TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
46ncı
Birleşim
20
Aralık 2012 Perşembe
(TBMM Tutanak
Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu
Tutanak Dergisinde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş
bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade
edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler
aslına uygun olarak yazılmıştır.)
İÇİNDEKİLER
I.- GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II.- GELEN
KÂĞITLAR
III.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362)
IV.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Giresun Milletvekili Nurettin
Caniklinin CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Bingöl Milletvekili İdris
Balukenin CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
4.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Bingöl Milletvekili İdris Baluken
ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın Adalet ve Kalkınma
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
5.- Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun, Iğdır
Milletvekili Pervin Buldanın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
6.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
7.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Aydın
Ağan Ayaydının şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
8.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Başbakan Yardımcısı
Ali Babacanın CHP Grubuna sataşması nedeniyle
konuşması
9.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, Başbakan Yardımcısı Ali
Babacanın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplanın, Başbakan Yardımcısı Ali
Babacanın BDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
11.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
V.- TEBRİK,
TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğanın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu
Önerileri
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
25, 26 ve 27 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri
toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VII.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacanın bazı
ifadelerine ve işçilerin asgari ücretle ilgili dileklerine ilişkin
açıklaması
VIII.- OYLAMALAR
1.- 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının oylaması
2.- 2011 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısının oylaması
IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Eskişehir Milletvekili Kazım Kurtun,
Eskişehirde yer alan bazı taşınmazlar hakkında toplu
korunma kararı verilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/11445)
2.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın
Türelinin, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin sorunlarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi
Ekerin cevabı (7/12116)
3.- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin,
Kırklarelinin Demirköy ilçesindeki termik santral başvurularına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/12148)
4.- İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın
Türelinin, incir ve zeytin üreticilerinin sorunlarına,
Hayvancılık sektöründeki bazı sorunlara,
- Kırklareli Milletvekili Turgut Dibekin,
Kırklarelinin Demirköy ilçesindeki bir kooperatif hakkındaki
usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarına,
- Yozgat Milletvekili Sadir Durmazın, Brezilyadan
ithal edilen angus cinsi hayvanların sağlık kontrollerine,
- Eskişehir Milletvekili Ruhsar Demirelin,
Eskişehirin Sivrihisar ilçesine yapılması düşünülen bir
silonun Kaymaz beldesine yapılması kararına,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin cevabı (7/12154), (7/12155),
(7/12156), (7/12157), (7/12158)
5.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın,
Artvindeki elektrik direklerinin bakımsızlığına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldızın cevabı (7/12269)
6.- Antalya Milletvekili Gürkut Acarın,
Antalyada yaşanan elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldızın cevabı
(7/12270)
7.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanalın,
Bakanlık personelinin maaş ödemelerinin hangi bankaya
yatırıldığına ve promosyon ödemesi ile ilgili
sözleşmeye ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldızın cevabı (7/12271)
8.- Bartın Milletvekili Muhammet Rıza
Yalçınkayanın, faaliyeti sona erdirilen askerlik şubelerine ve
askerlik şubelerinin güvenlik-temizlik işlerinin özel şirketlere
ihale edilmesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı İsmet
Yılmazın cevabı (7/12324)
9.- Muğla Milletvekili Nurettin Demirin,
Muğla Milasta bir antik kentin yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günayın cevabı (7/12535)
10.- Gaziantep Milletvekili Mehmet Şekerin,
Gaziantepin Yavuzeli ve Araban ilçelerinde bazı çiftçilere pamuk destek
primi ödenmemesine,
- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutanın,
kivi üreticilerinin sorunlarına ve kaçak kiviye,
Kaçak yollarla ülkemize giren bala,
Hayvancılıkla uğraşan çiftçilerin
doğal afetlerden kaynaklanan mağduriyetlerine,
- Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceerin, zeytin
ve zeytinyağı üretimine ve üreticilerin sorunlarına,
- Tekirdağ Milletvekili Emre Köprülünün, üç gün
hastalığına ve kaçak yollarla ülkeye sokulan canlı
hayvanlara,
- Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkanın, Sapanca
Gölünden pompalanan suyun kirli olduğu iddialarına,
- Amasya Milletvekili Ramis Topalın, Amasyada
ithal edilen hayvanların kontrolüne,
İlişkin soruları ve Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Ekerin cevabı (7/12610), (7/12611),
(7/12612), (7/12613), (7/12614), (7/12615), (7/12616), (7/12677)
11.- Diyarbakır Milletvekili Emine Aynanın,
Hakkârinin Kazan Vadisinde gerçekleştirilen PKKya yönelik
operasyonlarla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmazın cevabı (7/12653)
12.- Kütahya Milletvekili Alim Işıkın,
Esendere Sınır Kapısında meydana gelen hayali ihracat ve
kaçakçılık olaylarına ilişkin sorusu ve Ekonomi Bakanı
Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı (7/13038)
13.- İstanbul Milletvekili Umut Oranın,
tüketici kredileri ve kredi kartlarındaki batık tutara ilişkin
sorusu ve Ekonomi Bakanı Mehmet Zafer Çağlayanın cevabı
(7/13047)
20 Aralık 2012
Perşembe
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46ncı Birleşimini
açıyorum.
Toplantı yeter
sayısı vardır.
Gündeme geçiyoruz.
Çalışmalarımızın
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Programa göre, 2013
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki son görüşmelere
başlıyoruz.
III.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (X)
BAŞKAN Komisyon?
Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulun 5/12/2012 tarihli 34üncü Bileşiminde
alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve
Hükûmete birer saat süreyle söz verilmesi, bu sürenin birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabileceği, İç
Tüzükün 86ncı maddesine göre yapılacak lehte ve aleyhteki
kişisel konuşmaların ise onar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Şimdi
grupları ve şahısları adına söz alan sayın
üyelerin isimlerini okuyorum:
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına: Giresun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Nurettin Canikli.
Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına: Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın İdris Baluken ile Iğdır Milletvekili ve Grup
Başkan Vekili Sayın Pervin Buldan.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına: Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili
Sayın Mehmet Şandır.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına: İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ağan
Ayaydın ve Kocaeli Milletvekili Sayın Hurşit Güneş.
Şahsı
adına: Lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Osman
Aşkın Bak.
Hükûmet adına:
Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan.
Şahsı
adına: Aleyhinde, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce.
Şimdi, ilk söz
sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun
Milletvekili, Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Caniklide.
Buyurun Sayın
Canikli. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli,
süreniz bir saattir.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2011 Mali Yılı Kesin Hesap
Kanunu Tasarısının tümü üzerinde AK PARTİ Grubu adına
görüşlerimizi sizlerle paylaşmak üzere
huzurlarınızdayım. Öncelikle ve bu vesileyle hepinizi, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, değerli
arkadaşlar, yaklaşık on günden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda bütçe kanun tasarısı ve kesin hesap kanun tasarısının
görüşmelerini gerçekleştiriyoruz. Gerçekten, bu süreç zorlu bir
süreç; daha önceki görüşmeler, hazırlık
çalışmaları, komisyonda yapılan yoğun görüşmeler,
müzakereler ve akabinde yaklaşık on günden beri Genel Kurulda
yapılan bu müzakerelerden de biliyoruz, görüyoruz ki bütçe müzakereleri
gerçekten zor bir süreç. Aynı zamanda, bütçe müzakerelerinin
yapıldığı bu platform, bu arena son derece
-kullanılması hâlinde- önemli bir platform ve arena. Her şeyden
önce hükûmet için uygulamalarının, icraatlarının
hesabını verdiği, muhasebesinin yapıldığı,
vermek durumunda olduğu bir alan, bir arena ve aynı zamanda, yine hükûmetin
bu çerçevede, hesap verme çerçevesinde yaptıklarını
anlattığı, icraatlarını kamuoyuyla
paylaştığı bir arena; aynı zamanda, gelecekle ilgili
projelerini, projeksiyonlarını, düşüncelerini,
planlarını ortaya koyduğu, kamuoyuyla paylaştığı,
âdeta kamuoyunun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunduğu
bir arena.
BAŞKAN Sayın
Canikli, bir dakikanızı rica edeyim.
Değerli
arkadaşlarım, çok uğultu var. Ben şahsen,
konuşulanları anlamakta zorlanıyorum, eminim ki sizin için de
öyledir. Sükûneti muhafaza edersek bu görüşmeleri daha verimli bir
şekilde sürdürme imkânımız olur.
Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabii, iktidar için
önemli, biraz önce arz etmeye çalıştım; her şeyden önce
hesap vermesi gerekiyor, yaptıklarının hangi anlamda, ne derece
doğru, yerinde olduğu, olmadığı konularında
kendisini anlatması gerekiyor.
İktidar için önemli
ama aynı zamanda, en az iktidar kadar, bu platform, bu kürsü muhalefet
için de son derece önemli. Muhalefet için de
Muhalefet, esasında iktidara
aday bir siyasi organizasyondur, öyle bir iddiasının olması gerekir,
son derece doğaldır bu; aksi hâlde, muhalefet olmanın bir
gereği olmaz. Dolayısıyla, muhalefetin de kendisi iktidara
geldiğinde neler yapacağını, bu konudaki vizyonunu,
projesini, projeksiyonunu ortaya koyması için de bulunmaz bir
fırsattır. Eğer var ise, ürettiği herhangi bir şey var
ise; eleştirdiği konularla ilgili kendisinin ne
yapacağını, nasıl sorunu çözeceğini ortaya
koyması açısından da son derece önemlidir.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Ondan şüpheniz mi var Nurettin Bey? Ondan
şüpheniz mi var? Ondan şüpheniz mi var, Var ise. diyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Evet, şüphem var, şüphem var
değerli arkadaşlar.
BAŞKAN Sayın
Aslanoğlu, siz tecrübeli bir parlamentersiniz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Ama Var ise
Sayın Başkan, Var
ise. ne demek! Var tabii.
BAŞKAN Müsaade
ederseniz, ondan sonra sizin adınıza konuşacaklar var. Yani
daha, işe böyle başlarsak bu beş altı saatlik müzakereyi
nasıl götürürüz? Rica edeceğim, yapmayın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ben aslında söylemek istemiyordum ama madem
ısrar ettiniz: Şüphem var, evet, şüphem var. Neden şüphem
var? Çünkü şu on günde burada muhalefetten duymamız gereken, bu
anlamda, kendisinin iktidar olması hâlinde ülkeyi nasıl yöneteceğine,
hep eleştirdiği hususlarla ilgili kendisinin nasıl bir model
ortaya koyacağına ilişkin -kusura bakmayın, bunu söylemek
durumundayız- en ufak bir şey duymadık arkadaşlar.
ENVER ERDEM
(Elâzığ) Ne zaman geldin sen? Bütçe görüşmelerine
katıldın mı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Tamam, eleştireceksiniz; elbette
eleştirilecek, ondan yana hiç kimsenin bir itirazı olamaz,
ağır da eleştirilecek. Muhalefet, eleştirmek için
En
önemli görevlerinden bir tanesi odur, yani kamu adına eleştirmek. Onu
yapıyorsunuz, ondan yana problem yok, fazlasıyla da yapıyorsunuz
ama bunun yanında doğal olarak otoyol projesini eleştiriyorsunuz
-örnek olarak söylüyorum- AK PARTİ hükûmetlerini eleştiriyorsunuz ya
da iktidarın sosyal politikalarını. Ama kendiniz
eleştirdiğiniz bu projenin yerine ne koyacaksınız?
Alternatifiniz nedir?
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) Bütçeyi görüşmeye gel.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) On günden beri izliyoruz değerli
arkadaşlar. Aklınızda bir şey var mı? Soruyorum
hepinize. Benim aklımda yok, hepsini dinledim, çok dikkatli bir
şekilde dinledim. Sadece eleştirmekle olmaz.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Kesin hesapta harcamanın hesabını
vereceksiniz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, çok âcizane bir tavsiyede de bulunmak
istiyorum: Bugüne kadar bu millet, Türk milleti, hiçbir siyasi organizasyonu
sadece eleştirdiği için iktidar yapmamıştır. Mutlaka
ortaya bir şeyler koymanız gerekir, vatandaşı ikna etmeniz
gerekir. Gerçekten, vatandaşı, iktidara geldiğinizde daha iyi
yöneteceğiniz konusunda ikna etmeniz gerekir, bunun için de projeler
ortaya koymanız gerekir; sadece eleştiriyle olmaz.
Bakın, hatırlar
mısınız rahmetli Turgut Özalla -yanlış
hatırlamıyorsam- rahmetli Necdet Calp arasında. Boğaz
Köprüsünün satılması konusunda bir tartışma vardı.
Bunlar Türkiye için yeniydi. Sayın Özal Ben bunu finansman imkânı
sağlamak üzere ortaklık, gelir ortaklığı olarak
özelleştireceğim. demişti, Sayın Calp da Ben
sattırmam. demişti; hatırlarsınız. Bakın, ikisi
de bu çıkışlarından dolayı kamuoyundan puan
aldılar. Bakın, ikisi de bir şeyler sunuyor, ikisi de bir
şeyler söylüyor, ikisi de proje sunuyor topluma. Diyor ki: Ben buradan
bir finansman sağlayacağım ve başka
yatırımların finansmanı için kullanacağım. Öbürü
de diyor ki
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) Bütçeyi anlat, bütçeyi.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, bir icraat ortaya koyuyor, diyor ki:
Hayır, ben de sattırmayacağım. Bir şeyler söylüyor;
doğru, yanlış; katılırsınız,
katılmazsınız ama milletin önüne bir icraat ortaya koyuyor. Elin
taşın altına sokulması anlamına gelebilecek bir
şeyler söylüyorlar. Yapmaya çalıştığımız
budur, söylediğimiz budur. Bu da doğaldır arkadaşlar, bunu
eleştirecek bir şey yok. Yani iktidar eleştirilecek, iktidar
hesap verecek, vermek zorunda, veriyor
ENGİN ÖZKOÇ
(Sakarya) Hükûmet sensin. Sana akıl verecek olan biz miyiz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
ama muhalefet de kendi vizyonunu,
dağarcığındakini, iktidar olduğunda ne yapacak, ülkeyi
nasıl kalkındıracak; eğer büyüme oranını
beğenmiyorsa, faiz oranından memnun değilse faiz
oranını daha nasıl düşürecek, büyüme oranını daha
nasıl yükseltecek somut olarak belgeleriyle, bilgileriyle ikna edici bir
tarzda ortaya koymak zorundadır. Onu söylemeye çalışıyorum.
Bu anlamda, burası son derece önemli bir platformdur.
ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) Bedelini ödersen yaparım
danışmanlığını Canikli. Sen boş ver onu,
Başbakanın mantığı o.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Ama on günlük müzakerede eleştiri
kısmı tamam, muhalefet bu görevini yaptı, yapıyor ama
vizyonuyla ilgili, projeksiyonuyla ilgili bu görevinden maalesef istenilen
performansı yerine
EMİN HALUK AYHAN
(Denizli) Hani kesin hesap?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
getiremediğini ben şahsen
düşünüyorum.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Hesap nerede, hesap?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Şimdi, neyi tartışıyoruz esas
itibarıyla burada, buralarda?
BÜLENT BELEN
(Tekirdağ) Bütçe görüşmelerinde yoktun zaten, nereden biliyorsun?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Hükûmetin hesap verme çerçevesinde ekonominin iyi
yönetilip yönetilmediğini tartışıyoruz. Sonuç
itibarıyla bütün bu tartışmaların ana konusu bu yani bu
soruya cevap bulmaya çalışıyoruz. Gerçekten AK PARTİ
hükûmetleri, Hükûmet, iktidar ekonomiyi iyi yönetiyor mu, yönetmesi
gerektiği şekilde yönetiyor mu? Bunu bulmaya
çalışıyoruz. Peki, bunun ölçüsü nedir yani nasıl biz bunu
anlarız, nasıl ölçeriz bir ekonominin iyi yönetilip
yönetilmediğini? Tabii, birçok kriter var ama en önemlisi, en can
alıcı soru büyümedir. Ekonomide temel hedef, büyümenin
gerçekleştirilmesi. Hükûmetlerin en önemli görevi bu yani toplumdaki
üretilen, ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin artırılması,
çoğaltılması, toplumun zenginleştirilmesi; temel amaç bu.
Herhangi bir tartışma var mı? Yok. Başka şeyler de var
elbette tek başına yetmez ama en temel olanı bu. Önce, hükûmetin,
hükümetlerin, ekonomi yönetimlerinin ekonomiyi büyütmesi gerekiyor, daha çok
mal ve hizmet üretir hâle getirmesi gerekiyor. Şimdi, Hükûmet bu konuda
Evet, bu açıdan bakıldığında ben son on yılda
hiçbir dönemde, hiçbir on yıllık dönemde görülmemiş derecede bu
ülkede büyümeyi sağladım. diyor, rakamlar da veriyor; biraz sonra
konuşacağız, paylaşacağız. Hatta, Hükûmet diyor
ki: Bu süre içerisinde yani benim iktidar olduğum bu dönem içerisinde- on
yılda yüz yılın en büyük krizine rağmen, global krize
rağmen, benden kaynaklanmayan, tamamen bizim
dışımızdan ihraç edilen, Türkiyeye gelen ama etkileyen
nedenlerden dolayı, ona rağmen on yılda ekonomiyi, üretimi,
millî geliri reel olarak 3 kat artırdım, dolar bazında 3 kat
artırdım. 230 milyar dolarlardan 770 milyar dolarlara
çıkardım. diyor. Doğru mu bu rakam? Doğru, herhangi bir
problem yok. Aynı şekilde bunu kişi başına da
dönüştürdüğünüzde aynı gelişmeyi yani kişi
başına millî geliri de 3 katı artırdığını
görüyoruz. Bu önemli bir rakamdır, gerçekten çok önemli bir rakamdır.
Ortalamasını aldığınız zaman da on yıldaki
büyüme oranı yüzde 5,1dir.
Şimdi, buraya kadar
problem yok ama muhalefet diyor ki: Hayır, bu büyüme oranı yeterli
değildir. Birinci itirazı bu. Büyüme oranı yeterli
değildir, daha da fazla yüksek büyümenin sağlanması gerekirdi.
diyor. Hatta, bu tezini teyit etmek için de Türkiyenin geçmiş
dönemlerindeki büyüme oranlarıyla bir kıyaslama yapıyor.
Şimdi, diyor ki
Mesela, bakın,
Sayın Kılıçdaroğlunun bütçenin açılış
konuşmasında bu konuyla ilgili bir açıklaması var, aynen
okuyorum hiç değiştirmeden. Biraz önce ifade ettim, bu dönemde yani
on yıllık dönemde Türkiye 5,1 büyüdü. Krizlere rağmen,
sıkıntılara rağmen bu çok ciddi bir büyüme
oranıdır. diyor Hükûmet ama muhalefet diyor ki: Hayır, bu
yeterli değildir. Gerekçe olarak da yani muhalefetin bu büyüme, bu millî
gelir artışını yeterli bulmadığının
gerekçesi olarak da 1946-2002 arasındaki büyüme oranını
gösteriyor Sayın Kılıçdaroğlu. Bütçe konuşmasında
aynen şunu söylüyor: 1946-2002 arasında, 2 dünya savaşına,
darbelere rağmen, moratoryumlara rağmen Türkiye ekonomisi
yıllık olarak yüzde 5,2 -yıllık
bazda ortalama yüzde 5,2- büyümüştür. diyor Sayın
Kılıçdaroğlu aynen. Dolayısıyla, Hükûmetinizin yüzde
5,1lik büyümesi başarı değildir. diyor. Rakamları
değerlendireceğiz ama ondan önce bir yanlışı
düzeltmemiz gerekiyor. Benim bildiğim kadarıyla, 1946yla 2002
arasında 2 tane dünya savaşı olmadı hatta 1 tane bile
olmadı. Yani, 1945 İkinci Dünya Savaşının
bittiği yıl ama Sayın Kılıçdaroğlunun -aynen
okuduğum için- ifadesi böyle. Muhtemelen, Zor şartlara rağmen
yani 1946-2002 arasında, 2 tane dünya savaşına rağmen,
ihtilallere rağmen, moratoryumlara rağmen bu hükûmetler geçmişte
bu büyüme oranını yakaladı ama siz on yılda
yakalamadınız. diyor ama düzeltmemiz gerekiyor. Düzeltme
yapıyorum sadece, ifade aynen Sayın Kılıçdaroğlunun
metninden alındı. Yani, 1946yla 2002 arasında dünya
savaşı falan yok; 1 tane de yok, 2 tane de yok. Önce onu düzeltelim.
İkincisi: Şimdi, bakın,
1946yla 2002 arasındaki toplam ortalama yıllık büyüme
-düzeltilmesi gereken bir şey daha var- yüzde 5,2 değil, yüzde 5,12.
5,12; evet, aynen öyle, tek tek rakamların hepsi burada. 1948li, 1968li
yılları dışarıda tutuyoruz çünkü o yıllar
endeksin başlangıç yılları. Geriye elli beş yıl
kalıyor. Elli beş yılın kümüle büyüme oranı da yüzde
282. Yüzde 282yi 55e böldüğünüz zaman -yani yıl sayısına-
yüzde 5,12yi bulursunuz. Demek ki Sayın Kılıçdaroğlunun
yüzde 5,2 olarak verdiği 1946-2002 arasındaki büyüme oranı
doğru değil, doğrusu yüzde 5,12. Bu önemli.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Büyük bir fark yok Sayın Canikli, büyük
bir fark yok.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Neden önemli? Şunun için önemli: Bakın,
şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu bir rakam bulmaya
çalışıyor, bir rakam bulacak; on yıllık AK PARTİ
hükûmetlerinin büyüme oranı 5,1 ya, onun üzerine çıkacak bir
kombinasyon bulmaya çalışıyor fakat bulamıyor,
bulunamıyor, yok yani, çünkü gerçekten, hangi ölçüyü, hangi başlangıcı
alırsanız alın, bunun üzerinde bir büyüme oranı yok. Onun
üzerine çıkarmak için, yanlışlıkla diyelim tırnak
içerisinde, 5,12yi 5,2 olarak zikrediyor ki AK PARTİnin büyüme
oranının, ortalama büyüme oranının üzerine çıksın
ama çıkmıyor, çıkmıyor: 5,12. Bunu da düzeltelim.
Üçüncüsü, bakın,
daha önemlisi, değerli arkadaşlar, neden 1946yla 2002 arası
alınıyor? Neden, mesela, 1940 alınmıyor, 1941
alınmıyor? 1940 ve 1945 İkinci Dünya Savaşı
yılları. Tahmin edersiniz ki bu yıllarda ekonomi dibe vuruyor;
bütün dünyada; Türkiyede de, bütün dünyada da ekonomi küçülüyor. Savaş
sonrasında ise, dibe vurmuş ekonomiler âdeta şahlanıyor.
1946daki büyüme oranı ne kadar, biliyor musunuz? Yüzde 31,9. Evet,
yanlış duymadınız. 1946daki büyüme oranı bir
yıllık büyüme oranı yüzde 31,9. Sayın
Kılıçdaroğlu bu tarihi esas alıyor, dedim ya 5,2nin
üzerinde bir rakam bulmaya çalışıyor. Yani diyoruz ya, AK
PARTİ diyor ki: Ben on yılda, hiçbir dönemde görülmemiş bir
büyüme sağladım; kesintisiz bir şekilde, istikrarlı bir şekilde,
on yıllık süre içerisinde ortalama 5,1lik bir büyüme
sağladım. Şimdi, bunun üzerinde bir büyüme rakamı bulmaya
çalışılıyor ya, 1946 yılı esas
alınıyor. Neden? Çünkü o yıl, ekonomi, biten savaşın
da etkisiyle dibe vurmuş ekonominin savaş sonrası şahlanmalarının
bütün dünyada etkisiyle bir yılda yüzde 31,9 oranında büyüyor.
Dolayısıyla, bu tarihi esas alıyor, bu tarihin
alınmasının hiçbir anlamı yok.
Sayın
Kılıçdaroğlu diyor ki: 2 tane savaş vardı bu
dönemde. Hadi, bırakalım, 1 tane savaşı koyalım. Ne
yapalım? 1940tan başlatalım. Hadi onu da bırakalım,
daha objektif, daha gerçekçi bir tarih veriyorum ben size: 1938, bir
anlamı var, 1938. Neden? Sorumluluğun büyük oranda o tarihten
itibaren sadece ve sadece Cumhuriyet Halk Partisine, ekonomi yönetimi dâhil
olmak üzere, geçtiği yıl 1938. O tarihten başlatıyoruz,
onun bir mantığı var. Yani savaş döneminin eksi
büyümelerini de hesaba katıyor; savaş sonrası büyümesinin
şahlanmasını, büyük orandaki büyümeyi de dikkate alıyor;
31,9u da dikkate alıyor.
ENGİN ÖZKOÇ
(Sakarya) Ne yapsın, hiçbirini dikkate almasın mı?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Nitekim, bakın, 1940ta ekonomi yüzde 4,9
küçülüyor; 1941de 10,3 küçülüyor; 43te 9,8; 44te 5,1; 45te 15,3. Neredeyse,
savaşta ekonomi yarı yarıya küçülüyor, bunları dikkate
almıyor ama savaş sonrasının o büyüme oranı dikkate
alıyor. Hepsini harmanlıyoruz yani lehte, aleyhte, nötr olabilmek
için savaş döneminin küçülmelerini, savaş sonrasının yüksek
oranlı büyümelerini de dikkate aldığımız zaman
karşımıza çıkan tablo şu: Altmış dört
yıllık, yani 1938 ile 2002 arasındaki Türkiyenin
yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,1 değerli
arkadaşlar; 4,1. Yani AK PARTİ döneminin ortalama büyümesinden
neredeyse 1 puan daha az; dolayısıyla altında,
aşağısında; altmış dört yıllık
ortalamayı dikkate alıyorum bakın.
Başka bir kriter
daha alalım, 1980le 2002yi alalım. O neden? Çünkü dataların
daha sağlıklı olmaya başladığı, ekonominin
dışa açıldığı bir dönemdir, bu yönüyle
anlamlıdır. 1980 ile 2002, yirmi üç yıllık dönemin ortalamasını
alalım, ortalama büyümeyi alalım. Orada da büyüme yıllık
ortalama yüzde 3,3. Yine, AK PARTİnin büyüme oranının
altında.
Hangisini
alırsanız alın, arkadaşlar, ister yan yana toplayın
ister alt alta koyun, ne yaparsanız yapın AK PARTİnin on
yıldaki sağladığı yüksek oranlı büyüme
başarısını yakalayamıyorsunuz. Yani bu nedir? Bu
yapılan, kusura bakmayın ama rakamlara işkence ettirmektir.
ENGİN ÖZKOÇ
(Sakarya) Sizin yaptığınız.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Aynen öyle, rakamlara işkence ettirmektir
yani herhâlde rakam, rakam olalı böyle zulüm görmemiştir değerli
arkadaşlar. Yani, böyle bir değerlendirme olur mu? 1946dan alıyorsunuz,
ona rağmen 5,1 çıkınca 5,2ye çıkartıyorsunuz; o da
tutmuyor, yine başka birtakım rakamlarla çok farklı şeyleri
kabul ettirmeye çalışıyorsunuz; bunlar doğru değil.
Şimdi, bir de son
olarak şunu yapalım: Acaba Cumhuriyet Halk Partisinin tek
başına iktidar olduğu dönemde büyüme ne olmuş? Bu da belki
bazı arkadaşlarımızın aklına gelmiştir.
1978-1979da rahmetli Ecevitin, tek parti, tek başına CHPnin Genel
Başkanı olarak iktidar olduğu dönem. 1978-1979
yıllarında iki yılın ortalaması binde 3,5; birinci
yıl yani 1978de yüzde 1,2 büyümüş, ikinci yıl yani 1979da eksi
0,5 küçülmüş. Bu da Cumhuriyet Halk Partisinin tek başına
iktidar olduğu iki yılın ortalaması, binde 3,5. Yani AK
PARTİnin büyüme oranının neredeyse on beşte 1i, ortalama
olarak on beşte 1i. Bu tabloyu da ben
ENGİN ÖZKOÇ
(Sakarya) On yıllık değil mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bunların hepsi kesin rakamlar yani hiç
HAYDAR AKAR (Kocaeli)
Bizimkiler yalan, seninkiler kesin(!)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Zaten kimsenin de bu rakamlara Yanlıştır,
efendim doğru değildir. deme durumu söz konusu değil çünkü
hiçbir şekilde tevil edilecek veya başka anlamlara çekilebilecek bir
rakam değil bunlar.
Dolayısıyla,
bakın şimdi, ortaya çıkan tablo şu: On yılda AK
PARTİ hükûmetleri bütün sıkıntılara rağmen, gerçekten,
bizden kaynaklanmayan krize rağmen
Kriz bizden kaynaklanmadı, kriz
gelişmiş ülkelerden kaynaklandı; bizi etkiledi. Neden?
İhracatımız yoluyla etkiledi. Türkiye'nin ihracatı bir anda
yüzde 22 oranında azaldı, başta OECD ve Avrupa Birliği
ülkeleri olmak üzere. Neden? Çünkü İngiliz vatandaşının serveti
azalınca satın alma gücü düştü; aynı şekilde Fransızın,
bütün OECD ülkelerinin, bütün AB ülkelerinin, Amerikanın. Ve o
insanların satın alma gücü düşünce bu insanlar daha az
satın almaya başladılar ve bizim ihraç ettiğimiz ürünler de
bundan nasibini aldı. Bizimle hiçbir alakası yok; bizim
ürettiğimiz politikalarla, AK PARTİ hükûmetlerinin
uyguladığı politikalarla hiçbir alakası yok ve buna
rağmen, bakın yüz yılın gördüğü en büyük krize
rağmen
Avrupa hâlen yanıyor, hâlen krizin etkilerini tam olarak
ortadan kaldıramadı, atamadı hem büyüme anlamında hem
işsizlik anlamında, her anlamda; aynı şey Amerika için de
geçerli. Buna rağmen, yüzyılın en büyük krizine rağmen,
e-muhtıralara rağmen, kapatma davalarına rağmen, ciddi
çalkantılara rağmen AK PARTİ hükûmetleri net bir şekilde,
tartışmasız bir şekilde, on yılda ortalama olarak
5,1lik büyümeyi sağlamış ve üç yılda millî geliri reel
olarak 3e katlamıştır değerli arkadaşlar. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Bunun altının
çizilmesi gerekiyor; bunun kamuoyuyla, hepinizle paylaşılması
gerekiyor.
