TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
36ncı
Birleşim
10
Aralık 2012 Pazartesi
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Duyurular
1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün davetlisi
olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud
Abbasın Genel Kurula hitaben konuşma yapma isteğine
ilişkin duyuru
B) Çeşitli
İşler
1.- Genel Kurulu teşrif etmiş bulunan Kenya
Cumhuriyeti Parlamenter Hizmetleri Komisyonu Heyetine Başkanlıkça Hoş geldiniz
denilmesi
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı, Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (
1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362)
V.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Sayıştay
Başkanlığının denetim raporlarını Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunmadığı gerekçesiyle 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerinin yapılıp yapılamayacağı
hakkında
VI.- GEÇEN TUTANAK HAKKINDA KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın, 6
Aralık 2012 tarihli 35inci Birleşimdeki bazı ifadelerini
düzelttiğine ilişkin konuşması
VII.- SÖYLEVLER
1.- Filistin
Cumhurbaşkanı Mahmud Abbasın,
Genel Kurula hitaben konuşması
VIII.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın CHP Grubuna ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
2.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın BDP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
3.- Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Cumhuriyet
Halk Partisi Genel Başkanına sataşması nedeniyle
konuşması
4.- Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaşın, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi,
Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
IX.- YAZILI SORULAR VE
CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili Özcan Yeniçerinin, 2007-2012
yılları arasında askerlik hizmeti sırasında meydana
gelen ölümlere ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmazın
cevabı (7/11150)
2.- İstanbul Milletvekili İhsan Özkesin,
2012 hac döneminde Türkiyeye verilen ek kontenjana ve bu ek kontenjanın
acentelere kullandırılmadığı iddialarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağın cevabı (7/11409)
3.- İstanbul Milletvekili Melda Onurun, sahipsiz
kedi ve köpeklerin toplanıp yurt dışına
kaçırıldığı iddialarına ilişkin Çevre ve
Şehircilik Bakanından sorusu ve Orman ve Su İşleri
Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/11741)
4.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
Kadın İstihdamının Artırılması ve
Fırsat Eşitliğinin Sağlanması konulu
Başbakanlık Genelgesi kapsamında yürütülen çalışmalara
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/11758)
5.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
Kadın İstihdamının Artırılması ve
Fırsat Eşitliğinin Sağlanması konulu
Başbakanlık Genelgesi kapsamında yürütülen çalışmalara
ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlunun cevabı (7/11826)
6.- Mersin Milletvekili Aytuğ
Atıcının, Bingöl ili kentsel dönüşüm projesine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/11856)
7.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkanın,
TRTnin tarım konulu bazı programlarının yayından
kaldırılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı
(7/11880)
8.- İstanbul Milletvekili Osman Oktay
Ekşinin, Gazetecileri Koruma Komitesinin 2012 Türkiye raporundaki
tespitlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/11881)
9.- Ankara Milletvekili Levent Gökün, Ankaranın
Balâ ilçesinde TOKİ tarafından yapılan arsa satış
işlemlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/11883)
10.- İstanbul Milletvekili Ali Özgündüzün,
İstanbulun Zeytinburnu ilçesinde eğitim ve kültür tesisleri olarak
değerlendirilmek üzere Bakanlığa devredilen bir
taşınmaza ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/11928)
11.- Denizli Milletvekili Adnan Keskinin, Hakkâride
TOKİ tarafından gerçekleştirilen çalışmalara ve
Hakkâri Üniversitesinin yeni kampüs arazisine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/11930)
12.- Balıkesir Milletvekili Ayşe Nedret Akovanın,
Balıkesirin ilçelerine bağlı orman köylerine ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı İdris Naim Şahinin
cevabı (7/11969)
13.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yabancılara toprak
satışıyla ilgili verilerine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın
cevabı (7/12098)
14.- İstanbul Milletvekili Haluk
Eyidoğanın, İstanbulun Zeytinburnu ilçesinde eğitim ve
kültür tesisi olarak değerlendirilmesi kararlaştırılan bir
alana ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktarın cevabı (7/12136)
15.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın,
Manisadaki belediyelerin İlbanktan kullandığı kredilere,
Hakkârideki belediyelerin İlbanktan
kullandığı kredilere,
İlişkin soruları ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/12137), (7/12138)
16.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki
Kulkuloğlunun, Kayserinin Yahyalı ilçesindeki 75. Yıl
TOKİ konutlarının sorunlarına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/12142)
17.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın,
Siirt Kredi ve Yurtlar Kurumundaki sorunlara ilişkin sorusu ve Gençlik ve
Spor Bakanı Suat Kılıçın cevabı (7/12150)
18.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın,
Erzurumun ilçelerinde yapılan spor salonları ile ilgili bazı
iddialara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıçın cevabı (7/12151)
19.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki
Kulkuloğlunun, Kredi ve Yurtlar Kurumunun yurt ve burs imkânlarına
ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın
cevabı (7/12153)
20.- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın,
Kocaelinde geçim sıkıntısı çeken emekli bir vatandaşa
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşekin
cevabı (7/12182)
21.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın,
hayvanların barınmaları için oluşturulacak doğal
yaşam parklarına ve hayvan barınma evlerine ilişkin sorusu
ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/12195)
22.- Bolu Milletvekili Tanju Özcanın, Kuran
kursu öğreticilerine ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağın cevabı (7/12214)
23.- Ankara Milletvekili Aylin Nazlıakanın,
TBMMde erişimi yasaklanan bazı internet sitelerine ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Mehmet
Sağlamın cevabı (7/12217)
24.- Antalya Milletvekili
Gürkut Acarın, yükseköğrenim öğrencilerine yönelik yurt
projelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı
Suat Kılıçın cevabı
(7/12243)
25.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Başbakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili
sözleşmeye ilişkin Başbakandan sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağın cevabı (7/12245)
26.- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
Eskişehirde Bakanlığa ve diğer bakanlıklara ait lojmanların
bakım-onarım çalışmalarına ve kentsel dönüşüm
projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/12257)
27.- Iğdır Milletvekili Sinan
Oğanın, TOKİnin onaylanan lüks konut projelerine ve
öğrenci yurdu inşaatlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/12258)
28.- Mersin Milletvekili Ali Özün, Mersinin Gülnar
ilçesindeki orman yangını sonrası toplanan yardımlara ve
TOKİnin yaptığı binaların maliyetine ilişkin
sorusu ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın
cevabı (7/12259)
29.- Mersin Milletvekili Ali Özün, Mersinin Gülnar
ilçesindeki kadastro çalışanlarının
sayısının yetersizliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/12260)
30.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin, 6302
sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yabancılara
satılan tarım arazilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı
(7/12262)
31.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili
yapılan sözleşmeye ilişkin sorusu ve Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktarın cevabı (7/12265)
32.- Mersin Milletvekili Ali Özün, amatör spor
kulüplerine ve bir boks okuluna yapılan yardımlara ilişkin
sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıçın cevabı
(7/12272)
33.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili
sözleşmeye ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Suat
Kılıçın cevabı (7/12273)
34.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili
sözleşmeye ilişkin sorusu ve Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlunun cevabı (7/12331)
35.- Diyarbakır Milletvekili Altan Tanın,
yabancılara yapılan mülk satışına ilişkin sorusu
ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın
cevabı (7/12432)
36.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın,
TRTnin bir yayınında CHP Genel Başkanının isminin
sansürlendiği iddiasına ilişkin sorusu ve Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınçın cevabı (7/12696)
37.- Aydın Milletvekili Metin Lütfi
Baydarın, Bitlis, Siirt, Şırnak ve Van illerindeki
karayolları çevresinde toplanmayan çöplere ilişkin sorusu ve Orman ve
Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun cevabı (7/12805)
10 Aralık 2012
Pazartesi
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 36ncı Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Duyurular
1.- Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün
davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Filistin Cumhurbaşkanı
Mahmud Abbasın Genel Kurula hitaben konuşma yapma isteğine
ilişkin duyuru
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gülün
davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Filistin Cumhurbaşkanı
Sayın Mahmud Abbas, Genel Kurula hitaben bir konuşma yapmak
istemişlerdir.
Bu hususu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Değerli
milletvekilleri, gündemimize göre, 2013 yılı Merkezî Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2011 yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısının görüşmelerine
başlayacağız.
KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698)
(S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezî Yönetim Bütçesi Kapsamındaki
Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (*)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Sayın milletvekilleri
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, şimdi, efendim, 2011 kesin hesap kanunu
görüşülemez. Neden görüşülemez? Çünkü burada, Sayıştay,
vermesi gereken istatistik raporlarını ve birtakım
Şimdi,
3 tane raporu vermemiş. Neyi denetliyoruz biz şimdi Sayın
Başkan? Sadece, bürokrasinin yaptığı harcamaları
burada denetliyoruz. Yani, hiçbir denetim yapılmadan bunları
inceleyeceğiz. Dolayısıyla hem Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununa göre hem Sayıştay Kanununa göre Sayıştay gerekli
denetimi yapmadığına göre, 2011 kesin hesap kanunu da
incelenmeyeceği gibi
Yani, bu konuda getirilen Bütçe Plan Komisyonu
raporu görüşülmeye açık bir rapor değil.
Bunu, bu durumdan
dolayı, bence eğer görüşecekseniz 63üncü maddeye göre usul
tartışmasını açın efendim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, lehte söz istiyorum.
BAŞKAN Evet, lehte
Peki, usul
tartışması açacağım.
İsimleri
alalım.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ben
aleyhte istiyorum efendim.
BAŞKAN Aleyhte Kamer
Genç
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Aleyhte
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Lehte
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Aleyhte
BAŞKAN Sayın
Kamer Genç aleyhte, lehte Nurettin Canikli ve Sayın Günal
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Aleyhte demiştik Sayın Başkan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Ben ilk başta söylemiştim.
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi
Peki, buyurun efendim.
Üç dakika süre veriyorum
Sayın Genç.
V.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Sayıştay
Başkanlığının denetim raporlarını Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunmadığı gerekçesiyle 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
görüşmelerinin yapılıp yapılamayacağı
hakkında
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz Türkiye
Büyük Millet Meclisi bütçeyi inceliyor ama nasıl inceliyor? Biliyorsunuz,
AKP iktidarıyla beraber denetim kaldırıldı. Yalnız
Sayıştay denetimi kaldırıldı. Sayıştay
denetiminde dış denetim genel değerlendirme raporu
Bu rapora
göre, 132 farklı kamu kurumuna ait, denetçiler tarafından
hazırlanan ve tekemmül ettirilerek Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak
üzere Sayıştay Genel Kuruluna gönderilen raporlar var. Bu raporlarda,
bu 132 farklı kurumun o yıl içinde yaptığı harcamalar,
harcamaların yasalara uygun olup olmadığı; gerekli
verimlilik, hukukilik ilkelerine uyulup uyulmadığı konusunda, bu
konuda gerekli denetimin yapılması lazım.
Şimdi, bu raporlar
Sayıştay tarafından verilmemiş. Dolayısıyla,
aslında, 6353 sayılı Kanunla Sayıştay Kanununda
birtakım değişiklikler yapıldı ama zaten bu raporlar
hazırlanıp da Sayıştay Genel Kurula verildiği hâlde, o
sıralarda, bu kanun ondan sonra yürürlüğe girdi.
Dolayısıyla, Sayıştay burada görevini
yapmamıştır. Bu Sayıştayın düzenlemediği dış
denetim genel değerlendirme raporuna dayanmayan 2011 kesin hesap kanununun
burada görüşülme niteliği yoktur. Bir başka rapor var, faaliyet
genel değerlendirme raporu var, bunu da göndermemiştir Bütçe Plan
Komisyonuna. Ve mali istatistikleri
değerlendirme raporu da Genel Kurula gelmemiştir.
Dolayısıyla, Bütçe Plan Komisyonunun bunları incelemesi
lazım. Bütçe Plan Komisyonu neden bu görevini yapmıyor, onu
öğrenmek lazım.
Yani, arkadaşlar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi yolsuzlukları önleme meclisi değildir;
Türkiye Büyük Millet Meclisi idarenin yaptığı
hırsızlıkları, yolsuzlukları, talanı önleyen bir
kurum değildir. Bunları, biz bu bütçeyle neyini denetleyeceğiz?
Şimdi, Sayın
Meclis Başkanı, 6083 sayılı Sayıştay Kanunu,
yürütme görevini size vermiştir. Dolayısıyla, sizin, bu
Sayıştayı denetlemek için 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu 69uncu maddesine göre, Başkanlık
Divanı tarafından bir komisyon oluşturmanız lazım ve
bunu denetlemeniz lazım. Bu komisyonu seçtiniz seçmediniz mi size soru
önergesiyle soruyorum, sorumuza cevap vermiyorsunuz.
Peki, siz, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı olarak görevinizi yapmıyorsunuz,
Sayıştay görevini yapmıyor, AKPnin Bütçe Plan Komisyonu
görevini yapmıyor; peki, bu yolsuzlukları, bu
hırsızlıkları kim önleyecek? Buraya gelen rakamların
doğru olup olmadığını biz nereden bileceğiz, biz
kâhin miyiz?
Onun için Sayın
Başkan, bu raporlar görüşülebilir nitelikte değildir, bu
raporları reddedelim. Türkiye Büyük Millet Meclisi en kısa zamanda
geçici bir bütçe yapmalıdır ve bunu Türkiye Büyük Millet Meclisine
göndermelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Aksi
takdirde, bu raporların görüşülebilirlik niteliği
bulunmamaktadır.
Teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Genç.
Lehte, Sayın Nurettin
Canikli.
Buyurun efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Sizin de süreniz üç dakika
Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tartıştığımız
konu, ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisine Sayıştay tarafından
gönderilecek raporlarla ilgilidir. 6085 sayılı Kanunla yani 2010
yılının Aralık ayında yürürlüğe giren 6085
sayılı Kanunla öngörülen ve Sayıştay tarafından
düzenlenerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesi hüküm altına
alınan bu raporlar Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmemiştir.
Bunlar, tekrar altını çizerek söylüyorum, daha önceki yıllarda
gelen raporlar değildir, 5018 sayılı Kanunda
belirtilmiştir ancak Sayıştay Kanunu değişmediği
için bugüne kadar hiç gelmemiştir, ilk defa gelecekti, gelmemiştir. Nedeni
şu: Nedeni, bizim 6353 sayılı Kanunla
yaptığımız değişiklik değerli
arkadaşlar. Biz, bu kanunla Sayıştay Kanununun 35inci
maddesine bir fıkra ekledik.
6085 sayılı
Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu çerçevede, Sayıştay
bahsedilen raporlarla ilgili denetimine başladı. Sayıştay
denetçileri denetimlerini tamamladı ve raporları Sayıştay
Başkanlığına gönderdi. Bu tür raporların
Sayıştayda tekemmül edebilmesi için başka birtakım
süreçlerden daha geçmesi gerekiyor. Önce daireler tarafından
görüşülmesi ve onaylanması, daha sonra değerlendirme
kurulları tarafından görüşülmesi ve onaylanmasından sonra
raporlar Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilecek hâle gelir, tekemmül eder.
Bu raporlar 2012nin
Haziran ayında Sayıştay Başkanlığına
gönderildi. Sayıştay Başkanlığı da biraz önce
söylediğim prosedürün gereği olarak bu raporları görüşmek
üzere ilgili dairelere gönderdi. Tam o arada, Türkiye Büyük Millet Meclisi 6353
sayılı Kanunla biraz önce zikrettiğim
değişikliği yaptı ve bu değişiklik, bu raporlarla
ilgili son derece önemli düzenlemeler içeriyor değerli arkadaşlar.
Bir başka ifadeyle, dairelere gönderilen bu raporlar eski kurala göre,
değişmeden önceki hükümlere göre yapıldığı için
değiştirilmiş olan hükümlere aykırılık
teşkil ediyor idi. Aynen öyle. Nasıl aykırılık
teşkil ediyor? Şu şekilde, bakın: Biz, 6353
sayılı Kanunun 45inci maddesiyle şunu getirdik, düzenlilik
denetimini değiştirdik -bu Meclis tarafından yapıldı
bu- diyor ki: Söz konusu hesap ve işlemler dışında kalan
diğer işlem ve faaliyetler düzenlilik kapsamı
dışında değerlendirilemez. Birincisi bu.
İkincisi: Bu raporlarda,
bahsedilen bu ikinci raporda Etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı
yönünde görüş ve öneri içeren
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
yerindelik denetimi sayılabilecek denetim
raporu düzenlenemez. denilmiştir. Bu anlamda aykırılık
teşkil ettiği için daireler bu usulsüzlüğü tespit etti ve bize
gönderildi. Dolayısıyla, herhangi bir hukuksuzluk söz konusu
değildir. Sayıştay, bu raporları 6353 sayılı
Kanun çerçevesinde yeniden inceleyecektir.
Hepinize teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Sayın Akif Hamzaçebi,
aleyhte.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının gerçekten- ekinde olması gereken
Sayıştay raporları bu kanun tasarısıyla birlikte
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. Burada, biraz önce
yapılan açıklamalar eksik açıklamalardır, doğrusu
şudur: Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa göre, Sayıştay,
kamu kurumlarının faaliyetlerini denetlemesi sonucunda muhtelif
raporlar düzenler: Yıllık denetim genel değerlendirme raporu,
faaliyet genel değerlendirme raporu ve mali istatistikleri değerlendirme
raporu. Bu üç rapor bütçe kanun tasarısı ekinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmak zorundadır.
Nitekim, bu kanun hükmünün
yürürlüğe girmesiyle birlikte, Sayıştay Kanununun
yürürlüğüyle birlikte -2010 yılı Aralık ayında yeni
kanun yürürlüğe girdi- Sayıştay 132 kamu kurumunun
hesaplarını denetledi, 2011 yılı hesaplarını;
raporlarını düzenledi, ilgili kurumlara gönderdi, Ne diyorsunuz, ben
böyle tespitler yaptım, görüşünüz nedir? İlgili kurumlar bu
görüşleri Sayıştaya bildirdi, Sayıştay bu
görüşleri aldı, değerlendirdi, nihai şeklini vererek
raporları Sayıştay Başkanlığına sundu.
Denetçiler bu işlemleri tamamladı. Bu esnada -bu esnada dediğim
4 Temmuz 2012 tarihinde- 6353 sayılı Kanun yürürlüğe girdi,
Sayıştay raporlarıyla ilgili yeni bir sistem getirdi ama bu
raporlar tamamlanmış, bitmiş, tekemmül etmiş,
kurumların görüşleri alınmış; o kanun yürürlüğe
girdikten sonra düzenlenecek olan raporlar içindir. Gerçekle hiçbir ilgisi yok
bunun. Bu raporlar Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak zorundadır.
Şimdi, 132 kamu
kurumunun denetim sonuçlarını Sayıştay Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunmamıştır, Parlamentodan gizlemiştir. Hiç bunun
lamı cimi yok arkadaşlar. Burada olmak zorundadır bu raporlar.
Bu açıdan, 2011
Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı meşru bir tasarı
değildir. İstediğiniz kadar Arkasında Parlamento
çoğunluğu var. deyin, ortada meşru bir kanun tasarısı
yoktur.
Bu raporları, biz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak Sayıştay
Başkanlığından istedik. Biz istedik. Ben Bilgi Edinme
Kanununa göre istedim, bekliyorum. Parlamentonun yapmasını
engellediğiniz o denetimi Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz yapacağız
ve kamuoyuyla paylaşacağız.
Ama, böyle bir olayı,
yani bütçe kanunu tasarısı ekinde olması gereken bir belgenin
olmaması nedeniyle kanun tasarısının eksik görüşülmesi
olayını ilk kez yaşıyoruz. Usulüne uygun bir bütçe kanunu
tasarısı yoktur
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla)
bu tasarı meşru değildir.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Hamzaçebi.
Şimdi, lehte olmak
üzere Sayın Mehmet Şandır.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ve milletimiz
için önemli olan bütçe müzakerelerine başlarken bize göre de çok önemli
bir tartışmayı burada birlikte yapıyoruz.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetim sistemi kuvvetler
ayrılığı. Yasamayla yürütmenin münasebetini belirleyen
temel husus, yasamanın yürütmeyi denetleme erkinin işleyip
işlemediği hususudur. Şimdi konuştuğumuz konu da Türk
milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yürütmeyi
denetleyen Sayıştayın raporlarının buraya
getirilemeyişi hususudur. Sayın Caniklinin Kanunu
çıkarttık, 6353 sayılı Kanunun 45inci maddesine göre bu
yetkisi kalmadı. demesinin hiçbir değeri, hiçbir anlamı yok.
Yani, yürütmeyi kim denetleyecek o zaman? Bizi milletimiz izliyor. Bütçe ortaya
koyuyoruz, bütçeyle beraber kesin hesap kanununu da görüşüyoruz.
Şimdi, kesin hesabı neye dayalı olarak burada
konuşacağız? Sayıştayın denetlemesi yok.
Bakın, Anayasanın 164üncü maddesi bu konuda çok açık: Hiçbir
şekilde ertelenmesi mümkün değil, diyor. Kesin hesap kanun
tasarısı ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiş olması, ilgili yıla ait Sayıştayca
sonuçlandıramamış denetim ve hesap yargılamasını
önlemez ve bunların karara bağlandığı anlamına
gelmez. Yani, bir anayasal hüküm ortada. Sizin burada parmak
sayısıyla çıkarttığınız
Sayıştayı işlevsiz hâle getiren 6353 sayılı
Kanunun 45inci maddesine dayanarak Burada Sayıştay denetimine
gerek yoktur. demeniz gerçekten denetim yetkisini yok saymanızdır,
Türkiyenin kuvvetler ayrılığı sistemini yok
saymanızdır.
Değerli
arkadaşlar, mesele şu; iktidarınız, AKP
iktidarının yönetim anlayışı, zihniyeti şu:
Denetimden kaçan bir anlayışınız var. Bakın,
Sayıştay raporları buraya gelmiyor. Gelmesi gerekir, anayasal
bir hüküm. 2011 yılının kesin hesabını
yapacağız, 2011 yılı Sayıştay denetim raporlarını
buraya getirmeniz lazım; sonra çıkardığınız kanun
o hükmü ortadan kaldırmaz.
Yalnız bu değil.
Bakınız, Meclis araştırma komisyonları kuruyoruz,
onların raporlarını da buraya getirmiyorsunuz.
Bir başka husus: Kanun
hükmünde kararname çıkarıyorsunuz, onları da buraya getirmeniz
lazım, onları da getirmiyorsunuz.
Yani, sizin temel bir
karakteristiğiniz var, o da milletin denetiminden kaçıyor
olmanızdır. Burada gelip parmak sayısıyla bu işi
meşrulaştırmanızın, kanunileştirmenizin hiçbir
değeri ve anlamı yoktur. Bu yaptığınız işlem
Anayasaya aykırıdır.
Usul
tartışmasının lehinde olmakla beraber,
tavrınızın aleyhinde söz aldım.
Hepinize saygılar
sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Şandır.
Komisyon söz talep
etmiştir bu konuyla ilgili olarak. Şimdi, istek üzerine Komisyona söz
veriyorum.
Buyurun Sayın Bilgiç.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın
Başkanım, ilgi raporlar, aslında 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetim Kanununda da belirtilen raporlardır. 2010 Aralık ayında
çıkan 6085 sayılı Sayıştay Kanununda da bunlara yer
verilmiştir. Anayasa gereği olarak bize gelmesi gereken en önemli
rapor genel uygunluk bildirimidir.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Hayır, hayır Sayın Bilgiç.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Anayasa 164ü ne yapacağız?
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) 6085 sayılı Sayıştay Kanununda genel uygunluk
bildirimine baktığımızda ilgi raporları da ihtiva
ettiğine dair bir hüküm vardır. Yani bu, bütçenin hem komisyonda hem
de Genel Kurulda görüşülmesine herhangi bir mâni hâl
oluşturmamaktadır. Ki komisyonda bütçenin tümü üzerindeki
görüşmeleri yaptığımızda da buna ilişkin olarak
herhangi bir şekilde bir komisyon üyesinden de bir itiraz
gelmemiştir.
Teşekkür ediyorum.
(CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Muhalefet şerhimiz var!
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Nasıl gelmedi? Sayın Başkana sordum, Sayın Başkan
oradaydı.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Sayın Başkan, yalan konuşuyor! Yanlış
değil, yalan konuşuyor!
MEHMET GÜNAL (Antalya) Sayın
Başkan oradaydı, ona sordum.
PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ SÜREYYA SADİ BİLGİÇ
(Isparta) Tümü üzerindeki görüşmelerde gelmedi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, müsaade ederseniz bir açıklama yapayım, ondan sonra
gerekiyorsa
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Şahidi burada! Meclis Başkanlığı bütçesinde de var.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Plan ve Bütçe Komisyonu tutanaklarına bak. Ayıp ya!
BAŞKAN Değerli
milletvekilleri, müzakeresini yaptığımız konuyla ilgili
olarak ben Sayıştay yetkililerini 3 defa davet ettim, kendileriyle 3
defa görüştüm bu raporların neden tasarıyla beraber Türkiye
Büyük Millet Meclisine gönderilmediği hususunu. Aslında, komisyonun
ilk günkü toplantısında olmamakla birlikte, Sayıştay
bütçesi görüşülürken -ve muhalefet şerhlerinde de var- bu konu
gündeme geldi.
Şimdi,
Sayıştay yetkililerinin birlikte yaptığımız
toplantıda bana söylediği husus şudur: 4 Temmuz 2012 tarih ve
6353 sayılı Kanunun 45inci maddesiyle 6085 sayılı
Kanunun 35inci maddesine eklenen fıkra ile tüm mali denetim ve raporlama
süreçlerini etkileyen yeni birtakım hükümler getirilmiştir.
Bu Rapor Değerlendirme
Kurulunun 27/1 sayılı Kararından okuyorum: Ancak hâlen rapor
süreci tamamlanmamış 2011 denetimlerini bu fıkra hükümlerinden
istisna tutan geçici madde düzenlemesi de yapılmamıştır.
Kurul, denetim grupları veya deneticinin yerine geçip yeni düzenlemeye
uygun değerlendirme ve düzeltme yapamaz. Bu nedenle, Başkanlıkça
denetim raporları ilgili denetim gruplarına iade edilmeli ve raporlar
6085 sayılı Kanunun 35inci maddesinin (2)nci fıkrası
yönünden yeniden incelenip gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra
kurula gönderilmelidir.
3) Denetim
raporlarının 6085 sayılı Sayıştay Kanununun 35inci
maddesine eklenen (2)nci fıkraya uygun hâle getirilmeden
Başkanlıkça Rapor Değerlendirme Kuruluna sunulması ve
burada görüşülmesi usul açısından mümkün değildir.
Öte yandan, 6085
sayılı Kanunun 38inci maddesinin (2)nci fıkrasında
Dış
denetim genel değerlendirme raporu ile Kurulca görüş bildirilen kamu
idarelerine ilişkin denetim raporları Sayıştay
Başkanınca genel uygunluk bildirimiyle birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulur. hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla, Kurulca
görüş bildirilen raporların Türkiye Büyük Millet Meclisine
gönderilmesi zorunludur. Ancak kamu idaresi denetim raporlarının
önemli bir bölümü hâlen dairelerce görüşülüp kurula gönderilmemiştir.
Bu durumda, kanunda belirtilen süreye yetiştirilmesi fiilen imkânsız
bulunan raporlara kurulca görüş verilmesi bu yönüyle uygun
görülmemiştir. Ayrıca, 6085 sayılı Sayıştay
Kanununun 35inci maddesinin (2)nci fıkrasının
işletilebilmesi için fıkrada öngörülen yönetmeliklerin
çıkarılmış olması gerekmektedir. Bu yönetmelikler
çıkarılmadan ve fıkrada belirtilen kanuni süreçler
tamamlanmaksızın
OKTAY
VURAL (İzmir) Mazeret çok Sayın Başkan.
BAŞKAN
kurula sunulmuş olan raporlar hukuken eksik raporlardır. Bu
bakımdan, bu raporların kurulda görüşülmesi mümkün
görülmemektedir. diye
MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayıştay görevini yapmıyor yani.
İDRİS
BALUKEN (Bingöl) İşlevini yapmamış o zaman.
BAŞKAN
oy çokluğuyla bir karar verilmiş. Dolayısıyla, 13 Eylüle
kadar bu söylenen gerekçeler sebebiyle bu raporların yetiştirilme
imkânı olmadığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla,
bu tartışmalar muhalefet şerhinde de var. Sayıştay
bütçesi yarın görüşülecek, burada da yapılabilecektir.
Yukarıda da belli ölçüde bir eksiklik, bir tenkit konusu olmakla birlikte,
konunun tasarının görüşülmesine engel teşkil etmediği
kanaati hasıl olduğundandır ki komisyonda görüşmeler de
devam etmiştir. Dolayısıyla, şimdi bu konuyu
OKTAY
VURAL (İzmir) Sayın Başkan
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Sayın Başkanım, ben çok küçük bir bilgi
MEHMET.
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, bir
açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN
Söz verdim, artık müsaade ederseniz
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Müsaade ederseniz, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak
Sayın Bilgiç Bunlar gündeme gelmedi. dedi.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) Hayır, tümü üzerindeki
görüşmelerde demek istedim Sayın Günal.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Milliyetçi Hareket Partisinin
BAŞKAN
Ben söyledim onu.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) -
hem 2013 muhalefet şerhinde hem de kesin hesap
muhalefet şerhinde var.
BAŞKAN
Ben söyledim.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Zatıalinizin orada bütçesi görüşülürken de TBMM
olarak denetleme yetkimizin elimizden alındığını ve
Sayıştay bunları yapmadığı zaman bizim bütçe
hakkımızın gasp edildiğini hem TBMM bütçesinde
konuştuk hem Sayıştayın bütçesinde konuştuk ve
tutanaklarda vardır.
BAŞKAN
Evet, tamam.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Sayın Bilgiçin söyledikleri gerçeği
yansıtmıyor.
SÜREYYA
SADİ BİLGİÇ (Isparta) Tümü üzerindeki görüşmelerdir
kasıt.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Şu anda eğer bakılırsa hem kesin hesap
muhalefet şerhimizde hem de bütçeye ilişkin muhalefet şerhimizde
bu aksaklıklar
BAŞKAN
Sayın Günal, ben o kısmı söyledim. Muhalefet şerhinde de
var, ilk gün o olmasa bile
OKTAY
VURAL (İzmir) Biz de Komisyon Başkanına hitaben söylüyoruz.
MEHMET
GÜNAL (Antalya) Kamuoyunu ve Genel Kurulu bilgilendirmek açısından
ben de belirtmek istedim Sayın Başkan.
BAŞKAN
Ben Genel Kurula söylüyorum, herkes dinliyor, kamuoyu da dinliyor.
Dolayısıyla, ilk günkü görüşmelerde gelmemiş olmakla
birlikte, daha sonraki görüşmelerde konu Sayıştay bütçesi
görüşülürken en evvel gündeme gelmiş ama buna rağmen
görüşmeler de devam etmiştir. Onu ifade ettim, muhalefet
şerhinde de vardır. Bir defa daha tavzihen ifade ediyorum.
BAŞKAN
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET
AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonun sayın sözcüsü,
bütçe kanun ve kesin hesap kanun tasarıları ekinde genel uygunluk
bildiriminin olması nedeniyle, diğer raporların o kadar önemli
olmadığı anlamında bir açıklama yaptı.
Doğrusu, amacını aşan bir ifade olarak bunu
değerlendirmek isterim. Genel uygunluk bildirimi öteden beri
tasarılara eklenir ama yıllık denetim faaliyet raporu ve
yıllık dış denetim genel değerlendirme raporu
Parlamentoya ilk kez gelecek olan belgelerdir ve gerçekten bütçenin tüm
harcamalarının ilgili bakanlıklar ve kurumlar tarafından
usulüne uygun ve yerinde harcanıp harcanmadığının
denetlenmesinin sonuçlarını içerir. Bu kadar önemli bir belgeyi,
raporu, olmasa da olur bir anlayışla sayın başkan vekili
sundular. Bu doğru değildir, bu raporlar hakikaten olmak
zorundadır.
Ayrıca, buna
ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi görüşü, Plan ve Bütçe Komisyonu
raporundaki karşı oyumuzda yer almaktadır.
BAŞKAN Peki, çok
teşekkür ediyorum.
Değerli
arkadaşlar
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Genç söz verdim, bakın, şimdi bu türlü bir müzakereyi yapamayız.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, 5018 sayılı Kanunun 69uncu maddesine göre,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanın
Sayıştayı denetlemek üzere bir komisyon oluşturması
lazım. Sayıştay Kanununa göre, Sayıştay Kanununu
yürütme görevi Meclis Başkanına verilmiştir. Siz görevinizi
yapmamışsınız. Evvela bu komisyonu oluşturdunuz mu? Bu
komisyonu oluşturdunuzsa niye Sayıştayı denetleyip de
zamanında rapor hazırlaması sağlanmadı? Burada tek
sorumlu sizsiniz.
BAŞKAN Peki.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama
Peki. demekle olmaz ki
BAŞKAN Siz soru
önergesi verdiniz. Ben süresi içerisinde buna cevap veririm.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Peki. demekle olmaz.
Bakın, sizin yerinizde
başka bir Meclis Başkanı olsaydı şu anda istifa
ederdi. Yani devletin bütçesini sakat getiriyorsunuz buraya. Böyle bir şey
olur mu ya! Hırsızları koruyan sizsiniz o zaman.
BAŞKAN Peki, çok
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
lehteki ve aleyhteki görüşmeleri ve komisyon görüşünü de dinlediniz,
açıklamamı da dinlediniz.
Görüşmelerin devam edip
etmemesini oylarına sunacağım. Görüşmelerin devam etmesini
kabul edenler
Kabul etmeyenler
Görüşmelere devam edilecektir.
Sayın milletvekilleri,
komisyon raporları
KAMER GENÇ (Tunceli)
Çoğunluk kararıyla olmaz.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Padişah bütçesi değil! Ayıp ediyor arkadaşlar.
OKTAY VURAL (İzmir)
Sayın Başkan, görüşmelere devam edilmesi usul
tartışmasıyla ilgili.
BAŞKAN Gündeme geçmeden
önce bir konu daha var. İstanbul Milletvekili Sayın Mahmut Tanal,
geçen birleşimde kendisine ait tutanaklara geçen bir beyanını
düzeltmek amacıyla İç Tüzükün 58inci maddesine göre söz
istemiştir.
Sayın Tanal, hangi
konuda efendim? Evvela bir talebinizi alayım, ondan sonra.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Şimdi, efendim, 58inci maddeye göre, geçen tutanakta
geçen beyanım Sizin buradaki değer kavramınız ezilenlerin
çıkarıdır. şeklinde, bunu düzeltmek istiyorum ben.
BAŞKAN Evet, buyurun
efendim.
İki dakika size söz vereceğim.
(CHP sıralarından alkışlar)
VI.- GEÇEN TUTANAK HAKKINDA KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mahmut
Tanalın, 6 Aralık 2012 tarihli 35inci Birleşimdeki bazı
ifadelerini düzelttiğine ilişkin konuşması (x)
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 10 Aralık Dünya
İnsan Hakları Günü. Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin geometrik
olarak çok fazla ihlal edildiğini görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin
iktidarında, milletimiz ve Parlamento bilsin ki, bu temel hak ve
özgürlüklerin ihlaline biz son vereceğiz.
Geçen birleşimde geçen
Sizin buradaki değer kavramınız ezilenlerin
çıkarıdır. kavramını şu şekilde
düzeltiyorum: Sizin buradaki değer kavramınız ezenlerin
çıkarıdır. şeklinde düzeltilmesini arz ederim.
Saygılar efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698)
(S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezî Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, komisyon raporları 361 ve 362 sıra
sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi, Hükûmetin sunuş
konuşmasını yapmak üzere Maliye Bakanı Sayın Mehmet
Şimşeke söz vereceğim.
Buyurun Sayın Bakan.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI MEHMET
ŞİMŞEK (Batman) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen
değerli vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum.
17 Ekim 2012 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri
tamamlanmıştır.
Yoğun ve yorucu
çalışmaları, değerli katkıları dolayısıyla
Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece
önemli katkılarda bulunan bakan arkadaşlarım ve kamu
idarelerinin temsilcilerine huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün 2011 yılı merkezî yönetim kesin
hesabı ve 2013 yılı merkezî yönetim bütçesi hakkında Genel Kurulumuzu
bilgilendireceğim.
İlk olarak dünya ve
Türkiye ekonomisinin görünümüyle ilgili değerlendirmelerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; küresel ekonomiye dair belirsizlikler son dönemde
azalsa da hâlâ önemini korumaktadır. Gelişmiş ekonomilerde
büyüme zayıf, işsizlik ise yüksek seyretmektedir. Kamu
borçlarının sürdürülebilirliğine ilişkin kaygılar
devam etmektedir. Avro bölgesinde alınan önlemlere rağmen güven
ortamı hâlâ tam olarak sağlanamamıştır.
Gelişmekte olan ekonomilerde ise büyüme son yıllardaki trendin
oldukça altında seyretmektedir.
IMF, Dünya Ekonomik Görünüm
Raporunda yayımladığı tahminlerini 2012 yılı
için 0,7, 2013 yılı için 0,9 puan aşağı yönlü revize
etmiştir.
Bu çerçevede, küresel
ekonomik büyüme IMF tarafından 2012 yılı için yüzde 3,3, 2013
yılı için yüzde 3,6 olarak tahmin edilmektedir. Bu oranlar kriz
öncesi dönemde görülen yaklaşık yüzde 5 civarındaki büyümenin
oldukça altındadır.
Gelişmiş ekonomilerin
2012 yılında yüzde 1,3, 2013te ise yüzde 1,5 ile potansiyelin
oldukça altında büyümesi beklenmektedir.
Dünya ekonomisinin yüzde
21ini oluşturan Amerika Birleşik Devletlerinde iş gücü
piyasası ve iç talepteki zayıf gidişat, büyümenin bir süre daha
ılımlı seyredeceğini göstermektedir. 2011 yılında
yüzde 1,8 büyüyen Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin bu yıl
yüzde 2,2, önümüzdeki yıl ise yüzde 2,1 büyümesi beklenmektedir.
Dünya
ekonomisinin yüzde 19'unu oluşturan avro bölgesinde ise birçok ülke teknik
olarak resesyona girmiştir. 2011 yılında yüzde 1,4 oranında
büyüyen avro bölgesinin 2012 yılında yüzde 0,4 daralması, 2013
yılında ise neredeyse yerinde sayarak sadece yüzde 0,2 büyümesi
beklenmektedir. Bölge ekonomisinin 2007 sonundan bu yana yüzde 1,9
oranında küçüldüğü göz önüne alındığında, krizin
bölge üzerindeki etkisi çok daha iyi anlaşılacaktır.
Gelişmiş
ülkelerdeki sorunlar, gelişmekte olan ülkeleri ticaret, finansman ve
beklentiler kanalı ile olumsuz yönde etkilemektedir.
Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme bu yıl
büyük oranda yavaşlamıştır. 2011 yılında yüzde
6,2 oranında büyüyen gelişmekte olan ekonomilerin 2012 ve 2013
yıllarında, sırasıyla, yüzde 5,3 ve yüzde 5,6 oranında
büyüyeceği tahmin edilmektedir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gelişmiş ekonomilerde
büyüme zayıf seyrederken işsizlik hâlâ son on yılın en
yüksek seviyelerindedir. Avro bölgesinde 2007 sonunda yüzde 7,4 olan
işsizlik oranı, ekim itibarıyla yüzde 11,7 ile tarihî rekor
seviyesine çıkmıştır. Bu oranın 2013 yılında
da yüzde 11,5 ile yüksek bir düzeyde seyretmesi beklenmektedir. İspanya ve
Yunanistan'da ise işsizlik oranları yüzde 25'i
aşmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde ise 2007
yılında yüzde 5 olan işsizlik oranının, 2012 ve 2013
yıllarında yüzde 8 civarında olacağı öngörülmektedir.
Gelişmiş
ekonomilerde kriz döneminde yaşanan ekonomik daralma ve kamunun bu dönemde
üstlendiği yükümlülükler dolayısıyla mali dengeler
bozulmuş, aradan geçen beş yıla rağmen bu dengelerde kayda
değer bir iyileşme sağlanamamıştır.
Avrupa
Merkez Bankasının aldığı önlemler sayesinde,
İspanya ve İtalya gibi önemli ülkelerin iflas riski azalmakla birlikte,
avro bölgesinde finansal istikrar hâlâ tehdit altındadır. 2 büyük
kurtarma paketine rağmen Yunanistan'da borç dinamiklerinin sürdürülebilir
düzeyde olmadığı kanısı oldukça yaygındır.
Bütçe
açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, zirve
yaptığı 2009 yılından bu yana Amerika Birleşik
Devletlerinde 4,6 puan, avro bölgesinde ise 3,1 puan düşmesine
rağmen hâlâ kriz öncesi seviyelerin yaklaşık 3 ile 6 puan üzerindedir.
Kamu borçluluk
oranları ise artmaya devam etmektedir. Son beş yıl içerisinde
kamu borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı Amerika Birleşik
Devletlerinde 40 puan artarak 2012 yılında yüzde 107,2'ye, avro
bölgesinde ise 27,2 puan artarak yüzde 93,6'ya çıkmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2012 yılında küresel ekonomik
faaliyetlerdeki durgunluğun etkisiyle enflasyonist baskılar
azalmıştır. 2012 yıl sonunda enflasyonun gelişmiş
ve gelişmekte olan ekonomilerde, sırasıyla, yüzde 1,7 ve yüzde
6,2 olacağı tahmin edilmektedir. Bu oranlar, 2011 yılında,
sırasıyla, yüzde 2,5 ve yüzde 6,6 olarak gerçekleşen enflasyon
oranlarının altındadır. 2013 yılında enflasyonun
gelişmiş ekonomilerde yüzde 1,7 ile durağan seyredeceği,
gelişmekte olan ekonomilerde ise yüzde 5,7 ile azalmaya devam edeceği
tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; küresel ekonominin önünde aşağı yönlü 3
temel risk bulunmaktadır. Bu risklerden ilki, avro bölgesinde ekonomik
krizin daha da derinleşmesidir. Bu risk, sadece bölge ekonomileri ve
Türkiye için değil, Çin ve Hindistan gibi küresel büyüme
açısından da tabii ki oldukça önemli bir risktir.
Mali uçurum olarak
adlandırılan Amerika Birleşik Devletlerindeki mali
belirsizlikler, küresel görünüme ilişkin diğer önemli bir risktir.
Mali uçurum, yaklaşık 700 milyar dolarlık harcama kesintileri ve
vergi artışlarının 2013 yılında otomatik olarak
devreye girmesi ile Amerika Birleşik Devletleri ekonomisini resesyona
sokabilecek büyüklükte bir risktir.
Son olarak, artan jeopolitik
gerginlikler uluslararası enerji fiyatlarının hızla
yükselmesine yol açabilecektir. OECD tahminlerine göre petrol fiyatlarında
varil başına her 10 dolarlık yükseliş, üye ülkelerde
ekonomik büyümeyi ortalama 0,25 puan düşürecek, enflasyonu ise yine yaklaşık
0,25 puan artıracaktır.
Tabii, küresel büyümeyi
önümüzdeki yıl yukarı çekecek senaryolar da vardır.
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri ve avro bölgesinin kısa
zamanda piyasaları rahatlatacak çözümler üretmesi ve dolayısıyla
güven ortamının sağlanması toparlanma sürecini
hızlandırabilecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; küresel belirsizliklere rağmen Türkiye
ekonomisi istikrarını ve güçlü makroekonomik dengelerini
korumaktadır.
Türkiye, 2011'in son
çeyreğinden itibaren girdiği yumuşak iniş sürecini
başarıyla yönetmiştir. Bu süreçte, büyüme kompozisyonu iç ve
dış talep arasında dengelenmiş, cari açık
daralmış, enflasyonist baskılar azalmıştır.
Bildiğiniz üzere, kriz
sonrası dönemde Türkiye ekonomisi çok güçlü bir büyüme sürecine
girmiştir. 2010-2011 yıllarında ortalama yüzde 8,8 oranında
büyüyen Türkiye ekonomisi global büyüme liginde üst sıralarda yer
almıştır. Bu sayede mevsim ve takvim etkilerinden
arındırılmış sabit fiyatlarla gayrisafi yurt içi
hasıla kriz öncesi seviyenin yüzde 14,2 üzerine
çıkmıştır.
Ancak bu dönemde iç talebin
yüzde 10,3 ile potansiyelin oldukça üzerinde büyümesi ve dış
finansmana erişimin elverişli olması cari açığı
yüksek seviyelere çıkarmıştır.
Bu nedenle, geçen yıl
cari açığı kontrol altına almak için önemli tedbirler
aldık. Bu çerçevede;
Maliye
Bakanlığı olarak ithalatın artış
hızını sınırlayacak adımlar attık.
Merkez Bankası para
politikasını sıkılaştırdı.
BDDK ise makro ihtiyati uygulamalarla bu
sürece destek verdi.
Alınan bu önlemler
neticesinde ekonomimiz 2011'in ikinci yarısından itibaren kontrollü
bir yavaşlama sürecine girmiştir. Bu süreçte iç talep
yavaşlarken dış talep büyümenin motoru hâline gelmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu yıl yumuşak iniş sürecini
başarıyla yönettik. Küresel ekonomideki belirsizliklere rağmen
önümüzdeki dönemde büyümeyi hızlandırarak 2014 yılında
potansiyel büyüme hızına ulaşmayı hedefliyoruz. Orta Vadeli
Programda 2012 yılında büyümenin yüzde 3,2 oranında
gerçekleşeceğini öngördük. Ancak son açıklanan veriler
ışığında büyümenin bir miktar bunun altında
kalması olasılığı yüksektir. Ayrıca, büyümede
aşağı yönlü revizyon sadece Türkiyeye özgü bir durum
değildir. Örneğin, IMF gelişmekte olan ülkeler için 2012
yılı büyüme tahminlerini ortalama 0,8 puan aşağı
çekmiştir. Aslında IMF raporundan sonra ortaya çıkan Avrupa
Merkez Bankası ve OECD raporları IMFye göre çok daha kötümser bir
tablo da çizmiştir.
Ayrıca, en büyük
ticaret ortağımız olan avro bölgesindeki daralma, küresel
ekonomideki yavaşlama ve yüksek uluslararası enerji fiyatları
dikkate alındığında ülkemiz için tabii ki bu büyümedeki
sapma makul gibi görülebilir.
Türkiye, IMF tahminlerine
göre bu yıl Avrupada Letonya ve Kosovadan sonra en hızlı
büyüyen ülke olacaktır. Bu yılki büyüme oranımız
gelişmekte olan Avrupa ülkelerinin yüzde 2lik büyümesinden daha yüksek,
Latin Amerikanın yüzde 3,2lik büyümesiyle neredeyse başa baş,
gelişmekte olan Asyanın yüzde 6,7lik büyümesine göre de oldukça
düşük olacaktır.
Büyümenin önümüzdeki
yıl yüzde 4, 2014 ve 2015 yıllarında ise yüzde 5
olacağını öngörüyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; cari işlemler açığını
önemli ölçüde azalttık, enflasyonu düşürdük, istihdamı
artırdık, kamu borçlarının gayrisafi yurt içi hasılaya
oranını azalttık. Özetle, bütçe açığı ve büyüme
hariç Orta Vadeli Programda öngördüğümüz hedeflere genel hatlarıyla
ulaştık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, yüksek cari işlemler
açığını krize dönüştürmeden başarılı
bir şekilde yönetmiştir. Ekim 2011de 78,4 milyar dolara yükselen on
iki aylık cari açık, uyguladığımız doğru
makroekonomik politikalarla bu yılın eylül ayında 55,8 milyar
dolara gerilemiştir. Cari açıktaki bu gerileme, yüksek seviyelerde
seyreden petrol fiyatlarıyla, en büyük ticaret ortağımız
Avrupa Birliğindeki daralmaya rağmen gerçekleşmiştir.
Enerji ithalatını hariç tuttuğumuzda, aslında Türkiyenin
3,7 milyar dolar cari fazla verdiğini göreceksiniz. Cari
açığın gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak, yıl
sonunda Orta Vadeli Programda öngördüğümüz üzere yüzde 7 civarında
gerçekleşeceğini, 2015 yılında ise yüzde 6,5a
gerileceğini tahmin ediyoruz. Uygulamaya koyduğumuz yapısal
reformlarla cari açığı orta-uzun vadede daha düşük
seviyelere çekeceğiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yumuşak iniş sürecine paralel olarak
enflasyonist baskılar da azalmıştır. Geçen yılın
sonunda yüzde 10,5a çıkan enflasyon, kasım ayında yüzde 6,4e
inmiştir. Enflasyonun 2013te yüzde 5,3e gerilemesini bekliyoruz. Uzun
yıllar çift hanelerde seyreden, hatta bazen 3 haneye çıkan enflasyonu
tek haneye indirerek tarihî bir başarıya imza attık. Zira, 2002
yılında yüzde 29,7 olan enflasyon ile dünyada en yüksek enflasyon
oranına sahip 6ncı ülkeydik. Kasım ayı itibarıyla
yüksek enflasyon liginde 54üncü sıraya kadar geriledik.
Orta-uzun vadede hedefimiz,
enflasyonu düşük tek haneli rakamlara indirmektir. Böylelikle, büyümenin
önündeki en büyük kısıtı ortadan kaldırmış
olacağız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önümüzdeki dönemde büyümemizi destekleyecek
önemli unsurlardan biri, son yıllarda yakaladığımız
güçlü istihdam artışıdır. Birçok ülkede kriz sonrası
istihdam kayıpları telafi edilemezken 2009 yılından bu yana
yaklaşık 4 milyon net istihdam sağladık. Manşet
işsizlik oranı yüzde 8,8 ile son on yılın en düşük düzeyine
inmiştir. Bu dönemde iş gücüne katılım oranının
2,3 puan arttığı göz önüne alınırsa
işsizliği azaltmadaki başarımız daha iyi
anlaşılacaktır. Nitekim, Uluslararası Çalışma
Örgütünün verilerine göre, Türkiye, krizden çıkış sürecinde
işsizliği en hızlı düşüren ülke olmuştur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sürdürülebilir yüksek büyüme için ekonomik
istikrar ve güven ortamının rolü çok önemlidir. Bu bilinçle, Hükûmet
olarak her zaman mali disipline önem verdik. Bugün birçok ülke borç sorunuyla
mücadele ederken Türkiyede kamu borçlarının
sürdürülebilirliğine ilişkin hiçbir tereddüt
kalmamıştır. İktidara geldiğimiz 2002
yılında genel devlet açığının gayrisafi yurt içi
hasılaya oranı yüzde 11 civarındaydı, hükûmetlerimiz
döneminde kararlılıkla uyguladığımız
ihtiyatlı maliye politikaları sayesinde bu oranı ciddi ölçüde
azalttık, 2012 gibi nispeten sıkıntılı bir yılda
dahi genel devlet açığının yüzde 1,6 olarak
gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu oran OECD ülkeleri için öngörülen yüzde
5,5luk açığın üçte 1inden az, Maastricht Kriterinin ise
neredeyse yarısı kadardır. Genel devlet
açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını
2015 yılında yüzde 0,9a indirmeyi hedefliyoruz.
Çok değil, bundan on
yıl önce Türkiyede kamu borçlarının sürdürülebilir
olmadığı kanısı piyasalara hâkimdi ancak kısa
sayılabilecek bir sürede kamu borç stokunu ülkemiz için bir sorun olmaktan
çıkardık. 2002 yılında yüzde 74 olan kamu borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 2012 yılında
yüzde 36 civarına düşeceğini öngörüyoruz. Bu oran yüzde
60lık Maastricht Kriterinin yaklaşık 24 puan altında, OECD
ortalamasının ise üçte 1i kadardır. Kamu borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranını önümüzdeki dönemde de
azaltmaya devam ederek 2015 yılında yüzde 31e indirmeyi
hedefliyoruz. 2002 yılında yüzde 36,3 olan kamu net dış
borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranını Haziran 2012
itibarıyla eksi yüzde 0,3 olmuştur. Yani hazinemiz net bazda dünyadan
alacaklı konuma gelmiştir.
