TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
28inci
Birleşim
22
Kasım 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- YOKLAMALAR
IV.- GÜNDEM DIŞI
KONUŞMALAR
A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmakın, Hükûmete verilen soru önergelerinin
cevaplandırılması konusuna ilişkin gündem
dışı konuşması
2.- Şanlıurfa
Milletvekili Zeynep Karahan Uslunun, Dünya Televizyon Gününe ilişkin
gündem dışı konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Sedef Küçükün, Uluslararası Kadına Karşı
Şiddetle Mücadele Gününe ilişkin gündem dışı
konuşması
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Manisa Milletvekili
Muzaffer Yurttaşın, 24 Kasım Öğretmenler Gününe
ilişkin açıklaması
2.- Mardin Milletvekili
Erol Doranın, Kerbelada yaşanan katliamı
kınadığına ve 24 Kasım Öğretmenler Gününe
ilişkin açıklaması
3.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzelin, Suriye sınırına Patriot
füzesi yerleştirilmesine karşı olduğuna ve AKP Hükûmetinin
komşu ülke rejimlerini değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan
uzak durması gerektiğine ilişkin açıklaması
4.- Bolu Milletvekili
Tanju Özcanın, 2003te kapatılan Dörtdivan Orman İşletme
Müdürlüğünün yargı kararına rağmen neden hâlâ
açılmadığını öğrenmek istediğine
ilişkin açıklaması
5.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan'ın, Profesör Doktor Turan Yazganın
vefatına ve 23 Kasım 1970te öldürülen Dursun Önkuzuyu rahmetle
andığına ilişkin açıklaması
6.- İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğütün, 22 Kasım Diş Hekimleri Gününe
ilişkin açıklaması
7.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçerinin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Başkanı Profesör Doktor Turan Yazganın vefatına
ilişkin açıklaması
8.- Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaşın, hayvanlarda görülen üçgün
hastalığıyla ilgili bilgi almak istediğine ilişkin
açıklaması
9.- Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlunun, Mısırın
hakemliğinde Gazzede ateşkes sağlanmasından sonra
Mısırın bölgesel lider olarak değerlendirilmesinden ders
alınması gerektiğine ve 22 Kasım Dünya Diş Hekimleri
Gününe ilişkin açıklaması
10.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanalın, Şanlıurfanın Küme Evleri
Mahallesine on yıldır içme suyu verilmediğine, temizlik
yaparken buldukları cumhuriyet altınını Genel Sekretere
teslim eden Meclis çalışanlarına teşekkür ettiğine ve
kulislerde çalışanlara saygılarını sunduğuna
ilişkin açıklaması
11.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, Hükûmetin görevden aldığı
Yargıtayda yargılanarak görevlerini suistimal etmediklerine karar
verilen Deniz Feneri davası savcılarına tekrar görev verilip bu
soruşturmanın devam ettirilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
12.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeninin, Samsunda Eti Bakır İşletmesinde
meydana gelen çökme olayında 5 işçinin hayatını
kaybettiğine ve 11 işçinin de yaralandığına ilişkin
açıklaması
VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, İstanbulda küresel
ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/421)
2.- BDP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın, ülkemizde
hemşirelerin yaşadıkları sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/422)
3.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken ve 21 milletvekilinin, Adli Tıp Kurumunun kendi
sorunlarının ve yarattığı sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/423)
VII.- ÖNERİLER
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri
1.- MHP Grubunun,
insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve
dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren öğretmenlerimizin
geçmişten günümüze hayat standartlarındaki menfi değişimin
sebepleri ve sonuçlarının araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla 3/5/2012
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verdiği Meclis araştırması önergesinin 22/11/2012
Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön görüşmelerinin aynı
birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi
2.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili
Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda
yarattığı ayrışma ve travmanın tüm
boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli
önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi
için acil olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi
amacıyla 21/11/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiş olan Meclis
araştırması önergesinin, 22/11/2012 Perşembe günü Genel
Kurulda okunarak ön görüşmelerinin aynı birleşiminde
yapılmasına ilişkin önerisi
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Amasya Milletvekili
Avni Erdemirin, Sinop Milletvekili Engin Altayın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
2.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcının, Adıyaman Milletvekili Ahmet
Aydının şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
4.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcının, Dışişleri Komisyonu
Başkanı Volkan Bozkırın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
5.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin
Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
6.- Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın, Tunceli Milletvekili
Kamer Gençin şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
7.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
8.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmakın, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın MHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
IX.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
2.- Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
3.- Yargılama
Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya
Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat
Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/625)
(S. Sayısı: 342)
4.- Sermaye
Piyasası Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/638) (S. Sayısı: 337)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339)
X.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüzün,
Genelkurmay Başkanının bir röportajına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağın cevabı (7/11397)
2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın,
canlı hayvan ve et ithalatı izin belgesi alan firmalara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin
cevabı (7/11399)
3.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, Nilüfer Havzasındaki kirlilik oranına ve alınan
önlemlere,
- Diyarbakır Milletvekili Emine Aynanın,
ülkemizin buğday ihtiyacına ve buğday stokuna,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin cevabı (7/11463), (7/11464)
4.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
Milasta Arasta esnafının desteklenmesine ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11480)
5.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
Milasta bulunan kaya resimlerinin korunmasına ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11481)
6.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
Milas-Uzunyuvadan kaçırılan tarihî eserlere ilişkin sorusu ve
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11482)
7.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
Milasta çıkarılan Feldspat madeninin su kaynaklarına ve ören
yerlerine zarar vermesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günayın cevabı (7/11483)
8.- Eskişehir Milletvekili Kazım Kurtun,
Eskişehirde yer alan bazı taşınmazlar hakkında toplu
korunma kararı verilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11484)
9.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
akademisyen ve arkeologların müze ve ören yerlerini ücretsiz ziyaret
etmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günayın cevabı (7/11486)
10.- Muğla Milletvekili Tolga Çandarın,
arkeolojik kazılarda görev alacak personelin seçimine ilişkin sorusu
ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11487)
11.- Niğde Milletvekili Doğan
Şafakın, Niğdenin Bor ilçesine bağlı bir beldedeki
restorasyon çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11488)
12.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulutun, ot ve saman ithaline,
Suriyeden kaçak olarak
getirilen küçükbaş hayvanlara,
Yurt
dışından getirilen hayvanların test edilmesine,
Şap
hastalığı ile mücadeleye,
- Kars Milletvekili
Mülkiye Birtanenin, Kars ilindeki hayvancılık sektörünün durumuna ve
Et ve Balık Kurumunun yeniden yapılandırılmasına,
İlişkin
soruları ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Ekerin cevabı
(7/11576), (7/11577), (7/11578),
(7/11579), (7/11580)
13.- Bitlis Milletvekili Hüsamettin
Zenderlioğlunun, Bitlis Kalesinde gerçekleştirilen kazı
çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11599)
22 Kasım 2012 Perşembe
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
----------0----------
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28inci Birleşimini
açıyorum.
III.- YOKLAMA
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için
üç dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy
düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu
süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda
hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna
rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli
personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır.
Görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda gerçekten büyük bir uğultu
var, birazcık daha yavaş sesle mümkünse
Evet, teşekkür ederim.
Gündem dışı ilk söz, Hükûmete verilen soru önergelerinin
cevaplandırılması konusunda söz isteyen Aydın Milletvekili
Sayın Ali Uzunırmaka aittir.
Buyurun Sayın Uzunırmak.(MHP sıralarından alkışlar)
IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
A)
Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları
1.- Aydın Milletvekili Ali Uzunırmakın,
Hükûmete verilen soru önergelerinin cevaplandırılması konusuna
ilişkin gündem dışı konuşması
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, makamlar ve sıfatlar
kişilere mesuliyet yükler. Hele o makamlar ve sıfatlar imza yetkisine
sahip olunca, imza atılınca daha önemli bir mesuliyet yükler.
Demokrasilerde denetim elbette ki çok önemlidir. Bizler burada kamu adına,
millet adına görev yapan bireyleriz. Dolayısıyla Parlamento
sadece yasama görevi yapmıyor.
Tabii, kürsüden konuşulduğu gibi, yerlerinde oturan
arkadaşlarımız da çok konuşurlar, bazen yüksek sesle
konuşurlar. O yüksek sesle konuştukları, halkın meselesi
olmayabilir. Kürsüde halkın meselesi konuşulurken şahsi
meseleleri, muhabbeti bir yana bırakabilmek gerekir. Parlamentonun bu
olgunlukta olması gerektiğine de inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Spor Bakanına ve
çeşitli bakanlara verdiğimiz soru önergelerinde denetim
mantığından ve demokrasi anlayışından uzak,
ciddiyetten uzak, altında bakan imzası olduğuna
inanamayacağımız ciddiyetsizlikte cevaplar gelmeye başlamıştır.
Burada iki açıdan bu konuyu değerlendireceğim. Bunlardan
birincisi: Bu ciddiyetsizlik. Bu ciddiyetsizlik Hükûmette almış
başını gitmiştir. Değerli arkadaşlar, iktidar
mensubu milletvekilleri olabilirsiniz ama milletvekilliği fonksiyonu
mutlaka ve mutlaka, iktidar milletvekili olsanız da iktidarı
denetlemeyi gerektirir, yürütmeyi denetlemeyi gerektirir. Her şeyden önce
bu ciddiyet içerisinde sayın bakanları sizlerin de denetlemesi
gerektiği kanaatini taşıyorum.
Bakın, 2012 Londra Olimpiyatlarıyla ilgili birçok
soruyu Sayın Bakana tevdi ettim. Bunlardan 2012 Londra Olimpiyatlarına
katılan sporcuların her birine Londraya gitmeden önce birtakım
ödüller verilmiştir. Bu ödüllerin verilmesinde,
karşılandıysa bu ödüllerin tutarı nedir? diye
verdiğim soru önergesine belirlenen esaslar çerçevesinde diye Sayın
Bakan cevap veriyor ve o belirlenen esasların ne olduğu yok. 2012
Londra Olimpiyatlarına katılan antrenörlerin her birine,
sporcuların her birine hangi esaslarla ve ne kadar ödemeler yapıldığını sorduk, karşılandıysa
tutarlarının ne olduğunu sorduk. Belirlenen esaslar çerçevesinde
ödeme yapılmıştır. diyor, miktar belirtilmiyor. Ve
aynı şekilde, İngilterede Başbakan ve Bakan heyetinde
olanlara nelerin karşılandığını, miktarların
ne olduğunu sorduk, karşılandıysa tutarların ne
olduğunu sorduğumuzda, gene Belirtilen esaslar ölçüsünde diyor ve
miktardan hiçbir şey bahsedilmiyor.
Değerli arkadaşlar, biz, acaba Türkçe konuşmuyor muyuz,
yazmıyor muyuz? Sayın Bakan Türkçe anlamıyor mu, Türkçeyi
işitmiyor mu?
Bakın, değerli arkadaşlar, 2012 Olimpiyatlarında,
olimpiyatlara katılan sporcu sayısını
aldığımız madalya sayısına kıyasladığımızda
yıllar itibariyla başarı oranı nedir? diye soruyoruz.
Sadece oran verilmiyor; kazanılan ödüller, kazanılan
başarılar sıralanıyor ve bu başarılara
baktığımızda, 2000, 2004, 2008, 2012 olimpiyatlarını
kıyasladığımızda, 10 branşta, 12 branşta ve
son olarak 16 branşta 114 sporcuyla, geçmiş branşlardaki sporcu
sayısının 2 katıyla katılındığı
hâlde, sadece 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz ve diğer sporcu
sayılarından ve branşlardan çok sporcu ve branşta
katılındığı hâlde, başarı yarı
yarıya düşmüştür. Bunlar hiç değerlendirilmemektedir.
Bunların değerlendirilmemesi, mutlaka ki ödül ve
başarının ödüllendirilmesiyle doğru
orantılıdır gelişme için ama bilmeden, kıyaslamadan,
hangi rekabeti esas alarak ödülün verildiği Sayın Bakan
tarafından bir mantığa oturtulmamıştır.
Değerli arkadaşlar, AKP on yıldır iktidardadır
ve on yıldır, Spor Bakanlığı da dâhil, ülke sizler
tarafından yönetilmektedir ve dolayısıyla, daha hâlen birbirini
tekzip eden politikalarla sporun desteklenmesi mümkün değildir. Ödül
kişiye mi verilmektedir, başarıya mı verilmektedir veya
başarılı kişiye mi verilmektedir? Sosyal yardımla
taraftar kazanma hedef ve mantığı ile dağıtılan
ödüllerle sporun gelişmesi mümkün değildir.
2012 Londra Olimpiyatlarına baktığımızda,
evet, sosyal yardım mantığında taraftar kazanmayla verilen
bir ödül sistemi göz önünde bulundurulmaktadır. 100 küsur, 116 küsur, 136
küsur sporcuyla katılınmıştır ama başarı
elde edilememiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) Burada bir şeyi gündeme getirmek
istiyorum. İşitme engelliler, bedensel engelliler de spor
faaliyetlerine katılmaktadırlar ama işitme engellerin de
Başarıya ödül verilecekse bakın, Dünya Futbol
Şampiyonası 2012 Aralık Ankarada birincilik
kazandırıyor. Dünya Güreş Şampiyonası Eylül 12de
Bulgaristanda birincilik kazanıyor. Atletizm Şampiyonasında
2011de Kanadada üçüncülük kazanmış, Dünya Judo Şampiyonasında
2012de Venezuelada birincilik kazanmış ama bunlar işitme
engelli sporcularımız. Sayın Bakan da herhâlde işitme ve
görme engelli olmadan bu başarıları görerek ödüllendirmeli;
yönetmelikleri ve talimatnameleri değiştirmelidir. Burada
Anayasayı değiştirebilecek güçler gerekirse kanunları da
değiştirmelidir. Bu sporcuların problemlerine çözüm
bulunmalıdır, doğru desteklemeler yapılmalıdır.
Hepinize teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Gündem dışı ikinci söz, Dünya Televizyon Günü nedeniyle
söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Zeynep Karahan Usluya
aittir.
Buyurun Sayın Uslu. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
2.- Şanlıurfa
Milletvekili Zeynep Karahan Uslunun, Dünya Televizyon Gününe ilişkin
gündem dışı konuşması
ZEYNEP KARAHAN USLU (Şanlıurfa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; medyanın yaygın bir teşbihle
dördüncü kuvvet olarak adlandırıldığı günümüz
dünyasında insanlığın en sık ve yaygın
kullandığı ve belki de en etkili mecra televizyon ve en hassas
konu da halkların bilincine hangi içeriklerin, diğer bir ifadeyle
hangi mesajların ulaştırıldığı ve bunun
yarattığı sonuçlar. Ve bu durum Birleşmiş Milletler
tarafından da dikkate alınarak 1999 yılından beri Dünya
Televizyon Günü çerçevesinde, televizyonun evrensel etkisi üzerine
gerçekleşen tartışmalar canlı tutulmakta ve dünya
barışının, iş birliğinin ve kalkınmanın
televizyon programları aracılığıyla güçlendirilmesi ve
küresel değişimlerin teşvik edilmesi amaçlanıyor.
İşte, şu anda da dünyanın gözleri önünde
İsrailin Gazzede yürüttüğü katliam çerçevesinde masum çocuklara,
kadınlara, yaşlılara karşı yürütülen bu
acımasız savaşın doğru aktarılması, yine
Suriye yönetiminin kendi halkına karşı yürüttüğü zulmün
doğru aktarılması gibi konularda televizyonun ve medya
kuruluşlarının sorumluluğu da açık ve bu çerçevede
insanlığın ve yönetimlerin barış için harekete
geçirilmesinde televizyon en etkili mecralardan biri. Yani bir başka
ifadeyle, en etkili farkındalık yaratıcı ya da en etkili
farkındalık perdeleyici olarak insanlığın
karşısında ve bu çerçevede, geçtiğimiz günlerde Neden
Yahudilere ait medya kuruluşları her krizde bu kadar İsrail
karşıtı bir tavır sergiliyor? İsrailin durumu
tehlikeli. şeklindeki sosyal medya mesajlarını Twitter
üzerinden yayınlamakta sakınca görmeyen Rupert Murdoch gibi küresel
medya patronlarının bizatihi kendi kimlikleri üzerinden dünya
kamuoylarına yönelik bilgi akışının küresel ölçekte
nasıl kullanılıyor olduğuna dair de
karşımızda hayati soru işaretleri vardır ve yine
toplumun bütünü, bilhassa da çocukların ve gençlerin dünyayı kavrama,
ilişki ve iletişim kurma, parçası olmadıkları ve
çoğu kez olmayacakları farklı yaşam deneyimlerinin medya
üzerinden, özellikle de televizyonun kaleydoskoplarından elde edilmesi
sorunu da önemli bir alandır.
RTÜK tarafından 2009da yaptırılan araştırmaya
baktığımızda, ülkemizde televizyon izleme sürelerinin
giderek arttığını, üç-beş saat
aralığına çıktığını ve aynı
zamanda da televizyon yayınlarına duyulan güvenin
azaldığını görüyoruz ve bu çerçevede, ekrandan zihinlere
akan mesajlar çoklukla ya ideolojik süzgeçlerin eseri olarak
karşımızdadır ya da insanoğlunun merak, cinsellik,
heyecan gibi içgüdülerine vurgu yaparak hoş ve boş zaman geçirtmekle
televizyon yayınları sınırlı kalmaktadır ya da reklamlar
aracılığıyla Nasıl daha çok mal tüketiriz. diye,
kapitalist sistemin önemli mecralarından biri olarak
karşımızda.
Ortak geleceğimiz çocuklarımız üzerinden örneklersek,
çocuklarımız yılda yaklaşık 900 saat okula gitmekte
ama 1.200 saat televizyon seyretmektedir ve bunun yüzde 82si anne, baba
denetimi olmadan televizyon karşısında geçirilen saatlerdir.
Bu bağlamda AK PARTİ İktidarının
ilköğretimlerde yürürlüğe koyduğu medya
okuryazarlığı derslerinin gençlerin bilinç düzeyine
yapacağı katkının önemi de vurgulanmalıdır ve
buradan tüm ailelerimize geleceğimizin teminatı, en kıymetli
varlıklarımız dediğimiz evlatlarımızın
geleceği adına, onların medya izleme
alışkanlıklarına da hayatın diğer
alanlarında gösterdiğimiz hassasiyeti sergileme sorumluluğumuz
olduğunu bir kez daha hatırlatmayı da bir borç biliyorum.
Yine keza, Parlamento tarihinde bir ilk olarak, KEFEK komisyonunda,
Başkanlığını da üstlendiğim, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğinde Medyanın Rolü Alt Komisyonu Raporunda da
belirtildiği gibi, tarihin en köklü ayrımcılık
alanlarından biri olan kadın erkek
ayrımcılığının devam ettirilmesinde ya da
dönüştürülmesinde, giderek törpülenmesinde de televizyondan tüm toplum
kesimlerine ulaşan mesajların etkinliği de açıktır.
Bu bağlamda, eşitlikçi ve etik değerlere yaslanan bir
medya ve televizyonculuk anlayışının kadınlara yönelik
ayrımcılıkla mücadeledeki etkisi de vurgulanmalıdır ve
tüm medya ve televizyon kuruluşlarının altına imza
koydukları etik ilkelerde belirlenen din, ırk, mezhep, etnik kimlik
ve cinsiyet ayrımının yapılmadığı, daha
eşitlikçi ve insani temsillerin hâkim olduğu bir medya düzenine
ulaşmak adına gayret ve katkı sağlamanın tüm
insanlığın ortak sorumluluğu olduğunu ifade ediyor ve
yüce Meclisi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Gündem dışı üçüncü söz, Uluslararası Kadına
Karşı Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle söz isteyen İstanbul
Milletvekili Sayın Sedef Küçüke aittir.
Buyurun Sayın Küçük. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.- İstanbul
Milletvekili Sedef Küçükün, Uluslararası Kadına Karşı
Şiddetle Mücadele Gününe ilişkin gündem dışı
konuşması
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle
Mücadele Günü üzerine gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, konuşmama çok çarpıcı
bulduğum bir istatistikle başlamak istiyorum. Emniyetin resmî
verilerine göre, ülkemizde gün içinde ortalama 138 aile içi şiddet vuku
bulmaktadır. Yani resmî rakamlara göre her gün 138 kadın, çay
soğuk geldi diye, kahvaltı geç hazırlandı diye, izinsiz
sokağa çıktı diye veya buna benzer herhangi bir bahaneyle
kocasından dayak yemektedir. Bunlar kadına şiddetin sadece
emniyet kayıtlarına yansıyan kısmıdır. Bir de bu
şiddetin resmî rakamlarda görünmeyen kısmı vardır ki, belki
binlerle ifade edilebilir. Bunlar istatistiklerdir, bunlar rakamlardır ve
rakamlar soğuktur.
Burada; resmî rakamlara göre her on dakikada bir kadının
karakola başvuracak denli ağır bir şiddete maruz
kalmasından söz ediyoruz; dayak yiyen kadınlardan söz ediyoruz;
boşanmak istedi diye bıçaklanan, kolları kırılan
kadınlardan söz ediyoruz; sokaklarda öldürülen kadınlardan söz
ediyoruz; her gün gazetelerin üçüncü sayfasına yansıyan ve şöyle
bir okunup geçilen acılardan söz ediyoruz.
Resmî rakamlarda ifade bulsun ya da bulmasın,
kadınlarımızın maruz bırakıldığı
bu şiddetin, her şeyden önce, hiçbir siyasi, dinî veya kültürel
gerekçeyle haklı gösterilemeyecek bir insan hakları ihlali
olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir.
Toplumun gelişimi önünde bir engel olan kadına yönelik
şiddet, müdahale edilmediğinde kuşaktan kuşağa
aktarılan bir problem hâline gelmektedir ve bu problemi çözmek önümüzde
bir görev olarak durmaktadır. Bunu ertelemek, üstünü örtmek,
gerekçelendirmek, görmezden gelmek lüksümüz yoktur. Unutulmamalıdır
ki, şiddet, bireylerce, toplumca ve devletçe kabul gördüğü oranda
meşru kılınmakta, hatta bir sorun çözme aracı olarak dahi
görünmektedir.
Aile içi şiddete hoşgörüyle yaklaşan toplumlar, sosyal
hayatın farklı alanlarında da var olan şiddete tepki
göstermemekte, hatta olağan karşılamaktadır.
Eğer bu şiddeti önlemek istiyorsak, eğer
kadınların şiddet görmediği, tüm nimetleri erkeklerle
eşit biçimde paylaştığı bir dünya istiyorsak,
kadınıyla erkeğiyle hepimizin daha cesur olması
gerekmektedir. Bu, birey olarak hepimizin görevidir. (CHP sıralarından
alkışlar) Ama asıl olan karar alıcıların bunu
görev olarak algılamasıdır.
2012 AB İlerleme Raporunda Aile içi şiddet
mağdurlarının adalete erişimi hâlâ engellenmektedir.
ifadesi yer almaktadır. Bu ifade, kadına şiddet konusunda
almamız gereken daha çok mesafe olduğunu ortaya koymaktadır.
Tabii ki kadına şiddeti üreten dinamikler toplumsal, hukuksal,
ekonomik, geleneksel, siyasal yapının dinamiklerinden ayrı
değerlendirilemez ama ne olursa olsun, Türkiye gibi kadınların
sadece eşit olma değil, kimi durumda sadece var olma, hatta hayatta
kalma mücadelesi verdiği bir toplumda şiddetin
yakıcılığı görmezden gelinmemelidir.
Kadınlarımız, kadınları yalnızca iyi bir kız
evlat, iyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir ev kadını
olmasıyla sınırlayan bir algıya, bir anlayışa
kurban edilmemelidir. Bu algı sağlıksız bir
algıdır, bu anlayış sağlıksız bir
anlayıştır.
Değerli
milletvekilleri, Kadının sırtından sopayı eksik
etmeyeceksin. gibi olumsuz bir atasözü de, Atatürkün söylediği
Şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğümüz her
şey kadının eseridir. sözü de bu dile, bu topraklara aittir.
Sorun, bizim gelecek kuşaklara hangisini miras bırakmak
istediğimizdedir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Küçük.
60ıncı
maddeye göre sisteme giren ilk 10 arkadaşıma söz vereceğim.
Sayın
Yurttaş
V.- AÇIKLAMALAR
1.- Manisa Milletvekili
Muzaffer Yurttaşın, 24 Kasım Öğretmenler Gününe
ilişkin açıklaması
MUZAFFER
YURTTAŞ (Manisa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin ve geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi,
çocuklarımızı yetiştiren, lider ülke Türkiyeyi
oluşturacak olan altın nesli eğiten fedakâr ve vefakâr
öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Gününü tebrik ediyorum.
Ebediyete göç eden tüm öğretmenlerimizi rahmetle ve minnetle
anıyorum. Sadece bilgiyi değil, sevmeyi, saygıyı,
paylaşmayı da öğreten, altın kanatlı kelebekler gibi
çiçeklerin arasında hiç yorulmadan uçan ve çiçeklere asla toz kondurmamaya
gayret eden tüm öğretmenlerimizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Dora
2.- Mardin Milletvekili
Erol Doranın, Kerbelada yaşanan katliamı
kınadığına ve 24 Kasım Öğretmenler Gününe
ilişkin açıklaması
EROL DORA (Mardin) Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, muharrem ayında tutulan 12 imam orucu
vesilesiyle Kerbelada yaşanan katliamı lanetliyorum. Acılı
bir geçmişe sahip Alevi yurttaşlarımızın
acısını paylaşıyor, bütün halkımıza
barış, huzur ve kardeşlik dolu günler diliyorum.
Değerli milletvekilleri, malumunuz 24 Kasım Öğretmenler
Günü çileli bir meslek yaşamı süren bütün öğretmenlerimizin ve
öğretmenlik mesleğini yapmaya hak kazandıkları hâlde
Hükûmetin yanlış politikaları sonucu bir türlü atanamayan
öğretmen adaylarımızın Öğretmenler Gününü kutluyor,
kendilerini sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN Sayın Tüzel
3.- İstanbul
Milletvekili Abdullah Levent Tüzelin, Suriye sınırına Patriot
füzesi yerleştirilmesine karşı olduğuna ve AKP Hükûmetinin
komşu ülke rejimlerini değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan
uzak durması gerektiğine ilişkin açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) Sayın Başkan,
teşekkür ederim.
Orta Doğu coğrafyasında savaş ve emperyalist planlar
işlemeye devam ediyor. ABD ve Batılı emperyalistlerin
arkasındaki İsrailin tetikçiliğinde Filistin ve Suriye
toprakları, halkları ateş altında. Bunu lanetlemek ve son
verilmesini istemek görevimiz elbette. Ancak AKP Hükûmeti ne yapmak arzusunda?
Kardeşlerim dediği çocuk ve masum insanların katledilmesine
ortak mı olacak, yoksa barışın, kardeşliğin,
özgürlüğün yanında mı yer alacak?
Suriye sınırına Patriot füzesi yerleştirmek için
NATOya başvurmak, halkımızın ve sınırların
güvenliğini değil, ülkeyi savaşa bağlamak anlamına
gelecektir. ABD ve NATO güçleriyle İsraile nereye kadar
efelenebilirsiniz? AKP Hükûmeti yabancı güçlerle komşu ülke
rejimlerini değiştirmeye kalkmak gibi bir maceradan uzak
durmalıdır.
Almanya Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelenle birlikte
açıklama yaparak, bu füze rampasının sınıra
konulmasına karşı olduğumuzu belirtmiştik. Türkiye
halkının ve Meclisin onayı olmadan böyle bir girişimde
bulunulamaz. Ülkemizde ve bölgemizde savaş ve yabancı silahlı
güçler istemiyoruz.
BAŞKAN Sayın Özcan
4.- Bolu Milletvekili
Tanju Özcanın, 2003te kapatılan Dörtdivan Orman İşletme
Müdürlüğünün yargı kararına rağmen neden hâlâ
açılmadığını öğrenmek istediğine
ilişkin açıklaması
TANJU ÖZCAN (Bolu) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan buradayken aracılığınızla
şu soruyu sormak istiyorum. Sayın Bakan sadece Su İşleri
Bakanı değil, aynı zamanda Orman Bakanı. Su işlerinden
ne kadar anladığı tartışılır Sayın
Bakanın ama orman işlerinden pek anlamadığı konusunda
herhâlde hemfikiriz.
Sayın Bakanım, daha önce de izah ettim size, Bolunun Dörtdivan
ilçesinin orman işletme müdürlüğü 2003 yılında
kapatıldı, 24 orman işletme müdürlüğüyle birlikte. 2006
yılında Danıştay bunu iptal etti. Sonra bu iptal
kararı uyarınca 24 orman işletmesinin 13ü açıldı,
Dörtdivanın da aralarında bulunduğu 11 orman işletme
müdürlüğü açılmıyor.
Sayın Bakanım, niye yapmıyorsunuz bunu? Bu size
yargının emri. Görevinizi kötüye kullanıyorsunuz, suistimal
ediyorsunuz. Bunun gereğini yapmanızı bekliyor Dörtdivan
halkı. Mesajla da duyurdum, şimdi Dörtdivan halkı sizi izliyor,
vereceğiniz cevabı da bekliyor.
Saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Maalesef, Sayın Özcan, Sayın Bakan cevap veremez.
Siz pek kısa bilgi sundunuz, sonra baş başa konuşursunuz,
cevabını alırsınız.
TANJU ÖZCAN (Bolu) Efendim, bana versin ben iletirim.
BAŞKAN Veremez, izin vermem, yasak hemşehrim.
TANJU ÖZCAN (Bolu) Kulağıma söylesin yeter,
kulağıma söylese yeter.
BAŞKAN Sayın Türkkan
5.- Kocaeli
Milletvekili Lütfü Türkkan'ın, Profesör Doktor Turan Yazganın
vefatına ve 23 Kasım 1970te öldürülen Dursun Önkuzuyu rahmetle
andığına ilişkin açıklaması
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün Türk dünyası davasının ulu
çınarı, bilim ve dava adamı, Muhterem Profesör Doktor Turan
Yazgan Hocamız Hakka yürüdü. Cenabı Allahtan kendisine rahmet
diliyorum. Bütün ülküdaşlarıma da başsağlığı
diliyorum.
Yarın, 23 Kasım 2012.
Önkuzu ah! Önkuzu.
Önde gider Önkuzu.
Bu bayrak düşmez yere,
Düşmedikçe son kuzu.
23 Kasım 1970te, işkenceyle ciğerlerine hava
basılarak, bisiklet pompasıyla hava basılan, daha sonra üçüncü
kattan atılarak öldürülen, hayata veda eden ülküdaşımız
Dursun Önkuzuyu rahmetle, minnet ve şükranla anıyorum.
BAŞKAN Sayın Öğüt
6.- İstanbul
Milletvekili Kadir Gökmen Öğütün, 22 Kasım Diş Hekimleri
Gününe ilişkin açıklaması
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Diş hekimliği, tarihin en köklü mesleklerinden biridir. Bu
meslek, yüzyıllar içinde gelişerek teknoloji ve bilimin ilerlemesiyle
bugün çağın en önemli meslekleri arasında yer almayı
başarmıştır. Ülkemizde ise, bilimsel diş
hekimliğinin temeli 22 Kasım 1908de atılmış, bu
tarihin Diş Hekimleri Günü olarak kutlanması kabul edilmiştir.
Ağız ve diş sağlığı insan
sağlığının temel unsurlarından biri olduğu
tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek iken, ülkemizde bu bilincin tam
anlamıyla yerini bulamadığını görmek üzücüdür. Yurdun
en ücra köşelerinde muayenehane açarak hizmet vermeyi bekleyen 15 bin
diş hekiminden devlet hizmet alamamakta yani önemli bir sağlık
sunumundan yararlanamamaktadır.
İşte, 22 Kasım tarihi de ağız ve diş
sağlığının önemine dikkat çekmek, çocukluktan itibaren
verilecek eğitimlerle öneminin kavranmasını sağlamak ve bu
hususta topluma düşen görevler konusunda ortak bilinç oluşturmak
adına çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir gündür.
Ağız ve diş sağlığı bilincinin
oluşumuna koşulsuz destek olan, korunması ve
iyileştirilmesi hususunda büyük özveriyle çalışan tüm
meslektaşlarımın 22 Kasım Diş Hekimleri Gününü
kutluyorum.
Saygılarımı sunuyorum.
BAŞKAN Sayın Yeniçeri
7.- Ankara Milletvekili
Özcan Yeniçerinin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Başkanı Profesör Doktor Turan Yazganın vefatına
ilişkin açıklaması
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Büyük Türk milletinin evladı, Türk dünyasının hamisi,
ömrünü Türk kültürüne, tarihine ve medeniyetine adamış değerli
dava ve ülkü adamı, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfının Kurucusu ve Başkanı Profesör Doktor Turan Yazgan
Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Rahmetli Turan Yazgan, sıfırdan, sınırları
Avrasyaya uzanan büyük bir kurum kurmuştur. Türk dünyasının
çocukları onun kaybıyla artık öksüzdür. Ömrünü milletinin
kültür, tarih ve medeniyetine adamış bu aziz insana Allahtan rahmet
diliyor, mekânı cennet olsun diyorum. Ailesinin, Türk
dünyasının, Türk milletinin başı sağ olsun.
BAŞKAN Sayın Sarıbaş
8.- Çanakkale
Milletvekili Ali Sarıbaşın, hayvanlarda görülen üçgün
hastalığıyla ilgili bilgi almak istediğine ilişkin
açıklaması
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Sayın Başkan, insanlarda
görülen, ateş ile beraber burun akıntısı şeklinde
ortaya çıkan grip hastalığının bir benzeri son
günlerde hayvanlarda görülmeye başlamıştır.
Hayvanların gözleri kızararak yaş akarken kaslarında bir
gevşeme ve güçsüzlük belirtileriyle birlikte iştahsızlık ve
uykusuzluk görülmektedir. Üçgün hastalığı olarak da ifade
edilen bu hastalıktan dolayı hayvanlarda ölüm olduğu gibi, süt
miktarlarında oldukça düşmelere neden olduğu belirtilmektedir.
Buna göre, son günlerde üç gün hastalığına yakalananların
sayısının ciddi artışlar kaydettiği iddia edilmektedir.
Bu iddialar doğru mudur? Doğru ise bu üçgün
hastalığına yakalanan hayvan sayısının bölgelere
göre tespiti yapılmış mıdır? Tespitlerin sonucu nedir?
Hayvanlardan hayvana geçen bu üçgün hastalığının virüsünün
kaynağı nedir? Üçgün hastalığına yakalanıp da
ölen ve telef edilen hayvan sayısı ne kadardır? Üçgün
hastalığına yakalanan hayvanların etlerinin piyasaya
sürüldüğü iddia edilmektedir. Bu iddialar doğru mudur? Üçgün
hastalığına yakalanmış hayvanların et ve
sütlerini tüketen insanlar üzerinde ne gibi etki yaratmaktadır? Bu
hastalıklı et ve sütü tüketen vatandaşlarımızın
hastanelere başvurusu olmuş mudur? Bunların sayısı ne
kadardır? Üçgün hastalığı nedeniyle ülkemizde ekonomik
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Karaahmetoğlu
9.- Giresun
Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlunun, Mısırın
hakemliğinde Gazzede ateşkes sağlanmasından sonra
Mısırın bölgesel lider olarak değerlendirilmesinden ders
alınması gerektiğine ve 22 Kasım Dünya Diş Hekimleri
Gününe ilişkin açıklaması
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Mısırın hakemliğinde yürütülen Hamas ile
İsrail arasındaki görüşmelerde Gazzede ateşkes
sağlanmıştır. Bölge ve dünya barışı
adına önemli bir kazanımdır. Bu olay sonucunda da Obama, Mısırı
bölgesel lider ülke olarak değerlendirmiştir. Kendi söylediklerine
yalnızca kendileri inanma sendromu içinde olanların
çıkarması gereken dersler olduğunu düşünüyorum.
Bugün Diş Hekimleri Günü. Tüm diş hekimlerimizin gününü
kutluyor, başarılar diliyorum.
BAŞKAN Sayın Tanal
10.- İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanalın, Şanlıurfanın Küme Evleri
Mahallesine on yıldır içme suyu verilmediğine, temizlik
yaparken buldukları cumhuriyet altınını Genel Sekretere
teslim eden Meclis çalışanlarına teşekkür ettiğine ve
kulislerde çalışanlara saygılarını sunduğuna
ilişkin açıklaması
MAHMUT TANAL (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli Orman ve Su İşleri Bakanı, yıl 22
Kasım 2012, yer Şanlıurfa ili Sırrın mevki Küme Evleri
Mahallesi; yapılan yapılar 2002 yılında
yapılmış,
on yıl
geçtiği hâlde hâlâ içme suyu verilmemektedir. İçme suyu bulunmayan
bir büyükşehir düşünebiliyor musunuz? Küme Evlerinin bu su sorununu
ne zaman gidereceksiniz?
Ayrıca,
Plan ve Bütçe Komisyonunda temizlik yapan görevliler dün bir cumhuriyet
altını bulmuştur. Bu cumhuriyet altınını Meclis
Genel Sekreterine teslim etmişlerdir. Bu onurlu, ahlaklı
davranışı yerine getiren cefakâr Meclis
çalışanlarına ben teşekkür ediyorum.