Şimdi, daha sonra, bazı
arkadaşlar, muhalefete mensup arkadaşlar diyorlar ki: Büyüme
köpüklüdür. Ha, şimdi, büyümeyi kabul ettiler. Eğer birisi Büyüme
köpüklüdür, büyüme sanaldır, büyüme fiktiftir. diyorsa demek ki büyümeyi
kabul etti. Tamam, bu noktaya geldik şu anda. Zaten biraz önce rakamlarla
da çok net bir şekilde ortaya koydum. Hangi dönemi alırsanız
alın, hangi kombinasyonu alırsanız alın bu on
yıllık dönemin başarısına, büyüme noktasında ulaşmanız,
bu rakamı yakalamanız mümkün değil, çok net bir şekilde.
Şimdi, deniyor ki: Efendim, tamam, büyüme var, ekonomi büyümeyi
sağlamıştır ama köpüklüdür, reel değildir, fiktiftir
ve ithalata dayanıyor. Bakalım gerçekten öyle mi? Yani bu tür,
konusu ekonomi olan, ekonomiyle ilgili iddiaların mutlaka datalarla,
rakamlarla desteklenmesi gerekiyor. Böyle, ulu orta bunlar söylenmez, datalarla
desteklenmediği zaman da bunun hiçbir anlamı olmaz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
önce, somut anlamda yatırım harcamalarına bakalım.
Yatırım varsa, yatırım yapılıyorsa üretim
vardır, büyüme vardır. Doğru mu? Doğru. Tabii, büyüme
rakamlarına bakarken hem kamunun yatırım rakamlarına
bakacağız hem de özel sektörün yatırım rakamlarına
bakacağız. Tekrar söylüyorum: Yatırım var ise,
yatırımın varlığını tespit edebilir, ortaya
koyabilirsek büyüme, kalkınma ve zenginleşme beraberinde gelir.
Şimdi, devraldığımızda, bir yılda Türkiye
ekonomisinde yapılan yatırımların nominal değeri o
günkü rakamlarla 60 milyar lira. Bunun yaklaşık 17,3 milyar
lirası kamu tarafından yapılmış, devlet
tarafından, devletin kuruluşları tarafından; 42,7 milyar
lirası da özel sektör tarafından yapılmış. Ne kadar?
60 milyar lira. Peki, bu rakam şu anda ne kadar? Bu rakam şu anda
yaklaşık 319 milyar lira değerli arkadaşlar; yani
devraldığımızda, on yıl önce Türkiyede yapılan toplam
yatırım miktarı 60 milyar lira, şu anda 319 milyar lira. Ne
demektir bu? Yaklaşık 5 kattan daha fazla bir artış söz
konusu. Bu dönemde enflasyonun yani on yıllık dönemde üst üste toplam
olarak enflasyonun yaklaşık yüzde 140 olduğunu dikkate
alırsanız, yüzde 140, 5 kat artış, yüzde 431lik
yatırım artışı reel anlamda çok ciddi bir
artıştır. Ekonomi tarihinde çok ortaya çıkmaz bunlar
değerli arkadaşlar, çok ülkelerde görülmez. Bu da net, kesin,
tertemiz, tartışmasız rakamlardır. Yani 60 milyar lira
yatırım yapılırken -kamunun ve özelin- şu anda 319
milyar lira yatırım yapılıyor. Dolayısıyla
büyümenin finansmanı için yatırım yapılması gerekir.
Öyle değil mi? Hatta şu soru sorulabilirdi: Tamam, büyüme
rakamlarını falan ortaya koydunuz ama gerçekten bunu destekleyecek
diğer datalarla uyumlu mu bu büyüme rakamları? Evet, uyumlu,
yatırım rakamlarıyla uyumlu. 60 milyar liradan 319 milyar liraya
çıkması toplam yatırımların, 5 kattan fazla oranda
artması yatırımların, büyümenin fiktif
olmadığının, köpüklü olmadığının, reel
olduğunun en önemli göstergelerinden bir tanesi.
Ha Bu yetmez.
diyorsanız yani Bu bizi ikna etmez, bu rakam yetmez. diyorsanız
başka rakamlara da bakalım değerli arkadaşlar; daha somut
şeylere bakalım, üretilen şeylere bakalım, toplumun çokça
ürettiği, ekonomide üretilen mal ve hizmetlere bakalım. Mesela,
bakın, çok kullanılan, ekonomide önemli paya sahip olan mallar
seçilmiştir bu karşılaştırma yapılırken. Biz
devraldığımızda bir yılda üretilen toplam
buzdolabının sayısı 1 milyon 88 bin, değerli
arkadaşlar, 1 milyon 88 bin; 2012nin Eylül ayı itibarıyla bu
rakam 7 milyon 160 bine çıkmıştır. Çamaşır
makinesi çok hızlı geçiyorum- 823 binden 5 milyona
çıkmıştır yıllık üretim. Bulaşık
makinesi 281 binden 2 milyon 900 bine çıkmıştır.
Fırın 340 binden 10 kat artışla 3 milyon 332 bine
çıkmıştır. Otomobil 259 binken 600 bini
aşmıştır. İç hat yolcu sayısı 8,7 milyondan
59,7 milyona çıkmıştır. Dış hat yolcu
sayısı 25 milyondan 62,1 milyona çıkmıştır.
Bunlar somut şeyler değerli
arkadaşlar. Yani
eğer gerçekten üretim somut değilse, reel değilse, köpüklü ise
bu artışları, bu televizyon artışını yani 1
milyondan 7 milyona çıkan televizyon artışını nereye
koyacaksınız, nasıl izah edeceksiniz?
ERKAN AKÇAY (Manisa) -
Borçla, borçla
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Aynı zamanda tüketilende bakın, hem
üretim
Üretim var, bunlar Türkiyede kurulu fabrikalarda üretildi
arkadaşlar. Üretim ne demek? Burada üretildi, bu millet tarafından
üretildi, bu milletin fabrikaları tarafından üretildi. Eğer bu
büyüme köpüklü ise, bu büyüme sanal ise 800 binden 500 milyonu aşan
çamaşır makinesinin üretimini nasıl izah edeceksiniz, nereye
koyacaksınız, nereye sığdıracaksınız?
Değerli
arkadaşlar, aynı şekilde, 280 binden 3 milyona çıkan
bulaşık makinesi, 340 binden 3,5 milyona çıkan fırın
üretimini, keza bakın 8,5 milyon tondan 16,7 milyon tona çıkan süt
üretimini nereye sığdıracaksınız eğer gerçekten
bu üretim olmamışsa, bu üretim sanalsa? Aynı şekilde,
yılda 160 bin olarak üretilen konut üretim adedinin 600 bine
çıkarıldığını dikkate
aldığınızda bu 600 bin konut üretimini ne
yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız,
nasıl izah edeceksiniz?
GÖKTÜRK-2 uydusunu nereye
koyacaksınız değerli arkadaşlar? ALTAY tankını
nasıl izah edeceksiniz?
MUHARREM İNCE
(Yalova) GÖKTÜRK-1in yanına koyarız.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Evet.
ATAK helikopterini ne
yapacaksınız, nereye sığdıracaksınız?
Türkiyede dizayn edilen ilk millî savaş gemisini ne
yapacaksınız?
Evet, GÖKTÜRK-2 Uydusunu
uzaya gönderdik, şu anda yörüngesinde. Doğru, Türkiyeye
sığmadı.
Savunma sanayinde yüzde
25 olan yerli üretim oranının yüzde 54e çıkmasını
nasıl izah edeceksiniz eğer gerçekten üretim fiktifse değerli
arkadaşlar? Hayır, üretim fiktif falan değildir; rakamlarla,
yatırım rakamlarıyla, üretim rakamlarıyla çok net bir
şekilde ortaya konulduğu gibi hepsi gerçektir, hepsi reeldir, hepsi
de Türk milletinin, şu anda vatandaşlarının evlerinde
kullanılıyor; hem üretiyorlar hem de tüketiyorlar. Yani şu soru
da sorulabilir: Üretilmiş ama Türk milleti tüketiyor mu bunları,
vatandaşımız tüketiyor mu? Evet, hem üretiyor hem de tüketiyor.
İşte refah bu zaten değerli arkadaşlar, refah bu, zenginlik
bu. Zenginliğin ölçülerinden bir tanesi de harcamadır.
Dolayısıyla, eğer öyle derseniz bu üretimleri hiçbir yere
sığdıramazsınız.
Eğer bu dediklerimiz
doğruysa, gerçekten ekonomi büyüyorsa, üretim artıyorsa bunun
uluslararası alanda da göstergelere, rakamlara yansıması
gerekir, öyle değil mi? Evet. Yani diyoruz ki: Şu anda Türkiye 17nci
büyük ekonomi, 17nci büyük ekonomi. Peki, daha önce nasıldı? Daha
önce şöyleydi, bakın: Devraldığımızda Türkiye
dünyanın 24üncü büyük ekonomisiydi. 24üncü büyük ekonomisi, şu anda
17nci büyük ekonomi. 7 basamak birden ilerlemiş değerli arkadaşlar,
7 basamak birden ilerlemiş. İlerlemeye de devam edecek. 2023
hedefimiz de Türkiyenin en büyük ilk 10 ekonomi içerisine
sokulmasıdır, bunu da başaracağız. Neden biliyor
musunuz? AK PARTİ hükûmetleri bunu da başaracak çünkü 24ten
alıp 17ye düşüren -ilerleten daha doğrusu- AK PARTİ
hükûmetleri bunu da başarabilecek güçtedir çünkü geçmişine
baktığınız zaman bunu başarmıştır.
Dolayısıyla, çok rahat, net bir şekilde bu hedefe de
ulaşacağını söylemek yanlış olmaz.
Şimdi, tam bu
noktada Sayın Kılıçdaroğlunun yine bütçenin
açılış konuşmasında yaptığı
konuşmada bir bölüm var, onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın
Kılıçdaroğlu diyor ki: Sayın Başbakana sorayım:
Sayın Başbakan, biz 1987 yılında 14üncü büyük ekonomiydik.
Şimdi 17nci. Neden geriye gidiyoruz? Hani ekonomi çok iyiydi? Kimin
döneminde geriledik? Devri iktidarınız döneminde geriledik. Aynen
ifadeleri bu. Ben önce inanamadım gerçekten böyle mi yazıyor diye.
Okudum okudum, aynı şekilde. Ya arkadaşlar, biz 1988de iktidara
gelmedik ki, AK PARTİ 2002 yılında iktidara geldi. Yani 1987
yılında 14üncü büyük ekonomiydik şu anda 17nci büyük ekonomi;
sorumlusu sizsiniz, sizin döneminizde geriye gitti. diyor. Böyle
karşılaştırma olur mu değerli arkadaşlar?
HAYDAR AKAR (Kocaeli)
Siz nasıl karşılaştırma yapıyorsunuz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Onun üzerine diyorum rakamlara işkence
ediliyor, rakamlara Çin işkencesi.
Doğrusu ne biliyor
musunuz? Doğrusu şu: 1987de 14 -15 aslında ama hadi 14
olduğunu kabul edelim- 1987den 2002ye kadar yani biz iktidara gelene
kadar, AK PARTİ hükûmetleri iktidara gelene kadar 14ten 24üncülüğe
geriliyor Türkiye. Sonra biz alıyoruz, AK PARTİ hükûmetleri, bu kadro
devralıyor, sonra ne yapıyor? 24ten 17ye ilerletiyor değerli
arkadaşlar, tablo bu.
HAYDAR AKAR (Kocaeli)
Bir gecede mi?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Nasıl geriye gitmiş? Kim geriye
götürmüş? Bunun AK PARTİ hükûmetleriyle ne alakası var Allah
aşkına, soruyorum? (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, tekrar rica ediyorum. Bulunduğunuz yerden laf
attığınız takdirde burada arzu edilmeyen hususlar oluyor.
Bugünkü konuşmaların şöyle bir dengeli sıralaması var:
Şimdi, Sayın Canikliden sonra 3 siyasi parti grubumuz adına söz
alacak değerli konuşmacılar. Konuşmalarda eleştirilecek
yan varsa, yanlış yan varsa bunları grup sözcülerimiz dile
getirecektir. Hassaten rica ediyorum, bu yılın son müzakeresini
yapıyoruz, böyle bir kolaylığı birbirimize
tanıyalım, rica ediyorum.
Buyurun Sayın
Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Evet, ekonomi büyüdü.
Büyüme sağlam, büyüme reel, ortaya koyduk. Bu, önemli, gerekli, elzem ama
yetmez değerli arkadaşlar. Bu büyüme sağlanırken, ekonomi
büyütülürken, mal ve hizmet üretimi artarken dağıtımın da,
dağılımın da adil olması gerekir. Bu da en az millî
gelirin artırılması hedefi kadar önemlidir ve kutsaldır.
Yani, gelir dağılımının da, bu artırılan
millî gelirin daha adil bir şekilde topluma dağıtılması
gerekir. Peki, bu açıdan ne olmuş, buna bakalım. Hükûmetler gelir
dağılımını etkilerler, bütçe yoluyla etkiler. Çünkü
neden? Her yıl üretilen toplam millî gelirin yaklaşık yüzde 25i
bütçe yoluyla toplanır toplumdan, tekrar dağıtılır.
Dolayısıyla, bütçe hükûmetler için son derece önemli araçlardır
bu politikalarını hayata geçirmek açısından. Peki,
bakalım ne olmuş o açıdan bakıldığında?
Şimdi elimizdeki ilk rakam şu
Tabii, yine rakamlarla
konuşacağız, konumuz ekonomi, ekonomi ile rakam yan yana,
ayrılmaz bir parça, bütün, onun için rakamlarla
konuşacağız. Tekrar şunun da bir altını çizerek
vurgulamakta fayda var: Bu rakamların hiçbir tanesi bizim dönemimizde
üretilmeye başlanmadı. Hem kendileri hem de hesaplanma biçimi, hepsi,
tamamı daha önceki dönemlerde uygulanmaya başlanmış,
hesaplanmaya başlanmış, yöntemi de belirlenmiş olan
datalardır. Biz de aynı şekilde kullanıyoruz, hiçbir değişiklik
yapmadık. Yani elmayla elmayı
karşılaştırıyoruz.
Bakın,
devraldığımızda toplumun en zengini ile en fakiri
arasındaki fark, kat 9,5 kat idi. Toplumun en zengini ile en fakiri
arasında 9,5 kat zenginlik, fakirlik farkı vardı. Bugün
itibarıyla -daha doğrusu, en son bu konudaki rakam yayını
2009 sanıyorum- bu oran, bu kat 8e düşürülmüş yani zenginle
fakir arasındaki uçurum azaltılmış, 9,5 kattan 8,5 kata
düşürülmüş. Nitekim, baktığınız zaman toplumun en
fakir yüzde 20sinin -devraldığımızda- millî gelirden
aldığı pay yüzde 5,3ten şu anda 5,8e yükselmiş;
aynı şekilde, toplumun en zengin yüzde 20sinin millî gelirden
aldığı pay da yüzde 50,1den yüzde 46,4e gerilemiş. Hangi
rakamı alırsanız alın. Bu noktada son olarak şunu
söyleyeyim: 2002-2009 yılları arasında da Türkiye'de
sayısında 6 milyonluk bir azalma meydana gelmiştir -kesin, net
rakamlar- fakir 6 milyon fakir azalmıştır 2002 ve 2009
yılları arasında. 4,3 doların altında günlük gelir elde
edenler 2002 yılında yüzde 30 iken -aynen öyle, evet- bugün yüzde
2,79a düşürülmüştür.
Bütün bunlar gösteriyor
ki değerli arkadaşlar, tartışmasız bir şekilde AK
PARTİ hükûmetleri on yıldır ekonomiyi büyütüyor. Dünyada ve
Türkiye'nin geçmiş dönemlerinde örneği görülmeyecek tarzda yüksek
oranda büyütüyor ama aynı zamanda, bunu yaparken de gelir
dağılımını daha adaletli hâle getiriyor. Şunu
söylemiyoruz; Şu anda da gelir dağılımı adaletlidir,
yeterlidir. Demiyoruz; elbette demiyoruz, daha yapacak çok iş var. Ama
önemli olan şu: Bizim devraldığımız tarihe kadar gelir
dağılımı sürekli bozuluyor, sürekli bozulma trendinde, AK
PARTİ hükûmetleri iktidara geldikten sonra önce duruyor, sonra gelir dağılımı
düzelmeye başlıyor. Önemli olan da budur ve trend bu şekilde.
Sadece 2008 ve 2009 yılındaki kriz dönemi hariç gelir
dağılımı düzelmeye devam ediyor. Belli bir mesafe
alınmış, alınmaya da devam edecek.
Büyük toplumsal olaylarda
çok büyük değişimler elbette zaman ister değerli
arkadaşlar, ama bu sürece girilmiştir. Yani, AK PARTİ
hükûmetleri ismindeki adalet kavramının gereğini, gerçek
anlamda, rakamlarla, çok net bir şekilde uygulamaya koymuş, hayata geçirmiş
olan bir siyasi partidir; bu rakamlar bize bunu gösteriyor.
Şimdi, bakın,
bunlar yapılıyor, bir de değerli arkadaşlar, bu büyümenin
başka bazı şeylere de yansıması gerekir. Mesela,
işsizliği azaltması gerekir, büyüme varsa işsizlik
azalır ya da bir başka ifadeyle, eğer büyümeye rağmen
istihdamda bir iyileşme, bir azalma meydana gelmiyorsa o büyümenin de çok
fazla bir anlamı olmayabilir.
Yine, bu açıdan
bakıldığında, devraldığımızda yüzde
10,3 olan işsizlik oranı en son eylül rakamlarına
baktığımız zaman da yüzde 9,1e düşmüştür,
işsizlikte yaklaşık yüzde 12lik bir azalma meydana
gelmiştir.
ERKAN AKÇAY (Manisa)
Büyüme de düştü, işsizlik de.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yalnız, daha net bir bilgi vermek için
oluşturulan istihdam kapasitesine bakmak lazım yani bu dönemde kaç
milyon iş imkânı ortaya çıkarılmış? Global
baktığınız zaman, çalışan insan sayısı
-istihdam edilen kişi sayısı- 21 milyon 354 binden 25 milyon 472
bine çıkmış yani 4 milyon 118 bin istihdam imkânı
oluşturulmuştur. Ha, bu rakam da yeterli değildir, daha
doğrusu, olan biteni tam olarak anlatmakta yeterli değildir. Neden?
Çünkü, burada esas olan, tarım dışı istihdama bakmak
lazım. Türkiyede, hâlen, dünya ortalamasının, OECD ülkelerinin
ortalamasının çok üzerinde tarım kesiminde çalışan
sayısı vardır. Bakın, OECD ülkeleri içerisinde tarımda
çalışan oranı en yüksek Yunanistandır, o da yüzde 13tür.
Toplam çalışanın yüzde 13ü sadece tarımda
çalışır, diğerleri diğer sektörlerde -hizmetler,
sanayi vesairede- çalışır. Türkiyede, biz geldiğimizde, bu
oran yüzde 34,9du -yaklaşık yüzde 35- şu anda yüzde 25. Düşmeye
devam edecek, gelişmenin ölçülerinden bir tanesi de bu. Ama, buradan
gelenler, çalışıyor gözüküp de tarım dışı
alana iş aramaya çıkanlar esasında gizli işsiz,
tarımda çalışıyor gözüküyor ama çalışmıyor,
tarıma bir etkisi yok. Bunu neden çok net bir şekilde söylüyoruz?
Bakın, 900 binden fazla tarım kesiminde çalışan tarım
dışı kesime kaydığı hâlde tarım üretimi 3
kat artmış değerli arkadaşlar Türkiyede. Demek ki,
bunların -tarımdan çekilmelerine rağmen- tarım üretimine
bir olumsuz etkileri söz konusu değil, dolayısıyla gizli işsiz.
Bunu da hesaba kattığınızda, tarım dışı
alanda net ortaya çıkan istihdam 5 milyon 80dir. Evet, AK PARTİ
hükûmetlerince, bu yüksek ve reel, somut, net büyümenin sonucu olarak 5
milyondan fazla istihdam imkânı ortaya
çıkarılmıştır. Dolayısıyla, değerli
arkadaşlar, bu büyüme, bu anlamda bakıldığında, çok
net bir büyümedir, reel bir büyümedir, tartışmasız.
Yıllık ortalama, baktığınızda, 500 bin istihdam imkânı
ortaya çıkarmaktadır ki -dediğim gibi, global krize rağmen-
eğer o dönem olmasaydı bu rakam en az 600-650 bin rakamına
ulaşacaktı. Türkiye'de her yıl yaklaşık olarak ilave
iş piyasasına girenlerin sayısının 400-410 bin
olduğu dikkate alınırsa, on yılda bu ortalamanın üzerinde
bir iş imkânı, istihdam imkânı AK PARTİ hükûmetleri
tarafından oluşturulmuştur. O nedenle işsizlik oranı
düşüyor değerli arkadaşlar, o nedenle işsizlik oranı
azalıyor ve bu arada iş gücüne katılım oranı da
artmasına rağmen, yüzde 49dan 51e büyümesine rağmen. Büyüme
var, reel; istihdam artıyor, gelir dağılımı düzeliyor.
Bu yeterli mi? Bu da
yetmez. Bunlar yapılırken bir de enflasyon rakamlarına
bakın. Bakın bu noktayı şu anda belki çok
hatırlamıyoruz ama Türkiye ekonomisi, gerçekten, her zaman enflasyon
üretmeye müsait bir ülke. Çok uzun yıllar bundan çok çekti, hâlen de o
eğilimin tamamen ortadan kalktığını söylemek çok
iyimser bir yaklaşım olur. Çok dikkatli olmak gerekiyor, o dikkati, o
hassasiyeti ekonomi yönetimi zaten gösteriyor.
Bakın, iktidara
geldiğimizden beri enflasyon çok net bir şekilde kontrol altına
alınmıştır ve tek haneli rakamda tutulmaya devam ediliyor,
şu anda 7nin altındadır ve büyümeye rağmen. Çünkü,
büyümeyle, aslında, enflasyon ters orantılıdır çünkü biraz
ipleri gevşettiğinizde, biraz ekonomide büyüme ortaya
çıktığında bu, enflasyon olarak karşımıza
çıkar. Türkiye'de hep böyle olmuştur geçmişe
baktığımızda da. Zaten özellik burada, hem büyümeyi
sağlayacaksınız hem istihdamı artıracaksınız
hem gelir dağılımını düzelteceksiniz, düzeltmeye
başlayacaksınız hem de enflasyonu
azdırmayacaksınız, enflasyonu kontrol altına
alacaksınız.
Arkadaşlar
gerçekten, bakın, bütün samimiyetimle söylüyorum: Dünya ülkelerine
baktığımızda bütün bu kombinasyonların birlikte
sağlandığı ekonomi çok azdır. Hatta, biraz sonra ilave
edeceğimiz diğer makro ekonomik göstergeleri birlikte
düşündüğünüzde bütün bunları aynı anda sağlayan
-çünkü, bir tarafı yaparsınız bir yerden sızar, açık
verir, bir tarafı toparlarsınız başka bir yerden patlar
ama- bunların hepsinin bir arada tutulduğu, hepsinin iyiye doğru
yönetildiği, yönlendirildiği bir dönemi hem dünya ekonomi tarihinde
hem Türkiye ekonomi tarihinde bulmak, örnek göstermek hemen hemen
imkânsızdır. Biz devraldığımızda, biliyorsunuz,
yaklaşık yüzde 29,7ydi enflasyon, şu anda 7nin
altındadır ve orada tutuluyor.
Yine önemli kriterlerden
bir tanesi şu
Yani Ekonomi yönetimi başarılı
mıdır? sorusunu baştan sorduk ya, ona cevap bulmaya
çalışıyoruz. Birtakım önemli göstergeleri kullandık ve
onlarda, gerçekten, hükûmetin iddia ettiği gibi, o rakamların, o
gelişmelerin sağlandığını rakamlarla ortaya
koyduk.
Faiz sömürünün yani
yüksek faiz -öyle söyleyelim- aşırı faiz sömürünün
kaynağıdır, adaletsizliğin kaynağıdır,
ekonomide geriye gitmenin kaynağıdır, enflasyonun ve bütün
olumsuzlukların kaynağıdır ve Türkiye, maalesef, çok uzun
yıllar faiz belasından çok çekti değerli arkadaşlar.
Biz
devraldığımızda nominal faiz yüzde 60ın üzerindeydi,
reel faiz de yüzde 30. Nedir reel faiz? Enflasyonun üzerindeki reel faiz. Yani,
böyle bir ekonomide ekonomi, sadece faiz geliri elde edenlere
çalışır, millete hizmet etmez. Reel faizin yüzde 30 olduğu
bir ekonomi ya da yüzde 15, yüzde 20 olduğu bir ekonomi sadece faiz
lobisine çalışır, onlara hizmet eder; dar gelirliye, çiftçiye
hizmet etmez değerli arkadaşlar.
BÜLENT KUŞOĞLU
(Ankara) Faiz gideri ne kadar?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi söyleyeceğim. Bakın, nominal
faiz ne kadar şu anda? 6nın altında, 5,70, 5,80 civarında;
doğru mu? Peki, reel faiz ne kadar değerli arkadaşlar?
Sıfır. Evet, şu anda reel faiz sıfır, sıfır
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu, gerçek anlamda
bir devrimdir, bir başarı öyküsüdür değerli arkadaşlar,
kabul etseniz de başarıdır, etmeseniz de. Bütün dünya bunu
takdir ediyor, reel faiz sıfır
Bakın, Sayın Kemal
Dervişin 18inci stand-by mektubu çerçevesinde, IMFye gönderdiği
mektupta çok açık bir şekilde bunu söylüyor yüzde 30dur diyor ve
Böyle bir reel faizle bu ekonomi yönetilemez. diyor. Yüzde 30 reel faizden
yüzde sıfıra gelinmiş bir reel faiz değerli
arkadaşlar. Bunu on yıl önce size söylemiş olsalardı, yani
On yıl sonra bir iktidar gelecek ve reel faizi sıfıra
düşürecek. inanın deli muamelesi yapardınız. Ama bunlar
gerçek; hamdolsun yaşıyoruz, hamdolsun görüyoruz.
Şimdi, geçenlerde
yine konuşmacı arkadaşlarımızdan bir tanesi dedi ki:
Ya siz, çiftçiye sorun, esnafa sorun; yani bunları söylüyorsunuz,
anlatıyorsunuz da bir de onlara sorun. Soruyoruz değerli
arkadaşlar, biz devamlı soruyoruz, en son 12 Haziran 2011de sorduk.
Öyle değil mi? Cevabı da biliyorsunuz zaten, tekrarlamaya gerek yok.
Evet, reel faiz sıfır, reel faiz sıfır
Evet, yine önemli
tartışma konularından bir tanesi, yani Evet, ekonomi büyüyor,
büyüyorsunuz, gelir dağılımı düzeliyor, reel faiz düşüyor,
istihdam imkânları artıyor da bunları neyle, borçla
yapıyorsunuz. diyor muhalefet, çok sık kullanıyor. En çok
kullandığı argümanlardan bir tanesi de bu. Bakalım
gerçekten öyle mi? Tabii, zamanım daraldı, biraz hızlı
geçeceğim. Şimdi, burada rakamlar kullanılırken
yapılan bir yanlışlıklar var. Muhalefetten
arkadaşlarımız, özel sektörün dış borcunu da sanki
devletin, kamunun, hükûmetin sorumlu
olduğu borçmuş gibi rakamlara dâhil ediyor, bu doğru değil.
Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir borç rakamı böyle hesaplanmaz
değerli arkadaşlar. Evet, Türkiyede özel sektörün dış
borcu artmıştır, bu da son derece doğal. Yani, büyüyen,
yatırım yapan biraz önce rakamlarını verdim- bir ekonomide
makine yatırımı
Büyük çoğunluğu da bunlar zaten. 42
milyar dolardan yaklaşık olarak 214 milyar dolara
çıkmış özel sektörün dış borcu.
Bakın, üç yıl
önceki, dört yıl önceki bütçe konuşmalarına bakın şu
ifadeyi görürsünüz: Önümüzdeki yıl özel sektörün ödemesi gereken,
döndürülmesi gereken kısa vadeli yaklaşık 90 milyar dolar borç
var, bu ödenmeyecek ve patlayacak. Hemen hemen her yıl bu konuşmalar
yapıldı. Ne böyle bir şey oldu ne patladı, gayet sakin bir
şekilde bu borçlar döndürüldü. Neden biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Dış borcu yapanların dışarıda
kaynağı var, karşılığı var. Zaten
dışarıdan kredi getirerek, daha doğrusu
dışarıdaki kaynaklarını teminat göstererek Türkiyeden
kredi sağlıyor bu firmalar. Dışarıda hepsinin
kaynağı var. Bu anlamda herhangi bir risk oluşturmuyor. Bunlar
kamunun borcuna dâhil edilemez. Sadece kamunun, devletin, bu borç ödenirken
döviz talep edilmesi hâlinde döviz bulundurma zorunluluğu var, döviz
sağlama yükümlülüğü var. Onda da zaten problemimiz yok. Merkez
Bankasının döviz rezervleri bunu karşılayacak seviyede.
Şimdi gelelim borca:
250.. Devletin, yani kamunun borcunun hesaplanması gerekiyor.
Devraldığımızda 257 milyar brüt borç -devletin tüm
dış ve iç borçlarının toplamı 257 milyar- 2012de 550
milyara çıkmış. Artış yaklaşık yüzde 100.
Yalnız bu tablo doğru değil. Bu tablo gerçeği tam olarak
yansıtmıyor. Şimdi, bazı arkadaşlar itiraz edecekler
ama net borcu hesaba katmamız gerekiyor, bu da son derece doğal
arkadaşlar. Net borcu neden dikkate almamız gerekiyor? Şimdi,
devletin borcu var, artmış ama devletin kasasında, devlet
kuruluşlarının kasasında para var, o da artmış;
nakit para, nakit paradan bahsediyorum. Onu niye hesaba katmıyorsunuz? Onu
da hesaba katmanız gerekir. Yani o parada da artış var. Keza,
Merkez Bankasının net varlıklarında ciddi artış
var. Dolayısıyla, net borcun hesaba katılması gerekiyor,
gerçek tabloyu net borç gösterir. Brüt borçta bile artış yüzde
100dür nominal olarak, bu, yüzde 140lık global, kümüle faizin yine
altındadır ve bu anlamda bakıldığında da reel bir
düşüş vardır.
Değerli
arkadaşlar, şimdi, bakın, gelelim net borca. Şimdi,
devraldığımızda 257 milyar brüt borç var, üç kalemi bundan
indireceğiz. Bir tanesi, borcu olan kuruluşların bankalarda
nakit paraları var hem 2002de indireceğiz hesaplarken hem de 2012de
indireceğiz yani doğru karşılaştırma yapmak için.