AK PARTİ hükümetleri
öncesinde hem borcun faizi hem de faiz giderlerinin vergi gelirleri
içerisindeki payı oldukça yüksekti. 2002 yılında reel faiz
oranları yüzde 25in üzerinde, faiz giderlerinin vergi gelirlerine
oranı ise yüzde 86lar civarındaydı. Mali disiplin sayesinde
reel faizi sıfırlarken faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranını
2012 yılında yüzde 17,6ya kadar düşüreceğiz. Bunların
bir yansıması da tarihin en düşük seviyelerine inen hazine
borçlanma faizleridir. Çok değil, on dokuz yıl önce hazine
ihalelerinde yüzde 400lerin üzerine çıkan yıllık bileşik
faiz oranı kasım ayında yüzde 5,9a kadar düşmüştür.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önümüzdeki dönemde hane halkı ve
bankacılık sektörünün güçlü bilançoları, iç talebin ve
dolayısıyla ekonominin büyümesini destekleyecek önemli iki unsur
olacaktır. Hükûmetlerimiz döneminde sağladığımız
ekonomik ve siyasi istikrar ile özel sektörün önünü açtık. Bizden önceki
on yıllık dönemde özel sektör yatırımları reel bazda
yüzde 29 azalmışken AK PARTİ hükûmetleri döneminde 2,7 kat
artmıştır. Bu dönemde şirketlerimiz ölçek büyütmüş ve
global düzeyde rekabet edebilir seviyeye gelmiştir. Türkiye, marka
değeri açısından dünyanın ilk 20 ülkesinden biri
olmuştur. Küresel ticaretten aldığımız pay da önemli
oranda artmıştır. Türkiyenin küresel ticaretteki payı 2002
yılında yüzde 0,66 iken bu oran 2011 yılında yüzde 1,02ye
kadar yükselmiştir. 2002 yılında 1 milyar doların üzerinde
ihracat ettiğimiz ürün sayısı 9 iken bu rakam 2011
yılında 32ye yükselmiştir. Benzer şekilde, aynı
dönemde 1 milyar doların üzerinde ihracat yaptığımız
ülke sayısı 8 iken bu sayı 2011 yılında 30a kadar
çıkmıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu unsurların yanı sıra, önümüzdeki dönemde
finansal koşullardaki esneklik de büyümeyi destekleyecektir.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası,
gecelik borç verme faiz oranını son 3 ayda 250 baz puan, ortalama
fonlama maliyetini ise son 6 ayda yaklaşık 500 puan
düşürmüştür. Kredi faiz oranları da piyasa faizlerine paralel
olarak kademeli bir şekilde düşmektedir. Dolayısıyla, bu
da, yine 2013 yılında büyümeyi destekleyici bir unsurdur. Benzer
şekilde, kredi notumuzun yaklaşık yirmi yıl aradan sonra
tekrar yatırım yapılabilir seviyeye yükselmiş olması
da büyüme üzerinde olumlu bir rol oynayacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye ekonomisi 1990lı yıllarda
yaşadığı tahribatın ve 2001deki ağır krizin
ardından âdeta dibe vurmuştu. Ancak, son on yılda, AK PARTİ
hükûmetleri döneminde uyguladığımız sağlıklı
makro ekonomik politikalar ve gerçekleştirdiğimiz reformlarla refah
düzeyini yükselttik, ülkemizi küresel ekonominin önemli aktörlerinden biri hâline
getirdik. Gerçekleştirdiğimiz reformlarla ülkemizin kurumsal
altyapısını güçlendirdik, yatırım ortamını
iyileştirdik ve uluslararası rekabet gücünü artırdık.
Gelişmiş ülkelerle olan gelir makasını hızla
daralttık. 2002 yılında kişi başına düşen
millî gelirimiz avro bölgesinin yüzde 37,5una denk düşerken bugün bu oran
yüzde 51,7 düzeyine yükselmiştir.
Dünya Ekonomik Forumunun
yaptığı Küresel Rekabet Gücü Endeksinde Türkiye, 2005
yılında 117 ülke arasında 71inci sıradaydı, 2012
yılında ise 144 ülke arasında 43üncü sıraya
yükselmiştir.
Uluslararası Yolsuzluk Algı
Endeksinde de önemli bir mesafe katettik. 2002 yılında 102 ülke
arasında 65inci sıradayken, yolsuzluk algısı en yüksek
olan yüzde 50lik grup içerisindeydik. 2012 yılında ise 176 ülke
arasında 54üncü sıraya yükseldik ve bir önceki yıla göre tam 7
basamak ilerleme kaydettik. Artık, yolsuzluk algısı en
düşük üçte 1lik grup içerisinde yer alıyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütün bu olumlu gelişmeler, ülkemizin önemli
ve başarılı bir yapısal dönüşüm içerisinde
olduğunu göstermektedir. Ancak, gelinen noktayı yeterli bulmuyoruz,
daha gidecek çok yolumuz var.
Önümüzdeki dönemde de
büyüme potansiyelimizi güçlendirecek makroekonomik politikaları ve
yapısal reformları uygulamaya devam edeceğiz. Bu çerçevede,
kayıt dışılıkla mücadele, eğitimde kalitenin
artırılması ve iş gücü piyasasında esnekliğin
sağlanması önemsediğimiz alanlardır. Bu alanlarda daha
fazla ilerleme sağlamamız, Türkiye'nin 2 temel sorunu olan cari açık ve işsizlikle mücadelede
elimizi güçlendirecektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hükûmetlerimiz döneminde, cari işlemler
açığını orta ve uzun vadede daha makul seviyelere indirmek
için attığımız bazı önemli adımları sizlerle
paylaşmak istiyorum.
İlk olarak, son on
yılda sağladığımız mali disiplin sayesinde kamu
tasarruflarında önemli oranda artış sağladık. 2002
yılında kamu tasarruflarının gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki payı eksi yüzde 4,8di. Bu oranın 2012 yılında
pozitif yüzde 2,4'e ulaşacağını tahmin ediyoruz. Yani, bu
dönemde kamu tasarruflarının gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki payını yaklaşık 7,3 puan artırdık.
Ancak, bu dönemde özel kesim tasarrufları 11,6 puan azalarak yüzde 11,9'a
inmiştir.
Özel sektör
tasarruflarını artırmak amacıyla bu yıl, bireysel
emeklilik sistemini daha cazip
kılacak düzenlemeler yaptık. Yeni sistemle katılımcıya
doğrudan devlet desteği sağlayacağız.
Ayrıca, mevduatın
vadesini uzatmak için kanun değişikliği yaptık. Bu amaçla,
kısa sürede buna ilişkin Bakanlar Kurulu kararını açıklayacağız ve ilgili
diğer tedbirleri alacağız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yine -cari işlemler
açığını azaltmak üzere- 2nci olarak, biliyorsunuz,
maalesef, ülkemiz petrol ve doğal gaz kaynakları açısından
zengin değildir. Türkiye birincil enerji kaynakları
bakımından yüzde 72 oranında dışa
bağımlıdır. Bu nedenle, son yıllarda hızla artan
enerji fiyatları, cari işlemler açığında belirleyici
bir faktör olmuştur. İşte bu nedenle, hükûmetlerimiz döneminde,
enerjide dışa bağımlılığımızı
azaltmak amacıyla yerli, yenilenebilir ve aynı zamanda çevreci enerji
yatırımlarını önceliklendirdik.
2011 yılı sonu
itibarıyla toplam kurulu elektrik enerji gücümüzün yüzde 36,1'i
yenilenebilir enerji kaynaklarından, özellikle hidroelektrik santrallerinden
elde edilmektedir. Şu anda inşa hâlindeki santrallerden elde edilecek
kaynakları da ekleyince ülkemiz yenilenebilir enerjinin toplam kurulu güç
içerisindeki payı yüzde 46,6'ya yükselecek ve enerjide dışa
bağımlılığımız kayda değer bir oranda
azalmış olacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 3üncü olarak, Türkiyeyi katma değer
zincirinde yukarılara taşıyacak adımları attık,
atmaya devam ediyoruz. Bu kapsamda, uygulamaya koyduğumuz yeni teşvik
sistemi ile ülkemizin uluslararası rekabet gücünü artırma
potansiyeline sahip, AR-GE içeriği yoğun, yüksek teknolojili ve katma
değerli, stratejik önemi haiz yatırımları teşvik
ediyoruz. Son on yılda, AR-GE harcamalarının gayrisafi yurt içi
hasıla içerisindeki payını yüzde 0,53ten yüzde 0,86ya kadar
çıkardık. Hedefimiz, AR-GE harcamalarının gayrisafi yurt
içi hasıla içerisindeki payını orta vadede yüzde 2ye, uzun
vadede ise yüzde 3e çıkarmaktır. Bunun için özel sektöre çok güçlü
destekler veriyoruz.
Yine, verdiğimiz
destekler sayesinde, Türkiye Avrupanın en çok marka başvurusu
yapılan ülkesi konumuna gelmiştir. Benzer şekilde, endüstriyel
tasarımda Türkiye Avrupada 3üncü sıraya yükselmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 4üncü olarak, küresel rekabet gücümüzü
artıracak altyapı yatırımlarına da öncelik veriyoruz.
Hükûmetlerimiz döneminde altyapıda gerçekleştirdiğimiz
yatırımlar sayesinde kara, hava ve demir yollarında büyük
mesafeler katettik. Önümüzdeki dönemde de bu çabalarımızı
yoğunlaştıracağız.
Son olarak, ülkemizde bilgi
ve teknoloji yoğun üretim ve ihracatın payını artırmak
için beşerî sermayemizin kalitesini yükseltmek şarttır.
Maalesef, hükûmetlerimizden önceki dönemlerde eğitimin yeterince
önceliklendirilememesi sebebiyle 25 yaş üstü nüfusun okulda geçirdiği
süre ortalama altı buçuk yıldır. Bu süre OECD ülkelerinde
ortalama on bir yıldır. Bu durum, küresel rekabette
arzuladığımız seviyelere ulaşmamıza engel olmuştur.
Bu nedenle, hükûmetlerimiz
eğitimi önceliklendirmiş, bütçeden eğitime ayrılan
kaynağı son on yılda 6 kattan fazla
artırmıştır. Ayrıca, zorunlu eğitim süresini on
iki yıla çıkararak önümüzdeki dönemde uluslararası
ortalamanın üstüne çıkmayı hedeflemiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son yıllarda istihdamda
yakaladığımız büyük başarılara rağmen
işsizlik hâlâ Türkiye'nin temel sorunlarından biridir. Hükûmet olarak
işsizliği daha düşük seviyelere indirmek için kısa, orta ve
uzun vadeli birçok tedbir aldık.
Şimdi, bunlardan
birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum: Kısa vadede
işsizliği azaltmak amacıyla aktif iş gücü politika
uygulamalarını son yıllarda önemli oranda artırdık.
Bu programlardan yararlanan
kişi sayısı 2008 yılında 32 bin iken bu sayı 2012
yılının ilk on ayında yaklaşık 377 bin
kişiye ulaşmıştır. Orta vadeli perspektifle
istihdamı artırmak amacıyla arz-talep uyumsuzluğunu
gidermeye yönelik çeşitli projeleri hayata geçirdik.
İşsizlerimize
beceri kazandırmak amacıyla başlattığımız
Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri Projesi ile 80 binden
fazla kişiyi mesleki
eğitimden geçirdik ve bir meslek sahibi yaptık.
GAP, DAP, KOP ve DOKAP gibi
bölgesel kalkınma projelerinin de istihdam yaratma potansiyeli oldukça
yüksektir. Bu nedenle Hükûmetimiz son yıllarda bu projelere giderek artan
oranda kaynak ayırmaktadır. Örneğin, GAP projesinin
tamamlanmasıyla yaklaşık 1,3 milyon kişiye doğrudan
istihdam, millî ekonomiye ise yıllık 6,6 milyar dolar katkı
sağlanması beklenmektedir. Benzer şekilde, DAP projesinin de 1,2
milyon kişiye istihdam yaratacağı ve ekonomiye yıllık
1,4 milyar dolar katkı sağlayacağı öngörülmektedir. 2009 ve
2012 yıllarında uygulamaya koyduğumuz teşvik sistemleri
sayesinde yatırımcının üzerindeki istihdam kaynaklı
yükleri oldukça azalttık. 2009 yılında uygulamaya
koyduğumuz teşvik sistemi kapsamında 376 bin kişilik
istihdam taahhüt edilmiştir. Yeni teşvik sistemi kapsamında ise
2012 Haziran ayından bu yana öngörülen istihdam 72 bin kişi
civarındadır.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; işsizlikle uzun vadede mücadele kapsamında
eğitimin hem yaygınlığını hem de niteliğini
artırmaya yönelik çok önemli adımlar atıyoruz. Az önce de ifade
ettiğim gibi, hükûmetlerimiz döneminde bütçeden en çok katkıyı eğitime
ayırmaya başladık.
İş gücü
piyasalarında tabii ki katılıklar ülkemizde istihdamı
sınırlayan önemli faktörlerden birisidir. Bu sorunları çözmek
için sosyal taraflarla istişare içerisinde gerekli düzenlemeleri
önümüzdeki dönemde yapmayı ümit ediyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi sizlere 2011 Yılı Merkezî
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı hakkında bilgi vermek
istiyorum. 2011 yılında bütçe giderleri 314,6 milyar lira, bütçe
gelirleri 296,8 milyar lira, bütçe açığı 17,8 milyar lira, faiz
dışı fazla 24,4 milyar lira olarak gerçekleşmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçe gerçekleşme tahminlerimiz
çerçevesinde, 2012 yılı sonunda bütçe giderlerinin 362,7 milyar lira,
bütçe gelirlerinin 329,2 milyar lira, bütçe açığının 33,5
milyar lira, faiz dışı fazlanın 15,5 milyar lira olacağını
tahmin ediyoruz. Buna göre, 2012 yılında bütçe
açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı geçen
yıl Orta Vadeli Programda öngördüğümüz oranın
yaklaşık 0,8 puan üzerinde gerçekleşecektir. Bu da bütçe
açığında 12,4 milyar liralık bir sapmaya tekabül etmektedir.
Hedefe oranla bütçe açığındaki sapmada esas itibarıyla
harcamalardaki artış etkili olmuştur. 2012 yıl sonunda merkezî
yönetim bütçe giderlerinin 362,7 milyar lirayla başlangıç
ödeneğine göre yüzde 3,3 oranında yani 11,7 milyar lira daha yüksek gerçekleşmesini
bekliyoruz. Bu giderlerin başlangıç ödeneğine göre daha yüksek
gerçekleşecek olmasında esas itibarıyla yatırımlar
etkili olmuştur.
Bütçe harcamalarındaki
sapmanın yüzde 55'i sermaye giderleri ve sermaye transferlerindeki
artıştan kaynaklanmaktadır. Bu harcamalar ülkemizin üretken
kapasitesini ve büyüme potansiyelini artırıcı niteliktedir. Buna
ilaveten personel giderleri ile mal ve hizmet alım giderleri de
artışta etkili olmuştur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2012 yılında bütçe gelirlerinin 329,2
milyar lira ile vergi gelirlerinin ise 278,8 milyar lirayla bütçe hedefleri
doğrultusunda gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu yıl küresel
ekonominin önemli ölçüde yavaşlamasına ve beklentilerin
kötüleşmesine rağmen tabii ki bunun Türkiyeye yansımaları
var- bütçe gelirlerinde sapma olmayacak olması takdir edersiniz ki bir
başarıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu yıl bütçe açığındaki
sapmayı kontrol altına almak için, vergi artışları
dâhil, bazı tedbirleri aldık. Bu dönemde mali disiplinin önemini
kavrayan pek çok ülke de benzer önlemlere başvurmuştur. Hatta özel
tüketim vergisi ve katma değer vergisi gibi gelir etkisi kısa sürede
görülen önlemler genel olarak tercih edilmiştir. Örneğin, 2009-2012
döneminde, 27 AB ülkesinin 22'si ÖTVyi, 14'ü KDV gelirlerini
artırıcı yönde düzenleme yapmıştır. Dolaylı
vergilerin yanı sıra birçok ülke, gelir vergisi, sosyal güvenlik
kesintileri ile servet üzerinden alınan vergileri de
artırmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Plana
uygun olarak hazırlanan 2013 yılı bütçesi, Maliye
Bakanlığım döneminde hazırlanan 4üncü, AK PARTİ hükûmetleri
döneminde hazırlanan 11inci bütçedir.
2013 yılı
bütçesi, mali disiplini ve makroekonomik istikrarı korumayı amaçlayan,
büyümeyi, istihdamı ve yatırımları destekleyen,
eğitim, sağlık ve altyapıyı önceliklendiren, sosyal
nitelikli harcamalara ağırlık veren, toplumsal refahı
gözeten bir bütçedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi de 2013 yılı bütçesine baz oluşturan
makroekonomik tahminleri sizlerle paylaşmak istiyorum: Gayrisafi yurt içi
hasıla büyüklüğü 1 trilyon 571 milyar lira, ithalat 253 milyar dolar,
ihracat 158 milyar
dolar, büyüme oranı yüzde 4, deflatör yüzde 5,3, TÜFE -yıl
sonu- yüzde 5,3.
Bu çerçevede, 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinin büyüklükleri aşağıdaki
gibidir:
Bütçe giderleri 404 milyar
lira, faiz hariç giderler 351 milyar lira, bütçe gelirleri 370,1 milyar lira,
vergi gelirleri 317,9 milyar lira, vergi dışı gelirler 52,2
milyar lira, bütçe açığı 34
milyar lira, faiz dışı fazlayı 19 milyar lira olarak
öngördük.
Büyüme, büyümenin
kompozisyonu ve deflatör tahminleriyle 2012 yılında alınan
tedbirler birlikte değerlendirildiğinde bütçe gelir tahminlerimizin
gerçekçi olduğu görülecektir. 2013 yılında harcamaların
bütçe öngörüleri çerçevesinde kalması için gerekli tedbirleri
alacağız. Bu çerçevede kamu harcama programlarında verimlilik
artışı sağlamak amacıyla idari bir mekanizma oluşturacağız.
Önemli harcama programlarını tek tek gözden geçireceğiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kamu kaynaklarının nereye
harcanacağını bilmek vatandaşlarımızın en doğal
hakkıdır. Bu nedenle, şimdi sizlere 2013 yılı
bütçesiyle toplayacağımız gelirleri nereye
harcayacağımızı ve bu bütçenin
vatandaşlarımıza neler getireceğini anlatmak istiyorum.
2013 yılı
bütçesi, eğitimi, dolayısıyla uzun vadeli geleceğimizi
önceliklendiren bir bütçedir. 2013 yılında eğitime
ayırdığımız kaynağı bir önceki yıla
göre yüzde 20,7 oranında artırarak 68,1 milyar liraya
çıkarıyoruz. Böylece 2002 yılından bu yana bütçeden
eğitime ayrılan kaynağı 6 kattan fazla artırarak
eğitimin bütçe içindeki payını yüzde 9,4ten yüzde 17ye
yükseltmiş olacağız.
Eğitim ve
öğretimde fırsat eşitliği sağlamak ve
okullarımızdaki teknolojiyi iyileştirmek amacıyla
uygulamaya konulan FATİH Projesini 2013 yılında da
destekleyeceğiz. 2012 yılında bu proje için bütçeden
ayırdığımız kaynak 803 milyon lira iken 2013
yılında bunu 1,4 milyar liraya çıkarıyoruz.
Bu yıl yeni bir uygulamayla üniversite
birinci öğretim ve açık öğretim öğrencilerinden alınan
harçları kaldırdık. Artık, 2,3 milyon öğrencimize
yükseköğretimi harçsız sunuyoruz. Bu çerçevede, üniversite
öğrencileri için 498 milyon liralık katkı payını
bütçeden karşılayacağız. Üniversitelerimizin öğretim
elemanı ve personel ihtiyacını hızlı bir şekilde
karşılayabilmek için ilave 14 bin atamaya izin veriyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; vatandaşlarımıza kaliteli
sağlık hizmeti sunmak için daha fazla kaynak ayırıyoruz.
2013 yılında kamu sağlık harcamaları için Sosyal
Güvenlik Kurumu ve merkezî yönetim bütçesinden 67,9 milyar liralık kaynak
öngörüyoruz. Bu rakam 2012 yılına göre yüzde 11,1lik bir artış
ifade ediyor, 2002ye göre ise 5 kattan fazla bir artışı yine
ifade ediyor. Böylece eğitimden
sonra en fazla kaynağı sağlığa
ayırmış oluyoruz.
Tüm illerimizde uygulanan
aile hekimliği hizmeti ile vatandaşlarımıza kolayca
ulaşabilecekleri birinci basamak sağlık hizmeti sunuyoruz. Aile
hekimliği için 2013 yılı bütçesinde yüzde 17,1 oranında bir
artışla 4 milyar liralık kaynak tahsis ediyoruz.
Hükûmetlerimiz döneminde
sağlık göstergelerinde önemli iyileşmeler elde ettik.
Erişilebilir, etkin ve kaliteli sağlık hizmetleriyle son on
yılda bebek ölüm oranı binde 31,5tan binde 7,7ye indi. Türkiyenin dokuz
yılda elde ettiği bu başarıya OECD ülkeleri otuz bir
yılda ancak ulaşabilmişti.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; 2013 yılı bütçesiyle yatırımları
ve istihdamı dolayısıyla reel ekonomiyi daha fazla
destekleyeceğiz. Bu amaçla, işveren prim desteği, tarımsal
kredi faiz desteği, esnaf kredi faiz desteği, teşvik ödemeleri
ve KOBİ destekleri için ayırdığımız
kaynağı yüzde 23,3 oranında artırarak 10,2 milyar liraya
yükseltiyoruz.
Tarıma ve çiftçimize
desteğimizi artırarak devam ettiriyoruz. 2013 yılı merkezî
yönetim bütçesinde çiftçimize doğrudan hibe olarak yapılacak ödemeler
için ayrılan kaynağı bir önceki yıla göre enflasyonun
neredeyse 5 katı, yani yüzde 25 artırarak yaklaşık 9 milyar
liraya çıkartıyoruz. Bu rakam 2002 yılında
yaklaşık 1,9 milyar lira idi. Tarıma yapılan toplam destek
tutarını ise, 2002 yılından bu yana 4 kattan fazla
artırarak, 2013 yılında 13,1 milyar liraya
çıkartmış olacağız. Az önce zikrettiğim
desteklerin yanı sıra, birçok tarımsal ürünün KDV
oranını yüzde 1 gibi düşük bir seviyede tutarak da tarımsal
üretimi ve ticareti destekliyoruz. Ayrıca, OECD hesaplamalarına göre,
Türkiyede toplam tarımsal desteğin gayrisafi yurt içi hasılaya
oranı yüzde 2,2'dir. Bu oran ile ülkemiz OECD'de en yüksek tarımsal
desteği sağlayan 2'nci ekonomi konumundadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılında yatırımlara daha
fazla kaynak ayıracağız. 2013 yılında merkezî yönetim
bütçesi kapsamındaki kurumların yatırım ödeneklerini 2012
yılı başlangıç ödeneğine göre yüzde 20 oranında
artırarak 39,2 milyar liraya çıkarıyoruz.
Yine,
çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona
ezdirmiyoruz. İktidara geldiğimiz 2002 yılından bu yana
kamu çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona
ezdirmedik, bundan sonra da ezdirmeyeceğiz. Aile yardımı
ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık
ayında 392 lira iken, 2012 Aralık ayında 1.758 liraya
çıkmış ve buradaki artış yüzde 348,5 olmuştur. Bu
dönemde, tabii ki, enflasyonun yüzde 141 civarında olduğunu dikkate
alırsanız hakikaten bu artışı çok daha iyi bir
şekilde anlamış oluruz. Yine, benzer bir şekilde, aile
yardımı ödeneği dâhil ortalama memur maaşı 2002
Aralık ayında 578 lira iken 2012 Aralık ayında 2.042 liraya
çıkmıştır. Burada da artış yüzde 253,3
olmuştur. Benzer şekilde, net asgari ücret 2002 Aralık
ayında 184 lira iken 2012 Aralık ayında 740 liraya
çıkmış, artış oranı yüzde 301,5 civarında
olmuştur.
Tabii, benzer şekilde
emekli aylıklarını da artırdık. Benim sizlere
dağıttığım kitapçıkta bunun bütün detayları
olduğu için sizleri daha fazla rakamlara boğmak istemiyorum ama çok
açık ve net bir şekilde şunu ifade etmek isterim: 2002 yıl
sonundan 2012 Kasım sonuna kadar enflasyonun yüzde 141,4 olduğunu biz
göz önünde bulundurursak çalışanlarımıza ve emeklilerimize
enflasyonun çok üstünde artışlar yaptığımız
açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Bu tutarlar ve
artış oranları çalışan ve emekli
vatandaşlarımızın mali durumlarını 2002
yılına göre ciddi bir şekilde iyileştirdiğimizi ve
gelirlerinde önemli ölçüde reel artışlar
yaptığımızı açık bir şekilde ortaya
koymaktadır. Son olarak, emekli maaşları arasındaki
farkı gidermek için 2012 yılında 6283 sayılı Kanunu
çıkardık. 2013 başında uygulamaya konulacak intibak
düzenlemesi için bütçede 2,7 milyar liralık kaynağı
ayırdık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçesiyle sosyal güvenlik
sistemini güçlü bir şekilde desteklemeye devam ediyoruz. 2013
yılı merkezî yönetim bütçesinde Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan
transferlerin yıl sonu gerçekleşme tahminine göre yüzde 16 artarak
72,9 milyar liraya çıkacağını tahmin ediyoruz.
Yaşlılarımıza, engellilerimize, fakirlerimize,
kimsesizlerimize, çocuklarımıza ve kadınlarımıza daha
fazla kaynak ayırıyoruz. Sosyal hizmetler ve sosyal yardım
harcamaları için 2013 yılı bütçesinde yüzde 25,1lik
artışla 26,4 milyar liralık kaynak ayırdık.
Yine, AR-GE faaliyetlerini
de desteklemeye devam ediyoruz. 2013 yılında, başta TÜBİTAK
AR-GE projeleri olmak üzere, üniversite ve sanayi kesimi AR-GE projelerini
destekleyeceğiz. Bu kapsamda, 2013 yılı bütçesinde toplam 2,8
milyar liralık ödenek öngördük.
Yerel yönetimlere de daha
fazla kaynak ayırıyoruz. 2013 yılında mahallî idarelere
toplam 37,7 milyar liralık destek sağlayacağız. Bu
desteğin 33,4 milyar lirası 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinden ayrılan gelir paylarından oluşmaktadır. Bu
rakam, 2012 yılına göre yüzde 18lik bir artışı ifade
etmektedir.
Sayın Başkan,
değerli üyeler; kentsel dönüşüme de ilk defa 2013 yılında
can suyu veriyoruz. Ülkemizi afet riskine karşı daha güvenli hâle
getirmek için 2013 yılı bütçesinde çevre katkı payı ve
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı döner sermayesinden gelen
tutarlarla birlikte yaklaşık 1 milyar liralık kaynak
ayırdık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; iktidarlarımız döneminde uygulamakta
olduğumuz gelir politikalarının temel amaçları, vergilemede
adalet ve etkinliğin artırılması, kayıt
dışılığın azaltılması, mali disiplinin
sürdürülmesi, istihdam ve yatırımların teşviki, rekabet
ortamının geliştirilmesi, bölgesel ve sosyal
gelişmişlik farklarının azaltılmasıdır. Bu
hedefleri gerçekleştirmeye yönelik olarak gelir
politikalarımızı geliştirmeye ve uygulamaya devam ediyoruz.
Uzun soluklu bir
çalışma neticesinde tüm paydaşların görüşlerini alarak
hazırladığımız Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı
çalışmalarını Maliye Bakanlığı olarak tamamladık,
Ekonomi Koordinasyon Kuruluna sunduk, kanunu önümüzdeki yılın ilk
yarısında Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmeyi hedefliyoruz.
Vergi Usul Kanununu ticari
hayattaki gelişmelere paralel bir şekilde gözden geçiriyoruz.
İnşallah, bunu da yine gelecek yılın ilk
yarısında yüce Meclisimize getirme imkânı buluruz.
Vergi adaletini
iyileştirecek düzenlemeler yaptık, yapıyoruz. Vatandaş ile
devlet arasındaki ilişkiyi daha adil kılabilmek amacıyla,
fazla ve yersiz tahsil edilen vergilerin faiziyle birlikte iadesine olanak
sağlayan düzenlemeyi bu yıl hayata geçirdik.
Bireysel Emeklilik
Sisteminden ayrılanlardan anapara üzerinden alınmış
vergilerin iadesi için gerekli düzenlemeleri yaptık.
Gerçek usulde
vergilendirilen mükelleflerimize basit usule dönme imkânı getirdik.
Böylece, iş hacmi daralan mükelleflerin daha maliyetli bir vergi rejimine
tabi tutulmasının önüne geçmiş olduk.
Ödeme gücü yüksek
kesimlerin de yararlandığı vergi avantajlarını vergi
adaletini güçlendirecek şekilde yeniden gözden geçirdik. Bu konuda daha
fazla adım atmak için çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Bu kesimler için önceden var olan mesken kira geliri istisnasını
kaldırdık. Konut teslimlerinde uygulanan KDV oranlarını
belirlerken konutun fiyat ve sınıfını da dikkate almaya
yönelik çalışmalarımızı tamamladık. Ümit ediyorum
ki önümüzdeki birkaç hafta içerisinde buna ilişkin Bakanlar Kurulu
kararını çıkarmış oluruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; maalesef kamuoyunda Türkiye'de vergi yükünün çok
yüksek olduğu yönünde doğru olmayan bir kanaat
yerleşmiştir. Oysa Türkiye'de vergi yükü, yani sosyal güvenlik
primleri dâhil toplam vergilerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı
yüzde 26dır. Bu oranla ülkemiz, OECD ülkeleri arasında vergi yükü en
düşük 6ncı ülke konumundadır. Ortalama vergi yükü OECD
ülkelerinde yüzde 33,9, Avrupa Birliği ülkelerindeyse yüzde 38,4tür.
Dolayısıyla, Türkiyedeki vergi yükünün yüzde 26 olduğunu
dikkate alırsak hakikaten Türkiye'de vergi yükünün çok yüksek
olduğunu iddia etmek zordur.
Ancak, bir eleştiriyi
kabul etmek gerekirse o da vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin
payının yüksek olmasıdır. Ülkemizde, dolaylı
vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı yüzde 47,7 ile OECD
ortalamasının 13 puan üzerindedir fakat burada asıl önemli olan
konu dolaylı verilerin yüksekliğinden ziyade, dolaysız
vergilerin yeterli düzeyde olmamasıdır. Dolaylı vergilerin
gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payı ülkemizde yüzde 12,4tür.
Bu oran Avrupa Birliği ortalamasının yaklaşık 1 puan
altında, OECD ortalamasının ise yaklaşık 1,4 puan
üzerindedir. Dolayısıyla, burada sorun, dolaysız vergilerin,
doğrudan vergilerin düşük olmasıdır. Türkiyede
dolaylı vergi oranları, alkollü içecekler, tütün mamulleri, petrol
ürünleri, binek otomobiller ve mobil iletişim hariç, yüksek değildir.
Hatta ülkemizde genel KDV oranı yüzde 18le, AB ülkelerinde ortalama yüzde
21, OECD ülkelerinde ise ortalama yüzde 19 olan oranın
altındadır.
Ayrıca, hükûmetlerimiz döneminde eğitim,
sağlık, turizm ve tekstil gibi sektörlerde KDV oranını
yüzde 18den yüzde 8e, bazı gıda ürünlerinde ise KDV
oranını yüzde 8den yüzde 1e indirdik.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kayıt dışılıkla
mücadeleyi terörle mücadele kadar önemli görüyorum. Çünkü, kayıt
dışılık, haksız rekabet ile gelir
dağılımını bozan, firmalarımızın ölçek
büyütmesini engelleyen ve nihayetinde ülkemizin kalkınmasını ve
toplumsal refahı sekteye uğratan önemli bir olgudur. Bu nedenle
hükûmetlerimiz döneminde kayıt dışı ekonomiyle mücadeleye
ilişkin önemli adımlar attık. Bu çabalarımızın
sonucunda başarı da söz konusu. TÜİK istatistiklerine göre,
kayıt dışı istihdam son on yılda 12 puan azalarak
Ağustos 2012de yüzde 40,1e kadar geriledi. Benzer şekilde uluslararası
çalışmalar da ülkemizde kayıt
dışılığın azalmaya başladığını
göstermektedir. OECD ülkeleri için yapılan bir araştırmaya göre,
ülkemizde kayıt dışılık 2003 yılından bu
yana 5 puan azalarak yüzde 27,2ye kadar gerilemiştir. Ancak kayıt
dışılık
oranı -yani Türkiyedeki oran- AB ülkelerinde ortalama yüzde 19,2 olan
oranın üzerindedir. Amacımız, orta ve uzun vadede kayıt
dışılığı AB ortalamasına, daha sonra da
altına düşürmektir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kayıt dışılıkla
mücadelede iki temel unsura özellikle önem veriyoruz. Bunlardan ilki, vergi
denetimindeki etkinlik, ikincisi ise mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu
artırmaktır.
Etkin ve güçlü vergi
denetimi için gerek insan kaynağı gerekse teknolojik
altyapının geliştirilmesine büyük önem veriyoruz.
Vergi denetiminde
bilişim altyapımızı güçlendiriyoruz.
Elektronik denetim ve
teftiş sistemlerini uygulamaya koyduk.
Mükelleflerin vergiye uyum
düzeyini ölçmek için Mükellef Karne Projesini başlatıyoruz.
Bölgesel ve sektörel
mükellef faaliyetlerini daha etkin takip etmek için Sektör Bilgi Sistemi Projesini
hayata geçiriyoruz.
Elektronik ticareti, hazırladığımız robot
yazılımlar sayesinde yakında takip etmeye
başlayacağız.
Kara ve deniz yolu ile
şehirlerarası ve uluslararası yolcu
taşımacılığında elektronik bilet
uygulamasını başlattık. Kayıtlı ekonomiye
geçişte önemli bir rol oynayan bu sistemi diğer sektörlere de
yaygınlaştıracağız.
Elektronik Öndenetim
Sistemi ile mükellefin vergiye tabi faaliyetlerini mobil teknolojiler
kullanarak yerinde tespit edeceğiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; az önce de ifade ettiğim üzere, kayıt
dışılıkla mücadelede önemli olan ikinci unsur,
mükelleflerin vergisel yükümlülüklerini yerine getirme bilincidir. Bu kapsamda
yürüttüğümüz faaliyetlerimiz hakkında da özet bilgiler sunmak
istiyorum.
Öncelikli olarak vergi
bilincinin yerleşmesi ve kalıcı hâle gelmesi adına,
hükûmetlerimiz döneminde ilk kez Mükellef Hakları Bildirgesini
yayınladık, vergi incelemelerine süre kısıtlaması
getirdik.
Mevzuata aykırı
rapor yazılamayacağını güvence altına aldık.
Rapor değerlendirme komisyonları ile vergi inceleme raporlarında
kaliteyi artırma çabasına girdik.
Görüş
değişikliği gibi idarenin sorumluluğunda olan hatalar
nedeniyle mükelleflerimize ceza kesilmesinin önüne geçtik.
Vergiye gönüllü uyumu
artırmak için hizmet seçeneklerini de genişletiyoruz.
Önceden
Hazırlanmış Kira Beyanname Sistemi ile kira geliri elde eden
mükelleflerimize beyannamelerini bu yıl önceden hazırlayıp
gönderdik ve burada başarı sağladık. Böylece, bir önceki
yıla göre, ilk defa beyanname veren gayrimenkul sermaye iradı
mükellef sayımızı 371 bin kişi artırdık yani bir
yılda yüzde 144lük bir artış söz konusu. Bu sistemi diğer
gelir unsurlarını da kapsayacak şekilde önümüzdeki yıl genişletme
çabası içerisinde olacağız.
Hesap verebilir, şeffaf
bir yönetim anlayışıyla, Özelge Sistemi kapsamında
mükelleflerimizin başvurularının tamamını elektronik
ortamda sonuçlandırıyor, özelgeleri İnternette
yayınlıyoruz.
Katma Değer Vergisi
İadesi Risk Analiz Sistemiyle KDV iadelerini elektronik ortamda en
kısa zamanda sonuçlandırıyoruz.
Elektronik Arşiv Projesi
sayesinde mükelleflerimizin arşivleme maliyetlerini düşürüyoruz.
Vatandaşlarımıza
İnternet üzerinden borç sorgulama imkânını bu sene getirdik.
Elektronik Beyanname Sistemiyle
artık beyannamelerin yüzde 99undan fazlasını elektronik ortamda
alıyoruz.
Mükelleflerimize, vergi
yükümlülüklerini kolaylıkla yerine getirmeleri için, ödemelerini
elektronik ortamda yapma, motorlu taşıtlar vergisi ve trafik para
cezalarını da kredi kartıyla ödeme kolaylığı
getirdik.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; vergi bilincinin artırılması
amacıyla yoğun bilgilendirme çabalarını da yürütüyoruz.
Kayıt dışılıkla mücadelede her yönden etkinliği
artıracak, 2011-2013 dönemini kapsayan Kayıt Dışı
Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planını büyük bir
kararlılıkla uyguluyoruz ve bu uygulamaları biz her altı
ayda bir ilerleme raporuyla kamuoyuyla da tabii ki paylaşıyoruz. Bu
çerçevede risk esaslı yaklaşım ile yüksek riskli alanlarda
Sosyal Güvenlik Kurumuyla ortak denetimler yapmaya başladık ve bu
denetimleri artırıyoruz. Mükelleflerin faaliyetleriyle sicil
kayıtlarını uyumlu hâle getiren Mükellef Bilgileri Bildirim
Sistemini uygulamaya koyduk. İş Yeri Elektronik Denetim Defteri ve
Elektronik Sicil Merkezîni oluşturduk.
Kayıt
dışılığın yoğun olduğu inşaat
sektöründeki faaliyetleri elektronik sistemlerle takip ediyoruz.
Bandrollü Ürün İzleme
Sistemi ile tütün mamulleri ve alkollü içecek
kaçakçılığıyla mücadelede etkinliği
artırdık.
10 numaralı yağ
olarak bilinen ve kaçak akaryakıt olarak kullanılan ürünlerde vergi
oranlarını arttırdık, vergi tecil ve terkin
uygulamasına son verip vergi iade sistemine geçtik.
Araçların ithalat veya
imalat ile nihai tüketiciye satış aşamalarını takip ediyoruz.
Kayıt
dışı iş yerlerinin kayıt altına
alınmasına yönelik olarak iş yerleri için elektrik ve doğal
gaz aboneliği sırasında mükellefiyet kaydının
aranmasını şart koştuk.
Banka POS
cihazlarıyla, yazar kasaları uyumlu hâle getiriyoruz. Bu sayede POStan
geçen her alışverişin fişi otomatik olarak kesilmiş
olacak.
Kozmetik ürünlerde takip
sistemini hayata geçiriyoruz.
Hal Kayıt Sistemi ile
Serbest Bölgelerde Bilgisayar Uygulama Programını inşallah
yakında tamamlayacağız.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gelir politikalarımızı ekonomik ve
sosyal politikalarla uyumlu, reel ekonomiyi destekleyecek, istihdam ve yatırımları teşvik
edecek, sermaye birikimi ve tasarrufları güçlendirecek ve iş yapma
ortamını iyileştirecek şekilde geliştirmeye devam edeceğiz.
Bu çerçevede bu yıl attığımız en önemli
adımlardan biri uygulamaya koyduğumuz yeni teşvik sistemidir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AK PARTİ hükûmetleri döneminde üretim ve
istihdamı artırmak amacıyla vergi yükünü azalttık. 2002
yılında yüzde 33 olan kurumlar vergisini 2006 yılında yüzde
20ye indirdik. Böylece kurum kazançları üzerindeki toplam vergi yükünü
yüzde 65ten yüzde 34e indirdik.
Hükûmetlerimiz döneminde
gelir vergisi oranlarını da düşürdük. En yüksek vergi dilimine
uygulanan yüzde 49,5luk vergi oranını 2006 yılında yüzde
35e indirdik. Benzer şekilde en düşük vergi dilimine uygulanan vergi
oranını yüzde 22den yüzde 15e çektik.
2008 yılında,
çalışanların medeni durumlarını ve
çocuklarını da dikkate alarak vergi sistemimize
kazandırdığımız asgari geçim indirimiyle 4 çocuklu bir
asgari ücretlinin gelir vergisi yükünü yüzde 12,8den sıfıra kadar
indirdik
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Ek süre
veriyorum Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI MEHMET
ŞİMŞEK (Devamla) Teşekkür ediyorum.
İstihdam üzerindeki prim yüklerini
azalttık. Sigorta primi işveren payının 5 puanlık
kısmını bütçeden karşılamaya devam ediyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; vergi politikasını ülkemizin rekabet
gücünü artıracak şekilde geliştirdik, geliştirmeye devam
edeceğiz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kısa kesmek için sonuç kısmına
geleceğim. Hükûmetlerimiz döneminde sağladığımız
siyasi istikrar, güven ortamı ve uyguladığımız
tutarlı makroekonomik politikalar sayesinde Türkiye son on yılda
büyük bir değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir.
Bu dönemde, milletimizin
güçlü desteğini arkamıza alarak birçok yapısal sorunu çözüme
kavuşturduk. Ülkemizin fiziki ve kurumsal altyapısını
iyileştirdik. Beşerî sermayemizin kalitesini yükselttik,
vatandaşlarımızın refah seviyesini artırdık. Tüm
bunları yaparken mali disiplinden taviz vermedik, yapısal
reformları kararlılıkla uyguladık. Bu sayede Türkiyenin
gelişmiş ülkelerle arayı hızla kapatmasının önünü
açtık.
Cumhuriyetimizin 100üncü
yıl dönümü için çok daha büyük hedeflerimiz var. 2013 yılı
bütçemizi, önceki yıllarda olduğu gibi, 2023 hedefleriyle uyumlu
olarak hazırladık. Daha önce hazırladığımız
ve başarıyla uyguladığımız bütçelerde olduğu
gibi 2013 bütçesini de eğitimi, sağlığı,
altyapıyı, katma değeri yüksek yatırımları ve
AR-GEyi önceliklendiren bir hizmet bütçesi olarak tasarladık.
Biz bu bütçeyi eser
odaklı olarak hazırlarken Edebali Hazretlerinin şu sözlerine
sadık kaldık:
Hayvan ölür, semeri kalır;
insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın
ardından ağlamalı
Bırakanın da
bıraktığı yerden devam etmeli Osman! Geçmişini iyi bil
ki geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini
unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın
(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
2023 hedeflerine doğru
yürürken insanı merkezîne alan, toplumsal refahı artırmayı
ve geliri daha adil dağıtmayı ilke edinen bir bütçeyle
huzurlarınıza geldik.
Bu ülke uzun bir süre
kısır çekişmelerden, günü kurtarmaya yönelik popülist
politikalardan, dünyaya entegre olamamaktan ve iç dinamiklerini harekete
geçiremeyip 75 milyonunun hakkını, hukukunu yeterince koruyamamaktan
ve har vurup harman savurmaktan çekti ne çektiyse.
Evet, bu
bütçe çalışmalarımızda bizi her zaman destekleyen
Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan başta
olmak üzere, bakan arkadaşlarıma, Plan ve Bütçe Komisyonunun
Değerli Başkan ve üyelerine, Genel Kurul çalışmalarına
katılan kıymetli milletvekillerine ve kamu idarelerinin temsilcilerine
şükranlarımı sunarım.
2013
bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
diliyorum. Yapacağınız, yapıcı, yol gösterici ve
katkı sağlayıcı eleştiri, tespit ve
değerlendirmeleriniz için şimdiden teşekkür ediyorum.
Bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi tekrar saygıyla sevgiyle
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 5/12/2012 tarihli 34üncü
Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp
dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde siyasi parti grupları ve
Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre birer saat, Hükûmetin
sunuş konuşması hariç. Bu süre birden fazla konuşmacı
tarafından kullanılabilir. Kişisel konuşmalar da onar
dakikadır. Kişisel konuşmalarda bütçenin tümü üzerinde
şahsı adına 2 milletvekiline söz verilecektir.
Şimdi
bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz
alan sayın üyelerin adlarını sırayla okuyorum:
Barış
ve Demokrasi Partisi adına Siirt Milletvekili eş başkan olarak
ifade edilmektedir- Sayın Gültan Kışanak, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın
Devlet Bahçeli, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve
İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaş ve Karaman Milletvekili
Sayın Lütfi Elvan. Şahıslarına adına: Lehinde Manisa
Milletvekili Sayın Hüseyin Tanrıverdi, aleyhinde Balıkesir
Milletvekili Sayın Ahmet Duran Bulut.
Ayrıca,
Hükûmet adına da söz verilecektir.
Değerli
milletvekilleri, sayın hatipler konuşmaya başlamadan evvel
sizlerden bir hususu, gündemin önemi ve sayın
konuşmacıların konuşmalarının insicam içerisinde
dinlenebilmesi bakımından; Genel Kurul salonunda
karşılıklı konuşulmamasını, bir konuşma
söz konusu olacaksa, karşılıklı -sayın bakanlar dâhil
olmak üzere- talep söz konusu olacaksa bunların Genel Kurul
dışında yapılmasını herhangi bir ikaza mahal
bırakmadan hassaten rica ediyorum.
Şimdi, gruplar
adına ilk söz, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına
Sayın Gültan Kışanak.
Buyurun Sayın
Kışanak. (BDP sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz bir saat.
BDP GRUBU ADINA GÜLTAN
KIŞANAK (Siirt) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
hakkında, partimizin ve birlikte mücadele ettiğimiz Türkiye
demokratik muhalefetinin görüşlerini paylaşmadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyor, tüm Türkiye halklarına saygılarımı
sunuyorum.
Öncelikle, cezaevlerinde
bulunan milletvekili arkadaşlarımızı da selamlıyor,
halkın iradesinin eksik yansıması nedeniyle bu Parlamentoda
yürütülen bütün çalışmaların eksik olduğunu ve
meşruiyetinin tartışmaya açık olduğunu da ifade etmek
istiyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bireyin, kadınların, halkların,
emekçilerin, bu kesimlerin, tüm toplumsal kesimlerin haklarının bir
grup azınlık tarafından gasbedildiği, egemenlik tarihi
ceberut devletlerin, firavunların, Ebu Cehillerin ve nemrutların tarihidir. Bu tarih
insanlığa giydirilmiş bir deli gömleğidir; insanın
insanla, doğayla, kendi emeğiyle, bedeniyle, benliğiyle
çatışmasının adıdır. Bu zihniyet ve yönetim
anlayışı bugün kapitalist uygarlık olarak
tanımlanmakta ve insanlık bu cenderenin içerisine hapsedilmeye
çalışılmaktadır. Oysa başka bir yönetim
anlayışı mümkün, eşit ve adil bir yaşam mümkün,
başka bir dünya mümkündür. Meseleye buradan
baktığımızı belirterek bütçe hakkındaki
görüşlerimizi ifade etmek istiyorum çünkü eleştirilerimizin
doğru anlaşılabilmesi için bu dünya görüşünün de bilinmesi
gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dünya ve Türkiye son kırk yıldır
görülmemiş ölçüde sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Bu
süreç, hem mazlum
BAŞKAN Sayın Kışanak,
bir dakikanızı rica edeyim.
Değerli arkadaşlarım,
baştan ricamı söyledim, buna rağmen hâlen salonda uğultu
var. Konuşmayı ben de takip edemiyorum. Daha işin
başındayız. Lütfen, kimin kimden -ne söyleyeceği varsa- ne
talebi varsa Genel Kurul dışında yapılması, bizim
burayı sükûnetle yönetebilmemiz bakımından lüzumludur, hassaten
rica ediyorum.
Buyurun Sayın Kışanak.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) Bu süreç, hem
mazlum dünya halkları hem de dünya emekçileri için çok önemli sonuçlar
yaratacak özelliklere sahip bir süreçtir.
Kapitalizmin altın çağı
olarak nitelenen İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem sona
erdi. 1970lerin sonlarından itibaren kapitalizm önceki dönemden
farklı bir sermaye birikimi sürecine girdi. Son kırk yıldır
devlet ve sosyal demokrasi uygulamaları birer birer ortadan
kaldırıldı. Uluslararası sermayenin
saldırıları karşısında emekçi halkların
mücadelelerle kazanmış oldukları eğitim, sağlık,
sosyal güvenlik gibi temel kazanımlar da birer birer ortadan
kaldırıldı, kaldırılmaya
çalışılıyor hâlâ.
Bu yeni dönem, küreselleşmenin ve
finanslaşmanın hızlandığı neoliberal dönemdir. Bu
süreçte dev sanayiler emeğin bol, örgütsüz ve çok ucuz olduğu Çin,
Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelere kaydırıldı.
Böylece, sermayenin yeniden kârlılık imkânları ortaya çıkarıldı.
İşte, bugün AKP Hükûmetinin bizlere büyüme ve zenginleşme olarak
sunduğu politikanın altyapısında böylesi bir küresel
gelişme bulunuyor.
Türkiyede de neoliberal ekonomik politikalar
ile kamusal alan daraltıldı. Özelleştirmeler ile halkın
vergileriyle yaratılmış olan kamu iktisadi teşebbüsleri
sermaye gruplarına peşkeş çekildi, talan edildi. Eğitim ve
sağlık hizmetleri metalaştı, sermayede alınıp
satılan, kâr konusu olan hizmetler hâline dönüştü. Özelleştirme
gelirleriyle bütçe açıkları kapatıldı, finans sermayesine
olan borçların anapara ve faizleri ödendi. Böylece, devlet eliyle yerli ve
yabancı sermayeye tam bir kaynak transferi yapılmış oldu
ancak bu durum 2008den bu yana farklı bir seyir izlemeye
başladı. Krize çözüm olarak getirilen finanslaşma, bugün beşinci
yılını doldurmakta olduğumuz 2008 küresel kapitalist krizin
de tetikleyicisi oldu.
Değerli milletvekilleri, içinde
bulunduğumuz kriz 1929 buhranı sonrasında dünyanın
yaşadığı en derin krizlerden birisidir. ABDde
başlayan kriz Avrupayı da sarmalayarak tüm dünyaya giderek yayıldı.
Kriz sonrasında Avrupa kendi içinde çözüm arayışlarına
girdi. Önce teşvik yöntemi denendi, başarısız oldu. Bunun
ardından hükûmetler 2010dan itibaren kemer sıkmaya yöneldiler.
Geldiğimiz noktada, Yunanistan ile başlayan süreç Portekiz,
İrlanda, İspanya ve diğer Avrupa ülkelerini içine alacak
şekilde yaygınlaşarak devam ediyor. Türkiye de kemer sıkma
süreci içerisine girmiş bulunuyor. Türkiyede ücret
artışları komik düzeylerde tutuluyor. Başta, özel tüketim
vergileri ve KDV oranları olmak üzere artırıldı; elektrik,
petrol ve doğal gaza son bir yılda yüzde 40 oranında zamlar
yapıldı. Sosyal harcamalar kısıtlandı, giderek de
kısıtlanmaya devam ediyor.
Kapitalizmin son otuz yıldır içine
girdiği durgunluk ve ardından patlak veren krizin çok önemli politik
sonuçları da oldu. Burjuva demokrasileri giderek önemini yitirmeye
başladı. Bizim gibi az gelişmiş ve burjuva demokrasisi bile
sayılmayacak yönetimlerin olduğu ülkelerde ise neoliberal
politikalara paralel olarak baskıcı, otoriter yönetim
anlayışları gelişmeye başladı.
Gelinen noktada, mevcut krizin daha da
derinleşeceği ve giderek bunun Türkiyeyi de daha fazla etkisi
altına alacağı görülmektedir. Önümüzdeki yılların,
kemer sıkma önlemleri, yılları olarak geçeceğini
öngörebiliriz. Durum böyle olunca, sistemin egemenleri için geriye askerî
yönelimlerle yıkıcı güçlerini harekete geçirme seçeneği
kalıyor. Bu nedenle de Türkiyenin de içinde bulunduğu ve yer yer
uluslararası güçlerin taşeronluğuna talip olduğu bu gidişat,
Kuzey Afrika ve Orta Doğuda halklara daha fazla zulüm
politikalarını reva gören savaş sürecinin tetikleyicisi oldu.
Küresel kapitalizmin
çöküşü hızlandıkça egemen güçlerin ve devletlerin
saldırganlığı da arttı ve bir kez daha cehennemin
kapısı aralanmaya başladı. Bölgemizde, Orta Doğuda
bölgesel bir savaşın eşiğine geldik, dayandık.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye, bu gelişmelerin tam da odağında olan
bir ülkedir. Kısa dönemde bir ekonomik kriz patlak vermese de 2012
yılı verileri, Türkiye ekonomisinin ciddi bir durgunluğa
doğru yol aldığını göstermektedir. Sermaye örgütleri
bile 2013ün zor geçeceğini ifade ediyorlar. Türkiye İstatistik
Kurumunun verilerine göre bile Türkiye ekonomisi, 2012 yılının
ilk çeyreğinde yüzde 3,2; 2nci çeyreğinde ise yüzde 2,9 oranında
arttı. Ancak, mevsim ve takvim etkisinden
arındırılmış büyüme oranı, 2012nin 1inci
çeyreğinin geçen yılın son çeyreğine kıyasla yüzde
eksi 0,4 oldu. Geçen yılın son çeyreği ise, ekonomi bir önceki
çeyreğe göre yüzde 0,4 büyümüştü. Kısacası, Türkiye
ekonomisi geçen yılın 3üncü çeyreğinden beri reel anlamda hiç
büyümedi.
Yıllardır
uygulanan emekçi düşmanı düşük ücret politikaları, kitlesel
işsizlik ve bireysel tüketici kredileri artarak sürdürülemez bir boyuta
ulaştı. Bu durumda, iktidarlar kendilerini yaşatmak için 2 yol denerler:
Bunlardan 1incisi,
emeğin gücünün verimliliğini artırarak yani mevcut emeğin
daha da yoğun sömürülmesiyle büyümeyi sürdürmektir. Bunun için bir yandan
yeni Sendikalar Yasası ile emek örgütlenmesi baskı altına alınmak
istendi; 4+4 düzenlemesi, ulusal istihdam stratejisi ve Çıraklık
Kanunu gibi değişikliklerle bu sürecin yasal
hazırlıkları yapıldı; böylece de geleceğin, bu
koşullara itiraz etmeyen suskun işçileri yaratılarak Türkiye
komple bir modern kölelik rejimine sürükleniyor.