Ayrıca,
kulislerde uzun süreden beri gece gündüz demeden 24 saat bize hizmet veren
kulis çalışanlarının hepsine saygılarımı
sunuyorum, bu konuyu Meclis Başkanlığının bilgilerine
arz ediyorum.
Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN
- Gündeme geçiyoruz.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Sayın Başkan bize de sorun, ben ilk defa söz istedim.
BAŞKAN
- Sayın Genç şimdi bir saniye
(AK PARTİ sıralarından gürültüler) Allah rızası için,
bir ağızdan konuşuyorsunuz, kimseyi duyamıyorum.
Sayın
Gençe bir özel muamele veriyorum. Yani, on biri hiç yapmadım, şimdi
size vereceğim.
SIRRI SAKIK
(Muş) Neye göre Sayın Başkan?
PERVİN
BULDAN (Iğdır) Ben de söz istemiştim.
BAŞKAN
- Olsun, biz eski arkadaşız.
Ona bir özel şey yaptım, size de yarın yaparım.
Buyurun.
11.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, Hükûmetin görevden aldığı
Yargıtayda yargılanarak görevlerini suistimal etmediklerine karar
verilen Deniz Feneri davası savcılarına tekrar görev verilip bu
soruşturmanın devam ettirilmesi gerektiğine ilişkin
açıklaması
KAMER GENÇ
(Tunceli) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Şimdi,
Deniz Feneri davasında Hükûmetin görevden aldığı 3
savcı Yargıtayda yargılandı, bunların, görevlerini
suistimal etmedikleri, hakkıyla görevlerini yaptıkları yolunda
Yargıtay karar verdi.
Şimdi, bu Hükûmete düşen, bu Deniz Feneri
davasında bu savcılara tekrar o davayı verip ve o davada eksik
düzenlenen, bu yeni atanan savcıların düzenledikleri iddianameyi
hükümsüz sayarak yeniden iddianameyle mahkemede dava açması lazım.
Çünkü, eski savcıların yaptıkları araştırmalarda
Deniz Feneri davasında Tayyip Erdoğana da çok
yaklaşılmış, hatta, çantayla para taşıyıp
taşımadığı konusunda Tayyip Erdoğan ve
oğlunun da yer alıp almadığı konusundaki sorular
açıklığa kavuşmamıştı. Aşağı
yukarı 5 bin belgede naylon fatura düzenlendiği tespit
edilmişti.
Şimdi, bu Hükûmete düşen şerefli ve
namuslu görev eğer, hakikaten böyle bir nitelikleri
taşıyorlarsa- hemen bu savcılara tekrar görev verip bu
soruşturmayı devam ettirmektir. Aksi takdirde, Yargıtay kararının
bir anlamı kalmaz. Bu yerine getirilmediği takdirde bunlar hakkında
suistimal
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır.
Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç
önerge vardır, okutuyorum:
VI.- BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve 21 milletvekilinin, İstanbulda küresel
ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/421)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İstanbul'da küresel ısınmanın sonuçlarının
bilimsel olarak incelenmesi, kuraklık analizlerinin yapılması,
denetimsiz sanayi gelişiminin olumsuz etkilerinin ortaya konması,
özel araç kullanımının ve fosil yakıtların bilinçsizce
kullanılmasının etkilerinin ortaya konması, sera gazı
emisyonlarının düşürülmesi için önleyici politikaların oluşturulması
ve ekolojik bir afet olarak ortada duran kuraklığın önlenmesi ve
küresel ısınmanın etkilerinin ortadan
kaldırılması için fiilî olarak neler yapılması
gerektiğinin, bu konuda çalışan meslek odaları, uzmanlar ve
çevre örgütleriyle birlikte ortaya konulması için bir Meclis
araştırma komisyonu kurulması amacıyla Anayasanın
98'inci, İçtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılması için gereğini arz ederiz. 27.12.2011
1) Sebahat Tuncel
(İstanbul)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (
Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat (Batman)
8) İdris Baluken (Bingöl)
9) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
10) Emine Ayna (Diyarbakır)
11) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
12) Altan Tan (Diyarbakır)
13) Adil Kurt (Hakkâri)
14) Esat Canan (Hakkâri)
15) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkçü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma,
arazi kullanımı değişiklikleri ve sanayi süreçleri ile
atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimleri,
sanayi devriminden beri hızla artmaktadır. Bu ise, doğal sera
etkisini kuvvetlendirerek, şehirleşmenin de katkısı ile
dünyanın yüzey sıcaklıklarının artmasına neden
olmaktadır. Yüzey sıcaklıklarında 19. yüzyılın
sonlarında başlayan ısınma, 1980'li yıllardan sonra
daha da belirginleşerek, hemen her yıl bir önceki yıla göre daha
sıcak olmak üzere, küresel sıcaklık rekorları
kırmıştır. Yüksek sıcaklık rekorunun en
sonuncusu, 1998 yılında kırılmıştır. 1998,
hem küresel ortalama hem de kuzey ve güney yarımkürelerin
ortalamaları açısından, 1860 yılından beri yaşanan
en sıcak yıl olmuştur.
Doğal bir felaket olan küresel ısınma ve iklim
değişikliği önümüzde duran en büyük sorunlarından biridir.
Ülkeler bu sorunun farkına vararak geç de olsa Kyoto Protokolü ile bu
soruna dikkat çekmiştir ve protokolü imzalayan ülkelerin sera gazı
emisyonlarını 2050 yılına kadar düşürmeleri
öngörülmüştür. İmzacısı olan Türkiyede ise 2012
yılında hiçbir iyileşme olmadığı Güney Afrikada
yapılan iklim değişikliği toplantısında ortaya
konmuştur. Türkiyeden hiçbir bakanın ya da devlet yetkilisinin
katılmadığı toplantıda, Türkiyenin kuraklık
tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtilmiştir.
Sanayinin %80'inin bulunduğu, özel otomobil kullanımın ve
kömür gibi fosil yakıtların kullanımının yüksek
düzeyde olduğu ve sürekli göç alan İstanbul için bu sorun daha büyük
bir önem arz etmektedir. Diğer yandan 103 bin dönümlük 2B arazi tespiti
yapılan İstanbul'da ormanlar yok olma tehlikesiyle karşı
karşıyadır. 25 bin biyo çeşitliliğin bulunduğu
belirtilen İstanbul ormanlarının yok olması ekolojik
açıdan da büyük bir tehlike demektir. Diğer yandan
yapılması planlanan 3. köprü ile de İstanbul'un son kalan
ormanları rant alanına dönüştürülmüştür.
İstanbul'da yağışlar son 50 yılın
altına düşmesi sonucunda uzmanlar kuraklık tehlikesine dikkat
çekmektedir. 2011 yılında baraj doluluk oranı en son 2007
yılında yaşanan kuraklık zamanındaki oranın da
altına düşerek %52 olarak tespit edilmiştir. Meteoroloji ve Afet
Yönetimi, kuraklığın İstanbul'da 2012 ve 2013
yıllarında en önemli doğal afet olacağını
açıklamıştır. Küresel ısınmanın sonucunda
her 10 yılda yaşanan kuraklık, iklim değişikliği
sonucunda her 5 yılda yaşanmaya başlanmıştır.
Barajlardaki %25'lik doluluk oranındaki düşüşün ciddi bir
uyarı olduğunu belirten meteoroloji uzmanları, küresel
ısınma ve kuraklık için derhal önlemlerin alınması
konusunda uyarı yapmaktadır. Küresel ısınmanın sadece
kuraklık değil beraberinde artan radyasyon sorununu da
getireceği ve tarımı da olumsuz etkileyeceği göz önüne
alındığında kuraklık için kapsamlı analizlerin ve
politikaların oluşturulması gerekliliği daha da önem
kazanmaktadır.
Türkiye'nin en büyük nüfusunu barındıran İstanbul'da
küresel ısınmanın sonuçlarının bilimsel olarak
incelenmesi, kuraklık analizlerinin yapılması, denetimsiz sanayi
gelişiminin olumsuz etkilerinin ortaya konması, İstanbul'da 2B
arazileri ve 3. köprü projesiyle ormanlara ve ekolojiye ne kadar zarar
verileceğinin tespit edilmesi, özel araç kullanımının ve
fosil yakıtların bilinçsizce kullanılmasının
etkilerinin ortaya konması, sera gazı emisyonlarının
düşürülmesi için önleyici politikaların oluşturulması ve
ekolojik bir afet olarak ortada duran kuraklığın önlenmesi ve
küresel ısınmanın etkilerinin ortadan
kaldırılması için fiilî olarak neler yapılması
gerektiğinin bu konuda çalışan meslek odaları, uzmanlar ve
çevre örgütleriyle birlikte ortaya konulması için bir Meclis araştırma
komisyonunun kurulmasını önermekteyiz.
2.- BDP Grubu
adına Grup Başkan Vekilleri Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın, ülkemizde
hemşirelerin yaşadıkları sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/422)
28/12/2011
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Hemşirelik mesleği sağlık hizmetlerindeki kilit
rolüne rağmen yıllardır hep ihmal edilmiştir. Bu temelde
ülkemizde hemşirelerin yaşadıkları sorunların neler
olduğu ve bu sorunlarına çözüm yolları geliştirmek
amacıyla, Anayasanın 98'inci İç Tüzüğün 104'üncü ve
105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Hasip
Kaplan
Grup Başkanvekili Grup
Başkanvekili
Gerekçe:
Hemşireler, sağlık ekibi içerisinde hasta bireyin ve
ailesinin her türlü problemlerinde 24 saat boyunca ilk başvurdukları,
kilit rol oynayan sağlık personelidir. Fakat ülkemizde
hemşirelik, hak ettiği değeri göremiyor. Profesyonel bir meslek
olmasına rağmen yardımcı sağlık personeli olarak
nitelendirilmektedirler. 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu
hemşirenin değişen ve yapmakta olduğu rol ve işlevlerini
kapsamıyor. Ülkemizde hemşireler işyerlerinde ara meslek
elemanı olarak görülmekte, sekreterlik, evrak işleri, fotokopi,
makine bakımı vb "insan bakımı"
dışında işlerle görevlendirilmektedirler. Bu durum
mesleğin özerkliğini olumsuz yönde etkilemekte, hemşireliğin
sadece doktor istemlerini uygulayan bir meslek olarak algılanmasına
neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde meslekleşme sürecini
tamamladığı hâlde yukarıda sayılan nedenlerle
ülkemizde meslekleşme istenilen düzeyde değildir.
Hemşirelik mesleğinin önemli sorunlarından biri de
hemşirelik eğitiminde bir standardizasyon bulunmamasıdır.
Ülkemizde hemşirelik eğitimi lisans, ön lisans, açık
öğretim, lise sonrası 18 aylık kurs ve ortaokul sonrası 4
yıllık lise şeklinde beş ayrı düzeyde verilmekte ve bu
farklılık devam etmektedir. Bu heterojenlik mesleği
algılama, mesleki çabaları benimseme, belirli bir gelire sahip olma
gibi özelliklerinden dolayı mesleği olumsuz etkilemektedir.
Eğitim düzeylerinin farklılığı, çalışma
yaşamında yetki ve sorumluluklara yansımıyor.
Hemşirelik, meslek lisesi düzeyinde eğitimle icra edilmesi mümkün
olmayan zengin bir içeriğe sahiptir. Buna rağmen dünyada sadece
Türkiye'de meslek lisesi düzeyinde hemşirelik ataması
yapılmaktadır.
Ülkemizde hemşirelik çalışmalarını düzenleyen
mevzuat incelendiğinde, hemşirelerin çalışma saatleri ve
süresine, özellikle nöbet ve vardiya sistemine ilişkin ciddi
boşluklar ve hak ihlalleri yaşandığı, ihlalleri
önleyici yeterli düzenlemelerin olmadığı ya da etkin denetim
sağlanmadığı görülmektedir. 657 sayılı kanununa
göre, haftalık çalışma süresi 40 saat olarak belirlenmiş
olmasına rağmen, 2368 Sayılı Kanun uyarınca
hemşirelerin çalışma süresi haftada 45 saat olarak
belirlenmiştir. Ayrıca, yönetmelikteki ek bir madde ile hastane
yetkilileri hemşirelerin çalışma saatleri daha da
artırılabilmektedir. Buna rağmen hemşirelerin "fiilî
hizmet süresi zammı" bulunmaması dikkat çeken bir durumdur.
Sağlıkta dönüşüm adıyla yürütülen politikalar,
hemşireleri oldukça olumsuz düzeyde etkilemektedir. Kamusal istihdam
rejiminin çalışanlar aleyhine değişmesi nedeniyle
hemşireler de, ya özel sektörde ya da kamuda yetersiz kadroda, esnek
istihdam ile ucuz işgücü olarak
çalıştırılmaktadırlar. Ülkemizde 200 bin
hemşireye ihtiyaç olduğu bilinmesine rağmen bugün ilgili
sendikaların açıklamalarına göre 30 binin üzerinde hemşire
halen işsizdir. Hemşireler için çok ciddi bir problem olan performans
sistemi sonucunda doktorlar baktıkları hastadan kendileri için
performans ücreti alsalar da hemşireler böyle bir performans ücreti
alamamaktadırlar. Çalışma sürelerinin yoğunluğuna
rağmen maaşları bitirdikleri okul,
çalıştıkları bölüm, istihdam şekilleri gibi kriterlere
göre yoksulluk sınırının çok altında 1100 ve 1400 TL
arasında değişmektedir. Hemşirelerin bir bölümü de
vakıf işçisi statüsünde ya da temizlik firmalarının
taşeronluğunda çok daha düşük ücretlerle iş güvencesiz
çalıştırılmaktadırlar.
Hemşirelerin
yaşadıkları diğer önemli sorunlar olarak: eleman
eksikliği nedeniyle nöbetlerin sıklığı; fazla
çalışma ve angarya; mesleğe cinsiyetçi yaklaşım;
performans uygulaması ile rekabete yönlendirilmeleri; meslek
hastalıkları ve risklerine karşı koruyucu önlemlerin
yetersizliği; meslekte branşlaşma ve uzmanlaşmanın
olmaması, her poliklinik/klinikte çalışmak zorunda
olmaları; işyerlerinin çoğunda kreş, çocuk bakımevi vb
bulunmaması; süt izinlerinden düzenli yararlanamaması; görev ve
sorumluluk yüklerine karşın yetkilerinin olmaması; yoğun
çalışma saatlerinin yanında her ay en az 6 kez 24 saatlik nöbet
tutulması; sürekli fazla mesai yapmak durumunda bırakılması;
hasta yakını şiddetine maruz kalınması; döner sermaye
dağılımında hakkaniyeti sağlayacak ulusal bir sistemin
olmaması vb. sıralamak mümkündür.
Hemşirelik, yukarıda belirtilen sorunlar ve daha pek çok
olumsuz faktörün etkisiyle çok stresli bir meslek niteliğindedir.
Araştırmalar, her beş hemşireden birinin gelecek beş
yıl içinde meslekten ayrılmayı planladığı
sonucunu göstermektedir. Ayrıca yapılan bir diğer araştırma
sonucuna göre; hemşirelerin mesleki doyum sağlama durumlarına
bakıldığında %78,4'ünün meslekten hem maddi hem de manevi
yönden doyum sağlayamadıkları belirtilmiştir.
Tüm bu
açıklamalar ışığında, gece gündüz demeden, normal
saatlerin dışında, normalden uzun süre ve normalden çok daha
fazla çalışmak zorunda olan hemşirelerin sorunlarının
neler olduğunun ve bu sorunlara çözüm yollarının geliştirilmesi
için meclis araştırması açılması önemlidir.
3.- Bingöl Milletvekili
İdris Baluken ve 21 milletvekilinin, Adli Tıp Kurumunun kendi
sorunlarının ve yarattığı sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/423)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanlığına bağlı bulunan Adli Tıp
Kurumu(ATK) Türkiye demokrasisi açısından bir kıyım
noktası olan 12 Eylül 1980 darbesi sonucunda yapılandırma
yaşamıştır. ATK'nin bu yapılandırma sürecinden sonra
bilim üretmekten çok resmî ideoloji aygıtı olarak
çalışması da beraberinde sorunların derinleşmesine ve
yeni sorunların derinleşmesine ve yeni sorunların da türemesine
sebep olmuştur. Hem resmî ideoloji öznesi olarak ATK hem de
yarattığı toplumsal tahribat yoluyla ATK içinden
çıkılmaz sorunların başat kurumu niteliğini
taşımaktadır. Dolayısıyla ATK'nin kendi sorunları
ve yarattığı sorunlar itibarıyla Meclis
araştırması ve devamında gerekli müdahalelerin
yapılması elzem bir durum teşkil etmektedir. Bu elzemliğin
belirlenmesi ve belirlenimlerin ifası amacıyla Anayasa'nın 98.,
TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis
araştırması anılmasını arz ederiz.
1) İdris Baluken (Bingöl)
2) Pervin Buldan (Iğdır)
3) Hasip Kaplan (Şırnak)
4) Sırrı Sakık (Muş)
5) Murat Bozlak (Adana)
6) Halil Aksoy (Ağrı)
7) Ayla Akat (Batman)
8) Hüsamettin Zenderlioğlu (Bitlis)
9) Emine Ayna (Diyarbakır)
10) Nursel Aydoğan (Diyarbakır)
11) Altan Tan (Diyarbakır)
12) Adil Kurt (Hakkâri)
13) Esat Canan (Hakkâri)
14) Sırrı Süreyya Önder (İstanbul)
15) Sebahat Tuncel (İstanbul)
16) Mülkiye Birtane (Kars)
17) Erol Dora (Mardin)
18) Ertuğrul Kürkcü (Mersin)
19) Demir Çelik (Muş)
20) İbrahim Binici (Şanlıurfa)
21) Nazmi Gür (Van)
22) Özdal Üçer (Van)
Gerekçe:
Adli Tıp Kurumu resmî bilirkişilik yapmakla görevlendirilen ve
bunun için kurulmuş bir kurumdur. Bilirkişiliğin yanında,
Adli Tıp Kurumu ülkemiz kamuoyunda infial yaratan kararları ile
sürekli gündemde olan ve tartışılan bir kurumdur. Kendi
örgütlenme ve idari yapısında sıkıntılarla
boğuşan bu kurum, aynı zamanda verdiği kararlarla da
kamuoyunda sıkıntı yaratmaktadır. Adli Tıp Kurumunun
idari yapısının Adalet Bakanlığına
bağlı olarak görev yapması, söz konusu kurumun bilim üretmekten
çok siyasi üretime sebep olduğu kuşkularını gündeme
getirmektedir. Adli Tıp Kurumu şubelerinin de adalet
saraylarında yer alması, fiziksel ve psikolojik yeterlilik konusunda
çok eksiklerinin bulunması da bu kuşkuları güçlendirmektedir.
Adalet saraylarında tıbbi değil hukuksal bir faaliyet
yürütüldüğü de bilinmektedir.
ATK çalışanlarının yüzde 70'ine
yakınının da erkeklerden oluşması ve bu erkek
çalışanlarının özellikle cinsel saldırı
vakalarına karşı toplumsal cinsiyet eğitiminden
geçirilmeden görev yapmaları da hem mesleğin ifası hem de
bilimsel çalışmanın ayaklarını oluşturma
konusunda engel teşkil etmektedir. İdari anlamda her ilimizde ATK
şubelerinin bulunmaması ve İstanbul ATK'de bulunan imkânların
diğer şubelerle uçurum düzeyindeki farkı da sorunları
yeniden üretmektedir.
1980 askerî darbesinin ürünü olan ATK'nin bilimsel raporlar
hazırlamaya çalıştığı, hâkim ve
savcıların birçoğunun da bu kuruma güven
duymadığı kamuoyu çalışmalarınca bilinmektedir.
Bunun yanında resmî ideolojinin sürekli beslediği erkek egemen sistem
kavrayışı üzerinden verilen kararlar da oldukça fazladır.
ATK'nin bugüne kadarki cinsel saldırı raporlarına
baktığımızda erkeklerin yani saldıranların
açıkça korunduğu görülmektedir. Tüm bu zihniyet algılarına
eleştirel yaklaşan ve sorgulayan bazı ATK uzmanları da
haksız fiillere maruz kalmıştır. Yine eleştirel
yaklaşan çevrelerin söylemleri bu haksız fiile uğrama riskinin
yüksek derecede seyrettiğidir.
Tüm bu sorunların temelinde ise
bilimsel kurul olarak çalışmalarını sürdüren bir
kuruluşun siyasi erke bağlı olmasıdır. Dünyanın
çoğu yerinde siyasi erke bağlı olan herhangi bir bilimsel kurul
bulunmamaktadır. Kamuoyu ve meslek örgütleri de bilmektedir ki, ATK'ye
atama yapan bakanlık bilimsel ölçütler kullanmamakta sadece siyasi
tasarruflar üzerinden atama yapmaktadır.
Öncelikle bir yapılanma sorunu bulunan
Adli Tıp Kurumunun hem bu sorununu hem de üstte belirttiğim
sorunlarını önce teşhis ve tedbir sonra ise çözüm yolu
bulunması amacıyla Meclis araştırması gerekmektedir.
BAŞKAN Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve
Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç
Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
VII.-
ÖNERİLER
A)
Siyasi Parti Grubu Önerileri
1.-
MHP Grubunun, insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve
dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren
öğretmenlerimizin geçmişten günümüze hayat standartlarındaki
menfi değişimin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla 3/5/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verdiği Meclis araştırması
önergesinin 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön
görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 22.11.2012
Perşembe günü (bugün) toplanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İç Tüzük'ün 19'uncu maddesi gereğince
Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Şandır
Mersin
MHP Grup Başkan Vekili
Öneri:
3 Mayıs 2012 tarih ve 4776 sayı
ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verdiğimiz "İnsanı şekillendiren, insanın
geleceğini ve dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren
öğretmenlerimizin, geçmişten günümüze hayat standartlarındaki
menfi değişimin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla" verdiğimiz Meclis araştırma önergemizin
22.11.2012 Perşembe günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu önerisinin lehinde ilk söz Ankara Milletvekili Sayın Özcan
Yeniçeriye aittir.
Buyurun Sayın Yeniçeri. (MHP
sıralarından alkışlar)
ÖZCAN
YENİÇERİ (Ankara) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; grubumuzun verdiği araştırma önergesi üzerinde
söz almış buluyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Kuşkusuz -münasip olanı- bugün, 24 Kasım Öğretmenler
Günü -ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin son çalışma günü-
dolayısıyla burada Millî Eğitim Bakanı bulunmalı ve 24
Kasımla ilgili ne yapıldığını ve
öğretmenlerin sorunları ve eğitim sorunlarını burada
konuşmalıydı. Kendisi burada olmadığı,
gelmediği için bizim de grup önerisi vermekten başka
yapabileceğimiz bir yol yoktu.
Atatürkün 24 Kasım 1928 tarihinde, millet mekteplerinin kendisine
verdiği Başöğretmen unvanının kabul edilmesinin
yıl dönümü olan 24 Kasım, 1981 yılından bu yana
Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Bu vesileyle, Türk
milletinin millî ve manevi mimarları olan bütün öğretmenlerimizin 24
Kasım Öğretmenler Gününü kutluyorum.
Bir bilge şöyle der: Bir halkın yönetilmesi güçleşti mi,
o halk çok şey öğrendi demektir. Eğitimi yaymakla bir memleketi
rahata kavuşturacağını sanan kimse yanılmakta ve
memleketini yıkıma sürüklemektedir. Bir memleketin rahatını
sağlamak istiyorsan, halkı cahil bırak. İronik
fütüristler, totaliter sistemleri tasvir ederken onların Savaşa
barış, hürriyete esaret, cehalete kuvvet.
karşılığını verdiklerini söylerler. Umuyorum bu
yüce Mecliste böyle düşünen kimse yoktur. Yine umuyorum ki
arkadaşların tamamı, Türk milletinin en büyük düşmanı
cehalettir, eğitimsizliktir ve her görüldüğü yerde yok edilmelidir.
görüşüne sahip olsunlar.
Sürekli öğrenme ve kendini geliştirme, çağın
dayattığı bir zorunluluktur. Çağı okumanın yolu,
insanlarımızı beşikten mezara kadar sürekli öğrenen,
sürekli kendini geliştiren ve nitelikli hâle gelmek arzusu içinde olan
insanlar hâline getirmekten geçmektedir. Kültürümüz de bunu emretmektedir:
İki gününüz birbirine denk olmayacak. Bugüne dünden başlayan ama
dünü bugüne taşımayan ve her an yeniden doğacak şekilde
kendinizi uyanık tutacaksınız. Sürekli yenilenen, sürekli
öğrenen, sürekli eğitilen, sürekli öğretilen, aynı zamanda
eğiten, öğreten ve öğretilen bir aktör durumunda
olacaksınız. Peki, bunları kim gerçekleştirecek?
Bunları gerçekleştirecek, hiç kuşkusuz ki eğitimcilerdir,
öğretmenlerdir.
Eğitim her şart altında Türkiye için ontolojik bir
sorundur yani varoluşla, ayakta kalmakla ilgili bir sorundur. Hayati önemi
haiz eğitim konusunun en önemli unsuru olan öğretmenlik
mesleğini bu bağlamda ele almak ve irdelemek gerekir. Okul,
öğrenci, veli ve öğretmen eğitim denilen sürecin aktörleridir.
Öğretmenler de bu sürecin en önemli sürükleyici unsurlarıdır. Toplumsal
kalkınmışlık, gelişmişlik, ilerlemiş olmakla
öğretmenlere verilen önem arasında bir paralellik vardır.
Toplumun tamamı şu veya bu ölçüde öğretmenlerin ürünüdür.
Toplumdaki ilerleme ve gelişmeler öğretmenle ilgili olduğu
hâlde, bu ilerlemenin ve gelişmenin sonuçlarından öğretmenin
aynı ölçüde yararlanamamış olması düşünülemez.
Gelişmişlikle öğretmenlerin hayat standartları
arasında doğrusal bir ilişki vardır. Toplumdaki
gelişmişlikle öğretmen gelişmişliği ve
kalkınmışlığı arasında bir
bağlantı yoksa, burada öğretmenlere yapılan bir
haksızlık vardır.
Türkiyede öğretmenler kendi yetiştirdiklerinin ürünü olan
ekonomik hasılanın sonuçlarından hak ettikleri payı
alamamaktadırlar ancak öğretmenlerin hayat standartlarının
istenilen seviyede olamamasının kökenleri çok eskilere gitmektedir.
Öğretmenlerin hayat standartlarını olumsuz etkileyen faktörleri
şöyle sıralamak mümkündür:
Birincisi: Öğretmenlik mesleğinin herkes tarafından
yapılabilecek bir meslek olarak görülmesidir.
İkincisi: Ekonomide az olan değerlidir. anlamına gelen
nedretlik kanunu vardır. Çok olan öğretmen kitlesine bir
iyileştirme yapıldığı zaman rakam fazla
olacağı kaygısıyla maalesef çok sınırlı
iyileştirmeler, mütevazı iyileştirmeler ancak yapılabilmektedir.
Üçüncüsü: Öğretmenleri temsil eden sendikaların gerçek anlamda
pazarlık gücü olan sendikalar olamaması, grev ve toplu pazarlık,
toplu sözleşme hakkını yerine getirememeleridir.
Dördüncüsü: Ülkenin ekonomik ve sosyal şartlarının
iyileşmesi, öğretmenlerin özlük haklarının
iyileştirilmesiyle aynı oranda olmamaktadır.
Beşincisi: Öğretmenlerin maaş ve ücretlerinin, neredeyse,
kamudaki en düşük memur maaşı hâline gelmiş olması ve
bunun da normal görülmesidir. Bakanlık, öğretmenlerin
sorunlarını görmezlikten geliyor. Bakanlık, öğretmenlere
karşı kör, sağır, dilsizdir.
Günümüzde öğretmenlerin karşı karşıya
kaldıkları sorunlardan bazılarına, kısaca temas
etmekte yarar var.
Öğretmenlerin tayin ve görevde yükselmeleriyle ilgili iş
tanımlamaları yoktur bugün. Parçalanan öğretmen aileleri
vardır bugün. 300 bini aşmış, âdeta, sosyal bir sorun
hâline gelmiş, atama bekleyen öğretmen problemi vardır bugün.
Öğrenim özrünün özür grubu dışına
çıkarılması söz konusudur. İl emri uygulaması
kaldırılmıştır. 4/Cli personelin insanlık
dışı çalışma şartlarıyla karşı karşıya
bırakılması söz konusudur. Mesleki teknik eğitimin, buna
bağlı olarak meslek dersi ve teknik öğretmenlerin
yaşadığı sıkıntılar diz boyudur. Ek ders
esaslarının yaşanan sıkıntılara uygun olarak güncellenememesi,
ücretli öğretmen sömürüsünün aynı hızla devam etmesine sebep
olmaktadır.
Nihayet, evlere şenlik 4+4+4 sisteminin öğretmenler üzerinde
yarattığı baskının ortaya
çıkardığı sorunlar vardır. Yeni sistemin yalnızca
sınıf öğretmenleriyle ilgili bölümünde yaklaşık 40
binin üzerinde öğretmen şu anda branş değiştirmiş
ve alan değiştirmişlerdir. Yeni sistem bir kalemde 42 bin
mağdur öğretmen yaratmış; bir anda alan
değiştirenler, yeni alandaki derslere ve müfredata uymak için uyumsuz
ve uykusuz hâle gelmişlerdir. Cumhuriyet tarihinde böylesine beceriksiz ve
hazırlıksız bir alan değişikliği dönemi daha
yaşanmamıştır.
Yaşanan problemlerin büyüklüğüyle orantılı olmayan
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi de başlı
başına sorundur. Yüksek lisans ve doktora yapan öğretmenlerin,
bugün, Bakanlık tarafından önleri kesilmektedir.
Kısa süre içerisinde, en dikkat çekici sorunları sayabildik.
Bize göre bu sorunlardan daha elim ve daha vahimi, gerek Sayın
Başbakanın gerekse Sayın Bakanın öğretmenlerle ilgili
olarak sarf ettikleri sözler ve öğretmenlere karşı
takındıkları tavırlardır. Öğretmenlerin itibar ve
prestijlerinin bizzat yetkililer tarafından rencide edildiği
görülmektedir.
Başbakanın yaptığı bir
değerlendirmede öğretmenlerle diğer memur
karşılaştırmasıdır ve öğretmenlerin aldığı
neredeyse yoksulluk ücretinin diğer memurlara haksızlık
olduğunu söyleyebilmiş olmasıdır.
Millî Eğitim Bakanı ise atanamayan öğretmenleri,
cami avlusunda yem bekleyen kuşlara benzetmiştir.
Bu sözler, üzerinde yorum yapılmayacak kadar vahim
sözlerdir. Öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine bakış
açısı sorunlu olan bir iktidarla bugün Türkiye karşı
karşıyadır.
Şimdi, benden sonra buraya, muhtemelen, bir AK
PARTİli arkadaşımız çıkacak. Bütün kamuoyunun bu
arkadaşımızı dikkatle dinlemesini ve izlemesini rica
ediyorum. Öğretmenlere verilen ücretten bahsederse şöyle diyecektir:
2002 öncesi, belki de 1930 yılından, bugün öğretmenlerin ne
kadar daha fazla ücret öğretmenlerin aldığını
anlatacak, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin ne denli
yüksek olduğundan söz edecek; akıllı tahta, FATİH Projesi, 4+4+4ün
nimetlerinden söz edecektir. Âdeta, öğretmenlerin Lale Devrinde
yaşadıklarını anlatacaklardır. Yapılan
binalardan, açılan okullardan bahis açacak, öğretmenlerin
yıkılan yuvalarından, yok edilen kazanılmış
haklarından ise hiç söz etmeyecektir. Her zaman yaptıkları gibi
önce Başbakana, ardından Bakana ve onun ardından da sorunun
bizzat kaynağı olan Bakanlık bürokrasisine övgü ve methiyeler
düzeceklerdir. Her şeyi en mükemmel biçimde yaptıklarını,
büyük bir enaniyet, kibir, gurur ve övünç içinde anlatacaktır.
Eğitimin ve öğretmenlerin sorunlarının
çözümlerine yönelik muhalefetten gelen hiçbir görüşe itibar etmeyen
talihsiz bir iktidarla karşı karşıyayız. Ama gerçekler
bambaşkadır. Eş durumu tayinleri, ücret, statü sorunlarıyla
öğretmenler, ekonomik sıkıntılarıyla veliler, minik
yaşlarıyla öğrenciler, yetersiz binalarıyla okullar,
karışık hâle gelmiş müfredatıyla idareler bugün
sorunludur Türkiyede. Fiziki yetersizlikleri, moralsiz öğretmenleri,
içeriksiz dersleri, ne yapacağını bilmeyen yöneticileriyle
eğitimde cumhuriyet tarihinin en şaşkın dönemi
yaşanmaktadır. Eğitimin ana sorunları altında ezilen
Bakanlık bürokrasisi, idare maslahat uygulamalarıyla zaman
tüketmektedir. Eğitim bürokratları günü kurtarmaktan, günceli yönetmekten
geleceği düşünemez, öğretmeni hatırlayamaz hâldedirler.
Bakanlık, acımasız, kıyma makinesi gibi tecrübeli bürokrat kıymakla meşguldür. Bakanlıkta en iyiler, en
deneyimliler, en birikimliler, en iyi müşavirler hâline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZCAN YENİÇERİ (Devamla) - Hafızasına ve birikimine
ihanet eden uygulamalarla Türkiye karşı karşıyadır.
Daha da geç kalınması, bu altından kalkılmaz politikayla
Türkiyeyi yüz yüze getirecektir.
Hepinizi, saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Yeniçeri.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz Amasya
Milletvekili Sayın Avni Erdemire aittir.
Buyurun Sayın Erdemir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yirmi yıl eğitimle iç içe yaşamış,
eğitimin değişik kademelerinde çalışmış,
yüzlerce öğretmen yetiştirmiş bir arkadaşınız
olarak hem 24 Kasım Öğretmenler Günüyle ilgili duygularımı
ifade etmek hem de MHP Grubunun vermiş olduğu grup önerisiyle ilgili
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerimin başında insan sevgisi, vatan, millet, bayrak
sevgisi ve büyük Türkiye idealiyle yurdumuzun her köşesinde yılmadan,
usanmadan, onurlu ve gururlu bir mesleğin mensubu olmanın
şuuruyla görev yapan vefakâr ve fedakâr öğretmenlerimizin,
değerli meslektaşlarımın Öğretmenler Gününü
kutluyorum, kendilerini muhabbetle selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, öğretmenlerimiz
bir ülkenin yetiştirdiği kuşaklara hamurunu ve
mayasını katan, yoğuran, onlara ruh ve şekil veren
sanatkârlardır. Ülkemizin geleceği ve başarısı,
çocuklarımızın doğru ve kaliteli eğitim almasına
bağlıdır. Bu manada, öğretmenlerimize her dönemde
olduğu gibi bugün de, yarınlarda da büyük görevler düşmektedir.
Zira, bir ülkenin imarı, yükseliş ve yücelişi ancak ve ancak
insanların yüreklerinin ve zihinlerinin doğru şekilde
imarıyla mümkündür. Bugün şikâyetçi olduğumuz birçok meselenin
temelinde de, çözümünde de en önemli rol, hiç şüphesiz, eğitime
aittir, öğretmene aittir.
Değerli öğretmen arkadaşlarım, unutmayalım, her
başarı, sahibinin ürettiği, bir şaheserdir,
başkasının eserini satın alabiliriz ancak kimsenin
başarısını satın alamayız. Bu sebeple,
başarıyı siz üretiyorsunuz. Yavrularımızı geleceğe
siz hazırlıyorsunuz. Onları bilgi ve sevgi çeşmesinden kana
kana siz içiriyorsunuz. Onları, onların kaderini
fedakârlıklarınızla siz değiştiriyorsunuz.
Yavrularımızı bu ülkenin zirvelerine, ülkemizi o kutlu hedef
olan çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne taşıyacak olan
da yine siz değerli öğretmen
arkadaşlarımızsınız.
Sevgili meslektaşlarım, ülkemiz dünden bugüne büyük
değişimler yaşadı, hızla gelişti. Hiç
şüphesiz, bu gelişim ve değişim sizin ve sizden önce hizmet
veren öğretmenlerimizin eseri. Artık, dil bilen, ekonomiden anlayan,
dünyayı tanıyan gençlerimiz var sayenizde. En önemli stratejik
gücümüz olan bu yavrularımız, Avrupada, Amerikada ihracat için
dünya pazarlarında kendisine yer arıyor artık. Sayenizde,
rekabete açık, dünyayı tanıyan ve dünyayla rekabet edebilecek,
aklı hür, fikri hür, vicdanı hür bir nesil var artık. Biz, büyük
bir milletiz. İnşallah, yetiştirdiğiniz bu nesil Türkiyeyi
medeniyet tasavvurumuza uygun bir şekilde geliştirecek ve atinin
karanlık ufuklarında ülkemiz güneş gibi parlayacaktır. Hiç
şüphesiz, bu muazzam başarı da yine sizin eseriniz
olacaktır.
Değerli öğretmen arkadaşlarım, sizlerin elbette Lale
Devri yaşadığınızı söylemiyoruz.
Başarılı bir eğitim için, yüksek bir moralle
mesleğinizi icra etmenin ne kadar önemli olduğunu da biliyoruz.