Bu 257 milyardan 41 milyarı çıkaracağız. Neden? Merkez
Bankasının net varlığı 25 milyar lira, net
varlığı, nakit varlığı. Bakın, bu da çok
önemli, nakit varlığı. Keza, kamu mevduatı 11 milyar lira
2002de; bunların hepsini düşeceğiz, net borcu
bulacağız. Bir de İşsizlik Fonu, Sigorta Fonu, buna da
itirazlar var, biraz sonra ifade edeceğim. Bu hesabı
çıktığınız zaman 2002de devletin, kamu
kuruluşlarının tamamının borcu 215 milyar liradır
değerli arkadaşlar.
Peki, tablo şimdi
nedir yani 2012de nedir? 2012de şu: Brüt borçtan aynı şekilde
Merkez Bankası net varlıkları 150 milyarı
düşeceğiz. Bugün Merkez Bankasının net varlıkları
150 milyar, nakit varlıkları 150 milyara çıkmış. Bunu
hesaba katmadan olur mu? Kasasında para var, döviz var yani borç
artıyor ama varlığı da, nakdi de artıyor. Bunu
düşeceğiz, 150 milyar lirayı. Yetmedi
Bugün, kamu
kuruluşlarının yani bu borç rakamında borcu olan, gözüken
kamu kuruluşlarının bankalarda 67 milyar lira nakit parası
var değerli arkadaşlar, şu veya bu şekilde kendi
politikaları gereği bunu tutuyorlar. 11 milyar liradan 67 milyar
liraya çıkmış, bunu hesaba katacağız, nakit para bu.
Ve yine İşsizlik Sigorta Fonunda 57 milyar lira var. Bütün
bunları düştüğünüzde bugünkü net borç 274 milyar liraya
düşer. Yani 2002de 215 milyar lira, şimdi 274 milyar lira.
Artış ne kadar? Artış yaklaşık olarak 60 milyar
lira, nominal olarak. Artış oranı ne kadar? On yılda toplam
olarak devletin, kamunun net borcu sadece yüzde 28; oranında
artmış değerli arkadaşlar. Evet, yüzde 28, bu kadar, hepsi
bu kadar. Bütün bu tartışmalar, bu eleştiriler bunun için
yapılıyor. Yani, bu brüt borcu devletin ödeme kapasitesi var. Kamu
kurumlarının bankalarında 67 milyar lira para var. Merkez
Bankasının net nakit varlığı 150 milyar lira, yani
borç ödeme durumu söz konusu olduğunda ödeme kapasitesi var. Bunu
nasıl hesaba katmazsınız? Böyle bir şey olabilir mi? Onun
için diyorum, lütfen rakamlara zulüm etmeyin arkadaşlar. Yani rakamlara bu
kadar eziyet etmeye hakikaten gerek yok.
Şimdi tekrar etmem
gerekiyor. Bu hesaplama biçimi bizden önce başladı. Bakın, bu
hesaplama biçimini, net borcun hesaplama biçimini bizden önceki formülasyonu
kullanıyoruz aynen- -hiçbir şekilde değiştirmedik, en ufak
bir şeyine dokunmadık. Yani, o açıdan eğer soru
işareti olan arkadaşlar varsa bunları da burada belirtmekte
fayda var.
Bu noktada, borç
noktasında bir de kamunun riski daha yüksek dış borcuna bakalım
yani devletin bütün kurumlarının sorumlu olduğu dış
borç ne kadar; devraldığımızda ne kadar, şu anda ne
kadar? Tabii karşılaştırma yapmamız gerekiyor. 2002de
devletin bütün kurumlarının ödemek durumunda olduğu ya da
biriken borç 88 milyar 359 milyon dolar, 2002 yılında,
devraldığımızda. Bugün ne kadar biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? Sıfırın altında. Evet, aynen
öyle, sıfırın altında, eksi 3 milyar 471 milyon. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Neden biliyor musunuz? Çünkü
dış borcu karşılayacak kadar Merkez Bankasının
net nakit varlığı var da onun için? Yani devletin şu
anda...
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Bu olmadı Sayın Canikli!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Aynı şekilde. Bu, net rakam; 2002de de
net rakam yani orada brütü almıyorum. Orada 88 milyar olarak verdiğim
rakam...
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Bankalar mevduatını da al Sayın
Canikli
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Bakın, biz devraldığımız
olarak kullanıyorum. Yani tarihten kastımız yoktur, herhangi bir
kastımız yoktur, mecburen onu kullanıyoruz.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Bu olmadı Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Canikli, bu olmadı.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Değerli arkadaşlar, oranlara
baktığınız zaman da daha önce verildi, bunları
kullanmıyorum yani uluslararası alanda kullanılan oranlara
baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz.
Demek ki bir taraftan
büyüme, yüksek büyüme sağlanıyor, gelir dağılımı
gerçekleştiriliyor; düşük enflasyonla ekonomi yönetilebiliyor. Reel
faiz sıfır. Reel faiz sıfır. Borç tarihte görülmemiş
oranda düşürülmüş, net borçlar düşürülmüş. Peki, bunlar
yapılırken bazılarının çok iddia ettiği yolsuzluk
meselesi nedir değerli arkadaşlar? Yolsuzluk meselesindeki gelişmeler
nedir? Gerçekten, maalesef bazı arkadaşlar ısrarlı bir
şekilde, sürekli olarak Efendim, işte, yolsuzluk
artmıştır, sağımıza bakıyoruz yolsuz,
solumuza bakıyoruz yolsuz
Arkadaşlar -şimdi rakamları
biraz sonra konuşacağız- eğer öyle diyorsanız bence
sorun sağınızda solunuzdadır. Bizim sağımız
solumuz tertemiz, bizim sağımız solumuzda hiçbir problem yok.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın,
söyleyeceğim rakamları, çok net bir şekilde söyleyeceğim.
Yolsuzluğu
nasıl ölçeriz değerli arkadaşlar? Yani yine bir şeylerle
Ya, ben işte şurada gördüm, şurada duydum, şu oldu, bu
oldu; bunlarla değerlendirme yapılamaz. Böyle bir yaklaşım
bilimsel bir yaklaşım olmaz. Somut, net, ölçülebilir yöntemler,
bilimsel yöntemler kullanmamız gerekiyor. Kullanılıyor zaten
yani bizden önce de kullanılıyordu, biz de icat etmedik. Bu iş
için kurulmuş bir örgüt var; Uluslararası Şeffaflık Örgütü.
Biz iktidara gelmeden önce de dünyadaki belli başlı ülkelerin tüm
ülkelerin daha doğrusu- tüm ülkelerin yolsuzluk seviyelerinin
algılanmalarını ölçen bir yöntem geliştirmişler, her
yıl ölçüyorlar ve yayınlıyorlar. Yani, çok uzun yıllardan
beri bu işi yapıyorlar, Uluslararası Şeffaflık Örgütü.
Şimdi,
devraldığımızda tablo şu: Bir endeks
yayınlıyor, Yolsuzluk Algılama Endeksi. Bu endekse göre 2002 yılında
Türkiye 102 ülke arasında 54üncü. Rakam yükseldikçe yolsuzluk oranı
azalıyor. 102 ülke içerisinde Türkiye 54üncü sırada. Bu ne demektir?
En kötü 3ün içerisinde Türkiye. Öyle mi? Evet öyle. Yani rakam büyüdükçe yolsuzluk
oranı artıyor anlamına geliyor.
Ha, şunu söyleyelim:
Bu Uluslararası Şeffaflık Örgütü bizim dayımızın
oğlu değil, akrabalığımız yok,
tanımıyoruz; sipariş vermedik, bizden önce de
yapıyorlardı, tamamen objektif. Uluslararası bir kuruluş,
onu tekrar tekrar vurgulamakta fayda var. 2002 yılında 102 ülke
arasında 65inci sırada Türkiye. Pardon, 54 değil, pardon
102
ülke arasında 65inci sırada yani en kötü, yolsuzluk liginde 3üncü
ligde. En kötü, en düşük ligde, Türkiyenin tablosu bu.
En son 2012de yeni
veriler yayınlandı, her yıl yayınlıyor. Bu tabloya
baktığımız zaman değerli arkadaşlar, 2012
yılında 176 ülke arasında bu sefer Türkiye 54üncü sırada.
Yani, en az yolsuzluğun olduğu 1inci ligte Türkiye. Evet, tablo bu,
rakamlar bunlar değerli arkadaşlar, rakam bu. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Bunu girersiniz Uluslararası
Şeffaflık Örgütünün İnternet sitesine, çok
tartışmasız bir şekilde ortaya çıkar.
Eğer ülke
sayılarını eşitleştirerek bir çalışma, bir
değerlendirme yaparsak, Türkiye on yılda yolsuzluk seviyesini azaltma
bakımından tam 25 basamak birden yükselmiş. Evet, 25 basamak
birden yükselmiş değerli arkadaşlar. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU
(İstanbul) O Yolsuzluk Endeksinin hesabı değişti,
kandırmayın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Endeks
Bak, onun için
devamlı vurguluyorum bunu. Bu endeksi biz sipariş vermedik. Bizim
akrabamız değil. Yöntem yirmi yıl önce, on beş yıl
önce nasıl kullanılıyorsa şu anda da öyle
kullanılıyor. Biz üretmedik değerli arkadaşlar. Üretileni
-uluslararası yayınlanıyor, İngilizce- biz alıp
kullanıyoruz. Siz de bakabilirsiniz. Siz de bakın.
AYKUT ERDOĞDU
(İstanbul) Endeksin hesaplama yöntemi değişti ama.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Yani bundan bir rahatsızlık
duymayın.
AYKUT ERDOĞDU
(İstanbul) Biz duymuyoruz, siz çarpıtıyorsunuz.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bu da yetmiyor, yine bir uluslararası
denetim kuruluşu Pricewaterhouse Coopersın bir
araştırması var 2009 yılında. Dünyadaki yolsuzluklarla
ilgili bir çalışma yapıyor, bir survey, bir araştırma
yapıyor. 3.037 firmaya soru soruyor uluslararası alanda iş
yapan, anket yapıyor. Türkiye yüzde 15le en iyi 3üncü ülke değerli
arkadaşlar. Evet, aynen öyle. Türkiye en iyi 3üncü ülke. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Hem de kimlerin üzerinde biliyor
musunuz? Türkiye yüzde 15. Türkiye, Japonya, Hong Kongdan sonra 3üncü en iyi
ülke. Yani yolsuzlukla mücadelede gelinen noktayı göstermesi
açısından, azaltıldığı en iyi ülkelerden bir
tanesi. Rusya yüzde 71, Kanada yüzde 56, Meksika yüzde 51, İngiltere yüzde
43, İtalya 19, İsviçre 17, Romanya 16
Hadi bu da tesadüf
diyelim, 2011 yılında aynı kuruluş benzer bir
çalışmayı tekrar yapıyor. Türkiye yine burada hangi
ülkelerden daha iyi biliyor musunuz? Bakın, İsveçten, Amerika
Birleşik Devletlerinden, Fransadan, İspanyadan ve
İngiltereden daha iyi durumda değerli arkadaşlar.
Evet, bakın, 3 tane,
size çok net, tartışmaya mahal bırakmayacak tarzda rakamlar ve
belgeler sunuyorum, söylüyorum. Yani, bunların hiçbir tanesi Türkiyede
üretilmiş rakamlar, çalışmalar değil.
Şimdi, bakın,
evet, son on yılda hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde Türkiyede yolsuzluk
azalmıştır ve azalmaya da devam edecektir. Bunun en iyi
göstergelerinden birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir tanesi
özelleştirme gelirleri değerli arkadaşlar.
Özelleştirme,
Türkiyede 1986 yılından beri yapılmaya başlandı ve
bugüne kadar hemen hemen tüm hükûmetler özelleştirme işlemini
gerçekleştirdi şu veya bu şekilde, bir devlet politikası
olarak ortaya çıktı. 1986-2002 arasında yaklaşık 198
tane kamu iktisadi kuruluşu
İrili ufaklı -içinde bankalar da
var, GSM şirketleri de var, hepsi var- 190 tane iktisadi kuruluşun
satılmasından -özelleştirilmesinden, 1986-2002 yılları
arasında, toplam on altı yılda 190 tane iktisadi kuruluşun,
devletin sahip olduğu iktisadi
kuruluşun, işletmelerin satılmasından- elde edilen
gelir yaklaşık 8 milyar dolar. Evet, 8 milyar dolar. 2003-2012
arasında elden çıkartılan yaklaşık 90 adet, 90 tane
iktisadi kuruluşun satışından elde edilen özelleştirme
geliri de değerli arkadaşlar, 38 milyar dolar. Evet, 38 milyar dolar.
Yolsuzluğun olduğu, yolsuzluğun arttığı bir
ülkede, bir ekonomide böyle bir tablo ortaya çıkar mı değerli
arkadaşlar? Şu anda özelleştirme ihaleleri bütün dünyanın
gözü önünde, canlı olarak kameraların önünde yapılıyor,
öyle değil mi? Bütün dünya izliyor. Bakın, biz biliyoruz ki:
Açık yaraya kurt düşmez değerli arkadaşlar. Açık
yaraya kurt düşmez. Her şeyin açık olması gerekiyor, her
şeyin şeffaf olması gerekiyor.
AYKUT ERDOĞDU
(İstanbul) Canikli, öncesini ve sonrasını da
açıklayın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Geleceğiz, ona da geleceğiz. Bakın,
biraz sonra dediğiniz konuya da geleceğim.
Dolayısıyla, bu
da biraz önce verdiğim rakamları destekleyen bir gösterge.
Yolsuzluğun olduğu, yolsuzluğun arttığı bir
ülkede böyle bir tabloyla karşılaşamazsınız yani
özelleştirme gelirlerinin 6-7 kat arttığı bir tablo ortaya
çıkmaz.
AYKUT ERDOĞDU
(İstanbul) Ya, yarı fiyatına düştü özelleştirme.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Yine aynı şekilde, bir ülkede yolsuzluk
varsa ilk ortaya çıktığı alanlardan bir tanesi kamu
bankalarıdır değerli arkadaşlar. Evet, öyle, kamu
bankalarında patlar, kamu bankalarında ortaya çıkar. Neden?
Çünkü kamu bankaları bu amaçla, yolsuzluk var ise, genelde siyasiler
tarafından özel amaçlar için kullanılır. Kamu
bankalarının kaynakları yani devletin kaynağı, yani
milletin kaynağı bu amaçla kullanılır. Ha, bu açıdan
da baktığınızda, yine devraldığımız
tarih itibarıyla baktığınızda kamu bankaları
batak durumundadır. Evet, batmıştır kamu bankaları
2002 yılında. Ha, tekrar söylüyorum, bunun batmasının
nedeni sadece 2002, 2001, yahut 1999 değildir. Belgeler var burada. Ta,
1990lı yıllarda, hatta 1980li yılların sonlarından
itibaren başlar; birikerek gelmiştir.
Bakın, Ziraat
Bankasının batak kredi oranı 2002 yılında yüzde 11,7,
Halk Bankasının yüzde 48,3. Hatta, Halk Bankasının batak
kredilerin işlemiş temerrüt faiziyle birlikte normal kredilere
oranı tam yüzde 95 değerli arkadaşlar 2002 yılında.
Düşünebiliyor musunuz, böyle bir tablo
Batmış, bitmiş,
bütün kaynakları tarumar edilmiş. Eğer, gerçekten bir yolsuzluk
örneği, somut olayı görmek istiyorsanız 2002 öncesine
bakacaksınız. Neden bakacaksınız? Kamu bankalarından
yola çıkarak bakacaksınız. Böyle bir kamu bankası bilançosu
önünüzdeyse bunun başka bir izahı yok. Halk Bankasının
batak krediler oranı
Yani verilen her 100 kredinin 48i batmış
değerli arkadaşlar. Çünkü siyasiler telefon açmış, bankalar,
bankacılık mevzuatının, kurallarının
gerektirdiği hassasiyeti gözetmeden, teminatı almadan krediyi
vermişler. Bir daha geriye dönmemek üzere ve dönmemiş
Vakıfbankta bu oran yüzde 24,2. Şu anda ne kadar? Ziraat
Bankasında yüzde 2,7, Halk Bankasında yüzde 48 olan oran şu anda
yüzde 2,8, Vakıfbankta yüzde 3,2. Yolsuzluk olan bir ülkede, bir
ekonomide böyle bir tablo olur mu değerli arkadaşlar, böyle bir
tabloyla karşılaşabilir misiniz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aynı şekilde,
kamu ihale mevzuatı; kamu ihale mevzuatı devletin yolsuzluk
alanlarından bir tanesi de budur; mal alması, mal satması
sırasında ortaya çıkar, para harcaması sırasında
ortaya çıkar. Kamu ihale mevzuatı Haziran 2002 yılında
değiştirildi, önceki dönemde ama uygulaması esas itibarıyla
-yani bizim, AK PARTİ hükûmetlerinin iktidara gelişinden kısa
bir süre önce değiştirildi- büyük oranda AK PARTİ döneminde oldu.
Eski 2886 sayılı İhale Kanununa göre Türkiyedeki kamu kurumlarının
önemli bir bölümü, özellikle kaynak kullanan, mal alan, mal satan kamu
kurumlarının önemli bir bölümü ihalelerini kamu ihale mevzuatı
dışında yapıyordu. Kimler mesela? KİTler.
KİTlerin tamamının kendi özel ihale mevzuatı vardı ve
İhale Kanununa tabi değildi. Mesela, iktisadi şirketler,
belediyelerin kamu iktisadi kuruluşları, buna benzer birçok fon, özel
kuruluş -özel kanun- üst kuruluşlar vesaire, her yeni çıkan
kanun mutlaka kendi alım satımları, Kamu İhale Kanunu
dışına çıkaran bir hüküm getiriyordu. Neredeyse devlet
alımlarının yarısından fazlası Kamu İhale
Kanunu dışında gerçekleştiriliyordu. Kamu İhale Kanununa tabi olanların
da büyük bölümü davetiye usulüyle yapılıyordu değerli
arkadaşlar. 5 kişiye davetiye gönderiyorsunuz, seçiyorsunuz -evet,
böyle- ihale bunların arasından yapılıyordu. Bu ne
zamandı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Şimdi öyle yapmadınız mı? Şimdi öyle
yaptınız geçen getirdiğiniz kanunla.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
Hayır. Bakın, söylüyorum şimdi, evet, geliyorum Sayın
Aslanoğlu.
Kamu İhale Kanunu 2002 Haziran
ayında değiştirildi. Değiştirenlere teşekkür
ediyoruz, bizden önce değiştirildi, bakın. Ondan sonra, şu
anda, daha önce Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında ihale
eden kuruluşların tamamı Kamu İhale Kanunu kapsamına
alındı, biz hiçbirini dışarı çıkarmadık.
Dışarı çıkardıklarımız belli, belli
özelliği olan yatırımlar, ya küçük yatırımlar -onlar
vardı zaten- bir de büyük yatırımlar. Mesela FATİH Projesi,
Marmaray Projesi, yani bütün dünyanın gözü önünde ihalesi yapılan
projeler bunlar değerli arkadaşlar. Özelliği nedeniyle
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Canikli, ek süre
vereceğim, lütfen konuşmanızı toparlayınız.
NURETTİN CANİKLİ (Devamla)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bütün bu istisnalar
kaldırıldı ve şu anda sizin hani İstisna getirdiniz,
şöyle yaptınız. dediklerinizden sonra yapılan, kamunun
yaptığı ihalelerin yüzde 90ından fazlası şu
andaki yeni Kamu İhale Kanunu çerçevesinde yapılıyor
değerli arkadaşlar. Evet, tablo bu, yüzde 50nin altındayken bu
şekilde yapılıyor. Eğer öyle bir niyet olsaydı, öyle
bir amaç olsaydı kamu ihale mevzuatı eski kanuna uygun hâle
getirilirdi ya da eski kanunun çok suistimale açık hükümleri hayata geçirilir,
uygulamaya konulurdu.
Son olarak, bununla
bağlantılı, Sayıştay Kanunu meselesini sizlerle
paylaşmak istiyorum. Eski Sayıştay Kanunu çok uzun yıllar
önce yürürlüğe girmiş bir kanundu ve 2010 yılında
yürürlüğe giren 6085 sayılı yeni Sayıştay Kanununa
kadar kurumların önemli bir bölümü Sayıştay denetiminin
dışındaydı değerli arkadaşlar. Kimler? Mesela,
bakın, yine sayalım: Kamu kuruluşları. Kim yapıyordu
bunu? Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu
tarafından yapılıyordu, Sayıştay yapmıyordu.
Belediyelerin iktisadi kuruluşları; büyükşehirlerin özellikle
çok ciddi, büyük ve kaynak kullanan, ciddi kaynaklar kullanan iktisadi
kuruluşları var. Bunların denetimlerini yine Sayıştay
yapmıyordu, hiç kimse yapmıyordu.
Biz 6085 sayılı
Sayıştay Kanununu 2010 yılında çıkardık.
Bakın, bu teklifi kimler verdi değerli arkadaşlarım. Bu
teklifin altında imzası olanlar: Bekir Bozdağ, Suat
Kılıç, Mustafa Elitaş, Nurettin Canikli, Ayşe Nur
Bahçekapılı, Fahrettin Poyraz, Alaattin Büyükkaya, Veysi Kaynak ve
diğer arkadaşlar. Evet, bu teklifi biz verdik.
Peki, bu Sayıştay
Kanunu ne yaptı? Bu Sayıştay Kanunu daha önce Sayıştay
denetiminin dışına çıkartılmış olan bütün
kurumları Sayıştay denetimine aldı, evet, aynen öyle, başta
Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, çünkü Türk Silahlı Kuvvetlerinin
işlemleri üzerinde de, mali işlemleri üzerinde de yüzeysel bir
denetim vardı. Hatta, Hükûmet ne yaptı biliyor musunuz değerli
arkadaşlar? Tamamen kendi yetkisinde olan denetim yetkisini -yani
bakanlıklarda teftiş kurulları vasıtasıyla
kullanılan bu teftiş yetkisini- teftiş kurullarını
kapatarak Sayıştaya devretti, dış denetim yetkisi olarak.
Başbakanlığın kendisine bağlı faaliyette bulunan
ve KİTleri denetleyen, çok ciddi kaynak kullanan, kamu iktisadi kuruluşlarını
denetleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine son
verdi ve bu yetkiyi de Sayıştaya aktardı ve bir şey daha
yaptı.
Bakın, bu kanunun
82nci maddesinde bir hüküm var, aynen okuyorum: Diğer kanunların
Sayıştay denetiminden istisna veya muafiyet tanıyan hükümleri
ile bu Kanuna aykırı hükümleri, yürürlükten
kaldırılmıştır. Yani bir çırpıda, bu
kanunla, biraz önce imzalarını okuduğum teklif sahiplerinin
verdiği teklifle, 2010 yılında Sayıştay denetimi
dışında olan kamu kurumlarının tamamı
Sayıştay denetimine alındı.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Denetim nerede?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bunu biz yaptık değerli
arkadaşlar, AK PARTİ Hükûmeti yaptı, AK PARTİ Grubu
yaptı.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Canikli, denetim nerede? Lafta,
lafta! Denetim nerede? Sayın Canikli, denetim nerede? Lafta!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Tamam, bütün siyasi partiler destek verdi, oy
birliğiyle oldu ama takdir edersiniz ki yani teklif sahibi bellidir ve
çoğunluk esas itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışmalarından sorumludur. Dolayısıyla, yani öyle bir
niyetimiz olsaydı, kendi yetkimizde olan bir
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Hani raporlar?
BAŞKAN Lütfen
tamamlayın Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
denetim yetkisini başka kurumlara vermezdik
değerli arkadaşlar.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Canikli, raporlar nerede, raporlar? Raporlar
nerede?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Raporları mı soruyorsunuz?
Bir
yanlışı daha düzeltelim, raporlar geldi. Bütçelerin
görüşülmesinin esasını teşkil eden kesin hesap kanununun
görüşmelerinin esasını teşkil eden- rapor geldi mi, gelmedi
mi? Genel uygunluk bildirimi geldi mi, gelmedi mi? Geldi. Bunlar, bakın,
gelmeyen raporlar
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Yok, yok, hayır! Lafta rapor, lafta!
BAŞKAN Sayın
Aslanoğlu, rica edeceğim. Bak, söz sırası sizlere geliyor,
eksik tarafı varsa siz cevaplayacaksınız.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Başkan, ama rapor yok ortada,
Sayıştay denetiminden bahsediyor.
BAŞKAN Ama,
şimdi, sizler konuşurken de bu taraftan bu konuşmalar devam
ederse biz nasıl yöneteceğiz? Lütfen
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Başkan, ortada rapor yok,
rapor var diyor
BAŞKAN Hayır,
efendim, şimdi konuşma sıraları sizlere geliyor, lütfen.
Eksiği, yanlışı neresiyse siz söylersiniz, söz
sırası sizlerde şimdi.
Evet, lütfen
toplayalım Sayın Canikli.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Değerli arkadaşlar, gelmeyen raporlar
-isimlerinin ortak özelliği- değerlendirme raporlarıdır ve
daha önceki yıllarda hiç gündemde olmayan raporlar, yine bu kanunla biz
ihdas ettik bu raporları. İlk defa bu raporlar bu sene gelecekti.
Neden gelmedi? Söyleyeyim, şunun için: Bütçe kanunlarının
görüşülmesinin esasını etkileyen kesinlikle raporlar değil,
onu etkileyen, onu denetleyen, hukuka uygun olup olmadığını
denetleyen rapor geldi. O rapor Meclise zamanında sevk edildi, o rapor
kesin hesap kanunuyla birlikte görüşülüyor, onda hiçbir problem yok. Bunu
niye söylemiyorsunuz? O gelen raporların hepsi değerlendirme
raporları, çoğu da yerindelik denetimi içeren raporlar, daha sonra bu
kanunu bu Meclis değiştirdi ve hiçbir kurumun yerindelik denetimi
yapamayacağı, yürütmenin alanına giren konular
Hukukilik
denetimi değil, bakın, bununla karıştırmayın,
hukukilik denetimi yapılıyor yani yapılan harcamaların
kanuna, mevzuata uygun olup olmadığı son kuruşuna kadar
denetleniyor, onların raporları da zamanında geliyor, ondan yana
problem yok, dolayısıyla o konuda problem yok.
BAŞKAN Evet,
Sayın Canikli
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Değerli arkadaşlar, özetlemek
gerekirse, on yılda AK PARTİ hükûmetleri, hiçbir dönemde, hiçbir
fâninin göremeyeceği ve görmediği ölçüde bu ülkeye büyük hizmet
etmiştir; ekonomisini, gerçek anlamda, devrim niteliğinde, yüksek
oranlarda, bütün diğer makroekonomik göstergelerle uyumlu bir şekilde
artırmıştır. Sanıyorum, AK PARTİ Grubu olarak, bu
başarıyı sağlayan bu kadroya bir teşekkür etmek
gerekir. Teşekkür ediyoruz bu kadroya ve liderine. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Ben yeni bütçe kanunun
ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Canikli.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, Sayın Nurettin
Canikli, konuşmasında, Genel Başkanımız Sayın
Kemal Kılıçdaroğlunun bütçe görüşmelerinin ilk günü
yapmış olduğu konuşmada, Türkiyenin dünya ekonomisi
içerisindeki sıralamadaki yeri konusunda vermiş olduğu
rakamları çok farklı olarak kullanmak ve telaffuz etmek suretiyle
Genel Başkanımızın rakamlarını bir başka
yöne doğru yöneltmiştir, amacından başka bir şekilde
kullanmıştır. Bu nedenle, grubumuza bir sataşma
vardır, söz istiyorum efendim.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Efendim, ben aynen okudum Sayın
Başkanım, ben tutanaktan aynen okudum.
BAŞKAN Sayın
Hamzaçebi, biraz sonra sizler konuşacaksınız, o zaman
değerlendirme imkânı olmaz mı? Nasıl olsa söz
hakkınız var.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul)
Şimdi, Sayın Başkanım, hayır, şöyle
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hayır efendim, ben tutanaktan okudum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Yani yeni bir usul ihdas eder miyiz
diye endişem var.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Bakın, ben, Sayın Caniklinin
konuşmasını tümüyle değerlendirecek değilim, bu amaçla
söz istemiyorum. Onun konuşmasının birçok açıdan
eleştirebileceğim yönü var ama söz isteme nedenim, Genel
Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlunun
BAŞKAN Peki,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
İki dakika.
IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin,
Giresun Milletvekili Nurettin Caniklinin CHP Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Genel Başkanımız Sayın Kemal
Kılıçdaroğlu, bütçenin ilk günü yapmış olduğu
konuşmada, Türkiye öteden beri G20nin üyesidir, siz de şimdi
G20de Türkiye'yi şuradan şuraya getiriyoruz. şeklinde bir
değerlendirme yaparak övünüyorsunuz, bu doğru değil.
anlamında bir anlayıştan hareketle Türkiye, 1987
yılında, dünya ekonomisi içerisinde,
G20 içerisinde 14üncü sıradaydı. demişti. Şimdi
bulunduğumuz yer bundan daha iyi bir yer değil. dedi.
Şimdi, Sayın
Canikli, çıktı, dedi ki: 1987 yılında Türkiye ekonomisi
17nci sırada.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hayır, 14üncü sırada.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) 14üncü sırada
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Şu anda 17, evet.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Satın alma gücü paritesine göre.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Evet, doğru, doğru.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(Devamla)
satın alma gücü paritesine göre
baktığınız zaman, 2002de Türkiye ekonomisi 17nci
sıradadır.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hayır, 24üncü.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Hayır, hayır. Dolar kuru üzerinden
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Hepsi dolar kuru üzerinden.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla)
yapmış olduğunuz sıralamada
24üncü sıradadır. Dolayısıyla, bu bilgiyi düzeltiyorum.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Şu anda 17nci, dolar kuru üzerinden.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) İkinci olarak söyleyeceğim şudur:
Yolsuzlukla ilgili olarak bir endeks verdiniz. Endeks
değişikliğinin, yöntem değişikliğinin sonuca
etkisi üzerinde herhangi bir değerlendirme yapmadınız. O
endeksin açıklamasına bakarsanız, 2012 rakamıyla önceki
yıllar rakamlarının kıyaslanamayacağını o
endeksin kendisi söyler. Dolayısıyla, endeks
değişikliğinden kaynaklanan bir durumu Türkiye, yolsuzluk
liginde iyi duruma geldi. diye sunmak gerçekleri çarptırmaktır.