2nci yöntem de, içerideki
kirli savaşı değişik biçim ve alanlarda sürdürürken
dışarıda da savaş
kışkırtıcılığı yapmaktır. Bugün,
AKP iktidarı tam da bu yolu deniyor. Bu savaşlar ile sadece krizi
ertelenemeyen ve çözülemeyen bir sürecin biraz daha zamanla farklı bir
mecraya akması bekleniyor; aynı zamanda, direnen halklara, emekçilere
ve demokrasi güçlerine de gözdağı veriliyor. Savaş bahanesiyle
demokratik hak ve özgürlükler, her türlü muhalif örgütlenme, grev, gösteri ve
miting hakkı yasaklanarak ortadan kaldırılıyor. Savaş
kışkırtıcılığı ile aynı zamanda
milliyetçilik, şovenizm ve ırkçılık da
azgınlaştırılıyor.
Değerli
milletvekilleri, geçen yıllarda yaşanan ekonomik büyümenin toplumun
refah düzeyini yükselttiği, toplumsal sorunlarımızı çözmeye
hizmet ettiğini söylemek de mümkün değildir. Türkiye, temel sosyal
kalkınmışlık özelliklerine sahip değildir; gelir
dağılımındaki adaletsizlik ve bölgeler arası
kalkınmışlık farkı ise giderek artıyor.
Kürtlerin yoğunluklu
olarak yaşadığı illerde, bugün savaş
koşullarının ağır ve yıkıcı yükü
altında ezilen halkımız, aynı zamanda, yoksullukla da
baş etmeye çalışıyor. Bölgeler arası
kalkınmışlık farkını gösteren grafikler bu konuda
çarpıcı bir gerçeği ortaya koymaktadır. Değerli
milletvekili arkadaşlar, bu grafik, Türkiyede, ekonomik ve sosyal olarak
gelişmiş kentlerle giderek bundan yoksun olan kentler arasındaki
çizgiyi gösteriyor ve son sıralardaki 16 kentin ismini okuyorum:
Diyarbakır, Batman, Şanlıurfa, Ardahan, Iğdır, Kars,
Siirt, Mardin, Bingöl, Van, Bitlis, Şırnak, Hakkâri, Ağrı
ve Muş. Sanırım, bu illerin isimleri, size Kürt sorununun ne
demek olduğunu da anlatmak için yeterlidir.
İsimlerden bir
şey anlamadıysak bir de haritaya bakabiliriz. Türkiyenin nasıl
derin çizgilerle ve hatlarla ayrıldığını,
yarıldığını ve bölündüğünü buradan görebiliriz.
Kırmızıyla boyalı olan bölümlerin tamamı yoğun
olarak Kürtlerin yaşadığı illerdir ve sosyoekonomik
gelişmişlik düzeyi itibarıyla Türkiyenin en kötü illeridir ve
bu tablo, AKP Hükûmetinin iktidara geldiği 2012 yılından bu yana
hiç değişmedi. Birileri, buradan çıkıp bize rakamlar
açıklayabilir, Şu kadar para gönderdik, bu kadar kaynak
aktardık, şu kadar kamu yatırımı yaptık, şu
kadar baraj inşaatı yaptık, şu kadar duble yol
yaptık. diyebilir ama bizim hayatımızda bir şeyin
değişmediğinin göstergesi budur.
Bir ülkede bütçe niye
yapılır? Bütçe 2 şey için yapılır:
1) Kamu kaynakları
oluşturmak için paranın kimlerden alınacağını
tarif etmek için.
2ncisi de adil ve
eşit bir yaşamı sağlayabilmek için bu kaynakların
nereye, nasıl harcanacağını göstermek içindir.
Bu nedenle, bu bütçede
-biraz sonra ayrıntılarını da vereceğim- hem kamu
kaynağı oluşturma yöntemleri adaletsizdir,
ayrımcıdır hem de kamu kaynaklarını harcama yöntemleri
adaletsiz, ayrımcı ve eşitlik politikalarından uzak bir yaklaşımdır.
Kimse bize kasaba
politikacılığı yapmasın, Şu kadar para verdim,
bu kadar kaynak ayırdım, şu işi yaptım, bu işi
yaptım. demesin. Ortada temel göstergeler vardır. Para harcandığında,
bir durumun değişmesi beklenerek bu para harcanır. Bir durum değişmiyorsa,
insanların sosyoekonomik kalkınmışlık düzeyinde bir
değişiklik yaşanmıyorsa demek ki o paralar boşa
harcanmıştır ya da yanlış yerlere
harcanmıştır, birilerine rant olarak peşkeş
çekilmiştir. Biz, bugün bölgedeki kamu yatırımlarında
ihalelerin kimlere, nasıl, hangi kriterlerle verildiğini ve
nasıl çarçur edildiğini çok iyi biliyoruz.
BAŞKAN Sayın
Kışanak, bir dakikanızı rica edeceğim.
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
Çeşitli İşler
1.- Genel Kurulu teşrif etmiş bulunan
Kenya Cumhuriyeti Parlamenter Hizmetleri Komisyonu Heyetine Başkanlıkça Hoş geldiniz
denilmesi
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, ülkemize resmî bir ziyarette bulunan Kenya Cumhuriyeti
Parlamenter Hizmetleri Komisyonu Heyeti şu anda Meclisimizi teşrif
etmiş bulunuyorlar; kendilerine yüce Meclisimiz adına Hoş
geldiniz. diyorum. (Alkışlar)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698)
(S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezî Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN Buyurun
Sayın Kışanak.
GÜLTAN KIŞANAK
(Devamla) Değerli arkadaşlar, Türkiyede ayrımcılık
sadece Kürtlere yapılmıyor, bu ülkenin yoksul, emekçi
insanlarına karşı da ayrımcılık
yapılıyor ve hiçbir eşitleyici politika bütçe yapma sürecinde ve
kamu kaynaklarını harcama sürecinde hayata geçirilmiyor.
Şu göstereceğim
grafik de bunun göstergesidir. Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde Gelir dağılımının
en adaletsiz olduğu ülke sırasındadır. Tüm OECD ülkeleri
içerisinde gelir dağılımının en bozuk olduğu yani
en fazla gelire sahip olan insanlarla en düşük gelire sahip olan insanlar
arasındaki makasın ne kadar açık olduğunu gösteren bir
grafiktir; bu grafik de 2002den bu yana değişmemiştir,
değiştiğini iddia eden varsa burada bunu gösterebilir.
Bu nedenlerle, bütçe burada
halka sunulurken şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesi dikkate
alınarak sunulmalıdır. Bütçe, halkın
anlayamayacağı birtakım büyük rakamların yan yana
konulduğu, birtakım oranların peş peşe
sıralandığı bir istatistik belgesi değildir. Bütçe,
halka Senden şu kadar vergi alacağım, bu vergileri de senin
hayrın için, senin iyiliğin için, senin daha rahat yaşaman için
şöyle harcayacağım. demek ve bunun hesabını
vermektir. Bu kürsüden şimdiye kadar böyle bir bütçe açıklaması
duymadık, böyle bir izahat duymadık. Hayatımızda ne
değişecek? Edirnedeki çiftçinin, Hakkârideki çobanın,
Diyarbakırdaki yoksulun, İzmirdeki kadının, Mersindeki
tarım işçisinin, mevsimlik işçinin hayatında ne
değişecek? Bu, soruların cevabını göremiyoruz. Tam
tersine, 2002 yılından beri, istatistiki verilerin
anlaşılmaz, karmaşık ve kıyaslanamaz olması için
ellerinden gelen bütün yolu, yöntemi deniyorlar.
Değerli
arkadaşlar, biraz da bu ülkede nasıl bu bütçenin kimlere
yaradığını sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnsanlarımız temel ihtiyaç maddelerine yapılan zamlar
nedeniyle hayat pahalılığı altında ezilmektedir. 2013
merkezî yönetim bütçesi, yüzünü sermayeye, sırtını halka ve
emekçilere dönmüş bir savaş ve kriz bütçesidir. Bu nedenle, bütçe
hazırlanırken katılımcılık ilkesi de göz
ardı edildi, toplumsal kesimlerin ihtiyaçları, talepleri hiçbir şekilde
dikkate alınmadı. 2013 bütçesi, daha önceki AKP bütçeleri gibi,
toplumla müzakere ve onay alma gereği duyulmadan yapıldı. Bu
bütçe, demokratik katılımcılığı esas almayan,
işçinin, köylünün, emeklinin, yoksulun, kadının, çocuğun,
gencin, bir bütün olarak toplumsal alanın büyük bir
bölünmüşlüğünün dışa vurulmuş bütçesidir. Bu bütçede
yoksula, emekçiye, kadına, Kürtlere hayır gelecek hiçbir düzenleme
yoktur.
Bu bütçe, bir mali
disiplin, yani kemer sıkma bütçesidir yani toplumun çok büyük bir
kısmı için sosyal harcamaların kısılması, daha
düşük maaş ve ücretler, vergilerin artması, yoksulluk ve
işsizliğin artması, küçük işletmelerin batması
demektir.
2013 bütçesi bir savaş
bütçesidir, zira kaynakların önemli bir kısmı iç ve
dış güvenlik adı altındaki harcamalara
ayrılmış durumdadır. Bu hâliyle, Maliye ve Hazine gibi
kurumlar dışında en fazla bütçe askerî harcamalara, polise ve
cezaevi hizmetlerine bütçe ayrılmıştır. Millî Eğitime
ayrılan bütçenin yüzde 81i ise personel maaşlarına
ayrılmıştır, eğitimin kalitesini artırabilecek bir
bütçeden söz etmek mümkün değildir.
Tek başına
Diyanete ayrılan bütçeye baktığımızda da bu ülkede
başka bir eşitsizliğin nasıl körüklendiğini
görebiliriz. Diyanet İşleri Başkanlığına
ayrılan 4,6 milyar liralık ödenek, Kültür ve Turizm, Ekonomi,
Dışişleri, Kalkınma gibi birçok bakanlığın
bütçesinden fazladır.
Diyanet İşleri
Başkanlığının hâlihazırda 129 bin memur 141 bin
çalışanı vardır. İnanç özgürlüğü konusunda çok
ciddi problemleri olan bir ülke Türkiye, böyle bir ülkede sadece bir mezhebe
yönelik din hizmeti sunan bir kuruma bu kadar büyük bir bütçenin ve kamusal
kaynağın ayrılması, toplumsal sorunları ve
eşitsizlikleri büyüten, inanç özgürlüğüne ilişkin sorunları
da arttıran bir yaklaşımdır. Bu bütçe, milyonlarca Alevi
yurttaşın eşit yurttaşlık taleplerini reddeden AKP
Hükûmetinin eşitsizliği daha da büyüten bir politika izlediğinin
açık göstergesidir.
Bu bütçe, bir bütün olarak
yüzünü egemenlere, sırtını da emekçi halka dönmüş bir
bütçedir. Bütçeden köylüye ve yoksullara yapılan doğrudan
yardım, bütçenin toplamının sadece yüzde 2sini
oluşturuyor. Değerli halkımız, bu konunun çokça siyasi
istismarı yapılıyor. Köylülere verilen doğrudan
yardımların ve sosyal politikalar kapsamında verilen
yardımların çokça fazla siyasi istismarı yapılıyor
ancak bunun bütçedeki payı yüzde 2. Buna karşılık,
çeşitli vergi muafiyeti ve istisnaları, vergi indirim ve tescilleri,
sermaye sübvansiyonları biçiminde sermaye sahiplerine verilen destekler
bütçenin yüzde 13üne denk düşüyor. Öyle görülüyor ki önümüzdeki
yılda sermaye vergi kıyağının tadını çıkartırken
emekçilerin payına düşen de tazyikli su, cop, biber gazı
olacaktır.
Bu iktidar sermayeye
dikensiz bir gül bahçesi sunmak için çırpınıp dururken
haklarını arayan emekçilerin de her fırsatta önüne güvenlik
kuvvetlerini çıkartmış, gazla, copla, polis zoruyla, hak
aramalarını engellemeye çalışmıştır.
İşte, bütçedeki rakamlar önümüzdeki sene de bu politikanın böyle
devam edeceğinin temel işaretlerini vermektedir.
2013 bütçesi gelir yönünden
de son derece adaletsiz bir bütçedir. AKP hükûmetleri döneminde vergi yükü sermayenin üzerinden
alınarak adım adım, giderek emekçilerin sırtına
yıkıldı. En tepede gelir elde edenlere uygulanan vergi yüzde
45ten önce 40a, daha sonra da yüzde 35e indirildi. Kurumlar vergisi yüzde
33ten yüzde 30a sonra da yüzde 20ye düşürüldü. Bugünlerde ise gelir ve
kurumlar vergisi tek bir vergi altında toplanarak sermayenin yükü iyice
hafifletilmek isteniyor.
Tüm bunların sonucunda
AKP iktidarı döneminde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek düzeyde
adaletsiz bir vergi yükü dağılımı ortaya
çıkmıştır. Buna göre bir asgari ücretli net gelirinin yüzde
70i oranında vergi ve prim yükü altındadır. Bankaların
efektif yükü yüzde 5, dev holdinglerinki ise yüzde 4ü aşmamaktadır.
Ayrıca, tüketim aşamasındaki vergilerden de anlıyoruz ki
KDV ve ÖTVyle birlikte bu tüketim vergisi de ağırlıklı
olarak emekçi sınıfların sırtındadır. 2 milyon
civarındaki sermaye geliri elde eden beyannameli mükellefin ödediği
gelir vergisinin toplam gelir vergisi içerisindeki payı sadece yüzde
1dir, yani dolaysız vergilerin de çok büyük kısmını
emekçiler ödemektedir. Bu tablo Türkiyedeki vergi adaletsizliğinin ne
boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır.
Değerli
halkımız, açıkçası üretirken vergiyi bizden alıyorlar,
tüketirken vergiyi bizden alıyorlar, emekçiyi soyup soğana çeviren
bir sömürü düzeninin içerisinde ha bire halktan, yoksuldan, emekçiden,
emeğiyle geçinenden vergi alıyorlar. Ayrıca, büyük ölçüde emekçilerden
alınan vergiler, bu bütçede de görüldüğü gibi, daha çok da savaş
harcamalarına, güvenlik giderlerine harcanmakta, böylesi bir yolla
emekçilere, yoksullara ikinci bir mağduriyet
yaşatılmaktadır. Verdiğimiz vergiler -ağır yükü
omuzlarımızda- bizi yaşam karşısında ne kadar
güçsüzleştiriyor bunu yaşıyoruz, ayrıca da verdiğimiz
bu vergiler bize savaş politikası, ölüm ve zulüm olarak geri dönüyor.
Değerli arkadaşlar, 2013 bütçesi,
sorun giderici, demokratikleşme, insan haklarına duyarlı,
kısaca insan odaklı bir bütçe olmaktan da uzaktır. Çünkü bu
bütçe yasalarda yer alan; katılımcılık,
şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi temel kriterlerin tamamı
göz ardı edilerek hazırlanmıştır.
Günlerdir siyaset alanında çokça
tartıştığımız bir konu bugün de bütçe görüşmeleri
başlarken bu çatı altında bir kez daha tekrarlandı. AKP
iktidarı denetim yapmadan, halka hesap vermeden yeni bir sürecin bütçesini
yapma yoluna girdi. Açıkça halka hesap vermeden, halkı soymanın
bir yolunu arıyor. Bunun sorumlusu başka hiçbir yerde aranamaz,
doğrudan sadece ve sadece AKP Hükûmetidir. Denetimle ilgili yasaları
değiştiren AKP Hükûmeti ve AKP Grubudur. Sonrasında bunda
çıkmazı gördüğünde yeni değişikliği yapan AKP
Grubudur. O da yetmedi, genelgeyle durumu zapturapt altına almaya
çalışan AKP Grubudur, AKP Hükûmetidir. Yani bugün ortada bir
denetimsizlik varsa bunun sorumlusu Sayıştay değil bunun
sorumlusu AKP Hükûmetinin tam da kendisidir.
Değerli halkımız, 2011
yılı bütçe kesin hesapları üzerinden yapılan denetimlere ilişkin
132 rapor hazırlanmıştır ancak Meclise ve halka
sunulamıyor çünkü AKP Hükûmeti, yaptığı yasa
değişiklikleri atraksiyonuyla bunun önünü kesmiştir.
Hesap vermeden vergi almaya çalışan
bir iktidar anlayışını nasıl
tanımlayacağız? Bunu dünyadaki örneklerine de bakarak
tanımlayabiliriz.
Değerli arkadaşlar, hesap veren
yönetimin adı demokrasidir çünkü hesabınızı verirsiniz halk
da sizin hesabınızı sandıkta keser. Ancak,
hesabınızı vermeden iktidarda kalmak istiyorsanız,
adınız otoriter olur, bunun başka bir yolu yoktur. Vergileri
canımın istediği gibi, kamu otoritesine, kamunun gücüne,
devletin zoruna dayanarak toplayacağım ama bu vergileri
canımın istediği gibi harcayacağım, size de hesap
vermeyeceğim. diyen otoriter bir hükûmet anlayışıyla, bir
yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.
Arkadaşlar, bu Hükûmet
halka açıkça Sen parayı ver, vergiyi ver gerisine karışma.
Ben nasıl istersem, işime nasıl gelirse öyle harcarım.
diyor. Bunu diyen bir iktidar, bunu söyleyen bir yönetim anlayışının
topladığı para da vergi değil, haraçtır.
Hesabını vermeden aldığınız her kuruş ancak
haraç olabilir.
Değerli
arkadaşlar, hepimiz hayatta karşılaşırız, sokakta
yaşamaya mecbur kalmış evsiz yurttaşlarımızdan
bir kısmı yoldan geçerken Ağabey, bir şarap parası.
der. O bile dürüstçe söyler, istediği parayla şarap
alacağını söyler ama siz, halktan aldığınız
parayı nereye harcadığınızın hesabını
vermeden halktan yeniden para istiyorsunuz. 2013 yılında da sadece
harcama yapılmayacak, halktan bir de vergi alacaksınız. Yani
hesabını vermediğiniz bir harcamayı sürdürüp gideceksiniz.
Değerli
arkadaşlar, bu, hiçbir şekilde demokratik bir yönetim
anlayışıyla bağdaşmayan Ben yaptım oldu, benim
canımın istediği şekilde bu ülkeyi yönetirim. diyen
saltanat anlayışıdır. Halkımızın da buna
artık prim vermemesi gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, bu bütçeye biraz da sosyal kesimler açısından
baktığımızda,
karşılaştığımız en önemli eksikliklerden
birisi de, bu bütçede kadının adı yoktur, bu bütçede
kadının adı hiçbir şekilde yoktur. Neden derseniz, bunu
izah edeceğim.
Türkiye'de
çalışan, çalışan çalışma yaşındaki her
3 kadından 2si işsizdir. Lise ve üzeri eğitim düzeyine sahip
kadınlarda işsizlik oranı çok daha fazladır. Türkiyede
kadın istihdamı, resmî verilere -artık güvenirliliği
kalmamış resmî verilere- göre bile yüzde 24 düzeyindedir, erkeklerde
ise bu oran yüzde 70 yani kadınlar erkeklere göre üçte 1 oranında
daha dezavantajlıdır istihdam karşısında.
Kamusal istihdamda ise tam
bir ayrımcılık politikası sürüp gidiyor. Kamuda kadın
istihdamı daha çok sekreterlik ve büro işlerine hapsedilirken, üst
düzey yöneticilik konumuna kadınlar getirilmiyorlar. Türkiyede kamuda üst
düzey yöneticilerin sadece yüzde 10u kadınlardan oluşuyor.
Ücret
karşılığı çalışan kadınların da
çok büyük bir kısmı sömürünün çok katmerli olduğu, kayıt
dışı işçiliğin çok yüksek olduğu hizmet
sektöründe, tarım sektöründe ve tekstilde çalışıyor.
Kayıt
dışı istihdam yükünün kadınların sırtında
olduğunu kanıtlayan 2012 yılı verileri var. 2008-2009
dönemine göre 2012 yılında kayıt dışı çalışma
480 bin kişi olarak daha da artmıştır yani 480 bin
kişi daha kayıt dışı çalışmaya mecbur
kalmıştır. Ancak erkekler için aynı dönemde kayıt
dışı oranı 198 bin azalmış, bu yükün tamamı
kadınların sırtına yüklenmiştir. Kadınlarda ise
678 bin kayıt dışı istihdam artışı
görülmektedir.
Değerli
arkadaşlar, açıkça, kadınlara yönelik böylesine
ayrımcı, böylesine derin bir sömürü çarkının
işlediği bir ülkede bütçe yaparken kadınların durumunu
düzeltmeye yönelik bir önlem alınmamasının adı Ben
kadınlara yönelik ayrımcılık ve eşitsizlik
politikasını destekliyorum. demektir. AKP Hükûmeti, sermaye
karşısında emekçileri güçsüzleştirdiği gibi
kadınları da erkek emeğinin karşısında güçsüzleştiren
bir politikanın sahibidir. Bu, egemenlik zihniyetinin dışa
vurumudur. Kafasında kadınları eşit görmeyen,
kadınlarla eşit bir yaşamı paylaşmayı kendisine
zül sayanların istihdam alanında da, ekonomik hayatta da
kadınlara eşit bir gelecek öngörmesi mümkün değildir. Bazı
bakanlar geçmişte, bütçeyle ilgili, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe
yönelimi içerisinde, içinde olacaklarını ifade ettiler ancak hâlâ
böyle bir yaklaşımdan eser yok. Toplumsal cinsiyete duyarlı yani
cinsiyet farklılığını azaltacak politikalara kamu
kaynağı ayıran bir bütçeden söz edemiyoruz
Fakat bu bütçe sadece
kadınları göz ardı etmekle kalmıyor, bir savaş bütçesi
olduğu için kadınları ikinci kez de vuran bir bütçe hâlindedir
çünkü biz biliyoruz ki yaşanan bütün çatışma bölgelerinde, bütün
savaş süreçlerinde faturanın en ağırını
kadınlar ve çocuklar çeker. AKP Hükûmetinin
hazırladığı bütçe, hem cinsiyet konusunda ayrımcı
hem de militarist bir bütçe olduğu için kadınlara ağır
faturası olacak bir bütçedir.
Değerli
arkadaşlar, yalnız hakkını yemeyelim, AKP Hükûmeti
döneminde grafiği yükselen bir durum var, bunu kamuoyuyla açıkça
paylaşmak lazım. Bu gördüğümüz grafik AKP Hükûmeti iktidarı
devraldığı günden bugüne giderek yükselen, son iki yılda
ise pik yapan bir grafiktir; bu grafik de örtülü ödeneğin grafiğidir.
AKP Hükûmeti döneminde hızla yükselen, istikrarlı bir şekilde
artan bir tek şey vardır, o da örtülü ödenek
harcamalarıdır. Değerli arkadaşlar, örtülü ödenek demek, bu
ülkede yönetimin rutin dışına çıkması demektir. Biz bu
rutin dışına çıkma lafını, 90lı
yıllarda dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Demirelden duyduk ve
siyasi literatürümüze böyle geçti. Yani kanunsuz uygulamalar, yani
yasaların bize vermediği, yasaların iktidara
tanımadığı imkânları, olanakları kullanmanın
adı rutin dışına çıkmak oldu. Çetelerin adı,
derin devletin adı, kontrgerillanın adı, Yeşilin adı,
faili meçhul cinayetlerin adı, yurt dışında yapılan
kanunsuz operasyonların adı rutin dışına çıkmak
oldu ve AKP Hükûmeti döneminde gördük ki bu rutin dışı
uygulamaların harcamaları istikrarlı bir şekilde
artmış. Yani AKP Hükûmeti, demek ki bu ülkenin yasalarının
kendisine vermediği kanun dışı idari
uygulamalarını istikrarlı bir şekilde
artırmıştır. Halkın vermediği bir yetkiyi,
yasaların vermediği bir yetkiyi ve halka
açıklayamadığı faaliyetleri örtülü ödenekten finanse
etmektedir; bu da bu ülkenin barışına, bu ülkenin demokrasi
ihtiyacına yapılmış en büyük kötülüktür.
Değerli
arkadaşlar, ülkelerin yaşam kalitesi açısından 2 tane
önemli şey vardır, eğitim ve sağlık. AKP Hükûmeti
döneminde yaşam kalitemizin ne kadar düştüğünü, eğitim ve
sağlık hizmetleriyle ilgili izlenen politikalarda görebiliriz. Bu
politikalar, AKP Hükûmeti döneminde eğitimi tamamen zapturapt altına
alan, ideolojik bir yönelime sokan, iktidarın arka bahçesi hâline getiren
bir alana çevirmiştir; bilimsel, demokratik, eşitlikçi, nitelikli,
erişilebilir eğitim hizmetlerinden artık bahsedemez hâle geldik.
Bu ülkede temel
sorunlarımızdan biri olan Kürt sorunu da en çok ana dil konusunda
kamuoyunun tartıştığı bir konudur. Ana dilde
eğitim talebi; en demokratik, en insancıl, çağa, demokratik
değerlere en uygun taleptir. Ana dilde eğitim hakkının gasbedilmesi
asimilasyon politikasının tam da kendisidir. Ana dilde eğitim
hakkı gaspedilen halkların dillerinin süreç içerisinde zamanla
eridiği, yok olduğu, otantik, kültürel bir mecraya sürüklendiği
görülmektedir. Ana dilde eğitim hakkına karşı çıkmak
da bir insanlık suçu olan asimilasyon politikasını
savunmaktır. Kimse hem asimilasyondan vazgeçtik hem de ana dilde
eğitim olmaz. diyemez. Açıkçası, ana dilde eğitime
karşıysanız, asimilasyondan da yanasınız.
Çıkıp, bunu açık yüreklilikle söylersiniz: Biz, süreç
içerisinde, bu ülkede Türkçe dışındaki dillerin
azalmasını, kaybolmasını, yok olmaya doğru giden,
belki kültürel, otantik bir figür olarak kalma sınırında
korumaya alabileceğimiz bir yaklaşım içerisindeyiz. dersiniz.
En nihayetinde zaten, bu ülkede güya Kürtçeyle ilgili eğitim alanında
yapılan değişikliklere verilen ad yaşanan diller
adıdır, yani ölmesine izin verilmeyen ama geliştirilmesi için de
imkân sunulmayan dillerdir. Çünkü otantik, kültürel figürlerin de bir turizm
değeri vardır herhâlde.
Değerli
arkadaşlar, bu ülkede iş kazaları ise artık kaza kelimesi
ile tanımlanmanın ötesinde bir noktaya gelmiştir, iş
kazaları açıkça iş cinayetine dönüşmüştür. Son on
yılda, AKP iktidarı döneminde tam 11 bin emekçi iş kazası
yani iş cinayeti sonucunda yaşamını yitirmiştir. Bunun
yasal dayanaklarını, iş güvenliğini sağlayabilecek
denetimi ortadan kaldıran yasal dayanaklarını AKP Hükümeti
hazırlamıştır, denetimi ortadan
kaldırmıştır, istihdam konusunda
taşeronlaşmanın önünü açmıştır, hak arama
yollarını kapatmıştır, sendikalı olma
imkânını ortadan kaldırmıştır. Bütün bunlar da
iş kazası dediğimiz iş cinayetlerine davetiye
çıkarmıştır. Bu, açıkça, göz göre göre taammüden adam
öldürme suçuyla eş değer bir yaklaşımdır çünkü yasal
düzenlemeleri yapılmıştır, ortamı
sağlanmıştır, idari yönelimleri bu şekilde
olmuştur. Açıkça, işverenlere İşçiyi canınız
isterse öldürebilecek kadar çalıştırabilirsiniz. Önünüz
açık, elinizi tutan bir iktidar ve denetim mekanizması yoktur. Size
karşı mücadele edebilecek sendikaların kolunu kanadını
da kırdık. demiştir. Açıkça, işçileri, emekçileri
korumasız, kalkansız, sermayenin önüne âdeta arenaya atılır
gibi atmıştır. Karşılığında da 11 bin
emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.
Değerli
arkadaşlar, çocuk işçiliği de Türkiye'nin çok büyük bir
sorunudur. Bu konuda da İyileştirme yaptık. denilen bütün
laflara rağmen, ortada 1 milyonu aşkın sömürülen çocuk
emeği vardır. 6-17 yaş grubunda 1 milyonun üzerinde çocuk
ekonomik bir işte çalışmaktadır. Öğrenim
hakkını gereği gibi kullanamamaktadır.
Sağlıksız, korumasız, güvencesiz koşullarda,
sınırsız bir sömürü çarkının içerisindedir.
Bu nedenle, Türkiye'nin
çocuğa, kadına, emekçiye verdiği değer çok açık ve
ortadadır. On yıldır kesintisiz olarak tek başına
iktidar erkini elinde gasbeden, elinde tutan AKP iktidarı bu kesimlerin
tamamına düşmanca davranmaktadır.
Bunları söylerken biz
sadece politika olsun diye, kamuoyunda yankı bulsun diye söylemiyoruz.
Hayatın ta içinden, ta gerçeklerinden bakarak söylüyoruz.
Mevsimlik tarım işçileri sorunu bu
ülkede bir çocuk sömürüsü sorunudur, çocuğu eğitimden yoksun
bırakma sorunudur, çocuğu sağlıksız çevre
koşullarında yaşamaya mahkûm etme sorunudur. Bu konuda da zerre
kadar ilerleme kaydedilmemiştir.
AB ilerleme raporunda da bu durum açıkça
altı çizilerek ifade edilmiştir ve Türkiye, Avrupa ülkeleri
içerisinde çocuklar açısından en riskli ülke olarak
tanımlanmıştır. AKP Hükûmetinde Türkiye enlerle çok karşılaştı,
karşılaştığı enlerden birisi de budur:
Çocuklar açısından en riskli ülke sıfatıdır.
Değerli arkadaşlar, yine,
çözülemeyen Kürt sorunu nedeniyle de çok ağır bir faturayı
çocuklar ödemektedir. AKP Hükûmeti döneminde son on yılda tam 183 çocuk
Bunların her birinin tek tek adı, soyadı, olayın
yaşandığı yer kayıtlı bir şekilde insan
hakları kuruluşlarının elinde vardır. Tam 183 çocuk ya
güvenlik kuvvetlerinin hedefi olmuştur ya da askerî mühimmatın
kurbanı olmuştur. 183 çocuk, 183 Kürt çocuğu AKP Hükûmeti
döneminde yaşamını yitirmiştir ve bunlarla ilgili hiçbir
hukuki, yasal süreç de işletilmemiş, adaletin tecelli etmesi için de
kasıtlı davranış içerisinde olan ya da ihmal içerisinde
bulunan herhangi bir kamu görevlisine ceza verilmemiştir.
Değerli arkadaşlar, Pozantı Cezaevinde
yaşadıklarımızı ise anlatmaya dilimiz bile
varmıyor. Kürt çocuklarına karşı nasıl
ırkçı, ayrımcı, faşizan bir uygulamanın
yaşandığına, Pozantı Cezaevinde yaşananlar
kamuoyunda tartışıldığında hepimiz tanık
olduk gittik, yerinde de izledik, gördük.
Bu nedenle Bu Hükûmetin
yaptığı bütçeden bu halka hayır gelmez. sözünü boşuna
söylemiyoruz. Bu tür gelişmeler konusunda bir ilerleme kaydetmeyen bir
hükûmetin demek ki halk, insan, birey, toplum diye bir kaygısı yoktur;
çocuk, kadın, emekçi diye de hiçbir kaygısı yoktur.
Değerli
arkadaşlar, ben bu Hükûmetin biraz da Avrupa Birliği ve Orta
Doğu politikalarına dair bir iki şey söyleyip sonra da bu ülkede
çözüm nasıl olabilir, ona dair de görüşlerimizi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Hepimiz Türkiye'nin adım
adım bir savaşın içerisine sürüklendiğini biliyoruz. Kuzey
Afrikada ve Orta Doğuda halkların demokrasi ve özgürlük isteği
var. Otoriter rejimlerin değiştirilmesini isteyen halklar
gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ancak halkların
bu değişim isteğine, bu demokrasi isteğine yön vermek ve
kendi çıkarları için kullanmak isteyen güçler olduğunu da
biliyoruz, yaşanan gelişmelerden görüyoruz. Uzun uzadıya
diğer ülkelerdeki gelişmelere değinmeyeceğim ancak Suriyedeki
gelişmeler artık hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı
bir aşamaya gelmiştir. Açıkça Suriyeye yönelik askerî bir
müdahalenin eli kulağındadır. Son siyasal açıklamalar,
toplantılar, izahatlar açıkça bize bunu söylüyor. Suriyeye
önümüzdeki günlerde bir askerî müdahalenin önü açılacaktır ve Türkiye
de böyle bir askerî müdahalede yerini alacaktır. AKP Hükûmetinin
şimdiye kadar izlediği politikalar bunun ipucunu veriyor.
Bunları söylediğimizde AKP iktidarı dönüp bize diyor ki:
Esaddan yana mısınız? Aslında bu sözü söyleyebilecek en
son iktidar, en son siyasi parti AKP Hükûmetidir. Bu ülkede biz
otoriterliğin ne olduğunu, baskıcı yönetim
anlayışının ne olduğunu, zaman zaman faşizme
kadar varan uygulamaların ne olduğunu doğrudan
yaşıyoruz. Onun için Esadı savunmak gibi bir durumumuz asla söz
konusu olamaz.
Yine, Esad rejiminin
Suriyede halklara özgürlük getirmediğini, baskıcı, otoriter bir
rejim olarak değişmesi gerektiğini binlerce kez
tekrarladık, burada bir kez daha tekrarlıyoruz.
Ancak Bu nasıl
yapılmalı ve yerine ne inşa edilmeli? sorusunun
cevabını tartışmak zorundayız. İ şte, AKP Hükûmeti Esaddan
yanlısınız. diyerek bu iki soruyu
tartışmamızı önlemeye çalışıyor. Çünkü
kendisi açıkça oradaki birtakım çete faaliyetlerinin destekçisi
durumuna düşmüştür. Ayrıca demokratik bir Suriye geleceğine
dair de hiçbir işaret, hiçbir siyasi söylem göremiyoruz. Bu nedenle bu iki
konuyu sonuna kadar tartışmak ve bu iki konuda AKP Hükûmetinin içine
girdiği yanlışların karşısında olmak
hepimizin görevidir. Bu görevimizi de sonuna kadar yapacağız. Biz,
Suriyede tüm halkların, tüm kimliklerin, tüm inançların Suriyedeki
demokratik ulus anlayışıyla tüm farklılıkları
içinde koruyacak şekilde, demokratik bir yönetim imkânına
kavuşması gerektiğini savunuyoruz. Bunun için de orada
yaşayan Kürtlerin de bizim burada yaşayan Kürtlerin yakından
akrabası olan, bire bir hısmı, akrabası olan Kürtlerin de
en demokratik haklarını ve özgürlüklerini yaşabilecekleri yeni
demokratik bir Suriyenin inşasından yanayız. Ancak AKP Hükûmeti
ne yaptı? Başından beri politikasını bir Kürt
karşıtlığı üzerine kurdu, Kürtlerin kendi
imkânlarıyla yarattığı demokratik imkânları ortadan
kaldırabilecek bir söylemin sahibi oldu. Kürtlerin demokratik muhalefet
içerisinde temsil edilmesinin imkânlarını ortadan kaldırmaya
çalıştı, sadece ve sadece AKP Hükûmetinin politikalarına
hizmet eden bir noktaya çekmek için uğraştı.
Bugün Suriyede çok büyük
bir yıkım, çok büyük bir can kaybı vardır, bundan Esad
rejimi sorumludur ancak AKP Hükûmeti de izlediği yol ve yöntemlerle ortaya
çıkan bu tablodaki sorumluluğundan kaçınamayacaktır. Bugün
Suriyede kentler yerle bir olmuşsa, insanların evi başına
yıkılmışsa, binlerce insan yaşamını
yitirmişse, AKP Hükûmetinin izlediği politikada bunun payı
vardır, bunu da görmesi gerekiyor ve bundan sonra daha tehlikeli bir mecraya
sürükleniyor. Türkiye, kendisi doğrudan bir çatışmanın
içerisine girerse, bunun faturası hem Suriye için hem Türkiyedeki halklar
için çok daha ağır olacaktır. Bu yoldan kaçınması,
bölgesel bir savaş riski vardır, bu riski ortadan kaldıracak bir
politika izlemesi lazım. Yine, mezhep temelli bir savaş riski,
bölgesel mezhep temelli bir savaş riski vardır, bunu ortadan
kaldıracak bir politika izlemesi lazım. Yine, etnik
çatışmanın derinleşmesi riski vardır, bunu ortadan
kaldıracak bir politika izlemesi lazım.
Değerli
arkadaşlar, bu konuda biz, Suriyenin de ötesinde çok daha geniş bir
perspektifle bir çözüm öneriyoruz. Aslında,
tartışılması ve konuşulması gereken çözüm önerisi
budur çünkü tarih bize şunu göstermiştir: Orta Doğu bir
bütündür, Orta Doğunun bir parçasıyla oynamaya
kalkışırsanız, bütün parçalarında taşlar yerinden
oynar. Onun için, tüm Orta Doğuda demokratik halklar birliğini hedef
alan bir politika hayata geçirilmeli, tartışılmalı, bunun
için uğraşılmalıdır. Farsların da Kürtlerin de
Arapların da Türklerin de bugün azınlık hâline
düşürülmüş Ermenilerin, Asurilerin de haklarını güvence
altına alan yerel ve yerinden özerkliklerin güçlü olduğu, herkesin
kendisini yönetime katma imkânına sahip olduğu bir demokratik Orta
Doğu birliği, halklar birliğini savunmak lazım. Bunun
dışındaki politikaların tamamı çıkmaz yoldur.
Orta Doğuda bütün taşlar birbiriyle ilintilidir, birini yerinden
kaldırmaya kalkıştığınızda diğer bütün
taşlar da yerinden oynar ve sonu gelmez. Faturası da çok büyük, çok
ağır bir bölgesel savaş kendisini dayatabilir. Bu riski hiç
kimsenin almaması gerekiyor. AKP Hükûmeti şimdiye kadar izlediği
politika nedeniyle bu riski yeterince büyüttü, yeterince
yakınımıza getirdi. Türkiye her an bölgesel bir
savaşın içerisinde kendisini bulabilir, onun için bizim
çağırımız halkımızadır. Tüm halkları,
Türkiyede barıştan, çözümden, demokrasiden yana olan tüm
halkımızı, Orta Doğunun da barışından,
özerk yerinden yönetim modelinden yana tutum almaya davet ediyoruz. Bunu
yaparak savaş riskinden kurtulabiliriz. Aksi takdirde savaşı
çıkartan AKP Hükûmeti olur, faturasını ödeyen biz oluruz.
Ey sevgili
yurttaşlarım, bunu kulağımıza küpe etmeliyiz. Hiçbir
iktidar, hiçbir egemen, yaratılan savaşların ağır
faturasını ödememiştir. Evet, onların iktidarına fazlasıyla
mal olabilir ama bizim canımıza, varlığımıza,
özgürlüğümüze mal olacak kadar korkunç bir şeydir savaş. Onun
için, herkesin, bu savaş politikasına karşı ayağa
kalkması, sesini yükseltmesi, tüm Orta Doğuda özgürlükleri,
halkların kardeşliğini ve barışı savunan bir
politikayı zorlaması, hayata geçirmesi gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, bu Hükûmetin dış politikasının da
çöktüğünü hem Orta Doğudaki gelişmeler hem Avrupa
Birliğiyle olan ilişkilerden görüyoruz. En nihayetinde çok
önemsediğimiz, yüzümüzü döndüğümüz Avrupa Birliğinin
hazırladığı ilerleme raporunu bu Hükûmetin bir
bakanı çöpe atmıştır, yani Avrupa Birliği hedefini
çöpe atmıştır. Bu öyle basit eleştirileri beğenmeme
meselesi değildir, Biz Avrupa Birliği hedefinden vazgeçtik. demenin
dışa vurumudur, bunun sinyalleridir. Bu da Türkiyeyi büyük bir
çıkmaza sürükleyecek politikadır.
Değerli halkımız, ekonomi böyle, dış
politika böyle. Peki, içeride durum çok mu iyi, içeride siyaset nasıl
yürüyor, buna dair de birkaç şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, AKP iktidarı döneminde, tam
dört yıldır kesintisiz bir şekilde demokratik siyaseti
engellemek için siyasi bir darbe operasyonu yürütülüyor. Bu
fotoğrafın bir benzerini geçtiğimiz günlerde yine
yaşadık. Şu anda, son olarak Siirt, Batman ve Mardinde
yapılan siyasi soykırım operasyonlarında tam 87 kişi
gözaltına alındı ve gözaltına alınanlar içerisinde
-şurada eli kelepçeli gördüğünüz- Siirt Belediye Başkanımız
Sayın Selim Sadak da var. Sayın Selim Sadak 1994te bu Parlamentoda
siyaset yapma hakkı elinden alınıp on yıl cezaevinde
tutulan bir siyasetçi. Belediye başkanı seçildiği günden bugüne
de her gün siyasi olarak AKP Hükûmetinin baskısına ve taarruzuna
hedef oluyor. Parti kapatma cezasının faturasını da siyasi
yasaklı olarak, şu anda bağımsız belediye
başkanı olarak görevini yürütmek zorunda. Arkasından, defalarca,
yaptığı konuşmalar nedeniyle ceza verilerek belediye
başkanlığı düşürülmeye çalışıldı.
14 Nisan operasyonunda gözaltına alınıp sıraya dizildi, elleri kelepçeye vurulan Kürt
siyasetçilerinin yanında yine siyaset yapmaktan
uzaklaştırılmaya çalışıldı, şimdi yine
gözaltında. Bu tablo, bu fotoğraf Türkiye'de demokratik siyasete
vurulan kelepçenin fotoğrafıdır ve bu kelepçe hâlâ sökülmedi,
hâlâ her geçen gün AKP iktidarı Türkiye'de demokratik siyasetin tüm
çalışanlarını toplayıp cezaevine göndermekle
meşgul. Yaklaşık 10 bin Kürt politik tutsak, cezaevlerinde. AKP
Hükûmeti bununla Kürtleri demokratik siyasetten uzaklaştıracağını,
hak ve özgürlük taleplerinden vazgeçirebileceğini zannetti ancak
yanıldığını bu sene Nevrozda gördü. Yine, AKP
Hükûmetinin bütün baskıcı yöntemlerine, yasaklarına,
faşizan uygulamalarına
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Kışanak,
lütfen sözlerinizi toparlayınız.
Ek süre veriyorum.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) -
copuna,
gazına rağmen milyonlar sokaklara çıktı,
haklarını aradı.
Şimdi, bugünlerde
bizim dokunulmazlığımız üzerinden yeniden Kürtlerin
demokratik siyasetteki alanını daraltmaya yönelik bir
tartışma var. Hodri meydan diyoruz, dokunulmazlığın da
ötesinde bir şey öneriyoruz: Gelin halkın, vekilleri geri
çağırma yetkisini sağlayan yasal düzenlemeyi yapalım
-halkımıza gidip hesap vermeye hazırız, hemen şimdi-
yarın böyle bir yasal düzenlemeyi yapalım, gidelim seçmenimize, bize
oy veren, politikalarımızı beğenip bizi tercih eden, buraya
gönderen halkımıza soralım, istiyorlarsa değil
dokunulmazlık hemen milletvekilliğini bırakalım,
halkımız kimi istiyorsa onu seçsin, ona temsiliyet görevi versin.
Demokrasinin 1inci dersi, halkın verdiği görevi sadece ve sadece
halk alır. 1inci dersten sınıfta çakanlar hiçbir
sınıfı geçemezler. Halkın verdiği yetkiyi siz almak
isterseniz halkın yetkilerini ve halkın iradesini gasbetmiş
olursunuz, bunun adı da faşizmdir. Faşizmden medet uman varsa
buyursun yoluna devam etsin. Bizim yolumuz demokrasi ve barış yolu,
bizim yolumuz çözüm yolu, bizim yolumuz çözüm konusunda umutları büyütme
yolu, birileri varsın bu umutları köreltmek için, küçültmek için
istedikleri yolu tercih etsinler, yürüsünler. Ancak, o yolda yürürlerse
görecekler ki yine de kazanan barış, demokrasi ve çözüm olacak,
kaybeden de kendileri olacak.
Değerli
halkımız, zaten bu yönetimin kaybettiğini gösteren bir
fotoğraf da budur; Roboskinin fotoğrafı, Türkiye savaş
uçaklarıyla katledilen 34 sivil Kürt köylünün fotoğrafı. Daha bu
fotoğrafın hesabını vermeden BDPnin
dokunulmazlığını tartışmaya açmak tam bir
aymazlıktır. Ben vururum, öldürürüm, katlederim, hesabını
da vermem, özür de dilemem, para verir üstünü kapatmaya
çalışırım. anlayışı bir yıldır
iflas etti, bu katliamları yaşayanlar sizin paranıza tenezzül
etmedi.
Bir de, vicdanın
bittiği fotoğrafı göstermek istiyorum. Bu da AKP Hükûmetinin
yöneticilerinin bir cenazeye reva gördüğü uygulamadır. Bizim
vergilerimizle panzerler, TOMAlar cenazelerin üzerine tazyikli su
sıkıyorlar, bu da vicdanların bittiğinin 2nci
fotoğrafıdır. Bu nedenle, bizimle
uğraşacağınıza vicdanınızla baş
başa kalın daha iyi olur diyorum.
Hepinize
saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum.
Gruplar adına 2nci
söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Osmaniye
Milletvekili Sayın Devlet Bahçeliye aittir.
Buyurun Sayın Bahçeli.
(MHP sıralarından ayakta alkışlar)
MHP GRUBU ADINA DEVLET
BAHÇELİ (Osmaniye) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısını
görüşmek ve değerlendirme yapmak amacıyla bir araya gelmiş
bulunuyoruz.
Konuşmamın
başında, ekranları başında bizi izleyen aziz
vatandaşlarımızı ve muhterem heyetinizi şahsım ve
parti grubum adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bütçe ve kesin hesap
tasarısı müzakereleri hükûmet icraatlarının ele
alındığı, muhalefetin uyarı, tenkit ve önerilerini
dile getirdiği, devlete ve millete ait sorunların detaylı olarak
görüşüldüğü demokratik bir platformdur. Bütçe uzun bir sürecin
mahsulü olan hukuki bir belgedir. Aynı zamanda Meclis denetim ve
onayına tabi olduğundan siyasi, ekonomik aktivitelerin
dayanağı olduğu için de sosyal ve mali tarafı vardır.
Bir yıllık gelir
ve harcama tahmin ve hedefleri normal şartlarda yoğun
çalışma ve mesailerle belirlenmektedir. Zira, devletin
işleyişinde milletimize hizmet ve yatırımların
sunulması için başka bir seçenek bulunmamaktadır. Bütçe devlet
yönetiminin, toplumsal taleplerin ve ekonomi politikalarının
kılavuzu olarak kaynakların ve sarfiyatların seyrini ve yönünü
belirlemektedir. Bu itibarla, ülke yönetiminde, ekonomik sistemde ve millet
hayatında çok önemli bir yer işgal etmektedir. Aynı zamanda,
siyasi iktidarın niyeti, izleyeceği sosyal ve ekonomik
politikaların genel hatları bütçeyle anlam ve şekil
kazanmaktadır. Ancak AKP Hükûmetinin bütçeye bakışı,
bütçeye yaklaşımı ve bütçeden anladığı belirsiz
ve sorunludur. On yılı aşan tecrübelerimiz bize bunu
göstermektedir.
Dikkatlerinizi 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısıyla ilgili
bir konuya özellikle çekmek istiyorum. Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa
göre merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri için düzenlenecek genel
uygunluk bildiriminin, idarelerin faaliyet raporlarının, genel
faaliyet raporlarının ve dış denetim genel
değerlendirme raporunun dikkate alınarak hazırlanacağı
belirtilmektedir. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu
ile 6085 sayılı Sayıştay Kanununun ilgili hükümleri
gereği Sayıştayın düzenlemesi gereken dış denetim
genel değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme raporu, mali
istatistikleri genel değerlendirme raporu ve diğer ilgili raporlar
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. Ayrıca,
Sayıştayın 1995 yılından bu yana her yıl düzenli
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve kamuoyunun bilgisine sunduğu
Hazine işlemleri raporu da bu yıl gönderilmemiştir. Hükûmet
hesap vermekten kaçmakta, şeffaflıktan kaçınmaktadır. Bu,
demokrasiye ve millet iradesine aykırı bir niyettir. Türkiye Büyük
Millet Meclisinden rapor, bilgi ve gerçek manzara saklanmaktadır ve Hükûmetin
korktuğunun, çekindiğinin ve veremeyeceği hesabı
olduğunun en açık delilidir.
Hâlihazırda
görüşmekte olduğumuz 2013 yılı merkezî yönetim bütçesi AKP
hükûmetlerinin 11inci bütçesidir. Son on yılda, bütçe ve süreçleri
sıradanlaşmış ve heyecanını kaybetmiştir.
Koyulan hedeflere ulaşılamamış, verilen sözler
tutulamamış ve belirlenen amaçlara bir türlü varılamamıştır.
2012 yılı da
dâhil olmak üzere farklı yıllarda dönem sonundaki harcama
miktarlarının planlanan seviyeyi aşması,
dolayısıyla, bütçe kanununun
inandırıcılığını ve itibarını
yitirmesi münferit bir gelişme olmamıştır. Biz burada Türk
milleti adına bulunuyorsak, buna da içtenlikle inanıyorsak temsilcisi
olduğumuz muazzam kudretin hakkını, hukukunu ve beklentilerini
savunmaktan bir an olsun tereddüt göstermemeliyiz çünkü bu bütçede yetimimizin,
kimsesizimizin, yoksulumuzun, dar ve sabit gelirlimizin, çiftçimizin,
memurumuzun, esnafımızın, işçimizin, emeklimizin ve elbette
her vatandaşımızın payı vardır. Bütçenin her
aşamasında hükûmetin bu gerçekleri aklından
çıkarmaması bizim en halisane tavsiyemizdir.
Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; içinde bulunduğumuz zaman aralığını
anlayabilmek için geçmişe, geleceği tasarlayabilmek ve planlayabilmek
için ise dünle bugünün terkibine ihtiyacımız vardır.
Yaşadığımız çağa intibak zorlukları,
karşılaştığımız meselelere nüfuz etme
zafiyetleri ve muhatap kaldığımız çetrefillerle örülü
hadiselere karşı koyma acziyeti görülüyorsa, muhakkak ki bir yerlerde
hafife alınan hata veya sümen altı yapılmış gaflet
hâli vardır. Kabul etmeliyiz ki geçmişe takılı kalan,
tarihten husumet çıkaran toplum ya da milletler geleceğe emniyetli
bir şekilde gidemeyecek, gelecek iddialarını hayata
geçiremeyecektir. Bugünden ve yarından ümidini kesen yönetimler
geçmişin hassasiyetlerini taşıyarak kendilerine alan açmakta,
sebep oldukları cepheleşmeyle de tarihin yavaş ve durgun
akmasına kapı aralamaktadır çünkü mazide kalmış
olaylar yığınını bugüne taşıma istek ve
istidadında olan zihniyetler bocaladıkları sorunlardan ya bir
kaçışın ya da bir kurtuluşun
arayışındadır. Türkiye bu derin çelişkiyi on
yıldır yaşamakta ve vahim ölçüde bunalmaktadır. Hamaset
nutuklarının, yersiz ve temelsiz gündem
saptırmalarının, samimiyet, derinlik ve iyi niyetten mahrum
politik adımların ülkemizi kanser hücresi gibi
sardığını söylemek yanlış olmasa gerekir.
Bu manzaranın milletimizin lehine
olmadığı bariz bir gerçektir. Her defasında geçmişin
sinir uçlarına dokunmanın, geçmişle ilgili nifak
çıkarmanın kimseye bir şey sağlamayacağı
meydandadır. Güçlü milletler şüphesiz ne dününden ne de
tecrübelerinden ne de hatıralarından caymayacak ve
oluşturdukları gelecek tasavvurunun izinden de
ayrılmayacaklardır. Geçmişi etraflıca konuşarak sonuç
çıkarmak bir şey fakat geçmişe asılı kalmak, tozlu
raflarında bugünün açmazlarına, çelişki ve çoraklığına
bahaneler aramak başka bir şeydir. Türkiye, bu nedenle yerinde
saymanın hatta arkaya bakarak dikiz aynasından gelişmeleri
izleyerek ayakta kalmanın güçlüklerini yaşamaktadır. Söyleyecek
sözü tükenmiş, atacak barutu bitmiş ve üstelik ufku da
kararmış olanlar, sarsıntılarla dolu böylesi türbülansa göz
göre göre ülkemizi çekmişlerdir. Elbette tartışmak,
karşılaştığımız sorunlar hakkında fikir
üretmek, zamanlar arası denge ve uyum ölçeğine göre
yapılmalıdır. Dünden ibret alınmazsa,
yaşanmışlıklardan anlam ve sonuç çıkarılmazsa
makûs talih her seferinde tekrar başını kaldıracak, heyecan
ve heveslerin törpülenmesine, arzu ve amaçların berhava olmasına
hizmet edecektir.
Millet olarak son iki
asırdır, daha iyiye, daha güzele ve daha fazla refaha ulaşma
arayışımız hiç sonuçlanmamıştır.
