verme imkânımız olur.
Ben bu vesileyle
tekrar, plana katkıda bulunan, destek veren, en son Plan Bütçede üç gün
boyunca eleştirileriyle, görüşleriyle bize katkı veren
değerli milletvekillerine ve diğer tüm katkıda bulunanlara
teşekkür ediyorum. Planın ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.06
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.25
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Şimdi, birinci
bölüm üzerinde görüşmelere başlıyoruz.
Birinci bölüm
giriş, küresel gelişmeler ve eğilimler, plan öncesi dönemde
Türkiyede ekonomik ve sosyal gelişmeler kısımlarından
oluşmaktadır.
Bölüm üzerinde,
Hükûmet adına Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz söz
istemiştir.
Buyurun.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, aslında bütün bölümlerde konuşmayacağım
muhalefet ve iktidar partisinden milletvekillerimize daha fazla zaman
kalsın diye ama bu konuşmamı tamamlamak açısından söz
aldım. Bütünlük kopmasın diye bu bölümde müsaadenizle
konuşmamı tamamlayacağım.
Az önce bahsettiğim yenilikçi
üretim, sürdürülebilir yüksek ekonomik büyüme bölümünde girişimciliğe
ve KOBİlere de yine ayrı bir önem veriyoruz. Son on yılda
83 adet organize sanayi bölgesi, 99 adet küçük sanayi sitesi, 45 adet teknoloji
geliştirme bölgesi ve 3 adet endüstri bölgesi kurulmuş durumda.
Önümüzdeki dönemde de esnaf, sanatkâr ve kooperatifçilik dâhil olmak üzere
küçük ve orta boy işletmelere daha fazla destek vermeyi düşünüyoruz.
Özellikle bunların araştırma, geliştirme, yenilik ve
ihracat kapasitelerini geliştirmeyi öngörüyoruz.
Bilgi ve
iletişim teknolojileri son derece önemli. Son on yılda İnternet
abone sayımız 18 binden 20 milyonun üzerine çıktı, büyük
bir sıçrama gerçekleşti. Bunu önümüzdeki dönemde de devam
ettireceğiz. İletişim teknolojileri, bilgi tabanlı bir
ekonomik dönüşümün temel unsurlarından birini oluşturuyor.
Tarım ve
gıda konuları her planda olduğu gibi bu planda da elbette çok
çok önemli bir yere sahip. Plan dönemi boyunca özellikle arazi
toplulaştırmasına devam edeceğiz. Şu anda 4 milyon
hektara ulaşmış durumda arazi toplulaştırma
çalışmaları. Plan dönemi sonunda bunu 8 milyon hektara kadar
çıkarmayı öngörüyoruz. Sulama alanını 2,9 milyon hektardan
3,8 milyon hektara çıkarmayı, ağaçlandırılan toplam
arazi miktarını ise 3 milyon hektardan 3,7 milyon hektara yükseltmeyi
öngörüyoruz.
Enerjiden bir
miktar bahsetmiştim. Plan döneminde 58 bin megavattan 78 bin megavata
çıkmayı öngörüyoruz. Özellikle yerli kaynaklara dayalı bir
şekilde enerji potansiyelimizi geliştireceğiz. Nükleer enerji
konusunda da önemli yatırımlar yine bu dönemde
başlamış olacak ama hepsinden önemlisi -tekrar altını
çiziyorum- enerjinin verimli kullanımı. Hem çevre açısından
hem işletmelerimizin rekabet gücü açısından hem de enerjiye olan
bağımlılığımızın azalması
bakımından en önemli husus enerjiyi daha verimli kullanmak.
Madencilikte
özellikle arama çalışmalarına
yoğunlaşacağız. Bu çerçevede sondaj metrajını 1,3
milyon metreden 3 milyon metreye yükseltmeyi ve ülkemizin maden potansiyelini
daha fazla açığa çıkarmayı öngörüyoruz.
Ülkemizin
coğrafyasına baktığınız zaman, lojistik anlamda
büyük üstünlüklere sahip olduğumuz açık bir şekilde görülüyor.
İşte, bunu hem iç pazarımızın gelişmesi hem
uluslararası bağlantılarımız açısından
geliştirmeye çalışacağız.
Geçtiğimiz on
yılda bölünmüş ağ uzunluğumuz 22.253 kilometreye
ulaştı. Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya ve Eskişehir-Konya
yüksek hızlı tren hatları işletmeye alındı.
Çandarlı
Limanı başta olmak üzere Mersin ve Filyos limanları da dâhil
çeşitli liman çalışmalarına başlamış durumdayız;
bir kısmının inşası başladı, bir
kısmında etüt projeler yürüyor; bunlar önemli.
Yolcu trafiği
hava yollarında 131 milyona ulaştı. Geçen yıl sonu
itibarıyla aktif hava meydanı sayımız 49a yükseldi, bunu
da önümüzdeki dönemde geliştirmek istiyoruz. Plan döneminde özellikle bu
yeni havaalanımızla birlikte İstanbulun uluslararası bir
aktarma ve bakım onarım merkezi olmasını öngörüyoruz.
Bölünmüş yol
ağı uzunluğumuzu 30 bin kilometreye, BSKlı yol
ağını ise 40 bin kilometreye çıkarmayı hedefliyoruz.
Turizm önemli bir
alan yine. Yabancı turist sayımız geçtiğimiz on yılda
ortalama yüzde 9 civarında artarak 31,8 milyon kişiye
ulaşmış durumda. Turizm gelirlerimiz ise 29,4 milyara
ulaştı geçen yıl itibarıyla. Plan dönemi sonunda
yabancı ziyaretçi sayısını 42 milyona, turizm geliriniyse
45 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz.
Üçüncü
başlığımız olan yaşanabilir mekânlar, sürdürülebilir
çevre ekseni altında bölgesel gelişmeyi ve bölgesel rekabet
edebilirliği önemsiyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz dönemde çok önemli
adımlar attık; kalkınma ajanslarını kurduk, bölge
kalkınma idarelerini kurduk. Sadece GAP bölgesinde vardı
biliyorsunuz, şimdi KOP bölgemiz için, Konya Ovası için; Doğu
Anadolu için, DAP bölgesi için ve Doğu Karadeniz için, DOKAP için bölge
kalkınma idareleri kurduk. Sadece kalkınma ajanslarımız
kanalıyla 1,6 milyar liralık mali destek sağladık. 8 binin
üzerinde projeye destek olduk, önümüzdeki dönemde bu devam edecek. 81 vilayetimizde
yatırım destek ofisleri kurduk, bu ofisleri daha aktif hâle getirmeye
çalışacağız. Güneydoğu Anadolu Bölgesi Eylem
Planını geçtiğimiz beş yılda uyguladık, buraya
14,7 milyar liralık bir kaynak harcadık GAP Eylem Planımıza.
Önümüzdeki dönem dört bölge için yeni eylem planları
hazırlıyoruz. GAP Bölgesi Eylem Planımızı yenilerken
KOP için, DOKAP için ve DAP için de beş yıllık yeni eylem
planları hazırlıyoruz, onu da önümüzdeki dönemde inşallah
uygulamaya geçirmeyi hedefliyoruz, bu plan döneminde.
Şunun da
altını çizmek isterim: Bazen Bu projeler niye bitmiyor? diye bir
eleştiri alıyoruz. Haklı bir eleştiri tabii ama bir
taraftan da şunu düşünmemiz lazım: Kalkınma süreci hiçbir
zaman bitmeyen bir süreç aslında. Hangi hedefe ulaşırsanız
ulaşın, yeni hedefler çıkıyor karşınıza.
Amerikada, Avrupada, en gelişmiş ülkelerde bile kalkınma
süreci hiçbir zaman bitmiyor, hep yeni hedeflerle devam ediyor. Bu, bölgesel
kalkınma için de geçerli. Bir yerlere getiriyorsunuz işi, ondan sonra
yeni hedeflerle daha yukarılara taşımanız gerekiyor.
KÖYDES geçtiğimiz
dönemde yine büyük önem verdiğimiz bir proje. 2005-2013 döneminde 8,5
milyar lira para harcadık kırsal alana. 181.500 kilometre köy yolu
yaptık, 32 bin kilometre yol onarımı gerçekleştirdik,
47.461 üniteye içme suyu desteği sunduk. KÖYDESe önümüzdeki dönemde de
devam edeceğiz.
KÖYDESle birlikte,
şehirleşme tabii, şehirleşme de son derece önemli. Burada
da yine geçtiğimiz plan dönemine baktığınızda, toplam
nüfusumuz yüzde 7,1 artarken şehir nüfusumuz aşağı yukarı
bunun 2 katı kadar oranda artmış durumda.
Şehirleşmemiz bundan sonra da devam edecek. 2018de
şehirleşme oranının yüzde 76,4e kadar
çıkmasını öngörüyoruz. Bu çerçevede şehirlerimize ayrı
bir önem vereceğiz. Afet riski olan alanlarda dönüşümle ilgili zaten
bir çalışma başlatmış durumdayız. Bu plan
döneminde bu çalışmalar yoğun bir şekilde devam edecek. Dar
gelirli insanımızın konut ihtiyacını
karşılamaya dönük programlarımız yine devam edecek.
Kentsel altyapı alanında
baktığınızda, içme ve kullanma suyu şebekesi yeterli
belediyelerin oranı yüzde 99a ulaşmış durumda. İçme
ve kullanma suyunu arıtan belediyelerin, toplam belediye nüfusuna
oranı yüzde 52 düzeyinde. Kanalizasyon şebekesi ve atık su
arıtmayla ilgili hizmetlerde, sırasıyla yüzde 88 ve yüzde 62ye
ulaşmış durumdayız.
Katı atık
alanında düzenli depolamayı yapan belediye nüfusunun toplam belediye
nüfusuna oranı yüzde 60lar düzeyine ulaşmış durumda. Bütün
bu konularda çalışmalarımız artarak devam edecek.
Raylı
sistemler, giderek büyük ölçekli şehirlerimizde gelişiyor. 477
kilometreye ulaşmış durumda.
Özellikle burada
küçük ölçekli, mali gücü yetersiz belediyeler için SUKAP dediğimiz, Su
ve Kanalizasyon Altyapı Programını oluşturduk.
Geçtiğimiz üç yılda 1,5 milyar lira civarında bir destek verdik
bütçeden, önümüzdeki dönemde bu programı devam ettireceğiz.
Yeni Belediyeler
Kanunumuzla büyükşehirlerde, özellikle mahallî idarelerde hizmette
etkinliği sağlamak, koordinasyonu ve kaliteyi artırma
çalışmalarımız devam edecek. Bir taraftan da bütçeden
mahallî idarelere aktaracağımız kaynaklar bu dönemde
artmış olacak.
Çevre ve afet
yönetimi konusunda yine sürdürülebilir kalkınma ilkeleri
doğrultusunda çevreye duyarlı politika ve stratejiler uygulamaya,
mevzuatımızı ve kurumsal kapasitemizi geliştirmeye devam
edeceğiz.
Kalkınma için
uluslararası iş birliği konusunda zaten bir değerlendirme
yapmıştım, o konuya daha detaylı girmek istemiyorum.
Diğer
taraftan, öncelikli dönüşüm programlarımız var.
Planımızın özellikle uygulama ayağını daha fazla
güçlendirmek için bu plana 25 adet öncelikli dönüşüm programı
koymuş durumdayız, detaylarını daha sonra, plandan sonra
belirleyeceğiz. Bu konularla ilgili daha sonraki konuşmalarda detay
verileceği için ben detayına girmek istemiyorum.
Tekrar
dikkatinizden dolayı, dinlediğiniz için çok çok teşekkür ediyorum.
Planımız hayırlı olsun, görüşmelerimiz
hayırlı olsun diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Birinci bölüm
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen
Hasip Kaplan, Şırnak Milletvekili. (BDP sıralarından
alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 476 sıra sayılı Kalkınma Planı
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biz kalkınıyoruz arkadaşlar gizli
dinlemeyle, gizli soruşturmayla, gizli tanıkla, gizli delillerle,
TOMAlarla, panzerlerle, sonra, yap-işlet-devret modelleriyle; hazine
arazilerinden ormanların satışına kadar, ırmakların,
limanların, çevrenin, doğanın, kültürün, bütün bunların, bu
ülkenin zenginliğini, çocuklarımızın geleceğini,
insanlığın ülkemizdeki geleceğini, on bin yıllık
tarihini ve kültürünü heder ederek kalkınmaya çalışıyoruz.
1963ten beri bir kalkınma planları
modasıdır geliyor. Oysa ki geldiğimiz günümüzde, 21inci yüzyılda,
Sayın Bakan Şu kadar bürokrat konuştu. diyor Şu kadar
ajans, şu kadar uzman, şu kadar bilmem kim bu raporu
hazırladı. diyor, 2014-2018. Allah aşkına, bu Meclisin kaç
üyesi bu çalışmanın içinde yer aldı? Kaç tane
üniversitemizin AR-GE çalışması bunun içinde yer
almıştır? Kaç tane çevre örgütü bunun içinde yer aldı? Kaç
tane ekonomist, kaç tane emekten yana, emeği savunan,
ayrımcılığa uğrayanların haklarını
savunan, kaç tane adalet kapısında her gün bekleyen
Bu Meclisin 8
milletvekilinin tutuklu olduğu adaletin içinde hâlâ adaleti kalkınma
modeli olarak gören bu anlayışın, neoliberal politikaların,
bu vahşi kapitalizmin, bu vahşi kâr hırsının ülkeleri
kalkındırdığı nerede görülmüştür arkadaşlar?
Katılımcılık, çoğulculuk,
ortaklaşma, ülkenin geleceğini belirleme, işte bütün mesele bu.
Eğer, bunu oturtamıyorsanız sistem olarak ve
kalkınmayı devletin kamu memurlarının,
atanmışların işi olarak görüp ülkenin kalkınmasını
hedefliyorsanız, o ülkenin kalkınması söz konusu olamaz.
Bakın, bizim üzerinde konuştuğumuz
başlıklara baktığımız zaman, çok ilginç bir
tespitle başlamak istiyorum.
Küresel Gelişmeler diyor. Dünya, 2008de üçüncü
büyük ekonomik bunalımını, küresel krizini yaşadı. Bu
küresel krizin dinamo gibi salladığı ülkelerin birçoğu gelişmiş
ülkelerdi; yaşam endeksi yüksek, refah düzeyi Türkiye'den yüksek, asgari
ücreti Türkiye'den yüksek, eğitimi Türkiye'den yüksek,
sağlığı Türkiye'den yüksek ve imkânları daha fazla
olan ülkelerdi. Ne oldu? Yunanistandan İtalyaya, İtalyadan
İspanyaya, İspanyadan Portekize, Portekizden İrlandaya ve
zaman zaman Fransada, Almanyada, İngilterede
Şimdi, bu kadar farklı bir gelişmenin
hızla dünyaya yayıldığı günümüzde Türkiye'nin
yaşadığı coğrafyaya bakın. Orta Doğuya
bakın, yanı başımıza bakalım, Suriyeye
bakalım, Iraka bakalım, İrana bakalım ve Orta
Doğuda yaşananların enerji boyutuna bakalım, su
güvenliğine bakalım ve Orta Doğunun yeniden, 21inci yüzyılda
dizaynıyla ilgili gelişmelere bakalım. Burada yaşanan Arap
Baharına bakalım. Eğer, bütün bunlar Türkiye'yi etkilemez,
teğet geçer diyorsanız; eğer, bütün bunlar
insanlarımızı etkilemez, hiçbir şey olmaz diyorsanız
bir şafak vakti kalktığınızda, Gezi Parkında
yakılan çadırların, darp edilen çevrecilerin, arkasından
oransız kullanılan şiddetin yarattığı ortamda, o
sabahın şafağında meydanlara dökülmüş yüz binlerin
dikilişini, itirazını görürsünüz. Bu itiraz, işte böylesi
kalkınma modellerine, işte böylesi tek taraflı rant
mekanizmalarına, işte böylesi tek taraflı tahakküm
mekanizmalarına, işte böylesi Türkiye'nin 1 trilyon dolar bütçesini
yapılandırırken fikrini almadığınız
yurttaşımın itirazına sahne olursunuz. Bunun doğru
okunacak yanları var, ders alınması gereken yanları var.
Kanal
İstanbulu yapabilirsiniz. Kaç trilyon? Nereden kredi alacaksın?
Hangi bankadan alacaksın? Hangi uluslararası sermayeyle yürüteceksin?
Hangisine yap-işlet-devretle vereceksin? 10 milyar dolarların
faturasını, yükünü burada yaşayan yurttaşın
çocuklarına, torunlarına, torunlarının torunlarına
eğer yük olarak bırakacaksanız
Geleceğini
satıyorsunuz bu ülkenin. Bu kalkınma değildir arkadaşlar.
Eğer üçüncü
köprüde de yap-işlet-devret modelinde birilerinin istediği çerçevede
bir modelle bunu götürürseniz, Galataportta bunu yaparsanız, Harem
Portda bunu yaparsanız ve sonradan enerji alanına hiçbir şey
tanımadan dalarsanız, nükleer santrallerde, Akkuyudan, Sinoptan
girip İğneadadan çıkıp, Türkiye'nin her bir tarafında
enerjiyi üreteceğim diye HESlere, tarihi, Hasankeyfin on bin
yıllık tarihini, geleceğini sular altında bırakmaya
götürecek maceralara bakarsanız, doğanın, kültürün, tarihin yok
olduğu ortamlarda siz yaşanabilinir bir Türkiye
yaratamazsınız. Yaşanabilinir bir Türkiye'nin öncelikle ve
öncelikle geçeceği bir yer vardır; adaletten geçer,
barışçıl bir toplumdan geçer. O toplumda adalet varsa,
barış varsa o toplumda kalkınma olur. Siz onun
mekanizmasını kuramadığınız zaman, Kenan Evrenin
12 Eylül darbe yasalarıyla, anayasalarıyla kalkınma olacağına
inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kenan Evrenin, darbecilerin
Siyasi Partiler Yasasıyla, seçim yasalarıyla, seçim barajıyla,
hazine barajıyla, muhalefeti yok sayan anlayışıyla,
milletin kendi vekilini özgürce seçmesinin karşısına dikilerek o
darbe yasalarıyla, seçim yasalarıyla kalkınma
olacağına, özgürlük olacağına, adalet olacağına
inanıyorsanız kendinizi kandırırsınız. Çok
açık söylüyoruz, eğer hâlâ 12 Eylül darbesinin askerî mahkemelerinin,
sıkıyönetim mahkemelerinin aynısından beterini, zalimini,
özel yetkili mahkemelerini kapatıp Elinizdeki davaları bitirene kadar
her türlü hukuksuzluğu yapabilirsiniz. derseniz, o özel yetkili
mahkemelerde 10 bin siyasetçi tutukluysa siz kalkınamazsınız,
adaletten bahsedemezsiniz.
Bakın, arkadaşlar, ben bu hafta tam beş
gün Diyarbakır özel yetkili mahkemelerinde duruşmaları izledim.
Otuz iki yıl ceza avukatı olarak, uluslararası hukuk
alanında çalışmış bir arkadaşınız
olarak; içim parçalandı, ciğerim parçalandı, ülkemin,
insanlarımın düştüğü o manzarayı gördüğüm zaman
kahroldum. Faysal Sarıyıldız, Şırnak Milletvekili;
Selma Irmak, Şırnak Milletvekili; Gülser Yıldırım,
Mardin Milletvekili; bunların hepsinin duruşmasına
katıldım ve dört buçuk yıl tutukluydular arkadaşlar. Dört
buçuk yıl tutuklu olan bu arkadaşlarımız örgüt
üyeliğiyle suçlanıyordu. İşte, hukukçuları var bütün
partilerin orada. Açın 314üncü maddenin ikinci fıkrasını,
istenen ceza beş senedir. Şimdi, dört buçuk sene tutuklu
bıraktığınız bir milletvekilinin, bu Meclisin üyesinin
karşısına dikilen hâkimler hangi adaletten bana bahsedebilir,
hangi insanlıktan bahsedebilir, hangi hukuktan bahsedebilir, hangi
vicdandan bahsedebilir? Hiç kimse bize bunu yutturamaz. Biz ancak böylesi bir
durum karşısında susuyorsak, hâlâ sabrediyorsak
asaletimizdendir. Yoksa an gelir, öyle bir an gelir ki Batsın adaletiniz!
diyecek kadar bizi isyan ettirirsiniz. (BDP sıralarından
alkışlar) İsyan ediyoruz hakikaten, adaletsizliğe isyan
ediyoruz. Nasıl bir şey bu? Bakanlığınız yok mu?
Uzmanlarınız yok mu? Bu kalkınma modellerini size
hazırlayan hani binlerce uzman? Hani cezaevlerine gittiniz mi?
Görüştünüz mü cezaevlerinde yatan milletvekilleriyle? Seçilmişlerden,
normal vatandaşlardan hangi koşullarda
yaşadığını sordunuz mu? Allah aşkına,
söyleyin Kenan Evrenin döneminde bu adaletsizlik bu kadar fazla
mıydı? Allah aşkına, söyleyin devlet güvenlik
mahkemelerinde bu kadar fazla mıydı? Allah aşkına, söyleyin
örfi idarelerden istiklal mahkemelerine gelmiş bir özel yetkili mahkeme
klasiğiyle karşı karşıyayız.
Şimdi,
kalkıp burada, Bu ülkede çok fazla adliye yaptım
Yaptınız büyük adliyeler. Çağlayan Adliyesi ve Avrupanın
en büyük adliyesidir Kartal Adliyesi. O adliyede, cübbeleriyle savunma görevini
yapan avukatlara, kendi mekânında, kendi görev alanında eğer
robocop jandarmalar saldırıyorsa, eğer özel timler
saldırıyorsa, eğer güvenlik saldırıyorsa, eğer
sizin getirdiğiniz Çevik Kuvvet adliyenin içinde avukata
saldırıyorsa, savunmaya saldırıyorsa, hadi, buyurun, siz
hangi adalet, hangi kalkınmadan bahsediyorsunuz arkadaşlar?
Size,
kalkınmanın ve ilerlemenin, refahın nerede
başladığını sorsalar şunu söylersiniz... OECD
ülkeleri içinde, yaşama endeksi konusunda dünyanın 16ncı
ekonomisi neden 87nci sıradadır diye, bunun hesabını, bu
kalkınma planında görmek isterdik.
Söyleyin,
eğitimde niye geriyiz? Sağlıkta niye OECD ülkeleri içinde ve
dünya sıralamasında 87nci sıradayız? Söyleyin Allah
aşkına, asgari ücretlilerin 700 küsur lira aldığı bu
ülkemizde, dört kişilik bir ailenin açlık
sınırının -sendikaların yaptığı
rakamlarda- 3.996 lira olduğu ülkemizde nasıl 800 lirayla bu
insanların geçindiğini, bunun tılsımını, bunun
sihrini, bunun adaletini bu kalkınma raporunun hangi köşesinde
gösterebilirsiniz bize? Çok açık söylüyorum, belki üzüyor sizi
söylediklerim.
Dünyanın
hiçbir yerinde, TOKİ gibi konut yapma işinin
Başbakanlığa ve müteahhitliğine, taşeronluğuna
verildiği bir ülke örneği yoktur arkadaşlar. Bunu belediyeler
yapar, sosyal devletin gereği farklı farklı kuruluşlar
yapar ama devlet, devletin Başbakanı müteahhitlik yapmaz. Çok açık
söylüyoruz, bizim söylediklerimiz belki acıtıyor.
Belki bölgeler
arası dengesizlikte bize Fazla bölgenizle ilgili konuşuyorsunuz.
diyorsunuz, oysaki Cumhuriyet tarihi boyunca en büyük yatırım bizim
dönemimizde yapıldı. diyebilirsiniz. İnkâr etmiyorum ama 100
lira harcadınızsa bunun 70 lirasının güvenliğe ve karakola
olduğunu da unutmayınız. En büyük cezaevini Şırnaka
yaptınız, 2 bin kişilik, sizi kutlarım.
Bakın, Allah
var, ben yapılanı görürüm, yanlışı da görürüm ama o
HES barajlarının ötesinde, Türkiye Kömür İşletmelerinin
neden Şırnaktan apar topar çıkıp dükkânını
kapattığını bu kalkınma planı yazmıyor?
1900lü yıllarda Şırnakta, güneydoğuda, her alanda
Abdülhamitin petrol haritasının hâlâ geçerli olduğunu bugün
bilim ortaya koyarken, neden bu şirketlerin hepsinin yabancı
şirketler, yabancı sermaye şirketleri olduğu konusunda bu
kalkınma planı bana bir fikir verebilir mi arkadaşlar? Bana
şunu diyebilir misiniz: Kamunun yaşatılacak, kâr edecek bir tek
kuruluşu kaldı. Petrolle ilgili
TÜPRAŞından tutun
şeker fabrikalarına gelelim, PANKOBİRLİKe gelelim, pancar
üreticisine gelelim, hangisinin hayatını karartmadınız ki
koyduğunuz kotalarla! Tütünde mi yapmadınız bunu? Tütününü
yasakladınız, yabancı ülkelere gitti. Fındıkta bunu
yaşadık, üzümde bunu yaşıyoruz, pamukta bunu
yaşıyoruz. Hayvancılığın merkezi olan ülkemizde
anguslara bu ülkeyi emanet ediyoruz. İthalatla gelen anguslardan et
yediriyoruz vatandaşımıza. Belki diyeceksiniz ki: Bu daha ucuza
geliyor. İnanın ta Meksikadan, Bolivyadan angus almaya gerek yok,
gidin Bulgaristana, Yunanistana, ondan daha ucuzunu, sınır
kapılarını açın, vatandaş alır, gelir.
Kalkınmanın
bir planı olur ama özelleştirmenin planı olmaz arkadaşlar.
Bana hangi özelleştirmenin planla yapıldığını
söyleyebilirsiniz, bana satılacak hangi kurum kaldığını
söyleyebilir misiniz? Şu an Türkiyede kamu kurumu olup kâr eden,
satılacak bir şey kaldı mı arkadaşlar, bana
söyleyebilir misiniz? İnanın, Allahtan, güvenlik güçlerinizi
sınır ötesi operasyonlara ihraç etmek dışında elinizde
kamu kurumu kalmadı. Onun için Sudana, onun için Körfeze, Adene, onun
için Afganistana, onun için başka yerlere gönderiyoruz askerleri.
İZZET
ÇETİN (Ankara) Soluduğun hava var ya!
HASİP KAPLAN
(Devamla) Soluduğumuz havayı bırakıyorum ben şimdi.
Şanlıurfada,
Mardinde GAP projesi
Sayın Bakan, Kalkınma Bakanı, kırk
yıldır GAP projesinin temeli sulama üzerine atıldı. Bana
burada verdiği raporda diyor ki Sayın Bakan: GAP projesinde yüzde 17
sulama yapılmış. Zaten, AK PARTİ iktidarı öncesi
yüzde 16 yapılmıştı, yüzde 1 de
yapmışsınız, artırmışsınız. Yüzde
1 için sizi tebrik ederim. Hem de neyle yapmışsınız biliyor
musunuz? İşsizlik Fonundaki işçilerin paralarını
almışsınız, oraya yatırmışsınız,
onunla yapmışsınız. Şimdi, Allah aşkına,
işçinin parasını alıyorsunuz, bari doğru dürüst
yatırın. Geçen gün sordum Ahmet Türke Sizin oraya ulaştı
mı kanal? diye. Vallahi, Viranşehiri geçti. O zaman, Mardin
Ovasını siz sulamadığınız zaman 5 milyon
istihdamdan bahsedemezsiniz. Mardin Ovasını Nusaybinden
İdile, Cizreye kadar sulamadığınız zaman tarım
endüstrisinden, kalkınmadan bahsedemezsiniz, bu ülkenin
kalkınmasından bahsedemezsiniz. Eğer ki Elektrik borçları
vardır. diye sayaç taktırdığınız tarım
üreticilerine bir de kendi, tapulu toprağında, artezyen
kuyularından çıkardığı artezyen suyuna sayaç takmaya
kalkarsanız vahim. Soluduğumuz havaya, oksijene nasıl sayaç
takılır? diye AR-GE çalışması yapmanızı
öneririm, bu kalkınma planı içinde önünüzdeki dönem bu olsun.
Vatandaşın nefes almasını da
paralandırırsınız, ülke kalkınır. Yapmayın
arkadaşlar.
Bu ülkede bir
gerçek daha var. Eğer bunun içine adalet koyarsanız,
kalkınmanın
Peki soruyorum size: Koalisyon hükûmeti döneminde
2001-2002de yapılan Ulusal Program vardı, Avrupa Birliğinin.
Taahhüt ettiklerinizin hepsinin takvimi vardı. Hepsinin üzerinden beş
sene, yedi sene geçti. Niye yapmadınız? Ulusal Program da
programdı. E, yapmadınız. E, yapmazsanız
Hırvatistanı alırlar, 28inci Avrupa Birliği ülkesi olur,
siz de kapıda beklersiniz. Bu işler bu kadar basit, zor değil.
Eğer Türkiyede Kenan Evrenin darbesi öncesi sendikalı işçi
sayısı, emekçi sayısı 3 milyonun üzerindeyse ve AK
PARTİ iktidarları döneminde sendikal hak ve özgürlükler
kısıtlanıyor, grev alanları yayılıyor ve işçilerin
örgütlenmesi engellenip işten çıkarma nedeni yapılıyorsa ve
76 milyonluk Türkiyede 1 milyonun altına düşüyorsa bunda bir terslik
vardır arkadaşlar.
Yine, size
şunu söyleyeyim: Sadece o değil, alın elinize bir reçete, sonra
çıkın bir eczaneye. Sağlık, ticarileştirdiniz. İnsani
olan her şeyi ticarileştirdiniz. İnsani olan şey neydi?
Sağlık. Allah herkese sağlık nasip eylesin çünkü
sağlık olmadıktan sonra varlık da para etmiyor.
Şimdi,
vatandaş yeşil karta mahkûm edildi uzun bir süre. Yeşil
kartı seçime mahkûm ettiniz. O da yetmedi, şimdi eline 1 tane ilaç
faturasını alan birisi yola çıktı mı ilaca
katılım payı, muayeneye katılım payı, reçetenin
ücreti, eş değer ilaç fiyat farkı, kutu başına ilave,
ne bileyim, özel hastane farkı ücreti -özel kestane ücreti gibi bir
şey- tetkik farkı ücreti, erken muayene, öncelikli tetkik ücreti,
istisnai sağlık hizmeti. Kalkınmada yarattıklarınız
bunlar mı olacaktı arkadaşlar? Kalkınmada sağlık
parasız olduğu ölçüde bir ülke kalkınmıştır.
Aynı şey,
eğitime geliyoruz. Eğitim de giderek özelleştirilip,
ticarileştirilip, tek tipleştirilmeye başlandı.
Şimdi, bütün
bunların içinden baktığımız zaman, bizim şöyle,
tapu gibi verdiğimiz bir muhalefet şerhi var bu kalkınma
planına. Barış ve Demokrasi Partisi olarak enerjide dik
durmuşuz arkadaşlar, enerjiye evet demişiz ama yenilenebilir
enerji demişiz. Biz geçiş ülkesi değil kaynak ülkesi
olacağız demişiz. Biz bu ülkeyi Ruslar nükleer santral kursun, 12
sent alsın diye değil, Güneydoğuda GAP Projesinde 1,2 sente
mal ettiğiniz kilovat/saat üzerinden Türkiye'nin kalkınabileceği
modellerin de olduğunu söylemişiz. Biz şunu da söylemişiz,
açık söylüyorum, çok net söylüyorum: Eğer siz enerjiyi
yabancılara teslim ederseniz güvenliğinizi de teslim edersiniz. Siz
Türkiyeyi enerji boru hatlarının Avrupaya geçtiği bir ülke
olarak görürseniz orada da yanılırsınız, oradan para
kazanamazsınız. Şimdi, son zamanlarda biraz biraz jeton
düştü, Irak Kürdistanında petrol şirketlerimiz birkaç yerde
doğal gaz ihalesi ve şey aldı. Çok gecikmiş, keşke
daha önce alınsaydı. Keşke bizim bölgemizdeki petrolün, kömürün,
doğal gazın ruhsatını yabancı şirketlerin eline
vermeyeydiniz. Keşke bu ülkedeki 48 bin maden ruhsatını ekmek,
peynir, ciklet gibi her önünüze gelenin eline vermeseydiniz. Keşke her
ruhsatı verdiğinizde o ruhsatın arkasından hangi
çantacının ne kadar komisyon aldığını takip
etseydiniz; keşke o komisyonların taşeronlara nasıl
aktığını görseydiniz. Keşke bu ülkenin geleceği
açısından son derece önemli olan bu kaynaklarda şunu
görseydiniz: Bölgeler arası dengesizliği gidermek,
kalkınmayı sağlamak bir plan, proje işidir ve bu plan,
projenin en büyük yanı, bu kalkınma planında yer alacak olan en
büyük proje, en doğru proje çözüm projesi olurdu. Türkiye'nin
geleceği, kalkınması, bekası, birliği, bütünlüğü,
eşit yurttaşlığı, özgürlüğü, adaleti ve
eşitliği çözüm projesindedir arkadaşlar.
Kaynaklarımızı koruruz, kaynaklarımızı
değerlendiririz, akan kan durur, adalet gelişir, cezaevleri
boşalır, yaşam standardı yükselir, imkânlarımız
artar ve işte bu projenin içinde bunun doğru kodlarını
koymak gerekir. Bu doğru kodlar, sadece yabancı sermayenin
iştahını kabartan Cudi Dağındaki kömür
olmamalıdır veya Habur Çayına konan 12 tane güvenlik HES
barajı olmamalıdır, bunun ötesinde olmalıdır. Bunun
ötesindeki olay, eğer 800 bine düşmüşse koyun sürüleri
yaylalarda, daha önceki rakamın 3,5 milyon olduğu ülkemizde biz bu
rakamı nasıl yakalar da dahasını geliştiririz
şeklinde olmalıdır. Eğer bunların hepsini biz
konuşamazsak Kürtün diline, Alevinin mezhebine,
azınlığın dinine, farklılıkların
farklılığına her şeyine bakıp bakıp bu
ülkede her birisini bir marjinal, her birisini bir ideolojik, her birisini bir
çapulcu olarak görmeye devam edersek bu ülkenin kalkınması olmaz
arkadaşlar. Bu ülke çapulcusuyla, marjinaliyle, ideolojisiyle, muhafazakârıyla,
İslamcısıyla, devrimcisiyle, hepsiyle beraber güzel bir ülkedir çünkü
çok zengindir, bir çiçek bahçesi gibidir. Bu enstrümanın, bu
orkestranın şefi olabilmek, bu ahengi yakalayabilmek, bu güzel ahengi
hayata geçirebilmek önemlidir.
Şimdi
soruyorum: Siz düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri
2023e mi erteleyeceksiniz? AK PARTİ kongresinde
aldığınız bilmem kaç karardı Sayın Kubat,
61miydi? Al 61i koy bunun içine, oldu kalkınma planı!
Arkadaşlar, devletlerin kalkınma
planıyla partilerin kalkınma planları aynı olamaz.
Kalkınma planları herkesin katıldığı, devletin
olanaklarının katıldığı bir olaydır.
Sayın Bakan bana buradan itiraz ediyor. Sayın Bakan, 2002de siz
geldiğinizde 1 milyon 860 bin hektar arazi sulanacaktı ve bugün 2013,
on bir sene geçti. Çıkın bu kürsüden deyin ki: Bizden önce 280 bin
hektar sulanmıştı. Çıkın deyin: Biz on bir senede
bunun 10 katını yaptık, 280 bin hektardı, biz onu 580 bin
hektara çıkardık. Elinizden tutalım kutlayalım, tebrik
edelim ama bunu diyemezsiniz ki, 580 bin hektar arazi suladığınızı
söylemezsiniz ki; arazi orada, sondajlar orada, sulamalar yapılıyor
orada, sizin borular orada. Şam orada ama ölçü burada; gelirsiniz
bakarsınız. Kalkınma böyle olmaz. Bırakın bu projeyi
hayata geçsin, mevsimlik işçiler her gün trafik kazalarında ölmesin.
Fındık peşinde, kendi ülkesinde, kendi bölgesinden başka
yerlere girip bir de Kürt olduğu için hakarete uğramasınlar
başka yerlerde. Kendi pamuk tarlalarında, kendi fındık
tarlalarında çalışanlar olur olmasına da bunu
yaşadık acı günlerimizde. Bunun önüne geçip kendi alanında
istihdamını sağlayabiliriz. Biz çok güzel bir şey
sağlayabiliriz.
Sosyal devlet
olursak eğer, sosyal devletin adaletini sağlarsak eğer,
engelliye, işçiye, dezavantajlı gruplara, bu ülkenin
yurttaşı olan herkese adil bir şekilde elimizi uzatabilirsek, bu
devletin olanaklarını onlara uzatabilirsek, bu devletin
imkânlarını onlara uzatabilirsek, vatandaşın vergisini
askerî harcamalara, güvenliğe değil, eğitime, sağlığa,
huzura ve yaşanabilir kentlere sağlayabilirsek çok daha iyisini
yaparız. Eğer siz o paraları, vergileri gaz bombalarına
ayırırsanız, o gaz bombaları Sıraselviler Caddesinde,
Cihangirde, İstiklal Caddesinde, Elmadağda, Gümüşsuyunda,
Beşiktaşta, Çarşıda var olan hayatı da öldürür,
söndürür, orada ot bitmez duruma getirir. Bu anlayış
yanlıştır, bu kalkınma modeli yanlıştır, bu
tarz yanlıştır. Bu ülkede fakir-zengin ayrımını
yarattınız; çok az bir zengin kesim, çok büyük bir fakir kesim
yarattınız. Bu yarattığınız uçurum, bu uçurum,
her siyasi iktidarın korkulu rüyası olarak geceleri rüyalarına
girecektir, ama Gezi Parkında girecektir, ama bir şarkıda
girecektir, ama bir pankartta girecektir, girecektir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN
(Devamla) - Herkesi doğru yola davet ediyoruz, doğru yolda olmaya,
çalışmaya davet ediyoruz.
Saygılar
sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci
konuşmacı Mehmet Şandır, Mersin Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz on beş
dakikadır.
MHP GRUBU ADINA
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi şahsım ve grubum
adına saygılarımla selamlıyorum.
Konuşmama
başlamadan bir iki hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Öncelikle,
kalkınma planları gibi çok değerli, çok önemli, stratejik
değeri olan bir müzakerenin bu ilgisizlikle müzakere edilmesini
yadırgadığımı söylüyorum. Bu noktada Hükûmetin ve
bakanlığın gereken ilgiyi sağlayamamış
olmasını dikkatinize sunmak istiyorum. Gerçekten, kalkınma
planları bütçeden daha önemli, bütçelerden çok daha önemli çünkü
geleceği konuşuyoruz, geleceği büyütmenin stratejisini
konuşacağız. Dolayısıyla, yani hem toplum nezdinde,
sivil toplum nezdinde, basın nezdinde bir ilgi uyandırmak gerekiyordu
ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidarıyla muhalefetiyle durum bu,
milletimin dikkatine sunuyorum. Yani, milletimizin geleceğini
konuşurken bile ortak aklı üretmek, bir konuyu müzakere etmek
gereğini duymuyorsak gerçekten meseleye verdiğimiz ciddiyetin, önemin
işareti olarak dikkatinize sunmak istiyorum.
Bir başka
husus: Kalkınma planının büyük emeklerle
hazırlandığını biliyorum. Bu planın
hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokrat arkadaşlarıma,
siyasetçi arkadaşlarıma özellikle, Komisyonda çalışan grubum
mensubu Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi arkadaşlarıma ve tüm
milletvekillerine de saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum grubum
adına.
Değerli
arkadaşlar, tabii Hasip Kaplandan sonra konuşmak biraz zor yani o
gergin havaya kendisi de dayanamadı, dışarıya
çıkmış, görünen o. Dolayısıyla, meseleyi de
yumuşatmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar,
cumhuriyetimizin kazanımlarına şükranlarımızı
sunmamız lazım. Hep karamsar olmak hep kötümser olmak çok da
hakkımız değil. Bu devletin, bu milletin şu doksan yıl
içerisinde çok önemli mesafeler katettiğini de teslim etmemiz gerekiyor.
Bugünlere ulaşmada emeği geçen herkese Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu olarak şükranlarımızı sunuyoruz. Yapılanlar azımsanmayacak
kadar önemlidir. Ama azla yetinmek bu coğrafyada özgürce
yaşamanın imkânını vermez. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak biz Türk milletini her şeyin en güzeline, en iyisine, en
çoğuna layık görüyoruz. Bu sebeple, bugün, kalkınma
planını konuştuğumuz şu gün eğer ülkemizde hâlâ
işte yoksulluk sınırının altında yaşayan
yaklaşık toplumun yarısı varsa yani 10 milyon emeklisiyle,
20 milyon çiftçisiyle, 10 milyon yeşil kartlısıyla, 5 milyon
asgari ücretle geçinen insan varsa daha yapılması gereken çok
şeyler olduğunu söylememiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, ben çok
genel konuşacağım; konunun detaylarıyla ilgili grubumuz
üyesi, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi ve genel merkez yöneticisi
arkadaşlarımız detayda konuşup önerilerini ve tenkitlerini
ifade edecekler. Ama kalkınma planlarının tanımı ve
toplum hayatındaki önemini konuşurken bir hususa daha dikkat etmek
gerekiyor: Kalkınma planları düne göre değil geleceğe göre
hedeflemelidir. Yani tabii ki birtakım şeyler yapıldı;
Sayın Bakan iyi niyetle şunu yaptık bunu yaptık diye
anlattı. Doğrudur, yapılmıştır ama eğer bu
coğrafyada özgür, hür ve bağımsız yaşamak istiyorsak,
güçlü olmak istiyorsak, gerek toplumsal birliğimizi gerekse milletler
camiasında devletimizin itibarını güçlü kılmak istiyorsak
bu yapılanlar yeterli değil. Geleceğe dönük, büyük hedeflere dönük
kalkınma planları, hatta bütçeleri yapmamız lazım. Yoksa,
bugün dünden daha iyi, eyvallah, daha iyi ama yeterli mi? Yeterli değil.
Bugün hâlâ toplumun yüzde 50si yoksulluk sınırının
altında bir gelirle yaşamak durumunda kalıyorsa, birtakım
uluslararası skalalarda ülkemiz hâlâ yüzde 50nin altındaki
baremlerde bulunuyorsa demek ki bu yapılanlar yeterli değil,
doğru değil, yapılması gereken çok önemli şeyler
vardır. Bu sebeple, kalkınma planlarının geçmişe
değil geleceğe endeksli, geleceği hedefleyerek tanzim edilmesi
gerekir. Bana göre bu planın en önemli eksiği budur.
Nedir gelecek? Değerli
arkadaşlar, yani millî geliri işte 5ten 10a çıkartmak
değil meselemiz. Bizim 2023 vizyonuyla 2001 yılında ortaya
koyduğumuz Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
yirmi beş yıllık bir perspektifte yapılmıştı
yani 2023 yılının hedefleri ortaya konularak
yapılmıştı. O zaman ortaya koyduğumuz hedef Lider
ülke Türkiye hedefiydi. Türkiye, en az, bölgesinde tüm parametrelerde lider
olmalıydı. E, şimdi de bir parametre koymamız lazım.
Bence bu kalkınma planının alnına, Sayın Bakan,
şunu yazmalıydınız: 21inci asır Türk asrı
olacaktır. Bunu gerçekleştirmek için yapılması gerekenleri
düşünmeli, konuşmalı, tartışmalı ve hukuk hâline
getirmeliydiniz ama -arkadaşlarım anlatacaklar, ben çok detayına
girmeyeyim- bu kalkınma planının bir vizyonu yok maalesef. 2023
vizyonuna sığınmanız yeterli değil. 2023 vizyonu
geride kaldı. Bu bir vizyon belgesi olmalıydı, bir vizyon belgesi
değil maalesef. Bir bütçe mantığıyla
hazırlanmış, bugünkü rakamları dört yıl sonra,
beş yıl sonra nereye ulaştıracağınızı
kurguladığınız bir rapora dönmüş. Hâlbuki bu bir
gelecek öngörüsü, bir hayal, bir ülkü. Bu millet nerede olmayı arzu
ediyorsa bunu aydınlar olarak, siyasetçiler olarak, devlet olarak, sivil
toplum olarak öngörmeliydik, toplumun önüne koymalıydık ve onu
gerçekleştirecek teknikleri, onu geliştirecek politikaları
birlikte tartışıp, sahiplenip ve burada da kanun hâline
getirmeliydik ama maalesef böyle bir sonucunuz yok değerli
arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, bizim çok değerli
bulduğumuz kalkınma planlarında bir temel kriter olarak
-muhterem hocamız Orhan Türkdoğanın sözüyle söyleyeyim- insan,
toplum ve devlet üçlemesinin insan merkezli planlanmasında hürriyet,
mülkiyet ve şahsiyet üçgenini iktisatçı
arkadaşlarımız var, bunu bilirler, sosyolog
arkadaşlarımız var, bilirler- çok önemsemek gerekir. Bu
planın rakamsal verilerinin dışında bu felsefeyi ortaya
koyması lazım. İnsan hür olmalıdır,
korkmamalıdır, gelecek endişesi duymamalıdır. Enerjisini
geleceğe hazırlamak için, enerjisini ortaya koyabilmesi için
insanın hür olması lazım. İnsanın hür olması için
yapılması gerekenleri bu plan ortaya koymalıydı.
İnsanın sahipleneceği, uğrunda mücadele vereceği bir
varlığı olmalı, bir mülkiyeti olmalı. Dolayısıyla,
bu plan ve bu plana dayalı Hükûmet, devlet politikaları insanın
mülkiyetini nasıl artıracağını öngörmeliydi ve
insanı adam yerine koyan bir sistemin aksayan yönlerini, bugünkü sistemin
aksayan yönlerini bu anlamda sorgulamalı ve alınması gereken
tedbirleri ortaya koymalıydı. Yani, kendi özgür iradesiyle kendi
geleceğine nasıl katılacağını, nasıl karar
vereceğini, demokratik sistemi nasıl
içselleştirebileceğini, nasıl kurumsallaştırabileceğini
bu plan ortaya koymalıydı. Yani, insan merkezli bir kalkınma
planı, insan merkezli bir gelecek öngörüsünün merkezinde hürriyet,
mülkiyet ve şahsiyet
Hür olmayan insanın, mülkiyeti olmayan
insanın şahsiyetinin de olması mümkün değil. Şahsiyeti
olmayan insanların toplamı olan millet toplumun geleceği de olmaz
maalesef. Bunu amaçlayan, bu gerçeği belirleyen bir felsefesi olmazsa
kalkınma planlarının, öngörüleri ve ortaya koyduğu verileri
istatistiki bilgilerin ötesine geçmez. İşte, bugün
yaşadığımız gibi toplumda bir heyecan yaratmaz, bir
kızıl elma olmaz, bir ülkü olmaz, toplumun ortak paydası olmaz,
birlikte gerçekleştirmenin heyecanını duyacağımız
bir hedefleme olmaz. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar çok
emek verilmiştir ama verilen emeklerin gerçekleşmesi veya amaca
ulaşması bu tür eksikliklerden dolayı maalesef
olmayacaktır. Yani, bu kalkınma planının bir felsefesi
olmalıydı Sayın Bakan, bir vizyonu olmalıydı ve bu
felsefe, bu vizyon bütün toplumu heyecanlandırmalı, o ortak paydada
geleceğe yürümeliydik. Bu toplumun her ferdinin enerjisini
birleştirerek lider ülke Türkiyeyi gerçekleştirecek bir program
ortaya koymalıydık.
Değerli
milletvekilleri, bu konuda yazdığım konuşma metni 74 sayfa
ama dediğim gibi, bu konunun Meclise mal edilemeden, millete mal
edilemeden tartışılmış olmasının çok fazla
bir anlamı yok.
Bir hususu daha
söylemem gerekiyor: Kalkınma planları Anayasamızın
166ncı maddesinde bir anayasal zorunluluk hâline getirilmiştir.
166ncı maddede amir hüküm hâline getirilen hususlara da cevap yok
Sayın Bakanım burada. Yani, hızlı kalkınmayı
nasıl temin edeceğiniz yok burada, hızlı
kalkınmayı nasıl sürekli kılacağınızın
burada izahı yok Sayın Bakanım. Ayrıca, yine
Anayasanın 166ncı maddesinde Bir kalkınma planı yaparken
önce bir durum muhakemesi yapmak gerekir. hükmü var, o hükmün gereği de
yok yani gerek Türkiye gerek dünya ekonomisinin içinde bulunduğu durumun,
gerçeklerin bir bütünlük içerisinde tartışıldığı
bir bölüm de yok maalesef. Bu sebeple, yani bir şekil şartı
yerine getirilmiş gibi bir kanaatim var. Emeğinize teşekkür
ediyorum, bürokrat arkadaşlara sözüm yok ama siyasi iktidarın;
bürokrasinin, yani Devlet Planlama Teşkilatının önüne
koyduğu hedefleri nasıl gerçekleştireceği sorusunun
cevabı, konulan hedefler doğru olmadığı için,
kapsayıcı olmadığı için maalesef istatistiki
birtakım rakamların ötesinde bir yere
ulaşılamamıştır.
Bir hususu daha
dikkatinize sunmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, kalkınma
planlarını Devlet Planlama Teşkilatı hazırlar. Bu,
1961 Anayasasının amir hükmüdür. 1961 Anayasası
hazırlanırken rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeşin,
bizim Genel Başkanımızın Başbakan Müsteşarı
olduğu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuş ve
planlı ekonomi politikasına yönelinmiş ve ilk kalkınma
planı o hazırlıklar sonrasında
gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, ondan sonra yapılan
Anayasada da, yani bugünkü Anayasamızın 166ncı maddesinde de
kalkınma planı bürokratlar tarafından
Hükûmetin koyduğu
hedefleri gerçekleştirecek teknikleri, alternatifleri bürokratlar
belirleyecek ve Yüksek Planlama Kurulunun önüne koyacak. Yani, Devlet Planlama
Teşkilatı biraz özerk bir kuruluş, siyasetin emrinde olmayan bir
kuruluş, böyle kuruldu ama şimdi siz 641 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle kalkınma planı hazırlama yetkisini
Kalkınma Bakanlığına alınca bu belge bir siyasi metin,
siyasi iktidarın belgesi hâline geldi. Hâlbuki bunun bir devlet
politikası olması lazım, bir devlet siyaseti olması
lazım. Şimdi bir Hükûmet belgesi hâline geldi. Bu doğru
değil, çok ciddi bir kazanımı kaybettiniz. Yani, ülkenin
geleceğiyle ilgili, milletin geleceğiyle ilgili hayalleri, ülküleri
nasıl gerçekleştireceğimiz sorusunu o kadar dar bir alana
hapsettiniz ki işte bu ilgisizlik bunun ifadesidir, işaretidir.
Basında kalkınma planıyla ilgili bir satır bir şey
çıktığını görmedim.
Bu sebeple
söylüyorum: Bir imkân heba edilmiştir. Bir toplumsal iş birliği,
bir toplumsal sözleşme mahiyetinde geleceğimizi birlikte belirlemek
imkânı bu yeni politikalarla maalesef heba edilmiştir. Kaldı ki
hazırladığınız bu planda birçok tenkit edilecek hususlar
var. Benden sonra konuşacak Milliyetçi Hareket Partisi Plan ve Bütçe
Komisyonu üyesi arkadaşlarım bunları burada ifade edecekler.
Her şeye
rağmen bu planın hayırlı olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Sümer
Oral, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
SÜMER ORAL (Manisa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilgili olarak
Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşlerimi ifade edeceğim.
Sizi ve değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Ülkenin 2014
yılından itibaren önümüzdeki beş yılın tüm
kaynaklarının envanterinin yapıldığı ve bu
kaynakların hangi alanlara tahsis olunacağının ve buradan
nasıl bir ürün alınacağının belirlendiği Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planı ne yazık ki kamuoyunda
hak ettiği ilgiyi görmeden Meclisimizde bugün kanunlaşacaktır.
Bu durumu son derece düşündürücü buluyorum. Geçmişte plan görüşmeleri
ülkenin temel gündemi olurdu, günlerce tartışılır ve
kamuoyu da bunu yakinen izlerdi. Bu ilgisizliği pek hayra alamet
görmüyorum.
Görüşmelerine
başladığımız Onuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planının temel hedefi hiç kuşku yok ki kendinden
önceki Dokuzuncu Planda ve daha önceki planlarda olduğu gibi,
çağdaş ülkeler standardına ülkemize kavuşturmaktır, gerek
moral gerek maddi boyut ve kriterleriyle kalkınmayı
yakalamaktır. Esasen, aranan yalnız ekonomik büyüme değil,
kalkınma olmalıdır.
Burada önemli bir
konu da tüm bu gayret ve çabaların noksanları giderilmiş
çağdaş bir demokrasi ve iyi işleyen bir devlet yapısı
içerisinde gösterilmiş olmasıdır. Onuncu Plan
tartışmalarında çeşitli sektörlerde plan dönemi
itibarıyla öngörülen hedefler nelerdir, ihtiyaç duyulan kaynak nedir, bu
hedefleri karşılamak için gerekli olan iç kaynak miktarı nedir,
dış kaynağın gereği hangi boyuttadır,
dış kaynak bulunacaksa bu nereden ve hangi şartlarla bulunacak?
Bunlar planda tek tek ortaya konulan hedeflerdir ve ne ölçüde gerçekleşeceği
de tartışılacaktır.
Onuncu Planın
bir özelliği de cumhuriyetimizin kuruluşunun 100üncü yılı
olan 2023 tarihi öncesi uygulanacak iki plandan ilkini
oluşturmasıdır. Bilindiği üzere 2023 tarihinde Türkiyenin
en büyük ekonomiye sahip 10 ülke arasına girme hedefi uzun vadeli strateji
ve 2001-2005 dönemlerini kapsayan Sekizinci Kalkınma Planında yer almıştı.
Görülüyor ki 2023 hedefi Adalet ve Kalkınma Partisi henüz daha ortada
yokken, devletin temel belgelerinde yer almış bir hedeftir. Geride
bıraktığımız on yılın ekonomik
performansı ve sonuçları 2023 yılı hedefine yani 2 trilyon
dolarlık bir millî gelire, dünyada ilk 10 ülke içine girme
çıtası açısından umut verici bir tablo ortaya koymuyor. Bu
nedenle Onuncu Kalkınma Planı 2023 hedefini yakalama yolunda hayati
ve farklı bir önemi haiz bulunmaktadır.
2008
yılında başlayan global finans ve ekonomik kriz azalarak da olsa
etkisini sürdürüyor, bir süre daha devam edeceği de ortada. Amerika
Birleşik Devletleri son dönemde kendisini toparlamakla birlikte okyanusun
bu yakasında, Avrupada, özellikle euro bölgesinde kamu
açıkları, bankacılık sistemindeki zafiyet, büyüme ve
işsizlik gibi alanlarda sorunlar devam ediyor.
Siyasi ortam
açısından bakıldığında ise çevremizde, özellikle
komşularımızda ciddi ve oldukça karmaşık
gelişmelerin yaşandığı görülüyor. Planın
hazırlanması ve büyüklüklerin belirlenmesinde tüm bu riskler ve
beklentiler kuşkusuz belli ölçüde göz önünde bulundurulmuş olsa bile
gerçek boyutlarının nereye ulaşacağını bugünden
kestirme imkânı hayli zordur. Bütün bunların altını
bugünden çizmekte de yarar var.
Görüşmekte
olduğumuz Onuncu Planın zemininde Dokuzuncu Plan bulunuyor. Onuncu
Plan Dokuzuncu Planın sonuçları üzerinde inşa edilmektedir. Son
dilimini 2013te, yani içinde bulunduğumuz yılda
yaşadığımız Dokuzuncu Beş Yıllık Plan
uygulamasında büyüme, enflasyon, yurt içi tasarruf, ödemeler dengesi,
bütçe açıkları gibi temel makroekonomik göstergelerde ciddi ölçüde
sapmalar yaşandı. Bunun dışında kalan bazı
alanlarda da önemli sapmaların yaşandığı bir gerçek.
Tabii, temennimiz, ele aldığımız Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planı uygulamalarında daha
başarılı bir performansın sağlanmasıdır ve
Türk milletinin refah düzeyinin artmasında bu planın önemli
katkılarda bulunmasıdır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin ekonomik gücünü,
ekonomik performansını, dış şartlara karşı
mukavemet derecesini büyük ölçüde o ülkenin yurt içi tasarruf oranı,
ülkenin ödemeler dengesinin yapısı ve işsizlik oranı
gösterir. Buna bir de büyüme hızı eklenebilir ama üç temel husus,
yurt içi tasarruf oranı, ödemeler dengesi ve işsizlik
oranıdır. Büyük ölçüde bunlara bakılır. Nitekim, ülkelerin
ekonomik açıdan mukayeselerinde de genelde bu kriterler göz önünde
bulundurulur. Bu konularda, izninizle kısaca bir iki konuya değinmek
istiyorum.
Yurt içi tasarrufların seyrine
baktığımız zaman ne yazık ki her yıl azalan bir
tabloyla karşı karşıyayız. 2012 yılında
gayrisafi millî hasılanın yüzde 14,8i olan yurt içi tasarrufların
2013te yüzde 14,4e gerileyeceği öngörülüyor yani gerileme devam ediyor.
Bu oran 2002 yılında yüzde 23,4 idi. Özellikle özel kesim tasarrufu
fevkalade gerilemiştir. Buna mutlaka çare bulunması gerekir.
Bulunamadığı takdirde Türkiyenin ihtiyacı olan büyümeyi
sağlamamız da son derece zor olacaktır. Evet, bu alanda
alınan bazı tedbirler var ama bunların yeterli
olmadığı da ortada. Nasıl sağlanacağı,
özellikle 2023 öncesi bu iki plan döneminde bunun nasıl
gerçekleştirileceğinin görülmesi lazım. Plan döneminde yani
önümüzdeki beş yılda yüzde 14,4ten yüzde 19a yükselmesi
hedeflenmiş. Fevkalade iddialı bir beklenti, kolay bir hedef gibi
görünmüyor. Ekonomimizin temel nedeni de, temel sorunu da budur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yurt içi tasarruflar yeterli düzeyde olmayınca büyüme ve ekonominin
çarkları bugün büyük ölçüde dış kaynakla dönüyor. Böyle bir
tablo şüphesiz bünyesinde önemli riskleri beraberinde taşır.
Kolay parayı bugün olduğu gibi her zaman bulmak da mümkün olmaz.
Nitekim, bunun işaretlerini de çok yakından hep birlikte izliyoruz.
Konu buraya gelmişken dikkat çekici bir iki tabloyu
sizlerle paylaşmak niyetindeyim. Dış varlıklarla
dış yükümlülükler arasındaki fark hâlen 450 milyar dolar
düzeyine çıkmıştır. Açığın 336 milyar
dolarlık bölümü şirketlerin üzerindedir. 450 milyar doları bulan
bu açık, ekonomimiz açısından ciddi bir yükümlülüktür.
Diğer yandan, ülkemize gelen sıcak paranın büyüklüğü, makul
sayılabilecek seviyenin çok üzerine ulaştı. 2013 yılı
Ocak ayı itibarıyla 183 milyar doları portföy
yatırımlarında olmak üzere 276 milyar dolara erişti. Sadece
bu iki kalem ekonomi açısından dış konjonktüre ne ölçüde
duyarlı bir yapıya sahip olduğumuzu ortaya koymakta.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu yıl Türkiyenin 220 milyar
doları bulan bir dış ödeme tablosu vardır. 163 milyar dolar
vadesi gelen dış borç var ve 60 milyar dolar da cari açık var.
Dolayısıyla bu yıl 220-225 milyar dolar arasında bir kaynak
ihtiyacımız bulunduğu da ortadadır. Yurt içi tasarruflarda
yaşanan açık kuşkusuz beraberinde ödemeler dengesi sorununu getiriyor.
Ülkemizde cari açık 2011 yılında, hepimizin bildiği gibi,
gayrisafi millî hasılanın yüzde 10u düzeyine çıkmış,
2012de büyüme oranındaki gerilemeye paralel olarak yüzde 6,5 olarak
gerçekleşti. Ülke olarak hâlen dünyada en yüksek cari açık veren ülkelerden
biri durumundayız. Ekonomimizin yapısal nitelikleri olan
sorunların başında cari işlemler dengesi gelmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; izninizle büyümeye kısaca
değinmek isterim: Türkiye olarak yılda yüzde 7 oranında bir
büyümeye ihtiyacımız olduğu biliniyor. 2007 ile 2012
yılları arasında gerçekleşen ortalama büyüme oranı
yüzde 3,3 oldu. Hedefin altında kalınmış olma nedeni
yaşanan küresel krize bağlanabilir, ancak kriz öncesi yıllarda
da büyümede gerileme eğilimine girilmişti. Eğilim 2008den önce
irtifa kaybeden bir niteliğe dönüşmüştü. Önümüzdeki beş
yılı kapsayacak Onuncu Planda öngörülen yüzde 5,5lik büyüme
hedefinin yetersizliği yanında yakalanabilmesinin dahi yukarıda
belirtilen yapısal sorunlar hâl yoluna girmedikçe çok zor olduğu
görülüyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planını bekleyen diğer bir sorun kamu maliyesi
olacaktır. Kamu maliyesi ve mali disiplin alanlarında önemli
tıkanmaların ve sorunların yaşanmaya
başladığını göz ardı etmek mümkün değil.
Bütçelerin harcama
ayağı esnekliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. Gelir
ayağında ise vergiler sağlıksız bir yapıya
dönüştü. Faiz gelirlerinde sağlanan azalma faiz dışı
harcamalardaki artışı karşılama özelliğini
yitirdi. Vergi sistemi âdeta tamamen dolaylı vergilere dayanır hâle
geldi. Geçtiğimiz on yılda dolaylı vergiler yüzde 6-7 puan daha
artış kaydetti. Son yıllarda bir defaya mahsus kaynaklara ve
yıl içindeki gelir tedbirlerine başvurulmaya başlandı.
Mevcut bu yapı, orta vadede sağlıklı hâle dönüşecek
birtakım yapısal düzenlemelere ihtiyaç gösteriyor ancak mevcut
konjonktür bu reformların yapılmasına pek uygun değil,
yapılsa da sonuç vermesi çok olası görünmüyor. Altını
çizerek belirtmek isterim ki, reform süreklilik isteyen bir süreçtir.
Sürekliliğe riayet olunmazsa önceki reformlarda sağlanan
kazanımlar da kaybedilir.
Avrupa
Birliğiyle ilişkiler özellikle ekonomik açıdan ülkemiz
bakımından büyük önem taşır. Avrupa Birliğiyle
müzakereler Türk ekonomisi yönünden son derece önemli bir çapa görevi ifa
etmiştir, bugün de bu özelliğini muhafaza etmektedir.
İlişkilerin seyri kuşkusuz sadece bizim tutumumuza
bağlı değil ama önemli olan da sonuçtur, tavırlarda ölçülü
olmak gereği vardır. Bizim bugün itibarıyla Avrupa Birliği
sofrasında yerimiz var. Sinir ve öfke yerine bize yakışan bir
tutum ve üslup, sanıyorum, daha etkili ve geçerli olacaktır
kanaatindeyim.
Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma döneminde umarım bu konular gereken
duyarlılıkla ele alınır. Onuncu Beş Yıllık
Planın bir şanssızlığı da şu olacaktır:
Uygulanan ilk yıl 2014, ikinci yıl 2015 ama her ikisinde de çok
önemli seçimler vardır. Seçim zamanında seçim politikası
uygulamıyoruz. denebilir ama bu mümkün değildir. Hele hele bütçeler
büyük ölçüde torba ve fon bütçesi niteliğine döndüğüne göre sadece
ödenekle değil, diğer uygulamalarla seçimlerin bütçe disiplinini
olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.
Sayın
Başkana, başta Sayın Bakana olmak üzere onun değerli
çalışma arkadaşlarına ve devletin değerli,
kıymetli uzmanlarına teşekkür ediyor, planın ülkemize
hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Rahmi Aşkın
Türeli, İzmir Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerine
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben bugünkü konuşmamda
öncelikle planlama kavramı üzerinde durmak istiyorum. Sonrasında,
Dokuzuncu Kalkınma Planının gerçekleşmeleri ne yönde?
Çünkü bildiğiniz üzere Onuncu Kalkınma Planı, Dokuzuncu
Kalkınma Planının gerçekleşmeleri üzerine
oturtulmuştur ve belli bir süreklilik, belli bir devamlılık
içindedir. Son olarak da Onuncu Kalkınma Planının üzerinde
duracağım.
Bildiğiniz
üzere, değerli milletvekilleri, planlama bir kaynak tahsis
mekanizmasıdır. Toplumların şu ana kadar bulduğu 2 tane
kaynak tahsis mekanizması vardır; birisi piyasadır, birisi de
planlamadır. Birçok ülkede, baktığınız zaman,
piyasanın ya da planlamanın öncelikli olduğunu görürüz.
Türkiye'nin özgün planlama deneyiminde piyasanın bir kaynak tahsis
mekanizması olarak varlığı kabul edilmiştir ancak
planlama da bir kaynak tahsis mekanizması olarak devreye konulmuştur
yani kaynaklarımızı, mevcut kıt
kaynaklarımızı hangi önceliklere yönlendirirsek daha hızlı
büyürüz, bu, kamu açısından emredici hükümler
taşımaktadır. Kamu, sonuçta, plan içindeki hedeflerle,
politikalarla bağlıdır, bağlı kalmak zorundadır.
Özel sektör açısından da yol göstericidir, yön vericidir.
Böyle bir planlama
anlayışı içinde, Türkiye, 1963 yılından itibaren
planlama deneyimine başlamıştır. İlk üç plan yani
1960-1980 arasındaki dönem daha çok Türkiye'nin ithal ikameci bir büyüme
modelinin olduğu dönemdir yani dışarıdan ithal
ettiğimiz malları yurt içinde üretmek üzerine kurulu bir planlama
mekanizmasıdır bu. Bu da ciddi anlamda başarılı
olmuştur. Burada üç aşamalı öngörülmüştür ithal ikameci
modelde planlama mekanizması. Öncelikle tüketim mallarını
Türkiyede üretmek, ikame etmek. İkinci aşama ara
mallarıdır, ara mallarının Türkiyede üretilmesidir. Üçüncü
aşama ise yatırım mallarının ikamesi üzerine kurulmuştur.
Türkiye, tüketim mallarının Türkiyede üretilmesi
aşamasında ciddi aşamalar, başarılar
kaydetmiştir. Sonrasında ara mallarının Türkiyede üretimi
üzerine planlamanın, ithal ikameci modelin ikinci aşamasına
geçilmiştir ancak o dönem de
1970li yıllara denk gelmiştir. Bildiğiniz üzere, 1970li
yıllar dünyada krizin olduğu yıllardır. İki büyük
petrol şoku vardır 1973 ve 1978de ve bunun sonucunda bütün dünya
ekonomilerinin ciddi sarsıntılar geçirdiği bir dönemdir.
Türkiye, planlamada
ikinci dönemini 1980 sonrası bu modeli değiştirerek
dışa açık bir büyüme modeli içinde gerçekleştirmeye
çalışmıştır. Bu model başlangıçta büyük
avantajlar da sağlamıştır yani Türkiye'nin sonuçta
krizlerinin hepsinin dış ödemeler krizi üzerinden geldiğini
düşündüğümüzde bu krizi aşabilmek, Türkiye'nin belli
malları üretmesi ve dışarı ihraç etmesi üzerinde odaklanan
bir büyüme modeli Türkiyede uygulamaya konulmuştur. Tabii, eğer bir
malı Türkiyede üretecekseniz belli üretim faktörleri var, hangi üretim
faktörüne sahipseniz daha çok, daha bol olarak onun üzerinden
uzmanlaşırsınız. Türkiye de burada emek yoğun bir -en
çok bol olan üretim faktörü emek olduğu için- model üzerinden dünya
ekonomisiyle bütünleşmeye çalışmıştır. 1980lerin
sonu, aynı zamanda, Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerine,
dışarıdan gelecek sermaye hareketlerine
açıldığı bir dönemdir. Bunun sonucunda da, bu modelde
dışarıdan gelen, kısa vadeli, sıcak para
dediğimiz sermaye hareketlerine dayalı bir büyüme modeli Türkiye
ekonomisinde uygulamaya konulmuştur ama bunun ortaya
çıkardığı belli birtakım komplikasyonlar,
olumsuzluklar vardır. Bunların bir tanesi -biraz önce de
söylediğim üzere- Türkiyenin sanayisizleşmesidir. Türkiyenin daha
çok yüksek katma değerli mal ve hizmet üretmesi gerekirken düşük
katma değerli mal ve hizmet üretiminde kalması anlamına
gelmiştir. Türkiye, bu anlamda, emek piyasalarını ILO
standartlarına uydurmamıştır. Bugün Türkiyede de hâlâ,
baktığımızda, düşük ücretlere, niteliksiz emeğe
dayanan bir iş gücü piyasasının egemenlikte olduğunu
görmekteyiz, çok yüksek bir taşeronlaşma, gene aynı
şekilde, piyasaya egemenliğini, damgasını vurmuştur.
Bu şekilde baktığımız zaman, özellikle 1980
sonrası dönemde şunu görüyoruz: Türkiye ekonomisi belli
aralıklarla büyür, üç yıl, dört yıl, beş yıl üst üste
büyümüştür, ondan sonra birdenbire büyüme kesilmiştir ve Türkiye
ekonomisi krize girmiştir.
Şimdi, tabii,
Onuncu Kalkınma Planı Türkiyenin geleceğini, gelecekteki
beş yıllık dönemde nasıl bir strateji izleyeceğini,
kaynaklarını hangi önceliklere tahsis edeceğini belirlemek üzere
kurgulanmış bir plandır, öyle de olmalıdır. Ancak,
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma
Planına baktığımız zaman, ne yazık ki bunun
böyle olmadığını görüyoruz çünkü Onuncu Kalkınma
Planı son derece mahcup hazırlanmış, iddiasız bir
plandır. Küresel krizin etkilerinin devam edeceği varsayımı
üzerinden kurgulanmıştır. Bu da, aynı zamanda artık
uluslararası likiditenin eskisi kadar bol olmayacağı
anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda ne olması gerekirdi? Planlamanın
bir kaynak tahsis mekanizması olduğunu düşündüğümüzde,
planlama aracılığıyla ekonomiye müdahale ederek bu
sorunları ortadan kaldırmak, var olan yapısal problemleri çözmek
gerekirken ne yazık ki Türkiye ekonomisi üzerinde böyle bir perspektif
oluşmamıştır. Yani plan ekonomiye ciddi bir müdahale
aracı olarak kullanılmamıştır, mevcut
yapının kabul edildiği, belli iddiaların ortadan
kaldırıldığı bir plandır.
Şimdi, tabii,
değerli milletvekilleri, Onuncu Planı konuşmadan,
tartışmadan önce Dokuzuncu Plana da değinmenin gerekli
olduğunu düşünüyorum. Şimdi, bakın, Dokuzuncu Kalkınma
Planı Mecliste görüşülürken -onun sonrasında tabii
tutanaklarını da okuduk- bu planın üç tane temel
özelliğinin olduğu vurgulanmıştı o dönemdeki
Sayın Bakan tarafından.
Bunların birincisi,
Dokuzuncu Kalkınma Planının bir stratejik plan
olmasıdır yani sorunları önceliklendiren, temel amaç ve
önceliklerde yoğunlaşan bir stratejik plan.
İkinci
özelliği, Avrupa Birliğinin mali dönemine uyum sağlayan bir plan
olmasıdır. Çünkü biz biliyoruz ki Türkiye'nin yaptığı
planlama deneyiminde ve yaptığı planlarda hep beş
yıllık kalkınma planları diye geçerdi ve o şekilde de
yerleşmişti, daha öncesinde hiç plan diye konuşmazdık,
beş yıllık kalkınma planları derdik ama Dokuzuncu
Kalkınma Planında gördük ki biz birdenbire yedi yıllık bir
kalkınma planı hazırlandı. AB dönemi, AB ile üyelik
müzakereleri devam edecek, o çerçevede AB ile uyum içinde işlemesi gereken
bir mekanizma tasarlanmıştı.
Gene, üçüncü bir
özelliği Dokuzuncu Kalkınma Planının -bu çünkü
iddialı bir plandı- etkili bir izleme ve değerlendirme
mekanizmasının kurulması öngörülmüştü. Yani DPT
Müsteşarının başkanlığında, ilgili
kurumların temsilcilerinden oluşan bir üst izleme ve yönlendirme
komitesi kurulacaktı. Sonrasında da bu komite toplanacak, plan
dönemine ilişkin plan dönemi içindeki gelişmeleri, plan döneminin
hedeflerinde sapmalar var mı, gerçekleşmeler ne yönde, bunları
inceleyecek, yakından izleyecek ve yıllık raporlar hazırlayarak
bunu Bakanlar Kuruluna sunacaktı ve Bakanlar Kurulu da bunun sonucunda
ekonomiye planda belirli sapmalar olduğunda müdahale ederek o planın
uygulanmasını sağlayacak bir yapı oluşturacaktı.
Şimdi, bu üç
tane temel özelliğe baktığımızda ne yazık ki
üçünün de ciddi biçimde ortadan kalktığını, bu perspektiflerin
uygulanmadığını görüyoruz, bir stratejik plan olarak
hazırlandığı söylenmişti ama stratejik plan içindeki
izleme-değerlendirme mekanizması, performans ölçme, bunların
hiçbiri Dokuzuncu Kalkınma Planında uygulanmamıştır.
Gene, bu planı
izleme ve değerlendirme komitesi -aynı zamanda aktif müdahaleyi de
gerektirir- hiçbir şekilde kurulmamıştır değerli
milletvekilleri. Böyle bir komite kurulmamıştır, bir araya
gelinmemiştir. Plan döneminin yedi yıllık döneminde
gelişmeler ne yönde, bunlar izlenmemiştir, ele
alınmamıştır, yıllık raporlar
hazırlanmamıştır ve Bakanlar Kuruluna
sunulmamıştır. Ve daha da vahimi, ABye uyum perspektifiyle
ilgili yedi yıllık bir kalkınma planı
hazırlanmış olmasına rağmen, Dokuzuncu Kalkınma
Planı döneminde, yani 2007-2013 yılında, AByle üyelik
müzakereleri tam bir çıkmaza girmiştir. Türkiye'nin âdeta AB
perspektifini kaybettiğini söyleyebiliriz. Bunu nereden anlıyoruz?
Çünkü Onuncu Kalkınma Planına da baktığımızda,
AByle üyelik perspektifleriyle ilgili -tam üyelik- buna ilişkin, bunlara
ilişkin olarak hiçbir ciddi perspektifin, stratejinin, politikanın
olmadığını görüyoruz.
Diğer
taraftan, Dokuzuncu Kalkınma Planının bir vizyonu vardı:
İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte
rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, ABye üyelik için uyum
sürecini tamamlamış bir Türkiye. ABye üyelik için uyum sürecini
tamamlamış bir Türkiye'nin olmadığını zaten biraz
önce belirttim. Peki, istikrar içinde büyüyen bir Türkiye olmuş mudur
Dokuzuncu Kalkınma Planında? Ne yazık ki
olmamıştır? İsterseniz size büyüme rakamını
vereyim: Planda 2007-2013 yılı büyümesi yüzde 7 olarak
öngörülmüştü, gerçekleşme yüzde 3,5 olmuştur değerli milletvekilleri.
Hadi kriz tabii var, küresel kriz; küresel kriz de 2008in son çeyreğinde
başlayıp 2009un üçüncü çeyreğinde bitmiştir yani bir
yıllık bir dönemdir. Bunu, 2009 yılının negatif
büyümesini yüzde 4,8lik küçülmesini çıkardığımızda da
büyüme hızı ancak yüzde 4,9 olmaktadır. E, yani, şimdi,
burada sormak hakkımız değil midir? Türkiye ekonomisinin,
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemden bugüne kadar büyüme hızı
zaten yüzde 5ler civarındadır değerli milletvekilleri. (CHP
sıralarından alkışlar)
1923-2002
yılının yıllık ortama büyümesi yüzde 4,8dir. Çok
partili rejime geçtiğimiz 1946 yılından
aldığımızda da, 1946-2002 yılı büyümesi yüzde
5,2dir. AKP döneminde de, iktidara gelinen dönemden itibaren 2003-2013ün,
2013te de yüzde 4ün gerçekleşeceği varsayımıyla
baktığımızda da büyüme hızı ancak yüzde 5tir.
Gene, kişi
başına millî gelirin 10 bin dolar olma iddiası aslında
bugün gerçekleşmemiştir. Tabii, 10 bin dolar oldu ama 2008de millî
gelirde yaklaşık yüzde 30 düzeyinde yapılan revizyon sonucu
olmuştur, yoksa, şu anda millî gelirimiz 7 bin dolarlar
civarında olacaktı.
Sabit sermaye
yatırım artış hızı yüzde 9,1 olarak
öngörülmüştü, gerçekleşmesi yüzde 4,4tür.
Sanayinin gayrisafi
yurt içi hasıla içindeki payının artması öngörülmüştü;
artmamış, azalmıştır.
Dış
ticarete ilişkin hedefler gerçekçi değildir. İhracat planda 210
milyar dolar olarak hedeflenirken 158 milyar dolar olmuştur, sapma 52
milyar dolardır. İthalat 275 milyar dolar olarak öngörülmesine
rağmen 253 milyar dolar olmuştur -2013lerin gerçekleşeceği
tahminleri kullanıyorum burada- yani orada da 22 milyar dolarlık bir
sapma vardır. Yani, ithalatta yaklaşmışız belki
hedeflere ama ihracatta bunun gerisindeyiz. Onun sonucunda da cari
işlemler açığının millî gelir içindeki
payının plan dönemi sonunda millî gelirin yüzde 3üne düşmesi
öngörülmüşken, bugün de bildiğimiz üzere, yüzde 7ler seviyesinde
kalmıştır.
TÜFE
artış hızı yüzde 3tü planda; şu anda Merkez
Bankası hedefi, 2013 için, yüzde 5,3tür.
Kamu kesimi
borçlanma gereğinin millî gelir içindeki payı yüzde 0,9 fazladan
yüzde 3,6 fazlaya gitmesi öngörülürken yüzde 1,5 açığa dönmüştür
ki aynı zamanda küresel krizin ekonomiyi yavaşlatarak bu anlamda bu
tip hedefleri gerçekleştirmesi mümkün kılacakken -cari açıkta da
aynı şey geçerlidir- ne yazık ki bu olmamıştır.
Çünkü, öyle bir vergi sistemi vardır ki yüzde 70i dolaylı vergilere
dayalı bu vergi sistemiyle Türkiye'de büyüme
yavaşladığı zaman birdenbire ihracattan alınan KDV,
ithalattan alınan KDV, dahilde alınan KDV, ÖTVde yavaşlama
olarak bütçe hedefleri gerçekleşmemektedir.
İşsizlik
oranları 2006da yüzde 10,4ken yüzde 7,7ye gerilemesi
öngörülmüştür, yüzde 8,9tur. Yani, istikrar içinde büyüyen, ne yazık
ki, bir Türkiye ekonomisi olmamıştır.
Gelirini daha adil
paylaşan kısmı vardır; o da ne yazık ki gerçekçi
değildir. Gini katsayısına baktığımızda -bildiğiniz
üzere gelir dağılımı dengesizliğini bozan bir
katsayıdır bu, sıfır ila 1 arasındadır; sıfıra
yaklaştıkça daha dengeli, 1e yaklaştıkça daha dengesiz,
bozuk bir gelir dağılımını işaret eder-
Türkiyede 0,40tan ancak 0,37-0,38lere gelinmiştir. Yani ciddi anlamda
baktığınızda, Türkiyede gelir
dağılımının düzelmediğini, tam tersine gelir
dağılımının bozulduğunu ve yoksulluğun
arttığını görebiliriz. Bunu sadece rakamlardan da görmemiz
değil arkadaşlar, çünkü sonuçta, bu rakamlar, bu istatistikler üzerine
konuşuyoruz. Bu istatistiklerin, biraz sonra da bahsedeceğim,
Türkiyenin istatistik sisteminde ciddi problemler vardır. Herhâlde siz de
onun farkında olduğunuz için istatistiki altyapının
geliştirilmesi üzerine bir öncelikli program koymuşsunuz. Çünkü
birçok istatistikte ciddi problemler olduğunu düşünmekteyiz.
Küresel ölçekte
rekabet gücüne sahip ve bilgi toplumuna dönüşen bir Türkiye. diyor; öyle
midir? Ne yazık ki öyle değildir. Türkiye ekonomisi ciddi anlamda,
özellikle imalat sanayisi başta olmak üzere bir yapısal dönüm
gerçekleştirememiştir. İhracatın imalat sanayisi içinde,
üretimin ve ihracatın teknoloji yoğunluğuna
baktığımızda Türkiyenin düşük ve orta düşük
teknolojili sektörlerin egemen olduğu bir yapı içinde hareket
ettiğini görmekteyiz. Hele bunun içine, bunun toplamına 4
dediğimizde
Bu bir OECD ayrımıdır; düşük teknolojili,
orta düşük, orta yüksek, yüksek diye dört bölümde ele alır. Bunun
toplamına 100 dediğimizde, Türkiyede yüksek teknolojili sektörlerin
payının yüzde 3, yüzde 4ler seviyesinde olduğunu görüyoruz. Bir
de burada ilginç olan bir konu, bunun aynı zamanda zaman içinde
düşüyor olmasıdır. İmalat sanayisi üretimi, üretiminin
toplam içindeki payı teknoloji yoğunluğuna göre -yüksek
teknolojili sektörler açısından söylüyorum- 2002de yüzde 5,5,
2011de yüzde 3,5a düşmüştür. İmalat sanayisi ihracatı
açısından da yüzde 6,2den yüzde 2,8e düşmüştür. Bu
anlamda da baktığınızda, Türkiyenin iddiası olan,
yüksek katma değerli mal ve hizmet üreten, teknoloji yoğunluğunu
artırmış, bilgi toplumuna dönüşen bir Türkiye iddiası
bugün elimizdeki rakamlara ilişkin, makroekonomik göstergelere
ilişkin baktığımızda ne yazık ki
gerçekleşmemiştir.
Buradan izin
verirseniz Onuncu Kalkınma Planına geçmek istiyorum, bu Dokuzuncu
Plandaki var olan vizyonun ve perspektiflerin yerine gelmediğini, ciddi
sapmaların olduğunu söyledikten sonra. Öncelikle şunu söylememiz
gerekir: Onuncu Kalkınma Planı Stratejisi Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmamıştır. Plan ve Bütçe Komisyonundaki
toplantılarda bunu ilettiğimiz zaman Sayın Bakana, bize gelen
cevap, aslında böyle bir stratejinin olduğu, ancak Meclisin
onaylaması gerekmediği için onun Meclise
sunulmadığıdır. Şu ana kadar, bu toplantıya kadar
da bize ulaşmış değildir, istememize rağmen bize
ulaşmış değildir. Oysa bütün eski planların hepsinde
strateji de önemlidir. Bir stratejiye bakarak, sonuçta, temel anlamda Nereden
gelip nereye gidiyorsun, nereye gitmek istiyorsun?u o stratejide görürüz, o
stratejide cisimleşir,
somutlaşır ama ne yazık ki böyle bir strateji görmüş
değiliz.
Gene ilginç olan
bir husus değerli milletvekilleri,
Onuncu Kalkınma Planında uzun vadeli stratejiye hiçbir şekilde
atıf yoktur. Sekizinci Kalkınma Planı hazırlanırken Türkiye'nin
2001-2023 yıllarını kapsayan bir uzun vadeli stratejisi
oluşturulmuştur ve Sekizinci Kalkınma Planıyla birlikte de
basılmıştır. Biz, Onuncu Kalkınma Planına
baktığımızda, işte, bazı yerlerde Türkiye'nin
2023 hedefleri doğrultusunda gibi ibareler görüyoruz ama bunların
uzun vadeli strateji mi yoksa AKPnin Hükûmet Programı mı
olduğunu buradan anlamak ne yazık ki mümkün değildir. Eğer
böyle bir strateji varsa, bu stratejiye sahipseniz, sahip
çıkıyorsanız, Sayın Bakan, bunu planda vurgulamamız
gerekmekteydi.
Planın
Küresel eğilimler ve Türkiye etkileşmesi bölümü güzel analizler
içermektedir. Yani Dünya nereye gidiyor, ne olacak, küreselleşme
alanında neler yaşanıyor? bunlara ilişkin bir ufuk turu
vardır ama bu gelişmelerin Türkiye ekonomisini nasıl etkileyeceği
söz konusu edilmemiştir. Sonuç itibarıyla biz bu planı yaparken
rakiplerimizle birlikte, dinamik bir yapı içinde sürece bakarak, Evet,
dünya buraya gidiyor, gelişmeler bu yönde, biz de şunları
şunları yapacağız, böyle bir etkileşme içinde
olacağız. dememiz gerekirken ne yazık ki plandan bunu
söyleyemiyoruz.
Gene aynı
şekilde, gelişmekte olan ülkelerle
karşılaştırmalı bir perspektifin olmaması da
planın Dünya ekonomisindeki gelişmeler bölümünün ciddi bir
eksikliğidir. Tekrar, başta vurguladığımı
söylediğim sözü söyleyerek devam etmek istersem ki, aslında bu bir
anlamda Onuncu Kalkınma Planının da özünü
oluşturmaktadır- Onuncu Kalkınma Planı iddiasız bir
plandır. Küresel krizin devam edeceği, bunun etkilerinin görülmeye
devam edeceği varsayımıyla kurulmuştur. Likiditenin eskisi
kadar bol olmayacağının bilincindedir ama Sayın Bakan
şunu bilmemiz gerekir: Krizler dünya ekonomik sisteminin, kapitalizmin
içindedir ve ona içkindir. Dünya ekonomisinde hem konjonktürel hareketler
vardır yani belli aralıklarla ekonomiler genişler, sonra
daralır; bir de daha geniş döngülü kondratieff dediğimiz
döngüler vardır ekonominin içinde elli yıllık dönemler içinde.
Bugün içinde yaşadığımız bu son yıllardaki kriz
de kapitalizmin sistemik bir krizidir ve kolay atlatılabilecek bir kriz
gibi gözükmemektedir. Kapitalizmin daha önceki krizlerini değişik
biçimlerde aşmıştır. İki dünya savaşı
arası dönemde talebi artırarak Keynesyen politikalarla
aşmıştır. 70li yıllarda küreselleşme ile
özellikle sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasıyla
aşmıştır. 90 ve 2000lerde de finansallaşarak,
finanslaşma yoluyla ikincil, üçüncül el paralar yaratarak piyasalarda
talebi artırma yoluyla karşılanmaya
çalışılmıştır. Ancak bu, varlık
fiyatlarını şişirmiştir ve bunun sonucunda bu
şişen varlık fiyatları bir gün patladığı
zaman, balon patladığı zaman ortaya çıkan sonuç
ekonomilerin ciddi anlamda reel krize girmiş olmasıdır.
Bu anlamda,
kapitalizmin içinde, dünya ekonomik sistemi içinde krizler vardır, her
zaman olabilir. Yarın bu kriz -tekrar- etkisini kaybetti. deriz, yeniden
gidebilir. İşte, o yüzden, burada plan bizim için önemli bir kaynak
tahsis mekanizmasıdır. Piyasa olacak. Arza, talebe göre elbette belli
birtakım perspektifleri belirleyeceğiz ama genel anlamda
baktığımızda da diyeceğiz ki: Küresel krizler
olacaksa bile bunlardan nasıl en az etkilenebiliriz? Ekonomimizin
dış krizlerden etkilenme derecesini nasıl azaltabiliriz? Türkiye
ekonomisinin yapısal problemlerini nasıl ortadan
kaldırabiliriz? Bunlara bakmamız gerekir. Nedir bu yapısal
problemler?
Değerli
milletvekilleri, Türkiyede yurt içi tasarrufların millî gelirdeki
payı düşüktür. Yani Türkiyenin büyümek için yatırım
yapmaya ihtiyacı olduğunu düşündüğümüzde bütün ülkeler
gibi, aynı miktar yatırımı yapmak için bile eğer
tasarrufunuz düşüyorsa, daha çok dışarıdan tasarruf almak
zorundasınız yani daha yüksek cari açık vermek
zorundasınız.
Türkiye
ekonomisinde üretimin ve ihracatın ara malı ithalatına
bağımlılığı artmıştır.
Türkiye ekonomisinde iş gücüne katılım
oranları yüzde 50dir. Bu şu demektir: Çalışma
çağındaki nüfusun OECDde ortalama yüzde 70i iş gücüne girerken
Türkiyede yüzde 50dir. Bu yüzden, OECD ülkeleri içinde en düşük
işsizlik oranı olan Türkiyedir. demek hiçbir şey ifade
etmemektedir, elmayla armudu toplamak gibidir bu.
Gene, benzer bir biçimde, Türkiyede imalat sanayisinin
teknoloji yoğunluğu düşüktür ve gerekli yapısal
dönüşüm sağlanamamaktadır.
Maliye politikası anlamında vergi sistemi büyük
ölçüde dolaylı vergilere dayalı bir sistemdir; hem vergi adaletini
sağlamaktan uzaktır hem de ekonomiyi, ekonomideki vergi
yapısını ekonomideki büyümeye, genişlemeye ya da daralmaya
ciddi biçimde duyarlı hâle getirmiştir.
Şimdi, bakıyoruz, tabii, yüzde 5,5luk bir
büyüme hızı var. Bu yüzde 5,5luk büyüme hızı Türkiyeyi
bir yere götürmez değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin nüfus
artış hızı yüzde 1,25ler civarındadır. Aynı
zamanda, Türkiye, kırdan kente göçün devam ettiği ve hızlı
şehirleşmenin olduğu bir ülkedir. Yani kentlerde ciddi anlamda
altyapı ve üstyapı ihtiyacı devam etmektedir. Türkiye
ekonomisinin önümüzdeki dönemde en az yüzde 7, yüzde 8ler büyüyebileceği
bir performansın ortaya konulması gerekir. Tabii, bu sadece
rakamı, Dokuzuncu Planda olduğu gibi, yüzde 7ye çıkarın
anlamında değildir, bunu söylemiyorum. Bunun altını
doldurmaya, bunu yapabilecek varsayımlara, politika setleri
oluşturmaya ve bununla Türkiye ekonomisini daha yüksek bir patikaya
doğru yükseltmeye ihtiyaç vardır.
Şimdi, bakıyoruz yurt içi tasarrufların
millî gelirdeki payına: 1990lı yıllarda Türkiyede yüzde
23tür, 2003-2012 döneminde yüzde 15e düşmüştür, hatta bazı
yıllar yüzde 13lere düşmüştür. Şimdi, hedefimize
bakıyoruz: 2014-2018 hedefi yüzde 19. Yüzde 19la Türkiye ekonomisi nereye
gidebilir? Bakın, isterseniz rakiplerimizle, benzer gelişmişlik
düzeyinde olduğumuz ülkelerle bir kıyaslama yapayım: Bu oran,
yurt içi tasarrufların millî gelire oranı Çinde yüzde 51dir,
Hindistanda yüzde 32, Güney Korede yüzde 32, Singapurda yüzde 44, Endonezyada
yüzde 33, Malezyada yüzde 35, Meksikada yüzde 24, Arjantinde yüzde 23 ve
aynı yıl Türkiyede -2011 rakamlarıdır- yüzde 14tür. Bu
ülkelerin arasında en düşük burada Arjantin gözükmektedir ki ondan 10
puan aşağıdadır ve 1990larda Türkiye ekonomisi hiç cari
açık vermezken bugün AKP döneminde yüzde 5lerin üzerinde bir cari
açık vermiştir. 2007-2012 döneminde yani Dokuzuncu Kalkınma
Planı döneminde büyüme hızı yüzde 3,5tur, cari işlemler
açığı yüzde 5,3ler civarındadır. 2014-2018 yani plan
döneminde büyüme hızı 3,5tan 5,5a çıkacaktır ama cari
açık 5,3ten 5,8e ancak yükselecektir; bu, gerçekçi değildir.
Aynı zamanda,
bunun gerçekçi olmadığını kur tahminlerinden de
anlayabiliriz. Nitekim kura baktığımızda 2013
yılındaki kur 1,83tür. Daha gerçekleşmedi, bilmiyoruz. Şu
anda 1,94ler seviyesine vardı ama gerçekleşeceğini
varsayalım. Yıllık ortalama 2018de 1,97 Türk lirası olarak
öngörülmüştür yani dolar kurundaki nominal artış yüzde 7,7dir
ve şimdi, plan döneminde yurt içi fiyatların, TÜFEnin
yıllık ortalama hızı yüzde 4,8dir yani kümülatifi yüzde
26,4 eder. Yurt içi fiyatları da yüzde 2 aldığımızda
yıllık olarak, bunların hepsini içine koyduğumuzda
şunu görüyoruz: Plan döneminde Türk lirası reel olarak yüzde 10
oranında değer kazanacaktır ve bu da Türkiyenin mevcut
modelinin devam edeceği anlamına gelmektedir değerli
milletvekilleri. Yani sıcak paraya dayalı bir modeldir bu. TL
değerlenecektir. Bunun sonucunda, ihracat cayarken, ihracatçıyı
caydırırken bu model ithalatı özendirecek, ithalat patlayacak ve
cari işlemler açığı artacaktır.
Ancak cari
işlemler açığının artması sadece bir ödemeler
dengesi sorunu değildir, çünkü cari işlemler
açığının artması, aynı zamanda Türkiyenin
işsizliğinin de artacağı anlamına gelmektedir.
Dışarıdan, yurt dışından gelen ucuz ithal
malları, bugün olduğu üzere, Türkiyenin piyasalarını
istila edecektir ve bunun sonucunda işsizlik artacaktır. İş
yerleri kapanacak, mevcut iş yerleri işten adam
çıkartacaktır ve yoksulluk artacaktır ve bunun bugün böyle olduğunu
görüyoruz. Bu modelde bugün rakamlara baktığımızda, kapanan
şirket sayılarına baktığımızda, protestolu
senetlere baktığımızda bunun böyle olduğunu da zaten
çok açık ve net biçimde görmekteyiz.
Maliye politikası anlamında planın,
vergilere yönelik ciddi bir politika perspektifi içermediğini görmekteyiz.
Biraz önce söyledim: Dolaylı-dolaysız vergi ayrımında
Türkiye çok dezavantajlı bir durumdadır. Yani Türkiyede alınan
vergilerin yüzde 70i mal ve hizmet harcamaları üzerinden alınan
vergilerdir, ÖTV gibi KDV gibi vergilerdir; ancak yüzde 30, gelir üzerinden
alınan vergilerdir, kazanç üzerinden. Oysa Türkiyenin kazanca göre, az
kazanandan az, çok kazanandan çok alacak bir vergi sistemine acilen geçmeye
ihtiyacı vardır. Böyle bir model tabii, kayıt
dışı ekonominin de daraltılmasıyla birlikte göz önüne
alınmalıdır.
Kamu sabit sermaye yatırımlarının
özellikle AKP döneminde millî gelir içindeki payındaki düşme bizleri
de baktığımızda, muhalefet partisi olarak, Plan ve Bütçe
Komisyonunda da, bütçelerde konuşuyoruz- ciddi biçimde üzmektedir ve
telaşlandırmaktadır. Kamu sabit sermaye
yatırımlarının millî gelir içindeki payı 2002
yılında yüzde 4,9muş, 2012 yılında yüzde 4,2
olmuştur ve dönem içinde giderek yüzde 3lere kadar düşmüştür.
Şimdi, 2018de yüzde 4,8e çıkması öngörülüyor ama değerli
milletvekilleri, kamu yatırımları önemlidir. Kamu ve özel sektör
yatırımları arasında bir dışlama değil, bir
tamamlama ilişkisi vardır. Kamunun temel anlamda, fizikî ve sosyal
altyapı yatırımlarında yoğunlaşmasına
ihtiyaç vardır. Özel sektör ise dış ticarete konu olan mallar
dediğimiz, daha çok üretimi artıracak, ihracatı artıracak
-başta imalat sanayisi olmak üzere- sektörlerde
yoğunlaşmalıdır. Ancak son dönemlerde kamunun özellikle
altyapı alanından çekilmesi -ki kamu-özel ortaklık modellerinin
bu kadar yaygınlaşması da bunu ifade etmektedir- özel sektörü
hızlı bir biçimde bu alana sokmakta ve çok ciddi bir zafiyet
yaratmaktadır.
Son olarak, konuşmamı bitirmeden Hükûmetin 2023
vizyonu ve hedeflerini gerçekçi bulup bulmadığımı belirtmek
istiyorum: İki tane hedef var burada. Birisi, 2023te Türkiyede kişi
başına düşen millî gelir 25 bin dolar olacak. İkincisi de,
2023te Türkiye, dünyanın ilk on ekonomisinden biri olacak
iddialarıdır.
Şimdi, tabii, ben eski bir plancı olduğum
için biraz hesap kitap yaptım. Biliyorsunuz millî gelir hesaplanırken
önce ulusal para cinsinden hesaplanır yani TL cinsinden hesaplanır
cari fiyatlarla, ondan sonra, bu, dolar kurundan dolara çevrilir -dolara
bölünür- sonra da nüfusa bölünerek kişi başına millî gelir bulunur.
Değerli
arkadaşlar, değerli milletvekilleri; hesaplamamda, 2019-2023 yani
sonraki dönemde yurt içi enflasyonu yüzde 3,5 olarak aldım ve üç senaryo
yaptım:
Birinci senaryoda,
döviz kuru artışı, dolar kuru artışını yurt
içi-yurt dışı enflasyon farkı kadar artırdım.
Enflasyonun ikisini, yurt içi enflasyon var, bir de yurt dışı
enflasyonu da koydum. Yani, reel kur değişmiyor bu modelde. Eğer
reel kur değişmezse, 2023 yılında millî gelirin 25 bin
dolar olması için ekonominin 2019-2023 döneminde yıllık en az
yüzde 9 büyümesi gerekir.
İkinci
senaryoda, kur artışını yurt içi-yurt dışı
enflasyon farkından fazla olarak aldım ki bu, dolar kurunun
yükselmesi demektir yani Türk lirası değer kaybedecektir. Bu modelde
ekonomi yüzde 15, yüzde 20 bile büyüse bu hedef tutmaz.
Son senaryoda da,
kurun enflasyon farkından daha düşük artmasını söz konusu
ettim yani TL değerli hâle gelecektir. Böyle bir anlamda ise burada da bir
model aldım: 2018 yılında kur, tahmini 1,97 TLydi; 1,97nin
değişmeyeceğini, beş yıl sonra 2023te de 1,97 olarak
kalacağını öngördüm. Ekonominin yüzde 7 büyümesine ihtiyaç
vardır. Aynı şekilde, bunun ilk on ekonomi arasına girmesi
zaten bu hedeflerle mümkün değildir.
Özet olarak, Onuncu
Kalkınma Planı, Türkiye'yi geleceğe taşıyacak temel
vizyondan mahrumdur, temel vizyonu eksiktir, varsayımlar doğru tespit
edilmemiştir, hedefler gerçekçi değildir.
Teşekkür
ediyorum. Saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Lütfi Elvan, Karaman
Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA LÜTFİ ELVAN (Karaman) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu
ifade edeyim: Plan hazırlama süreci, bizim açımızdan en az plan
kadar önemlidir. Bugün, burada, bir konuşmacımız, planın
hazırlama sürecine yönelik bir eleştiride bulundu, İster 3
kişi ister 5 kişi, kimlerle çalıştınız
bilemiyorum ama böyle bir plan, böyle bir yaklaşım olmaz.
şeklinde bir ifadede bulundu. Bizim açımızdan son derece önemli.
Neden önemli? Biz bu planın tüm toplum tarafından sahiplenilmesini
istiyoruz; yine, biz bu planın tüm bürokratlar tarafından
sahiplenilmesini istiyoruz; yine, biz bu planın tüm siyasetçiler
tarafından sahiplenilmesini istiyoruz. O nedenledir ki ilk kez
-bakın, bu, Onuncu Planımız- bir planda yerel düzeyde
çalışmalar yapıldı, yerelin öncelikleri belirlendi, 81 ilin
katılımı sağlandı. Bu katılımlara, bu
çalışmalara kimler katıldı? Baktığımız
zaman, baroların katıldığını görüyoruz,
işveren temsilcilerinin katıldığını görüyoruz,
sendika temsilcilerinin katıldığını görüyoruz, yerel
yönetimlerin, akademisyenlerin, sivil toplum kuruluşlarının,
özel kesim temsilcilerinin bu plan çalışmalarına
katıldığını görüyoruz. Bu, merkezî düzeydeki
katılımın açılımı.
Peki, yerel düzeyde
nasıl bir çalışma sağlandı? 81 ilden bu planın
hedeflerine yönelik, amaçlarına yönelik ve önümüzdeki dönemde nasıl
bir Türkiye istediklerine yönelik, nasıl bir bölge, nasıl bir il
istediklerine yönelik çalışmalar yapıldı, sorunlar
tartışıldı, öncelikler ortaya konuldu, belki binlerce
sayfalık doküman Kalkınma Bakanlığımıza iletildi
ve bu yapılan çalışmalar birer birer değerlendirildi ve
plana yansıması gereken hususlar aktarıldı.
Ben huzurunuzda,
başta Kalkınma Bakanımız olmak üzere, tüm Kalkınma
Bakanlığı bürokratlarına, bakanlıklarımıza,
yine bu plana katkı sağlayan 10 binin üzerindeki
vatandaşımıza çok teşekkür etmek istiyorum. Böyle bir plan
süreci ilk kez yaşandı. Geçmişte özel ihtisas komisyonları
toplanıyor idi. Bu komisyonlar sektörlere ait öncelikleri belirleyip plana
yansıması gereken hususları tespit ediyorlar idi ama buna ilave
olarak -dediğim gibi- ilk kez yerelden katılım
sağlanmıştır ve yerelin öncelikleri plana
yansıtılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, ikinci önemli husus: Yine Böyle bir dönemde planın ne
anlamı var? şeklinde bir yaklaşım söz konusu oldu. Bu
konuya müsaade ederseniz değinmek istiyorum. Evet, belirsizliklerin
oldukça yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz. Küresel kriz hâlen
varlığını sürdürüyor. Dünyada çok hızlı bir
değişim ve dönüşüm süreci yaşanıyor. Diğer
taraftan, özel kesimin özellikle ağırlığı daha da
artıyor; kamunun ise küçülmesi, daha çok, düzenleyici ve denetleyici bir
forma dönüşmesi devam ediyor.
Böyle bir dönemde
şunu ifade edebilirsiniz: Özel sektörün bu kadar güçlü olduğu bir
ortamda böyle bir plana ne gerek var? Aslında, esas böyle bir dönemde
bizim plana ihtiyacımız var, özel kesimin çok güçlü olduğu bir
dönemde bizim plana ihtiyacımız var. Kamunun
ağırlıklı olduğu bir dönemde, kamunun
ağırlıklı olduğu ülkelerde neticede bu kararı
verecek olan, bu uygulamaları yapacak olan ilgili kamu
kuruluşlarıdır, kamu iktisadi teşebbüsleridir ve kamuya ait
diğer kuruluş ve şirketlerdir ama özel kesim, orta ve uzun
vadeli olarak Hükûmetin neler düşündüğünü, neleri
gerçekleştirmek istediğini, bu ülkenin önceliklerinin neler
olduğunu bilmek zorundadır, hangi alanda yoğunlaşması
gerektiğini, rekabet gücünü hangi alanda yükseltebileceğini bilmesi
gerekmektedir. Bu açıdan, özellikle böyle bir dönemde planın
hazırlanması ve özel kesime yol gösterici bir yapıda olması
son derece önem arz ediyor diye düşünüyorum. Neden düşünüyorum? Siz,
Hükûmet olarak, kamu kurum ve kuruluşları olarak istihdam
ağırlıklı bir yapıyı tercih edebilirsiniz veyahut
teknoloji ağırlıklı bir yapıyı tercih
edebilirsiniz ama bu resmi gören özel kesim, kendisi buna uyum
sağlayacaktır diye düşünüyorum.
Bir diğer
hadise ise kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik. Evet, bu plan
hedefleri ve amaçları doğrultusunda kamu kurum ve
kuruluşlarımız da stratejilerini hazırlayacaklar, bu
stratejiler çerçevesinde önceliklerini ortaya koyacaklardır. Bu da, bir
anlamda özel kesim için yol gösterici bir nitelik arz edecektir.
Şimdi
değerli arkadaşlar, yine bir milletvekilimiz, bunlara ilave olarak,
Neden biz şu anda İnsani Gelişmişlik Endeksinde 87nci
sıradayız? Hâlen biz dünyanın 16ncı büyük ekonomisi
olmamıza rağmen neden 87nci sıra? diye bir soru sordu. Burada
şunu ifade edeyim: Değerli arkadaşlar, bunda Adalet ve
Kalkınma Partisinin hiçbir kabahati yoktur, bunu anlamamız
lazım. Bunu anlamak için de, tabii ki, İnsani Gelişmişlik Endeksinde
kullanılan verileri bilmek gerekiyor. 25 yaş üstü kesimin
değerlendirilmesi yapılıyor, Adalet ve Kalkınma Partisi on
yıldan beri iktidarda. Yani, biz iktidara geldiğimizde 15
yaşındaki bir genç, daha yeni o endekse girme konumuna gelmiş
durumda. Dolayısıyla kısa ve orta vadede çözülebilecek bir
problem değildir bu. Dolayısıyla, AK PARTİden çok, bizden
önceki hükûmetlerin kabahati ve sorumluluğundadır.
Yine
özelleştirme konusunda bazı eleştiriler dile getirildi. Evet,
biz belki özelleştirme konusunda sizlerden ayrışıyoruz. Biz
özelleştirmeden yana politikalar izliyoruz ve bu özelleştirme
politikalarının da bu ülkenin hayrına olduğunu
düşünüyoruz.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Kimlerden ayrışıyorsunuz Sayın
Elvan?
LÜTFİ ELVAN
(Devamla) BDPden ayrışıyoruz efendim, onu özellikle ifade
edeyim. Yine bu çerçevede, Cumhuriyet Halk Partisini kastetmedim, onu da ifade
edeyim.
Şırnakta
TKİ neden yok? şeklinde bir soru soruldu. Evet, Şırnakta
TKİ yok çünkü biz daha fazla istihdam istiyoruz, çünkü biz daha fazla
üretim istiyoruz. Şırnakta TKİnin olduğu dönemlerde
yılda belki 25-30 bin ton kömür üretilirken, bugün Şırnakta
yılda 450 bin ton kömür üretilmektedir ve önümüzdeki dönemde, çok
kısa bir süre içerisinde, bu üretim miktarı 1,2 milyon tona
yükselecektir. Bu, istihdam demektir; bu, üretim demektir; bu, ülkenin
kalkınması demektir; bu, ülkenin gelişmesi demektir.
Yine, TOKİ
konusunda bir eleştiri geldi. Evet, bugüne kadar biz TOKİ
aracılığıyla 589.298 konut ürettik. Kimin için ürettik
bunları? Fakir vatandaşlarımız için ürettik, gelir düzeyi
düşük olan vatandaşlarımız için biz bunları
sağladık. Biz gelir düzeyi düşük olan vatandaşlarımıza
hizmet etmeyelim mi, bu vatandaşlarımızın konut sahibi
olmasını istemeyelim mi? Bunu da anlamak gerçekten mümkün değil.
Diğer bir
husus da GAP konusunda
Gerçekten bu arkadaşlarımızın
özellikle GAP konusundaki yatırımlara bakması gerekiyor,
bunları öğrenmeleri gerekiyor açıkçası. Son beş
yılda Güneydoğu Anadolu Projesine tam 15 milyar TLlik kaynak
aktardık. Aslında aktarılan kaynak 18 milyar TL, ancak
kullanılan miktar, harcanan miktar 15 milyar TL, 5e böldüğümüz
zaman, yılda 3 milyar TLlik bir kaynağın Güneydoğu Anadolu
Projesine harcandığını görüyoruz, 3 milyar TL.
Peki, AK PARTİ iktidarları öncesi resim neydi,
tablo neydi, onu da bilmemiz, onu da görmemiz gerekiyor. AK PARTİ öncesi
dönemde, yılda ortalama sadece 300 milyon TLlik bir yatırım söz
konusuydu. Peki, ne olmuş? Biz, Güneydoğu Anadolu Bölgesine tam 10 katı
daha fazla bir harcama gerçekleştirmişiz. Peki, neler
yapmışız? Bakın, sulamaya açılan alanı 270 bin
hektardan 377 bin hektara çıkarmışız. Yine, 843 kilometre
ana sulama kanalını hizmete almışız. Yine, 18
kilometrelik Suruç Tünelinin 13 kilometrelik kısmını
tamamlamış durumdayız.
Toplulaştırma alanında ise çok daha
farklı bir resim söz konusu. Bizden önceki dönemlerde, Türkiye genelinde
toplulaştırılan toplam arazi miktarı 500 bin hektar
arkadaşlar, 500 bin hektar. Şu anda, biz, sadece GAP bölgesinde 1,2
milyon hektar araziyi toplulaştırmış durumdayız ve bu
yıl sonu itibarıyla aşağı yukarı 2 milyon
hektarlık arazi, GAP bölgesinde toplulaştırılmış
olacak. Düşününüz, tüm Türkiye genelinde yapılmış olan
toplulaştırmanın tam 4 katını biz Güneydoğu
Anadolu Bölgesi için yapmışız.
Eğitimden de sadece bir örnek vermek istiyorum: Okul
öncesi eğitimde okullaşma oranı, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde bizden önceki dönemde sadece yüzde 3, okul öncesi eğitimde
okullaşma oranı; bizim dönemimizde bu, yüzde 55e yükseldi arkadaşlar,
okul öncesi okullaşma oranı. Bizim diğerlerinden
farkımızı herhâlde
görürsünüz diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, yine, burada gündeme getirilen ve belki eleştiri konusu
yapılan bir başka husus, bu plan çalışması
esnasında dünyadaki eğilimlerin dikkate
alınmadığı şeklinde bir yaklaşımın
ortaya konması. Bilakis, bu planda, özellikle bu planın
hazırlanma aşamasında
dünyadaki eğilimler detaylı olarak analiz edilmiştir.
Büyüme ve üretim eksenindeki değişimler, finansal piyasalar ve
sermaye akımlarındaki değişimler, bilimsel ve teknolojik
gelişmeler, uluslararası ticaret ve bütünleşme hareketleri,
Avrupa Birliği, demografik yapıdaki değişimler.
Ki, demografi
konusunda, özellikle doğurganlık oranı konusunda ben çok
kısa bir şey söylemek istiyorum: Değerli arkadaşlar,
şu anda, bizim özellikle Ege Bölgesinde, Marmara Bölgesinde, İç
Anadolu Bölgesinde, özellikle batı bölgelerimizdeki doğurganlık
oranı, şu anda Avrupanın gelişmiş ülkelerinden daha
az durumda. Bunun farkında ve bilincinde olmalıyız ve bu
çerçevede de zaten Onuncu Planımızda gereken önlemler
alınmıştır.
Yine, devam
ediyorum: Hem Türkiye hem dünyadaki iş gücü piyasasındaki
değişimler dikkate alınmış. Çevre, enerji gibi konular
hem dünya hem de Türkiye ölçeğinde ayrıntılı olarak analiz
edilmiş, ülkemize olabilecek etkileri ortaya konmuş ve bu çerçevede
2023 yılını hedef alan somut ve gerçekleştirilebilir bir
plan ortaya konulmuştur.
Plan öncesi
gelişmelere baktığımızda, gerçekten son beş
altı yılda Türkiyede çok önemli reformların yapıldığını
görüyoruz. Kimse bu reformların yapılmadığını
iddia etmemeli, kimse de yine bu reformların
yapıldığını bizlere unutturmamalı.
Adaletten
bahsedildi, adalet alanında çok önemli reformlar gerçekleştirdik
değerli arkadaşlar. Temel kanunları çıkardık; Borçlar
Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Hukuk
Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu gibi gerçekten son derece
yüklü, kapsamlı temel kanunları bu dönemde biz çıkardık.
Yine, dördüncü yargı paketiyle, adalet ve yargı hizmetlerinin
etkinleştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesi
sağlanmış oldu. Ceza infaz kurumlarıyla tutukevleri ve
adliye binalarında çok önemli yatırımlar gerçekleştirildi.
Ulusal Yargı Ağı Projesinin altyapısı
tamamlandı. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
getirildi. Türkiye İnsan Hakları Kurumu kuruldu.
Adalet
dışında, yine, gelir dağılımı konusuna
müsaade ederseniz çok kısa değinmek istiyorum çünkü burada gelir
dağılımının bozulduğu ve kötüleştiği
şeklinde ifadeler kullanıldı. Dünyada yaşanan bu küresel
krize rağmen, dünyadaki tüm gelişmiş ülkeler dâhil, gelir
dağılımında çok ciddi bozulmalar olmasına rağmen
Türkiyede gelir dağılımında iyileşme
sağlanmıştır. Evet, belki siz Gini
katsayısının 0,40tan 0,38e düşürülmesini
küçümseyebilirsiniz ama 0,40tan 0,38e düşmesi çok önemli bir
gelişmedir.
RAHMİ
AŞKIN TÜRELİ (İzmir) Ne önemi var?
LÜTFİ ELVAN (Devamla)
- Gelişmiş ülkelere baktığınızda, o ülkelerin Gini
katsayılarının arttığını görüyorsunuz ama
Türkiyedeki Gini katsayısının, daha doğrusu,
açıklamam gerekirse, gelir dağılımının
düzeldiğini, gelişmiş ülkelerde de bunun tam tersi olduğunu
görürsünüz.
Yine, Türkiye, OECD
ülkeleri arasında bu kriz döneminde işsizliği en çok azaltan
ülke konumuna gelmiştir. Evet, son dört yılda 4 milyon istihdam
sağladık. Bunun örneği var mı acaba gelişmiş
ülkelerde, var mı dünyada? Dört yılda 4 milyon istihdam.
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Nüfus 76 milyon!
LÜTFİ ELVAN
(Devamla) Evet, var mı örneği bunun?
MUZAFFER
BAŞTOPÇU (Kocaeli) Yok, yok!
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Sizden öncekilerle kıyaslayın, keramet sizde mi?
LÜTFİ ELVAN
(Devamla) Evet, değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz, Onuncu
Kalkınma Planına yönelik
Tabii ki dünyadaki gelişmeler,
değişimler, Türkiye'de yaşanan değişim, gelişim
süreci dikkate alınarak, Onuncu Kalkınma Planının
stratejileri, öncelikleri belirlenmiştir.
Dört temel eksen
üzerine oturtulmuştur: İlk eksen, nitelikli insan ve güçlü toplumdur.
İnsanı merkeze alan ve bu merkezden yola çıkarak
kalkınmayı, gelişmeyi esas alan bir yaklaşım
benimsenmiştir. Siz hangi sektöre öncelik verirseniz verin, hangi sektöre
yoğunlaşırsanız yoğunlaşın, öncelikli olarak
ele almanız gereken konu nitelikli insan, nitelikli iş gücü. Bu
nedenle, Onuncu Kalkınma Planının merkezi, nitelikli insan
olmuştur, nitelikli insan üzerine oturtulmuştur bu plan.
Nitelikli iş
gücü yüksek olan ülkelerin daha istikrarlı olduğunu, daha
hızlı büyüdüğünü görüyoruz, nitelikli iş gücüyle birlikte
demokrasinin de güçlü olduğu toplumlarda ise bu büyümenin daha
hızlı, istikrarın ise daha güçlü olduğunu görüyoruz.
Bu nedenle, biz de
tabii ki temel hak ve hürriyetler konusunda, demokratikleşme konusunda,
adalette hâlen var olan bazı sorunlar konusunda, yapısal diye
nitelediğimiz sorunlar konusunda Onuncu Planda da adım atmaya devam
edeceğiz, ilerlemeye devam edeceğiz.
Nitelikli insan
neden önemlidir? Bakın, değerli arkadaşlar, bugün Amerika
Birleşik Devletleri dünyanın en nitelikli insanlarını
çekmektedir, Çinden, Hindistandan, Türkiye'den. İşte, biz de
Türkiye'deki nitelikli insan sayısını artırmak, yurt
dışındaki nitelikli insanımızı Amerikadan,
İngiltereden, Almanyadan Türkiyeye getirmek ve gerekirse çok çok
nitelikli, çok çok vasıflı yabancıları bile Türkiyeye
çekmek için Onuncu Plan kapsamında bir program hazırladık. Bu
programla, özellikle bu nitelikli insan alanında önümüzdeki dönemde çok
kapsamlı, çok detaylı çalışmalar yapılacak.
Yine, bu plandaki
ilklerden bir tanesi, temel hak ve hürriyetlere yönelik, temel hak ve
özgürlüklere yönelik -ilk kez bir planda- ayrı bir alt bölüm
açılmasıdır. Geçmiş dokuz plana bakın, böyle bir husus
söz konusu değildir ama bu planda, temel hak ve özgürlükler konusunda özel
bir bölüm açılmıştır ve bu alana çok özel, çok güçlü bir
vurgu yapılmıştır.
İkinci eksen,
yenilikçi üretim ve istikrarlı yüksek büyüme. Geçtiğimiz on
yılda istikrarlı büyümeyi sağlayıcı önemli tedbirler
alındı biliyorsunuz ve ekonomimiz sağlam temellere oturtuldu. Bu
planda da makroekonomik istikrarı koruyucu ve sürdürülebilir
kılıcı tedbirler alınmış durumdadır.
Peki, yenilikçi
üretimden kastımız nedir, biz neyi amaçlıyoruz? Biz şunu
amaçlıyoruz değerli arkadaşlar: Biz, Türkiye'nin bilgi ve
teknoloji üreten bir ülke olmasını istiyoruz. Sadece bununla da
yetinmiyoruz, Bizim için bilgi ve teknoloji yeterli değildir, bu bilgi ve
teknolojiyi katma değere dönüştüren bir ülke istiyoruz. diyoruz.
Yine biz diyoruz ki: Türkiye Onuncu Kalkınma Planıyla yenilikçi
üretimin üssü olsun istiyoruz.
Bu konuda yine çok
önemli programlar ortaya kondu. Bu programlara, vaktim kısaldı ama
çok kısa da olsa değineceğim.
Üçüncü eksenimiz,
yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir çevre. Yaşanabilir mekânlar
dediğimiz zaman, bunu sadece çevreyle ilişkilendirmek veya belirli
bir sektörle ilişkilendirmek doğru değildir. Yaşanabilir
mekânların çok sektörlü bir bakış açısı, çok boyutlu
bir bakış açısı vardır.
Son on yıla
baktığımızda, aşağı yukarı yüzde 7
nüfus artış hızımıza karşılık, yüzde 14
gibi, şehirlerimizdeki nüfus artış hızı söz konusu.
Aşağı yukarı, toplam nüfus
artışımızın 2 katı kadar kentlerde bir
artış söz konusu. Bu nedenle, özellikle kentlerimize yönelik çok
yoğun, kapsamlı çalışmalar yapmamız gerekiyor.
Eğitim altyapısından sağlığa, kültürden sosyal
tesislere, rekreasyon alanlarına varıncaya kadar çok kapsamlı
çalışmaların yapılması gerektiğini
düşünüyoruz ve bu çerçevede de gereken öncelikler planda yerini
almıştır diye düşünüyorum.
Yine bu bölümde,
bölgeler arası gelişmişlik farklarının
azaltılması, başta geri kalmış yöreler olmak üzere,
bölgelerimizin rekabet güçlerinin artırılması da yine
planımızın öncelikleri arasında yer almaktadır.
Dördüncü eksen ise
kalkınma için uluslararası iş birliğidir. Bu bölümde,
kalkınmanın dış dinamikleri ile ikili, bölgesel ve çok
taraflı olmak üzere temel önceliklerimiz ve politikalarımız yer
almaktadır.
Değerli
arkadaşlar, son olarak ise, bu planda ilk kez, daha doğrusu, bugüne
kadar yapılmış olan kalkınma planlarında hiç
bulunmayan, ilk kez Onuncu Kalkınma Planında yer alan programlara
değinmek istiyorum. Bu programlar neden önemlidir? Biraz önce bir
konuşmacımız şunu ifade etti: Planda yapısal sorunlara
yer verilmediğini söyledi. Eğer bu programlara bakmış
olsaydı yapısal sorunlara ne kadar önem verildiğinin
farkında olacaktı. Biz ülkemizin tüm yapısal
sorunlarını, hemen hemen tüm yapısal sorunlarını bu
program bölümüne aktarmış bulunuyoruz. Nedir bu program
dediğimiz şey? Örnek vereyim, örnek üzerinden gidelim: Örneğin,
yurt içi tasarrufların artırılması programı. Evet,
yurt içi tasarrufların düşüklüğü bir gerçek mi bugün? Gerçek.
Biz yurt içi tasarrufları artırmak istiyor muyuz? İstiyoruz.
Peki, ne yapıldı bu planda? Yurt içi tasarrufların
artırılmasına yönelik bir hedef konuldu, bir amaç konuldu,
performans kriterleri konuldu ve bunların bileşenleri ortaya konuldu.
Yine buna ilave olarak, bu programdan hangi kurum, hangi bakanlık sorumlu
olacaktır, bu bakanlıkla birlikte hangi bakanlıklar, gerekirse
sivil toplum kuruluşları çalışacaktır, bunlar ortaya
konuldu. Bir anlamda, bu programlar planın uygulanmasına imkân
verecek ve bu yapısal sorunların bu programla birlikte, programlarla
birlikte çözülmesine paralel olarak da bu plan hedeflerinin çok rahat bir
şekilde gerçekleştirilebileceğini düşünüyoruz.
Ne var bu programlarda,
bakacak olursak: İş ve yatırım ortamının
geliştirilmesi programı. Evet, iş ve yatırım
ortamının geliştirilmesi konusunda hâlen çalışma
yapmamız gerekiyor, hâlen ilerleme sağlamamız gerekiyor. Bununla
ilgili bir program oluşturuldu. Tamamıyla uygulamaya yönelik olarak
bir program hazırlandı.
Yine, ithalata olan
bağımlılığın azaltılması programı.
Biz şundan şikâyetçi değil miyiz, Büyüme
performansımız yüksek olduğu zaman bizim ithalatımız
da yüksek oluyor. Dolayısıyla, cari açık problemiyle
karşılaşıyoruz. demiyor muyuz? Bunu söylüyorsak, ithalata
olan bağımlılığın azaltılması
programıyla işte, var olan bu yapısal sorunu ortadan
kaldırıcı tedbirleri alacağız demektir.
Yine bu
programlardan örnekler vermek istiyorum. Bir başka örnek, üretimde
verimliliğin artırılması programı. Bizim
açımızdan, verimlilik son derece önemli. Üretim kapasitemizi
artırmak zorundayız. Yine, firmalarımız
dışarıdaki güçlü firmalarla rekabet etmek zorunda. İleri
teknoloji ürünü ürünlerin firmalarımız tarafından üretilmesi
gerekiyor. Bakınız, 2002-2007 döneminde toplam faktör
verimliliğinde pozitif bir gelişme olurken, 2007 sonrasında
pozitif bir gelişmeyi göremiyoruz. Bu da üretimde verimliliğin
arttırılması programının ne kadar önemli olduğunu
ve burada yaşanan sorunların da yine bu program
aracılığıyla çözülmesi gerektiğini ortaya
koymaktadır.
Yine, sorun olarak gördüğümüz, tarımda su
kullanımının etkinleştirilmesi. Bazı bölgelerimiz
Türkiyede çölleşmeyle karşı karşıya. Bunlara yönelik
önlemler alınması gerekiyor, ki bakanlıklarımız
tarafından alınıyor ama birden fazla bakanlığı,
birden fazla kuruluşu ilgilendiren, çok kapsamlı
çalışılması gereken, kapsamlı analizlerin
yapılması gereken programlar bunlar. İşte, yine bu program
vasıtasıyla su kaynaklarımızı daha etkin, daha verimli
kullanabilecek yapıya sokma imkânımız ortaya
çıkacaktır diye düşünüyorum.
Bir başka önemli husus, sağlık
endüstrilerinde yapısal dönüşüm. Uzun vadede Türkiyenin küresel bir
ilaç, AR-GE ve üretim merkezi olmasını arzu ediyoruz biz.
İşte, bunu gerçekleştirebilmek için bizim böyle bir programa
ihtiyacımız var. İşte, bu program sayesinde yine ülkemizin
ihracatına, ülkemizin gelişmesine katkı sağlayacak olan
ilaç, AR-GE ve üretim merkezlerini daha da geliştirmek, daha da büyütmek
istiyoruz.
Ben konuşmama son verirken -daha zamanım
kalmadı- tekrar Kalkınma Bakanımıza, Kalkınma
Bakanlığımızın tüm bürokratlarına ve tüm kamu
kurum ve kuruluş temsilcilerine, plana katkı sağlayan tüm vatandaşlarımıza
çok teşekkür ediyorum.
Onuncu Planın ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Birinci bölüm
üzerinde şahsı adına söz isteyen Emin Haluk Ayhan, Denizli
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkanım, sayın milletvekilleri; 476 sıra sayılı
Onuncu Kalkınma Planının birinci bölümü üzerinde
şahsım adına söz aldım. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, bu
planın hazırlanmasında emeği geçen eski mesai
arkadaşlarıma ve tanımadıklarıma, hepsine
teşekkür ediyorum.
Şimdi,
özellikle ifade etmek istediğim bir şey var: Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının İkinci Bölümü Ekonomik Hükümler
başlığı altında, bu başlığı
taşıyor. 1 numaralı başlık: Planlama; Ekonomik ve
Sosyal Konsey. Eski başlığı zaten Planlama idi. Ekonomik
ve Sosyal Konseyin kurulması ve bunların kanunla düzenleneceği
de burada var. Ekonomik ve Sosyal Konseyi aslında siz hikâyeden kurdunuz.
Anayasa değişikliğinde, yargıda istediklerinizi
gerçekleştirmek için onun yanına bir şeyler koymanız
gerekiyordu, bunu da koydunuz. Ya Sayın Milletvekilim, eski bir
planlamacı olarak nasıl böyle bir şey söylüyorsunuz? dersiniz,
diyebilirsiniz de ama bir şeyi söyleyeceğim: Bu Ekonomik Konseyde yer
alabilecek kurumlar kim? TOBB. Yer alabilecek kurumlardan biri kim? TESK.
Diğer, başka kurum kim? Türkiye Ziraat Odaları Birliği.