Sizin döneminizde
yolsuzluk zirveye ulaşmıştır Sayın Canikli.
Teşekkür ediyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Kaplan. (BDP sıralarından alkışlar)
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi için
Oraya
gelmeme de gerek yok.
Sayın Meclis
Başkanlığımıza Sayıştayın 132 raporu
geldi, 3 bakanlığın kesin bütçesi gelmedi; Millî Savunma
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet,
Jandarma, Sahil Güvenlik. Askerî güvenlik harcamalarıyla ilgili
Sayıştay Kanununa özel maddeyi son dakika önergesiyle AK PARTİ
koymuştur. Gizli yönetmelik gereği bunlarla ilgili hiçbir şey
gelmedi, denetim yapamadık.
BAŞKAN Peki
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Bu nedenle de zaten kurumlar vergisinde yüzde 20yle dünya
cenneti Türkiye, dolaylı vergide de yüzde 85 dünya cehennemi durumunda,
vergi adaletsizliği olan bir ülke durumunda. Bunun kayda geçmesini
istedim.
BAŞKAN Peki,
sözleriniz kayda geçti.
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Sayın Başkanım, biraz önce
Sayın Akif Hamzaçebi, AK PARTİ döneminde yolsuzluğun zirveye
ulaştığı gibi içi boş, hiçbir şekilde, hiçbir
rakamla, hiçbir somut doneyle teyit edilmeyen bir iddiada bulundu. Son derece
önemli, Sayın Başkanım, o yüzden sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN Evet,
buyurun Sayın Canikli. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Benim de endişe
ettiğim nokta buydu zaten, O ona, o ona cevap verirse hukuk davasına
dönecek bu iş.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, benim bu
sataşmam
Doğru, bir sataşma var ama bu
BAŞKAN Evet,
lütfen, artık, bir tavzih anlamında
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Efendim, bu Hükûmete bir sataşmadır
yani gruba değil yani sayın bakanlar söz isteyebilir.
BAŞKAN Kendisini
ismen zikrettiğiniz için onu söylüyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) Sayın Caniklinin söylediklerini
çarpıtıyorsunuz
2.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Efendim, bu Hükûmet bu gruptan çıktı
Sayın Hamzaçebi yani dolayısıyla bu Hükûmet, bu grubun üyesi.
BAŞKAN Evet,
Sayın Canikli, lütfen.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Canikli, acaba On senedir bakan olamadım, hakkım
yeniyor., onu mu demek istiyor?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI
(İstanbul) Ayıp, ayıp, Muharrem Bey, ayıp, gerçekten
ayıp! Söyleyecek sözünüz olmayınca boş değerlendirmeler
çıkarmayın.
NURETTİN
CANİKLİ (Devamlı) Efendim, biz hesabımızı, kitabımızı,
çalışmalarımızı makama göre planlamıyoruz, makama
göre yapmıyoruz; olsak da olmasak da bize verilen görevi en iyi
şekilde yapmaya çalışıyoruz ama başkalarının
aklı o şekilde ve çalışma biçimi o şekildeyse o da
kendi bilecekleri bir iştir.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Ama Hükûmet adına nasıl konuşabiliyor?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) Şimdi, bakın, değerli
arkadaşlar, ben biraz önce Sayın Kılıçdaroğlunun
konuşmasını aynen aldım, hiç dokunmadım. Sayın
Kılıçdaroğlu, burada, bakın, 1987de 14üncü ekonomi.
diyor, sonra diyor ki: Şu anda 17nci büyük ekonomi. Efendim, bunun
sorumlusu sizsiniz, aynen geriye gitti sizin döneminizde. Ben de diyorum ki
biz devraldığımızda 24tü yani gerçekle hiçbir alakası
yoktu. Dolayısıyla, Sayın Kılıçdaroğlunun bu
rakamları düzeltmesi gerekiyor.
Bakın, değerli
arkadaşlar, konuşmamda da ifade ettim yani iddiaların mutlaka
birtakım nesnel, somut bilgi, belgeyle desteklenmesi gerekir, teyit
edilmesi gerekir. Ben sabahtan beri o kadar net, hiç kimsenin reddedemeyeceği
belge, bilgi sunuyorum ki hiçbir tanesi
Hepsini uluslararası alanda
yayınlanan, uzun yıllardan beri kabul görmüş, evrensel
kriterlere uygun rakamlarla teyit ediyorum ama siz geliyorsunuz Efendim,
işte yolsuzluk artmıştır. deyip iniyorsunuz. Böyle bir
şey olabilir mi? Bu o zaman ne olur? Sadece bir iftira olur.
Bakın, benimki
gerçek, somut; reel şeylerle anlatıyorum, altını
dolduruyorum, ispat ediyorum, çok net bir şekilde söylüyorum ama siz
geliyorsunuz, efendim, diyorsunuz ki: Şu kadar bir yolsuzluk vardır,
bu kadar bir yolsuzluk vardır.
Onun için, ısrarla
diyorum ki değerli arkadaşlar
Yani Biz etrafımızda bunu
görüyoruz. diyor arkadaşlar. Lütfen, o zaman, sorun etrafınızdadır,
etrafınızı iyice şey yapın yani eğer öyle bir
şey varsa. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim
etrafımızda, bizim sağımızda solumuzda bu konuda
hiçbir sorun yok; gayet net, temiz bir etrafımız vardır.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, gruplar adına ikinci konuşma Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın İdris Balukene aittir.
Buyurun Sayın
Baluken (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
BDP GRUBU ADINA
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 bütçe kanun tasarısı hakkında
grubumuz adına kapanış konuşmasını yapmak üzere
söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi ve ekranları başında
bizi izleyen sevgili halkımızı sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Değerli Başkan,
değerli milletvekilleri; Parlamentonun bütçe hakkını kullanmak
üzere 2012 Türkiyesinde artık son güne gelmiş bulunmaktayız.
2013 bütçesinin kabul edileceği bu günde, Türkiye, 2013 bütçesinin
gayrimeşru olduğu konusunda bütçe dönemi boyunca epey
tartışmalar yaşadı. Bu tartışmalar daha çok
Sayıştay raporlarının eksikliği üzerinden yürütüldü.
Belirtmek gerekir ki
bütçede içeriği belli olmayan örtülü ödenek adı altında,
sınır komşularımızdaki ülkelerde savaşa
aktarılan bütçe gelirlerinin halktan, Parlamentodan saklanması da
2013 bütçesini gayrimeşru kılmaktadır. Bütçenin evrensel
ilkelerini ihlal ederek bizle ilgisi olmayan bir iç savaşa para
aktarılmakta, şeffaflık ve açıklık ilkeleri hiçe
sayılmaktadır.
Aslında, gayrimeşrulukla
ilgili en önemli nokta Parlamentonun mevcut durumudur. Şu anda 9 tutuklu
milletvekili, yasama sürecinin en esaslı döneminde cezaevlerinde
bulunmaktadır. 541 seçilmiş milletvekiliyle bütçeleme
hakkını kullanmaya çalışmak başlı
başına bir meşruiyet problemidir. Egemenlik, kayıtsız
şartsız milletindir. deyip, yüzde 50 oy alıp Milleti temsil
ediyoruz. söylemlerini dilinden düşürmeyen AKP Hükûmeti, yapılan her
kanun ve bütçeleme hakkını gayrimeşru kılan tutuklu
vekilleri bir an önce serbest bırakmalı; Türkiye
halklarının, iradesini Mecliste temsil etmek üzere teslim ettiği
milletvekilleri bir an önce yasama faaliyetlerine bu Meclis çatısı
altında başlamalıdır.
Tutuklu vekillere
yaklaşım, dar siyasi çıkarlar üzerinden
değerlendirilmemeli, bir devletin yasama işlerini yürüten
parlamentonun meşruluğu üzerinden değerlendirilmelidir. Elbette,
mevcut durumda, cezaevlerindeki milletvekillerini hapsetmekten çok, tutuklu
vekillerin aldığı oyun sahibi halkın iradesini hapsetmektesiniz.
Bakın, bir
karşılaştırma yapmak istiyoruz ve bu konuda sizlere bir
ufuk açmak istiyoruz. Parlamentodaki milletvekilleri olarak bizler, gerek
tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakılması
gerekse Türkiyenin demokratikleşmesi için yasaları Genel Kurulda
AKPnin parmak çoğunluğuyla hiçbir şekilde geçiremezken, bu
yönlü gündemleri maalesef burada işletemezken, tutuklu milletvekillerimiz,
kendi durumlarına, üstlerine dayatılan hukuksuzluklara
aldırmadan seçmenlerine verdikleri sözün gereği olarak Türkiyenin
demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için bedenlerini ölüme ve
açlığa yatırmak suretiyle kırk beş gün boyunca onurlu
bir eylem ortaya koydular. Bu durumda, tekrar şapkaları önümüze
koymanın vakti gelmiştir. Bizim burada
çıkardığımız sermaye lehine yasalar mı
halkın gerçek temsilini sağlamaktadır, yoksa ülkenin
demokratikleşmesi, barışa gidecek bir sürecin önünün
açılması için bedenlerini ölüme yatıran milletvekillerinin bu
onurlu direnişi mi daha anlamlıdır?
Tutuklu vekillerle ilgili
olarak, benzer durumu yaşamış ve Türkiye demokrasisi için
mücadele etmiş, milletvekili iken cezaevine atılmış,
devletin her türlü baskı politikasına tabi tutulmuş rahmetli
Orhan Doğan, ölümünden önce söylemiş olduğu şu cümlelerle
aslında bugünü de özetliyordu: Arkadaşlar,
gözyaşlarının rengi yoktur ama akan kanın rengi
kırmızıdır. Yaşamını yitiren Mehmetçik de
dağdaki gerilla da kardeşimizdir. Akan kan durdurulsun. Kim akan
kanı durdurursa onun önünde eğilmeye hazırız. Bizi on üç
yıl önce Meclis kapısında ensemizden tutarak tutsak alanlar,
Kürt halkına olan bağlılığımızı ve
sevgimizi de tutsak alacaklarını sandılar ancak
yanıldılar, hem de çok yanıldılar. Kürtler bu ülkeye
demokrasiyi getirecek. Değerli dostlar, ben bugüne kadar size
barış ortamını sağlayamadığım için özür
dilerim, arkadaşlarım adına özür dilerim.
Bizler bu Mecliste, bu
halkın temsilcileri olarak ve halkımız adına rahmetli Orhan
Doğandan özür dilemeliyiz. O çok sevdiği barışı
getiremediğimiz için, akan kanı durduramadığımız
için bu Meclisin özür borcunu tekrar hatırlatmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri sırasında biz AKP Hükûmetinin
genel politikalarını, bakanlıkların özgün
politikalarını ve bütçelerini uzun uzun burada
tartıştık ve masaya yatırdık, takdiri
halkımız belirleyecek. Ben bugün yapacağım
konuşmayı temel 3 başlık üzerinde toparlamaya
çalışacağım. Kürt sorunu ve demokratikleşme,
dış politika ve ekonomi, sosyal politikalar, kadın ve ekoloji
boyutuna bakmaya çalışacağım. Tabii ki zamanımız
kısıtlı olduğu için, yaşanan bütün sorunların kök
hücresi, stem cell konumunda olan Kürt sorunu ve demokratikleşmeye
bakış açımızın diğer sorunlar açısından
da çözüme olan katkısına inancımız nedeniyle Kürt sorunu ve
demokratikleşmeyle ilgili düşüncelerimizi öncelikle paylaşmak
istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, 2012 yılının sonlarına geldiğimiz
bugünlerde otuz yıldır süren iç savaş on binlerce can
almış, binlerce köy
insansızlaştırılmış, binlerce faili meçhule yol
açmış, çevre ve doğa tahribatı ile tam bir ekolojik
yıkıma neden olmuş, milyonlarca kişi yerinden yurdundan
edilmiş ve onarılmaz yaralar toplumsal hafızaya
kazınmıştır. Belirtmek gerekir ki bu kanın bir gün
bile akmasına artık halkımızın tahammülü
kalmamıştır.
BAŞKAN Sayın
Baluken, bir dakikanızı rica edeceğim.
Arkadaşlar, lütfen
yerlerinizde oturmuş olarak sayın hatibi dinleyelim, lütfen
Buyurun efendim.
İDRİS BALUKEN
(Devamla) Kürt sorununa ilişkin gerçekleri ortaya koymak için Kürt
sorununun kaynağına inmekte fayda vardır çünkü bugünün
gerçekliğinde Kürtler, Kürt sorununun kaynağını
tartışmak yerine nasıl bir çözüm, nasıl bir proje,
nasıl bir sistem konusunu tartışmaktayken Mecliste grubu bulunan
siyasi partiler, AKP, CHP ve MHP ise Kürt sorununun nereden
kaynaklandığını anlamaya çalışıyor ya da
Kürt sorununu yok sayarak farklı adlandırmalar ve nitelemeler ile
çözümsüzlüğü her geçen gün daha fazla derinleştiriyor.
Bakın, şimdi
tarihten birkaç örnekle Kürt sorununun kaynağına değinerek
zihinleri biraz berrak hâle getirmeye çalışacağım. Dünya savaşı
sonrası işgalle karşı ortaya konulan Kurtuluş
Savaşından önce çok önemli kongrelerle ortak bir cephe
yaratıldığını bilmeyenimiz yoktur. Bu kongrelerin en
önemlilerinden olan Erzurum Kongresinin sonuç bildirgesinin 1inci maddesinde
Türklerin ve Kürtlerin saadette ve felakette ortak oldukları tespit
edildikten sonra Gelecek hakkındaki hedefleri aynıdır. ilkesi
benimsendi. 6ncı maddesinde, özellikle Kürtlerin yoğun olduğu
bölgede oturanların hakkından söz edildi; maddede, Kürtlerin tarihî,
dinî, ırki haklarına saygı gösterilmesinin gereği
vurgulandı. Aynı amaç ve beklentiler Sivas Kongresinde de
tekrarlandı. Sivas Kongresinin sonuç bildirisinin 1inci maddesinde
Kürtler için Sosyal ve siyasal farkları ile bölgesel kurallarına
saygılı, öz kardeştirler. denildi.
Yine imzalanan Amasya protokolleri
1921 Anayasasının özüne damgasını vuracak şekilde
cumhuriyetin ilk sosyal ve siyasal belgesi niteliğindeydi. Bunlardan 20-22
Ekim 1919 tarihli protokolde, vatan Türk ve Kürtlerin oturdukları
topraklar. şeklinde ortak vatan olarak açıklanmıştır.
Ayrıca, devamla, Kürtlerin etnik ve sosyal haklar bakımından da
destekleneceği özellikle vurgulanmıştır. 22 Ekim 1919
tarihli 2nci Protokolün 1inci maddesinde Osmanlı Devletinin -ki, bu, 1921
Anayasasıyla Türkiye Devleti olacaktır- düşünülen ve kabul
edilen sınırının Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi
içine aldığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan
ayrılmasının imkânsızlığı detaylı bir
şekilde izah edilmişti. Sonra da Kürtlerin serbest, özgürce
gelişmelerini sağlayacak şekilde sosyal ve geleneksel haklar
yönünden imtiyazlara nail olmaları, desteklenecekleri güçlü bir
şekilde vurgulanmıştı.
23 Nisan 1920de toplanan Birinci Mecliste,
Mustafa Kemal, Misakımillî sınırları için Kardeş
milletlerin millî sınırları. Bu sınır içinde Türk
olduğu kadar Kürt de vardır. Bu unsurlar birbirlerinin haklarına
daima saygılıdır. ifadelerini kullanmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin ilk anayasası sayılabilecek 1921
Anayasasının da aynı ruhu taşıyacağı 1 Mart
1921 Teşkilatı Esasiye görüşmeleri
sırasında Mustafa Kemalin Büyük Millet Meclisinde
yaptığı konuşmada ortaya çıktı. Mustafa Kemal,
Türkiye halkı kavramına ilişkin olarak Efendiler, Türkiye
halkı, ırken ve dinen ve harsen birlik hâlinde birbirine
karşılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla
dolu ve kaderleri ve çıkarları ortak olan bir sosyal topluluktur. Bu
toplulukta etnik haklar ve yöresel koşullara saygı iç siyasetimizin
esaslı noktalarındandır. diyerek Türkiye halkı kavramına
açıklık getirmiştir. Aradan geçen doksan yıla rağmen,
bugün hâlâ çalışmalarını yürüten Anayasa Uzlaşma
Komisyonunun, vatandaşlık tanımı üzerine girmiş
olduğu çözümsüzlük süreci için, 1921 Anayasasının bu
maddelerini ve Büyük Millet Meclisinde yapılan bu konuşmaların
tutanaklarını incelemelerini tavsiye ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiyenin
bugün 1921 Anayasasının ruhuna ihtiyacı vardır. Çünkü, 1921
Anayasasında Parlamentoda yer alan her vekil, kendi kimliğiyle;
Kürdistan, Lazistan vekili olarak kabul edilmekteydi. Milletvekillerinin üzerinden
köken siyaseti yapılmayarak etnisiteye dayalı anlayış yok
sayıldı. 1921 Anayasası 1924 maddeden oluşurken bu
maddelerin 14ü öz yönetim ve kimliklerin tanınmasını
içermekteydi.
1921 Anayasasından günümüze
nakledilmesi gereken en önemli siyasi bilinç ise, Kürt milletvekillerinin hem
Türkiye halkı içerisinde hem de Kürt coğrafyası içerisinde
değerlendirilmesidir. Ne yazık ki, bu toplumsal gerçekliğe ve
millî mücadelede siyasal kazanıma uygun olarak gelişen kanunlar,
siyasi anlayışlar, yasal düzenlemeler, İttihat ve Terakki
zihniyetinin yansıtıldığı 1924 Anayasasında
tekçi, Türkçü yaklaşımların hâkim olmasıyla beraber,
günümüze kadar süren demokrasi ve Kürt sorununun da kaynağını
teşkil etmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bire bir örneklerle Kürt sorununun kaynağını
sizlere aktarmak istiyorum: Kürtler 1920-1921 sürecini her yönüyle
yaşamış bir halk olarak, aradan bir yıl gibi kısa bir
süre geçmesine rağmen, cumhuriyetin kurucu kadroları tarafından
yok sayılmak ve köleleştirilmek istenmiştir. Mahmut Esat Bozkurt
ve İsmet İnönünün kurucu misyonunu bilmeyen yoktur. Sadece bu 2
tarihî şahsın cümleleri bile Kürt sorununun nereden
başladığını ortaya koymaktadır. Mahmut Esat
Bozkurt, 1921 Anayasasından kısa bir süre sonra Türk, bu milletin
yegâne efendisi ve sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette
tek hakları vardır; Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma
hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler
Yine aynı şekilde, CHP tarafından kendisine Millî Şef
unvanı verilen İsmet İnönü ise Vazifemiz Türk vatanı
içerisinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve
Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.
Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelik her şeyden
evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır. ifadelerini
kullanmıştır. Aslında kullanılan bu ifadeler
madalyonun bir diğer yüzünde Kürt sorununun kaynağını ve
buna bağlı olarak yaşanan katliamların
kaynağını açıkça ortaya koymaktadır.
Türkçenin diğer dil
topluluklarına zorla empoze edilmesinin zirvesini ise 1928de
başlayan Vatandaş Türkçe konuş! kampanyaları
oluşturmuştur. Bu kampanyaların akabinde, 1921
Anayasasının tanımladığı Kürt
coğrafyası bölgesinde Kürtlerin inkârı, asimilasyona tabi
tutulması süreci başlatılmıştır. Şark
Islahat Planının 14üncü maddesi bile bugünkü taleplerin
kökenlerinin tarihte aranması gerektiğini net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Şark Islahat Planının 14üncü maddesinde,
çarşı, pazar, umuma açık yer ve kamu kurumlarında Kürtçe
konuşmak yasaklanmış, Kürtler ise Kürtlüğe yenilmek üzere
Türkler olarak tanımlanmıştır Kürtçe dillendirilecek her
kelimeye 5 kuruş para cezası öngörülmüştür.
Bir anekdotla dönemi özetlemeye
çalışalım. Hoca, Diyarbakır merkezde Kürtçe
konuştuğu için reisin önüne çıkarılır. Reis
Çarşıda Kürtçe konuşmuşsun; her kelime için 5 kuruş
para cezası vereceksin. der. Hoca, itiraz etmeden cebindeki paraları
masaya bırakarak Al sana para. der. Memur paranın üstünü vermeye
çalışırken Hoca ekler Para sizde kalsın, ben Türkçe bilmiyorum;
akşama kadar Kürtçe konuşacağım, senin zaptiye efendin de
benimle gelsin, akşam onunla sana geliriz. Ne kadar cezam varsa
alırsın ve üstünü verirsin, ben de eve giderim.
Bu dönemde devam eden bu tarz uygulamalar
Kürt sorununu derinleştirmekten başka hiçbir işe
yaramamıştır ki bu gerçekliği günümüzde
yaşadıklarımızla da çok iyi bir şekilde anlayabiliriz.
Yine, aynı dönemde Şeyh Said
direnişinde binlerce insan katledilmiştir, 15 bin kişi yerinden,
yurdundan edilmiştir. Ağrı direnişinde yüzlerce insan
vahşi yöntemlerle katledilmiştir. Dersim direnişinde de
aynı şekilde bu gelenek devam ettirilmiştir.
Kürt liderleri, din âlimleri, şeyhler,
seyitler, bugün herkesin bir mahkeme olarak kabul etmediği istiklal
mahkemelerinde idam edilmişlerdir. Şeyh Saidi idam eden mahkeme
başkanı, Şeyh Said ve arkadaşlarının din adı
altında Kürtlük davasıyla isyan ettiklerini, bunun
karşılığında da idam cezası verdiklerini
belirterek Kürtlerin hak taleplerinin cezasının tarihî kökenini
ortaya koymuştur.
Hepsinden ayrı olarak bir genosit
olarak kabul edilen Dersim katliamına değinmeden cumhuriyetin Kürt
politikasını anlamak mümkün değildir. Dersim katliamında
Seyid Rızanın yaşı küçültülerek, oğlunun ise
yaşı büyütülerek idam edilirken Hitlerin Yahudi katliamındaki
hukuk cambazlığını aratmayacak bir tarihî utanca imza
atılmıştır.
Daha fazla mermi harcamamak için süngülerle
yapılan katliam, katliamcıların gözüyle Mağaralarda
fareler gibi zehirledik. tanımlamaları, zorla ailelerinden
alınan Dersimin kayıp kızları ve katilinin bile uzun bir
zaman sonra anı kitabına yazamayacağı katliam
manzaraları Kürt sorunun kaynağına ilişkin en acı
gerçekliği ortaya koymaktadır. Yıllarca reddedilen bu katliam
resmî ideolojinin tarihî yalanlarıyla maskelenerek halkımıza
anlatıldı. Fakat, aradan geçen uzun bir süreden sonra, Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanının Dersim 1938in bir katliam
olduğunu ve özür dilenmesi gerektiğini belirtmesi bir yalan tarihinin
de sonunu getirmiştir. Her ne kadar bu özrün hiçbir gereği yerine
getirilmeyip verilen sözler havada kalmışsa da gereğini takip
etme zorunluluğu artık tarihe not düşülmüştür.
Bu konuda en büyük
özeleştiri kurumu olması gereken ve tarihiyle yüzleşmesi gereken
CHPnin durumuna da bir iki cümleyle değinmek istiyorum.
CHPli bir
milletvekilinin iadeiitibar istemesi bir vahamet, CHPnin katliamdan sorumlu
parti olarak iadeiitibarı kabul etmemesi de ayrı bir vahamet olarak
ortada durmaktadır. Açıkça ifade etmek gerekiyor, Dersim
halkının, Seyit Rızanın ve torunlarının bir
iadeiitibara ihtiyaçları yoktur çünkü onlar o gün olduğu gibi bugün
de zulme karşı direniyorlar. İadeiitibar olmasa da itibara
ihtiyacı olan CHP ve teklifi reddeden tarihten ve toplumsal gerçeklikten
yoksun olan Parlamento grubudur.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Uşak) Bunu takdir etmek size düşmez.
İDRİS BALUKEN
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, çözülmeyen sorun, yüzleşilmeyen
zulüm tarihî son kırk yılda da kanayan yara olarak devam
etmiştir. Otuz yıldır çatışmalı bir sürece
evrilen bu ortam Kürt sorununun bir nedeni değil bir sonucudur. Ne
yazık ki, Kürt sorununu derinleştirecek uygulamalar hâlâ devam
etmektedir. Kürt sorunu neden hâlâ var? diyenlere birkaç
yaşanmış gerçeği hatırlatmak bile yeterlidir
kanaatindeyim.
Gündemde olması
hasebiyle, 1980lerde Diyarbakır 5 no.lu Cezaevinde yaşananlara
insani bir pencereden bakmaya hepinizi davet ediyorum.
Kürt halkının
evlatlarına insan dışkısı yedirilmesi, yemeklerine
fare parçalarının doğranması, lağım suları
içerisindeki hücrelerde yapılan binbir çeşit işkence yöntemi,
her gün Türk olduklarının kendilerine tekrar ettirilmesi yaşanan
vahşetin sadece küçük bir kesitidir.
Mecliste grubu olan
partimizin Eş Genel Başkanı, 1980 darbesi sonucu
gönderildiği cezaevinde, altı ay boyunca her gün işkence ve
dayak altında bir köpek kulübesinde tutulmuştur. Sayın Eş
Başkanın ifadeleri şu şekildedir: Size sadece şu
kadarını anlatayım: Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran
vardı. Bir gün, bizim kadınlar koğuşuna girdi, herkes
ayağa kalktı, ben kalkmadım. Sırf içeri girdiğinde
ayağa kalkmadım diye, sırf bu gerekçeyle beni köpeği Conun kulübesine
tıktırdı. Köpeğinin bile kalmak istemediği pislik
içinde küçücük bir kulübeydi bu. Bir gün değil, iki gün değil, bir ay
değil, iki ay değil, tam altı ay orada kaldım. Nefes
almanın bile zor oluğu o kulübede bana her gün dayak attılar,
her gün işkence yaptılar. Yaşanılan vahşeti herhâlde
bu sözlerin dışında tanımlamaya gerek yoktur.
Değerli
milletvekilleri, 90lı yıllardan bu yana ise 20 bine yakın faili
meçhul; boşaltılan, yakılan binlerce köy; yerinden, yurdundan
edilen 4 milyon insan, toprağa verdiğimiz 50 bin genç yaşanan
travmaları daha fazla artırmıştır.
Bugün, Hükûmetiniz
tarafından hazırlanan entegre projeler kapsamında, hâlâ süren
siyasi soykırım operasyonları kapsamında 10 bin BDPli
siyasetçi cezaevinde rehine olarak tutulmakta, Kürt meselesine ilişkin
konuşan herkese hukuki takibatlar yapılmaktadır. Üç
yıldır arkadaşlarımızın ana dilde savunma
taleplerinin bile savunma hakkının gasbına yol açacak
şekilde dikkate alınmaması ayrı bir utanç sayfası
olarak tarihe geçmiştir. Tüm bu uygulamalarla demokratik siyasetin önü
kesilmeye çalışılmaktadır. Ayrıntısına çok
fazla girmeyeceğim ama yüzde 10 seçim barajına ilişkin
Diyarbakır seçim sonuçlarını incelemek ve hazine yardımları
konusunda yapılan transferleri ortaya koymak bile demokratik siyasetin
önünün kapatılmasına güzel örnek olacak kanaatindeyim.
Diyarbakırda tüm engellemelere rağmen partimizin
bağımsız adayları 430 bin oy alırken AKP 230 bin oy
almıştır. Yani partimiz her türlü dezavantaja rağmen
bağımsız girdiği seçimde AKPden neredeyse 2 kat daha fazla
oy almıştır. Biri, YSK tarafından atanmış olmak
üzere, şu anda, bu Parlamento çatısı altında
Diyarbakırdan AKPnin 6, BDPnin 5 milletvekilinin olmasının
takdirini hepinizin vicdanına bırakıyorum. BDPye Siyaset
yapsın. diyenler yüzde 10 seçim barajı
aracılığıyla BDPnin önünün nasıl kesilmek
istendiğine en iyi tanıklık edenlerdir.
Ayrıca, 2008-2011
döneminde AKPye verilen devlet yardımı eski parayla 396 trilyon 187
milyar lira, CHPye verilen Hazine yardımı 177 trilyon 531 milyar lira,
MHPye verilen yardım 121 trilyon 303 milyar liradır. Bunlar, bizim
vergilerimizle, BDP seçmeninin ve tabanının vergileriyle de
toplanmış paraların hukuksuz bir şekilde
dağıtılmasının tablosudur. Sadece partimiz değil,
Parlamentoda grubu bulunmayan diğer siyasi partilerin tamamı bu
Hazine yardımlarından tek bir kuruş
almamışlardır.
Değerli
milletvekilleri, bu uygulamalar her şeyden önce kul hakkının
gasbıdır ve biz, bu hakkımızı hiçbirinize helal
etmiyoruz. Ayrıca, sormak gerekiyor, bu uygulamalar demokratik siyasetin
önünü kesmiyor mu?
Özetlemeye
çalıştığım bu tabloda sorunun, iktidar hırsı
için kardeş katlini bile reva gören bir zihniyetin bugün geçerli
olması, bugün de kardeş hukukunu tanımamasından
kaynaklandığını tespit etmek gerekir. Aynı evde bile
kardeşler arasındaki bu denli ayrımcılık
uygulamaları, sorunları kaçınılmaz olarak gündelik hayata
sokar. Sözcüklerimi seçerek kullandığımı belirtmek isterim.
Yaşanan kardeş
savaşına dair sadece bir tek örneği sizlerle paylaşmak
istiyorum. Dün basına yansıdığı şekliyle de
23üncü Dönem AKP Hakkâri Milletvekili Abdulmuttalip Özbekin de
paylaşmış olduğu bu örneği hepinizin
vicdanlarında paylaşmak istiyorum.
Bu
çatışmalı süreç acıları o kadar iç içe
geçirmiştir ki Meyaset Ananın yaşadıkları bu durumu anlatmaya
yeterlidir. Meyaset Ana bir oğlu gerillada, bir oğlu da askerde olan
anadır. Askerde olan oğlu gerilla kardeşini bulabilmek için her
gün operasyonlara katılıyor, Meyaset Ana ise her gün dağdaki
oğlunun mu yoksa askerdekinin mi ölüm haberini alacağım diye
tarifsiz bir korku içerisindedir.
Bu ananın
yaşadıklarına Türkiye gerçekliği, nedenine Kürt sorununun
çözümsüzlüğü, tarifsiz duygulara da Kürt sorununun sonucu diyoruz
arkadaşlar.