Bildiğiniz gibi yüz yetmiş yıl önce Tanzimat konuşulmuş,
çağdaşlaşmanın hazır reçetelerine ısrarla kafa
yorulmuştur. Gerilemenin nedenleri, Batıya benzememekte, Batı
gibi olmamakta görülmüştür. Yenilgilerin, bozgunların, ekonomik
zorlukların ve toprak kayıplarının arkasındaki
asıl amiller başka yerlerde aranmış, olmadık
mecralarda taranmıştır. Hazır şablonlarla kudretli
günlere tekrar ulaşılacağı ve denenmiş yollarla
dikilen engellerin aşılacağı düşünülmüştür. Yüz
elli altı yıl önce Islahat gündeme getirilmiş ama emperyal
çarkın dişlileri arasında daha da sıkışmanın
önüne geçilememiştir. Düşünülmüştür ki başkasına
özenerek gelişmek mümkündür. Unutulmuştur ki klasikleşmiş
yöntemlerle sanayileşilebilir, askerî alandaki eksiklikler tamamlanabilir,
ekonomik ve sosyal ilerleme gerçekleştirilebilir. Gelin görün ki
bunların hiçbirisi olmadığı gibi,
bağımlılık ve zayıflık daha da
şiddetlenmiş, kuşatmasını daha da
sağlamlaştırmıştır. Doğunun hasta adamı
tabirinin önüne ne yapıldıysa geçilememiş, ne gayret
gösterildiyse de mâni olunamamıştır. Samimi ve iyi niyetli olsalar
da devrin yöneticileri, imparatorluğun yıkılan
sütunlarını ayakta tutamamış, bu hazin sonun önüne
geçememişlerdir. Yüz otuz yedi yıl önce Birinci Meşrutiyetin,
yüz dört yıl önce de ikincisinin peşine düşülmüş ama
arkası bir türlü gelmemiş ve ümit edilen gelişme ve güçlenme
dinamikleri ne acıdır ki yakalanamamıştır.
Yenileşme atakları, reform hamleleri, modernleşme
kararlılıkları, kalkınma çabaları ne kadar idealist
olsa da netice vermemiş, mutlu bir sonla
buluşamamıştır.
Küresel alandaki güç blokları,
teknolojideki gelişmeler, üretim sistemindeki hızlı
değişimler, sömürgeci düzenin iyice yerleşmesi, ticaret
yollarının aleyhimize çalışması, etnik huzursuzluklar
ve bağımsızlık hareketleri sorunlarımızın
temeli olmuştur. Ekonomik güçle desteklenmeyen askerî mücadeleler,
stratejik zayıflıklar, mali dengesizlikler, siyasi ve diplomatik
taahhütlerin tıpkı bugünkü gibi millî imkânlarla uyuşmaması
birçok badireye yol açmış, katlanması kolay olmayan maliyetlere
neden olmuştur.
Seksen dokuz yıl önce
de, bu kez, işgalci güçleri defedip sömürgeci anlayışı
canımız ve kanımız pahasına yenerek cumhuriyeti ilan
ettik, cumhuriyetin altında toplandık. Biliniz ki bu, Türk milletinin
son kararıdır. Bundan dönüş, sapış ve cayış
katiyen olmayacaktır. Federasyon özlemi çekenler, siyasal Kürtçülükten
medet umanlar, numaralı cumhuriyet sevdası taşıyanlar,
başkanlık rüyası görenler ve üniter yapımızı
bozmayı aklından geçirenler aynanın karşısında kendilerini
bir kez daha kontrolden geçirmelidir.
Altını çizerek
söylemek isterim ki dünün tecrübelerini,
karşılaştığımız olaylardan
çıkarılan sonuçları cumhuriyet havzasında
birleştirdik. Buradan, geleceğe emin, inançlı ve azimle
varmanın ilke ve esaslarını belirledik. Tarihimizi ve
coğrafyamızı değiştiremeyeceğimize göre, tüm
politikalarımız bu eksende tespit edilerek sabitlenmiş ve
başkent Ankara jeopolitiği Türkiye'nin gözü, vizyonu ve gelecek
ideali olmuştur ama geldiğimiz nokta, yapılanların, verilen
mücadelelerin, çekilen sıkıntıların birbirini
tamamlayamadığına ve tabii olarak birbiriyle
örtüşmediğine işaret etmektedir. Dönemler arasındaki
kopukluklar, birbirini dışlayan eğilimler, tezatlıktan
beslenen adımlar, bırakınız çözüm ve uzlaşma
ortamı sağlamayı, her şeyi daha da içinden
çıkılmaz hâle getirmiştir.
Millet olma şuurunun
farkına varamayan, güç ve kudreti bizatihi millî değerlerde göremeyen
ve kendisinden öncekileri ret ve inkârla vakit geçiren siyaset
anlayışları hem geleceğimizin ayak bağı hem de
varlığımızın problem merkezî olmuşlardır.
Diyorum ki: Bu millet ve bu devlet için, yeterli veya yetersiz, tam veya eksik,
kim taş üstüne taş koyduysa, amacına ulaşmasa da kimler
iştiyakla gecesini gündüzüne kattıysa Allah onlardan bir kere daha,
bir kere değil, bin kere razı olsun.
Geçmişin çok boyutlu
tahlil ve analizini yapmak yerine, kutuplaşma malzemesi olarak
kullanılması insaf ve vicdanla da bağdaşmayacaktır.
Bundan dolayıdır ki günün hassasiyet arz eden konu
başlıklarını kaşımak, farklı devirlere kin
ve öfkeyle yaklaşmak asla doğru olmayacaktır. Hele ki
Dersimdeki eşkıyalığı kutsamak, bu isyana haddini
bildiren millet iradesini zalimlikle suçlamak onurlu ve meşru bir
davranış görülmeyecektir. Eşkıya Rızayı övüp
zımnen Gazi Mustafa Kemali hedef yapmak, bir yanda cumhuriyete hazımsızlık
gösterenleri el üstünde tutup, diğer yanda koruyup ilerlemesi için
fedakârca mücadele edenleri önemsizleştirmek, ne akılla ne de millî
vicdanla izah edilmeyecektir. Bu gidişle Patrona Halile itibar iadesi,
Kabakçı Mustafaya da saygı gösterilmesi, emin olunuz ki, hiç
şaşırtıcı görülmemelidir. Türk devlet geleneğiyle
rabıtasını koparmışlar, Türk milletinin emanetleriyle
içten içe yollarını ayırmışlar biraz insafa gelip bu
gerçekler üzerinde düşünmelidir.
Millet olarak,
isyancılarla, hainlerle, sadakatte sınıfta
kalmışlarla, kardeşliğimizin yoluna mayın
döşeyenlerle ve ellerine şehit kanı bulaşanlarla
mahşere kadar da sürse hesabımız bitmeyecektir. (MHP
sıralarından alkışlar).
Değerli
milletvekilleri, Türkiyenin içinde bulunduğu sorunları üç ana
başlıkta toplamamız mümkündür. Birinci ve öncelikli olarak
bölücülük ve terör sorununun kaydettiği mesafe ve geldiği
aşamadır. Bu sorun öylesine kritik bir eşiğe
dayanmıştır ki bin yıllık kardeşlik hukukuyla
birlikte tüm millî ve manevi değerlerimiz taciz ve tahriklerle yüz yüze
kalmıştır. PKK terör örgütü verilen tavizlerle dirilmiş,
hain eylemlerini peş peşe sıralamıştır. Etnik
temelli bölücülük Hükûmetten gördüğü ilgi ve destekle
şımarmış ve zıvanadan çıkmış
durumdadır. Terör lobisi güç, imkân ve zemin kazanmış, hatta
başta Şemdinli olmak üzere ülkemizin bazı yerlerinde alan
hâkimiyeti kurma girişimine dahi kalkışabilmiştir. Bölücü
terör dayatmaları, talep ve zorlamaları maalesef belirli periyotlarda
cevap bulmuş, her taviz yenisinin kapısını aralamıştır.
Nihayetinde terör vahşi saldırılarıyla amacına ulaştığını,
doğal olarak, Hükûmeti sıkıştırdıkça,
saldırganlığını artırdıkça hedefine
varacağını görmüştür. Terörün yanlış
teşhisi, milleti etnik kimliklere geriletme inatları, Türkiyelilik
zırvaları, sözde Kürt sorununu tanıma hezeyanları, mücadele
yerine müzakerenin rehber seçilmesi muhatap olduğumuz sorunların
temelini teşkil etmiştir.
İlave olarak, anadil
eğitimiyle ilgili adımlar, anadil savunma talebinin
karşılanmasına dönük hazırlıklar,
teröristbaşını muhatap alan yanlışlar ve Kandille
kurulan pazarlık masaları mermi, mayın ve şehit olarak geri
dönmüştür. Yaşanan olaylar millet ve devlet bekasının
risklerle dolu bir mecraya geldiğini göstermektedir. Bize göre tehdit
büyüktür. Modern milletleri bir değer olarak yaşatan üç etken
vardır ki bunlar ülke, millet ve devlettir. Bugünkü aşamada bölücü
terör ilk olarak millet yapısında taviz istemekte, bu yolla yeni
taleplerin önünü açmak ve çok milletli yeni bir Türkiye oluşturmayı
amaçlamaktadır.
İkinci olarak da tavizi milletten
değil, ülkeden koparmak ve topraklarımızın ve
insanımızın bir kısmını dâhil ederek önce
özerklik, ardından federasyon, en sonunda da bağımsız
Kürdistanı kurmayı hedeflemektir.
Hükûmetin en büyük handikabı, bölücü
terörün istekleri karşılanırsa her şeyin düzeleceğine
inanması olmuştur.
Barışın, kardeşliğin sözüm ona bu yolla
sağlanacağı hesaplanmıştır. Böylesi bir
düşüncenin çıkmaz sokak olduğunu göremediği gibi,
ikazları da dikkate almamıştır.
Şimdi vicdanına güvendiğim, vatan
ve millet sevgisine itimat ettiğim çok sayıda başta AKPli
milletvekili ve diğerleri olmak üzere sormak istiyor ve kendi içlerinde
bir muhasebe yapmalarını temenni ediyorum: Üç yıl önce
demokratik açılım veya son hâliyle Millî Birlik ve Kardeşlik
Projesi ilan edilmiştir de terör saldırılarında bir azalma olmuş mudur? Sözde Kürt sorunu veya
Kürt kardeşlerimin sorunları sözlerinin bir faydası
görülmüş müdür? İmralıyla yüz sürmenin, Osloda masaya
oturmanın, Haburdaki karşılama törenlerinin acıdan ve
milletimizi hayal kırıklığına uğratmaktan
başka herhangi bir sonucu yaşanmış mıdır? Verilen
kararlılık mesajlarına, atılan adımlara, yapılan
görüşmelere rağmen askerimizin, polisimizin, korucumuzun ve masum
sivil vatandaşlarımızın şehadeti önlenebilmiş
midir?
Şu ibretlik manzaraya bakınız ki
müebbet cezaya çarptırılmış bir terör suçlusu, fiilen
siyasi aktör hâline gelmiştir, Kandili İmralıdan sevk ve idare
eder gibi bir statüye çıkmıştır. Bu Türk devleti adına
utanç değil de nedir? Açlık grevleri İmralı müdahalesiyle
durmuş, üstelik bu sayede ne talep edildiyse elde edilmiştir.
Daha kısa süre önce
Avrupa Parlamentosunun gözetim ve ev sahipliğinde iç meselelerimiz masaya
yatırılmış, terör meselesi bir hak arayışı
İmralının da çözüm adresi olarak takdim ve tanımı
yapılmıştır. Her fırsatta terörist mihraklar ve
yandaşları devlete, millete meydan okumuş, küstahlıkta
akıllara durgunluk veren bir seviyeye gelmişlerdir. Türkiyenin ve
Türk milletinin her tarafına dokunulmuş, her değeri
hırpalanmıştır.
Bunun için tekraren ifade
etmek isterim ki milletvekilliği dokunulmazlığı mutlaka
yeniden ele alınmalıdır, bu bizim içtenlikle beklentimizdir.
Dokunulmazlık güvencesi Türk milletine karşı olmayı,
dağda teröristlerle kucaklaşmayı korumamalı ve bunun
sığınağı olmamalıdır. Kabul edilmelidir ki
bu zamana kadar bu aziz milletin hiçbir ferdi dışlamaya ve
ötekileştirmeye maruz kalmamıştır. Kökeni, yöresi, mezhebi,
anasının dili ne olursa olsun Türk milletinin her ferdi bizim için
yeri dolmaz, eşsiz, saygın ve eşit özelliktedir. Hakkâriyle
İzmirin, Şırnakla Kırşehirin, Diyarbakırla
Balıkesirin kaderi çok şükür ayrı olmamış, ayrı
düşmemiştir. Terör gayrimeşru ve gayrikanuni bir yol olup sözde
hak ve hukuk alanına sırtını yaslayarak yurdumuzun bir
bölümündeki insanımızın temsilcisi gibi hareket etmesi
karşılık bulmamalıdır, bulmayacaktır. Bizim için,
bölücü terör sorununun üstesinden gelmek için tam saha mücadele etmek; terörün
insan, mali ve finansman kaynaklarını kurutmak acilen
sağlanmalıdır ve Kandil teröristlerin başına
yıkılmalıdır. Türk milleti ortak paydası altında,
Türk vatanı müşterek zemininde ve Türkiye çatısı içinde dün
olduğu gibi yarın da beraberce yaşama istek ve
arayışında olan herkesle kavuşmaktan, kaynaşmaktan ve
kucaklaşmaktan zerre kadar vazgeçilmemelidir. Bu şartlar altında
herkes eşittir Türkiyedir. Türkiye Türk milletinindir. Türk milleti de
Türk vatandaşlarının birlikte vücut verdiği muazzam
sosyolojik, kültürel ve tarihî hazinenin adı Ne mutlu Türküm diyene.
sözü de ırkı ve ırkçılığı dışlayan
bütünlüğün çağrısıdır. Unutmayınız ki bu
topraklar şehit kanıyla vatanlaşmıştır. Bir
metrekaresinde bile spekülasyon yapılması, tek insanıyla ilgili
farklı hayaller kurulması olmayacak duaya amin demekle
eşdeğerdir. Aklından zoru olanlar, şuurları
kapanıp da gözleri kararanlar aksini iddia ediyorlarsa Türk milletinin ne
yapacağını ve mukaddesadı uğruna nelere
katlanacağını tüm boyutlarıyla görecekler ve acı bir
şekilde de yaşayacaklardır.
Sayın milletvekilleri,
ülkemizin karşı karşıya bulunduğu ikinci ana sorun ise
dış politika eksenlidir. Uluslararası ilişkilerdeki
zikzaklar, stratejik körlükler, derin öngörüsüzlükler Türkiyeyi bölgesinde ve
küresel sistemde zor duruma düşürmüştür. Komşularla
sıfır sorundan alayıyla sorun yaşayan bir konuma gerilenmiştir.
Ecdadımızın atıyla gittiği yerlere Biz de gideriz.
anlayışı neredeyse başını dahi çıkaramayacak
bir duruma gelmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin bir bakanı Iraka
alınmamış, havada iken geri dönmek zorunda
kalmıştır. Bu, elbette öncelikle Irak yönetiminin
kabalığı ve densizliği olarak yorumlanmalıdır ancak
buna neden olan hükûmet politikalarını da ihmal etmemek
gerekmektedir. Bu ülkeyle ilişkiler dar alana
kıstırılmış, PKK himayecisi Barzani biricik dost
mertebesine çıkmıştır. Enerji anlaşmalarında
merkez olarak Irakın kuzeyi seçilirken bu ülkenin diğer yerlerindeki
temas ve beklentilerimiz ne yazık ki heba edilmiştir. Irak
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimiye destek verilip
ikametgah imkânı tanınması Irakla sürtüşmeleri
tetiklemiştir. Görünen odur ki Türkiye'nin Irak politikası iflas ve
imha sınırına dayanmıştır. Mezhep temelli
ayrılıklara taraf olmak, merkezî yönetimi baypas yapan münasebetler
ağı kurmak Türkiye'yi Irakla ihtilafa itmiştir. Bize göre, bu
eğilimleri terk etmek, Irakın toprak bütünlüğüne saygı
duymak ve mezhep konusunda tarafsız yerde durmak Türk dış
politikasının amaçları arasında yer almalıdır.
Bir diğer sorun
alanımız şüphesiz Suriyedir. Türkiye, Suriye konusunda tam bir
çıkmaza sürüklenmiştir. Batının teşvik, tahrik ve
desteğiyle Esad karşısında mevzilenen Hükûmetin Şam
yönetimiyle savaş sınırına gelmesi oldukça manidardır.
Suriye, geçtiğimiz haziran ayında bir eğitim ve keşif
uçağımızı düşürmüş ve 2 pilotumuzun hayatına
mal olmuştur. Bu ülkeden sınırlarımıza top mermileri
isabet etmiş ve vatandaşlarımızın can ve mal
güvenliği tesadüflere bırakılmıştır. Şimdiye
kadar Esada yönelik tehdit ve kuru gürültüler bir sonuç
doğurmamıştır ve Suriye politikası Türkiye'nin
sırtındaki kambur olmayı sürdürmüştür. Şam yönetiminin
devrilmesine, Esadın yönetimi bırakmasına tüm umutlar
bağlanmış ve ülkemiz geri dönüşü her geçen gün
imkânsıza yaklaşan bir tünele girmiştir. Bununla birlikte,
Suriyeden gelebilecek kimyasal başlıklı füzelere savunma
oluşturabilmek amacıyla Patriot füze talebi NATOya iletilmiş ve
kabul görmüştür. Sonuç itibarıyla, Türkiye-Suriye
sınırına Patriot füze rampaları yerleştirilmesi
konusunda düğmeye basılmıştır. Ortadoğunun
hassas ve sancılı ortamı göz önüne
alındığında, Türkiye'nin savunması ve güvenliği
bakımından füze konusundaki adımların doğru ve
mantıklı olduğu da açıktır. Şu işe bakınız
ki, Türkiye, bölgesinde tüm tehlike sinyallerinin kesiştiği,
istikrarsızlıkların kol gezdiği bir ülke hâline
gelmiştir. İşte sıfır sorun hikâyesinin vahim sonu
budur. Kim dost görüldüyse, kim kardeşlikle taltif edildiyse ve kiminle yakınlık
kurulduysa, bir süre sonra vazgeçilmiş ve yerini düşmanlıklar
almıştır.
Bizim son zamanlarda, NATO
Genel Sekreteri başta olmak üzere -ne hikmetse İzmire
taşınan- NATO Müttefik Kara Kuvvetler Komutanı ve Amerika
Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçisi tarafından ağız
birliği hâlinde dile getirdikleri bazı sözler, fazlasıyla dikkatimizi
çekmiştir. Peygamberimize karikatür yoluyla yapılan hakaretten
dolayı özür dilemekten imtina eden NATO Genel Sekreteri, iki aydan
beridir, değişik fırsatlarda Türkiyeyi korumaktan
bahsetmektedir. Buna, az önce ifade ettiğim isimler de koro
eşliğinde katılmışlardır. 4 Aralık tarihinde
Brükselde gerçekleştirilen NATO Dışişleri Bakanları
toplantısında da, Türkiye'nin nüfus ve topraklarını
savunmak ve korumak hususu gündeme getirilmiş ve karara
bağlanmıştır. Elbette NATO anlaşması
gereğince karşılıklı yükümlülükler vardır.
Türkiye de, yeri gelince ve yapılan anlaşmalar gereğince,
değişik ülkelere askerî personel göndermekte, buralarda görev
almaktadır. Ne var ki Türkiyeyi koruma ibareleri, şayet belirli
bir maksada yönelik değilse, son derece yaralayıcı, nezaketsiz
ve inciticidir. Büyük Türk milleti, son yurdunda yardım, himmet, himaye ve
korumayla bulunmamış, böylesi bir zilletle
bağımsızlığını elde etmemiştir. Bizi
korumaya almak kimin haddinedir! (MHP
sıralarından alkışlar) Bizim korunmamızı temin
etmek kimin yapabileceği bir şeydir! Türkiye, manda ve himaye
altına alınmıştır da bizim mi bilgimiz
olmamıştır! Türkiyenin konuşlandırılacak
füzelerle korunması demek, ciddiye alınmaması ve kuvvetinin
küçümsenmesi anlamına gelmektedir. Bizi korumak için değil, savunma
sistemine destek için NATOya başvurduğumuzu düşünmek ve inanmak
istiyoruz. Ülke olarak, NATO korunmasına alındığımıza
dönük iddialara hükûmetin tepki göstermemesi
kuşku ve güvensizliğimizi artırmaktadır. Türkiye, Allaha
şükürler olsun ki kendisini koruyacak ve kendi hayat hakkını
savunacak cesamet ve cesarete ziyadesiyle sahiptir. Bu sarih gerçeği,
büyük Türk milletinin gücünü birilerinin kafasına iyice sokmasında
sonsuz yarar vardır.
AKP Hükûmeti;
uluslararası nizamın adaletsizliğine, çarpık ve tek yönlü
işleyişine ve gevşek kurallar bütününe itiraz etmesinin
yanı sıra, NATOnun beyanlarına da karşılık
vermeli, İzmir merkezli planlanan faaliyetlerin neler olduğunu vakit
geç olmadan açıklamalıdır.
Bu aşamada son olarak
diyebilirim ki: Dış politikadaki sahip olacağımız güç,
ekonominin boyut ve etkisine, potansiyel rakiplere kıyasla askerî
imkânlara ve dışarıda güveni, içeride birliği temin ve tayin
edecek siyasi yaklaşımlara bağlıdır. Bir devletin
uluslararası klasmanda ve bölgesel bazda üstünlük ve sözü dinlenir
olmasının kıstası, bir çok meselede diğerlerinden daha
fazla aktöre tesir etmesi ve belirlemesi anlamına gelmektedir. Ayrıca,
dış politikada ihtiyat, kavrayış, derinlik önemli
olduğu kadar stratejik alanlar oluşturmakta hayati özelliktedir.
Kalıcı güç hâline gelmek, imtiyaz elde etmek, uluslararası
süreçlerde söz ve pay sahibi olmak her şeyden önce lafla değil,
ekonomik, siyasi, hukuki, demokrasi, sosyal ve beşerî gelişmelerle
paralel oluşmakta ve olgunlaşmaktadır. AKP Hükûmeti, ne üzüntü
vericidir ki dış politika hedeflerine ulaşamamış,
küresel projelerin yörüngesine tutunarak aktif ve ön alan bir pozisyona geleceği
yanılgısına kapılmıştır. Kuvveden fiile
geçemeyen Türkiyenin dış siyaseti ölümcül hastalığa
tutulmuş ve bu gidişle de hazin sonla tanışmaya aday
olmuştur.
İç politikada
demokrasi ve hukuk çıtası sürekli irtifa kaybederken, komşu
coğrafyalara bu alanlarda öğütler vermek, sanırım üzeri kapatılmaz
bir çelişki olarak anılacaktır. Kahiredeki insan hakları
ihlallerini görmeden, Tahrirdeki vicdansızlıkları fark etmeden,
Dohadaki baskıları gündeme almadan, Riyadtaki çifte
standartları itiraf etmeden demokrasi ve özgürlük demek, olsa olsa ahlaki
açıklığın ve tutarsızlığın ilanı
olacaktır. Bize göre, dış politika yeniden gözden geçirilmeli,
Türkiyenin millî menfaatlerine göre yeniden koordinatları tespit
edilmelidir. Çare, başkent Ankaranın çizgisinden, gereklerinden
ayrılmamak, BOPla en yakın zamanda yolları
ayırmaktır.
Değerli
milletvekilleri, üçüncü ve son ana sorun da, ekonomik tablosu ve bu minvalde
yaşanan sıkıntılardır. Türkiye ekonomisi,
ağır hasarlı üretim yapısı ve cari açıkla zar zor
büyüyebilen, istihdam üretmeyen ve yabancı ülkelerin tasarrufuyla soluk
alıp veren bir görünümdedir. İzlenen yanlış ekonomi
politikaları büyüme ivmesini inişli çıkışlı hâle
getirmiştir. Hedefler tutmamış ve yıl içinde devamlı
surette revize edilmiştir. 2012 yılının üçüncü üç
aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre büyüme
oranı beklentilerin gerisinde kalarak yüzde 1,6 oranına
düşmüştür. Bu yıla ait büyümede büyüme hedefi yüzde 4 olarak
tahmin edilmesine rağmen, sonrasında yüzde 3,2ye indirilmiştir.
Bu yılki büyüme hedefi ise 2013e aktarılmıştır.
Bilindiği üzere 2014 ve 2015 yılları için büyüme hedefleri ise
yüzde 5 olarak açıklanmıştır. Ekonomi yönetim
arasındaki gaz-fren tartışmaları da sonuçsuz polemik ve
zaman kaybından başka bir manaya gelmemiştir. AKP iktidarı
döneminde büyüme hızı yıllık ortalama yüzde 5,3 olarak
kalmıştır. Orta Vadeli Program hedefleri de hesaba
katılırsa yıllık büyüme oranı yüzde 5e tekabül
etmektedir. Takdir edeceğiniz üzere bu seviye, Türkiyenin
gelişmiş ülkelerle var olan farkını kapatmasına ve
hatta muadil ülkeleri geride bırakmasına kâfi gelmeyecektir.
Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan büyüme hızı da
yıllık ortalama yüzde 5 düzeyindedir ancak uygulanan politikalar
açısından bir farklılık bulunmamaktadır.
Daha önce üreterek ekonomik
büyüme sağlanırken son on yıldır satarak, borçlanarak,
ithalat yaparak söz konusu büyüme hacmine
ulaşılmıştır. Kaldı ki
başkalarının tasarrufuyla, ithalatla, yüksek maliyetli
sıcak para ve borçlanmayla sağlanan ekonomik büyümenin
vatandaşımıza yansıması da olumsuzlukları
getirmiştir. Cari açık vererek büyüyen ekonomik sistem
kalıcı iyileşme sağlayamamış, feryatları
dindirememiş, ihtiyaçları giderememiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla cari açığın
en önemli kaynağı olan dış ticaretteki gedikler önümüzdeki
yıllarda da artarak devam edecektir.
Başbakan Erdoğan,
değişik ortamdaki açıklamalarında ihracat
performansıyla iftihar etmekte, devamlı olarak
alışkanlık hâline getirdiği dün-bugün
kıyaslamalarıyla vakit geçirmektedir. Bilhassa 20 Kasım 2012
Meclis grup konuşması bizim için üzerinde durulmaya değerdir.
Kendisi bu konuşmasında özetle şöyle demektedir:
Cumhuriyetimizin kurulduğu yıl 1923te Türkiyenin toplam
ihracatı 51 milyon dolardı. 1924te Türkiye'nin toplam ihracatı
82 milyon dolardı. Yetmiş dokuz sene sonra, 2002 yılında
Türkiye'nin ihracatı 36 milyar dolar. Bugün, o dönemleri şöyle kenara
koyuyorum, sadece geriye dönük on iki aylık ihracatımızı
söylüyorum; 148 milyar doları aşmış durumda. 1924 yılında
bir yılda gerçekleştirdiğimiz ihracatı şu anda biz
beş saatte gerçekleştiriyoruz.
Şüphe etmeyiniz ki biz
milletimiz lehine yapılan her iyi ve olumlu icraatın destekçisi olur,
bunu da alkışlarız. Sayın Başbakanın, bugünü
kefil göstererek geçmişi ucuzlatmaya çalışması, yapılanları
hasıraltı eden tutumu bizatihi kendisinin geçmişteki sözleriyle
tenakuzlar arz etmektedir. Şahsının on dokuz yıl önceki
şu sözleri zannediyorum her şeyi açıklamaya ve bugünkü sözlerini
boşa çıkarmaya tamamıyla yetecektir, Sayın Başbakan
diyor ki: Ekonomide 1923te dünyada 6ncı sıradayız, bugün
46ncı sıraya düşmüşüz. 1924 yılında 1 dolar 90
kuruş, sene 1993 1 dolar 9 bin liranın üzerinde. O gün istihdam
noktasında açığımız yokken bugün resmî
açığımız 4,5 milyondur. O günü o günkü dünya ölçülerine,
bugünü ise bugünkü dünya ölçülerine göre değerlendirmek durumundayız.
Dolayısıyla O gün fabrikamız yoktu, bugün var. dememiz bir
şey ifade etmez. Bu sözler aynısıyla, tıpkısıyla
ve her şeyiyle Sayın Başbakan Erdoğana aittir. Demek ki
1924 yılının tümünde gerçekleştirilen ihracatın
şu anda beş saatte yapılmasının bir ehemmiyeti yoktur.
Zira, dönemler arasındaki ölçüler çok farklıdır. (MHP
sıralarından alkışlar) Böylelikle iddialı
çıkışlar duvara toslamış, ekonomiyi şuradan
buradan getirdik sözlerinin boyası dökülmüştür. Şimdi, biz,
Başbakanın hangi sözüne inanacağız, hangi sözünü ciddiye
alacağız? 1923 yılının övünmesine mi, 1923
yılını küçük gören ve daha da ileri gidip iktidarından
önceki 79 yılı yok farz etmesine mi itibar edeceğiz?
Savaştan çıkan bir millet olarak 1923 yılında dünyanın
en büyük 6ncı ekonomisi olduğumuzla mı gururlanacağız
yoksa bugünkü şartlarda 16ncı sıraya gerilemekten dolayı
üzüntü mü duyacağız? Cumhuriyetin 100üncü yılında
dünyadaki ilk 10 ekonomiden birisi olmayı yeterli mi göreceğiz yoksa
daha cumhuriyetin 1inci yılında ilk 6 arasında nasıl olur
da bu seviyelere geldiğimize mi kafa yoracağız? Sayın
Başbakanın geçmişi silen, hükümsüz ve değersiz kılan
yaklaşım ve düşünceleri, yine kendisinin fikir ve
mülahazalarıyla aşınmış ve anlamsız
kalmıştır.
Yeri gelmişken, büyük Türk
düşünürü Yusuf Has Hacipin her zaman dile getirdiğim şu sözleri
üzerine herkesi bir kez daha değerlendirme yapmaya davet ediyorum:
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. İnsanın süsü yüz, yüzün süsü
gözdür. İnsan sözünü diliyle söyler. Sözün iyi olursa yüzün de parlar.
Değerli
milletvekilleri, işsizlik, hâlâ önemli ve aşılamamış
bir sorun olarak varlığını muhafaza etmektedir. Her ne
kadar resmî işsizlik yüzde 8,8 düzeyinde ise de gerçek fotoğraf
bundan bir hayli farklıdır. İşsiz sayısına
iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ilave
edildiğinde işsizlik oranının yüzde 16,1e yükseldiği
görülecektir. Ayrıca daha da endişe verici husus ise iş bulma
umudunu kaybetmiş, işsiz kardeşimizle ilgilidir. Ne
acıdır ki bugün Türkiyede TÜİK rakamlarına göre 632 bin
kişi iş bulma umudunu kaybetmiştir. Buna istatistiklere
yansımayanları da eklediğimizde karşımıza
korkutucu bir manzara çıkmaktadır.
Son on yıldır
iş bulma ümidini kaybedenlerin sayısı 9 kat
artmıştır. Bu hazin durum bile Türkiye ekonomisinin ne kadar
yanlış yönetildiğini kanıtlamaktır. Ekonomi, borçlanma
yoluyla geleceği ipotek altına alınmıştır.
AKP hükûmetleri döneminde
Türkiyenin merkezî yönetim borç stokunda önemli artışlar
kaydedilmiştir. Yalnızca altı yıl öncesiyle mukayese
etmemiz bile acı gerçekleri ortaya çıkarmaya yetmiştir. 2006
yılında 251,4 milyar TL olan iç borç stoku, 2012in ilk on ayı
itibarıyla 391,3 milyar TLye ulaşmıştır, iç borç
stokunda artış yüzde 55,6dır. Merkezî yönetimin toplam borç
stoku da 2006dan 2012ye yüzde 55,5 oranında yükseliş
göstermiştir.
Türkiyenin dış
borcu, 2012 2nci çeyreği itibarıyla 325,5 milyar dolara
çıkmıştır.
AKP döneminde kamunun
dış borcu 86 milyar dolardan 111 milyar dolara, özel kesimin de
dış borcu ise 44 milyar dolardan 212,5 milyar dolara yükselmiştir.
Özel kesimin dış borçlarının 84,3 milyar doları
bankalara, 128,2 milyar doları da reel sektöre ait bulunmaktadır.
Türkiye borçlanmakta ve borca batmaktadır.
Vatandaşlarımızın
hâli de doğal olarak çok kötü durumdadır. 2002ye kıyasla bugün
tüketici kredisi kullananların sayısı 8 kat, tüketici kredisiyle
kredi kartı borcu toplam 9 kat, toplam tüketici kredisi miktarı 62,6
kat, kişi başına kullanılan ortalama tüketici kredisi
miktarı 8 kat, takibe düşen toplam tüketici kredisi miktarı 76
kat artmıştır.
AKP hükûmetleri döneminde
ekonomideki yabancılaşma eşik ve sınırları çoktan
aşmıştır. Otomotiv, telekom ve bilgisayar sektöründe
yabancı payı yüzde 50ye yaklaşmıştır. Enerjide
dışa bağımlılık had safhada olup, ara malı
sanayisi büyük ölçüde ithalatla karşılanmaktadır. Borsada
işlem gören hisse senetlerinin yüzde 64ü yabancı
yatırımcıların elinde bulunmaktadır. Aynı
şekilde bankalarımızın yarıdan fazlası,
sigortacılık sektörümüzün tamamına yakını
yabancıların eline geçmiştir. Türkiye ekonomisi
yabancılaşarak büyümüş, borçlanarak nefes almış,
üretmeden tüketerek istikrar masallarının aktörü olmuştur. Bu
şartlar altında IMFye borcun hemen hemen kalmadığı
sıklıkla dile getirilmekte, bununla da yetinilmeyerek bir de üstüne 5
milyar dolar borç verildiği söylenmektedir. Bunun bir göz boyama ve
aldatmaya dönük kurnazlık olduğu nedense hep pas geçilmiştir.
Veren el olduk.
sözlerinin sahipleri, ne kadar ilginçtir ki, memura, işçiye, çiftçiye,
emekliye gelince cimrileşmekte, zam furyasıyla ve vergi
artışlarıyla açıklarını kapatmaktadır. Bu
çerçevede yoksulluk da dayanılmaz ve katlanılmaz noktaya gelmiş
durumdadır. Tarım sektöründe sayıları 20 milyon
civarındaki çiftçimiz ve emekçimiz, 10 milyon 300 bin emeklimiz, 9 milyon
900 bin yeşil kartlımız, 5 milyonun üzerindeki asgari
ücretlimiz, 1 milyon 250 bini aşan 2022 sayılı Kanuna göre
aylık bağlanan yaşlı ve engellilerimiz; 2,5 milyon
işsizimiz yoksullukla cebelleşmekte, gelir
dağılımındaki adaletsizlikle perişanlık
yaşamaktadır.
Kim ne derse desin, Türkiye
ekonomisi adı konulmamış ve ilanı da
yapılmamış bir krizi yaşamaktadır. Bu döngü bitmeden,
ekonomi üretken bir yapıya bürünmeden, AKP Hükûmetinin gelişme,
kalkınma ve istikrar sözleri karşılıksız kalacak, bu
sözlerin muhatapları mahcubiyetten kurtulamayacaktır.
Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; 2013 yılı merkezî yönetim bütçesi
hakkında geniş ve ayrıntılı değerlendirmeyi parti
grubumuzdan değerli arkadaşlarım yapacaklardır. Fakat şu
kadarını söyleyebilirim ki, daha öncekiler gibi gelecek yıl
bütçesi de ümit verici değildir. Milletimizin sorunları yine bitmeyecek; ekonomik, sosyal ve mali
meseleler yine azalmayacaktır. Bu bütçe, zafiyetin ve
başarısızlığın tescilidir. Yokluğun,
yoksulluğun ve işsizliğin devamına delalettir. Yükselen bütçe ve cari açıkla birlikte
artan hayat pahalılığı,
vatandaşlarımızın önümüzdeki süreçte de ekonomik olarak
hırpalanacaklarının ve eziyetlere maruz kalacaklarının
âdeta ilanıdır. Görüştüğümüz gelecek yıl bütçesi,
fahiş zamların, vergi kanalıyla ceplerin
boşalmasının resmiyet kazanmış hâlidir. Bu yüzden,
2013 yılı bütçesinin, tutarlı, samimi, donanımlı
olmadığından dolayı, milletimizin biriken
ihtiyaçlarını ve artan şikâyetlerini gidermesi de mümkün
olmayacaktır.
Sonuç
itibarıyla, 2013 yılı bütçesi bize göre, güvensiz, temelsiz ve
mahzurlarla doludur. Türkiyenin kalkınması, ekonomide yeni
çığır açması için umut verici bir iz ve emare de
taşımamaktadır.
Bu duygu ve
düşüncelerle 2013 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Ekranları
başında bizi izleyen aziz vatandaşlarıma en derin hürmet ve
sevgilerimi sunuyorum. Konuşmama son verirken hepinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Bahçeli.
Söz
sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve
İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğluna
aittir.
Buyurun
Sayın Kılıçdaroğlu. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
CHP GRUBU
ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin bir bütçesini daha
görüşüyoruz.
Bütçe hakkı, insanoğlunun mücadele
verdiği ve elde ettiği en önemli haklardan birisidir. 1215
yılında Magna Carta ile başlayan mücadele hâlâ devam ediyor.
Kralın vergi koyma yetkisini halkın temsilcilerine verme
mücadelesidir bu mücadele. O nedenledir ki mücadele başarıyla
sonuçlanmış, sadece İngilterede beş yüz yıla
yakın bir mücadele yapılmış, 1789 Fransız İhtilali
ile perçinlenmiş ve günümüze kadar devam etmiştir. O nedenle, bütçe
hakkı temel bir haktır, demokrasinin ayrılmaz bir
parçasıdır.
Bizde ilk kez 1876 Kanun-i Esasî ile kabul
edilmiştir. Dolayısıyla, bütçe hakkından Parlamentonun
vazgeçmesi mümkün değildir. Bütçe hakkını güçlendirmek,
Parlamentonun denetim yetkisini güçlendirmek özel yasalarla
sağlanmıştır. Daha önce Muhasebei Umumiye Kanunu vardı
ama daha sonra, Parlamentonun da benimsemesiyle, hemen hemen oy birliğiyle
bu Parlamentodan Kamu Mali Yönetimi ve Mali Kontrol Yasası
çıktı.
Değerli arkadaşlarım, bu
yasanın 1inci maddesi şu: Kamu kaynaklarının etkili,
ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesini ve
kullanılmasını, hesap verebilirliğini ve mali saydamlığını
sağlamak üzere bu yasa çıkarılmıştır. diyor. Bu
yasanın 5inci maddesi şu: Kamu mali yönetimi Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bütçe hakkına uygun şekilde yürütülür. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun şekilde kamu mali yönetimi
yürütülür. diyor, yani Bütçe hakkı Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
diyor ve bütçe hakkının özü yürütme organının yani arkada
oturan Bakanlar Kurulunun Parlamentoya hesap vermesi demektir. Ne diyor onu,
nerede yazıyor bu? Yine, aynı yasanın 8inci maddesi: Hesap
verme sorumluluğu. Yetkililer Parlamentoya geleceklerdir ve hesap
vereceklerdir.
Değerli arkadaşlarım, peki,
bütçe nasıl başlıyor, düğmeye ne zaman basılıyor?
Onunla ilgili düzenleme de yasanın 16ncı maddesinde: Merkezî
yönetim bütçesinin hazırlanma süreci Bakanlar Kurulunun en geç eylül
ayının ilk haftası sonuna kadar toplanarak Orta Vadeli
Programı kabul etmesiyle başlar. Orta Vadeli Program aynı süre
içinde Resmî Gazetede yayımlanır. diyor.
Değerli arkadaşlarım, bir
siyasal iktidarın Parlamentoya saygı duyması için, bir siyasal iktidarın, Yasal
zeminde çalışıyor. diye bizim inanmamız için Parlamentonun
kabul ettiği yasalara uyması gerekir. Yasalara uymayan bir Bakanlar
Kurulu veya bir hükûmet açıkça yasa dışı işlem
yapıyor demektir. Daha önce bu Parlamentoya bütçeler gelirken mayıs
ayının sonuna kadar Orta Vadeli Programın yayınlanacağı
söylenirdi, yasa öyleydi ama 2006 yılında on üç gün gecikmeyle
yayınladılar, 2007de yirmi bir gün gecikmeyle yayınladılar,
2008de yirmi sekiz gün gecikmeyle yayınladılar, 2009da -artık
iş başını aldı- yüz sekiz gün gecikmeyle yayınladılar,
2010da yüz otuz iki gün gecikmeyle yayımladılar, 2011de yüz otuz
beş gün gecikmeyle yayınladılar. Her seferinde eleştirdik.
Sonunda bir kanun hükmünde kararnameyle değiştirdiler. Eylül
ayının ilk haftasında yapacağız. dediler. Uydular
mı? Yine uymadılar. Otuz yedi gün gecikmeyle yayınladılar.
Eğer bir hükûmet kendi çıkardığı yasaya uymuyorsa bu
hükûmete ne denir? Sayın Başbakana sesleniyorum: Sayın
Başbakan, bu kürsüye birazdan geleceksiniz, öyle 1930lardan, 1940lardan
falan söz ederseniz eyvallah, edin ama niçin otuz yedi gün gecikmeyle
yasayı ihlal edip programı
açıkladığınızı burada açıklamak
zorundasınız. Ben bekliyorum bunun yanıtını. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu bütçeyle beraber kesin
hesap da geliyor. Kesin hesap ne demektir? Bütçede çıkan, parlamentonun
kabul ettiği bütçenin ne ölçüde uygulandığını görmek
için kesin hesap gelir. Bütçe, hedefleri gösterir; kesin hesap, adı
üstünde, hesapların doğru olup olmadığını,
tutulup tutulmadığını, muhasebesinin yapılıp
yapılmadığını, harcamaların yasalara göre
yapılıp yapılmadığını belirler. Peki, bütçe
hakkını kullanan parlamento, denetim yetkisini nasıl kullanır?
Sayıştay aracılığıyla kullanır.
Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu harcamalarını
denetler. Muhatap olduğu organ Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve bir
anayasal kurumdur ve 1862 yılından beri bu uygulama böyledir.
Osmanlıdan geliyor bu uygulama. Atalarımızı seviyoruz,
atalarımızın yaptığı doğru şeylere de
sahip çıkmamız lazım. 1862de Sayıştay kuruldu kamu
harcamalarını denetlemek üzere, geldiğimiz noktaya bakın
değerli arkadaşlarım.
Sayıştay
Yasasının 1inci maddesini okuyorum, nedir Sayıştay:
Kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları
çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılacak
denetimlerden sorumludur. Bizim adımıza denetim yapıyor, bütün
milletvekilleri adına denetim yapıyor. Ve Sayıştayın
görevleri arasında 5inci madde şöyle yazar: Türkiye Büyük Millet
Meclisine doğru, yeterli, zamanlı bilgi ve raporları sunar.
Bizim tek tek denetim yapma hakkımız var ama tek tek denetim
yapamayız. Bizim adımıza denetim yapmakta
profesyonelleşmiş bir kuruluş var -bütün demokrasilerde
böyledir- ona diyoruz ki: Git denetim yap ve raporunu bize sun.
Denetimin amacı,
34üncü madde: Bizim görevimiz Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna
güvenilir ve yeterli bilgi sunulmasıdır. diyor. Denetimin
amacı da budur. diyor.
Yeterli raporlar sunulacak
mı? Bir yasa çıktı, bu Parlamento kabul etti o yasayı. Yasa
oy birliğiyle çıktı, altını çiziyorum, oy
birliğiyle çıktı. Sayıştay, bize, bütçe yasası
kesin hesap yasa tasarısı geldiğinde bu raporları
getirecek. diyor. Ne raporları? Dış denetim genel
değerlendirme raporu, geldi mi? Gelmedi. Kamu iktisadi teşebbüsleri
hariç olmak üzere, sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait
olan kuruluşların raporları gelecekti, geldi mi? Gelmedi.
Faaliyet genel değerlendirme raporu, geldi mi? Gelmedi.
Değerli
arkadaşlarım, Sayıştay Yasasının sonunda
Raporları Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. diyor, Sunabilir.
demiyor. Takdir yetkisi yok. Sayıştay raporları bütçeyle beraber
bu Meclise gelmek zorundadır.
Ben, Adalet ve
Kalkınma Partisinin değerli milletvekillerine seslenmek istiyorum:
Saygıdeğer milletvekilleri, bütçe harcamalarının doğru
yapılıp yapılmadığını Sayıştay
denetleyecek, rapor gelecek ve biz ona göre oy kullanacağız. Gelmeyen
rapor dolayısıyla, getirilmeyen rapor dolayısıyla,
saygıdeğer milletvekilleri, nasıl el
kaldıracaksınız Bu yasa doğrudur. diye? Nasıl el
kaldıracaksınız? (CHP sıralarından alkışlar)
Vicdanlarımızı
kilitlemeyelim. Bu Hükûmet, burada oturan Hükûmet, görevini yapmıyor bu
Hükûmet. Rapor gelecek, ben, kamu harcamaları nasıl yapıldı
diye
Rapor yok, E, bunu oylayın ve onaylayın. Niçin? Benim AKPli
askerlerim var, onlar gelirler, ben işaret ederim el
kaldırırlar, işaret ederim ellerini indirirler.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Öyle bir şey yok.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Böyle bir yasama organı olmaz. (CHP sıralarından
alkışlar) Yasama organına önce yürütme organı saygı
duyacaktır ve raporlarını buraya getirecektir. Raporu görmeden
ben nasıl kesin hesap kanununu eleştireceğim? Efendim,
değişiklik yaptık, kanun hükmünde kararnameyle düzenleme
yaptık. O nedenle yetişmedi raporlar. Ne demektir bu? Siz hiç
kabahatin böyle itiraf edildiğini duydunuz mu arkadaşlar? Ne demektir
bu? Plan Bütçe Komisyonunda bir aydır görüşülüyor.
Sayıştay
Yasasında değişiklik yaptınız. Sayıştay
Yasasının 25inci maddesi şöyledir: Sayıştay
Yasasında yapılacak değişiklikler dolayısıyla
Sayıştay Genel Kurulunun görüşü alınır.
Alındı mı? Sayın Başbakan, size 2nci sorum: O kanun
hükmünde kararnameyi çıkarırken Sayıştay Genel Kuruluna
sordunuz mu, sormadınız mı? Sormadıysanız, siz
Sayıştayı da tanımıyorsunuz. Böyle devlet mi olur?
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı görüşülüyor burada çünkü bir çocuk
doğduğu andan itibaren vergi verir, doğduğu andan itibaren.
Bulaşık yıkarsınız vergi ödersiniz, mama alırsınız
vergi ödersiniz, otobüse binersiniz vergi ödersiniz. Parlamentonun bütçe
hakkı çok kutsal bir haktır, demokrasilerin çıkış
noktasıdır bu nokta. Siz bu noktada, kamu harcamalarını
Meclis adına denetleyen kurumun raporlarını getirmiyorsunuz.
Böyle bir şeyi kabul etmeyiz.
Ve çok daha üzüldüğüm
bir nokta değerli arkadaşlarım: Plan Bütçe Komisyonu Sözcümüz
orada. Bu arkadaşlar komisyon sözcülüğünü nasıl yapıyorlar
merak ediyorum. Tartışma açıldı burada, usul
tartışması açıldı. Komisyon sözcüsünün verdiği
yanıt şu: Efendim, bu konu Plan Bütçe Komisyonunda da itiraz konusu
yapılmadı, gündeme gelmedi. İnsaf arkadaşlar, insaf!
Meclisin huzurunda gerçek dışı konuşmak bir komisyon
sözcüsüne yakışmaz. Tutanakları getirttim, bir
arkadaşımız, CHPli milletvekili arkadaşımız Bu
raporlar gelmeden olmaz. diyor, Görüşemezsiniz. diyor.
Sizin partinizden Komisyon
Başkanının ifadesini okuyorum; ifade değil de
açıklamalarını okuyorum: Evet, Genel Uygunluk Bildirim;
dışında bu yıl bize intikal etmesi gereken Dış
Denetim Genel Değerlendirme Raporu, Faaliyet Genel Değerlendirme
Raporu ve Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu bize
ulaşmamıştır. Bu, tamamıyla bize ulaşması
gereken, mutlaka ulaşması gereken raporlardır. Ben
söylemiyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin Değerli Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanı söylüyor bunu. Mutlaka ulaşması gereken
raporlardır. diyor.
Şimdi, Sayın
Başbakan, siz bu kürsüye gelin, o raporlar Sayıştaydan niye
gelmedi, bize bir açıklayın. Öyle, yasa çıkardık, kanun
hükmünde kararnameydi
Bunlara karnımız tok. Gerçek nedir, ben o
gerçeği öğrenmek istiyorum. Yasa burada. Gelmesi gerekir; bütçeyle
beraber gelmesi gerekir. Bu yasa değişti mi? Değişmedi. O
zaman gelecek, biz göreceğiz. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını
korumak için biz bunu görmek zorundayız. (CHP sıralarından
alkışlar) Aksi hâlde, bu, meşru olmayan bir
tartışmadır, gayrimeşru bir tartışmadır o
zaman bu.
Değerli
arkadaşlarım, 1215 yılında Magna Cartayla başlayan
mücadele hâlâ devam ediyor. demiştim. Bu mücadeleyi, Parlamentoya gölge
düşürmek isteyen yürütme organına karşı yapmak
zorundayız. Yürütme organı getirecek onları buraya. Biz
Parlamentoda tartışırız, kabul ederiz, reddederiz, o
ayrı bir şey ama yasalara uyması gereken organ, arkamda oturan
organdır. Parlamentonun iradesine saygı duyması gereken organ,
arkada oturan organdır. Ya bu yasama organı hiçbir işlev
yapmıyor ya da yürütme organı Yasama organını ben takmam.
diyor. Bu anlayışı kabul etmiyorum. Demokrasiyle
bağdaşan bir anlayış değildir bu.
Değerli
arkadaşlarım, bütçeye dönersek. Parlak tabloları hep
gazetelerden okuruz. Özellikle, iktidara destek veren televizyonlara
baktığınız zaman olağanüstü pembe tablolar çizilir.
Şimdi, ben size Adalet ve Kalkınma Partisinin değerli yürütme
kurulu üyelerinin yani Bakanlar Kurulunun bir karnesini
çıkaracağım. Tarımı alalım: Sayın
Başbakan, acaba siz Niğdeye gittiğinizde patates üreticisinin
derdini sordunuz mu? 10 kuruşa düştü patates. Ne oldu bu böyle oldu?
Siz, önce canlı hayvan, sonra kırmızı et, sonra
kurbanlık koyun, en sonda da Sayın Başbakan, siz saman ithal
ettiniz. Acaba 21inci yüzyılın Türkiyesinde nasıl oluyor da
saman ithal eder noktaya geliyor Türkiye Cumhuriyeti? Herhâlde biz bunu
soracağız. 25 milyon doları niye ödediniz? Bizim meramız
mı yok? Ne oldu bu tarıma? Değerli arkadaşlarım, her
şeyi ithal etmeye başladık. Bakınız, size bir örnek
vereceğim: Hollanda Konyadan küçük, bir yılda tarım ürünü
ihracatı 80 milyar dolar. Biz Hollandadan defalarca büyüğüz, en
fazla rakamımız 12 milyar dolar ve tarımı da öldürdük.
Bakın, Sayın
Başbakan, 2002 yılında tarımda kullanılan arazi 24
milyon hektar, devri iktidarınızda, 2012de tarımda
kullanılan arazi 20 milyon 500 bin hektar, 3,5 milyon hektar ekilmiyor.
İthalat var, niye ekilsin ki! Karneniz bozuk. Gidin herhangi bir çiftçiye
sorun, besiciye sorun, Karsa, Ardahana gidin, Balıkesire, Burdura
gidin sorun bakayım besiciye: Durumun iyi mi kötü mü?
İşsizlik:
Değerli arkadaşlarım, Türkiyenin en temel sorunlarından
birisi işsizliktir. Unutmayın, işsizlik bütün kötülüklerin
anasıdır. İşsizi olan evde huzur yoktur. Hiç düşünüyor
musunuz acaba, bu, kadına yönelik şiddet yüzde 1.400 niye arttı?
İşsiz bir babanın akşam evine ekmek götürmediği ve o
dramı, o tabloyu yaşadığı bir aileyi düşünün
bakalım, nasıl oluyor bu! İşsizlik sorununu çözecektiniz;
niye çözmediniz, elinizden tutan mı var? Siz yasa getirdiniz de biz
karşı mı çıktık?
Bakınız, 2000
yılında işsizlik oranı yüzde 7, krizin olduğu dönem.
Faizlerin gecelik yüzde 1.400-1.500lere çıktığı dönem
yüzde 7; 2005 yüzde 10,6; 2008 11; 2009 14; 2010 11,9; 2011 9,8; şimdi
8,8. 2000, yılların bile çok ötesinde. Hani ekonomi büyüyordu! Hiç
büyüyüp de işsizlik sorununu çözemeyen bir ekonomi yok. Eğer büyüme
köpüklü büyümeyse ayrı. Büyüme neyle olur, ona da geleceğim size.
İşsizlik nasıl çözülür, ona da geleceğim size.