Siz, bunları, vatandaşın PKKya kalbini yufkalaştırmak
için kullanıyorsunuz. Niye toplamadınız şimdiye kadar? Hani,
kanunu nerede? Hani, tasarısı nerede? Adı Kalkınma
Bakanlığı olunca DPT farklı bir alana mı girdi? Niye
yapmadınız, niye getirmediniz 2010dan bu tarafa bunu? Çünkü,
işin aslı öyle değil, farklı düşünüyorsunuz, öncelikle
onu ifade etmek istiyorum. Samimi olmak lazım her şeyden önce.
Planı hazırlayanlar bütün samimiyetiyle -aşağıda
bürokrasi- gayret gösteriyor ama sizin niyetiniz önemli AK PARTİ olarak.
Biraz önce burada
bir arkadaşınız neyi söyledi? Toplum sahiplensin bu planı
istiyoruz. dedi. Hani, milletvekilleri nerede? 326 milletvekilinin kaçı
burada? Nesini sahiplendiniz siz bu planın AKP olarak?
Aşağıda hazırlanıyor birtakım dengeler, geliyor.
Zamanında çıksın da nasıl olursa olsun, muhtevasında
ne varsa olsun. Böyle bir şey olmaz.
Ekonomik Sosyal
Konseyin tasarısı yok ortada, esamesi yok. Koca bir Bakanlık
tasarıyı hazırlayamayacak kadar âciz mi? Ekonomik Sosyal Konseye
girebilecek kurumların yöneticileriyle ilgili gerekli şeyi söyledim. Siz
Bakanlar Kurulu olarak bir şeyi yapamıyor musunuz? Onları
göndereceğinize PKK ve yandaşları için siz, ne
yaparsınız? Gidin millete, Biz memleketin geleceğini
İmralıyla müzakere edeceğiz. deyin canım. Bunu
söyleyemiyor musunuz? Söyleyin.
Bu
hazırladığınız plan, bu tasarı, şu
Anayasada yazan gereklilikleri karşılamıyor Sayın
Bakanım. Bunu niçin söylüyorum? Bakın, planda, millî tasarrufu ne
yapacaksınız, Artıracaksınız. diyor. AKP döneminde,
millî tasarruflar gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 24ünden -özel
sektörünki- 11ine düşmüş sizin döneminizde. Sizin
dokümanlarınızda bunlar var. Anayasaya uygun mu hareket ettiniz?
Alakası yok. Öbür tarafta, bakın ne diyorsunuz:
dış
ödemelerde dengeyi sağlayıcı
Anayasada bu da var. Sizin
dönemde, dış ödemeler dengesinde, 550 milyar dolar dış ticaret
açığı var, 350 milyar dolara yakın da cari işlem açığı
var.
Siz Anayasaya aykırı hareket
ettiniz. Açık seçik burada yazıyor. Bu yazılı metin, sizin
hukuk olarak uymanız gereken bir metin, bütün Türk milletinin uyması
gereken metin. Siz bundan uzaklaştınız gittiniz. Her şeye
bir bahane, Dünya konjonktürü uygundu, uygun değildi. Elbet uygun da olacak,
uygun olmadığı da olacak; bütün şartlarda siz bunu
sağlamaya çalışacaksınız. Her şeye bir bahane.
İşte, Anayasanın
166ncı maddesinin ikinci paragrafı bunu söylüyor, Millî
tasarrufları artırıcı tedbir alacaksın. diyor. Ne yaptınız? Yüzde 24ten 12ye
düşürdünüz yurt içi hasılaya oranını. Ödemeler dengesini
sağlayıcı tedbir alacaksın. diyor. Bir daha, tekraren
söylüyorum, dış ticaret açığı 550 milyar dolar, cari
işlem açığı 300-350 milyar dolar. Neresinde
Anayasanın gereklerini yerine getirdiniz siz? Faiz lobisi bunun
neresinde? Başbakan söylüyor, Bizim zamanımızda 5 kat
bunların gelirleri arttı. diyor. Kim bu semirenler, böyle artanlar,
genişleyenler? Çık, burada söyle, filanca kurum de, falanca adam de.
Söyleyin ya, karanlıkta ıslık çalmayın. Sizin
zamanınızda bu semirenler kim?
Kimlerle iş birliği yaptınız? Kimler istifade etti
bundan? Bir sözü söylerken arkasından bir düşüneceksiniz, buna kim ne
diyecek.
Bakın, yukarıda Tüketici
Yasası görüşülüyor -alt komisyonundayız- iktidar ne
yapıyor? Hâlâ, oradan dünya kadar kâr etmiş, tüketiciyi ezmiş
finans kesimiyle beraber hareket edip hırpalamaya çalışıyor
tüketiciyi. Orada yazıyor, görüşmeler de yaptık, yarın
muhalefet şerhimizi de yazacağız. Böyle bir şeyin
olması mümkün mü?
Kaldı ki bakanların
birbirinden haberi yok. Bakın, millî gelir, birinci çeyrek
açıklanmadan, hepiniz, bakanların tamamına yakını bu
işle ilgili, ümitli değildi yüzde 3 civarında bir büyüme
geleceğinden. Yüzde 3 büyüme geldi, siz de
şaşırdınız. Bir iki gün önce farklı
söylüyorlardı. Şimdi herkes ne yapıyor biliyor musunuz
Sayın Bakanım? Nereden, nasıl çıktı bu büyüme?
dediğimiz zaman, şahsınızı tenzih ederim, bu işten
sorumlu kim varsa, Cevdet effect, Babacan effect
Onlar anlatıyorlar,
böyle, sıradan gidiyor. Yani bir çıkın, topluma
açıklayın Bunun arkasında şu oldu, bu oldu. diye, herkes
bilsin.
Bakın, Devlet
Planlama Teşkilatı veya şimdiki adıyla Kalkınma
Bakanlığı, baktığınız zaman, ekonomiden
düştü; açık söyleyeyim. Oradaki arkadaşlar yine aynı
işi yapıyorlar, siz ekonomide geri sıralarda kaldınız.
Zatıalinize hani böyle bir şey söylemek istemem, mesai
arkadaşıyız ama.
Orta Vadeli
Programı biraz önce burada konuştular. Şimdi, Orta Vadeli
Programı hiç zamanında getiremediniz, kanun hükmünde kararnameyle,
yetkiniz olmamasına rağmen ileri attınız tarihini, onda
bile yetiştiremediniz ya. Dünyadaki gelişmeleri dikkate
alıyorsunuz tabii; onu da kestiremiyorsunuz, kendinizin ne
yapacağını da kestiremiyorsunuz. Dört beş ay sonra, aynı
gün bütçe çağrısını da koyuyorsunuz, diğerlerini de
koyuyorsunuz. Ama, sıkıntılı bir iş, doğru bir
iş değil Sayın Bakanım.
Şimdi,
planı getirdiniz, nerede bunun alt dokümanları
Allahınızı severseniz? Ben plan gerçekleşmeleri doğru
mu, yanlış mı diye baktığım zaman kime
soracağım Allahınızı severseniz? Kime verdiniz
şimdiye kadar? Yok burada. Plan Bütçeye geldim, yok; burada yok.
Bakın, biz şu dokümanı
Ben bugün konuşacağımı
öğrendim, bu doküman daha yeni geldi buraya, yeni
dağıtıldı. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin işi ama
-Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum, nezaket gösterdiniz daha önce
bir sohbet için, katılamadık, özrümüzü de beyan ettik ama- bu
işlerin bir ciddiyeti olması lazım.
Şimdi
Kişi başına gelir 30 bin dolar olsun Türkiyede de Gini katsayısını
bir de ona göre değerlendiririz. Burada mukayese ediyorsunuz AKP Grubu
olarak da, geliyorsunuz.
Diğer
taraftan, yarın Orta Vadeli Programı hazırlamaya
başlayacaksınız. Burada baz aldığınız
rakamları kullanacak mısınız, değiştirecek
misiniz? Bir taahhüt edin şurada, bir bilelim, ne yapacaksınız.
Ben şunu
açıklıkla ifade etmek istiyorum: Bu ülkeyi ithalat cenneti hâline
getirdiniz. Sanayici son derece zor durumda. Çiftçi 7 bin liraya hayvanı
aldı, 3 bin liraya hayvanı satamıyor. Biz de geziyoruz, siz de
geziyorsunuz ama siz kendinizi koruma yöntemlerini değiştirdiniz, su
altından bile sizi korumaya başladılar.
Şimdi, bunlara
devam etmek mümkün, süre yeterli değil.
Bakın, özel
ihtisas komisyonu raporlarını falan piyasaya bir an önce sirküle
etseydiniz. O işin içinde olanlar bize, orada yazanlarla burada
çıkan, Hükûmetten gelen tasarıların
tutmadığını söyleyen mailler atıyorlar. Onları
arıyorum, diyorum ki: Bizi değil, adres Hükûmet
Onlara, öyle
bakacaksınız diyorum.
Ben şimdilik
konuşmamı burada bitiriyorum süre itibarıyla.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Sayın Başkan, bir konuyu açıklayabilir
miyim. Su altından koruyorsunuz kendinizi. dendi de onu açıklama
ihtiyacı duydum, müsaade eder misiniz.
BAŞKAN
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
2.- Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmazın, Denizli
Milletvekili Emin Haluk Ayhanın Onuncu Kalkınma Planının
birinci bölümü üzerinde şahsı adına yaptığı
konuşma sırasındaki bazı ifadelerine ilişkin
açıklaması
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Evet, az önce değerli milletvekilimiz Su
altından da kendinizi koruyorsunuz. gibi bir ifadede bulundu. Tabii,
medyadan bilgilendiği için muhtemelen böyle bir şey söyledi.
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Sayın Bakanım, söylediklerimden bir tek o mu
dokundu size?
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Bir saniye
Bir heyecanlanmayın,
bağırmakla doğru bir şey ifade etmiş
olmazsınız, sakin olun.
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Bir tek o mu dokundu size?
AHMET BERAT ÇONKAR
(İstanbul) Bir dinle ya!
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Bu Mecliste sakin, sükûnet içinde de
konuşabiliriz, bağırmanıza gerek yok.
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Hiç bağırmadım.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Niye bu kadar bağırıyorsunuz? Bu normal
bir durum değil bana göre.
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Hayır, zararı varsa Başkan durdururdu zaten
konuşmamı, sizin beni ikazınızın gereği yok.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Şimdi, müsaade ederseniz, ben neyi açıklayacağıma
kendim karar vereyim, siz dikte etmeyin.
EMİN HALUK
AYHAN (Denizli) Ben müsaade etmem, Sayın Başkan eder.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Bugün bazı medya organlarında su
altından polislerin beni koruduğuna dair bir haber yayınlandı,
gerçekle en ufak bir ilgisi olmayan bir haber. Memleketimde, Solhan ilçesinde
bir festivale katıldım. Yüzen Adalar diye güzel bir tabiat
varlığımız var, oraya gösteri amaçlı olarak
dalgıçlar gelmişler ve birtakım aktiviteler
yapıyorlardı, onu sanki beni koruyan polislermiş gibi
Doğan Haber Ajansından kaynaklı bir haber. Ben kontrol ettirdim,
yerelden de bir problem yok, yerelden böyle bir haber geçilmemiş ama bir
resme bakmış birileri, resmin altını kendi hayalleriyle
doldurmuşlar ve bunu da maalesef, medyaya servis etmişler, sanki beni
korumak için birileri, su altı dalgıçları geldi gibi bir haber
yapmışlar. Herhâlde iletişim fakültelerinde bu tür haberlerin
okutulması lazım. Orada muhabiri olmayan, kendileri bulunmayan
insanlar oturup böyle haberler yapıyorlar ve bunlar Meclisimize kadar
gelip buralarda ifade ediliyor. Bundan duyduğum üzüntüyü belirtmek için
söz aldım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler (Devam)
1.- Onuncu Kalkınma Planının (2014-2018) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair
Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1238) (S.
Sayısı: 476) (Devam)
BAŞKAN Birinci bölüm üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Muş, İstanbul Milletvekili. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı, birinci bölüm
üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle kalkınma
kavramının, kalkınma olgusunun ne olduğuna değinmek
istiyorum. Her sosyal kavram gibi kalkınma kavramının
tanımı içerisinde bazı anlam karışıklıkları,
algı karışıklıkları bulunmaktadır. Özellikle
İkinci Dünya Savaşından sonra bir fenomen hâline gelen
kalkınma kavramı, çeşitli alanlardan geçerek, çeşitli
evrimlerden geçerek bugünkü tanımına ulaşmıştır.
Ben, birinci aşamada kalkınmanın nasıl
tanımlandığından başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, geleneksel iktisatta,
kalkınma, uzun bir dönem toplam millî gelirde meydana gelen
artış olarak tanımlandı, ölçüldü. Daha sonra, bunun yeterli
bir ölçüm olmadığı ve salt ülkenin toplam millî gelirindeki
artışın toplumun refahını
yansıtmayacağından hareketle, bunun kişi başına
düşen millî gelir olarak ölçülmeye başladığı ikinci
dönem başlar. İkinci dönemden sonra, sadece kişi
başına millî gelirin ölçülmesiyle yine kalkınmanın tam
olarak ifade edilemeyeceği fark edildiğinden dolayı, kişi
başına millî gelirden, artık, yavaş yavaş, gelir
adaletsizliğinden gelir adaletsizliğindeki dengesizliklere ve
kişi başına millî gelirden fakirliğin
azaltılmasına doğru, tanımda bir kayma olduğunu
görüyoruz. Son aşamada, bugün kullandığımız kalkınma
kavramı ise insani gelişmişlik üzerine oturmuştur ve burada
sadece, sırf iktisadi bir doktrin değil, aynı zamanda sosyal ve
siyasi bir hüviyet kazanmıştır kalkınma kavramı.
İşte bu noktada ben, özellikle İnsani Gelişme Endeksine
atıflarda bulunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
İnsani Gelişme Endeksi, gelir, yaşam süresi ve eğitim olmak
üzere, bunlara eşit olarak katsayılar uygulanmak suretiyle hesaplanan
bir insani endekstir. Bizim Türkiye olarak 2000 yılında sahip
olduğumuz endeks 0,645 idi. Sıfır ile 1 arasında bir range
var, 1e doğru yaklaştıkça insani gelişmişlik
güçleniyor, Sıfıra doğru yaklaştıkça ülkenin
İnsani Gelişmişlik Endeksi zayıflıyor. Biz 2000de
0,645 idik, bu dönemde dünya 0,639 idi, Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise
0,709 idi. 2012ye geldiğimiz zaman bizler İnsani
Gelişmişlik Endeksimizi 0,722ye çıkartıyoruz, dünya bu
dönemde 0,694e geliyor ve Avrupa ve Orta Asya ortalaması ise 0,771e
geliyor. Dünya ve Avrupa ve Orta Asya ortalamasındaki İnsani
Gelişmişlik Endeksinde meydana gelen iyileşme yüzde 9 iken,
bizde bu yüzde 12dir. Yine başka bir açıdan
baktığımız zaman, 2000de Türkiyenin İnsani
Gelişmişlik Endeksinin Avrupa ve Orta Asyaya oranı yüzde 90
iken, bugün itibarıyla bu oran yüzde 94e çıkmıştır yani
bir kötüleşme değil, aslında İnsani Gelişmişlik
Endeksinde bir iyileşme vardır. Tabii, bu endeksin kısa zaman
içerisinde çok daha yukarılara çıkartılması zor ama 2000le
2012 arasında biz, dünya ile mukayese ettiğimiz zaman daha iyiye,
Avrupayla mukayese ettiğimiz zaman ise makasın çok daha
kapatıldığını buradan rahatlıkla görebiliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, kalkınma noktasında şunu üzülerek ifade etmek
durumundayım: Dünyada çeşitli kalkınma dalgaları meydana
gelmişti. Bunlardan bir tanesi, modern dönemde Amerika, Fransa,
İngiltere gibi ülkelerin yakaladığı kalkınma
dalgası idi. Maalesef, bu kalkınma sürecini bizler
kaçırdık. Daha sonra ise özellikle İkinci Dünya
Savaşından sonra Japonya ve Almanyanın başını
çektiği bir kalkınma dalgası dünyada yaşandı. Bizler
bu kalkınma dalgasını da kaçırdık ve son olarak 1960
sonrası Güney Kore, Singapur, Hong Kong, Tayvan gibi ülkelerin
yakalamış olduğu bir kalkınma dalgası vardı
dünyada, biz bu kalkınma dalgasını da, yine üzülerek ifade
ediyorum, kaçırdık. Şimdi bizler, on yıllık
iktidarımız boyunca, bir taraftan bu
kaçırdığımız kalkınma dalgalarında ortaya
çıkan farkı kapatma, bir taraftan da bilişim, yüksek teknoloji
alanında dünyayla rekabet, hatta dünyada önde gelen bir ülke olma
noktasında çalışmalar yürütüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye özellikle son on yılda yakaladığı
istikrar ile
Birinci sınıf ekonomi olabilmenin temel bazı
kriterleri vardır ve Türkiye, bu kriterlerde birinci sınıf
gelişmiş ekonomi olmasına imkân verecek bu oranları, bu
göstergeleri yakalamıştır. Ben bunlardan birkaçını
sizlere ifade etmek istiyorum.
Bakın
değerli milletvekilleri, kronik sorun olarak görülen ve ülkelerin
gelişmiş ekonomi olma noktasında en büyük handikaplarından
bir tanesi de enflasyondur. Bizler enflasyonu 2001de yüzde 68 seviyelerinden
bugün itibarıyla yüzde 6 seviyelerine düşürdük. Bir diğer önemli
gösterge ise ülkedeki faiz oranlarıdır. Bu faiz oranları yine
2002de yüzde 60 seviyesindeydi, bugün itibarıyla bunlar da yüzde 5-6 seviyesine
düşmüş durumdadır.
Değerli milletvekilleri,
yine, uyguladığımız sıkı mali politikalarla kamu
harcamalarını kontrol altına aldık ve ülkenin özellikle
risk oluşturan toplam borcunun millî gelire oranını yüzde 78den
yüzde 36ya düşürdük. Bu ciddi bir risk oluşturur ülkeler için ve bu
da artık bizim büyük ekonomi olma adına yapacağımız
yürüyüşte arzu edilen bir noktaya gelmiş durumda.
Bir diğeri,
değerli milletvekilleri -bu maalesef pek ifade edilmez, pek görülmez ama-
özellikle toplam kamu borcu içerisindeki döviz cinsinin oranıdır.
Bakın, 2002 yılında toplam kamu borcunun yüzde 58i döviz cinsi
idi. İşte, doların o dönemde 670 liradan 1 milyon 700 bin liraya
çıkması durumunda kamunun borcu 3 kat artmıştı. Çok
ciddi bir kur riskiyle karşı karşıyaydı kamu. Bugün
geldiğimiz noktada, on yılda biz bunu yüzde 27ye düşürmüş
durumdayız. Elimizdeki döviz rezervlerini de dikkate
aldığınız zaman, bugün ülke olası bir kur riskinden
kurtulmuştur yani kur riski gibi, ülkeyi derinden etkileyecek bir faktör
artık ortadan kalkmıştır.
Bir diğeri,
değerli milletvekilleri, yine, ülkeler için çok ciddi risk oluşturan
faizlerin sabit faizli mi yoksa değişken faizli mi olduğu
konusudur. İlk iktidara geldiğimizde toplam kamu
borçlarının yüzde 55i değişken faizliydi, yüzde 55, ciddi
bir risk unsuruydu; bugün bunlar da yüzde 40a düşürülmüş durumda.
Değerli
milletvekilleri, işte, tüm bu politikalar neticesinde Onuncu Kalkınma
Planını hazırladık. 2014-2018 dönemini kapsayan ekonomi
stratejilerimizi içeren Onuncu Kalkınma Planı 2023 vizyonuyla uyumlu
ve onun bir yol haritası niteliğindedir. Yine, bu program, sosyal
yönü güçlü, sosyal politikaları güçlü bir plan olarak
hazırlanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, her sosyal davranış niyet ve iradeye dayanır.
Onuncu Kalkınma Planı bir niyettir, bir niyet beyanıdır.
Bunu başarıya ulaştıracak olan, o hedefleri, ifade
ettiğimiz hedefleri gerçekleştirecek olan ise ortaya
koyacağımız iradedir.
Değerli
milletvekilleri, tabii, bu benden önce de ifade edildi. Plan
hazırlanıyorken katılımcı bir yaklaşımla
hazırlandı. Yaklaşık 3 bin kişi, 3 bin
yurttaşımız, sektör temsilcileri, kamudan, toplumun diğer
kesimlerinden katılımcının fikirleri alınarak plan
hazırlandı ve onların görüşlerine önem verilerek plan en ince
detayına kadar ince elenerek sık dokunarak hazırlandı.
Bakınız
değerli milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planımız dört ana
sacayağı üzerine oturuyor: Bunlardan ilki nitelikli insan veya
nitelikli emek, güçlü toplum; diğeri yenilikçi üretim, istikrarlı
yüksek büyüme; bir diğeri yaşanılabilir mekânlar, sürdürülebilir
çevre ve sonuncusu ise kalkınma için uluslararası iş
birliğidir.
Değerli
milletvekilleri, nitelikli insan, güçlü toplumda bireysel ve toplumsal nitelik
ve yetkinliği yükseltmek üzere, temel hak ve özgürlükler,
demokratikleşme, adalet, temel sağlık ve eğitim hizmetleri
gibi alanlarda, istihdam gibi alanlarda reformlara devam edileceğini
Onuncu Kalkınma Planında görüyoruz.
Bir diğeri,
değerli milletvekilleri, özellikle ürettiğimiz ürünlerin yüksek
teknoloji ürünleri olabilmesi adına araştırma ve
geliştirmeye ayrılacak olan kaynakların oranıdır.
Bakınız, burada da birinci sınıf ekonomi olma adına
yüksek teknolojili, katma değeri yüksek ürün üretme adına bu AR-GE
çalışmalarının artırılması lazım. AR-GE
harcamalarının bugün itibarıyla millî gelire oranı yüzde
0,86dır 2018de yüzde 1,8e yükseltilmesi planlanıyor. Yine, özel
sektör payının yüzde 43,2den yüzde 60a, yerli patentin 4.500
civarından 16 bine çıkartılması öngörülmektedir.
Değerli
milletvekilleri, çok önemli bir oranı da sizlerle burada paylaşmak
istiyorum: Yüksek teknoloji sektörlerinin imalat sanayisi ihracatı
içerisindeki payı bugün yüzde 3,7 iken 2018 sonunda bu, yüzde 5,5e
çıkartılacaktır. Eğer ihracatın 277 milyar dolara çıkacağı
hesap edilirse oradaki artış daha iyi bir şekilde görülebilir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET MUŞ
(Devamla) Ben, Onuncu Kalkınma Planımızın
hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Planın birinci
bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
planın ikinci bölümü üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
İkinci bölüm
Planın Temel Amaçları ve İlkeleri, Planın Hedefleri ve
Politikaları kısımlarından oluşmaktadır.
İkinci bölüm
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen Adil
Zozani, Hakkâri Milletvekili. (BDP sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planının
-beş yıllık kalkınma planının- ikinci bölümü
üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, pozitif
bulduğumuz bir noktanın altını çizerek ifade edeyim. Tabii
ki bu planın önceki planlara nazaran biraz daha katılımcı
yönünün gözetilmiş olması, yerellerin de fikrinin bu plana dâhil
edilmiş olması memnuniyet vericidir. Gönül ister ki bu biraz daha
fazla katılıma açık şekilde hazırlansın. Ancak, biraz
önce partimiz adına konuşma yapan Sayın Kaplan da ifade etti,
yereli, herkesi dâhil etmişiz ama Meclisi, Parlamentoyu dâhil etmeyi
unutmuşuz, bu ayağını eksik bırakmışız.
Keşke bu planın hazırlık aşamalarında Meclis de
planlamaya dâhil edilmiş olsaydı ve daha anlaşılır bir
plan çıkarma şansı olmuş olsaydı.
Geneli
itibarıyla bu plana baktığımız zaman -ki planın
esas gövdesi bu ikinci bölüm, birinci bölüm ve üçüncü bölüm biraz daha
ayrıntı ve teferruatlardır ama esas gövdeyi şu anda
konuşmuş olacağız, gövdeye ilişkin fikirleri beyan
etme şansına sahip olacağız- esasında hayal mahsulü,
hayal ürünü bir plandan söz ediyoruz. İdealize edilmiş hedefler
konulmuş, Şu, şu, şu, şu olursa çok iyi olacak.
denmiş. Ancak, realite penceresinden bu işe
baktığınız zaman, bu plana baktığınız
zaman Türkiyedeki veriler ne yazık ki onu göstermiyor.
Mesela,
atıflardan bir tanesi diyor ki: 2023 hedefi olarak biz 2 trilyon dolar
bir ekonomiyi hedefliyoruz. ve bunu ifade ederken de Dünyanın on büyük
ekonomisinden biri olacağız. diyor. Bunun olabilmesi için,
mevcuttaki gelişmiş ülkelerin tamamının, büyümekte olan
ülkelerin tamamının, gelişmekte olan ekonomilerin
tamamının ayağına taş bağlamak lazım.
Bilmiyorum, bu Hükûmetin böyle bir marifeti var mı, yok mu? Kendileriyle rekabet
içerisinde olan gelişmekte olan ekonomilerin ayağına taş
bağlamışlar mı bilmiyoruz ancak bu hedefin tutturulabilmesi
için -varsayalım ki 2 trilyon dolara ulaştınız- bunun
olabilmesi için, diğerlerinin bir adım geriye gelmesi gerekir yani
diğer ekonomilerin küçülmesi gerekir. Daha birinci aşamada, ilk
hedefte bu programın, bu planın hayal ürünü olduğu
anlaşılıyor.
Şimdi,
hedeflerini önce sizlerle bir paylaşayım. İkinci önemli nokta:
Kadın istihdamını yüzde 34,9a çıkaracağız. Bu,
2018 hedefi. Yani, beş yıl sonra kadın istihdamını
yüzde 34,9a çıkarmayı hedefliyor. Çıkarsanız bile gerçekçi
bir hedef değil çünkü istenilen, sizden beklenen bu değil. İki
yıldır, bakanlıklarınız kendi planlamalarını
yaparken, kendi bütçelerini yaparken cins kotasını esas
alacaklarını ve hedefi yükselteceklerini söylüyor. Ancak, siz burada
ifade ederken, esnek çalışmaya güvenerek yani kadınları
esnek çalışma kriterlerine tabi tutarak Biz görece olarak bu hedefe
ulaşacağız. diyorsunuz. Yani, sömürü mekanizmasını genişleterek,
yeni hayalî kalemler üreterek bunu
gerçekleştireceğinizi söylüyoruz.
Gayrisafi millî hasıladan
kişi başına düşen gelirde 25 bin dolar gibi bir hedef
koymuşsunuz. Biraz sonra, bölgeler arası eşitsizlikleri ifade
ederken bunun olup olmayacağını da bir şekilde size izah
etmiş olacağım.
İşsizlik
mevcutta yüzde 9,2 ki bu TÜİK verisidir, sağlıklı olup
olmadığı her aşamada tartışma konusudur. Mevcutta,
siz işsizlik kalemini hesaplarken son üç ayda İŞKURa
yapılan başvurular üzerinden bir hesaplama yapıyorsunuz. Oysaki
Türkiyede, iş bulma umudunu yitirmiş insanların
sayısı -ki bunların büyük çoğunluğu gençlerdir,
üniversite mezunu gençlerdir- 1 milyon 200 binin üzerindedir. Bu 1 milyon 200
bin kişi iş bulma umudunu tümden yitirdiği için, artık
işsizlik istatistiğinin içerisinde dahi anılmıyorlar çünkü
başvuru yapmıyorlar artık. Siz, başvuru yapanlar üzerinden
söylüyorsunuz. Bu rakamı dâhil ettiğiniz zaman, mevcutta, bugün
itibarıyla Türkiyedeki işsizlik oranı en iyimser tahminle yüzde
14tür. Diyorsunuz ki: Bunu yüzde 7,2ye çekeceğiz. Olur mu, olmaz
mı, hep birlikte göreceğiz. Gençlerde işsizlik bugünkü verilerle
yüzde 16,5; bunu yüzde 13e çekeceğinizi ifade ediyorsunuz. Ücretli
istihdamı yüzde 64ten yüzde 70e yükselteceğinizi ifade ediyorsunuz.
Kayıt dışı istihdam oranını yüzde 37,5ten yüzde
30a çekeceğiz. diyorsunuz. Esasında, bu kalemi, bu veriyi verirken
de bir itirafta da bulunmuş oluyorsunuz.
Dolayısıyla,
mevcut durumda, veri bazlı işsizlik ve mevcutta çalışan
insanların durumuna da baktığınız zaman tam bir sömürü
tezgâhının oluşturulduğunu, ucuz emek pazarının
oluşturulduğunu görüyoruz. Nasıl yapıyor devlet?
Taşeronlar marifetiyle. Türkiyede çalışan insanların büyük
çoğunluğu, maalesef, asgari ücretlidir ve bunların da önemli bir
kesimi, mevcut durumda, Çalışma Bakanlığının
İŞKUR marifetiyle sağladığı geçici istihdam
programları çerçevesinde bu
rakama ulaşıyor. Tam bir yanıltma. İşsizleri ömürleri
boyunca, işsiz kaldıkları süre boyunca dokuz ya da altı ay
süreyle çalıştırarak bir istatistiklerle oynama alanı
yarattınız.
Tabii, iş
güvenliği konusu bambaşka bir konu. AK PARTİ hükûmetleri
döneminde iş kazaları, daha doğrusu iş katliamları
sonucu yaşamını yitiren insanların sayısı
binlerle artık ifade ediliyor. Bu alana ilişkin olarak hiçbir
düzenleme yok, hiçbir iyileştirme yok, hiçbir atıf yok ve maalesef,
siz, beş yılın kalkınma programını Meclisin
gündemine getiriyorsunuz ama bu programı biz burada konuşurken, bu
planı burada konuşurken hâlâ cesetleri dahi maden ocaklarından
çıkarılmamış emekçileri var bu ülkenin. Bunlara
değinme yok.
Ekonominin
dış hedefleri konusunda da bir hayalcilik var. Biliyorsunuz
Sayın Başbakanın son Washington ziyaretinde iki temel hedef
vardı. Bu hedeflerden bir tanesi, Transatlantik Ticaret ve
Yatırım Ortaklığına Türkiye'nin bir yerden ortak
edilmesiydi. Görüşülen görüşme başlıklarından bir
tanesi buydu ama maalesef bu konuda eliniz boş döndünüz. İkinci nokta
-konumuzla çok bağlantılı değil, o nedenle ona ayrıntılarıyla
girmeyeceğim- bölgesel gelişmelerdi, Suriye politikasıydı.
Orada da eliniz boş döndünüz ama özellikle kalkınma
programının başlıklarıyla ilgili olduğu için, bu
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığında
Türkiye'nin bir hayal peşinde koştuğunu ifade etmek gerekir.
Avrupa Birliği politikasında da durum böyledir, gümrük birliği
politikasında da durum böyledir. Gümrük Birliği Anlaşması
çerçevesindeki stratejik anlaşmaların büyük bir
kısmını, siz torba yasalarla geçtiğimiz dönemlerde
deldiniz. En son deldiğiniz anlaşmalardan bir tanesi uçak
alımlarıyla ilgiliydi. Dolayısıyla, artık, Avrupa
Birliği açısından da güvenilir ortak olmaktan
çıktınız. BRIC ülkeleriyle ilgili olarak, zaten sizin buraya
dâhil olma gibi bir pozisyonunuz söz konusu değil. Avrasya,
dolayısıyla Şanghay Beşlisiyle -böyle anılan,
şimdi sayısı daha fazla bir rakama ulaştı- bir
ortaklaşma yaratmanız gene mümkün değil. Dönüp
dolaşıyorsunuz; bölge, kendi bölgenize bakacaksınız. Kendi
bölgenizde de ticaret partneri olarak esas alacağınız ülkelerin
tamamıyla kavgalısınız. Dolayısıysa, bu
planın dış hedefleri tamamıyla buza oturtulmuş, buz
üzerine bir bina inşa etmişsiniz; dış hedefleri
itibarıyla tutunabilir tek noktası bölgedeki partnerlerinizle
ilişkilerinizi düzenlemek; düzenlemenin de, düzeltmenin de tek yolu
demokrasinizi genişletmektir. Demokrasiyi genişletirseniz,
demokratikleşme açısından, bölge ülkelerine -ki bölge yeniden
yapılanma sürecine girmiş- demokrasi açısından rol modeli
olabilirseniz, işte bu alanda ticaret partneri olabilirsiniz, burada bir
şansınız var, bunun dışında hiçbir
şansınız yok.
Şimdi, Gelir
dağılımındaki adaletsizliği bertaraf edeceğiz.
gibi bir iddia var planda. Nasıl bertaraf edeceksiniz? Siz ilk iktidara
geldiğinizde Türkiyedeki dolar milyarderi sayısı 4tü, bugün
43. Yani, bu artış hızına göre hesap yaparsak 2018de bu
muhtemelen 63 olacak. En zengin yüzde 20nin Türkiyedeki gelir payı yüzde
46,7. En fakir yüzde 20nin Türkiyedeki gelir payı yüzde 5,8. Nasıl
kapatacaksınız? Sosyalist bir devrim yapacaksanız size destek
verelim, kamulaştırma yapacaksanız size destek verelim ama
bunların hiçbiri yok hedeflerinizde, en azından planda yok.
Eş değer
hanehalkı geliriyle ilgili birkaç istatistik sizinle paylaşmak
isterim. İstanbul ve çevresi, mevcut durumda 14.873 lira alıyor,
İzmir ve çevresi 12.924, benim de mensubu olduğum bölge, Türkiyenin
doğusu 5.418.
Bu istatistikleri
biraz daha açayım Sayın
Bakanım, katma değer dağılımını, ki
bu rakamı biz üretmedik, tamamıyla sizin önümüze koyduğumuz
programdan aldık. Marmara artı İzmir -katma değer
dağılımını TL bazlı olarak ifade ediyorum- 14.800
ile 18.700 TL. Ege ve Batı Akdeniz 10.500 ile 14.800 TL arası.
İç Anadolu, Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi 8.500 TL ile 10.500 TL
arası. Maraş, Malatya, Antep, Adıyaman, Elâzığ
kuşağını ifade ediyorum, bu kentleri ifade ediyorum, 5.800
ile 8.500 TL arası bir katma değer dağılımı
payı var. Bu ülkenin doğu kentlerinin payı ise 4.300 TL ile
5.800 TL arasındadır. Dolar bazlı ifade ediyorum, rakam
konulmuş, mevcutta diyor ki: Biz, 25 bin dolar hedefine
ulaşacağız ama mevcuttaki ortalama da 10.200 dolar civarı.
Bu, Türkiye ortalaması ama bölge bazlı baktığınız
zaman, Marmara Bölgesindeki pay 16-17 bin arası bir pay, bu ülkenin
doğusunda ise 4.000 ile 4.300 dolar arası bir pay.
Bölgelerin
gelişmişlik kalemlerine de baktığınız zaman yani
üst düzeyde bir gelişmişlik seyri içerisinde olan bölgelerin
gelişmişlik kalemleri sanayi ve tarımdır, en düşük
kalem hizmetlerdir. Yani, bu bölgelerin gelişimine katkı sunan en
düşük veri, hizmetler kalemidir. En az gelişmiş bölgelerin ise
tamamıyla hizmetlerdir.
Bu hizmetler
kalemiyle ilgili olarak da bilgileri sizinle paylaşırım ama
ondan önce şunu paylaşayım. Yani, bu ülkenin batısı
çok gelişmişken doğusunun bu kadar geri
kalmışlığının bir esprisi var, mutlaka bir
esprisi var. Doğu çalışmıyor mu, bu ülkenin doğusu
gerçekten çalışmıyor mu, bu ülkenin katma değerine hiçbir
şey katmıyor mu? İfade edeyim: Türkiye'nin enerjisinin,
Türkiye'nin madeninin, Türkiye'nin elektriğinin, Türkiye'nin ucuz iş
gücünün deposu, bu az gelişmiş bölge. Elektriği buradan
alıyorsunuz, madeni buradan alıyorsunuz, petrolü buradan
alıyorsunuz ama ne hikmetse en az gelişmiş bölge. Şimdi,
her tarafa baraj yapılıyor, baraj yapılırken de insanlara
şu söyleniyor: Mesela Ilısuda köylülerden gidip imza toplandı,
Biz buraya baraj yaparsak siz burada istihdam olunursunuz." denildi.
Türkiye'nin en büyük barajlarından ve eski barajlarından bir tanesi
Keban ilk üretime geçtiğinde Türkiye'deki elektriğin yüzde 15ini
karşılamış. Peki, kaç kişi Keban Barajında
çalışıyor? Maksimum 60 kişi çalışıyor. Peki,
Kebanda ürettiğiniz enerjiyi nereye taşıdınız?
Marmaraya taşıdınız. Sonra da dönüp ikide bir, doğu
illerinin elektrik faturalarına atıfta bulunursunuz.
Petrol geliri kalemi:
Mesela, Batman ve çevresinde üretilen petrolün Türkiyedeki enerji gelirine
katkısı 2,5 milyar dolar. Peki, Batman bundan pay alıyor mu? Pay
almış olsaydı en az bir İzmit gibi olabilirdi. Çünkü,
İzmitin -iddia ediyorum- ham maddeye dayalı olarak Türkiye
ekonomisine katkısı Batmanınki kadar değildir. Bu sömürü
değildir de nedir? Bir ad koymak lazım buna.
GAPla ilgili
olarak
Aynı garabet GAPla ilgili, GAP projesiyle ilgili olarak devam
ediyor. Açık yüreklilikle ifade edeyim: Siz, GAPta, Türkiye'nin batı
bölgeleri lehine yararlanılabilir projelerinin tamamını
bitirdiniz. Yani, elektrik üretimine dayalı olarak hedeflenen projelerin
tamamı bitti, sulamaya dönük projenin sadece yüzde 17sini
yaptınız. Niye böyle? Bunu sormaya hakkımız yok mu?
Biraz önce,
Sayın Elvan övündü, iftiharla ifade etti 15 milyar TL son beş
yılda, son dört yılda GAP projesine aktarım yaptık. diye.
Hasip Bey ifade etti: 15 milyar TL aktardınız da 1 kilometre kanal
yapmışsınız. Bu parayı nereye aktardınız
Allah aşkına? Artı, o parayı nereden aldınız da
oraya aktardınız? Türkiyedeki işçinin, emekçinin alın teri
olan İşsizlik Fonundan parayı aldınız, oraya
yatırdınız. Siz, bu ülkede yaşayan insanların
parasını bir cebinden aldınız, öbür cebine koydunuz, orada
yatırım yapmadınız ki.
Şimdi, amiyane
bir tabir var, çok açık da ifade etmeyeyim.
AYDIN AĞAN
AYAYDIN (İstanbul) Et, et.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) Ama, derler ki Ufak atın da civcivler yesin.
Şimdi, bölgeye
gelen o hizmetler boyutuyla -biraz önce gelişmişlik
farklarını ortaya koydum- bazı rakamları sizinle
paylaşacağım, bölgeye giden gelirleri, yapılan
yatırımları -hizmet yatırımlarını, kamu
yatırımlarını- ifade edeceğim sizlere.
Dersime giden
gelirin yüzde 60ı askerî ve güvenlik harcamalarına ilişkindir.
Hakkâriye giden gelirin yüzde 56sı güvenlik yani hizmet, güvenlik
hizmetidir; Şırnak yüzde 46, Siirt yüzde 37,5, Diyarbakır yüzde
30. Bunlar, o kentlere giden gelirin askerî ve polis harcamalarıyla ilgili
olan yüzdeleridir.
Bir garip
istatistik daha sizinle paylaşayım: Türkiye'de kentsel
kalkınmışlık 5 kategoride değerlendirilir. 5inci
kategoridekiler en fazla kalkınmış illerdir, ondan sonra 1e
doğru, kalkınmış, az kalkınmış iller olarak
sıralanır. Bu sıraladığım iller, tahmin edin ki
Türkiye'de kalkınmışlık derecelendirmesi konusunda
kaçıncı grubun içindeler? Bu sıraladığım iller
4üncü grubun içerisinde ifade ediliyor. Sayın Bakanım, Bingöl de
bunların içindedir.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Hayır, yanlışınız var.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) Hayır, Komisyon üyemiz Sayın Demiröz de çok
iyi biliyor çünkü Bitlis de 4üncü grubun içerisindedir. Yani, oraya
yapılan karakol, o insanlara yapılmış hizmet olarak ifade
ediliyor.
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Onu sonra görüşelim.
ADİL
ZOZANİ (Devamla) - Kayıt dışı ekonomiyle ilgili çok
ciddi sıkıntılarımız var. Kayıt
dışı ekonominin önüne nasıl geçeceğinize ilişkin
olarak hiçbir şekilde bir atıf yok. Türkiyede kayıt
dışı ekonomi denilince de katırlar akla geliyor. En son,
katırlara da insan bedenlerini yüklediniz. En son, insan bedenlerini de
yüklediniz bu katırlara.
Bakınız,
sınırlarda katırlarla yapılan kayıt
dışı ticareti hesaba katıyorsunuz, ifade ediyorsunuz ancak
limanlarda kaçan büyük balıklarla hiç ilgili değilsiniz. Türkiyede
kayıt dışı ekonominin önüne geçmek istiyorsanız
limanlarınızı kontrol altına alacaksınız.
Sınır boylarındaki gariban köylünün ticaretle
uğraşmasını eğer kayıt altına almak
istiyorsanız iki yöntemi vardır: Bu yöntemlerden bir tanesi,
sınır boyunda sınır ticareti yapılan bölgeleri ya
serbest bölge, ticaret bölgesi kapsamına alacaksınız ya da o
köylerde sınır ticareti karnesini köylülere
dağıtacaksınız. Bunu yaparsanız kayıt altına
alırsınız ama tekrar ediyorum, sınır köylerinde,
sınır boylarında katırların sırtında
yapılan ticaret kayıt dışı ticaretin binde 1i bile
değildir. Siz, limanlara bakacaksınız, limanlardaki
kaçakçılığa bakacaksınız; onu kontrol altına
alabilirseniz bu işi kontrol altına alma şansına sahip
olursunuz.
Yurt
dışından gelen yatırımcının ilk dikkat
ettiği şeylerden bir tanesi Türkiyenin adalet
mekanizmasıdır. Hasip Bey çok ayrıntılı üzerinde
durduğu için ben ayrıntısına girmeyeceğim ama her
gelen yatırımcı Türkiyenin adalet mekanizmasını
öncelikle bir sorguluyor. Çünkü, sizin hükûmetleriniz torba kanunlar
marifetiyle günübirlik yasalar çıkardığı için
dışarıdan gelen yatırımcı açısından
güvenilir bir ekonomik yapıya sahip değilsiniz. Uzun yargılama,
vesaire bunları işin dışında tutuyorum. Bunu yapmak
istiyorsanız öncelikle bu günübirlik yasa yapmak ya da yasa
değiştirmekten vazgeçeceksiniz, torba kanun yönteminden
vazgeçeceksiniz.
Kentleşmeyle ilgili olarak
Bir TOKİmiz var,
bir bakanlığımız var, Allah var nerede bir tarla görse bina
dikesi geliyor. Hiçbir kentimizin kimliği yok. Söyleyebilir misiniz?
Lütfen, Allah aşkına biriniz çıkın burada deyin ki: Şu köy, şu kentimizin, şu
ilçemizin şu mimari kimliği vardır. Diyebilir misiniz? Her
tarafı beton yığınlara dönüştürüp ondan sonra da buna
modern kentleşme diyorsunuz.
Yeşil yok, ortak kullanım alanı yok; kent
trafiği, özellikle ve özellikle özel araç tüketimine zemin
hazırlayacak şekilde yoğun kavşak ve üst geçit ve alt
geçitlerle donatıldı. Bunun adı kentleşme olmaz, ancak ve
ancak antikentleşme olur. Dünyada birileri kentleşme
açısından kötü bir örnek görmek istiyorsa herhâlde Türkiye'nin
kentlerini dolaşacak artık. Bundan vazgeçilmesi gerekir.
Yerelleşmeyle ilgili olarak -hiçbir yerde yok ya- yani
yerelin inisiyatifinin ön plana çıkacağı bir atıf yok bu
programda, bu planda. Oysaki, yerelin inisiyatifinin ön plana çıkması
gerekirdi, ademimerkeziyetçiliğe bir atıfta bulunmanız gerekirdi.
Ama yadırgamıyorum. 221 sayfa program
hazırlayacaksınız, koyacaksınız, bir defa dahi
demokrasi sözcüğü geçmeyecek.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) 6 defa geçiyor.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Ondan sonra da
İnsan temel hak ve özgürlüklerine önem veren bir program yaptık.
diyeceksiniz. Demokrasi kavramına bu kadar alerjili bir program, elbette
ki yerelleşme ya da yerelin iradesine çok önem vermez. Beklerdim, bu kadar
büyükşehir yasası çıkardınız, yerelleşmeyi biraz
daha esas almanızı beklerdim. Yerelin inisiyatifinin, doğrudan demokrasinin
yaygınlaşmasının zemini olabilecek bazı
yapılanmalar koymanız gerekirdi ama o da yok.
Son olarak
eğitimle ilgili bir iki vurguda bulunacağım.
Hem programda hem
Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmasında
nitelikli insan kavramı vardı. Demek ki, niteliksiz de insan varmış!
Öncelikle, insanın niteliklisi, niteliksizi olmaz. İnsanların
niteliklerini açığa çıkarabiliyorsanız bir beceriniz
vardır. Her insanın niteliği vardır ama iş ki, o
insanların yeteneklerini açığa çıkarabilecek bir nitelik
ortaya koyabilmektir. Program niteliksizse insanlara niye niteliksiz
diyorsunuz? Program niteliksiz, politika niteliksiz, insanlar niteliksiz
değil. Onu açığa çıkarmanız gerekir.
4+4+4
uygulamasında siz bir iddia koydunuz ortaya, dediniz ki: Biz Türkiyedeki
ara eleman ihtiyacını karşılayacağız. Lütfen, bu
yılın meslek liselerinin verilerini bizimle paylaşın.
Açığa çıkarmış mısınız,
çıkarmamışsınız, bunu koyun ortaya. Verimliliğin
artırılması ancak bu
koşula dayalıdır.
Son bir cümle, şunu ifade etmek isterim: Siz
diyorsunuz ki Üretimde verimliliği artıracağız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL
ZOZANİ (Devamla) - Verimliliği artırabilmek için iş
güvenliğini esas almanız gerekir ama rafa
kaldırmışsınız, çarşamba ya da perşembe günü
gelecek. İş güvenliği uzmanlarının istihdam edilmesini
siz ötelediniz, oysa kanun çıkarmıştınız.
Verimliliğin artması için iş güvenliğinin olması
gerekir, iş güvenliği uzmanlarının istihdam edilmesi gerekir
ama rafa kaldırıyorsunuz. Ne anladık bundan? Biraz sonra bu
soruya cevap verirlerse diyecekler ki: Türkiyede yeterli uzman yok.
Sayın AK PARTİliler sakın ola ki bunlara inanmayın.
Komisyonda kayıt alınmış ifadelerdir, Türkiyede bu konuyla
ilgili yeterli uzman vardır ancak işveren para vermeye
yanaşmadığı için, ucuz çalıştıramadığı
için o uzmanları, şimdi, kanunu öteliyor. Çarşamba ya da
perşembe günü de bunu getiriyor, bir başlığımız
da bu.
Daha söylenecek çok
şey var ama sürenin sonuna geldik. Her şeye rağmen geleceğe
umutla bakmak gerekiyor. Ben Türkiyenin geleceğinin bu programdan, bu
plandan ibaret olmayacağı kanısını
taşıyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
İkinci bölüm
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci
konuşmacı Ahmet Kenan Tanrıkulu, İzmir Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 476 sıra sayılı Onuncu
Kalkınma Planının ikinci bölümü üzerinde söz almış
bulunuyorum. Öncelikle, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Bir ülkenin
kısa, orta ve uzun vadeli planları, öncelikle güvenilir
olmalıdır. Tabii ki, iddialı olmalıdır ve ondan sonra,
bu planın faydalandığı, yararlandığı toplum
kesimleri tarafından da bir heyecan dalgasıyla
karşılanmalıdır. Plan dokümanı eğer bu tespit ve
öngörüleri bünyesinde barındırabilirse o zaman bir önceki plan
hedeflerinin tutturulması ve o büyük amaçlar için bir araya getirilen
politikaların birbiriyle ilişkisinin ve ahenginin tam
yapılmasıyla da başarı dediğimiz bir belge ortaya
çıkar.
Değerli
milletvekilleri, ne yazık ki, bugün karşımıza çıkan
tablo hem bir önceki planda hem de Hükûmetin yıllardan beri orta vadeli
programlarda getirdiği ve hedefleri ile gerçekleşmeleri arasında
hiçbir alakanın, hiçbir ilginin tutturulamadığı, ekonomik
illiyet bağının tamamıyla zayıf olduğu
dokümanlarla karşı karşıyayız.
Tabii, bu, sadece
Hükûmeti ve iktidar grubunu ilgilendiren bir durum da değil; planda bu tür
öngörüsüzlük, bu tür başarısızlık, aynı zamanda toplumda
planlara karşı olan güven sorununu da ortaya çıkarmakta ve büyük
bir güven bunalımı karşımıza çıkmakta.
Aslında her
açıklanan plan ve programın toplumda bir heyecan dalgası
yaratması gerekirdi. Ancak, bu görüştüğümüz plan
-enteresandır- tıpkı bugün Genel Kurulda olduğu gibi, ne
toplum tarafından ne ekonomik aktörler tarafından ne de bu işi
yapanlar tarafından bir heyecanla, bir ilgiyle maalesef buraya
getirilememiştir.
Plan tekrar yedi
yıllıktan beş yıllığa dönmüştür. Enteresan
olan, bu plan için emek veren, alın teri döken Devlet Planlama
Teşkilatı gibi bir kurumun, uzun yıllardır Türkiye'de bu
emeği veren kurumun da bu plan döneminde çanına ot
tıkanmıştır ve kurum dönüştürülmüş, başka
bir ad almış ve sonuçta bir bakanlık bünyesi hâline
getirilmiştir.
Siz, eğer
planlarınızı siyasi irade olarak, Hükûmet olarak, planın
temel amaçlarını, ilkelerini, planın hedeflerini doğru
koyarsanız, aşağıdaki teknik kadro da bu hedefler
doğrultusunda planın amacına uygun çalışma ve model
kurabilirse sonuçta, verimli, koordinasyonu tam olmuş, ekonomik
bağlantı ve illiyetleri sağlanmış bir belge ortaya
çıkar. Ama her alanda olduğu gibi bu uzun vadeli
planlarımız da maalesef, bu kararlar sonrasında
siyasileştirilmiş, âdeta siyasi parti programı hâline
getirilmiştir.
Onuncu Planda
karşımıza çıkan bir başka önemli husus vardır
sayın milletvekilleri, o da planın beş yıllık
hedeflerine yol gösterecek olan uzun vadeli bir perspektif maalesef bu planda
karşımıza çıkmamaktadır.
Şimdi,
bazı milletvekillerimiz Bunu niye bu kadar önemsiyorsunuz? diyebilir.
Bakın, şöyle söyleyeyim size: Bütün kalkınma planları,
Türkiyedeki örneğinde olduğu gibi beş yıllık
yapılanlar, uzun dönemli, on veya daha uzun, yirmi-yirmi beş
yıllık bir perspektif içerisinde değerlendirilir ve onun alt
dilimleri olarak yürütülmeye gayret edilir. Biz Milliyetçi Halk Partisi olarak,
ilk defa Sekizinci Kalkınma Planında 2023 yılı için bir
vizyon ve uzun vadeli strateji ortaya koyduk. O dönemde koyduğumuzda 2023
yılına yirmi dört yıl gibi bir zaman vardı değerli
milletvekilleri.
Bakın,
enteresan olan, bu perspektif doğrultusunda kısa ve orta vadeli
hedeflerimize politikalarla ulaşmayı hedefliyorduk. Fakat, bugün
baktığımız zaman, 2023 yılına on yıl
kalmış. İlginç olan şu: Hükûmet hâlâ 2023 yılı
perspektifini oluşturmaya ve plan yapmaya gayret ediyor. Demek ki
Türkiye'nin uzun vadeli plan perspektifi daraltılmış durumda.
Yirmi-yirmi beş yıllık bir boyuttan daha küçük, on
yıllık bir boyuta daralmış durumdayız.
Kaldı ki bu
2023 yılı hedeflerine ulaşılması da ve bu hedeflere
aynı anda ulaşılması da planda öngörülen hedef ve
politikalarla çok mümkün gözükmemektedir. Bunun niçin böyle olduğunu
şimdi açıklamaya gayret edeceğim.
2 trilyon
dolarlık bir millî gelir hedefliyorsunuz, 25 bin dolar kişi
başına geliriniz olacak. diyorsunuz, 500 milyar dolarlık bir
ihracat hedefiniz var ve bu makro hedeflere ulaşmak için önünüzde de
sadece ve sadece on yılınız var. Şimdi, 2023 hedeflerine
ulaşmak için o zaman şöyle bir teknik atılım ve içinde
bulunduğunuz araca bir gaz vermeniz gerekiyor yani planın ilk
beş yılı, daha doğrusu Onuncu Planın beş
yıllık süreci çok önem arz ediyor. Çünkü,
baktığımızda, planı incelediğimizde, Onuncu
Planda 2018 yılı sonunda kişi başına gelirinizi 16
bin dolara çıkarmayı hedefliyorsunuz, 2019-2023 arasında
izleyeceğiniz politikalarla da 16 bin dolardan 25 bin dolara
sıçratacaksınız. Şimdi, bunun nasıl olacağı
ve hangi programlarla, hangi ekonomik büyüme modeliyle ve hangi büyüme
patikasında, nasıl kaliteli bir büyümeyle veya sürdürülebilir
büyümeyle götürüleceği noktasında da maalesef, plandaki dilek ve
temennilerin ötesinde elimizde aydınlatıcı bir belge yok.
Değerli
milletvekilleri, işsizlik konusu da aynı şekilde
karşımıza çıkıyor. Anketlerle belirlenen iş gücü
göstergelerinde, o sırada iş aramıyor olanlar maalesef bu
sayıya dâhil edilmiyor. Aynı zamanda, her yerde bir üniversite
patlamasının olması genç işsizliğinin de önüne geçiyor
ve bütün bu faktörlere rağmen ortada
başarısız bir Dokuzuncu Plan var. Bu plana
baktığınız zaman, maalesef, Dokuzuncu Planda
ıskaladığınız işsizlik hedefleri Onuncu Planda
da karşınıza çıkmış durumda çünkü on
yıldır işsizlikle ilgili rakamlarınızı bir puan
dahi indirememişsiniz.
Aynı zamanda,
Onuncu Planda kayıt dışı istihdam oranının 2014
yılında yüzde 37,5 seviyesinden 2018de yüzde 30 seviyesine
çekileceğini söylüyorsunuz. Bu da enteresan çünkü on yıl boyunca
kayıt dışılık konusunda hiçbir yapısal tedbir
geliştirmemişsiniz, ciddi bir hazırlık yapmamışsınız,
bu konudaki eylem planlarını bile popülist bir söylem içinde huzura
getirmişsiniz ve sonunda herhangi bir uygulama yapamadan, herhangi bir
icraat yapamadan Kayıt dışılıkla ilgili hedefi
düşürecek. diyorsunuz. Kesinlikle gerçekçi görünmeyen bir hedef
almış durumdasınız.
Şimdi, burada
enteresan olan şu: Aynı Dokuzuncu Planda olduğu gibi, bu
kayıt dışılığın azaltılması,
ekonomide verimlilik artışının ve dolayısıyla
büyümenin kaynağı olarak mı düşünülmektedir, bunun bir
açıklığa kavuşması lazım. Bu doküman içerisinde
sanki böyle bir gizli hedef de var. Eğer öyleyse Hükûmetin her türlü
gerçekçi olmayan hedefinin arkasında hayalî bir kayıt
dışılık hedefini kaynak olarak göstermesi artık
bizlerin alışık olduğu bir durum hâline gelmektedir.
Yine, Onuncu Plan,
yıllık ortalama yüzde 5,5 bir büyüme öngörürken yine yıllık
olarak yüzde 5,8 cari açık öngörüyor. Şimdi burası da ekonomiyi
izleyenler açısından enteresan bir durum ortaya koyuyor çünkü
Hükûmetin diğer gelişmekte olan ülkelere göre vasat bir büyüme
oranını, büyüme patikasını bu oranla yakalamayı
hedeflediği anlamına da geliyor bu.
Herhangi bir başka hükûmet de bunu yapabilirdi yani sadece bu
Hükûmet değil. Ama önemli olan şudur: Sizin büyüme
oranınızdan daha yüksek bir cari açık vermeniz her zaman için
bir dış açık tehlikesiyle, bir dış şok
tehlikesiyle karşı karşıya kalacağınız
anlamını da taşımaktadır. Demek ki Hükûmet bir yandan
sıcak paraya, bir yandan da dış kaynağa bel
bağladığını burada açıkça itiraf etmektedir.
Benzer
şekilde, ihracata yönelik uzun vadeli hedefleriniz de gerçekçi görünmüyor.
Gerçi, Sayın Başbakan son tutumuyla kurda önemli bir sıçratma
yapmayı başardı yani kur üzerinde farklı bir baskı
oluşmuştu. Ha, bu hedeflere eğer katma değer
artışı ve gerçekten üretimle değil de
değersizleşmiş bir Türk lirası yoluyla ulaşmayı
hedefliyorsanız ve yine kısa vadeli hedefler uğruna ve siyasi
hedefler uğruna ülkenin geleceğini, uzun vadeli hedeflerini riske
ediyorsanız, ipotek altına alıyorsanız o sizin
bileceğiniz bir iş ama olan, maalesef, bu ülkeye olur.
Değerli
milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planında istikrarlı, yüksek
vurgu yapılıyor büyümeye ve bunun için de bir üst başlık
açılmış. Yüksek büyüme oranlarını yıllara göre
sâri bir biçimde sürdüren diğer ülkelere baktığımız
zaman, bu ülkeler, bunu -biraz önce de söyledim- katma değer
artışıyla, ciddi üretim artışlarıyla
sağlayabiliyorlar ve teknolojik ürünlerin ihracatının
katkısıyla bu büyümeyi sağlayabiliyorlar. Peki, bizim ülkemizde
plan nasıl anlatıyor bize bunu? Bu şekilde bir üretim ve ihracat
yapısına geçilebilmesi için teknolojik alanda bir atılımın
yapılmasını bu planda göremiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, şöyle bir olay söz konusu: AKP Hükûmeti 2006-2013
yılları arasında AR-GE harcamalarının millî gelire
oranını 0,60tan 0,92ye çıkarmış. Bu önemli bir sıçrama gibi gözükse de ben şimdi bir başka
mukayeseyi getireceğim gözlerinizin önüne. Yalnız, Hükûmetin 2023
yılı hedefi de yüzde 3, bu arada onu da antrparantez belirteyim. Yedi
yılda ancak 0,32 puanlık bir artış sağlayan
politikalarla ve yapısal bir
değişikliğe de gitmeden sağladığınız bu
başarıyı, Hükûmet diyor ki: On yılda, 2,14
sıçratacağım. Böyle bir şey hayalden öte de gözükmüyor çünkü
böyle bir politikanın, icraatın ipuçları bu planda yok.
Değerli
milletvekilleri, bütün dünyada büyümenin motor gücü imalat sanayisidir. Siz
eğer imalat sanayinizi desteklerseniz, dolaylı yollardan teşvik
edersiniz, önünü açarsanız, yatırımları bugün olduğu
gibi kösteklemezseniz veya kurdan, faizlerden, diğer unsurlardan,
şoklardan arındıramazsanız siz, maalesef, bu büyümeyi ancak
rüyanızda yakalarsınız.
Şimdi, size
şunu söylüyorum: Yüksek teknoloji üreten imalat sanayisinin ihracat
içindeki payı, geçtiğimiz yedi yıl boyunca yüzde 5,6. Bu
seviyeden yüzde 3,7 seviyesine gelmişiz 2013 itibarıyla
baktığımız zaman. Onuncu Planda ise sadece, çok yetersiz
bir ifade var, o da diyor ki: Yüksek teknoloji üretimindeki gerilemeye bir dur
deme hedefi var. O kadar hafif bir temenni ki bu, sadece -biraz önce de
söyledim- kongrelerin sonundaki dilek ve temenni faslından öteye geçmiyor. Siz, plan dönemi hedefi
sonunda ancak yüzde 5,5 olarak belirlediğiniz bir durumla Dokuzuncu
Planın gerisinde bile bir hedefle bizi karşı karşıya
bıraktırıyorsunuz. Şimdi, bu durumda, Hükûmetin, plan
dönemi sonunda, imalat sanayisi hedeflerine
yansımadığını da görüyoruz ortaya koyduğu rakamlar
açısından. Bir yandan bakıyorsunuz, 2006da gayrisafi yurt içi
hasılanın yüzde 17,2sini oluşturuyor ama siz bunun sonucunda
2018de yüzde 16,5e kadar gelmesini ancak temin edebiliyorsunuz. Değerli
milletvekilleri, bu sanayi stratejisiyle bunu sağlamanız asla ve asla
mümkün gözükmüyor.
Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, ülkemiz için çok önem verdiğimiz bu belgelerin,
her türlü siyasi mülahazanın dışında tutularak, ülke ve
dünya şartlarına uydurularak, gerçeklerin göz önünde
bulundurulduğu bir doküman olmasını arzu ediyoruz ve
ayakları yere basan metinleri burada görmek istiyoruz değerli
milletvekilleri. Zira, bizim kriterlerimiz eğer gözetilirse milletimize
daha gerçekçi, daha güven veren bir planla karşı karşıya
kalacağımızı düşünüyoruz.
Bu düşünceyle
Dokuzuncu Plandaki başarısızlığın burada
olmaması temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Mehmet Günal, Antalya
Milletvekili. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MEHMET GÜNAL (Antalya) Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, öncelikle, emeği geçen, bütün katkıda bulunan -Sayın
Bakanın söylediği gibi sivil toplumu varmış, akademisyeni
varmış, hatta yerelde bile katılanlar olmuş- başta
Kalkınma Bakanlığı mensupları olmak üzere, hepsine
teşekkür ediyorum.
Önemli bir
çalışma yapmışlardır tabii ki ama Sayın Elvan
burada söylüyordu, acaba onların söyledikleri ne kadar dikkate
alındı, o başka bir şey. Katılımcı olmak
ayrı bir şey, söylediğiniz şeylerin dikkate
alınması ve plana dercedilmesi ayrı bir husustur, baştan
onu da söylememiz gerekir
diye düşünüyorum. Bu vesileyle, teşekkür ediyorum.
Ama bu arada, arkadaşlarımız
sekizinci, dokuzuncu, onuncu planları mukayese ederken söylediler, ben de
bu kürsüde defalarca söyledim, Devlet Planlama Teşkilatına da buradan
rahmet diliyorum. O da bu planla beraber resmî olarak da gömülmüş oldu
maalesef. O planlama anlayışının kaybolduğunu zaten
teşkilatın da ortadan kalkmasıyla buraya yansımasından
anlıyoruz.
Bu vesileyle, bu eseri ortaya getiren,
mimarı olan, partimizin de kurucusu olan rahmetli Alparslan Türkeşi
de DPTyle beraber rahmetle anıyorum. Onun eseri de böylece gömülmüş
oldu.