Diğer taraftan,
sorunun bir parçası da kendine yapılmasını istemediğini
başkasına yapmama ilkesini benimsememektir. Bakın, dün,
Başbakanın basına yansıyan demecinde Bismillah
dediğim için yargılandım. cümlesindeki yargılamanın
mantığı ile bugün sivil cuma namazlarına yapılan
saldırılar, imamların ceza evlerine atılması,
cenazelerine yapılan saldırılar arasında tek bir fark
vardır: Dünün mağdurları bugünün zalimleri konumuna
gelmiştir. (BDP sıralarından alkışlar)
Yüz yıl önce
Kürtlerin inkârıyla başlayan Kürt sorunu hâlâ devam etmektedir. Bu
bakımdan, Kürt sorununun çözümüne yönelik değişen
iktidarların kendi kimlikleri bile sorunun çözümünde Türkçülüklerinin
ötesine geçememektedir. Bu noktada Kürtler, iktidarı ele alan AKPye
yönelik ciddi bir umut beslemekteydi. Çünkü, AKPnin İslam kimliğini
Türklükten önce tutarak bu sorunu çözeceğine yönelik bir inancın
tezahürüydü bu. AKPnin Hazreti Ömer adaletinde, Hazreti Ali cesaretinde
davranacağına olan inançtı bu. Hucurat Suresindeki: Ey
insanlar! Muhakkak ki biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve
sizi milletler ve kabileler kıldık ki birbirinizi
tanıyasınız ruhuna olan, saygısına olan inançtı.
Ancak, yine Kürtler, Başbakanın 1991 yılında Refah Partisi
döneminde yazdığı Kürt Sorunu Raporunda ise tespit etmiş
olduğu şu durumlara inandılar: Sorunun adı, Kürt Sorunudur.
Doğu ve Güneydoğu bölgesi dediğimiz bölge, tarihî gerçeklik
içerisinde Kürdistan coğrafyasıdır. Kürtçe yasağı
çağ dışı bir yasaktır. Yerel parlamentoların
oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi gerekir. Kürtçe
üzerindeki tüm yasakların kaldırılması gerekir. içerikli
rapor Kürtler için bir umut kaynağı olmuştu.
Yine, Sayın
Arınçın 2011 bütçe kapanış konuşmasındaki Ben
Kürtüm diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar
hayat hakkı, bilgi, eğitim, dil, kültür, kimlik hakkı, ne varsa
vereceğiz. Bunları kendi cebimizden vermeyeceğiz. cümleleri,
yine duyulan inancın bir tezahürüydü. Ancak, inanç temelinde yapılan
vicdan-cesaret terazisi maalesef Kürt sorunun çözümünde AKP tarafından
işletilmedi. Süreç içerisinde AKP de, Başbakan da vicdan ve cesaret
terazisinde sınıfta kaldılar; hak, adalet, eşitlik yerine
Türkçülüğü tercih ettiler. 2006da Diyarbakırda Kadın da olsa,
çocuk da olsa gereğini yapın. demek suretiyle vicdanını
kaybeden Başbakan, Haburda Kürtlerin çocuklarına ilk defa canlı
olarak kavuşmasındaki sevincinde ise vicdanı yerine cesaretine
yenik düşmüştür. Geçen sürede, 1991 raporundaki reformların
hayata geçirilmesi yerine vicdanına yenik düşmüş, cesaretinin
terazisi bozulmuş ve Kürt sorunu yoktur. noktasına gelmiş bir
Başbakan ve AKP pratiğiyle karşı karşıya
kaldık.
Değerli
milletvekilleri, yüz yıldan bu yana örneklediğimiz Kürt sorununun
varlığında umarız ki zihinler biraz
berraklaşmıştır. Bugün Kürt sorunu vardır ve Kürtler,
AKPnin yurt dışında yaşayan Türklere talep ettiği ve
aslında onlarda bulunan hakkın
Kürtlerin talep
ettiği haklara dünyadan örnekler verirsek meseleyi daha iyi
anlatmış oluruz. Örneğin bölgesel yönetim talebine 4
kıtadan kısaca örnekler vermek istiyorum.
Hindistan 28 eyalet, 7
birlik bölgesinden oluşan bir yapıya sahiptir; bu ülkede 850
farklı dil, 27 ayrı resmî dil vardır. Belçikada her bölgenin
kendi dili kullanılırken, 3 ortak dilli bir anlayış
hâkimdir. İspanyada, Almanyada, Birleşik Krallıkta, pek çok
Avrupa ülkesinde de durum aynıdır. Yine Güney Afrika da 9 ayrı
özerk bölgeden oluşmakta, 3 ayrı dil ve 3 ayrı başkent
kullanılmaktadır. Irakta 18 ayrı eyalet ve 3 ayrı dil
kullanılmaktadır. Ukraynada Özerk Kırım Cumhuriyeti
bulunmakta, Ukraynaca, Rusça ve Tatarca resmî diller olarak
kullanılmaktadır.
Bu iki ayrı
kategoriden hareketle, bugün sizin ortaya koyduğunuz siyasi
anlayış Çindeki, Balkanlardaki, Güney Kürdistandaki Türklere
dayatılırsa, bu Parlamento ortaya çıkacak bu durumu
kabullenmeyecektir yani Çinde Uygur Türklerinin
bağımsızlıklarını isterken Uygurların özerk
yönetimi elinden alınırsa; Balkanlarda tek dil vardır, o da
Yunancadır. denirse; Türkçe isimler yasaklanırsa; yer adları,
köy adları Yunanca ile değiştirilirse; Bulgaristan
Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
herkes Bulgardır. denirse bu Parlamento buraya gelip asimilasyon ve
insanlık suçu nutukları atmayacak mıdır?
Peki, şimdi, sormak
gerekir: Balkanlardan Çin ve Güney Kürdistana kadar senaryoda
kullandığımız bu inkârcı politikalar asimilasyon ve
insanlık suçu oluyor da bugün Türkiyede Kürtlere dayatılan bu
uygulamalar asimilasyon ve insanlık suçu olmuyor mu?
Buradan
Başbakanın vicdan ve cesaret terazisine bir hadisi şerifle
seslenmek istiyorum: Kadı 3tür. demiştir Peygamber Efendimiz. 1i
cennetlik, 2si cehennemliktir. Cennetlik olan hakkı bilip öyle
hükmedendir. Hakkı bilip
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Baluken, süreniz doldu. Sayın Canikliye verdiğim ek süreyi de
paylaştırıyorum, 2 dakika ek süre veriyorum size.
Buyurun.
İDRİS BALUKEN
(Devamla) Tamamını alabilir miyiz?
PERVİN BULDAN
(Iğdır) Sayın Başkan, verebilirsiniz.
BAŞKAN Tamam,
peki. O zaman beş dakika.
İDRİS BALUKEN
(Devamla)
hükmünde bile bile adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka
cahilane hükümde bulunan da cehennemliktir. buyurmuşlardır.
Değerli
milletvekilleri, Kürt sorununun ekonomik olarak gelmiş olduğu politik
arka plana değinmek gerekir: Bugün işçi sınıfı
artık Kürtleşmiştir. Kürtler iş gücü piyasasına
savaştan kaçarak geldikleri üzere ucuz iş gücü olarak
kullanılmaktadır. Detaylarına fazla giremeyeceğim.
Değerli
milletvekilleri, Roboskide çoğu çocuk 34 Kürt köylüsü F16larla katliama
uğratılmakta, ileri demokrat Başbakan bunu yapanlara
teşekkür etmektedir. Roboski katliamının üzerinden bir yıl
geçti. Katliamdan sorumlu Hava Kuvvetleri Komutanına üstün hizmet
madalyası verildi, Genelkurmay Başkanına teşekkür edildi,
Meclis Araştırma Komisyonu çalışmaları
sonuçlandırılmadı, Roboskili ailelere ise her türlü baskı uygulandı.
Tüm bunlar olurken duyarlı kamuoyunun şu soruları hâlâ
cevapsız bir şekilde ortada duruyor: Roboskide katliam emrini kim
verdi? Katliamı ortaya koyan görüntüler neden kamuoyuna
açıklanmıyor? Soruşturmanın zamana yayılması ve
sonuç çıkmaması talimatını kim verdi? İstihbarat
nereden geldi? Bombardımanla ilgili sorumluların ifadeleri neden hâlâ
alınmadı? Kamuoyu bu soruların cevaplarını beklerken
Roboskili anneler ise katledilen çocuklarının
fotoğraflarını hâlâ yeni doğmuş bebek gibi
kucaklarında taşımaya devam etmektedirler.
Değerli
milletvekilleri, Kürt sorununda çözümsüzlük, Roboski ve diğer
katliamların örtbas edilmeye çalışılması ve tüm bu
baskıcı uygulamaların diğer yüzü ise
demokratikleşmenin yetersiz olması ile bire bir ilişki
içindedir. Demokratikleşmenin yetersiz olması sadece Kürtleri
değil, Alevileri, muhalifleri, Müslümanları, gayrimüslimleri de
mağdur etmektedir. Gayrimüslimler üzerinden uygulanan inkâr ve imha
politikasının hâlâ sürdürüldüğünü ombudsman seçimlerinde gördük.
Hrant Dinkin katline imza atan kişinin ilk ombudsman seçilmesi ne
söylemek istediğimizi ortaya koyuyor. Aynı şekilde, Maraş,
Çorum Sivas ve Gazi katliamlarının üstüne gitmeyen Hükûmet, Alevi
evlerinin işaretlenmesinde ise Alevi aileleri cezalandırma yoluna
gitmiştir. Cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmasını
bırakın, özensiz kurulan cümlelerde ucube olarak tarif edilmesi
yaşanan travmaları katbekat artırmıştır.
Yine, AKP Hükûmeti
döneminde, seçimlerde çokça istismar konusu yapılan başörtüsü
sorununa bile yasal çözümler getiren düzenlemeler inanç özgürlüğü
kapsamında yapılmamıştır.
Tüm bu zulüm
politikaları, Kürt halkı, Alevi halkı, samimi dindarlar,
gayrimüslimler, farklı inanç grupları, tüm muhalif kesimler için
sorunları bugüne kadar getirmiştir.
Yakın dönemde
cezaevlerinde ana dil önündeki engeller ve Sayın Abdullah Öcalan üzerinde
uygulanan tecridin kaldırılması için, sahip oldukları tek
şeyi, kendi bedenlerini açlığa ve ölüme yatıran
tutsakların barış talebi kadar kaygısız,
çıkarsız, saf, onurlu bir barış mücadelesi olabilir mi? Bu
kadar saygın bir barış mücadelesinin yöntemindeki taleplerin
bile hâlâ yerine getirilmemiş olması hepinizi zan altında
bırakacak bir savaş ısrarından başka bir şey
değildir.
Biz BDP olarak Kürt
sorunun demokrasi ve müzakereyi esas alır şekilde çözülmesini talep
ediyoruz, bunun için her gün mücadele veriyor ve diyaloğun
kanallarını açmaya çalışıyoruz. Polis gazı, copu,
tehdidi demeden yaralanma ve ölüm pahasına halkımızla beraber
savaşın durması çağrısını yapıyoruz.
Bugün, Kürt sorununun çözümüne niyeti olanlar bilmelidir ki güvenlik
politikaları ile sadece bu sorunun çözümsüzlüğü derinleşir, Kürt
sorununu güvenlik eksenli politikalara hapsetme, ölümleri artırarak
demokratik siyasetin, iktidarların ve ordunun tahakkümü altına girmesine
neden olur. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti bu noktada yeterince
tecrübeyi kendinde barındırmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, zamanımız yeterli olmadığı için ben
burada sözlerimi bitireceğim. Özellikle, açlık grevi eyleminin can
kaybı yaşanmadan altmış sekizinci gününde müzakere ve
diyalog yöntemiyle sonuçlanması ve orada işletilen müzakere
süreçlerinin neleri ortaya çıkarabileceğiyle ilgili kamuoyunda
oluşan algının iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Açlık grevi eylemi sürecinde de görülmüştür ki müzakere ve diyalog
süreci yıllardır kanayan bu yaranın tek çözüm yöntemidir.
Canlara sebep olmadan,
kan akmadan, onurlu bir barışı getirecek tutumun bu
olduğunu belirtiyor yeni yılın ve önümüzdeki yılların
hepimize barış, kardeşlik ve eşitlik getirmesini temenni
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Baluken.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın konuşmacı
konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisinin ve grubunun itibara
ihtiyacı vardır. diyerek grubumuza çok ağır bir sataşmada
bulunmuştur. 69uncu maddeye göre söz istiyorum efendim.
BAŞKAN Grup
konuşması bitsin, acaba ondan sonra versem daha uygun olmaz mı?
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Olur efendim.
BAŞKAN Olur, peki.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Sayın Başkan, aynı şekilde
BAŞKAN Evet,
Sayın Aydın, size de yani söz talep edenlere
Şimdi,
konuşmayı bölmeyeyim, Sayın Buldan konuşmasını
bitirsin, ondan sonra sataşmadan söz vereceğim.
Buyurun Sayın
Buldan. (BDP sıralarından alkışlar)
Süreniz otuz dakika.
BDP GRUBU ADINA
PERVİN BULDAN (Iğdır) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, 2013 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı
hakkında Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini sunmak
üzere grubum adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama
başlamadan önce, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı, Hükûmetin yüzünü döndüğü politik rotanın bir
izahatı olarak karşımızda durmaktadır. Bu tasarı,
AKP Hükûmetinin ülke geleceği için planladıklarının en
açık göstergesidir. Temsil konusunda yaşanan adaletsizlikler,
şeffaflığa düşürülen gölge ve antidemokratik
işleyiş ile meşruluğu tartışma konusu olan bu
Parlamento, AKP sayesinde demokrasilerde yeri olamayan ilklere de tanık
olmaktadır.
Her sene ısrarla
üzerinde durduğumuz bütçe şeffaflığı sorunu, AKP
döneminde gittikçe katmerleşmiştir. Darbelerin ürünü olan yasalar ile
yönetilen bir ülkenin bütçesinin şeffaf olamayacağı aşikâr
bir konudur ancak AKP Hükûmeti, bütçeyi daha fazla hesap verilmez bir duruma
getirmiş, Türkiye Cumhuriyeti parlamenterlerinin tamamen denetimi
dışına çıkarmıştır. Türkiye tarihinde ilk
defa, Sayıştay raporları olmaksızın bütçe kanunu
tasarısının görüşmeleri yapılmaktadır.
Bu noktada belirtmek
gerekir ki Sayıştay raporları varken de durum pek farklı
sayılmazdı; zira, savunma ve güvenlik amaçlı harcamaların
özel bir uygulamaya tabi tutulması, aslan payı askerî harcamalara
ayrılmış bir bütçeyi denetlenebilir kılmıyordu zaten.
Halkın vergileriyle finanse edilen bu giderlerin bütçe kanununa ve
mevzuatına uygunluğu, zaten hiçbir zaman için denetlenebilmiş de
değildir. Bu noktada, devlet sırlarının deşifre
edilmesi endişesi, temel dayanak olarak öne sürülmektedir. Ancak,
Türkiyede hangi bilgilerin devlet sırrı olabileceği ve hangi
bilgilerin devlet sırları sayılamayacağı konusunda bir
netlik sağlanmadığı için her türlü kirli iş ve her
türlü sahtekârlık, devlet sırrı gerekçesiyle saklanabilmekte ve
denetimi yapılamamaktadır. Şimdi bu denetim aleni bir
şekilde tamamen engellendi çünkü bu bütçenin karakteri militaristtir ve
demokratik referanslardan tamamen bağımsızdır. Belli ki
Hükûmet, kirli hesaplar peşinde ve bu hesaplarını saklı
tutma gereği duymaktadır.
Sayıştay
raporlarının önümüze gelmesinin bile engellendiği bir
aşamaya gelmiş bulunmamızın hayırlara vesile
olmayacağından şüphe dahi etmemekteyiz. Bu uygulamanın, AKP
Hükûmeti tarafından daha da ileri boyutlara
taşınacağına olan inancımız ise tamdır. Bu
açıdan, önümüzdeki dönemlerde bütçe tasarısının hiç
görüşülmeden kabul edilmesini de görmek hiç
şaşırtıcı olmayacaktır; ne de olsa Hükûmet,
bütçeyi, kendine özel bakkal defteri gibi kullanmaktadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; diğer taraftan bütçe planlaması
adaletsiz, eşitsiz ve daha da önemlisi vicdansız bir şekilde
yapılmıştır. Yoksuldan, çalışandan alıp
zengine dağıtan bir bütçe tasarısıdır, 2013 Bütçe
Tasarısı. Çalışandan yüzde 80 oranında vergi toplayan
Hükûmet, büyük sermaye gruplarından sadece yüzde 20 oranında vergi
almaktadır. Toplumun dezavantajlı kesimleri her yasama
yılında olduğu gibi bu 2013 Bütçe Tasarısında da
görmezden gelinmiştir.
Sosyal ve laik devlet
anlayışı bu bütçe tasarısında tamamen terk
edilmiştir. Askerî önlemlere ayrılan devasa kaynak ve Diyanet
İşleri Başkanlığına bakanlıklara dahi
tanınmayan düzeyde kaynak artışının yapılması,
menzilin demokratik hedeflerden tamamen
saptırıldığının göstergesidir. Sosyal bir hukuk
devletinde, devletin tamamen ücretsiz vermesi gereken sağlık ve
eğitim gibi hizmetler satın alınan hizmetler hâline getirilirken
devletin hizmet sorumluluğunda bulunmayan din hizmetlerini, devletin
yegâne görevi hâline getirmektesiniz. Bir daire başkanlığı
nasıl olur da bir bakanlığın 4 katı bütçeye sahip
olabilir? Hak, hukuk, vicdan bunun neresinde? Sağlık
Bakanlığına ayrılan kaynağın 2 katı, Çevre
Bakanlığına ayrılan kaynağın 3 katı, Kültür
Bakanlına ve bilimsel çalışmalara ayrılan kaynağın
tam 4 katı kaynak, Diyanet İşleri
Başkanlığına ayrılmıştır. Bu durum
dine hizmet olsun diye temiz amaçlarla alınmış bir önlem asla
değildir. Hükûmet, başından beri olduğu gibi din
alanındaki istismarını sürdürmekte ve bu istismarı daha
şiddetli bir şekilde kullanacağının sinyallerini
vermektedir. Silahla, zorbalıkla teslim alamadığımı
din aracılığı ile teslim alırım. hesabı
yapılmaktadır. Yoksa, binlerce yıldır Müslüman olan
insanların, on yıllık Hükûmetiniz döneminde dinlerini sizden
öğrenecekleri yok elbette. İnsanlara namaz kıldırmak için
neredeyse hane başına 1 imam atamanıza hiç gerek
bulunmamaktadır. İnsanların açlık ile yaşamak zorunda
kaldıkları, yoksullukla savaştıkları, işsizlik
bunalımının altında tükendikleri bir ekonomik ortamda bu
kadar büyük bir kaynağı Diyanet İşleri
Başkanlığına ayırmanız, dini siyasetiniz
uğrunda kullanarak bütün kirli icraatlarınıza rağmen
kendinizi daha uzun süre iktidarda tutma çabasından başka hiçbir
şey değildir.
İnsanların kutsal duygularını kullanan bu
popülist dindar siyasetiyle kendini ayakta tutmaya çalışan Hükûmetin
meşruluğu tartışılır bir durumdur. Havaya
savurduğunuz bu paralar, olur olmaz her yere yapmayı
planladığınız camiler sizi ne daha dindar gösterir ne de
sizlere itibarlı mümin görüntüsü verir.
Zira, sizin bu halka karşı işlemediğiniz
günah neredeyse kalmadı. Lakin, ülke içindeki askerî harcamaları
aşan düzeyde savunmaya ayrılan pay, komşularımızı
da bu günahlardan paydar edeceğinizi göstermektedir. Belli ki bölgesel
düzeyde bir savaşın hazırlığı
yapılmaktadır. Bu da hem kendi halkımız için hem Orta
Doğu halkları için ve hem de bütün dünya halkları için büyük bir
felaket demektir. Suriyede alet olduğunuz kirli işlerden sonra
başka savaşlarda rol üstlenirseniz -ki şu anda durum bunu
gösteriyor- altına gireceğiniz vebal çok ağır
olacaktır. Kendi ülkesinde on yıllardır süren amansız
savaşı dindirememiş, halkına büyük kayıplar
yaşatan bir devletin komşusuna da dünyaya da felaketten başka
verebileceği bir şey olamaz.
Sayın Dışişleri Bakanı Biz tarihin
takipçisi değil, akışını belirleyenler
olacağız. diyor. Emperyalist devletlerden icazet alan, ülkesinin her
karış toprağını onlara peşkeş çeken,
onların her türlü tezgâhında rol alan, ülkesini bu güçlerin üssü hâline getiren
bir devlet, bırakın tarihin akışına yön vermeyi,
tarihin çöpe gönderdiği zavallı piyon devlet olarak anılmaktan
başka bir itibar göremeyecektir.
Bundan bir buçuk
asır önce Marx şöyle demişti: Zamanımızın iki
yüzlü politikasının hiçbir dogması, barış istersen
savaşa hazır ol dogması kadar büyük zararlara yol
açmamıştır. Büyük bir yalanı içeren bu büyük gerçek bütün
Avrupayı silahlanmaya çağıran bir savaş
ilanıdır. Büyük harp hazırlıkları içerisinde yerini
alan Sayın Başbakan Harp olmadan sulh olmaz. diyerek aynı
şiarla zamanın Avrupasına götürülen felaketi Orta Doğuya
yaşatmak gayesindedir. Umarız ki tarihe böyle kanlı bir
akış yönü tayin etme hevesinden dönmeyi geç olmadan becerebilir bu
Hükûmet.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; geçen yıl bütçe görüşmelerinde dile
getirdiğimiz haksızlıklar, hukuksuzluklar ve olması
gerekenlere karşın söz alan Hükûmet sözcüsü bu kürsüden bazı
taahhütlerde bulunmuştu. Sayın Arınç, Kürtlerin
haklarının verileceğini, kimliklerinin tanınacağını,
faili meçhullerden siyasi cinayetlere kadar hepsinin
aydınlatılacağını bu kürsüden ilan etmişti.
Aradan tam bir yıl geçti Sayın Arınç, bir yıl içerisinde bu
taahhütlerinizden hiç olmazsa birini gerçekleştirmek adına ne
yaptınız? Bir yıl hiç az bir süre değil biliyor musunuz?
Bir hükûmet isterse bir yıla iyi ya da kötü o kadar çok icraat
sığdırabiliyor ki... Lakin bizim payımıza düşen,
Kürtlerin hakkına düşen yine katliam, yine kan, yine baskı ve
zorbalık oldu. Sayın Arınç bu açıklamaları
yapalı, haftasına varmadan Roboskide 34 Kürt çocuğu Türk Hava
Kuvvetleri tarafından paramparça edildi. Her zamanki gibi yargısız,
sualsiz, nedensiz, öylesine işte
Öylesine bir şekilde katledildiler.
Böyle diyor devlet. Bir yılda hak, hukuk adına tek bir şey
yapamayan bu Hükûmet, diğer taraftan bir yıla çok şey
sığdırdı. Kürt katliamı yaptı, öylesine. Binlerce
Kürtü neden bulsun bulmasın tutukladı, öylesine. Yargısız
infazlara aynen devam edildi, yüzlerce genç daha çatışmalarda can
verdi, yüzlerce eve ateş düştü, 19 kişi faili meçhullerde, 35
kişi yargısız infazlarda ve onlarca kadın her yerde
katledildiler, öylesine. 2012 yılı da otuz yıldır
olduğu gibi her zamankinden daha fazla kan ve gözyaşı ile dolu
geçti. Peki, neden? Otuz yıldır bu devlet ezberini bozmadı da o
yüzden. Silahlardan başka çözüm arayıp inkârcı
politikalarına bir nihayet etmedi de o yüzden. Zorbalık
faaliyetlerine, hukuksuz uygulamalarına son vermedi de o yüzden.
Barış için, demokrasi için bir tek adım dahi atmayıp her
sözü her adımı ile barış umudunu bir kez daha tüketti de o
yüzden. Her şeyi kutsal saydı da, bu ülkede insan canını,
yaşam hakkını kutsal saymadı da o yüzden.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; insan Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakınca şunu
düşünüyor: Bu devlet aklı, nasıl olur da bir defa olsun
utanmasını bilmedi? Ermenilere, Süryanilere, Kürtlere, Rumlara,
Alevilere, muhaliflere, gerçek aydınlarına; özcesi halkına
karşı işlediği insanlık suçlarından bir kez olsun
nasıl utanmadı? Doksan yıldır bu ülkeye
utanmasını hiç bilmemiş adamlar utanılacak trajediler
yaşattılar. Sayın Arınç, geçenlerde utanmış
olmanın rahatsızlığından yakındı. Utanmasını
bilmeli insan gerçekten lakin bir kadının kendisine bakmasından
çok, bir kadının kullandığı kelimeden çok, neden
olduğu ölümlerden, eziyetlerden, haksızlıklardan utanmalı
insan. Hiçbir şey yapmadığınız için her gün solup
giden hayatları seyretmekten utanmalı insan. Sorgusuz, sualsiz
katledilmiş 34 gencin orta yerde bırakılmış
hesabından utanmalı. Dört yüz haftayı geride
bırakmasına rağmen, Galatasaray Lisesi önünde oturmaya devam
etmekten başka, kayıp yakınlarının önüne hiçbir
seçenek sunmayan devletin temsilcisi olmaktan utanmalı. Toplu mezar sahibi
bir ülkeyi bunlardan habersizmiş gibi yöneten bir hükûmetin üyesi olmaktan
utanmalı. Valisinin, amirinin, katilinin insafına terk ederek ölümüne
sebebiyet verdiği Gülşahtan ve onun gibi kolayca katledilen binlerce
kadının yurtsuzluğundan, devletsizliğinden utanmalı. Hem
de öyle bir utanmalı ki bu utancın altında ezilip kalmalı
insan. Yüz kızarması hiçbir şey değildir
utanmasını bilene.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; daha da vahim olan durum şudur ki:
Başbakan bütün bu olup bitenler ile gurur duyduğunu açıklamaktadır.
Bizim bu insan hakları tablomuz Sayın Başbakana pek çok gurur
veriyormuş. Sayın Başbakan Iraka demokrasi götüren ABDye pek
hayran kalmış ki kendisini de Orta Doğuya insan
haklarını getirecek örnek ülkenin başkanı sayıyor.
Kendi ülkesinde bulunmasa da elbet bir ülkeden temin ederek Patriotlar
eşliğinde götürür ihtiyacı olan ülkelere insanların
haklarını. Keşke Sayın Başbakan da kendisine bu sözü
söyleten o müthiş siyasi zekâsına ve insan hakkını bilen o
muazzam akıl ve vicdana değil de bir nebze olsun utanma duygusuna
sahip olabilseydi, utanmasını bilerek konuşmasını
becerebilseydi. Bu ülkenin başına felaketler saran, insanlık
vicdanını yitirmiş ve zulüm etmekten hiç utanmayan zalimlerin,
basiretsizlerin yolunu kendisine yol bilmeseydi. Bir asırdır bu
devletin medet umduğu boş cümlelere, yalan beyanlara
bağlamasaydı umudunu.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bir polis devletinde hukuk ne gezer, demokrasi ne
gezer, hele insan haklarının işi dahi olmaz. Polisi, askeri,
yargısının gücü ile kendisini padişah sanan bir
başbakanın, toplum mühendisliği yaptığı bir
ülkede insanların hakları ile onurlu bir yaşam sürmesi
imkânsız hâle getirilmiştir. Bir ülkede alınan polisiye önlemler
ne İsraile ne de başka hiçbir diktatörlüğe pabuç
bırakmayacak türdendir.
Her cenaze töreninde, her
defin işleminde mezarlıkların neredeyse bir ordu asker ya da
polis tarafından kuşatıldığı kaç sömürgeci ülke,
kaç diktatörlük rejimi tanımaktasınız? Kürtlerin Diyarbakırda,
bir defin işlemi için devletin polisiyle üç gün boyunca çatışma
yaşamak zorunda kalması hangi hukuka, hangi dine, hangi insan
hakları metnine sığar?
Ana dilini kullanma
hakkını elde etmek için kaç demokratik ülkede insanlar bedenlerini
ölüme yatırmak zorunda kalmaktadır. Ana dilinde fen bilgisi
öğrenip, matematik işlemlerini yapmasının, ana dilinde
okumasının ilelebet yasak buyurulduğu demokratik bir sistemi kim
tarif edebilir bizlere?
Devlet partisinden
olmadığı için onlarca belediye başkanının ve 10
binin üzerinde siyasetçinin tutuklandığı başka bir polis devleti
daha var mı bu dünyada?
Tutuklu gazeteci
sayısında dünyada 1inci durumdadır Türkiye.
Hukuk ve
yargının araçsallaştırıldığı adalet
sistemi tamamen çökmüş durumdadır. Basın açıklamasına
katılmak, bir gösteriye katılmak, slogan atan toplulukta bulunmak,
limon bulundurmak, Nevroz şenliklerine katılmak 7 yıl ile 21
yıl arası; toplu oturma eylemi yapmak, Meclise yürümek 5 yıl ile
7 yıl; Roboski katliamını protesto etmek 16 yıl; polis
tarafından vurulanı
-tek bir polisin bile yargılanmadığı- havaya
ateş açmada öleni anmak 9 yıl; yasal bir partinin mitinglerine birden
fazla kez katılmak 14 yıl; olayların çıktığı
sokakta bulunmak 10 yıl; pankart taşımak 7 yıl 3 ay; slogan
atmak 7 yıl 1 ay; sessizce oturmak 3 yıl; ıslık çalmak 1
yıl; Savaş istemiyorum. demek tam 6 yıl ceza demek Türk
yargı sisteminde. Bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman
AKP Hükûmetinin kendi iktidarına karşı tehdit olarak
algıladığı yurttaşları için istediği toplam
ceza 40 milyon hapis günü. Bir de güçler ayrılığı var
diye Başbakanın oynama sahası kendisine dar geliyormuş.