Hükûmetimiz, iktidar olduğumuz günden beri bu şuurla, devletimizin
imkânları ölçüsünde, eğitim alanında önemli atılımlar
gerçekleştirdi. Bütçeden en büyük pay eğitime ayrıldı,
okullarımızda fiziki iyileştirmeler gerçekleştirildi,
Edirneden Karsa kadar okullarımız bilgisayar laboratuvarlarıyla
donatıldı, yeni yurt binaları yapıldı,
okullarımız akıllı tahtalarla donatıldı, kitaplar
ücretsiz dağıtıldı. Bunları defalarca söyledik, yine
de söylemeye devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, öğretmenin hayatları
değiştiren, kapıları açan, sınırları
aşan, toplumları oluşturan, umut ve fırsatlar sunan yüce gücüne
elbette inanıyoruz. Yine biz inanıyoruz ki öğretmenlerimizin
yaptığı işin kıymetini ölçebilecek hiçbir değer
yoktur. Onlara hangi maddi imkânları sunarsak mutlaka azdır ancak
-diğer ücretlilerde olduğu gibi- hiçbir kimse ama hiçbir kimse
öğretmenin alım gücünün devraldığımız
Türkiyeden, 2002 şartlarından daha kötü olduğunu bugün söylemez.
Ancak, değişen nedir? Değişen refah düzeyidir,
hayatımıza giren yeni harcamalardır. Bakın, 2003ten
2012ye 367 bin öğretmenin ataması yapıldı AK PARTİ
iktidarlarında. Bugün çalışan öğretmenlerimizin neredeyse
yarısından fazlası AK PARTİ İktidarı döneminde
atandı. 9uncu derecenin 1inci kademesinde olan bir öğretmenin
2002de 470 lira olan maaşı 2012de, bugün 1.769 liraya yükseldi.
Göreve yeni başlayan bir öğretmenin eline 2002de ek ders ücretiyle
birlikte 635 Türk lirası geçiyordu, bugün -evet, 2012nin ikinci
yarısında, bugün- yüzde 258 artışla 2.276 lira geçmektedir.
Evet, 2002de 9a 1de görev yapan, 470 Türk lirası maaş alan bir
öğretmenimiz maaşıyla o gün 287 dolar alabilmekteydi, bugün
aynı derece ve kademedeki bir öğretmen 1.769 lira maaşıyla
yaklaşık bin dolara yakın para alabilmektedir. Evet,
unutmayalım, devraldığımız Türkiyedeki öğretmenin
maaşı 287 dolar iken, bugün bin dolara
yaklaşmıştır. Yeter mi? Elbette yetmez diyoruz;
öğretmenlerimiz daha güzeline, daha iyisine layık.
Değerli
arkadaşlar, her şeyden önemlisi de öğretmen ataması ve
tayinlerinde objektif kriterler getirildi. Artık yıllarca köylerde
çalışıp şehir merkezine gelmeden emekli olan öğretmenler
devri kapandı. Şükürler olsun, bugün öğretmenlerimizin tayinleri
ve nakilleri, şeffaf bir şekilde, puan üstünlüğüne göre
yapılıyor. Nakillerde herkes tercihini yapıyor,
öğretmenlerimiz hangi okulda, kaçıncı sırada olduğunu
takip edebiliyor. Öğretmenlerimiz artık tayinlerde siyasi tavassut
peşinde koşmuyor.
Elbette
eğitim sistemimizin sorunları tamamen çözüldü, öğretmenlerimizin
beklentileri tamamen karşılandı demiyoruz ancak şunu
diyoruz ki on yıllık iktidarımızda ülkemizin bütçe
imkânları en iyi şekilde değerlendirildi,
yapılabileceklerin azamisi yapıldı. İnşallah ülkemiz
eğitimde yapılan bu hamlelerin
karşılığını alacak, ülkemiz geliştikçe
öğretmenlerimizin imkânları da daha iyiye doğru
gelişecektir. Elbette öğretmenlerimizin sorunları var, bunun farkındayız
ama unutmayalım ki bütün sorunların çözümü, üretmektir,
verimliliktir, ihracattır, pastayı büyütmektir.
Değerli
öğretmen arkadaşlarım, sizlerin hangi şartlar altında
çalıştığınızı biliyoruz. Anadolunun
kuş uçmaz kervan geçmez köylerinde, kentlerinde, varoşlarında
kendi kendine açıp solan çiçekler kalmasın diye öğrencilerinize
ömrünüzü, sevginizi, yüreğinizi veriyorsunuz. Bilginiz ve sevginizle
yüreğinizde şekillendirdiğiniz öğrencilerinizin sıcak
ve samimi tebessümü, merhabası, öğretmenim demesiyle
mutlulukların en güzelini yaşıyorsunuz. Hiç şüphesiz,
sizler her şeyin en iyisine, en güzeline layıksınız.
Verilecek hiçbir maddi değer, para, pul sizlerin emeklerinizin
karşılığı olmamıştır,
olamayacaktır çünkü sizlerin öğrencilerinize vereceğiniz yüce
değerleri karşılayabilecek maddi bir değer de yoktur. Bu
vesileyle hizmetlerinizden dolayı hepinize sonsuz teşekkürler
ediyorum. Ömürlerini bu onurlu görevle geçirmiş olan emekli
öğretmenlerimize ve bütün çalışan öğretmenlerimize
sevdikleriyle birlikte sağlık ve afiyet dolu günler diliyorum.
Başta şehit öğretmenlerimiz ve Başöğretmenimiz Atatürk
olmak üzere ebediyete uğurladığımız bütün
meslektaşlarımızı rahmet ve minnetle anıyorum.
Öğretmenlerimizi ve yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum, Öğretmenler Günümüzü şimdiden kutluyorum,
saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Erdemir.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin lehinde son söz Sinop Milletvekili Sayın
Engin Altaya aittir.
Buyurun Sayın Altay. (CHP sıralarından
alkışlar)
ENGİN ALTAY (Sinop) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP grup önerisi
lehinde söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle Büyük Atatürkün Başöğretmenlik payesini
kabulünün -24 Kasım kabul tarihidir onun, bu karar 11 Kasımda
alınmıştır- yıl dönümünün 24 Kasım Türkiye
Öğretmenler Günü olması, 12 Eylül ihtilalinin, Türkiyeye
verdiği bu kadar tahribatın yanında yaptığı iki
şeyden birisidir. Bir taksimetre uygulaması vardır -rahmetli
Aziz Nesinin böyle bir şeyi vardır- bir de budur.
Ancak, biraz önce iktidar sözcüsü Sayın Avni Erdemiri dinlerken
ben herhâlde başka bir dünyada ya da başka bir ülkede
yaşıyorum zannettim. Öğretmenlerin içinde bulunduğu hâl ile
ilgili öyle bir pembe tablo çizdi ki, yani ya bende ve Türkiye'nin bütün
öğretmenlerinde bir gariplik var ya Sayın Erdemirde yirmi yıl
öğretmenlik yaptıktan sonra bambaşka bir ruh hâli var.
Sayın Erdemir, bol bol dolardan bahsettiniz. Siz,
öğretmenlerin doların şeklini unuttuğundan herhâlde
haberdar değilsiniz. Öğretmen karnını doyurdu da mı
dolar alacak, Benim maaşım dolar bazında eksiden şuydu,
şimdi bu. diyecek. TLden atılan sıfırlardan da haberiniz
yok galiba ki, yani, On yıl önceki öğretmen maaşı 200
dolar, şimdi bin dolar. diyorsunuz, neyse.
Şimdi,
cumartesi günü, 24 Kasımda başta Sayın Cumhurbaşkanı,
Sayın Başbakan, bütün siyasetçiler öğretmenlerle ilgili güzel
şeyler söyleyecekler. Bir kere şunu söyleyeyim elinden tebeşiri
bırakıp buraya gelmiş biri olarak: Öğretmenler artık
bu vıcık vıcık hamasetten nefret ediyor. Ve farkında
mısınız ki öğretmenler 24 Kasımı kutlamamak,
protesto etmek gibi bir genel eğilim içindedir? Ve bu arada 5 Ekim Dünya
Öğretmenler Gününü de yok saymamak lazım, o uluslararası bir
boyuttur ama 24 Kasım bizim için elbette değerlidir ve önemlidir.
Buraya
geldiğim günden beri, ben, sizin öğretmenler için verdiğiniz
hiçbir sözü tuttuğunuza şahit olmadım. Buraya geldiğim
günden beri, ben, sizin eğitim adına söylediğiniz, millete
verdiğiniz bütün yanlış bilgileri müteaddit defalar çürüttüm ama
siz ısrarla, özellikle eğitim konusunda burada ve çeşitli
açılış, toplantılarda kendinizin de
inanmadığı pembe tablolar çizerek kimi
kandırıyorsunuz, bunu anlamak mümkün değil. Hepinize
öğretmenleriniz ilk önce yalan söylememeyi öğretmiştir, tavsiye
etmiştir, telkin etmiştir.
Şimdi,
bu, gösteriş ve debdebeli kutlamalar istemiyoruz. Okullarda en
yakışıklı öğretmen, en güzel giyinen bayan
öğretmenlerin ellerine birer çiçek alıp kaymakamlara, valilere,
buraya, Millî Eğitim Bakanlığına gelmelerini istemiyoruz.
Kaymakam, vali gitsin öğretmenin ayağına. Fatih Sultan
Mehmetten bari örnek alsınlar biraz. Bunu önce Sayın Başbakan
yapmalı tabii.
Şimdi,
öğretmenlere 2011de eşit işe eşit ücretle ilgili bir kanun
hükmünde kararname çıkardınız, bütün memurlara iyileştirme
yaptınız. Sayın Erdemir, öğretmenleri niye muaf tuttunuz,
niye, bu, eşit işe eşit ücret konusunda, iyileştirme
konusunda öğretmenleri yok hükmünde saydınız?
18inci Millî Eğitim Şûrasıyla yatıp
kalktınız ve 4+4+4e de oradan atıfta bulundunuz. 18inci Millî
Eğitim Şûrasında alınan bir tavsiye kararı var, 24
Kasımda bir maaş ikramiye. Niye bunu tatbik etmiyorsunuz?
Başbakanın müteaddit defalar verdiği sözler var; ek ders.
18inci Millî Eğitim Şûrasında da 12 bin lira olması
tavsiye edildi. Sizin de 10 bin lira sözünüz var. Ek ders kaç lira şimdi,
haberiniz var mı?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Nereden haberleri olacak?
ENGİN ALTAY (Devamla) - Siyasetçi verdiği sözü tutmalı
önce. Söz verdiğinizde 7,2ydi, şimdi 8,1. Verilmiş bir söz var.
Bir ülkenin Başbakanının verdiği söze güvenmeyecekse bu
millet, kime güvenecek, neye güvenecek, anlamak mümkün değil.
Öğretmen maaşlarında yanlış bilgi verdiniz.
Bugün 2.100 liradır bir uzman öğretmenin maaşı. On dokuz
yıllık bir öğretmenin eline geçen net maaş 2.100
liradır. 2.200 küsuru nereden buldunuz, ben anlamadım. Ortalama
öğretmen maaşı da 1.700 liradır.
Buradan öğretmenlerden özür dileyerek söylüyorum,
maaşlarımız ne kadar? 12 bin lira, 12 bin küsur lira. Bu hak
mı, bu reva mı? Bu reva değil, bu hak değil, bu hak
değil.
MURAT GÖKTÜRK (Nevşehir) Şov yapma!
ENGİN ALTAY (Devamla) - Şimdi, Sayın Erdemir Atamalarda,
tayinlerde objektiflik var. diyorsunuz. Ya, 158.922 öğretmen tayin
istedi, haberiniz var mı? Bu ne demek? 600 bin, 700 bin öğretmenimizin
158 bini mutsuz, hoşnutsuz, umutsuz okul ortamından, bulunduğu
yaşam koşullarından, tayin istiyor, kimisi köye geri gitmek
istiyor. Yani çizdiğiniz tablo bendeki ve Türkiyedeki, Devlet
İstatistik Enstitüsündeki rakamlarla taban tabana zıt.
Şimdi, Millî Eğitim Bakanı Öğretmenin
maaşı artınca öğretmen mutlu olmayacak, öğretmenin
asıl sorunu sistem içerisinde itibar sorunudur. Öğretmenin asli
sorunları çözülmedikçe maaş artışı tek
başına öğretmeni mutlu etmeyecek. dedi ve aynı Millî
Eğitim Bakanı İyi ki benim çocuklarım memur değil.
dedi. İyi ki çocuğum memur değil. diyen bir Millî Eğitim
Bakanı, öğretmenin hangi sorununu çözecek? Ayıptır,
günahtır! Böyle bir şey olabilir mi? Ve öğretmen
adayını, yani bana göre öğretmeni -biraz önce MHP Sözcüsü Özcan
Beyde söyledi- yem bekleyen bir hayvana benzeten bir Millî Eğitim
Bakanının yönettiği, Millî Eğitim
Bakanlığını yönettiği bir sistemde öğretmenler
gün kutlayacak, bundan utanç duyuyorum ve eş durumu tayinleri için de
Sivasın doğusuna gitmek isteyen karı-kocayı
birleştiririm. diyen bir Millî Eğitim Bakanının
yönettiği Millî Eğitim Bakanlığı içerisindeyiz.
Norm fazlası olmayacak. dedi. Millî Eğitim Bakanı.
Temelsiz, bilimsel gerekçelerden uzak branş değişiklikleri
yaptı. 17.333 sınıf öğretmeni norm fazlası, 42 bin
sınıf öğretmeni de branş değiştirdiği hâlde.
Şu anda da, Millî Eğitim Bakanlığında 29 bin boş
kadro var, boş, hazır. Yeni kadro ihdasına gerek yok. Niye
bunlara şubatta bir atama yapılması düşünülmemektedir?
Niye, madem, iktidar partisi adına konuşan sözcü, bu kürsüden 250 bin
kişiyi ilgilendiren, ataması yapılmayan öğretmenlerle
ilgili böyle bir müjdeyi vererek bu kürsüden ayrılmadı? Merak
ediyorum. Kaldı ki, şu anda, 120 bin açık ihtiyaç olduğu
Millî Eğitimin resmî kaynaklarında mevcut. Ayıptır, bir
işe yaramıyorsunuz, öğretmenlerle bari dalga geçmeyin.
Ücretli öğretmenlik diye bir sistemden
Eskiden sözleşmeli,
kısmi zamanlı, üst öğretici, şu bu vardı. Bunlar bir
temizlendi, Herhâlde iyi. dedik. Şimdi, daha beteri, beterin beteri var,
ücretli öğretmenlik diye bir şey çıkardınız ve
Türkiyede, 63.821 tane ücretli öğretmen var.
Sayın milletvekilleri, bu ücretli öğretmenlerin geliri nedir
biliyor musunuz? Kimisi haftada üç saat derse girer, kimisi on saat, kimisi
otuz saat. Saat çarpı sekiz lira, saat çarpı sekiz lira. Yani bu tam
bir kölelik, tam bir sefalet ücretidir, bu bir ayıptır. Bunu çözmeden
sizin başka bir şeyle meşgul olmak gibi bir şeyiniz
olabilir mi?
Arkadaşlar, eğitimin odağı, öğretmendir.
Eğitim, moral ve motivasyondur. Nitelikli eğitim, büyüme ve
kalkınmanın altın anahtarıdır. Bakın ben size bir
örnek vereyim: İngilterede Başbakana soruyorlar Sayın Bakan,
öğretmenler haftada on beş saat çalışıyor fakat
doktorlarla aynı maaşı alıyorlar. diye. Bakan bilimsel bir
araştırma yaptırıyor ve sonuç şu: Öğretmenin
sınıftaki bir saatlik dersi diğer çalışanların üç
saatlik çalışmasına bedel. Bunu niye dikkate almıyorsunuz?
OECD ortalamasında en çok çalışan Türkiye öğretmenleridir
ama siz öğretmen sendikasını terörist ilan ederek işin
içinden çıkıveriyorsunuz.
Şimdi okullara bir sürü güvenlik elemanı
alacaksınız. Ayıptır ya. Bu bile başlı
başına bir rezalettir. Okul huzur ve güven ortamının en
yaygın hissedildiği yer olması gerekirken, siz okul
kapılarına özel güvenlikçi dikerek yandaşlarınıza güya
iş sağlayacaksınız. Bu devletin polisi nerede? Devletin
polisi Parasız eğitim istiyorum diyen öğretmeni
coplayacağına gitse de okulun önündeki uyuşturucu taciriyle
uğraşsa ya. Böyle bir anlayış olabilir mi?
Nerede FATİH Projesi? Ne oldu FATİH Projesine?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ERSOY (Sinop) - Geliyor, geliyor.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bitti mi?
BAŞKAN Bitti.
ENGİN ALTAY (Devamla) - Bir gidin, bir okullara gidin
MEHMET ERSOY (Sinop) - Devam et.
ENGİN ALTAY (Devamla) Ben devam edersem
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Altay.
ENGİN ALTAY (Devamla) Bu vesileyle, her şeye rağmen
yüce Mecliste öğretmenlerimizin gününü kutluyor ancak onlardan,
onların içinde bulunduğu hâlden sorumlu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bir üyesi olarak da özür diliyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Öğretmenlerimizle dalga
geçiyorsunuz. diyerek konuşmamı
BAŞKAN Buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Hadi, başlattık hayırlısıyla, buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Amasya Milletvekili
Avni Erdemirin, Sinop Milletvekili Engin Altayın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
AVNİ ERDEMİR (Amasya) Yok, üslubumu bozmayacağım
Sayın Başkanım çünkü öğretmenlerimiz bize üslubumuzun
nasıl olması gerektiğini de öğretti. Onun için, biz onlara
layık olmaya çalışacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabii, biz konuşmamızda öğretmenlerimizin
ücretinin yeterli olduğunu söylemedik ama şunu söyledik:
Devraldığımız Türkiyedeki ücretle bugünü mukayese ettik.
Alım gücü bakımından, gelin bu kürsüye, deyin ki: Şu
noktalarda öğretmenin alım gücü 2002den daha kötüdür.
Ben bir dolar örneği verdim. Öyle sıfır atmayla falan
alakası yoktur doların, eğer matematik bilirseniz. Değerli
arkadaşlar, diyorum ki: O gün öğretmen, maaşıyla 287 dolar
alabiliyordu. 9a 1 öğretmen, rakamları da yanlış
söylemedim, 9a 1 öğretmen 1.700 küsur maaş alıyor. dedim ve o
öğretmen maaşıyla o gün 287 dolar alabiliyordu, bugün bin dolara
yakın alıyor.
ENGİN ALTAY (Sinop) Kaç kilo et alıyordu, onu söyle.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Kaç kilo et alıyordu?
Bakın, yanımda, 2011 son rakamlarını söylüyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Kaç tane altın alıyordu mesela, kaç
kilo et alıyordu?
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen!
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Evet, bütün rakamları
söylüyorum. 2002de 470 lira maaşıyla 475 kilo ekmek alırken,
2011de, evet, 707 kilo; 475ten 707 kilo...
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Ekmek demiyoruz Avni Bey.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Evet, Et dediniz, eti
alıyorum. Evet,
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sen ne kadar ekmek alıyorsun, onu söyle.
Kendin ne kadar ekmek alıyorsun?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Ya
danayı kasapta görüyor, ne eti! Kurban Bayramında fitre alıyor.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Evet,
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Danayı kasapta görüyor, kasapta.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, lütfen!
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Bunu şunun için söylemiyorum
arkadaşlar: Öğretmenlerimizin maaşı yeterlidir.
demiyorum.
ENGİN ALTAN (Sinop) Elinden tutan var mı, versene.
AVNİ ERDEMİR (Devamla) Öğretmenlerimiz daha güzeline
layık, daha iyisine layık diyorum ama onu da yapacak AK PARTİ
İktidarıdır, bundan emin olunuz diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Öğretmenler ramazanlarda fitre alır
hâle gelmiş.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
1.- MHP Grubunun,
insanı şekillendiren, insanın geleceğini ve
dolayısıyla toplumun geleceğini yönlendiren
öğretmenlerimizin geçmişten günümüze hayat standartlarındaki
menfi değişimin sebepleri ve sonuçlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla 3/5/2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına verdiği Meclis araştırması
önergesinin 22/11/2012 Perşembe günü Genel Kurulda okunarak ön
görüşmelerinin aynı birleşiminde yapılmasına
ilişkin önerisi (Devam)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son
söz İstanbul Milletvekili Sayın Tülay Kaynarcaya aittir.
Buyurun Sayın Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi grup önerisi aleyhine
söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekillerimiz, sözüme başlamadan önce, bugün 24 Kasım
Öğretmenler Günü. Yurdumuzun her noktasında, Türkiyenin her
noktasında fedakârca emek veren, nesilleri yetiştiren değerli
öğretmenlerimizi saygıyla buradan da selamlamak istiyor,
Öğretmen Gününü kutluyorum.
Mustafa Kemal Atatürkün millî mektepleri açtığı gün 24
Kasım -ve yine başöğretmenliği kabul ettiği 1928
Kasımında
- Atatürkün 100üncü doğum günü olan 1981
yılından itibaren Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya devam
edildi. O günden bu yana da 24 Kasım Öğretmenler Günü
kutlanıyor.
Öğretmenlerimizin yeni nesilleri en iyi şekilde
yetiştirebilmesi için gösterdikleri çaba her türlü takdirin üzerinde,
bunun altını özellikle çizmek istiyorum ama iktidarımız da
çabasını, elbette imkânlar ölçüsünde öğretmenlerimizin mutlu
olması, yaptıkları fedakârlığın gerçek
değerini bulması adına yapmaktadır.
Bir öğretmen kızı olarak bunu özellikle belirtmek
istiyorum; çünkü öğretmenim, ilkokul öğretmenim sevgili babamdı
ve öğretmen kızı olarak, bir öğretmenin onurlu bir
şekilde görev yapması ve fedakârlıklarının her
ölçüsüne şahitlik ve tanıklık etmiş olarak, tüm
öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü yine tebrik ediyor ve
mesleğin onuru ve itibarını kazanan da, kazandıran da bu
fedakârlıktır demek istiyorum.
Aslında, az önceki Hatip Başbakanımız sözünü
tutmadı. dedi.
ENGİN ALTAY (Sinop) Doğru.
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) Doğru söylemedi, çünkü 2002
yılı 2012 yılları arasında, sadece bu zaman dilimi
içerisinde alınan öğretmen sayısı 367 bin, atanamayan
öğretmenlerle ilgili dile getirdiğimde.
ENGİN ALTAY (Sinop) Emekli olanlardan haberiniz var mı?
TÜLAY KAYNARCA (Devamla) 367 bin ve sadece bu yıl, sadece bu
yıl alınan öğretmen ise 50 bini aştı.
Dolayısıyla, az önce de ifade ettim, ihtiyaçlar ve imkânlar ölçüsünde
bu konuda yapılmak istenenlerin en iyi şekilde gereği
yapılıyor diye inanıyor ve bunu belirtiyorum.
Diğer taraftan, Saygıdeğer Milletvekilimiz, Amasya
Milletvekilimiz hem rakamla hem diğer ölçülerle ilgili gerekli bilgileri
verdi, tekrara girmeyeceğim.
Bugün uluslararası sözleşmeler gündemimizde, planımızda
vardı. Bugünkü gündemde uluslararası sözleşmelerin gerek
ticaretimiz gerek ekonomimiz için değerini de, önemini de ifade ederek,
gündemimize bunu taşımayı arzu ettiğimizi İfade
ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisine de bu nedenle olumsuz
baktığımızı ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Kaynarca.
Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisini oylarınıza
sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler
.
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.25
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.39
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
----------0----------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 28inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine
göre verilmiş önerisinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı.
Şimdi, öneriyi yeniden oylarınıza sunacağım ve
karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler
Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir, karar yeter
sayısı vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre
verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
2.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili
Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda
yarattığı ayrışma ve travmanın tüm
boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli
önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi
için acil olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi
amacıyla
22/112012
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 22.11.2012 Perşembe günü (Bugün)
toplanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisinin
İç Tüzükün 19uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim.
Emine
Ülker Tarhan
Ankara
Grup
Başkanvekili
Öneri
İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili
Aykan Erdemir ve 19 Milletvekili tarafından, 21.11.2012 tarihinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Nefret
suçlarında yaşanan artışın ve nefret
suçlarının toplumda yarattığı ayrışma ve travmanın
tüm boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik
gerekli önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının
önlenmesi için acil olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit
edilmesi" amacıyla verilmiş olan Meclis Araştırma
Önergesinin (584 sıra nolu), Genel Kurul'un bilgisine sunulmak üzere
bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 22.11.2012 Perşembe
günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve görüşmelerinin
aynı tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde ilk söz
Bursa Milletvekili Sayın Aykan Erdemire aittir.
Buyurun Sayın Erdemir. (CHP sıralarından
alkışlar)
AYKAN ERDEMİR (Bursa) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Nefret Suçlarıyla Mücadele Haftasında Cumhuriyet
Halk Partisi grup önerisi lehinde söz aldım. Yüce Meclisi, televizyon ve
bilgisayar ekranları başında bizleri izleyen
halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Nefret söyleminin yaygınlaşması ve nefret
suçlarının artması, kuşkusuz Mecliste grubu bulunan dört
partimizin de ortak kaygısıdır. Ülkemizde pek çok kişi
inancı, etnik kimliği, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği
yüzünden şiddete maruz kalmakta, yaralanmakta ya da hayatını
kaybetmektedir.
Madımak katliamı, Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti,
Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Selendide Roman yurttaşlara,
Sürgüde Alevi yurttaşlara, Dalyan ve Altınovada Kürt
yurttaşlara yönelik saldırılar, ülke çapındaki LGBT
cinayetleri ve benzeri nefret temelli şiddet örnekleri hepimizin
vicdanını yaralamaktadır.
Bu nefret suçları, bir arada yaşama irademizi tehdit eden
derin toplumsal yaralar açmış ve yurttaşlarımızın
adalete olan güvenini sarsmıştır. Sevindirici olan şudur
ki: Nefret suçlarındaki bu endişe verici artış toplumumuzun
duyarlı kesimlerinin harekete geçmesine neden olmuştur. Bu alana
yönelik yasal düzenleme talepleri sıklıkla dile getirilmektedir.
Yaklaşık yetmiş sivil toplum girişimini bir araya getiren
Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu tarafından kaleme
alınan nefret suçları yasa taslağı bu talebin en somut
ifadesidir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Müslümanların
Masumiyeti filminin yarattığı tartışmalar ve filme
gösterilen tepkilerin ardından İslamofobi ve nefret suçu
yasası talebini dile getirmiştir. Geniş toplum kesimlerince
üzerinde mutabakat sağlanan ve ısrarlı biçimde dile getirilen bu
talebe Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak duyarsız
kalmayacağımıza inanıyorum.
Değerli milletvekilleri, nefret suçlarının bireyler ve
toplum üzerinde olumsuz etkileri vardır. Nefret suçları
mağdurlarının yaşadıkları topluma
bağlılıkları sarsılır, kişilikleri
örselenir; mağdurlarda derin ve kalıcı psikolojik travma yaratır;
mağdur, kendisini nefret suçu tarafından dayatılan kimlik
dışında göremez hâle gelir. Dayatılan kimlik nedeniyle
ötekileştirilen ve saldırıya uğrayan kimse, artık
toplumla ilişkisini bu dışlanmışlık üzerinden
kurmaya mahkûm edilir. Mağdurların hissettikleri
dışlanmışlık karşılıklı bir
paranoyayı besler. Taraflar birbirlerine karşı ön yargı ve
peşin hüküm geliştirirler. Nefret suçlarının toplumsal
ayrıştırıcı ve bölücü etkisi bu yolla perçinlenir.
Kısacası, nefret suçları bir arada yaşamı tahrip eder.
Değerli milletvekilleri, nefret suçları uluslararası
toplumun da kaygıyla izlediği bir olgudur. Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi, nefret söylemini Hoşgörüsüzlük temeline dayalı,
yabancı düşmanlığını, ırkçı nefreti,
antisemitizmi ve diğer nefret biçimlerini yayan, kışkırtan,
öven ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi. olarak
tanımlamaktadır. Nefret söyleminin kaçınılmaz
sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan nefret suçları ise Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından
gerçek veya hissedilen ırk, ulusal ya da etnik köken, dil, renk, din,
cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik ve cinsel yönelim
temelinde işlenen suçları
kapsayacak şekilde tanımlanmaktadır.
Nefret suçları, taşıdıkları iki özellikle
diğer tüm suçlardan farklıdır. Nefret suçlarının ilk
özelliği, suçun nefret saikiyle işlenmesidir. Saldırgan,
hedefini çoğunlukla hedefinin derisinin rengi, ırkı, dini, milliyeti,
engelli olma durumu, cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği gibi nedenler
temelinde belirler. Bu hedef, bazen bir insan, bazen bir kurum ya da ibadethane
olabilir.
Nefret suçunun ikinci özelliği ise mağdurun mensubu
olduğu topluluk üzerinde bıraktığı etkidir. Nefret
suçlarında iki farklı hedef ve dolayısıyla da iki
farklı mağdur vardır: Saldırıya uğrayan kişi
ve onun ait olduğu topluluk. Örneğin, cami veya cemevi gibi bir
ibadethane hedef alındığında, o ibadethanenin mensubu olan
cemaat de hedef alınmış olur. Cemaatin mensupları
baskı ve endişeyi nefret suçuna doğrudan hedef olan mağdur
kadar duyumsar.
Devletin nefret suçlarıyla etkin şekilde mücadele edebilmesi
için, sorunun boyutunu ve toplum açısından oluşturduğu
tehditleri doğru belirlemesi gerekmektedir. Nefret söylemi ve nefret
suçlarının önlenmesi için, suça ilişkin verilerin resmî
makamlarca toplanması ve bu bilgilerin kamuoyuyla düzenli olarak
paylaşılması büyük önem taşımaktadır.
Nefret suçlarının kayıt altına alınarak
kamuoyuyla paylaşılması gerekmektedir. Bu doğrultuda
yürütülecek çalışmalar nefret suçları konusunda toplumsal
duyarlılık geliştirilmesini sağlayacaktır. Mağdur
kesimlerle toplumun diğer kesimleri arasında dayanışma
ilişkileri kurulmasına katkı sağlayacaktır.
Türkiye gibi nefret suçlarına yönelik resmî olarak veri toplanmayan
ve kamuoyuyla paylaşılmayan ülkelerde sivil toplumun çabalarıyla
elde edilen sınırlı veriler, sorunun görünür
kılınması için ancak kısmi bir katkı
sağlayabilmektedir. Farklı sivil toplum kuruluşlarının
bu yöndeki çalışmaları, Türkiyede işlenen nefret
suçlarında kayda değer bir artış olduğunu
göstermektedir.
Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında nefret suçları konusunda
yasal mevzuata sahip olmayan ender ülkelerden biridir. Birçok ülkede nefret
suçları doğrudan ya da dolaylı olarak, belli oranda ve bazı
suç tiplerinde hukuk içerisinde kendine önemli yer bulmuş durumdadır.
Oysa ülkemizde nefret suçları suç türleri kapsamında yer
almamaktadır. Nefret suçları kapsamında
değerlendirilebilecek çok az sayıda suç için nefret saiki
ağırlaştırıcı neden olabilmektedir.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi
uluslararası kuruluşlar ve Türkiyenin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerin denetim organları, bugüne kadar,
Türkiye hakkında çok sayıda tavsiye kararı yayımlamıştır.
Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa
Komisyonu ve Birleşmiş Milletler Irk
Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılması Komitesi tarafından hazırlanan Türkiye
raporlarında, hükûmetin nefret suçlarıyla mücadele için gerekli acil
adımları atması tavsiye edilmektedir. Irkçılık ve
Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, 2002
yılında, aralarında Türkiyenin de bulunduğu 47 Avrupa
Konseyi üyesi ülkeyi, ırkçılık ve ırk
ayrımcılığına karşı mücadele amacıyla,
ulusal mevzuatlarında ırkçı saiklerle işlenen suçlara
verilen cezaları ağırlaştırıcı yönde
düzenlemeler yapmaları konusunda teşvik etmiştir. Ayrıca,
2007 yılında yayımladığı bir politika tavsiye
belgesiyle bu tür olayların daha iyi rapor edilmesini önermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı kararları da
şiddet içeren vakalarda olası ırkçı saiklerin incelenmesini
ve saldırganların yargılanmasını teşvik
etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde tanınan hak
ve özgürlükler için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru
yapılması mümkündür ancak Türkiye Her Türlü Irk Ayrımcılığının
Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeye
taraf olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Irk
Ayrımcılığının Ortadan
Kaldırılması Komitesine başvuru usulünü
tanımadığı için Komiteye bireysel başvuru hâlâ
yapılamamaktadır. Tavsiye kararlarında nefret suçları
konusunda kapsamlı, orantılı, caydırıcı ve sadece
ceza hukukunu değil, medeni hukuk ve idare hukukunu da kapsayan yasal
düzenlemelerin kabul edilmesi gerekliliği de vurgulanmaktadır.
2012 Avrupa Birliği İlerleme Raporu Türkiyenin Avrupa
Konseyinin tavsiyesine uygun olarak nefret söylemi ve nefret suçlarına
ilişkin mevzuatın düzenlenmesi yönünde ilerleme kaydetmediğini
açıkça belirtmiştir. Rapor, Türkiyede azınlıklara
karşı bir hoşgörüsüzlük kültürünün mevcut olduğunun
altını çizmektedir; televizyon dizileri ve filmler da dâhil olmak
üzere, medya da yer alan antisemitizim ve nefret söyleminin
cezalandırılmadığını belirtmektedir. Ayrıca,
medya tarafından yapılanlar da dâhil olmak üzere, nefretin tahrik
edilmesinin etkin bir şekilde kovuşturulmadığı
vurgulanmaktadır.
Günümüzde,
devletin önemli bir varlık nedeni ve meşruiyet kaynağı
bireylerin ve toplulukların temel hak ve özgürlüklerini kullanabilecekleri
özgürlükçü ortamı sağlamak ve güvence altına almaktır.
Devlet ırk, milliyet, etnik köken, soy, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet
kimliği, din, inanç veya inançsızlık, siyasi ve felsefi
düşünce ve görüşler ve bireysel yaşam tercihleri
karşısında tarafsız olmalıdır. Devlet, her bir
bireyi-sahip olduğu bütün kimliklerden bağımsız olarak- yok
edilmez ve devredilemez haklara sahip, eşit yurttaşlar olarak
görmeli, ayrımcı yaklaşım ve uygulamalardan
arınmalıdır.
Bu duygu ve
düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, nefret
suçlarına ilişkin farkındalık yaratmak ve
kapsayıcı bir yasal düzenlemeyi bir an önce hayata geçirmek
noktasında tüm vekillerimizin gereken hassasiyeti göstereceğine
inanıyorum.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Erdemir.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu önerisinin aleyhinde ilk söz, Van Milletvekili Sayın
Fatih Çiftciye aittir.
Buyurun
Sayın Çiftci. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
FATİH
ÇİFTCİ (Van) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisinin nefret suçlarında yaşanan
artışın ve nefret suçlarının toplumda
yarattığı ayrışma ve travmanın
araştırılmasına yönelik grup önerisi üzerinde aleyhte söz
almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlarım.
CHP grup
önerisinde, Türkiyede son on yılda ırkçılık,
cinsiyetçilik, yobazcılık, yabancı
düşmanlığı ve benzeri saiklerle işlenen nefret
suçlarında bir artış yaşandığı, nefret
suçlarında fail ile kurban arasında doğrudan bir ilişki
dışında, kurbanın sırf sahip olduğu grup
kimliğinden ötürü hedef seçildiği; genel olarak nefret suçları
mağduru veya mensubu olduğu grubun diğer üyelerini korkutmakta
ve kendilerini tecrit edilmiş, savunmasız ve hukuk tarafından
korumasız olarak hissetmelerine yol açtığı; öte yandan söz
konusu suçların doğurduğu bu öldürücü hissiyat ve psikolojik
etkinin, ırksal, dinsel ve etnik gerilimleri daha da
tırmandırdığı; misillemelere ve zorunlu göçe yol
açtığı ifade edilmektedir.
Bu nefret suçları, bir arada yaşama iradesini tehdit eden
derin toplumsal yaralar açtığı, adalete güvenin
sarsıldığı
Türkiye'de nefret suçlarına
karşı mücadele veren sivil toplum kuruluşlarının medya
ve takip ettikleri davalardan elde ettikleri sonuçlara göre nefret suçunun
işlendiği kategoriler din, inanç, etnik köken, cinsel yönelim ya da
cinsiyet kimliğidir.
Çok kültürlü, kimlikli coğrafyalarda bulunan ülkemizde Kürtler,
Aleviler, translar, Romanlar ve pek çok gruba karşı
ayrımcılık veya nefret suçu işlendiği ifade
edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insan hakları
felsefesi, insanın onurlu bir yaşam sürdürmesinin
koşullarını ve haklarını savunmakla beraber, genel
olarak, bu haklara gereksinim duyanların korunduğu din, ideolojik
görüş, toplumsal sınıf, dil, kültür, etnik yapı, ırk,
cinsiyet, renk ve mezhep gibi durumlardan dolayı insanların
ayrımcılığa tabi tutulmamasını ve
horlanmamasını öngörür. Ayrıca, toplumsal adalet
açısından, insan gruplarının sosyal sorunlarının
çözümlendiği ve toplumsal yaşama etkin olarak
katıldıkları bir toplumsal yapının
inşasının da zorunluluğunu gözetir. Bu ise günlük siyasi
rötuşlara ve rantiye ideolojisine prim vermeyecek kadar kökü evrensel
vicdan ve adalet olan bir gerçeklik ve insani bir taleptir.