Şimdi, burada çok garip bir tiyatro
oynanıyor arkadaşlar. Şu anda bu yaptığımız
konuşmalar hiçbir yerden yayınlanmıyor Sayın Bakanım
Çok önemli. diyorsunuz, Komisyon Başkanımız Çok önemli.
diyor. Şu anda TRT 3ün yayın akışını size
getirdim arkadaşlar. Bakın, ne yazıyor? Şu anda spor
programları var, arşivden çıkmış. Öğleden beri
Yani, bize, TBMM TVnin normalde yayına ayırdığı
günlerdeki programa baktım -sizler de şöyle bakarsanız- hava
durumu, spor bülteni, şu anda da 2000 yılındaki arşivden
çıkmış görüntüler yayınlanıyor. Bu, plana
verdiğiniz nasıl bir önem göstergesidir, ben anlamıyorum.
Sayın Elvan, gitti galiba, demin diyordu bize: Önem vermiyorsunuz. Hangi
mantıktır?
Sayın Başkanım, size de
dönüyorum. Meclis Başkanlığı, TBMM TVden sorumlu
Başkanlık, grup başkan vekillerimiz gidip kendisine istirham
etmesine rağmen, pazartesi günü bunu Danışma Kurulunda buraya
koyan hangi mantıktır bana söyler misiniz? İşte, sizin
plana verdiğiniz önem. 550 milletvekilinin onda 1i var. Böyle bir
şey olabilir mi? Tüm Türkiye neyini duyuyor, bu planın hangisini? Kaç
tane basın toplantısı yaptı da daha öncekini
duymadığı gibi
Başkanlık Divanı
seçimleri yarın yapılacak, bugün yapılsa dibi mi
çıkardı Meclisin?
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
Ne bağırıyorsun?
MEHMET GÜNAL (Devamla) Yani, ben
anlamakta zorlanıyorum, gel sen de anlarsan bana anlat Sayın
Çavuşoğlu; ben anlayamadığım için
bağırıyorum.
Böyle, beş
yıllık bir kalkınma planı arkadaşlar. Bir bütçe
konuşmasını bile burada kaç saat konuşuyoruz.
Yıllık bütçeyi konuşurken yayınlanıyor mu? Evet.
MEVLÜT
ÇAVUŞOĞLU (Antalya) Okuldayken de hep bağırıyordun,
hep bağırıyorsun.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Hoş geldin. Sen pek katılmadığın için
burada çektiğimizi bilmiyorsun Sayın Çavuşoğlu.
Arkadaşlar,
hepinize söylüyorum, bu konuştuğunuz şeyler beş yılda
bir yapılan, hatta önceki yedi yılda bir yapılan plan. İki
yasama döneminden beri ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim, ilk defa plan
yapıyoruz. Ve bu planın konuşmaları hangi akılla ya da
hangi cin fikirli grup başkan vekilinizin aklıyla pazartesiye konuluyor?
Hani, CHPnin verdiği gensoru vardı, onu da götürüp iki defa cumaya
koymuştunuz, arkadaşlarımız geri almıştı.
Maşallah, sizi tebrik ediyorum, plana falan hiç ihtiyacınız yok.
Ya biz burada
konuşuyoruz, kaç kişi dinliyor Sayın Bakanım? Az önce bir
iki bakanımız vardı, şimdi biri kalmış. Bütün
Hükûmetin bakanlarının ilgi alanlarıyla ilgili konular var
mı? Var. Bütün Türkiyeyi ilgilendiren konular var mı? Var. Ee, onlar
duymasa da olur. Yarın on beş-yirmi dakika, otuz dakika, kırk
dakika burada oyları sayacağız, onları sayarken böyle
televizyon buradan gösterecek, boş boş dolaşacağız,
onlar önemli bir şekilde yayınlanacak ama bir kalkınma
planını, ülkenin önümüzdeki beş yılında yol gösterici
olması gereken, amacında söylediği gibi, bir planı
maalesef
Sitemlerimi sunuyorum, teessüflerimi sunuyorum. Böyle bir şeyi
kim düzenlediyse bu planın hiç önemli olmadığını,
kâğıtta kalacağını baştan zaten deklare
etmiş oluyorsunuz. Onun için, kimse kimseyi kandırmasın.
Şimdi burada
az önce konuşurken Sayın Bakan da planın gerekliliğinden
bahsetti Serbest piyasa ekonomisinde de plan olur. dedi, Sayın
Şandır da Planın vizyonu ve felsefesi eksik. dedi.
Değerli arkadaşlar, burada sadece 2023e ilişkin birkaç rakam
var, vizyonu bırakın, herhangi bir stratejisi yok ki. Buraya koyduğumuz
şey birkaç tane değerlendirme ve rakamsal hedeften ibaret. Siz bunun
gereğini buraya koymadıktan sonra, gereken önemi plana vermedikten
sonra başkalarının bu plana önem vermesini nasıl
beklersiniz, gerçekten anlayamıyorum. Yani, tamam Serbest piyasa
ekonomisiyle çelişmiyor, planlama yapılması lazım. Güzel
söylüyor Sayın Bakan, tespit doğru. Hele hele, dünyada yaşanan
kriz, bundan sonraki yaşanan tartışmalar, kapitalizmin sonu mu
diye yapılan tartışmalar
Krizin nedeni üzerinde
baktığımız zaman, evet, krizin temelinde, kuralsız,
vahşi kapitalizmin aşırı kâr hırsından
kaynaklanan ve aynı zamanda da düzenleme, denetim eksikliğinden
kaynaklanan bir menkul kıymetleştirme vardı; hâlen daha
farklı bir versiyonunu siz faiz lobisi diyerek ortaya sürüyorsunuz ama
tam ne dediğiniz de belli olmuyor.
Burada söylemeye
çalıştığım şey şu: Böyle bir gerçek var,
evet. Peki, bundan çıkış yolu ne? Yani Planda bir felsefe yok.
dedi Sayın Şandır, Sayın Bakanım da söylüyor ama
baktık içerisine -Komisyonda da ifade ettim- orada bir vizyon bölümü
vardı, çıkmış -içindeki paragrafa bakınca aklıma
geldi- muhalefet şerhimizde de okursanız içerisinde kısaca
değerlendirdik, orada 2023 stratejisinden bahsediyor. Adını her
ne kadar Sayın Başbakan defalarca kullansa da acaba bir
kıskançlık mı var diye bakıyoruz. Az önce diğer
muhalefet partisinden arkadaşlarımız da değindiler, o
strateji, uzun vadeli strateji 2001-2023tü, cumhuriyetin 100üncü
yılına kadar olan sürede yapılması gerekenleri,
alınması gereken önlemleri anlatan bir vizyon vardı. Şimdi,
bu vizyonu herhâlde oradan kaldırmak için komple vizyon bölümü
çıkarılmış gibi geliyor bana. Birtakım
çalışmalarda bunlar belki daha önce kullanıldı, siz de
taklit ettiniz ama bugün bunun gereğinin yapıldığını
söylemek mümkün değil.
Burada ne
lazımdı? Tam tersine, küreselleşmeye karşı sosyal
boyutu olan, sosyal kesimleri dikkate alan bir karşı duruş
gerekiyordu, böyle bir program yapılması gerekiyordu. Biz Milliyetçi
Hareket Partisi olarak parti programımızda da, seçim
beyannamelerimizde de hep akıllı devlet, hadim devlet dedik, yani
insan odaklı dedik. Sayın Elvan insan odaklı diyor ama
insanların haber alma özgürlüğünü dahi burada engelliyorsunuz.
VEDAT DEMİRÖZ
(Bitlis) Gidiyor, gidiyor.
MEHMET GÜNAL
(Devamla) Gidiyor mu
Neyse duydu o, en azından duyması önemli, arkasından
konuşmuş olmayalım.
İnsan
odaklı diyorsunuz. Temel şey ne? Temel hak ve özgürlüklerde haber
alma özgürlüğü değil mi? Peki, neyini duyacak? İnsanların,
beş yıl boyunca, yapacağınız,
uygulayacağınız planları, politikaları buradan
duyması lazım değil mi? Bizim eleştirilerimizi duyması
lazım değil mi?
Temel ve hak ve
özgürlükler diyorsunuz, planın en zayıf bölümü orası; sadece
bir anayasa değişikliği ile sivil toplum kuruluşları
ve ESKya ilişkin bir şey var. Onun da hemen arkasında zaten bir
bölüm var, dostlar alışverişte görsün, bir de o bölümü
koymuş olalım diye koymuşsunuz. Başka hiçbir şey yok,
içine bakın, elinizde varsa plan bakın. Böyle bir değerlendirme
olması gerçekten çok önemsiz görüldüğünü gösteriyor planın.
Olması gereken, sadece önümüzdeki 2023e kadar olan stratejiyi değil,
sonrasında, 2053te, Türkiyenin süper güç olmasını
sağlayacak daha uzun vadeli bir stratejiyle yeniden
karşımıza gelmeniz gerekirken 2023 hedefleri bile gitmiş
yani Türkiye merkezli yeni bir medeniyet dediğimiz veya Türk-İslam
medeniyetinin ihyası dediğimiz bir felsefeyle bunun temelini atacak
önümüzdeki beş yılla gelseydiniz, burada güzelce
tartışsaydık, dediğiniz gibi katılımları
sağlasaydık, önümüzü görmek açısından bizler de sizlere
destek olsaydık ne güzel olurdu değil mi ama buradaki
tartışmaların bile millet tarafından izlenmesini
engelleyince ne kadar katılımcı olduğumuz ortaya
çıkmış oluyor. Biz, hep onu savunuyoruz, başka türlü,
yeniden ilme, akla önem veren bir strateji ortaya koymadan, uzun vadeli bir
program ortaya koymadan, bu hedeflerin hiçbirisinin sözde kalmasından
kurtulmak mümkün değildir.
Şimdi,
ekonomik kısımlarına bakıyoruz
-arkadaşlarımız çiziyor- daha önceki planlar makroekonomik
çerçeveyle, durum tespitiyle başlıyordu Sayın
Çavuşoğlu, siz onlara bakmamış olabilirsiniz ama onlarda
vardı, burada yok. Neden? Neden? diye düşünüyorum şimdi,
tabii, bu krizden dolayı biraz utangaçlık var gibi yani krizden
dolayı bir utangaçlık var gibi, baştan çıkarmış
arkadaşlarımız, durum tespitini yapmaları biraz zor. Öyle
olunca Ne yapalım? Burası sıkıntılı, bunu
çıkaralım. demişler. Başka türlü bir izahını
bulamıyoruz.
Arkadaşlar,
bölümün başlığı, adı Yüksek ve istikrarlı
büyüme, sizin insafınıza sunuyorum. Yani Sayın Demiröz,
şimdi söylüyorum bakın, yüzde 5,5 ortalama büyüme. Bölümün adı
İstikrarlı yüksek büyüme. Ya, yüzde 5,5 yüksek bir büyüme
hızı mı? Ha, bugünkü krize göre bakarsanız, 2ye, 3e göre
evet ama yüksek büyüme diye bir şey
Geçmiş planların
ortalamasına bakın, Türkiye'nin -sizin de katıldığınız-
2023teki lider ülke hedefine ulaşması için minimum yüzde 7 ortalama
bir büyüme gerçekleştirmesi gerekiyor, yıllık en az 700-750 bin
istihdam yaratması gerekiyor. Şimdi, bunları yapmadıktan
sonra oraya adını yüksek yazmışsınız, ortalama,
o da çok iyimser yüzde 5,5
Gerçekçi yapmamız lazım bu planları.
Onun için, yani bu şekliyle yapma şansımız yok.
Yine,
İthalata bağımlılığı
azaltacağız. diyorsunuz, az önce arkadaşlarımız da
değindi. Plan döneminde yaklaşık yüzde 10luk Türk
lirasında değerlenme öngörülüyor. Şimdi, bu politikayla zaten
devam edersek, bu kur rejimiyle devam edersek ithalata
bağımlılığı azaltma şansımız yok,
defalarca bu kürsüden de, Komisyonda da söyledim, günah keçisi aramaya da gerek
yok, kur rejimiyle kur politikasının farkını
Sayın
Bakana da yukarıda dedik ki: Hükûmet sizsiniz, bahane aramayın,
faiz lobisi diye suçlu da aramayın, gelin, burada değiştirin
kur rejimini, Merkez Bankası da rahat etsin, siz de rahat edin. Türkiye
gibi piyasalarında derinlik ve genişlik olmayan, az miktarda
işlemlerle manipülasyonların yapılabildiği piyasalarda
bunun geçerliliği yok. O zaman dışarıya
bağımlı oluyoruz, ihracatımız da,
yatırımımız da, üretimimiz de ithalata
bağımlı oluyor. Bunun yolu belli ama
kulağımızı oradan buradan gösterip bahane
aramamızın bir anlamı yok.
Burada önemli bir
şey, yine söyledim, turizmle ilgili birkaç temenni dışında
bir şey göremedim. İsterdim ki bu 25 tane dönüşüm
programı dedikleri yerlerden bir tanesinde de turizmle ilgili bir program
olsun. Antalya milletvekili olarak beş yıldır, altı
yıldır Turizm çerçeve kanunu çıksın. diye söylüyorum.
Sayın Çavuşoğlu demin söz atıyordu ama şimdi burada da
onun desteğini istiyoruz hep beraber. Beş yıldır Mevcut
hâliyle çıksın. dedim Sayın Bakana Hiç itiraz etmiyorum,
getirin, bir çıksın, sonra düzeltiriz. diye ama burada hani bu
programlardan bir tanesinin de turizmde olmasını Sayın Bakana
söylemiştim ama o da olmadı.
Burada eksiklerden
bir tanesi de: Şimdi, Sayın Elvan üstüne basa basa nitelikli insan,
insan odaklı dedi. Bakıyorum, 25 tane dönüşüm alanı var,
içinde eğitim yok. Yani hem nitelikli insan
Nitelikli insan sözü de
aslında doğru değil, nitelikli iş gücü dememiz
lazım; insanların hepsi niteliklidir, Allahın
yarattığı şekliyle insan niteliklidir zaten ama
tanımlarda galiba bir şey olmuş ki nitelikli iş gücü
diyoruz biz ona. Yani, kalifiyesini artırmak, birtakım mesleki
beceriler kazandırmak, ona itirazımız yok ama burada bir
tanım var. Peki, onun nitelikli iş gücünün veya insanın refah düzeyiyle
ilgili temel şey ne? Eğitim. Bakıyoruz, eğitimle ilgili de
dönüşüm programı yok.
VEDAT DEMİRÖZ
(Bitlis) Var
MEHMET GÜNAL (Devamla)
Hayır, hayır, 25 tane temel reform alanları var, onu
söylüyorum. Yani, Komisyonda da söyledim, arkadaşlarımız galiba
onu çıkarmışlar, temel politikalarla ilgili kısımda
Bir dönüşüm programı uygulanacaktır. diyor zaten ama bir
şey olmuş yani uygulanacak dönüşüm programı ortadan
kaybolmuş. Dolayısıyla, sağda solda suçlu arayarak bu
iş olmaz arkadaşlar. Faiz lobisine kabahat bularak, Merkez
Bankasına kabahat bularak bu ekonomik, sosyal konuları çözme
şansımız yok. Sorumluluğu alıp yapısal önlemleri
alacak birtakım çalışmalar yapılması gerekiyor ama
plana verilen önemle beraber planın içeriğinin de ne kadar yetersiz olduğunu
burada bir kez daha sizlerin dikkatine sunmak istedim. Yoksa, bütün
yaşananları tutup, bir ara Merkez Bankası Başkanına,
şimdi de dönüp -daha önce frenciler, gazcılar
tartışmasında olduğu gibi- faiz lobisine yıkarak
sorumluluktan kurtulmaya çalışmanın bir anlamı yoktur.
Varsa bir faiz lobisi -kurumlar araştırıyor, SPK
araştırıyor- İMKBde varsa bir şey, Merkez
Bankasında varsa bir şey Sayın Başbakan hepsini
araştırmakla yükümlüdür. Bunları bulup, suçluları ortaya
çıkarıp gereğini yapmak da Hükûmetin görevidir diye
düşünüyorum.
İnşallah,
2023 yılında lider ülke olmamızı sağlayacak
politikalara vesile olur diyorum ama pek umudum olmadığını
da belirterek hayırlı uğurlu olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, birleşime saat 20.00ye kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.07
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
İkinci bölüm
üzerinde söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Faik Öztrak,
Tekirdağ Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım.
Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Devlet Planlama Teşkilatından yetişmiş
biri olarak bir planın hazırlık sürecinin ne kadar zor ve emek
gerektiren bir iş olduğunu bilirim. Bu nedenle, Onuncu Kalkınma
Planının hazırlığında emeği geçmiş tüm
arkadaşlarıma, bürokrat ve akademisyenlere, sivil toplum
temsilcilerine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, bir kalkınma planının başarısı,
dünyadaki genel eğilim ve gelişmeleri doğru okumasına,
varsayımlarının bu genel eğilimleri en gerçekçi
şekilde yansıtmasına ve güçlü bir tutarlılık
çerçevesinin olmasına bağlıdır.
Onuncu Plan çok
önemli bazı küresel gelişmeleri dikkate almamıştır.
Ben Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım konuşmalarda
bunların bir kısmına işaret ettim. İlk olarak Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Birliği arasında yürütülen Serbest Ticaret
Anlaşması görüşmelerine bu planda yer verilmemiştir.
Dünyadaki katma değerin yüzde 40ını oluşturan ve
yaklaşık 1 trilyon dolarlık dış ticaret hacmi olan
ülkeler grubu arasındaki bu yeni düzen
tüm ekonomileri etkileyecektir. Kaldı ki, Avrupa Birliği ile
gümrük birliği ilişkisine sahip olan Türkiye'nin müzakere sürecinin
dışında kalması hâlinde ciddi bir bedel ödeyeceği
açıktır. Plan bu gerçeği dikkate almamıştır.
Bürokrasimiz, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri
arasındaki ticaret görüşmelerinin önümüzdeki iki buçuk yılda
tamamlanacağı gerçeğini dikkate alarak bu anlaşmanın
ekonomimiz üzerindeki olası etkilerine derhâl
çalışmalıdır. Hükûmet de Avrupa Birliği ve Amerika
Birleşik Devletleri arasında yürüyen bu müzakerelerin
dışında kalmamalı, eş zamanlı olarak müzakerelere
dâhil olmanın yollarını bulmalıdır. Bir defa daha
tekrarlıyorum: Bu anlaşma sürecinin dışında
kalmanın veya gecikmenin ekonomiye ve insanımıza bedeli yüksek
olacaktır.
Planda dikkate
alınmayan bir diğer önemli husus ise küresel krizle birlikte emek
yoğun sektörlerin Asyadan gelişmiş ekonomilere yani ana
ülkelerine, ana vatanlarına geri dönmeye başlamalarıdır. Bu
da oldukça önemli bir gelişmedir ve küresel üretim ve değer
zincirlerinde yeni bir yapılanmanın işaretlerini vermektedir.
Sadece bir örnek vereyim: Amerika Birleşik Devletlerinin en büyük beyaz
eşya üreticisi General Electric Çinde faaliyet gösteren beyaz eşya
fabrikasını kapatarak üretimini Amerika Birleşik Devletlerine
geri taşımıştır. Bu küresel gelişmeleri biz de
doğru okumalıyız.
Son on yılda
ülkemizde izlenen büyüme stratejisi, sanayi ve tarım başta olmak
üzere dış ticarete açık sektörlerimizi tasfiye etmiştir.
Planın mevcut kurgusunda bu sektörlere yönelik söylemlerde küçük
değişiklikler olsa da eski anlayışın hâlen
sürdüğünü görüyorum. Genç nüfusa sahip ülkemizin, sanayi ve
tarımını tasfiye etme lüksü yoktur. Bu sektörlerin büyümenin
çekici gücü olma özelliğini, istihdam ve katma değer yaratma
imkânlarını sonuna kadar kullanmalıyız.
Yine, planda
dikkate alınmayan bir diğer gelişme, bir ayı
aşkın bir süredir uluslararası piyasaları sallayan Amerika
Birleşik Devletleri Merkez Bankasının, bedava para döneminin
sonuna gelindiğine yönelik açıklamalarıdır. Ekonomiden
sorumlu bakanlar Bunlar beklenen gelişmelerdir. diyerek işin
içinden sıyrılmaya çalışmışlardır. Bunlar
beklenen gelişmelerse plan hazırlanırken bu gerçeği neden
dikkate almadınız Sayın Bakanlar? Bunları dikkate
almış olsanız, süreci iyi yönetseniz Türkiye diğer
piyasalardan daha fazla sarsılır mıydı, dolar kuru
1,95lere kadar sıçrar mıydı?
Bakın, bugün
geldiğimiz noktada dolar kuru 1,90ların üzerine yerleşti.
Peki, 2018 için
planda öngörülen dolar kuru nedir? 1,97 Türk lirası, 1,97 Türk lirası
yani dolar kuru 2018e kadar neredeyse mevcut düzeyinde kalacak, Türk
lirası değeri şişmeye devam edecek.
Peki, değeri
şişirilmiş bir Türk lirasıyla, üreticimiz, çiftçimiz, sanayicimiz
nasıl rekabet edecek, ihracatımız nasıl artacak, Türkiye'yi
ithal mallarının cenneti olmaktan nasıl
çıkaracağız? Cari açığın millî gelire
oranını yüzde 6,5tan beş yılda yüzde 5,8e nasıl
düşüreceğiz? Bunu düşürsek bile yeni küresel likidite koşullarında
bu açığı nasıl finanse edeceğiz? Şişkin Türk
lirasıyla tüketimi kısıp yurt içi tasarrufları nasıl
artıracağız? Planda hedeflenen tarım ve sanayi gibi küresel
rekabete açık sektörlerdeki büyümeyi nasıl yapacağız?
İşsizliği nasıl düşüreceğiz?
Arkadaşlar,
tahkimatta yapılan tek bir hata tüm savaşı kaybettirir.
Bakın, planın tek bir parametresinde yapılan hata planın
temel amaçlarını nasıl işlevsiz kılmakta, plan
hedeflerini nasıl geçersiz hâle getirmektedir.
26 Haziran
tarihinde, Uluslararası Finans Enstitüsü, bizim gibi ekonomilere gelecek
sermaye akımlarına ilişkin tahminlerini açıkladı.
Enstitü, 2014te gelişen ekonomilere gelecek paranın 2009dan bu yana
en düşük seviyesine ineceğini öngörüyor. Tabii, 2009un dünyada kriz
yılı olduğunu sizlere hatırlatmama gerek yok.
Ben, uzunca bir
süredir, küresel sermaye hareketlerinde bir yavaşlama olması hâlinde
Türkiye'nin bundan çok ciddi şekilde etkileneceğini söylüyordum.
Şimdi aynı şeyleri Uluslararası Finans Enstitüsü de
söylüyor. Enstitü, Amerika Birleşik Devletlerinin bedava paraya son
vermesi hâlinde bundan en çok etkilenecek ekonomilerin başında
Türkiyeyi sayıyor. Daha geçtiğimiz ay benzer bir uyarıyı
üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı (OECD) da yapmıştı. Hükûmet planda bu uyarıları
nedense hiç dikkate almamış ve likidite bolluğunun önümüzdeki
beş yılda da aynen devam edeceğini öngörmüş.
Bakın, ben
uzunca bir süredir Türkiyenin dış borçlarının risk
algısını arttırdığını söylüyordum. Ben
Türkiyenin dış borçları yüksek, bunlar başımıza
dert olur. dedikçe iktidar sıralarından Artan borç özel kesimin,
risk de özel kesimin. sesleri yükseliyordu. Geçtiğimiz haftalarda Dünya
Bankası küresel beklentiler raporunun sonuncusunu açıkladı.
Raporun 27nci sayfasında Bir ülkenin ödeme riski sadece genel devlet
borcuyla sınırlı değildir. Asya krizinde gelişen
ekonomilerde, son finansal krizde gelişmiş ekonomilerde olduğu
gibi, özel sektörün borçları çok hızlı bir şekilde kamu kesiminin
sorunu olmaktadır. deniyor. İşte, bu nedenle Türkiye en riskli
ülkeler kategorisine giriyor.
Değerli milletvekilleri, bir plandan beklenen en
önemli görev, Hükûmetçe belirlenmiş amaçlar doğrultusunda toplumun
önüne bir vizyon ve iddia koymasıdır. Önümüze gelen bu metnin en
büyük eksikliği de bence budur. AKP Hükûmetinin önümüzdeki beş
yıl için topluma sunacak ne bir vizyonu ne bir iddiası ne de bir ufku
vardır. Tersine, açıklanan bu metin AKPnin on yıldır
izlediği politikaların iflasının ilanıdır.
AKPnin on yıldır sürdürdüğü, üretimi değil rant ve spekülatif
kazancı önemseyen, vatandaşın gelirini değil borcunu
artırmayı öngören, ekonomiyi sıcak paraya mahkûm eden, reel
sektörü değil finansı gözeten, orta sınıfı yok ederek
gelir dağılımını bozan, kitleleri tüketime yönlendiren,
bu şekilde sanal bir zenginlik algısı yaratarak toplumu aldatan
strateji ve politikalarının artık sonuna gelinmiştir.
AKPnin Türkiyeye söyleyecek yeni bir sözü kalmamıştır.
İktidar ciddi bir açmaz içindedir. Söyleyeceği her yeni söz, AKPnin
geçmiş on yılını ve politikalarını inkâr etmesi
anlamına gelmektedir.
Peygamberimizin
Aslını inkâr eden bizden değildir. milletimizin de
Aslını inkâr eden haramzadedir. dediği düşünülürse AKP
Hükûmetinin sıkıntısı sadece bu cihanda değil iki
cihanda da büyüktür arkadaşlar. Bir hükûmet, kendini ve on
yıllık icraatını nasıl inkâr eder? Kendiyle nasıl
çelişkiye düşer? Bunu size rakamlarla anlatayım.
Bugün, Türkiye
dünyanın en büyük 17nci ekonomisidir, satın alma gücü paritesine
göre ise 16ncı büyük ekonomisidir. Aslında bu noktaya Türkiye, AKP iktidarından
çok önce gelmiştir. Türkiye, aynı ölçütlerle 1987de dünyanın
en büyük 14üncü ekonomisiydi. Bunları hatırlatmalıyız ki
kendini her şeyin başı ve sonu zanneden Sayın Başbakan
doğruları bilsin.
Bakın,
Başbakan Türkiyeyi ilk on ekonomi arasına sokacağını
2011 seçimlerinde taahhüt etmiyor muydu? Ediyordu. Bugün, hâlen Başbakan
bunu tekrarlamıyor mu? Tekrarlıyor. Bunun için Türkiyenin her
yıl istikrarlı bir şekilde büyüme basamaklarını
tırmanması ve rakiplerini birer birer geçmesi gerekiyor. Hükûmet,
plan döneminin sonunda, 2018 yılında 1,3 trilyon dolarlık bir
gayrisafi yurt içi hasıla öngörmüş. Bunu, IMFnin aynı dönemdeki
küresel tahminleriyle kıyasladığımızda, Türkiyenin
küresel ligde 2018de de 17nci sırada kalmaya devam edeceği
anlaşılıyor. Yani Türk lirasındaki olağanüstü
şişmeye rağmen bu plan dengeleriyle Türkiye, bir arpa boyu bile
yol gidemiyor, olduğumuz yerde çakılıp kalıyoruz.
Satın alma gücü paritesine göre de baksak tablo yine değişmiyor.
Türkiyenin önümüzdeki beş yılda 16ncı sırada
çakılıp kalacağı anlaşılıyor.
Arkadaşlar,
küresel yarışta yerinde sayan bir ekonomi yarışı
kaybediyor demektir. Bu dengelerle ve politikalarla Türkiyenin önümüzdeki
beş yılı kayıptır. Türkiye, mevcut AKP
paradigmaları ve politikalarından vazgeçmediği sürece ilk on
ekonomi arasına giremeyecektir, vatandaşına hak ettiği
refahı sunamayacaktır. AKPnin on yıldır
uyguladığı üretmeden tüketme, kazanmadan harcatma,
yaratılan açığı da borçlanarak kapattırma
politikalarının bedelini Türkiye bugün küresel yarıştan
koparak ödüyor.
Değerli
milletvekilleri, son on yıldır izlenen ekonomi politikaları
Türkiyeyi üretimden hızla uzaklaştırdı. Bakın, son on
yılda ekilen tarım alanı 3,4 milyon hektar geriledi, çiftçi, 6,5
İstanbul büyüklüğündeki tarım alanını ekemez oldu.
Tarımda kendi kendine yeten Türkiye artık karnını doyurmak
için Arjantinden mısır, Ukraynadan buğday, Şiliden angus
ithal eder hâle geldi. AKP iktidarı cumhuriyet tarihinde ilk defa saman
ithal edip bunu bir de törenle besiciye dağıttı. Türkiye, bu
iktidar elinde, kendi samanını bile üretemez hâle düştü. Yem
fiyatına yetişemeyen besicinin bakamadığı besisine
hükûmet kararnameleriyle kesme yasağı getirildi. AKP Hükûmetinin
elinde üreticinin de, üretimin de bereketi kaçtı.
AKP hükûmetleri
elinde Türkiye'nin sanayi tabanı da hızla aşındı.
1998den 2012ye, Türkiyede sanayi katma değerinin millî gelir içindeki
payı 6 puan düşerek yüzde 22ye indi. İlk 10a girmek için
yarıştığımız Malezyada bu pay yüzde 42den yüzde
44e, Taylandda yüzde 40tan yüzde 45e, Çinde ise yüzde 45den yüzde 48e
yükseldi. Türkiye dünya sanayi liginden düşerken rakiplerimiz bizi geçti.
Küresel
araştırma enstitülerinden McKinseyin geçtiğimiz aylarda
yayımladığı araştırmaya göre, Türkiye 1990larda
dünyanın en büyük 13üncü, 2000de en büyük 15inci imalat sanayisi
üreticisi iken 2010da, artık, ilk 15de yer almıyor.
Sanayimizin rekabet
gücündeki erimeyi, yaptığımız ihracatın teknoloji
yoğunluğundan da anlamak mümkün. 2002de toplam ihracat içinde ileri
teknoloji ürünlerinin payı yüzde 6,2 iken, 2011de bu oran yüzde 2,8e
düştü. Türkiye AKP iktidarı elinde yükte ağır, pahada hafif
ürünler ihraç eder hâle geldi. İşte bu tabloyu yaratan AKP
iktidarı bugün getirdiği Onuncu Planda sanayileşmenin
öneminden, yüksek teknolojili ürün ihracatını artırmaktan dem
vuruyor. On yıldır bu ülkede başka bir parti iktidardı,
başka birileri başbakandı da biz mi fark etmedik
arkadaşlar? Biz Hükûmeti on yıldır uyarmaya çalışıyoruz.
CHP sanayi ve tarım dedikçe AKP AVM ve rezidans dedi. Biz Cari
açık rekabet gücünün erimesidir. derken, AKP ve Başbakan Finanse
edildiği sürece cari açık sorun değildir. dedi. CHP Türkiye'yi
dünyanın üretim üssü yapacağım. derken Başbakan
Türkiye'yi dünyanın alışveriş ve perakende ticaret üssü
yapacağım. dedi. Başbakan millete verdiği pek çok sözü
tutmadı, pek çok konuda gömlek değiştirdi, dün ak
dediğine bugün kara; dün kara dediğine bugün ak dedi ama
doğrusu bu AVM ve rezidans konusundaki dik duruşunu Gezi
Parkına kadar hiç bozmadı. Başbakan AVM ve rezidans
aşkı uğruna milletin biber gazıyla
boğulmasını, polis copu altında kalmasını ve
TOMAlardan sıkılan kimyevi sularla ıslatılmasını
alkışladı. Halkına karşı bunu yapanlara destan
yazdınız dedi. Millete çapulcu, ayyaş ve ağzıma
alamayacağım pek çok hakaret ve iftira ile diklendi ama millet de
Başbakana karşı dik durdu. Başbakan sonunda Taksime AVM ve
rezidans projesinden şehir müzesine ricat etti.
Değerli
milletvekilleri, bakın, Başbakanın AVM ve rezidans
aşkı Türkiye'yi sanayi süper liginden düşürdü ama aynı
aşk, geçtiğimiz yıl Türkiye'yi dünya AVM ve
alışveriş liginde 14üncü sıraya çıkardı. Bu
haberler yandaş basın tarafından millete âdeta müjde olarak
verildi. Şimdi, AKP Hükûmeti ve Başbakan on yıllık
icraatını ve AVM ve rezidans aşkını inkâr ederek bu
plan döneminde sanayileşmenin hızlandırılmasından
bahsediyor. Hükûmetin bu hâline güler misiniz yoksa milletin böyle bir Hükûmet
tarafından yönetilmesine ağlar mısınız? Artık,
kararı siz vereceksiniz.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin on yıllık uzun bir uykudan sonra
farkına vardığı bir diğer gerçek Türkiye'nin sahip
olduğu demografik fırsat penceresidir. Planda uzun uzun bu pencerenin
öneminden ve 2030dan sonra bu pencerenin kapanacağından
bahsediliyor. Bugün, Türkiyede iş arayan her 5 gençten 1i işsiz.
Genç işsizler ordumuzun mevcudu bu yılın mart ayı
itibarıyla 844 bin kişiye ulaştı. Bu, sahip olduğumuz
demografik fırsat penceresini kullanamadığımızı
açıkça gösteriyor. Oysa, Türkiye, genç nüfusu başta olmak üzere
çalışmak isteyen vatandaşlarımızı istihdama koşabilse,
kişi başına millî gelirini çok daha hızlı
artıracak ve kalkınma yarışında yukarılara
çıkabilecek.
Değerli
milletvekilleri, bakın, 2012 itibarıyla 75 milyonluk Türkiye
ailesinin sadece 25 milyon ferdi çalışmış ve 786 milyar
dolarlık gelir yaratmıştır, yani her 3 kişiden 1i
çalışmış ve ortaya 786 milyar dolarlık bir gelir
çıkarmıştır. Yaratılan bu gelir tüm aile yani 75
milyon tarafından paylaşılmış ve 2012de her bir aile
ferdi başına düşen gelir 10.504 dolar olmuştur. Türkiyede
istihdam edilenlerin oranı yüzde 45 oysa bu, Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)
ortalamalarına yani yüzde 65e getirilebilseydi, Türkiyede kişi
başına gelir 15 bin dolar düzeyine gelecekti. Bu yitirdiğimiz on
yılda, bir de çalışanlarımızın verimliliğini
artıracak, eğitim başta olmak üzere, yapısal reformlar
yapılabilseydi, Türkiye, işte, o zaman sıçrayacak ve rakiplerini
bugün birer birer geçecekti.
Oysa, bugün,
gençlerimizi iş sahibi yapamadığımız gibi onlara iyi
bir eğitim de veremiyoruz. 25-64 yaş arasındaki nüfusun yüzde
69u lise seviyesinin altında eğitime sahip. OECDde aynı oran
yüzde 26. Çalışacak nüfusun çok büyük bir bölümü lise altı
eğitimle iş yaşamına tutunmaya çalışıyor.
Türkiyede
eğitimin kalitesi de tartışmalı. OECDnin PISA
sonuçlarında Türkiye son sıralarda âdeta hapsoldu.
Gençlerimizi iyi
eğitemezsek nasıl bilgi toplumu oluruz? Dünya standardında katma
değer yaratan iş gücüne nasıl sahip olabiliriz? AKP, son on
yıldır bu alanlarda hiçbir iyileşme sağlayamadı. Son
on yıldır, Hükûmet aynı Hükûmet, ama her millî eğitim
bakanıyla eğitim sistemi sil baştan yazıldı. En son,
4+4+4 sistemi âdeta Millî Eğitim bürokrasisinden ve bakanlardan
kaçırılarak bizzat Başbakanın talimatıyla doğru
dürüst tartışılmadan yasalaştırıldı.
Bakın, bugünkü gazetelerde Millî Eğitim
Bakanlığının 60-66 aylık çocukların sisteme uyum
sorunları konusundaki tespitlerine yer verilmiş.
Bakanlığın şimdi tespit ettiği sorunları biz size
o gün söylemiştik. Okulların fiziksel koşullarının bu
sisteme uygun olmadığını, uyum sorunları
olacağını tek tek anlatmıştık ama Başbakan
çıktı, tek başına, çocukların kaç yaşında
okula gideceğine karar verdi. Şimdi, geldiğimiz noktada
okullarda minderli eğitime geçiyoruz. Şimdi, bu
yanlışları yapan AKP Hükûmeti çıkmış, on
yıldır kullanmadığı demografik fırsat penceresini
hem nicelik olarak kullanacağından hem de beşerî sermayenin
niteliğini artıracağından söz ediyor. Değerli
arkadaşlar, on yıl sonra bunları diyen bir iktidara akşam
yemeğinden sonra günaydın derler.
Değerli
milletvekilleri, AKP iktidarı planda Nitelikli İnsan Güçlü Toplum
başlığı altında çok güzel sözler söylüyor, insan için
ve insan ile beraber kalkınma anlayışından bahsediyor.
Bunlar, elbette çok güzel sözler, bunları yazan bürokrat
arkadaşlarımı kutluyorum ama insan odaklı kalkınma
anlayışını üretecek bir iktidarın ülkedeki
farklılıklara saygı duyması gerekir. Toplumu yüzdelik oy
dilimlerine bölen, Yüzde 50yi evinde zor tutuyorum. diyen, milleti
kutuplaştıran, Ayaklar baş olmaz. diyerek demokratik talepleri
küçümseyen bir zihniyette kapsayıcı, istikrarlı ve insan
odaklı bir büyüme asla sağlanamaz.
Aynı
zihniyetle gelir dağılımı da düzeltilemez. Bakın
Forbes dergisi açıkladı, 2012 itibarıyla Türkiye'deki dolar milyarderlerinin sayısı 43
kişi, Japonyadaysa aynı dönemde dolar milyarderlerinin
sayısı 22 kişi. Japonyanın toplam millî geliri Türkiye'nin
7,5 katı ancak Türkiye'deki dolar
milyarderlerinin sayısı Japonyanın 2 katı. İnsan
odaklı bir ekonomide böyle bir tablo asla ortaya çıkmaz değerli
milletvekilleri. Bu rakamlara baktığımızda, AKP
iktidarının yoksullukla mücadelede bize benzer ekonomiler kadar
başarılı olamadığını da açıkça
görüyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin getirdiği bu metnin en eğlenceli yeri
belki de kurumsal kalitenin artırılmasına yönelik kısımlarında
yer alıyor. Bir ülkede çocukların kaç yaşında okula
gideceğinden ailelerin kaç çocuk yapacağına kadar, köprü ve
otoyolların güzergâhından hangi mahalleye kaç kata bina yapılacağına
kadar, vatandaşları partisine, mezhebine göre fişletip kamu taşınmazlarının
kimlere kiraya verileceğinden satılacağına, kamu
ihalelerini kimin alacağına kadar memleketteki her karar tek bir
adamın ağzına bakıyorsa bu ülkede kurumsallaşmadan ve
kurumsal kaliteden bahsedebilir miyiz? Bir ülkede Başbakan hem jinekolog hem
pedagog hem jeolog hem mimar hem mühendis hem ekonomist olabiliyorsa o ülkede
ne kurumsallaşmadan ne iş bölümünden ne de kurallı bir
demokrasiden söz edebiliriz. O ülkede olsa olsa keyfî tek adam rejiminden söz
ederiz. (CHP sıralarından alkışlar) Bugün Türkiyenin genel
manzarası tam da bunu göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, bugün bu ülkenin en önemli
kırılganlığı giderek otoriterleşen
Başbakanıdır. Başbakan, iktidarda 10uncu yıl
hastalığı olarak da bilinen hubris sendromuna
yakalanmıştır. İktidarda uzun süre kalan liderin artan
kibri, yani hubrisi liderin sağlıklı karar almasını
engeller. Bu hastalığa yakalanan lider eleştiriyi kabul etmez,
en yakın arkadaşlarını bile dinlemez. Liderin
yaşadığı bu güç kirlenmesine hubris sendromu denir. Bu
hastalığa yakalanan lider örneklerini dünyada görmek mümkün
değerli arkadaşlar. Amerika Birleşik Devletlerinde oğul
Bush, İngilterede geçenlerde vefat eden Margaret Thatcher buna örnek
olarak verilebilir.
Thatcher, 1979dan
1990a kadar on bir yıl iktidarda kalmış, bu dönem zarfında
seçim kaybetmemiş ancak yakalandığı bu illet Başbakan
Thatcheri koltuğundan etmiş. Kendisine en yakın olan
arkadaşları kibirli liderin yanından yavaş yavaş
uzaklaşmış, partisinin karşı çıkmasına
karşın kelle vergisinde ısrar edince de partisi koltuğu
Thatcherdan almış. Ne de olsa gerçek demokrasilerde kişiler
değil kurumlar önemlidir; gerçek demokrasilerde kişiler yolcu,
kurumlar hancıdır.
Değerli
milletvekilleri, bir liderin bu illete yakalanıp
yakalanmadığını bazı bulgulara bakarak teşhis
etmek mümkündür. Birkaçını paylaşayım, takdiri sizlere ve
millete bırakayım:
Bu
hastalığa yakalanan lider, dünyayı gücünü kullanarak kendini
yüceltebileceği bir yer olarak görür. Gezi Parkı olaylarında
vatandaşlara orantısız güç kullanma talimatını veren,
bunu da ödüllendiren bizzat Başbakan olduğunu söylersem herhâlde ne
demek istediğim çok daha iyi anlaşılacaktır.
Bu
hastalığa yakalanmış lider, kendisini başında
bulunduğu kurum veya devlet ile bir tutar. Başbakanın sürekli
benim valim, benim emniyet müdürüm, benim genelkurmay başkanım
ifadelerini sizlere hatırlatmak isterim.
Bu sendromu
yaşayan lider, kendisi için öteki olan grubu açıkça hor görür.
Başbakanın Gezi olaylarında millete yönelttiği çapulcu, ayyaş,
terörist, ayaklar ifadelerinin nedenini eminim ki şimdi daha iyi
anlıyorsunuzdur.
Bu hastalığa yakalanan lider,
milletine, iş arkadaşlarına ya da adalete karşı
değil sadece tarihe ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı
hesap verebilir olduğunu düşünür. Başbakanın Sincan mitinginde
Biz sadece Allaha hesap veririz. sözlerini normal bir demokraside kabul
etmek mümkün müdür? Kamusal bir hizmeti yerine getiren Başbakanın bir
usulsüzlüğü veya yanlışı varsa bunun hesabı sadece
mahşer gününe mi kalacak? Başbakan mahşer gününde elbette
kişisel kusur ve hatalarının hesabını yüce Allaha
verecektir. Biz Allah ve kul arasına girmeye çalışan
bezirgânlardan olmayacağız ama bu dünyada kamusal bir görev yerine
getirirken kul hakkı yediyse, halkını kin ve nefrete
düşürecek eylem ve sözlerde bulunduysa, toplumu
ayrıştırdıysa, polise kanuna uymayan emirler verdi ve polis
bunları uygulamaya zorlandıysa elbette bunu yapan adalete ve Türk
yargısına hesabını verecektir. Bundan kimsenin kuşkusu
olmamalıdır arkadaşlar.
Son olarak bu
hubris hastalığına yakalanan lider, aşırı öz
güvenin neden olduğu yanlış politikalarda ısrar eder,
kararlarının sonuçlarını düşünmez. Başbakan tek
bir cümleyle Gezi olaylarını durdurabilecek iken bunu ilk günden itibaren
yapmamıştır.
Başbakanın
kışkırtıcı yaklaşımına ekonominin kendi
kırılganlıkları yani rekorlar kıran cari açık,
döviz açık pozisyonu, kısa vadeli dış borç stoku ve
yetersiz döviz rezervleri de eklenince bizim piyasalarda durum daha da
vahimleşmiştir. Dışarısı Bernankenin
açıklamalarıyla bir zarar ederken, biz Başbakanın kibri ve
sıcak paracı ekonomik politikaları nedeniyle üç zarar ettik.
Arkadaşlar,
2002de kısa vadeli dış borç 16,5 milyar dolar, cari açık
622 milyon dolardı. Bugün kısa vadeli dış borç 115 milyar
dolar, cari açık ise 47 milyar dolar. Bunun sonucunda,
Başbakanın 135 milyar dolar diye övündüğü döviz rezervleri
yetersiz kalmıştır. 2002de her 100 dolarlık kısa
vadeli dış borç ve cari açık yani bir yıllık döviz
gideri karşılığında Merkez Bankası kasasında
166 dolar rezerv varken, şimdi 78 dolar kalmıştır ama
kısa vadeli borçları ve cari açığı görmemekte
ısrar eden Başbakan, yetersiz rezervlerle hâlen övünmeye devam
etmektedir.
Yine, 2002de bu
ülkenin döviz açık pozisyonu 85,5 milyar dolardı, şimdi 451
milyar dolar. Yani, her 10 kuruşluk devalüasyon, ekonomiye 45 milyar Türk
Lirası kur farkı yükü yüklüyor. Bunun önemli bir kısmı da
kısa vadeli yükümlülüklerden kaynaklanıyor. Bugün Türkiye benzer
ekonomilere göre daha çok dalgalanıyorsa, Amerika Birleşik
Devletlerinin parayı sıkılaştırmasından en çok
etkilenecek ekonomi olarak tanımlanıyorsa ardında işte bu
ekonomik kırılganlıklar da bulunmaktadır. İktidar ve
Başbakanı bunları görmezden geldi. AKPnin on yıllık
iktidarında ülkenin dış borçları, cumhuriyet dönemini,
kendinden önceki seksen yılda tüm iktidarların aldığı
dış borcu 2.5a katladı, 337 milyar dolara ulaştı ama
vatandaş borca batmışken 20 milyar dolarlık IMF borcunu
ödemekle övünen bir Başbakanımız var.
Derecelendirme kuruluşlarının Asya,
Rusya ve son krizlerdeki performanslarını unutup not
artışlarıyla gözü kamaşan, verilen hazine garantilerine
rağmen bir türlü finansmanı bulunamayan milyar dolarlık
projelerin şaşalı temel atma törenlerine aldanan Başbakan,
piyasaların bu tepkisini görünce şaşırdı kaldı.
Kendisinin sınır tanımaz kibrinin ve artık yer
kabuğuna sığmayan egosunun neden olduğu olaylar büyüdükçe
de yanlışının faturasını, ne olduğu
anlaşılamayan farklı kesimlere ciro etmeye
çalıştı. Daha geçtiğimiz yıl bu ülkeye 1 milyon dolar
getiren sıcak paracılara borsada 630 bin dolar, devlet
kâğıtları piyasasında 210 bin dolar kazandıran bu
Hükûmetti. Gezi olaylarından sadece bir ay önce, nisan ayında kamu
borç kâğıtlarına sıcak paracılar 9 milyar dolar para
yatırıp rekor kırmışlardı. Türkiye, 2012
yılında sıcak paracılara en çok kazandıran ülke
ödüllerini aldı. Yandaş medyada bunlar çarşaf çarşaf
yazdı ama sıcak para mayısta çıkmaya başlayınca,
Başbakan, iktidar olurken desteklerini almak için kadrolarını
yolladığı, sonra da kucakladığı sıcak
paracıları birden bire lobici ilan ediverdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin pek çok kırılganlığı
vardır, ancak en önemli kırılganlığı hubris
hastalığına yakalanmış bir Başbakan
tarafından yönetilmesidir. Böyle bir Başbakan idaresinde seçimlere
kadar geçecek birkaç yılda Türkiye ciddi bedeller ödeme riskiyle
karşı karşıyadır.
AKPnin ülkeye yapacağı en büyük iyilik,
İngiliz Muhafazakâr Partisinin Thatchera tanıdığı
onurlu çıkış imkânını kendi liderine tanıyarak
Başbakanın çıktığı yaz tatilini rahatça
sürdürmesine imkân sağlamasıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla
selamlıyor, Onuncu Kalkınma Planının memleketimize
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN İkinci bölüm üzerinde Adalet ve
Kalkınma Partisi grubu adına birinci konuşmacı Recai
Berber, Manisa Milletvekili. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA RECAİ BERBER (Manisa)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planının
ikinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizin 2023 hedeflerini yakalama doğrultusunda
2014 ve 2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı ile
insanımızın refahının artırılması,
hayat standardının yükseltilmesi, temel hak ve özgürlükleri
güçlendirerek adil, güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamı tesis
edilerek bunların kalıcı kılınması
amaçlanmaktadır.
Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde ekonomik
gelişmelerin yanında, sosyal kalkınma yönünde ilerlemeler
sağlanmış, başta eğitim ve sağlık olmak
üzere temel kamu hizmetlerinde daha nitelikli, daha yaygın ve kolay
ulaşılabilir olması konusunda önemli gelişmeler
kaydedilmiştir.
Plan döneminde tüm
vatandaşlara daha etkin hizmet sunulması amacıyla emeklilik ve
sağlık sisteminde kapsamlı değişiklikler içeren
düzenlemeler yapılmıştır. Onuncu Kalkınma Planı
döneminde de son yıllarda elde edilen kazanımların artarak sürdürülmesi,
sahip olduğumuz ekonomik potansiyelin en üst seviyede değerlendirilerek
toplumsal faydaya dönüştürülmesi için yapısal reform sürecinin devam
ettirilmesi gerekmektedir.
Onuncu
Kalkınma Planı, konu başlıkları olarak çok
detaylı hazırlanmış, belki de ilk defa konu
başlıkları olarak hedefler konmuş bir plandır. Bu
planın bütün başlıklarıyla ilgili konulara değinmek
pek mümkün olmayacak ancak özellikle planda Nitelikli İnsan, Güçlü Toplum
başlığı altında, insan için ve insanla beraber
kalkınma yaklaşımının hayata geçirilmesi ve
gelişmişliğin toplumun farklı kesimlerine
yaygınlaştırılması amacıyla uygulanacak
politikalara yer verilmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; eğitim başta olmak üzere
sağlık, adalet, güvenlik, adaletin içine sosyal adaleti,
güvenliğin içine sosyal güvenliği de dâhil ettiğimiz zaman
gerçekten bu 4 temel kamu hizmetinde hem Dokuzuncu Plan döneminde hem de Onuncu
Planda ayrılan kaynaklara ve hedeflere baktığımız
zaman, bunların hepsinde de ciddi artışlar olduğunu
görüyoruz. Burada, eğitim alanında geçtiğimiz plan döneminde
ortalama yüzde 12 gayrisafi millî hasıladan kaynak ayrılmıştı,
yılda 47 milyar ayrılmıştı. Yeni, Onuncu Planda bu
rakam yüzde 16lara, ortalama 66 milyar liraya çıkarılıyor.
Değerli
arkadaşlar, biraz önce sayın konuşmacı gerçekten son derece
teknik, teknokrat bir insan olmasına rağmen, Türkiye ekonomisiyle
ilgili olarak çok eleştirebileceği
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sen kendi bildiklerini oku, sen de
teknokratsın.
RECAİ BERBER
(Devamla) -
çok önerileri olacak konular olmasına rağmen,
ekonominin en büyük kırılganlığını bizzat
Başbakanımıza atfetmesini hayretle izledim.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sen de teknokratsın, başka konuya
girme.
RECAİ BERBER
(Devamla) - Çünkü, hakikaten kendisi teknokrat olarak da
tanıdığımız, değer verdiğimiz bir
milletvekili arkadaşımız. Eğer Türkiye hem FEDin,
Bernankenin açıklamalarına hem de dünyadaki dalgalanmalara
rağmen, böyle bir ortamda yaşanan bu huzursuzluklara, bu kapsamlı
provokasyonlara rağmen; ekonomisini böyle bir ortamda bile dalgalanma
sürecinde çok kısa sürede toparlayabilmesi; yine, tam tersine, bütün
olaylara hâkim olabilen bir liderinin, bir Başbakanın, Hükûmet
Başkanının olması sayesinde gerçekleştirmiştir.
Tabii, kendisi bizim, özellikle parti teşkilatımızda ve gruplarımızda
yapılan toplantıları bilmediği için bu istişarelerin,
bu çalışmaların ürünü olarak nihai kararı
Başbakanımızın verdiği
Her konuda sanki tek karar
verici gibi burada lanse ediyor, gerçekten hayret verici bir durum. Partimizin
bütün kademeleri, bütün kurumları, kurumsal olarak en çok istişareye,
en çok danışmaya, en çok uzmanlığa, ihtisasa ehemmiyet
veren, önem veren ve bunu ön plana çıkaran partidir. Bunu bütün dünya
kamuoyu biliyor ve esasen on yıllık başarının
altında yatan en önemli faktör de budur.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Biraz daha sataş.
RECAİ BERBER
(Devamla) - Ama eğer liderliği, eğer hükûmet
başkanlığını her kafadan bir ses çıkan, hükûmetin
ne yapacağının belli olmadığı, yarının
belli olmadığı bir ortam olarak düşünüyorlarsa kusura
bakmasınlar, Türkiyenin istikrarlı büyümesi ve geleceğe emin
adımlarla yürümesi böyle bir ortamda sağlanamaz. Onun için,
değerli arkadaşlar, özellikle onuncu
Tabii, ben konuşmamda çok
daha teknik konulara yer vermek istiyordum ama şunu söylemek istiyorum
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Siz tekniksiniz zaten Sayın Berber.
RECAİ BERBER
(Devamla) Evet, şunu söylemek istiyorum: Burada Türkiyenin
borçlarından bahsettiler, yani Avrupa Birliğinin
İZZET
ÇETİN (Ankara) Sen bakanlık yapmaya çıktın oraya, ben
anladım.
RECAİ BERBER
(Devamla) Avrupa Birliği tanımlı borçları artık
söyleye söyleye herhâlde ortaokul öğrencileri bile ezberledi. Türkiyenin
borçlarının gayrisafi millî hasıla içindeki payının ne
kadar düştüğünü, hatta Türkiyenin şu anda kamu borcu olarak
döviz riskinin sıfırlandığını -elindeki rezervlerle,
net rezervleriyle sıfırlandığını- bunları
herhâlde kendileri biliyorlar ama herhâlde burada çok farklı şeyleri
söylemeye çalıştılar. Değerli arkadaşlar, Türkiye bu
kadar ucuz ve uygun şartlarla, özellikle 2013 yılının
başından itibaren geldiğimiz noktada nominal faizlerdeki
düşüşle beraber sıfır noktasında reel faize
gelmiştir. Yüzde 26 reel faizlerden buraya gelmiştir. Türkiye
bütçesinin vergi gelirlerinin tamamının sadece cari dönem faizlerini
karşılamadığı yıllardan buraya gelmiştir.
Onun için,
değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisindeki, evet,
kırılganlıklar bellidir; bunlar, zaten özellikle 2010 ve 2011
yıllarındaki yüksek büyümeden sonra, böyle bir ihtimale
karşı Hükûmetin almış olduğu kapsamlı önlemler
sayesinde cari açığın yüzde 9,7lerden yüzde 6lara
düşürülmesi sağlanmıştır.
Evet, önümüzdeki
dönemde de kalkınma planının en önemli hedeflerinden biri burada
yine eleştiri konusu yapıldı bir muhalefet milletvekilimiz
tarafından, yine hayretle karşılıyorum. Geçmişte
Türkiye çok hızlı büyümeler yaşadı, ama üç yıl büyüdü,
bir yıl küçüldü. Ta, 90 yılından bu yana bakın, beş
yıl üst üste büyüdüğü hiçbir dönem yoktur. Mutlaka yapısal
sorunlar nedeniyle, dünyada hiçbir sorun olmadığı dönemlerde
bile, 94 krizini, 98 krizini, 2001 krizini tamamen kendi yapısal
sorunları nedeniyle yaşamıştır; büyümenin
arkasından mutlaka çok ciddi yüzde 8lere varan yüzde 7lere varan
düşüşler yaşamıştır ama ilk defa AK PARTİ
hükûmetleri döneminde istikrarlı bir büyüme
sağlamıştır. Önümüzdeki dönemde yüzde 5,5luk büyümeyi
arkadaşlar gerçekten önemsiz görüyorlar.
Değerli
arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin büyüme ortalaması 2002
yılına kadar yüzde 4 civarında, yüzde 4,1dir, bizim dönemimizde
de 5,1dir. Şimdi, 5,5luk ortalama büyümeyi küçük görmek, hem de dünyanın
yaşamakta olduğu ve ne zaman çıkacağı belli olmayan
bir global krizin ortamında 5,5luk bir ortalama büyümeyi, hem de
istikrarlı büyümeyi hedefleyen programı küçümsemek gerçekten
yadırganacak bir durum.
Değerli
arkadaşlar, kalkınma planının özellikle 2018e kadar olan
hedefleri, biliyorsunuz şu anda Başbakanımız
tarafından ilan edilmiş olan 2023 hedeflerinin ara hedefleri
niteliğindedir. İnşallah, bu 2018 hedeflerinden sonra da On
Birinci Beş Yıllık Planda -ki inşallah, onu da Hükûmetimiz
ve bu Parlamento yapacak- o zaman da 2023 hedeflerinin ne kadar gerçekçi bir
şekilde oluşturulduğunu ve bu hedeflere yönelik amaç ve
politikaların nasıl oluşturulduğunu hep birlikte
göreceğiz.
Bizim bu planda,
Onuncu Planda sanayiye önem verdiğimiz, yeni fark ettiğimiz
söyleniyor. Değerli arkadaşlar, iki yıldan bu yana, 2012 ve 2013
yılında, daha önce yapmış olduğumuz teşviklerin
yanında ayrıca en son Türkiye iller bazında altı bölgeye
ayrıldı ve özellikle sanayi yatırımlarına yönelik,
başta vergi teşvikleri olmak üzere çok kapsamlı teşvikler
devreye sokuldu ve herkes de bunu görüyor ki -özellikle 2013
yılının başından itibaren- dünyada
yatırımlar azalırken, dünyada pek çok ülke özel sektörünün
değil, kamunun dahi yatırım yapamadığı bir
ortamda Türkiye hem kamu sektörü eliyle altyapı yatırımları
olarak hem de özel sektör eliyle ciddi yatırım potansiyeline
kavuşmuştur. Değerli arkadaşlar, 2014-2018 Kalkınma
Planımızda da sanayileşmedeki hedeflerimiz büyüme
rakamlarının 1 puan üzerinde. 5,5 ortalamaya karşı 6,4
sanayi büyümesi öngörülüyor.
Değerli
arkadaşlar, bu hedefleri biz koyduk ama bütün Türkiye, şu anda
görüyorum ki muhalefet partisi milletvekili arkadaşlar da dâhil olmak
üzere, bütün sivil toplum örgütleri bunu benimsemiş, özümsemiş ve bu
hedeflere yönelik olarak da her sektörün temsilcileri kendi hedeflerini
koymuştur. Türkiyede ilk defa 2023 hedefleri Türkiyeye mal olmuş ve
herkesin sahiplendiği hedefler hâline gelmiştir. Tabii, bu hedefleri
gerçekleştirebilmek açısından da, plan hedeflerine
ulaşabilmek açısından da özellikle belli konulara dikkati çekmek
ve mutlaka yapılması gerektiğine inandığım
zorunlu hususların da altını çizmek istiyorum değerli
arkadaşlar. Bunlardan bir tanesi Kamu Mali Reformu.
Değerli
arkadaşlar, iktidara geldiğimizden bu yana, istikrarlı, en
sağlam kaynak olan vergi gelirlerinde ciddi oranda artışlar
sağlandı; 2001 yılında gayrisafi yurt içi
hasılanın yüzde 16,5u iken 2012 yılında yüzde 19,7ye
yükseldi. Bu, katma değer vergisinde, başta tekstil olmak üzere,
eğitim, sağlık olmak üzere, turizm olmak üzere belli sektörlerde
indirimlere rağmen, kurumlar vergisi oranında, gelir vergisi
oranlarında indirimlere rağmen sağlanmış bir vergi
artışıdır, bunu özellikle dikkatinize sunmak istiyorum.
Ancak, yine de hâlâ, tabii, Türkiyede özellikle kayıt
dışıyla mücadelede, aynı 2023 hedefleri gibi, toplumun her
kesimi tarafından benimsenmesi ve uygulanması gereken bir kamu mali
reformuna ihtiyaç olduğu da bir gerçek, bunu yadsıyamayız. Bu
konuda da Hükûmetimizin çok ciddi çalışmaları var ve önümüzdeki günlerde
de Parlamentoya bunların geleceğini, Plan ve Bütçe Komisyonunda da
çalışmalarına başlandığını belirtmek
istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, aynı şekilde, Merkez Bankasının bir
numaralı hedefi, biliyorsunuz fiyat istikrarıydı. Sadece fiyat
istikrarını değil
-Türkiye'nin bulunduğu, dünyanın bulunduğu konjonktüre ve
şartlara göre- bir de bunun yanında mali istikrarı da gündemine
aldı ve finansal istikrar da bugün için Merkez Bankasının en
önemli hedefleri arasında. Bu açıdan da hem para politikaları
itibarıyla hem mali politikalar itibarıyla Türkiye'nin 2023
hedeflerini, ilk etapta 2018 plan hedeflerini gerçekleştirecek
altyapı çalışmaları devam ediyor.
Değerli
arkadaşlar, süremiz azalıyor ama ben diğer hususları da
başlıklar itibarıyla belirtmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi
AR-GE. Değerli arkadaşlar, Dokuzuncu Planda başarılı
olduk diyemeyiz çünkü öngördüğümüz hedeflerin altında kaldık,
yaklaşık yüzde 0,9 seviyesinde. Ama, 2014-2018 hedefi olarak ortalama
yüzde 1,8 hedef koyduk. Gayrisafi yurt içi hasıladaki büyümeyi de hesaba
kattığımızda, bu AR-GE harcamalarına bugün
ayırdığımız kaynağın en az 3 kat
artması anlamına geliyor. Esasen, AR-GE teşvikinde firmalara
sağladığımız destekte en az 50 olan çalışan
sayısının belki daha aşağı çalışana
indirilmesinin, AR-GE desteklerinin artırılmasında, özel sektör
AR-GE çalışmalarına destek verilmesinde bir zorunluluk, bir
ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, diğer bir açmazımız, hem cari açık
açısından hem de yüzde 50ye yakın enerji üretimimizin, elektrik
üretimimizin ithal doğal gaza ve petrole bağlı olması ve
önümüzdeki dönemde petrol ve doğal gazdaki arz ve fiyat
dalgalanmalarına bağlı olması da bizi bağlayan en
önemli handikaplardan bir tanesi ve bununla ilgili olarak da hem son
teşviklerle ilgili hem de planda öngörülen, özellikle yerli linyit
kaynaklarımıza yönelik teşvikler, yenilenebilir enerji
kaynaklarına verdiğimiz teşvikler sayesinde, bu enerji
alanındaki eksiğimizin önümüzdeki dönemde gerçekleşeceğini
ve önemli ölçüde azaltılabileceğini düşünüyorum. Özellikle
hidroelektrik santrallerinin, rüzgâr santrallerinin önünün açılması,
desteklenmesi sayesinde Onuncu Planın, beş yıllık
planın sonunda önemli ölçüde, bu konuda da belli bir mesafe
alacağımıza inanıyorum.
Diğer bir konu
da belki pek çok konuşmacımızın dikkati çektiği konu.