Düşünün sayın üyeler, bir de geniş sahada oynasa Başbakan,
bu ülkedeki çoluk çocuk, bütün Kürtler ve muhalifler demir parmaklıklar
arkasından seyredeceklerdi dünyayı. Doğrusu, Adolf Hitler bugün
yaşıyor olsaydı Sayın Başbakanın önünde
şapka çıkarmak zorunda kalırdı.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; böylesi liderler iktidar koltuklarını
edindikleri zaman padişahlık tahtına oturduklarını
sanmaktadırlar. Parlamento çatısı altında öteki gördüğüne,
rengini, dilini beğenmediğine haddini bildirme hırsına
bürünmektedir. Zamanında Sayın Ecevit türbanını
beğenmediği Sayın Merve Kavakçı için Bu kadına
haddini bildirmek gerekiyor. demişti. Şimdi Sayın Erdoğan
da Kürtlüğünü beğenmediği BDP parlamenterleri için Yeri
geldiğinde bu Parlamentoda herkese haddini bildiririz. şeklinde
tehditler savurmaktadır. Sormak isterim doğrusu: Şimdi
iadeiitibar vermeyi düşündüğünüz bir kadına reva görülen linci
siz hangi hadle, hangi zihniyetten aldığınız güç ile bizlere
reva görmektesiniz? Siz ağzınızdan dökülen buyruğu 3
milyona yakın yurttaşın oyundan daha mı kıymetli
sanmaktasınız? Bu ülkeye demokratikleşme yolunda en az 10 ters
takla attıracak bir girişimi kendi faşizane
duygularınızı tatmin etmek adına kullanma lüksünü kim verdi
size? İçine girdiğiniz siyasi çıkmazları Kürtlere daha çok
saldırarak aşabileceğinizi hangi tarihsel deneyimden esinlenerek
ya da hangi diktatörden feyzalarak düşünmektesiniz? Hakkımızda verilen
yüzlerce fezlekeyi söyleyecekseniz size şunu deriz: Biz o fezlekelerin
hesabını veririz, ya siz? Siz bu hesabı verebilecek misiniz?
Dokunulmazlıklarımızın kaldırılması için
bizlere isnat edilen suçlardan gurur duyduğumuzu açık yüreklilikle
söylemek isterim. (BDP
sıralarından alkışlar) Gerçek yurtseverlerin
terörist, özgürlük ve hak arayışçılarının bölücü, demokratik
örgütlenme mücadelesi yürütenlerin illegal örgüt üyesi ilan edildiği bir
rejimde bu suçlamalar ile yargılanmak bize ancak gurur verir. Ne ahlaki ne
de vicdani olarak en ufak bir rahatsızlığımız
olmadığı gibi halkımızın önünde boynumuzu önümüze
bükecek bir suçun sanığı durumunda olmamak haklı
davamız yolunda bizleri dimdik ayakta tutmaktadır. Binlerce onurlu,
dürüst, güzel insanın, çocuklarımızın,
aydınlarımızın, ömrünü özgürlük mücadelesine
adamış çınarlarımızın cezaevlerine
kapatıldığı bir ülkede açıkçası cezaevi tehdidi
de bizleri hiç mi hiç korkutmamaktadır. Sizin
yaşattığınız vahşet yanında cezaevi bir
tehdit olma özelliğini Kürtler için çok yıllar önce
kaybetmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz,
çalmadık, çırpmadık, kimsenin hakkına, vebaline girmedik.
Bu dünyada da öteki dünyada da verilmeyecek hesabımız yoktur.
Fezlekelerde yer aldığı üzere örgüt propagandası yapmak,
toplantı ve yürüyüş yapmak, sayın ifadesini kullanmak gibi
fiillerden dolayı kaldırılacaksa
dokunulmazlıklarımız buyurun kaldırın. Bizler, bize
dokunmayan yılana hiçbir zaman alkış tutmadık. Zulme
karşı susanın da bir o kadar zalim olduğuna inandık.
Dolayısıyla bizler, hak arama, demokratik, barışçıl
siyaset yapma, bu devletin işlediği insanlık
suçlarının hesabını sorma ve ille de aydınlık bir
gelecek için barış mücadelesi yürütme suçlarını bilerek ve
çok isteyerek işledik ve halkımız da bizleri bu suçları
işlediğimiz için, devletin bin yıllık oyunlarına,
usulsüzlüklerine ve baskılarına rağmen dişi ile
tırnağı ile seçti ve bizlere bu Parlamentonun yolunu açtı.
O nedenle biz bu suçlarımızla halkımızın önüne gururla
çıkar, hesabımızı veririz. Ya siz Sayın Başbakan? Başta
kendiniz ve bakanlarınız olmak üzere hakkınızdaki suçlar
ile kendi seçmeninizin huzuruna çıkın, gurur duyacaklar mı
sizinle? Sadece siz ve 3 bakanınız Sayın Veysel Eroğlu,
İdris Naim Şahin ve Ömer Dinçer hakkındaki fezlekelere bir
bakın deriz: Nitelikli zimmet, sahte belge düzenlemek, kara paranın
aklanması, ihaleye fesat karıştırma, kalpazanlık,
görevi kötüye kullanmak ve daha bir sürü yüz kızartıcı suç.
Önden buyurun Sayın Başbakan!
Hep, milletin rızası diyorsunuz
ya; buyurun, fezlekelerimizi alıp çıkalım halkın
karşısına; bakalım sizin bu suçlarınızla gurur
duyacak, bu suçlarınıza rıza gösterecek kaç seçmen
bulabileceksiniz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, doksan yıldır
padişahlık sisteminden cumhuriyet sistemine geçti ama doksan
yıldır hâlâ demokrasi sistemine geçemedi. Neredeyse bir
asırdır kıyasıya bedeller ödeyerek demokrasi mücadelesi
veriyor bu ülke. Yazık değil mi? Özellikle son dönemlerde
ağır bir şekilde hissediyoruz ki, Başbakan,
padişahlık sistemine geri dönmek istemektedir; herkesin kendisine
biat ettiği tek adam olmayı arzulamaktadır. Doksan yıl
sonra en başa dönme çabası, Hükûmetin yürüttüğü siyasetin
demokrasi mücadelesinden ne kadar uzaklaştığını ve ne
kadar geri bir düzeyde durduğunu göstermektedir. Söylemler ve icralar,
hepsi bu zihniyetin birer iz düşümüdür.
Diyarbakır
cezaevi dağa çıkışların nedenidir. diyor Sayın
Arınç. Yıl 2012, gençlerimiz hala dağa çıkıyor ve otuz
yıllık savaşa rağmen dağ kadrosu hiç eksilmedi. Sizin döneminizde
de bu çıkışları devam ettiren nedenler hâlâ geçerli. O
nedenle Bizi bölecekler, bölücülerden hesap soracağız. gibi doksan
yıllık palavraları telkin ederek, bu halka, bu ülkeye daha fazla
zaman kaybettirmeyin. Karanlık cinayetlerde ihmali olanlara tahsis
ettiğiniz makam, katliam sorumlularına taktığınız
madalya, Hükûmetin çözüm gücü beklentisini tüketmiştir. Devam eden
silahlı ve siyasi operasyonlar, ölüme varan zorbalıklar
kardeşlik olgusunu bile sorgulanır düzeye
taşımış, barış ümidini dinamitlemiştir. Açlık
grevlerine karşın taahhüt ettikleriniz konusunda hâlâ adım atmış
değilsiniz. Kültürel
ve siyasi hiçbir talebimiz Hükûmet kanadından karşılık
bulmamıştır. Kendi ana dilimizi dalga geçer gibi seçmeli olarak
önümüze koyduğunuz için, sokaklarda ensemize silah dayayıp bizleri
kurşunlamadığınız için, eskisi kadar çok Kürtü
kayıplarda yok etmediğiniz için size minnettar olmamızı
beklemeyin lütfen.
Bu devletin
işlediği suçlar, hangi dönemde işlenirse işlensin,
aydınlatılmak zorundadır ve bu sorumluluk sizin Hükûmetinize
aittir. Çünkü bizler bunu biliyor ve görüyoruz; bir hükümet
aydınlatamadığı her cinayeti, her insanlık suçunu
kendisi de işliyor.
Doksan yıllık
cumhuriyet tarihindeki sayısız Kürt katliamına en sonuncusunu
AKP Hükûmeti ekledi. Roboski, Kürt tarihindeki hiçbir katliamdan daha masum,
daha hafif, daha acımasız değildir. Biz faili meçhul cinayet
işlemedik. diyen Hükûmetin faili meçhule göndermek istediği toplu
bir katliamdır Roboski.
Sorumlular ortaya
çıkarılıp cezalandırılmadığı sürece
Kürtler için kapanmayacak bir yaradır Roboski ve biz biliyoruz ki bu, devletin
bizde açtığı ne ilk yaradır ne de son olanı. Roboski
katliamı ve bütün Kürt cinayetlerinin failleri bize hesap vermeden ne bu
yara kapanır ne davamız biter ne barış olur ne
kardeşlik ne de bu ülkede geçirebileceğimiz bir tek günahsız
gün.
O nedenle her şey
zaten ortada sayın Hükûmet. Her zaman söylediğimiz gibi, biz doksan
yıllık katilimizi tanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti
binlerce Kürtü kendi elleriyle kaçırdı, kaybetti, katletti.
Tanığıyız, şahidiyiz, mağduruyuz. Başka bir
ülkeyi yönetiyormuş gibi davranmak, bu suçları örtbas etmekten
başka hiçbir anlam taşımamaktadır.
Buyurun, anlatın;
nasıl bombaladınız, nasıl kaçırdınız,
nasıl katlettiniz, nereye sakladınız? Failimiz devlettir,
dolayısıyla cevabımız da devlettedir. Çabanız
boşunadır; unutmayacağız, peşini
bırakmayacağız. Bir hafta sonra Roboski katliamının
yıl dönümü. Milyonlarca Kürtün söylediğini tekrarlamak istiyorum:
Unutursak kalbimiz kurusun.
Zira neye mal olursa
olsun, bu devlet geçmişi ile yüzleşip günahlarının
hesabını verinceye kadar demokratik bir sistemde, kendi
aidiyetlerimiz ve haklarımızla; onurlu, eşit bir
yaşamı tesis edinceye kadar mücadele etmeye kararlıyız.
Doksan yıllık cumhuriyet tarihi, bu kararlılığımızın
tarihidir aynı zamanda. Hükûmete bir daha hatırlatmak isterim ve bu
vesileyle Genel Kurulu saygıyla, sevgiyle selamlarım. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Evet,
buyurun Sayın Hamzaçebi, sataşmadan dolayı söz
istemiştiniz.
Sataşmadan iki
dakika söz veriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin, Bingöl Milletvekili İdris
Balukenin CHP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu kürsüye biraz önce konuşan Sayın Pervin
Buldandan önce çıkan konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun itibarıyla ilgili saygısız bazı
değerlendirmeler yaptı. Ben, o milletvekiline bu kürsüden öncelikle
şunu söylemek isterim: Cumhuriyetin kurucu iradesiyle, cumhuriyetle
problemi olanların başkaları nezdinde itibarı olabilir ama
Cumhuriyet Halk Partisi nezdinde bunların itibarı yoktur, olmayan
itibarın iadesi diye de bir konu Cumhuriyet Halk Partisinin gündeminde
bulunmamaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi adına burada
konuşan o sayın konuşmacı gerçekten partisinin adına
uygun olarak hareket etmiş olsaydı, gerçekten o parti barış
ve demokrasinin partisi olsaydı siz terörle
kucaklaşmazdınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALTAN TAN (Diyarbakır)
Bravo! Bravo!
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Barışın ve demokrasinin partisi
olduğunu iddia edenler terörle arasına mesafe koyarlar, terörden
beslenmezler. Terörle arasına mesafe koyamayanlar barış ve
demokrasi kelimelerini ağzına alamayacak olanlardır. Siz,
burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde polemik yaparken, Ankarada konforlu
evlerinizde otururken yüreğiniz o, dağlara gönderdiğiniz, ölüme
sevk ettiğiniz gençler için bile sızlamıyor.
ALTAN TAN
(Diyarbakır) Sallıyorsun, sallıyorsun
Haftada 2 sefer gaz
yiyorsun.
BAŞKAN Lütfen
Lütfen
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) Değerli milletvekilleri, amacı teröre
itibar kazandırmak olanların demokrasi ve barış gibi bir
amacı olamaz; bilginize sunuyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Hamzaçebi.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan şahsımıza yönelik
sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN Hayır, sizden evvel söz talebi var.
Buyurun Sayın
Aydın, hangi konuda?
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Efendim, az önce her 2 konuşmacı da
iktidarımızı ikiyüzlülükle suçladı, iktidarımıza
meşruluk
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkanım, muhalefet yapıyoruz,
övecek hâlimiz yok.
BAŞKAN Peki, iki dakika size de
4.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Bingöl Milletvekili İdris Baluken
ve Iğdır Milletvekili Pervin Buldanın Adalet ve Kalkınma
Partisine sataşması nedeniyle konuşması
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli
arkadaşlar, tabii kirli hesabı olanlar iktidarımızı
kirli hesap yapmakla suçlayamaz; öncelikle onu ifade etmek istiyorum.
El insaf! diyorum.
Evet, herkes, konuşmacının ifade ettiği gibi
şapkasını önüne koysun. Vekilleri tutuklayan biz değil,
tutukluları vekil yapmaya çalışan sizlersiniz. Yine,
şartları tutmadan aday yapıp, sonra YSKnın vekili
diyenler sizlersiniz. Sizlere şöyle bir iki tavsiyem olacak:
Bakın, değerli
arkadaşlar, öncelikle Kürtlerin temsilcisi gibi görünmekten vazgeçin.
Artık, Kürtleri istismar etmeyin.
(AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar; BDP sıralarından gürültüler)
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Ahmet, sandık var, sandık. Sandıktan kaçamazsınız.
AHMET AYDIN (Devamla) Çünkü, Kürtler
artık sizin gerçek yüzünüzü biliyor. Ölü canlar üzerinden hayat
bulmuş gibi istismar siyaseti yapmayın. Asıl, Uludereyle ilgili
acılarımız üzerinden hayata tutunmaya çalışanlar
utanmalı.
HASİP KAPLAN (Şırnak) Bir senedir
susanlar utanmalı. Bir senedir susanlar utanmıyorsa...
AHMET AYDIN (Devamla) Uludereyle
alakalı olarak Sayın Başbakanımızın tavrı
ortadayken, Hükûmetimizin tavrı ortadayken her seferinde bu hatayı
kabul edip ve bu hatanın üzerine giderken siz bunu
konuşamazsınız.
HASİP KAPLAN (Şırnak)
Burada çıkıp konuşabiliyorsunuz
BAŞKAN Lütfen, Sayın Kaplan
Siz
istediğinizi söylediniz, oradan da ne söyleniyorsa dinleyeceksiniz; öyle
şey yok.
AHMET AYDIN (Devamla)
Değerli arkadaşlar, ben Kürtüm denilemiyordu, bu dil bilinmeyen
bir dildi, o bölge ihmal edilen bir bölgeydi. Bu sorunun çözümü için millî
birlik ve kardeşlik dedikçe bu kardeşliğe kurşun
sıkanlar ve kurşun sıkanlarla birlikte hareket edenler utanmalıdır.
(AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
Şimdi siz, çok
haksız ve mesnetsiz bir şekilde bu kürsüde her şeyi
konuşabiliyorsanız, bu AK PARTİnin demokratikleşmede
attığı adımlar sayesindedir ve sizlere rağmen bu
adımlara devam etmeye çalışacağız. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
ALTAN TAN (Diyarbakır) Babanızın hayrına
mı konuşuyoruz!
BAŞKAN Sayın Tan
Sayın Tan, böyle bir
usul yok.
AHMET AYDIN (Devamla)
Demokratik siyasetten bahsediyorsunuz
ancak terörle aranıza mesafe koyamıyorsanız, parti
kapatmaları engelleyen düzenlemeyi bile boykot ediyorsanız, asıl
ikiyüzlülük budur. Asıl, bunu yapanlar utanmalıdır diyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Aydın.
Buyurun Sayın Baluken.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) CHP
adına konuşan hatip şahsıma, partimize ve grubumuza
sataşmada bulunmuştur.
BAŞKAN Şimdi, arkadaşlar,
bakınız, ben baştan söyledim. Siz konuştunuz, o size cevap
verdi. Her cevap sataşma değildir. Burada yanlış bir usul
uygulaması yaptırıyorsunuz. Siz olduğunuz için söylemiyorum.
Baştan da bu endişemi söyledim. Müsaade ederseniz tutanakları
getirtir, bakarım. Ondan sonra, sataşma varsa veririm.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Ama
sataşma olunca
BAŞKAN Hayır.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan, ortada açık bir sataşma var, olur mu öyle bir
şey? Barış ve Demokrasi
BAŞKAN Hayır,
bakınız, şu müzakereyi usulü çerçevesinde götürmeye
çalışıyoruz. Zaten talebinizi de burada söylediniz. Getirteyim
tutanağı ama şimdi, siz bir konuşma yapacaksınız.
Ondan sonra O bana sataştı, o bana sataştı
Bu işin
sonu gelmez.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) Ama
demin cevap hakkı verdiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN Yok, şimdi değil.
Tutanakları getirteyim, baktırayım, neyi kastetmiş; sizinle
ilgili bir cevap mı vermiş, yoksa sataşmış mı;
ondan sonra veririm.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan, hem şahsıma yönelik bir sataşmada
bulundu hem de isminde barış ve demokrasi olan partinin
pratiğiyle ilgili sataşmada bulundu.
BAŞKAN Müsaade edin,
tutanağı getirteyim, bakayım var mıdır?
Evet, sayın milletvekilleri,
tutanağı getirtip bakacağım. Usul budur zaten.
ALTAN TAN
(Diyarbakır) Tutanak gelince usul tartışması açalım.
ORMAN VE SU
İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın
Başkan, ben de söz istiyorum.
BAŞKAN Evet,
tutanağı getirtelim, bu konuşmadan sonra size de söz
vereceğim.
III.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam) (X)
BAŞKAN Efendim,
şimdi üçüncü söz hakkı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına,
Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Mehmet
Şandıra ait.
Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz altmış
dakika.
MHP GRUBU ADINA MEHMET
ŞANDIR (Mersin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yaklaşık elli günden bu yana bir bütçe müzakeresinin sonuna geldik.
Heyecansız, ruhsuz, anlamsız, Hükûmetin ve iktidar grubunun ilgi
göstermediği, bir şekil şartının yerine
getirilmesinden öte geçmeyen bir müzakere yaptık maalesef. Bugüne kadar
yapılan bütçe görüşmelerinin
bana göre en verimsiz olanı maalesef bu bütçe görüşmeleri oldu.
Hâlbuki bütçe müzakerelerinin, devlet yönetiminin, devlet yönetmenin ve
siyasetin öğrenildiği, öğretildiği âdeta
hızlandırılmış bir siyaset okulu gibi olması
gerekirdi. Son on yılda her geçen yıl bütçe görüşmeleri maalesef
bu özelliğinden sizlerin sayesinde uzaklaştırıldı.
Öncelikle sözlerime bu konudaki üzüntülerimi ifade ederek başlamak
istiyorum.
Yine de bu bütçe
tasarısının hazırlanmasında emeği geçen,
başta devlet bürokrasisi olmak üzere, katkı vermek için gayret
gösteren milletvekili arkadaşlarıma ve Meclis personeline partim ve
şahsım adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
Her şeye rağmen
bu bütçe tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlar
getirmesini baştan dileYErek sözlerime başlıyor ve sizleri
şahsım ve grubum adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bütçe müzakereleri, aslında ülkenin gündemi üzerinde bir
genel görüşmedir. Ayrıca, bütçe kanun tasarısının
bizatihi kendisi ve bütçe üzerinde yapılan müzakerelerin tutanakları
önemli ve değerli birer siyaset belgesidir. Burada birlikte tarihe not
düşüyoruz. Her siyasi parti, ülke ve millet için gelecek öngörülerini,
ülke için tehdit algılamalarını, tedbir ve yatırım
önceliklerini bütçe müzakerelerinde ortaya koyarlar. Bu yönüyle bütçe
görüşmeleri, siyasi partilerin misyon ve vizyon sahnesidir. Bu sahnenin
seyircisi de millettir. Aslında burada birlikte
yaptığımız müzakere bir anlamda dün, bugün, yarın
tartışmasıdır. Geleceğimizi birlikte ve sesli
düşünmekteyiz; müzakere, muhasebe ve muhakeme yapmaktayız. Bu
sebeple, bütçe görüşmeleri, iktidar için icraatının
hesabını verebileceği bir fırsat olarak
değerlendirilmeli, muhalefet partileri için de millet adına iktidardan
hesap soracağı bir görev ve kendi iktidar projesini takdim
edeceği bir zemin olarak görülmelidir.
Her ne kadar Sayın
Nurettin Canikli Burada hiçbir öneriniz olmadı. diyorsa da muhalefet
partilerinin sayın konuşmacılarının tutanaklardan
konuşmalarını okusunlar, orada çok sayıda öneri olduğunu
görecekler. Biz bu konuda daha önceki bütçe müzakerelerinde böyle bir
hazırlığı yaptık, haber verdik ama hiç
ilgilenmediklerini de burada hatırlatmak istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe görüşmelerini
her zaman bu anlam ve bu kapsamda görmekteyiz ve bunun gereğince
davranmaktayız. Burada MHPli milletvekili arkadaşlarımız
çok önemli konuşmalar yaptılar, değerlendirmeye
alırsanız çok sayıda ve değerli önermelerde de bulundular
ancak Hükûmetten ve AKP Grubundan aynı duyarlı
yaklaşımı gördüğümüzü söyleyebilmek mümkün değildir.
Her aralık
ayında aynı nakarat: Rakamlara takla attırarak övünmeler,
muhalefeti suçlamalar, ilgisizlik, tahammülsüzlük, sığ, vizyonu
olmayan konuşmalar, Başbakana methiyeler ve geçmişi suçlamalar.
Bütçe görüşmelerinin iktidar grubu açısından manzarası
maalesef budur. Bana göre bu bütçe görüşmelerinde de siz, milletin
zamanını ve umutlarını boşuna tükettiniz. Maalesef ne
dünü doğru konuştuk ne bugünü doğru tartıştık ne
de geleceğe dönük bir ufuk turu yapabildik. Ne yazık ki bütçe
görüşmeleri, bir anayasal sorumluluk gereği ve bir şekil
şartının yerine getirilmesi anlayışıyla
yapıldı ve tamamlanmak üzere.
Değerli
milletvekilleri, bütçe kanun tasarıları millete ait olan
kaynakların nasıl kullanılacağını, hangi
önceliklere ve politikalara göre dağıtılacağını
anlatan ve bir bütünlük içinde belirleyen hukuki belgelerdir. Bütçe
görüşmelerinde toplum kendi kaynaklarının nasıl
kullanıldığını, nasıl
kullanılacağını öğrenir ve bir önceki yılın
uygulamalarını denetlemek imkânına sahip olur. Bu bir toplumsal
haktır. Toplum bu hakkını kullanarak ülkeyi yönetecek siyasi
partiyi doğru seçmek sorumluluğundadır. Bu imkânı bütçe
görüşmelerinde sağlayabilir, ulaşabilir. Buna bütçe hakkı
denir. Bütçe hakkı demokratik sistemin temel bir kurumu ve
kuralıdır. Demokratik toplum yapısının
gelişmişliğinin ve hukuk devleti olmanın çok önemli bir
göstergesidir, ölçüsüdür. Kısaca bütçe hakkı temel bir haktır,
demokrasi anlayışının ve demokratik sistemin vazgeçilmez
bir unsurudur. Bütçe kanunu müzakereleri kamu kaynaklarının
nasıl kullanıldığını ve nasıl
kullanılacağının milletçe öğrenilebilmesi için
iktidarın muhalefet partileri tarafından sorgulanmasıdır
bütçe hakkı.
Değerli
milletvekilleri, öncelikle birçok arkadaşımız tarafından ifade
edildi. Bu sorgulamanın bir belgeye ve bilgiye dayalı
yapılması gerekir. Biz bu bilgileri Hükûmetin, idarenin
uygulamalarını millet adına denetleyen Sayıştayın
denetim raporlarından öğrenebiliriz, aynı dernek
kongrelerinde olduğu gibi.
Derneklerin denetim kurulları vardır, yönetimin faaliyetlerini
denetim kurulları rapora bağlar ve kongrede genel kurula sunar, genel
kurul ibra eder veya etmez. Ne yazık ki 2012 bütçe müzakereleri
Sayıştay raporu olmadan yapıldı. Bu, Meclis tarihinde ilk
defa oluyor. Anlaşılıyor ki AKP Hükûmeti sona
yaklaşırken milletin gözünden bir şeyler saklama
telaşına düştü. Bunun başka anlamı yoktur. Sayın
Caniklinin dediği doğru değildir. 6085 sayılı
Sayıştay Kanununun ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununun ilgili maddeleri -maddelerin fotokopilerini
çıkarttım, buraya getirdim. Sayın Canikli doğruyu
söylemiyor- bu kanunların yani 5018 ve 6085 sayılı
kanunların ilgili maddeleri gereğince Sayıştay tarafından
hazırlanması gereken raporlar şunlardır: Dış
denetim genel değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme
raporu, mali istatistikler genel değerlendirme raporu, hazine
işlemleri raporu ve diğer ilgili raporlar. Bunların bütçe
görüşmeleri öncesinde Türkiye Büyük Millet Meclisine, Plan ve Bütçe
Komisyonuna sunulması gerekmektedir. Parlamentonun denetim yetkisini
yerine getirebilmesi için Sayıştayın denetim
raporlarının Meclise ulaşmış olması gerekmekte ve
Hükûmetin getirdiği bütçe gerçekleşmeleri yani kesin hesap kanun
tasarısı bu raporlar doğrultusunda müzakere edilmelidir. Bu hem
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevini belirleyen Anayasanın 87nci
maddesi hem Sayıştayın görevlerini belirleyen yine
Anayasanın 160ıncı maddesinin amir hükümleridir. Türkiye bir
hukuk devletiyse, öncelikle siyasi iktidar, anayasal ve kendi imzalarıyla
çıkarttıkları bu kanun hükümlerine uymak mecburiyetindedir. Her
ne kadar Plan Bütçe Komisyonu Başkanı bu konuda doğruyu
söylemişse de, yani bu raporların gelmesi gerektiğini söylemişse
de, maalesef muhalefet partilerinin ısrarlı taleplerine rağmen
bu raporlar Plan Bütçe Komisyonuna gelmeden müzakereye başlamış
ve müzakereleri tamamlamıştır.
Değerli
milletvekilleri, bize göre bu durum, bu sonuç göz göre göre bir hukuksuzluktur,
hukuk ihlalidir. Hem Anayasanın hem de mevcut cari hukukun ihlalidir. Bu
bütçe görüşmelerinin başlangıcında işlenen bu
kanunsuzluk hâli oylarınızla maalesef, o kirletilmiş
parmaklarınızla
Bunu 2nci defa tekrarlıyorum: Burada
yapılan bir hakareti parmaklarınızla ortadan
kaldırdınız. Artık, o parmaklarla burada
yaptığınız oylamaların meşruiyeti sürekli
tartışılır hâle geldi. Maalesef bütçe görüşmelerinin
başında işlenen bu kanunsuzluk hâli kesin hesap kanununun da
meşruiyetini sorgulanır hâle getirecektir arkadaşlar. İbra
edilmeyen, yani Genel Kurulunda uygulamaları, harcamaları ibra
edilmeyen bir 2011 yılının bütçesinin sahibi Hükûmetle
meseleleri müzakere etmekteyiz. 61inci Hükûmetin 2011 yılı bir kesin
hukuk sonucu olarak ibra edilmemiş sayılır.
Değerli
milletvekilleri, hesap ahrete kalmaz, bir gün bu kanunsuzluğunuz mutlaka
önünüze çıkartılacaktır. Kanunu değiştirdik,
Sayıştay raporlarına gerek yoktur. denilmesi, Meclisin denetim
yapmasına lüzum yoktur. demektir. Bu anlayış Anayasa ve demokrasiye
aykırıdır. Milletten neyi saklıyorsunuz? Hangi yolsuzlukları
örtüyorsunuz? Size bu soru sürekli sorulacaktır. Bu konudaki
ısrarınız Hükûmetinizin 2011 yılı işlemlerini
şaibeli hâle getirecektir. Sayıştay denetiminden kaçan bir
Hükûmetin hesap vereceği yer gayet açık, net, Yüce Divan
olacaktır. Bu dünyanın hesabı bu dünyada da mutlaka
sorulacaktır. Akıllı ve dürüst yönetimler hesabı öte
dünyaya yani ahrete bırakmazlar. Yaptığınız iş,
bana göre, sizin adınıza akıllıca değildir.
Ayrıca, değiştirdik dediğiniz yasa çıkmadan önce de
Sayıştayın raporları vardı, o raporları da
Meclise göndermediniz, Plan Bütçe Komisyonunda
tartıştırmadınız. Değiştirdik dediğiniz
kanun haziranda çıktı, Haziran öncesi raporlar yine Meclise gelmedi.
Değerli
arkadaşlar, Sayıştay 6.700 kurumu denetlemek mecburiyetinde.
Hukukun emri budur. Bu kurumlardan yalnız 132sini denetlemiş, yani
denetleme görevini yüzde 1,97 oranında yerine getirmiş. 900 denetçi
142 milyon TL kullanarak 132 kurumu denetlemiş, her rapor 1,1 trilyona
gelmiş. Bu milletin kaynağının bu kadar hor
kullanılmasının hesabı sorulmayacak mıdır
zannediyorsunuz? Değerli arkadaşlar, bu sonuç sizin
açınızdan, gerçekten, AKP Hükûmeti açısından bir handikap
olarak her zaman önünüze getirilecektir, bunu bilmenizi istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, Hükûmetin bu bütçe görüşmelerinde bir diğer
yanlışı da şudur: Orta Vadeli Plan, her ne hikmetse,
yıllarca, 2006 yılından bu yana süresi içerisinde
sunulmamaktadır. Hâlbuki kanun gereği, belirlenmiş tarihte
sunulması lazım ve devlet bürokrasisi hükûmetin sunduğu bu Orta
Vadeli Plana göre bütçe hazırlamak durumundadır. Ama bu sene de siz
Orta Vadeli Planı, programı otuz yedi gün geç sunduğunuz, ilan
ettiğiniz için devlet bürokrasisi, maalesef, bu bütçeyi sizin
öngörülerinizin, sizin politikalarınızın dışında
hazırlamak durumunda kalmıştır. Bu durum bana göre
yanlış bir durumdur. Usul, esastan önce gelir. Usule uymayan bir
düzenleme sakat kalır. Bu bütçe, sonuçları itibarıyla, hem
hukuken meşruiyeti hem usulen sakatlığı
tartışılır bir bütçe olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmetinin 11inci bütçesini görüşüyoruz, on
yılı tamamladınız 11inciyi bu ilgisizlik, bu duyarsızlıkla
müzakere ediyoruz. Gelin milletimizin önünde
Sayın Canikli burada
rakamlara -vukufiyeti fazla- takla attırarak ifade etti, Büyüdük ve
başarılıyız. dedi. Gelin bir muhasebe yapalım, samimi
bir muhasebe yapalım. Siz dinleseniz de dinlemeseniz de milletimiz bizi
dinliyor. Milletimizin huzurunda, gelin, bir muhasebe yapalım, gelin, bir
muhakeme de yapalım. İnanıyorum ki milletimiz o muhakemeyi
bundan sonraki seçimde yapacaktır.