Dinî veya etnik nefreti uyandıran tahkir, tahrik ve tezyif içeren
tutumlara ve eylemlere karşı etkili bir cevap, yerinde bir
karşılık olarak nefret suçu tanımı gelişiyor ve
ceza hukukumuzda da bu suçu güçlü bir yaptırıma bağlamanın
hazırlıklarını sürdürüyoruz.
Bir diğer önemli nokta, temel hak ve hürriyetlerin en geniş
hukuki korumaya medar olmasını sağlayacak adımların
atılmış olmasıdır. Türkiye, yıllarca, özellikle
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen ihlal
kararlarının yükünü taşımak zorunda
kalmıştı; milletimiz bu tabloya ne layıktı ne
razıydı. Ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki
olumsuz görünümünü değiştirmek için çok önemli adımlar
attık. İhlalleri önleyici yapısal reformlar, mevzuat
değişiklikleri yanında, uygulamayı izleyecek,
değerlendirecek ve ülke savunmasını üstlenecek çok önemli birimler
kuruldu. Bunlardan birisi İnsan Hakları Daire
Başkanlığı ve İnsan Hakları Kurumu. Ayrıca,
Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başta olmak
üzere, pek çok uluslararası kuruluşa misyon üstlenen hâkim ve
savcılar gönderdik. Yargı kararları ve uygulamalarında
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına uygunluğun
hâkim ve savcıların terfilerinde bir kriter olarak belirlenmesi,
evrensel hukuk ilkelerine uyma anlamında önemli bir adım
olmuştur. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı
tanıdık. Anayasa Mahkemesini Türkiye İnsan Hakları
Mahkemesine dönüştürerek vatandaşlarımızın hak arama
mücadelesi noktasında çok önemli bir kapıyı açtık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nefret suçuna
bakıldığında, bu suç için yapısal düzenlemeler oldukça
yenidir. Nefret suçu terimi ilk önce Amerika Birleşik Devletlerinde bir
terim olarak ortaya çıkmıştır. Nefret suçunu engellemek
için ilk girişimler 1960lı yıllarda Amerika Birleşik Devletlerinde
başlamış, ABDde özellikle Yahudilere karşı
gerçekleşen pek çok fiilî saldırıyı engellemek için 85te çeşitli düzenlemeler
yapılmıştır. 90lı yılların sonuna
doğru bu düzenlemelerin kapsamı genişletilmiş, ırk,
renk, etnik köken, uyruk, din, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, fiziksel ve
zihinsel engel gibi farklar da bu düzenlemenin kapsamına
alınmıştır.
Nefret suçu: Bir kişiye veya gruba karşı din, dil,
ırk, milliyet, etnik köken, cinsiyet, felsefi ya da siyasal inanç ve
cinsel tercihler gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden ötürü
düşmanlığa dayalı olarak işlenen ve genellikle
şiddet içeren suçlara, genel olarak nefret suçları adı
verilmektedir. Yine, mağdurlara salt farklı bir toplumsal kesimin
kimliğini taşıdığı ya da salt belirli bir
toplumsal ya da kültürel kesimin mensubu olduğu için zarar vermek
isteniyorsa, işlenen suçun tipi ne olursa olsun, o suç genel olarak,
aynı zamanda bir nefret suçu olarak kabul edilmektedir.
AGİT, nefret suçlarını önlemek için
hazırladığı kılavuzda, nefret suçlarını
aynı zamanda ön yargı suçları olarak da
tanımlamaktadır çünkü nefret suçları daima iki unsuru bir arada
bulundurmaktadır. Nefret suçlarının birinci unsuru: Sıradan
ceza kanunları kapsamında suç oluşturan bir eylemin
gerçekleştirilmesi; ülkelerin yasalarında bazı farklar
bulunmasına rağmen, söz konusu cezai eylemler konusunda benzerlik
taşıyan şey, genellikle bu tür eylemlerin şiddet eylemleri
olmasıdır.
Nefret suçlarına ilişkin ikinci unsur, ön
yargılardır. Bu, nefret suçunu sıradan suçlardan ayırır.
Suçu işleyen kişi, koruma altındaki özelliği
kasıtlı olarak hedef seçmiş. Hedef, bir ya da birden fazla
kişiyi ya da belli özellikleri paylaşan bir grupla
özdeşleşmiş mülkiyet de olabilir. Koruma altındaki özellik
ırk, dil, etnik köken, ulus ya da benzer nitelikteki genel faktörler gibi,
grup tarafından paylaşılan bir özelliktir.
Türk Ceza Kanununda direkt olarak nefret suçları yer almamakla
birlikte, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi müstakil bir düzenleme
bulunmamakla birlikte ancak bu durum, Türk hukukunda nefret suçu olarak kabul
edilebilecek fiillerin yaptırımsız olduğu anlamına
gelmemektedir. Öncelikli olarak, Anayasanın 10uncu maddesinin birinci
fıkrasında herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep benzeri sebeplerle ayrım
gözetilmeksizin kanun önünde eşit oldukları açıkça düzenlenmiştir.
Türk Ceza Kanununun genel hükümlerinden biri olan, 3üncü maddesinde
düzenlenen eşitlik ilkesine göre de Ceza Kanunu uygulamasında
kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk,
cinsiyet, siyasal ve diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç,
millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik veya diğer toplumsal
konuları yönünden ayrım yapılamayacak, hiçbir kimseye
ayrıcalık tanınmayacaktır. Nefret suçu kapsamında değerlendirilebilecek
Türk Ceza Yasasında çeşitli maddeler vardır. Türk Ceza
Kanununun 216ncı maddesinin (a), (b), (c) fıkralarında bu
düzenleme açık ve net bir şekilde yer almıştır. Yine, Türk
Ceza Kanununun 122nci maddesinin (a), (b), (c) bentlerinde de bu hüküm yer
almaktadır. Yine Türk Ceza Yasasının 125inci maddesinin üçüncü
fıkrasında da, hakaret suçunun; dinî, siyasi, sosyal, felsefi inanç,
düşünce ve kanaatleri açıklamasından,
değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup
olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından
dolayı veya kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal
sayılan değerlerden bahisle, işlenmesi hâlinde, ceza alt
sınırından daha da yukarı çekilmektedir. Yine Türk Ceza
Yasasının 135inci maddesinde de bu düzenlemeye ilişkin hüküm
bulunmaktadır. Ayrıca Türk Ceza Yasasının 155inci
maddesinde de buna ilişkin düzenleme söz konusudur.
Öte yandan, Devlet Memurları Kanununun 7nci maddesinde de yine
benzer bir düzenleme söz konusudur.
Yine, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş
ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunda buna yönelik hükümler söz
konusudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ
iktidarları döneminde, toplumsal barışın
sağlanması, insanların kendilerini daha iyi ifade
edebileceği ve ötekileştirmekten kurtarmak için çok önemli
çalışmalar bugüne kadar yapılmıştır.
Zaman içerisinde, CHP grup önerisinde belirtilen çeşitli suçlara
ilişkin failler yakalanıp yargı önüne
çıkarılmış ve hesapları sorulmuştur. Bugüne kadar
yapılan çalışmalar üzerinde yasal mevzuatta düzeltmeler,
ırkçılık, cinsiyetçilik, yabancı
düşmanlığının ortadan kaldırılması
sağlanmıştır ve sağlanmaya da devam edilecektir.
Toplumsal barışın sağlanması, her farklı etnik ve
inanç grubunun kendisini bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı
olduğunu hissetmesi ve ötekileşmesinin önüne geçmesi noktasında
çok önemli çalışmalar yapılmıştır ve
yapılmaya devam edilmektedir. Bu süreçte farklı etnik grupların
ve inanç gruplarının gelecekleri, gerek Anayasada yapılan
düzenlemeler gerekse yasal düzenlemelerle garanti altına
alınmıştır.
Bu süreçte
bölge açısından bakıldığında olağanüstü hâl
kaldırılmış, DGMler kaldırılmış,
işkenceye sıfır tolerans tanınmış ve ortadan
kaldırılmıştır.
Çocuk Hakları Yasası, Bilgi Edinme Yasası, düşünce
özgürlüğünü kısıtlayan TCKnın 301inci maddesi, Terörle
Mücadele Kanunu, çağdışı kanunların birçoğu
değiştirilmiştir; Türk Ceza Yasası, Ceza Muhakemeleri Usul
Kanunu, Kabahatler Kanunu, İnfaz Kanunu, Bilgi Edinme Yasası ve Yerel
Yönetimler Yasasında yapılan değişikliklerle çok önemli
aşamalar kaydedilmiştir.
Yine, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesinde, farklı etnik ve
dinî grupların problemleriyle, istek ve arzuları dikkate
alınmıştır. Bu çerçevede, gayrimüslimlerin, Kürtlerin,
Alevilerin, Romanların, Kafkas ve Rumeli kökenli
vatandaşlarımızın, mütemadiyen insanların
şikâyetçi olduğu, bir şekilde eksikliğini hissettiği
konular tek tek ele alınmış ve önemli mesafeler
katedilmiştir. Gayrimüslim azınlık gruplarıyla devletin en
üst kademeleri arasında temaslar sağlanmış ve bunların
sonucunda, geçmişte yapılan yanlışların çoğu
tarihe gömülmüştür. Alevi vatandaşlarımızın
temsilcilerinin katılımı ve birçok çalıştay
yapılarak bu konuda memnuniyet verici sonuçlara
ulaşılmıştır.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Nedir sonuçları?
FATİH ÇİFTCİ (Devamla) Cemevleri statüsü, ders
kitaplarında Alevilik, zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi,
Madımak Otelindeki çalışmalar bunların birer
örneğidir.
Kürt sorununda çözümün süreci başlatılmış, devletin
geçmişteki
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FATİH ÇİFTCİ (Devamla)
ideolojik, inkârcı, tek
tip ötekileştirme anlayışı AK PARTİ İktidarıyla
tarihe karışmıştır. Bu şekilde AK PARTİ İktidarı
tarafından nefreti ortadan kaldırmak için çok önemli
çalışmalar yapılmıştır, bundan sonra bu süreç
devam edecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Yeni, Samsundaki bir patlamayı Meclisimizle, yüce
Meclisle paylaşmak üzere benden bir dakikalık söz istedi, kendisine o
sözü veriyorum.
Buyurun.
V.- AÇIKLAMALAR (Devam)
12.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeninin, Samsunda Eti Bakır İşletmesinde
meydana gelen çökme olayında 5 işçinin hayatını
kaybettiğine ve 11 işçinin de yaralandığına
ilişkin açıklaması
AHMET YENİ (Samsun) Sayın Başkanım, çok
teşekkür ediyorum.
Samsunda Eti Bakır İşletmesinde amonyak
tankının kapağındaki yapım çalışması
devam ederken bir çökme meydana gelmiştir. Maalesef, şu an
itibarıyla 5 işçimiz hayatını kaybetmiş ve 11
işçimiz de yaralı. Ölenlere Allahtan rahmet diliyorum, ailelerine
başsağlığı diliyorum. İnşallah,
devamında ölülerimiz olmaz, temennimiz ölü sayısının
artmamasıdır. Olay yerinde arama ve kurtarma
çalışmaları devam ediyor. Başımız sağ olsun
diyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
2.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili
Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda
yarattığı ayrışma ve travmanın tüm
boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli
önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi için
acil olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi
amacıyla
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde son söz,
Muğla Milletvekili Sayın Mehmet Erdoğanın.
Buyurun Sayın Erdoğan. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; CHP grup önerisi hakkında söz
almış bulunmaktayım, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, Samsunda meydana gelen iş kazasında
hayatını kaybeden işçilerimize Allahtan rahmet, yaralılara
acil şifalar diliyorum.
Bütün öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum.
Öğretmenlerimizin sorunlarının çözüldüğü, atanamayan
öğretmen haberlerini duymadığımız günlere
kavuşmamızı da temenni ediyorum.
Şimdi, tabii ki toplumumuzdaki kin ve nefret duygusunun ve nefrete
bağlı suçların artmasıyla ilgili olarak CHP tarafından
verilen grup önerisini tartışacağız.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi nefret söylemini, hoşgörüsüzlük
temeline dayalı, yabancı düşmanlığını,
ırkçı nefreti, antisemitizmi ve diğer nefret biçimlerini yayan,
kışkırtan, öven ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi
olarak tanımlamaktadır. Bu tanım, aslında bize, Müslüman
Türk milletine oldukça yabancıdır. Türk ve İslam dünyasında
insan ve insana verilen değer çerçevesinde, birbirine kin ve nefret
duymayan, aksine birbirini destekleyen, Komşusu açken tok yatan bizden
değildir. diyen bir Peygamberin anlayışı sergilenmiştir.
Mevlânâ, Ne olursan ol yine gel. diyerek çok güzel bir hoşgörü
kapısı aralamıştır. Yine, Yunus Emre, Biz
yaradılmışları severiz Yaradandan ötürü. diyerek bütün
ayrımcılığı, kini, nefreti yerin dibine
gömmüştür. Osmanlı Devletinin kuruluş felsefesinde, Şeyh
Edebalinin Osman Gaziye "İnsana değer ver ki devlet
yücelsin." sözü rehber olmuştur. Keza, Fatih Sultan Mehmet,
İstanbulun fethinden sonra Ayasofyayı cami yapıp bir vakfiyeye
bağladığında, vakfiyenin ilk cümlesi olarak Kâinatın
özü insandır. Bu vakfım insanlar içindir. cümlesini
nakşetmiştir. Nitekim, buna bağlı olarak Osmanlı
sultanları her yeni fethettikleri topraklarda o bölgenin halkı için
adaletnameler yayınlamıştır. Adaleletnameler,
ırkına, dinine, diline, zengin veya fakirliğine
bakılmaksızın her ferdin, hükümdarın ve devletin
koruması altında olduğunu ilan eden fermanlardır. Buradan
da anlaşılacağı üzere, Orta Çağ Avrupasının
aksine ülkedeki her çeşit halkın eşit tutulduğu ve devletin
koruması altında olduğu açıklıkla ortaya
konmaktadır. Gerçekten de Sultan Abdülhamid döneminde kurulan
darülacezede, her türlü insanın koruma altına
alındığı, cami, sinagog ve kilisenin yan yana
bulunduğu görülmektedir.
Günümüzde,
insanlar arasında kin ve nefret duygusunun sürekli
arttığını gözlemlemekteyiz. Ne oldu da yukarıda
saydığımız güzel hasletleri, değerleri kaybettik?
Tabii, bunda iktidarın ve yandaş hâle getirilen sistemin etkisi çok
önemlidir. Günümüzde, görsel ve yazılı medya çok önem
kazanmıştır. Şimdi, televizyonları açın, kin ve
nefret kusan haberler, diziler, filmler her gün boy boy gösterimdedir. Yandaş
hâle getirdiğiniz RTÜK nerede, ne iş yapıyor? Siz, bu
yayınlara hoşgörü hâkim olmadan toplumun huzur
bulacağını mı sanıyorsunuz?
Eğitim
sistemi, nefret duygusunun azaltılması bakımından çok
önemlidir. Lakin, on yıllık AKP İktidarı döneminde 4 Millî
Eğitim Bakanı değişmiştir. Her bakan birbirinden
farklı, öncekilerle çelişen yeni uygulamalara imza
atmıştır. Bunun sonucu eğitim politikası
bırakın millî olmayı Hükûmet politikası hâline bile
gelememiştir bu dönemde. Eğitim politikası millî hâle
getirilmeden ve eğitimde hoşgörü teması tarihimize, kültürümüze
ve inancımıza uygun olarak yer bulmadan, eğitim politikasının
toplumdaki kini ve nefreti toprağın dibine gömecek hâle getirilmesini
sağlamadan Türkiyedeki nefrete dayalı suçların
azalacağını mı sanıyorsunuz?
Yine, bu dönemin en büyük handikabı maalesef AKP İktidarı
döneminde tuz kokmuştur. Artık, insanlar adalete güven duygusunu
kaybetmiştir. Bu dönemde gözaltına alınan, tutuklanan insanlar,
yıllarca neden tutuklandıklarını bile
öğrenememişlerdir. İnsanlar tutuklanmış, cezaevlerine
konmuşlar, aylarca, yıllarca o davalarla ilgili iddianameler maalesef
yayınlanmamıştır; kendilerine iddianameleri
bildirilmemiştir, avukatları iddianameleri elde edememişlerdir.
Dolayısıyla, insanlar savunma hakkından bile mahrum hâle
getirilmişlerdir. Şimdi, tabii ki adaletin, tuzun koktuğu bir
noktada nefretin bitmesini beklemek mümkün değildir.
MHP İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan için
Sayın Başbakan Benim karşımda ayağa kalkmayan adam
cezasını buldu. demiştir. İşte, bu dönemdeki nefreti
körükleyen en üst söylemler bizzat Sayın Başbakan tarafından ifade
edilmiştir.
Yine, adaletle ilgili çok çarpıcı bir örnek de bugün gündeme
düştü. Bugün Dağdaki teröristler için ağlamayan insan
değildir. diyen Diyarbakır Emniyet Müdürü hakkında
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı takipsizlik
kararı verdi. Şimdi, toplumu bu kadar ayrıştıran
insanlar, kamu görevlileri için bu takipsizlik kararı nasıl
verilmiştir anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.
Bir başka sebep, ülkemizi yönetenlerin, başta Sayın
Başbakan olmak üzere, toplumu ayrıştıran söylemlere sahip
olmasıdır. Sayın Başbakan her sözünde ülkemizi otuz
altı etnik gruba ayırmaktadır ve birbirinden koparmaktadır.
Hâliyle bunun sonucu, ülke içerisinde, aşırı derecede kimlik
tartışmaları ön plana çıkmaktadır.
Geçen hafta
kabul edilen Büyükşehir Yasası, ana dilde savunma hakkı
-önümüzdeki hafta Adalet Komisyonuna geliyor- gibi yeni düzenlemeler toplum
içerisinde ayrışmayı, bunun sonucu olarak da nefreti
körüklemektedir. Kamu görevi yapan, devletimizin omurgasını
teşkil eden kadrolara yapılan atamalarda liyakat yerine başka
kriterler aranması; yandaş, yoldaş kriterlerine göre
atamaların yapılması ve kamuyu yıpratan, işte, biraz
önce örnek verdiğimiz Diyarbakır Emniyet Müdürünün, Tunceli Emniyet
Müdürünün ve diğer buna benzer kamu görevlilerinin yerinde kalması da
maalesef toplumumuzdaki nefret duygusunu artırmaktadır.
Milliyetçi
Hareket Partisi her türlü ayrımcılığın
karşısındadır. Bu, nefret ve nefrete bağlı
suçların azaltılması için devlet yönetiminde hukukun hâkim
kılınması, insanlar arasında cinsiyet, ırk, din,
mezhep vesaire gibi ayrımların kaldırılarak her insana
hukuk karşısında eşit muamele yapılması
sağlanarak, suçlulara karşı devletin alacağı etkin
tedbirlerle vatandaşlarımızın devlete olan güven duygusunun
güçlendirilmesi sağlanarak -yani, burada suçlularla müzakere ederek
değil, suçlulara karşı devletin o güçlü yüzünü, adil yüzünü,
hâkim yüzünü kullanarak- atamalarda yandaşlık yerine liyakatin hâkim
kılınmasıyla ve en önemlisi, inancımızda, tarihimizde,
kültürümüzde hâkim olan hoşgörü kültürünün günümüzde de toplumumuza hâkim
kılınmasıyla nefret suçlarının önünün
alınacağı muhakkaktır.
Ülkemizi
ayrıştırmak yerine, ülkemizi birleştirecek politikalar
uygulamasına vesile olması dileğiyle bu önergenin kabul
edilmesini talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
- Teşekkür ederim Sayın
Erdoğan.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu önerisinin
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Daha bir kişi
daha var.
ÖZGÜR ÖZEL
(Manisa) Biraz önce son söz dediniz.
BAŞKAN - Dedim ki: Lehinde
son söz
Şimdi, aleyhinde son söz
diyeceğim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Acemiliğime verin efendim.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu önerisinin aleyhinde son
söz İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncele aittir.
Buyurun Sayın Tuncel. (BDP sıralarından
alkışlar)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin usulen aleyhinde söz
almış bulunmaktayım.
Son söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Özellikle nefret
suçlarının, nefret suçlarına neden olan nefret söyleminin
araştırılması, bu konuda yasal düzenlemenin
yapılması grubumuz tarafından da defalarca gündeme
getirilmiş bir durum. Dolayısıyla, bunun
araştırılması ve bu konuda ciddi bir
çalışmanın yapılmasını öneriyoruz.
Dolayısıyla, biz bunun lehinde oy kullanacağız, bunu ifade
etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, nefret suçları, nefret söylemi
aslında Türkiyede ciddi bir sorun. Biraz önce İktidar Partisinden
Sayın Milletvekilini dinleyince sanki başka bir ülkede
yaşıyoruz, aslında o başka bir ülkede yaşıyor,
biz başka bir ülkede yaşıyoruz gibi hissettim çünkü kendisi,
aslında Tamam, nefret suçları var, nefret söylemi var Türkiyede,
dünyada hatta. diye bu konuda bir değerlendirme yaptı. Bu konuda iktidarın
çok önemli çalışmalar yürüttüğünü, dolayısıyla hiçbir
sorunun olmadığını, bu ülkede ne Kürtlerin ne Alevilerin ne
kadınların ne Hristiyanların ne LGBT örgütlerinin, LGBT
bireylerinin aslında hiçbir sorun
yaşamadığını, dolayısıyla bu konuda yasal düzenlemeler
yaptığını ifade etti.
Anlaşılan o ki, AKP Grubu kendi öneri vermediği için bu
öneride de aleyhte oy kullanacak ama biz, bir kez daha, madem bu konuyu bir suç
olarak görüyorsunuz, nefret söyleminin bu ülkede olduğunu
düşünüyorsunuz ve ciddi anlamda bundan kurtulması gerektiğini
düşünüyorsunuz, o zaman bunun araştırılmasına da engel
olmamak gerekir.
Değerli milletvekilleri, Türkiyede nefret söyleminin üretilmesinin
temel nedenlerinden birisi, aslında, bugün yeni anayasa
tartışmalarında da ortaya çıkan temel noktalardan biri, bu
ülkede üretilen zihniyet, üretilen dil. Bunlardan birisi: Türkiye, Türklük
üzerinden kendisini ifade ediyor ve Türkten başka herkesi ya düşman
ilan ediyor ya terörist görüyor ya da bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne
kastetmek suçuyla değerlendiriyor. Bu, toplumda nefrete neden oluyor çünkü
bu ülkede Kürt olmak neredeyse terörist olmakla eş değer oluyor,
Ermeni olmak eşkıya olmakla eş değer oluyor ve bunu
yansıtan toplum ya öldürüyor Hrant Dink meselesinde olduğu gibi ya da
işte, toplumsal linçlere neden oluyor. Bu ciddi bir sorun. Türklük
üzerinde kurulan yaklaşımın kendisi sorunlu.
İkincisi: Sünni bir devlet; dolayısıyla, bunun üzerine
kurulmuş, her şeyini buna göre düzenlemiş. Alevi olmak,
gayrimüslim olmak yani Hristiyan olmak, Yezidi olmak bu ülkede suç. Üstelik bu
ülkenin Başbakanı sürekli Yezidilere hakaret ederek neredeyse
Yezidilerin linç edilmesine, hatta öldürülmesine zemin sunan bir söylem
içerisinde. Bu ciddi bir sorun yani bu ülkede Alevi, Sünni, Yezidi diye
sıraladığımız
Herkes eşittir, Anayasanın
10uncu maddesi zaten bu eşitliği düzenliyor. demek gerçeği
yansıtmıyor, bu anlamda çok ciddi sorunlar var.
Sonuçta, bu ülke erkek bir zihniyetle yönetiliyor; dolayısıyla,
burada da her şey erkeklerin lehine düzenlenmiş oluyor, kadınlar
bu konuda çok ciddi anlamda hak ihlalleriyle karşı karşıya
kalıyor. Yine, LGBT örgütleri, bu ülkede lezbiyen, gey, biseksüel, trans
bireyler ciddi anlamda nefret söylemiyle karşı karşıya. En
son, Avcılarda yaşanan olayın kendisi bu konuda somut bir
örnek. Trans bireylere karşı gecenin on ikisinde örgütlendirilen
nefret söylemi, onların toplumsal yaşamın dışına
itilmesi ya da çoğunun sırf trans birey olduğu için öldürülmesi
bu erkek zihniyetinin yaklaşımıyla alakalı bir durum çünkü
erkek zihniyeti, kendisine göre bir namus anlayışı oluşturmuş
durumda. Erkeğin namusu herkesin namusudur, her şeyin namusudur
dolayısıyla kadınlar buna uymuyorsa öldürülebilir, şiddete
maruz kalabilir; trans bireyler uymuyorsa buna şey yapabilir. Bu ciddi bir
sorun.
Diğeri, militarist bir ülkede yaşıyoruz. Bu militarizm,
aslında ciddi anlamda bu nefret söylemlerini de besleyen, bunu
şiddetle karşılaştıran noktalardan birisi. Eğer
bu tespitleri doğru yapamazsak, biz ciddi anlamda Türkiyede nefret
söylemi var mı, nefret suçları işleniyor mu, işlenmiyor mu
konusunda herhangi bir şey yapamayız. Türkiyede, sevgili
arkadaşlar, buraya çıkan her arkadaşımız işte,
yasaları ifade edecek, Anayasayı ifade edecek. Biraz önce söyledim,
Anayasanın 10uncu maddesine göre eşitiz zaten. 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu 3üncü maddesinde adalet ve kanun önünde
eşitlik ilkesi var, 76ncı maddesinde soykırım suçu
yasaklanmakta; 122nci maddesi de ayrımcılığı,
216ncı maddesi ise halkı kin ve düşmanlığa tahrik
veya aşağılamayı suç saymaktadır. Bu konuda bugüne
kadar yargılanmış hiç kimse yoktur bu olaylar çok ciddi
yaşanmış olmasına rağmen. Ama kim yargılanıyor?
Buna itiraz edenler, bu ülkede nefret söylemini üretenlere karşı
çıkanlar, ırkçılığa, milliyetçiliğe, faşizme
karşı çıkanlar, ne yazık ki bu yasalardan
yargılanıyor ve ceza alıyor. İşte, aydınlar,
yazarlar, akademisyenler
Türkiye'nin geldiği tablo bu. Bunları
göremezsek bu ülkede ciddi anlamda bir ilerleme kaydedemeyiz.
Diğer bir konu, bu ülkede nefret suçlarının nasıl
olduğunu, etnik kimliğe yönelik mi, inanca yönelik mi, trans
bireylere mi, kadınlara yönelik mi, bir haritamız yok. Dünya bu
işi böyle çözmüş, bir araştırma yapmış, bir
harita çıkarmış daha çok nefret söylemi nerede, nefret
suçları nerede işleniyor diye. Dolayısıyla, bu konuda
Türkiye sorumluluk almış olmasına rağmen bir veri
tabanı oluşturulmuş değil, bu veri tabanını
kimseyle paylaşmış değil. Dolayısıyla, bunu görmeden
Türkiye'de nefret suçlarına ilişkin bir düzenleme yapmak mümkün
olmuyor. Sayın Başbakanın, Biz nefret suçlarına ilişkin
düzenleme yapacağız. demesiyle de bu iş çözülmüyor, gerçekten
bunun gereğini yapmak gerekiyor.
Oysa bu ülkede en çok nefret söylemini üretenlerden birisi iktidar
partisinin kendisi; diliyle, söylemiyle cinsiyetçiliği,
milliyetçiliği üretenlerden birisi. Bu cinsiyetçilik, milliyetçilik,
militarist söylemin kendisi, aynı zamanda nefret suçlarını,
nefret söylemini üretiyor. Hâlâ bugün Millî Eğitim Bakanlığının
kitaplarında, diyelim ki bu ülkedeki Asuri ve Süryanileri
aşağılayan, Ermenileri aşağılayan
uygulamaları var.
Geçen Erol Dora Vekilimiz, bu Meclisin tek Hristiyan vekili, belki
kendisi bir basın toplantısıyla bunu ifade etti. Hani, madem bu
ülkede ayrımcılık yok, ırkçılık yok, bu konuda
hoşgörülüyüz, bu kadar sorunları çözdük, hâlâ millî eğitim
kitaplarında neden bu nefret söylemini üreten şeylerimiz var,
bunları düşünmemiz gerekiyor değerli milletvekilleri.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz
Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu konuda bir kanun teklifi de
hazırladık Türk Ceza Kanununun değiştirilmesi, nefret
suçlarının, gerçekten bu konuda nefret suçu işleyenlerin
cezalandırılması konusunda ama meselenin sadece kanun
çıkarmak, yasa çıkarmak olmadığını da biliyoruz.
Bir kez daha bu konuda farkında olmak, özellikle toplumsal olarak nefret
söylemini ortadan kaldıracak, hoşgörüyü sağlayacak, Türkiye'de
yaşayan bütün halklara, bütün inançlara aynı nazarda bakmak diye
ifade edilen ama bu gerçekten sadece söylemde değil, onların
eşit hakları olduğunu
Mesela, ana dilde eğitimi hak olarak
görmeyen bir yaklaşım nasıl olur da bu ülkede Kürtlerin gerçekten
eşit olduğunu ifade edebilir? Bu, sadece diyelim ki ciddi bir sorun.
Ana dilde savunma hakkı bile burada bir şeyle karşılaşıyorsa,
hâlâ bir dirençle karşılaşıyorsa nefret söyleminden
bahsetmek ya da nefret söylemine karşı olduğunu söylemenin
kendisi, bence, samimiyet içermeyen bir nokta hâline geliyor. Yine bu ülkede
Aleviler
Diyelim ki Bu sorunu çözdük, açılım yaptık. deniliyor,
hâlâ Alevilerin evleri yakılıyorsa ya da dergâhlarına yönelik
saldırılar gerçekleşiyorsa nasıl demokratik bir ülkedeyiz,
bunu düşünmek gerekir. Muharrem ayı içerisindeyiz. Biz, Ramazan
ayında, her gün, burada, Ramazan ayının ne kadar kutsal bir ay olduğunu
ifade ediyoruz değil mi bütün İslam alemi için? Evet, ama Aleviler
için aynı hassasiyeti göstermiyoruz. Erzincanda Alevilerin Pir Sultan
Abdal Derneğine yönelik saldırıya ya da İstanbulda,
Kartalda yapılan saldırıya buradan bir kınama falan yapmıyoruz;
nasıl oluyor? Hani biz eşitiz, eşit haklara sahibiz, bu ülkede
din, dil, ırk farkı yok, cinsiyet farkı yok. Bunların hepsi
toplumsal yaşamda bir yalana dönüşmüş durumda. Buradaki bütün
arkadaşlarımızın, sadece iktidar değil,
iktidarıyla muhalefetiyle bunu bir düşünmesi gerekiyor. Biz, bir kez
daha bunun altını çizmek istiyoruz.
Bu ülkede otuzdan farklı etnik kimlik yaşıyor, onlarca
farklı inanç yaşıyor. Diyelim ki bu konuda eğer biz,
eşitlik hukukunu uygulayamayacaksak, eşit yurttaşlık
talebini uygulayamayacaksak nefret söyleminin üretilmesini engelleyemeyiz.
Nefret söylemi, direkt iktidar tarafından ya da direkt partilerin
yönetimleri tarafından her gün üretilen bir nokta hâline geliyor.
Şimdi, bunu ortadan kaldırmadığımız sürece
istediğimiz kadar yasa çıkartalım, istediğimiz kadar Çok
iyi şeyler yaptık. diyelim, bunun bir anlamı olmayacaktır.
O açıdan, ben, başladığım gibi bitiriyorum.
İktidarın ifade ettiği şeylerle bizim
yaşadığımız şeyler ne yazık ki aynı
şeyler değil. Belki siz, söylemde yasal olarak bazı şeyler
yapmış olduğunuzu söyleyebilirsiniz ama bize pratik
uygulaması ne yazık ki faşizan uygulamalar olarak geliyor. Her
gün sokakta biz özellikle daha çok nefret söylemiyle karşılaşıyoruz.
Diyelim ki biz, her gün, Kürt olduğumuz için, Alevi olduğumuz için
linçle karşılaşıyoruz; hatta ev bile verilmiyor, okullarda
linç geliştiriyor, birçok öğrenci okulunu bırakmak durumunda
kalıyor, ilköğretim de bile bu nefret
söylemiyle bire bir karşılaşıyoruz. Bir saha
araştırması yapalım, gerçekten var mı, yok mu? Burada
konuşmak çok kolay. Gerçekten Alevilere, Kürtlere, Ermenilere;Rumlara
yönelik Türkiyede bir nefret söylemi ya da yabancılara yönelik bir nefret
söylemi var mı, yok mu, gelin bir araştıralım, bunun tablosunu
çıkartalım, bunun üzerinde konuşalım. Niye kaçıyoruz
bu işten? Muhalefet verdi, iktidar verdi. tartışmasından
uzak, gerçekten bu mesele bizim meselemiz.
Daha demokratik, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi bir Türkiye
istiyorsak bunu yapmak durumundayız diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa
kalktı)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Yoklama istiyoruz.
BAŞKAN Yoklama talebi vardır.
Sayın Tarhan, Sayın Akar, Sayın Havutça, Sayın Atıcı,
Sayın Serindağ, Sayın Karaahmetoğlu, Sayın Özdemir,
Sayın Eyidoğan, Sayın Genç, Sayın Özkes, Sayın Kaplan,
Sayın Tayan, Sayın Özel, Sayın Toprak, Sayın Korutürk, Sayın
Erdemir, Sayın Ekşi, Sayın Öner, Sayın Güven, Sayın
Onur.
Yoklama için iki dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter sayısı vardır.
VII.- ÖNERİLER
(Devam)
A) Siyasi Parti Grubu
Önerileri (Devam)
2.- CHP Grubunun,
İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Bursa Milletvekili
Aykan Erdemir ve 19 milletvekili tarafından, nefret suçlarında
yaşanan artışın ve nefret suçlarının toplumda
yarattığı ayrışma ve travmanın tüm
boyutlarıyla araştırılarak sorunun çözümüne yönelik gerekli
önlemlerin belirlenmesi ve Türkiye'de nefret suçlarının önlenmesi
için acil olarak yapılması gereken düzenlemelerin tespit edilmesi
amacıyla
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler.. Kabul
edilmemiştir.
Muharrem ayı iftarı nedeniyle, saat 17.00ye kadar
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati:16.26
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 17.01
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
----------0----------
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 28inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
IX.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan,
Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
2.- Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Yargılama Sürelerinin Uzunluğu
ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya
da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun
Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.
3.- Yargılama
Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya
Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat
Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/625)
(S. Sayısı: 342)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4üncü sırada yer alan, Sermaye Piyasası Kanunu
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine
başlayacağız.
4.- Sermaye
Piyasası Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(1/638) (S. Sayısı: 337)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5inci sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya
Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat
Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339) (X)
BAŞKAN Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon Raporu 339 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı.
(CHP sıralarından alkışlar.)
Buyurun, süreniz yirmi dakika.
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış buluyorum.
Harp zorunlu ve hayati olmalı ama milletin hayatı tehlikeye
düşmedikçe harp bir cinayettir. sözüne gerçekten inanan tüm
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu mutabakat muhtırası 4 Nisan
2012 tarihinde Ankarada imzalandı. Askerî alanda hemen her konuda
eğitim ve öğrenime ilişkin iş birliğinin
geliştirilmesinin amaçlandığını bu anlaşmadan
görüyoruz. Ayrıca bu anlaşmada en çok dikkatimi çeken noktalardan bir
tanesi, barışı koruma ve barışı destekleme
konusudur. Yani, siz Hükûmet olarak Libya ile barışı koruma ve
barışı destekleme konusunda bir anlaşma yapmış
bulunuyorsunuz. Bir yandan onların askerlerini eğiteceksiniz, bir
yandan da bu eğitimin amacının barış olduğunu
iddia ediyorsunuz. Çok güzel kelimeler seçmişsiniz, her zaman olduğu
gibi, dıştan çok güzel görünen ama içini okudukça insanın içini
yakan kelimeleri, tıpkı barışta olduğu gibi, buraya
da yazmışsınız ancak barış, sayenizde kirlendi
ve anlamını yitirdi yani anlayacağınız Âyînesi
iştir kişinin, anlaşmaya bakılmaz. Yani sizin ne
söylediğiniz, ne anlaştığınız, anlaşmaya
neleri yazdığınızın hiçbir önemi yok aslında.
Esas burada önemli olan, sizin ne iş
yaptığınızdır. Ne demek mi istiyorum?
Bakın, barışı nasıl kirlettiniz Libyada:
Herkesin malumu, herkesin dilinde olan konu, artık on yaşındaki
çocuklar bile bunu, bu öyküyü anlatıp arkanızdan gülüyorlar, teneke
çalıyorlar, diyorlar ki: Gittiler, Kaddafiden Barış Ödülünü
aldılar, NATO oraya yönelince Ne işi var, hadi oradan. dediler,
ondan sonra da Libyanın bombalanmasına destek verdiler. Bunu herkes
söylüyor; bu, artık, kimsenin yadırgadığı, sizin de
itiraz ettiğiniz bir şey değil zaten. İşte,
barışı bu şekilde kirlettiniz.