Gerçekten, eğer biz 2018 hedeflerimizde 277 milyarlık ihracatı,
2023 hedeflerinde 500 milyarlık ihracatı gerçekleştireceksek
lojistik alanında da çok ciddi adımlar atmamız gerekiyor. Yine,
planda bunlar öngörüldü. Egede dünyanın ilk 10 limanı içinde yer
alacak Kuzey Ege Çandarlı Limanı hızlı
bir şekilde devam ediyor. Yine, Mersin Limanı Akdenizde
dünyanın ilk 10 büyük limanı içinde yer alacak. Yine, Karadenizde
Filyos Limanıyla ve bunlara bağlanacak olan demir yolu ve kara
yolları bağlantılarıyla lojistik alanında da
Türkiyenin 2023 hedeflerini yakalamasının ciddi anlamda
altyapısı hazırlanmış olacak. Geçtiğimiz günlerde
gerçekleştirdiğimiz demir yolu işletmeciliğinde özel
sektöre de yer açılması sayesinde de bunun daha hızlı bir
şekilde gerçekleşeceğine inanıyorum.
Değerli
arkadaşlar, tekrar, bu planın, beş yıllık planın
hem yüksek büyümeyi hem de istikrarlı büyümeyi sağlayacak bir plan
olduğunu, son derece gerçekçi bir plan olduğunu
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
RECAİ BERBER
(Devamla) -
hatta ihtiyatlı bir plan olduğunu belirtmek istiyorum.
Türkiyenin konjonktürü, şartları iyileştiği takdirde
ortalama 5,5un üzerindeki bir büyümeyi de gerçekleştireceğine
yürekten inanıyorum ve emeği geçen bütün arkadaşlara, çalışanlara
çok teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
İkinci bölüm
üzerinde, AK PARTİ Grubu adına ikinci konuşmacı Cahit
Bağcı, Çorum Milletvekili.
AK PARTİ GRUBU
ADINA CAHİT BAĞCI (Çorum) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planının ikinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, Onuncu Kalkınma Planı küresel ekonomide
geleceğe dönük ilişkilerin ve belirsizliklerin sürdüğü,
değişim ve dönüşümlerin yaşandığı, yeni
dengelerin oluştuğu, gelişmekte olan ülkeler arasında ise
güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönemde
tasarlanmıştır. Plan tasarlanırken özellikle
istikrarlı ve kapsayıcı bir ekonomik büyüme, hukukun
üstünlüğü, bilgi toplumu, uluslararası rekabet gücü, insani
gelişmişlik, çevrenin korunması ve kaynakların
sürdürülebilir kullanımı gibi unsurları kapsaması da
hedeflenmiştir. Ayrıca, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma
süreci bütüncül ve çok boyutlu bir bakış açısıyla ele
alınmış ve insan odaklı kalkınma anlayışı
ile toplumun tüm kesimlerinin katkıları alınarak da
hazırlanmıştır. Plan metninin oluşturulmasında
ise özellikle Türkiye'nin elli yıllık planlama deneyiminden, özel
ihtisas komisyon raporlarından, iş dünyası, STKlar,
düşünce kuruluşları, akademik çevreler, kamu ve özel sektör
temsilcileri ile yapılan istişare toplantılarından da
yararlanılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, ülkeler gelişme stratejilerini hazırlarken bir
taraftan potansiyellerini, bir taraftan insan kaynağının
kalitesini, diğer taraftan ise diğer ülkelerin gelişme
yönlerini, piyasaların taleplerini, tehditleri, riskleri,
fırsatları dikkate almak durumundadırlar. Bu stratejileri
doğru bir şekilde ortaya koyarak fırsata dönüştürebilen
ülkeler kalkınma süreçlerini başarı ile sürdürmektedirler.
Ülkemizin
sanayileşme birikimi, firmaların artan organizasyon, yönetsel becerileri
ve dışa açık yapıları, örgütlenme, geliştirme ve
değişen üretim ve talep şartlarını fırsata
dönüştürme kapasiteleri dikkate alınarak ortaya konulacak programlar,
eylem planları ülkemiz ekonomisini yüksek katma değer yaratan kulvara
da sokacaktır.
Batıdan
Doğuya kayan büyüme ve üretim ekseni gelişmekte olan ülkelerin nüfus
ve doğal kaynak avantajlarını teknolojik üretime ve rekabet
avantajına dönüştürme yönündeki politikalarıyla
orantılı yatırımları belirleyici unsurlar olarak da
öne çıkmaktadır.
Diğer
taraftan, küresel ekonominin giderek daha fazla bütünleşmesiyle ekonomik
ve mali kriz riskleri daha sık gündeme gelmekte, krizler yayılma
etkisiyle küresel boyut kazanmakta ve derinleşmektedir. Bu çerçevede,
gelişmiş ülkelerin yüksek borç oranları ve bankacılık
ve finans yapısındaki sorunlar, küresel mali piyasalardaki daralmalar
tasarrufları güçlü ülkelere istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme
avantajı sunmaktadır. Tasarrufların artırılmasıyla
yatırımların ve büyümenin finansmanında
kullanılmasını sağlayacak, bu şekilde finansmanda
dış kaynaklara olan bağımlılık da
azalacaktır. Zira, finansmanı zayıf ülkeler finansman
piyasaları zayıf, ekonomileri kırılgan ve risk unsuru
taşıyan ülkeler sermayenin serbest dolaşımı nedeniyle
ani sermaye akımlarından olumsuz yönde etkilenmekte, döviz
kurları ve cari dengeler üzerinde
risk oluşturmakta ve ülke ekonomilerinde istikrarsızlığa
yol açabilmektedir.
Değerli
arkadaşlar, 2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planının
ülkemizin 2023 hedefleri doğrultusunda toplumumuzu yüksek refah seviyesine
ulaştırma yönünde önemli bir kilometre taşı
olacağına inanıyorum. Nitelikli insan, güçlü toplum, yenilikçi
üretim, istikrarlı yüksek büyüme, yaşanabilir mekânlar ve sürdürülebilir
çevre ekseninde ortaya konulan amaç, hedef ve politikalar Onuncu Kalkınma
Planının gerçekleştirilebilir hedeflerini ve
programlarının üretilmesini sağlayacaktır. Özellikle,
ortalama 5,5lik büyüme, 1,3 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi
hasıla, kişi başına millî gelirin 16 bin dolar seviyesine
çıkarılması, beş yılda 4 milyon kişinin ilave
istihdam ve iş gücüne katılma oranının yüzde 51lerden
54lere yaklaştırılması, işsizlik oranının
9lardan 7lere indirilmesi ve ihracatın 150 milyar dolardan 277 milyar
dolara çıkartılması hedeflerinin gerçekleştirilebilir
hedefler olduğuna inanıyorum.
Borsa
İstanbuldaki şirket sayısının 431den 606a
çıkması önemli bir hedeftir. Hakeza, KÖYDES, BELDES, SUKAP ve SODES
programlarına devam edilmesi önemli sosyal politika araçlarıdır.
100 bin kişiye
düşen hekim sayısının 176dan 193e çıkarılacak
olması da önemsenmelidir.
Plan döneminde, 417
milyar TLlik kamu yatırımının hedefleniyor olması,
Türkiyenin büyüdüğünün ve gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki
yatırımlara ayrılan payın da yüzde 5lere yaklaştığının
bir göstergesidir.
Değerli
arkadaşlar, bazı sorun alanlarında yeni düzenlemeler ve
iyileştirmeler yapılacak olması da önemli hedefler olarak
görülmelidir. Özellikle, hepimizin bildiği, yargı sistemi içerisinde
bulunan bilirkişilik müessesesinin gözden geçirilecek olması önemli
bir hedeftir.
Millî eğitimde
okul türlerinin azaltılacak olması, tüm çocukların, özellikle
engellilerin okula erişimini sağlayacak programların var
olması, sınıf tekrarının ve okul terkinin
azaltılması, yabancı dilin iyi bir şekilde öğrenilmesi
yönündeki politikaları önemsiyoruz. Birleştirilmiş
sınıf ve ikili eğitim uygulamasının
azaltılması önemlidir. Eğitim-iş gücü piyasası
arasındaki uyumun artırılarak, okul-işletme
ilişkisinin kurulması
önemlidir.
Diğer taraftan, yükseköğretim
sisteminin de özerklik, ihtisaslaşma, kalite odaklı bir yapıya
dönüştürülecek olması önemli bir hedeftir.
YÖKün, bugün itibarıyla, gelecekte
standart belirleme, planlama ve koordinasyondan sorumlu bir yapıya
dönüştürülmesinin hedef olarak konulmuş olması da önemli bir
hedeftir. Bu şekilde, yükseköğretimde kalite güvence sisteminin de
oluşturulacak olmasını önemsiyoruz.
Yükseköğretim kurumları,
sanayiyle iş birliği içinde, teknoloji üretimine önem veren
çıktı odaklı bir yapıya dönüştürülmeye de teşvik
edilecektir plan döneminde.
30 bin ilave yatak sağlayan
şehir hastanelerinin tamamlanması ve 10 bin kişiye düşen
yatak sayısının da artmış olması önemli bir
hedeftir.
Sermaye birikimi ve sanayileşme
süreci hızlandırılacak, yurt içi tasarruflar, üretken
yatırımlar, üretim faktörlerinde verimlilik düzeyleri de
artırılacaktır.
İthalatta
bağımlılık azaltılacak, mutlu, müreffeh, onurlu,
özgür, sağlıklı, güvenli, yüksek standartlarda bir yaşam ve
sosyal ortam sağlanacaktır.
Tek numara acil çağrı
merkezleri önemli bir projedir.
2015-2016 yılı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine
adaylık için aktif bir çalışma hedeflenmiş olması
önemli bir hedeftir.
Toplumdaki farklı kesimlerin bütün
yönleriyle kendilerini özgürce ifade ettiği tüm inançlara ve yaşam
tarzlarına saygıyı ilke kabul eden bir toplumsal zemin
geliştirilmesi ise temel amaçtır.
Kapsayıcı, bütünleyici,
çoğulcu bir anayasanın yapılması hedeflenmektedir.
Sosyal yardım ve hizmetlerde aile
temelli bir yaklaşım sergilenecektir. Tamamlayıcı
sağlık sigortacılığı teşvik edilecektir.
Aile içi iletişim, etkileşim,
aile danışmanlığı ve uzlaştırma
mekanizmaları geliştirilecektir. Aile ve iş
yaşamlarının uyumlaştırılması için esnek
çalışma, kreş ve çocuk bakım merkezleri
yaygınlaştırılacaktır. Toplumsal cinsiyete
duyarlı bir bütçelemenin hedef olarak konulması ve ilke olarak
benimsenmesi önemli bir durumdur diye belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, geliri kişi
başına günlük 4,30 doların altında nüfus oranı 2006da
yüzde 13,3 iken 2013te bu oran yüzde 2,3e inmiştir. Plan sonunda yani
2018de yüzde 1in altına çekilmesi ve sıfıra
yaklaştırılmasını bu kapsamda son derece önemsenmesi
gereken bir hedef olarak gördüğümü belirtmek istiyorum.
Yoksul kesimin istihdam edilebilirliğinin
artırılması ve üretken duruma geçilmesine yönelik programlar
plan döneminde uygulanacaktır.
Bir diğer husus, alt işverenlikle ilgilidir.
İşçi haklarını dikkate alacak şekilde yeniden gözden
geçirilmiş olmasını önemli bir hedef olarak belirtebiliriz.
Aktif-pasif oranı gene şu anda 1,77dir, bunun
2ye çıkarılması hedeflenmektedir.
Sosyal sigorta kapsamındaki nüfusun 2013te yüzde
77den 2018 sonunda yüzde 90a çıkarılması hedeflenmiştir.
Değerli arkadaşlar, gerçekleştirilen
reformlar sonucunda güçlü bir finansal yapı oluşmuş ve bu
çerçevede bankacılık sektöründe, aktiflerin gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı 2006da yüzde 65,9dan bugün yüzde 96,7ye
çıkmıştır. Kredilerin ise gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı gene 2006da yüzde 28,9dan yüzde 56ya çıkmıştır
ve Türkiyede, ülkemizde şu anda güçlü bir finansal yapı
bulunmaktadır. Kamu yatırımlarına ayrılan kaynaklar ve
projelerin tamamlanma süreleri 2006da beş buçuk yıldan bugün dört
yılın altına inmiş ve plan dönemi sonunda daha da
aşağılara çekilmesi hedeflenmektedir.
Değerli arkadaşlar, bu planın etkin
uygulanması ve hedeflerin yakalanabilmesi için orta vadeli programlar,
yıllık programlar, kurumsal strateji planları, bölgesel
gelişme ve sektör stratejileri, kalkınma planının hedef,
ilke ve politikaları esas alınarak ayrıca
hazırlanacaktır. Kalkınma planlarında yer verilen
politikaların etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi için kamu
kurumlarının orta ve uzun vadeli amaçlarının temel ilke,
hedef ve önceliklerinin ve bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile
kaynak dağılımlarının kalkınma planıyla
uyumlu olması önem taşımaktadır.
Kurumsal düzeyde stratejik planlar ile kalkınma
planları arasında gerekli bütünlük ve uyumun sağlanabilmesi
amacıyla kapsayıcı bir anlayış benimsenerek tüm
kurumlara yön verebilecek, öncelikleri belirlemede yardımcı
olabilecek bir politika seti de oluşturulmuştur. Plan, karar alma
süreçlerinde daha tutarlı ve bilinçli bir şekilde hareket etmenin
yanı sıra toplumun bütün kesimlerine hedef sunmaktadır.
Ana misyonu insanların refahını artırmak,
hayat standartlarını yükseltmek, temel hak ve özgürlüklerini
güçlendirmek, adil, güvenli ve huzurlu bir yaşam ortamını tesis
etmek ve kalıcı kılmak olan Onuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planımızın ülkemize, milletimize
hayırlı olmasını diliyorum. Planın ülkemizin
gelişmesine, değişen ve yeni dengelerin kurulduğu dünya
düzeninde aktif rol oynayacak rol model ülke konumuna gelmesine ve ekonomimizin
yakaladığı istikrarın sürmesine katkı
sağlayacağına inanıyorum.
Planın hazırlanmasında emeği geçen
herkese, sivil toplum kuruluşlarından akademik çevrelere ve Devlet
Planlama Teşkilatımızın, yeni adıyla Kalkınma
Bakanlığımızın bütün çalışanlarına
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum, hayırlı
olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde şahsı adına söz isteyen
Ertuğrul Kürkcü, Mersin Milletvekili. (BDP sıralarından
alkışlar)
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (Mersin) Sevgili arkadaşlar, ikinci bölümle ilgili hususlara
değineceğim ancak ondan önce planın bütünü hakkında bir iki
söz söyleme ihtiyacı duyuyorum.
Birincisi, bu
Onuncu Kalkınma Planı Özeti başlığı
altında 8inci sayfada, planın Türkiye'nin 2023 hedefleri
doğrultusunda hazırlandığı söyleniyor. Ben Türkiye'nin
2023 hedefleri diye resmî, Meclisten geçmiş ya da bizim elimize bir
Hükûmet belgesi olarak gelmiş bir hedef olduğunu bilmiyorum. 2023
hedefleri diye bir şey yok. Dolayısıyla plan, kendi kendine
olmayan bir varlığa, olmayan bir kavrama atıfta bulunarak
kendisini makulleştirmeye, kendisine bir stratejik bağlam
kazandırmaya çalışıyor ama bence bu baştan sona
yanlış.
Devlet Planlama
Teşkilatı belgeleri içerisinde sadece Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı bağlamında Devlet Planlama
Teşkilatının uzun vadeli gelişmenin ve Sekizinci Beş
Yıllık Planın kalkınma stratejisi diye bir atıfta
bulunuyor, parantez içinde 2001-2023 denilmiş. Bunun
dışında, 2023 hedefleri diye sadece AK PARTİnin bir
planı var. O nedenle, ben bir kamu belgesinin AK PARTİnin
planına atıfta bulunmasının son derece tuhaf, bizim
planlama literatürümüz açısından saçma bir durum olduğuna
işaret etmek isterim.
Aslında bu
planın ya da Devlet Planlama Teşkilatının çok uzun
yıllardır, ilk üç plan dışında bir stratejik hedefi de
yoktur. İlk üç plan on beş yıllık bir genel stratejiye
dayanıyordu ve hakikaten strateji adını hak edebilirdi çünkü son
derece yapısal değişiklikler öngören bir kalkınma
planı idi. Ancak ondan sonra böyle bir stratejik hedef de yoktur. O
nedenle ben bu planın daha başlangıçta bir omurgadan, bir
eksenden yoksun olduğuna dikkat çekmek istiyorum kendi adıma.
İkincisi, plan
diye bir şeyin bu öngörülen çerçeve içerisinde bir anlamı
olduğundan da ben emin değilim çünkü sonuç olarak plan dediğimiz
şey, piyasanın dolaylı tahsislerine mukabil piyasa
dışından iktisada müdahale ederek doğrudan tahsis yapma
eyleminin adına diyoruz. Oysa bu önümüzdeki Onuncu Kalkınma
Planı, piyasa dışında hiçbir kaldıraç öngörmüyor. Öte
yandan bu öngörülerini gerçekleştirmek bakımından elinde elle
tutulur bir uygulama aracı da yoktur. Özelleştirmeler ile birlikte yönlendirme
kapasitesi kamunun son derece sınırlı bir hâle gelmiştir.
Bu nedenle bir yönlendirme amacı da yoktur. Bir bütün olarak
baktığımızda bu planın aslında genel dünya durumu
içerisinde bir dalgalanmaya kendisini bıraktığını
görebiliriz.
Daha geniş olarak
baktığımız zaman, ikinci bölümde Planın Temel Amaç ve
İlkeleri bölümüne, bunu bir hükûmet programından neyin ayırt
ettiğini anlayabilmek çok zor çünkü hiçbir karakteristik, yapısal,
neresinden bakarsanız bakın, on yıllık bir vade içerisinde
toplumsal ve iktisadi yapıda kurumsal, yapısal, gözle görülür,
toplumun hayatını baştan sona değiştirebilecek bir
gelişmeden de söz edilmiyor. Sadece niceliksel kimi artışlardan
söz ediliyor. Zaten bu hâliyle de aslında her zaman olduğu gibi, bu
niceliksel bir makroiktisat politikasına oturuyor, böyle makroiktisat
politikalarının toplumun yapısını ve temellerini
değiştirmek gibi iddiaları hiçbir zaman olmaz, hatta bunun tam
da karşıtı bir irade var. Hepimiz, Başbakanın sık
sık şöyle dediğini duyuyoruz Hiç ayaklar baş olur mu? ama
hakiki bir plan, komuta eden bir plan, yön gösteren bir plan her zaman her
şeyden önce ayakların baş olmasını gözetir. O yüzden,
buna plan dememiz oldukça zor.
Şimdi, en
önemli noktalardan bir tanesi, bizi doğrudan doğruya ilgilendiren,
Hükûmetin, Hükûmet sözcülerinin çok büyük bir güvenle söyledikleri bir bahis
var ikinci bölümle ilgili, o da ilk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
demokratikleşmeye, temel hak ve özgürlüklere bu planda yer verildiği
iddiasıdır. Bunları dikkatle ele alıp
değerlendirdiğimiz zaman gördüğümüz şey, aslında
çeşitli Anayasa hükümlerinin plana aktarılması
dışında herhangi bir anlamlı perspektif
olmadığı ortadadır. Oysa şu an Türkiyede son derece
önemli bir yeni durumla karşı karşıyayız. Temel hak ve
özgürlükler, Türkiye'nin temel siyasi yapısı bakımından
Hükûmet bir çözüm süreci yürüttüğünü söylüyor. Bu çözüm sürecinin
gerçekleşmesi bakımından da bir inisiyatif almış
durumda. Şimdi, eğer siz önümüzdeki beş yılı
kapsayacak bir plan ortaya koyar fakat bu yaptığınız
işe dair hiçbir kaynak tahsis etmemiş olursanız, demokratik
bahisler itibarıyla da bu çatışmanın kaynağında
olduğu düşünülen ve Kürt halkının talepleri arasında
yer alan şeylerin herhangi birisine burada yer vermemiş
olursanız o zaman yaptığınız işi hangi plana
bağlayacaksınız ya da bu plan bir stratejik belgeyse bir
stratejiden yoksun olarak bu yaptığınız işi nasıl
yürüteceksiniz?
Sevgili
arkadaşlar çünkü sözünü ettiğimiz şey, milyonlarca insanı
kapsayan bir nüfus transferinin geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde
gerçekleşmiş olmasıyla ilgilidir. Kentlerin nüfusunun
artması, kent varoşlarının muazzam bir insan depolama
alanı hâline gelmiş olması, eğitimden, sağlıktan,
sosyal yardımdan, konut ve istihdamdan yoksun milyonlarca insanın biriktiği bu
kentler ile şimdi çatışmanın son bulacağı alanlar
arasında yapısal bir irtibat kurmayan bir planın ne hakla
demokrasiden, ne hakla temel hak ve özgürlüklerden, ne hakla bunları
destekleyen bir kaynak tahsisinden söz edebileceğini ben büyük bir
hayretle karşılıyorum.
Karşı
karşıya olduğumuz, elimize plan diye verilen şey
aslında temenniler, kimi tahminler ve kimi gözlemlerden ibaret.
Arkasında herhangi bir irade barındırmayan,
gerçekleşmediği zaman da hiçbir müeyyidesi olmayan bir vaatler
belgesidir. Tıpkı bu kendinden önceki plan gibi, çok merak ediyorum,
Dokuzuncu Planın hemen hemen tamamen gerçekleşmediği ortada
olduğu hâlde bunun müeyyidesi nedir? Bu planın
gerçekleşebileceğinin garantisi nedir ve neye bakarak biz bu planın
gerçekleştiğini söyleyebileceğiz? Şunlar, şunlar,
şunlar; şu göstergeler gerçekleştiği zaman bu plan da
amaçlarına ulaşmış olacaktır diye bunu doğrulayan
herhangi bir veri tabanı elimizde de yoktur. Böyle baktığımız
zaman Onuncu Beş Yıllık Planın, Kalkınma
Planının aslında kalkınmayla bir ilgisi
olmadığı gibi planlamayla da bir ilgisi yoktur. Zaten bence
Hükûmeti yönetenler şunun son derece büyük bir dikkatle
farkındadırlar ki Türkiyede aslında bugün içinde bulunduğu
küresel iktisadi ilişkiler bağlamında Ankaradan
yapılabilecek bir planla ekonominin tamamına yön vermek ya da bununla
anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün değildir. Türkiyenin sermaye
piyasasının çok önemli bir bölümü dışarıdan kontrol
edilmektedir. Türkiyenin bütün büyük endüstriyel yatırımları
uluslararası ortaklıdır. Türkiyenin kamu iktisadi
teşebbüsleri elden çıkarılmaktadır. Dolayısıyla,
Ankarada oturup bir plan yaparak bütün bunlara yön vermek mümkün
değildir. Sadece ve sadece bu muazzam kriz akıntısı
içerisinde selden kütük kapma iddiasına belki bir gerekçe bu
kazandırabilir. Ancak planın tamamına
baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz: Biz
geçtiğimiz bir aydır Ankarada, İstanbulda, İzmirde,
Türkiyenin her yerinde patlak veren direnişlerin kaynağını
görebiliriz. Bu, aslında, bu Hükûmetin de bu planda büyük önem
verdiği aşırı finansallaşmayla ilgilidir. Ekonominin
tamamının ranta bağlanmış olması, insanların
geleceksizleştirilmeleri ve toplumun tamamının, her hücresinin
sermaye tarafından kontrolüne karşı bir isyan her zaman
kaçınılmazdır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL
KÜRKCÜ (Devamla) Bu yüzden bu plan gelecekteki isyanların bir vaadi
olabilir. O açıdan herhangi bir biçimde bir plana sahip olarak önümüzü
gördüğümüzü söyleyemeyiz ama direnişlere bakarak önümüzü görebiliriz.
Teşekkür
ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
İkinci bölüm
üzerinde şahsı adına söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş,
Balıkesir Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK AHMET
GÜMÜŞ (Balıkesir) Teşekkür ederim.
Sayın
Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; Onuncu
Kalkınma Planı hakkında konuşma yapmak üzere
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Kalkınma
kavramının ülkemiz açısından ifade ettiği önemi bu
kürsüden çokça ifade ettik. Bugün tartışmasız olan konu,
kalkınmanın planlamadan kopartılamayacağıdır.
Planlı bir ekonominin ülkenin refah düzeyini ne kadar
artıracağını, bu planlama içinde ekonomik, siyasi
bağımsızlığın ve demokratik hakların
öneminin ne kadar vazgeçilmez olduğunu ifade ettik, etmeye devam
edeceğiz.
AKP iktidara
geldiği günden bu yana istikrar kavramının önemine vurgu
yapmaktadır. Esas olarak, AKP, iktidarından önce
atılmış ekonomik adımlar ve bu adımlarca çizilmiş
ekonomik programları harfiyen devam ettirmiş bir iktidar olarak
ülkeyi on yılı aşkın süredir yönetmektedir.
Sayın Bakan,
geçen yıl bütçe görüşmelerinde de ifade ettiğim, daha sonra da
Meclis kürsüsünden CHP grup önerisine ilişkin yaptığım
konuşmada da vurguladığım uluslararası bölgesel
entegrasyon alternatiflerinin nihayet bu taslakta tartışılmaya
açılması beni memnun etti. Çok kutuplu dünya analizlerimizin
sahiplenilmesi ve planda yer almasından mutluluk duyuyorum.
Ocak ayında bu
kürsüden şunları ifade etmiştim: Dünya son altı yılda
hızla değişmiştir. Tek kutuplu dünyanın kendine özgü
denge yapısı ve geleceğe dair şiarları tükenmek üzeredir.
Dünyada tek kutuplu dengenin sona erdiği ve yerine çok kutuplu dünya
düzenine geçilmekte olduğu doğrultusunda kanaatler
artmıştır. Bu kanaatler yalnızca gelişmiş ülkeler
için değil, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için de
kabul edilen kanaatler olmaya başlamıştır.
Artık yeni
küresel dengeler konusunda hangi taşı kaldırsak altından
Güney Doğu Asya ülkeleri, BRICS ülkeleri çıkmaktadır. Bu ülkeler
gelişmiş ülkelere rakip çıkarak dünyanın büyüme
lokomotifleri olmuşlardır. Bugün dünyanın gelişmiş
ülkeleri, bu ülkeler tarafında yoğunlaşmakta olan
olağanüstü ekonomik ve dolayısıyla küresel gücün
karşısında eski güç dengelerini, sürdürülebilirlik
şartlarını hızla
farklılaştırmaktadırlar, hatta yitirmektedirler.
Gelişmiş ülkeler, Güney Doğu Asya ülkelerini dengeleyebilmek
için Doğu Avrupa ve Karadeniz ülkeleri civarında entegrasyon ve
iş birliği olanakları aramaya
başlamışlardır.
Bunları biz
okuyoruz, duyuyoruz ama maalesef iktidar bu tür gelişmelerin farkında
mıdır biz onu fark edemiyoruz.
Ülkemizin 2014-2018
dönemi arasında temel strateji belgesi olması gereken Onuncu
Kalkınma Planı insan odaklı, çok büyük boyutlu ve bütüncül bir
bakışa sahip olduğunu iddia etmektedir. Ancak çok boyutlu
olduğunu iddia eden bu bakış açısı dikkat çekici
eksiklikler ve farklılaşmalar ihtiva etmektedir. Örneğin, bir
önceki plan döneminde kalkınmanın motoru olacağı ileri sürülen
Avrupa Birliğine üyelik sürecine tartışmakta olduğumuz bu
planın giriş bölümünde hiç değinilmemiştir. Dünya
uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin yeni
dengelerini kuracak temel stratejik atılım olarak görmeye
başlarken bu konu Onuncu Planda çok zayıf olarak geçilmiştir.
Dokuzuncu Planda Uzak Doğudaki gelişmeler ve bunların dünyaya
etkileri yer alırken, Onuncu Planda da bu konuya verilen yer
ağırlıkla Orta Doğuya ve Körfez Bölgesindeki İslam
ülkelerine bırakılmıştır. Planda, dünyada global
dengesizliklerin olduğuna da yer verilirken, yeni dengeleme
çalışmaları için hangi çalışmaların olduğuna
yer verilmemiş, hangi eğilimlerin ağırlık kazanmaya
başladığı konusunda
tahminler ise oldukça yetersiz kalmıştır. Oysaki, dünyada
yeni bir bölgeselleşme hareketi
dönemine girilmiştir. Güçlü bölgesel ekonomik entegrasyon alternatifleri
küresel dengelerin yeniden barışçıl yollarla tesisi için en iyi
seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. İşte, daha birkaç ay
önce AB ile ABD, dünya tarihinin en önemli serbest ticaret
anlaşmasını imzalayarak büyüme hızlarını yüzde 1,5
oranında artırmayı hedeflemişlerdir. Üstelik, daha
geçtiğimiz günlerde Kuzey İrlandada düzenlenen G-8 zirvesinin sonuç
bildirgesinde bu serbest ticaret anlaşması geleceği
şekillendirecek temel anlaşma olarak
tanımlanmıştır.
Peki, biz bu duruma
ne denli hazırdık? Nasıl
etkilenecektik bu gelişmelerden? Alternatif politikalarımız
nelerdi? Üstelik gümrük birliği
üyesi olmamız nedeniyle bu anlaşmadan bu denli etkilenecekken
nasıl bir yol haritası çizecektik kendimize? Doğrusu, bu planda
bu sorularımıza yanıt bulabilmeyi isterdik; ancak
şaşırmadık. Dünya analizi, Sayın
Dışişleri Bakanının ayakları basmayan
politikalarından ibaret olan iktidar partisinin böylesine kapsamlı
bir strateji çizmemesi şaşırtıcı olmadı bizler
açısından. Burada tarihî bir uyarıyı yenilemek istiyorum:
Hükûmet, bir an önce, Orta Doğuda bir zamanlar kendisine sunulan yeni
Osmanlıcılık düşünden uyanmalı, istikrarsız
alanlarda iş birliği ve entegrasyon hevesinden vazgeçilmelidir.
İstikrarsızlık bir hastalık gibi
bulaşıcıdır ve güney tarafından, Antakya bölgelerinden
bulaşmaya başlamıştır.
Unutulmamalıdır
ki Türkiyenin bölgeselleşme seçenekleri yalnızca duygusal tercihlere
değil, yeni uluslararası konjonktüre, yeni makroekonomik dengelere,
yeni çok kutuplu dünya jeopolitiğine bağlıdır.
Planda, komşu
ülkeler ve bölge ülkeleriyle ticaret ve yatırım potansiyelini
değerlendirebilmek amacıyla özel ekonomik iş birliği
yöntemleri olan ortak veya nitelikli sanayi bölgeleri, ortak ekonomik alan gibi
iş birliği mekanizmalarından bahsedilmektedir. Planı
hazırlayan bürokratlarımızın iyi niyetlerinden eminim.
Ancak unutulmamalıdır ki iktidar partisi, bir zamanlar en büyük
müttefiki olan Suriye ile de benzer bir yapılanma işine girerek
Şamgen alanını hazırlamaya
çalışmıştı ancak bugün gelinen noktada AKP zihniyeti
Türkiyeyi Suriyedeki iç savaşın bir tarafı hâline
getirmiş ve doğal olarak bu atılım sonuçsuz
kalmıştır. Böylesine kapsamlı ve önemli iş birliği
projelerinin AKP tarafından uygulanamayacağı bir kez daha ortaya
çıkmıştır.
Planda farklı
bölgesel merkezlerden söz edilmelidir ancak Türkiyenin bu merkezlerle rekabet
ve iş birliği stratejileri ne yazık ki vurgulanmamaktadır.
Oysaki ABD dış politikasına ilişkin son
tartışmalarda Orta Doğudan Asya Pasifik bölgesine doğru
bir yönelmeden söz edilmektedir. Şu sıralarda Çinin batıya
yönelmekte olduğu konuşulmaktadır. Bu arada, Asyada ilginç ve
gelecekte sorun yaratmaya aday bir ikileme işaret edilmektedir.
Sayın üyeler,
Hükûmet, dünyanın gidişatını ve büyük güçlerin yeni
tercihlerini anlayamamıştır. Geliştirilen stratejinin
gerçekleşebilme şansı olmayacaktır. Bu durum ancak AKPyi
tarihin derinliklerine göndermeye yarayacaktır çünkü dünyayı
anlayamazsanız dünya, Gezi olaylarından sonra sizlerin turnusol kağıdı
gibi anladığınız ve kavradığınız gibi
sizi tanımayacaktır, arkanızda durmayacaktır.
Bakınız,
ihracatımızın yüzde 50sine yakınını
oluşturan AByle dahi net bir gelecek hedefi
kurgulanmamıştır. Müzakerelere aynı gün, 3 Ekim 2005
tarihinde beraber başladığımız Hırvatistan
şu anda ABye katılmış bulunmaktadır. Ne oldu AB
perspektifimize? Suriye, İran, AB, Türk Cumhuriyetleri, ne tutarsanız
elinizde kalıyor. Şimdi de dünya karşınıza geçmek
üzeredir.
Hayırlı
olsun diyorum!
Çok
teşekkürler. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Böylece planın
ikinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime on
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.26
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.42
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporunun görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Sayın Başkan, çoğunluk yok.
BAŞKAN
Sayın Tanal, bakış açımıza göre değişiyor
galiba! Bakın, burada tüm sıralar dolu, ben de görüyorum. Burada
arkalar da dolu.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Nerede tüm sıralar dolu! Sayalım.
BAŞKAN
Şimdi, üçüncü bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Üçüncü bölüm,
öncelikli dönüşüm programları kısmını içermektedir.
Üçüncü bölüm
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Aydın
Ağan Ayaydın, İstanbul Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; siyasal iktidarların yüce Meclisin huzuruna
getirdiği en önemli icrai belgelerden bir tanesi -ki bütçe
dışında en önemli belge sayılır- kalkınma
planıdır. Şu anda Onuncu Kalkınma Planını
görüşmek üzere burada toplanmış bulunmaktayız.
İktidarın kalkınma planlarına ne kadar önem verdiğini
burada çok açık bir şekilde görüyoruz! Kalkınma planları
görüşülürken hükûmet tam kadro burada olurdu. İktidar partisi tam
kadro burada olur ve muhalefet partileri de yine yerlerinde olurdu ama bugün
görüyorum ki Hükûmetin kendi hazırlamış olduğu ama hiçbir
zaman inanmadığı kalkınma planına ne kadar önem verdiğini
bu tabloyu görmekte size ancak bu şekilde izah edebilirim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gençler evlendiğinde evlenme
cüzdanı kendilerine takdim edilirken o 2 genç için o evlenme
cüzdanının ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz ama
evliliğin ertesi günü evine giden gelin ve damat o cüzdanı alır
dolabın bir köşesine koyar ve artık ömür boyu o evlenme
cüzdanına bakmaz çünkü onun için artık değerini
kaybetmiştir. Kalkınma planı da böyle. Bugün burada bu
planı görüşeceğiz ama anlıyorum ki Hükûmet bu planı
sadece burada görüşmekle bırakacak, bir daha bu planın ne
ilerisini ne gerisi asla ve asla ne düşünecek ne de görüşecektir.
Şimdi size bir
örnek veriyorum. Tarih 25/6/2000 Pazar günü, Sekizinci Kalkınma Planı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülüyor. Dönemin Fazilet
Partisi Milletvekili, şimdiki Meclis Başkanımız Sayın
Cemil Çiçek kürsüde mikrofonda aynen şunları söylüyor, Sayın
Çiçek diyor ki: Bu planların bazılarının müzakerelerinde
bu Mecliste bulundum. Bugünkü kadar ilgisiz bir plan müzakeresinin
olduğuna hiç şahit olmadım. Her defasında, hükûmet, başbakan
ve bütün bakanlar -yurt dışı seyahati yapanlar
dışında- gelir burada ilgiyle izlerler, varsa söyleyecekleri
bunları burada ifade eder, milletvekilleri de tam kadro gelirdi.
Geçmiş plan müzakerelerini hatırlayın. Meclise sunulduğu
günden itibaren gazete köşelerinde sayısız makale
yazılır, planla ilgili, plan hedefleriyle ilgili
tartışmalar açılırdı, plan müzakereleri
başladığında üniversiteler, siyaset dünyası, iş
dünyası, planla alakası olan sendikalar dâhil, toplumun değişik
kesimleri planla ilgili paneller, açık oturumlar yaparlardı,
dolayısıyla, bir akademik tartışma Türkiye'nin gündemine
gelmiş olurdu. Ve yine dönemin Fazilet Partisi Milletvekili Sayın
Çiçek konuşmasını şöyle sürdürüyor: Şimdi
bunların hiçbirisi olmadığına göre, toplum da, toplumun
değişik kesimleri de bu Hükûmetten ve bu Hükûmetin ortaya
koyduğu plandan hiçbir şey beklemiyor herhâlde. Bunun sebeplerinden
birincisi, siyasi iktidarın popülaritesinin toplumda giderek dibe vurduğunu
göstermektedir. Artık bu ülkede insanlar Hükûmetin getirdiği hiçbir
şeyi ciddiye almıyor, plan gibi önemli bir belgeyi de ciddiye
almıyor. Kim diyor bunu? Dönemin Fazilet Partisi Milletvekili, bugünkü
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek söylüyor.
Sayın Cemil Çiçekin bu söylediklerinin altına bugün imzamı
koyuyorum ve aynen katılıyorum. Bu kadar önemli, ekonominin
anayasası olan kalkınma planına iktidarın bu denli özensiz
yaklaşımını gördükçe içim sızlıyor. Bunun böyle
olmaması gerekiyor. Kalkınma planı son derece önemli bir
belgedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu belge üzerinde önemli
açıklamalarda bulunması gerekiyordu.
Onuncu
Kalkınma Planının içeriğine bakalım: Kalkınma
genel olarak bir ülkenin millî gelir düzeyindeki sürekli artışa
paralel ve eş zamanlı olarak o ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal
yapısındaki pozitif değişimleri içeren bir süreç olarak
nitelendirilmektedir. Ekonomik büyüme olmadan kalkınma mümkün
olmayacağı gibi salt büyüme ile de kalkınmanın
sağlanması mümkün değildir. Ekonomik büyümeye mutlaka adalet,
eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanlarındaki ilerlemenin
eşlik etmesi gerekmektedir. Kalkınma yolunda hızla ilerlemek
isteyen ve köklü, kapsamlı sosyoekonomik sorunlarına çözüm arayan
gelişmekte olan ülkeler amaçlarına ulaşmak üzere araç olarak
planlı bir ekonomiyi görmektedirler. Bu ülkeler için temel strateji plan
dâhilinde kalkınma modelini hayata geçirmektir. Kalkınma planı
kamu kesimi için emredici, özel sektör için orta ve uzun vadede yön gösterici
ekonomik, sosyal ve hukuki eksende makro bir yol haritasıdır.
Planlarda amaç
sosyoekonomik yapının planda öngörülen süre sonunda amaçlanan düzeye
ulaşmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, ekonomik
büyümeyi sağlayacak kişi başına düşen millî geliri
yükseltmek, istihdamı artırmak, gelir dağılımında
adaleti sağlamak, bölgeler arası eşitsizliği gidermek,
ödemeler dengesi sorunlarını azaltmak gibi ekonomik amaçlarla
birlikte toplumun refah düzeyini artırmak, eğitim düzeyini yükseltmek,
sağlık standartlarını ilerletmek, bilim ve teknolojiyi geliştirmek
gibi ekonomik olmayan birçok hedef gerçekleştirmeye
çalışmaktadır. Türkiye'de planlama fikri 1930lu yıllarda
hazırlanan sanayi planlarıyla başlamış, günümüze kadar
9 adet beş yıllık kalkınma planı
hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur.
Planlarda birinci
dönem, 1929daki büyük kriz sonrası başlayıp İkinci Dünya
Savaşının sonlarına kadar uygulanan devletçi
politikalardan sonra 1946-1958 yılları arasında özel sektöre
öncelik veren 1960 öncesi dönemdir.
İkinci dönem,
ithal ikameci politikalarla birlikte kalkınmanın planlarla
gerçekleşeceği düşünülen 1960-1980 dönemine tekabül eder.
Nitekim, Devlet Planlama Teşkilatı da bu dönemin bir kurumudur.
Üçüncü dönem ise
sanayileşmenin yaşandığı ve de sanayileşme stratejisinde
yapısal değişimin yaşandığı, bu
değişimin kalkınma planlarına yansıdığı
1980 sonrası dönemdir. İşte, Onuncu Kalkınma Planı da
bu döneme ait AKP İktidarı döneminde hazırlanan ikinci
kalkınma planı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Onuncu Kalkınma Planının katılımcı bir
anlayış ile hazırlandığını görmekteyiz.
Planın hazırlama sürecinin incelenmesinden kalkınma
planının iş dünyası, siyaset dünyası, sivil toplum
örgütleri, düşünce kuruluşları, akademik çevreler, kamu
kuruluşları, özel sektör ve medya kuruluşları
temsilcileriyle mahallî idarelerin içinde bulunduğu farklı kesim ve
kişilerle yapılan toplantılar sonucunda oluştuğunu
anlıyoruz. Katılımcı unsurların söylediklerinin ne kadar
dikkate alındığı bilinmekle birlikte,
katılımcılığın artması ve genişlemesi
dileğimi burada belirtmek istiyorum. Zira, katılımcı ve
uzlaşmacı çalışma yöntemleri, hele de böylesine önemli
belgeler açısından son derece büyük önem arz etmektedir.
Hazırlanış usulü açısından nispeten doğru bir
profil çizen Onuncu Kalkınma Planının içerdiği esaslar
için ise maalesef aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Planın bu hâliyle fazla iyimser, gerçeklerden kopuk, geçmiş
performansları dikkate almayan, mevcut sorunları görmezden gelen bir
belge olarak karşımıza çıktığını
görmekteyiz.
Sanıyorum,
kalkınma planının esaslarının belirlenmesinde siyasi
mülahazalar ağır basmıştır. Oysa, bu planlar siyasal
iktidarların ötesinde oluşması gereken teknik belgeler olup
hükûmet programlarını hatırlatır şekilde
hazırlanması en başta bu planların hazırlanma gayesini
ortadan kaldırmaktadır. Zira bu planlar maksimum derecede objektif ve
gerçekçi olmak durumundadır ki amacına hizmet etsin ama korkarım
ki Onuncu Plan amacına hizmet edemeyecek. Beni bu görüşe iten
şeyin ne olduğuna ise iki başlık altında sizlere
sunmak istiyorum:
Bir: Planda
belirlenen hedefler ve bu hedeflere ulaşma yolları gerçekçi olarak
belirlenmemiş görülmektedir.
İki: AKP
iktidarının kalkınma planını ne kadar önemsediği
ve ciddiye alarak uyguladığı tartışılması
gereken bir başka unsur olarak karşımıza çıkıyor.
İlkinden
başlayacak olursak, planda yer verilen makroekonomik hedefleri ve bu
hedeflere ulaşmasının mümkün olup olmadığını
değerlendirmek gerekmektedir. Ekonomik büyümenin kalkınmanın
olmazsa olmazı olmasından dolayı ekonomideki hedefleri
irdeleyeceğim öncelikle. Onuncu Kalkınma Planına göre 2014-2018
arası beş yıllık dönem sonunda yıllık ortalama
büyüme oranı yüzde 5,5 olarak, millî gelir 1,3 trilyon dolar ve kişi
başı millî gelirse 16 bin dolar olarak öngörülmektedir. Yine aynı
dönemde cari işlemler açığının ortalama yüzde 5,8
olarak gerçekleşeceği belirtilirken, işsizlik oranın da
yüzde 7,2ye ineceği öngörülmektedir. Çok güzel, kulağa hoş
geliyor, ülkemiz açısından muhtemel ve mümkün hedefler ama öngörmek
yetmiyor, görmek de gerekir bunları. Sizin öngörmeniz değil, bu
ülkenin görmesidir aslolan, zira sizin öngörülerinizi bir türlü göremiyor bu
vatandaş.
Bakınız,
yine AKP iktidarı döneminde hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma
Planının öngörülerine bir bakalım ve bunları aynı
dönemdeki gerçekleşmeleriyle, AKP ekonomi yönetimince hazırlanan son
Orta Vadeli Plan hedefleriyle karşılaştırılalım.
Dokuzuncu
Kalkınma Planına göre 2007-2013 arası yedi yıllık
dönemde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 7 olarak öngörüldü,
aynı dönemde büyüme ortalaması ise sadece yüzde 3,5 oldu; üstelik
2013 büyümesini de 4 varsayıyoruz.
Dokuzuncu Plana
göre 2013 sonu itibarıyla işsizlik yüzde 7,7 olacaktı, Orta
Vadeli Program hedefi yüzde 8,9 ve en son veriye göre işsizlik oranı
ise yüzde 10,5.
Dokuzuncu Plana
göre 2013te cari açık millî gelirin yüzde 3ü, yani yaklaşık 24
milyar dolar olarak öngörülürken, Orta Vadeli Programa göre millî gelirin
yüzde 7,1i ve 60,7 milyar dolar olması bekleniyor.
Dokuzuncu Plana
göre TÜFE yüzde 3 olarak öngörüldü, Orta Vadeli Programda yüzde 5,3 ve şu
an itibarıyla yıllık yüzde 6,5.
Dokuzuncu Plana
göre 2013te ihracat 210 milyar dolar olarak öngörüldü, Orta Vadeli Programa
göre 158 milyar.
Dokuzuncu Plana
göre 2013te turizm gelirleri 36 milyar dolar olarak öngörüldü, Orta Vadeli
Programa göre yüzde 25,4 milyar dolar. İşte öngörüler, işte
gerçekler. Sanırım buna öngörü değil öngörememe demek
lazım ama şaşırmıyorum doğrusu. Her yıl
hazırlanan orta vadeli programlar bile birbirini tutmazken beş
yıllık kalkınma planlarında isabet beklemek, sizden çok
şey istemek olur, size büyük haksızlık olur. Ha, şimdi
diyeceksiniz ki: Millî gelir hedefi tutuyor. Onun da sebebi millî gelir
hesaplama yöntemlerini değiştirdiniz. Kendinize göre yeni bir millî
gelir hesaplama formülü geliştirdiniz. Hangi formül size yarıyorsa o
formülü uygulamaya koydunuz. Yanlış anlaşılmasın,
Onuncu Kalkınma Planındaki hedeflerin tutmasını
canıgönülden diliyorum. Hatta biz yetersiz bile buluyoruz bu hedefleri.
Zira, AKP, 2023 hedeflerinden bahsediyor. 2018 yılında
gelineceğini belirttiği yerin 2023 vizyonu açısından son
derece yetersiz olduğunu görüyoruz. Aslında AKP, kendi koyduğu
2023 hedeflerinin gerçekleşmeyeceğini kendisi bu kalkınma
planıyla resmen ilan ediyor. Kalkınma planı hedefleri tutsa dahi
geriye kalan beş yıl bizi dünyanın on büyük ekonomisi içine
sokmaya yetmeyecektir. Kaldı ki şahsen kalkınma planındaki
hedeflerin yine, tıpkı Dokuzuncu Planda olduğu gibi
tutmayacağını açıkça belirtmek istiyorum.
Onuncu
Kalkınma Planındaki hedef ve öngörülerin gerçekleşmesinin
önünde ise iki tane temel engel vardır: Engellerden biri, küresel
ekonominin içinde bulunduğu durum, diğeri ise, asıl olanı
ise AKPnin ekonomi yönetim anlayışı ve ısrar ettiği
büyüme modelinden kaynaklanmaktadır. Maalesef dünya ekonomisi son
dönemlerin en büyük kriziyle karşı karşıya olduğu gibi
krizin önümüzdeki dönemde de süreceği, en azından
toparlanmasının planın içerdiği döneme yani 2020lere dek
uzanabileceği konuşulmaktadır. Yüksek borç stoku, ekonomik
durgunluk ve büyümenin gerçekleştirilememesi gibi sorunlarla ciddi
şekilde boğuşan ve ülkemizin en büyük dış ticaret
partneri olan Avrupanın bu durumu, ülkemizi de fazlasıyla
etkilemekte ve etkilemeye de devam edecektir. Türkiye gibi ihracat merkezli
büyüme stratejisi uygulamak zorunda olan bir ülke için, en büyük ticaret
ortağının bu durumda olması, dönemsel olarak da
sıkıntılar yaratacaktır.
Yine, Amerikan
ekonomisindeki gelişmelerin yansımaları da bizim de içinde
bulunduğumuz gelişmekte olan ülke ekonomilerini de riske etmektedir.
Özellikle, son günlerde ekonomilerde yaşanan dalgalanmalar ve bize de
sirayet eden bu olumsuz rüzgâr, maalesef devam edecek görünmektedir. Zira,
gelişmekte olan ülkeler için tatlı, bol likiditenin olduğu dönem
sona ermektedir. Amerikan Merkez Bankası FEDin, parasal genişlemeye
son vereceği artık aşikârdır. Zira, FEDin tahvil
alımı suretiyle dünyaya dolar vermesi, sıkıntı
içindeki ekonomileri biraz olsun rahatlatıyor, muhtemel
olumsuzlukları ve sıkıntıları erteliyordu ama
artık parasal genişlemenin sonuna gelindi. Bu ne demektir biliyor
musunuz? Artık paranın bolluğu azalacak, ucuz finansman dönemi
kapanacak, dış sermayeye ihtiyaç duyan ülkeler için kaynak bulmak
oldukça zorlaşacaktır. Türkiye gibi kronik bir cari açık
problemi yaşayan ve bu açığı da büyük ölçüde kısa
vadeli sermaye girişleriyle kapatma yolunu izleyen bir ülke için
önümüzdeki dönemde cari açığın finansmanı iyice
zorlaşacaktır.
Peki, ekonomisi ve
büyümesi cari açığa dayalı olan bir Türkiye, önümüzdeki dönemde
finansmanını nasıl bulacaktır, hangi koşullarla
bulacaktır? Finansman maliyeti artmayacak mıdır? Sıcak para
da azalınca cari açık nasıl finanse edilecektir? Cari açık
vermeden büyümeyi nasıl sağlayacaktır?
Plana göre, cari açık küçülecek, yurt içi tasarruf
ise yüzde 20ye bile ulaşamayacaktır. Bu durumda,
yatırımlar nasıl finanse edilecektir? Hem cari açık
küçülecek diyorsunuz hem de tasarruflarda sıçrama
yapamayacağınızı kabul ediyorsunuz. Büyüme nasıl
olacak? Can sıkıcı ama bizim gerçeklerimizin
dayattığı sorular da işte buradadır.
Maalesef, küresel ekonomik dinamiklerden kaynaklanan bu
tatsız sorular hepinizin, hepimizin canını sıkmakta,
likiditenin bol olduğu, piyasalara paranın bol kepçe verildiği,
dış finansmana erişimin kolay ve ucuz olduğu dönemi
yeterince iyi değerlendiremediğimizi görünce can
sıkıntısı daha da artmaktadır.
Gelelim asıl soruna, yani AKPnin ekonomi yönetimi
ve istikrarsız büyüme modeline. Son on yılda, Türkiye ekonomisi
AKPnin bilinçli ve sistemli tercihleri sonucu büyüme-cari açık
sarmalına hapsedilmiş durumdadır. Zira, Türkiye ekonomisi,
söylemde ihracat merkezli, eylemde ise yüksek iç talebe dayalı bir büyüme
modelini uygulamaktadır.
Bakınız, 2002-2012 döneminde yıllık
ortalama büyüme oranı 5,1 olmuştur. Bu dönemde, yurt içi talebin
büyümeye katkısı yüzde 5,8 olurken, ihracatın katkısı
ise negatif olmuş, ortalama eksi 0,7 olmuştur. Bu modelde, banka
kredileriyle finanse edilen iç tüketim, beraberinde yüksek ithalatı, o da
rekor düzeyde cari açığı getirmiştir. Cari açık bu
düzeyde sürdürülemeyeceği için ekonomide frene basılmış,
büyüme ve vergi gelirleri düşmüştür. Üstelik, konut ve hizmetler
sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşan
bu büyüme modeli, ülkenin tasarruflarını da eritmiş, sadece
işletmeleri değil, hanehalkı da borçlu bir toplum
yaratmıştır.
Evet, bir yıl
yüzde 8,5, ertesi yıl yüzde 2,2 büyüyen bir ülke, istikrarlı bir
büyümeyle büyüyen bir ülke değildir. Hani geçen yıl dillerden hiç
düşürmediğiniz Çinden ise şimdilerde bahseden yok. Hani Çinle
birlikte dünyada en hızlı büyüyen ülkeydik? Ne oldu da Çinden
artık bahsetmiyorsunuz? Hemen söyleyeyim: Bizde büyüme yüzde 8,5ten
2,2ye düşerken, Çinde 2012de de yüzde 7 büyüme oldu, bu yıl da
yüzde 7,7 büyüme var yani geçen yıl da yüzde 7,7, bu yıl da 7,7;
istikrarlı bir büyüme var ama bizdeki büyüme bir yıl yüzde 8,5,
ertesi yıl yüzde 2,2; bu, istikrarlı bir büyüme modeli değildir.
AKP
yanlış büyüme modeliyle yola devam ederken, son dönemlerde bu
kırılganlığa bir de ekonomi yönetimindeki çatlak eklendi.
Ekonomi, her şeyden önce güvenle yürürken, tek parti iktidarı olan
AKP içinde büyüme stratejisine ilişkin olarak ciddi bir görüş
ayrılığı oluştu. Kamuoyuna gaz-fren
tartışması diye yansıyan bu çatlak, aslında ekonomimiz
için önemli ve yeni bir risk unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısacası,
Türkiye ekonomisi 2002-2012 döneminde ülke potansiyelinin altında
büyümüş, yanlış politika ve uygulamalardaki ısrar, büyüme
hızına ve de dolayısıyla ülkenin kalkınmasına
engel olmuştur. On yılı bu şekilde geçiren Türkiyeyi çok
daha zorlu, yapısal eksende sıkıntılı bir dönem
beklemektedir. Zira, ekonomimiz ciddi bir sorun ile karşı
karşıyadır: Orta gelir tuzağı. İktisat
literatüründe gelir tuzağı, bir ülkenin belirli bir gelir seviyesine
ulaştıktan sonra bir sarmal içine girerek uzun bir süre bu seviyede
kalmasını, içine girdiği kısır döngüyü
aşamayıp bir üst gelir kademesine geçememesini ifade etmektedir.
Türkiye, son on yılda 10 bin dolar düzeyindeki kişi başına
yıllık ortalama gelirini bir türlü 12.275 doların üzerine
çıkaramadığı için orta gelir tuzağına
düşmeye aday ekonomiler arasında gösterilmektedir.
Zira, ülkemizde
nüfus kalabalık, doğal kaynaklarımız sınırlı
ve sanayimiz modernizasyona kapalı bir yapı arz etmektedir. Böylesine
bir yapı ile orta gelir tuzağını aşmak hiç de kolay
değildir. Kapsamlı, köklü ve radikal reformlara ihtiyaç
bulunmaktadır. İşte, AKP iktidarının genelde
seçtiği, günü kurtarmak, yapısal reformları ötelemek olduğu
için söz konusu gelir tuzağı, ülkemiz açısından kaygı
verici hâle gelmiştir.
Kaldı ki, Dünya
Bankası verilerine göre, 1960 yılından bu yana orta gelirli
sayılan 101 ülke arasında orta gelir tuzağından kurtularak
yüksek gelir düzeyine geçebilen sadece 13 ülke bulunmaktadır. Latin
Amerika, Orta Doğu başta olmak üzere, ülkelerin yüzde 90ı bu
eşiği ne yazık ki aşamamıştır. Biliyorum ki,
AKPnin ekonomi kurmayları da orta gelir tuzağı riskinin
farkındadır ancak farkındalığın
yetmeyeceğini, gerekli adımların hâlâ atılmadığını
görmekteyiz. Yani hastalığı biliyorsunuz ama bir türlü tedaviyi
yapmamakta ısrar ediyorsunuz, tedaviden kaçınıyorsunuz; üstelik,
on bir yıldır tek başınıza iktidarsınız.
Bakınız,
Orta gelir tuzağından sıyrılmak için neler gerekiyor?
diye sorulduğunda, hemen bir çırpıda size, sürdürülebilir
büyüme, eğitim ve sağlığa yatırım, teknoloji
üretimi diyebilirim.
Peki, bu alanlarda
şu an itibarıyla ne durumdayız? Az önce söyledim, zikzak çizen
bir ekonomimiz var sayenizde. Geçen yıl Türkiye ekonomisi ancak yüzde 2,2
büyüdü, yüzde 4 olarak öngörülen, yüzde 3,2ye revize edilen büyüme hızı,
sert bir frenle yüzde 2,2 oldu. Türkiye açısından elzem ve mümkün
olan yüzde 7 büyüme yakalanmadığı için işsizlik çift haneye
ulaştı, yüzde 10,5.
OECD ülkeleri
arasında eğitime millî gelirden en az pay alan ülke Türkiye.
Türkiye'de sağlık harcamalarının gayrisafi millî
hasılaya oranı yüzde 6,1 iken, OECD ortalaması yüzde 9,5tur,
yani sağlıkta da sınıfta kaldık.
Gelelim teknolojik
üretime. Verimliliği artıran, ekonomik kalkınmayı
teşvik eden AR-GE harcamalarında çok gerilerdeyiz. ABDde AR-GE
harcamalarına ayrılan pay millî gelirin yüzde 2,67si, Japonyada
yüzde 3,12si, Avrupa Birliği ülkelerinde ise ortalama yüzde 1,83tür,
Türkiye'de ise AR-GE harcamalarının millî gelire oranı hâlâ
binde 9 düzeyindedir. Peki, bu parçaları birleştirirseniz bu
kalkınma modeli ne kadar gerçekçidir, onu da sizin takdirlerinize
sunuyorum.
Gelelim ikinci
temel hususa. Diyelim ki kalkınma planındaki tespit ve hedefler
doğru ve isabetli, iyi de AKP olarak siz plana göre hareket ediyor
musunuz? Bana göre asla. Hemen size birkaç örnek verip takdirlerinize
bırakacağım.
AKP iktidarı
döneminde sekiz yıllık kesintisiz eğitimi 4+4+4le
değiştirdiniz. Şimdi ne yapıyorsunuz? 4+4+4ü tekrar sil
baştan Meclise getireceksiniz, bunu tekrar düzelteceksiniz. Yani kendi
yaptığınızı kendiniz bozuyorsunuz, kendi
bozduğunuzu tekrar getirip muhalefete yaptırmaya
çalışıyorsunuz. Bu sürdürülebilir büyüme modelini yakalamak
mümkün değildir, böyle bir ülke büyüyemez.
Kariyer
mesleklerini altüst ediyorsunuz. Uzmanlıklarda geri adım
atıyorsunuz, uzmanlık eğitimini üç yıldan iki yıla
düşürüyorsunuz, yabancı dili ortadan kaldırıyorsunuz. Böyle
mi kalkınacak bu ülke?
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu kalkınma planının
ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyor ve hepinize
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Evet,
teşekkür ediyorum.
Üçüncü bölüm
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz isteyen birinci
konuşmacı Mustafa Kalaycı, Konya Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
MUSTAFA KALAYCI (Konya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma Planının üçüncü bölümü
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım, bu
vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bugün
itibarıyla ülkemizde en önemli sorun işsizliktir, yoksulluktur,
güvencesiz istihdam koşullarıdır, uzaklaşılan,
piyasalaştırılan sosyal devlet anlayışıdır.
Planda bu konularla ilgili programlara yer verilmekle birlikte çok makro
düzeyde olan bu programların nasıl uygulanacağı oldukça
belirsiz görünmektedir. Öngörülen hedeflere nasıl ulaşılabileceği
konusu gerçekçi ve net değildir.
Plan
görüşmelerinin bugüne alınıp kamuoyuna da izleme
imkânının verilmemesi, Hükûmetin iddialı
olmadığına ve kendi hazırladığı plana tam
güvenmediğine de işaret etmektedir.
AKP döneminin ilk
planı olan Dokuzuncu Kalkınma Planında 2013 yılı
itibarıyla işsizlik oranının yüzde 7,7ye düşmesi
öngörülmesine rağmen, bugünkü oran bunun çok üzerindedir.
Görüştüğümüz Onuncu Kalkınma Planında ise işsizlik
oranının 2018 yılında yüzde 7,2 olması öngörülmektedir
ancak geçmiş on yıllık uygulamaları, AKP olduğu sürece
işsizliğin yüksek oranlı devam edeceğini göstermektedir.
Geleceğimizin teminatı olarak gördüğümüz gençlerimiz maalesef
işsizdir. Üniversitelerimiz diplomalı işsiz üretmekte, iş
bulamayan gençlerimiz bunalıma girmektedir. Türk gençliğinin
işsizliği, AKP zihniyetinin hiç umurunda değildir. AKP
yetkilileri, kendi çocuklarında ve çevrelerinde şirket sahibi,
holding patronu olanları gördükçe herhâlde herkesi öyle zannetmektedir.
TÜİK
verilerine göre, 2002 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik
oranı 2012 yılında yüzde 9,2 olmuştur. Son açıklanan
2013 Mart ayı verileri, işsizlik oranının bir önceki
yılın aynı ayına göre artarak yüzde 10,1e, tarım
dışı işsizlik oranının yüzde 12,3e, genç nüfusta
işsizlik oranının yüzde 19,3e yükseldiğini göstermektedir.
TÜİK verilerine göre, işsizlik oranının 2012 yılı
haziran ayından beri yükseldiği, işsizliğin artış
eğilimine geçtiği dikkat çekmektedir. Mevsim etkilerinden
arındırılmış işsizlik oranı da yüzde 9
düzeyinin üzerinde süreklilik kazanmıştır.
İşsizlikteki
asıl dramatik tablo, gerçek işsizlik rakamlarına
bakıldığında görülmektedir. İşsiz
sayısına dâhil edilmeyen iş aramayıp çalışmaya
hazır olanlar, 2002 yılında 1 milyon 20 bin kişi iken, 2012
yılında 1 milyon 994 bin kişiye yükselmiştir. 2013 Mart
ayı itibarıyla bu sayı 2 milyon 177 bin kişiye
ulaşmıştır. İş bulma ümidi olmayanların
sayısı 2002 yılında 73 bin kişi iken, 2012
yılında 632 bin kişiye, 2013 Mart ayı itibarıyla 759
bin kişiye ulaşmıştır. AKP döneminde iş bulma
ümidi olmayanlar 10 kattan fazla artmıştır. İşsizler,
iş bulma ümidini kaybettikleri için işsiz olduklarını dahi
beyan edememektedirler. İşsizler, iş aramayıp
çalışmaya hazır olanlar, eksik ve yetersiz istihdam ile
mevsimlik işçiler dâhil edildiğinde, AKP döneminde gerçek işsiz
sayısının 3 milyondan 5,5 milyona, işsizlik
oranının da yüzde 14ten yüzde 19a yükseldiği görülmektedir.
Şimdi,
işsizlikle ilgili, Türkiye İş Kurumunun
yayımladığı istatistik bültenlerine bir bakalım. 2012
yılında kuruma yapılan başvuru sayısı, bir önceki
yıla göre yüzde 60 oranında artmıştır.
Kayıtlı işsiz sayısı da 2012 yılında yüzde
28,6 oranında artış göstermiştir. 2013 Mayıs ayı
istatistik bültenine göre de kuruma kayıtlı iş gücü yani iş
arayanların sayısı 3 milyon 618 bin, kayıtlı
işsiz de 2 milyon 215 bin kişidir. Geçen yılın aynı
ayına göre, iş arayanların sayısında yüzde 38
oranında, işsizlerin sayısında da yüzde 3 oranında
artış görülmektedir. Kayıtlı işsizlerin -yüzde 48
oranında- 1 milyon 61 bini bir yıldan daha uzun süredir işe
yerleştirilmeyi beklemektedir.