Öncelikle şunu ifade
etmeliyim: Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, milletimize, ülkemize bir
gram hizmeti dokunan tüm iktidarlara, tüm insanlara
şükranlarımızı sunuyoruz. Ancak, biz, bu milleti, her
şeyin en güzeline, en çoğuna layık görüyoruz. Bizden azla
yetinmemizi beklemeyiniz. Tabii ki yaptıklarınızı tenkit
edeceğiz. Sizler bir şey yapmadınız. demiyoruz, ama
yaptıklarınızı yeterli bulmamızı bizden
beklemeyiniz. Bu millet çok daha fazlasına layıktır. Kaldı
ki yaptıklarınız da yeterli ve doğru da değildir,
biraz sonra sonuçları itibarıyla bunları ifade edeceğim.
Sizi tenkit etmek, millet
adına hesap sormak bizim görevimiz, hukuken de görevimiz siyaseten de
görevimiz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bu görevi bihakkın yapmaya
çalışıyoruz.
Öncelikle şunu ifade
etmeliyim: Değerli milletvekilleri, siyasi iktidarlar
yaptıklarıyla övünmek yerine yapamadıklarından dolayı
üzüntülerini ve özürlerini ifade etmek mecburiyetindeler. Siz AKP iktidarı,
on yıldan bu yana ülkeyi tek başına yönetiyorsunuz. Buraya
çıkıyorsunuz, sürekli, yaptıklarınızı 2002 ile
mukayese ederek ve rakamlara takla attırarak övünüyorsunuz.
İktidarınız, icraatınızı olması gerekenle
değil, geçmişin terazisinde tartıyor ve sürekli övünüyorsunuz.
Siz, âdeta yaptıklarınızı milletin başına
kakıyorsunuz, halbuki görevinizi yapıyorsunuz. Milletin size bu
desteği üç dönemdir vermiş olmasının sebebi, gidip bu
millete hizmet etmenizi emrettiği içindir. Yaptıklarınız,
tamamen milletin size verdiği yetki ve güçle ortaya koyduklarınızdır.
Yapamadıklarınızdan dolayı bu kürsüden özür dilemek sizin
borcunuzdur.
Bir başka şey
daha yapıyorsunuz, sizden önce hiç iyi bir şey
yapılmamış gibi cumhuriyet dönemiyle kendinizi mukayese
ediyorsunuz. Her ne kadar Sayın Başbakan açılış
konuşmasında bu yanlışı, bu eksikliği bu defa
düzeltmek istediyse de tüm sözcüleriniz, tüm
konuşmacılarınız Bugüne kadar yapılan hiç iyi bir
şey yok, ne varsa ne iyi yapıldıysa onu biz yaptık.
diyorsunuz, o anlamlar çıkıyor. Yaptıklarınıza tekrar
şükranlarımı sunuyorum milletim adına ama bu övünme
kompleksinin sebebini de sorgulamak istiyorum. Bu hangi psikolojinin
dışa vurumudur, suçluluğun mu, kibrin mi?
Yapamadıklarınızın suçluluğuyla mı övünmek
gereğini duyuyorsunuz, yoksa gerçekten milletin size verdiği desteğin
anlamını idrak edemiyor, kibre mi düştünüz? Bana göre her ikisi
de sağlıklı ve faydalı bir durum değildir.
Değerli
milletvekilleri, şunu unutmayın, ülkeyi on yıldan bu yana siz
AKP hükûmetleri yönetiyor ve tek başına yönetiyor. Artık
kendinizi kendinizle mukayese etmelisiniz. Hiçbir mazeretiniz geçerli olmaz,
temenni, şikâyet, bahane, vakitler; vaatleriniz karın doyurmuyor.
Gelecekle değil, siz geçmişle boğuşuyorsunuz.
Değerli
milletvekilleri, mukayese ettiğiniz, kendinizi başarılı
göstermek için terazisine çıktığınız 2002
yılını bana göre doğru ve dürüstçe de
değerlendirmiyorsunuz. Bakın, size kısaca bir ifade edeyim:
57nci Cumhuriyet Hükûmeti istikrarsız on yılların sonunda
bütçesi bile yapılamayan bir Türkiye'yi teslim almıştı.
2 büyük deprem, 2 büyük
krizle yaşama pahasına üç buçuk yıl 3 ortaklı bir
iktidardı. Sonuçta, size teslim edilen Türkiyede enflasyon
düşüyordu, borçlanma faizleri düşüyordu, yükselen bir büyüme
yakalanmıştı, dış ticaret açığı, cari
açık problem değildi. Yapısal birçok düzenleme
yapılmıştı; para piyasaları düzenlenmiş, bankalar
güçlendirilmiş, Merkez Bankası ve kamu bankaları
özerkleştirilmişti. Üç yıllık bir program
yapılmış, bir istikrar ve güven ortamı tesis
edilmişti. Hatta 2007 yılı programınızda, sizin kendi
programınızda, ulaştığınız
başarının 57nci Cumhuriyet Hükûmetinin
hazırlamış olduğu programın ve yapmış
olduğu, gerçekleştirmiş olduğu yapısal düzenlemelerin
eseri olduğunu kendi hazırladığınız 2007
yılı Ekonomik Programında kendiniz ifade ettiniz, itiraf
ettiniz.
2002 yılı
sonunda etnik, bölücü terör artık kan akıtamaz bir noktaya
çekilmişti. Dünyada kriz bitmiş, yurt içinde ve yurt
dışında çok önemli avantajlar ve imkânlar
yakalanmıştı.
Tekrar
hatırlatıyorum, iktidarınız on yılı doldurdu.
Şimdi, size soruyorum: 2002de var olup da bugün olmayan, unuttuğumuz
hangi sorunumuz var? Hangi sorun bitirildi? En basit, kendi kendinize sorun,
hangi sorun kesin çözüme kavuştu? On yılın sonunda,
insanımızın hayatında iyiden yana, güzelden yana ne
değişti? Bize göre, bugün ülkemiz dünden farklı veya dünde
yaşanan sorunların hiçbirinde dünden daha iyi ve daha güzel bir
durumda değildir. On yılda ülkemizin hiçbir temel ekonomik sorunu
çözülmemiştir. Üretim, cari açık, yoksulluk, gelir dağılımındaki
sorunlar çözülememiş, üretim yerine tüketim, ihracat yerine ithalat,
rekabet yerine tekelleşme, tasarruf yerine borçlanma
anlayışı hâkim kılınmış, ülkemiz, cari
açığın yanı sıra bütçe açığı ve
tasarruf açıklarıyla daha derin bir şekilde muhatap olmaya
başlamıştır. Hane halkının borçlarının
hane halkı geliri içerisindeki payı artmakta ve tasarruf
oranları hızla düşmektedir. Milletimiz ayrıca birçok sosyal
sorunlar içerisinde de boğuşmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bu noktada çok şey söylenebilinir. Zaten on gündür de
bunu söylemeye çalışıyoruz. Ancak, ben burada bir sonuç olarak
bazı hususları dikkatinize sunmak istiyorum. Büyüdük,
kalkındık. diyorsunuz. Millî gelirimiz 10 bin doları geçti
diyorsunuz. Avrupanın 6ncı büyük ekonomisi olduk. diyorsunuz.
Ancak, ortada iki sonucunuz var, reddedemeyeceğiniz, kılıf uyduramayacağınız
iki sonucunuz var: Biri işsizlik. Bu kadar büyüdünüz, on yıldır
ülkeyi tek başına yönetiyorsunuz, işsizlik hâlâ yüzde 9,1
Türkiye ortalaması. Kırsalı bunun içerisinden
ayırırsak, tarım kesimindeki işsizliği bunun
içerisinden ayırırsak, işsizlik şehir merkezlerinde yüzde
12nin üzerinde. Çalışmaya, işe ihtiyacı olan genç nüfusun
içinde de işsizlik yüzde 20nin üzerinde, bu mudur büyüme? Büyüyen bir
ekonominin sonucu bu mu olmalıdır? Kendi insanına iş
bulamayan bir ekonomi, bir ülke, bir iktidar Büyüdük. derse bu doğru
olur mu? Tekrar soruyorum; işsizlik sorununu çözemeyen bir ekonomiye büyüdük
denilebilir mi, büyük ekonomi denilebilir mi?
İkinci husus: Yine
büyümenin, kalkınmanın, zenginleşmenin bir sonucu olarak,
bireysel ve toplumsal olarak tasarruflarımızın artması
lazım. Yani para kazandınız, kazandığınız
paranın bir miktarını yastığın altına
koyarsınız, tasarruf edersiniz. O çok tenkit ettiğiniz ve
kendinize referans aldığınız 2002de toplumun tasarruf
oranı, gayri safi millî hasılaya oranı yüzde 20ye
yakındır, yüzde 18,6dır. On yıl sonra, bu kadar büyümeden
sonra toplumun ve bireyin tasarruf oranı yüzde 10lara doğru
düşmüştür. Nerede bu büyüme değerli arkadaşlar?
Yapılan bir araştırmaya göre halkın yalnız yüzde
10,3ü tasarruf yapabiliyor, yüzde 61i hiç tasarruf yapamıyor.
Ayrıca bu tasarruf oranları da sürekli düşüyor, bu arızi
bir şey değil. Bakın, 2011 Ekim, Kasım, Aralık
aylarında tasarruf yapabilenlerin oranı yüzde 12,1 iken 2012nin ilk
üç ayı sonunda yani ocak, şubat, mart ayı sonunda tasarruf
yapabilenlerin oranı yüzde 10,3e düşmüş. Bu gidiş gelecek
açısından hiç de doğru değil, büyük riskler
taşıyor değerli arkadaşlar. Ben tekrar soruyorum; büyüdüğü
iddia edilen bir ekonominin tasarrufları neden artmıyor? Demek ki
büyüme yalanı, büyüme dediğiniz hadise doğru bir hadise
değil. Birileri büyüyor, hiç itiraz etmiyorum, birileri büyüyor ama
milletimizin büyümediği, halkımızın büyümediği çok
açık ve net.
Değerli milletvekilleri,
bir başka husus, ekonomiden sorumlu sayın bakanlar dış
kaynak ihtiyacının her geçen gün arttığını ve iç
tasarrufların yetersizliğini bir problem olarak ileri sürüyorlar,
Birçok sorunun kaynağı buradan geliyor. diyorlar. Şimdi
buradan soruyorum; gayrisafi yurt içi hasılanın içindeki yabancı
sermayenin payı ne kadardır? Her yıl yurt dışına
ne kadar kâr transferi yapılmaktadır? Büyüme oranının ne
kadarı bize ait değildir? İşte, Yüzde 3 dolayında
büyüyeceğiz. Ben inanıyorum ki -uzmanların ifade
ettiğini söyleyeyim- bu yüzde 3lük büyüme Türkiyede bulunan yabancı
sermayenin kârını bile karşılamaya yetmeyecektir.
Ayrıca Kamu borcu
düştü. diyorsunuz. Vatandaşın ve özel şirketlerin borcunu
hiç hesaba kattığınız yok. AKP Hükûmetinin ekonomik
politikaları sonunda yabancının parasıyla
yabancının malını tüketen bir ülkeye dönüştük. Türkiye
cari açık ile bütçe açığı arasındaki ters
orantının esiri hâline getirildi. Toplumun tüketim potansiyeline
yatırım yapan yabancı sıcak paranın acımasız
kollarında geleceğimizi ipotek ediyorsunuz, Türkiyeyi hızla
yabancılaştırıyorsunuz.
Değerli
milletvekilleri, 2012 yılı Nisan ayı itibarıyla bugün
ülkemizde 30.110 adet uluslararası sermayeli şirket faaliyet
gösteriyor. Toplumun tüketim potansiyeline yatırım yapan 30.110 adet
yabancı sermayeli şirket var ve bu şirketlerin kârını
karşılamak için, Türk toplumu, bugün, kredi kartı ve tüketici
kredisi borcu olarak toplam 252,9 milyar lira borç batağına saplanmış
durumdadır. Bu toplum geleceğini satıyor, çocuklarının
geleceğini satıyor, yabancı sermayenin kârını
ödeyebilmek için, onu besleyebilmek için. Hâlbuki -tekrar
hatırlatıyorum- toplumun kredi kartı ve tüketici kredilerinin
toplam miktarı 2002 yılında 6,5 milyar dolardı. O kadar da
değil, 6 milyar 351 milyon dolardı. Bugün nereden nereye geldik.
dediğinizi bir de bu teraziye çekmenizi size tavsiye ederim.
Değerli
milletvekilleri, maalesef Türkiyeyi üretimden çıkardınız.
Sanayici ithalatçı oldu, küçük esnaf iş yerini kapattı, çiftçi
her yıl üründe zarar eder hâline geldi, her yıl her bölgede ve her
üründe. On yıl sonunda her 4 çiftçiden 1i tarlasını sattı,
tarımdan çıkarak işsizler ordusuna katıldı. 2002
yılında tarımda kullanılan arazi 24 milyon hektardı
ama sizin iktidarınız sonunda bu miktar 20 milyon 500 bin hektara
dönüştü. Yani 3,5 milyon hektar ekilebilir arazimiz maalesef boş
duruyor, ekilmiyor çünkü çiftçi her üründe zarar ediyor, ne kadar ekerse o
kadar zarar ediyor. Eseriniz bu. Türkiyeyi, kendi insanımızı,
bildiği iş, kendi toprağında dişi tırnağıyla,
çoluk çocuğuyla kendi emeğini ortaya koymak, ekmeğini kazanmak
imkânından mahrum ettiniz. Eseriniz bu.
Şimdi size buradan
bir paragraf okuyacağım. Deniliyor ki: Sanayinin kredi
maliyetlerinin yüksekliği, kayıt dışı ekonomi,
düşük fiyatlı ithalattan kaynaklanan haksız rekabet,
bürokrasinin fazlalığı, kamunun sağladığı
bazı girdilerin fiyatlarının uluslararası fiyatlara göre
yüksekliği, vergi oranlarındaki yükseklik gibi temel sorunları
devam etmektedir on yılın sonunda. Ayrıca, teknoloji üretiminde
yetersizlik, ileri teknoloji kullanımının hızla
yaygınlaştırılamaması, nitelikli iş gücü
eksikliği, yüksek katma değerli ürünlerde sınırlı
üretim kabiliyeti, tesislerin üretim ve
yönetim yapılarındaki modernizasyon ihtiyacı, sanayinin
kapasitesi ve potansiyeli konusunda yatırımcıların bilgiye
erişimindeki zorluklar gibi genellikle yapısal nitelikteki
sorunların çözülmesi acilen gerekmektedir.
Değerli
arkadaşlar, yani üretim sektörü olan sanayinin bu kadar büyük, bu kadar
derin sorunları varsa siz hangi büyümeden bahsediyorsunuz? Bunları
biz de söylemiyoruz. Bunları siz söylüyorsunuz değerli
arkadaşlar. İşte 2013 yılı programınızda
söylüyorsunuz bunları. 2013 yılına ulaşmışsınız,
hâlâ sanayinin bu sorunlarının olduğunu söyleyerek mazeret
üretiyorsunuz. Bunun adı Türkiyeyi kötü yönetiyoruz. demektir, Başaramadık.
demektir.
Değerli
milletvekilleri, halkımız, milletimiz yaşanan yoksulluk
karşısında çaresiz, yolsuzluklar karşısında
öfkeli, yaygınlaşan adaletsizlikler karşısında cinnet
geçiriyor.
2002ye göre hapishaneler
doldu taşıyor, 2 katını geçti. Mahkemelerdeki icra
sayısı 2002nin 2 katına çıktı. 9 milyon 400
binmiş icra dosyası, bugün 20 milyon 772 bine çıkmış.
Kalkınan, refah içerisindeki bir toplumun suç oranının bu kadar
artmasının sebebi ne özellikle de ekonomik suçlarda?
Sayın
milletvekilleri, bunun yanında başta asgari ücretliler olmak üzere
çalışanların ve emeklilerin büyük çoğunluğu açlık
sınırının altında aylık almaktadır. Daha
önce yeşil kartlı olarak bilinen aile içi kişi başına
düşen geliri asgari ücretin üçte 1inden az olduğundan dolayı
genel sağlık sigortası primi devlet tarafından
karşılanan kişi sayısı 2012 Eylül ayı
itibarıyla 5 milyon 172 bin kişi. Bu, yeşil kartlı 9
milyondu, şimdi bir düzenlemeyle bunu 5 milyona düşürdünüz.
Bir sonuç olarak
söylüyorum: Tarım sektöründen geçimini sağlayan 20 milyon
civarındaki çiftçimiz, 10 milyon 300 bin emeklimiz, 5 milyon 172 bin
yeşil kartlımız, 5 milyonun üzerindeki asgari ücretlimiz, 1
milyon 250 bini aşan 2022 sayılı Kanuna göre aylık
bağlanan yaşlı ve engellilerimiz, 2,5 milyon işsizlerimiz
ile bu kesimlerin bakmakla yükümlü olduğu kimseler dikkate
alındığında denilebilinir ki milletimizin nüfusunun
yarısı bugün yoksulluk sınırı altında
kıvranmaktadır. AKP iktidarının eseri budur. On
yılın sonunda ulaştığınız nokta budur.
Değerli
milletvekilleri, daha da kötüsü şu: Maalesef
uyguladığınız politikalarla, hatta övündüğünüz
politikalarla bugün Türkiyeyi hızla
yabancılaştırdınız. Özelleştirme adı altında
cumhuriyetimizin binbir emekle kurduğu o stratejik değerdeki
tesislerini, üretim varlıklarını yabancılara
sattınız. Bugün ülkemiz yabancılar için bir açık pazar
hâline geldi. Satışa sunulmayan neyimiz kaldı? En son otoyolları
ve köprüleri de sattınız. Ne kaldı? Yani bütçe
açıklarını kapatmak için daha neyi satacaksınız?
Muhtemel kıyılarımız kaldı, zaten onları da
satıyordunuz.
TÜİKin 11 Haziran
2012 tarihinde açıkladığı Yabancı Kontrollü
Girişimler Araştırmasına göre, size bağlı
TÜİKin araştırmasına göre söylüyorum:
Bankacılık, sigorta ve medya sektörü hariç, Türkiyedeki toplam
girişimlerin yüzde 15,4ü yabancı kontrolündedir. Tütünde yüzde 90,4;
ilaçta yüzde 51; otomotiv, TELEKOM, bilgisayar sektöründe yüzde 50;
yabancı payı yüzde 30u geçen toplam 9 sektör mevcut olup, sigorta ve
bankacılık da dâhil yabancıların 11 sektörde büyük
ağırlıkları bulunmaktadır. Enerjide dışa
bağımlılık bulunmakta, ara malı sanayi büyük ölçüde
ithalatla yabancıların elinde bulunmaktadır. Aynı
şekilde, bankalarımızın yarıdan fazlası,
sigortacılık sektörümüzün tamamına yakını
yabancıların eline geçmiş bulunmaktadır.
İktidarınızın on yılının sonunda ekonominin
kontrolü ve toplumun mevduatlarının kontrolü maalesef
yabancıların eline geçmiştir.
Değerli
milletvekilleri, bundan daha kötü bir durum daha vardır. O da, ne
yazık ki topraklarımızı da yabancılara
satıyorsunuz. Alıp götürüyorlar mı? demeyiniz. Yahudilere
satılan İsraili de alıp götüren olmadı ama bugün
itibarıyla, iktidarınız döneminde, 442 sayılı Köy
Kanununun 87nci maddesini değiştirdiniz. Artık köy arazileri,
tarım arazileri de dâhil Türkiyenin yüzde 10una kadar yabancılara,
mütekabiliyet esası aramaksızın satmaya hukuk
çıkarttınız, kanun koydunuz. Sonuçta, bir sayın
bakanınızın ifadesiyle söyleyeyim, Sayın Erdoğan
Bayraktarın ifadesiyle söyleyeyim: Bugün, 81 milyon 864 bin
Değerli
milletvekilleri, bir sonuç olarak söylemek gerekirse -benim
meslektaşımı salonda göremiyorum, onun anlayacağı
sözle ifade edeyim- maalesef Türkiyeyi dikili kuru hâline getirdiniz. Türkiye,
bugün dışından bakınca dallı budaklı, görkemli
ama içi boş, içi boşaltılmış, tüm kabuk böceklerinin
saldırısına açık bir duruma geldi. Maalesef sonuçlar bu.
Şimdi, önümüze
getirdiğiniz bütçeye bakalım: Bu bütçe, fakir fukaranın
sırtına dolaylı vergi artışları ve zorunlu
tüketim mallarına zam öngören bir zulüm bütçesidir. Doğal gaza dokuz
ayda yüzde 29, bir yılda yüzde 49 zam yaptınız. 2012
yılında asgari ücrete yüzde 12, memura ve emekli
aylıklarına yüzde 8 düzeyinde artış
yapmıştınız. Elektriğe, doğal gaza, LPGye,
mazota, benzine, oto gaza yapılan zamların ardı arkası
kesilmiyor. Hatta, fakirin mutfakta kullandığı tüp bile 75
liraya çıktı. 2013 yılı vergi gelirlerinde yüzde 14
oranında artış öngörüyorsunuz. Bunun anlamı, Hükûmetin
vergi zulmüne devam edeceğini göstermektedir. Faizciden, rantiyeciden,
iş dünyasından, zenginden yeterli vergi alamayan, vergileri
toparlayamayan Hükûmet, dolaylı vergilerle yüklenerek dar gelirli
vatandaşa, çalışana, emekliye, garibana vergi zulmü
uygulamaktadır. Maalesef, AKP Hükûmetinin vergi politikası bu
şekildedir.
Değerli
milletvekilleri, TÜİK tarafından yayınlanan ve 17 Eylül 2012
tarihinde açıklanan bazı sonuçları sizlerle paylaşmak
istiyorum. Aynayı önünüze koyayım, bir seyredin lütfen.
Bakınız, TÜİK diyor ki: Nüfusumuzun yüzde 35,8i ihtiyacı
olsa da yeni bir giysi alamıyor değerli milletvekilleri. Nüfusun yüzde
80,3ü eskimiş ve yıpranmış mobilyalarını yenileyemiyor.
Nüfusun yüzde 41,6sı akan çatısını, çürüyen pencere
çerçevesini tamir ettiremiyor. Nüfusun yüzde 41,7si sıcak bir yuva
hayaliyle yaşıyor, kışın üşüyor, evini
ısıtamıyor. Nüfusun yüzde 67,6sı beklenmedik
ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Nüfusun yüzde 60,2si
et, tavuk veya balık satın almakta güçlük çekiyor. Nüfusun yüzde
86,5i evden uzakta bir haftalık bir tatile bile gidemiyor. Türkiyede 18
yaş ve üstü nüfusun yüzde 65inin lise eğitimi yok, yüzde 25i hiçbir
okula gitmemiş. AKP iktidarı döneminde büyüme, yıllık
ortalama yüzde 5,3 olduğu iddia ediliyor ama sonunda toplumun aynası
budur. Bu sizin eseriniz değerli milletvekilleri, sizin
iktidarınızın eseri. Dolayısıyla, burada gelip
övünmenizin hiçbir haklı dayanağı olmaz.
Tüm bu sebeplerden
dolayı, konuşmamın bundan sonraki bölümünde
anlatacağım sebeplerden de dolayı Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu olarak biz bu bütçe tasarısına ret oyu vereceğiz
değerli arkadaşlar.
Değerli
milletvekilleri, bu anlattıklarımdan sonra bir hüküm cümlesi olarak
ifade ediyorum: Maalesef, Türkiye kötü yönetilmektedir. Uygulanan ekonomik
politikalarla belki bugünü kurtarıyor olabiliriz, ancak geleceğimiz
çok büyük tehdit ve tehlikeler altına atılmıştır.
Öncelikle, içine düştüğünüz kimlik bunalımı,
başlattığınız açılım politikaları ile
Türk milletinin ve Türkiye'nin siyasi birliğini parçaladınız. Burada
bazı milletvekili arkadaşlar bir başka milletin milletvekili
gibi konuştular, bundan hiç rahatsızlık duymadınız
maalesef. Ben size hatırlatıyorum: Taviz vererek, İmralı,
Kandil ile müzakere yaparak nereye varacaksınız? Bunu görmediniz mi
daha?
Sayın Genel
Başkanımın sorularını burada tekrarlıyorum,
cevabı verilmesi gereken sorular: Üç yıl önce demokratik
açılım veya son hâliyle Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi ilan
edilmişti. Terör saldırılarında bir azalma oldu mu? Sözde
Kürt sorunu veya Kürt kardeşlerimin sorunları sözlerinin bir
faydası görüldü mü? İmralıya yüz sürmenin, Osloda masaya oturmanın,
Haburdaki karşılama törenlerinin acıdan ve milletimizi hayal
kırıklıklarına uğratmaktan başka herhangi bir
sonucu yaşandı mı? Verilen kararlılık
mesajlarına, atılan adımlara, yapılan görüşmelere
rağmen, askerimizin, polisimizin, korucumuzun ve masum sivil
vatandaşlarımızın şehadeti önlenebildi mi? Şu
ibretlik manzaraya bakınız: Müebbet cezaya
çarptırılmış bir terör suçlusu, tarafınızdan,
fiilen siyasi aktör hâline getirildi, Kandili İmralıdan sevk ve
idare eder gibi bir statüye kavuşturuldu. Değerli milletvekilleri,
bu, Türk milletine ve Türkiye devletine yakışıyor mu? Bu
utancı nasıl taşıyacağız?
Değerli
milletvekilleri, bir hususu da üzülerek ifade etmek istiyorum: Sayın
Bülent Arınçın, geçen bütçe konuşmasında, 21 Aralık
2011 tarihinde, bu kürsüden Kürt kimliğini tanıyorum, bu
kimliğin tüm siyasi ve sosyal haklarını vereceğiz.
sözünden sonra, maalesef, 31 polisimiz, 132 askerimiz, 42 sivil
vatandaşımız bölücü terör örgütü tarafından katledildi. Ne
anaların gözyaşı dindi, ne şehit kanı durdu.
Sayın Arınça göre, daha fazlasını vermek gerekiyor, hatta
dağa çıkmak gerekiyor.
Bir hatırlatma da
yapayım: Sayın Arınç bu konuşmayı burada
yaptığında Türkiyenin büyüme oranı yüzde 8,5tu,
Sayın Arınçın bu konuşmasından sonra Türkiyenin
büyüme oranı yüzde 2,5a düştü. Bu konuşmaya devam edin,
Türkiyeyi nereye götüreceğinize hep beraber bakacağız.
Değerli
milletvekilleri, bu konuda aslında benim merak ettiğim konu
Sayın Başbakanın tavrıdır. Sayın
Başbakanın bölücü terör örgütüyle mücadelede ortaya koyduğu
kararlılığı her defasında Milliyetçi Hareket Partisi
olarak desteklediğimizi ifade ediyoruz. Ama dağa çıkmayı
masumlaştıran, meşrulaştıran Sayın
Arınçın bu beyanı karşısında Sayın
Başbakan ne düşünmektedir? Ne düşünmektedir?
ALİM IŞIK
(Kütahya) Rol paylaşımı, rol!
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) Arkadaşımın söylediği gibi, bu bir rol
paylaşımı mıdır, yoksa bir arızi durum mudur?
Değerli
arkadaşlar, devleti suçlayarak, güvenlik güçlerini suçlayarak dağa
çıkmayı bir hak hâline getirirseniz
Hatta gazetelerde okumaya
başladık: İmralı canisi çok masummuş, Nurcuymuş,
imammış, suçlu devletmiş! Böyle bir anlayış
EKREM ÇELEBİ
(Ağrı) Nurcu değil.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Nurcu olacakmış, evet.
Şimdi, bunu
gazetelere yansıtmak, Sayın Arınçın buna sahip çıkması
Siz ne yapmak istiyorsunuz? Yani safınızı bölücü terörden yana
kararlaştırdıysanız bunu söyleyin bu millete. Bir yandan
Bölücü terörle mücadele edeceğiz. diye nutuk atacaksınız, bir
yandan da bölücü terörü sahipleneceksiniz, dağa çıkmayı
kutsallaştıracaksınız. O zaman bu memlekette dağa
çıkmayan insan mı kalır yani Sayın Arınçın mantığıyla?
Ben tekrar soruyorum:
Sayın Arınçın bu tavrı karşısında
Sayın Başbakanın tavrını görmek istiyoruz. Bu
düşünceleri paylaşıyor mu ya da bu düşüncelere sahip olan
Sayın Arınçla çalışmaya devam edecek mi?
Değerli
arkadaşlar, buradan milletimize ve sizlere, Milliyetçi Hareket Partisinin,
bu konuda, bu bölücülük konusunda, başlattığınız bu
kimlik sorunu konusunda çok net bir mesajını vermek istiyorum.
Sayın Genel Başkanımızın beyanıyla bir mesaj
vermek istiyorum. Sayın Genel Başkanımız diyor ki, burada
söyledi, bu kürsüde: Kökeni, yöresi, mezhebi, anasının dili ne
olursa olsun, Türk milletinin her ferdi, bizim için yeri dolmaz, eşsiz,
saygın ve eşit özelliktedir. Hakkâri ile İzmirin,
Şırnak ile Kırşehirin, Diyarbakır ile
Balıkesirin kaderi çok şükür ayrı olmamış, ayrı
düşmemiştir. Terörün gayrimeşru ve gayrikanuni bir yol olup
sözde hak ve hukuk alanına sırtını yaslayarak, yurdumuzun
bir bölümündeki insanımızın temsilcisi gibi hareket etmesi
karşılık bulmamalıdır, bize göre bulmayacaktır
da. Bizim için, bölücü terör sorununun üstesinden gelmek için tam saha mücadele
etmek, terörün insan, mali ve finansman kaynaklarını kurutmak acilen
sağlanmalıdır ve Kandil teröristlerin başına
yıkılmalıdır.
Türk milleti ortak
paydası altında, Türk vatanı müşterek zemininde ve Türkiye
çatısı içinde, dün olduğu gibi yarın da beraberce
yaşama istek ve arayışında olan herkesle kavuşmaktan,
kaynaşmaktan ve kucaklaşmaktan zerre kadar vazgeçilmemelidir
AHMET TÜRK (Mardin)
İyi de nasıl kucaklaşalım?