Değerli
arkadaşlarım, on yıldır bu ülkede işsizlik kol geziyor,
on yıldır. Sayın Başbakan işsizlik sorununa mucize bir
çözüm buldu, gerçekten. Önce okuduğuma inanamadım ama sonra dedim ki;
Sayın Başbakan söylemişse doğrudur. Önce Trakyada söyledi,
sonra Odalar ve Borsalar Birliğinde söyledi. Bulduğu mucize çözüm
şuydu: Her işveren bir işsizi işe alsın,
işsizlik sorunu çözülsün. Çözüldü mü? Çözülmedi. İşverenler
aldı mı? Almadılar. Ekonominin kuralı nedir?
İşveren verimlilik bulursa işçi çalıştırır
yasaklasanız bile. Başbakan söyledi, Ben de işçi istihdam
edeyim işsizlik sorununu çözeyim
Sayın Başbakan,
size kim bu öğüdü verdi ben gerçekten merak ediyorum. Onu da lütfedip
burada açıklarsanız son derece mutlu olurum.
İşsizin
olduğu yerde ailelerde huzur olmaz, toplumda huzur olmaz. Değerli
arkadaşlarım, intiharlar artıyor. Niye artıyor acaba? Atama
bekleyen öğretmenler var, bekliyorlar. Niye bekliyorlar bunlar?
Değerli
arkadaşlarım, gelelim bir başka önemli konuya.
İşsizlikte de sınıfta kaldı bu Hükûmet.
Hızlı büyüme
Efendim, AKP iktidarı döneminde ekonomi o kadar hızlı
büyümüş ki yetişmek mümkün değil. Size örnek vereceğim:
1946-2002, büyüme oranı ortalama 5,2. İki dünya savaşı,
darbeler, moratoryumlar, 5 sente muhtaçlar; bütün o dönemleri alıyorum,
5,2. Sizin dönemi alıyorum, bu Bakanlar Kurulunun dönemini alıyorum,
o parlak tabloların çizildiği dönem, 2003-2012, büyüme hızı
5,1; 1 puan gerisinde. Değerli arkadaşlarım, sakın ola ki,
5,1 büyüdük, biz bunu küçümsüyoruz. anlamına gelmesin, onun
altını özenle çizeyim ama bir ülke gerçekten uluslararası
arenada söz sahibi olacaksa sizinle benzer ekonomilerle
kıyaslarsınız siz onu. O zaman büyüyüp büyümediğinizi, o
zaman dünyada söz sahibi olup olmadığınızı biz kabul
ederiz. Ona da baktım, yükselen piyasa ekonomileri... 1980-2002
uluslararası istatistikler bu kadarını, bu süreyi verdiği
için aldık- 151 ülkenin ortalama büyümesi 3,7. 1980-2002, daha önceki
hükûmet dönemi, 3,9. Daha önceki hükûmetler dünya ortalamasının
üstünde büyümüşler. Bu hükûmet dünya ortalamasının altında
büyümüş. Büyüme mucizemiz bu değerli arkadaşlar!
Gelelim bu dönemdeki
rakiplerimize, yükselen ekonomilerdeki rakiplerimize bakalım: 2003-2012
yılında, bizimle aynı kulvarda yürüyen ekonomilerdeki büyüme
yüzde 6,6; bizde 5,1. Diyecekler ki: Ekonomik kriz var. Hepsinde var, dünyada
kriz varsa hepsini etkiliyor. Onlar 6,6 büyüyor, biz 5,1 büyüyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bugün büyüme rakamları tekrar geldi, beklenenin
çok altında. Verilen bütün rakamlar bu yürütme kurulunun
başarılı bir performans çizmediğini gösteriyor.
Değerli
arkadaşlarım, büyüme yeterli değilse, işsizlik varsa bu
vatandaş nasıl geçinecek? 2002de doğan her çocuk 1.963 dolarla
doğuyordu, borç
1.963 dolar borçla doğuyordu. Sayın
Başbakan, sizin devri iktidarınızda doğan her çocuk 4.320
dolar borçla doğuyor. 4.320 dolar borçla doğuyor.
Vatandaşın kredi kartı borcu 16 kat arttı, 68 milyar
lirayı buldu. 68 milyar lira kredi kartı borcu var bu ülkede
yaşayan vatandaşların. Sadece bu mu? Vatandaşların
bankalardan çektikleri tüketici kredisi borcu da var, o da 82 kat arttı,
187 milyar liraya ulaştı.
Siz ne yaptınız,
Hükûmet önlem olarak ne yaptı? Ben size söyleyeyim: İcra dairelerinin
sayısını artırdı. Sayın Başbakan, buraya
gelin lütfen, sizden önceki ve sizden sonraki icra daireleri sayısını
bir açıklayın. Niçin icra dairelerinin sayısını
artırıyorsunuz? Vatandaş borcunu ödeyemiyor. Bakın,
değerli arkadaşlar, icra dairelerinin sayısını
artırdınız, dosyalar adam boyunu aştı. Neden bu ülkede
huzursuzluk var, neden barış yok? İşte, temel nedeni budur.
Size 2001den söz edeyim,
hani şu Başbakanlığın önünde yazar kasanın
atıldığı, ekonomik krizin dibe vurduğu dönem. O
dönemde icra dairelerindeki dosya sayısı 9 milyon 400 bindi, o
dönemde 9 milyon 400 bin icra dosyası sayısı vardı. Devri
iktidarınızda 20 milyon 772 bine çıktı. Siz buna
başarı mı diyorsunuz? İcra dosyası sayısı
artırmakta kimse elinize su dökemez,
başarılısınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bir
ekonominin büyümesinin temel yolu vardır, bütün iktisat kitapları
böyle yazar: Üretirseniz büyürsünüz. Tüketim odaklı değil üretim
odaklı büyüyeceksiniz siz. Üreteceksiniz, hakça bölüşeceksiniz. Bunu
yapmazsanız işsizliği çözemezsiniz. Bunu yapmazsanız
dünyada söz sahibi olamazsınız. Bunu yapmazsanız bu ülkede huzuru,
barışı sağlayamazsınız. Üreteceksiniz önce, üretimin
önündeki bütün engelleri kaldıracaksınız siz.
7 kez mali af çıkardınız, 7
kez. Sayın Başbakana bir soru daha sormak isterim. Niçin 7 kez mali
af çıkardınız? Sebep neydi? Çünkü vatandaş devlete olan
borcunu ödeyemiyor. Ve bir soru daha: O mali afları çıkardınız,
onları niçin şantaj unsuru olarak kullandınız? Düzgün
vergisini ödeyen adama tehdit yağdırdılar: Beyanını
artır yoksa hesaplarını inceleyeceğiz. Eğer böyle birisine
rastlamadıysanız, Sayın Başbakan ben size yarın 15-20
kişiyi gönderebilirim. Devlet vatandaşına şantaj yapmaz.
Siz bürokrasi aracılığıyla yaptınız bu
şantajı.
Değerli
arkadaşlarım, nasıl üreteceksiniz? Maliyetleri düşürerek.
Dünyanın en pahalı benzinini kullanan ikinci ülkeyiz, ikinci ülkeyiz.
Değerli arkadaşlarım, Meksikalı sanayici yüzde 48, Polonya
ve Macaristandaki sanayici yüzde 33 avantajla başlıyor Türk
sanayicisine göre. Elektrikte, Polonyalı bizden, sanayicimizden yüzde 12
daha ucuz kullanıyor, Meksikalı yüzde 16, Macaristanlı yüzde 3
daha avantajlı.
Sayın
Başbakanın ve ekibinin kullandığı çok
klasikleşmiş bir cümle var: Efendim, biz 2023te ilk 10a
gireceğiz. Güzel, girerseniz mutlu oluruz. Kim mutlu olmaz? Ama
Sayın Başbakana sorayım: Sayın Başbakan, biz 1987 yılında
14üncü büyük ekonomiydik -lütfen, bunu not alın- 14üncü büyük
ekonomiydik. Şimdi? 17nci. Neden? Niye geriye gidiyoruz? Hani ekonomi çok
iyiydi? Ne söyledim: Rakiplerinizi de beraber siz kıyaslayacaksınız.
17
3 ülke daha bizi geçse ilk 20ye de giremeyeceğiz. Kimin döneminde
geriledik? Devri iktidarınızın döneminde geriledik.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, en sonunda, gerçekten de Hükûmetten
takdir ettiğimiz sesler de çıkmıyor değil; yiğidi
öldür, hakkını ver. Bir Sayın Başbakan
Yardımcısı 2 Aralıkta şunu söylüyor, ekonomiden
sorumlu bir Bakan arkadaşımız: Türkiye'nin,ilk 10mevcut üretim
ve ihracat yapısıyla 2023 hedeflerini yakalaması asla mümkün
değildir. Ben söylemiyorum. Ben söylesem, diyeceksiniz ki: Ana muhalefet
partisi lideridir, muhalefet ediyor, bunu söylüyor. Bunu söyleyen
Kabinenizdeki bakan ve doğruyu söylüyor. Bu politikayla, bu üretim
politikasıyla siz yakalayamazsınız.
Başka bir şey
daha, yine bir bakan, diyor ki: Birçok konuda çok önemli adımlar
attık ama eğitim konusu, son on yılın muhasebesini
yaptığımızda, arzu ettiğimiz ilerlemeyi
sağlamadığımız bir alan. Belki nicelik olarak,
dershane sayısı, okul sayısı, İnternet erişimi
sayılarına baktığımızda tamam ama nitelik
konusunda daha alacağımız uzunca bir mesafe var.
Değerli
arkadaşlarım, doğrulara her zaman doğru dedik. Ekonomiyi bilimden
ayırırsanız sağlıklı bir sürecin içine
girmezsiniz. Katma değeri yüksek
olan ürünler üretmezsiniz ilk 10a giremezsiniz. Katma değeri yüksek
ürünler üretmenin yolu bilime inanmaktır. Bilgisayara önem vereceksiniz
ama bilgi toplumuna geçeceksiniz, bilgi üretecek mekanizmaları devreye
sokacaksınız, teşvik politikanızı buna göre
yapacaksınız. Bunu yapmazsanız, boşu boşuna İlk
10a gireceğiz. demeyin. Peki siz bunu yapıyor musunuz? Hayır.
Değerli
arkadaşlarım, neden Hayır diyorum? Bakınız, 2002de
toplam ihracatımız içinde katma değeri yüksek olan ürünlerin
tutarı, ihraç ettiğimiz ürünlerin tutarı yüzde 6,2; 2011de
2,8e düşmüş. Eğer, siz kalkıp TÜBAyı
darmadağın ederseniz, Bilim adamını ben seçeceğim.
derseniz, bu olmaz, bu doğru olmaz.
Üniversiteleri hangi hâle
getirdiniz? Konuşmayan üniversiteler
Ya, üniversite konuşmazsa
orası bilgi çıkarır mı, yaratır mı? Korku
imparatorluğu kurdunuz. Üniversitede hocaların ensesinde boza
pişiriyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
Ve daha dramatik bir
şey değerli arkadaşlarım, İthalatın yüzde 72si
ara malı, ithalatın yüzde 72si ara malı. Oysa, ara
malının Türkiye'de üretilmesi lazım. Çünkü, siz Türk lirasını
şişirir, birileri şişirir, doların değerini
düşürürse ara malı ithalatı cazip hâle gelir, fabrikalar
kapanır; geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.
Geliyorum bir başka
konuya: Cari açık. Türkiye, 2011de en yüksek cari açığı
veren 2nci büyük ülke dünyada. 77 milyar dolar başkalarının
cüzdanına gitti. Defalarca uyardık: Bu ekonomi politikası, bu
cari açıkla sağlıklı bir zeminde yürümüyor. dedik. Siz
muhalefet partisisiniz. dediler. Ekonomi şimdi soğutmaya alındı,
düştü büyüme, cari açık düştü, zil takıp oynayacaklar. Hani
cari açık sorun değildi? Niye o zaman cari açık düştü diye
seviniyorsunuz?
Değerli
arkadaşlarım, bir ülke üretmeden tüketiyorsa cari açık verir.
Neyle karşılıyoruz cari açık tehlikesini, neyle
gideriyoruz? Sıcak parayla. Dışarıdan sıcak para
geliyor Durumumuz iyi. diyoruz.
Değerli
arkadaşlarıma söyledim size bir hesap yaptırdım, onu
bilginize sunacağım.
Londrada oturan bir
bankacı 2011in Aralık ayında bir düğmeye basıp
Türkiyeye 1 milyon dolar para gönderdiğinde, 15 Mayıs 2013 vadeli
kamu kâğıdına yatırdığında, 30 Kasım
2012 tarihi itibarıyla 1 milyon dolar, 1 milyon 208 bin 390 dolar oluyor.
On bir ayda, dolar bazında yüzde 20,8 getirisi var. Hangi esnaf bunu
kazanıyor? Diyeceksiniz ki: Esnafta dolar mı olur? Olur ya, bir
esnafımızda 100 dolar oldu. Nasıl bir ekonomi
politikasıdır bu arkadaşlar?
Daha çarpıcı bir
şey vereceğim: On yıllık borçlanma
Aynı bankacı
Amerikada on yıllık borçlanma yapsaydı faiz yüzde 1,62ydi;
Almanyada 1,37, İngilterede 1,79; bizde on bir ayda yüzde 20,8, dolar
bazında getirisi var kamu kâğıdının.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi sormamız gerekiyor: Kriz nerede acaba?
Nerede bu başarılı ekonomi politikası?
Faiz ödemesi: Sayın
Başbakan ne zaman bu kürsüye gelse bütçe görüşmelerinde, geriye
doğru makarayı sarar, başlar: Efendim, bizden önce gecelik faiz
yüzde 1.500dü, şöyleydi, böyleydi, böyle. Doğru, yüksekti ama ben
size tablonun gerçeğini sunacağım şimdi. 1979dan 2003e
kadar, yirmi dört yılda, Türkiye Cumhuriyetinin bütçesinden ödenen faiz
135 milyar lira. Yirmi dört yılda 135 milyar lira ödedik. Geliyorum,
2003-2011 dönemine. Ödediğimiz faiz tabii diyeceksiniz ki Yüzde 35in
altına düşmüştür. değil arkadaşlar- 450 milyar lira.
Şimdi, Sayın Başbakana soruyorum: 450 milyar lirayı kimin
parasından ödediniz? Bu ülkenin fakir fukarasından, yoksulundan
topladığınız paralarla ödediniz. Buna ne denir? Tefeci
ekonomisi denir. Kim kazanıyor? Londrada oturanlar kazanıyor, bizim
insanımız kazanmıyor.
Değerli
arkadaşlarım, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına
yatırsaydı ne olurdu? Onun da hesabını yaptık. 2011in
Aralık ayında İMKBye 1 milyon dolar para gönderen
Bilgisayarın başına oturmuş, tuşa basınca, pat, 1
milyon dolar gidiyor. Masa, sandalye, keyfî yerinde. 3 Aralık 2012de
borsadan çıktığında 1 milyon dolar para 1 milyon 544 bin
866 dolar oluyor. On bir ayda yüzde 54,5, mis gibi kâr. Hangi sanayici
kazanır, hangi üretici kazanır, hangi çiftçi kazanır, hangi
vatandaş kazanır, Türkiyede hangi vatandaş kazanır?
Sıcak para spekülatörlerine buradan para gönderiyorsunuz. Neden? Ekonomik
kriz çıkmasın diye. Bedelini bu ülkenin insanları ödüyor.
Bakın, aynı
bankacı bu parayı Endonezyaya yatırsaydı, 1 milyon
doları, aynı sürede 66.533 dolar para kazanacaktı; Rusyada
yatırsaydı borsaya 93.678 dolar kazanacaktı, Korede
yatırsaydı 234.638 dolar kazanacaktı. Türkiyede 544.866 dolar
kazanıyor. E, bu adamlar Türkiyeyi sevmesin de kim sevsin! Sevecekler
tabii Türkiyeyi. (CHP sıralarından alkışlar)
Efendim, bu yürütme
organı diyor ki: Merkez Bankasının rezervleri var, çok iyi
durumdayız. Onu da aynaya tuttuk değerli arkadaşlarım.
2002de, altın hariç Merkez Bankasının döviz rezervi 26,8 milyar
dolar. 26,8 milyar dolar. Aynı dönemde kısa vadeli borç 16,4 milyar
dolar. Yani her 100 liralık borca karşılık Merkez
Bankasında 163 dolarınız var. İşiniz sağlam. 100
liralık kısa vadeli borcunuz var, 163 dolarınız Merkez
Bankasında bekliyor.
Şimdi, Eylül 2012.
Kısa vadeli borç 99 milyar dolar, altın hariç rezerv 94 milyar dolar.
Yani rezerv kısa vadeli borçlarımızı
karşılamıyor bile. Bir bilgiyi halka verirken,
başbakanların görevi, bakanların görevi artısı ve
eksisiyle beraber vermektir. Bir bilançoyu düşünün, artısı da
vardır, eksisi de vardır. Bütçeyi görüşüyoruz, artısı
da vardır, eksisi de vardır.
İthalatı hiç
görmezler mübarekler! Sanki bu ülkede ithalat yok, ihracatı görürler. Niye
halka doğruları söylemiyoruz? Niye halka doğruları
söylemekten kaçınıyoruz, korkuyoruz?
Değerli
arkadaşlarım, geldiğimiz nokta nedir, biliyor musunuz? Bu
Hükûmet, bu yürütme organı gerçekten Türkiye'yi iyi yönetemiyor.
Bu ülkenin insanları
hapishanelerde. 2002de hapishanedeki kişi sayısını vereyim
size, 59.429 kişi. Geldik 2012ye, 125.100 kişi. Ekonomi iyiyse,
işsizliği çözdüyseniz, durumunuz iyiyse, Allah aşkına
insanlar niye hapishaneye girer? Niye girer? Toplum cinnet mi geçiriyor?
Gazetecileri hapse attınız, bilim insanlarını hapse
attınız, herkesi hapse attınız. 21inci yüzyılın
Türkiyesinde toplama kampları kurdunuz. (CHP sıralarından
alkışlar)
PERVİN BULDAN
(Iğdır) En çok da Kürtleri!
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Değerli arkadaşlarım, enerji politikası.
Hükûmetin bir enerji politikası var mı, ben cidden kuşkuluyum.
Ekonomi politikası var mı? Hayır. Onu çok rahat söyleyebiliyorum
ama enerji politikası var mı, onu bilmiyorum. Enerji, bütün ülkeler
için hayati bir alandır. Bir insanın bedeninde dolaşan kan kadar
önemlidir. Bütün savaşların merkezînde enerji kavgaları yatar.
İster Avrupa Birliğinin öncesini alın ister Orta Doğuyu
alın, enerji kavgaları vardır. Türkiye, Allahın
verdiği, gelip de yerleştiğimiz, olağanüstü bir jeopolitik
ortamda, durumdayız. Bir enerji terminali olabilir, geçişleri
olabilir burası. Ne yaptık enerjide?
Sayın
Başbakanım, size bir sorum daha var. Bu kürsüye gelip, Türkiye
Cumhuriyetinin, Rusyaya bağlı olduğu oranda, başka bir
demokratik ülkenin bir başka ülkeye bu derece, bu oranda bağlı
olduğu ikinci bir ülkeyi bana
açıklayın. Hangi ülke? 60-70 oranında
bağımlı hâle geldik. İhalesiz, özel bir yasa
çıkardılar, nükleer santrali de oraya verdiler. Nükleer teknolojiyi
öğrenemeyeceğiz. Atıkların nasıl halledileceği,
onu bile kimse bilmiyor. 13,5 sentten, nasıl oluyor bu? Ve siz ne
yaptınız Sayın Başbakan, siz ne yaptınız?
Rusyaya bir yılbaşı hindisi verdiniz armağan olarak.
Türkiyenin, münhasır ekonomik bölgeden geçmek üzere Karadenizden, bizim
münhasır ekonomik bölgeden, Karadenizden Avrupaya doğal gaz
transferine Rusyaya izin verdiniz. Rusyanın yıllardır
istediği şey. Niye verdiniz siz bu izni? Ne yaptınız
biliyor musunuz? Nabuccoyu çöpe attınız. Hangi gerekçeyle verdiniz?
Yoksa, İstanbulun doğal gaz tüketiminin sonuna mı
gelmiştik? Depolarda doğal gaz mı bitmişti? Apar topar,
koşa koşa niye gittiniz Rusyaya? Apar topar, koşa koşa o
anlaşmanın altına niye imza attınız? Bunu sormak
hepimizin hakkıdır.
Değerli arkadaşlarım,
Güney Kıbrıs Rum Kesimi Doğu Akdenizde petrol ve doğal gaz
arıyor. Bu yürütme organı Efendim, arayamazsınız,
savaş nedeni olur, müdahale ederiz
Her şeyi söylediler. İçime
sindiremediğim, Türkiyeye yakıştıramadığım
bir sözü duyduğum için de utanıyorum. Bir Rum bakan çıktı,
şunu söyledi: Bunlar konuşurlar, hiçbir şey yapamazlar, biz
işimize bakalım. Kimin dediği oldu? Onların dediği
oldu. Gittiler, doğal gazı buldular. Biz ne yaptık? Sayın
Başbakan çıktı Yapamazsınız. dedi, astı,
gürledi. Sonra? Kalubeladan kalma Piri Reisi gönderdik, müdahale
edecekmiş sözde! O da yolda arıza yaptı, geri çekip getirdiler. Allah
aşkına, Türkiye Cumhuriyetini bu hâle düşürmeye sizin
hakkınız ve yetkiniz var mıdır, yok mudur? (CHP
sıralarından alkışlar)
Suriyeyle
çatışıyoruz. Nasıl çatışıyoruz? Bir tarafın eline silahı veriyoruz
Git, kardeşini öldür. diyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğüne
yakışır mı bu? Din eksenli dış politika
yapıyoruz, mezhep eksenli politika yapıyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin
büyüklüğüne yakışır mı bu? Sıfır sorun
yaratacaktık, sıfır sorun olacaktı
komşularımızla, çok şükür, bütün
komşularımızla kavgalıyız! Bir düşman
getirselerdi Türkiye'nin başına bir bela açacağız.
deselerdi, herhâlde bütün komşularla bizi savaşın
eşiğine getirecek bir adam bulurlardı, onu da bu Hükûmet buldu!
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bir düşünün. Enerji Bakanı Erbile gidecek,
binmiş uçağına Erbile gidiyor. Bir bakıyor ki Erbil
değil, Kayseriye inmiş. Herhâlde, büyük bir ihtimalle
şaşırıyordur, Ya, biz Kayseriye niye indik? Erbile
gidecektik. diye.
Koskoca Türkiye
Cumhuriyetinin bir bakanını bu hâle düşürmek
Parlamentoya
şikâyet ediyorum ben, yasama organına şikâyet ediyorum ben,
denetim organına şikâyet ediyorum ben, bütçesini de şikâyet
ediyorum. Sizin hakkınız var mı? Böyle bir
hakkınızın olmaması lazım. Türkiye Cumhuriyetini bu hâle
sokamazsınız. Sicili bozuk bir yürütme organı bu ülkenin
başına belalar açar.
Kuzey Irakta
askerlerimizin başına çuval geçirildi, çuval geçirildi. Ne yaptı
bu yürütme organı, ne yaptı? Gazeteciler soruyorlar Nota verecek
misiniz? diye. Nota verecek misiniz? diye soruyorlar. Ne notası? Müzik
notasından mı söz ediyorsunuz? diyor.
Evet, geldiğimiz nokta
bu arkadaşlar. Herkesin şapkasını önüne koyup
düşünmesi gereken nokta bu.
Kürecike radar istasyonu
kurduk. Halk ona İsrail kalkanı diyor. Niye kurduğumuz belli.
Sözde, İsraile karşılar. Allah aşkına, kapalı kapılar
ardında İsraille yaptığınız
pazarlıkları niye gelip burada anlatmıyorsunuz? Niçin gelip
anlatmıyorsunuz burada? Kürecike kurulan o kalkanın İsrail
kalkanı olduğunu bilmeyen mi var? NATO tesisiymiş! E, NATO
yetkilileri diyorlar ki: 2014e kadar bizim bunu alma şansımız
yok zaten. NATO yetkilileri söylüyor ama siz halka doğruları
söylemeyeceksiniz.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakanın söylediği bir laf
daha var: Türkiye NATO toprağıdır. dedi. Sayın
Başbakan, bu kürsüye geleceksiniz, Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlarından ve Parlamentosundan özür dileyeceksiniz. Türkiye
Cumhuriyetinin toprakları NATOnun toprağı değildir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Ekonomi demokrasiyle ve
özgürlükle büyür. İş adamı, sanayici, esnaf, çiftçi, köylü,
işçi, işsiz herkes demokrasiyi ve özgürlüğü ister. Demokrasi ve
özgürlük içinde büyünür. Bu Parlamentoda 8 milletvekili tutuklu. Oturduk,
konuştuk AKP yetkilileriyle Sayın Meclis Başkanının
başkanlığında. Benim bildiğim kadarıyla söz
namustur arkadaşlar, verilen bir söz tutulur.
Bu,
karşılıklı imzaladığımız protokolün
metnidir. (AK PARTİ sıralarından Ne yazıyor? sesleri) Ne
yazıyor? Ne yazıyor, onu okuyayım: Halkın egemenliği
Türkiye Büyük Millet Meclisi aracılığıyla hayata geçirilir.
Bu çerçevede, tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin
kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için Türkiye Büyük
Millet Meclisinde olmaları gerektiğine inanıyoruz. Güzel. (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Bu inançla Anayasa dâhil tüm mevzuatın hukukun üstünlüğü
çerçevesinde ve kuvvetler ayrılığı ilkesi dikkate
alınarak özgürlükleri genişletici bir anlayışla
yorumlanması ve uygulanması gerektiğine inanıyoruz. Daha
ne desin? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun)
Ne var bunda?
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan
Pınarhisar Cezaevine giderken Adalet istiyorum. diyordu. Toplumun büyük
bir kesimi belki bunu duymadı ama biz duyduk. Kendisi seçimlere giremedi,
yasal engeli vardı, cezaevine konuldu. Doğru muydu? Hayır.
Parlamentoda ilk seçimde yüzde 34 oy alındı. Biz ne dedik? Bir
siyasal partinin yüzde 34 oy alması hâlinde, hatta yüzde 5 de alsa onun
liderinin hapiste olması, ona siyasal yasak getirilmesi doğru
değildir. dedik. Yasayı değiştirdik, Anayasayı
değiştirdik, Başbakan olarak geldi, koltuğuna oturdu.
İBRAHİM KORKMAZ
(Düzce) Kapatma davasında ne
yaptınız?
BAŞKAN Lütfen,
arkadaşlar, lütfen.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu 8
milletvekilinin seçimlere girme yasağı yoktu, Başbakanın
vardı. Seçimlere girdiler, Yüksek Seçim Kurulu onayladı,
Milletvekili olabilirsiniz. dedi. Karar Başbakanlığa gitti,
Resmî Gazetede yayınlandı. Bu demokrasi ayıbını bu
Parlamentonun gidermesi lazım. Bu doğru değildir. Milletvekili
tutuklu olmaz, yasama görevini yapar.
Sakın ola ki, biz Davalar devam etmesin. demiyoruz. Davalar devam eder,
gider ifadesini verir, savunmasını yapar, bir sorunumuz yok ama
mahkûm edilmemişlerdir. Dolayısıyla, gelip yasama organında
görevlerini yapmaları lazım.
Bir başka önemli
şey: Parasız eğitim isteyenlerin hapse
atıldığı bir ülkedeyiz. Sayın Başbakana bir soru
daha sormak isterim: Yurt dışına gittiniz, gitmediğiniz
ülke kalmadı; lütfedip, gittiğiniz yerlerde sayın
başbakanlara, devlet bakanlarına şunu sorabilir misiniz acaba:
Sizin ülkenizde henüz daha
basılmamış kitaba bir yargı kararıyla yasak
getirilirse siz ne düşünüyorsunuz acaba? Biz bunu getirdik ve bizde
demokrasi var. Bir söyleyin
bakalım size ne diyecekler. Basılmamış kitaptan söz
ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
29 Ekim, Cumhuriyet
Bayramı, adı üstünde bayram, miting değil. Adı üstünde
bayram. Bayram kutlamak için izin istenmez, çünkü bayramın yasası
var, Kutlanacak. diyor. Vay efendim, siz misiniz bayram kutlayan! Biber gaza
müracaat.
Değerli
arkadaşlarım, bu demokrasi olmaz, böyle demokrasi olmaz.
Demokrasilerde özgürlük vardır, düşünce özgürlüğü vardır.
Birisine vurduk mu, birisini dövdük mü, cam çerçeve kırıldı
mı? Hayır. Neden engel olursunuz cumhuriyet kutlamalarına?
Efendim, resmî tören yapıyoruz, oraya gelin.
E, vatandaş orada
kutlamak istiyor, illa resmî törene gelmek zorunda mı? Bir dönem resmî
törenlerden şikâyet edeceksiniz Nedir bu? diyorsunuz, Sovyet
usulüymüş gibi yapıyorsunuz. E halk da kutluyor şimdi. Vay sen
misin kutlayan! Polis görevini yapmadı. diyor Sayın Başbakan.
Yani orada adam öldürmedi, adam dövmedi, kaşını gözünü
yarmadı. Polis görevini yapmadı. Polis, bu ülkenin polisidir,
hepimizin polisidir, onlar bizim kardeşlerimizdir, onlar görevlerini
bilirler nasıl yapacaklarını. Birisinin burnu
kanamamışsa oradaki polislerin sağduyusundan
kanamamıştır, eğer sizi dinleselerdi orada kan gövdeyi
götürmüştü.
Değerli
arkadaşlarım, herkesin vicdanına kelepçe takıldı
âdeta, böyle şey olmaz. Uluderede 34 yurttaşımız
öldürüldü. Fail? Belli değil. Ben size söyleyeyim faili: Uluderenin
sorumlusu, arkamızda oturanlardır. (CHP sıralarından
alkışlar) Diyeceksiniz Neden? Sınır ötesi operasyon yapma
yetkisi Parlamentoya ait, yüce Meclise ait. Meclis yetkiyi kime verdi? Yürütme
organına. Siz, sınır ötesi operasyon yapabilirsiniz. dedi.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) Siz de Evet. dediniz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) - Onlar da gittiler, 34 tane vatandaşımızı imha
ettiler. Şimdi arıyoruz fail kim diye, kapatmaya
çalışıyoruz. Bunu kapatıyoruz ama dönüyoruz, 1930larda
Mustafa Muğlalıdan bahsediyoruz. Ya bu kadar komik bir durum olur
mu? Ben doğmadan önceki olay dolayısıyla beni
yargılayacaksın; sen iktidardasın, gidiyorsun 34 tane
vatandaşı katlediyorsun, hesabını sormayacak kimse. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu Hükûmet, saydam bir
hükûmet değildir. Bu Hükûmet, halka hizmet eden bir hükûmet değildir.
Bu Hükûmet, halkına hesap veren bir hükûmet değildir. Bu Hükûmet,
Parlamentoya hesap veren bir hükûmet değildir. Bu Hükûmet, yürütme
organı olarak bütün Türkiyeye baskı uygulayan hükûmettir.
Gazeteciler
konuşamıyor. 76 gazetecinin hapiste olduğu başka bir ülke
yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) İranı ve
Çini bile geçtik. Neymiş? Onlar teröristmiş. E, ne olacak,
teröristlikle suçlarsanız öyle içeri alacaksınız zaten.
Yazı yazan adama ne zamandan beri terörist diyoruz, düşünce
açıklayan insana ne zamandan beri terörist diyoruz?
ALTAN TAN (Diyarbakır)
Çoktan
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Bu bizim demokrasi anlayışımızla
bağdaşıyor mu? Bir insanın söylediğini kabul ederiz
veya etmeyiz ama onun düşüncesidir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, şunu unutmayın: Dünyanın düz olduğunu
iddia eden bir binlerce kişi, dünyanın düz olduğunu iddia eden
milyarlarca kişi vardı ama bir kişi çıktı Dünya
yuvarlaktır. dedi. Onu engizisyon mahkemesinde yargıladılar,
Sen nasıl dünya yuvarlaktır dersin? Geldiğimiz nokta nedir?
Bütün dünya artık dünyanın yuvarlak olduğunu biliyor, hiç kimse
dünyanın düz olduğunu iddia etmiyor.
Düşünce özgürlüğü
budur işte arkadaşlar. Düşünce özgürlüğü hayatı
sorgulamaktır, dünyayı sorgulamaktır, çevreyi
sorgulamaktır, iktidarları sorgulamaktır düşünce
özgürlüğü. İktidarın her dediği doğrudur.
dediğiniz andan itibaren orada özgürlük alanını bitiriyorsunuz
demektir. Farklı bir şey giriyor orada devreye. Onun için
Parlamentodan istirhamım, o Sayıştay raporları gelmeden
kesin hesap raporu görüşülemez; yasası, tasarısı
görüşülemez. Buraya gelmeli o rapor. Niye gelmiyor bu raporlar? Efendim,
yasayı değiştirdik, eski yasaya göre
hazırlanmış. Ya, hazırlansın, ne fark eder? O
tarihte, o yasa yürürlükteydi. Zaten, yasa da o tarihteki olay
dolayısıyla hazırlanan bir yasa, 2011 kesin hesabı. Gelse
ne olacak? Bizim bilmediğimiz ama Hükûmetin çok iyi bildiği bir
şeyler var. Ama biz onları bulacağız, onları kamuoyuna
açıklayacağız.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, yürütme organı ve Sayın
Başbakan defalarca ama defalarca sivil idareden bahsetti, darbelerden
şikâyet etti. Şimdi ben Sayın Başbakana soruyorum:
Sayın Başbakan, 12 Eylül darbe hukukunu değiştirmeye var
mısın? Hayır, ben yokum. diyor. Varsan, gel bak, 135
kişilik, Türkiye Büyük Millet Meclisinde CHP Grubu burada,
tamamını değiştirelim, tamamını
değiştirelim. (CHP sıralarından alkışlar) Ama siz
darbe hukukunun arkasına saklanıp Hayır efendim, önce
Anayasayı değiştirelim. Diğerini de
değiştirelim, oturduk Anayasayı değiştirmek için.
Yüzde 10 barajını
Yani Kenan Evrenin yani o dönemin
paşasının getirdiği yasanın arkasına niye
saklanıyorsun? Siyasi Partiler Yasasının arkasına niye
saklanıyorsun? (CHP sıralarından alkışlar) Demokrasi
budur işte arkadaşlar. Darbeye karşıysan sonuna kadar
karşı olacaksın, darbe hukukuna sonuna kadar karşı
çıkacaksın. Hem darbe hukukunun arkasına saklanacaksın Ben
darbeye karşıyım. diyeceksin. Darbeye karşı olan
Başbakan, kendisine muhtıra veren paşaya üstün hizmet ödülü
vermez, kimse kusura bakmasın. (CHP sıralarından alkışlar)
Sana muhtıra verecekler, sen de oturacaksın, Bakanlar Kurulundan
karar alacaksın, Sana üstün hizmet madalyası veriyorum. diyeceksin,
bir de altına kurşun geçirmez zırhlı araç alacaksın.
Neymiş? Beyefendi darbeye karşıymış. Sevsinler böyle
darbeye karşı olanı! (CHP sıralarından
alkışlar) Böyle darbeye karşı mı olunur?
Değerli
arkadaşlarım, bu bütçe ne getiriyor? Bu bütçe halka bir şey
vermiyor arkadaşlar. Az önce size Londra örneğini vermiştim,
ödenen faizleri vermiştim, bu bütçe onlar için. Fakir fukaradan, garip
gurebadan toplanan paralarla oralara kaynak transferi sağlayan bir bütçe
bu bütçe. Çünkü sıcak paranın diyetini ödemek üzere bu bütçeler
getiriliyor buraya.
Değerli
arkadaşlarım, bu iktidar döneminde, şu organ döneminde mazota
yüzde 208 zam yapıldı, dolmuş ücretine yüzde 183 zam
yapıldı, kuru soğana yüzde 134, çaya ki ülkede çay var- yüzde 139. Kaçak
çayları da sormuyorum artık, ona ne yaptı? Zam yaptı.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapandı)
BAŞKAN Sayın
Kılıçdaroğlu, ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız
konuşmanızı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU
(Devamla) Tamam efendim, bitiriyorum.
Pek çok şeye zam
yapıldı; hep yüzde 200, yüzde 100, yüzde 180, yüzde 190. Memura
gelince 4+4. Niçin, niçin? Emekliye gelince 3+3. Dolmuş ücreti yüzde 183.
Siz hiçbir siyasal iktidarın emeklilere Millî gelir
artışından size pay vermeyeceğim. diye yasa
çıkardığını duydunuz mu? Evet, bu Parlamento kabul
etti, sizlerin oylarıyla kabul edildi, emekliler ikinci sınıf
yurttaş sayıldı, Sizlere millî gelir artışından
pay vermiyoruz. dendi. Bu, bire bir demokrasi ayıbıdır. O
emekli geçinemiyor, esnaf geçinemiyor; emekli o, geçinemiyor, işine devam
edecek. Sen misin işine devam eden! Yüzde 15 senin maaşından
kesiyorum
Niye kesiyorsunuz? Siz hiç çalışan insanın
cezalandırıldığı bir ülke gördünüz mü? Türkiye
Cumhuriyeti, çalışan insanın
cezalandırıldığı ülke, ödüllendirilmesi gerekirken
cezalandırıldığı bir ülke.
Değerli
arkadaşlarım, sosyal güvenlik destek primini, hani bu yüzde 15
kesintiyi ilk yasada yüzde 35 yapmışlardı. Sayın
Başbakan kızıyor ya Siz hep Anayasa Mahkemesine gidersiniz.
Diye; gittik Anayasa Mahkemesine, iptal etti. 35i 15e düşürdüler. Oturun
kalkın Cumhuriyet Halk Partisine dua edin, yoksa o emeklinin durumu çok
daha kötü olacaktı. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bir bütçenin Parlamentoda objektif
tartışılması lazım, bir bütçenin bütçe hakkı
nedeniyle Parlamentonun yürütme organını sorgulaması lazım,
iktidar-muhalefet ayrımı yapmadan, artılar ve eksilerin
söylenmesi lazım. Bütçe hakkı yasama hakkıdır,
Parlamentonun hakkıdır, yürütme organının değil.
Hakkınızı kullanacaksınız, hakkımızı
kullanacağız ve yürütme organını sorgulayacağız.
Neden işsizlik var? Neden yoksulluk var? 3Yyle mücadele edeceğiz.
dediler, 3Z çıktı ortaya; zam, zulüm ve zindan. Nasıl
oluyor bu arkadaşlar? (CHP sıralarından alkışlar)
Yüce Parlamentoyu
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Kılıçdaroğlu.
Birleşime 19.15e
kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati:18.35
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati: 19.15
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER: Muhammet
Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Özlem YEMİŞÇİ
(Tekirdağ)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36ncı Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısının görüşmelerine devam
edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet
yerinde.
Şimdi söz
sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundadır.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına ilk konuşmacı Sayın Lütfi Elvan,
Karaman Milletvekili.
Buyurun Sayın Elvan.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Zannediyorum, eşit
paylaştıysanız süreniz otuz dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
LÜTFİ ELVAN (Karaman) Evet.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerine AK PARTİ Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Başta Maliye
Bakanımız olmak üzere, bütçe hazırlık
çalışmalarını yürüten Maliye Bakanlığı
bürokratlarına, bakanlıklarımızın bürokratlarına,
Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize çok teşekkür etmek istiyorum ve
değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz, konuşmama geçmeden önce
Sayıştayla ilgili bir açıklama da yapmak istiyorum.
Burada konuşuldu,
Meclis Başkanımız gerekenleri de söyledi, bir karar verildi ve
çalışmalarımıza başladık ama şunu ifade
edeyim: Hükûmetin bu konuda görevi nedir, buna bakmamız lazım.
Hükûmetin görevi bütçe kanun tasarısını ve kesin hesap kanun
tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmaktır. Bunun
dışında hükûmetin herhangi bir sorumluluğu yoktur. Bu
nedenle, yani bu olayı hükûmetle ilişkilendirmek son derece
yanlıştır.
İkinci husus:
Biliyorsunuz, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 2005 yılında
yürürlüğe girdi. 2010 yılında Sayıştay Kanununu
çıkardık ve 2012 yılında da Sayıştay Kanununda
bir değişiklik yapıldı, bu raporların
değerlendirme usul ve esasları değiştirildi. Yerindelik
ilkesine açıklık kazandırıldı ve bu usul ve
esasların nasıl ve ne şekilde olacağı
açıklandı.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Denetimden kaçtı.
LÜTFİ ELVAN (Devamla)
Şimdi, buradaki temel problem, aslında teknik bir problem çünkü
Temmuz 2012 tarihinde, 4 Temmuzda Sayıştay Kanununda
değişiklik yapılıyor; raporlar hazırlanıyor, 2012
yılına ait raporlar hazırlanıyor ama bu raporların
değerlendirme usul ve esaslarına ait yönetmeliğin
çıkarılması ve bunların değerlendirme süreçleri
farklı olması nedeniyle Rapor Değerlendirme Kurulu
tarafından bu raporların en son çıkan yasa
değişikliğine uygun olmadığı belirtiliyor.
Sayıştay Başkanlığı bu konuda
çalışmalarını yürütüyor ve inanıyorum ki önümüzdeki
yıldan itibaren bu raporlar bir bütün olarak gelecek ve Meclisimiz de bu
raporları değerlendirecek.
Değerli
arkadaşlar, burada, özellikle büyümeye yönelik, gelişmekte olan
ülkelerin büyümesine yönelik ve bütçelerin performansına yönelik önemli
açıklamalar yapıldı. Türkiyenin mevcut durumunu
değerlendirmek; ekonomik açıdan, sosyal açıdan biz neydik, ne
hâle geldik? Peki, dünyadaki durum nedir, kriz nedir? Dünyadaki krizin
Türkiyeye yansımaları nasıl ve ne şekilde olmuştur?
Bunları bir bütün olarak değerlendirebilmek için, müsaade ederseniz,
dünyadaki son elli yılda nasıl bir ekonomik ve sosyal
değişim oluyor, bunun üzerinde durmak istiyorum.
1950-80 dönemine
baktığımızda gelişmiş ülkelerin gelişmekte
olan ülkelerden çok daha hızlı bir şekilde büyüdüğünü
görüyoruz ki gelişmiş ülkelerin dünya ortalama büyümesinden 2
katı daha fazla bir büyüme performansı gösterdiğini görüyoruz.
1980-90 döneminde ise gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan
ülkeler aşağı yukarı aynı büyüme hızına
sahipler. 1990 yılından itibaren gelişmekte olan ülkelerin
büyüme hızı gelişmiş ülkelerin büyüme hızını
geçiyor ki son on yılda gelişmekte olan ülkelerin büyüme
hızı gelişmiş ülkelerin büyüme hızından
aşağı yukarı 4 kat daha fazladır değerli
arkadaşlar. Yine bu süreçte bir değerlendirme yapmak istersek,
özellikle Çin ve Hindistanın gelişmekte olan ülkeler olarak ön plana
çıktığını görüyoruz. Aslında, Çin ve Hindistan,
gelişmekte olan ülkelerin bir bütün olarak değerlendirilmesini mümkün
kılmıyor. Neden kılmıyor? Çünkü gelişmekte olan
ülkelerin o büyüme rakamlarına baktığınızda, Çin ve
Hindistanı çıkarırsanız, çok farklı bir büyüme
resmiyle karşı karşıya kalırsınız. Dünya
büyümesinin aşağı yukarı üçte 1ini Çin ve Hindistan
karşılıyor değerli arkadaşlar, üçte 1ini ve projeksiyonlara
baktığımızda, bugün Çin ve Hindistan yüzde 25lik bir
hasılaya sahip. 2060 yılında dünya ekonomisinin
aşağı yukarı yüzde 50sine yakınını Çin ve
Hindistan elde edecek.
Peki, Amerika Birleşik
Devletleri ve avro bölgesi ne durumda? Buna baktığımızda da
yine çok farklı bir resimle karşı karşıya
kalıyoruz. Nedir o? Bugün aşağı yukarı yüzde 40
mertebesinde dünya ekonomisine sahip olan avro bölgesi ve Amerika Birleşik
Devletlerinin 2060 yılında yüzde 25ler seviyesine
düşeceği ifade ediliyor OECD tarafından, tamamıyla OECDnin
tahminleri. Yine, Çin ve Hindistan bu yıl itibarıyla avro bölgesinin
hasılasını geçmiş durumda.
Şimdi, özet olarak
değerlendirmek gerekirse, dünya ekonomisinde ağırlık merkezî
artık Batıdan Doğuya doğru kaymaktadır. İkinci
önemli bir husus: Gelişmiş olan ülkelerin yavaş yavaş
ekonomilerinin küçülmeye başladığını görüyoruz.
Aslında, demokrasi, özgürlük, insan hak ve hürriyetleri gibi,
alanında imaj kaybına uğrayan Batı, bugün reform
yapamamakta, yeni değerler üretememekte ve geçmişte kendisinin
üretmiş olduğu değerlere de sahip çıkmamaktadır.
Dünyadaki küresel krize
baktığımızda da değerli arkadaşlar, özellikle
gelişmiş ülkelerin kamu borçlarındaki yüksek
artışı görüyoruz, yüksek bütçe açıklarını
görüyoruz, düşük büyümeyi görüyoruz, yüksek işsizliği görüyoruz
ve jeopolitik risklerle emtia fiyatlarındaki dalgalanmaları
görüyoruz.
Peki, bu kriz ne kadar
devam edecek? Büyük buhran yedi yıl devam etmiş. İşte,
ekonomistler, değişik uluslararası kuruluşlar 2018de bu
krizin sona ereceğini söylüyorlar ama bu krizin ne zaman sona ereceği
konusunda net bir fikir söylemek bugün için mümkün değil çünkü belirsizlik
her geçen gün artıyor ve dikkat ederseniz, uluslararası
kuruluşlar sık sık büyüme rakamlarını, ekonomik
göstergeleri revize etmeye başladılar ve aşağı
doğru revize ediyorlar. Dolayısıyla krizin ne zaman sona
ereceği konusundaki tereddütler hâlen devam etmektedir.
Kriz ortamında
Türkiyenin durumu nedir? Evet, krizin hâlâ devam etmesine ve belirsizliklerin
hâlâ sürmesine rağmen Türkiye ekonomisi güçlü bir performans göstermeye
devam ediyor. İkinci önemli husus, Hükûmetimizin kriz öncesinde ve kriz
sonrasında almış olduğu önlemlerle krizden en az etkilenen
ülke oluşumuzdur.
Üçüncü önemli husus ise
Türkiye, sağlam makroekonomik temelleriyle, gerçekten dış
şoklara karşı oldukça dirençli bir konuma sahiptir ve bundan
sonra da sahip olmaya devam edecektir. Neden devam edecektir? Çünkü istihdam
yaratan bir büyüme performansıyla, gerçekten mali disiplini elden
bırakmayan bir yaklaşımla, sağlıklı bir
bankacılık sektörüyle artık risklere karşı güçlü bir koruma
alanına sahiptir Türkiye.
Türkiye ekonomisinin
başarıyla gerçekleştirdiği gelişim ve dönüşüm,
aslında, bizim iktidara geldiğimiz ilk yıllarla
kıyaslarsak, finansal ağırlıklı ekonomik
programlardan, toplumun gelişmesini amaçlayan, üretimin
altyapısını güçlendirmeye çalışan programlara
geçtiğimizi görürsünüz. Yine, Türkiye, ihtiyatlı para ve maliye
politikaları, kararlılıkla gerçekleştirilen yapısal
reformların sayesinde, başta avro bölgesi olmak üzere, birçok
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden kendisini
ayrıştırmayı başarmıştır.
Reformların hayata geçirilmesinde gösterilen başarılı
performans ve oluşturulan istikrar, Türkiyeye yönelik risk
algılamalarını ve yatırımcı güvenini iyileştirmiştir.
Türkiye, bu süreçte, bankacılık sistemine para aktarmayan yegâne OECD
üyesi ülke olmuştur değerli arkadaşlar.
Müsaade ederseniz, şimdi, büyümeye
yönelik bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Evet, Türkiye, son 10 yılda yüzde 5in
biraz üzerinde bir büyüme performansı gösterdi. Gelişmiş
ülkelerin büyüme performansına baktığımızda,
Türkiyenin, aşağı yukarı 3 katından fazla bir
hızda büyüdüğünü görüyoruz; gelişmiş ülkelerden 3 kat daha
fazla bir büyüme performansına sahip. Burada kıyaslamalar
yapılırken, gelişmekte olan ülkelerin büyüme performansı ve
Türkiyenin büyüme performansı kıyaslanmaya
çalışıldı. Eğer siz Çin ve Hindistanı
çıkarırsanız, gelişmekte olan ülkelerin büyüme
performansının Türkiyenin büyüme performansının oldukça
altında olduğunu görürsünüz. Ve bu ülkelerle bir değerlendirme
yapmanın da hiç de sağlıklı olmadığını
düşünüyorum. Neden düşünüyorum? Bu ülkelerin birçoğunda sosyal
güvenlik sistemi yok, temel hak ve hürriyetler yok, demokrasi yok; bir
ekmeğe muhtaç insanlar var, evsiz insanlar var. Siz bu ülkelerle Avrupa
Birliği müktesebatına aşağı yukarı yüzde 80-90
seviyesine uyum sağlamış bir ülkeyi kıyaslamaya
kalkıyorsunuz. Dolayısıyla, bu ülkelerle Türkiyenin
kıyaslanmasının çok doğru olduğunu düşünmüyorum.
Çin ve Hindistanı çıkardığınızda, 2010 ve 2011
döneminde Türkiyenin performansına baktığımızda,
yüzde 8,8 büyüyen Türkiye karşısında gelişmekte olan
ülkeler sadece yüzde 5lik bir büyüme performansı göstermişlerdir.
Bir başka önemli husus, Türkiyenin
gelişmiş ülkelere yakınsaması, hem ekonomik açıdan hem
de sosyal açıdan. Bakın, size bir örnek vermek istiyorum: 2002
yılında kişi başına düşen millî gelirimiz avro
bölgesinin yüzde 37,5iyken, bugün bu oran yüzde 52ye yükselmiştir yani
şu anda biz, kişi başına gelir açısından avro
bölgesinin yüzde 52sine ulaşmış bir topluma sahibiz. Bu,
2002de yüzde 37 mertebesindeydi. Amerika Birleşik Devletleriyle
kıyaslarsanız, yüzde 23 seviyesinden yüzde 32 seviyesine
çıktığımızı görürüz. Dolayısıyla biz
gelişmiş ülkelerle olan mesafemizi hızla kapatıyoruz
değerli arkadaşlar.
Evet, Türkiye önemli
gelişmeler sağladı, AK PARTİ Hükûmeti önemli
gelişmeler sağladı, ancak bunlar kolay olmadı. Burada
önemli bir hususun da altını çizmek istiyorum. AK PARTİnin,
iktidara geldiği günden bugüne kadar, bazen darbe teşebbüsleri, bazen
muhtıralarla, bazen de farklı yöntemlerle önü kesilmek istendi.
Aslında milletimizin önü kesilmek istendi. Yaşlanan ve yürüme moduna
giren gelişmiş Batı ülkelerine karşılık;
koşmaya başlayan, genç ve dinamik ülkemizin önü bu manada kesilmeye
çalışılmıştır.
Türkiye, bazı ülkeler
gibi, gelir dağılımını bozan, bölgeler arası
gelişmişlik farkını artıran, temel insan
haklarını baskı altında tutarak emeği istismar eden
bir yaklaşımla değil; özgürlük alanını
genişleterek, yasakları kaldırarak, daha güçlü demokratik bir
ortam oluşturarak büyümüştür. Hiçbir vatandaşımız
özgürlükleriyle ekonomik durumları arasında bir tercih yapma
ikilemine sokulmamıştır. Ülkemizde, son on yılda,
halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesi, büyük ve güçlü
Türkiyenin inşası için, kalıcı, dengeli, sürdürülebilir
bir büyüme politikası izlenmiştir. Ülkemizin önü darbe
girişimleri ve muhtıralarla kesilmeye
çalışılmasına rağmen Türkiye büyümeye ve
gelişmeye devam etmektedir.
Türkiye, dünyadaki ekonomik
ve toplumsal değişimi çok iyi algılayan, küreselleşmeyi
fırsata çeviren, değişime ayak uyduran ülkelerin
başında gelmektedir. Bu başarının temelinde,
değerli arkadaşlar, bu başarının temelinde,
planlı, programlı iş yapma anlayışı vardır.
Yine, bu başarının temelinde, neyi, nasıl, ne zaman
yapacağını bilen bir iktidar anlayışı
vardır. Yine, bu başarının temelinde, ekonomik ve sosyal
unsurları demokrasi şemsiyesi altında bir bütün olarak
değerlendiren, insan odaklı bir yaklaşım vardır. Tüm
bakanlıklarımız, kurumlarımız bu ortak hedefe
kilitlenmiştir. Yol haritamız, uzun vadeli hedeflerimizden Orta Vadeli
Programımıza, sektörel stratejilerimizden bunlara yönelik
planlarımıza kadar, ayrıntılı olarak ortaya
konmuştur. Bu yaklaşım içinde, değerli arkadaşlar, bir
yandan yüksek ve sürdürülebilir bir büyümeyi başardık, diğer
yandan da enflasyonu tek haneli rakamlara düşürdük.