AKPnin rakam
oyunları bile on bir yıldır işsizlikle mücadelede önemli
bir mesafe alınamadığını izleyememektedir. AKPnin
uyguladığı politikalar bir taraftan dolar milyarderi
sayısını hızla artırırken, diğer taraftan
yoksulu daha da yoksullaştırmış, sosyal desteğe muhtaç
yoksul sayısını artırmış ve
insanlarımızı ianeye muhtaç hâle getirmiştir. AKP,
yoksullukla mücadeleye kurumsal bir kimlik kazandırmak yerine, bu konuyu
istismar alanı hâline getirmiş ve yoksulluğun giderek
derinleşmesine seyirci kalmıştır.
TÜİKin
yoksulluk çalışmalarında cari satın alma gücü paritesine
göre, kişi başına 2 dolar 15 sent ve 4 dolar 30 sent
sınırlarına göre, yoksulluk oranlarında görülen
düşüşün döviz kuru değişimlerinin ortaya koyduğu
yanıltıcı bir sonuç olduğunu sizler de gayet iyi
biliyorsunuz. Nitekim, kişi başına millî gelirimiz de on
yılda dolar bazında 3 misli artmış görünmekle birlikte,
aslında TL bazında reel artış yüzde 43 düzeyindedir. Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığının genel sağlık
sigortası kapsamında gelir testi çalışmalarında 16
milyon başvurudan, geliri asgari ücretin üçte 1inin altında
olanlarla ilgili kararı verilen 11,5 milyon kişidir. Aslında bu
rakam, işsizlik ve yoksulluğun boyutunu ortaya koyan önemli
göstergelerden biridir. Yoksa siz geliri asgari ücretin üçte 1inin
altında olan bu insanlarımızı zengin mi sayıyorsunuz?
Değerli
arkadaşlar, AKP iktidarının uyguladığı ekonomi
politikaları sonucu tüketim toplumu hâline getirilmiş ülkemizde
tasarruflardaki düşüş, Türk ekonomisinin çözülmesi gereken en önemli
sorunu konumundadır. Toplam yurt içi tasarruflar 2002 yılında
yüzde 18,6 iken, 2012 yılında yüzde 14,8e düşmüştür. Özel
tasarruflar 2002 yılında yüzde 23,5 iken, 2012 yılı
itibarıyla yüzde 11,9a gerilemiştir. Hane halkının
tasarrufları ise yüzde 7lere kadar düşmüştür.
Planda yurt içi
tasarrufların artırılması ve israfın önlenmesi
programına yer verilmiştir. Program hedefi olarak tasarruf
oranının 2018 yılında yüzde 19a yükseltilmesi
öngörülmektedir.
On yıldır
düşürdüğünüz oranı, beş yılda nasıl aynı
seviyelere getirebileceksiniz? Madem böyle bir maharetiniz vardı, on
yıldır bu düşüşü niye seyrettiniz? Vatandaşın
geliri geçimini sağlamaya yetmiyorsa nasıl tasarruf edecek? AKP
Hükûmeti vatandaşta tasarruf edecek hâl bırakmamıştır.
Bugünkü asgari ücret, maaşlar, bugünkü emekli aylıkları
çalışanların ve emeklilerin zorunlu ihtiyaçlarını
asgari düzeyde bile karşılayamamaktadır. 800 liralık asgari
ücretin, 700-800 liralık emekli aylığının neresinden
tasarruf edilecek? Ürünü para etmeyen, gübre alamadığından
tarlasına gübre atamayan çiftçi, hangi gelirinden tasarruf edecek?
Hayatın güçlüklerine direnen esnafımız iş yeri
kirasını, sosyal güvenlik primini dahi ödemekte güçlük çekerken
nasıl tasarruf edecek? Nitekim, yoksulluk araştırmalarında
gelir grupları itibarıyla nüfusun ilk üç yüzde 20lik diliminde
tasarruf negatif iken, dördüncü grup yüzde 20lik dilimde çok az tasarruf
yapılabildiği belirlenmiştir. Beşinci dilime mensup yüzde
20lik grup ise güçlü şekilde tasarruf yapan kesim olmaktadır.
TÜİKin 28
Eylül 2012 tarihinde açıklanan sürdürülebilir kalkınma göstergeleri
ile ilgili verilere göre nüfusumuzun yaklaşık olarak üçte 2si
yoksulluk riski altındadır. Şiddetli maddi yoksunluk içinde
bulunan kişi sayısı 43 milyon 286 bindir. Bu sayı, her 5
kişiden 3ünün şiddetli maddi yoksunluk içinde bulunduğunu
göstermektedir.
AKP döneminde
büyüme hızı, yıllık ortalama yüzde 5 düzeyinde
olmasına rağmen nüfusun eğitim düzeyi ve yaşam
standartları çok düşük durumdadır. TÜİK verilerine göre
hâlâ nüfusun yüzde 65'inin lise düzeyinde bile eğitimi yoksa, yüzde
40'ının çatısı akıyor ve ısınma sorunu
varsa, yüzde 60'ı iyi beslenemiyorsa, yüzde 80'i eskiyen
mobilyalarını yenileyemiyorsa bu durum, ekonomi
politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini, hatta geç bile
kalındığını ifade etmektedir. Kişi
başına düşen millî gelirimiz 10 bin doların üzerinde
olduğu hâlde neden herkes bu gelirden faydalanamıyor, iyice analiz
edilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır. Tasarrufu
artıracak, bunun için de öncelikle üretimi artıracak,
vatandaşın gelirini artıracak önlemlerin alınması gerekmektedir.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde hanehalkı borçluluğu AKP hükûmetleriyle
birlikte olağanüstü artış göstermiştir. Aylık geliri
yetmeyen vatandaşımız geçimini borçla sağlamaya
çalışmaktadır. Vatandaşlarımız banka tüketici
kredilerine, kredi kartlarına yüklenmiş ve toplam borçları 286
milyar lirayı aşmıştır. 2002 yılına göre
kredi kartı borçları 19 kat, tüketici kredisi borçları ise tam
96 kat artmıştır. Merkez Bankası raporlarına göre, 2002
yılında hanehalkı borcunun gelirine oranı yüzde 4,7 iken
2012 yılı itibarıyla yüzde 50,7ye yükselmiştir.
2002 yılında
vatandaşın her 100 liralık gelirinin yaklaşık 5
lirası borcunu karşılarken, bugün vatandaşın 100
liralık gelirinin yarısından fazlası borca gider hâle
gelmiştir. Öte yandan, bu dönemde vatandaşın faiz ödemeleri
büyük boyutlara yükselmiştir. 2002 yılında 2,5 milyar lira olan
vatandaşın faiz ödemeleri toplamı, 2012 yılında 30
milyar liraya çıkarak AKP döneminde 12 kat artış
kaydetmiştir. Dikkatinize
sunuyorum,
vatandaşlarımız 2012 yılında -eski ifadeyle- 300 katrilyon liraya varan
konut, taşıt, ihtiyaç kredileri ve kredi kartı borçları
için 30 katrilyon lira faiz ödemiştir. AKP'nin gerçek yüzü buradadır,
vatandaşı faiz lobilerine
nasıl soydurduğunu bu rakamlar açıkça göstermektedir.
Ülkemizde tüketici
kredisi borcu bulunan hanehalkının büyük çoğunluğu, alt
gelir grubunda olan ücretli çalışanlardır. Merkez Bankası
raporlarına göre, tüketici kredisi borcu bulunan hanehalkının
yüzde 53,4'ü ücretli çalışanlardır. Hükûmetin,
çalışanları nasıl borçlu hâle getirdiğini, nasıl
süründürdüğünü bu durum göstermektedir.
Yine, tüketici
kredisi borcu bulunan hanehalkının yüzde 37,9'unu 1.000 lira ve
altında geliri bulunanlar, yüzde 23,7'sini 1.000 lira ile 2 bin lira
arasında geliri bulunanlar oluşturmaktadır. Yani, tüketici
kredisi borcu bulunanların üçte 2sinin 2 bin liranın altında
geliri bulunmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, ekonomideki gelişmeler, resmî kurumlarca açıklanan
veriler, maalesef, ülkemizin ve vatandaşlarımızın içinde
bulunduğu acı gerçekleri gün yüzüne çıkarmaktadır.
Artık, AKP Hükûmetinin çizdiği pembe tablolar, istatistik
sepetlerinde revizyon, güncelleme diye yapılan değişiklikler
gerçekleri gizleyememektedir.
AKP'nin güdümlü
ekonomi politikası iflas etmiştir. Hükûmet ne derse desin, ekonomide
çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Millî sanayimiz,
üreticimiz zor durumdadır rekabet gücü tükenme noktasına
gelmiştir. Piyasalarda durgunluk hâkimdir, şiddetli bir şekilde
tahsilat sorunu yaşanmaktadır. Esnafımız, kredi
borçlarını, vadesi gelen senetlerini, vergi ve prim
borçlarını, kazanamadıkları için ödeyememekte ve
birçoğu da kepenk kapatmakta ya da iflas etmektedir,
esnafımızın artık dayanacak gücü
kalamamıştır.
TOBB
tarafından yayınlanan verilere göre, 2012 yılında
açılan şirket sayısı 2011 yılına oranla yüzde
27,3 oranında azalırken, kapanan şirket sayısı yüzde
8,4 oranında artmıştır. 2013 yılının ilk
beş ayında ise, 2012 yılının aynı dönemine göre,
açılan şirket sayısı yüzde 14,3 artmış ancak
kapanan şirket sayısı yüzde 24,1 artmıştır.
Birçok sanayici, iş adamı, esnaf borç batağına girmiştir.
İcralar artmakta, iflaslar baş göstermektedir. İflas erteleme
kararları hızla artmaktadır.
Teşekkür
ediyorum, hayırlı olsun diyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Üçüncü bölüm
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2nci konuşmacı
Erkan Akçay, Manisa Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Onuncu Kalkınma Planının üçüncü bölümü üzerine, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Muhterem heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Kalkınma
planları, Türkiyenin geleceğine perspektif sunan çok önemli resmî
belgelerden birisidir. Planın daha ilk cümlesinde, ülkemizin 2023
hedefleri doğrultusunda, toplumumuzu yüksek refah seviyesine
ulaştırma yolunda önemli bir kilometre taşı
olacağı belirtilmektedir. Ancak, bu 221 sayfalık planın
hiçbir yerinde biz bu 2023 hedefini görebilmiş değiliz. Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planında Lider ülke Türkiye 2023
perspektifi ve hedefi vardı. Fakat, bu planın bazı yerlerinde bu
2023 hedefinden bahsetmesini doğrusu anlayabilmiş değiliz,
bunların devletin resmî
belgelerine girmiş olması gerekir.
Bir örnek daha vermek istiyorum. Maliye
Bakanı Sayın Mehmet Şimşekin gelir vergisi
tasarısını sunarken şu ifadeleri
kullandığını iyi hatırlıyorum: Hükûmetimizin
nüfus politikası gereği 3üncü çocuğa da işte gelir
vergisinde destek veriyoruz, avantajını vergi indiriminde yüzde 5ten
yüzde 10a çıkarıyoruz. demiş idi. Şimdi, Hükûmetin nüfus
politikasını hangi resmî dokümandan göreceğiz ve
okuyacağız? Devletin resmî dokümanına, resmî belgesine
girmiş değil.
Nüfus politikasına
baktığımızda, yine bu kalkınma planında da
göremiyoruz. Yalnız bu 2023 hedefi veya bu 3 çocuk meselesi nerede var?
Sayın Başbakanın iki dudağı arasında var. Yani,
biz, Sayın Başbakanın iki dudağından çıkanı
kanun ve kalkınma planı veya programı mı
sayacağız? Devletin, hükûmetin resmî belgelerine ve kararlarına
dayanmadığı sürece bunların hiçbir anlamı yoktur. Aksi
takdirde, bu Türkiyenin keyfî ve tek kişi yönetimine
yönlendirildiğini ve girdiğini ifade eder. Buna özellikle dikkatinizi
çekmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
kalkınma planlarının üçüncü bölümü bize planın,
dolayısıyla Hükûmetin uygulanabilir programlardan yoksun
olduğunu, başarılı bir kalkınma programı ortaya
koyamadığını ve 2023 lider ülke Türkiye vizyonundan
fazlasıyla uzaklaştığını göstermektedir.
Üçüncü bölümde, Öncelikli Dönüşüm
Programları adı altında 25 program açıklanmaktadır.
Ancak ekonominin yapısal sorunlarına çözüm programı bu üçüncü
bölümde yoktur. Dolaylı vergilerden doğrudan vergilere geçişle
ilgili bir niyet dahi yoktur. Vergi adaleti sağlamayı amaçlayan bir
program yoktur. Kayıt dışılıkta vergiyi doğuran
olayın kavranmasına ilişkin bir program yoktur. İthalata dayalı
tüketen ekonomiden üreten ekonomiye geçiş programı yoktur.
Eğitimde yaşanan nicelik ve nitelik sorunu burada yoktur. İmalat
sanayisinin ihtiyaç duyduğu ve girdilerin üretimine yönelik kapsamlı,
kararlı ve uygulanabilir bir program yoktur. Tarımsal kalkınmanın
nasıl sağlanacağına dair bir öngörü yoktur, program bir
tarafa. Plandaki bu öncelikli dönüşüm programlarında kamu
gelirlerinin kalitesinin artırılması programı ve
başlığı var.
Vergiler gelir
dağılımının ve fiyat istikrarının
sağlanmasında önemli bir araçtır ancak Hükûmet vergileri sadece
harcamaların finansmanı olarak görmektedir. Kamu gelirlerinin
kalitesinin artırılması hedeflenirken vergi adaleti ve
dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki yüksek oranı
sürekli göz ardı edilmektedir. Vergi gelirleri içerisinde dolaylı
vergilerin payındaki artış adaletsizliği daha da
artırmaktadır. Toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı
vergilerin payı 2002de yüzde 64 iken 2012de yüzde 67ye yükselmiştir
ve 2013 Mayıs ayı itibarıyla bu oran yüzde 67,4tür.
Yine, 2013 Ocak-Mayıs döneminde
dolaylı vergilerde hızlı bir artış gözlenmektedir ve
bu dönemde doğrudan vergilerdeki artış yüzde 6,9 iken
dolaylı vergilerdeki artış yüzde 25,4tür. Dâhilde alınan
KDVdeki artış yüzde 19, ÖTVdeki artış yüzde 27, ithalde
alınan KDVdeki artış yüzde 29dur. Petrol ve doğal gazdan
alınan ÖTVde yüzde 41,5, damga vergisinde yüzde 30, harçlarda yüzde 42 ve
bu artışta sürekli olağanüstü bir şekilde dolaylı
vergiler de gözlenmektedir.
Değerli milletvekilleri, bütün bu verdiklerimiz,
bütün bunlar 2013te yüzde 4 büyüme hedefi, yüzde 5,3 enflasyon hedefi ve yüzde
7,80 yeniden
değerleme oranı olan bir ülkenin geldiği nokta ve bir ülkenin
tablosu olabilir mi? Yani hedeflerle, planlarla hiç alakası olmayan bir
duruma gelmiştir ve bugün itibarıyla Türkiye'nin vergi denklemi
şudur değerli arkadaşlar: Ücret stopajları 2012
yılı itibarıyla yüzde 20,3; artı, tüketimden alınan
vergiler, ÖTV, KDV toplamı yüzde 39,5; ithalden alınan vergiler,
katma değer vergisi ve gümrük vergileri, bir de bankacılık
faaliyetlerinden elde edilen gelirleri de dâhil edebiliriz. Kurumlar vergisi
rekortmenlerinin ilk 100ü içerisinde 22 bankanın yer
aldığını hatırlayacak olursak ne demek
istediğimiz daha da ortaya çıkar. 2012de ücretlerden alınan
stopajın toplam vergi gelirleri içerisindeki oranı yüzde 20,3
değerli arkadaşlar. Oysa bu dönemde beyana dayalı gelir
vergisinin payı ise yüzde 1,1dir, 3,5 milyar lira. Yani, bu, fakirden
alıp zengine vermenin görüntüsüdür.
Planda yurtiçi tasarrufların artırılması
ve israfın önlenmesi programını görüyoruz. Tasarruf
açığı Türkiye'nin karşı karşıya
kaldığı üçüz açıktan birisidir; cari açık, tasarruf
açığı ve bütçe açığı. Tasarruf ekonomik
kalkınmanın iki ayağından birisidir; birisi tasarruf,
diğeri yatırım. AKP bu temel ilkenin varlığından
sanki haberdar değil ki on buçuk yıldır
vatandaşlarımızı borçlandırmaya dayalı bir
ekonomik yaklaşım ile tasarruf oranlarını sürekli
düşürmüştür. 2002de tasarrufların millî gelire oranı yüzde
18,6 iken 2012de yüzde 14,3e düşmüştür. Onuncu Kalkınma
Planı sonunda toplam tasarrufların yüzde 19a ulaşması
öngörülmektedir, bu rakam 2002deki oranın birazcık üzerindedir. 2012
yılı içerisinde Hükûmet yurt içi tasarrufların artması için
bireysel emeklilik, risk sigortası, altın hesapları gibi
bazı uygulamalar getirmiştir. Bütün bu uygulamalar yalnız 2018
hedefleri için yeterli değildir çünkü sorun vatandaşların
tasarruf edecek parasının ve yeterli gelirinin olmamasıdır.
Milyonlarca vatandaş, gelecek beş yılını, on
yılını devamlı borç ödeyerek geçirecektir ve Adalet
Kalkınma Partisi bu bakımdan hem ülkenin hem de
vatandaşların geleceğini yemiştir.
Hanehalkı
borçlarının harcanabilir gelire oranıyla tasarruf oranları
arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Bu oran 2002de
yüzde 4,7 iken 2012de yüzde 50,7dir yani vatandaşımız
gelirinin yarısını borca vermektedir, borca ödemektedir. Bu
borçluluk oranlarıyla 2018in tasarruf hedefi sadece boş bir
hayaldir. Velhasılıkelam, değerli arkadaşlar, bu ekonomi
politikasının devamı hâlinde ekonomide hedeflenen tasarruf
oranlarına ulaşmak mümkün olmayacaktır.
Programın
diğer bir alt başlığı israfın önlenmesi
şeklindedir. İsrafı vatandaşlarımızın
üzerine yıkan bir yaklaşım burada ortaya konulmaktadır.
Adalet Kalkınma Partisi vatandaşa nasihat vermeyi bıraksın,
öncelikle kendi Hükûmetinin uygulamalarına baksın. Kamudaki israf ne
olacak? Kamudaki israfı göz ardı ederek vatandaşa israf üzerine,
tasarruf üzerine ahkâm kesemezsiniz. Sayın Başbakan 4 Eylül 2009da
israf konusunda şöyle demişti: Biz israf ekonomisini çözüp de verim
ekonomisine geçtiğimiz gün, inanın, şu anda bulunduğumuz
noktanın çok daha ötesinde oluruz ama israf ekonomisinden
kurtulacağız. Tam aksine, israf ekonomisine doğru bir
kayış var. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı
olmaz. Ne yazık ki Hükûmetin kendisinde bu hedefi benimseyen
bakanları göremiyoruz, bakanlar birbirinden şikâyetçi, Maliye
Bakanı hepsinden şikâyetçi. Bir taraftan örtülü ödenek
harcamaları her geçen yıl rekor kırıyor, sadece 2012de 694
milyon liradır. Bir taraftan kamuda taşıt kullanımında
dünya rekoruna doğru gidiliyor; 90 bin taşıt hâlihazırda
varken 2013 bütçesine 7.492 adet yeni taşıt alımı için
ödenek konulmuştur. Bir de kiralanan binlerce araç var. Bütçe Kanununa
göre kamuda kiralanacak bir aracın aylık kira bedeli en fazla 10.860
liradır -bunlar kamuoyuna yansıdığı için çok
ayrıntılı devam etmiyoruz- ancak 2012de toplam bina
kirasıyla birlikte araç kira harcaması 218 milyon Türk liradır.
Bence tetkike muhtaç bir rakamdır.
Başbakanlığa
uçak alımı, kamu kurumlarının bina kiraları,
Dışişleri Bakanının konut kirası, Çankayada
beş yıldır bir türlü bitirilemeyen tadilat ve onarımlar ve
müsteşar evlerinin aidat giderleri ve dahi birçok keyfî harcama; döşeme,
demirbaş ve mefruşat giderleri. AKP yönetiminde kamu harcamalarında
israf zirve noktasındadır. İsraftan vazgeçilmesi ancak bir
zihniyet değişimiyle mümkündür. Kamu harcamalarını lüks ve
konforun, keyfî harcamaları yandaş zenginleştirmenin bir
aracı olarak gördüğünüz müddetçe israf ekonomisi girdabından
çıkamazsınız. Böyle bir zihniyetle de kamu
harcamalarının akılcılığı ve verimli
kullanımı mümkün değildir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikli dönüşüm
programları içerisinde tarıma dair tek program tarımda su
kullanımının etkinleştirilmesi programıdır yani
tarımdaki tek programı su kullanımı olan AKP çiftçimize
yine sırtını dönmektedir, bunun anlamı da budur. Eğer
bu üçüncü bölümdeki programda sadece su kullanımını bir programa
almışsanız çiftçiye sırtınızı
dönmüşsünüz demektir. Bugün, tarım âdeta can çekişmektedir.
Üretici fukaralaşmış, borca batmıştır. 2002de
tarımsal kredi borcu olan çiftçilerin borç tutarı 530 milyon Türk lirasıydı,
2012 itibarıyla ise çiftçilerimizin bankalara ve tarım kredi
kooperatiflerine olan borcu 30 milyar Türk lirasını
aşmıştır ve bu borç, on buçuk yılda neredeyse 60 kata
varan nispette katlanmıştır.
Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanının Kredileri
artırdık. diye övündüğü durum, üreticiyi üreticilik yapamaz
duruma getirmiştir. Kaldı ki bir hükûmetin, çiftçiyi, esnafı
borçlandırmakla övünmemesi gerekir çünkü bizim
vatandaşlarımız diyor ki: En iyi hükûmet, halkını
borçlandırmayan hükûmettir. Bu Hükûmet, halkı borçlandırarak
âdeta borç girdabının içerisine mahkûm etmiş -çünkü
yıllarca borç yiğidin kamçısıdır diye borca özendirildi-
artık borç çiftçinin, esnafın prangası hâline gelmiştir. Bu
politikadan kesinlikle vazgeçilmesi gerekir. Çiftçi her gün üretimden
uzaklaşmaktadır. İşlenen tarımsal alanlar
itibarıyla da öyledir.
Süremiz de burada
bittiği için artık sözlerimizi de tamamlamak zorundayız. Bütün
bu eleştirilerimize rağmen kalkınma programının
hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Üçüncü bölüm
üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz isteyen
İbrahim Binici, Şanlıurfa Milletvekili.
BDP GRUBU ADINA
İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu Kalkınma Planı
üzerinde grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
AKP Hükûmeti, son yıllarda hayalî 2023 hedefleriyle yoksul
yığınlara umut pompalamaya devam etmektedir. İktidar,
mevzuat gereği hazırlamak zorunda kaldığı Onuncu
Kalkınma Planını da bu hayaliyle 2023 hedeflerinin
ambalajı olarak sunma arayışına girmiştir.
AKP iktidar
olduğu günden bugüne kadar ne var ne yoksa satıp savmış,
küresel para avcılarına kapıları sonuna kadar
açmış, ekonomiyi tamamıyla piyasacılığın
acımasız vahşetine terk etmiştir. Üretmek, yetiştirmek
ve değer katmaktan yoksun olan bu anlayış, sanayileşmek
gibi, kalkınmak gibi hedeflerden giderek
uzaklaşmıştır, ithalata dayalı tüketimle kendisini
ifade eder hâle gelmiştir. On birinci yılını sürdürmekte
olan Hükûmet ekonomiyi sıcak parayla, borçla ve ithal girdilerle
karşılayan tüketim anlayışına dayalı olarak
kâğıt üzerinde büyümüştür. Bu dönemde kentler rant uğruna
yağmalanmış, yandaşlara peşkeş çekmenin en
fütursuzu uygulamaya konulmuş, talan ve yağmadan en yakıcı
darbeyi büyük kentlerimiz maalesef almıştır.
Yirmi yıldan
bu yana yönettikleri İstanbulun Silüeti bozuldu. diye timsah
gözyaşları da yine bu dönemde dökülmüştür. Ranta ve talana
dayalı bu tecrübeler belediyecilik döneminde kazanılmış,
merkezî iktidarın elde edilmesiyle diğer kentlere de sirayet
etmiştir. Üretmekten ziyade al-ver üzerine işleyen bu sistem
kentlerimizin soluk aldığı meydanlarını AVMlerle
kuşatmış, bu kuşatma küçük esnafa darbe indirmekle
kalmayıp hafta sonlarını da alışveriş
çılgınlığıyla geçiren yeni bir anlayışı
da beraberinde getirmiştir. Nitekim, ortaya çıkan bu durum Hükûmet
için bulunmaz bir fırsata çevrilmiş, tüketim esaslı
parametrelerle yaldızlanan rakamlar ekonomik gelişme olarak
yutturulmak istenmiş.
Değerli milletvekilleri, üretim ve bölüşüm
siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamı yöneten en önemli dinamiktir.
Üretimin en önemli özelliklerinden birisi de hiç kuşkusuz iş bölümü
gerektirmesi nedeniyle toplumsal karaktere sahip olmasıdır. Üretim
sürecinde katkı verme iradesini gösterdiği hâlde bu sürecin dışına
kendi iradesi dışında itilenleri yani işsizleri yok
sayarsak üretimin toplumsal yönüyle ilgili bir sıkıntı yoktur
ancak sıkıntının yaşandığı esas nokta,
toplumsal olarak yapılan üretimin veya ekonomik değerlerin
bölüşümünde ortaya çıkmaktadır. İşte bu nokta,
iktidarların renginin ve gerçek niyetinin ayan beyan ortaya
çıktığı noktadır. İlhamını tamamen
piyasacılıktan alan, ekonominin o çok meşhur ama bir türlü
görünmez olan düzenleyici ele teslim eden zihniyet neyin planını yapar,
anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Kaldı ki şimdiye kadar
yaptıkları planlara ne kadar sadık olduklarını da
yeterince gördük. Açın Dokuzuncu Kalkınma Planını,
açın büyük şaşaalarla tanıtımını
yaptıkları GAP Eylem Planını, açın Enerji
Bakanlığı stratejik planlarına bakın,
yaptıkları planlarla mevcut gelinen durumu mukayese edin.
İnanıyorum ki ne demek istediğimi daha net göreceksiniz.
Bakın, enerji alanında stratejik plan
hazırlandı. Türkiyenin enerjide dışa
bağımlılık oranını yüzde 60lardan yüzde 73lere
çıkardılar. 2008 yılında Diyarbakırda açıkladıkları
GAP Eylem Planındaki hedeflerle mevcut durumu
karşılaştırın, aynı tabloyu orada da
göreceksiniz. Başbakanın beraberinde götürdüğü
yardımcıları dâhil 12 bakan, 50yi aşkın
milletvekiliyle tam bir siyasi şova dönüştürerek
açıkladığı GAP Eylem Planına ne oldu? İşsizlik
Fonuna el atarak kaynağı hazır dediğiniz, yapılacak
işlerle ilgili olarak başlangıç ve bitiş tarihleri
verdiğiniz GAP Eylem Planına ne oldu beyler? Hani 2012 sonuna kadar
1 milyon 60 bin hektar alan sulanacaktı? Hani kişi başı
gelir yüzde 209 artacak, 3 milyon 800 bin kişiye iş imkânı
yaratılacaktı? Evet, yanlış duymadınız, tam 3
milyon 800 bin kişiye iş imkânı yaratılacaktı.
Eğer bu masalınız gerçekleşseydi -mesela- Türkiyede
işsiz olan tek bir kişi bile kalmayacaktı ya da mevsimlik
tarım işçiliği için Şanlıurfadan,
Diyarbakırdan, Adıyamandan, Batmandan, Mardinden yüz binlerce
aile göç yollarına düşmeyecekti. Hatta, kim bilir, belki de ülke
dışından iş gücü talep edecektik.
Sayın
milletvekilleri, sizlerden istirhamımdır: Alın elinize GAP Eylem
Planını, gidin bölgeye, hangi tarihler arasında neler
planlanmış, neler yapılmış, kendi gözlerinizle görün.
Şanlıurfa milletvekili olmam hasebiyle, eylem planı süresince,
muhtelif tarihlerde bitirileceği yazılan ama ne hikmetse bir türlü
bitmeyen sulama işlerinin nedenini Başbakana yazılı olarak
sordum. Soru önergeme Kalkınma Bakanı tarafından gönderilen -cekli, -caklı, -mişli
cevaplar için Bakana buradan teşekkür etmiyorum.
Ayrıca,
malumunuz olduğu üzere, geçtiğimiz günlerde Kalkınma Bakanlığı
GAPla ilgili bir koli dolusu kitap gönderdi. Yazıktır,
israftır, haramdır. Neyin reklamını yapıyorsunuz Allah
aşkına Sayın Bakan? Bu kitaplar için de Bakana teşekkür
etmiyor, aksine esefle kınıyorum.
Değerli
milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere kalkınma kavramı
ekonomik yapıyla birlikte sosyal ve siyasal yapılardaki
değişiklikleri de içermektedir. Kalkınmayla ortaya çıkan
yeni yapılanmada toplumu oluşturan sınıf veya
grupların yanı sıra coğrafi bölgelerin de artan refahtan
dengeli yararlanması esas olmalıdır. Bu bakımdan,
kalkınmanın ortaya çıkardığı sonuçlardan belki de
en önemlisi, toplumda var olan sosyal sorunların çözümünü de beraberinde
getirmesidir.
Kalkınma planının
içeriğine baktığımızda -ki olması gereken de
zaten budur- eğitimden nüfusa, adaletten sağlığa, aileden
kültür sanata, istihdamdan temel hak ve özgürlüklere kadar insanı ve
toplumu ilgilendiren hemen her konuda durum tespiti yapılmış ve
yeni hedeflere yer verilmiştir. Şimdi, Hükûmetin önümüze
getirdiği Onuncu Kalkınma Planı ile ilgili söyleyecek çok
şey var ama ben bunlara girmek niyetinde değilim. Zira Âyinesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz. diye çok güzel bir atasözümüz
var. Bu bakımdan, Hükûmetin önceki plan dönemi için ortaya koyduğu
hedefler ve bu hedeflere ne ölçüde ulaştığına birkaç
başlıkla bakmanın daha yararlı olacağını
düşünüyorum.
Bildiğiniz
üzere Dokuzuncu Plan 2007-2013 dönemini kapsamaktaydı ve yıllık
ortalama yüzde 7 büyüme hedeflenmişti. Gelinen nokta itibarıyla
2007-2012 ortalamasında büyüme oranı yüzde 3,3'te kalmıştır.
2013 yılı da pek parlak görünmediği gibi bu oranın
değişmeyeceği açıktır yani hedeflenenin
yarısıdır. Dokuzuncu Planda 2013 yılı için tüketici
enflasyonu yüzde 3 olarak hedeflenmişti. Şu anda enflasyon maalesef
yüzde 7,5u aşmış durumdadır, yıl sonunda ise daha da
artması beklenmektedir. Sabit sermaye yatırımlarında
öngörülen yıllık ortalama büyüme 9,1 olarak hedeflenmişken
gerçekleşen oran sadece yüzde 3'te kalmıştır. Plana göre
2013 yılında ihracat hedefi 210 milyar dolarken, yıllık
programda revize edilmiş ve 158 milyar dolara çekilmiş. 2013
itibarıyla işsizlik oranının yüzde 7,7'ye düşürülmesi
hedeflenmiş, takla attırılmış rakamlarla bile
işsizlik oranı yüzde 11 yaklaşmış. Dokuzuncu Plana
göre tarımda yüzde 3,6 öngörülmüş ancak yıllık ortalama
büyüme yüzde 2,2'de kalmıştır. Tarım sektöründeki bu
gerileme Onuncu Planda açıkça itiraf edilmiş ve tarımsal ürün
ithalatında hem miktar hem de değer itibarıyla
artışlar yaşandığı ifade edilmiştir. Ancak
bu konuyla ilgili olarak tedbir alınması yolundaki uyarı ve
taleplerimiz her defasında AKP milletvekillerinin oylarıyla
reddedilmiştir. Vermiş olduğum bu örnekleri çoğaltmak
mümkün ama ben daha fazla rakam vererek sizleri bunaltmak istemiyorum.
Değerli
milletvekilleri, ben konuşmamın bu bölümünde seçim bölgem olan
Şanlıurfa'dan bahsetmek istiyorum. "Nesini söyleyim canım
efendim" diye bir türkü var ya, bizim durumumuz da inanın aynen öyle.
Mesela, her yıl ortalama 60 bin çocuğun dünyaya geldiği
Şanlıurfa'da neredeyse her 2 kişiden 1inin çocuk olduğunu
ya da kadın ve doğum hastanesinin yetersizliği nedeniyle ilkel
koşullardaki doğuma bağlı olarak anne ve bebek ölümlerinin
en çok yaşandığı ilin Şanlıurfa olduğunu
veya çocuk hastanelerinde 3-4 çocuğun aynı yatakta yatarak -tabii
şansı yaver gider de başka mikrop kapmazsa- tedavi
gördüğünü biliyor muydunuz? Mesela, Sağlık
Bakanlığı tarafından gönderilen bozuk aşı
sebebiyle SSPE hastalığına yakalanan çocukların
sayısını ya da lösemi ve talasemi
hastalığının pençesinde olup da bir an önce doktor tayin
edilmesini bekleyen çocukları bileniniz var mı? Mesela,
taşımalı eğitim merkezlerinde bir sınıfa
balık istifi tıkıştırılmış 60-70
çocuğun ders yaptığını ya da henüz ilköğretim
çağındaki 70 bin çocuğun aileleriyle birlikte tarım
işçiliği için yollara düşmek zorunda kaldıklarını
biliyor muydunuz acaba? Veya basına yansımasaydı Siverek
ilçemize bağlı Çıkrık
köyü ilköğretim okulunda 130 çocuğun aynı anda bir
sınıfa nasıl sığdığını hayal
edebilir miydiniz? Mesela, her 3 çocuktan 1inin ilkokula
başladığı hâlde tek bir kelime dahi Türkçe
bilmediğini, ama buna rağmen Türkçe eğitim almak zorunda
kaldıklarını ya da her 5 çocuktan 1inin işçi olarak
çalıştırıldığını ve emeklerinin
sömürüldüğünü veya Şanlıurfa'daki her 5 çocuktan 1inin aileleriyle
birlikte hâlen kuyu suyu içmek zorunda olduğunu biliyor musunuz acaba?
Mesela, sürekli kesilen elektrikler yüzünden çocukların mum
ışığında ders çalışmak zorunda
kaldığını, kesintiler nedeniyle kışın
soğuktan, yazın ise sıcaktan bunaldıklarını veya
Şanlıurfa'da her 4 çocuktan 1inin anne ve babasının
işsiz, aynı zamanda kendisinin de işsiz
kalacağını biliyor musunuz? Çok merak ediyorum, kalkınma
planınızda belirttiğiniz adaleti, sağlığı,
eğitimde fırsat eşitliğini bu çocuklar için mi
sağlayacaksınız?
Değerli
milletvekilleri, Şanlıurfa'ya yolu düşenler, adını
bilmese de otogara yakın olmasından dolayı Esentepe bölgesinden
mutlaka geçmişlerdir. Ahmet İnan Eğitim ve Araştırma
Hastanesi ile otogar arasında çevre yolu boyunca uzanan hazineye ait 20
dönümlük bir yamaç bulunmaktadır. Bu arazi özellikle her yerel seçimde
mutlaka gündeme gelmesiyle ünlü bir arazidir çünkü hemen her başkan
adayı bu araziyi yeşil alan olarak kullanacağını
vadeder ama ne hikmetse seçimlerden sonra da iş yoğunluğu
nedeniyle unutur gider. 2009 yerel seçimlerinde de aynı durum
yaşanmış, seçim sürecinde hem AKP adayı hem de sonradan
AKP'ye transfer olan görevdeki başkanın da seçim vaatlerinin
başında bu bölgeyi yeşil alan olarak Şanlıurfa'ya
kazandırmak vardı. Seçimlere AKP adayı olarak giren
şahıs, vaatle de yetinmeyerek parkın nasıl
düzenleneceğine dair, hatta bir de amfiteatr eklediği projesini seçim
broşürü olarak dağıtmıştı.
2009 seçimlerinde "ceket"
tartışmaları gölgesinde yaşananları biliyorsunuz
herhâlde. 2013 yılının ilk günlerinde AKP'ye transfer olan
mevcut Belediye Başkanı, vaadine sadık kalarak seçimlerden sonra bu araziyi
ağaçlandırmıştı. Aradan geçen uzunca bir süreçten
sonra, ne olduysa artık, hazine bu araziyi eğitim alanı olarak
ihaleye çıkardı. İhaleye çıkış şartnamesinde
arsa üzerinde en fazla yarısı kadar yani 10 bin metrekare inşaat
yapılabileceği hükmü yer almıştı.
Dolayısıyla, ihaleye teklif veren firmalar da bu hüküm uyarınca
yani 10 bin metrekarelik inşaat alanını göz önünde bulundurarak
tekliflerini verdiler. Nihayetinde Şanlıurfalı bir firmanın
kazandığı ihale, jet hızıyla Bakanlık
tarafından onaylanarak sözleşme yapılmıştır.
Araziyle ilgili
asıl hikâye bundan sonra başlıyor. Artık ne olduysa,
birden, hazine, inşaat izni konusunda belediyeye müracaat ederek
inşaat alanının, arsanın tam 2,5 katına
çıkarılmasını talep etmiştir. Bununla da yetinmeyen
hazine, inşaat türünün de eğitimin yanı sıra, turizm
amaçlı olarak değiştirilmesi talebinde bulunmuştur.
Hazinenin bu talebini emir telakki eden Şanlıurfa Belediyesi, jet
hızıyla karar alarak talebi onaylamıştır. Böylece,
arsa üzerinde yapılacak inşaat alanı 10 bin metrekareden
birdenbire 50 bin metrekareye çıkarılıyor. Ayrıca, turizm
amaçlı özelliğini de kazanan araziye otel izni de verilmiştir.
Deveyi havuduyla götürmenin bu kadarına pes! diyenlerin seslerini
yükseltmesi sonucunda, belediye meclisi bir kez daha karar
değişikliğine giderek inşaat alanını 1,75e
çekmiştir.
Şimdi, şu
soruları sormak bize farz değil mi? 2009 yılı yerel
seçimlerinde hem AKP adayı hem de seçimi kazanan ve AKPye transfer olan
mevcut Belediye Başkanının vaatleri AKP Hükûmetini
bağlamıyor mu? Belediye, hangi kriterlere göre başlangıçta
0,5 olan inşaat yoğunluğunu, ihaleden sonra jet
hızıyla önce 2,5'a çıkarıyor, sonra da 1,75'e çekiyor? Araziyle
ilgili Ankara'dan da baskı mı uygulanmıştır acaba? Bu
anlattıklarım Gezi Parkıyla da ne kadar benzeşiyor
değil mi arkadaşlar?
Değerli
milletvekilleri, kentlerin yeşil alanları üzerinden rant yaratma
alışkanlığını bir türlü bırakmayan AKP,
Şanlıurfamızı da maalesef pençesine
almıştır. Şanlıurfa'daki yeşil talan Esentepe ile
sınırlı değil, 11 Nisan Kent Meydanında da
yaşanmaktaydı. Epey eskilere dayanan bu arazinin hikâyesini çok
kısa olarak sizlerle paylaşayım.
Güllüoğlu
ailesi 42 dönüm arazisini Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne, spor
kompleksi yapılması şartıyla, 1958 yılında hibe
etmiştir. Daha sonraki yıllarda bu arazi üzerinde ailenin isteği
ile 11 Nisan Şehir Stadyumu, Atatürk Kapalı Spor Salonu ve olimpik yüzme
havuzu yapılmıştır. Sonrasında GAP Arena Stadının
faaliyete geçmesi ile birlikte 11 Nisan Şehir Stadyumu kullanılmamaya
başlanmıştır. Hükûmet, 2011 seçim vaatlerinde, bu stadyumun
yer aldığı arazinin "11 Nisan Kent Meydanı"
olarak yeniden düzenleneceği taahhüdünde bulunmuştur. Seçimden sonra
da söz konusu arazi ve spor kompleksleri İl Özel İdaresine
devredilmiştir.
Şanlıurfa'nın
merkezinde yer alan bu arazide AVM benzeri yapılar yapılması
için gerekli imar değişiklikleri, geçtiğimiz şubat
ayında belediye meclisindeki AKP'li eller tarafından kabul
edilmiştir. Ahde vefadan yoksun bu zihniyet, araziyle ilgili
değişiklikleri yaparken bağışçı ailenin
görüşlerini dahi sorma gereği duymamıştır.
Değerli
milletvekilleri, Şanlıurfa'nın tarım kenti olmasından
kaynaklı olarak yaşadığı sorunlardan biri de
kuşkusuz, tarımsal sulama alanında yaşanmaktadır. Bu
noktada, Şanlıurfa'da sayıları 22 olan sulama birliklerinin
içinde bulunduğu sorunlara bir örnek vererek değineceğim. Sulama
birliklerince bana aktarılan sorunları dinledikçe ister istemez bende
oluşan kanaati sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sulama
yatırımlarını yapan DSİ, yani devlet sanki bu
yatırımları yaptıktan sonra çiftçilerimizle bir daha yüz
yüze gelmemek için sulama birliklerini oluşturdu ve aradan çekildi diye
düşünüyorum. Neden mi böyle düşünüyorum? Ben şimdi sizlere kendi
seçim bölgem Şanlıurfa'dan, toplam borçları 400 milyona
dayanmış 22 sulama birliğinden seçtiğim birini örnek olarak
vermek istiyorum: 180 bini aşkın dekarlık alana ve 6 bin
civarında çiftçimize hizmet veren bu birlik 55 civarında personel
çalıştırıyor. Birliğin 2012 yılı tüm
kullanıcılardan toplam tahakkuk miktarı 4,5 milyon liradır.
Bu miktar tahakkuk olup gerçekleşebilen tahsilatın miktarı ise
2,5 milyon civarındadır.
Birliğin 2012
yılı için gider kalemleri ise aynen şu şekildedir: Personel
maaşı, SSK, vergiler, yakıt, bakım ve onarım
giderlerinin toplamı 3 milyon 760 bin lira olarak
gerçekleşmiştir. Birliğin 2012 yılı için elektrik
faturası ise, gecikme faizleri dâhil tam 7 milyon liradır.
Birliğin gelir ve giderleri arasındaki farkı söylüyorum: Bu fark
yuvarlak olarak, eksi 6 milyon liradır. Ortaya çıkan negatif bakiye
nasıl ve kim tarafından ödenecek? Çiftçilerden
topladığı para ortada, bu paralarla diğer giderleri bir kenara
bıraksak bile elektrik faturasını ödeyemeyecektir.
Diğer bir
husus daha var ki bende oluşan kanaatin esas sebebini de asıl bu
durum oluşturmaktadır. Birliğin 2012 yılında boru ve
kanaletlerde ortaya çıkan arızaları onarmak için
harcadığı toplam para 400 bin lira civarındadır.
Şimdi, ister istemez aklıma şu geliyor: DSİ bir
yatırım yapıyor, kullandığı boru ve benzeri
ekipmanlar o kadar kalitesiz ki sözünü ettiğim sulama birliğini,
yıllık olarak neredeyse yarım milyon liraya yakın
onarım parasıyla baş başa bırakıyor. Bu noktada
sulama yatırımlarını yaptırmak ve denetlemekle görevli
DSİ'nin uyuduğunu, işini yaparken nal
topladığını düşünmeden edemiyorum. Derme çatma
yaptığı bu tesisleri hem çiftçilerimizin hem de sulama
birliklerinin başına bela etti diye düşünüyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu işin enteresan yönlerinden birisi de her yıl
Bakanlar Kurulu kararıyla açıklanan sulama tarifelerinin bu yıl
içinde ikinci kez belirlenmiş olmasıdır. Mayıs
başında çiftçilere müjde verircesine tarifeyi yarı yarıya
düşürdüğünü açıklayan Hükûmet, özellikle pompaj sistemli sulama
birlikleriyle çiftçileri karşı karşıya getirmekte ve aradan
sıyrılmanın çabası içerisindedir. Çünkü çiftçilerimiz,
Hükûmet sulama ücretlerini düşürdü, siz neden düşürmüyorsunuz?
diyerek birliklerin kapısına dayanmaktadır. Ben, elektrik tüketimi
nedeniyle borç batağına saplanmış birliklerin bu sorununa
kalıcı çözüm olacağına inandığım kanun
teklifimi hazırlayarak Başkanlığa gönderdim. Eğer
zerre kadar samimiyetiniz varsa, hazırladığım kanun
teklifini değerlendirir veya katkı vererek Genel Kurul gündemine
alırsınız. Gerçekten çiftçilerimize, Urfa çiftçisine işte o
zaman gerçek bir müjdeyi verebiliriz.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Şimdi, üçüncü
bölüm üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen
Abdulkerim Gök, Şanlıurfa Milletvekili. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU
ADINA ABDULKERİM GÖK (Şanlıurfa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planı 2014-2018 yıllarını kapsayan bir plandır. Bu
manada AK PARTİ Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuşmamın başında gündüz saat 13.00te
başlayan ve belki de gece saat 2-3 gibi bitecek olan kalkınma
planına ilişkin yapılan tartışmalarda bir konunun
tespiti noktasında bir düşüncemi özellikle belirtmek istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, tabii ki muhalefet tenkit yapacak, tabii ki eleştirecek; bu, demokrasinin de bir kaidesi, kuralı.
Ancak bunu yaparken -eksik olan
yanını tespit anlamında söylüyorum- burada bu tenkitin hangi
boyutunda, nerelerde, ne yapacaklarına ilişkin de görüşlerini
ifade etmeleri gerekir ki bu da demokrasi açısından son derece
önemlidir. Yani, biz yapmış olduğumuz planlarla, kalkınma
planlarıyla ve elbette ki burada dile getirilen tenkitlerle
Tabii ki
ülkenin kalkınması ve büyümesi aslolandır. Bu manada bütün
görüş ve düşünceler son derece anlamlıdır. Elbette ki bu anlamlı
olan düşünceler ve iktidarın kendi programı çerçevesinde
değerlendirdiği beş yıllık kalkınma
programları kapsamında Planlama, Programa, Bütçeleme Sistemi
dediğimiz yapıyla, yıllık bazda bu beş
yıllık programlardan alıp parasal
karşılığı bütçe boyutuyla
değerlendirdiğimizde aslında eğitimde, sağlıkta,
savunmada, ulaştırmada, turizmde, istihdamda, birçok alanda birçok
başarıları gerçekleştirmiş olduk. Bunu nereden
anlıyoruz? Bunu, halkımızın, milletimizin gündeminden
anlıyoruz. Çünkü, biz, meydanlarda neyi konuştuysak, neyi dile
getirdiysek aslında onları bir bir gerçekleştirmeyi hedefledik
ve belki de bir manada Türk siyasal hayatında Dün dündür, bugün
bugündür. ifadelerinin yerine biz dün ne söylediysek aynısını
savunarak onları bir bir gerçekleştirmeye doğru gittik.
Bilindiği
üzere, ülkemizde 1960 yılından itibaren ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmanın hızlandırılması, uygulanan
politikalar arasında tutarlılık sağlanması ve
ekonomiye rasyonel kamu müdahalesinin temini amacıyla kalkınma
planları hazırlanmakta ve uygulanmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, 2023e giden yoldan bir önceki kalkınma planı
olması münasebetiyle 2014-2018 yani Onuncu Kalkınma
Planımız son derece önem arz etmektedir. Plan, küresel ekonomide
risklerin ve belirsizliklerin sürdüğü, değişim ve
dönüşümlerin yaşandığı, ülkeler arasında güç
dengelerinin yeniden şekillendiği bir ortamda
hazırlanmıştır. Bundan sonra hazırlanacak olan onbirinci
kalkınma planı, yani 2019-2023 yıllarını kapsayan bir
kalkınma planı olacaktır. İktidar olduğumuz günden
bugüne 2023 vizyonunu ilk etapta bir hedef olarak ortaya koyduk ve
kalkınma planlarımızı bu bakış
açılarıyla hazırladık. Dokuzuncu Beş Yıllık
Kalkınma Planımız da bu bakış açısıyla
hazırlanmıştır. Çok değerli konuşmacı
arkadaşlarımız ifade ettiler, bir tespit açısından
ifade ettiler, Planlar, geçmişte uygulanan politikaları değil,
geleceği şekillendirme açısından önem arz eder. dediler.
Doğrudur ama çok iyi biliyoruz ki bir okun en uzun mesafe alması
noktasında, en uzak yere gitmesi açısından son derece geriye
doğru çekeriz. Onun için biz burada görüş ve düşüncelerimizi
ifade ederken geçmiş yıllarda uygulamış olduğumuz ve
ana kaynağımız kalkınma planları olan bu boyutlarıyla
da değerlendirmek istiyoruz.
Değerli
milletvekilleri, 2023 yılına ilişkin temel makro hedeflerimiz,
bilindiği üzere, millî geliri 2 trilyon dolara yükseltmek, 500 milyar
dolar ihracatı gerçekleştirmek, işsizlik oranını yüzde
5e indirmek, kişi başına düşen geliri 25 bin dolara
çıkarmak, enflasyon ve faiz oranlarını tek haneli rakamlara
indirgemek. İşte, belirttiğimiz bu makro hedeflerin yanında
elbette ki mikro hedefler de bir o kadar önem arz etmektedir.
Sözlerimin hemen
başında, Amerikan başkanlarından Abraham Lincolnün bir
sözüne de atıfta bulunmak istiyorum: Kalkınmamış ülkeler
yoktur, iyi yönetilmeyen ülkeler vardır. Abraham Lincolnün bu sözünden
hareketle, iktisadın tanımından da
anlaşılacağı üzere, Kıt olan kaynaklarla,
sınırsız ve değişken insan ihtiyaçlarının
maksimum düzeyde karşılanmasıdır. ifadesini kullanırız.
Ayrıca, madem kalkınma planlarını konuşuyoruz,
karşımızda kamu idaresi söz konusu olmaktadır ve kamu
idaresinin yanında kamu maliyesi çıkmaktadır. Yani
kaynakların varlığı kadar bu kaynakları idare eden
mekanizma söz konusudur. Dönüp baktığımızda, devlet, son
derece, bu süreç içerisinde, zaman zaman farklı idareler tarafından
farklı kaynakları farklı sonuçlarla karşı
karşıya bırakmıştır. Demek ki kaynakların
varlığı önemli olduğu gibi kaynakların yönetimi de son
derece önemlidir.
Biz burada kamu
açısından değerlendirirken özellikle de kamu
kaynaklarını göz önünde bulundurarak kamu harcamaları ve kamu
gelirleri bağlamında yapılan yatırımları da
değerlendirmek isteriz. Devlet geleneğinde planlar son derece
önemlidir, büyük devlet olmanın da bir gereğidir. Kalkınma
planları, kamu idareleri açısından uygulanması zorunlu,
özel sektör açısından ise yol gösterici mahiyettedir. Kalkınma
planları salt istatistiksel rakamlarla hazırlanmazlar, aynı
zamanda sosyal göstergeleri de beraberinde değerlendirmekte fayda
vardır.
Bugüne kadar ülkemizde hazırlanmış olan
kalkınma planlarından farklı bir kalkınma planını
karşınıza getirmiş bulunuyoruz. Bu farklılık
üçüncü bölümdeki düzenlemeleri kapsamaktadır. Bu düzenlemeler somut,
uygulamaya dönük; bir ve ikinci bölümde yer alanların nasıl, ne
zaman, kim tarafından, ne şekilde, hangi eş güdümle
gerçekleştirileceği açısından son derece önemli bir
bölümdür. Yani uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği açısından
kalkınma planı -Onuncu Kalkınma Planımızdaki üçüncü
bölüm- ilk kez karşımıza çıkmaktadır. Kendi içerisinde
son derece tutarlılık arz etmektedir. İşte onun için
diğer kalkınma planlarından farklılık arz etmektedir
diyorum, son derece tutarlılık arz etmektedir diyorum.
Sürdürülebilirliğinin, uygulanabilirliğinin son derece yüksek
olabileceğini hatırlatmak istiyorum.
Hazırlamış
olduğumuz kalkınma planı, elbette ki bir vizyonla, elbette ki
ileriye dönük bir bakış açısıyla
hazırlanmıştır ama unutmayalım ki
sınırların kalktığı, dijital ağın
geliştiği, küreselleşmenin boy gösterdiği bir dünya
gerçeğiyle karşı karşıyayız. Onun için, zaman
zaman kalkınma planlarından sapmanın doğal
olabileceğini de kabul ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugünün koşulları ve vizyonel bir bakış
açısıyla önümüzdeki beş yıllık süreç içerisinde
küreselleşmeyi, dünya ekonomisindeki makroekonomik düzenlemeleri ve
elbette ki komşuları bulunduğumuz Orta Doğu ülkelerindeki
gelişmeleri yakından ilgilendiren bir boyutuyla kalkınma
planını hazırlamış durumdayız.
Anayasal ifade ile
Türkiye Cumhuriyeti devleti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir.
İşte, iktidar olduğumuz on bir yıl öncesindeki durumdan
bugüne kadar, son derece sosyal içerikli temel politikaları üretmeye devam
ediyoruz. Dolayısıyla, kalkınma planımız da bu manada
önem arz etmektedir. Buradan şu ifadede bulunmak istiyorum: Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planımız da sosyal
ağırlığı olan, sosyal politikaları uygulamaya
dönük olarak hazırlanmış olan bir kalkınma
planıdır.
Değerli
milletvekilleri, şimdi de üçüncü bölümde yer alan ve bundan önceki
kalkınma planlarında hiçbir şekilde görmediğimiz, ilk kez
uygulama şansı yüksek olan bu programların ana
başlıklarıyla isimlerini sizlere sunmak istiyorum: Üretimde
verimliliğin arttırılması, ithalata olan
bağımlılığın azaltılması, yurt içi
tasarrufların arttırılması ve israfın önlenmesi,
İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programı, kamu
harcamalarının rasyonelleştirilmesi, kamu gelirlerinin
kalitesinin arttırılması, iş ve yatırım
ortamının geliştirilmesi, iş gücü piyasasının
etkinleştirilmesi, kayıt dışı ekonominin
azaltılması, istatistiki bilgi altyapısının
geliştirilmesi, öncelikli teknoloji alanlarında ticarileştirme,
kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme ve yerli üretim,
yerli kaynaklara dayalı enerji üretimi, enerji verimliliğinin
geliştirilmesi, tarımda su kullanımının
etkinleştirilmesi, sağlık endüstrisinde yapısal
dönüşüm, sağlık turizminin geliştirilmesi,
taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm, temel ve
mesleki becerileri geliştirme, nitelikli insan gücü için çekim merkezi,
sağlıklı yaşam ve hareketlilik, ailenin ve dinamik nüfus
yapısının korunması, yerelde kurumsal kapasitenin
güçlendirilmesi, rekabetçiliği ve sosyal uyumu geliştiren kentsel
dönüşüm, kalkınma için uluslararası iş birliği
altyapısının geliştirilmesi.
Değerli milletvekilleri, gündüz
başlamış, belki de gece saat 2yi, 3ü bulacak olan bu
tartışmalarımız açısından, biraz daha enerjik bir
yapı olması noktasında hatırlamış olduğum
kısa bir anekdotu paylaşmak isterim sizlerle.
Değerli milletvekilleri, aslan, avlanmak ve
avını gerçekleştirmek için yola çıkar.
Karşısına ceylan çıkar ve aslan bulduğu ceylanı
bütün gücüyle kovalamaya çalışır ama ceylan da bütün enerjik ve
hızlı yapısıyla kaçmaya çalışır. Neticede,
aslan o gün avını gerçekleştirmemiş, ceylan da
kurtulmuş olur. Ama aslan şu düşünceyi taşır: Bir
sonraki gün aç olmamak kaydıyla gücümü yeniden toparlamalıyım,
yeniden harekete geçmeliyim. Ceylan: Bir sonraki güne aslana yem olmama
adına, yeniden hızlı ve pratik olma noktasında neler
yapabilirim? Ve hayat bir sonraki gün yeniden başlar.
İşte, buradan da biz hangi boyutta, hangi
programları, hangi yapıda, nasıl yapacak olursak
Hayat dinamik,
insanoğlunun ihtiyaçları sınırsız ve
değişken. Bu yapı içerisinde, dinamik olan anlayışla,
sürekli dünyadaki rekabetçi ortama ayak uydurmak için son derece
hızlı bir şekilde çalışıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, üçüncü bölümde yer alan -belki de yarım saatin de az
olduğu, özellikle yarım saate sığdırmaya
çalışıyorum, ancak- bölgesel gelişme politikalarına
özellikle değinmek istiyorum.
Bölgesel
gelişme ve rekabet edebilirlik, mekânsal gelişme, kentleşme,
kentsel altyapı, kentsel dönüşüm, mahallî idareler, çevre ve
kırsal kalkınma alanlarında amaçlar ve hedefler ortaya
koyuyor ve daha birçok başlığıyla
da üçüncü bölüm kendi içerisinde bütünlük arz ediyor.
Bölgesel
gelişme alanında sağlanan ilerlemelere
baktığımızda, ülkemizin gerçekleştirdiği
kalkınma hamlesinin tüm bölgelerimiz ve toplum kesimlerimizce
desteklenmesi ve kalkınmanın nimetlerinden adil bir şekilde yararlanılması temel
amaçlarımızdan biridir. Bu amaca ulaşma yolunda bölgesel
gelişme politikalarımızın önemi giderek artmakta ve bu alan
yeni bir yaklaşımla yönetilmektedir. Gelişme ve ilerlemeler
sadece politikanın zenginleştirilmesi ve yönetiminin
güçlendirilmesinden ibaret değildir. Bilakis, uygulamaya, sonuçların
alınmasına önem verilmiştir.
GAP hedeflerini
daha kısa sürede gerçekleştirmek için bir eylem planı
hazırlanarak yürürlüğe konulmuş, GAP Bölge Kalkınma
İdaresine ek olarak Doğu Anadolu Projesi (DAP), Doğu Karadeniz
Projesi (DOKAP), Konya Ovası Projesi (KOP) için bölge kalkınma
idareleri teşkil edilmiştir. Bu bölgesel projelerin hayata
geçirilmesi için hazırlıkları sürdürülen eylem planları
hızla uygulanmaya konulacaktır. Kalkınma ajansları,
bölgelerin rekabet gücüne de katkıda bulunan kapsamlı mali ve teknik
desteği sağlamaya dönük olarak hızla
çalışmalarını ilerletecektir. Plan döneminde ajanslar tüm
bölgelerde projecilik kültürünün gelişmesine uyguladıkları mali
ve teknik destek programları aracılığıyla önemli
katkı sağlamıştır. 2008-2013 döneminde, programlar
kapsamında yaklaşık 34 bin proje başvurusu
yapılmış, bu projelerden yaklaşık 8.400ü destek
almaya hak kazanmıştır. Başarılı projelere toplam
1,6 milyar TL mali destek tahsis edilmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınmanın temel mekânsal
taşıyıcısı şehirlerimiz ve kent kimliği yani
şehirleşme olgusudur. Ülkemizde şehirleşme hızlı
bir şekilde devam etmektedir. Bugün yüzde 72 seviyesinde olan
şehirleşme oranının 2018 yılına kadar yüzde
76nın üzerine çıkması beklenmektedir. Önümüzdeki dönemde
şehirlerimizi ve yaşam kalitesini artıracak
araçlarımızdan birisi kentsel dönüşüm projelerimiz
olacaktır. Hızlı şehirleşme ve imarsız yapılaşma
şehirlerde ekonomik ve sosyal problemlere sebep olmakta, yaşam kalitesini
olumsuz etkileyebilmektedir. Altyapı, çevre ve güvenlik gibi alanlardaki
ihtiyaçlar, iş gücü ve üretim maliyetlerini artırarak
şehirlerimizin rekabet gücünü yakından etkilemektedir.
Değerli
milletvekilleri, planın getirdiği bazı önemli politika
alanlarına değinmek istiyorum. Öncelikle, plan, yeni büyükşehir
düzenlemesini dikkate alarak hazırlanmış ve gerekli
politikaları içermiştir. Bu çerçevede kırsal alan
tanımının güncellenmesi gereği de planda yer
almıştır.
Mahallî idareler
başlığına baktığımızda planda, yerel
yönetimlerde ölçek ekonomilerinden faydalanılarak hizmetlerde etkinlik,
koordinasyon ve kalitenin yükseltilmesi amacıyla, büyükşehir
belediyesi sayısını 30a çıkarmayı hedefliyoruz.
Büyükşehir belediyelerinin genişleyen hizmet alanları ve
farklılaşan görev ve sorumluluklarıyla uyumlu, her kademede
hizmetin niteliğine göre farklılaşan ve mekânsal özellikleri
dikkate alan düzenlemeleri ana hedeflerimiz içerisinde gösteriyoruz.
Mahallî idarelerin
daha etkin, hızlı ve nitelikli hizmet sunabilen,
katılımcı, şeffaf, çevreye duyarlı, dezavantajlı
kesimlerin ihtiyaçlarını gözeten ve mali sürdürülebilirliği
sağlamış bir yapıya kavuşturulması, özellikle
hedeflerimiz arasında yer almaktadır.
Hazırlanan
kalkınma planları, aynı zamanda dünya ekonomisindeki muhtemel
gelişmeleri de göz önünde bulundurarak hazırlanmış
bulunmaktadır.
Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planımız, nitelikli insan, güçlü
toplum, bunun için gelir dağılımını daha iyileştirerek
refahın yaygınlaştırılmasını
hedeflemekteyiz.
180 bin yeni
derslik, 129 bin öğrencilik ilave yurt kapasitesi, 2003-2013 döneminde 94
yeni üniversite, toplam 170 üniversite; FATİH Projesi, on iki
yıllık kademeli zorunlu eğitim sistemiyle daha güçlü bir
gelecek, beşerî sermayesi güçlü bir ülke, dünyadaki rekabet ortamına
ayak uyduracak bir ülke profili, özellikle 2023 yolunda hedeflediğimiz ana,
temel göstergelerimizdir.
Sağlıkta
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. prensibiyle son
derece tutarlı değişim ve dönüşümleri planlamaktayız.
Adalette evrensel hukuk normları, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü
doğrultusunda yargılama sürecinin hızlı, adil, etkin,
güvenli ve isabetli bir şekilde işlemesi için gerekli tüm yasal
düzenlemeleri hedeflemekteyiz. Adalette yaptığımız
düzenlemeler son derece önem arz etmektedir. Bilindiği üzere, Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirilmiş, Türkiye
İnsan Hakları Kurumu kurulmuş, dördüncü yargı reformu
paketiyle ifade ve basın özgürlüğü geliştirilmiştir.