Daha da yetmedi, kalktınız, diktatör de olsa Kaddafinin linç
edilmesini alkışladınız. İşte, sizin
barış anlayışınız bu. İşte, siz
barışı bu şekilde kirlettiniz ve şimdi kalkmışsınız,
bana, barışı korumaktan bahsediyorsunuz. Ben de burada
halkımıza soruyorum: İkiyüzlülüğün tarifi nedir?
Değerli arkadaşlar, kişiler ikiyüzlü olabilirler, bu
onların sorunudur ancak yönetici, ülkesi ve halkı adına iş
yaparken asla ikiyüzlü olamaz. Eğer bir şekilde ikiyüzlülük
yapmışsa da tarih bunu asla affetmez, halk nezdinde de bedeli oldukça
ağırdır. Yani sizin anlayacağınız, bu
anlaşma sonrasında eğiteceğiniz Libya askerlerini her an
dönüp arkadan vurabileceğiniz hissi herkeste çok kuvvetli, tıpkı
daha önce Kaddafiyi vurduğunuz gibi. Askerleri eğitiyoruz.
diyorsunuz; arkasından gidip bunları vurursanız hiç kimse
şaşırmayacak. Ancak dikkatli olmanız gerekir, çünkü bizim
askerimizin eğiteceği Libya askeri, sizin arkadan vurmanıza
hazırlıklı olmayı öğrenmiş olacaktır. Bir dahaki
sefere işiniz daha da zor olacaktır.
Şimdi, bu tasarı kanunlaşınca Türkiye
Cumhuriyetinin AKPli Başbakanı veya Dışişleri
Bakanı, bir yandan Libya askerini eğitecek ve diyecek ki: Ben
bununla övünüyorum. Benim ülkem başka ülkelerin askerlerini
eğitiyor. Ama diğer yandan da, emperyal güçlerin güdümünde aynı
Libyaya müdahale edecek, bunu da buraya yazıyorum. Bunun da
şaşırtıcı olmadığını hepiniz
biliyorsunuz.
Şimdi, bu anlaşmanın en can alıcı
noktasının, bu anlaşmanın içerisine barışı
koruma ve barışı destekleme gibi iki kelime grubunun
eklendiği olduğunu söylemiştim. Bunun hiç
inandırıcı olmadığını sizlere bir örnekle
açıklayayım. Bakın, yine AKP Hükûmeti, çok geç değil, daha
beş ay önce, sadece beş ay önce bir tasarının altına
imza attı. Kimle? Yine Libyayla. Bu sefer yaptığınız
anlaşma polislerle ilgili bir anlaşmaydı ve bu
anlaşmayı yine AKPnin milletvekilleriyle Dışişleri
Komisyonunda kabul ettiniz. Sonra Genel Kurula getirdiniz ve 29 Haziran 2012
tarihinde 6341 sayılı Kanun olarak kabul ettiniz. O zaman Libyada
geçici hükûmet vardı, anlaşmanın yapıldığı
tarihte ve bu yaptığınız anlaşmanın -daha sonra
Kanun olan bu anlaşmanın- adı: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile
Libya Geçiş Hükûmeti Arasında Libya Ulusal Polisinin -dikkatinizi
çekiyorum, Libya Ulusal Polisinin- Eğitimine ve Kapasite
Geliştirmesine İlişkin İşbirliği Konulu Mutabakat
Muhtırası. Ne kadar kulağa hoş geliyor değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti gidecek, efendim Libyanın polisini eğitecek veya
şu
anda konuştuğumuz anlaşma gibi, Türkiye Cumhuriyeti devleti
kardeş bildiğimiz Libyanın askerini eğitecek. Yani bugün
konuştuğumuz bu asker eğitiminin polis versiyonunu da beş
ay önce kanunlaştırıp yayınladınız. Bu
anlaşmada -Komisyonda da söylediğiniz gibi- halka doğruları
söylemediniz, açıkça gizli kapaklı işler yaptınız,
açıkça. Gerçekleri halktan bilerek ve isteyerek gizlediniz, nasıl
yaptığınızı anlatacağım.
Şimdi
anlaşmanın adını tekrar okumayacağım ama çok net
hatırlayacağınız gibi, polisin eğitimi,
güçlendirilmesi. Anlaşmanın detaylarına
baktığınızda, o hani onlarca sayfa eklerin içerisine
baktığınızda, aslında, AKP Hükûmetinin, sadece Libya
polisini değil, Libyadaki milis güçlerini de gizlice, herkesten
gizleyerek bu anlaşmanın içine koyduğunu hep birlikte gördük.
Dedik ki: Ya, acaba, olabilir, insan hatası yani bu gözden mi kaçtı
ve bu konuyu Dışişleri Komisyonunda gündeme getirdik. Dedik ki:
Arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun, siz, burada, sadece
polis eğitmiyorsunuz. Bakın, anlaşmanın ekinde üç tane
sütun var. Birinde polis, birinde komiser, polis amirleri, birinde de milis
güçleri yazıyor. Bakın, siz, milis güçlerini eğitiyorsunuz.
İçinizden bazı arkadaşlarımızın kafası
karıştı, tartışıldı ve bir
arkadaşımız kalktı dedi ki: Efendim, bu milis güçleri
aslında polis demektir. diye kafadan bir şey salladı.
Bilmiyordu ama zevahiri kurtarmak adına böyle bir şey yaptı.
Kalktık,
Türk Dil Kurumuna baktık. Türk Dil Kurumu diyor ki milis
tanımı için
Barışı savunan AKPli milletvekili
arkadaşlarım, barışı korumaya heveslenen
arkadaşlarım, bakın, Hükûmetiniz ne yapıyor? Milisi
tanımlıyorum, Türk Dil Kurumuna göre: Savaş sırasında
-barış değil- orduya yardımcı olarak toplanan silahlı halk gücü. Eğer buna inanmazsanız kendi
Bakanınızın -Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanının-
bütçe görüşmeleri sırasında Komisyon üyelerine hediye
ettiği TÜBA tarafından yayımlanan Türkçe Bilim Terimleri
Sözlüğüne bakalım, milisi nasıl tanımlamış.
Diyor ki: Gerektiğinde kısa sürede savaşa sürülebilen kısa
sürede barış tesis eden değil- sınırlı askerî
eğitim görmüş yurttaş... Hadi bakalım
Siz, yaptığınız
anlaşmayla sadece Libyanın askerini, polisini değil, milisini
yani savaşa hazır yurttaşlarını da eğitme
kararı aldınız, hayırlı uğurlu olsun! Nerede sizin
barışı koruma, barışı destekleme projeniz?
İnanın, her zaman olduğu gibi barış derken bile savaş
naraları atıyorsunuz. Barışderken bile
ağzınızdan savaş çıkıyor. İşte bunun
için barışı kirlettiniz değerli arkadaşlar,
tıpkı Suriyede yaptığınız gibi.
Şimdi size bir soru sormak istiyorum. Bir düşünün, siz bu
milisleri yetiştirdiniz, yetiştirmeye başladınız; bu
milisler soruyorum- acaba Libyadan gelip Suriyede savaşıyor mu?
Bana bir Allah kulu çıksın, bir babayiğit çıksın
Kesinlikle savaşmıyor. desin ve bana ispat etsin. Ben de burada
bütün halkın önünde herkesten özür dileyeyim. Bakın, Libya askeri,
Libya polisi düzenli silahlı güçlerdir, düzenlidir bunlar, ancak siyasi
iradenin emriyle gider, Suriyede savaşabilir, Irakta olduğu gibi.
Ancak, sorumluluk siyasi iradenindir. Yani Libya kalkıp sizin
eğittiğiniz askeri, polisi Suriye'de kullanırsa bunun sorumluluğu
Libya Hükûmetinindir, ancak milis güçlerinin nerede savaşacağı
belli olmaz. Bu durumda, bu insanlar kalkıp Suriye'de savaşırsa
sorumluluk siyasi iradenin değil, onları yetiştiren sizlerindir.
Nitekim, Libyada yetiştirilmiş milislerin, diğer radikal İslami
militanların mahiyetinde Suriyede savaştığı tüm
dünyanın dile getirdiği bir gerçek olarak her yerde yer
bulmuştur.
Değerli arkadaşlar, dış politikamızda telafisi
mümkün olmayan işler yapıyorsunuz. Tedavisi çok zor olan yaralar
açıyorsunuz. Artık, bu saatten sonra bizim, Suriyeyle Libyayla Orta
Doğuyla dost olmamız çok zor. Sizinle imkânsız, imkânsız.
Bir yandan siz, barış için çalışıyorum diyeceksiniz,
diğer yandan Suriyede kan akmasına neden olacaksınız.
Esad, insanları öldürüyor. diye sokaklara çıkıp
bağıracaksınız, kendi
sınırlarımızı korumayarak Türk menşeli
silahların Suriyeye girmesine seyirci olacaksınız. Var mı
böyle bir şey? Kısacası, elinizi tıpkı barışta
olduğu gibi neye attıysanız maalesef yüzünüze, gözünüze
bulaştırdınız.
Ben böyle olmasını istemezdim. Bakın, muhalefet
milletvekilleri, iktidarın tökezlemesini ister. Muhalefet milletvekilleri,
iktidarın oylarının düşmesini çok ister. Bir an önce,
yarın, hükûmetten sizi indirmek isteriz. Bu, normaldir ancak bu
şekilde hatalar yaparak, bizim bile telafi edemeyeceğimiz sorunlar
çıkararak ülkemizi bu hâle getirmenize inanın çok üzülüyoruz,
gerçekten çok üzülüyoruz. Bu kadar beceriksizlik ancak AKPde olur. Bakın,
beceriksizliğiniz nasıl tescillendi? Suriyenin barış
süreci nereye kaydırıldı? Katara, Dohaya. Yetmedi, İran
sahip çıktı, Tahran da yani hiç kimsenin artık Türkiyeye güveni
kalmadı. Sizler taraf ola ola, barış, barış diye kan
akıta akıta artık Suriye sürecinin burada sonuçlanması,
çözümlenmesi imkânsız hâle geldi. Daha dün, dün daha dün,
Mısırda, Amerika Birleşik Devletlerinin
Dışişleri Bakanı Clinton, Mısırın bölge
liderliğini kutladı. Bakın, daha yeni, daha çok taze,
sıcağı sıcağına bir haber:
Mısırın bölge liderliğini gitti, ABD
Dışişleri Bakanı kutladı. Nasıl, hoşunuza
gitti mi arkadaşlar? Lider olmaya çalışan, Orta Doğunun
sahibi ben olacağım. diyen Dışişleri Bakanının
bu kürsüden konuşurken kayıtlara bakın- Yeni Orta
Doğunun sahibi ben olacağım. diyen bir Dışişleri
Bakanının düştüğü duruma bakın,
kullanılmış ve bir kenara itilmiş gibi. Çok üzülüyorum,
gerçekten çok üzülüyorum ama siz bunu hak ettiniz, siz bunu maalesef hak
ettiniz. Benim ülkemin yüzünü kara çıkardınız. Bunu hak ettiniz.
Zaten siz kullanılmak istememiş miydiniz? Zaten siz istemiştiniz
kullanılmayı. Siz demediniz mi: Deliğe süpürmeyin,
kullanın. İşte kullandılar, hayırlı uğurlu
olsun. Eğer biz Başbakanı tanıyor isek, liderliği
Mısıra kaptırdığı için en azından sözde
bile olsa- saldırganlaşacak, yine gürleyecek, yine
bağırıp çağıracak ama bir türlü gürledikten sonra
yağamayacak maalesef.
İnsanca yaşamaktan ümidini kesen Başbakan Adam gibi
ölürüz. demeye başladı, Adam gibi ölürüz. Allah herkese adam gibi
ölmeyi nasip etsin, bu önemli bir şey ancak başbakanlar adam gibi
ölmekten bahsetmezler, adam gibi yaşamaktan bahsederler. Önce adam gibi
yaşarlar, kendi ülkelerinin vatandaşlarını da adam gibi
yaşatırlar, ondan sonra adam gibi ölürler zaten.
Nasıl adam gibi yaşanır?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) Kendinize bakın, kendinize!
AYTUĞ ATICI (Devamla) Ben size ayna tutayım Sayın
Milletvekili, oradan çok sesiniz duyulmuyor.
Kendinize bakın. derken bakın örnek vereyim: Örneğin,
Mavi Marmarada öldürülen yurttaşlarımız için İsraile
efelenirken, onları korumak için, İsraili korumak için Malatya
Kürecike radar sistemi kurmazlar adam gibi yaşayanlar. Adam gibi
yaşayan insanlar, İsrailliler Filistinli kardeşlerimizi
katlederken sadece beyanat vermezler, Davosta değil burada one minute
derler, yiğitse, adam gibi yaşıyorsa. Adam gibi
yaşıyorsa, İsrail Filistine saldırırken Küreciki
askıya alır adam gibi yaşayanlar. Güney Kıbrıs Rum
yönetimi petrol ararken Arayamazlar, yaptırmayız. deyip de ondan
sonra da seyredip onların karşısında kahve içmezler. Adam
gibi yaşamak böyle değildir ya da babam bana yanlış
öğretti. Babam bana Bu şekilde adam gibi yaşanmaz. dedi.
RECEP ÖZEL
(Isparta) Baban sana çok yanlış öğretmiş zaten.
OKTAY VURAL
(İzmir) Onlar bir nutuktu ya.
KAMER GENÇ
(Tunceli) Senin aklın ermez böyle şeylere.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Adam gibi yaşayanlar, uçaklarımız
düşürülürken sadece seyretmezler. Örneğin, adam gibi yaşayanlar
Suriye halkının
RECEP ÖZEL
(Isparta) Gidip hatıra fotoğrafı çektirmezler adam gibi
olanlar.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Anlamadım?
RECEP ÖZEL
(Isparta) Hatıra fotoğrafı çektirmezler.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Adam gibi olanlar, Suriye halkının
yanındayız. deyip, ne idüğü belli olmayan muhaliflerle resim
çektirmezler Sayın Milletvekili.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Ne olduğu belli olan adamla çeker.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Ne olduğu bile belli olmayan, birbiriyle bile kavga eden
muhaliflerle oturup da onları desteklemezler. Adam olmak başka bir
şey.
RECEP ÖZEL
(Isparta) Sizden mi öğreneceğiz ya?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Vallahi, eğer bizden adam olmayı öğrenirseniz
ne mutlu size.
RECEP ÖZEL
(Isparta) Allah Allah!
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Öğrenemezseniz, artık bizim de yapacak bir
şeyimiz yok.(CHP sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL
(Isparta) İktidar olurdunuz adam olsaydınız ya.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Ha, çok güzel. Seni duymamışlardır, Adam
olsaydınız iktidar olurdunuz. diyor arkadaşımız.
Keşke iktidar olmakla adam olunsaydı, keşke iktidar ol
RECEP ÖZEL
(Isparta) Millet adamları iyi takdir ediyor.
AYTUĞ ATICI (Devamla) İşte
örneğini görüyoruz, iktidar oldunuz ama adam olamadınız.(CHP
sıralarından alkışlar)
AKİF
ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) Niye bağırıyorsun ki?
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Adam gibi yaşayamadınız, adam gibi
ölemezsiniz.
AKİF ÇAĞATAY
KILIÇ (Samsun) Bırak ya!
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Adamları iyi bilir millet.
AYTUĞ
ATICI (Devamla) Adam olanlar kendi sınırlarımızı
NATOya emanet etmezler. NATO dedim de aklıma geldi, niye Patriot füzesi
istediniz adamlar? Neden, ne için? Kimi koruyacaksınız? Ben buradan
iddia ediyorum: Siz bu Patriot füzelerini ya İsraili korumak için
aldınız ya da İran eğer Malatya Küreciki vurursa diye
korkarak aldınız.
Şimdi, adam gibi olmanın ne demek
olduğunu, umarım nasıl yaşandığını bir
miktar anlatabilmişizdir. Ha, bu iş anlatmakla da olmaz, bu iş
yaşamakla olur; Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. O
yüzden sizleri, bizleri izlemeye davet ediyorum. Bakın arkadaşlar,
bugün Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü
ve sizin imzaladığınız anlaşmada, sizin
imzaladığınız bu, polislerle ilgili olan bu anlaşmada
ne diyor biliyor musunuz? Sadece erkek polisleri eğiteceğiz. diyor,
açın bakın. Hadi, askeri anladık, kadın asker yoktur.
Sadece erkek polis eğiteceğiz. diyorsunuz siz ve Libya Hükûmeti.
Neden?
ÜNAL KACIR (İstanbul) Arz-talep meselesi bu. Onlar onu talep
etmiş, o doğrultuda
AHMET AYDIN (Adıyaman) Orada kadın polis olsa ne yapabilir?
AYTUĞ ATICI (Devamla) Evet, aynen senin dediğin gibi olmakla
beraber, kazın ayağı öyle değil Sayın Milletvekili.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Hayret bir şey.
AYTUĞ ATICI (Devamla) Bunun iki tane nedeni var. Bir, her zaman olduğu
gibi, kadını dışlayıcı, ayrımcı
zihniyetiniz ve bugün bu anlaşmayı burada konuşmaktan gerçekten
utanıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Onlar bayanı eğitmek istedi de
biz mi reddetmişiz?
AYTUĞ ATICI (Devamla) İki, kadın polislerin, kadın
milislerin Suriyeye gidip savaşmayacağını biliyorsunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Niye Suriyeyi bu kadar takıldın
ya?
Libyayı konuşuyoruz, Suriyeyle ne alakası var?
AYTUĞ ATICI (Devamla) Oraya Sadece erkek polisleri
eğiteceğim. diye yazmanızın nedeni bu.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Libyayı konuşuyoruz, Suriyeyle
ne alakası var?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ya beni dinlemediniz ya da kafanız
karışık.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Hayır, siz Suriyeye
kitlenmişsiniz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) Bir kelimeyle bir daha söyleyeyim. Bana
deyin ki
ÜNAL KACIR (İstanbul) Suriyeye kilitlenmişsiniz,
Libyayı konuşuyoruz
AYTUĞ ATICI (Devamla) Bana Libyada yetiştirdiğim
Suriyeye gitmiyor. deyin, elinizi öpeyim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
ÜNAL KACIR (İstanbul) Libyada yetişenin nereye
gideceğini kim kararlaştırmış? Biz mi
kararlaştırıyoruz? Laf mı ya!
AHMET AYDIN (Adıyaman) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2.- Adıyaman Milletvekili
Ahmet Aydının, Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ
Grup Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) Evet, teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Tabii, hatibi dikkatle dinlemeye çalıştım. Herhâlde tek
bir doğru laf etti, o da Âyînesi iştir kişinin, lafa
bakılmaz. dedi. Ne söylediğin önemli değil, ne
yaptığın önemli, nasıl yaşadığın
önemli, bunu bütün kamuoyu biliyor.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki buradaki bir
konuşmacı adamlıktan çok güzel bahsetti ama ben şunu
söylemek istiyorum: Siz, bizim grubun, bizim
Başbakanımızın, bu ülkenin Başbakanının
adamlığını ölçecek çapta değilsiniz bir defa. Bir defa
onu ifade etmek istiyorum. O seviyede, o çapta değilsiniz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Adam olanın çapı ölçülür, adam
olmayanın ölçülmez.
AHMET AYDIN (Devamla) Herkesin adamlığı kendine.
Burada, millî meselemiz olan bir konuyu görüşüyoruz, dış
politikayla ilgili, Libyayla ilgili ve Türkiyenin bölgede geldiği konumu
iftiharla anlatmanız lazım. Sizin Tandoğanda
yapamadığınız mitingi Sayın
Başbakanımız Libyada yapıyor, Mısırda
yapıyor; gidin ders alın, adamlığı öğrenin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Olmadı
Ahmetciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) Evet, eğer adam gibi
yaşamıyorsanız adam gibi de ölemezsiniz. Adam gibi ölmenin ön
koşulu adam gibi yaşamaktan geçer.
TANJU ÖZCAN (Bolu) Adam gibi öleceksek
Hangimize söylüyor?
AHMET AYDIN (Devamla) O yüzden
Sayın Başbakanımız doğru söyledi, o yüzden sonuna
kadar arkasındayız.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Olmadı Ahmetciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) Yine, sizin, sizin
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Koordinatları
karıştırdın sen, koordinatları!
AHMET AYDIN (Devamla) Bakın siz, burada ifade edemediniz,
ayıplanmanız lazım değerli arkadaşlar.
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Koordinatlar
karıştı.
AHMET AYDIN (Devamla) Bakın, Mısırda
Mısırın Başbakanı Sayın
Başbakanımızı bölge lideri olarak takdim ediyor ya! Sizin
gözünüz görmüyor mu, kulağınız duymuyor mu?
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) Obama öyle demiyor,
Obama.
AHMET AYDIN (Devamla)
Mısırda, Mısırın Başbakanı, Türkiye
Cumhuriyetinin Başbakanını bölge lideri olarak takdim ediyor.
Bütün dünya bunu görüyor, herkes bunu görüyor. (CHP sıralarından
gürültüler) Mısırı da, Libyası da, Tunusu da, Cezayiri
de, herkes biliyor, bir tek CHP görmek istemiyor, bir tek CHP görmek istemiyor.
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) O görevi Obama Mısıra
verdi, elinizden aldı.
AHMET AYDIN (Devamla) Değerli arkadaşlar,
fotoğraflardan bahsettiniz, evet, geçen gün Sayın Grup Başkan
Vekili de geçmişe ait fotoğrafları koydu ortaya.
Evet, Sayın Esedle birlikte daha önceden, ilk dönemlerde bir
muhabbet vardı, fotoğraflar da vardı ama bu ne içindi? Suriye
halkının geleceği içindi. Tavsiyelerle, telkinlerle Kansız
bir şekilde demokrasi gelsin. diye öneriler içindi. Ama ne oldu? Bir
noktaya geldikten sonra tercihinizi yapmak durumundasınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET AYDIN (Devamla) Ya topla
tüfekle halkını katleden Esed
rejimini savunacaksınız ya da mazlum, mağdur olan Suriye
halkını destekleyeceksiniz.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Olmadı Ahmetciğim, olmadı!
AHMET AYDIN (Devamla) Ama siz ne yaptınız? Siz, ne zaman ki
Esed, tankla tüfekle halkını katletmeye başladıysa o zaman
Esedci kesildiniz.
CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) Hiç hikâye, hiç hikâye
anlatma.
AHMET AYDIN (Devamla) Düne kadar bize Suriye yanlısı
diyordunuz, düne kadar İranla
beraber çalışıyorsunuz. diyordunuz ama ne zaman ki biz
halklardan yana olmaya başladık, o zaman kalktınız siz o
diktatörlerden yana tavır koymaya başladınız.
Bakın, değerli arkadaşlarım
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Aydın.
AHMET AYDIN (Devamla) Teşekkür ederim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun.
3.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının
şahsına sataşması nedeniyle konuşmas
AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Grup Başkan Vekili zaman zaman buraya
çıktığında iyi konuşmalar yapar, zaman zaman da
kafası karıştığı zaman böyle bocalar.
Sevgili
Kardeşim, çapsız lafı bizim Genel
Başkanımızın sizin Dış İşleri
Bakanına söylediği laftır.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Ne oldu?
AYTUĞ
ATICI (Mersin) Vallahi, anlayana! Ne diyeyim artık yani?
IX.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ayşe Nur Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir
Ünal ve Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156) (Devam)
BAŞKAN
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın
Mehmet Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bugün, haber aldığımıza göre Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Profesör
Doktor Turan Yazgan Hakka yürümüştür. Kendisine Yüce Allahtan rahmetler
sunuyoruz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Hocamız Turan Yazgana
şükranlarımızı sunuyoruz çünkü o büyük bir Türk
milliyetçisidir, milletine hizmeti ibadet bilmiş, ömrünü bu yolda
harcamış bir büyük millet evladıdır.
Sovyetler
Birliğinin dağılmasından önce Türk dünyasında
faaliyete başlamış, okullar açmış, o yönde
çalışmalar yapmış ve o günden bu yana bu gayretini büyük
bir fedakârlıkla devam ettirmiştir. Dergiler çıkarmış,
kitaplar çıkarmış, ilmî ve kültürel toplantılar
yapmıştır. Ömrünü Türklük davasına adamış,
insanlığa hizmeti ibadet bilmiş bir büyüğümüzü
kaybetmiş olmanın üzüntüsü içerisindeyiz. Onu, tekrar, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu olarak rahmetle ve şükranla anıyor, tüm
sevenlere ve Türk milliyetçilerine başsağlığı
diliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, bazı konularda müzakere yapmak, konuşmak gerçekten
önemli fırsatlar, önemli imkânlar verir. Bir uluslararası
sözleşmenin kanunlaştırılması kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim
İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu üzerinde grubum adına
konuşmayı da böyle bir fırsat olarak değerlendiriyorum ve
dış politikada ülkemizin dışında gelişen
olayları bir ufuk çizerek size takdim etmeye
çalışacağım, endişelerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli
arkadaşlar, bazı konular, özellikle dış politika
konularının iki özelliği var bence, birçok farklı
özelliklerle birlikte. Birincisi, dış politika bugünün meselesi
değil, geleceğin meselesidir. Dış politikayla geleceği
tanzim ediyoruz. Onun için, bu konuda yapılan konuşmalar siyaset üstü
olmak durumundadır, siyasi partilerin kendi aralarındaki
kavgalarının üstüne çıkarak millî bir duruşla, milletimizin
geleceğiyle ilgili umutları, endişeleri dile getirdiğimiz
bir müzakere olmalıdır. Bu pencereden bakmalıyız. Özellikle
devlet adamları, özellikle ülkeyi millet adına yöneten hükûmetler,
siyasetçiler, bu konuya bu pencereden bakarak geleceği tanzim ettiklerinin
idrakinde doğru adımlar atmak, doğru duruşlar ortaya koymak
ve doğru beyanlarda bulunmak mecburiyetindeler.
Tarihe
geri dönüp bakınız, her acı sonuç o günü yöneten
iktidarların, o günü yöneten siyasetçilerin yanlış
politikaları, yanlış anlayış ve algılamaları
sonucu hasıl olmuştur, yanlış beyanlarıyla
şekillenmiştir. Bunun için, bu konuyu, bana göre, günün, gündemin
tartışmalarının ötesinde, partilerimiz arasındaki
çekişmenin ötesinde, milletimizin geleceğinin endişesiyle,
umuduyla, hayaliyle değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlar, bu kanun teklifiyle, kanun tasarısıyla getirilen
husus, Libyaya yeni kurulmaya
çalışılan, yeniden tanzim edilmeye çalışılan
Libyaya Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin eğitim desteği vermesini
tanzim ediyor. Buna karşı çıkmak olmaz, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak biz bu konuda destek veriyoruz. Dışişleri
Komisyonundaki beyanımızda da buradaki beyanımızda da bu
kanun tasarısına destek vereceğimizi öncelikle ifade edeyim.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihin ve coğrafyanın getirdiği
bir zorunluluk, bir mecburiyet olarak bu bölgenin bu türde tüm ihtiyaçlarına
katkı vermek gibi bir tarihî misyonu ve sorumluluğu var.
Dolayısıyla, yapılan düzenleme eksikleriyle, yanlış
anlamalarıyla birlikte doğru bir düzenlemedir, buradan sizlerin
oylarıyla da kanunlaşacaktır. Ancak, bunu fırsat bilerek
Libya, Libya üzerinden Orta Doğu bölgesi ve onun üzerinden de
dış politikamız üzerinde birkaç cümle söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Libyayı gözünüzün önüne getirmenizi
diliyorum. Libya yeni bir kelime, eskisi ne kadar geriye gider onu bilmiyorum
ama bizim tarihimizde Libya deyince Trablusgarp ve Bingazi gelir, başka
yerler gelir. Bizim tarihimizde Trablusgarpın, Bingazinin çok önemli
yerleri vardır.1550li yıllarda Turgut Paşa tarafından fethedilerek
Osmanlıya katılan bu coğrafya, Trablusgarp vilayeti ve Bingazi
sancağıyla yönetilmiştir. Biz -burayı terk ettiğimiz
1912 yılına kadar- burayı yaklaşık üç yüz
atmış yıl yönetmişiz. Üç yüz atmış yıl,
buradaki halkların, ne farklılığına ne inancına
ne diline müdahale etmeden, adalet içerisinde buraları yönetmişiz ama
bundan tam yüz yıl önce
Değerli milletvekilleri, -ilgilisine söylüyorum, tarihe not
düşmek için söylüyorum- eğer devlet adamları bugünün tarihteki
iz düşümünü doğru belirleyemezlerse bugünü anlamakta, geleceği
doğru öngörmekte yanılırlar. Bakın, bugünden tam yüz
yıl önce, 15 Ekim 1912 yılında biz Libyayı
İtalyanlara kaybetmişiz. İtalya, Osmanlının Libyaya
zulmettiği iddiasıyla, medeni hâle getiremediği iddiasıyla
yani Libyaya medeniyet getirmek iddiasıyla, özgürlük getirmek
iddiasıyla Libyayı Osmanlıdan bir notayla talep etmiş,
Osmanlının Libyayı terk etmesini talep etmiş, o günün
devlet adamları bunun ne anlam taşıdığını
bile anlayamadan maalesef çok kısa bir sürede Libyayı, 1 milyon 750
bin kilometrekare, bugünkü coğrafyamızın 2 katı
büyüklüğündeki Libyayı biz kaybetmişiz arkadaşlar. O günün
dünyasında, o günün Osmanlısında, devletimizi yöneten siyaset
adamları -eğer tarihe dönüp bakarsanız- bugüne benzer
yanlışlıklar yapmışlar. Dünden hareketle bugünü
sorgulayıp gelecekle ilgili endişelerimizi ifade ederken tarihî
gerçeklere atıfta bulunmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, İtalya, aynen bugünkü gibi, özgürlük,
hürriyet, medeniyet, demokrasi getirmek adına Libyayı işgal
etti. Osmanlının o gün devleti yöneten yönetimi Sadrazam Hakkı
Paşa eski Roma Büyükelçisidir, İtalyanın bu niyetlerinden
haberdar olmaması mümkün değil. Hatta İtalyanın
verdiği nota ülkenin Başbakanı olan Hakkı Paşaya bir
İtalyan paşasının evinde briç oynarken götürülüp takdim
ediliyor. paşa briçi bozmuyor, oyunu bozmuyor. Bu notanın
içeriğinden haberdar olan, Osmanlı jandarmasını ıslah
etmek için, ıslahat yapmak için davet edilen İtalyan Paşa
Türkiyenin Sadrazamı Hakkı Paşayı teskin ediyor, Merak
etmeyin, üzülmeyin. diyor ama sonuç itibarıyla verilen o notayla
İtalyanlar Libyayı işgal ediyorlar ve kısa sürede 1 milyon
750 bin kilometrekare vatan toprağı Osmanlıdan
çıkıyor. Hakkı Paşa, bunun üzerine Eskiden olduğu
gibi eğer bir sorgulama olursa beni asarlar. diyerek o günün
iktidarı olan İttihat ve Terakkiye sığınıyor ama
netice itibarıyla siyasi sorumlusu olan İttihat ve Terakki Hakkı
Paşayı koruyor.
Bunları şunun için anlatıyorum: Değerli
arkadaşlar, yüz yıl önce bugünkü coğrafyamızın 10
katı coğrafyayı kaybettiğimiz bir süreç
yaşamışız. Yalnız Libyayı kaybetmemişiz,
Libyadan sonra İtalya -Rodos, Girit, Sisam, Midilli, Sakız
adaları- 12 adayı da almış, Osmanlı bunu
engelleyememiş.
Sonuçta bir yıl sonra yapılan
anlaşmanın üç gün sonrasında yani, 15 Ekim 1912den üç gün sonra,
18 Ekim tarihinde, bu defa Balkan savaşları başlamış.
Balkan savaşları sonrasında koca Rumeliyi kaybetmişiz, 167
bin kilometrekare vatan toprağı, 6,5 milyon nüfusu kaybetmişiz.
Bir tespit var: 1821 Yunan isyanından, 1922 Millî Mücadelenin sonuna
kadar olan o sürede Türk milleti, 5,5 milyon insanını savaşlarda
kaybetmiş, 5 milyon insanını da vatan dışı kalan
topraklarda kaybetmiş. Yüz yıl önce yaşanan süreç bugün,
maalesef, yeniden yaşanmaya çalışılıyor.
Bu Kanun dolayısıyla hatırlatmak istediğim hadise
şu: Ülkeyi yöneten siyasetçiler bugünün tarihteki iz düşümünü
göremez, onun sebep ve sonuçlarını doğru sorgulayamazlarsa bugün
yaşananları anlayabilmeleri, pozisyon almaları,
değerlendirebilmeleri ve geleceğe tedbir alabilmeleri mümkün
değil.
Şimdi, yüz yıl sonra yaşadığımız
hadiseye bir bakınız lütfen. Biraz önce bir tartışma
yaşandı burada, Sayın Başbakanın Orta Doğunun
bölge lideri olduğu iddia edildi. Sayın Başbakan bu yönde çok
yoğun bir gayret içerisinde bu görüntüyü oluşturabilmek için,
özellikle son günlerde Türkiyeye bile gelmeye fırsat bulamıyor.
Türkiye'nin bölgede, dünyada lider olması hepimizin gönlünü hoş eder
ama bir sonuç olarak şunu sorgulamanızı istiyorum: Bu
liderliğiniz, bu Büyük Ortadoğu Projesi denen projenin eş
başkanlığınız, bu bizim coğrafyamız olan,
yüz yıl önce bizim vatanımız olan bu topraklarda kanı
durdurabiliyor mu?
Değerli arkadaşlar, Libyada, Irakta, Suriyede, İslam
coğrafyasında, Türkiye'nin bölgedeki liderliği akan Müslüman
kanını durdurabiliyor mu? Bunu bu açıdan sorgulamak lazım.
Sayın Başbakan, bizim Genel Başkanımızı
İslam ülkeleriyle hiç ilgisi yok. diye suçluyor. Sizin ilginizin ne
faydası var? Sizin yani İslam ülkelerine, Orta Doğu bölgesine
gösterdiğiniz ilginin kime ne katkısı var? Bu akan kanın
sorumluluğu kimin?
Değerli arkadaşlar, Libyada 50 bin Müslüman öldürüldü.
Bununla, Libyadaki NATO operasyonuna destek vermekle övündünüz. Irakta 1,5
milyon Müslümanı katlettiler, Amerikan askerlerinin
sağlığına dua ettiniz. Bu mudur bölge liderliği?
Suriye, kapı komşumuz; soydaşlarımız,
kardeşlerimiz -Kürtüyle, Arapıyla, Türkmeniyle kardeşlerimiz
olan bu insanlar- bugün birbirlerini boğazlıyorlar. Sizin bölgedeki
liderliğiniz bu boğazlaşmayı önleyebildi mi? İki
yıla yaklaşıyor neredeyse, bir buçuk yılı geçti.
Bugün, bu coğrafyada artık bin yıldır beraber yaşayan
insanların birlikte yaşama imkânı kalmadı, aynen Iraktaki
gibi. Irakta da Sünnisi de Arap, Şiisi de Arap, birbirini
boğazlıyor. Türkü de, Kürtmeni de, Türkmeni de, Kürtü de,
Arapı da Müslüman, birbirlerini boğazlıyorlar.
Bölge liderliğimizin, Türkiyenin veya Sayın
Başbakanın bölge liderliğinin bu kanı durdurmak
noktasındaki hesabını sormak lazım, bununla övünmek
lazım. Eğer gücümüz, eğer liderliğiniz
barışı temin etmiyorsa o politikalar yanlış, o
politikalar doğru değil.
Ben size çok acı bir gerçeği söyleyeyim, -biraz önce bir
sayın devlet büyüğümüzü ziyaret ettim, ona da arz ettim- bakın,
bu coğrafyada Türkiyenin varlığı çok önemli, çok
değerli. Bu coğrafyanın tüm halklarının Türkiyenin
hakemliğine, büyüklüğüne, iradesine, iktidarına, dirayetine
ihtiyacı var ama size, bakın, buradan bir acı gerçeği
söyleyeyim: Irakta da, Suriyede de ben inanıyorum ki diğer
bölgelerde de Türkiye güvenilmez bir ülke durumuna düştü. Bunu
yüreğim yanarak söylüyorum, bunu bir iç politika polemiği olarak
söylemiyorum.
Muhalifleri destekliyoruz, eli kanlı Beşar Esad gitsin, kendi
halkını öldürenin arkasında durmayız. dediniz, bugün muhalif
dediğiniz grup maalesef bir milim mesafe katedemedi.
Tampon bölge oluşturulamadı. Benim kendi köyüm Türkmen
bölgesi, arasında Arap köyü yok, Türkiye ile arasında Arap köyü yok.
Türkiye koruyamadı, hepsi Türkiyeye göçtü ve bize sığınan
bu insanlara bugün maalesef suçlu muamelesi, sığıntı
muamelesi yapıyoruz.