Kamu tasarruflarına gelince -burada,
bugün gündeme geldi- aslında şunu ifade etmem gerekiyor: AK
PARTİ iktidarları öncesi, kamu ürettiğinden daha çok
tüketiyordu, az üretip çok tüketiyordu ancak AK PARTİ iktidarı ile
birlikte, kamu az tüketip çok üretmeye başladı. Dolayısıyla
kamu bir anlamda disipline edildi. Bu rakamlar verildi Sayın
Bakanımız tarafından: 2002 yılında kamu tasarrufunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde eksi 4,8 yani siz
ürettiğinizden fazla tüketiyorsunuz; bizim dönemimizde daha üst rakamlara,
artı rakamlara ulaştı. Kamu açıkları ve kamu borç yükü
önemli ölçüde azaltıldı. Kamu açıkları ve kamu borç yükü
azaltılırken bir yandan da borç stokunun vade, faiz ve kur
kompozisyonu iyileştirilmiş, borç stokunun sürdürülebilirliğiyle
ilgili endişeler tamamıyla ortadan
kaldırılmıştır.
İstihdama gelince, değerli
arkadaşlar, son sekiz yılda 5 milyonun üzerinde istihdam
sağlandı. Burada, Uluslararası Çalışma Örgütünün bir
ifadesini kullanıyorum, Uluslararası Çalışma Örgütü diyor
ki: Bu kriz döneminde işsizliği en hızlı düşüren ülke
Türkiye olmuştur. Bu, Uluslararası Çalışma Örgütünün
ifadesi.
Burada, istihdam öncelikli
politika çerçevesinde, değerli arkadaşlar, kamu çalışma
programları, mesleki eğitim, girişimcilik
danışmanlığı, sosyal güvenlik primi desteği,
aktif iş gücü programları gibi birçok program uygulamaya
konulmuştur. Sadece aktif iş gücü programlarına yönelik size bir
örnek vermek istiyorum değerli arkadaşlar: 2012 yılında,
şu anda, ocak-ekim itibarıyla 424 bin kişiye mesleki eğitim
verilmiştir, 424 bin kişiye. 2002 yılında bu rakam sadece
1.497 idi. İşte istihdamın artmasındaki sırlardan bir
tanesi bu, mesleki eğitim programları.
Gelir
dağılımı konusu yine gündeme geldi. Gelir
dağılımına baktığımızda da aslında
belirtilenin tam aksine, Türkiye'nin, gelir dağılımını
iyileştirdiğini görüyoruz. OECD şunu ifade ediyor, diyor ki
OECD: Türkiye, gelir dağılımını en hızlı
iyileştiren ülke olmuştur. Gini katsayısını 0,44ten
0,38e indirmiştir. Katsayının düşmesi, bir anlamda gelir
dağılımının iyileştiği anlamına
geliyor. Bunu nasıl sağladık? Özellikle sosyal harcamalardaki
yüksek artışımız ve Hükûmetimizin istihdam
artırıcı politikaları, beraberinde de gelir
dağılımında ciddi bir iyileşmeyi getirdi.
Burada, özellikle
Sayın Eş Başkan tarafından, BDP Eş Başkanı
tarafından bölgeler arası gelişmişlik farklarının
önemli ölçüde arttığı ifade edildi. Bölgeler arası
gelişmişlik farkı gerçekten artmış mıdır,
yoksa bölgeler arası gelişmişlik farkı azalmış
mıdır? Müsaade ederseniz, bazı verileri sizlerle paylaşmak
istiyorum. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yatırımın
payı, 2002 yılında sadece yatırımlardan ayrılan
pay yüzde 7 idi. Bugün Güneydoğu Anadolu Bölgesine
yatırımlardan ayrılan pay yüzde 14 olmuştur, tam 2ye
katlanmıştır.
İhracatına
gelince: Güneydoğu Anadolu Bölgesinin 2002 yılındaki
ihracatı sadece 689 milyon dolardı. Bugün Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin ihracatı 6,9 milyar dolar, yani Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin ihracatı tam 10 kat artmıştır değerli
arkadaşlar. Türkiyenin ihracatı 4 kat artarken Güneydoğu
Anadolu Bölgesinin ihracatı tam 10 kat artmıştır.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) - Lütfi Bey, Gaziantep dâhil mi?
LÜTFİ ELVAN (Devamla)
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ihracatta son sıralarda iken bugün
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ihracatta Karadeniz Bölgesini geçmiştir,
5inci sırada. 6ncı sırada Karadeniz Bölgesi var, 7inci
sırada ise Doğu Anadolu Bölgesi var.
Yeni uygulamaya konulan
teşvik sistemiyle eylül ayı itibarıyla teşvik belgesi
alanlar aşağı yukarı 20 bin kişinin
istihdamını öngörmüş durumdalar. 2010 yılında
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde istihdam edilen kişi sayısı
218 bin. Bu da Türkiyede 2010 yılında istihdam edilenlerin yüzde
17sine tekabül ediyor. Yani bir yılda Güneydoğu Anadolu Bölgesinde
218 bin kişi istihdam edilmiş.
İşsizliğe
bakalım. Nedir Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki işsizlik? 2011
yılında Türkiyedeki işsizlik oranı yüzde 9,8;
Şanlıurfa ve Diyarbakırdaki işsizlik oranı ise 2011
yılında yüzde 8,3 değerli arkadaşlar. Şanlıurfa
ve Diyarbakırdaki işsizlik oranı yüzde 8,3; Türkiye
ortalaması 9,8. Acaba, bölgeler arası gelişmişlik
farkı artıyor mu, azalıyor mu?
Yine, 2011 sonu
itibarıyla 100 bin gencimize mesleki eğitim verdik Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde, 100 bin gencimize.
OSBlerimiz, organize
sanayi bölgelerimiz önemli ölçüde dolmuştur. Yeni OSB yatırımlarına
başlıyoruz. Kara, hava ulaştırmasına
baktığımızda çok önemli gelişmeler olduğunu hep
birlikte görüyoruz, o bölünmüş yollardan sizler de geçiyorsunuz.
Dolayısıyla, o bölgeye çok yoğun bir yatırım
yapıldığı ve o bölgenin gelişmesine çok önemli
katkılar sağladığı herkesçe malum.
Yine şunu da ifade
edeyim: Kadın konusu gündeme geldi. O bölgede, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde ÇATOMlar aracılığıyla bugüne kadar 200 bin
kadına -mesleki eğitim dâhil- eğitim verilmiştir
değerli arkadaşlarım, 200 bin kadın.
PERVİN BULDAN
(Iğdır) Yeterli değil Sayın Elvan, yeterli değil.
LÜTFİ ELVAN (Devamla)
Yine, o bölgedeki sağlık göstergelerine bakın, bebek ölümü,
anne ölümü, yatak, doktor sayısı, öğretmen sayısı,
okulların altyapısı, şunu göreceksiniz değerli
arkadaşlar: Türkiye ortalamasını o bölgemiz bu göstergeler
itibarıyla, sosyal göstergeler itibarıyla artık
yakalamış durumda. Bu kadar büyük gelişmeler var bu bölgede ama
bunları görmezden gelip Bölgede hiçbir şey olmadı.
şeklinde ifadeler kullanmak son
derece yanlış.
Kadın: Bütçede
kadın yok. dendi, Bütçede kadın yok. Herhâlde bütçeye hiç
bakılmadı. Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığımızın bütçedeki bu yıl artış
oranı yüzde 63 değerli arkadaşlar ve kadınların
iş gücüne katılım oranına bakınız, yüzde 30u
geçmiştir, yüzde 25, yüzde 26lardan yüzde 30lara
ulaşmıştır.
Yine, kadın
istihdamına bakalım. Son sekiz yılda 5 milyon kişinin
istihdam edildiğini söyledim. Bunun 2 milyon 675 bini kadın
değerli arkadaşlar. Yüzde 50nin üzerinde kadın istihdamı
söz konusu Türkiyede şu anda. 5 milyon istihdamın 2 milyon 675i
kadın şu anda.
Yine, bölgede SODES gibi,
KÖYDES gibi, kalkınma ajansları gibi, kırsal kalkınma
kurumları gibi, SUKAP gibi birçok kurumumuz ve programlarımız
yürürlükte ve bu yönde çalışmalar da devam ediyor.
Cari açık konusunda da
çok kısa, bir hususu ifade etmek
istiyorum. Evet, cari açığımız yüksekti ama cari
açığımız aşağı doğru iniyor, buna
yönelik çok ciddi önlemler alındı, özellikle ara malı
ithalatının yüksekliği söz konusu idi. Bu yönde çok ciddi
tedbirler alındı. Öncelikli olarak İhracata Dönük Üretim Stratejisi Değerlendirme
Kurulu kuruldu. Hemen akabinde, girdi tedarik stratejisi oluşturuldu ve
uygulamaya başlandı. Yine ithalata bağımlı üretim
yapısını değiştirmeyi amaçlayan yeni teşvik
sistemi yürürlüğe konuldu. Yine, cari açığımıza önemli
bir katkı sağlayacak olan bireysel emeklilik sistemi yeniden dizayn
edildi.
Sanayi konusunda, rekabet
konusunda yine ciddi ilerlemeler var. Şöyle söyleyeyim: Değerli
arkadaşlar, düşük ve orta teknoloji sahibi veya düşük ve orta
teknoloji seviyesinde ihracat oranımız yüzde 47 oranında iken
bunu biz yüzde 26ya çektik ve şu anda, orta ve yüksek teknolojiye sahip
ürünlerimizin yüzde 70i ihraç ediliyor, yüzde 70e ulaştık.
Dolayısıyla, özellikle bilgi ve teknoloji yoğun
yatırımların üretim yapısının, gerçekten,
düşük katma değerli üretim yapısından yüksek ve ileri
teknoloji katma değerli alanlara doğru yönlendirilmesi konusunda çok
yoğun çalışmalarımız devam ediyor.
Ülkemizi yatırım
yapan, üretim ve ihracatını artıran, insanımızın
yaşam kalitesini yükselten bir yapıya kavuşturduk. Bir örnek
vermek gerekirse, sadece 2011 yılında özel sektör ülkemize 140 milyar
dolarlık yatırım yapmıştır. 2002
yılında özel sektör tarafından yapılan yatırım
28,7 milyar dolardır yani özel sektörün bizden önceki dönemde, AK
PARTİ öncesi dönemlerde 5 yılda yaptığı
yatırımı bugün, özel sektör bir yılda yapabilmektedir.
2003-2011 yılları arasında özel sektörün yapmış
olduğu toplam yatırım tutarı 860 milyar dolardır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son yıllarda uluslararası
kuruluşlarca gündeme getirilen bir kavram var, o da Kapsayıcı
büyüme. Bunun anlamı şu: Ekonomide büyürken sosyal
politikaların da uygulamaya konulması, gelir
dağılımının iyileştirilmesi, istihdamın
artırılması, yaşam kalitesinin yükseltilmesi, bir
diğer ifadeyle, toplumun tüm kesimlerinin büyümeden
faydalanmasının sağlanması. İşte, Türkiye,
gerçekten, bu kapsayıcı büyümeyi dünyada gerçekleştiren ender
ülkelerden bir tanesi. Uluslararası kuruluşlar kapsayıcı
büyümeyi hedeflerine koymuşlar ancak bunun gerçekleştirilmesinin
oldukça zor hatta mümkün olmadığını ifade ediyorlar ama
Türkiye, bu kapsayıcı büyümeyi gerçekleştirmiş durumda, hem
yüksek büyüme performansı göstermiş hem demokratik
standartlarını yükseltmiş hem rekabet gücünü
artırmış hem yaşam kalitesini yükseltmiş hem bölgeler
arası gelişmişlik farkını azaltmış hem de
gelir dağılımını iyileştirmiştir.
İşte, birçok ülkenin arzulayıp da gerçekleştiremediği
Kapsayıcı büyüme. dediğimiz şey de tam olarak budur.
Türkiye bunu gerçekleştirmiştir. Bugüne kadar söylemimiz,
planımız, programımız neyse eylemimiz, uygulamamız da
o olmuştur.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'nin bu başarı hikâyelerini
sadece bizler söylemiyoruz, uluslararası kuruluşlar, ülkelerin üst
düzey yöneticileri, parlamenterleri, saygın yazarları da söylüyor.
Bakın, sizlere sadece birkaç örnek vermek istiyorum:
Wall Street Journalden
Andrew Peaple bu yıl şöyle bir yorum yapıyor, diyor ki:
İstikrarlı politikası, kuvvetli bankaları ve olumlu
demografisiyle Türkiye, gelişen piyasalar arasında yol gösterici hâle
geldi.
CNN Internationaldan bir
yorum: 2002den beri Türkiye ekonomisi 2 katına çıkarak 1,1 trilyon
büyüklüğüne ulaştı. ABye girmek için yalvaran yoksul ülke
Türkiye geçmişte kaldı.
Bir başka yorum, bu
defa Wall Streeth Journaldan bir başka yorum: Etkileyici gelişimi,
Avrupa Birliğiyle uyumu ve Doğu ile Batı arasındaki tarihî
köprü olma rolüyle Türkiye, kesinlikle büyük fırsatların
bulunduğu bir ülke. Şans cesurlara gülüyor. Bu sebeple, büyük oynamak
isteyen girişimciler yarın İstanbul uçağına binebilirler.
Yine, Daily Telegraphtan
bir başka yorum: Devam eden ekonomik büyümesi ve hükûmetin doğrudan
yabancı yatırımı ülkeye çekme konusundaki siyasi
kararlılığı Türkiyeyi dünyada yatırım
alanında cazibe merkezîne dönüştürdü.
Daily Telegraphtan bir
başka yorum: Türkiye endüstride bir güç merkezî hâline geldi.
Değerli
arkadaşlar, son olarak bütçe performansı üzerinde bir
değerlendirme yapmak istiyordum ama sürem kalmadı. Süremin
kalmaması nedeniyle konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
AK PARTİ iktidarının
atmış olduğu sağlam temeller üzerine güçlü Türkiyenin
inşasına, halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesine
hep birlikte devam edeceğiz. Cumhuriyetimizin 100üncü yılında
da ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmesini hep birlikte
sağlayacağız. Uyguladığı vatandaş
odaklı politikalarıyla, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim
anlayışıyla halka hizmetin
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Ek süre
veriyorum, lütfen tamamlayın.
LÜTFÜ ELVAN (Isparta)
Hakka hizmet olduğuna inanan bir anlayışla
vatandaşlarımızın gönlünü kazanmış olan partimiz
aynı anlayış ve ilkelerle yoluna devam edecektir.
Bu duygu ve
düşüncelerle 2013 yılı bütçesinin hayırlara vesile
olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Elvan.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına 2nci konuşma Kayseri Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Mustafa Elitaşa aittir. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Elitaş.
Sizin de süreniz otuz
dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
2013 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde AK PARTİ Grubu adına
söz aldım. AK PARTİ Grubunun 2013 yılı bütçesini nasıl
değerlendirdiği konusunda fikirlerimi sizlerle paylaşmayı
arzu ediyorum.
Burada, çıkan bütün
konuşmacıların ifade ettiği gibi teknik ve temel bilgi,
anayasalarda, gelişmiş ülkelerin anayasalarında, demokrasilerde
en önemli etkenlerden birisi, merkezî idarenin denetlenmesi açısından
en büyük haklardan bütçe hakkı. Anayasada da teminat altına
alınmış bu hak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından,
Parlamentoya sunulan bu süreç içerisinde, milletvekilleriyle siyasi parti
gruplarının yaptığı değerlendirmeler, Hükûmet
tarafından hazırlanan bu çalışmaların bir siyasi
söylem içerisinde, hem politikalarını hem geçmişle ilgili
yaptığı değerlendirmeleri hem de gelecekle ilgili yeni
perspektiflerini ortaya koyması açısından çok önemli.
Özellikle, bütçenin
hazırlanmasında başta Sayın Maliye Bakanına, tüm
bakanlıklarımızın personeline ve bakanlarımıza ve
uzun bir maraton içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonunda çalışan
komisyon üyelerine, Başkanına ve komisyon personeline sizler
adına teşekkürlerimi borç biliyorum.
Değerli
milletvekilleri, bu, bizim AK PARTİ iktidarı döneminde
hazırladığımız 11inci bütçe. 10 bütçeyi
hazırladık, 10 bütçenin sonuçları milletimiz tarafından
takdir edildi, bu noktaya doğru getirildi.
Bütçeler, güvenli
olmalı. Bütçeler, kullanıcıları tarafına itimat verici
olmalı. Bakın, eskiden bütçeler yapılırken tüm piyasa,
iş âlemi, sivil toplum örgütleri, sendikalar Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki bütçe nasıl yapılır? Acaba, sonuçları ne
olacak? diye değerlendirmeye tabi tutarlar ve bütçeler Bütçe içerisinde
gizli, bizim daha erken görebildiğimiz takdirde buradan menfaat elde
edebileceğimiz bir sonuç var mı? diye ince eleyip, sık dokunan
araçlardı. Niye? Çünkü bütçeyi yaptıkları zaman
sonuçlarının ne olacağını ne hükûmetler bilirdi ne de
piyasadaki bu bütçeden faydalanmaya çalışan, bütçeyi okuyup ona göre
kendisiyle ilgili değerlendirmelerini yapanlar ona göre kanaatlerini
oluşturmaya gayret ederlerdi. Ama AK PARTİ iktidarı döneminde,
on yıllık yaptığımız bütçe içerisinde, sadece bir
veya birkaç yıl hariç olmak üzere, bütçe hedefleriyle bütçe
gerçekleşmeleri arasında çok büyük bir uyumun olduğunu
görürsünüz.
Nitekim, on
yıldır, AK PARTİ iktidarı süreci içerisinde, piyasa
yapıcıları, sivil toplum örgütleri ve kanaat önderleri AK
PARTİ iktidarının yaptığı bütçeye güven
duyduğundan dolayı Bu rakamlar afaki olmuştur, şu
söylenenlerin hiçbiri gerçekleşmez, bunu söylediler ama sadece bunlar
vitrinlere, tribünlere konuşmak anlamındadır. diye ifadeleri,
düşünceleri silmişlerdir. AK PARTİ iktidarının
hazırladığı, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin
hazırladığı bütçeye güven ileri bir seviyeye
gelmiştir. Bütçelerin en büyük özellikleri, bu bütçede toplanan kaynakların adil bir şekilde
dağıtılması gerekmektedir.
Bizim bütçelerimiz
içerisinde 2003teki yaptığımız bütçe ile 2013 bütçesi
arasındaki bütçeleri kıyasladığınızda,
değerlendirmeye kalktığınızda sağlığa,
adalete, eğitime, emniyete ve toplumun her kesimine fayda sağlayacak,
refah seviyesini artırmaya yönelik bütçe olduğunu hep beraber takdir
edersiniz. Özellikle, bütün dünyanın Türkiye Cumhuriyetindeki son on
yıldaki gelişmeleri sitayişle, takdirle
karşıladığı bir dönemde, hatta daha önce başka
ülkeler örnek alınırken, şu anda Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olarak
gururla ifade ediyorum ki başka ülkeleriden bütçe yapmalarıyla ilgili
bizim bakanlarımızdan, bizim hükûmetlerimizden bu
gerçekleşmenin, bu başarının altındaki sır nedir
diye bizden bilgi alma noktasına doğru gelenlerin var olduğunu
görüyoruz ama bunu muhalefete anlatmak mümkün değil.
On yıllık süreci
izledim, on yıllık bütçe konuşmalarında siyasi parti genel
başkanları neler söylemişler diye baktım. Hepsi ilk
konuşmalarında ve son konuşmalarında Bu bütçe sosyal
adaleti gerektirmiyor, bu bütçe rakamları gerçekleri ifade etmiyor, bu
bütçede şöyle söylemişsiniz ama bunlar tutmayacak. demişler,
bugün de aynısını duyduk. Yani on yıldır, AK
PARTİ hükûmetleri zamanında
hazırlanan bütçeyi kamuoyu anlamış fakat maalesef, muhalefet
partileri bundan zerre kadar nasibini almamış, zerre kadar
değerlendirmelerini yapamamışlar. Kendilerine de tavsiye
ediyorum, önceki genel başkanları, şimdiki genel
başkanları döneminde veya parti sözcülerinin grupları adına
yaptıkları konuşmalarda
bütçeyle ilgili yaptıkları değerlendirmelerine bir
baksınlar, bir de bütçe gerçeklerinin sonuçlarını
değerlendirsinler, hangi noktaya geldiğini, nerelerde
yanlış söylediklerini ve milletten
karşılığını niye alamadıklarını
herhâlde daha iyi bir şekilde bulmuş olurlar.
Bakın, değerli
milletvekilleri, on yıldır Türkiyeyi idare ediyoruz, on
yılı bir ay geçtik. bu süre içerisinde seçimler gördük, genel seçim
yaptık, mahallî idareler seçimleri yaptık, 2 Anayasa referandumuna
gittik. 2002 yılı 3 Kasımında yüzde 34le iktidara geldik,
2004 yılında mahallî idarelerde yüzde 42ye çıktık. 2007
yılında yüzde 47 oy aldık, 2011 yılında yüzde 49 küsur
oy aldık. Bugün de anketlere baktığınızda anketlerin
büyük bir kısmı AK PARTİnin oyunu yüzde 51 ile yüzde 55
arasında gösteriyor. Yani bu bütçe halka refah getirmiyorsa, halkın
ihtiyaçlarına karşılık vermiyorsa, onların istekleri
doğrultusunda bir sonuç ulaştırmıyorsa herhâlde -buradan
bir tarafta ifade edilen bir iddia varsa- burada biri yanlış
anlıyor ama o yanlış anlayan halk değil, halk gerçekleri
görüyor, sandık başına gittiği zaman Türkiye Büyük Millet
Meclisini sandıkta denetliyor, diyor ki
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, TRT şimdi yayını kesti, Mustafanın
konuşmasını veriyor.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Yayını kesmedi, sen farkında değilsin.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bana
bak, niye veriyor senin konuşmanı?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Kamer Genç, sen farkında değilsin.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Hayır, niye konuşmanı veriyor?
BAŞKAN Sayın
Genç
Sayın Genç
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, bakın, yani bu Mecliste başkalarının
konuşmasını vermiyor, bunun konuşmasını veriyor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Kamer Genç, sen farkında değilsin, otur!
KAMER GENÇ (Tunceli) Bana bak, senin konuşmanı niye
veriyor?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Otur
Otur sen oraya
Farkında değilsin.
BAŞKAN Bir dakika,
Sayın Elitaş
Sayın Elitaş
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Otur, TRT kesmedi yayını.
BAŞKAN Sayın
Elitaş
Sayın Elitaş
KAMER GENÇ (Tunceli)
Sayın Başkan, şimdi TRT yayını kesti bunun
konuşmasını veriyor, spor yayınını vermiyor,
bunun konuşmasını veriyor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Yayını kesmedi, otur yerine.
BAŞKAN Sayın
Elitaş, bir dakikanı rica edeceğim.
Sayın Genç, şu
ana gelinceye kadar herkes istediği gibi bu kürsüde konuştu.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Yahu, böyle olur mu? Efendim, yanlış yapılıyor.
BAŞKAN Canım,
doğrusunu sana onaylatmak mecburiyetinde değil ki!
KAMER GENÇ (Tunceli) Siz
Meclis Başkanısınız. Şu anda TRT spor yayınını
kesti, Mustafanın konuşmasını veriyor.
BAŞKAN Kim, neyi,
nasıl düşünüyorsa bu kürsüde konuşuyor Sayın Genç,
yapmayın. Bakın
KAMER GENÇ (Tunceli)
Efendim, bu ne gücü, nereden geliyor?
BAŞKAN Şu ana
kadar ne güzel bu müzakereleri götürüyoruz, yapmayın lütfen.
KAMER GENÇ (Tunceli) Bana
bak, yiğitliğin varsa, yiğitlik varsa çık,
konuşalım.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Kamer otur yerine, Kamer! Otur yerine, otur!
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama
yalnız sana şey ediyor. Böyle bir şey olur mu ya!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Otur, bak, Genel Başkanın orada, otur! Genel
Başkanına ayıp ediyorsun, Genel Başkanına
saygısızlık yapıyorsun, otur!
KAMER GENÇ (Tunceli)
Yahu, bu devlette hak, hukuk diye bir şey var.
BAŞKAN Sayın
Genç, yaptığınız doğru değil. Yaptığınız
doğru değil Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sen
Meclis Başkanı olduktan sonra bu Meclisi batırdın yahu! [AK
PARTİ sıralarından alkışlar(!)]
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Genç, Kamer, Genel Başkanına saygısızlık
yapıyorsun, otur!
BAŞKAN Sayın Genç,
şu ana gelinceye kadar herkes bu kürsüden istediği gibi konuştu.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bak, orada genel başkanlar varken milletvekilleri
konuşmaz. Saygısızlık yapma, otur!
KAMER GENÇ (Tunceli)
Senin niye konuşmanı veriyor? Niye benim konuşmamı
vermiyor?
BAŞKAN Yani her defasında böyle
Bütçe
müzakerelerinde bu türlü tatsızlığın yapılması
doğru değil.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Otur yerine! Genel Başkanın varken sen konuşma! Otur
yerine!
KAMER GENÇ (Tunceli)
Gücün varsa gel benimle konuş, çıkalım.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Sen benim muhatabım değilsin, git!
KAMER GENÇ (Tunceli) Sen
benim muhatabım değilsin!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) O zaman çekil, otur yerine!
BAŞKAN Sayın
Elitaş
Sayın Elitaş bir dakikanızı rica
edeceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Dürüstçe davranın, herkese dürüstçe davranın.
BAŞKAN Sayın
Genç, lütfen yerinize oturunuz.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Başkasının konuşmasını vermiyor, bunun
konuşmasını veriyor. Böyle olur mu!
BAŞKAN Sayın Genç, lütfen
yerinize oturunuz! Bakın, bu doğru değil, İç Tüzüke de
uygun değil. Şu ana kadar hangi hatip nasıl istiyorsa bu
kürsüden konuştu, hiçbir laf atma da olmadı. Bu işi sonuna kadar
böyle götürsek kim kazanacak? Parlamento kazanır, hepimiz
kazanırız.
KAMER GENÇ (Tunceli) Parlamentoyu suçlama,
eşit davranın ya! Meclis Başkanlığı çok keyfî
davranıyor. TRT spor yayınını kesti, Mustafa
Elitaşın konuşmasını veriyor.
BAŞKAN Eşit davranıyorum.
Şu ana kadar ben eşit davrandım ve hiç kimse de eşit
davranmadığım konusunda bugünkü birleşimde kimse bir
şey söylemedi. Lütfen.
Sayın Elitaş, siz devam edin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Şimdi, bu dönem, buradan, kürsüden konuşan milletvekili, yine oradan
bu kişi çıkmıştı Niye böyle yapıyorsunuz? diye,
çok güzel
BAŞKAN Lütfen, siz Genel Kurula hitap
edin Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Genel
Kurula hitap ediyorum Sayın Başkan, milletvekillerine
anlatıyorum.
Burada kürsüde konuşan bir milletvekili
demişti ki arkadan Başkana dönerek: Sayın Başkan, şu
korsan yayını kesin. Sayın Başkan, korsan yayını
kestiğin için teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bakın,
bütçe büyüklüklerini incelediğiniz takdirde, bütçe gerçekleşmelerini
ve Türkiye'deki büyümeyi, gayrisafi yurt içi hasıladaki
artışları değerlendirdiğiniz takdirde, on
yıllık süre içinde sürekli bir artışı görürsünüz,
sadece bir yıl hariç; bir yıl hariç olan yıl da 2009
yılıdır.
Ne zamanki dünya ekonomisinin lokomotifi, en
önemli gücü olan Amerika Birleşik Devletlerinde 2007 yılında
kıvılcımlarını, işaretlerini ortaya koyan, 2008
yılının Eylül ayında da büyük bir patlamayla sesini duyuran
banka krizine, finansal krizine giren meseleyi 2007 yılından itibaren
AK PARTİ iktidarları o ışığı görmüş, o
olumsuz ışığı, patlamanın getireceği sesi,
kıvılcımı görmüş
Nitekim, 2008 yılında
ortaya çıkan olumsuzlukla ilgili, 2007 yılı sonu itibarıyla
başlamak üzere, 2008 de dâhil, 2009da da devam ettirmek üzere, biz dünya
ekonomisindeki global krizle ilgili nasıl mücadele edebiliriz diye varsayımlarımızı
ortaya koymuşuz, yasal düzenlemeleri de beraberinde
gerçekleştirmişiz.
Nitekim, dünya ekonomileri hâlâ, beş
yıldır, 2007de Amerika
Birleşik Devletlerinde başlayıp 2008 yılında patlayan
o büyük krizin olumsuz etkilerinden kurtulamazken bugün, Türkiye dünyaya örnek
ülke olarak gösterilmeye başlanmıştır. Niye? Krizin sesini
daha önceden hissedebildiği için, krizin geleceğinin sesini daha
önceden duyabildiği için, o patlamayı hazırlıklı
olarak karşılayıp bütün korunaklarını
aldığından dolayı Türkiye Cumhuriyeti bu krizden en uygun
şartlarda gitmiştir.
Sayın
Başbakanımızın bir sözü vardı Kriz Türkiyeyi
etkilemeyecek, kriz Türkiyeyi teğet geçecek. diye ifade etmişlerdi.
Maalesef, buradan, anlamayan, algılayamayan, bunu tam olarak
değerlendiremeyen, muhalefetin sadece hayır demekten başka bir
şey olmadığını düşünen muhalefet bu konuyu
farklı konulara doğru getirdi ama bugün, hem Türkiyedeki
ekonomistlerin hem dünyadaki iktisatçıların genel kabul görmüş ilkeleri
Türkiye Cumhuriyeti devleti yüz yılda bir görülebilecek en büyük global
krizi en hafif bir şekilde atlatan, teğet de geçirmeyen bir ekonomi
büyüklüğüne ulaşmıştır. deme noktasındalar.
İnşallah, bunu da muhalefet partileri herhâlde halkın
kendilerine verdiği mesaj doğrultusunda en iyi şekilde
algılamış olurlar diye düşünüyorum.
Bakın değerli
milletvekilleri, dünyanın en büyük ekonomisi Amerika Birleşik
Devletlerinin dünya ekonomisindeki payı yüzde 21.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
2008deki eksi büyümeyi ne yapacaksın? Onu nasıl izah edeceksin?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Hangisini?
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Delip geçen teğeti diyor!
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
2008deki eksi büyümeyi nasıl izah edeceksiniz?
BAŞKAN Lütfen,
değerli arkadaşlar
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Sayın Şandır, Sayın Günal, ona cevap
vereceğim, hazır, şimdi.
En büyük ekonominin dünya
ekonomisi içindeki payı yüzde 21, Avrupa Birliğinin dünya ekonomisi
içindeki payı yüzde 19; ikisinin toplamı yüzde 40 yani bu ülkelerde
ortaya çıkan bir rüzgâr, kelebek etkisiyle bütün ekonomileri olumsuz yönde
etkileyecek bir pozisyona sahip.
Amerika Birleşik
Devletleri, son aldığı kararlarla, istikrar politikalarıyla
belki bu krizi atlatabilmek için gayret gösterebiliyor ama Avrupa Birliği
ülkelerinde siyasi bir gelecek, siyasi bir beklenti, siyasi bir birliktelik
ortada olmadığından dolayı, Avrupa Birliği bu krizi
atlatamamanın büyük bir sıkıntısını çekiyor.
Bizim
ihracatımızda en önemli unsurlardan birisi Avrupa Birliği
ülkeleriydi ama az önce ifade ettiğim gibi, 2007-2008 yılındaki
dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmeleri değerlendirebilen iktidar,
Hükûmet, aldığı tedbirlerle birlikte, Avrupa Birliğine
yaptığımız ihracatta belirli oranda bir düşmeye, 8-10
milyar dolarlık bir eksilmeye rağmen diğer pazarları,
alternatif pazarları en iyi şekilde değerlendirerek o bölgelere,
Afrika ülkelerine, Uzak Doğu ülkelerine ihracatını
artırmış ve o tarafa doğru TİM bir taraftan,
Sayın Başbakan bir taraftan; Dışişleri
Bakanımız, ekonomiden sorumlu, ihracattan sorumlu bakanımız
iş âlemiyle birlikte dünyayı karış karış
dolaşıp o bölgelere ihracatı artırmak için ellerinden gelen
gayreti göstermiştir.
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) Hangisi, o mu, bundan önceki mi?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Nitekim, bu yıl da inşallah 150 milyar dolarlık bir
ihracat gerçekleşme noktasına doğru gelecek.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Elitaş, simultane tercümeden
dinliyoruz. Bilerek yapıyoruz
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Başka türlü anlayamıyoruz yani
BAŞKAN Sayın
Elitaş, lütfen devam ediverin.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Sayın Başkan, arkadaşlar
BAŞKAN Ama
bakın, aranızdaki samimiyeti, hukuku biliyorum ama bu yolu
açtığınız anda buradan bu Genel Kurulun idaresi
zorlaşıyor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Ben onlara cevap vermiyorum efendim.
BAŞKAN Lütfen siz devam
edin.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Sayın Başkan, sadece gülümsüyorum, cevap vermiyorum
efendim.
BAŞKAN Hayır,
efendim; bakın, işte, bu işin nereye varacağını
ben de kestiremiyorum sonra. Siz Genel Kurula hitap edin, aranızdaki
samimiyeti biliyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Değerli milletvekilleri, bizim yaşımızdakilerin
çok iyi bildiği bir konu var; belki, şu anda 18 yaşında, 20
yaşında olan gençlerimizin bilmediği, hayal dahi
kuramadıkları bir konu var. O da enflasyon meselesi. Ne zaman ki 67
dünya petrol kriziyle birlikte yaşamaya başladı tüm dünya,
Türkiye de 1971 yılıyla birlikte enflasyonla tanışmaya
başladı. O dönemde dolar fiyatı 9 liradan 15 liraya devalüe
edildi ama sabit kur sistemi olduğundan dolayı
bastırılmış enflasyonlar münasebetiyle o dönemde
hatırlarsanız- 12 Mart muhtırası geldi. Arkasından,
belirli, kör topal gitti ve 1977 yılında tekrar farklı bir
noktaya doğru geldi. 1977 yılında, ilk defa, Cumhuriyet Halk
Partisinin çok partili siyasi hayata girdiği ve tek başına
kazandığı, Güneş moteller vasıtasıyla ortaya
çıkardığı koalisyonlarla kurduğu bir hükûmetle karşılaşıldı.
O dönem içerisinde yapılan ekonomik çalışmalar, ekonomi bilmeyen
yönetimin idaresiyle birlikte sonuç, 12 Eylül darbesi ve 24 Ocak kararları
oldu. 24 Ocak kararlarıyla, bir baktık ki yüzde 100lere yakın
bir enflasyonla uyanmak mecburiyetinde kaldık.
Enflasyon 2003
yılına kadar Türkiye'de bir canavardı. 2003 yılındaki
bütçe konuşmalarını, siyasi parti gruplarının
yaptığı konuşmaları değerlendirdiğinizde,
tek konuları Enflasyon canavarını nasıl alt
edeceğiz? diye ifadelerden, konuşmalardan öteye geçemezdiniz ama
şimdi, 18 yaşında olup, bundan sonraki ilk seçimde, 2014
yılındaki mahallî idareler seçiminde oy kullanacak
kardeşlerimizin, evlatlarımızın akıllarının
ucundan dahi geçmeyen enflasyon canavarı bitti. Niye? AK PARTİ
iktidarı döneminde enflasyon canavarının canı
alındı da onun için bitti.
Değerli
milletvekilleri, bakın, size Türkiye ekonomisindeki enflasyonlu geçen
yılların nasıl olduğunu, nasıl seyrettiğini,
hafızalarınızı bir tazelemek adına ifade etmek
istiyorum. 1990 yılında 60,3; 91de 66, 94te 106, 95te 93, 96da
80, 98de 84, 99da 65, 2000de 55, 2011de 6,45.
EMİN ÇINAR (Kastamonu)
FARUK BAL (Konya) 2002yi
de söyle.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla)
Yani 2002yi de söylüyorum, yüzde 45.
EMİN ÇINAR (Kastamonu)
Hayır, efendim.
FARUK BAL (Konya) Yüzde
29!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) TÜFE yıllık ortalamayı
FARUK BAL (Konya) Sor!
BAŞKAN Lütfen
arkadaşlar
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Şimdi, Sayın Bal, siz hukukçu olduğunuz için
anlamazsınız, ekonomist arkadaşlara sorarsanız, ekonomist
arkadaşlar bilir
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Ben de anlamadım Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Ekonomist arkadaşlar bilir; TÜFE o, yıllık
ortalamayı söylüyorum
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Sayın Şimşeke sor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bakın, yıl sonu itibarıyla, yıl sonu olanı
söylüyorum
Yıl sonunu söylüyorum
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Birbirinizden haberiniz yok sizin!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bakın, yıl sonunu söylüyorum... 1990 yılık
ortalama 60,3; yıl sonu 60,4. 2002 yıllık ortalama yüzde 45,
yıl sonu 29,7.
FARUK BAL (Konya) Hah!
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Okuyabiliyormuşsun, aferin!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Şimdi, Sayın Bal, bunlar hukuki terimler değil,
bunlar ekonomik terimler; yanınızdaki Akçay bunu bilir ama onu ifade
etmiyor, siz Akçayla dışarıda konuşursanız, ortalama
enflasyon ile yıl sonu enflasyonunun ne olduğunu çok iyi anlarsınız.
Ortalama enflasyon benim cebimden çıkan para demektir, yıl sonu
enflasyonu o demek değildir. Onun için, Plan ve Bütçe Komisyonundaki
arkadaşlara sorabilirsiniz. Hukuki meselelerde siz belki kendinizi otorite
sayabilirsiniz ama ekonomi konularında, lütfen, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki arkadaşlarla değerlendirmede bulunursanız,
herhâlde onlar bu konuda da size katkı sağlamış olurlar
diye düşünüyorum.
Bakın, değerli
milletvekillerim, biraz önce konuşma yapan siyasi partinin sayın
genel başkanları Diyanetle ilgili bizi eleştirdiler. 2002
yılında -burada 2002 yılından muhalefetten kalan
arkadaşlarımız vardır muhakkak, iktidardan da olan
arkadaşlarımız var- biz köy köy, kasaba kasaba, ilçe ilçe
gezerken özellikle köylerden istedikleri iki mesele vardı: Bir, ebe
istiyoruz. İki, imam istiyoruz. Hele öyle ki köyler arası mesafe
İZZET ÇETİN
(Ankara) Hiç öğretmen isteyen olmadı mı?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Köyde yaşayan vatandaş diyor ki: Cenazemi kaldırmak
için ya mevtayı ben öbür köye götürüyorum ya da öbür köyden rica minnet
namaz vakitleri dışında hoca efendiyi getiriyorum, cenazesini
kıldırmaya gayret ediyorum. Ama şu anda, hamdolsun AK
PARTİ iktidarları döneminde, geçmiş dönemlerde, 1993
yılından 2003 yılına kadar bu ülkede Diyanete
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Elitaş, şov yapma!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla)
bir imam alınmamıştır ama 2003
yılına kadar geçen dönemdeki eksiklikleri telafi etmek adına
İZZET ÇETİN
(Ankara) Din tacirliği iflas etti, haberin olsun.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla)
biz, köylerdeki imamsız camileri imamsız
bırakmadık. O camilerle ilgili imam atamalarını
yaptık, hatta birlikte 2005 veya 2007 yılında kadrosuz olan
sözleşmeli imamları Plan ve Bütçe Komisyonunda değerlendirip ve
birlikte çalışarak hocaları, sözleşmeli imamları
kadroya atama şansına, şerefine hep birlikte ulaştık.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Sen o yıllarda ANAP il başkanı değil miydin
Kayseride?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bakın, değerli milletvekilleri, AK PARTİ
hükûmetlerinden önceki dönemde 20 bin cami imamsızdı. Artık
olması gerektiği gibi her caminin bir imamı var.
BÜLENT BELEN
(Tekirdağ) - Yalan.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Çok şükür bu noktaya doğru geldik. Eksik varsa söyleyin
atamasını yapalım. Diyanetten sorumlu Sayın Başbakan
Yardımcısı burada. Sayın Milletvekilim, eksik varsa
söyleyin Sayın Başbakan Yardımcısına, onu
yapalım, tekrar kadro ihdas edelim birlikte. O şeref de, o sevap da
bize nail olsun.
İZZET ÇETİN
(Ankara) ANAPtaydın o zaman, ANAPta il başkanı.
BAŞKAN Değerli
arkadaşlar, lütfen hatibin sözünü kesmeyin.
Kendi düşüncelerini
söylüyor. Lütfen.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Türkiye genelinde 60 bin köy bulunuyor. Bu 60 bin köye, her köye
bir imam atadığımızı düşündüğünüzde dahi,
mevcut Diyanet İşleri Başkanlığının personelinin
yarısına yakınına tekabül ediyor.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) O zaman siz ANAPta değil miydiniz?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Hükûmet olarak sadece daha önce engellenmiş olanların
önüne set çektik, kadroları faal hâle getirdik. Yani bunu eleştirmek
yerine herhâlde alkışlamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü, bu
millet inancına, itikadına sadıktır; inancını,
itikadını yaşayabilmek için, camide cem olup toplanabilmek için
imamlara ihtiyacı olduğunu herhâlde hep beraber biliriz diye
düşünüyorum.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Din tacirliği iflas etti, haberin olsun. Para etmiyor.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bakın değerli milletvekillerim, biraz önce, Cumhuriyet
Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, her doğan çocuğun
borçla doğduğunu ifade ettiler.
İLHAN DEMİRÖZ
(Bursa) O soruları Başbakana sorun Sayın Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Kendileri 4.420 dolar diye ifade ettiler ama Ekonomist dergisinin
yaptığı araştırmayı inceledim, her doğan
vatandaş Türkiyede 4.232 dolar borçlu olarak doğuyor; doğru
söylüyor.
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) Ya, Kalkınma Bakanlığında vardır o, niye
oradan almadınız?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Ama 2001 yılında, her doğan Türk vatandaşı
da 3.250 dolar borçla doğuyordu.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Siz de o zaman ANAPta Kayseri İl Başkanıydınız.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Sayın Tanal
Bakın, geliyorum
örneğe. Şimdi, mesela Amerika Birleşik Devletlerinin kişi
başına geliri 48.147 dolar, kişi başına borcu 36.588
dolar. Fransanın kişi başına geliri 44.401 dolar, borcu
36.773 dolar. Yunanistanın kişi başına geliri 27.875
dolar, kişi başına borcu 36.133 dolar. Türkiyedeki kişi
başına borç 4.232 dolar, kişi başına gelir 10.673
dolar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) Türkiye'nin borcundan haberin yok, nüfusu bilmiyorsun.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Yani şimdi bunu hesap uzmanlığı yapanlara
anlatmak zor ama pazarda, manavda satış yapan vatandaşa anlatmak
çok kolay çünkü onlar bu hesabı iyi bilirler.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Türkiye'nin borcu ne kadar, onu söyle Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Hesap uzmanları gelirler, evrak üzerinden denetleme yaparlar,
olan hesapları değerlendirirler, ona göre bir rapor yaparlar ama
hayatın içinde yaşayan insanlar bunun nerede, ne olduğunu çok
iyi bilirler.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Hesap uzmanlarından çok kazık yemişsin sen Elitaş.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) 2002de kişi başına 3.250 dolar borcu olan bir
ülkenin millî geliri 3.431 dolar.
Bakın, değerli
milletvekilleri, bir yıl çalışacaksınız, emek
vereceksiniz, ter dökeceksiniz. Alın terinizin birikimi 3.450 dolar ama
yıl sonunda Biz bir hesaplaşalım, mahsuplaşalım.
dediğinizde 3.230 doları vereceksiniz, geriye kalacak size 200 dolar
ama şimdi 2012 Türkiyesindeki Türk vatandaşı ne diyor: Ben bir
yıl çalıştım, emek verdim, alın teri döktüm. 10.673
dolar para kazandım
ALİ ÖZ (Mersin)
Kayseride herkes pastırma mı satıyor?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla)
Borçlarımı tasfiye etmek istiyorum,
alacaklılarımla helalleşmek istiyorum. Sayın
Kılıçdaroğlunun dediğine göre 4.420 dolar, Ekonomistin
dediğine göre de 4.232 dolar verdiğim takdirde 6 bin dolarlık
para benim cebimde kalıyor, istediğim yere harcayabiliyorum. Yani
bunu pazarlarda mal satanlara, pazarcı esnafına, bakkala
sorduğunuz zaman çok kolay bu hesabı yaparlar diye ümit ediyorum.
Bakın, değerli milletvekilleri, bir de faiz meselesini gündeme
getirdiler. Doğru, faiz önemli bir risk. Faizi kimse vermek istemez çünkü
faiz ülke ekonomisinin kaynaklarından, milletin birikimlerinden,
bütçesinden, ödediği vergilerden elde edilen, başkalarına
transfer edilen bir kaynak demektir ama bu faizi biz getirmedik. Bu faizi biz
bir anda Türkiye ekonomisini uçuruma itip de ortaya çıkarmadık.
Bakın, değerli
milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin faize bulaştığı
yıl özellikle 1998 yılı, 1999 ve 2002 yıllarıdır.
Türkiye ekonomisinin faize girdiği yıllardan
Bakın,
düşünebiliyor musunuz, vergi gelirleri milletin alın terinden
kazandığı paralardan ödenen bir kaynak fazlasıdır. 100
lira gelir elde edersiniz, 20 lirasını götürürsünüz, devlete vergi
olarak verirsiniz. Gelir vergisiyse 30-35 liraya kadar bunu ödersiniz çünkü
kazanmadığınız sürece vergi ödemeniz mümkün değil.
Kazanırsınız, devletin bütçesine bu vergiyi verirsiniz.
Şimdi, 2001
yılının Türkiyesine bakın, fotoğrafına. Bu
konuya girmek istemiyordum ama Sayın Bahçeli 2006yla 2012
değerlendirmesini yaptı. Doğru bir değerlendirme.
Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız Niye eski defterleri
karıştırıyorsunuz? diye bizi eleştiriyorlar ama
değerli milletvekilleri, bütçe konuşuyoruz. Bütçe bir dönemin
fotoğrafıdır. O fotoğraftaki yansımaları bir
sonraki dönemde iyi görebilmeniz gerekir. Eğer siz o fotoğrafı,
nasıl bir durumda olduğunuzu değerlendirme imkânı
bulamazsanız, onları gözlemleyemezseniz gelecekle ilgili noktada ne
olduğunu bilemezsiniz.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Kendi kendinizle mukayese edin.
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Hangi dönemin bütçesi?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bakın, 2001 yılını söylüyorum. Bu milletten 100
lira vergi toplanmış ama toplanan vergiler faizi ödemeye
yetmemiş. 3,3 lira daha ilave kaynak yapmışız, demişiz
ki Hansa, Georgea: Ey, Hans, George; benim topladığım
vergilerle bu faiz ödemelerini, senin ödemelerini, senin
iştahını doyuramıyorum; 3 lira daha bana borç ver, onun da
faizini vereyim, al sana bu ödemeyi yapayım. 2002 yılında yüzde
85i gitmiş, vergi gelirlerinin yüzde 85i faiz ödemelerine gitmiş.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Elitaş, 2002de sen Anavatanda İl Başkanı
değil miydin? Sen Anavatanda niye siyaset yaptın, ayıp
değil mi?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Ama şu anda, 2012 yılında vergi gelirlerinin yüzde
14ü faiz ödemelerine gidiyor. Değerli arkadaşlar, faizin
olmasını istemeyiz ama aldığınız para, borç
aldığınız kaynak verimli yerlerde kullanıldığı
takdirde, açıkçası bu, tekrar millete yeniden kaynak olarak geri
dönme imkânını sağlamış olur.
Bakın, değerli
milletvekilleri, Sayın Kılıçdaroğlu burada bir şey
ifade etti, dedi ki: Yurt dışından bir vatandaş
oturduğu yerde tuşa basarsa
Elektronik ortam öyle oldu, Türkiye de
elektronik ortama AK PARTİ iktidarı sayesinde girdi. Şimdi,
Iphonelarınızdan, Blackberrynizden veya herhangi bir telefonunuzdan
İnternete bağlandığınız takdirde, burada
Wi-Fiyle bağlandığınız takdirde, eğer
paranız varsa tuşa bastığınız anda siz de
borsadan hisse senetleri alabilirsiniz. Bu aldıkları hisse senedi bir
yıl içerisinde 1 milyon dolara 500 bin dolar para kazandı. Ya, Allah
aşkına, benim bir servetim var. O ne? Borsadaki şirketlerim.
Borsadaki şirketlerim bugün 1 milyon dolar ediyorsa, bir sene sonra 1,5
milyon dolar değere çıkıyorsa bu, Türkiyedeki mal
varlıklarının, Türkiyedeki sabit sermayenin değerlenmesi
demektir.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Konuyu çarpıtma, öyle değil! Senin aklın ermez o
konuya!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Şimdi, bakın, Sayın Kılıçdaroğlu bu
hesabı çok iyi bilir. Şu anda borsada işlem görenlerin yüzde
75i, yüzde 80i yabancılar; Hans alıyor, George satıyor. Bu
hesapta eğer Türkiye'nin bir zararı varsa, Türk Hükûmetinin, Türk
vatandaşının cebinden çıkan bir kaynak varsa nereye
bakılır? Merkez Bankası rezervlerine bakılır.
Eğer, Merkez Bankası rezervlerinde bir azalış varsa
MEHMET GÜNAL (Antalya)
Amma attın be!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Merkez Bankası rezervleri 100 milyar dolardan, 90 milyar
dolara düşerse o zaman Sayın Kılıçdaroğlunun
dediği doğrudur. Nasıl doğrudur? Milletin biriktirdiği
dövizler, altınlar, tüm kaynaklar Hansa peşkeş
çekilmiştir.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Sen cevap veremedin, Başbakanın versin. Senin cevabın
olmadı, Başbakan versin.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Ama şimdi Hans alıyor, George satıyor.
Şimdi, alan Hans,
Georgeye bakmış, 500 bin dolar para kazanmış, o hevesle,
heyecanla alıyor, diyor ki: Türkiye ekonomisi öylesine güçlü, öylesine
bir gelişme içerisindeki, ben bu kaynağı aldığım
takdirde tekrar bunun üzerine para kazanırım. İşte, bu
hesabı bu şekilde yaptığınız takdirde
doğrularla karşılaşırsınız.
Bir de değerli
milletvekilleri, Sayın Kılıçdaroğlu, cezaevindeki tutuklu,
hükümlü sayılarıyla ilgili bir şey ifade etti. 2005
yılında Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte
çıkardığımız bir Ceza Kanunu vardı. O dönem
içerisinde infaz süresi
100 gün hapis cezası
alan bir vatandaş, 40 gün yatıp çıkıyordu. Ama 2005
yılında yaptığımız değişiklikle
birlikte 100 gün hapis cezası alan vatandaş, 67 gün yatıp
çıkma mecburiyetinde kaldı, niye? Cezalar caydırıcı
olsun diye biz bu yasal düzenlemeyi yaptık.
ALİ ÖZGÜNDÜZ
(İstanbul) Tutuklulardan bahset, tutuklulardan.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Artı, yine muhalefet
partilerinin itiraz ettiği 12 Eylül 2010 tarihindeki Anayasa halk
oylamasında yaptığımız yargının önünü açma
hedefleriyle birlikte
Bakın, değerli milletvekilleri, 2011
yılında Yargıtayda bekleyen, yargıda bekleyen 1 milyon 200
bin dosya vardı. Bunlar düyuna kalırdı, babadan oğla geçen
davalar devam ederdi ama 1 milyon 200 bin dosya, 800 bin dosyaya düştü,
yargı hızlandı. E, şimdi, hapishanelerde
Eğer
yargıda bir suç varsa, onunda sonuçları varsa yani Yargı bu
hesabı yapmasın, yargı bu incelemeyi, değerlendirmeyi
yapmasın. dediğiniz takdirde bunlar açıkçası cezayı,
suçluyu iltifat etmek, taltif etmek anlamına gelir.
Değerli
milletvekilleri
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Bir konuyu
BAŞKAN Sayın
Elitaş, süreniz doldu. Size, sözlerinizi tamamlamanız için ek süre
veriyorum. Lütfen tamamlayın.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Teşekkür ediyorum.
Bakın, değerli
milletvekilleri, 1923 yılından 2002 yılı sonuna kadar
Türkiye Cumhuriyeti devleti,394 milyar dolar ihracat yapmış, 2003
yılından 2012 yılına kadar gelen süre içerisinde de 1
trilyon dolar ihracat yapmış. Yani, 9.500 ayda yapılanı biz
40 ayda gerçekleştirmişiz.
NECATİ ÖZENSOY (Bursa)
İthalat ne kadar?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Bakın, değerli milletvekilleri, 1993 yılından
2002 yılına kadar gelen süre içerisinde 253.300 milyar dolarlık
ihracat yapılmış, yani on yılda o kadar ihracat yapılmış;
biz bu son on yılda biraz önce ifade ettiğim gibi 1 trilyon 9 milyar
dolarlık ihracat yapmışız.
BÜLENT BELEN
(Tekirdağ) İthalat ne kadar?
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Yani, başkalarının 120 ayda
yaptığını biz 20 ayda yapmışız. Aradaki fark
bu.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) O zaman ANAP il başkanıydın, bahsettiğin
dönemde ANAP il başkanıydın. Siyaseti bu kadar ayaklar
altına almayın!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Şimdi değerli milletvekilleri, Sayın
Kılıçdaroğlu bir şey söyledi, şu belgeyi söyledi. Bu
belge 6 paragraftan oluşuyor. Ben buradan Sayın
Kılıçdaroğluna Ne yazıyor okur musunuz? dedim.