İnşallah, Onuncu Kalkınma Planı kapsamında yer alan
hedefimiz, hep beraber yeni, sivil, katılımcı bir
anayasanın hazırlanmasını ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak bu hazırlanmış anayasayı hep beraber ülkemizin temel
ihtiyacı doğrultusunda hazırlamayı hedeflemekteyiz.
Sosyal korumadaki
hedefimiz, fırsatlara erişimin kolaylaştırılması,
gelir dağılımının iyileştirilmesi,
yoksulluğun azaltılması ana hedeflerimiz içerisinde yer
almaktadır.
Kültür ve sanatta
ise kültürel zenginliğin ve çeşitliliğin korunup geliştirilerek
gelecek nesillere aktarılması, kültür ve sanat faaliyetlerinin
yaygınlaştırılması, değerler etrafında
toplumsal bütünlüğün güçlendirilmesi, kültürel ve sanatsal faaliyetlerde
yerel, özel ve sivil kurumların rolünün artırılması, Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planının ana hedefleri
arasında yer almaktadır.
İstihdam ve
çalışma hayatında, gençlerde işsizlik oranının
yüzde 16,5ten yüzde 13e indirilmesi, kayıt dışı
istihdamın yüzde 37den yüzde 30a indirilmesi Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planı hedeflerinin ana göstergeleridir.
Bilindiği üzere, Türkiye kriz sonrasında OECD ülkeleri arasında
işsizliği en çok azaltan ülke, 2007-2012 döneminde yaklaşık
4,4 milyon ilave istihdam ve kayıt dışı istihdamda önemli
oranda gerileme kaydetmiştir.
Değerli
milletvekilleri, biz büyük bir vizyonu, büyük bir iddiayı ortaya koyduk ve
bu doğrultuda temel politikalarımızı ilerletiyoruz.
Yaptıklarımız ve Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planı ve 2023e gidecek olan yoldaki bütün güçlülüğün bir ana özetini
yapacak olursak, ülkemizdeki millî iradenin özellikle siyasal istikrarın
oluşması noktasındaki belirlemiş olduğu temel
gösterici yol olmuştur. Dolayısıyla, ülkemizde siyasal
istikrarın olduğu ortamda işte yaptıklarımız ve
işte hedef olarak ortaya koyduklarımız.
Değerli
milletvekilleri, elbette ki planlar son derece önemli, elbette ki eksiklerimiz
var, bunları biliyoruz. Gerek ekonomik, politik, sosyal ve siyasal anlamda
gerekse ileri demokrasi anlamında, insan hak ve özgürlükleri
noktasında daha yapacaklarımızı biliyoruz. Onun için 2023,
onun için hedefler büyük, onun için bir bir bu adımları
gerçekleştirme noktasında temel politikalarımızı
ilerletiyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planımızın ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, bir kez
daha sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Bölüm üzerinde
şahsı adına söz isteyen Musa Çam, İzmir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSA ÇAM
(İzmir) Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
saygıdeğer üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum.
Değerli
arkadaşlar, Anayasanın 166ncı maddesi kalkınma
girişimlerinin plana göre gerçekleştirilmesini öngörmüş, bu
doğrultuda ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlama, bu
amaçla gerekli teşkilatı kurma görevini devlete vermiştir.
Hükûmetler istese de istemese bu sorumluluğun gereğini yerine
getirmek durumundadır. Bu bağlamda, AKP Hükûmeti de bu anayasal
görevi yerine getirmektedir. Kuşkusuz, planlama, toplumların
yaşamında, bireylerin yaşamında zamanın ve
olanakların tanzim edilerek, düzenlenerek kullanılması ve
yaşanması, başarıya ulaşmakta, hedefi yakalamakta
büyük kolaylıklar sağlayacak bir temel etkendir. O nedenledir ki
anayasal bir zorunluluk olan kalkınma planları ciddiye
alınmalı ve gereken önem verilmelidir. Üç bölüm ve yaklaşık
seksen başlıktan oluşan, ülkemizin geleceğiyle ilgili bu
kadar önemli olan bir konunun böyle, zamana
sıkıştırılmış bir dilim içerisinde ve sadece
Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş ve konuşulmuş
olmasını doğru bulmuyorum.
Neticede, bu
kalkınma planı Türkiye Büyük Millet Meclisinin ortak ürünü
olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde var olan
diğer komisyonlarda da kendi alanlarında konuşulması ve
tartışılması gerekiyordu. Planın sunum
konuşmasında Sayın Bakan ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Başkanı Sayın Lütfi Elvan dediler ki: 3 bine yakın
bürokrat ve teknokrat ve teknisyenle birlikte çalıştık ve iki
yıllık bir süreç içerisinde bu metni ortaya çıkardık.
Yetmedi, Türkiye çapında 81 ilde 7 bine yakın sivil toplum örgütleri
ve meslek kuruluşlarıyla birlikte oturduk ve bu planı
hazırladık. Yani toplam 10 bine yakın insanın
hazırlamış olduğu bir plan bu. 10 bin kişiyle oturup
çalıştınız ama ne yazık ki Anayasa Komisyonunda bu
plan görüşüldü mü? Hayır. Adalet Komisyonunda görüşüldü mü?
Hayır. Millî Eğitim Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır.
İçişleri Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır.
Dışişleri Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Millî
Eğitim Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır.
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Çevre ve Şehircilik
Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşüldü mü?
Hayır. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda görüşüldü mü?
Hayır. Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonunda görüşüldü mü? Hayır. Hiçbir komisyonda görüşülmemiş, sadece
Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilmiş ve gece yarılarına kadar
çalışılmış ve ondan sonra da buraya getirilmiş.
Bu, doğru bir plan değildir. Konunun ihtisas
komisyonlarının tamamında görüşülüp ve tartışıldıktan
sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmesi gerekirken ne yazık ki bu
komisyonlarda görüşülmedi.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; bildiğiniz gibi Türkiye
planlı kalkınma sürecine Plan mı pilav mı?
tartışmaları arasında 1963 yılında
geçmiştir. O dönemde bir uzmanlık birimi olarak Hükûmete destek
vermesi için kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı bu iktidar
döneminde kapatılmış ve Kalkınma Bakanlığı
adıyla bürokratik yapının bir parçası hâline getirilerek
yok edilmiştir. Türkiyede sağ ve muhafazakâr partiler ve iktidarlar
iktisadi planlamayı pek sevmediler, sevemediler ve istemediler.
Planlı kalkınmayı Bize plan değil pilav lazım.
diyerek sürekli hafife aldılar, DPTyi de pek önemsemediler. DPT gibi bir
ihtisas kurumunu yok etmek de tek adam otoritesiyle yönetilen bu Hükûmete nasip
olmuştur.
DPTnin faaliyet
gösterdiği dönemde Türkiye Dokuzuncu Planı hazırlandı.
Bugün görüşmeye başladığımız Onuncu Kalkınma
Planı ise uzman bir kurumun değil bürokratik yapının
hazırladığı bir plan olarak karşımızda
duruyor. Tek adamın yönetimlerinde, özellikle iktisadi planlamanın
yönetim sürecinde fazla bir işinin olmadığını
biliyoruz. Son günlerde yaşadıklarımızın da çok
açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi AKP Hükûmetinin planla,
programla pek işi yok. DPTnin bu Hükûmet tarafından yok edilmesi de
bu nedenle şaşırtıcı değildir çünkü otoriter yönetimler
planı, programı asla sevmezler ve istemezler. O, ihtisasa,
uzmanlığa pek önem vermez, aklına geldiği gibi davranmak
ister. AKP Hükûmetinin planla, programla işi olmaz dedim çünkü Hükûmetin
bütün kararları tek bir otorite tarafından alınıyor. Planların,
programların, yasaların, hatta Anayasanın, o bir kişinin
sabah kafasında esen fikirler karşısında pek bir hükmü
kalmıyor. Bu belgelerde ne yazarsa yazsın, bu kitapta ne yazarsa
yazsın, ne öngörülürse öngörülsün o tek otorite kişi Hayır,
öyle değil böyle yapılacak. demişse iş bitmiştir.
Buna en güzel örnek Gezi Parkının kışla yapılmak
istenmesidir. Hiçbir ihtiyaç yokken, hiçbir kamu yararı bulunmazken,
sadece Sayın Başbakanın kafasına estiği için Taksimin
göbeğindeki tek yeşil alan olan bir park, AVM, otel, rezidans, kongre
merkezi, olmazsa şehir müzesi, o da olmazsa boş bir binaya
dönüştürülmek isteniyor. Bir planlama yapsak o bölgenin en büyük
ihtiyacının yeşil alan olduğunu görürüz. Plana inanmayan
bir zihniyet, yeşil alanları beton yığınlarına dönüştürmekte
ısrar ve inat ediyor. Bu tek adam sadece yeşil alanları
betonlaştırmakla kalmıyor, bunlar var ya bunlar diye
parmağını sallayarak halkımızı
ayırdığı kutupların birbirlerine karşı beton
gibi sertleşmesine de yol açıyor.
AKP iktidarı
döneminde yapılan ilk plan Dokuzuncu Kalkınma Planıydı.
2007-2013 yıllarındaki yıllık programların bu
planın hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik olarak
hazırlanması gerekirdi. Çünkü plan Türkiye Büyük Millet Meclisinin
bir kararı, yıllık program ise bir Bakanlar Kurulu
kararıydı. Dokuzuncu Planda Türkiye ekonomisinin, 2007-2013
yıllarını kapsayan yedi yıllık plan döneminde
yıllık ortalama yüzde 7 oranında büyümesi hedeflenmişti
ancak her ne hikmetse bu plan döneminde hazırlanan hiçbir yıllık
programın millî gelir büyüme hedefi, kalkınma planındaki yüzde 7
hedefinin gerçekleştirilmesine yönelik değildi.
Değerli
arkadaşlar, IMFye olan borçların bitirildiğini söylediniz.
Doğrudur, son taksit de ödendi. Halkımızın vermiş
olduğu vergilerle kapatılmış olan bu IMF borcundan sonra
şimdi size birkaç rakam vermek istiyorum: Sizden önce, 2002den önce,
Türkiyede çok partili yaşamın başından 2002ye geçen elli
altı yılda iş başına gelen hükûmetler 95 milyar dolar
iç borç, 130 milyar dolar dış borç, 8 milyar dolarlık özelleştirme,
542 milyar dolar vergi geliri olmak üzere toplam 775 milyar dolar para
kullandı. Sizin döneminizde ise, 2003-2012 yılları
arasında, 135 milyar dolar iç borç, 207 milyar dolar dış borç,
38 milyar dolarlık özelleştirme, 1,1 trilyon vergi geliri olmak üzere
toplam 1,5 trilyon lira para kullandınız. AKP, sadece on yılda
kendisinden önceki 42 hükûmetin 2 katı kadar da kaynak kullandı. Ama
2 kat kaynak kullanmanıza rağmen bugün 44 milyon kişi iki günde
bir, bir kap et yemeği yiyemiyor; 26 milyon kişi kendine yeni bir
elbise alamıyor, eskilerle idare ediyor; 58 milyon kişi evinde
eskiyen masa, sandalyesini değiştiremiyor; 61 milyon kişi konut
masraflarının altında eziliyor; 42 milyon kişi
borçlarını ödemekte zorlanıyor; 63 milyon kişi evinden
uzakta bir hafta tatil yapamıyor; 49 milyon kişi ucu ucuna geçiniyor
ve beklenmedik bir harcama çıkarsa karşılayamıyor.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyede en önemli sorun işsizlik ve yoksulluk sorunudur. Bana
göre, Türkiyedeki işsizlik sorunu yüzde 20ler dolayındadır.
TÜİKin son verilerine göre işsizlik rakamı 10,1
civarındadır ancak iş bulma umudunu kaybetmiş ve diğer
nedenle iş aramayanlarla birlikte yüzde 16,8e ulaşmakta, eksik ve yetersiz
istihdam edilenlerle birlikte ise yüzde 20,2ye ulaşmaktadır.
Çalışma yaşındaki yurttaşlarımızdan her 4
kişiden 1i işsizdir. İşsizlik, gençlerin arasında ve
okumuş nüfus grupları arasında çok daha yaygındır.
Değerli
arkadaşlar, Türkiyede esneklik ve güvencenin bir arada olma
olasılığı yoktur. Kayıt dışı, esnek
çalışmanın bir türüdür ve zaten Türkiyede kayıt
dışılık nedeniyle çok esnek bir çalışma türü de
vardır.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; bu planın başında,
başlangıcında Türkiyenin bir diğer önemli sorunu da dar ve
sabit gelirli halkımızın vergi adaletsizliği altında
inim inim inlemekte oluşudur. Zenginden vergi alamayan AKP, KDV ve ÖTVye
bindirerek yoksulu ve garibanı daha da ezmektedir. 11 milyon emekli,
ülkemizde, ne yazık ki BAĞ-KURlusu da SSKlısı da emeklisi
de insanca bir hayat sürdürecek emekli maaşlarını
alamamaktadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (Devamla)
Ama, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında
emeklilerle ilgili paragraflar bulmakta zorlanıyorum. Diliyorum ve
istiyorum ki büyük emekler verilerek hazırlanmış olan bu
planın yine, uygulanmasında Parlamentonun ve Bakanlar Kurulu karar ve
söz sahibi olmasıdır. Ama, biz biliyoruz ki yine o tek kişi kararı
verecek ve sizler de ona uymak zorunda kalacaksınız diyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Böylece,
planın üçüncü bölümü ve tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi,
planın Hükûmete geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin işlemlerini
yapacağız. Başkanlığa verilmiş bulunan 24 adet geri
verme önergesi sırasına göre numaralandırılmış ve
bir takımı Hükûmete verilmiştir. Hükûmetin bu önergelerden
bazılarına katıldığı, Başkanlığa
gönderdiği tezkereden anlaşılmıştır.
Şimdi, bu
tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Onuncu Kalkınma Planı ile ilgili olarak verilmiş bulunan 24
adet değişiklik önergesinden yalnızca 9 numaralı önergeye
katıldığımızı, diğer önergelerin ise planın
bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyle
katılamadığımızı bilgilerinize gereği için
arz ederim.
Cevdet
Yılmaz
Kalkınma
Bakanı
BAŞKAN
Şimdi, Hükûmetin katıldığı önergeleri okutup
oylarınıza sunacağım; sonra da Hükûmetin
katılmadığı önergeleri sırasıyla
okutacağım ve istendiği takdirde, her önerge üzerinde, Hükûmete,
Komisyona ve önerge sahibine beşer dakikayı geçmemek üzere söz
vereceğim, daha sonra da önergeyi oya sunacağım.
Hükûmetin
katılmadığı önergelerden Genel Kurulca kabul edilen olursa,
bu önergeler üzerinde en sonra yeniden görüşme açılacaktır. Bu
görüşme sırasında da bunlardan her biri hakkında sadece
Komisyon, Hükûmet ve geri verme önergesindeki birinci imza sahibi veya
göstereceği bir diğer imza sahibi konuşabilecektir. Bu
görüşme sonunda, geri verme gerekçeleri ayrı ayrı oylanacak ve
kabul edilen geri verme gerekçeleri plan ile birlikte Hükûmete geri
verilecektir. Hükûmet, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen geri verme
gerekçelerini de dikkate alarak, planda uygun gördüğü
değişiklikleri yapacak ve bu hususları bir raporla Genel Kurula
sunacaktır. Bu rapor üzerinde, İç
Tüzükün 72nci maddesine göre Genel Kurulda müzakere açılacaktır.
Önerge işlemleri bittikten sonra
planın tümü, varsa yapılan değişikliklerle birlikte,
açık oylamaya sunulacaktır.
Şimdi, önce Hükûmetin
katıldığı önergeleri okutmaya başlıyorum.
Birinci sırada 9 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra
sayılı 10. Kalkınma Planında yer alan 190. paragrafın
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
Değişiklik metni: Koruyucu ve
önleyici hukuk yaklaşımı
yaygınlaştırılacaktır. Hukuk
uyuşmazlıklarında basitleştirilmiş bir yargılama
usulü uygulanacaktır. Aynı uyuşmazlık konusunda
doğacak kolektif menfaatlerin korunmasına hizmet edecek grup
davaları sistemi getirilecektir.
Ali Rıza Öztürk Musa Çam Birgül Ayman Güler
Mersin İzmir İzmir
Levent Gök Mahmut Tanal
Ankara İstanbul
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, bilindiği gibi Hükûmet bu önergeye
katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Şimdi, Hükûmetin
katılmadığı önergelerin işlemini yapacağız.
Önergeleri sırasıyla okutup
görüşme açacağım ve sonra oylarınıza
sunacağım.
Birinci sırada 1 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 10'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nın 2.
sayfasının 5'inci paragrafının plan metninden
çıkarılarak aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
"5. Dünyadaki hakim eğilimler,
politik ekonominin sermaye lehine dizayn ettiği dünya sistemi, özel sektör
odaklı bir ekonomiyi hakim kılmış, kamuyu ise toplumsal
taleplerin bastırılması ve yerellerde sermaye lehine pazar
örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması noktasında
bir araç olarak dizayn etmektedir. Gelinen noktada serbest piyasa ekonomisinin
genel kitleler üzerindeki tahripkâr etkisi ve yerel hükümetler eliyle
yarattığı hak gasplarının vardığı boyut
açıktır. Bu çerçevede kamunun bu politikalara karşı
toplumsal sömürüyü engelleyici bir tavır ve politika tercihince
bulunmasının, toplumsal hak ve adalet boyutundaki önemi
açıktır."
İdris Baluken Pervin Buldan Adil Zozani
Bingöl Iğdır Hakkâri
Hasip Kaplan Ertuğrul Kürkcü
Şırnak Mersin
BAŞKAN
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sermayenin yerel hükûmetler eliyle pazar
inşa etme çabaları ve yerelleri sadece bir sermaye karakolu
niteliğine indirgeme girişimleri çağımızın en
büyük kapitalist saldırı araçlarından biri hâline
gelmiştir. Kamunun sermaye değil, toplum ve emek odaklı bir
tavır içinde olması önemlidir.
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 10'uncu 5
Yıllık kalkınma Planı'nın 5'inci sayfasının
17'inci paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"17. Giderek derinleşen
küreselleşme dünya toplumlarının her alanına çok boyutlu
olarak nüfuz ettiği gibi, toplumlar üzerinde ki orta ve uzun vadeli
etkisinin olumsuzlukları da bugün daha net ortaya çıkmıştır.
Bunların başında küreselleşen ve her geçen gün
mobilizasyonunu arttıran sermayenin yanında, yoksullaşan ve
yerele hapsedilen büyük emekçi kitleler gerçeği gelmektedir. Bu süreç
aynı zamanda, dünya sisteminin merkez-çevre örgütlenme modeli içerisinde
Türkiye gibi çevre ülkelerde ciddi riskler ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye kendi büyüme ve toplumsal refah politikalarını belirlerken,
uzun vadede derinleşerek devam edecek sermayenin küreselleşmesinin
risklerini bertaraf edecek bir perspektifle hareket edecektir."
İdris Baluken Pervin Buldan Adil Zozani
Bingöl Iğdır Hakkâri
Hasip
Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Mersin
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Dünya ekonomik sistemi
küreselleşmenin ana motoru olarak daha da işlevselleşirken,
yerel hükümetlerin en önemli sorumlulukları, bu sermaye
ağının çıkarlarına göre yerelleri dizayn etmek
değil, halkın çıkarlarını göz önünde bulunduran bir
siyaset üretmektir.
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra
sayılı 10. Kalkınma Planının 17.
paragrafının sonuna aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz
ederiz.
Ferit Mevlüt
Aslanoğlu Rahmi Aşkın
Türeli Haluk Ahmet Gümüş
İstanbul İzmir Balıkesir
Bülent Kuşoğlu Musa
Çam Aydın Ağan
Ayaydın
Ankara İzmir İstanbul
Bu plana konu olan 5 yıllık
süreçte, Güney-Doğu Asya ve diğer gelişmekte olan bazı
ülkeler tarafından (BRICS ülkeler grubu) dünyanın beklenen büyüme
hızının önemli bir bölümünün gerçekleştirileceği
beklenmektedir. Özellikle, Güney-Doğu Asyada ortaya çıkan
kalkınma hızı, gelişmiş ülkelerin rekabet edebilme ve
sürdürebilirlik yeteneklerini yakından ilgilendirecek bir konudur. Bu
nedenle, Dünyada belli ülkelerde görülen olağanüstü büyüme
rakamlarının dengelenebilmesi için Batının,
uluslararası bölgeselleşme eğilimlerini destekleyeceği
beklenmektedir. Bu anlamda Türkiye için yeni bölgeselleşme fırsatları
çıkmakta ve bu fırsatların Türkiye'nin siyasi ve ekonomik
olarak, istikrarlı bölge komşuları ile değerlendirilmesi
uygun olabilecektir.
BAŞKAN Hükûmetin katılmadığı
önerge hakkında söz isteyen Haluk Ahmet Gümüş, Balıkesir
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK AHMET GÜMÜŞ (Balıkesir) Sayın
Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Burada konuşmacıların kalkınma için
uluslararası iş birliğinden konuşması gerekirdi biraz
önce ancak bu konu zayıf kalmıştır. Küresel şartlar
nedir ve orta ve uzun vadeli süreçte küresel şartlar nereye doğru
evrilecektir? Bu sorular ülkemizin planlarında ciddi şekilde yer
almalıdır. Bu kürsüden biraz önce de ifade ettiğim gibi,
soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu dünya sistemi son
altı yıldan bu yana hızla terk edilmektedir. Ancak bu terk
ediş eski çift kutuplu dünya sisteminden farklı olarak giderek iç içe
geçmiş çok kutuplu bir dünya sistemine doğru evrilmektedir. Bunu daha
açık bir şekilde ifade edebiliriz: Geleceğin dünyasında
kutuplar arası ve bölgesel ilişkiler nasıl olacaktır?
Geleceğin uluslararası bölgesel entegrasyonları kendi içinde
homojen ekonomiler ve homojen yapılar oluştururken bu homojenlik
zamanla bölgeler arası ve dünya çapında uyumlulaşmaya
yönelebilecektir. Aynı zamanda bölgesel ekonomiler diğer ekonomilerle
yapılacak anlaşmalar ile âdeta birbirini kesen -teğet geçen
değil- daireler gibi iç içe geçme görüntüleri oluşturabileceklerdir.
Bu manzara bölgeselleşirken dengelenip küreselleşen dünyanın
yeni bir görünümü olabilecektir. Onuncu Kalkınma Planında da bu çok
kutuplu sürecin adı gecikmeli ve eksik de olsa Hükûmetin hazırladığı
bir metinde de konmuş oldu; içeriği de hızla doldurulmalı
ve zenginleştirilmelidir.
Bizim uzunca bir
süredir ifade ettiğimiz bu sürecin ülkemizde ciddi etkileri söz konusudur
ve gelecekte de olacaktır. Batının ekonomik hâkimiyetine
alternatif olarak Güneydoğu Asya merkezli yükselen ekonomik gücün
doğurduğu jeopolitik gerilimler, görülen odur ki ancak yeni
uluslararası bölgesel entegrasyonlarla dengelenebilecektir, tabii ki
savaş seçeneğine de yeni bir çözüm olacaktır. Bu kavramın
adı uluslararası bölgeselleşmedir. Yeni uluslararası
bölgesel entegrasyonlar, yeni ölçek ekonomilerini doğuracak ve ekonomik
modeller gündeme gelecektir. Dünya ölçek ekonomileri dönemine girmektedir,
giremeyenler geride kalıyorlar. Süreç, ülkemiz açısından son
derece kritik karar noktalarında olduğumuz anlamına gelse de
bugünün iktidarı büyük ölçüde bu durumun farkında değildir
olarak anlaşılmaktadır. Genel olarak, Orta Doğu ve
özellikle Suriye politikasında takınılan tavır ve
tutumlardan ve şimdi de bu planda uluslararası alana eksik
yaklaşımdan Hükûmetin dünya jeopolitiği ve küresel dengeleri
algılayamadığını ya da çok az farkında
olduğunu görüyoruz. Kısaca, Onuncu Planda dünyanın çok kutuplu
süreci tanımı konulmasına rağmen bunun nasıl bir
bölgesel entegrasyona dönüşebileceğine ilişkin bir öngörü
yoktur. Dünya uluslararası bölgeselleşme hareketlerini geleceğin
yeni dünya dengelerini kurarken, en önemli stratejik gelişmelerin içine
sokmayı düşünürken konu Hükûmetin planında çok çok zayıf
kalmıştır. Dokuzuncu Planda Uzak Doğudaki
gelişmelerin dünyaya etkileri ele alınırken Onuncu Planda Uzak
Doğuya verilen yer Orta Doğu ve İslam ülkelerine
bırakılmıştır. Eğer ülkemiz gerçekleşmesi
kuvvetle muhtemel uluslararası bölgesel entegrasyona ilişkin
hazırlık sürecinde pasif kalırsa bu büyük bir kayıp
olacaktır. Pasif kalmamak için atılan adımlarda da jeopolitik
stratejiler ile hareket edilmesi ülkemizin çıkarları gereğidir.
Bu jeopolitik stratejileri bugünkü Hükûmetin ve Dışişleri
Bakanlığının çözemediği açıktır. Ülkemiz, ne
yazık ki yakınlaşması gereken politik istikrarı yüksek
ve ekonomik üretim ve kaynak potansiyeli yüksek alanlardan uzak tutulurken,
istikrarsızlığın ve üretimsizliğin kol gezdiği
alanlara yakınlaştırılmıştır. Bu alanlar
ülkemizin güneyindedir arkadaşlar.
Teşekkürler.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 10'uncu 5 Yıllık Kalkınma Planı'nın 7'inci
sayfasının 27'inci paragrafının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"27. Türkiye'
de son on yılda mali piyasaların düzenlenmesi, denetlenmesi, gözetim
ve alt yapısının oluşturulması
çalışmalarındaki uygulamalar, ülkenin uluslararası
sermayeye sonuna kadar açılması, yüksek borçlanma, sürdürülebilir ve
istihdam üretici olmayan bir ekonomik büyüme tablosunu ortaya
çıkarmıştır. Bu politikalar finansal piyasaları büyük
karlar kazandırırken, sosyal ve ekonomik göstergeler toplumun
aleyhine işlemiş ve demokrasinin eksikliği daha da belirginleşmiştir.
Sermayeyi ülkeye çekme yönlü çabalar bu sorunu daha da
derinleştirmektedir. Türkiye'nin ekonomik gelişme ve sosyal adalet
noktasında ilerleme sağlayabilmesi için piyasa endeksli, sermaye
odaklı ekonomik faaliyetlerine sınırlılık getirerek
reel üretimi destekleyici bir politika tercihi yapması kaçınılmaz
hale gelmiştir.
İdris
Baluken Pervin
Buldan Adil Zozani
Bingöl Iğdır Hakkâri
Hasip
Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Mersin
BAŞKAN
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sermaye odaklı
politikalar Türkiye'de sosyal ve ekonomik adaletsizliği
derinleştirmiştir. Sermaye akımlarını baz alan bir
çabadan ziyade, üretim ve bölüşüm ilişkilerini
demokratikleştiren bir siyaset hedefi güdülmelidir.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 00.07
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 00.15
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci
Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Bütçe Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Şimdi
diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı'nın
142 nolu paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve 144 nolu paragrafından sonra gelmek üzere
aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Mustafa Kalaycı Erkan Akçay
Konya Manisa
142. Türk milletine
mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip, manevî ve kültürel değerlerimizi
özümsemiş, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği
gelişmiş, yeni gelişmelere açık, sorumluluk duygusu ve
toplumsal duyarlılığı yüksek, bilim ve teknoloji üretimine
yatkın, girişimci, demokrat, kültürlü ve inançlı nesillerin
yetiştirilmesi eğitim politikamızın temel
amacıdır. Eğitim ve öğretimde imkân ve fırsat
eşitliği sağlanacak, toplumun bütün fertlerinin ilgi,
eğilim ve yetenekleri doğrultusunda eğitilmesi esas
olacaktır. 2023 Lider Ülke hedefine ulaşabilmek için, işgücü
talebine duyarlılığı olan, gerekli donanım ve beceri
esnekliğine sahip insan gücü yetiştirilecektir.
145. Eğitimin her kademesinde eğitim dili
Türkçe olup, Türkçe'nin dışında başka bir dilde ana dilde
eğitim yapılamaz. Türkçenin doğru ve güzel
kullanımını teminen ana sınıfı ve ilköğretim
kademesinde Türkçe'nin iyi öğretilmesine önem verilecektir.
146. Eğitim sistemi; bilgi toplumunun
gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatılmış,
uluslararası rekabet yeteneğine sahip teknoloji kültürü
gelişmiş insan gücünün yetiştirilmesini sağlayacak
şekilde yeniden yapılandırılacaktır. Bu çerçevede;
eğitim mekânları, eğitim teknolojileri ve insan gücü
imkânları nitelik ve nicelik açısından bilgi toplumunun
gerektirdiği standartlara yükseltilecektir.
147. Eğitimin her kademesinde müfredatın
milli ve çağın gereklerine uygun bir şekilde planlanması ve
uygulanması esas olacaktır.
148. Milli birlik ve bütünlüğün
sağlanması, vatandaş ile devlet arasındaki
yakınlaşma ve çeşitli ön yargıların giderilmesinde
önemli katkılar sağladığını
düşündüğümüz din eğitiminin okullarda devlet eliyle verilmesi
sağlanacaktır.
149. Okul öncesi eğitimin 6 yaş grubu
dahil edilmek suretiyle zorunlu temel eğitimin süresi 9 yıla
çıkartılacak ve iki kademeli olarak
yapılandırılacaktır. Bu çerçevede, milli bütünlük
bilincinin geliştirilmesi, ahlaki ve manevi değerlerin
güçlendirilmesi ve sosyalleşmenin sağlanması için okul öncesi
eğitim yaygınlaştırılacak ve bu yaş grubundaki
nüfusun daha erken yaşta örgün eğitim programı kapsamına
alınması sağlanacaktır Fiziki mekan, insan gücü ve program
imkanları geliştirilerek 4-5 yaş gurubunu kapsayan okul öncesi
eğitim yaygınlaştırılacaktır.
150. İlköğretimde bilgisayar destekli
"rehberlik" yoluyla öğrenciyi tanıma teknikleri
geliştirilecek ve yetenek ağırlıklı değerlendirme
yöntemleriyle etkin bir yönlendirme yapılacak, altıncı ve
yedinci sınıftan itibaren de kabiliyetlerin ortaya
çıkarılmasına ve mesleğe yönlendirmeye yardımcı
olması amacıyla seçmeli derslere ağırlık verilecektir.
Üstün zekâlı ve üstün yetenekli öğrencilerin özel eğitim
imkânlarına kavuşturulması sağlanacaktır. Yüksek
başarı gösteren ortaöğretim öğrencilerinin ilgi, istek ve
yeteneklerine göre sınavsız ve devlet bursu ile üniversite
öğrenimine devam etmeleri sağlanacaktır.
151. Özel eğitime ihtiyaç duyan bireylerin
tanımlanması, sınıflandırılması, özel
eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması
ve denetlenmesi ile eğitim program ve denetlenmesi ile eğitim
programlarının günün ihtiyaçlarına göre yeniden
değerlendirilmesi sağlanacaktır. Özel eğitim hizmetleri
okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim
ve yetişkinleri kapsayacak şekilde
yaygınlaştırılacaktır. Özel eğitim öğretmeni
ve yardımcı personeli yetiştirilmesine önem verilecektir.
152. Ekonominin ihtiyacı olan ara insan gücünün
yetiştirilmesi amacıyla örgün ve yaygın meslekî-teknik
eğitime ve beceri kazandırıcı eğitime
ağırlık verilecek, eğitim programları meslek
standartlarına dayalı olarak yeniden düzenlenecektir. İstihdam
edilebilirliği artıran mesleki eğitimin orta öğretim
içindeki payı yükseltilecektir. Mesleki ve teknik ortaöğretim
kurumları ile meslek yüksek okulları arasında program
bütünlüğü sağlanacaktır. İş hayatı ile meslekî ve
teknik eğitim arasında ilişki, iletişim ve etkileşim
geliştirilecektir.
153. Orta öğretim; program türünü esas alan,
yatay ve dikey geçişlere imkân veren, çağdaş rehberlik ve
yönlendirme hizmetiyle üniversite sistemine etkin geçişi sağlayan bir
yapıya kavuşturulacaktır.
154. Üniversitelerin; ülkemizin ihtiyaç duyduğu
insan gücünü yetiştiren, araştırma yaparak bilim ve teknoloji
üreten, toplumsal gelişmeye önderlik eden, bilimsel yöntemlerle meselelere
çözüm üreten, dünya üniversiteleriyle yarışan eğitim
kurumları hâline getirilmesi esas olacaktır. Üniversitelerin
bulundukları yörelerin potansiyellerine de uygun şekilde
uzmanlaşmaları sağlanacaktır. Etkin bir kalite
değerlendirme ve denetimi sistemi oluşturularak özel üniversite
kurulması teşvik edilecektir.
155. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK); düzenleme,
yönlendirme, koordinasyon, planlama ve denetimden sorumlu bir yapıya
dönüştürülerek yeniden yapılandırılacak; üniversiteler
idari ve mali açıdan özerk ve hesap verebilir hale getirilecektir.
Üniversitelerde rektör seçimleri demokratik esaslara bağlanacak ve iki
kademeli olarak uygulanacak seçim süreci sonucunda ikinci kademe oylamaya
katılan en yüksek oyu alan iki adaydan yüzde 50nin üzerinde oy alan aday Cumhurbaşkanı
tarafından atanacaktır.
156. Üniversite giriş sınavı
kaldırılacak, bunun yerine ilköğretim ve ortaöğretimde
etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak uygulanacak müfredat ile
ortaöğretim başarısını ve ortaöğretim sonunda
yapılacak Olgunlaşma sınavını esas alan ve
fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi
uygulamaya konulacaktır.
157. Çağın bilgileriyle
donanımlı öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirilecek, bu
meslekler çalışma şartları ile özlük ve sosyal hakları
itibariyle cazip hale getirilecektir. Yüksek lisans çalışması
veya öğretim üyeliği amacıyla yurt dışında
bulunan akademik insan gücü için üniversitelerimizi cazip hale getirmek
amacıyla gerekli araştırma altyapısı ve istihdam
imkanları oluşturulacaktır. Öğretmenlerin ve üniversite
öğretim üyelerinin özlük hakları ve istihdam şartları
çağdaş standartlar düzeyine çıkarılacaktır.
158. Şehit ve gazi çocuklarının her
kademedeki eğitim harcamalarının devlet tarafından
karşılanması ve yükseköğretime girişlerinde kendilerine
kontenjan ayrılması temin edilecektir.
159. Yurt dışındaki Türk
çocuklarının millî kimliklerini korumaları ve
geliştirmeleri için sağlanan eğitim imkânları
artırılacaktır.
BAŞKAN Evet,
Hükûmetin katılmadığı önerge hakkında söz isteyen
Zühal Topcu, Ankara Milletvekili. (MHP sıralarından
alkışlar)
ZÜHAL TOPCU
(Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu
Kalkınma Planının eğitim politikalarına ilişkin
paragraflarıyla ilgili vermiş olduğumuz önerge hakkında söz
almış bulunuyorum.
Eğitim,
kalkınmanın en önemli göstergelerindendir, kalkınmanın
itici gücüdür ama eğitime yönelik icraatların bu yukarıda
bahsettiğimiz ifadelerle çok fazla örtüşmediğini de bu arada
özellikle belirtmek isteriz.
Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde 7 yaşında olan ve
okula yeni başlayan bir çocuk bugün 18 yaşında. Bu gençleri
ifade eden en önemli özellikler ise AKP iktidarı döneminde eğitime
başlamış ve şu anda hâlen eğitimlerine devam ediyor
olmalarıdır. AKP iktidarı döneminde eğitim için
hazırlanan plan ve programlar bu çocukların geleceğinin
şekillenmesinde belirleyici olmuş ve olacaklardır da. Bu
belirleyicilerden oluşan Onuncu Kalkınma Planını
değerlendirdiğimizde ayakları yere basmayan başlıkları
da görebilmemiz mümkündür.
Öğretmenlerle
ilgili olarak bugüne kadarki uygulamalarınız, deneyimli
öğretmenlerin dezavantajlı bölge ve okullarda
çalışmaları özendirilecektir. ifadenizin tam tersini
göstermektedir. Öğretmenlik mesleğini halkın gözünde bu iktidar
itibarsız hâle getirmiştir, öyle bir hâle getirmiştir ki
atanamayan yüz binlerce öğretmen adayı mağdur olup sokaklara
dökülmüştür. Mevcut sistemde çalışan öğretmenler ise
bırakın özendirilmeyi, sürekli tehditlerle karşı
karşıya bulunmaktadır. Millî Eğitim
Bakanlığı yetkilileri öğretmenlerin tayinlerini bile
doğru düzgün becerememiş, eline yüzüne
bulaştırmıştır.
Yine, plana göre
-ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sistemi-öğrencilerin,
ilgi ve yeteneklerini dikkate alan bir sisteme
kavuşturulacağından bahsedilmektedir. Artık bunlara inanan
kalmamıştır çünkü on bir yıllık iktidar süresince
bunların tam tersi uygulamalarla
karşılaşılmıştır. Millî Eğitim
Bakanı Avcının ortaöğretime geçiş sistemiyle ilgili
açıklamaları, bu işte hazırlıksız ve deneyimsiz
bir ekip olduğunu da göstermiştir. Sayın Bakan bir gün
basının önüne çıkıyor, SBSyi kaldırdık. diyor,
sonra Okul puanları etkileyecek. diyor, sonra Yanlış
anlaşıldı
gibi savunmalarla sürekli olarak günü kurtarmaya
çalışmaktadır.
Yine, Onuncu
Kalkınma Planında okul türlerinin azaltılıp programlar
arasında esnek geçişlerin sağlanacağından
bahsedilmektedir. Düz liselerin tabelaları sökülüp hepsi Anadolu
liselerine dönüştürüldü. Millî eğitimde böylece de bütün sorunlar
halledilmiş oldu. Sınava giren 1 milyon 800 bin öğrencinin 1
milyon 300 bininin fenden 4 doğru sorusu bile
olmadığının, artık bize çok fazla şeyler
anlattığının farkına varmalıyız.
Özellikle iktidara
gelmeden önce mağduru olduğunuz, her platformda da
değiştirileceğini vaad ettiğiniz YÖK şu anda
artık sizin sopanız durumundadır. On bir yılda kendi
aranızda bile uzlaşamadığınız YÖK yasası
hâlâ kamuoyuyla da paylaşılmamıştır. Döneminizde
akademisyenlerin özlük hakları yerle bir edilmiştir. Onuncu
Kalkınma Planında Yükseköğretim kurumları hesap
verilebilirlik temelinde, özerklik, performans odaklılık ve
ihtisaslaşma ve çeşitlilik ilkeleri çerçevesinde kalite odaklı,
rekabetçi bir yapıya dönüştürülecektir. denilmektedir. Eğitimde
kalitenin sınıf sayısı, okul sayısı ve bilgisayar
sayısına indirgendiği ve zihniyet dönüşümünün
gerçekleştirilemediği günümüzde, hesap verebilmeden, performans
odaklılık ve ihtisaslaşmadan bahsetmemiz pek mümkün
olmayacaktır. Özellikle son beş yılda toplam işsizler
içerisindeki üniversite mezunlarının yüzdelerindeki artış
ise kaygı verici hâle gelmiştir.
Beş dakikaya
tabii ki birçok sorunu sığdırabilmemiz de mümkün
gözükmemektedir.
Özellikle 4+4
eğitim sisteminin bugün basında yer alan raporları gerçekten
millî eğitimin çok vahim bir durumda olduğunu göstermiştir ve
artık bu sistemin iflas ettiğini de rakamlar bize vermektedir.
Biz MHP olarak,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle eğitimde ayakları yere
basan, tutarlı, gerçekleşebilir ve geleceği kucaklayan
eğitim politikalarının artık acilen geliştirilmesi ve
uygulanmasını öneriyoruz.
Teşekkür
ediyoruz. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
6 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Onuncu Kalkınma
Planının 157 nolu
paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Erkan Akçay Alim Işık
Manisa Kütahya
157. Örgün ve
yaygın eğitim kurumlarında bilgi ve iletişim teknolojisi
altyapısı geliştirilecek, öğrenci ve öğretmenlerin bu
teknolojileri kullanma yetkinlikleri artırılacaktır.
Teknolojinin eğitime entegrasyonu konusunda nitel ve nicel göstergeler
geliştirilerek etki değerlendirmesi yapılacaktır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Gerekçe
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
FATİH Projesi
çok maliyetli ve çok değişik etkileri olan bir projedir. 16 milyon
tablet bilgisayarının ekonomik maliyetinin ne olacağı,
projede vurgulandığı gibi Türkiye'de üretiminin mümkün olup
olmayacağı ve milyonlarca tabletin kullanımında gizli bir
maliyet ve içinden çıkılamayacak problemler oluşturacak
bakım-onarım gider ve sorunlarının nasıl
aşılacağı incelenmeden bu proje aceleyle uygulamaya
konulmuştur. Ayrıca, öğrencilere ücretsiz dağıtılması
öngörülen ve bir tanesinin fiyatının yaklaşık 1.600 TL olan
tablet bilgisayarının neden fiyatı 300 TL ye kadar
düşmüş olan dizüstü bilgisayar yerine neden tercih edildiği de
anlaşılamamıştır.
Dünya
Sağlık örgütü ve Uluslararası Elektromanyetik Güvenlik Komisyonu
gibi birimlerce yapılan uyarılarda, özellikle çocukların
İnternet ve cep telefonunun kullanımlarının
kısıtlanması gerektiği vurgulanırken ve dünyanın
birçok ülkesinde okullarda 3G veya Wi-fi cihazlarının
kullanımı engellenirken, Türkiye'de 15 milyon öğrenciye Fatih
projesinde nasıl bir altyapı sağlanacağı sadece teknik
açıdan değil, öncelikle sağlık ve güvenlik
açısından ne getireceği de Bakanlık tarafından dikkate
alınmamıştır.
BAŞKAN Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmemiştir.
7 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planının 173 nolu paragrafının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve 174 nolu
paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki
paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Mustafa Kalaycı Erkan Akçay
Konya Manisa
173. Yaşam
kalitesini ve yaşama sevincini geliştiren, insan ömrünü uzatan,
vatandaşın ve hizmet sunanların memnuniyetini esas alan
hayatı anlamlı ve değerli kılan bir sağlık
sistemi tesis edilecektir.
175. Koruyucu sağlık hizmetleri ve temel
sağlık hizmetleri, eşitlik ve hakkaniyet prensiplerine uygun
olarak; kolay ulaşılabilir, kullanılabilir ve hasta
haklarına saygılı bir şekilde devlet tarafından
ücretsiz olarak sunulacaktır. Birinci basamak sağlık hizmet
birimleri güçlendirilecek ve vatandaşların doğrudan başvuracağı
"Aile Hekimliği" uygulaması
yaygınlaştırılacaktır.
176. Hastanelerin teknolojik altyapısı ve
insan gücü imkânların iyileştirilecek, yönetim kapasitesi
geliştirilecektir. Hastanelerin hasta yatağı, donanım ve
insan gücü kapasitesinden daha iyi yararlanılabilmesi için "tam
gün-tam kapasite" çalışması sağlanacaktır.
177. Özel sağlık kurumları
teşvik edilecek, sağlık turizminin geliştirilmesi için
sağlık serbest bölgeleri oluşturulacaktır.
178. Sağlık sigortasının bütün
nüfusa yaygınlaştırılması sağlanacak, tüm
vatandaşlar hastane ve hekim seçme hakkına sahip olacaktır.
179. İlaç, aşı, serum ve tıbbi
araç-gereçlerin Türkiye'de üretimi ile bu konuda yapılacak Ar-Ge
faaliyetleri teşvik edilecektir.
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen Ali Öz, Mersin Milletvekili. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİ ÖZ
(Mersin) Teşekkür ediyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınma programının
bu bölümünde sağlık üzerinde yapılacak olanlar hesaba
katılmış ancak Adalet ve Kalkınma Partisinin on
yıllık iktidarı döneminde özellikle kalkınma projesi olarak
sunulanın yaptıklarıyla ne kadar büyük bir tezat olduğunu
burada net bir şekilde görebiliyoruz.
Özellikle aile
hekimliği uygulaması başladıktan sonra sevk zincirine
şiddetle karşı çıkıp, yine, on yıllık süre
içerisinde sevk zincirinin ikinci ve üçüncü basamakta geri getirileceğine
dair bir ibarenin bulunması daha önceki yapılanların
yanlışlığını, çelişkisini net bir
şekilde ortaya koymakta. Bunun dışında, sağlıkta,
her zaman ifade ettiğimiz gibi, asıl olan şeyin temelinde bu
işi gerçekten yapan, toplum sağlığıyla, toplumun
sağlıklı bir şekilde hayatının idamesi
noktasında hekimlerin nasıl yetiştirilmesi gerektiği
gerçeğini hiçbir zaman göz ardı etmemek lazım. Yani bu
sağlıktaki projelerde temeline bu işin hizmetini veren hekimi
odak noktaya koymaz iseniz, o zaman sağlıkta yapılacak olan
hizmetin kalitesini yükseltmek, niteliğini artırmak,
sağlığın bütçeye vermiş olduğu yükü azaltmak
mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, öncelikli yapılması
gereken, tıp fakültelerindeki eğitim, hekimlerin yetişmesi,
hekimlerin dağılımı gibi noktalarda hassasiyeti ön plana
çekmektir. Oysaki yapılan programa baktığımız zaman,
Türkiyede sağlık alanında ilaç harcamalarında artan miktarı,
ilaç bedelleri çok düşük olmuş olmasına rağmen, kutu
sayısındaki ciddi manadaki artışla ikisinin birbirine
örtüşmediğini net bir şekilde görebiliyoruz.
Bu şekildeki
bir programla sağlıkta sonuç almak gerçekten mümkün
olmayacaktır. Onun için, başlangıçta yapılması gereken
iş sadece fiziki altyapısının iyileştirilmesi,
hastanelerin yatak sayısının artırılmasının
ötesinde sağlık hizmetini sunan, sağlık hizmetinde temel
noktayı oluşturan hekimlerin daha kaliteli, daha bilinçli, toplumun
daha eğitimli olması ana unsur olarak ilk hedefe konulması
gereken unsurdur. Bunlar gerçekleştirilmediği takdirde toplumun her
tarafına gerçekten ulaşılabilir, etkin, kaliteli bir hizmet
sunumu mümkün olmayacaktır.
Sağlıkta
bugün performans sistemi olarak bahsedilen ve sık sık
eleştirisini yaptığımız bir sistemle on
yıllık sürede aynı şekildeki programı
uyguladığınız zaman kaliteli bir hizmet sunumu söz konusu
olamaz. Dolayısıyla sağlıktaki dönüşüm
programıyla, son on yıl içerisinde yapılanla bundan sonraki on
yıl hedeflenenleri yan yana koyduğunuzda ya önceki on yıl
yaptıklarınız yanlış ya bundan sonraki on yıl
hedefleriniz birbiriyle örtüşmüyor. O yüzden, baştan ifade
ettiğimiz şekliyle, sağlıktaki verilen hizmetin kalitesini
artırmak esas olmalı. Kaliteyi artırmak için de Türkiyede
tıp eğitimine verilen önemin yeniden gözden geçirilmesi
gerektiğine inanıyoruz. Eğer siz bilinçli, zamanı ideal
kullanabilecek, kaliteyi, niteliği yükseltebilecek bir hekim
yetiştirmekten uzak tavırlar içerisinde olursanız, eğer
eğitimlerinizi, doktorların yetişmesini bu noktada hesap
etmezseniz sonuçta sağlıkta baş edilmez bir külfet hepimizin
boynuna tekrar binmeye mahkûm hâle gelecek. Türkiyede sağlık
harcamaları için ayrılan bu kadar yüksek miktar, aynı
şekilde millet belki kolay erişebiliyor, ulaşılabiliyor ama
bu, aynı zamanda hizmetin kaliteli olduğu anlamına gelmiyor.
Aynı zamanda, sağlıkta bireylerin temel hak ve özgürlükleri
olmasına rağmen, kendi bütçelerinden sağlığa ciddi
manada ekonomik olarak katkı sağlamaları da devletin temel ilkesine
aykırılık teşkil ediyor. Bu yüzden, sağlıktaki
dönüşümü gözden geçirmek gerekiyor. Ya önceki yapılan on
yıllık faaliyetleri düzeltmek veya bundan sonraki on yıl süre
içerisinde önermiş olduklarınızı karşı
karşıya tekrar kıyaslamak gerekiyor.
Sağlıkta,
temelde, çalışanların bugünün şartlarında
uğramış oldukları memnuniyetsizlik, sağlık
çalışanlarının uğramış olduğu
şiddetler aslında ulaşılabilirliğin çok kolay
olmasıyla orantılı olmakla beraber, kolay
ulaşılabilmesi elbette önemli ancak kaliteli hizmeti ön plana almadan
toplumu daha sağlıklı hâle getiremeyiz diyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
8 numaralı
önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı 10. Beş Yıllık Kalkınma
Planının Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Hastaneler
yaptırılmasını ve işletilmesini öngörmesi sağlık
sektörünü (cihaz ve sarf malzemesi imalatını) yok edecektir. Bu
nedenle 10. BYKPda bu yöntemle hastane yatırımlarının her
il için bir hastane olarak sınırlandırılmasını
arz ve teklif ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Rahmi Aşkın Türeli Bülent Kuşoğlu
İstanbul İzmir Ankara
Musa Çam Aydın Ağan Ayaydın
İzmir İstanbul
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen, Bülent Kuşoğlu Ankara Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
BÜLENT
KUŞOĞLU (Ankara) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planı üzerinde verdiğimiz bir
önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Konu şöyle değerli
milletvekilleri, biliyorsunuz sağlık çok önemli bir konu.
Sağlık harcamaları da sürekli olarak bizde artıyor. Bundan
önceki plan döneminde de, Dokuzuncu Plan döneminde de sürekli bir
artış vardı, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma
Planında da ifade edildiği şekilde sağlık
harcamalarının artışı önemli bir sorundur, artmaya
devam edecektir, bunun mutlaka önlenmesi, makul bir düzeye getirilmesi
gerekiyor çünkü sağlık harcamaları önemli ölçüde özellikle
sağlık sektöründe cihaza dayanır, sarf malzemesine dayanır,
yeni teknolojiye, yüksek teknolojiye dayanır. Yüksek teknoloji de bizim
dışarıdan ithal ettiğimiz bir alan, sağlıkta
özellikle. Çok fazla para veriyoruz sağlıkta yüksek teknoloji ithali
için, yüksek teknoloji gerektiren cihazları ve sarf malzemelerini ithal
etmek için. Bu, sürekli olarak harcama özellikle bizim gibi gelişmekte
olan ülkelerde büyük bir sorundur. Şimdi, plan bunu hedef olarak
almış ama diğer taraftan da
Ondan önce şunu da belirteyim:
Bizdeki bu cihaza dayanan sağlık sektörü 2 milyar dolarlık bir
sektör aşağı yukarı. Bunun yüzde 85i ithale dayanır,
yüzde 15i yerli üretimdir ve son zamanlarda bunda bir artış olmaya
başlamıştır son yirmi, yirmi beş sene içerisinde. Sağlık
sektörümüzde cihaz ve sarf malzeme üreticilerinde, imalatında önemli
ölçüde bir artış söz konusu olmuştur. Şu anda yüzde 15i
yerlidir bu sektörün. Bunun da artması lazım. Özellikle yine son
zamanlarda biyomedikal mühendisliği daha önce yoktu, biyomedikal
mühendisleri mezun olmaya başladılar. Konuyu bilen insanlar.
Yavaş yavaş sektör gelişiyor ancak tam bu aşamada, biz, bu
kamu-özel iş birliği yoluyla hastane kurulmasını, hastane
yapımını ve işletmeciliğini getirdik. Şimdi,
kamu-özel iş birliği yoluyla hastane yapımı ve işletmeciliği
yine yabancı para gerektiriyor, finansman gerektiriyor. Bu nereden temin
edilecek? Bu parayı verebilen kuruluşlar yani bu ihaleleri alan
kuruluşlar kendi ülkelerinden bunu getirecekler. Kendi ülkesinden
finansman getirecek, kendi ülkesinin, bu finansmana bağlı olarak,
cihazlarını getirecek, sarf malzemesini getirecek. Kamu-özel iş
birliğinde süre en azından yirmi beş yıl; ihaleleri yirmi
beş yıl üzerinden yapıyoruz, yirmi beş yıl, otuz
yıl. En az yirmi beş yıl, otuz yıl
dışarıdan, dışarıya bağımlı olarak
kendi ülkesinden cihazları getirecek, sarf malzemesini getirecek. Bu yüzde
15, yeni yeni palazlanmaya başlayan Türk sağlık sektörü de iyice
ölecek, sıkıntıya girecek; hiç altından kalkılamaz,
sürekli olarak sağlık harcamalarının arttığı
bir alan olacak. Bunu biz Komisyonda görüşürken de, Genel Kurulda da dile
getirdik ama Biz ihale şartnamelerine özel bir hüküm koyacağız,
bir kısmının, yerli üretimi teşvik etme amacıyla
Türkiyeden temini şartını getireceğiz. dendi ama bu
geçerli bir sebep değil, bunu durdurabilecek bir mantık değil.
Biz, onun için, verdiğimiz önergeyle, hiç olmazsa, bu kamu-özel iş
birliği modeliyle hastane yapımının ve
işletmeciliğinin sınırlanmasını getirdik. Bu, çok
mantıklıdır. Hiçbir plancı, geleceği planlamak
isteyen, görmek isteyen hiç kimse buna Hayır. diyemez mantıki
olarak diye düşünüyoruz çünkü yapılan iş sonuç olarak
yanlış. Yani bir taraftan siz sağlık
harcamalarını kontrol altına almak, düşürmek istiyorsunuz,
doğru, ama öbür taraftan bunun artması için uygulamada her şeyi
yapıyorsunuz. Burada bir mantıki çözüm olması lazım.
Başlanmış olan ihalelere bir sınırlama gelmesi
lazım, bir orta yol bulunması lazım. Bizim önerdiğimiz de
budur. Zannediyorum, Hükûmet politikaları için de uygundur,
geleceğimiz açısından da uygundur.
Türkiye'nin
tasarruf yapabilir bir ülke olması lazım. Bu da planda öngörülen
konulardan bir tanesidir. Bu nedenle söz aldım.
Hepinize gecenin bu
saatinde saygılar sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
10 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı X. Kalkınma planının 197.
paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesi için Hükümete geri gönderilmesini arz ederiz.
197. Adliyelerin
ve ceza infaz kurumlarının fiziki ve teknik altyapı
ihtiyaçlarının yanında insan ihtiyacı öncelikle
karşılanacaktır.
Kazım Kurt Ferit Mevlüt Aslanoğlu Bülent Kuşoğlu
Eskişehir İstanbul Ankara
Musa Çam Rahmi Aşkın Türeli Aydın Ağan Ayaydın
İzmir İzmir İstanbul
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen Kazım Kurt, Eskişehir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
KAZIM KURT
(Eskişehir) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 476
sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planıyla ilgili
vermiş olduğumuz önerge üzerine söz aldım, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, kalkınma
planının hazırlanması aşamasında
katılımcılık konusundaki eksiklikleri tutanaklara geçmesi
açısından söylemek istiyorum: Bu planın hazırlanma
aşamasında kim katılmış ise eline sağlık
ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin katılma
şansı elinden alınmıştır. Plan, milletvekili
arkadaşlarımıza bugün sabah
dağıtılmıştır. Dolayısıyla çoğumuzun
okuma şansı, okuma fırsatı bile olmadan bu planı kabul
edeceğiz, bunun çok doğru bir yaklaşım
olmadığını vurgulamak istiyorum. Bu mantık, zaten
adaletle ilgili bölümde de yansıyor. Adaletle ilgili durum tespiti ve
hedefler, uygulama politikaları değerlendirildiği zaman
tamamı 15 paragraf. Bu 15 paragrafın da 14ünde insan yok, sadece
1inde hâkim, savcı eğitimiyle ilgili bir cümle konulmuş. Oysa
Türkiye'de adaletin adalet saraylarından çok; vicdanlı, hukukun üstünlüğüne
inanan hâkim, savcı ve adliye personeline ihtiyacı var. Bu maddede
getirmeye çalıştığımız düzenleme de bu ceza ve
infaz kurumlarıyla adliyelerin fiziki ve teknik altyapısı
ihtiyaçlarının öncelendirilmesi konusuna esas olan insanın
önceliğe alınmasını önermektedir; insanı adliyenin
ortasına oturtacağız ki vicdan karar verecek, insanı
adliyenin ortasına oturtacağız ki demokrasi kazanacak. Eğer
önümüzdeki beş yıl için böyle bir önerimiz var ise -yani sadece
adliyelerin ve ceza infaz kurumlarının fiziki ve teknik
altyapısını düzenlemek, geliştirmek gibi bir hedefimiz
varsa- yine önümüzdeki günlerde sıkıntılı davalar
yaşayacağız demektir.
Şimdi,
Dokuzuncu Kalkınma Planına baktığımız zaman,
52nci sayfasında 320 ve 321nci paragraflarda aynı cümleler
yazılı ve orada da şöyle diyoruz: Adalet hizmetlerinin fiziki
imkânlarının geliştirilmesi ve süreçlerin
hızlandırılması, plan döneminde adalet
binalarının hükûmet konaklarından ayrılması temel
hedeftir. Oysa, yedi yıllık süre içerisinde, Türkiyede, adalete
uygun olmayan yüz binlerce dava açıldı. Bu açılan davaları
şöyle koymak lazım: 100 bin kişi başına açılan
ceza davası sayısı Türkiyede 2.260, İspanyada 549. O
hâlde, insanı bu işin içine
sokacağız ki Türkiyede hâkim sayısında sizin döneminizdeki
gelişmeyi de göreceğiz. 100 bin kişiye Türkiyede düşen
hâkim sayısı 2012 tarihi itibarıyla 9, Almanyada 100 bin
kişiye düşen hâkim sayısı 24. Bu noktada, eğer plan
adliye hizmetlerinde insan unsurunu, hâkim, savcı ve ara hizmetlerdeki
kadroları geliştirmeye yönelik bir çaba içerisine girmezse, önümüzdeki
süreçte Terörle Mücadele Yasasını da, örgütlenme özgürlüğüyle ilgili
yasayı da, seçim yasalarını da, seçim barajını da,
demokratikleştirme konusundaki diğer taleplerimizi de dikkate
almayacaksınız anlamına gelir ki bu, Türkiye açısından
çok tehlikeli bir sonuç yaratır. Türkiye'de temsili sağlayacak yüzde
10 barajını beş yıllık önümüzdeki Onuncu Planda
tartışmayacaksak nerede tartışacağız? Eğer
bunu hedef olarak önümüze koymuyorsak demokrasiyi, insan haklarını,
özgürlükleri yerleştirme şansımız olmaz diye
değerlendiriyorum ve o nedenle 197nci paragrafta insan
ağırlıklı önergemize destek vermenizi diliyorum.
Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
11 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı 10.
Kalkınma Planının 213, 217, 219, 220 ve 228 paragrafların
sonuna aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.
Saygılarımızla,
Rahmi Aşkın Türeli Ferit Mevlüt Aslanoğlu Bülent Kuşoğlu
İzmir İstanbul Ankara
Süleyman Çelebi Aydın Ağan Ayaydın Musa Çam
İstanbul İstanbul İzmir
İzzet
Çetin
Ankara
Kamu kurum ve kuruluşlarında Taşeron
işçi çalıştırılmaz.
BAŞKAN Evet, önerge üzerinde söz isteyen
İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP sıralarından
alkışlar)
İZZET ÇETİN (Ankara) Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Onuncu
Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerine verdiğimiz
önerge üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, pek çok kere
değinildi, bu plan gerçekten inancını yitirmiş bir plan.
Çünkü, görüşmelerin başladığı saatten oylamanın
yaklaştığı saate kadar ne bakanların ne
milletvekillerinin salonda görüşmelere katılmadığı
ortadaydı, hepimizin gözleri önündeydi. Kimi zaman 40 kişiye kadar
düştü milletvekili sayısı. Buradan da anlaşılıyor
ki plan inançsız. Plan, gerçekten, özellikle benim söz aldığım
temel hak ve özgürlüklere ilişkin bölüm, bir bakıma bu Onuncu
Beş Yıllık Planın temeli olması gerekir çünkü insana
değer vermeyen, emeğe değer vermeyen bir planın
başarı şansı yoktur. Bu plan emeği dışlamıştır,
insanı dışlamıştır. Burada üzülerek ifade etmek
isterim ki planı hazırlayan bürokratların emekleri için
teşekkür ediyorum ama konuya uzak oldukları ortada çünkü planda,
özellikle temel hak ve özgürlükler bölümünde müthiş derecede, vahim
düzeyde hatalar, yanlışlıklar var. Örneğin, burada Gözden
Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartının
onaylandığından söz edilmektedir; oysa Türkiye, Gözden
Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartının 2nci maddesinin üçüncü
fıkrasını, 4üncü maddesinin birinci fıkrasını,
5inci ve 6ncı maddelerin tamamını, çekince koymuş, imzalamamıştır,
onaylamamıştır. Kaldı ki 5 ve 6ncı maddeleri
onaylamayan iki ülkeden biri konumundadır ve bu ülkelerden bir diğeri
de Yunanistandır.
Yine, adil, yeterli
ücret hakkını ve ayda 4 haftalık izin hakkını
çalışanlardan esirgeyen bir ülkede eğer hâlâ iktidar
mensupları bu belgeye yalan olarak bu cümleleri yazıyorsa durum çok
vahimdir.
Yine, özellikle
Anayasa değişikliğiyle temel hak ve özgürlüklerle ilgili
düzenlemede, Anayasanın 90ncı maddesinde yapılan
değişiklikten sonra, uluslararası sözleşmelerle iç hukuk
hükümlerinin çelişmesi durumunda uluslararası sözleşmelerin
geçerli olacağı düzenlemesi yapılmış olmasına
rağmen Türkiyede hâlâ milletvekilleri tutsaktır; bu da
çelişkili bir durumu ortaya koymaya yetiyor.
Yine Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına ilişkin, kullanımına
ilişkin demokratik temele dayandırılması amacıyla
gerekli değişiklikler yapılmış, işkence ve kötü
muameleyle etkili bir şekilde mücadele edilmiştir. deniliyor. Oysa
kötü muamele ve işkence, son aylarda özellikle Gezi eylemlerinde de
görüldüğü gibi, Türkiye'de hiçbir dönemde rastlanmayan şiddet
boyutuna vardırılmış ve halkına karşı
mücadele eden polislere Destan yazdınız. diyerek ödül
verilmiştir, verilmektedir. Yarından sonra gelecek torba kanunda da
buna ilişkin düzenlemelere tanıklık edeceksiniz. Yani bu plan
neresinden bakarsanız bakın çelişkilerle dolu bir plandır,
gerçekliği yoktur, inandırıcılığı yoktur.
Yine, aynı
düzenlemede, 228inci paragrafta Sendikal haklar ile grev hakkına
getirilen sınırlamalar kaldırılmıştır.
denilmektedir. Bu da koskoca bir yalandır, kaldırılma bir
tarafa, arttırılmıştır. Geçtiğimiz yıl, tam
da bugünlerde taksicilerle ilişkili bir düzenleme yapılırken HAVA-İŞ
koluna grev yasağı getirilmiş, Hamdi Ağa o günden bugüne
305 işçiyi işten atmış, yargı kararlarına
rağmen işe döndürmemekte direnmekte, Hükûmet de seyretmektedir.