Buradan huzurunuzda, ben, bu konuda gerek Sayın Bakana, gerek bu
konuda gayreti olan herkese teşekkür ettim bu kürsüden ama bugün
Türkmenlerin sığındığı, bizim de talep
ettiğimiz o kamp, bir açık hava cezaevine dönüştü. Sayın
Bakan dinliyor, sebebini de biliyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir valiye
gücü yetmiyor. Açık hava cezaevine dönüştü
Üç öğün yemeği
6,9 liraya, yani 6 lira 90 kuruşa alınan üç öğün yemeği bir
lütuf gibi ifade eden, Bunu veriyoruz, bu yetmez mi? diyen bir Sayın
Valiye Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin gücü yetmiyor ve bu, Türkmenlere
zulmediyor. Bu insanlar Türkiyeye geldiklerine pişman ve Öleceksek kendi
köyümüzde ölelim. noktasına geliyorlar. Bütün
çığlığımıza rağmen, Hükûmetin bütün
gayretine rağmen, ama bir sonuç olarak söylüyorum, ne desteklediğiniz
o muhalifler bir mesafe katedebiliyor
Bundan üç gün önce,
Yayladağının
Türkiyenin desteğinin Suriye halkına ne faydası var
değerli arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun! Halkı
destekliyoruz. diyorsunuz; halkı desteklemek bu mu? Bu mu halkı
desteklemek? Sizin desteğinizin Suriye halkına ne faydası var
ölümden başka?
MUHARREM VARLI (Adana) Amerikaya
var ya, yeter!
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Türkiyeye
sığınıyorlar, zulmediyorsunuz, acıyarak söylüyorum.
Ben bu sözleri buradan söylemem, söylememem gerekir ama -Sayın
İçişleri Bakanına arz ettim, Sayın Başbakan Yardımcımıza
arz ettim- bu Vali bu halka zulmediyor 7 liraya üç öğün yemeği bir
lütuf gibi milletin başına kakıyor. Açık hava cezaevi gibi
içeriye girenleri dışarıya bırakmıyor,
dışarıda kalanları içeriye almıyor ve bunu
aşamıyoruz.
Şimdi, bu mudur liderlik? Bu mudur
büyük devlet olmak? Bu bu mudur bölge liderliği değerli
arkadaşlar? Sizi milletime şikâyet ediyorum, Adalet ve Kalkınma
Partisinin değerli yöneticileri, değerli milletvekilleri.
Siz, Türk milletinin geleceğini bir ham hayal peşinde, aynen
yüz yıl önce yaşadığımız o felaketin kaosuna,
girdabına sürüklüyorsunuz. Süre bitiyor, bu sözün
açılımını da bir başka sebeple yapacağım ama
bilesiniz ki tarih tekerrür ediyor. Yüz yıl önce bugünkü
topraklarımızın 10 katı büyüklüğündeki vatan topraklarını
kaybettiğimizdeki gaflet, maalesef bazı yönleriyle bugün ülkemizi
yöneten siyaset gafletle aynı üzülerek ifade ediyor hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş
Milletvekili Sayın Demir Çelik.
Buyurun. (BDP sıralarında alkışlar)
BDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) Sayın
Başkan, çok saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım;
hepiniz saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Konuya ilişkin konuşmama geçmeden önce içinde bulunduğumuz
muharrem oruçlarının halklarımıza hayırlara vesile
olması, barışa yol açması dileklerimi iletiyorum. Keza 24
Kasımın Öğretmenler Günü olması vesilesiyle de
öğretmen arkadaşlarımı, dostlarımı, bütün
öğretmen camiasını saygı ve sevgiyle selamlıyorum. 25
Kasımın Dünya Kadına Şiddete Karşı Mücadele ve
Dayanışma Günü olması vesilesiyle de toplumun bir yarası
olan kadına yönelik şiddeti lanetliyor, onların
özgürleşmesi mücadelesinin yanında ve parçası
olacağımı ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugünün
dünyasında olup bitenleri her şeyden önce anlamak, kavramak ve
yarına dair dünyadaki rolümüzün ne olacağına ilişkin
konumlanmamızı, tarihsel ve siyasal görev ve sorumluluklarımızın
bilincine varmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Her şeyden önce Kuzey Afrikadan başlayıp Orta Doğu,
oradan da Suriyede devam eden ve 1900lü yılların ikinci
yarısından itibaren tek süper güç olma olanağını,
imkânını bulmuş Amerika Birleşik Devletlerinin Büyük Ortadoğu
Projesi olarak bildiğimiz bir projenin Kuzey Afrikadan Orta Doğuya
uygulanmasının ayak seslerini duyuyor, ona dair müdahalelerin,
savaşın, çatışmaların, yoksunlukların, hak
ihlallerinin derinliğine yaşandığı bir süreçten
geçiyoruz. Bu yönüyle, Tunus, Libya, Mısır, Katar, Sudan ve Suriyede
olup bitenleri analize tabi tuttuğumuzda da fotoğrafın asıl
görünmeyen yanının ya da bize yansıtılmak istenenin arka
perdesinde olup bitenlerin çok daha farklı niteliklerde ve özelliklerde
olduğu gerçeğiyle de yüzleşmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010dan bu yana
bu bölgede güya demokrasi adına, hak ve özgürlükler adına küresel
emperyal güçlerin, bölge halklarının iradesi ve temel taleplerine
rağmen onlarca yıl öncesinde şekillendirdikleri Baasçı
diktatöryal rejimlerin ihtiyaçlarına cevap vermediklerinden hareketle,
mevcut ulus üniter devletin alternatifi yeni arayışları görmek
gerekiyor. 1950lerde Mısırda başlayan ve Irakta
çoğumuzun rahatsızlığını duyduğu Saddam
rejimiyle kendisini dünya âleme kanıtlayan bu diktatöryal rejimler,
artık küresel emperyal güçler tarafından kaldırılamaz,
sindirilemez, kabul edilemez bir noktada olduğundan üretimin artı
değerini pazarlama ihtiyacı duydukları alanlara özgürce, güvenlik
ve gümrük korumacılığından bağımsız
girebilme serbestisini kazanmak adına yapılan bir müdahale olarak
görmek gerekiyor.
O anlamıyla, yürütülen savaş ora halklarının, inanç
ve dinsel grupların çıkarına değildir. Aksine büyük küresel
emperyal güçlerin çıkarına hizmet edecek etnik, dinsel ve kültürel çatışmalar
devam ediyor. Bu, en son yanı başımızda ateş topu
olmaya devam eden Suriyede hızını kesmeden bir savaş ve bu
savaşın yarattığı siyasal ve sosyal travmayı da en
çok yaşayan ülke, ülke halkları olma konumuyla da bizi
karşı karşıya bırakmıştır. Her
şeyden önce, başta Suriye olmak üzere Orta Doğu, sadece ve tek
başına yer altı zenginlikleri itibarıyla emperyal güçlerin
göz diktikleri bir bölge değil; Orta Doğu, aynı zamanda, kadim
medeniyetlerin tarihsel sahneye çıktıkları, o günden bugüne üç
kutsal kitabın, üç ana dinin hayat bulduğu, açığa
çıktığı; Musevilikten Hristiyanlıka,
Hristiyanlıktan İslamiyete dünyanın 6 milyon nüfusunun yüzde
90ını ihtiva eden bu dinlere dayalı
çatışmaların, çelişkilerin, kültürel ve siyasal odak olma
noktasındaki kavgaların da cereyan ettiği bir bölgedir. O
açıdan çok bileşenlidir, çok aktörlüdür, uluslararası zeminin
her boyutuyla kendisini hissettirebileceği bir bölgedir. Bu yönüyle sadece
Esadı ve Esad diktatöryasını ortadan kaldırmak yetmiyor.
Karşısına alternatif olarak koyacağınız yönetim
konusunda söz ve yetki birliğiniz yoksa, ortak konsensüs oluşmuş
değilse sorununuz sıkıntılıdır, zordur. Bir
yanıyla Amerika Birleşik Devletleri, öbür yanıyla Avrupa
Birliği, Rusya, Çin, Hindistan ve Latin Amerikanın
çıkarlarının çatıştığı,
örtüşemediği bu coğrafyada, Türkiyede -kendine göre bir pay
sahibi olmanın- yüklendiği misyonla, sağlayabildiği
ekonomik gücüyle bölgede çıkarını kollayan, koruyan bir noktada
olma gayreti ve çabasıyla iki yılı geçirdi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu iki yıl
hepimizin cebinden, ülke değerlerinin savaşa ve savaş
rantiyesine sevk ve idaresiyle geçmemeliydi Aksine siyaset kurumu olan Meclis,
her şeyden önce siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunları
çözüme kavuşturma becerisi ve sanatına sahip bir alana ve arenaya
dönüşebilmeliydi. Bu yönüyle günümüzün çatışmacı,
güvenlikçi politikalarına karşın gelişmekte olan diyalog ve
müzakereye dayalı bir süreci de, bu sürecin rolünü de bu Meclis
üstlenmeliydi, yüklenmeliydi.
Tarih boyunca savaşlar olmuştur, olacağa da benzer ama
hiçbir savaşta kazanan insanlık olmamıştır, hep o
dönemin egemenleri olmuştur, egemenlikçi anlayışlar
olmuştur. Dolayısıyla da halkların ve ezilenlerin hiçbir
savaşta çıkarı söz konusu değildir ama çıkarı söz
konusu olmayan ezilenler, yoksullar savaşta da ilk önce ölenlerdir,
kaybedenlerdir, mağdur olanlardır, yerinden yurdundan sürülenlerdir.
Bu yönüyle de Türkiye başta olmak üzere, dünya devletlerinin egemenlikçi
sistemi içerisindeki hiçbir ezilenin, yoksulun ve sömürülenin hiçbir
savaşta çıkarı yoktur. Onların çıkarı, dostane
ilişkiler içerisinde, barış içerisinde bir arada
yaşamaktır, çıkarları barıştır.
Bu açıdan biz, bir kez daha savaşın kötü ve kötürüm
olduğunu, herkese kaybettireceğini, savaşın
kazananının olmadığının altını çizmek
istiyoruz. Alternatifi olan bir arada barış içerisinde
yaşamanın, barışın ise herkese
kazandıracağını belirtmek, ifade etmek istiyoruz. Ama
gelin, görün ki Esad diktatöryasını ortadan kaldırmak isteyen
Türkiye ve Sayın Başbakan 2010dan bu yana diktatörya olarak
yargıladığı, mahkûm ettiği Esadla önceki tarihlerde
dostane ve kardeşçe ilişkileri sürdürmenin havasını
yaratmış, buna dair politik açılımların içerisinde
olmuştu.
Ne talihsizdir ki bu kardeşçe ve dostane ilişkinin
sürdüğü nokta da o günün Kürtleri bu diktatör tarafından baskı altındaydı. 1.500ün üzerinde
siyasi mahkûmunun yanı sıra 3 milyon civarında Kürtün
kimliği bile yoktu. Toprak edinebilme, mülk edinebilme hakkı yokken
diktatör olarak görülmüyordu, kardeşti, dosttu. Ne zamanki çıkarlar
çatıştı, çelişti, birdenbire kardeş ve dost olan,
ortadan kaldırılması gereken bir diktatöre dönüştü. Ama
diktatöre karşı 2004lü yıllardan bu yana mücadele yürüten ora
Kürtleri, kendi öz güçlerine dayalı öz yönetimlerini
sağladıkları Temmuz 2012den bu yana da âdeta
Başbakanın, Türkiyenin ve iktidarın korkulu rüyası olmaya
başladı.
Bunu biz kabul etmiyoruz, meşru görmüyoruz. Bir yanıyla Diktatörler
ortadan kalksın, diktatörler halkına kulak versin, temel taleplerini
dinlesin. diyeceksiniz, öbür yanıyla da ora Kürtlerinin özgürlük
mücadelesini, özgürlük taleplerini terörize edip kazanma statüsünü bertaraf
etmenin arayışları içerisinde olacaksınız. Bu
doğru değil. Bu çelişkiyi, bu paradoksu görmek lazım.
Ama biz bunu biliyoruz. Bu, sanayi devriminden yana ulus üniter
devletlerin açığa çıkardığı bir paradokstur.
Tekçi, katı merkeziyetçi, otoriter zihniyete dayalı ulus üniter
devletleri, egemen kimliği, egemen kesimi esas aldığından,
farklılıkları yok sayıp inkâra
kalkıştığından kaynaklı bir sorundur. Hâlbuki
değişen dünya koşulları ulus üniter devleti ve zihniyetini
aşan yeni fırsatları, olanakları bize tanıyor.
Ulus, sadece etnik ve dinsel ve inançsal kimliğe
dayandığında, diğer farklılıkları
baskılamak, diğer kimlikleri baskı altında tutmak gibi bir
ihtiyaçla karşı karşıya kalabilir. Hâlbuki günümüzün ulus
tanımı, kültürel çoğulculuğa dayanan, hukuki ve siyasal
birliği esas almalıdır. Hukuki ve siyasal birliği esas
almayan, kültürel çokluğun dışında tekçiliği esas alan
ulus üniter devletleri yüzyıllardır insanlığa reva
gördüğü savaştan uzak bir noktada olmayacaklardır. Aksine, her
gün ölüm olan, gözyaşı olan, kaynaklarımızın,
enerjilerimizin ve
zamanımızın israfından başka bir yol
olmayacaktır. Türkiye, doksan yıl boyunca bu tekçi anlayışından
dolayı Türklüğü korumak, Türklüğü güvence altına almak
adına diğer farklı kimlikleri yadsımış, inkâr
etmiş, onlar üzerinden kendi devletinin kutsiyetini topluma
dayatmıştır. Hâlbuki bugün kendi Kürtü özgür olmuş
olsaydı, kendi Kürtü ana dilinde eğitim görmüş olsaydı,
ana dilinde savunma hakkını elde etmiş olsaydı bugün Suriye
Kürtlerinin statüye kavuşmasını risk olarak görmezdi. Dostane
uluslararası ilişkinin Orta Doğudaki canlı bir
parçası olarak soruna yaklaşır, bu anlamıyla da diyalog ve
müzakere esaslı bir ilişkiyi esas alırdı. Ama bu algı,
asimilasyona, siyasal entegrasyona yöneldiğinden, bu sorununu çözemeyip,
öteleyip bugünlere taşıdığından kaynaklı da dünün
alışkanlıkları olan savaş argümanları, savaş
metotları ve araçlarıyla her soruna yaklaşılmaktadır.
Talep sahibi öğrencinin, talep sahibi Alevinin, talep sahibi
Kürtün, talep sahibi herkes ve her kesimin cumhuriyet ve devlete olan
isyanı, algısıyla hareket ettiğinden, bunlara, düşman
hukuku nezdinde yaklaşıldığından kaynaklı ya
irade kırma ya terörize etme ya da siyasal operasyonlarla herkesi hizaya
getirmenin esirgenmediği, ardı arkası kesilmeyen bir despotik
cumhuriyetin uygulamalarıyla karşı karşıyayız.
Hâlbuki Alevilerin, tam da muharrem orucu içerisine geçtiğimiz bugünlerde
kendi ibadetlerini, inançlarını özgürce yerine getirebildikleri,
cemevlerinin ucube görülmediği, aksine ibadetin
gerçekleştirildiği kutsal mekânlar olduğu;
dayanışmanın, toplumsallaşmanın ve
paylaşmanın mekânı olarak algılanması gerektiği
anlayışından hareket etmiş olsaydık; keza, aynı
şekilde Kürtlerin kimlikten kaynaklı, kültürden kaynaklı
mağduriyetlerinin karşılandığı, giderildiği,
özgür, demokratik, öz güce dayalı yönetimlerine fırsat
verildiği, dolayısıyla demokratik cumhuriyet
algısıyla, demokratik ortak vatanda birlikte, özgürce yaşama
fırsatının tanındığı bir ülke
sağlanmış olsaydı Suriyedeki gelişmeler korkulu
rüyamız olmazdı. Korkulu rüya olmaya devam ettiği içindir ki Hataydan
Habur sınırına kadar 910 kilometrenin her bir kilometresinde
onlarca asker, tank, top, cephane yığılmış
bulunmaktadır. Korkulu rüyamız devam etmiş olmalı ki
Diktatörü kaldıracağız, diktatöre karşı halkları
özgürleştireceğiz. dedikleri ve söylendiği hâlde bu halklardan
Kürtlere hak sahibi olmamak, özgürlük sahibi olmamak adına Suriye özgür ordusu
paralelinde paramiliter güçlerle Ceylanpınardan her gün binlerce eli
silahlı, çetevari uygulamalara bir şekliyle sınırları,
olanakları peşkeş çekmemiş olacaktık. Bu
anlayıştır ki kendi vatandaşını
özgürleştiremeyen, kendi vatandaşına düşman muamelesi
uygulamasına yaklaşan, haktan yoksun, egemen olarak vermeye razı
olduğuyla yetinmesi yaklaşımıyla yaklaşan bir
zihniyet, işte, çok arzulamadığımız savaşın
yanı başımızda cereyan etmesine de neden olmuştur.
O açıdan, demem odur ki her şeyden önce yıllar öncesinde
komşularla sıfır sorun politikası olarak yola
çıkanların, bugün bırakın komşularını,
bölgede dostlarından bahsedemeyeceğimiz bir çatışma ve
savaşın hüküm sürdüğü bu coğrafyada halkları
özgürleştirerek, inançları özgürleştirerek, geleceğin
dünyasında birlikte olabilmenin şansını tanımak
gerekiyor.
Fırsat kaçmış değil. Hâlâ bu Mecliste
Barış ve Demokrasi Partisinin varlığını
fırsata dönüştürebilmek mümkündür. Artık, yüz yıl süren
savaşın ardından gelen barışı göz ardı
etmeyeceğimiz bir gerçeklikten soruna yaklaşmalıyız. Biz
Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümü açısından
proje sahibi olan bir parti olarak, Mecliste siyasal temsiliyet sahibi olan bir
parti olarak, yerel yönetimlerde hatırı sayılır bir
belediye ve il genel meclisi sahibi bir siyasal parti olarak demokratik
özerklikle Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümünün mümkün
olduğunu, sadece Kürtlerin demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir
anayasada anayasal güvenceye tabi tutulan kimlikleriyle, haklarıyla
özgürleşemeyeceğini, aynı zamanda Türklerin de, Arapların
da, Çerkezlerin de, Alevilerin de bu demokratik, özerk, öz yönetimlerle
meşru, demokratik talep sahibi olabileceklerini ve meşru, demokratik
talepleriyle, kan ve gözyaşı döktüğümüz bu yılların
karşılığı olarak gerçek anlamıyla bir demokratik
ülkede yaşama hakkını sağlayabileceğimizi öngörüyoruz.
Bu yönüyle savaş ve savaş politikaları yerine
özgürlüğü, adaleti, eşitliği konuşabileceğimiz,
onların siyasal projelerini tartışabileceğimiz, bu yönüyle
de emekçilerimizin, ezilenlerimizin mağduriyetini de
giderebileceğimiz, onların özlük haklarının da
sağlanabileceği gerçek bir demokratik ülkeyle
buluşabileceğimizi öngörüyoruz.
Bunu yapmak yerine her geçen gün kan ve revan bölgesine,
coğrafyasına dönen bölgemizde, ülkemizde savaş
kışkırtıcılığını, savaş
söylemini, çatışma dilini terk etmemek artık bu ülke
halklarının kaldırabileceği bir olgu olmaktan
çıkmıştır.
Açlık
grevlerinin ölümle karşılaşmadan bitmiş olması, bu
yönüyle toplumda oluşan sağduyu, duyarlılık ve hassasiyeti
de fırsata dönüştürmek mümkündür. Bu çerçevede de Sayın Abdullah
Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecridin
kaldırılarak diyalog ve müzakere eksenli, sorunlar meşru
zeminlerde, başta Büyük Millet Meclisi olmak üzere meşru zeminlerde
tartışılabilinmeli, ortaklaşılabilinmeli, herkes
cebindeki taşları dökmeli, bu yönüyle de
yaşadığımız sorunun demokratik çözümüne fırsat
tanınmalıdır. Bu sağlandığında, hepimizin
kazandığı, hepimizin yaşamaktan mutluluk duyduğumuz
özgür bir ülkede özgür, eşit vatandaş olmanın haklı
gururunu taşıyabiliriz. Ötesi, benim
baskılandığım, haklarımın gasbedildiği,
ötekisinin zenginleşip büyüdüğü, ötekisinin irade sahibi olma
haklarına sahipken benim yoksunluklarım ve yetmezliklerimle
küskünlükleri yaşadığım, darıldığım ve
bir yanıyla psikolojik sosyal travma yaşadığım bir
durumla karşı karşıya kalırız. Buna da hiç
kimsenin hakkı yok.
Gelin, hepimize kaybettiren
savaş yerine hepimizin kazanacağı, barış dolu,
özgürlük dolu yarınlarda buluşma umudunu büyütelim ki
çocuklarımız yaşadıklarımızı
yaşamamış olsun.
Bu dileklerimle, hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Çelik.
Komisyon adına İstanbul Milletvekili Sayın Volkan
Bozkır.
Yirmi dakika süreniz var.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VOLKAN
BOZKIR (İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu anlaşma görüşülürken söz alan Ana Muhalefet Partisi Temsilcisinin
bazı ifadelerinin Komisyonumuzdaki görüşmeler bakımından ve
bahsettiği ikinci bir anlaşmayla ilgili olarak Genel Kuruldaki
görüşmeler bakımından düzeltilmesi ihtiyacını
hissettim, o nedenle söz aldım. Genel Kurula saygılarımı
sunuyorum.
Öncelikle, Sayın Atıcı bizim Komisyonumuzun çok
renkli bir üyesidir ve gerçekten çok değerli bir çocuk
hastalıkları uzmanıdır, uluslararası üne de sahiptir
ama çocuk hastalıkları uzmanı olmakla dış politika
konusunda fikir beyan etmek aynı şeyler değildir. Sanıyorum, bu konuda da biraz önce kullandığı
ifadelerin, dış politika konusundaki bazı yeni başlamanın
verdiği heyecandan kaynaklandığını düşünerek söz
almış bulunuyorum.
Öncelikle,
şu anda görüşmekte olduğumuz anlaşmayla ilgili olarak,
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti arasında bir askerî
eğitim iş birliği mutabakat muhtırasını
görüşürken, bu anlaşmanın, Libyanın savunmasına ve
barışı korumaya katkıda bulunacak bir anlaşma
olmasını bir anlamda tenkit eder ifadeler kullandı.
Dünyanın
hiçbir ülkesinde savunma sanayi veya savunma bakanlığı
dışında bir ifade yer almaz. Savaş
bakanlığı veya savaş sanayi ancak savaş
dönemlerinde kullanılan ifadelerdir. Dolayısıyla, Libyanın
savunmasına katkıda bulunmak veyahut barışı koruma
amacıyla bir anlaşma imzalamak da hem diplomasiye hem
uluslararası teamüllere hem de savaş niyeti olmayan iki ülkenin bu
amaçlarına uygun ifadelerdir.
Burada tabii
önemli olan bir diğer husus daha var. Arap baharı sırasında
Türkiyenin dış politikası çoğu zaman tenkit edildi. Ama bu
Libya anlaşması da gösteriyor ki bütün bu sıkıntılı
dönemden geçildikten sonra, Türkiyenin dış politikasında
uyguladığı bu doğru politikalar sonunda biz
Mısır, Tunus ve Libyada düşman ve hasım idareler
değil; Türkiyenin dostu insanlar, Türkiyenin dostu yöneticiler ve
savunma ve polis teşkilatının eğitimi gibi çok önemli bir
konuda bile Türkiyeye güvenen bir idareyi görmekte oluyoruz. Bu da
aslında Türkiyenin sağlamak istediği bir sonucun çok güzel bir
delilini teşkil etmektedir.
Türkiyede
gerçekten tarihi bağları olan ve eski bir Osmanlı toprağı
olan Libyada bugün Libyanın askerî personelinin Türkiye'de
eğitimiyle ilgili bu anlaşmanın içeriğine
bakıldığında, gerçekten çok önemli unsurlar yer
almaktadır. Şöyle ki: Yaklaşık bin öğrenci eğitim
programından yararlanacaktır. Harp okulunda eğitim görecekler,
bir sene Türkçe ve akademik formasyon eğitimi alacaklardır ve bundan
sonra da dört yıl boyunca harp okulunda eğitim göreceklerdir ama
Libyanın acil ihtiyacına binaen de Libyanın subay ve astsubay
ihtiyacını hızlı bir şekilde karşılamak
amacıyla, üç aylık temel subay ve astsubay eğitimine tabi
tutulduktan sonra uzmanlık eğitimi alacak bir grup da vardır.
Şimdi, bunun, gelecek dönem bakımından, hem Libyada,
Türkiye'de eğitim görmüş subayların mevcudiyeti hem Türkçe
öğrenmiş subayların mevcudiyetinin gelecekte hem Libyanın
idaresinde hem Türkiye-Libya ilişkileri bakımından ne kadar
önemli olduğunu da gözden uzak tutmamamız gerekmektedir.
Burada başka bir endişeye daha yer verildi, bu
yetiştirilen subay ve askerî personelin Suriyede kullanılacağına
dair halk arasında konuşmalar cereyan ettiği belirtildi.
Diplomaside ve siyasette, halkın arasında, kahvelerde konuşulan
dedikodular üzerine politika yürütülmez. Burada esas olan -Sayın
Atıcı, bu anlaşma görüşülürken Dışişleri
Komisyonunda o gün mevcut değildi, o nedenle herhâlde kulaktan dolma
bazı bilgilerle bu ifadelere yer verdi ama- mevcut olan
Dışişleri Komisyonu üyelerimiz gayet iyi bileceklerdir ki
Komisyonda yer alan Hükûmet temsilcileri, bu anlaşmada, bilakis,
yetiştirilen personelin hiçbir şekilde Suriyede veya üçüncü bir
ülkede kullanılmayacağına dair hükümler bulunduğunu da
ifade ettiler.
Buradan ikinci bir değindiği, daha önce
Dışişleri Komisyonunda onaylanmış ve Genel Kurulda da
görüşülmüş olan ikinci bir anlaşmayla ilgili de bilgi arz etmek
istiyorum; o da, Libya Geçiş Hükûmeti arasında Libya ulusal polisinin
eğitimine ve kapasite geliştirilmesine ilişkin anlaşma. Bu
anlaşma Dışişleri Komisyonunda görüşülürken
anlaşmada yer alan bir milis ibaresiyle ilgili uzun görüşmelerimiz
oldu. Bu konuyu gündeme getiren de Sayın Atıcı değil,
başka bir Dışişleri Komisyon üyesi Cumhuriyet Halk Partili
milletvekilimizdi ve çok detaylı bir şekilde görüşüldü ve bu
milis ibaresinin eğitim programında kullanılma nedenini,
milis ibaresinin Libyada polis adayı olarak toplanan ve resmî bir
sıfatı olmayan genç insanlar anlamına geldiği ve söz konusu
ibarenin, Libyada ülkemizle yaptığı
çağrışımlardan uzak bir kapsamı olduğu, bu nedenle
bu şekilde yer aldığı belirtildi. Konu Genel Kurula
geldiğinde, Genel Kurulda bu kez Sayın Atıcı yoktu, konu
gündeme başka bir Dışişleri Komisyon üyemiz Milliyetçi
Hareket Partisinin muhterem bir üyesi tarafından getirildi, o zamanda
aynı ifadelerle zabıtlara geçecek şekilde Genel Kurulumuzu
bilgilendirmiştim.
Bu anlaşmada Libyalı bayan polisin eğitilmeyeceği
konusuna gelince: bu anlaşmalar iki tarafın arzuları
çerçevesinde olur. Libyadan böyle bir talep gelmediği için bu
anlaşma sadece erkeklerle ilgili olarak yürütülmüştür. Bizim zorla
Libya makamlarına Hayır, sen illa 100 polis yolla, 50 de kadın
yolla, eğitim vereceğiz. diyecek hâlimiz de yok. Talep neyse ona
göre anlaşma imzalanır, ona göre de sonuçlanır.
Son bir ifade Patriot füzeleriyle ilgili dile getirildi. Patriot
füzeleri gerçekten Türkiyenin NATO üyeliği bağlamında, NATOnun
üyelerini koruma vecibesi bağlamında talep ettiği füze savunma
sistemleridir. İlk defa Türkiyeye konuşlandırılmıyor,
daha önce 2 sefer Türkiyede konuşlandırıldı. Bu Patriot
füzelerinin Türkiyede konuşlandırılması tamamen savunma
amacına yönelik. Sınırın öbür tarafında bir hava
uçmama sahası ihdasına yönelik olmadığı açıkça
belirtilerek ve bir taarruz amacı olmadığı da kesinlikle
belirtilerek talepte bulunulmuştur. Patriot füzeleri talebinde
bulunulması nedeni şudur: Maalesef, Suriyede 40 binin üzerinde
insanı katletmiş, şu anda tamamen psikolojisini ve
insicamını kaybetmiş ve gerçekten köşeye
sıkıştığı için ne yapacağı tam olarak
belli olmayan, Baas kafalı bir katil cumhurbaşkanıyla
karşı karşıyayız ve bu adamın, son anında
ülkesinden ayrılırken dahi Türkiyeden intikam almak hisleriyle
Türkiyeye birkaç füze göndermesi endişesi herkeste var. Bu füzeler
gönderildiğinde de bu Patriot sistemi sayesinde Türk insanının
zarar görmemesi ve Türk topraklarında bir hasara yol açmaması mümkün
hâle gelecektir.
Bir Mersin Milletvekili olarak, bu füzelerin düşmemesini
sağlayacak olan Patriot sistemine, belki de böyle bir şey
inşallah hiç ortaya çıkmayacaktır ama böyle bir
saldırı vukuunda da İyi ki Türkiye zamanında tedbir
almış, NATO üyeliğinin nimetlerinden yararlanmış ve
NATOnun caydırıcılık unsurunu da yanına
getirmiştir. diye söyleyeceğiz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Bozkır.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun.
RECEP ÖZEL (Isparta) Ne dedi ki?
BAŞKAN E, dedi bir şeyler.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Mersin Milletvekili
Aytuğ Atıcının, Dışişleri Komisyonu
Başkanı Volkan Bozkırın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
AYTUĞ ATICI (Mersin) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, O ne dedi, bu ne
dedi, bu ne yaptı, şu ne yaptı? gibi laflarla dış
politikayı yürütüyorsak yazıklar olsun bize!
Şimdi, detaylara çok girmeyeceğim. Burada konuştuklarımı
bugün tane tane konuştum, çok net konuştum, herkesin de
anlayacağı bir dilde konuştum. Kafası
karışık olanlar anlamamış olabilirler. Askerî
anlaşmayla birlikte yapılan milis anlaşmasını da ben
burada tekrar gündeme getirdim ki bir bütünlük olsun diye ve biz, o polisle
ilgili olan, milisle ilgili olan tartışmayı yaparken neler
yaşadığımızı herkes o Komisyonda gördü,
kafaların birdenbire nasıl karıştığını
gördü.
Bunun anlamı nedir: Bunun anlamı AKP Hükûmeti, kendi
milletvekillerine bile danışmadan, sormadan çeşitli
anlaşmalar yapmaktadır.
Ben iddia ediyorum, Sayın Komisyon Başkanının da
oradaki milis kelimesinden haberi yoktu. Biz orada konuşunca, uzun
tartışmalardan sonra Ha, hakikaten böyleymiş. filan dendi ve
bu tartışmalar uzadı gitti.
Efendim, ben çocuk hekimiymişim de dış politikayı
bilmezmişim. Doğru, yani ben herhâlde dış politikacı
kadar dış politikayı bilmem. Doğrudur ama ben bir
insanım ve aydın olmaya çalışıyorum ve ülkemi
seviyorum. O yüzden de yapılan her konuşmada bilgim olmak zorundadır
ve gereğini yaparım. İyi ki dış politikayı
bilmiyorum, iyi ki. Dış politikayı bilmediğim için Obama
parmağını şıklatınca koşmuyorum. İyi ki
bilmiyorum. İyi ki dış politikayı bilmiyorum, kimsenin
taşeronu, piyonu olmuyorum.
Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)
IX.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
5.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş
Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/650) (S. Sayısı: 339) (Devam)
BAŞKAN Şahıslar adına İstanbul Milletvekili
Sayın Tülay Kaynarca. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 339 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla
selamlarım.
Sayın milletvekilleri, bu kanunla iki ülke arasında askerî
eğitim ve öğrenime yönelik alanlarda eğitim iş
birliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Komisyon Başkanımız birçok
ayrıntıya zaten değindi. Ben bir iki konuya işaret ederek
sözlerimi tamamlayacağım.
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti
Arasında Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat
Muhtırası, 4 Nisan 2012 tarihinde Ankarada
imzalanmıştır. Söz konusu mutabakat muhtırası
kapsamında neler yer alıyor, neleri içeriyor; bununla ilgili birkaç
başlığa değinmek istiyorum.
Jandarma Sahil Güvenlik teşkilatları arasındaki
eğitim öğretimden harp akademileri, askerî tıp akademisi, askerî
haritacılık okulları ve her birine eğitim verilmesine
kadar; limanlara uğrama ve yanaşma, heyet mutabakatlarından
tatbikatlara gözlemci davetlerine kadar; ortak tatbikatlara
katılımdan eğitimin geliştirilmesine yönelik
karşılıklı bilgi alışverişine kadar; askerî
tarihî, askerî müzecilik ve askerî yayın alanında
karşılıklı bilgi alışverişi; askerî tıp
ve sağlık hizmetleri alanında iş birliği; lojistik
konular; yine özel ihtisas kurslarının verilmesi; su altı
savunma gibi; denizaltı subay, astsubay birinci sınıf
dalgıçlar için personel mübadelesi gibi; yine, Türkçe-Arapça dil
kursları için personelin görevlendirilmesi gibi konu
başlıkları ayrıntıları da var-
öngörülmüştür.
Sonuç itibarıyla, bu kanun tasarısıyla iki ülke
arasında askerî eğitim ve öğretime yönelik alanlarda eğitim
iş birliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Hayırlı olmasını diliyor, heyeti saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Soru-cevap işlemine geçiyorum.
Sayın Genç
Sayın Acar
GÜRKUT ACAR (Antalya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
CHPli milletvekilleri, hayatlarını ortaya koyarak Suriyeye
gidip bir Türk gazetecisini yurda getirmişlerdir. Bunu takdirle
karşılaması gereken Sayın Başbakan
kınamıştır. Yüzlerce gazeteciyi bir kulp uydurup zindanlara
sokan anlayıştan başka türlüsünü beklemiyorduk zaten.
Sayın Bakan, Suriye politikanızda ne yapmak istiyorsunuz?
Irakta konuşlanan terör örgütünü durdurmadınız, şimdi
Beşar Esadın Türkiye Suriyeyi bölerek kendi
ayağına ateş ediyor sözüne ne diyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Eyidoğan
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Teşekkür ederim
Başkan.
Bugün, Samsun Eti Bakır İşletmelerinde amonyak
tankının bakımı ve tamiri sırasında bir kaza oldu
ve maalesef 5 emekçimizi, işçimizi kaybettik. Onlara Allahtan rahmet
diliyorum, ailelerine ve yakınlarına
başsağlığı diliyorum.
İş
kazaları konusunda Türkiye dünya birinciliğine doğru gidiyor
hızla. Ayrıca doğal afetler deyince Türkiyede yalnız
doğal afetler anlaşılıyor. Aslında afetler deyince
doğal ve insan kökenli yani endüstriyel afetler ve kazaların da
anlaşılması lazım. Bu konuda hem iş kazaları açısından
hem de insan kökenli kazaların ve afetlerin risklerinin
azaltılması açısından Afet ve Acil Durum Yönetim
Başkanlığıda ve onun ilgili kanun ve yönetmeliklerinde
önemli değişiklikler yapılması gerekiyor, bu
anlayışın yerleşmesi gerekiyor. O afetlere ve kazalara
yalnız doğal olaylar olarak değil, endüstriyel olaylar ve insan
kaynaklı olaylar olarak bakmamız gerekiyor.
Teşekkür
ederim.
BAŞKAN
Sayın Özcan
Sayın Özcan yok mu?
Sayın
Şimşek
CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Samsun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
Bakana soracak birçok sorumuz olabilirdi bugün, vardı ama biliyorsunuz,
ajanslara düştü; Samsunda özelleştirme kapsamında
özelleştirilmiş olan bakır fabrikasında, imal edilmekte
olan bir kazanın çalışan işçilerin üzerine çökmesi
neticesinde şu ana kadar aldığımız ilk bilgilere göre 6 vatandaşımız
hayatını kaybetmiş, 14 vatandaşımız da
yaralanmıştır. Ölü ve yaralı sayısının
artmasından endişe edilmektedir. Öncelikle bu elim kazada
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet
diliyorum; yakınlarına, Samsunlu hemşehrilerime ve aziz
milletimize başsağılığı diliyor ve yaralılarımıza
ise acil şifalar diliyorum.
BAŞKAN
Sayın Halaman
ALİ
HALAMAN (Adana) Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Başkanı, kültür, tarih
hocamız, Turan Yazgan Hocamız Allahın rahmetine kavuştu.
Ben buradan Cenabıhaktan rahmet dilerken, bütün Türk dünyasının
başı sağ olsun diyorum.
Teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN
Sayın Kılıç
AKİF
ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben de Samsun
Tekkeköy ilçesinde Sanayi Mahallesi Selyeri mevkisinde bugün Eti Bakıra
ait işletmelerde amonyak tankı kapağında yapım
çalışmaları devam ederken meydana gelen çökmede vefat eden 6
işçi kardeşimize Allahtan rahmet diliyorum, ailelerine
başsağlığı ve sabır diliyorum. Yine aynı
çökmede 14 işçi kardeşimiz yaralanmıştır şu
andaki belirlemelere göre, onlara da acil şifalar diliyorum.
Saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Akar
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın Bakan, bu hafta başı
pazartesi ve salı günleri Çan Termik Santralinde ve Kömür
İşletmelerinde incelemede bulunmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi
Enerji Komisyonu üyeleri ve Cumhuriyet Halk Partisi KİT Komisyonu
üyeleriyle birlikte oraya bir seyahat yaptık ve incelemelerde bulunduk.
Gördük ki, Türkiye'nin en modern termik santrallerinden biri olan, 320 megavat
gücündeki ve 400 milyon dolara mal olan en yeni termik santralinin
çalıştırılmadığına şahit olduk. Hatta
bu termik santralin bir özelliği de diğer termik santrallerden
verimlilik anlamında aynı yakıtla yüzde 30 daha verimli
çalışması olmasına rağmen,
çalıştırılmama gerekçesi -bu santrali çalıştırmak
için kullanılan kömür artı kireç taşında- özellikle kireç
taşı temin edilememesidir. Kireç taşında 3-4 kez ihale
yapılmış olmasına rağmen temin edilememiş
olması, bu ihaleyi kazanamayan ama Enerji Bakanlığını
esir alan bir şirketin burada kireç taşı temin etmemek için
elinden gelen tüm çabaları göstermiş olması ve bu termik
santralin kullanılamaması; bu ayarda bir enerjinin yüksek fiyatları
doğal gazla üretim yapan santrallerden temin edilmesine neden
olmaktadır. Bu konuda bir araştırma yapıyor musunuz?
BAŞKAN Sayın Erdoğdu
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Sayın Bakan,
Bakanlığınızdaki Enerji Bakanlığı
Teftiş Kurulu Başkanlığında kömür ihalelerinde yolsuzluk
olduğuna yönelik bir rapor düzenlendi mi? Eğer böyle bir rapor
düzenlendi ve bu raporda bir suç isnat olduysa bu Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına iletildi mi? İletilmediyse, neden
iletilmedi? Bir de Teftiş Kurulu Başkanının görevden
alınmasının bu konuyla bir ilgisi var mıdır?
Cevaplarsanız çok sevinirim.
BAŞKAN Sayın Tanal
MAHMUT TANAL (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Bakan, böbrek hastası olan ve böbrek
hastalığı nedeniyle tedavi gören
vatandaşlarımızın bazıları malulen emekliye ayrılmaktadır.
Ancak, böbrekleri nakil olanların ise malulen emeklilik maaşları
kesilmektedir. Bu sebeple, böbrek hastası olan
vatandaşlarımız emekli maaşları kesilmesin diye, daha
rahat bir yaşam tarzı olan böbrek nakline
yanaşmamaktadırlar. Vatandaşlarımızın bu
mağduriyetini ne zaman gidereceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkanım, Tayyip Erdoğan, Kaddafinin elinden
ödül alırken 25 bin dolar para aldı. O 25 bin doları şehit
ailelerine bağışlayacağını söyledi. Şimdi,
soruyorum: Bu 25 bin dolar şehit ailelerine bağışlandı
mı bağışlanmadı mı?
Bağışlandıysa ne zaman, nerede
bağışlandı? O makbuzun bağış tarihi ne
zamandır, kime bağışlanmıştır, onu
öğrenmek istiyorum. Yani Başbakan makamında olan kişilerin
sözü ağzından çıkar. O sözün ya gereğini yapar veyahut da
istifa eder. Onun için, bir defa bunu bekliyorum, bir.
İkincisi, Libyadan, El Kaideden, Müslüman kardeşlerden birçok
insanlar Türkiye'ye geliyor, eğitiliyor. Libyadan gelen birtakım
insanların da Suriyeye gittiği, Suriyede savaşa
katıldığı söyleniyor. Libyadan Türkiye'ye kaç kişi
gelmiş, El Kaideden kaç kişi gelmiş, Müslüman kardeşlerden
kaç kişi gelmiş, bunlar nerededir şimdi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Acar
GÜRKUT ACAR (Antalya) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
24 Kasım Öğretmenler Gününde, kişiliğimizi
oluşturan tüm öğretmenlerimize minnet ve
şükranlarımızı sunuyoruz. İktidardan, ekonomik
sıkıntı içindeki öğretmenlerimiz için Bolu Cumhuriyet Halk
Partisi Milletvekili Tanju Özcanın da 1 maaş ikramiye verilmesi
hakkındaki kanun teklifinin kabulünü istiyoruz.
Bildiğiniz gibi, 5 şehidimizi dün toprağa verdik. Bu
arada, bir öğretmenimizin daha kaçırıldığı
bildirildi. Terör örgütünce bugüne kadar kaç öğretmen
kaçırılmıştır, kaçını kurtardınız,
kaçı öldürüldü, cevap istiyorum.
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın
Doğru
REŞAT DOĞRU (Tokat) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Ben soru sormayacağım. Profesör Doktor Turan Yazganı
minnet ve şükranla anıyorum. O, Türk dünyasına çok büyük
hizmetler yapmış, ak sakallı birisidir. Özellikle, Azerbaycan,
Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistanda çok önemli hizmetleri
olmuştur. O büyük insanın ölümünden çok büyük üzüntü duyuyoruz.
Kendisine Allahtan rahmet diliyorum ve Türk dünyasına başsağlığı
diliyorum.
Artı, 24 Kasım Öğretmenler Gününü bütün
öğretmenlerimizin kutluyorum. Daha güzel şartlarda
yaşamlarına devam etmelerini ve yeni imkânlara
kavuşmalarını temenni ediyorum.
Ayrıca, Samsunda ölen 5 insanımıza Allahtan rahmet
diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Çelik
DEMİR ÇELİK (Muş) Teşekkürler Sayın
Başkanım.
Ben de Samsunda iş kazası neticesinde yaşamını
yitiren işçi, emekçi kardeşlerime Allahtan rahmet diliyorum, kederli
ailelerine başsağlığı dileklerimle sabırlar
diliyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN Sayın Demiröz
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Sayın Bakanıma: Bursa-Keles Harmanalan ve Kozağacı
Vadisinde yapılan termik santralle ilgili bugünlerde ihalenin iptal
edildiği veya sözleşmeye ilgili firmanın
çağrılmayacağı konusunda
Bursada bazı söylentiler var. Sayın Bakandan bu konunun hangi
aşamada olduğunu, böyle bir yapımdan geri adım
atılıp atılmayacağı konusunda bilgi almak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Eyidoğan
HALUK EYİDOĞAN (İstanbul) Teşekkür ederim Başkan.
Ülkemizde güzide derelerimize yapılan HESlerin sayısı
hızla artıyor ve çok tartışılıyor.
Sayın Bakan, derelere yapılan HESlerin ürettiği toplam
elektrik enerjisi Türkiyede üretilen elektrik enerjisinin yüzde
kaçıdır?
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
- Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Öncelikle, ben de Sayın Turan Yazgan Hocamıza Allahtan rahmet
diliyoruz, yakınlarına taziyelerimizi bildiriyoruz.
Yine Samsunda, milletvekili arkadaşlarımızın
bahsetmiş olduğu, özelleştirilen Eti Bakır
İşletmelerindeki kazada hayatını kaybeden işçi
kardeşlerimize ben de Allahtan rahmet diliyorum ve hem Samsun
halkına hem de kederli ailelerine sabırlar temenni ediyorum.
Aynı şekilde, Millî Eğitim Bakanımızın
şahsında bütün öğretmenlerimizin
24 Kasım Öğretmenler Gününü tebrik ediyorum.
Diş Hekimleri Haftamızda da diş hekimlerimizin
başarılı çalışmalarını aynı
şekilde tebrik ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Bursa Keleste bir yerli kömür
santrallerimizin kullanılmasına dönük bir ihale yapılmıştı
ve bu ihalede firmalar kendi aralarındaki yarışmalar sonucunda
katkı payı modeliyle beraber yatırım süresi içerisinde
kömür payı almadığımız ama işletme süresi içerisinde
ürettikleri elektrikten bize ödeyecekleri pay açısından
aldığımız bir modelle beraber bu ihaleyi yaptık ve bu
ihale süreci devam ediyor. Şu anda bu ihale sürecinin kesintiye
uğramasıyla alakalı herhangi bir konu söz konusu değildir.
Bundan sonraki gelişmeleri yine kamuoyuyla hep beraber paylaşmış
olacağız.
Değerli arkadaşlar, Çan Termik Santralimiz yine, yerli
kömürlerimizin kullanıldığı önemli bir santralimiz ve bu
santralde denetim yapan bütün milletvekili arkadaşlarımızı
da ülkemiz adına kutluyorum. Bu, iyi bir gelişmedir ve orada bir
revizyon söz konusu, son on gününe giriyoruz, bir buçuk aylık bir
revizyon. Herhangi bir yerli kaynaktan üretilen santrallerimizin o
dediğiniz gerekçelerle kesintiye uğratılması söz konusu
olmaz. Kireç taşı teminiyle alakalı olsun, diğer girdilerle
alakalı olsun süreç devam eder. Bu, yalnızca bir santral için
değil Türkiyedeki bütün yerli kaynaklarımız için aynı
şekilde söz konusu olacaktır. Eğer herhangi bir atlanan durum
varsa, herhangi bir sehven veya kasten, herhangi bir durum varsa aynı
hassasiyetin daha fazlasını göstereceğimizden herhangi bir
tereddüdünüz de olmasın. Bizde o manada hiçbir sıkıntı
olmaz, siz buna emin olabilirsiniz.
Tabii, kömür ihalelerinde yolsuzluk var mı, yok mu? Bununla
alakalı geçen gün de bir komisyonda konuşma yapılıyor, bir
milletvekili arkadaşımız diyebiliyor ki: Şu anda
savcılıkta bir konu var, o savcılıktaki konuyla
alakalı ne yaptınız? Şu ana kadar hiçbir şey
yapılmadı. Savcılıkta olan bir konunun nasıl
kendisiyle alakalı bir şey yapılmadığını
tabii ben de merak ettim
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Denetim raporunu neden
göndermediniz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Yani bununla alakalı, değerli arkadaşlar, hiçbir zaman
şüpheniz olmasın, kim olursa olsun, buradan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda da söylüyorum, kim olursa olsun hiçbir şekilde
müsamaha göstermeyiz ve bununla alakalı samimi
duygularımızı aynı şekilde işlerimize de
yansıtırız. Bu manada herhangi bir endişeniz de
olmasın.
Değerli arkadaşlar, tabii ki Suriye politikalarıyla
alakalı, oradaki rejimin yaptığının
tarafımızdan onaylanması söz konusu olmaz. Bir insanlık
dramı yaşanıyor, çoluk çocuk demeden, kadın kız
demeden Suriye halkının, orada 40 bine yakın insanın
katledildiği bir ortamdayız. O yüzden Suriye halkı ile Suriye
rejimi arasında ayırt edilmesi gereken önemli bir noktanın
olduğunun bir kez daha altını çizmek isterim ve zulmün hiçbir
zaman için abat olmadığını, Esed rejiminin de bu manada
Suriyede abat olmayacağını hep beraber inşallah
görmüş olacağız.
Ben, bütün bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın Başkan, benim sorum ne oldu? 25
bin dolar ne oldu?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Yazılı olarak cevap gelecek sizin tarafınıza.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır, hayır,
yalancılıklarınızı örtmeyin, bu Hükûmete
yakışmaz! Yiğit olan açık konuşur! Tamam mı? Niye
inkâr ediyorsun?
BAŞKAN Sayın Genç, yazılı olarak vereceğini
söyledi.
Sayın Bayraktutan
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Ben de Samsunda meydana gelen elim olayda hayatlarını
kaybedenlere Tanrıdan rahmet, yaralılara acil şifalar
diliyorum.
Bugün, bu olay meydana geldikten sonra Türk-İş Yönetim
Kurulunun yapmış olduğu açıklamayı da Meclisle
paylaşmak istiyorum. Hayatını kaybeden ya da yaralanan
işçilerin taşeron işçi olduğu da gözden
kaçırılmamalıdır. Yaşanan facia bir iş
kazası değil, iş cinayetidir. şeklindeki Türk-İş
Yönetim Kurulunun, özelleştirmeden sonra bir özel şirkete geçen yerde
Türk Metal-İşin yapmış olduğu örgütlenmenin göz
ardı edildiğini ve söz konusu yerde taşeron işçilerin
çalıştırıldığını, bu da iş
güvenliğine ilişkin gerekli denetim ve sorumluluğun yerine
getirilmediğinin bir örneğidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuyu dikkate almasını,
önümüzdeki dönemde başlayacak yasal süreçte de bu konuya işaret etmek
istedim.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın Akar
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Sayın Bakan, biraz evvel sorduğum
soruya, kireç taşından dolayı beklemediğini söylediniz ama
maalesef müessese kireç taşından dolayı üretim yapmıyor. Yapmama
gerekçesiyle de tabii ki, bakım yapılıyor işçileri boş
yatırmamak adına. Tam bir buçuk aydır bu tesis kireç
taşından dolayı, oradaki yolsuzluktan dolayı yatıyor
ve temin edilemiyor. Yine, aynı kireç taşı olayı başka
bir firmayla ilgili, Bandırmadaki bor tesislerinde mevcut. Bor tesisleri
arıtmaları üç aydır kireç taşı yüzünden
çalışmıyor. Kireç taşını da A.B Şirketi
Bu
A.B Gıda Şirketi Unakıtan ve çocuklarına ait ve bugün
Bandırma, bor atıklarıyla, arıtılmadan zehirli bir
şekilde doğaya bırakılıyor, Bandırma Körfezine
bırakılıyor atıklar. Bu kireç taşı hem
arıtmada önemli hem de yakıtta önemli. Yüzde 40 kireç taşı
kullanılıyor ve bu tesis çalıştırılmıyor,
yüksek fiyatlarla da doğal gazla üretim yapılan tesislerden elektrik
temin ediliyor. Lütfen, şeyi düzeltirseniz sevinirim.
BAŞKAN Sayın Erdoğdu
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Sayın Bakan, biraz önceki
soruyu açıklamakta fayda var. Siz Savcılıktaki bir konu.
diyorsunuz ama savcılığın bu konudaki bilgilenmesini
sağlayabilecek en önemli husus olan Bakanlığınız
Teftiş Kurulu tarafından ihale yolsuzluğuyla ilgili
düzenlenmiş raporun savcılığa iletilmediğini
söylüyorum ben. Şimdi, bizler, hepimiz yargıya yardımcı
olmak zorundayız. Eğer böyle bir rapor düzenlenmişse ve siz bu
raporu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
göndermemişseniz yargılamanın önüne bir engel çıkmış
olur. Ben, bunu soruyorum: Bu raporu Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına
gönderdiniz mi, göndermediniz mi?
BAŞKAN Sayın Bakan, buyurun.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Şimdi, ifadelerime bakarsanız, geçen gün bir milletvekili
arkadaşımız diye sizin adınızı anmadan ama sizin
söylediğinizi bilerek bir ifade kullandım. Siz, bu konuyla
alakalı değil, madem ki onun daha da açıklanmasını
istiyorsunuz, ben, sizi burada o yaptığınız
yanlışı yüzünüze vurmamak gibi bir inceliği
yanlışlıkla göstermiş oldum. Siz, Plan ve Bütçe
Komisyonunda yaptığınız konuşmada Savcılığa
intikal eden bir hususta niçin bir şey yapmıyorsunuz? dediniz. Ben,
o sözü şimdi tekrar hatırlatıyorum. Buradaki tutanaklara da
geçiyor, Plan ve Bütçe Komisyonundaki tutanaklarda da var.
O yüzden, böyle bir
yanlışlığı yaptınız, yani
Savcılığa intikal etmiş bir hususu niçin
araştırmıyorsunuz? dediniz, ondan dolayı dedim.
Şimdi, ben, bir önceki Teftiş Kurulu
Başkanımızın da, şu anda görev yapan Teftiş
Kurulu Başkanımızın da bu konuyla, görevden
alınmasının veya göreve getirilmesinin herhangi bir ilgi ve
alakasının olmadığını açıkça söyleyebilirim.
Sizin şu ana kadar
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıyla
alakalı bir işin nasıl yapılacağını hiç
tarif etmediğiniz ve sürekli, belki niyetinizden, belki başka bir
şeyden kaynaklanıyor Acaba bu işlerin altında bir şey
var mı? dediğiniz bir noktadan söylemlerinizi
geliştiriyorsunuz. Ben buna saygı duymak zorundayım. Ama sizden
de oradaki sonuçlar, gerek savcılığa intikal etmiş gerekse
Teftiş Kurulumuzda bütün teftişi yapılan,
soruşturmaları sonlandırılan işlemler konusunda da
benzer bir saygıyı göstermenizi beklerim. Buna rağmen, bir
savcı, bir hâkim o konuyla alakalı bir karar veriyor, onun da daha
üzerinde bir şey söylemeye çalışıyorsunuz, ben de sizi
yargıya saygılı olmaya davet ediyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) Sayın Bakan, raporu
yargıya neden göndermediniz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Şimdi, Çandaki konuyla alakalı -Sayın Milletvekilim, bunda
müsterih olabilirsiniz, bütün detaylarını alacağım ve
sizinle, özellikle şahsınızla ve grubunuzla paylaşacağım-
herhangi bir firmanın adı, sanı, kim olursa olsun, tekrar söylüyorum,
kayrılmasıyla alakalı tarafımızdan en ufak bir gayret
görmeyeceksiniz, şu ana kadar görmediğiniz gibi. Ben açıkça bir
şey söyleyeyim
BAŞKAN Sayın Bakan, süreniz de doldu.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Niçin devlet adına, ülkemiz adına fayda getirecek bir ihaleden ben
feragat edeyim? O firma o işi almak için feragat etsin fiyatından.
Ben her zaman bunu böyle söylüyorum. Babamın oğlu olsa aynı
şeyleri söylerim.
Saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
BAŞKAN Çok teşekkür ederim.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE
LİBYA HÜKÜMETİ ARASINDA ASKERİ EĞİTİM İŞ
BİRLİĞİ MUTABAKAT MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞUNA DAİR KANUTASARISI
MADDE 1- (1) 4
Nisan 2012 tarihinde Ankarada imzalanan Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile
Libya Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırasının onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Osman Korutürk.
Buyurun Sayın Korutürk, süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, bugün Libyayla askerî eğitim iş
birliği anlaşmasını onaylamak üzere burada
görüşmelerimizi yapıyoruz.
Türkiye öteden beri, bölgesinde askerî gücü olan, diğer bölge
ülkelere, dost ve komşu ülkelere askerî eğitim veren, askerî iş
birliği yapan, askerî malzeme tedarik eden bir ülkedir. Ama biraz önceki
konuşmalardan, anlaşmanın geneli üzerindeki konuşmalardan
şunu gördük ki Türkiye bugün, bu konumundan biraz kaymış, kendi
savunmasının peşine düşmüş vaziyette gözükmektedir.
Türkiyenin savunma ihtiyacı durduğu yerde çıkmış
değil. Türkiyenin savunma ihtiyacı Hükûmetin yanlış Orta
Doğu politikası sonucu ortaya çıkmış ve bugün Türkiye
NATOdan Patriot füzelerini getiriyor. Patriot füzeleri nereye
konuşlanacak, nasıl konuşlanacak, bu konuda ciddi bir
belirsizlik var. Belirsizliğin dışında üzülerek
söylüyorum- ciddi bir bilgisizlik de görüyorum.
Şimdi, bakın, Sayın Başbakanın bir
açıklaması var, Pakistandan yapmış, diyor ki: Atılan
adım şudur: Bizim topraklarımız, 4üncü maddeye göre NATOnun
da topraklarıdır. Burada savunma esaslı olmak üzere böyle bir
adım atılmaktadır. Arkadaşlar, böyle bir şey yok.
NATOnun toprakları değil Türkiye
toprakları. 4üncü madde, tehdit altında kalan bir müttefik
ülkenin bu tehdidi ortadan kaldırmak için NATOyla istişaresini
öngörüyor. Sayın Başbakanın hitap ettiği NATO
toprağı diye bir kavram yok. Türkiyenin toprakları,
Türkiyenin topraklarıdır.
Bakın, NATO Anlaşması Kuzey Atlantik
Anlaşmasıdır. Kuzey Atlantik Anlaşmasının -Sayın
Başbakanın atıf yapmak istediği 4dediği madde
muhtemelen 6ncı maddesidir- 6ncı maddesi NATO
savunmasının nereye şamil olacağına, NATOnun savunma
yükümlüğünü gösterir ve orada der ki: NATO, müttefik ülkelerin
topraklarını -dikkat edin, altını çiziyorum NATO
toprakları değil- savunmakla mükelleftir. NATO toprağı
diye bir kavram yok, NATO konuşmasında da yok.
Şimdi, bunları bilmek lazım, bunlar bilgi konusu.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) Var, onu da söyledi.
OSMAN TANEY KORUTÜRK (Devamla) Yok böyle bir şey yanlış
söylemiş, onu düzeltmesi lazım, Başbakanın düzeltmesi
değil ama danışmalarının söylemesi lazım,
yanında düzgün danışmanlar olması lazım
Başbakanın. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, yabancı bir
memleketten yanlış beyanda bulunmak durumunda değildir ve
olmaması lazım.
Şimdi, başka bir şey daha var arkadaşlar, Sayın
Başbakan diyor ki: -Aynı beyanatında- Bizim, Gazzede
barışı tesis etmek için Arap Ligi Genel Sekreteriyle Kahirede
bir görüşmemiz oldu. Sayın Obama ve Putinle telefon
görüşmelerimiz olmuştu. Mursi, Halid Meşal ve Katar emirleriyle
görüşmelerimiz hep barışın tesis edilmesi için
olmuştur. Kahireden dönerken MİT Müsteşarımız orada
kaldı ve görüşmelere devam etti. Bu görüşmelerin ardından 48
saat içinde bir netice alındı, böylece ateşkes temin
edilmiş oldu. Bu ne demek? Ateşkesi biz temin ettik. demek.
Şimdi, arkadaşlar ateşkesi, Amerika
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Mısır
Cumhurbaşkanı Mursi birlikte yaptıkları mekik
diplomasisiyle tesis ettiler. Amerikada okuyanlar, bu konulara ilgisi olanlar
bilirler çok saygın bir dergi vardır Forum Policy -dış
politika- diye. O derginin dünkü sayısında beni şahsen çok üzen,
beni çok rahatsız eden bir haber yayınlandı, makale Bakın,
makalenin resmi burada, diyor ki: Fazla Pişmiş Hindi Biliyorsunuz,
hindi Turkey Türkiyenin adını Hindi diye kullanıyorlar,
aşağılamak, tezyif etmek için, Fazla Pişmiş Hindi Ne
diyor bu makalede? Diyor ki: Türkiye, bu bölgenin en
ağırlıklı ülkesiyken, maalesef bu
ağırlığını kaybetti. Türkiye o bölgenin
içerisinde herkesle olan temaslarını tek tarafa indirdi, tek tarafa
indirdiği için de artık bir ağırlığı
kalmadı. Mursi ki İsrail aleyhtarı, söyleminde ve fikirlerinde
en küçük bir şüphe yoktur, İsrail aleyhtarlığı azami
safa da olan bir insandır, öyle bir tanınan insandır, öyle bir
siyasi hareketten gelen bir insandır, ona rağmen, Bu
barışı Mursi kurdu, Türkiye de sadece bunu seyretti. diyor.
Bizim seyretmiş olduğumuz bu şeyi kendimiz yapmış gibi
göstermek de yakışık almıyor.
Şimdi, Patriot füzelerine gelelim arkadaşlar. Patriot füzeleri
konusunda ciddi bir belirsizlik var. Patriot füzeleri, tamam, Türkiye
savunması için getiriliyor, onda bir tereddüt olmaması gerekir ama
-ve şunu da söylemek lazım, bir ülkenin savunması,
güvenliği, olabilecek en önemli şeydir, bundan daha mühim bir
şey yok, bunun için hepimiz her türlü desteği vermek
durumundayız ama- gelen Patriot füzeleri nereden geliyor, hangi ülkeden
geliyor, bu nerede konuşlanıyor? Bunlara sonra bakacağız.
deniyor. Bunun komuta kontrolü kimin elinde olacak? Sayın Hüseyin Çelik,
Hükûmet Sözcüsü, bu sabah Bunun komutası, tetiği bizde olacak.
diyor, öğleden sonra NTVde haber düşüyor NATOyla Türkiye birlikte
yapacak. NATO kim?
Arkadaşlar, NATO kim? NATO biziz, biz NATOnun tam üyesiyiz,
NATOyla Türkiye ayrı yapacak diye bir şey yok. Eğer Patriot
füzeleri Almanyadan gelecekse Almanlarla yapacağız demektir,
Hollandadan gelecekse Hollandalılarla yapacağız demektir,
Amerikadan gelecekse Amerikalılarla birlikte yapacağız demektir.
O zaman, buradaki tehdit değerlendirmesini kim yapacak? Biz mi
yapacağız, bize o füzeleri vermiş olan ülke mi yapacak, onlarla
beraber mi yapacağız, onlarla beraber yapacaksak bizim tehdit
gördüğümüz yerde onlar tehdit görmezse bu iş nasıl olacak? Ben,
Patriot füzelerinin personelinden, donatımından bahsetmiyorum.
Patriot füzeleri bizde yok. Çok teknik ve karmaşık bir sistemdir, bu
sistemi bizimkilerin kullanması söz konusu değil ama bunun
emir-komutasını kim verecek? Bu konuları açıklamak
lazım arkadaşlar. Milletin bu konularda bilgiye ihtiyacı var. Bu
füzeler gelecek, nereyi koruyacak, nasıl koruyacak, hangi
saldırıya karşı koruyacak? Sayın Başbakan diyor
ki: Türkiye, karşı tarafın saldırısına
Hangi
karşı taraf, kim karşı taraf? Birçok karşı taraf
var şimdi bizim karşımızda.
Şimdi bakın, demin size göstermiş olduğum makalede
diyor ki: Ne garip bir tecellidir ki, İsrail karşı tutum ve
görüşleri her türlü kuşkunun üstünde olan Mısır
Cumhurbaşkanı Mursi, Mısırı yeniden Orta
Doğunun başat konumuna getirmiştir ve liderlik
iddiasındaki Erdoğan Türkiyesi de bir kere daha bu bölgede bu
olaylara seyirci kalmıştır. Bunlar, Türkiye'nin layık
olduğu yorumlar değil arkadaşlar.
Gözyaşı diplomasisiyle, ağlamakla, hiçbir yere gidemeyiz.
Türk Dışişleri Bakanı, bir an evvel kendi kadrosuyla
beraber oturup, politikasını gözden geçirmesi lazım. Bu
politikanın yanlış olduğunu artık görmesi,
anlaması lazım.
Türkiye kendi dışındaki sıkıntılardan,
kendi dışındaki çatışmalardan, kendi
dışındaki zorluklardan dolayı savunma ihtiyacına
düşmemeli. Patriot füzelerini getirdik Diyarbakıra kurduk,
başka taraftan vurdular ne yapacağız? Bu patriot füzeleri bir
tane, iki tane değil; hangi tarafa nereye koyacağız? Türkiyenin
yüksek ve orta irtifa savunması zayıf, son derecede zayıf. Bunu
yükseltmeye kalkacak yerde, hâlâ, biz, Suriyenin derdine çare
bulacağız, başka ülkelerin sorununu çözeceğiz. Önce kendi
sorunlarımızı çözelim, başka çok sorunumuz var ama güvenlik
sorunumuz da var arkadaşlar. Bütün bunlara dikkat etmek lazım. Ondan
sonra Libyayla kalkıp Askeri İş Birliği Anlaşmasını
yapalım, onda bir sıkıntı yok. Libyanın bize
ihtiyacı vardır; ona ihtiyacı olan eğitimi verelim, bilgiyi
verelim ama biz kendimizi önce abrayalım, kendimizi başkalarının
tehdidinden kurtaralım. Bakın, Rusyanın açıklaması
var; duymuşunuzdur, bugün öğleden sonra geldi, diyor ki: Patriot
füzelerinin Türkiyede konuşlandırılması, bölge
istikrarını tehlikeye sokar diyor. Ne demek bu? Canım
sıkıldı diyor. Canım sıkıldı, ne
yapacağım belli olmaz. diyor. Aynı şey
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) Siz buna katılıyor
musunuz?
OSMAN TANEY KORUTÜRK (İstanbul) Katılmıyorum tabii ki
de katılır mıyım? Böyle bir şey başıma
gelmesin istiyorum. Bunun gelmemesi için de düzgün politika izlensin istiyorum.
Böyle bir şeye katılmanın imkânı var mı? Ama bunlara
bizi muhatap ediyorsunuz. Yanlış politika, bizim en dost
olduğumuz ülkelerden tehdit görmemize sebebiyet veriyor. Bütün
bunları yeniden gözden geçirmek lazım, vakit geçmeden, çok fazla
gecikmeden. Sayfa sayfa hindi resimleri, başka tezyif edici, küçültücü,
düşük resimlerin, sağda solda yayınlanmasını
engellememiz lazım.
Türkiye, bölgede, gücüne güvenilen, ara buluculuğu istenen,
sıkıntıları olduğu zaman Aman, şunu gel de sen
çöz, sen bize yardımcı ol. denen bir ülkeydi. Gene öyle olması
lazım. Henüz daha olamayacak noktada değiliz, o noktaya gelmiş
değiliz ama o noktaya gelmek üzereyiz. Çok az kaldı arkadaşlar,
bunu her yerde söylüyoruz. Plan ve Bütçe Komisyonunda söyledik,
Dışişleri Komisyonunda söyledik, bu kürsüden söyledik. Hepimiz
aynı memleketin çocuklarıyız; bize, sen öyle mi istiyorsun
böyle
Sen ne istiyorsan ben de onu istiyorum. Türkiyenin iyiliğini,
büyüklüğünü istiyorum.
Türkiyenin bu bölgede lider olmasını istiyorum ama
onu yapabilmek için bir parça sözlerimize kulak verin, bir parça
yanlışı görün. Ben yanlış yapmadım. diye
ortalarda gezmek
Bu çok yanlış bir şey, bu Türkiyeyi çok zor
yerlere götürecek bir şey. O zaman İsmet Paşa ne demişti: Sizi
ben bile kurtaramam. Hiçbirimiz Türkiyeyi o zaman kurtaramayız
arkadaşlar. Bunları çok ciddi düşünün. Sizler, kendi partinizin,
kendi Hükûmetinizin mensuplarına bir sorun: Haklıyım.
diyorsun, şunun haklılığını bir anlat bana.
deyin. Ne oldu, nereden geldik bu noktalara, ondan bundan Patriot istemeye?
deyin. Hep biz söylemeyelim, siz de söyleyin.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Korutürk.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili
Sayın Mehmet Şandır. (MHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Geneli üzerinde konuştuğum bu konunun bir iki hususunu
daha arz etmek üzere söz aldım.
Tekrar ediyorum: Dış politika bugünün değil,
geleceğin meselesi, daha çok geleceğin meselesi çünkü dış
politikada ülkelerin ve milletlerin geleceği tanzim ediliyor.
Yanlış dış politika takip ederseniz yanlış,
acı veren, üzüntü veren bir gelecek sizi bekliyor demektir. Bunun
laboratuvarı, bunun sahnesi tarihtir. Geriye dönüp tarihe
baktığınızda, dün ülkeyi yöneten, devleti yönetenlerin
yanlışlarının neye mal olduğunu orada görebilirsiniz.
Bunun en güzel örneklerinden biri Libyadır değerli arkadaşlar.
Dış politikayla ilgilenenler, siyasetçiler, ülkeyi yönetenler,
yönetmek iddiasında olanlar, tarihin bu lütfundan faydalanmaları
lazım. Bugünü anlayabilmek için ve geleceği doğru öngörebilmek,
doğru kurgulayabilmek için düne bakmanız lazım. Çünkü dün, tüm
sebepleriyle yaşandı, sonuçlarıyla
yaşandı, ders almamız için tarihin tozlu raflarında bizi
bekliyor. Bu sebeple, Libya konusunu, bu amaçla bu fırsatı
değerlendirmek şeklinde kullanmak gerekiyor.
Bakınız, Libyaya tekrar dönelim. Yüz yıl önce kaybettik
biz Libyayı, 12-15 Ekim 1912 tarihinde kaybettik. Nasıl
kaybettiğimizi biraz önce anlattım. Nasıl kaybettik? O gün
ülkemizi yönetenlerin gafletiyle kaybettik. Bunu, Sayın
Dışişleri Komisyonu Başkanı
Arkadaşımız, Dışişlerinden gelen arkadaşlarımız
çok detaylı biliyorlar. Yani bir Dışişleri mensubu olan,
kendisi bir hukuk allamesi olan Hakkı Bey Paşa değil- o zaman
sadrazamdır, başvekildir ve Roma Büyükelçiliğinden sadarete
gelmiştir. Libyanın niyetlerinden haberdar olmaması mümkün
değildir. Libya, fırsatı bulduğu anda
Hangi fırsat?
Osmanlının yöneticilerinin gafleti, İttihat Terakkinin gafleti.
Bunu da bir ayrı fasılda anlatacağım, İttihat Terakki
ve Adalet ve Kalkınma Partisinin yüz yıl sonraki benzerliklerini ve
mukadder akıbetlerini Allah benzetmesin- endişeyle izlediğimi
ifade edeceğim size.
Değerli arkadaşlar, o günün Osmanlı yönetimi, üç yüz
atmış yıl yönettiğimiz Libyadaki müstakil tümeni
Yemendeki bir isyanı bastırmak için geri çekmiştir. Libya,
böyle, Osmanlının, özellikle Abdülhamitin çok önem verdiği bir
yerdir. Kendisine muhalif olduğunu bilmiş olmasına rağmen
Trablusgarp Valisi Müşir Recep Paşayı görevden
almamıştır ama İttihat Terakki gelir gelmez, kendisine karşı
olduğunu iddia ettiği Trablusgarp Valisini görevden almıştır.
Trablusgarp yani Libya valisizdir ve ordusuzdur, 1911de. Bunu fırsat
bilen İtalya bir nota veriyor, diyor ki: Siz Libyaya zulmediyorsunuz,
medeniyet getirmiyorsunuz, özgürlük, demokrasi getirmiyorsunuz, Hristiyanlara
eziyet ediyorsunuz, burayı terk edin. Bu notayı eski Roma
Büyükelçisi olan şimdiki Osmanlı sadrazamına, başvekiline
gönderiyor. Sadrazam, o zaman bir İtalyan paşasının evinde
briç oynamaktadır ve sonuç itibarıyla Libyayı, 1 milyon 750 bin
kilometrekare genişliğindeki, üç yüz altmış yıl
yönettiğimiz o vatan topraklarını kaybediyoruz. Büyük
Atatürkün, Enver Paşanın, Fethi Paşanın Senusilerle
birlikte verdiği o mücadele destansı bir mücadele.
Ömer
Muhtarın mücadelesini hepiniz biliyorsunuz. Sayın Başbakan
Trablusgarpa gidip, Bingaziye gidip Ömer Muhtarın ismiyle anılan
o meydanda nutuk attı. Değerli arkadaşlar, nutuk attı. Çok
da iyi etti.
Ama
bakın size bir olay anlatacağım. Biraz utanmamız, biraz
kızarmamız lazım bu anlatacağım olaydan sonra değerli
arkadaşlar. Dış politika iç politika malzemesi değil, asla
siyaset için söylemiyorum. Bakın, 100 milyonlarca dolarla
desteklediğiniz Libyanın, İtalyanlar, Fransızlar
tarafından yüz yıl sonra işgal edilmesi, Türkiye'nin
desteğinde işgal edilmesi
50 bin Müslümanın katledilmesine destek
vermekle övünülen bugünkü iktidar, inanın ki dünkü iktidarın
gafletinden daha öte bir durumdadır.
Bakın,
size bir örnek söyleyeyim, gazetelerden söyleyeyim. 18 Ekim 2011 Sabah
gazetesi, Erdal Şafak: Türkiye'nin desteğinde Libyanın
özgürleştirilmesi, Kaddafinin katledilmesi sonucunda Türkiye'nin
desteğinde işbaşına gelen Abdülcelil, -ismini de doğru
okuyalım, Abdülcelil geçici yönetimin Başkanı Abdülcelil,
Mustafa Abdülcelil İtalyan Bakanıyla birlikte, İtalyan Savunma
Bakanı ile birlikte Libyanın İtalya tarafından
işgalinin 100üncü yıl dönümünü törenlerle kutladı.