Sayın Kılıçdaroğlu işine geldiğini okudu.
Bakın, o dönemi iyi
hatırlayın. 15 Temmuz 2011, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye Büyük
Millet Meclisini protesto ediyor, boykot ediyor. Diyor ki: Ben yemin
etmeyeceğim, gelmeyeceğim.
Değerli
milletvekilleri, şunu biraz sonra dağıtacağım sizlere.
Cumhuriyet Halk Partisini düştüğü açmazdan kurtarabilmek adına,
bizim grup başkan vekili arkadaşımızla genel başkan
yardımcısı arkadaşımızın
yaptığı Cumhuriyet Halk Partisini kurtarma operasyonudur.
Bakın, ne diyor burada: 12 Haziran seçimleri sonrasında bazı
milletvekillerinin yemin etmeyerek yasama faaliyetlerine
katılamamaları eksikliktir.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Hiç yakışmıyor, senin kalıbına yazık.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Son seçimlerle birlikte 95 seviyesinde temsil edilen Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, anayasa yapma hedefi bir an önce yapılmalıdır
ama Sayın Kılıçdaroğlu bir televizyon programında
kendisine sorulan Sayın Kılıçdaroğlu, bu milletvekilleri
seçildikleri takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Parlamentoda görev
yapamazsa ne olur? sorusuna aynen şöyle cevap vermiştir,
demiştir ki: Hukuk ne derse, yargı ne derse o olur.
BÜLENT TURAN
(İstanbul) - Bravo!
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) Nitekim, anayasa profesörü -şu anda genel başkan
yardımcısı mı, değil mi bilmiyorum ama- o
milletvekiline sordukları soruya da Bunlar seçilseler dahi Parlamentoda
görev yapamaz. demiştir.
Öte yandan, Cumhuriyet Halk
Partisinin duayen yargıçlarından Sabih Kanadoğlu diye bir
kişi var, o kişiye de sordular, Cumhuriyet gazetesinde
yayınlandı: Sayın Kanadoğlu, bu milletvekilleri
şartları uygun olmamasına rağmen milletvekilleri
seçildikleri takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapabilir mi?
Sayın Kanadoğlu mealen Zinhar yapamaz. dedi.
Bakın, değerli milletvekilleri, Sayın
Kılıçdaroğlu; eğer şu metnin tamamını okuma
imkânınız olsaydı herhâlde milletvekili
arkadaşlarımız bunu net bir şekilde anlama imkânı
bulmuş olurlardı. Burada sadece bir tavsiye vardır. Kime tavsiye
var? Yargıya tavsiye var. (CHP sıralarından gürültüler) Diyor
ki: Anayasayı özgürlükçü yorumlayın, Anayasayı geniş
yorumlayın. Böyle yorumladığınız takdirde Türkiyedeki
bu problemin önünü açabilirsiniz. Ama şu altında imzasını
gösterdiğiniz bu belgeyle ilgili konuda, bizim grup başkan vekili
arkadaşımıza, AK PARTİ Grubuna Böyle bir taahhütte
bulundular ama sözlerinde durmadılar, söz namustur. diye ifade etmek,
açıkçası bunu tam olarak okumanın mecburiyetini de beraberinde
getirir.
BAŞKAN Sayın Elitaş, lütfen tamamlayın.
MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) Bu bütçenin hayırlı
uğurlu olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Elitaş.
Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahıslar adına lehinde olmak üzere, Manisa
Milletvekili Sayın Hüseyin Tanrıverdi.
Buyurun Sayın Tanrıverdi. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Tanrıverdi, süreniz on dakika.
HÜSEYİN TANRIVERDİ (Manisa) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı hakkında lehte söz almış bulunuyorum. 2013
yılı bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için şimdiden
hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçeler ülkelerin geleceklerini
belirlemede çok önemli bir unsurdur, sosyoekonomik ve siyasal yol
haritalarıdır. O yüzden, dengeli ve sürdürülebilir bütçeler
oluşturmak ve uygulamak zorundayız.
2002 öncesinde bütçelerdeki gider kalemlerinde faiz ve transferlerin
ne kadar yer tuttuğunu ve IMFsiz bütçe
yapılamadığını hepimiz biliyoruz. Yaşanan
ekonomik ve sosyal buhranlar sonrasında, malumlarınız, 3
Kasım 2002de yani on yıl önce, AK PARTİ, diğer bir ifadeyle
milletimizin kendisi iktidar olmuştur. İstikrar ve güven
ortamının tesisinden sonra yükselen demokratikleşmeyle birlikte
faiz kıskacı kırılmış, enflasyon canavarı
katledilmiş, vergi gelirleri geniş halk kesimlerine ve
vatandaşlarımıza kamu hizmeti olarak geri dönmeye başlamıştır.
Vergi gelirlerinden faize giden pay düştükçe, eğitim,
sağlık ve yerel yönetimler başta olmak üzere, kamu hizmetlerine
ve sosyal harcamalara giden pay artmıştır. AK PARTİ
öncesindeki hükûmetin bütçesinde faiz gideri yüzde 41,4 iken bugün bu oran
yüzde 13,6lara gerilemiştir.
Vergi mükellefleri lehine
de önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Burada,
değerli arkadaşlarım kimi rakamları açıkladılar.
Benim de bir ifadede bulunmam gerekirse OECD ülkeleri arasında Türkiye
vergi yükü bakımından en düşük olan 6ncı ülkedir. Kurumlar
vergisini yüzde 33ten yüzde 20ye düşürdük, gelir vergisini yüzde
49,5ten yüzde 35e düşürdük. Sigorta primi işveren payını
5 puan azalttık. Toplanan vergiler içinde gelir vergisinin oranı
yüzde 19,8dir. Asgari ücretten alınan vergi 2002 yılında yüzde
12,8 iken bugün yüzde 0 ile yüzde 5,2 arasındadır. Asgari ücret
üzerindeki vergi yükü yüzde 47 düşürülmüştür. Türkiye, ücret
üzerindeki vergi yükü bakımından OECDde 1inci sıradaydı,
şu anda değerli arkadaşlarım, 8inci sıradadır.
Ekonomik krizlerin dünyayı
kasıp kavurduğu bir ortamda Türkiye, bugün dünyanın parmakla
gösterdiği bir performans sergilemiş, ekonomisinin kırılgan
değil güçlü olduğunu ispatlamıştır. Türkiye, dün
hasta adam olarak nitelendirilirken bugün Başbakanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde usta adam
olmuştur. Türkiye, IMFye olan borç yükünden kurtulmuş, borç verir
bir konuma gelmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, gördüğünüz gibi, halkçılık,
milliyetçilik lafla olmuyor. İktidarların ne kadar sosyal adaletçi,
ne kadar halkçı ve ne kadar milletinin emrinde olduğu, bütçe
kaynaklarında eğitime, sağlığa ve sosyal harcamalara
ayırdığı payla ölçülür. AK PARTİ hükûmetleri,
cumhuriyet tarihinde en fazla eğitime ve sağlık harcamalarına
pay ayıran hükûmetler olmuştur. Çok değil, bundan on yıl
öncesinde bütçede aslan payları her zaman faize ve savunma
harcamalarına ayrılırdı. Demokratikleşmenin
derinleşmesi ve AK PARTİnin kendi insanımız, kendi
imkânımız ve kendi kaynaklarımızla oluşturduğu
iktisadi politikalar sayesinde, savunma harcamaları ve faiz kalemleri her
bütçede biraz daha gerilemiştir. Bundan önceki 10 bütçe gibi 11inci bütçe
de ülkemizin gerçekleriyle örtüşen, popülizmden uzak,
ulaşılması mümkün hedefler koyan, özellikle de sosyal
tarafı daha ağırlıklı olan bir bütçedir. Bu bütçe,
büyük bir ülkeye, büyük bir millete, büyük bir tarihe, büyük bir vizyona
yakışır, iddialı hedefleri olan bir iktidarın
bütçesidir.
Değerli
milletvekilleri, toplam büyüklüğü 404 milyar TL olan 2013 mali
yılı merkezî yönetim bütçesinde 2002 öncesinde ihmal edilen
eğitim, sağlık harcamaları ve yerel yönetimlere
ayrılan pay bu bütçenin en önemli kalemleri olarak göze çarpmaktadır
çünkü yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir, demokrasinin
gelişme merkezleridir. Yerel yönetimler demokrasinin okuludur. Yerel
yönetimleri güçlü olan ülkelerde demokratik kültür daha gelişir,
yerleşir ve benimsenir. Nitekim, AK PARTİnin on yıllık
siyasi geçmişinde yerel yönetimler tecrübesi merkezî yönetimdeki
başarımıza önemli bir katkı vermiştir.
Değerli
milletvekilleri, sosyal refah devletinin en temel görevlerinden birisi de dar
gelirli grupların sosyoekonomik refahını artırmaya yönelik
sosyal koruma harcamalarını gerçekleştirmesidir. AK PARTİ
hükûmetleri enflasyonu tek hanelere indirmiş ve diğer yandan da
sosyal koruma kalemlerini çeşitlendirmiştir. Çalışanlar,
emekliler, çiftçiler, yaşlı, dul ve yetim ile engelli
vatandaşlarımıza yönelik bu harcamalar, sosyal yardımlar ve
primsiz ödemeler son on yılda 3,5 kat artmıştır yani ekonomimiz
büyürken geniş toplumsal kesimlerin ekonomiden aldıkları pay da
büyümektedir. Dezavantajlı gruplara ve yoksullara ödenen primsiz ödemeler
ve sosyal yardımlar 2011 yılında geçmiş on yıla göre 10
kat artmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bu bütçe, illerimiz ve bölgelerimiz arasındaki
farkları minimize edecek, gelişmişlikler arasındaki uçurumu
göreceli olarak düşürecektir. 2013 bütçesinde, 2005te AK PARTİ ile
başlayan KÖYDES projeleri için 578 milyon TL kaynak ihdas edilmiştir.
Bunlar çalışmakla, azimle ve en önemlisi de ülkesini ve milletini
sevmekle oluyor.
Değerli milletvekilleri,
2013 yılı bütçesi mali disiplini ve istikrarı korumayı
amaçlayan, büyümeyi ve istihdamı destekleyen, toplumsal refahı
gözeten, sağlık, eğitim ve sosyal koruma harcamalarına
ağırlık veren, yerel yönetimleri mali açıdan daha da
güçlendiren, toplumun yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlayan,
yatırımları teşvik eden ve altyapıya öncelik veren,
ekonomik verimliliği ve üreteni destekleyen bir bütçedir.
Biz milletimizin ve
devletimizin lehine olan düzenlemeleri siyasi olarak ne getirir ne götürür hesabı
ile değil; yarınlar için, yarının aydınlık ve
kalkınmış Türkiyesi için, gelecek nesiller için yapıyoruz.
Sözlerime burada son
verirken 2013 mali yılı bütçesinin hazırlanmasında
emeği geçenlere teşekkür ediyor, 2013 yılı merkezî yönetim
bütçesinin, tekrar, ülkemize ve milletimize hayırlı
olmasını, hayırlı hizmetlere vesile olmasını
diliyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Tanrıverdi.
Hükûmet adına söz
sırası Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğana aittir.
(AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
Süreniz bir saattir
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyor, 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
görüşmelerinin ülkemize, milletimize, demokrasimize ve ekonomimize
hayırlı olmasını Allahtan temenni ediyorum.
Konuşmamın hemen
başında, 2013 bütçe tasarısının
hazırlanmasında emeği geçen başta Maliye Bakanım olmak
üzere tüm bakanlık mensuplarına, Plan ve Bütçe Komisyonumuza, tüm
bakan, milletvekili arkadaşlarımıza, bürokrat ve
teknokratlarımıza şahsım, milletim adına teşekkür
ediyorum.
Tasarının Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurul aşamasında yapıcı, yol
gösterici, katkı sağlayıcı şekilde, özellikle de
karşılıklı saygı ve nezaket dairesinde müzakere
edilmesini de gönülden diliyorum.
Şunu özellikle burada
ifade etmek istiyorum: Bugün görüşmelerine
başladığımız 2013 yılı bütçesi, AK
PARTİ hükûmetleri tarafından hazırlanmış 11inci
bütçedir. Şu ana kadar 10 bütçe hazırladık ve tamamını
da başarıyla uyguladık. Bugün 2013 yılı bütçesini
görüşürken, AK PARTİ hükûmetlerinin 11inci bütçesini müzakere
ederken aslında geride bıraktığımız on
yılın da muhasebesini yapıyoruz. Aynı zamanda, önümüzdeki
on yılın da planlamasını gerçekleştireceğiz.
Sizlere dağıttığımız konuşma
kitapçığında geride bıraktığımız on
yıla ilişkin oldukça detaylı ama yine de özel niteliğinde
bir icraat dökümü bulunuyor. Ben burada ayrıntılara girmeden hem
geride kalan on yıla hem de önümüzdeki on yıla ilişkin
değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak arzusundayım.
Bir kere en başta
şunu ifade etmek durumundayım: Geride
bıraktığımız on yıl, her alanda olduğu gibi
ekonomi alanında da seksen dokuz yıllık cumhuriyet tarihimizin
en parlak dönemlerinden biri oldu. AK PARTİnin on yıllık
başarılı icraat dönemini cumhuriyet tarihimizin tamamıyla
kıyasladığımızda birileri nedense bundan rahatsız
oluyor. Şunu herkes bilsin ki biz asla ve asla bir hesaplaşma içinde
değiliz; tam tersine, biz, 29 Ekim 1923te kurulmuş cumhuriyetimiz
için neler yaptığımızı, cumhuriyetimize neler
kazandırdığımızı, Türkiye Cumhuriyetini hangi
seviyeden alıp hangi seviyelere taşıdığımızı
ve taşıyacağımızı konuşuyoruz.
Elbette, Gazi Mustafa
Kemalden bugüne kadar cumhuriyet için, ülke için, millet için taş üstüne
taş koymuş, çalışmış, üretmiş herkese
şükran borçluyuz, minnet borçluyuz. Ancak şunu da görmek
durumundayız: Ne yazık ki Gazi Mustafa Kemalin vefatının
ardından bazı istisnai durumlar haricinde Türkiyenin potansiyeli
yeterince kullanılmamıştır. Türkiyenin enerjisi,
heyecanı, zengin kaynakları, dinamik ve genç nüfusu gereksiz
tartışmalarla, gereksiz müdahalelerle âdeta heba edilmiştir.
Biz, on yıllık AK PARTİ Hükûmet dönemlerini, cumhuriyet
tarihimiz içinde bir kıyaslamaya tabii tutarken bir yandan neleri
başardığımızı anlatıyor, bir yandan da bu
başarıların geçmişte neden elde edilemediğinin
sorgulamasını yapıyoruz.
Şair Orhan Velinin deyimiyle bu ülke
için kimlerin sadece nutuk attığını, kimlerin de taş üstüne
taş koyduğunu hizmet ürettiğini milletimiz görsün istiyoruz.
Bizim her zaman ifade ettiğimiz bir gerçek var. Son on yılda elde
ettiğimiz başarılar, AK PARTİ hükûmetlerinin
başarısından ziyade bizatihi bu aziz milletin
başarısıdır yani son on yılda elde edilen
başarı, Türkiyenin başarısıdır, milletin
başarısıdır, cumhuriyetin başarısıdır.
Biz, eğer, hemen her alanda cumhuriyet döneminin rekorlarını
elde ettiğimizi söylüyorsak bunu milletimiz adına, ülkemiz
adına, cumhuriyetimiz adına bir kazanım olarak görüyor, bunun
heyecanıyla söylüyoruz. Özetle, cumhuriyet döneminin rekor seviyelerine
ulaşan yine cumhuriyettir, cumhuriyetin ta kendisidir. Cumhuriyet
döneminin rekorlarını elde etmiş olmamızdan hiç kimse
rahatsız olmasın, tam tersine, cumhuriyetin fertleri olarak
cumhuriyetimizin ulaştığı seviyeyi görerek bundan herkes
mutluluk duysun istiyorum.
Bakın, tekrar ediyorum: Biz, AK
PARTİ dönemine kadar, 79 yılda yapılanları elbette takdir
ediyoruz. Ama, biz, şunun da artık cesaretle, herkes tarafından
sorgulanmasını istiyoruz: 79 yıllık süreçte Türkiyenin
erişmiş olması gereken seviye 2002deki o seviye midir? Türkiye
çok daha fazlasını hak etmemiş miydi? 1945te taş üstünde
taş kalmayan Almanya ve Japonya, dünyanın en büyük ekonomileri hâline
geldiler. 1960larda Almanya kalkınmak için bizim iş gücümüze ihtiyaç
duydu. 1970lerde uzaya gidiliyordu, 1980lerde küreselleşme dünyayı
etkisi altına alıyordu, 1990larda kapalı rejimler
yıkılıyordu ama bütün bu süreçte Türkiye kendi iç meseleleriyle
uğraşıyor, demokrasiye yönelik müdahalelerle sürekli kan
kaybediyordu. Daha 1930larda, Boğaza köprü için proje
hazırlayanları, uçak sanayisi için, savunma sanayisi için büyük
girişimde bulunanları, Gazi Mustafa Kemalin talimatlarına
rağmen dönemin hükûmetleri, bakanları dışladı,
öteledi. Bu Parlamento içinde bunu çok iyi bilenler var şu anda.
Yatırım ortamı iyileştirilmedi, eğitimin
altyapısı güçlendirilmedi, Türkiye için büyük, geniş,
iddialı bir vizyon gözetilmedi. On yıllar boyunca Türkiye, yapay
tartışmalarla, sanal korkularla kendi milletini, kendi
evladını iç düşman ilan eden, Cumhuriyet tehlikede., Laiklik
elden gidiyor, İrtica geliyor. diyerek paranoya üreten bir zihniyetle
enerjisini kaybetti. Siyaset kurumuna yönelik güvensizlik, koalisyon hükümetleri
olarak tezahür etti. On yıllar boyunca koalisyon dönemlerinde Türkiye
ağır bedeller ödedi. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye, demokrasiye
geçişin ardından ortalama 10 yılda bir müdahaleye maruz
kaldı. Ülkemiz, yine, çok ağır bedeller, çok ağır
maliyetler ödedi. Bugün, bizim, ekonomide elde ettiğimiz
başarıları cumhuriyetle bir hesaplaşma gibi lanse edenler
önce çıksınlar, müdahalelerdeki rollerini, darbeler
karşısındaki destekleyici tavırlarını
sorgulasınlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar).
Bakın, 27 Nisan
bildirisi, AK PARTİ Hükûmetinin dik duruşu sayesinde sadece beyhude
bir girişim olarak kalmış, akamete
uğratılmıştır. Buna rağmen, bu e-bildirinin
Türkiyeye sadece faiz yoluyla maliyeti yıllık 2 milyar dolar
olmuştur. 28 Şubatın bu ülkeye maliyetinin ne olduğunu
varın siz kıyaslayın. 12 Eylülün, 12 Martın, 27
Mayısın bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına,
vatandaşlarına nasıl bir ekonomik külfet yüklediğini
varın siz hesap edin. Türkiye eğer bu kesintileri
yaşamasaydı, Türkiye içerideki yapay meselelerle enerjisini
harcamasaydı belki de bundan on yıllar önce dünyanın en büyük 10
ülkesinden biri hâline gelirdi. Geç de olsa bunu biz
başaracağız. On yıl önce
başlattığımız süreci kararlılıkla devam
ettirecek, inşallah Türkiyeyi dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri
konumuna getireceğiz.
Türkiyede
demokratikleşme ile ekonomi arasındaki doğru orantılı
yaşadığımız tecrübelerin
ışığında, şüpheye mahal bırakmayacak
derecede artık her şey netleşmiştir. Demokratikleşme
adımlarının atıldığı, reformların
yapıldığı, özgürlüklerin genişlediği süreçlerde
Türkiye ekonomisi her zaman büyümüş, ileri gitmiştir. Demokrasinin
kesintiye uğradığı, özgürlüklerin
daraltıldığı, devlet ile vatandaş arasında güven
bunalımının oluştuğu her dönemde de ekonomi
daralmış, telafisi on yıllar alacak maliyetler ortaya
çıkmış, bu maliyetler de vatandaşın, dar gelirlinin,
yoksulun omuzlarına bindirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiyenin terörle mücadelesinde de bu tablo net olarak ortaya
çıkıyor. Terör örgütü, bölgede, bir yandan demokratikleşme
adımlarını etkisizleştirmeye çalışırken
aynı zamanda, ekonomik yatırımları da engellemek için her
yola başvuruyor. Ekonominin demokrasiyi, demokrasinin de ekonomiyi
güçlendireceğini bilen terör örgütü, bölge halkının yoksul
kalması, yoksun kalması için kalkınma yönünde atılan her
türlü adımın karşısında duruyor. Bölgede baraj
yapılmasını engellemeye çalışıyorlar, bölgede
havaalanı inşaatlarının yapılmasını
engellemeye çalışıyorlar, yol, enerji, konut projelerini sabote
etmek için uğraşıyorlar. Hatta daha da ileriye gidiyor, hem
demokrasinin hem de ekonominin can damarı olan eğitimi kesintiye
uğratmak, bölge halkını cahil bırakmak için okulları
yakıyor, yıkıyor, öğretmenlere saldırıyorlar.
Terör örgütü çok iyi biliyor ki eğer o
çocuklar okurlarsa, okula giderlerse dağa çıkmayacaklar; o çocuklar
okula giderlerse o çocukların eline taş verip, molotof verip
attıramayacaklar. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Eğer o çocuklar okurlarsa -terör örgütü de biliyor ki-
o çocukları dağlarda ölmeye ve öldürmeye gönderemeyecekler. Bunu
bildikleri için de hem demokratikleşmenin hem ekonomik
kalkınmanın önünde set olmaya çalışıyorlar.
Demokrasiden de, ekonomik kalkınmadan da,
terörle mücadeleden de vazgeçmeden, asla geri adım atmadan bu kutlu yolda
yürümeye, kardeşlik içinde Türkiyeyi büyütmeye devam edeceğiz. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Az önce, BDP Eş Başkanı, bu
kürsüden, doğu, güneydoğudaki çocuklardan bahsetti. Allah
aşkına, soruyorum sizlere: O çocukların eline taşı,
molotofu veren -özellikle bunu söylüyorum- buna sessiz kalan siz değil
misiniz? Bütün bunların yanında, siz değil misiniz o
çocukları yokluğa, yoksulluğa mahkûm eden?
Değerli
arkadaşlarım, bizim şu anda güneydoğu, doğu, bu
bölgedeki yatırımlarımızın on yılda toplam bedeli
-eski rakamla- 37 katrilyona ulaşmıştır. Bütün bu
yatırımlar bu bölgede yapılıyor. Bunlar, cumhuriyet
tarihinde görülmemiş adımlardır. Altyapısıyla,
üstyapısıyla eğitimden sağlığa, adaletten
emniyette, ulaşıma, enerjiye, tarıma, aklınıza ne
gelirse, her alanda bu adımları attık ve biz bugüne kadar bu
attığımız adımları da kesintiye
uğratmadık ve uğratmayacağız, yine buna devam
edeceğiz çünkü biz Bölgesel milliyetçilik yapmayacağız. dedik.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz Etnik
milliyetçilik yapmayacağız. dedik
(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ve biz Dinsel milliyetçilik
yapmayacağız. dedik. Bu
kürsüye çıkıp da bizi özellikle mezhepçilikle sınayanlar önce
aynaya baksınlar ve orada kendilerini görsünler... (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ve biz,
attığımız adımlarla, yaptığımız
yatırımlarla, böyle bir anlayışın içerisinde
olmadığımızı her yerde ispatladık.
Bakın değerli
milletvekilleri, bundan on yıl önce, Türkiye, sanayide düşük
yoğunluklu teknolojiye, demokraside de oldukça düşük standartlara
sahipti. Bugün artık Türkiye, sanayide ileri teknolojiye sahip olduğu
gibi, buna paralel olarak demokraside de ileri standartlara sahip. Şu anda
bizim artık 2023 hedeflerimize on yıl var. Bu on yıl içinde 2023
hedeflerine ulaşmak için bizim iki alanda seviyeyi daha da yukarıya çekmemiz
gerekiyor.
Değerli
arkadaşlarım, biz, ne yapacağımızı, ne
yaptığımızı konuşuyoruz. Dikkat edin, bu kürsüye
çıkanlar, ne yapacaklarını konuşmadılar, yalan
yanlış akıllarına ne geliyorsa onları anlattılar
ki az önce arkadaşlarım da zaten gereken cevabı verdi çünkü ben
onlara cevap vermeye kalkarsam asıl konuşmamı
yapamayacağım. Onun için, ben asıl konuşmama vakit
ayırmak
Zaman zaman da şöyle biraz, belki
dokunduracağım.(AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Bakınız,
birincisi yüksek yoğunluklu teknolojiye, ikincisi de demokraside çok daha
yüksek standartlara alışmamız gerekiyor, bunu
başarmamız gerekiyor. Eğer bunlardan herhangi birinde aksama
olursa hedeflerin tutması zorlaşır, hatta
imkânsızlaşır. 2023te bizim 500 milyar dolar ihracat hedefimiz
var, 2023te 2 trilyon dolar millî gelirle, 25 bin dolar kişi
başı millî gelirle dünyanın en büyük 10 ülkesinden biri olma
hedefimiz var. Şimdi, ya şunu niye kıskanıyorsunuz? Ya, on
yıl önce kişi başı millî gelir 3.600 dolarken bugün 10.700
dolara yaklaştığımıza göre bundan niye rahatsız
oluyorsunuz, neden?
İZZET ÇETİN
(Ankara) Para kimde?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Ben aynı şekilde diğer
muhalefet genel başkanına da soruyorum: Ya, siz, millî geliri
aldığınızdaki rakama bakın, bize devrettiğinizdeki
rakama bakın? Bize düşerek teslim ettiniz, biz tekrar ayağa
kaldırdık. Bu farkları niye görmüyorsunuz? Bunları lütfen
görelim.(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız,
eğitimi daha da yaygınlaştırarak, eğitimin kalitesini
daha da yükselterek, özgür, girişimci, cesur ve öz güveni yüksek gençler
yetiştirerek Türkiyenin geleceğini daha da
aydınlatacağız. Biz on yıl boyunca bu ülkenin
çocuklarına en başta öz güven aşıladık, bu ülkenin
çocuklarının hiçbir sorunun kalıcı, hiçbir sorunun çözümsüz
olmadığını görmelerini sağladık. Bizim
çocuklarımız kendi öz değerlerinden, kendi tarihlerinden ve
kendi medeniyetlerinden aldıkları ilhamla, evrensel değerleri
özümseyerek inşallah bu coğrafyada tarihimizi yeniden yazacaklar, ben
buna inanıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bu ülke geçmişte nasıl tarihe, bilime ve sanata yön veren insanlar
çıkardıysa, inşallah bugün ve yarın da bu topraklardan, bu
genç nesillerden geleceğe yön verecek isimler yetişecek.
Değerli
milletvekilleri, ekonomiyle demokrasi arasındaki paralellik kadar
ekonomiyle aktif dış politika arasında da paralellik bulunuyor.
Tabii burada ana muhalefet olsun, diğerleri olsun bunlarla bizim
anlaşmamız mümkün değil. Bunların, sıfır
toleransın ne olduğunun tanımını bir defa
anlamaları için daha çok zaman ister. Bu, kolay iş değil.
Hayatında en ufak bir dış ilişki, bir dış
politika, böyle bir şeyin içerisinde olmayanın kalkıp da bunu
anlaması mümkün değil.
İZZET ÇETİN
(Ankara) - Doktora gitmen lazım!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ve anlayacaklar, anlayacaklar da
neticelerini gördükten sonra. Ama sabretmeye de tahammülleri yok. Bak, biz
dinledik, konuşmadık ama onlar, işte böyle, bu tür, böyle laf
atmak suretiyle yerinde boğmanın gayreti içine giriyorlar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Nezaket
kurallarını da bilmiyorlar.
Türkiye, son on yılda,
aktif barışçı dış politikaları sayesinde,
bölgenin ve dünyanın saygın, etkili, sözü dinlenen ve sözünün
ağırlığı olan bir ülke konumuna yükselmiştir.
Dış politikamızda, uluslararası ilişkilerde her zaman
küresel vicdanı öne çıkardık, adaleti yücelttik,
kardeşliğe, dostluğa, dayanışmaya vurgu yaptık.
Sorun çıkaran değil sorunların üzerine giden, ateşi
söndürmek, acıları dindirmek, akan kanları durdurmak için
mücadele eden bir ülke olduk. Biz her ülkeyle ama her ülkeyle iyi
ilişkiler tesis etmeye, varsa aradaki sorunları samimi şekilde
çözmeye gayret ettik.
Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin, Azerbaycanın, Türk cumhuriyetlerinin, bölgemizdeki,
dünyadaki tüm dost ve kardeş halkların hukukunu en güçlü şekilde
savunduk ve savunmaya devam ediyoruz.
Arap halklarının
özgürlük, hak, adalet, insanca yaşam taleplerini en güçlü şekilde
destekledik.
Medeniyetler ittifakı
projemizle küresel barış mücadelesi vermeye devam ediyoruz.
Bütün olumsuzluklara, bütün
engellemelere
Avrupa Birliği umudumuzu muhafaza ediyor, gerekli
reformları yapıyoruz.
Uluslararası
kuruluşlarda aktif görevler üstleniyoruz. Sadece, 2012 yılında
11 ülkeyle Türkiye arasındaki vizeleri kaldırdık. Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz gidebildiği ülke
sayısı 64e, sınırda vize alabildiği ülke
sayısı 11e yükseldi.
Küresel finans krizinde
gelişmiş ülkeler dış temsilciliklerini kapatırken biz
burada da farklı bir performans sergiledik, dış temsilcilik
sayılarımızı artırdık. 2002 yılında
Türkiye'nin dünya genelinde 93 büyükelçiliği vardı. On yılda 27
büyükelçilik açtık ve toplam sayıyı 120ye çıkardık.
Afrika kıtasında sadece 12 büyükelçiliğimiz vardı, yıl
sonunda bu sayı 34e ulaşıyor. 2002de 163 olan dış
temsilcilik sayımız şu anda 204e ulaştı. Bunu en
kısa zamanda 231e çıkaracak ve dünyanın en yaygın
örgütlenmiş 5 ülkesinden biri olacağız.
Sadece 2012
yılında 23 yeni merkezde ticaret müşavirlikleri tesis ettik.
Ticaret müşavirlerimizin görev yaptığı merkez
sayısı 2002de -lütfen dikkat- 62 adetken şu anda 160a
ulaştı. 2002de 84 müşavir görev yaparken şu anda 233
müşavir bu merkezlerde görev yapıyor. 36 milyar dolardan
devraldığımız ihracatı da, işte az önce de ifade
ettim, on yılın sonunda 150 milyar dolara yükselttik. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) İthalat ne oldu?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlar,
bakınız, az önce burada bir rakamdan bahsetti ana muhalefetin Genel Başkanı,
Hollandanın ihracatından bahsetti. Genel Başkanınıza sorun
da o ihracatın ne kadarı ithalattır onun cevabını bir
arayıp bul, ondan sonra gel, bana bu soruyu sor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
İZZET ÇETİN
(Ankara) İthalatı sen de söyle canım, ne fark eder.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Her ihracatın içerisinde
İZZET ÇETİN
(Ankara) İthalat ne oldu, onu da sen söyle biz öğrenelim.
BAŞKAN Değerli
milletvekilleri
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
yan ürünler denilen bu tür ürünler de
alınır ve oradan siz ihracatınızı da
yaparsınız. Bu konularda bilginiz, tecrübeniz yok,
öğreneceksiniz, sabırla, öğreneceksiniz.
36 milyar dolardan
devraldığımız ihracat buraya çıkarken, sadece belli
ülkelere değil, dünyanın en ücra, en uzak ülkelerine kadar
ulaştık.
Müteahhitlik hizmetlerinde
Çinden sonra dünyanın 2nci ülkesiyiz, buraya çıktık.
Turizm gelirlerimiz
aynı dönemde 3 kat arttı. Turist sayısında dünyada
6ncı, turizm gelirinde dünyada 9uncu ülke konumuna yükseldik.
Bölgenin
istikrarını, bölgenin barış ve huzurunu, Türkiye'nin
refahıyla, büyümesiyle bağlantılı gördük, her zaman
barışın, her zaman diyaloğun, her zaman
uzlaşmanın tarafında durduk.
Türkiye olarak güçlünün yanında
değil, haklının yanında; zalimin yanında değil,
mazlumun, mağdurun yanında yer aldık. Biz, Filistinlilere
yaptığı zulme, Gazzede uyguladığı insanlık
dışı saldırılara, uluslararası sularda
yardım gemisine yönelik korsan saldırıya rağmen, birileri
gibi
Evet, kimi kastettiğimi anlıyorsunuz: CHP. Az önce, bizi,
İsraille kapalı kapılar ardında ne konuştunuz, diye
suçluyor. Bana İsraille kapalı kapılar arkasında ne
konuştuğumu- kimlerden bunu aldığınızı ispat
edemezseniz müfterisiniz, müfterisiniz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
İZZET ÇETİN
(Ankara) İsraille o tarihte
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Biz, bugüne kadar hiçbir iktidarın yapamadığını
yapmak suretiyle, uluslararası sularda
(AK PARTİ ve CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
bizim gemilerimize saldıranlara
karşı hangi cevap gerekiyorsa o cevabı verdik. (AK PARTİ ve
CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Hiçbir zaman, kapalı kapılar
arkasında bu tür pazarlıkları yapacak tıynette bir siyaset
biz gütmedik, o size ait bir şeydir, siz onu görüyorsunuz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli)
Tayyip ile İsrail arasında diyalog var. diyor, Obama söylüyor. Duymuyor
musun Obamanın söylediklerini?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Hiçbir ülkenin iç işlerine
karışmadık, hiçbir ülkenin topraklarına göz dikmedik.
Suriye halkı bizim kardeşimizdir
İZZET ÇETİN
(Ankara) ABD öğretti.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
canımız ciğerimizdir.
Bizim sorunumuz Esed yönetimiyledir ve asla Suriyenin toprak bütünlüğü
noktasında en ufak bir tereddüdümüz yoktur, onun bütünlüğünden
yanayız. Aynı düşünce bizim, Irak için de geçerlidir. (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Sayın
Başbakan, bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Değerli
milletvekilleri, bakınız, sayın başkanlar konuşurken
en ufak bir müdahale olmadı. Bu kürsüde herkes kendi düşüncesini dile
getiriyor dolayısıyla bu türlü bir müzakere usulü doğru değil.
Sayın Tanal,
bakın, en çok laf atanlardan biri sizsiniz. Bundan sonra daha müzakereler
yapacağız. Bugün böyle bir müzakere yaparsak bir başka günkü
toplantıda da burada müzakere yapılma imkânı kalmaz.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Ama hiçbir partinin başkanı tahrik edici
konuşmadı Sayın Başkan.
BAŞKAN Efendim,
kendi takdiridir, öyle konuşur. Eğer cevap gerekiyorsa grup
başkan vekilleriniz var, sayın genel başkanlar var. Yani
yapmayın böyle birşey.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Obama öyle söylüyor, Obama!
BAŞKAN -
Yapmayın, herkes kendisi nasıl takdir ediyorsa öyle konuşuyor.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Kapalı kapılar ardında
İsrail ile ne konuştunuz? demek tahrik edici değil mi? (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL
(İstanbul) İsrail ile sözleşmeleri yapan siz değil
misiniz?
BAŞKAN Sayın
Tanal, lütfen
(AK PARTİ sıralarından Sus be!, sesleri)
MAHMUT TANAL
(İstanbul) İsrail ile sözleşmeleri yapan siz değil
misiniz?
BAŞKAN
Arkadaşlar, lütfen
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Arkadaşlar, lütfen sakin olun. Herkes
tıynetinin gereğini yapar, sakin olun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, aktif ve barışçı dış
politikamızın bir başka neticesi de dünya üzerinde ihtiyaç
sahibi her ülkeye, dost ve kardeşlerimize elimizi uzatmak oldu. Bir yandan
dünya geneline yayılmış akrabalarımıza,
kardeşlerimize, dostlarımıza ulaşırken, aynı
zamanda ata yadigarlarımıza da çok güçlü şekilde sahip
çıktık. TİKAyla dünyanın her köşesine yardım
elimizi uzatıyor, ata yadigarı eserleri gün yüzüne
çıkarıyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığımızda Türkiyenin
sıcaklığını ve gücünü hissettiriyoruz.
Yunus Emre enstitülerini
kurarak dünyaya Türkçe öğretiyoruz.
TRT Avazla, TRT Türkle,
TRT Arapçayla, TRT Şeşle, Türkiyenin mesajlarını dünyaya
duyuruyoruz.
Bakın, 1992 ile 2002
yılları arasında, on yılda, faaliyet gösterdiği
ülkelerde TİKAnın toplam proje sayısı 2.241 idi. 2002
yılından 2011 yılına kadar TİKA
aracılığıyla biz, 10.086 proje sayısına
ulaştık; farkımız bu. Yani TİKAnın proje
sayısını önceki on yıla göre 4,5 kat artırdık.
Ülkemizin resmî kalkınma
yardımları, 2011 yılında rekor bir seviyeye
ulaştı; 1 milyar doları aştı ve 1 milyar 273 milyon
dolar oldu. 2002 yılında 86 milyon dolar olan yurt
dışı kalkınma yardımlarımız, 27 kat artarak,
2011 yılında 2 milyar 363 milyon dolara ulaştı.
Kazakistanda Kazak-Türk
Lisesini, Karadağda Şükriye Mecedoviç İlkokulunu, Afganistanda
Kabildeki Mahmud Tarzi Lisesini, Makedonyada Üsküp Tefeyyüz
İlköğretim Okulunu, Kosovadaki Prizren Üniversitesini ve bunun gibi
birçok ülkedeki üniversiteyi, liseyi, ilkokulu biz inşa ettik. Sadece
2007den günümüze kadar geçen sürede inşa edilen okul sayısı
214e ulaştı.
Orta Asyanın ilk kemik
iliği nakil merkezîni Kırgızistanda açtık. Filistinin
kuzeyinde Tubas Türk Hastanesinin yapım işini sürdürüyoruz. Hastane
tamamlandığında Tubas şehrinin ilk hastanesi olacak.
Son dört yıl içinde
Pakistan, Somali, Moldova, Filistin Batı Şeriaya 58 ambulans hibe
ettik.
Lübnandaki 100
yataklı Sayda Türk Hastanesinin inşaatını iki yıl önce
tamamladık. Sadece Nijeryada 19.410 kişiye sağlık
taraması yaptık.
Yıllar içinde
yıpranan, Kudüs Harem-i Şerifte bulunan Kubbet-üs Sahra hilalinin üç
parçadan oluşan altın renkli bakır hilalini 5inci defa biz
yeniledik.
Bosnada tarihî Konjic
Köprüsünü yeniden inşa ettik. Drina Köprüsünün korunması için
çalışmalar yürütüyoruz.
Türkmenistanda Sultan
Sancar Türbesinin restorasyonunu, Kazakistanda Ahmet Yesevi Türbesinin
restorasyonunu biz yapıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Senin yaptığın belli!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Moğolistandaki bin üç yüz
yıllık Türk anıtlarının gelecek nesillere
aktarılması için Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtlarının
kopyalarını çıkardık ve Göktürk anıtlarının
bulunduğu bölgede bir müze inşa ederek bu anıtları sergiye
açtık.
Giray Han tarafından 1500
yılında Bahçesarayda yaptırılan ve Doğu
Avrupanın en eski eğitim kurumlarından biri olan Zincirli Medresesi
ile Giray Han Türbesi ve Külliyesinin restorasyon
çalışmalarını tamamladık ve hazır hâle getirdik.
Kırım Tatar
kardeşlerimize, uygulamaya başladığımız toplu konut
projeleri ve inşa ettiğimiz okullarla, Türkiye'nin
sıcaklığını, yakınlığını
hissettirdik.
Bulgaristan'ın
başkenti Sofya'da tek cami olarak hizmet veren Kadı Seyfullah Efendi Camisini
biz restore ediyoruz.
Makedonya'da Kocacık köyünde
bulunan Gazi Mustafa Kemal'in babası Ali Rıza Efendi'nin
yaşadığı ev tarafımızdan aslına uygun olarak
yeniden inşa edildi. Bunlar, dünya üzerinde
uyguladığımız projelerden sadece bir kısmı.
Elinizdeki kitapçıkta çok daha ayrıntılı bilgi yer
alıyor.
Dünya geneline
yayılmış ata yadigârı eserlere sahip çıkarken,
kardeş ve akraba topluluklara el uzatırken, Türkiye içinde de
vakıf eserlerine güçlü şekilde sahip çıkıyor, onları
yeniden gün yüzüne çıkarıyoruz. Burada da şimdi sizlere bir
kıyas veriyorum, bu da çok önemli. 1996-2002 yılları
arasında sadece 46 vakıf eseri onarılmışken, biz, on
yıl içinde 3.750 tarihî eserin onarımını
gerçekleştirdik. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ayrıca, Kültür ve Turizm
Bakanlığımız eliyle de 90 eseri restore ettik, 15 eserin restorasyonu
devam ediyor.
KAMER GENÇ (Tunceli)
Kiliselere ne harcadınız?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Tarihî ve kültürel
mirasımızı korumaya, gün yüzüne çıkarmaya yönelik çok
büyük, özel projeler sürdürüyoruz; aynı zamanda yurt dışına
çıkarılmış hazinelerimizi de tek tek Türkiye'ye
kazandırıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, çok önemli bir bölüme geliyorum. Az önce
Ana Muhalefet Genel Başkanı yine bir şeyler söyledi,
zannediyorum cevabı burada bulacak. Bize bazı konularda
konuşurken çok iyi düşünmeniz lazım, ondan sonra
konuşmanız lazım.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Tekelinde mi o da?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de son on yıldaki değişimi en iyi ifade eden
sektörlerden biri savunma sanayisidir.
Savunma sistemleri
ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanma oranı, 2 kat
artışla, Sayın Kılıçdaroğlu, bizim dönemde yüzde
54'e çıkmıştır. ASELSAN ve TUSAŞ'ın geçmişte
esamesi dahi okunmuyordu; şu anda, bu 2 şirketimiz, savunma
sanayisindeki yatırımlarıyla, dünyanın en büyük 100
firması arasında yer alıyorlar. Bakınız, nereden
nereye geldik!
Millî sermayemizin
ürettiği mini insansız hava aracı sistemlerinin seri üretimleri
süratle devam ediyor. Bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmetine
164 adet insansız uçak ve 4 adet insansız helikopter sunuldu.
Altay millî
tankımızın ön tasarımı tamamlandı. İlk defa
ülkemizde modern bir tankın üretimini gerçekleştiriyoruz.
İZZET ÇETİN
(Ankara) 1942de yapılmıştı ilk tank.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) ANKA insansız hava
aracımızın tasarım ve prototip imalatını
tamamladık.
Uzun menzilli roketler
artık ülkemizde üretiliyor. İleri teknolojiyle donatılan
Türkiye'nin ilk millî
savaş gemisi olan ve tamamen ülkemizde tasarlanarak inşa edilen
MİLGEM Savaş Gemisini 2008 yılında denize indirdik. VEZİRE
ATAK Helikopteri de
Türkiye'de üretiliyor. Helikopterlerin uçuş testlerine 2011 yılı
içerisinde başladık ve 2013 yılı içinde bu helikopterlerin
Türk Silahlı Kuvvetlerine teslimatına başlamayı
planlamış bulunuyoruz.
Göktürk-2 uydumuzun üretimini
tamamladık. Bu uydumuzu 19 Aralıkta, saat 18.52'de uzaya
gönderiyoruz. Hayırlı olsun inşallah. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) Muhalefeti de bekleriz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) Ama bundan da rahatsız olanlar çıkabilir. Gönlüm arzu
eder muhalefet de gelsin, beraber bunu izleyelim, bundan rahatsız
olmasınlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Artık, tank
modernizasyonlarını millî firmalarımız yapıyor.
Şimdiden, Orta Doğu'da, Asya'da, Uzak Doğu'da ve hatta Latin
Amerika'da birçok ülkeye savunma sanayisi ürünlerimizi ihraç ediyoruz.
Evet, biz, nutuk
milliyetçiliği değil, millete ve ülkeye hizmet üreten fiilî
milliyetçilik yapıyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, on yıldır başarıyla
uyguladığımız ekonomi politikaları, on yıl içinde
çok farklı şekillerde test edildi. Ekonomimiz, yurt içinde
oluşturulmaya çalışılan siyasi krizlerde çok sağlam
bir duruş sergiledi. Demokrasiye yönelik müdahale girişimlerinin
olduğu dönemlerde dahi Türkiye ekonomisi hiçbir sarsıntıya
uğramadı.
Aynı şekilde,
ekonomimiz, on yıl içinde gerçekleşen iki mahallî seçim, üç genel
seçim, iki referandum
Yine dirençli bir yapı sergiledi.
Oluşan güven, istikrar
ve disiplin sayesinde, geçmişte her seçim döneminde dalgalanan ve
dengeleri bozulan ekonomi, geride bıraktığımız yedi
seçimde en küçük bir sapma göstermedi.
Yine, ekonomimiz, küresel
dalgalanmalar karşısında, küresel krizler
karşısında da dünyaya örnek olacak bir sağlamlık
sergiledi. Bütün bunların ötesinde, ekonomimiz, geride
bıraktığımız on yıl içinde, yedi farklı
seçimde milletimizin huzuruna çıktı ve milletimizden tam not aldı.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın
Kılıçdaroğlu, karneyi millet verir, millet, millet verir. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Siz, milletin
verdiği karneye bakın, ona bakın.
Elbette ki, biz,
insanı ekonomik nesne olarak görmüyoruz, böyle de görmeyiz, bizim için
insan ekonomiden ibaret değildir. Bizim için insan, sadece bir üretici,
sadece bir tüketici, pazarın ve piyasanın öylesine bir aktörü
olmaktan ibaret de değildir. İnsanı eşrefi mahlukat olarak
görüyoruz, maddi ihtiyaçlarından çok daha ötede, insanı, ruhuyla, kimliğiyle,
değerleriyle, insanı diğer canlılardan ayıran ulvi
özellikleriyle değerlendiriyoruz. Bizim bakış açımız
bu.
Demokratikleşme
alanında attığımız adımlara paralel olarak,
sosyal politikalarımıza paralel olarak ekonomi
politikalarımız da on yıl boyunca milletin takdirine sunuldu ve
milletten büyük teveccüh aldı.
Burada, refah seviyesine
ilişkin sadece birkaç göstergeyi sizlerle ve aziz milletimle
paylaşmak istiyorum.
Bakınız,
hanelerdeki bilişim teknolojileri bulunma ölçümleri, özellikle 2004
yılından itibaren yapılmaya başlandı böyle bir ölçüm.
2004 yılında
Türkiye'de her 100 evden 11'inde bilgisayar vardı; şu anda her 100
evden 59'unda bilgisayar var.
2004 yılında her
100 evden 54'ünde cep telefonu vardı, şu anda her 100 evden 93'ünde
cep telefonu var.
Cep telefonu abone
sayısı, 2002 yılında 23 milyon kişiydi; şu anda,
65 milyon kişiye ulaştı. Bir cep telefonu abonesi, 2009
yılında ayda ortalama 184 dakika konuşuyordu; şu anda,
ortalama konuşma süresi ayda 300 dakikaya ulaştı.
İnternet abone
sayısı 2002 yılında 1 milyon 310 bin kişiydi, 2011
sonunda 14 milyon aboneye ulaştı yani İnternet abonesi
sayısı 11 kat arttı.
2002'de Türkiye'de
kayıtlı 4 milyon 600 bin otomobil vardı, şu anda 8,5 milyon
kayıtlı otomobil var. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Herhâlde bunlar refah
seviyesini anlatıyor. Bunlar yoksulluğu anlatmıyor, refah
seviyesini anlatıyor.
Geliyorum ücretlere: Aile yardımı
ödeneği dâhil en düşük memur maaşı 2002 Aralık
ayında 392 lira iken 2012 Aralık ayında 1.758 liraya
çıktı, artış yüzde 348.
Aile yardımı ödeneği dâhil
ortalama memur maaşı 2002 Aralık ayında 578 lira iken 2012
Aralık ayında 2.04242 liraya çıktı, artış yüzde
253.
Net asgari ücret 2002 Aralık ayında
184 lira iken 2012 Aralık ayında 740 liraya çıktı,
artış yüzde 301.
En düşük memur emekli
aylığı 2002 Aralık ayında 377 lira iken 2012
Aralık ayında 1.084 liraya çıktı, artış yüzde
188.
En düşük SSK emekli
aylığı 2002 Aralık ayında 257 lira iken 2012
Aralık ayında 886 liraya çıktı, artış yüzde 245.
En düşük BAĞ-KUR
esnaf emekli aylığı 2002 Aralık ayında 149 lira iken
2012 Aralık ayında 718 liraya çıktı, artış yüzde
383.
En düşük BAĞ-KUR
çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 lira iken
2012 Aralık ayında 536 liraya çıktı, artış yüzde
714. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, 65 yaş aylığı bu da çok önemli-
2002 Aralık ayında 24 lira -hâle bakın- 2012 Aralık
ayında 122 liraya çıktı, artış yüzde 397.
Muhtar
aylığı neydi biliyor musunuz? 2002 Aralık ayında 97
lira biz göreve geldiğimizde- 2012 Aralık ayında 427 liraya
çıktı, artış yüzde 338.
Emekli maaşları
arasındaki farkı gidermek için 2012 yılında
çıkardığımız İntibak Yasası, 1 Ocak 2013
tarihi itibarıyle artık yürürlüğe giriyor.
Şimdi, burada,
Sayın Kılıçdaroğlu, emeklilik gelişme
payının kaldırıldığını söylüyor.
Herhâlde yanlış anlamadım. Bunu söyleyen SSKda genel müdürlük
yapmış biri, malum.
Emeklilere gelişme
hızından yüzde 30 oranında biz pay verdik, hatta 2000 öncesi bu
verilmiyordu -o dönemin içinde Sayın Kılıçdaroğlu da var-
İntibak Yasasıyla biz şimdi 2000 öncesine yüzde 75 ilaveyle
bunu veriyoruz.
Şimdi, kendileri
SSKyı böyle yönettikleri için, şimdi de gelip bunun
faturasını bize kesmeye gayret ediyorlar. Biraz sonra çok daha
enteresanlarına geleceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
dikkat ederseniz ücretlerin hiçbiri enflasyon karşısında
erimedi. Onu özellikle koruduk.
Bakın, ben şimdi
size bir de alım gücünü vereceğim. Enflasyonla mücadelede
sağladığımız başarının bir eseri
olarak, ücretlerin alım güçleri ciddi oranda arttı. Buna hiç
dokunmuyorlar.
2002 yılında
asgari ücretin tamamıyla
2002 yılında
asgari ücretle 82 kilo kuru fasulye alınıyordu, şu anda 142 kilo
alınıyor.
2002 yılında
asgari ücretle 181 kilo ekmek alınabiliyordu, şu anda 289 kilo ekmek
alınıyor.
2002 yılında
asgari ücret 1.146 kilovatsaat elektriğe tekabül ediyordu, şu anda
2.072 kilovatsaat elektriğe karşılık geliyor.
Asgari ücret 2002'de
Değerli arkadaşlarım,
geliyorum yoksulluğa; sıkça istismar edilen, çarpıtılan,
olduğundan farklı şekilde gösterilen yoksulluk konusuna. Dünyaya
referans olabilecek yöntemle yoksulluğu hesapladık. 2002
yılında, kişi başı günlük 1 doların altında
harcama yapanlar toplam nüfusun binde 2sini oluşturuyordu -bakın bu
çok önemli- 2006 yılından itibaren Türkiyede günlük harcaması 1
doların altında nüfus kalmadı.
Günlük harcaması 2,15
doların altında nüfus, 2002de yüzde 3 küsur oranındaydı,
geçen hafta açıklanan yeni verilerle, bunun da artık yüzde 0,14e
kadar düştüğünü görüyoruz.
2002 yılında 66
milyon olan nüfusumuz içinde günlük harcaması 2,15 doların
altında olan 2 milyon 82 kişi vardı, 2011 sonunda 73,4 milyon
nüfus içinde bu sayı sadece 105 bin kişi. Bakınız, nereden
nereye!
Günlük harcaması 4,3
doların altındaki nüfus 2002de yüzde 30 seviyesindeydi, 2001de bu
2,79 seviyesine düştü.
2002 yılında 66
milyon nüfus içinde günlük harcaması 4,3 doların altında olan 20
milyon 721 bin kişi vardı, 2011 sonunda 73,4 milyon nüfus içinde bu
sayı 2 milyon 111 bin kişiye düştü. Yani, hem nüfus artıyor
hem de bu noktada bunların ifade ettiği yoksulluk filan,
bunların hepsini yavaş yavaş eritiyoruz.
Şimdi, borçlar
konusuna geliyorum. Değerli milletvekilleri, hemen her yıl bütçe
görüşmelerinde Türkiyenin borcu bu kürsüden dile getiriliyor. Borç konusu
muhalefet tarafından maalesef doğru olmayan, doğru yansıtılmayan
rakamlar marifetiyle bir istismar aracı olarak ortaya konuluyor.