Yine, İstanbul
Menkul Kıymetler Borsası da 119uncu maddeyle bir gece
yarısı grev yasağı kapsamına
alınmıştır.
Memurlara ve
diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı
tanınmıştır, bu doğrudur ancak eksiktir. Çünkü toplu
sözleşme tahkime mahkûmdur, özgür toplu sözleşme düzeni burada da
yoktur.
Yine, AKP döneminde
kendisinden önce kamuda olmayan taşeron işçi sayısı 500
bini aşmıştır ve bu konuda tüm muhalefet partilerinin
girişimlerine, çabalarına rağmen iktidar direniyor, dirençle
taşeron sistemini yasallaştırarak kalıcı hâle getirip
emek sömürüsünü had safhaya vardırma eğilimindedir. O nedenle bu
önergenin verilerek bu düzenlemelerin bu plandan
çıkartılmasını istedik.
Hepinize
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
12 numaralı
önergeyi okutuyorum:
TBMM Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı X. Kalkınma Planının
241inci paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmek üzere Hükümete geri gönderilmesini arz ederiz.
241. Ulusal
öncelikler ve kamu yararı doğrultusunda faaliyet gösteren
STKların demokratik ortamda ve daha sivil bir anlayışla
çalışmaları desteklenecektir.
Kazım Kurt Ferit Mevlüt Aslanoğlu Bülent Kuşoğlu
Eskişehir İstanbul Ankara
Musa Çam Rahmi Aşkın Türeli Aydın Ağan Ayaydın
İzmir İzmir İstanbul
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen Kazım Kurt, Eskişehir Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
KAZIM KURT
(Eskişehir) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın
milletvekilleri, yine kalkınma planının 241inci
paragrafında sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili bir düzenlemeyi
değerlendiriyoruz. Burada, bizim önergemizde bu maddeye sivil ve
demokratik bir yaklaşımın eklenmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Çünkü Ulusal öncelikler ve kamu yararı
doğrultusunda faaliyet gösteren STKlar öncelikle desteklenecektir.
maddesi, tehlikeli boyutlara ulaşabilecek bir maddedir. Ulusal öncelikler
nelerdir? Ulusal öncelikleri tespit etmek durumunda olan kimdir ve bu hangi
amaçla kullanılacaktır? Oysa sivil toplum kuruluşları
gerçek anlamda sivil olmalıdır, demokrat olmalıdır ve
demokrasiyi özümseyebilmelidir. Sivil toplum kuruluşları
ısmarlama politika yapacak, ısmarlama çalışmalar yapacak
kuruluşlar ise bu doğru bir yaklaşım olmaz. O toplumun da
sivil toplum olduğu iddia edilemez.
Türkiyede
geçmiş dönemde, 2006 yılında Belediyeler Yasasında
doğru bir yaklaşımla kurulan kent konseyleriyle ilgili
iktidarınız döneminde yapılan uygulamalara
baktığımız zaman hiçte amacına
ulaşmadığını görüyoruz. Bir kere 3 bin küsur
belediyenin içerisinde kent konseyini kuran 200 civarında belediye. Bunun
sebebini sorduğumuz zaman, Niçin bu kurma konusunda teşvik
yapılmıyor? diye sorduğumuz zaman, Bakanlık kent konseyi
sayısını bile bilmiyor ama çalışan kent konseylerinde
ciddi anlamda faaliyetler sürdürülüyor. Oysa, bu tür kurumlar sivil
olmalı; yöresel, bölgesel ve o ihtiyaçları karşılayacak
koşullara göre kendini ayarlayabilecek esneklik içerisinde olabilmeli,
davranabilmeli. Sivilliğin mantığı budur. Sivilliğin
öncelikle kafada başlaması gerekir ve arkasından uygulamada
yürüyüp gitmesi gerekir.
Şimdi de
önümüzdeki süreç içerisinde kurulması planlanan gençlik konseyleri var.
Gençlik konseylerinin kuruluşuyla ilgili Gençlik ve Spor
Bakanlığını görevlendirirseniz, işte,
yanlışı yapmış olursunuz. Gençlik konseylerinin
bütçesini Gençlik ve Spor Bakanlığı ayarlar, verir,
dağıtır. dediğiniz anda, gençlik konseylerini de Spor
Bakanına bağımlı hâle getirirsiniz ve o, hiçbir zaman sivil
bir toplum, demokratik bir toplum olmaz.
Biraz önceki maddede söylemeye
çalıştığım gibi, insanların örgütlenme
özgürlüğünün önünü açmazsak, hak arayan, örgütlenmek isteyen
insanların üzerine biber gazıyla, TOMAyla gidersek o zaman sivil
toplumu yaratma şansımız olmaz. İnsanların en
doğal haklarından birisi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası
çerçevesinde özgürce toplanabilmek, özgürce düşüncelerini aktarabilmek
olanağı herkese tanınmalıdır; devletin birinci görevi
budur. Eğer devlet bu görevini yapmıyor ve bu görevini yapanlara
farklı soruşturmalar açıyorsa sıkıntılar
başlıyor demektir. Türkiyede şu zamana kadar emniyet güçleri
aleyhine işletecek adli soruşturmalarda nedense bir fren söz konusu
oluyor. Bu konuda hiçbir savcı ciddi adım atamıyor, hiçbir
savcı delil toplayamıyor, çalışan kameralar
kapatılıyor, çalışan kameralar bozuluyor ve insanlarımızın
bu konudaki hak arama imkânı elinden alınıyor. Oysa, sivil
toplumun teşviki, sivil toplumun desteği bu konuda verilecek olan
önceliklerle söz konusu olur. Eğer, siz, sivil toplum
kuruluşları içerisinde öncelik verme konusunda ulusal öncelikler ve
kamu yararı diye bir sınırlama koyacak olursanız
sivillikten de demokrasiden de insan haklarından da
uzaklaşmış olursunuz.
O nedenle, bu önergemizin kabulünde yarar vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAZIM KURT (Devamla) Önümüzdeki beş yıl
içerisinde bu planlamanın yapılmasını gerekli buluyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
13 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 10. Kalkınma
Planının 43'üncü sayfası, 250'inci paragrafında yer alan
"sosyal yardım ve hizmetlerin aile temelli sunulması temin
edilecektir cümlesinin plan metninden çıkarılarak aşağıdaki
ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
"Kadının aile ve ev eksenli ücretsiz ve
güvencesiz çalışma yaşamından
uzaklaştırılıp, kamusal alanda güvenceli, eşit ücret
ve pozitif ayrımcılık ilkesinin uygulanacağı çalışma
yaşamına dâhil edilmesi sağlanacaktır"
İdris Baluken Adil
Zozani Pervin Buldan
Bingöl Hakkâri Iğdır
Hasip Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Mersin
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Çalışma
yaşamı toplumsal yaşamın diğer alanlarında da
varlık gösterebilmenin temel koşullarından biri olarak değerlendirildiğinde,
ülkemizde kadınların bir nevi sosyal dışlanma da
sayılabilecek çalışma yaşamından
dışlandığı aşikârdır. Kadının
çalışma yaşamından dışlanıp eve hapsedilmesi
bir yandan iş gücü piyasalarına, gelir getirici faaliyetlere,
eğitim ve öğretim imkânlarına ulaşımında
zorluklar yaşamasına neden olurken diğer yandan da toplumsal ve
çevresel ağlar ve etkinlikler kurmasına da engel olmaktadır.
Dolayısıyla, kadının çalışma yaşamından
dışlanması toplumsal yaşamın diğer
alanlarından dışlanmasını getirmektedir. Bu
bağlamda, sosyal yardım ve hizmetlerin aile temelli sunulması,
kadının sosyal yardım alarak işsizliğinin
süreklileşmesine neden olacaktır. Burada, sosyal yardımdan
ziyade, sosyal yardım için kullanılan kaynağın yeni iş
alanlarının açılması ve bu iş alanlarına
kadının dâhil edilmesi için kullanılması, kadının
mevcut çalışma yaşamından dışlanıp eve
kapatılmasının önüne geçebilecektir. Bu da sadece çalışma
yaşamında değil, kadının toplumun her alanında
yaşadığı ayrımcılığın ortadan
kaldırılması için bir başlangıç noktası
işlevini görebilir. Aileye bağlı ve sosyal yardımlarla
geçinen kadın yerine ekonomik özgürlüğünü kazanmış, özgüven
sahibi kadınlar olarak toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasal yaşama
dâhil olmasının önünü açacaktır. Çünkü özel alan ve kamusal alan
arasındaki eşitsizlik ve adaletsizliklerin giderilmesi
noktasında kadının kamusal alanda çalışması kilit
rol oynamaktadır.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
14 numaralı önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 10. Kalkınma Planı'nın 188'inci sayfasında bulunan
2.1.11. İstihdam ve Çalışma Hayatı başlıklı
bölümün, 312 numaralı paragrafında yer alan "İşgücü
piyasasında etkinliğin artırılması amacıyla
güvenceli esnek çalışma, kıdem tazminatı, alt
işverenlik, sosyal diyalog, aktif ve pasif işgücü programları
gibi alanlarda sosyal taraflarla birlikte uzlaşıyla ilerleme
kaydedilmesi gerekmektedir." cümlesinin plan metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
İdris
Baluken Adil
Zozani Pervin
Buldan
Bingöl Hakkâri Iğdır
Hasip
Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak Mersin
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
İstihdam ve
çalışma hayatına ilişkin durumla ilgili tespitlerin
yapıldığı bölümde, gelecekte yapılması
gerekenlere işaret edilmesi plan tekniği bakımından
hatalı bir durumdur. Kaldı ki, çalışma yaşamında
yaşanan sorunların, iş kazalarından meslek hastalıklarına,
sendikalı sayısının düşüklüğünden işten
atmalara, grev yasaklarından, sendikaların
itibarsızlaştırılmasına, kayıt
dışı istihdamdan işsizlik fonunun amacı
dışında kullanılmasına kadar pek çok sorun, alt
işverenlik denilen taşeronlaştırma sistemi, esnek,
güvencesiz, geçici kuralsız çalıştırmanın
yaygınlaşmasından ve sendikasız çalışmadan
kaynaklanmaktadır. Önerimizle, çalışma hayatındaki
sorunlara kaynaklık eden taşeronlaştırma ve esnek,
kuralsız çalışmanın önüne geçilmesi hedeflenmiştir.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
15 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planının 314-323 no.lu
paragraflarının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve 328 no.lu paragraftan sonra gelmek üzere aşağıdaki
paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Mustafa Kalaycı Erkan Akçay
Konya Manisa
314. İşsizlikle mücadelenin
esasını, istihdam odaklı sürdürülebilir büyümenin
gerçekleştirilmesi, istihdam edilebilirlik düzeyinin yükseltilmesi ve
girişimci odaklı piyasanın tesis edilmesi
oluşturacaktır. Bu çerçevede, Türkiye'nin sahip olduğu bütün
üretim faktörlerinin etkin ve verimli bir şekilde, en üst düzeyde üretim
sürecine dâhil edileceği tam istihdamı esas alan ekonomi
programının uygulamaya konulmasıyla, rant ekonomisinden
yatırım-üretim-istihdamı sürekli artırmayı öngören
üretim ekonomisine geçilecektir.
315. Özel teşebbüsün uzun vadeli
yatırım kararları alabileceği uygun yatırım
iklimi oluşturulacak, küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenecek,
doğrudan yabancı sermayenin katma değer ve istihdam yaratmak
üzere yapacağı yatırımlar özendirilecektir.
316. İş ve yatırım
ortamı iyileştirilerek yüksek katma değer yaratan ve yüksek
verimlilikte faaliyet gösteren girişimcilik desteklenecektir. Kendi
işini kurmak isteyen üniversite ve mesleki eğitim mezunu gençler
desteklenecektir. Uzun süreli işsizlerin, gençlerin, kadınların
ve dezavantajlı grupların istihdamını özendirmek
amacıyla "istihdam esaslı" teşvik politikası
etkin bir şekilde uygulanacak, işe alınan her ilave işçi
için belirli süreyle sigorta primi, muhtasar vergi ve enerji bedeli gibi
hususlarda avantajlar sağlanacaktır.
317. İstihdam üzerindeki vergi ve
sosyal güvenlik primi yükü azaltılacaktır.
318. Yatırım yapma ve
işçi çalıştırmaya ilişkin bürokratik işlemlerin
sayısı azaltılacak ve süresi kısaltılacak, organize
sanayi bölgeleri ile sanayi ve ticaretin yoğun olduğu yerlerde vergi,
sigorta ve maliyeye ilişkin bürolar açılarak bu hizmetlerin
girişimcinin ayağına götürülmesi sağlanacaktır.
Kayıt dışı işçi istihdamına yol açan mevzuat,
maliyet, denetim yetersizliği, bürokrasi gibi hususlarda alınacak
tedbirlerle kayıtlılık özendirilecek, kaçak yabancı
işçi istihdamını önlemeye dönük uygulamalar etkin hale
getirilecektir. Bu çerçevede kaçak yabancı istihdamında uygulanan
cezaların caydırıcılığı
sağlanacaktır.
319. Toplumun ortalama eğitim
seviyesi yükseltilmek ve vasıf kazandırılmak suretiyle
beşeri sermayenin ve iş gücünün istihdam edilebilirlik düzeyi
geliştirilecektir. Eğitim sistemi ile iş gücü piyasası
arasında güçlü bir bağ tesis edilecek ve işletmelerin
ihtiyacı olan nitelik ve nicelikte insan gücünün yetiştirilmesi
sağlanacaktır.
320. İş gücünün ortalama eğitim
süresi artırılacak, yaşam boyu öğrenme kültürü
geliştirilecek, mesleki eğitim standartları yükseltilerek
piyasada kabul edilebilirliği artırılacak, özellikle
kadınlara dönük mesleki eğitim ve beceri kazandırma
programları yaygınlaştırılacak, kendi işini
kuracak olanlara girişimcilik eğitimi verilecektir.
321. Mesleki eğitim, yeniden eğitim, uyum
sağlama ve danışmanlık hizmeti sunan özel istihdam
büroları desteklenecektir.
322. Engelliler, yoksullar, uzun süreli
işsizler, gençler ve kadınların iş gücü piyasasına
katılımlarını desteklemek ve iş bulmalarını
sağlayacak mesleki vasıf kazandırmak için mesleki eğitim
programları uygulanacaktır. İş gücü piyasası ihtiyaç
analizleri doğrultusunda girişimcilik eğitimi, istihdam
garantili programlar, mesleki danışmanlık, rehberlik hizmetleri,
işletmelerde eğitim seminerleri, iş gücü yetiştirme ve
mesleki eğitim kursları gibi aktif iş gücü programları
etkinleştirilecek ve yaygınlaştırılacaktır.
Mesleki eğitim
ile yükseköğretim arasında program bütünlüğü sağlanacak,
uygulamalı mesleki eğitime ağırlık verilerek
işletmelerin ve mesleki teşekküllerin bu süreçte aktif rol üstlenmesi
sağlanacaktır.
323. Şehit ve gazi çocuklarının,
anne veya babalarının mesleklerini icra etmek istemeleri hâlinde,
gerekli şartları taşıyanların bu mesleklere
sınavsız doğrudan intisabı sağlanacaktır.
Gazilerin, şehit ailelerinin, terörle mücadele ederken mağdur ve
malûl olanların ve engellilerin öncelikli olarak işe yerleştirerek
üretime katkıda bulunmaları sağlanacaktır.
329. Vatandaşların geleceğinden emin
olması ve yüksek standartlı bir hayat sürmesi için, bütün nüfusu
kapsayacak şekilde nimet-külfet esasına göre işleyen
çağdaş normlarda sosyal sigorta sistemi oluşturulacaktır.
330. Sosyal sigorta sistemi; hukuki boyutu
itibariyle "uygulanabilir", mali boyutu itibariyle
"sürdürülebilir" ve ilgili taraflarca "kabul edilebilir"
bir yapıya kavuşturulacaktır. Sosyal güvenlik sisteminin bilgi
teknolojileri altyapısı güçlendirilecek, hak kaybını ve
mükerrer yararlanmayı önleyen etkili, erişilebilir ve sürdürülebilir
hizmet sunan bir yapı oluşturulacaktır. Sosyal sigorta
programları, aktüeryal denge içinde etkili ve özerk bir yapıda yönetilecek,
sistemin sürdürülebilirliğini sağlamak için fon yönetimi
etkinleştirilecektir.
331. Sigortasız çalışma ve
çalıştırma önlenerek aktif sigortalı sayısı
artırılacak ve bu suretle hem sistemin sürdürülebilirliği
sağlanacak, hem de sigortalının mağdur edilmesi önlenecektir.
Kayıt dışı işçi istihdamına yol açan mevzuat,
maliyet, denetim yetersizliği, bürokrasi gibi hususlarda alınacak
tedbirlerle kayıtlılık özendirilecektir.
332. Çalışma mevzuatı işçi ve
işveren haklarının denge içinde gözetildiği bir
şekilde tanzim edilecektir. Sendikal haklar çağdaş normlara
uygun hale getirilecektir. Çalışma hayatındaki problemlerin
çözümü ve çalışma barışının tesis edilmesi için
çalışma hayatındaki çoklu danışma mekanizmaları
güçlendirilecek ve tarafların etkin katılımları
sağlanacaktır. Çalışanlar arasındaki ücret
dengesizliğini giderecek, liyakati ve başarıyı esas alan
bir ücret sistemi oluşturulacaktır.
333. Yurt dışındaki
vatandaşlarımızın hak ve hukukunun korunmasına ve
bulundukları ülkelerde karşılaştıkları sorun ve
sıkıntıların giderilmesine ilişkin olarak
uluslararası hukuk ve devletlerarası ilişkiler çerçevesinde her
türlü girişimde bulunulacaktır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Gerekçe.
BAŞKAN
Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Önümüzdeki dönemde,
kaynaklarımızın daha fazla refah üreten alanlara yönlendirilmesi
için karar alıcılara yol gösterici bir araç olması beklenen
Onuncu Kalkınma Planı maalesef bu özellikleri
taşımamaktadır.
Şekil ve
içerik açısından bakıldığında önceki planlarla
önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Öncelikle, bu
planın vizyonu yoktur. Hem bölüm olarak vizyon bölümü
kaldırılmıştır hem de daha önceki planlar gibi temel
bir vizyonu bulunmamaktadır.
Daha önceki
planlarla karşılaştırıldığında, ilk
bakışta ülkemizin ihtiyacı olan önceliklerine yer verildiği
görünümünde olsa da derinlemesine incelendiğinde belirli öncelikleri
içermekten uzak ve tüm konuları kapsayıcı bir
yaklaşımla hazırlandığı görülmektedir.
Bu çerçevede;
planın amacına ulaşabilmesi için MHP'nin Parti Programında
ve 2011 Seçim Beyannamesinde de yer alan somut önerilerin Plan metnine
eklenmesi amaçlanmaktadır.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir.
16 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma Planının
320-321-322 ve 569. paragraflarının Plan metninden
çıkartılmasını arz ederiz.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Aydın Ağan Ayaydın İzzet Çetin
İstanbul İstanbul Ankara
Bülent Kuşoğlu Müslim Sarı Musa Çam
Ankara İstanbul İzmir
Özgür Özel Kazım Kurt
Manisa Eskişehir
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen İzzet Çetin, Ankara Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
İZZET
ÇETİN (Ankara) Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, biraz evvelki konuşmamda da söylemiştim, bu Onuncu
Beş Yıllık Plan ne yazık ki emeği
dışlıyor. Bunda yadırganacak hiçbir durum yok çünkü
Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım
Ajansının ilk sayfasında, bir ay öncesine kadar Türkiye
yatırım ortamı açısından dünyanın en
elverişli ülkesidir
Çünkü en uzun çalışma ortamı bizde ki
bunun haftalık elli dört saate vardığını
Diğer
taraftan da işçileri en az hastalanan ülke. Yılda dört buçuk gün olarak
Başbakanlık bizatihi ilan etmişti. Tabii Başbakan böyle bir
ilan yapar da bizim plan hazırlayıcıları emeği
dışlamazlar mı!
Bakınız
İstihdam ve çalışma hayatı başlıklı 319uncu
paragrafta İnsana yakışır iş bağlamında
çalışma koşulları iyileştirilecek. deniliyor.
Dün pazardı.
Pazar günü Karabükte kurulan Marzinc fabrikasından 16 işçi
kendilerini hasta hissediyorlar, buradaki Meslek Hastalıkları
Hastanesine geliyorlar. 16sını birden yatırıyorlar
hastaneye. Gerçekten, altı ay olmuş işe gireli, asgari ücretli. Demir
fabrikalarının bacalarındaki demir tozlarından -cıva,
kurşun ve diğer tehlikeli maddeleri üretiyorlar- hemen hemen hepsinin
ciğerleri şimdiden iflas etmiş.
Diğer
taraftan, 320nci paragrafta Sosyal taraflarla diyalog içinde, tüm
işçiler açısından erişilebilir bir şekilde, bireysel
hesaba dayalı kıdem tazminatı sistemi
oluşturulacaktır. deniliyor.
Değerli
arkadaşlar, yine devam eden bölümde, 321de alt işverenlik, 322de de
AB normları çerçevesinde özel istihdam büroları
aracılığıyla geçici iş ilişkisi uygulaması
yaygınlaştırılacaktır. deniliyor.
Yine buna ilave
edilebilecek 383üncü paragrafta Kariyer mesleklerde nitelikli insan gücü
istihdamı teşvik edilecektir. deniliyor, 385inci başlıkta
da Kamu personel sisteminde uygun iş ve kuruluşlardan
başlanarak esnek çalışma modeli geliştirilecektir. deniliyor.
Bunun anlamı Memurların da canına ot
tıkayacağız. demektir.
Değerli
arkadaşlar, sizin tabii
Demin de söyledim, bir plan
hazırlanırken geleceği öngörür, geleceği projekte eder; ona
göre birtakım düzenlemeler, çalışmalardan sonra ortaya konulur.
Oysa bu plan, geçmişte Başbakanın söylediklerinin ya da
Başbakanın yanlışlıkla ağzından dökülen
birkaç cümlenin birkaç yalaka tarafından -hiç çekinmeden söylüyorum- not
edilerek buralara montesinden başka bir şey değil. Çünkü
Başbakan emir buyuruyor ve diyor ki: Taşeron sistemini Türkiyede
yaygınlaştırın. Çünkü tüccar zihniyet, alt işverenlik
sistemini yaygınlaştır. Bunun için de hemen harekete geçiliyor,
sayıları artıyor ve bir düzenleme
Bu ülkede İş Kanunu
var. Her kuruma ayrı bir çalışma kanununa gerek yok.
Çalışanların yüzde 48i asgari ücretli, taşeronların
hemen hemen tamamı asgari ücretle çalışıyor yani Türkiyede
çalışanların ücretlerini ve çalışma
koşullarını Çinle eşitlemek için bu planda da açıkça
koymuşsunuz. Bunları esasında siz hem Hükûmet Programınızda,
Hükûmet Programınızın 49uncu sayfasında hem de iki
yıl açıklamaktan çekindiğiniz Ulusal İstihdam Strateji
Belgesinde yazmıştınız geçmişte, iki buçuk yıl
önce. Şimdi, o metinleri kalkıp programa 2014-
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET
ÇETİN (Devamla) -
çalışma ilişkilerini
dinamitleyeceğiz. anlamına geliyor ki bunun için plana gerek yok,
Başbakan ve Hükûmetiniz yeteri kadar yapıyor.
Hepinize
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
17 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı'nın
758 nolu paragrafının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini ve 760 nolu paragrafından sonra gelmek üzere
aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya Mustafa Kalaycı Erkan
Akçay
Konya Manisa
758. Tarım
sektörünün; yüksek verimlilikle ve kaliteli ürün üreten, teknoloji
kullanabilen, ülke insanını besleyebilen ve ihracat kapasitesi
yüksek, büyümeye sürdürülebilir katkı sağlayan bir yapıya
kavuşturulması esastır. Tarım sektörü; üretim, işleme
ve pazarlama boyutlarıyla bütüncül bir yapıya kavuşturulacaktır.
761. Tarımsal destekler, ürün arz ve talebini
dikkate alan, üretici refahını artıran, girdi maliyetlerini
azaltan, üretim maliyeti ve ürün fiyatı dengesini gözeten, afete
karşı koruyan, üretimde verimliliği, etkinliği ve kaliteyi
artırmayı hedefleyen bir anlayışla
yapılandırılacaktır. Bu kapsamda tarıma sağlanan
devlet desteğinin GSYH'ya oranı yüzde 1,5'e yükseltilecektir.
762. Küçük çiftçilerin desteklenmesi amacıyla
mazot, gübre, ilaç, tohum, fide gibi temel tarımsal girdilerin üzerindeki
ÖTV ve KDV kaldırılacaktır. Orta ve büyük ölçekte üretim yapan
çiftçilerin kullandığı bu girdilerinin üzerindeki ÖTV ve KDV ise
kademeli olarak yüzde 50 oranında düşürülecektir. Sulamada ve
tarım işletmelerinde kullanılan elektrik tarifesi
farklılaştırılarak çiftçilerimizin ucuz elektrik
kullanmaları sağlanacaktır.
763. Üretici örgütlerinin güçlendirilmesi,
tarımsal işletmelerin rekabet güçlerinin artırılması
ve pazarlama ağlarının geliştirilmesine
ağırlık verilecektir.
764. Ülkemiz şartlarına uygun yüksek
verim ve kalitede tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan
geliştirilmesi ve üretimi desteklenecek ve dış
bağımlılığa son verilecektir. Zararlılara
karşı biyolojik mücadele yanında alternatif mücadele
yollarına öncelik verilirken, zirai mücadele, çağdaş bitki
koruma ve gıda güvenliği dikkate alınarak ekolojik ürünlerin
üretimi özendirilecektir.
765. Tarımsal ürünlerin
çeşitlendirilmesi, verim ve kalitenin artırılması, yerinde
işlenerek katma değer elde edilmesi ve istihdam sağlanması,
marka olarak pazarlanmasına dayalı temel tarımsal yapılanma
oluşturularak; yatırım ve teknolojiyi kırsal alanlara
yöneltmek üzere, tarım-sanayi entegrasyonunun
sağlandığı kırsal cazibe birimleri olan Tarım
Kentleri kurulacaktır.
766. Tarım
alanlarının amaç dışı kullanımı ve
parçalanması ile toprak ve su kaynaklarının kirletilmesi
önlenecek, gübre, ilaç ve su kaynaklarının verimli ve etkin
kullanımı hususunda çiftçi bilinçlendirilecektir.
767. Ülkemizde
gıda güvenliği ve güvenilirliği çağdaş normlara
ulaştırılacak, tüketicinin korunması ve bilinçlendirilmesi
sağlanacaktır.
768. Tarım
ürünlerinde fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir
araç olan vadeli işlem borsaları etkinleştirilecek, ürün
borsaları geliştirilecek ayrıca lisanslı depo
kullanımı yaygınlaştırılacak, çiftçimizi ve
ürününü risklere karşı korumak amacıyla, ürün sigortası
sistemi ve sözleşmeli çiftçilik müesseseleri geliştirilecektir.
769. Toplumumuzun
hayvansal protein bakımından dengeli, yeterli ve
sağlıklı beslenmesini temin maksadıyla
hayvancılık desteklenecek, hayvan ıslahı, kaliteli yem ve
yem bitkileri üretimi artırılacak, hayvan hastalıkları ve
zararlıları ile etkin mücadele edilecek, hayvan ürünleri sanayi ülke
genelinde yaygınlaştırılacaktır.
770. Tarım
sektöründe faaliyet gösteren KİT'ler, tarım satış kooperatifleri
ve bankaların rasyonel çalışmaları sağlanarak
tarım sektörünü gerçek anlamda destekleyecek bir yapıya
kavuşturulması temin edilecektir. Tarımsal araştırma
enstitüleri ile üniversitelerin işbirliği içinde araştırma,
geliştirme ve kontrol faaliyetlerini yürüterek yüksek katma değerli
tarımsal ürünler elde edilmesi sağlanacaktır.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Gerekçe
BAŞKAN
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Önümüzdeki dönemde,
kaynaklarımızın daha fazla refah üreten alanlara yönlendirilmesi
için karar alıcılara yol gösterici bir araç olması beklenen
Onuncu Kalkınma Planı maalesef bu özellikleri
taşımamaktadır.
Şekil ve
içerik açısından bakıldığında önceki planlarla
önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Öncelikle, bu
planın vizyonu yoktur. Hem bölüm olarak vizyon bölümü
kaldırılmıştır hem de daha önceki planlar gibi temel
bir vizyonu bulunmamaktadır.
Daha önceki
Planlarla karşılaştırıldığında ilk
bakışta ülkemizin ihtiyacı olan önceliklerine yer verildiği
görünümünde olsa da derinlemesine incelendiğinde belirli öncelikleri
içermekten uzak ve tüm konuları kapsayıcı bir
yaklaşımla hazırlandığı görülmektedir.
Bu çerçevede;
planın amacına ulaşabilmesi için MHP'nin Parti Programında
ve 2011 Seçim Beyannamesinde de yer alan somut önerilerin Plan metnine
eklenmesi amaçlanmaktadır.
Tarım sektörü; yüksek verimlilikte
ve kaliteli ürün üreten, teknoloji kullanabilen, ülke insanını
besleyebilen ve ihracat kapasitesi yüksek bir düzeye getirilmelidir. Doğal
kaynakların dengeli kullanımını gözeten, büyümeye sürdürülebilir
katkı sağlayan, örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir yapıya
kavuşturulması sağlanmalıdır.
Tarım sektörü;
üretim, işleme ve pazarlama boyutlarıyla bütüncül bir yapıya
kavuşturulacaktır. Tarımsal yapı; fiziksel, teknolojik ve
toplumsal boyutlarıyla, çağdaş değişim ve
dönüşümlere uygun hale getirilmelidir. Tüm bu amaçlara ulaşabilmek
için tarım sektörünün etkin şekilde desteklenmesi gerekmektedir.
Üretimin
artırılması, ürünlerin işlenerek kıymetlendirilmesi,
iç ve dış piyasalarda pazarlanmasının temin edilmesiyle
çiftçilerimizin hayat standardı yükseltilmelidir. Bu çerçevede, toplumun
en mağdur kesimlerinden olan ve AKP döneminde tarlasını ekmekten
vazgeçen, tarlası ve tarımsal makineleri haczedilen çiftçilerimizin maliyetlerini
düşürecek önlemler alınmalı ve girdi maliyetleri
düşürülmelidir.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmemiştir.
18 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı 10. Kalkınma planının 761. Paragrafın sonuna
aşağıdaki ifadenin eklenmesini arz ederiz.
Tarımsal,
Desteklerin gerçek üreticilere verilecektir. Üretim dışı ödeme
alanlarla en etkin şekilde mücadele edilecektir.
İlhan
Demiröz Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Bülent
Kuşoğlu
Bursa İstanbul Ankara
Müslim
Sarı Musa
Çam Aydın
Ağan Ayaydın
İstanbul İzmir İstanbul
Süleyman
Çelebi
İstanbul
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen İlhan Demiröz, Bursa Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
İLHAN
DEMİRÖZ (Bursa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planı üzerinde
görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Gecenin
ilerleyen bu bölümünde hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür
ediyorum.
Evet, arkadaşlarımın
alkışı üzerine mevcut konuşmama şöyle bir girişle
başlamak istiyorum: Eğer bugün buraya bir gözlemci koysaydık,
kendi Meclisindeki çalışmasını planlayamayanlar Onuncu
Kalkınma Planını da (CHP sıralarından Bravo.
sesleri, alkışlar) normal olarak yapamamışlardır diye
ifade ederdi diye düşünüyorum.
Planı incelediğimizde
arkadaşlar, Hükûmetin tarımı nasıl gözden
çıkardığını, çiftçileri, köylüleri kaderleriyle
nasıl baş başa bırakmışsa, bu planda da
tarımla ilgili inanın- en ufak bir gelişme, ileriye dönük bir
öneri, hiçbir şeyin olmadığını belirtmek istiyorum.
Türkiye
İstatistik Kurumu verilerine göre, 2003-2012 yılları
arasında işlenen tarım alanları 24 milyon hektardan 20,6
milyon hektara gerilemiş. Çiftçiler ekim alanlarından
uzaklaşmış ve çiftçiler perişan olduklarını her fırsatta
söylüyor. Ancak, bugün burada göremediğimiz Sayın Tarım
Bakanı Sudandan arazi kiralıyor arkadaşlar, çünkü ülkemizde
tarımdan kopuş, çiftçinin toprağından uzaklaşması
söz konusu değil. Sonra, planı incelediğiniz zaman,
tarımsal desteklemelerle ilgili bölümde 2006 yılının baz
alındığını ve büyük bir oranda tarım
desteklerinin olduğu ifade ediliyor. Ama bu planı yapan
arkadaşlarımız, 2006 yılında çıkan Tarım
Kanununa göre bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi millî hasılanın
yüzde 1inden az olmayacağından, ayrıca akaryakıttaki KDV
ve ÖTV ile destek miktarının aynı miktarda çiftçilerin cebinden
çıktığından hiç bahsetmemektedirler.
Değerli
milletvekilleri, yine bu planı incelediğimiz zaman kooperatifle
ilgili, üç maddede çok kısa bölümler bulursunuz. Çünkü, Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, kanun
hükmünde kurulan bu bakanlığımızın amaçları
bölümüne baktığınız zaman, orada da kooperatifçiliğin
teşvik edilmesi, kooperatifçilikle ilgili bölüm maalesef
kaldırılmıştır. Aynı planda bu durum söz
konusudur.
Sulama konusunda da
sizlere bir iki konuda bir şeyler ifade etmek isterim. Ülkemizde 28 milyon
hektar tarım arazisi var. Değerli arkadaşlar, bunun sulamaya
elverişli kısmı 16,7
milyon hektar, ekonomik olarak sulanabilen tarım arazisi 8,5 milyon
hektar. Bunun 4,9 milyon hektarı Devlet Su İşleri, Köy
Hizmetleri ve çiftçilerle sulanabilmiştir.
Buradan ifade etmek istediğim nokta
şudur: 760ıncı maddenin son bölümünde diyorsunuz ki: Mevcut su
iletim ve dağıtım tesislerinde toprak kanallar ile klasik
sistemler yenilenerek kapalı sisteme geçiş
hızlandırılacak ve tarla içi sulamalarda modern sulama
yöntemleri geliştirilecektir.
Değerli arkadaşlar, ekonomik
olarak 8,5 milyon hektar tarım arazisinin sulanmasında şu ana
kadar sulanabilme oranı yüzde 57. O zaman, bu gidişle zannediyorum ki
yüz yıl gerekli. O zaman Hükûmetin tarıma bakış
açısı bu noktada kesişmez mi? Hangi kamu dairesiyle, kimlerle bu
sulama işlerini yapacağımızı özellikle sormak
istiyorum. Toprak ve su kaynaklarının yönetimini kiminle, nasıl
yapacaksınız? Güncel ve sağlıklı arazi bilgilerine
nasıl ulaşacaksınız? Ulusal toprak veri tabanını
kiminle yapacaksınız, hangi kamu kurumuyla yapacaksınız?
Toprak kurullarını ifade ederseniz -sivil toplum örgütlerinden
bahsetmişsiniz- 9 üyenin 6 tanesini siz atıyorsunuz. O zaman bu
bölümdeki ifade yanlış; toprak ve su kaynaklarının yönetimi
yok, toprak ve su kaynaklarının nasıl
dağıtıldığı ifadesi var diyor ve hepinizi
saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri,
birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 01.29
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 01.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127nci
Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
476 sıra
sayılı Onuncu Kalkınma Planı ve Bütçe Komisyonu Raporunun
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
19 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra sayılı
Onuncu Kalkınma Planı'nın 785 nolu paragrafının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini ve 785 nolu paragraftan sonra gelmek
üzere aşağıdaki paragrafların eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Alim Işık Erkan Akçay Mustafa Kalaycı
Kütahya Manisa Konya
785. Enerji dış
bağımlılığının azaltılması, kaynak
çeşitliliği sağlanarak kesintisiz ve yeterli bir şekilde
üretilmesi, güvenli ve çevreye duyarlı bir arz sistemi içinde karşılanması,
yerli enerji kaynaklarının verimli kullanılması, nükleer
başta olmak üzere yeni enerji teknolojilerini üretecek yetkinliğe
ulaşılması sağlanacaktır.
786. Kaliteli ve düşük maliyetli enerji
arzı gerçekleştirilecektir. Kamu enerji
yatırımlarının plânlı ve istikrarlı bir
şekilde gerçekleştirilmesi sağlanacak, yerli ve yabancı
sermayenin bu alandaki yatırımları teşvik edilecektir.
Petrol ve doğalgaz arama, çıkarma, taşıma, işletme ve
pazarlama işlerinde faaliyet gösteren kamu işletmeleri bir üst
yönetim altında toplanarak, uluslararası piyasalarda rekabet gücü
kazanılması sağlanacaktır.
787. Enerji plânlamasında ve yapılacak
uluslararası anlaşmalarda, kaynak ve ülke çeşitliliğine
gidilerek arz güvenliği oluşturulacaktır. Ülkemizin enerjide
dışa bağımlılığını azaltmak ve
aynı zamanda mevcut tarım potansiyelini verimli kullanmak için
biyoyakıt üretimine önem verilecek ve bu çerçevede enerji
tarımına yapılacak yatırımlar desteklenecektir.
788. Enerji sektöründe özel ve kamu kesimi
faaliyetlerinin düzenlenip destekleneceği, tüketici haklarının
korunacağı, rekabetin tesis edileceği, sağlıklı
ve etkin işleyen bir piyasa oluşturulması
sağlanacaktır. Enerji kaynaklarının üretiminden tüketimine
kadar her aşamada özel kesimin imkânlarından da
yararlanılacaktır.
789. Enerji ihtiyacının
karşılanması için yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları
ile su potansiyelinin değerlendirilmesi ve alternatif enerji
kaynaklarından yararlanılmasını öngören
yatırımlar ile bu alandaki araştırma ve geliştirme
çalışmaları teşvik edilecektir. Nükleer enerji üretim
teknolojisine sahip olmak öncelikli hedeflerimiz içinde olup, enerji arz
güvenliğinin sağlanması için nükleer santraller
kurulacaktır. Diğer taraftan ülkemizin; bilim ve teknolojinin her
kademesinde kullanılabilecek ileri teknolojileri kapsayan hassas nükleer
teknolojiye sahip olması sağlanacaktır. Temiz enerji
kaynaklarından biri olan su potansiyeli en üst düzeyde kullanılarak
hidroelektrik enerji üretimi artırılacaktır.
790. TPAO'nun teknik ve ekonomik kapasitesi
güçlendirilecek, uluslararası stratejik ortaklıklar tesis edilerek
petrol ve doğal gaz arama ve üretim çalışmalarına hız
kazandırılacaktır. Petrol, doğalgaz, kıymetli madenler
gibi doğal kaynaklarımızın ekonomik değere
dönüştürülmesi için kamu-özel-yabancı sermaye işbirliğiyle
tüm imkânlar harekete geçirilecek ve ayrıca Türkiye'nin milli menfaatleri
gözetilerek uluslararası ortaklıklara gidilecektir. Petrol arama ve
çıkarma faaliyetlerinde yeni teknolojilerin geliştirilmesine önem
verilecektir.
794. Ülke ekonomisinin ihtiyacı olan maden ve
endüstriyel hammadde temininde devamlılık ve arz güvenliği
sağlanacaktır. Altın, toryum, bor ve benzeri kıymetli
madenlerin işlenmeden cevher olarak satılması yerine, yüksek
ileri teknoloji kullanılarak katma değerli yeni ürünlere
dönüştürülmesi suretiyle satılması sağlanacaktır. Bu
amaçla Ar-Ge faaliyetlerine daha fazla kaynak ayrılacaktır.
BAŞKAN Alim
Işık, Kütahya Milletvekili, buyurun. (MHP sıralarından
alkışlar)
ALİM IŞIK
(Kütahya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Onuncu
Kalkınma Planının enerjiyle ilgili bölümü üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak verdiğimiz önerge hakkında söz
aldım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bilindiği gibi, kalkınma planları, ülkelerin
kalkınması için gelecek dönemlerde yapacakları ve
ulaşacakları hedefleri gösteren kararlar dizisidir. Bu anlamda,
ülkelerin geleceği açısından çok önemli yerleri vardır.
Dolayısıyla, hükûmetler de programlarını bu planlarda
ortaya koydukları hedefler doğrultusunda gerçekleştirmeyi esas
alırlar. Ancak, Türkiyenin hem toplam ithalatında yaklaşık
dörtte 1 paya sahip olan hem de her yıllık cari
açığına denk düzeyde ithalat harcamasının
yapıldığı enerji sektöründe maalesef bu kalkınma
planında öngörülen hedefler geçmiş dönemde yaşanan gerçek
verilerle kıyaslandığı zaman tutturulacak hedefler olmaktan
çok uzaktadır. Asıl Türkiyenin problemi olan arz güvenliğini
sağlayacak hedefler maalesef bu plan içerisinde yer
alamamıştır. Bu anlamda, enerji politikalarını öngören
hedefler tabiri caizse yasak savmaya yönelik, planın içerisinde
olması gerektiği için ortaya konmuş hedefler olarak
değerlendirilecektir.
Değerli milletvekilleri, konan hedefler
incelendiğinde, planın 256ncı sayfasında, önümüzdeki
beş yılda yaklaşık yüzde 33,7 oranında elektrik
enerjisi talebinde artış görülüyor ama buna ulaşmak için
Türkiye'nin en önemli kaynaklarından olan yenilenebilir enerji
kaynaklarının elektrik üretimindeki payına
baktığınız zaman, artış oranının sadece
bu beş yıllık dönemde yüzde 4,7de kaldığını
görüyorsunuz. Bu rakam göstermektedir ki Türkiye'nin enerji politikası,
bugüne kadar AKP hükûmetleri döneminde olduğu gibi, doğal gaza
dayalı santrallerden özel sektör ağırlıklı ve kamunun
elindeki enerji tesislerinin özelleştirilerek cari açığın
kapatılmasına yönelik hedeflerden oluşmaktadır. Bu, enerji
politikası açısından Türkiye'nin geleceğinin çok iyi
olmayacağının önemli göstergelerinden birisidir.
Diğer taraftan, bugüne kadar
uygulandığı gibi, ulusal tarife yöntemiyle kayıp kaçak
oranlarının azaltılamayacağı ve hiç elektrik ödemesi
yapmayan birçok vatandaşın kullandığı elektriğin
bedelinin Türkiyedeki tüm vatandaşlarımıza eşit
dağıtımını öngören politikalar maalesef yine bu plan
içerisinde yer almaktadır; dolayısıyla bu ülkede çalan
korunmaktadır. Yine önümüzdeki beş yıllık hedefler dikkate
alındığında, enerjiden çalanlar yani hırsızlar
korunmaya devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, bugün itibarıyla
ortalama yüzde 72 oranında dışa bağımlı olan
ülkemizin enerji politikası bu planda yer alan hedeflerle maalesef, iyiye
değil, kötüye gitmeye devam edecektir. Özellikle dünya enerji
kaynaklarının yaklaşık üçte 2sinin yer
aldığı Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkaslar bölgesinde çok
önemli bir stratejik konumu olan ülkemizin bu konumundan yararlanmayı
öngören hedefler bu plan içerisinde yer almamıştır yani bugüne
kadar olduğu gibi, bu ülkenin stratejik konumunu değerlendiremeyen
AKP Hükûmeti, önümüzdeki dönemde de maalesef bunun değerlendirilmesini
sağlayacak hedefleri koyamamış, dolayısıyla bugüne
kadar politikada önemli bir değişiklik yer almamıştır.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesiyle ilgili öngörüler
maalesef yetersizdir. Bu nedenle zaten son beş yılda enerji
politikalarıyla ilgili hedeflerin yetersiz kalması nedeniyle
öngörülen yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarına
Türkiye ulaşamamıştır, bundan sonra da ulaşmaya çok
uzak görünmektedir.
Nükleer güç
santrallerinin yapımıyla ilgili çalışmalar kamuoyundan
gizli yürütülmektedir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ALİM IŞIK
(Devamla) Hedeflerde de yine benzer uygulamanın devam edeceği
kaçınılmaz görülmektedir.
Planın
hayırlı olmasını diliyor, enerji sektörüne biraz daha
ağırlık verilmesi temennisiyle tekrar saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
20 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Onuncu Kalkınma Planı'nın 877. paragrafından sonra
gelmek üzere aşağıdaki paragrafın eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Mehmet Şandır Sümer Oral Mehmet Günal
Mersin Manisa Antalya
Erkan Akçay Alim Işık
Manisa Kütahya
878. 2023 Türkiye
Turizm Stratejisi'nde öngörülen "2014-2018 2. Eylem Planı" günün
koşullarına uygun olarak hızla devreye sokularak, turizmde ihtiyaç
olan planlı gelişme, örgütsel koordinasyon uygulama yöntem
esasları ve hedefleri belirlenerek, mevcut tıkanıklıklar
acilen giderilecektir. Bu çerçevede Turizm Çerçeve Kanunu acilen
çıkarılacaktır.
BAŞKAN
Sayın Şandır, gerekçe mi?
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Gerekçe...
BAŞKAN
Gerekçeyi okuyalım.
Gerekçe:
2023 Türkiye Turizm
Stratejisi'nde öngörülen 2007-2013 yıllarını kapsayan 1. Eylem
Planı dönemi, göz göre göre harcanmış ve tüketilmiş
durumdadır. Defalarca uyarmamıza rağmen bu plan uygulanmamış
ve bunun ilk ve en önemli şartı olan Turizm Çerçeve Kanun
Taslağı bir türlü tasarı haline bile getirilememiştir.
Daha önümüzde
2014-2018 ve 2019-2023 dönemlerini kapsayan iki adet Eylem Planı varken,
bu süreci yok farz eden bir yaklaşım söz konusudur. Onuncu Kalkınma
Planında 2023 Turizm Stratejisinin adının bile geçmemesi, bu
konuda yıllardır sürdürülen belirsizliğin önümüzdeki dönemde de
devam edeceğinin bir göstergesidir. Planın Dönüşüm
Programlarını içeren üçüncü bölümünde ayrı bir turizm
dönüşüm programının yer alması gerekirken, Turizm
Stratejisinden bile söz edilmemesi, ödemeler dengesi
açığının kapatılmasında çok önemli
katkısı olan sektörün ihmal edildiğini göstermektedir.
Bu eksikliklerin
giderilmesi ve turizm sektöründen beklenen gelirin elde edilebilmesi için
Turizm Çerçeve Kanunu bir an önce çıkarılmalı, Turizm Eylem
planı da buna bağlı olarak hazırlanmalı ve
uygulanmalıdır.
BAŞKAN
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
21 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 476 sıra sayılı Onuncu Kalkınma Planının
285inci sayfasında 958 no.lu paragrafın aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
958.
Şehirlerde doğal ve endüstriyel afet riski taşıyan,
altyapı yetersizlikleri yaşayan, fiziksel mekan kalitesi düşük
bölgeleri sosyal, ekonomik, çevresel ve estetik boyutlar dikkate alınarak
yenilemek; kentsel refah, yapı ve yaşam kalitesini yükseltmek temel amaçtır.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu Haluk Eyidoğan Turgut Dibek
İstanbul İstanbul Kırklareli
Haluk Ahmet Gümüş İzzet Çetin
Balıkesir Ankara
BAŞKAN
Önerge üzerinde söz isteyen Haluk Eyidoğan, İstanbul Milletvekili.
(CHP sıralarından alkışlar)
HALUK
EYİDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Onuncu Kalkınma Planının başlıklarından bir
tanesi de kentsel dönüşüm ve konut. Tabii, kentsel dönüşümle konutu
bir araya getirmişler, tam maksadı anlayamadım ama ben daha çok
kentsel dönüşümle ilgili birkaç şeyi söylemek istiyorum. Sayın
Çevre ve Şehircilik Bakanımız da arka sıralarda oturuyor,
herhâlde dinleyecektir.
Şimdi, kentsel
dönüşüm eşittir deprem riskini azaltma gibi bir ilişki içinde
bir yasa çıkarıldı. Onunla ilgili birkaç şey söylemek
istiyorum.
Tabii, Onuncu
Kalkınma Planında kentsel dönüşümle ilgili yazılan
hedeflere baktığımız zaman çok fazla bir
itirazımız olamaz ama bu hedeflere 6306 sayılı Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunla
varılamaz. Kentsel dönüşüm tanımı bile doğru dürüst
yapılamamışken
Nedir kentsel dönüşüm? Kentsel dönüşüm
dediğimiz olgu, kentsel toplu yenileme ya da dönüştürme
çalışmaları, mevcut kent yapısında gereken
değişiklikler için yapılan yenileme, yeniden geliştirme,
sağlıklaştırma, koruma, iyileştirme gibi çok
farklı girişimlerin genel bir ifadesi. Dolayısıyla, ne
için, nerede, nasıl yapacağınıza bağlı olarak
kentsel dönüşüm eylemi farklılıklar arz ediyor.
Türkiyede kentsel
dönüşüm, bu tanımladığımız şekilde
dönüştürme, yenileme, iyileştirme, sağlıklaştırma
gerekli mi? Evet, gerekli. Neden? Çünkü Türkiyenin kentleşme sürecinde
plansızlıklar, olumsuzluklar ve yapılan birçok
yanlışlar göz önüne alındığında önümüzdeki
dönemde gerçekten Türkiyede kentleşme politikalarında mutlaka
iyileştirme ve yenileme eylemlerinin öngörülen kentleşme
politikalarının eksenine oturması lazım ancak Hükûmetin
afet riskini gerekçe göstererek çıkardığı 6306
sayılı Yasanın hatalı ve hukuka aykırı üslup,
içerik ve yaklaşımları nedeniyle kentsel dönüşüm
faaliyetlerinin amaca hizmet etme olanağı oldukça sınırlı,
belki de yok. Her ne kadar Onuncu Kalkınma Planında kentsel
dönüşüm için bazı hedefler konmuşsa da Hükûmetin
çıkardığı 6306 sayılı Yasayla bu hedeflere
ulaşmak pek olanaklı gözükmüyor.
Kentsel
dönüşüm her yerde aynı uygulanmaz. Her bölgede konutların
durumları, afet türleri, insanların sosyal ve ekonomik sorunları
farklı; bölgenin kent içindeki konumu, arsa fiyatı, bunlar da
farklı. Bütün bu farklar nedeniyle her bölgenin kendi sorununu çözecek
yaklaşımlar üretilmeli ve ona göre uygulamalar yapılmalıdır.
Kentsel
dönüşümde yalnız binalar iyileştirilmez. Dönüşümde yeterli
açık ve yeşil alanlar, yeterli sağlık ve eğitim
hizmeti, kültürel tesisler, sağlıklı altyapı,
ulaşım olanakları gibi temel ihtiyaçlar da giderilmelidir.
Kentsel
dönüşüm sürecinin başlangıcında mevcut planların
yeniden ele alınması ve buna göre bir plan bütünlüğü inşa
edilmesi gerekiyor. Kent parçalarına rastgele müdahalelerde
bulunulmamalıdır. Bugün büyük kentlerde binlerce birbirinden
bağımsız ve gereksiz, ranta dönük imar tadilatları
yapılmaktadır.
Yoğunluk
artırıcı ada ve parsel ölçeğinde yapılan plan
tadilatları kentsel dönüşüm adı altında
sunulmamalıdır. Ayrıca, kentlerde gayrimenkul geliştirme
işleri ve eylemleri de kentsel dönüşüm adı altında
anılamaz.
Dönüşüm yoksul
kesimlere faydalı olmalıdır. Kentsel dönüşüm tek tip
değildir, her uygulama için ortak olarak kabul edilmesi gereken ilkeler
şunlardır: Halkın yaşadığı yeri terk
etmemesi esastır, buna yerinde dönüşüm denilir. Halk, konutunun
yenilenmesine çok büyük bedeller ödememelidir. Halk, kendi mahallesi
hakkında alınan kararlarda doğrudan söz sahibi
olmalıdır. Bu ilkelerin hayata geçebilmesi için mahalleli ile kentsel
dönüşüm çalışmalarını yürüten kamu kurumları
arasında şeffaf bir tartışma ortamı
yaratılmalıdır.
Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
22 numaralı
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 10uncu 5 Yıllık Kalkınma Planının 177nci
sayfasında bulunan 3. Bileşen başlığı
altına aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Her türlü
kredilendirme yönteminde kadınlara yönelik pozitif
ayrımcılık kapsamında kredi düzenlemelerinin yapılması
İdris
Baluken Pervin
Buldan Adil Zozani
Bingöl Iğdır Hakkâri
Hasip
Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak
Mersin
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kadınların ekonomik hayata
katılımlarının önündeki engellerin
kaldırılmasında teşvik edici bir uygulama olarak plan
metnine dâhil edilmesi önemlidir.
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
23 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 10'uncu 5
Yıllık Kalkınma Planı'nın 178'inci sayfasında
"i. Programın Amacı ve Kapsamı" paragrafının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
"i. Finans merkezi
uygulamaları, ortaya çıkardığı etki itibariyle sosyal
ve ekonomik yıkım riskini büyük oranda taşımaktadır.
İstanbul'un finans merkezi haline getirilmesi çalışmaları
kentsel dönüşümden, farklı rant alanlarına kadar büyük bir
alanda toplumsal mağduriyetler ortaya çıkarmıştır.
Finans merkezi çalışmalarının etkilerinin İstanbul'da
yaşayan halkla birlikte tartışılarak, toplumun beklenti ve
önerileri çerçevesinde yeniden belirlenmesi önemlidir."
İdris
Baluken Pervin
Buldan Adil Zozani
Bingöl Iğdır Hakkâri
Hasip
Kaplan Ertuğrul
Kürkcü
Şırnak
Mersin
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bir kentteki bütün yaşamı
büyük oranda etkileyecek kararların orada yaşayan halkla birlikte
alınması önemli bir demokrasi ilkesi olarak hayata geçirilmelidir.
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
24 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 476 sıra
sayılı 10. Beş Yıllık Kalkınma
Planının 3. Bölümünde yer alan programlar arasından
İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programının
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Aydın
Ağan Ayaydın Rahmi
Aşkın Türeli
İstanbul İstanbul İzmir
Musa
Çam İzzet
Çetin Bülent
Kuşoğlu
İzmir Ankara Ankara
BAŞKAN Önerge üzerinde söz
isteyen Bülent Kuşoğlu, Ankara Milletvekili. (CHP
sıralarından alkışlar)
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşmelerin
sonuna geldik. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Onuncu Planı görüşüyoruz, görüşmeleri tamamladık.
Dokuzuncu Planla ilgili bir şey sorayım: Dokuzuncu Planın,
hâlen uygulamada olan Dokuzuncu Planın en başarısız
tarafı neydi biliyor musunuz? Kamuyla uyum içerisinde, koordine içerisinde
yürütülememesiydi. Onun için bu planda Kalkınma Bakanlığı
tarafından bir üçüncü bölüm getirildi, orada öncelikli dönüşüm
programları bölümü açıldı. Bununla uyum sağlanması,
kamuyla daha uyumlu, daha koordineli bir şekilde özellikle, planın
yürütülmesi amaçlandı. Yirmi beş öncelikli dönüşüm programı
var. Bunlardan bir tanesi de İstanbul Uluslararası Finans Merkezi
Programı. Yalnız, bunda da bir sorun var çünkü bu programların
uygulanması için de bir farklı zihniyet gerekiyor; Hükûmetin böyle
bir zihniyeti yok. Bu, özellikle
İstanbulun finans merkezi olmasıyla ilgili programı biz çok
yetersiz olarak bulduk, gördük. Bu, yirmi beş program arasından en
başta çıkarılması gereken,
uygulanmasının gereksiz olduğu tek program olarak bunu
gördük çünkü İstanbul -biliyorsunuz- havaalanıyla, tüneliyle, üçüncü
köprüsüyle sürekli olarak yatırım alan, işte yeni hastaneler
vesaire, bütün bunları toplarsanız en az 200 milyar dolar bu plan
döneminde yatırım yapılması gereken bir yer.
Şimdi, bir
plancı olarak sadece bir şehrinize, bir kentinize 200 milyar
dolarlık yatırım yapar mısınız? Aşağı yukarı buna
ulaşacak. Anadoluda bu kadar işsizlik varken, bu kadar göç varken,
Anadolu bu kadar sıkıntıdayken tek bir yere
yatırımlarınızı toplar mısınız, bu
mantıklı olur mu? Maalesef, bu program da, İstanbulun
uluslararası finans merkezi olması programı da bunu öngörüyor,
böyle bir yanlışlığı öngörüyor, bir dengesizliği
öngörüyor. Bir plancı mantığı bunu yapmaz. Bu, zannediyorum
sadece siyasi nedenlerle getirilmiş, siyaset nedeniyle konulmuş
buraya bir program; onun için de düzeltilmesi lazım.
Ayrıca,
başka gerekçeler de var. Bakın, Onuncu Beş Yıllık
Planın 25, 26, 27nci paragrafları finansal piyasalar ve sermaye
akımları başlığını taşıyor ve
26ncı paragrafta şöyle bir cümle var, çok enteresan:
Gelişmekte olan piyasalara yatırımcı ilgisinin giderek
artmasının ülkemize kazandırabileceği en büyük kaynaklardan
birisi körfez bölgesindeki sermayenin ülkemize çekilmesi olabilecektir. diyor.
Şimdi, Körfez bölgesindeki sermayeyi ülkemize çekelim. diyorsunuz. Bunun
anlamı ne? Yani körfez bölgesindeki sermayenin kontrolünün kim
tarafından yapıldığını bilmemek demektir bu.
Körfez bölgesindeki sermayenin kontrolü kimdedir? Bugün uluslararası piyasaları
kim kontrol ediyorsa onlardadır. Onların bilgisi olmadan körfez
bölgesindeki sermayeyi kontrol edebilir misiniz? İstanbulu
uluslararası finans merkezi yapabilir misiniz? Körfez bölgesindeki
sermayenin ülkemize çekilmesi hedeftir. deniyor ama buna ilişkin bir program
yok. İstanbulun uluslararası finans merkezi yapılması
programa konulabiliyor maalesef, böyle yanılgı var. Aslında
körfez sermayesinin çekilmesi deseydi belki daha doğru olabilecekti.
İstanbulun
finans merkezi olabilmesi için birçok kriter gerekiyor. Fiziki kriterlerin birçoğu
aslında mevcut, fiziki kriterler mevcut. Potansiyel olarak
İstanbulun altyapısı da uluslararası finans merkezi olmaya
müsait belki fakat bunları yapabilmek için de her şeyden önce bir
zihniyet lazım, finans merkezi olabilmesiyle ilgili bir zihniyet. New
York, Hong Kong gibi, Londra gibi birinci ligdeki finans merkezlerinde
farklı bir anlayış vardır, farklı bir yapı
vardır. Kalkıp da finansçılara ikide bir ters laflar etmezsiniz,
faiz lobisi demezsiniz; özel bankalar paralarını çeksin, kamu
bankalarına götürsün diye böyle kaos çıkaracak, gerçekten kaos
çıkaracak bir şey söylemezsiniz.
Ayrıca, bugün
Sayın Başbakan Yardımcısı Atalay bir şey
söylemiş, mesela, demiş ki: Bu olayları Yahudi diasporası
çıkardı. Bu da çok tehlikeli. Hem bir taraftan finans merkezi
kurmaya çalışıyorsunuz, bir taraftan da bunu söylüyorsunuz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT
KUŞOĞLU (Devamla) Bir anlamda tüm bunlar Hükûmetin kendi kendisini
yalanlaması anlamına geliyor. Dolayısıyla, bunun programdan
çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Onuncu Beş
Yıllık Kalkınma Planının hayırlı
olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir.
Sayın
milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı üzerinde verilen önergelerin
işlemleri tamamlanmıştır.
3067
sayılı Kanun gereğince planın tümü, Genel Kurulca kabul
edilen önergelerdeki değişiklikler doğrultusunda açık oya
sunulacaktır.
Açık
oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım.
Açık
oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Oylama için iki
dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla
oylamaya başlandı)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıçın yerine Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayanın yerine
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Başbakan
Yardımcısı Ali Babacanın yerine de Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ vekâleten oy kullanacaklardır.
(Elektronik cihazla
oylamaya devam edildi)
BAŞKAN
Sayın milletvekilleri, Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018 açık
oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı |
: |
259 |
|
Kabul |
: |
240 |
|
Ret |
: |
19 |
Kâtip Üye Bayram Özçelik Burdur |
Kâtip Üye Muhammet Rıza Yalçınkaya Bartın |
Böylece, Onuncu
Kalkınma Planı kabul edilmiştir. Hayırlı ve
uğurlu olsun.
Şimdi,
Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz teşekkür
konuşması yapacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Sayın Başkan, değerli milletvekilli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gecenin bu vaktinde
uzun bir konuşma yapmaya tabii ki niyetim yok ama bu kadar yoğun bir
çalışmadan sonra teşekkür etmesek bu da bir eksiklik olacak.
Öncelikle,
Kalkınma Bakanlığındaki değerli mesai
arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, çok fedakâr bir şekilde
gece gündüz, gerçekten yoğun bir çalışmayla bu planı
koordine ettiler, hazırladılar. Bütün kamu kurumlarında plan
çalışan arkadaşlarımıza, plana katkıda bulunan
bakanlıklarımıza, kamu kurumlarına çok çok teşekkür
ediyorum, bakanlarımıza çok teşekkür ediyorum.
Sivil toplumdan
meslek kuruluşlarından, sendikalardan, akademik dünyadan, iş
dünyasından, bütün ilgili kesimlerden gerek özel ihtisas komisyonları
kanalıyla gerekse yerel düzlemde gerçekleştirdiğimiz
faaliyetlerde plana katılan, katkıda bulunan herkese yürekten
teşekkür ediyorum. Tabii, Meclisimize çok çok teşekkür ediyorum gerek
Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine, orada Komisyon üyesi olmayıp da gelip
katkıda bulunanlara, bugün, gün boyu Genel Kurulda plana katkıda
bulunan bütün arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Özellikle,
muhalefet partisinden son derece olumlu bir şekilde plana yaklaşan,
katkıda bulunan, görüşleriyle, düşünceleriyle bu plana destek
veren arkadaşlarımıza özellikle teşekkür etmek istiyorum. Bugün
çok yapıcı bir muhalefet anlayışını hep birlikte
gördük, onlara şükranlarımı sunuyorum.
Hazırlanan bu
planın, yaklaşık iki yıl çalışılarak
gerçekten büyük emek harcanarak hazırlanan bu planın uygulanması
aşamasında da aynı şekilde bütün kesimlerin
katkısıyla, katılımıyla bunu gerçekleştirmeyi
temenni ediyorum.
Onuncu Planın ülkemize, milletimize,
devletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
Hepinizi en derin saygılarımla, hürmetlerimle selamlıyorum. Hayırlı
geceler diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan,
Başkanlık Divanına niye teşekkür yoktu? Bize niye
teşekkür yok?
KALKINMA BAKANI
CEVDET YILMAZ (Bingöl) Size en büyük teşekkürü ediyorum.
BAŞKAN
Alınan karar gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı ve Başkanlık Divanı üyelerinin seçimini yapmak
için 2 Temmuz 2013 Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 02.07