Değerli arkadaşlar, Türkiyenin desteğiyle
işbaşına getirdiğimiz, 100 milyonlarca, bu milletin
parasıyla desteklediğimiz Libyanın yeni yönetiminin
başındaki Mustafa Abdülcelil Libyanın Osmanlıdan
kurtarılışının 100üncü yılını yüz
yıl sonraki işgalcilerinin temsilcisi olarak İtalyanın
Savunma Bakanıyla birlikte, sizin o söylediğiniz Ömer Muhtar
Meydanında törenlerle kutladı. Değerli arkadaşlar
TANJU ÖZCAN (Bolu) Anlamadılar, bir daha söyler misiniz
Sayın Şandır.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) Ve bunu ben burada daha önce de dile
getirdim, gazeteler de yazdı bunu. Buna karşı Türkiye
Cumhuriyeti devletinin, Hükûmetin tepkisi ne? Yani, düşünün, üç yüz
altmış yıl yönettiğimiz
Biliyor musunuz, 1950
yılında İtalyanlar Libyadan çekildikten sonra Libyalıların
bir grubu Libyayı Türkiyeye bağlamak için siyaset yaptılar,
parti kurdular. Libya halkı bu kadar Türkiyeye bağlı ama
Avrupalıların desteğinde, Türkiyenin desteğinde
oluşturulan yeni Libya yönetiminin ilk icraatı, Libyanın
Osmanlıdan İtalyanlar tarafından işgalinin 100üncü yılını
o Ömer Muhtar Meydanında törenlerle kutladı. Hâlbuki, o meydanda
Sayın Başbakan Ömer Muhtarın heykelinin
açılışına katıldı. Bunun, bu dış
politikanın neresinde akıl var? Neresinde Türkiyenin
çıkarı var, faydası var değerli arkadaşlar Allah
aşkına? Bölge lideri olmakla övündüğümüz keşke olsak da
övünsek- Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olmakla
övündüğünüz bu politikanın sonucunda eğer siz kendi elinizle
kendi milletinize ihanet edenleri işbaşına getiriyorsanız
bunun neresinde akıl var, neresinde fayda var, neresinde millîlik var,
neresinde liderlik var? Tekrar ediyorum sözümün başında
söylediğimi: Siyaset ve devlet adamlarının gafleti bir milletin
geleceğini belirliyor. Dün Osmanlıyı parçalayan gaflet, maalesef
bugün AKP İktidarının bir hayali, bir hevesi peşinde,
Lider olacağız. hayali, hevesi peşinde Türkiyeyi yüz yıl
önce yaşadığımız kaosa doğru sürüklüyor. Bunu
görmenizi istiyorum. Yoksa bu iç politika konusu değil.
Şimdi Suriyede yaşadığımız hadiseyi
görüyorsunuz, Müslüman Müslümanı boğazlıyor. Irakta
yaşadığımız hadise hepimizin malumu. Türkiye nerede?
Türkiye AKP İktidarının bu ham hayallerinin peşinde bir
belirsizliğe doğru sürüklenmekte.
Dikkatinize sunulur, tarih yarın sizi de yargılayacaktır.
Ümit ederim ki dünkülerini yargıladığı cümlelerle sizleri
yargılamaz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Şandır.
Komisyon adına İstanbul Milletvekili Sayın Volkan
Bozkır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika, buyurun.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VOLKAN BOZKIR
(İstanbul) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konu
görüşülürken Cumhuriyet Halk Partisi adına söz alan Sayın
Korutürkün bazı ifadeleriyle ilgili olarak Genel Kurulu bilgilendirme
ihtiyacını hissettiğim için söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Patriotlarla ilgili olarak, sanıyorum, burada bazı
bilgilerle Genel Kurulu mücehhez kılmamız gerekiyor.
Şöyle ki: İlki, keşif uçağımızın
Suriye tarafından düşürülmesinin ardından 26 Haziran tarihinde;
ikincisi de 3 Ekimde Suriyeden açılan ateş neticesinde Akçakalede 5
vatandaşımızın hayatını kaybetmesi ve pek
çoğunun yaralanması sonucu -aynı gün olmak üzere- NATO Konseyi
ülkemizin talebine binaen Kuzey Atlantik Anlaşmasının 4üncü
maddesi kapsamında 2 kez olağanüstü toplanmıştır. Bu
toplantıda, müttefiklerimizin, ittifak güvenliğinin bölünmezliği
ilkesi ve ittifak dayanışması temelinde ülkemizin
savunmasına yönelik kararlılıklarını güçlü ifadelerle
teyit ettikleri hepinizin malumlarıdır.
Geçen zaman zarfında Suriyedeki kriz bir çözüm emaresi
göstermemiş ve rejimin sivil halka yönelik saldırıları ve
çatışmaları artarak sürmüştür. Suriyedeki
gelişmelerin NATOnun güneydoğu sınırındaki ülkemizin
güvenliği bakımından doğurduğu riskler nedeniyle
tarafımızdan NATO bünyesinde gerekli istişareler
sürdürülmüş ve müttefiklerimize düzenli bilgi iletilmiştir. Bugün
gelinen aşamada, 4üncü madde kapsamında yapılan istişareler
ve Suriyede devam eden kriz ortamından neşet eden güvenlik riskleri
göz önüne alınarak, müttefiklerimizden ülkemizin savunmasına yönelik
olarak NATO kapsamında da somut önlemler içeren adımlar
atılmasının talep edilmesi
kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede, NATO
nezdindeki daimî temsilcimiz, savunmamızın daha önce, 1991 ve 2003
yıllarında da olduğu üzere takviyesi amacıyla ülkemize
Patriot füzesavar bataryaları konuşlandırılması
yönündeki talebimizi bir mektup yayımlamak suretiyle NATOda resmen
gündeme getirmiştir.
Bu Patriot sistemleri tamamen savunma amaçlı, ihtiyati bir
tedbirdir ve bunların taarruzi bir harekât için kullanılması söz
konusu değildir. Bu sistemler ülkemizde en geniş kapsamayı,
mümkün olabilecek en geniş kapsamayı ve halkımıza azami korumayı
sağlayabilecek şekilde, askerî yetkililerimizin
değerlendirmeleri ışığında
konuşlandırılacaktır. Patriot sistemleri ayrıca NATO
dayanışmasının somut bir tezahürü olarak
caydırıcılığı da güçlendirecektir. Bu sistemlerin
konuşlandırılmasında güdülen bir diğer amaç ise
Suriyedeki krizin daha fazla tırmanmasını ve ülkemizi tehdit
eder hâl kazanmasını önlemektir.
Şimdi tabii bazı sorular akla gelebilecektir. Bunlardan
birincisi, Patriot sistemlerinin menzilinin ne olduğudur. Patriot
sistemleri -Suriyenin de sahip olduğu bilinen- kısa menzilli
balistik füzeleri önlemek üzere geliştirilmiştir. Patriot
sistemlerinin nerede konuşlandırılacağı konusunda ise
Yine mümkün olan en geniş kapsama alanında, azami koruma
sağlayacak üzere tespit edilecek mevkilerde konuşlandırılacaktır.
Patriot konuşlandırılmasıyla birlikte ülkemize
yabancı asker gelecek mi? sorusunun cevabı ise, söz konusu
sistemlerin işletiminde görev almak üzere müttefik askerler ülkemize daha
önce olduğu gibi yine geleceklerdir. Patriot sistemleri ve yabancı
askerler için Meclis tezkeresi gelecek midir? diye, sorusunun cevabına
gelince; söz konusu konuşlandırmalar NATO kapsamında
yapılacaktır. Bu itibarla geçmişteki uygulamalarla aynı
doğrultuda, NATO çerçevesinde yapılacak konuşlandırmalar
için ayrı bir Meclis kararı istihsal edilmesine gereksinim
bulunmamaktadır.
Sayın Korutürkün bahsettiği Rusya Dışişleri
Bakanının açıklamalarına değinmek istiyorum.
Tabiatıyla, Rusya Dışişleri Bakanının
açıklamaları olayın tek doğrusu değildir. Rusya
Dışişleri Bakanının açıklamalarına bakarken,
aslında neden bu açıklamayı yaptığını
düşünmek, bunu irdelemek belki de doğru olacaktır. Rusya,
Suriyenin bugün bütün silah sistemini sağlayan ülkedir ve yılda 1
milyar dolarlık da silah satışını hâlen Suriyeye sürdürmektedir.
Suriye rejimi bugün eğer kendi halkını öldürüyorsa 40 bin
kişinin kanına girmişse bu Rus silahlarıyla
gerçekleştirilen bir eylemdir.
Şimdi, Rus Dışişleri Bakanı, bu silah sistemini
sağladığı ülkeye, silah satışını sürdürdüğü
ülkeye yönelik olarak Türkiye sınırlarında patriot füzesinin kurulmasını
Aman ne iyi ettiniz, Patriot füzelerini kurdunuz, benim eğer Suriyeye
verdiğim silahları bu katil Esad, bir gün kullanmaya kalkar da sizin Patriot
füzeleri, benim füzelerimi düşürürse diye bir mülahaza içinde
olduğunu anlamamak da bence gerçekten hayretler yaratacak bir unsurdur.
Gayet tabiî ki, Rus Dışişleri Bakanını ben olsam,
aynı şekilde patriot füzelerinin kendi füzelerini düşürüp
Rusyanın füzelerinin, dünya ülkeleri nezdinde karizmasını
çizdireceğinden endişe ederek, böyle bir demeç verirdim.
Foreign Policy dergisinden alıntı yapmak tabiî ki mümkündür.
Dünyada her yerde, basında makaleler çıkar, yayınlar olur ama
Foreign Policy dergisinin -Amerikada görev yapanlar gayet iyi bilir- kimin
etkisi altında olduğu düşünülürse böyle bir makaleyi
yadırgamak da herhâlde yine aynı şekilde
şaşırtıcı olacaktır benim için. Foreign Policy
dergisinin yayınlarına bakıldığı gibi bizim
bölgemizdeki yayınlara da bakmak lazım ve bu ülke
insanlarının Arap Baharından sonra Türkiyeye nasıl
baktıklarını ve nasıl takdir hisleriyle gönüllerinde
Türkiyeyi yücelttiklerini de hatırlamak gereklidir.
Burada tabii, ateşkes anlaşması sırasında Bayan
Clinton
KAMER GENÇ (Tunceli) Kim söyledi onu?
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VOLKAN BOZKIR
(Devamla) Türkiye'nin, orada günlerce süren ateşkes müzakereleri sırasında
hem Sayın Başbakanımız oradayken hem
Dışişleri Bakanımız Gazzedeyken hem bizim
yetkililerimiz bu ateşkes için çaba sarf ederken bu çabaları
olmasaydı ateşkesin sağlanamayacağını da bilmek gerekir.
Bayan Clinton Cumhurbaşkanı Obamayla birlikte Uzak Doğuda
gezerken Türkiye, Başbakanımızla, Dışişleri
Bakanımızla o bölgede bu ateşkesin sağlanması için
çaba sarf ediyordu. Bayan Clinton ayağının tozuyla
Mısıra gelip de bu anlaşmayı
sağladığını iddia ediyorsa
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) Obama sizi
doğrulamıyor.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VOLKAN BOZKIR
(Devamla)
o zaman bunu bir de orada gerçekten katkıda bulunmuş
insanlara sormak lazım. Gerçekten de zaten Mısır
Dışişleri Bakanı bu beyanıyla gerçekleri ortaya
koymuştur.
HAYDARA AKAR (Kocaeli) - Kendinize pay çıkarmayın her
şeyden.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VOLKAN BOZKIR
(Devamla) Sayın milletvekilleri, saygılarımı sunuyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, Sayın Volkan
Bozkıra ne olarak söz verdiniz? Yanlış anlamıyorsam
Komisyon Başkanı olarak söz verdiniz.
BAŞKAN Komisyon adına söz verdim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Efendim, komisyon adına verilen söz,
komisyon raporuna getirilen tenkitlere cevap vermek için kullanılır. Sayın
Volkan Bozkır gruplara cevap vererek bunu kullandı. Hâlbuki, burada
bunun muhatabı Hükûmettir. Burada yapılan tenkitler, gruplar
adına yapılan tenkitler Hükûmete yapılmıştır.
Bunu ya Hükûmet cevaplandırır ya grup cevaplandırır.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Komisyon adına konuşabilir
başkan her zaman.
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Volkan Bozkır, Hükûmet grubunun
adına konuşmuşsa ona bir şey demeyiz ama Komisyon
adına böyle bir hakkı
yoktur, İç Tüzük ihlali yapılmıştır.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Komisyon başkanının
her zaman, her maddede konuşma hakkı vardır.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Hayır
efendim, komisyon yalnız rapor üzerine yapılan tenkide cevap verir.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Ne
konuşacağını da söyleyin, ona göre konuşsun!
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yok, öyle
değil.
Açın İç Tüzükü okuyun. Komisyon
başkanı komisyon raporuyla ilgili getirilmiş tenkide cevap
verebilir. Kalkıp da dış politika konularında Hükûmeti
savunmak adına komisyon başkanı burada konuşamaz,
yanlış yapılmıştır. Ha, Hükûmet Grubu adına
konuştuysa, grup adına konuşabilir, ona bir şey söyleyemem.
BAŞKAN Yok, Komisyon adına
istedi.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Ama Komisyon
adına yapılan bu konuşma doğru olmamıştır,
gruplara cevap vermek hakkına sahip değildir. Komisyon raporu
üzerinde yapılan tenkide cevap verebilir.
BAŞKAN Evet, peki.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Sayın
Başkana yanlış yaptırılmıştır.
Bilgilerinize sunuyorum efendim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Komisyonun da
açıklama hakkı var, konuşma hakkı var. 69da da komisyonun
hakkı var.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yahu, yok
Ahmet
Allah aşkına yahu! Arkadaş,
işin cılkını çıkarttınız be!
Çıksın Hükûmet cevap versin,
Grubunuz cevap versin ne diyecekseniz. Hükûmet cevap versin kardeşim.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Cevap hoşunuza gitmemiş olabilir ama.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yahu benim
hoşuma gidip gitmemesi önemli değil. Yahu hayret edilecek bir
şey.
BAŞKAN Şahıslar adına
ilk söz İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Muşun.
Buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MEHMET MUŞ (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile
Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği
Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Geçtiğimiz yıllarda Tunusta
başlayan ve Arap Baharı olarak nitelendirilen halk devrimlerinden
bir tanesi de Libyada gerçekleşmiş ve halk desteğini alan bir
yönetim iktidara gelmiştir. Türkiye, tüm bu süreçlerde halklardan yana
tavır koymuş ve onların yanında yer
almıştır. Türkiye, halk desteğini alarak Libyada iktidara
gelen yeni yönetime de desteğini sürdürmüş ve bu kapsamda söz konusu
anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma kapsamında harp
akademileri, askerî tıp akademisi, askerî haritacılık
okulları ve kuvvetlere bağlı okullarda eğitim verilmesi;
jandarma ve sahil güvenlik teşkilatları arasında eğitim ve
öğretim; eğitim merkezlerinde görev öncesi eğitimleri ile göreve
yönelik kursların düzenlenmesi; birlik, karargâh ve kurumlarda görev
başı eğitimi; birlik,
karargâh ve kurumlar arası iş birliği ve temas ziyaretleri; limanlara uğrama ve yanaşma, heyet mübadeleleri, tatbikatlara
gözlemci davetleri, ortak tatbikatlara katılım, eğitimin
geliştirilmesine yönelik karşılıklı bilgi
alışverişi, askerî tarih, askerî müzecilik ve askerî yayın
alanında karşılıklı bilgi alışverişi,
askerî tıp ve sağlık hizmetleri alanında iş
birliği, lojistik konularında eğitim alanında iş
birliği gibi kısımları, alanları kapsamaktadır.
Ben bu
anlaşmanın milletimiz, ülkemiz için hayırlı
olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla bir kez daha
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Şandır, şahıslar adına siz mi
kullanacaksınız?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Yok efendim, kullanmayacağım.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, ben kişisel söz
istiyorum.
BAŞKAN Bir saniye, tamam, hayhay.
(Mersin Milletvekili Mehmet Şandır Başkanlık
kürsüsünün önüne geldi)
Evet, bir şey mi diyecektiniz? Buraya geldiğiniz için
Ben de
şimdi Sayın Gençe söz vereceğim.
Sayın Şandır, şimdi Sayın Bozkır benden
Komisyon adına söz istedi. Efendim, şimdi Komisyonun
Bir saniye
Tutanaklara geçmesini
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Ona yapılan bir itiraza cevap
verecekse 69a göre verilen süre iki dakika demiştir.
BAŞKAN - Sayın Şandır, ona bir şey demiyorum.
Cevap versin diye on dakika söz vermedim. Şimdi bir soru soruldu
Eğer dinlerseniz
Ben milletvekili arkadaşlarımızın,
komisyon başkanı arkadaşlarımızın, bakan
arkadaşlarımızın ne konuşacaklarını bilebilme
imkânına sahip değilim. Beyefendinin benden istediği komisyon
adına söz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Siz
haklısınız Sayın Başkan.
BAŞKAN Bir saniye.
Komisyon adına istenen sözün de süresi on dakika. 69a göre söz
istemiş olsaydı o zaman zaten iki ya da üç dakika, duruma göre,
sataşmaya göre verilecek söz oydu. Şimdi, Sayın Bozkır
Komisyon adına konuşurken Hükûmet adına konuşuyormuş
gibi algılanacak bir konuşma yapmış olabilir ama bugün
burada Enerji Bakanı oturduğu için bu yaptığımız
anlaşmayla, görüştüğümüz anlaşmayla hiç alakası
olmayan soruları arkadaşlarımız sordular ve ben onları
Milletvekilinin sözü kesilmez anlayışıyla susturmadım ve
Enerji Bakanı dış işleriyle hiç alakası olmayan
konulardaki sorulan sorulara cevap verdi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.20
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.34
BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER
KÂTİP ÜYELER: Fatih ŞAHİN (Ankara), Bayram ÖZÇELİK
(Burdur)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
28inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Şahısları adına son söz, Tunceli Milletvekili
Sayın Kamer Genç
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz beş dakika.
KAMER GENÇ (Tunceli) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önceki
uygulamanız gayet doğal yani zaten komisyon ve hükûmetin
konuşmada öncelik hakları var ve konuşma süreleri maddelerde on
dakika.
Şimdi, Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Şu hükûmet sırasında
ve komisyon sırasında oturan kişiler, maalesef, bilgi sahibi
değil, irade sahibi değil, kişilik sahibi değil. (AK
PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) Sensin!
KAMER GENÇ (Devamla) Bunu defalarca ispatladılar.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Kişiliği sen ölçemezsin.
KAMER GENÇ (Devamla) Bir dakika yahu!
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Sen kendi kişiliğine bak!
KAMER GENÇ (Devamla) 17 tane şehidimiz vardı, 17
şehidimiz. Bu 17 şehit nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün
çalışmasın -pazar günüydü- biz cenazelere gidelim. dedi
Sayın Şandır. Meclis Başkan Vekili çağırdı
bu grup başkan vekillerini, ondan sonra da çalışmaya devam
kararını aldılar. Niye? Tayyip yokmuş da, efendim -AKP- ne
bakan karar veriyormuş ne komisyon başkanı karar verirmiş
ne grup başkanı karar verirmiş?
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) Bu nasıl konuşma?
Doğru konuş ya!
KAMER GENÇ (Devamla) Bunu kanıtlayan sizsiniz, bana bu
konuşma fırsatını veren sizsiniz arkadaşım. Yani
kendinizdeki ayıpları görün, o ayıplar burada söylendiği
zaman da kızmayın, önce o ayıplarınızı
temizleyin.
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) Kendi ayıbın sana
yeter!
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, Tayyip Erdoğan
Biliyorsunuz,
Libya, bizim tarih boyunca dostumuz ve kardeşimiz. En önemli, 21inci
asırda Türkiye'nin emperyalist güçlere karşı
kazandığı en büyük Kıbrıs zaferinde bütün gücüyle
yanımızda olmuş ve bu yanımızdaki gücü veren
Libyadaki Kaddafidir. Ama Tayyip Erdoğan gitti kendisinden ödül
aldı ve 25 bin dolar da para aldı. Ondan sonra denildi ki
Tayyip Bey
Bu 25 bin doları şehitler vakfına vereceğim,
şehitlere vereceğim. dedi. Soruyoruz şimdi kendisine: Bu 25
bin doları verdiniz mi şehitlere?, Ben yazılı cevap vereceğim
Yahu, kaçıyorsun. Niye cevap
Yani bir insanda yiğitlik olmalı.
Yahu, hayır, yapacağın şeyin arkasında
duracaksın; çıkacaksın, yiğit gibi konuşacaksın. Verdin
verdin, vermedin vermedin, böyle kıvırmanın bir anlamı yok
ki. Bu iş akıl, ahlak, dürüstlük meselesidir. Onun için, arkadaşlar,
biz, burada
Gerçekten bu devlet her yönüyle çökertildiyse, burada oturan
Hükûmetin kişiliksizliğinden, beceriksizliğinden,
yetersizliğinden
Yahu şimdi, bu Ahmet Davutoğlu denilen kim ya? Gidiyor
Bu
memleketin dış politikasını perişan etti, Türkiyeyi
dünyada en küçümsenen bir devlet hâline getirdi. Başka bir yerde
olsaydı bunu perişan ederlerdi. Sokakta gezmez
Gitmiş, bilmem
Gazzede ağlayacağına
Ağlamak bir devletin bakanına
yakışmaz. Türkiye gibi bir cumhuriyetin bakanları ağlamaz
beyler. Ağlamak, küçük insanların hesabıdır,
yakışan bir davranıştır.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) O, insan olduğu için
ağlıyor ama sen bunu anlayamazın.
KAMER GENÇ (Devamla) Büyük devletlerin, büyük milletlerin hiç
birisinin temsilcisi ağlamaz. Bunun hissiyatla, bunun acımak duygusuyla
ilgisi yok. Onun için acizliğini
Böyle, yani herkes ağlar ya,
sokaktaki en basit çocuk da ağlar, önemli olan farklı olmaktır.
Şimdi, biliyorsunuz Libyadaki güçlere bu Hükûmet 300 milyon dolar
gönderdi, 300 milyon dolar. Şimdi 300 milyon doları getirseniz,
buraya koysanız bilmiyorum ne kadar şey eder. Yahu dedik ki: Nereden
verdiniz? Elden verdiniz. Nasıl verdiniz? Peki, defalarca sordum, bu 300
milyon doları siz kime verdiniz? İspatlayın. Cebinize
attıysanız ben ne bileyim, ispatlayın. Arkadaş, 300 milyon
doların sen hesabını vermek zorundasın, vermezsen sen onu
cebine atmışsın, hırsızlık
yapmışsın resmen. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu milletin alın terini sen getirip de kendi keyfin
gibi harcayamazsın.
Şimdi, Mısıra gittiler
Mısır Cumhurbaşkanının
AKP kongresine gelmesi için 1 milyar dolar verdiniz. Sizin babanızın
malı mı ya?
AHMET BERAT CONKAR (İstanbul) Yazık sana!
KAMER GENÇ (Devamla) Yahu Tayyip, senin babanın malı
mı?
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) Doğru konuş ya!
KAMER GENÇ (Devamla) 1 milyon doları nasıl sen verirsin
Mursiye ya? Öte tarafta, bu memlekette insanlar açlıktan
kıvranırken, öte tarafta, bu memlekette yoksulluk bu kadar had
boyuttayken sen kendi keyfinle o 1 milyar doları niye Mursiye verdin?
Acaba onun arkasında ne pazarlıklar yaptın? Acaba, hakikaten
Yahu biz sana 1 milyar doları verelim de bunun yarısını
sen bize bu taraftan, bu cebimize koy. denildi mi denilmedi mi?
Yahu bunların hepsini ben biliyorum, sizin ruhunuzu biliyorum,
cemâziyel evvelinizi biliyorum; sizin yöneticilerinizin ne kadar bu memlekette,
hangi düşünce ve ahlak içinde olduğunu bilen bir insanım. Onun
için sayın milletvekilleri, bakın, bu memleket en kötü şekilde
yönetiliyor. Memleketin, Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı yok
edilmiş
SUAT ÖNAL (Osmaniye) O sana göre, sana göre!
KAMER GENÇ (Devamla) Türkiye Cumhuriyeti devletini uluslararası
düzeyde hiçbir itibar sahibi olmayan bir ülke hâline getirmiştir. Bunun
günahı size aittir. Bunu en kısa zamanda gidermesi gerekir.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
AHMET AYDIN (Adıyaman) Sayın Başkan
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Sayın Başkan, ben de sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN Buyurun Sayın Aydın.
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Tunceli Milletvekili Kamer Gençin
Adalet ve Kalkınma Partisine ve AK PARTİ Grup Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Yani bu kürsüde bana en zül olan şey, az önce burada konuşan
zata cevap vermektir.
ZİVER ÖZDEMİR (Batman) Muhatap olma Başkan!
AHMET AYDIN (Devamla) Hakikaten muhatap olmak istemiyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) O kadar zül ki
Şu
Meclis tutanaklarını açın, bakın
Kaç dönemdir burada
bilmiyorum; her seferinde söylüyor altı dönemdir, yedi dönemdir. Yani en
az benim yaşım kadar siyaset yapmışsındır. Şu
tutanakların tamamına bakın, üç beş kelimeyi geçmez;
aynı şeyleri, aynı ezberleri burada, aynı iftiraları
burada atıyorsun. Yazık be!.. Yazık be ya!.. Hakikaten
yazık yani! Yaşına başına bakman lazım
Ben daha
çok şey söylemek istemiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Söyleme, söyleme!
AHMET AYDIN (Devamla) Tabii, kişilikten bahsetti ama yani
artık, ben, bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) Aciz adam ne söyleyebilir ki!
AHMET AYDIN (Devamla) - Bunu
bahsetmeye hakkı var mı, haddi var mı, kamuoyunun takdirine
bırakıyorum.
Yine, ağlamak, değerli arkadaşlar, insan olmanın
gereğidir; ağlarsın yeri geldiğinde. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Yeri geldiğinde üzülürsün, yeri
geldiğinde sevinirsin. Eğer sizde o ruh yoksa, o duygu yoksa,
artık, sizi yine kamuoyuna havale ediyorum, nasıl bakarlarsa
baksın diyorum.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) Ölen askerlerimiz için de ağlayın!
AHMET AYDIN (Devamla) Dış politikayı küçülttünüz
diyorsunuz. Ya, dış politikayla alakalı o kadar şey
anlatıyoruz
Biz anlatmıyoruz; uluslararası örgütler
anlatıyor, uluslararası basın anlatıyor. Açın
gözlerinizi bakın, kulaklarınızı açın duyun. AK
PARTİyle birlikte Türkiye, nereden nereye sıçrama yaptı.
Dünyada gündem belirleyen bir ülke hâline geldik. El insaf ya!
Mısırın Başbakanı, bölge lideri olarak Tayyip
Erdoğanı anons ediyor ya! Mısır kabul ediyor, dünya kabul
ediyor, biraz da siz kabul edin diyorum.
Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
BAŞKAN Sayın Bakan, sataşmadan iki dakika söz veriyorum
size.
Buyurun.(AK PARTİ sıralarında alkışlar)
6.- Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın, Tunceli Milletvekili
Kamer Gençin şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tabii AK PARTİ on
yıldan bu yana bu ülkenin idaresine irade koyarken, siyasetin de
saygınlığını korumaya ve buna nezaket göstermeye çok
azami ölçüde gayret etti ve biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin
saygınlığını korumaya çalışırken ne
yazık ki yüz karamız olan ve bu manada ünü Türkiyenin
dışına taşmış olan bazı kişilik
bozukluğu tipler de var burada.(AK PARTİ sıralarında
alkışlar)
Bunu, tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum.
Ben bir doktora, psikolojiyle uğraşan birisine dedim ki: Bir
insan ciddi bir mesele anlattıktan hemen üç dört saniye sonra
gülebiliyorsa nasıl bir durumdur bu? Yani insani açıdan. Dedi ki:
Karakter bozukluğu da olabilir o insanda, kesin kişilik
bozukluğu da vardır. (AK PARTİ sıralarında alkışlar)
Şimdi, özenle, itinayla
buradaki seviyeyi korumamız lazım ve bunun için AK PARTİ ve
CHPnin içerisinden bazı arkadaşları da katarak söylüyorum,
MHPnin içerisinden bazı arkadaşları da katarak söylüyorum, buna
dikkat ediyorlar ve buna itina gösteriyorlar. Bizim böyle bir karakter
bozukluğu olan birisiyle alakalı problemimiz yok ama o partinin o
karakter bozukluğu olan kişiyle alakalı bence problemi var. O
yüzden, arkadaşlar, gelin, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin seviyesini
düşürmeyelim. Gelin, ciddi konular konuşalım ve iftiralarla
uğraşmayalım.
Ben, bu manada hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Şimdi bu konuşma oldu mu
Sayın Başkan?
BAŞKAN Efendim?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Bu konuşma konuşma oldu mu?
AKP, CHPnin bir kısmı, MHPnin bir kısmı. Diğer
kısmı seninle ne oluyor Sayın Bakan? Yani, ne oluyor, diğer
kısmı ne oluyor? Yani MHPnin bir kısmı, CHPnin bir
kısmı denilince, diğer kısımdaki
arkadaşlarımız ne oluyorlar?
BAŞKAN Sayın Uzunırmak, bir saniye
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Kamer Gençi sen niye savunuyorsun?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Elbette ki savunacağım.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Kamer Gençin nesi savunulur ya?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Size oy veren kadar Kamer Gençe oy
veren de var.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Tutanaklara geçsin diye söylüyorum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Eğer onlar şahsiyet
bozukluğu ise şahsiyet bozuk olarak ona oy veriyorlar. Onlara mı
hakaret ediyorsunuz?
BAŞKAN Sayın Uzunırmak, bir saniye
Buyurun.
7.- Tunceli
Milletvekili Kamer Gençin, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
KAMER GENÇ (Tunceli) Evet, Sayın Başkan, şimdi
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) MHPnin bir kısmı,
CHPnin bir kısmı derken onlara oy verenlere mi hakaret
ediyorsunuz? Ne kadar ayıp bir şey!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Onun karakter bozukluğu var. diyorum, Onun karakter bozukluğu
var. diyorum.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Ne kadar ayıp bir şey!
SUAT ÖNAL (Osmaniye) Ya, sen duymadın mı kürsüden
söylediklerini?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Onu tahlil etmek size mi düştü?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Onu savunmak size mi düştü?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Evet, bana düştü, bir
milletvekili olarak bana düştü onu savunmak.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
O zaman savunun, buyurun.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın)
Bir milletvekilini savunmak bana düşer.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Yani yanlış yapsa da öyle mi? Yanlış yapsa da mı?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Yanlışını söylemek
ayrı bir şey. Tahlil etmeniz gereken alanı tahlil etmeniz
başka bir şey.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Olur mu öyle şey ya!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) Sayın Başkan, ben
konuşma istiyorum, sataşmadan söz istiyorum, sataşmadan söz
istiyorum.
KAMER GENÇ (Devamla) Ben buradayım Ali Bey.
Sayın Başkanım, söz verdiniz mi?
BAŞKAN Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın milletvekilleri, şimdi, bu
Hükûmet sırasında oturan kişi var ya, benimki karakter
bozukluğu diyor.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Evet, aynen öyle.
KAMER GENÇ (Devamla) Gel, seninle gidelim doktorlara, muayene
olalım.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Aynen öyle söylüyorum, tutanaklara geçsin diye söylüyorum, karakter
bozukluğu var.
KAMER GENÇ (Devamla) Hangimizin karakteri bozuk? Bak, sen o
Bakanlıkta o kadar büyük soygunların üzerine yatıyorsun ki seni
perişan edeceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Yok ya!
KAMER GENÇ (Devamla) Bundan sonra o pisliklerini getireceğim,
yüzüne çarpacağım senin. Sen o pisliklerin üzerinde yatamazsın!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Niye duruyorsun? Hayır, niye duruyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) Türkiyeyi talan eden, en büyük enerji
ihalelerinde yolsuzluk yapan, doğal gaz ihalelerindeki fiyatları
gizleyen, pazarlıkla doğal gaz fiyatlarını arttıran,
oradan gelen paraları birtakım
Nereye
aktardığını burada getireceğim, söyleyeceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Niye duruyorsun? Niye bekliyorsun bunun için ya, bekleme!
KAMER GENÇ (Devamla) Ama sende de şerefli ve haysiyetli
davranış varsa bize doğru cevap ver.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Aynen öyle.
KAMER GENÇ (Devamla) Vermesen
de bunu getireceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Hayır, niye duruyorsun?
KAMER GENÇ (Devamla) Ben otuz senedir buraya geliyorum. Otuz senedir
bileğinin hakkıyla buraya gelen bir insana bu iftiraları atmak
kadar alçakça bir şey yoktur! Ben bu kürsüde
(Gürültüler)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri
KAMER GENÇ (Devamla)
bu kürsünün kutsallığına inanan
bir insanım, bu kürsüde daima doğruları söyledim ama
hırsızlar kendilerini savunmayınca, ahlaksızlar kendilerini
savunmayınca bana Karakter bozukluğu diyorlar.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Evet, aynen öyle!
KAMER GENÇ (Devamla) Bunlar en basit, en kişiliksiz ifadeler. Ben
sizinle ilgili yolsuzlukları biliyorum. Siz 25 bin dolar aldınız
mı? Hükümetsen, yiğitsen söyle, bu 25 bin doları verdin mi,
vermedin mi? Bunun cevabını vermekten acizsen beni niye
kişiliksiz şey ediyorsun?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Yazılı cevap vereceğiz. dedik.
KAMER GENÇ (Devamla) 300 milyon doları Libyada kime verdin?
diyorum, onu açıkla, açıklamıyorsan, cebine
atmadığını ben nereden bileyim? Ben, milletin
parasının hakkını soruyorum senden. Sen milletin
parasının hakkını vermeyen aciz bir kişiysen,
kişiliksiz sen de mi, kişiliksiz bende mi? (AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Evvela konuşmayı öğren.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR
BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) Sen öğreteceksin öğle me? Sen ha, sen!
KAMER GENÇ
(Devamla) - Ondan sonra gel, seninle her türlü zeminde konuşurum, her
türlü yerde tartışırım ama seni de perişan
edeceğim.
ENERJİ
VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) Yok ya!
KAMER GENÇ
(Tunceli) Saygılarla. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar)
ENERJİ
VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) - Arkadaşlar, tutanaklara geçin, ben bu
adam için Karakter bozukluğu var. diyorum, tutanaklara geçin lütfen.
Aynen böyle söylüyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sana orada göstereceğim.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Lütfen atlamayın bunu, tutanaklara geçin.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Zaten söyledin Bakan ya!
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) MHP Grubuna sataşmadan söz
istiyorum.
BAŞKAN
- Buyurun
8.- Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmakın, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın MHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, sakinleşirseniz
bir şeyler söylemek istiyorum. Bir şair diyor ki
(AK PARTİ
sıralarından gürültüler) Bakın, terbiye, biraz nezaket
Laf
atmak bir sanattır, bir kültürü gerektirir. Ne olur lafı düzgün
atalım.
Şair
diyor ki
İHSAN
Şener (Ordu) Hangi şair?
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Vay be, çok yazık, acınacak bir hâldi biliyor
musunuz, acınacak bir hâldesiniz, acınacak bir hâldesiniz.
Yüce
surları ören, taş değil
Kişiye
uzluk veren yaş değil, düşüncedir.
Suç onun
eseridir, yasa onun eseri
Dar
ağacına giden baş değil, düşüncedir.
Burada
düşünce bozukluğu, söylem bozukluğu denilebilir,
yanlış ifade denilebilir ama bir milletvekilinin, bir bakanın;
bir Parlamento üyesine, oy almış, halktan seçilmiş birine
karakter bozukluğunun teşhisini koyması çok yanlış bir
siyaset izlenmesidir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AYŞE
NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) O, bize koyuyor ama Ali Bey, objektif olun
biraz.
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) Değerli arkadaşlar, hele hele ki, MHP Grubunun
bir kısmı, CHP Grubunun bir kısmı diyerek
Ee, diğer
kısım da acaba Sayın Bakanın itham ettiği insanlardan
mi oluşuyor? Sayın Bakan, böyle kitlesel bir ithamı nasıl
yakıştırıyorsunuz?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri) -
Sözüm Kamer Gençedir, sözüm Kamer Gençedir.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) MHP Grubunun bir kısmı, CHP
Grubunun
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Sözüm Kamer Gençedir.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) Bakın, Sayın Bakan, Milliyetçi
Hareket Partisi
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Aynen öyle
Aynen öyle
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) Bak aynen diyorsunuz hâlen daha.
ALİ SARIBAŞ (Çanakkale) Adını söyleseydin Bakan!
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Kişiye mahsustur ve Kamer Gençedir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sen sus! Sen bir defa o sakallarından utan
yahu!
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) MHP Grubu,
Milliyetçi Hareket Partisi, siyasi geçmişi olan ama hiçbir zaman
çizgisinden sapmayan
KAMER GENÇ (Tunceli) Seni o bakan koltuğunda
oturtmayacağım! Sana orada göstereceğim!
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) - AKP, 2001 yılında kurulan ama
geçmişini olduğu gibi reddeden bir güruhtan oluşmuştur.
Milliyetçi Hareket Partisi çok şahsiyetli duran bir partidir
Sayın Bakan.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI TANER YILDIZ (Kayseri)
Öyle.
ALİ
UZUNIRMAK (Devamla) - Mensupları da çok şahsiyetli olan bir partidir.
O tanımladığınız, yarım yamalak bir şeye
falan sığacak bir tanımlama değildir. Alırsanız
memnun olurum.
Çok
teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Şimdi, soru-cevap
HASAN
FEHMİ KİNAY (Kütahya) -
Diğer bir kısmı
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Diğer bir kısmı kim?
(MHP
Milletvekili Ali Uzunırmakın AK PARTİ sıralarına
doğru yürümesi ve AK PARTİ ve MHP milletvekillerinin kürsü önünde
toplanmaları, karşılıklı laf atmalar)
VURAL
KAVUNCU (Kütahya) Sen kabadayı mısın!
ALİ
UZUNIRMAK (Aydın) Evet, kabadayıyım.
VURAL KAVUNCU
(Kütahya) Burada yapamazsın kabadayılık.
BAŞKAN
- Çalışma süremizin sonuna geldiğimizden, Kamu Baş
Denetçisi seçimini yapmak ve sözlü soru önergeleri ile alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen
diğer işleri sırasıyla görüşmek için 27 Kasım
2012 Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.51