En başta şunu
söylemek isterim: 2002 yılından bu yana uygulanan disiplinli,
tutarlı ekonomi politikalarımız sayesinde borçlanma
maliyetlerimiz tarihin en düşük seviyelerine inmiştir. TL cinsinden
iç borçlanmanın ağırlıklı ortalama faizi -bakın,
bu çok önemli- 2002 yılında -küsurat söylemiyorum- yüzde 63 iken,
yapılan en son ihalede yüzde 6 ile tarihin en düşük seviyesine
düştü.
Sayın
Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli, soruyorum: Yüzde 63 mü büyük,
yüzde 6 mı büyük? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Yüzde 63 faiz ödediğimiz zaman mı millet bunun bedelini daha
ağır ödüyor, yoksa yüzde 6 faiz ödediğimiz zaman mı bunun
bedelini daha ağır ödüyor? Artık lütfen bunu görelim.
Reel iç borçlanma faizi
2002 yılında yüzde 30 olarak gerçekleşirken, bugün
itibarıyla sıfır civarına gerilemiştir. Borçlanma
faizleri hızla düşerken borçlanma vadelerimiz de tarihinin en yüksek
seviyelerine çıktı. Hükûmeti devraldığımızda
hazine iç piyasalardan ancak ortalama 9,5 ay vadeyle borçlanabiliyordu, bugün
hazine iç piyasalardan 10 yıl vadeyle yani 120 ay vadeyle borçlanma
yapabiliyor. Bu bir kredibilitedir, bu bir güvendir. 2002 yılında
dış piyasalarda dolar cinsinden tahvil borçlanmamızın vadesi
ortalama 7 yıl iken, bugün ortalama 14,5 yıla
çıkmıştır. Bu gerçekleri lütfen görelim.
Buna ek olarak, hazine,
2012 yılında hem iç piyasada hem de uluslararası sermaye
piyasalarında ilk defa kira sertifikası ihracı
gerçekleştirdi. İç piyasada gerçekleştirilen ihraca 2
katından fazla, uluslararası piyasada gerçekleştirilen ihraca
ise 5 kat talep var. Böylece, ülkemiz faizsiz finansman piyasalarına
erişim sağlamış ve İstanbulun finans merkezî
olmasına yönelik projemizde önemli bir adım
atılmıştır.
Faiz giderlerinin toplam
bütçe harcamaları içindeki payı 2002 yılında yüzde 43
-sorunuza cevap- bu oran 2012 yılında yüzde 13e düşmüştür.
Herhâlde 13 43ten küçüktür değil mi? 2002 yılında merkezî
yönetim vergi gelirlerinin -bakın, bu da çok önemli- toplam vergi
gelirlerinin yüzde 86sı faiz harcamalarına giderken, bu oranın
2012 yılında yüzde 17,6ya gerilediğini görüyoruz.
Değerli
arkadaşlar, bakın, vergide de, işte buyurun, faiz giderlerinde
de nereye düşüyoruz. Hükûmetlerimiz döneminde gayrisafi yurt içi
hasılaya oran olarak faiz harcamalarında 11,4 puanlık bir
tasarruf ayrıca sağlandı. 2012 yılı gayrisafi yurt içi
hasılası baz alındığında yaklaşık
olarak 164 milyar liralık bir tutara karşılık geliyor.
Şimdi, geliyorum borç
yüküne: Uyguladığımız mali disiplin ve etkin borçlanma
stratejileri sonucunda, on yıllık dönemde Türkiyenin kamu borç yükü
yaklaşık 40 puan düşmüştür. 2002 sonunda yüzde 74 düzeyinde
olan Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim borç stokunun
gayrisafi yurt içi hasılaya oranı bu yıl sonu itibarıyla
yüzde 36ya düşüyor.
Küresel kriz döneminde
birçok ülkede borç yükü ciddi oranlarda arttı. Az önce,
Kılıçdaroğlu, konuşurken bazı rakamlar verdi, ben de vereyim.
Kamu borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı Japonyada yüzde 236
-küsuratını söylemiyorum- Yunanistanda yüzde 71, İtalyada
yüzde 126, Portekizde yüzde 119, İrlandada yüzde 118, Amerika
Birleşik Devletlerinde yüzde 107. Eğer daha isterseniz verebilirim.
Dünyada, gelişmiş ülkelerde bu yaşanırken biz Türkiyede
son üç yılda borç yükünü 10 puan azalttık. 2002 yılı
sonunda yüzde 61,5 düzeyinde gerçekleşen kamu net borcunun gayrisafi yurt
içi hasılaya oranı 45 puana yakın bir düşüşle 2012
yılında yüzde 18 civarına geriledi.
Bakın, kamunun
dış borcu ile döviz cinsi varlıkları
netleştirildiğinde yani kamunun dış pozisyonuna
bakıldığında 2012 yılında 54 milyar dolar net
dış borç varken, 2002 yılının ikinci çeyreği
itibarıyla kamunun 1,9 milyar dolar net dış
varlığı bulunuyor. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Tabii, buralara kolay
gelmedik. Mücadelemiz 3Y ile idi: Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar. Bu
mücadeleyi vererek buralara geldik.
Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; tam bu noktada çok çok önemli bir hususa da
değinmek durumundayım. Bakın, bugün Kayseride Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanımız tarafından son derece
anlamlı, son derece önemli bir etkinlik gerçekleştirildi. Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanımız bugün Kayseride 3.500 aileye
1er kilogram sucuğu ücretsiz olarak dağıttı yani yoksul
ailelere toplamda 3,5 ton sucuk dağıtılmış oldu. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, Bu sucuk
meselesi de nereden çıktı? diyeceksiniz.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Siz sucuk fabrikasında çalışıyordunuz,
oradan mı getirttiniz sucukları?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Bunu bugün gündeme getirdim. Zira,
Kayseride dağıtılan 3,5 ton sucuk için Kayseri Büyükşehir
Belediye Başkanım adına Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın
Genel Başkanına şükranlarımı ifade ediyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Siz hangi sucuk fabrikasında
çalışıyordunuz?
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Sadece Sayın Genel
Başkanına değil, 2011 yılı bütçe açılış
görüşmeleri esnasında Sayın Genel Başkanın eline
Kayseriyle ilgili yalan yanlış bilgileri tutuşturan
arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum. Gerek CHP Genel
Başkanı gerek ona not ileten arkadaşlar sayesinde, hamdolsun, bugün
3.500 aile sucuğa doydu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bugün dağıtılan 3,5 ton sucuk Kayseri Büyükşehir Belediyesi
tarafından ya da devlet tarafından değil, -bakın, altını çizerek
ifade ediyorum- Sayın Kılıçdaroğlunun iftira ve
ithamları sayesinde bizzat Sayın Kılıçdaroğlu
tarafından finanse edilmiş oldu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Tam iki yıl önce yine bu
kürsüde, CHP Genel Başkanı, eline tutuşturulan notlardan yola
çıkarak Kayseri Büyükşehir Belediyemize yolsuzluk ithamında
bulundu. Hemen ardından kürsüye gelerek on beş dakika sonra bu iddiaların
iftira olduğunu kendisine ifade ettik ama anlamadı. Sayın
Kılıçdaroğlu, hem bizden hem Kayseri Belediye
Başkanımızdan özür dilemek yerine bu iddia ve
iftiralarını sonraki günlerde, hatta sonraki haftalarda, aylarda,
yıllarda da sürdürdü. Belediye Başkanımız tarafından
açılan tazminat davalarından 3ü sonuçlandı, CHP Genel
Başkanı 75 bin lira tazminatı Büyükşehir Belediye
Başkanımıza ödedi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Hem de kuzu kuzu ödedi. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Savcıya sunulan
UMUT ORAN (İstanbul)
Biraz ciddiyet olsun, biraz ciddiyet!
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Önce sen Genel Başkanını o
ciddiyete davet et, ondan sonra gereğini yaparız biz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Şimdi, bakın,
değerli milletvekilleri, yolsuzluk, çirkindir; yolsuzluk, kul hakkı
yemektir ve haramdır; yolsuzluk, yetimin hakkını yemektir ve
aynı zamanda insanlık dışıdır. Ancak, yolsuzluk
ne kadar çirkin, haram ve insanlık dışıysa, belgesiz,
mesnetsiz, delilsiz şekilde yolsuzluk ithamında bulunmak da o
kadar çirkin, o kadar haksız, o
kadar insanlık dışıdır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Bu Hükûmet, on yılda
Türkiyenin millî gelirini 3 kat artırmış, 230 milyar dolardan
774 milyar dolara çıkarmış bir hükûmettir. Bu Hükûmet, kişi
başına millî geliri 3,500 dolardan, 10.700 dolara
çıkarmış bir hükûmettir ve rahatsız oluyorlar IMF borcunu
azaltığımızdan. Yolsuzluk diyorlar. Biz görevi devir
aldığımızda IMFe borç 23,5 milyar dolardı, şu
anda bu borç 860 milyon dolara indi Sayın Bahçeli, sizden bunu böyle
devraldık. Yolsuzluğun olduğu yerde, 22 milyar dolardan fazla
IMF borcu ödenebilir miydi? Yolsuzluğun olduğu yerde, Türkiye,
IMFden borç isteyen ülke konumundan, IMFe borç verebilecek bir ülke konumuna
gelebilir miydi? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Az önce
şaşırdım. Aman ya Rabbim, bu nasıl siyasetçilik! Güya
bürokrasiden, teknokrasiden gelmiş. Merkez Bankasındaki altın
rezervini bir kenara koyuyor. Bu nasıl bir anlayıştır ya?
Önce bunu bir öğren, bunu da kılavuzlarına bir sor. Merkez
Bankası döviz rezervini de 27,5 milyar dolardan aldık. Değerli
arkadaşlarım, Merkez Bankasının şu anda döviz rezervi
-altın dâhil- 118 milyar 366 milyon dolara çıkmıştır.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu bir tarihî
rekordur. Yolsuzluğun olduğu yerde bu döviz rezervi 91 milyar dolar
artar mı?
Bankalara bakalım: Biz
görevi devraldığımızda bankacılık krizi nedeniyle
TMSFye, kamu bankalarına ve Merkez Bankasına ihraç edilen devlet iç
borçlanma senetlerine ilişkin yükü de biz devraldık. Yani bizden
önceki dönemler, on yıllar, oralardan biz devraldık. Hükûmetlerimiz
döneminde, 2001 krizinin bankacılık maliyeti nedeniyle -değerli
arkadaşlarım dolara çevirerek söylüyorum- 111 milyar lirayı ki
bunun kademeli olarak bugüne gelişini hesapladığınızda
faiziyle 112,5 milyar dolar, bunu biz ödedik, bunu ödedik. Hazinenin
yıllık bileşik faiziyle hesapladığınızda, on
yıl içinde, bankacılık krizinin 231 milyar lirasını,
ki eski rakamla 231 katrilyon lira ödeyen Hükûmete yolsuzluk ithamında
bulunulabilinir mi?
Zorunlu tasarruf, değerli
arkadaşlarım, 13,5 milyar lira, yani 15,3 milyar dolar eğer
ödenmeseydi, bugüne gelseydi faiziyle buna ulaşacaktı. Kim var
burada? Memur var. Kim var burada? İşçi kardeşim var. Memurumuzun,
işçimizin bu parası ödenmedi, bunu biz ödedik, biz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Çünkü devlet işçisine, memuruna
nasıl borçlu olabilirdi? Ve bunu ödedik.
Bitmedi.
KEY diye anılan Konut Edindirme Yardımı gene işçimizden,
memurumuzdan; maalesef, borçlanıyorlar, ödeyemiyorlar, onların
maaşlarından kestiler ve biz şu anda uyardık ve şu
anda bize makbuzlar geldikçe ödüyoruz. Şu ana kadar ödediğimiz
değerli kardeşlerim, 3,5 milyar lira, o da 3,1 milyar dolar. Bunu da
biz ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Biz hem ödemeleri yaptık hem de
borcu düşürdük.
Geçmişte biliyorsunuz ne diyorlardı: Görev zararı.
Ziraat Bankasından, 2002 yılından bu yana 16 milyar liranın
üzerinde brüt temettü geliri elde ettik. Bakın, şimdi, o görev
zararı denilip de konuşulan bankalar, şimdi devlete, hazineye
para ödüyor. Geçmişte hep zarar eden bu bankalar, ayrıca 10 milyar
lira tutarında kurumlar vergisi ödemesi yaptı.
Değerli arkadaşlarım, takipteki kredilerden
bahsediyorlar, hep tüketici kredilerinden bahsediyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Efendim, size tekrar ek süre veriyorum Sayın
Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Herhâlde
bizimki biraz torpilli olması lazım yani cevap vereceğim.
BAŞKAN Ek süre veriyoruz ama lütfen siz de toparlayın.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Çünkü on gün süreyle bütçeyi burada
konuşacağız, son gün yine sizler konuşacaksınız.
Dolayısıyla ,tamamlarsanız
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)
Teşekkür ediyorum, sağ olun.
Takipteki kredilerin oranı, Ziraat Bankası için yüzde
34,5 seviyesinden yüzde 2,7 seviyesine -bakın, takipteki krediye
bakınız, yüzde 34,5ten yüzde 2,7 seviyesine- Halk Bankası için
ise yüzde 45,27 seviyesinden yüzde 2,89 seviyesine düştü. Hisseleri
borsada işlem gören Halk Bankasının borsa değeri 5
Aralık itibarıyla 21,6 milyar liraya ulaştı. Bu da bir
rekordur. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bütün bunların yanında, şimdi burada
çiftçi, esnaf söyleniyor. Ya biraz dürüst olalım. Bakınız,
Ziraat Bankasınca çiftçilerimize kullandırılan tarımsal
kredilerin faiz oranı biz geldiğimizde yüzde 59du, bugün yüzde 0 ile
yüzde 7,5 arasında.
SADİR DURMAZ (Yozgat)
Hapishanedeki çiftçiler endişeyle izliyor sizi.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) Değerli arkadaşlarım,
aynı şekilde, bakınız, Ziraat Bankasınca çiftçimize
kullandırılan toplam kredi miktarı 228 milyon lira iken Ekim
2012 sonu itibarıyla bu, 72 kat artışla 16,5 milyar liraya
yükseldi, 72 kat. Türkiye'yi değerli arkadaşlarım, Halk
Bankasıyla da farklı bir şekilde
tanıştırdık. Yine, yüzde 47 faizle Halk Bankası esnaf
ve sanatkârımıza kredi verirken o da şimdi 5 ila 7,8
arasında faizle kredi veriyor. Orada da yine yüzde 43 arttı.
Değerli
arkadaşlarım, ulaştırmaya bakıyoruz. Geldiğimizde
Türkiye'de toplam bölünmüş yol ağı 6.100 kilometreydi,
yetmiş dokuz yılda buraya varıldı, biz on yılda 16.103
kilometre bölünmüş yol yaptık. Şu an Türkiye'nin 22 bin
kilometre bölünmüş yol ağı var. Kara yolları için
yaklaşık 90 katrilyon, 90 milyar harcama yaptık ve Türkiye'de
hava yolu taşımacılığı 26 ilde
yapılıyordu. Şimdi 48 hava limanından artık, uçaklarla
hava taşımacılığı yapıyoruz. Yolcu
trafiğini 34,5 milyondan aldık, 3,5 kat artışla şu
anda 118 milyon kişiye ulaştırdık. 1951den 2003e kadar
elli iki yılda 945 kilometrelik demir yolu ana hat
çalışması yapılmıştı, on yılda biz
1.076 kilometre ana hat çalışması yaptık. Elli iki yıl
boyunca bizim dönemimizdeki hızla, bizim dönemimizdeki performansla demir
yolu eğer inşa edilseydi 5.595 kilometre demir yolu
yapılırdı ve bu arada Türkiyeyi hızlı trenle
tanıştırdık. Biliyorsunuz, Ankara-Eskişehir
-şimdi Eskişehir-İstanbul etabı yapılıyor-
Ankara-Konya, Ankara-Sivas, buralar yapılıyor ve demir
yollarımız için on yılda 24,6 milyar liralık,
yaklaşık 25 katrilyon liralık yatırım
gerçekleştirdik ve burada da yoğun çalışmalarımız
yine devam ediyor.
Toplu konutta 559.840
konut, bunun 440 binini sahiplerine teslim ettik.
Değerli
arkadaşlarım, şurada önemli olan bir konuya geliyorum:
Eğitim konusu. Eğitim üzerinde, millî bütçede 1inci sırada yer
alan eğitimde on yılda 181.419 yeni derslik açtık, 92 yeni
üniversite kurduk, 76 üniversitemiz vardı, şu anda 168 üniversitemiz
var, üniversitesi olmayan ilimiz kalmadı ve öğretmen
sayısını da
Yine burada şu söyleniyor:
Öğretmenlerimiz bekliyor. Değerli arkadaşlar, bunların
hepsi bütçe meselesidir. Biz geldiğimizde sınıfların hâlini
biliyorsunuz ne idi ama şimdi ortalamayı
aldığımızda 20 öğrenciye 1 öğretmen düşüyor
ve şu anda öğretmen sayımız 773.954tür. Bizim dönemimizde
atanan öğretmen miktarı 357.324. Hassasiyetimiz bu kadar önemle devam
ediyor.
Sağlıkta 1.078
adet sağlık tesisi yapılmıştı -bizden önce on
senede-iktidarımız döneminde 8,5 milyar lira harcayarak 2.114 adet
sağlık tesisi inşa ettik. Kamu-özel ortaklığı
finans modeliyle şimdi 30 noktada şehir hastaneleri kuruyoruz ve
44.835 nitelikli yatağımızda
vatandaşlarımızın sağlık hizmetini en güzel
şekilde almasını sağlayacağız.
Burada bir şeyi daha
söyleyeyim: Göreve geldiğimizde 178 bin insan gücü varken bu rakam bugün
462 bine çıkmıştır; sağlıkta
attığımız bu adım.
Ayrıca, değerli
arkadaşlarım, şurası çok önemli: 4ü uçak, 19u helikopter
olmak üzere 23 hava ambulansıyla sağlık hizmetlerini
sürdürüyoruz.
Diğer teferruatlara
girmeyeceğim, vakit iyice daraldı. Adalet saraylarına
girmeyeceğim, bu konuda da yine ciddi manada daraldık, bunun
farkındayım. Sizleri de, daha fazla, huzurlarınızı
meşgul etmek istemiyorum. Ancak işsizlik konusuna biraz haksız
yaklaşım yapıldı ve göreve geldiğimizden bu yana bu
küresel krizlere rağmen 2009 yılının 2inci
çeyreğinden bugüne kadar yaklaşık 4 milyon kişiye biz
istihdam sağladık.
BAŞKAN Sayın
Başbakan, lütfen, tamamlarsanız... Sayın misafir geldi. O da
hitap edecek.
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Bitiriyorum.
İşsizlik
oranı ağustos ayı itibarıyla yüzde 8,8 ile son on yılın
en düşük seviyesine geriledi. Bakın, kadınlarda, 2004
yılında kadınların iş gücüne katılımı
yüzde 23 iken şu anda yüzde 30a ulaşmıştır ve son üç
yılda sağlanan istihdamın yani 4 milyonun 1,5 milyonunu
kadınlar oluşturmaktadır. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Evet, Orta Vadeli
Programla ilgili vesaire bunlar söylendi. Artık diğerlerini
inşallah, finale bırakalım, diğer kalanları finalde
konuşuruz diye düşünüyorum.
Hepinizi en kalbî
duygularla selamlarken bütçemizin ülkemiz, milletimiz için hayırlara
vesile olmasını Allahtan temenni ediyor, sizleri saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ederim Sayın Başbakan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, Sayın
Başbakan konuşmasında Kayseri Büyükşehir Belediye
Başkanının açmış olduğu dava sonucu
kazanmış olduğu tazminatlarla Kayserili
vatandaşlarımıza sucuk dağıttığını
söyledi. Bu tazminatların Sayın Genel Başkanımız Kemal
Kılıçdaroğlu tarafından ödendiğini ifade etti.
Sayın Başbakanın vermiş olduğu bu bilgi gerçeğe
aykırıdır.
Genel
Başkanımıza ve grubumuza sataşma nedeniyle, 69uncu maddeye
göre söz istiyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sataşma yok Sayın Başkan,
sataşma bunun neresinde?
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, sayın konuk kapıda, girmek üzere, müsaade ederseniz onu
dinleyelim, ondan sonra aynı birleşim içerisinde olmak kaydıyla
zaten gerekiyorsa söz verilir.
Müsaade ederseniz
MEHMET AKİF
HAMZACEBİ (İstanbul) Uygundur, peki.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Üçer dakika söz vereceksiniz Sayın Başkan.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Herkes gittikten sonra ne anlamı kalır?
BAŞKAN Şimdi,
Filistin Cumhurbaşkanı Sayın Mahmud Abbas Genel Kurula hitap edecektir,
Meclisimizi teşrif etmişlerdir. (Alkışlar)
Sayın
Cumhurbaşkanına yüce Meclisimiz adına hoş geldiniz diyorum
ve konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın
Cumhurbaşkanı.
VII.-
SÖYLEVLER
1.-
Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbasın, Genel Kurula hitaben konuşması
FİLİSTİN
CUMHURBAŞKANI MAHMUD ABBAS Bismillahirrahmanirrahim.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek, Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, sayın siyasi
parti liderleri, değerli milletvekilleri; Allahın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. (Alkışlar)
Filistin devletinin
Birleşmiş Milletlere gözlemci üye statüsüne
kavuşmasının ardından kardeş Türkiyeye ilk resmî
ziyarette bulunmaktan büyük mutluluk duymaktayım.
Bu elbette ki garipsenecek
bir durum değildir çünkü bizim Kudüs-ü Şerifi koruyan ve çevreleyen
duvarlar Osmanlı Türk duvarlarıdır ve oraya giren kapılar
da yine Türk Osmanlı kapılarıdır. (Alkışlar)
Burada Filistin halkı
adına Türkiyeye, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına, Hükûmetine
ve halkına sunmuş oldukları yardım ve desteklerden
dolayı, Filistin davasına vermiş oldukları destekten
dolayı teşekkür etmek istiyorum. Bunun da en sonuncusunu Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanının bizimle birlikte New
Yorkta yapmış olduğu girişimlerde ve bizi
savunmasında açıkça gördük çünkü kendisi Filistinin üyeliğine
çağrıda bulunmuş ve bütün dünya ülkeleri ve halkları
arasında layık olduğu konuma yerleştirilmesi için
çağrıda bulunmuştur.
Burada bir şey söylemek
istiyorum: Ahmet Davutoğlu New Yorka sıradan bir ziyaretçi olarak
gelmedi, kendisi oraya bir aktif rol oynamak üzere geldi. Çünkü kendisi
durmadı orada, bütün dünya ülkeleriyle iletişime girdi ve Filistinin
bu üyeliği elde edebilmesi için elinden gelen maksimum çabayı
gösterdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu
münasebetle tabii ki Endonezya Dışişleri Bakanını da
kutlamak istiyorum. Kendisi de orada, genel kurulda bizimle birlikteydi, bizim
yanımızda yer aldı.
Şu an
yaptıklarımız sadece bir başlangıç ve sonuç
değil. Önümüzde hâlâ uzun ve çetin bir yol var ancak bizler doğru yol
üzerinde ilerlemekteyiz ve başkenti Kudüs olan, 1967
sınırları üzerinde tam bağımsız bir Filistin
devletine ulaştıracak doğru yol üzerindeyiz ve bu Filistinin
başkenti de Kudüs olacaktır inşallah. (AK PARTİ ve BDP
sıralarından alkışlar) Bu ulusal başarı, büyük
ulusal başarı geçici sınıra sahip devletin komplosunu sona
erdirmiştir. Bu komplo, bildiğiniz gibi İsrail tarafından
sürdürülen bir komplodur ve bu başarı 1967 yılında
işgal altında olan Filistinin bağımsız olduğunu
vurgulamakta ve Filistinin başkenti Kudüs olan bir devlet
olacağını ve Kudüssüz bir Filistinin de
olmayacağını vurgulamaktadır. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan,
hanımefendiler, beyefendiler; Filistin uzlaşı sürecine
girmiş durumdayız. İşgal altındaki Filistin devleti,
içerisinde Kudüsün de bulunduğu Batı Şeria ve Gazzeden
oluşmaktadır. Ancak bu bölgeler, asla ve asla parçalanamaz, tek bir
coğrafi bütünlük arz etmektedir ve bizler en yakın zaman içerisinde,
en acil zaman içerisinde Kahire ve Doha anlaşmalarını hayata
geçirmeyi arzulamakta ve halka dönerek halka rücu ederek uzlaşı
sağlamak suretiyle cumhurbaşkanlığı, yasama ve
Parlamento seçimlerini gerçekleştirmeyi arzulamaktayız ve bizim bütün
umudumuz, kardeş Türkiyenin ve yine diğer dünya ve İslam âleminden
kardeşlerimizin, kardeş ülkelerimizin Gazze ablukasının
kaldırılması konusunda çabalarını talep etmekteyiz.
İsrail Hükûmeti, bizi
cezalandırmak için paralarımızı bloke etme kararı aldı
ve yine çok açık bir şekilde Kudüs ve çevresinde binlerce yeni
yerleşim birimleri inşa etme niyetinde olduğunu ilan etti. Her
ne kadar, bu gerçekleşirse özellikle de E1 bölgesinde şüphesiz bizler
o durumda başka şekilde cevap vereceğiz ve
halkımızın korunması ve topraklarımızın ve
kutsal mekânlarımızın korunmasını şüphesiz
elimizden gelen şekilde ve ilgili uluslararası kuruluşlara rücu
ederek sürdüreceğiz.
Bugün bizler,
barış için ve barışa bir fırsat tanımak istiyoruz
ve İsrail Hükûmetini üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeye
çağırıyoruz. Üzerine düşen görev: Yerleşim yerlerinin
genişletilmesini durdurması, tutukluları serbest
bırakması ve 2008 yılında durdurulan müzakerelere geri
dönmesi, belli bir takvim içerisinde bunu gerçekleştirmesi
çağrısında bulunuyoruz.
Sayın Başkan,
hanımefendiler, beyefendiler; ben bugünü yani 10 Aralık 2012yi asla
unutmayacağım ve Filistin halkı da bugünü bir tarihî gün olarak
belleklerinde anacaklardır çünkü ben burada yüce Türk milletinin Millet
Meclisinin önünde konuşmakta ve Filistin devletinin resmî olarak
tanınmasından sonra ilk ziyaretimi buraya yapmış
bulunmaktayım. (AK PARTİ ve MHP sıralarından
alkışlar)
Size teşekkür ediyorum
hanımefendiler, beyefendiler; Türkiyeye teşekkür ediyorum;
Cumhurbaşkanına, hükûmetine ve halkına teşekkür ediyorum;
bize, bütün sunmuş olduğunuz ekonomik, diplomatik ve politik
desteklerinizden dolayı minnettarım.
Son olarak da, burada
hepimiz, Gazze ablukasını kırmak için hayatlarını feda
eden Türk şehitlerini ve yine Filistin şehitlerini rahmetle
anıyoruz.
Allahın selamı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. (Ayakta alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Cumhurbaşkanı.
Sayın milletvekilleri,
Filistin Cumhurbaşkanı Sayın Mahmud Abbas Genel Kuruldan
ayrılmaktadır.
Evet, Sayın Hamzaçebi,
sizin talebinizi aldım.
Bir
arkadaşımızın daha, Sayın Balukenin de bir talebi
var. Ona göre işlem yapacağım.
Sayın Baluken, bir
talebiniz vardı herhâlde.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başbakan konuşması sırasında
Eş Genel Başkanımızın konuşmasına atfen
bazı değerlendirmelerde bulundu ve grubumuzu itham altında
bırakacak şekilde Çocuklara taş ve molotof veren sizler
değil misiniz? diye bir suçlamada bulundu.
Müsaade ederseniz ona cevap
vermek istiyorum.
BAŞKAN Peki.
Sayın Hamzaçebi, yeni
bir sataşmaya meydan vermemek üzere iki dakika söz veriyorum.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkanım, İki dakika
olur mu efendim?
BAŞKAN Ben
arkadaşlarıma sordum, usulde iki dakika veriliyor. Ben de aynen daha
evvelki uygulamaları yapıyorum yani yeni bir kural ihdas etmedim.
VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın CHP Grubuna ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada,
iki dakika değil, üç dakika, dört dakika, beş dakika, usul üzerinde
çok konuştuk ama bu konuyu bir tartışma konusu yapmayacağım.
Ama bu tutumunuzun adalete uygun olmadığını, doğru
olmadığını Genel Kurula şikâyet ediyorum.
Şimdi, Sayın
Başbakan, Kayseri Büyükşehir Belediyesiyle ilgili bir dava konusunda
bilgi verdi. Vermiş olduğu bilgiler gerçeklerden tamamen
uzaktır. Kayseri Büyükşehir Belediyesiyle ilgili olarak, Sayın
Genel Başkanımızın geçen yılki bütçe
konuşmasında ortaya koyduğu iddialar nedeniyle Genel
Başkanımız ve Cumhuriyet Halk Partisi adına
açılmış toplam 40 dava vardır; bunlardan 33ü
sonuçlanmıştır, 7si devam ediyor. Kayseri Büyükşehir
Belediye Başkanının -belki Sayın Başbakanın da-
açtığı davaların 30 adedi reddedilmiş; yani Sayın
Kılıçdaroğlu bunları kazanmış. 3 davada
kısmen kabul, kısmen ret kararı verilmiş ve şu ana
kadar 52 bin TLlik tazminata hükmedilmiş, sadece 20 bin lirası
yatırılmış, diğeri için tehiri icra kararı söz
konusudur. Ayrıca bunlar mahkeme kararıdır, temyiz
edilmiştir. Şimdi, Sayın Başbakan, bunları
kesinleşmiş bir mahkeme kararı olarak sunmak suretiyle
Yargıtayı da baskı altına almak istiyor. Bu, yargı
bağımsızlığına gölge düşüren bir
uygulamadır.(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen
arkadaşlar
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Ayrıca size şunu söyleyeyim: Sayın
Kılıçdaroğlu hakkında açılmış olup da
Sayın Başbakanın mahkemede kazandığı 2 dava
Yargıtay tarafından reddedildi. Sayın Başbakan neden bundan
söz etmiyor? Sayın Başbakana bunlar yakışmıyor.
Sayın Başbakanın verdiği birçok bilgi var; hepsi
yanlış. Sayın Başbakana Sayın Babacandan bilgi
almasını tavsiye ederim. Kısa vadeli borç nedir? Döviz rezervi
nedir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) Bunlar
ancak döviz rezervini karşılama oranıyla mı
değerlendirilir?
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Hamzaçebi. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Lütfen arkadaşlar
Müzakerelerin sonuna
geliyoruz, lütfen
Sayın Baluken, buyurun, size de iki
dakika
(BDP sıralarından alkışlar)
2.- Bingöl
Milletvekili İdris Balukenin, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın BDP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Şimdi, iki dakikada, tabii, herhangi bir şey söyleyemeyeceğiz
ama özellikle Başbakanın hakaret eden, rencide eden, tehdit ve
şantaj içermeyen eleştirilerini biz başımız gözümüz
üstüne biliriz ve gelir, burada cevabını veririz.
Şimdi, Başbakan diyor ki:
Çocuklara taş ve molotof veren siz değil misiniz? Biz değiliz
Sayın Başbakan
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen arkadaşlar
İDRİS BALUKEN (Devamla)
ama
bakın, 1 Nisan 2006da Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da
olsa, kim olursa olsun gereğini yapar. diyen Başbakandır ve
onun üzerine gereğini yapan polis şiddetiyle yaşamını
yitiren Kürt çocuklarının isimlerini sayayım: Abdullah Duran, 9
yaşında, Diyarbakırlı; Enes Ata, 8 yaşında,
Diyarbakırlı; İsmail Erkek, 8 yaşında,
Diyarbakır; Fatih Tekin, 3 yaşında, Diyarbakır; Ahmet Araç,
17 yaşında, Mardin
22 isim burada, hepsini zaman
olmadığı için saymayacağım.
Sayın Başbakan, Kürt çocuklarıyla ilgili eğer
bir merakınız varsa Ceylan Önkolu bilirsiniz herhâlde. Uğur
Kaymazı, 12 yaşındaki vücudunda 13 kurşunla katledilen
Uğur Kaymazı bilirsiniz. Adanada toplumsal gösteri
sırasında katledilen Mazlum Akayı bilirsiniz, Roboskide savaş
uçaklarıyla parçalanan Kürt çocuklarını bilirsiniz, Pozantı
Cezaevinde insanlık dışı muamelelere maruz
bırakılan Kürt çocuklarını bilirsiniz. Bütün bunları
bilerek buraya gelip çocuklarla ilgili konuşmanızı doğrusu
biz herhangi bir yere koyamıyoruz.
Diğer taraftan,
bölgesel gelişmişliklerle ilgili bazı şeyler söyledi.
Verdiği bilgilerin tamamı, bölgeyle ilgili bilgilerin tamamı
doğru değil. Zaman olmadığı için söyleyeyim,
Kalkınma Bakanlığının 2003 ve 2012 yılındaki
gelişmişlik sıralamasına göre son iller: Bingöl, Urfa,
Mardin, Van, Bitlis, Siirt, Şırnak, Ağrı, Hakkâri ve
Muş.
Bakın, teşvik
sıralamasında 21 bölge iline giden teşviklerin toplamı Bursa
ili kadar değildir. Avrupa Birliğinden bölgeler arası
eşitsizliği gidermek için gelen teşviklerin
dağılımını söyleyeyim.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın Baluken.
On gün
konuşacağız burada, on gün konuşacağız. Bakiye
görüşlerinizi o zaman dile getirirsiniz.
İDRİS BALUKEN
(Devamla) Peki.
Teşekkür ediyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Sayın Başkan, Sayın Baluken konuşurken
BAŞKAN Önce
Sayın İncenin bir talebi var, ondan sonra sizin talebinizi
Buyurun Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Sayın Başkan, Sayın Başbakan, Sayın Genel
Başkanımıza yönelik olarak İsraille kapalı
kapılar ardında yapılan anlaşmaları açıklamazsan
müfterisin. dedi. Bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum. Hakaret etti
Sayın Genel Başkana.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan, Grup Başkan
Vekilleri sataşmadan dolayı söz aldı.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Taksit taksit söz alınır mı?
MUHARREM İNCE (Yalova)
Hakaret etti
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) - Böyle bir usul var mı Sayın
Başkan?
BAŞKAN Şimdi,
tabiatıyla adalet içerisinde bir şeyi yönetmeye
çalışıyoruz. Diyelim ki bir başka grup başkan vekili
arkadaşımız da, şimdi o da söz isterse bu iş bir
sıkıntı konusu olabilir.
MUHARREM İNCE (Yalova)
Sayın Başkan, hakaret varsa
Ben bir belge
açıklayacağım.
BAŞKAN Peki.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yeni bir sataşmaya
meydan vermeden
Bakın, şu ana
kadar sükûnet içerisinde olabildiğince geldi. Hassaten rica ediyorum...
3.- Yalova
Milletvekili Muharrem İncenin, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğanın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına
sataşması nedeniyle konuşması
MUHARREM İNCE (Yalova)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başbakan
bunu ilk kez yapmıyor. Bakınız, 6/6/2009 tarihinde Kütahya il
kongresinde konuşuyor ve kendisinden önceki koalisyon hükûmetini
kastederek İsrail ile gizli anlaşmalar yaptığını,
gizlilik kaydı olmasa bunları açıklayacağını
söylüyor. Ben de bunun üzerine bir soru önergesi verdim. Siz Hükûmet olarak
İsraille anlaşma yaptınız mı, gizli anlaşma
yaptınız mı diye. Sayın Davutoğlunun imzası var
burada. Bakın, aynen şöyle diyor: Bölgedeki ve dünyadaki birçok
ülkeyle olduğu gibi İsrail ve ülkemiz arasında da çeşitli
anlaşmalar akdedilmiştir
MUZAFFER
YURTTAŞ (Manisa) - Ne var bunda?
MUHARREM
İNCE (Devamla) - Bak, devam ediyor
Evet, oraya geliyorum, merak etme,
acele etme, bekle, bak. En altta da şöyle diyor: Bununla birlikte, söz
konusu anlaşmalardan bazıları hizmetin gereği
dolayısıyla gizli olup bunlar dışındakiler Resmî
Gazetede yayınlanmaktadır. Demek ki siz soru önergesine
verdiğiniz cevapta İsraille gizli anlaşma
yaptığınızı kabul ediyorsunuz.
AHMET YENİ (Samsun)
Söyleyin, söyleyin.
MUHARREM İNCE (Devamla)
- Sizin bakanınızın imzası var burada.
BAŞKAN Sayın
Yeni, lütfen.
AHMET YENİ (Samsun)
Öyle yok, belge gösterin.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Ahmet Davutoğlu, Sayın Davutoğlu
imzalamış, belge burada. Bu, şuna benziyor
BAŞKAN - Lütfen
arkadaşlar
Sayın Yeni, en önde oturuyorsunuz oradan hiç durmadan
Affedersiniz, bir
dakikanızı rica ediyorum.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - Ama süremi çalıyorsunuz Sayın Başkan.
BAŞKAN Yok
çalmıyorum, süre veririm merak etmeyin.
Siz laf attıkça oradan
işin burada idaresi zorlaşıveriyor. Arkadaşlar, yarım
dakika sabredeceksiniz yani bu laf atmaların kimseye bir faydası
olmuyor yani sizin attığınız lafları kamuoyu da
duymuyor ama bizim işimizi zorlaştırıyorsunuz, bakın
bitmişti şimdi bu görüşme.
Devam edin Sayın
İnce.
MUHARREM İNCE
(Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bu aynen şuna
benziyor: Referandum öncesinde Kayseri meydanına gidip Osloda
görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir, namussuzdur,
alçaktır.a benziyor.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) - Siyasi konuşma ama.
MUHARREM İNCE
(Devamla) Yine bir başka konu daha, bir başka konu daha, yani
CHPli belediyeler PKKya yardım etti diye Başbakan bunları
konuştu. Biz bu konuda gensoru verdik, Hangi belediyeler bunları
açıkla dedik ama Sayın Başbakan bunları açıklayamadı
ama Türkiyenin geldiği noktaya bakın ki Kayseri Belediye
Başkanı ana muhalefet Genel Başkanına dava açabiliyor ama
CHPli belediye başkanları Başbakana açamadı. Korktular,
her gün gelir müfettişle uğraşırız diye. Açık
açık hakaret etti. Hangi CHPli belediyeler PKKya yardım etti
açıklayın. Gensoru verdik açıklayamadınız, buraya
çıkın bunları söyleyin. Sayın Genel
Başkanımıza müfteri demişti Sayın Başbakan
gizli anlaşma belgesini açıkladım, lazım olanlara oradan
fotokopisini gönderirim.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür
ediyorum Sayın İnce.
Buyurun Sayın
Elitaş.
Size de iki dakika süre
veriyorum.
4.- Kayseri
Milletvekili Mustafa Elitaşın, İstanbul Milletvekili Mehmet
Akif Hamzaçebi, Bingöl Milletvekili İdris Baluken ve Yalova Milletvekili
Muharrem İncenin Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkanına sataşması nedeniyle konuşması
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle
şunu iyi anlamak gerekir, söylenen söz: Gizli kapaklı, kapalı
kapılar arkasında anlaşma yapıyorsunuz. deniyor. Nedir bu?
Türkiye ile İsrail arasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
ile İsrail devletinin Başbakanı veya yetkilisi arasında
ikili gizli anlaşmalar yapılıyor. ifadesidir. Sayın
Başbakanın 6 Haziran 2009 tarihindeki söylediği hadise
farklı. Bizden önceki dönemde de uluslararası meseleyi ilgilendiren,
gizlilik ihtiva eden konularla ilgili anlaşmalar
yapılmıştır, bizim zamanımızda da
yapılmıştır. diye ifade ediyor. Bunda Gizli kapaklı
anlaşma yaptı. diye ifade etmenin, olayı çarpıtmanın,
farklı bir yöne gitmesini anlatmanın ne manası var?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) İsraille ilgili değil o,
İsraille ilgili yok.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - İsraille ilgili anlaşmamız yok.
İki: Sayın
Hamzaçebi söyledi, dedi: Doğru, 52 bin lira para yatmış, 20 bin
lirası tahsil edilmiş, 20 bin lirası sucukçuya peşinat
olarak verilmiş, 75 bin liralık kalan kısım da, 55 bin
liralık kısım da alınacakmış ama ihtiyati tedbir
koyduklarından dolayı o para alınamamış yani davanın
sonucunda eğer o para gelirse 55 bin liralık kısım da
Sayın Kılıçdaroğlundan
Sucukçu demiş ki: Ben
güveniyorum, 20 bin lirayı peşinat olarak yapıyorum
vadeli
satış diye yapmış. Yani sucuklar Sayın
Kılıçdaroğlundan, bunu izah etmenin veya itiraz etmenin ne
manası var? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakın, dava numaraları da doğru, Sayın Hamzaçebinin de
söylediği gibi 52 bin lira.
Üç: BDP Grup Başkan
Vekiline söylüyorum: Sayın Başbakan BDPyi itham edici bir şey
konuşmadı. Eğer burada kitaba bakarsanız 11inci sayfada,
terör örgütüyle ilgili konuşuyor, diyor ki
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) - Eş başkan.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) -
Terör örgütü de çok iyi
biliyor ki eğer o çocuklar okullarda okurlarsa, okula giderlerse dağa
çıkmayacaklar, o çocuklar okula giderlerse o çocukların eline taş
verip atamayacaklar, molotofkokteyli atamayacaklar.
SIRRI SAKIK (Muş)
Eş Başkan dedi.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) - İyi dinleyememişsiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Yani burada terör örgütüyle o kadar özdeşleştiniz mi yoksa
yanlış mı anlıyorsunuz? Eş Başkanın
başka konuyla ilgili
(MHP sıralarından Oslo, Oslo sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) - Sayın Baluken, terör örgütünün savunma kürsüsü değil
burası.
BAŞKAN Evet,
teşekkür ediyoruz Sayın Elitaş. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
şimdi, aleyhte olmak üzere söz sırası Balıkesir
Milletvekilli Sayın Ahmet Duran Buluta ait. (MHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Bulut, sizin de
süreniz on dakika.
Buyurun efendim
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/698)
(S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezî Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
AHMET DURAN BULUT
(Balıkesir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısıyla 2011 yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı hakkında şahsım
adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
OKTAY VURAL (İzmir)
Sayın Başkan, nezaket gösterseler
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, lütfen yerinize oturunuz. Değerli milletvekilleri,
eğer siz dinlemezseniz başkaları da sizi dinlemez. Lütfen
yerinize oturunuz. Bir on dakika sabredin, ondan sonra zaten oylamaya
geçeceğiz.
Buyurun efendim.
AHMET DURAN BULUT (Devamla)
Sayın milletvekilleri, Filistin Devlet Başkanı Sayın
Mahmut Abbası dinledik demin. Sayın Abbasa Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu olarak Türkiye'ye hoş geldiniz diyor, Filistinin
Birleşmiş Milletlere üye olmayan gözlemci devlet statüsü
kazanmasını tebrik ve takdirle karşılıyor,
hayırlı olsun diyoruz. Filistinin Birleşmiş Milletlerin
tam hukuklu devlet statüsüne kavuşması da en büyük dileğimiz.
Sayın milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri başladığından beri muhalefet ve
Hükûmet, iktidar burada görüşlerini ifade etmekteler. İktidar on
yıldır bu ülkeyi tek başına, Adalet ve Kalkınma
Partisi, yönetmektedir. Eğitimden ekonomiye, turizmden teröre,
tarımdan ticarete, 2012 rakamlarıyla hep karşılaştırmaktalar
ve karneyi vatandaşın verdiğini ifade ederek çok başarılı
olduklarını iddia etmekte ve buna da samimi olarak
inandıklarını görmekteyim. Üzülerek ifade ediyorum ki, Türkiye,
aldıkları Türkiye değil yani tarımı ele alın,
kendi kendine yeten bir ülke on yılda bir ithal ülkesine döndü. Bu ülke
tarihinde ilk defa kurbanlıkları ithal etti. Tarımda, önceden, 1 inek 1 eve
bakardı, bugün 1 ev 1 ineğe bakamaz hâle geldi. Yem
fiyatlarının yüksekliği nedeniyle vatandaş
hayvanlarını besleyemiyor; saman ithal edilir hâle geldi Türkiyede.
Eğer bununla övünülüyorsa pes derim ben. Tarım Bakanı burada,
diğer bakanlar burada, bir vicdan muhasebesi yapmalarını bu
bütçe dolayısıyla diliyor, 2013 yılında bu
yanlışlardan dönülmesini temenni ediyorum. Yoksa, biz, Hükûmetin,
iktidarların başarılı olmasını,
vatandaşın yaralarını sarmasını, insanların
refah seviyesini yükseltmelerini isteriz, bekleriz, buna karşı olan
kim olabilir? Ancak, ortada görünen tablo maalesef öyle değildir. Rakamlar
veriliyor, rakamlarda millî gelirin kişi başına şu kadar
yükseldiğinden bahsediliyor. Ben de diyorum ki evet, bir yükselme var
Türkiyede, ancak şunu da söylesenize sayın yönetim, Sayın
Hükûmet: Nüfusun yüzde 20si millî gelirin yüzde 46,7sini alıyor. En alt
gelir dilimi ise millî gelirin 5,7sini alıyor. Yani en üst gelir dilimi
ile en alt gelir dilimi arasında, Türkiyede, 8 kat var. OECD
raporlarında deniyor ki: Bir ülkede, en alt gelir grubu ile en üst gelir
grubu arasındaki fark 8 kat olursa o ülkede kargaşa olur, kaos olur.
Sizin bunu önlemek gibi bir niyetinizin olmadığını bu
iddialardan görmekteyim. Allah milletimizi korusun. temennisinde bulunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, bütçenin içeriğine baktığımızda,
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 26sını yönlendiren bir
bütçe önemli bir bütçe. Bu bütçenin kamuoyunda yeterince
tartışılıp olgunlaşarak buraya gelmesi gerekirken
burada tartışılır hâle geldi, kamuoyu, sivil toplum
kuruluşlarının görüşleri gözden uzak tutuldu.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmetinin bu ülkede takip ettiği yol, bir ithal
ekonomisini ülkede hakim kıldı, üretimi durdurdu. Yani biz, Egenin
ovalarında, Akdeniz ovalarında pamuk üreten bir ülkeyken,
Yunanistandan pamuk almaya ve Yunan çiftçisini zenginleştirmeye
çalıştık.
Ülkedeki yoksul sayısını
rakamlara vurarak, 9 milyon 600 bin yeşil kartlı, yani -devletin istatistiklerine
girmiş- her ay kendisine baktığımız, yoksul,
mağdur insanlarımızın sayısını
çoğalttık.
Üretimi özendirmek, ülkede birlik ve
beraberliği sağlamak iktidarın görevidir; bunu
sağlayıp, ülkede üretimin artırılması, üretimin
teşvik edilmesi gerekir. Bu ülkede biz sıvı yağa 3 milyar
dolar para verirken, bu ülkenin çiftçisi mi yok, bu ülkenin tarlaları
mı yok, niçin bu ülkede üretilmiyor da 3 milyar dolar
dışarıya veriyoruz? Bunların muhasebesinin
yapılması lazım her yıl bütçelerde. Tarım
Bakanlığının, bunun artırılması için
gayretleri olması lazım. Ziraat Bankası vatandaşa şu
kadar kredi verdi. diye ifade ediliyor. Bu kredileri vatandaş
ödeyebiliyor mu? İfade edildiği gibi, açılan mahkemeler kanalıyla
vatandaşlar icralarda evlerini, traktörlerini kaptırmış
durumdalar. Balıkesirin Havran ilçesinin Kobaklar diye bir köyü var,
köyün tamamı bankanın. Herkes birbirine kefil olmuş, hiç kimse
parasını ödeyememiş, köyün tamamı bankanın eline geçmiş.
Bunun gibi nice köyler, nice mağdur insanlar var.
İntiharların had safhaya
vardığı, boşanmaların arttığı
gerçeğini siz halkın arasına girdiğinizde görmüyor musunuz?
Bu muhasebeyi yapmak, vicdani bir öz eleştiride bulunmak gerekir diye
düşünüyorum.
Bütçede Millî Eğitim
Bakanlığına ayrılan pay, bu sene geçen yıla nazaran artırıldı.
Yüzde 12 civarında olan bu artış Millî Eğitim
Bakanlığının, Hükûmetin 4+4+4 zıtlaşması,
inatlaşmasıyla getirdiği sistemden kaynaklanıyor. Bu
sistemin alt yapısını telafi etmek için bu parayı
kullanacaklar
Değerli
milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı, diğer
bakanlıklarda da olduğu gibi, bir keşmekeşin içerisinde.
Teşkilat yapısında başların ayak, ayakların
baş yapıldığı, 5 yaşındaki çocuğun,
inatla altmış aylık üzerinde durup, sabahın yedisinde,
yedi buçuğunda okula gidip, öğlencilerin akşamın saat
19.15inde okuldan çıktığı, okullarda güvenliğin
olmadığı, uyuşturucunun had safhada bulunduğu bir
sistem içerisinde, bütçede, Millî Eğitim bütçesinde eğitime
ayrılan pay, yüzde 6dır. Bu payın yüksek olduğunu ifade
eden yetkililere ben, 2002 yılında bu payın yüzde 17
olduğunu ifade etmek istiyorum. Yüzde 6lık eğitim öğretime
ayrılan paydan elde edilecek ne olabilir? Bu gerçekleri bir kenara
bırakan Hükûmet ve Bakanlık, ısrarla gündem
değiştirmek, bu eksikleri örtmek, öğretmen
açığını göz ardı etmek, atama bekleyen
öğretmenlerin çaresizliğini örtmek adına bir kılık
kıyafet serbestîsi şeklinde bir yönetmelik ortaya çıkardı.
Değerli
milletvekilleri, artık Türkiye, elli yıl öncesinin Türkiyesi
değil, siyah önlükler, beyaz yakalar yok. Her okulun bir adı, bir
kimliği var, bir üniforması var. O okulun öğrencisi
dışarıda tanınır. O okulun öğrencisiyim diye
dışarıda yanlış yapmaktan çocuk çekinir. O okulun
öğrencileri dışarıda veli ve öğretmenler
tarafından takip edilir. Eğitimleri okulun dışında da
sürdürülür.
Şimdi Velilere forma
parası yüksek geliyor. diyor Sayın Bakan, böyle bir garip iddia
içerisinde. Bu gerekçeyle bunu getirdiklerini ifade ediyor. Çünkü Sayın
Bakan, Millî Eğitim Bakanı öğrencileri müşteri,
öğretmenleri üç ay yan gelip yatan, öğretmen adaylarını da
Eminönü Camii bahçesindeki güvercinler olarak görmektedir. Böyle bir
bakış açısı içerisinde Türkiyenin sorunlarının
çözülmesi ve eğitim öğretimin bu şekilde bakılarak bir
yerlere götürülmesinin mümkün olmadığını ifade ediyorum.
Bütçenin 2013
yılında ülkemize hayırlı olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarında
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Bulut.
Sayın milletvekilleri, 2013
yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011
yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2013 yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2011 yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunacağım.
2013
yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2011 yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısının maddelere geçilmesini
oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
Böylece 2013 yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011 yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanun Tasarısının maddelerine geçilmesi kabul
edilmiştir.
Şimdi sırasıyla her iki
tasarının da 1inci maddelerini okutuyorum:
2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve
5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 396.705.004.350 Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere
45.002.167.100 Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici
kurumlara 2.363.741.000 Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
2011 YILI MERKEZİ
YÖNETİM KESİN
HESAP KANUNU TASARISI
Gider bütçesi
MADDE
1- (1) 6091
sayılı 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanununa
bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere,
10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan
genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 306.648.678.330 Türk
Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelere 26.598.692.500 Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.902.505.000 Türk Lirası, ödenek
verilmiştir.
(2) 2011 yılı merkezî yönetim
konsolide ödenek toplamı 312.572.607.330 Türk Lirasıdır.
(3) Kanunların verdiği yetkiye
dayanarak yıl içerisinde eklenen ve düşülen ödenekler sonrası merkezî
yönetim kesin hesap gider cetvellerinde gösterildiği üzere, 5018
sayılı Kanuna ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan
genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2011 yılı bütçe
giderleri toplamı 307.039.341.688,16 Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelerin 2011 yılı bütçe giderleri toplamı
39.565.670.210,76 Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumların 2011 yılı bütçe giderleri
toplamı 1.999.731.768,15 Türk Lirası, olarak
gerçekleşmiştir.
(4) 2011 yılı merkezî yönetim
konsolide bütçe gideri toplamı 314.606.791.642,93 Türk
Lirasıdır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Anayasanın
164üncü maddesi uyarınca, Bütçe Kanunu Tasarısıyla Kesin Hesap
Kanunu Tasarısının görüşmeleri birlikte
yapılacağından, okunmuş bulunan 1inci maddeler
kapsamına giren kuruluşların 2013 yılı merkezî yönetim
bütçeleri ile 2011 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının
görüşülmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için
alınan karar gereğince, 11 Aralık 2012 Salı günü, yani
yarın saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Hepinize iyi akşamlar,
iyi geceler diliyorum.
Kapanma
Saati : 22.21