MEHMET ŞANDIR
(Devamla)
Bu şartlar altında herkes eşittir Türkiyedir..
Türkiye Türk milletinindir.
Türk milleti
Sayın
Genel Başkanımızın yine bu konuda 4 Mayıs 2005
tarihinde yapmış olduğu basın toplantısında tüm
siyasi partilere yaptığı çağrı çok açık; burada
diyor ki Sayın Genel Başkanımız: Gelin bu Türk milletini
tanımlayalım. Alt kimlik, üst kimlik, Türkiyelilik kimliği
olarak Türkiyelinin öznesini yok etmeye hakkınız yok. Gelin bu Türk
milletini tanımlayalım. diyor ve 4 maddede tanımlıyor,
diyor ki: Türk milleti bu topraklarda yaşayan halkın
adıdır. Türk milleti Türkiye Cumhuriyeti devletine
vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların
toplamıdır. Türk milleti tabiri kan ve soy bağı demek
değildir; yaşanan binlerce yıllık, yüzlerce
yıllık bir geçmiş ve yaşanacak gelecek iradesidir,
ülküsüdür. İşte bu Türk milleti ortak paydasında, değerli
arkadaşlar, hiç kimse kendini bunun dışında
tutmamalıdır. Herkes eşittir ve herkesin bu
eşitliğinin karşılığı da Türkiyedir. Türk
milleti de Türk vatandaşlarının birlikte vücut verdiği
muazzam sosyolojik, kültürel ve tarihî hazinenin adıdır. Ne mutlu
Türküm diyene! sözü ırkı ve ırkçılığı
dışlayan bütünsel bir çağrıdır. Unutmayınız
ki bu topraklar şehit kanıyla vatanlaşmıştır, 1
metrekaresinden bile vazgeçilmesi, tek insanıyla ilgili farklı
hayaller kurulması olmayacak duaya amin demekle eş değerdir.
Aklından zoru olanlar, şuurları kapanıp da gözleri
kararanlar aksini iddia ediyorlarsa Türk milletinin ne
yapacağını ve mukaddesatı uğruna nelere
katlanacağını tüm boyutlarıyla görecekler ve acı bir
şekilde yaşayacaklardır. Sayın Devlet Bahçeli bunları
bütçe konuşmasında bu kürsüden söyledi.
Değerli
milletvekilleri, işte böyle bir Türkiye; üretmeyen, üretim araçları
yabancılaştırılmış, üretim bilgisini
kaybetmiş borçlu bir ülke, üstelik birliğini de kaybetmişse,
artık küresel projelerin kolay hedefi ve lokması hâline gelecektir.
Türkiyeyi getirdiğiniz nokta burasıdır. Biz bunu tarihte yaşadık
değerli milletvekilleri. Osmanlı Devleti böyle bir sürecin sonunda
yıkıldı. Öyle bir sürecin sonunda vatanımızın
bugünkünün 10 katı büyüklüğündeki toprağını kaybettik,
milletimizin 5 milyonunu o dağlarda kaybettik. Aynı süreci bize
yaşatmak, Türkü yeniden ateşle imtihan etmek niyetine düşenler,
bu niyetlere taşeronluk yapanlar, karşılarında Türk
milletinin Millî Mücadeleyle ortaya koyduğu o azmi, o kararı, o
iradeyi bulacaklardır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Değerli
milletvekilleri, milletimiz, 3 seçimdir, on yıldan bu yana ülkemizin yeni
yüzyıla hazırlanması görevini, güçlü bir siyasi irade
oluşturarak, o iradeyi de sizin arkanıza koyarak, size bir görev
olarak verdi. Bugün şu saate kadar konuştuklarımız ve
yaşadıklarımız sonucunda bir şey tartışmak
lazım. On yıl sonunda sonuçlar böyle mi olmalıydı? Bugün bu
konuları mı tartışmalıydık? Bölünmeyi,
ayrışmayı mı tartışmalıydık?
Yabancılaşmayı mı tartışmalıydık?
Sizleri, zaman ve mekân bütünlüğünde birlikte düşünmeye davet
ediyorum. Gelin bir vicdan muhasebesi yapalım değerli
milletvekilleri.
Yeni bir
yüzyılın, hatta yeni bir bin yılın
başındayız. Bana göre, Türk milleti tüm zamanların en
şanslı bir dönemini yakalamışken mutfakta yangın
çıkarmak isteyenler var, evin düzenini bozmak isteyenler var. En kötüsü,
daha da kötüsü değişim, dönüşüm adına küresel güçlerin,
emperyalist heveslerin siyasi emelleriyle kendi şahsi çıkarları
birleşmiş maalesef devlet adamları var. Yangının
başlangıcında yeterince ve zamanında tedbir alamazsak
-Allah korusun- bin yılda bir yakaladığımız bu tarihî
fırsatı kaçırmak üzereyiz. Bugün, Türkiye ve Türk dünyası
coğrafyası tüm yüzyılların başlangıcından
çok daha değerli ve önemli bir jeopolitik, jeostratejik konum
kazandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği merkezli
bir küresel dünya düzeninden çok merkezli bir dünya düzenine evrilen
dünyamızda Türkiye ve Türk dünyası, yeni küresel güç adaylarıyla
eskilerinin arasında tarihî bir fırsat ve çok değerli bir
jeopolitik yakaladı. Şimdi,
bir tercih noktasındayız; ya tarih yazacağız, 21inci
yüzyıl Türk asrı olacak ya da maalesef küresel güçlerin küresel
projelerinin ayak altında kalacağız.
Değerli
milletvekilleri, küresel güçler bu bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek
için günümüzde âdeta savaş düzeni aldılar ve maalesef mevzileri bizim
topraklarımız üzerinde kuruyorlar. Her yeni yüzyılın ilk
çeyreğinde olduğu gibi 21inci yüzyılın bu ilk
çeyreğinde de dünya düzeni şimdi yeniden kuruluyor. Tarihin sonunun
geldiğini ve artık medeniyetler çatışması
yaşanacağını düşünen ve dünya imparatorluğu
kurmak iddiasında olan küresel güçler, bölgemizde küresel projeler
uyguluyorlar.
Şimdi buradan
Hükûmete soruyorum: Bu yeni yüzyılda Türkiye için öngördüğünüz bir
konum var mı? Türkiyeyi nereye koyuyorsunuz? Dünyanın yeniden tanzim
edildiği bu süreçte Türkiye, paylaşılan, parçalanan bir ülke mi
olacak yoksa paylaşılamayan, itibarlı, güçlü ve lider bir ülke
mi olacak? Bu bütçe tasarısıyla, Hükûmet olarak Türk milletinin önüne
hangi hedefleri koyuyorsunuz? Bir siyaset belgesi olarak bu bütçe
tasarısının bir siyaset felsefesi var mı? Topluma heyecan
veren ve bir gelecek umudu ortaya koyabiliyor musunuz? Denetimden kaçan, öz güvenini
yitirmiş, ülke sorunlarını bu sorunları
çıkaranların insafına terk etmiş bir Hükûmetle hangi umudu
yaşatacaksınız?
Değerli
milletvekilleri, ne yazık ki biz bu bütçe tasarısında böyle bir
gelecek öngörüsü göremiyoruz. Bir tablo hazırlattım; uzun bir tablo
hazırlattım. Bakın, 10uncu ülke olacağız.
diyorsunuz. Bu tabloyu size verebilirim. 10uncu büyük ekonomi olacaksanız
2023te, bugünkü 10uncu ülke İspanya. İspanyanın kişi
başına millî geliri 30.026 dolar. Siz bu gidişle millî geliri
ancak 16.988 dolara çıkartacaksınız. Tüm parametrelerle, bu
kaplumbağa hızı ve bu sorunlarla Türkiyeyi 2023
yılında 10uncu ekonomi hâline getirebilme şansınız
yok. Ne kendinizi kandırın ne milleti kandırın. Rakamlar
burada, merak edene verebilirim.
Yaklaşık elli
günden bu yana bütçe tartışıyoruz. İktidarıyla
muhalefetiyle bütçe hakkını yeterince yerine getirdiğimizi de
söyleyebilmemiz mümkün değil. Sorunları derinlemesine
tartışamadık, alınması gereken tedbirler için ortak
akıl geliştiremedik. İktidar ile muhalefet arasında
boş-dolu bardak tartışmasının ötesinde bir şey
olmadı. Ne bardağın boşu ne dolusu bu milletin
karnını doyurmuyor. Siz bu bardağı kovaya
dönüştürebiliyor musunuz, bunu konuşmanız lazım bütçede ama
maalesef, trajikomik bir oyun olarak boş-dolu bardak
tartışmasıyla milletin gününü, zamanını tükettiniz.
Hâlbuki bugün, bu elli günde Türkiyeyi nasıl lider ülke Türkiye hâline
getireceğimizi konuşabilirdik. Eğer iktidar olarak böyle bir
vizyon getirmiş olsaydınız muhalefet olarak biz de buna
katkı verirdik. Sayın Canikli Hiç proje sunmadınız.
diyor. Hayır, bundan iki yıl önce, yine aynı sözün üzerine,
Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin burada yaptığı
konuşmalarda yaptıkları önermeleri bir araya getirdik, size
sunduk, hiç dikkate almadınız. Aslında, muhalefet proje sunma
sorumlusu değil. Ülkeyi siz yönetiyorsunuz. Danışmana
ihtiyacınız varsa o ayrı bir hadise. Ama maalesef, iktidar
sorumluluğunda bu ülkenin geleceğini konuşturmadınız.
Değerli
arkadaşlar, dünyanın hızla eksen değiştirdiği,
güç kaymalarının yeni haritalar çizdiği, dostların
düşman, düşmanların müttefik olduğu, herkesin yeni
durumlara göre yeni pozisyonlar belirlediği bir süreçten geçiyoruz. Biz
Milliyetçi Hareket Partisi olarak kendi hayalimizi, kendi iktidar projemizi
size anlatıyoruz. Hatırlatıyoruz size de. Ülkemizin
kronikleşmiş hastalıkları, sorunları ve zaafları
olabilir ve vardır. Dünyanın yaşadığı
değişim ve dönüşümün etkileri ve mecburiyetleri ne kadar
ağır olursa olsun Türkiye bu coğrafyada güçlü olmak
mecburiyetinde. Bu coğrafya, büyük olanların egemen olduğu bir
coğrafyadır. Bu coğrafyada zayıflara hayat hakkı yok.
Bugün ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından en önemli
sorunu hâline gelen etnik bölücü terörü ve siyasal bölücülük taleplerini bu
anlam ve bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu coğrafyada gözü
olanların öncelikle hedef aldıkları konu bizim
birliğimizdir, bizim kimliğimizdir.
Değerli
arkadaşlar, bir devletin kimliği milletidir. Bir cümlenin öznesi yoksa
yükleminin anlamı yoktur. Eğer bu devlet, bağımsız,
onurlu, güçlü olmak istiyorsa öznesini güçlendirmek mecburiyetinde. Şimdi
siz özneyi ortadan kaldırdınız kimlik
tartışmasıyla. Milletim, milletim, aziz milletim diyorsunuz.
Kim bu millet değerli arkadaşlar? Bu millet Türk milleti, isteseniz
de Türk milleti, istemeseniz de Türk milleti. Ama, siz maalesef, etnik bölücü
terörü küstürmemek adına, küresel güçleri küstürmemek adına bu
ülkenin millî kimliğini, kurucu hukuktan kaynaklanan kimliğini
sulandırdınız, tartışmaya açtınız.
Türkiyenin
zaafları, kangren olmuş sorunları, geçmişinde imza
attığı yanlışlıkları vardır ve
düzeltilmesi için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini, can
yakıcı kararlar alınıp uygulanmasının zorunlu
olduğunu hepimiz birlikte biliyoruz. Ancak, artık bugün yeni bir
durumla yüzleştiğimizi, sorunun sadece bu ülkenin zaaflarıyla
sınırlı olmadığını, bölgede olup bitenlerin
birbirini tetiklediğini, Türkiyenin yapayalnız yürüdüğü
tehlikeli bir yolculuğa çıktığını, aslında
bunun uzun bir yürüyüş olduğunu, bir meydan okuma olarak
algılandığını, bu ülkenin 20nci yüzyıl defterini
kapatmak istediğini, bunun da kendi müttefiklerimiz tarafından bile
tehdit olarak kabul edildiğini ve bize diz çöktürmek için önce bölücü
terör üzerinden birliğimizi parçalamayı bir proje olarak bize
dayattıklarını hepimiz görmek mecburiyetindeyiz. Ve ne
yazık ki, milletin oylarıyla iktidar olmuş bu iktidarın
Sayın Başbakanı bu projelere eş başkan olmakla
övünüyor, acı olan da bu.
Değerli
arkadaşlar, Türkiyeyi ve Türk milletini tarih, coğrafya, kültür,
inanç bağlamında ve bir zaman-mekan bütünlüğünde
düşünürsek, Türkiye gerçekten bir merkez ülke olarak büyük bir ülkedir.
Milletiyle, devletiyle, birikimiyle, iradesiyle büyük bir ülkedir. Öncelikle bu
büyüklüğe inanmak mecburiyetindeyiz ve bu büyüklüğün gereğini
yapmak mecburiyetindeyiz. Bunun anlamı şudur: Türkiyeyi yönetenler
tüm dinamiklerin gücünü kullanırken, tüm faktörlerin bileşkesinde
strateji belirlerken, planlama yaparken, hatta iş birlikleri, ittifaklar
yaparken millî düşünmek, başkent Ankara merkezli bakmak
zorundadır. Washington, Brüksel, Erbil merkezlerinden yükselen taleplere
ve projelere eş başkanlık yapmak hevesi, hayali Türkiye için bir
stratejik derinlik değil, stratejik komiklik olur ve siz maalesef bunu
yapıyorsunuz. Sizi bu konuma cesaretlendirenler gün gelir sizden vazgeçer,
ortada kalıverirsiniz, birçok olayda yaşadığımız
gibi.
Değerli
milletvekilleri, büyük medeniyetler, toplumların bunalım dönemlerinde
bu bunalımdan çıkış gayretleriyle kendilerini
geliştirir, ifade ederler ve sorunu enerjiye dönüştürürler. Ben
inanıyorum ki bugün Türkiyemiz, cumhuriyetimizin kuruluşundan
seksen, doksan yıl sonra yaşadığı bu bölücülük
sorununu aşarken yeni bir
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Şandır, ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayınız.
MEHMET ŞANDIR
(Devamla)
yüzyılın ilk çeyreğinde büyük olmak
iddiasını, idealini yani lider ülke Türkiye olmak idealini bir
enerjiye, bir iradeye, bir karara dönüştürecektir ve bunu gerçekleştirecektir
inşallah. İşte bunun için gerekli olan husus, millî bir siyaset,
milliyetçi bir siyaset ve bir milliyetçi kadroya ihtiyaç bulunmaktadır,
milliyetçi bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Milliyetçilik
dediğimiz hadiseyi hepiniz biliyorsunuz ama en basit tarifiyle söyleyeyim:
Mensubiyet şuuru. Sahip olduklarımıza mensubiyetin asabiyeti
milliyetçilik. Biz binyıllık bir tarihe, bu kadar geniş bir
coğrafyaya ve acısıyla tatlısıyla bir geçmişe sahip
bir millet olarak buna duyduğumuz mensubiyetin enerjisi
O enerjiyle
ülkemizi ve milletimizi büyük yapmak bize göre zor değil ama bunun
yapılabilmesi için milliyetçi bir anlayışın, milliyetçi bir
siyasetin ve milliyetçi bir kadronun bu ülkeyi yönetmesi lazım.
Bakınız, bizim
bir projemiz olarak size ifade edeyim. Bunu gerçekleştirebilmek için
öncelikle farklılıkların farkında olarak ve
farklılıklarımıza da saygı göstererek hiç kimsenin
kendine ait özeline itiraz etmiyoruz ama biz Türk milletiyiz, hepimiz birlikte
Türk milletiyiz. Herkesin soyu kendine ait. Birlikte yaşamayı -bizim
en önemli değerimiz bu, birliğimiz- bir cazibe merkezi hâline
getirmeliyiz ve bunu bir ülkü hâline getirmeliyiz. Bunu bir enerjiye
dönüştürmemiz ve bundan bireysel çıkarımı maksimize edecek
projeleri de milletimize sunmalıyız. Ayrıca, adil, şefkatli
bir devlet yönetimi ve bunu yönetecek siyasi kadrolarda sorumluluk duygusunu
bir ahlak hâline getirmiş bir siyaset ve siyaset kurumu
geliştirmeliyiz. Bunun için, küreselleşen dünyada, küresel projelerin
kesiştiği, çarpıştığı
coğrafyamızda bunu gerçekleştirecek ancak bir millî siyasete
ihtiyaç vardır.
Değerli
milletvekilleri, toplumsal psikoloji bir öz güven ile yeniden inşa
edilmelidir. Toplum bir büyüklük hayali içinde ortak gelecek kurmaya ikna
edilmelidir. Ayrışmayı besleyen söylem ve siyasetlerden ve bunu
destekleyen terör saldırılarından hızla kurtulmak
gerekmektedir. Toplumu, birlikte oluşturdukları tarihi ve binlerce
yıl birlikte yaşadıkları coğrafyayı birlikte
sahiplenmeye ikna etmemiz gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisinin iktidar
projesi bunu amaçlayan, bunu gerçekleştirmeyi projelendiren bir iktidar
anlayışıdır.
Değerli
milletvekilleri, çok güzel bir söz vardır, bir özdeyiş. Yay ne kadar
gerilirse ok o kadar ileri atılır. Ancak, o yayı gerenin
sağlam bir zemine basması lazım. Öznesi olmayan bir milletin,
öznesi olmayan bir devletin ileriye atacağı ok yok ancak kendi
ayağına sıkar. Maalesef, ülkemiz bugün bunu
yaşamaktadır. Bize göre, 21inci yüzyıl Türk yüzyılı
olacaktır, Türk asrı olacaktır ve bunu hep birlikte, birlikte
gerçekleştireceğiz. Milletimizin hiçbir ferdinden; ülkemizin,
vatanımızın bir tek çakıl taşından bile
vazgeçmeden bunu gerçekleştireceğiz inşallah. Biz, Milliyetçi
Hareket Partisi olarak, bu anlayışla bu göreve hazırız. Bu
bütçe görüşmesiyle bunu aziz milletimizin takdirine sunuyoruz.
Bu değerlendirmeler
ve hedefler doğrultusunda bu bütçeyi yeterli bulmuyoruz. Bunun için, ret
oyu vereceğiz. Tekrar ediyorum: Milletimize bir gram hizmet edene
şükranlarımızı sunuyoruz. Ancak, biz milletimizi hizmetin
en iyisine, en çoğuna layık görüyoruz.
Etini, sütünü,
buğdayını hatta samanını yurt dışından
satın alarak, binyıllık kardeşliği
tartışarak, ayrışarak, küresel projelere taşeronluk
yaparak bu topraklarda egemen ve özgür yaşamanın mümkün
olmayacağını biliyoruz. Bedelini atalarımızın
kanlarıyla ödeyerek vatan yaptığımız bu topraklarda
kıyamete kadar Türk ve Müslüman kimliğimizle ve
bağımsız devletimizle yaşayacağımıza
yürekten inanıyoruz.
İnşallah
diyorum ve her şeye rağmen, görüştüğümüz bu bütçenin
ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini dileyerek yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Şandır.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan, daha önceki oturumda söz talebimiz
vardı.
BAŞKAN Bitmedi,
aynı oturum içerisinde... 69a bakarsanız zamanı tayin etmek
bana ait. Müsaade ederseniz. Ben birleşimi kapatmadım. Onun için...
Şimdi sıra
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Ama konu tamamen dağılıyor Sayın Başkan.
Çıkıp orada bir konuda açıklama yapacağız, cevap
vereceğiz.
BAŞKAN Hayır
Bakın, şimdi, siz İç Tüzüke göre söz talep ediyorsunuz. Ben de
İç Tüzükün hükümlerine uygun olarak bu işlemi yapacağım.
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan, daha önce söz verirken böyle bir yöntem
işletmediniz.
BAŞKAN - Bakın,
sizden evvel de bir başka sataşma talebi Hükûmetten geldi, ona da
aynı muameleyi yapıyoruz. Lütfen
AHMET TÜRK (Mardin)
Taraflı davranıyorsunuz. Niye diğer gruplara verdiniz?
BAŞKAN - Keşke
sataşacak laflara sebebiyet vermesek.
Evet, şimdi
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Aydın Ağan Ayaydın. (CHP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Ayaydın.
Zannediyorum siz de
süreyi eşit paylaşıyorsunuz, süreniz otuz dakika.
CHP GRUBU ADINA AYDIN
AĞAN AYAYDIN (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2013 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şu anda sıralara
baktığımda sıralarda bir eksiklik görüyorum. Bu eksiklik
sayısal eksiklik değildir. Bu eksiklik demokrasi eksikliğidir.
Bu eksiklik aynı zamanda halkın iradesinin yüce Mecliste tescil
edilmemesinin eksikliğidir. Şu anda bu sıralarda 8 milletvekili
arkadaşımızın bulunması gerekir. 8 milletvekili eksik
olarak 2013 yılı bütçesini görüyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Mehmet Haberal denilince,
yoldan geçtiğinizde 10 kişiye sorun, Mehmet Haberal necidir?
derseniz, Mehmet Haberal, insanların hayatını kurtaran, günde
on sekiz saat böbrek nakli yapan dünyaca ünlü bir operatör, bir
cerrahtır. derler. Mustafa Balbay kimdir? derseniz, Mustafa Balbay için
de Dünyanın en dürüst, en çalışkan, en namuslu gazetecisiydi.
derler. Şimdi bunların ve bunlarla beraber, Milliyetçi Hareket
Partisinde ve Barış ve Demokrasi Partisinde bulunan diğer
milletvekillerinin de bugün burada bulunmaları gerekirdi. Burada
bulunmamaları büyük bir eksiklik, bir demokrasi eksikliğidir. Bir an
önce o milletvekili arkadaşlarımızın da aramızda
olmasını yürekten diliyorum ve Cumhuriyet Halk Partisinin 133
milletvekili başta Genel Başkanımız olmak üzere- şu
anda Silivri Cezaevine, onlara selamlarımızı, sevgilerimizi
iletiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin vatandaşlara heyecan ve umut
vermesi gerekir. Ancak, görüyoruz ki, bu bütçe görüşmelerinde
bırakınız vatandaşa heyecan ve umut vermeyi, bizler bile
heyecan duymamaktayız. Eskiden bütçe görüşmeleri yapılırken
o zaman televizyonlar yoktu, herkes transistörlü radyolarda köyünde, evinde,
bahçesinde kulaklarını radyoya verir ve bütçe görüşmelerini o
şekilde takip ederdi. Ancak, AKP sayesinde artık bütçe
görüşmeleri izlenilmez oldu, umut vermez oldu, heyecan vermez oldu; bu da
bir AKP klasiğidir.
BAŞKAN Arkadaşlar, lütfen
sükûneti muhafaza edelim, Sayın Hatibi dinleyelim lütfen.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) AKP
döneminde bütçe görüşmelerinin profili ve heyecanı her geçen yıl
düşmektedir.
BAŞKAN Sayın Ayaydın bir
dakika.
Özellikle arka sırada oturan
arkadaşlarımız, eğer konuşma ihtiyacınız
varsa, lütfen kuliste bu ihtiyacı gideriverin. Hatibi saygıyla
dinleyelim lütfen.
Buyurun Sayın
Ayaydın.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Bütçe
görüşmeleri sıradanlaştı ve anlamını yitirdi.
Sayısal çoğunluğuna güvenen AKP, yasaların Mecliste
görüşülmesini artık yalnızca bir şekil şartı
olarak görüyor. Bu nedenle, halkın da bütçeye olan ilgisi ve inancı
tamamen yok oldu, nasıl yok olmasın ki?
Bütçe görüşmelerinin başında
Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu
Hükûmete tam 13 soru sordu ama Sayın Genel
Başkanımızın sorduğu o sorulara Hükûmetten tek bir
cevap gelmedi, gelemez.
AKP iktidarı,
halkın bizlere verdiği en önemli emanet olan bütçe hakkını
dikkate almıyor. AKP Hükûmeti bu yıl da Orta Vadeli Programı
yine geç yayımlayarak kanun hükmünde kararnameyle kendi
değiştirdiği bütçe hazırlama takvimine uymamış,
hukuku, kuralları, teamülleri, kanunu hiçe saymaya devam etmektedir. 5018
sayılı Kanuna neden uymuyorsunuz? Madem uymayacaktınız bu
kanunu neden çıkardınız? Ve bu kanun hükmünde kararname
değişikliğini neden yaptınız? Siz kanunlara
uymazsanız vatandaşların kanuna uymasını nasıl
beklersiniz? Böyle bir şey olur mu?
Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına kamu kurum ve kuruluşlarını
Sayıştay denetler. 2011 yılı Genel Uygunluk Bildirimi
dışında Sayıştayın Meclise sunması zorunlu
olan Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu, Faaliyet Genel
Değerlendirme Raporu ve Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu
Meclise gelmemiştir. Gerekçesi, Sayıştay Kanununda yapılan
değişiklikmiş!
Evet, 2012 yılında
6353 sayılı Kanun ile Sayıştay Kanununda
değişiklik yapıldı ama bu değişiklik
yapılırken Sayıştay Kanunu hiçe sayıldı.
Sayıştayın görüşü alınmaksızın, tepeden inme
bir şekilde denetim işlevsizleştirildi. Üstelik bu
değişikliğin 2011 yılı için düzenlenecek olan
raporlarla da ilgisi bulunmamaktadır.
Kendisi hukuki olmayan
bir değişiklik bahane edilerek 2011 yılı kesin
hesabını görüşmek meşru ve doğru bir
davranış değildir.
Kurumların 2011
faaliyetlerini, giderlerini, ödeneklerin ne kadarını nasıl ve nerede
kullandıklarını bilmeden, hangi hesapları neye göre
oyluyorsunuz? Bunu anlamak mümkün değildir.
Daha da vahimi ise,
komisyon aşamasında bizlerin, kurul aşamasında da
başta Genel Başkanımız Sayın
Kılıçdaroğlunun, tüm muhalefetin bu konuda dile getirdiği
onca tespit ve eleştirilerine Hükûmet tarafından ne yazık ki tek
bir yanıt verilememiştir. Dönemin AKP Kayseri Milletvekili ve şu
anki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Sadık
Yakut bakınız ne diyor; tarih 4 Aralık 2001: Yasama
organı, yürütme organının mali işlemlerini
bağımsız, tarafsız ve uzman bir kuruluş olan
Sayıştay eliyle denetlemektedir. Devlet harcamalarını
Sayıştay denetiminden kaçırmayı amaçlayan düzenleme ve
uygulamalardan kaçınılması gerektiği
inancındayız. Kim diyor bunu? AKPnin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkan Vekili Sadık Yakut. Sadık Yakut Beyi kutluyorum. Onun bu
söylediklerinin hepsinin altına imzamı atarım ve şu anda da
biz muhalefetin talepleri de bu sözlerin yerine gelmesidir.
Yine, 6085
sayılı Sayıştay Kanununu teklif olarak 1 Şubat 2010
tarihinde Meclise sunan AKP grup başkan vekilleri Sayın Nurettin
Canikli, Sayın Mustafa Elitaş, Sayın Ayşe Nur
Bahçekapılı ve şu anki Başbakan Yardımcısı
Sayın Bekir Bozdağ ve Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Suat
Kılıç bakınız teklif gerekçelerinde ne diyor:
Sayıştayın asli görevlerinden olan, adına denetim
yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisine rapor verme, gereği
gibi yerine getirilememektedir. Teklif ile Sayıştay
hazırladığı raporları zamanında ve belli bir
prosedür dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna sunabilecektir.
Doğru söylemişler, biz de bunu istiyoruz.
Peki, kanunu
değiştirdiniz, bu raporların Türkiye Büyük Millet Meclisine
gelmesini sağladınız mı? Asla, çünkü AKPnin
söyledikleriyle yaptıkları birbirinden farklıdır.
AKP Grup Başkan
Vekili ve bakanların tüm bu ifadelerine aynen katılıyorum,
kendilerini de kutluyorum, ancak bu sözlerine de sahip çıkarak
Sayıştay raporlarının peşine düşmeye de davet
ediyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; burada söz konusu ettiğimiz husus, bizim
veya sizin paralarınızla ilgili değildir, halkın
paralarının nasıl kullanıldığıdır. Tüm
bu çabalarımız, AKPnin kendi parasını değil, dilinden
hiç eksik etmediği, tüyü bitmemiş yetimin ve halkın
parasının nereye harcandığının ortaya
çıkması içindir. Lafa gelince halk diyeceksiniz, ama halkın
parasının nereye harcandığını sorunca da bunun
hesabını vermeyeceksiniz, hem de hesabı soran muhalefet
partilerine kızacaksınız. Bu ne biçim anlayıştır
Allah aşkına? Unutmayalım ki bu yetkiler de, bu paralar da
bizlere halkımızın verdiği kutsal emanetlerdir, bu emaneti
doğru ve dürüst kullanmak iktidar olarak sizin, nasıl
kullanıldığını denetlemek de muhalefet olarak bizim
boynumuzun borcudur.
Gelelim bütçenin içerik
ve esaslarına. 2013 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Orta
Vadeli Program baz alınarak hazırlanmıştır. Evet, bu
program Hükûmetin bir yol haritasıdır, ancak korkarım ki Hükûmet
önünü pek görememektedir.
Bütçe görüşmeleri
sürecinde AKP temsilcileri ekonomideki sözde başarıyı
anlatırken, ekonomide hedef ve öngörülerin tuttuğunu söylediler.
Şimdi size, sadece kağıt üzerinde kalan, sözde gerçekçi ve sözde
isabetli hedeflere bir-iki örnek vermek istiyorum: Yüzde 4 olarak öngörülen
2012 büyümesi, yüzde 3,2 olarak revize edildi, üstelik bu oranın
yakalanması bile zor. Bu mudur tutulan hedef?
21 milyar olarak
öngörülen 2012 yılı bütçe açığının 33,5 milyar
Türk lirası olacağını Sayın Bakan bizzat kendisi
açıkladı. Bu, yüzde 50den de büyük bir sapmayı göstermektedir.
Yoksa, Tuttu. dediğiniz hedef bu sapmayla, bu mudur?
Yüzde 5,2 olarak
öngörülen 2012 TÜFE, yüzde 7,4 olarak revize edildi, bunun da
tutmayacağı daha şimdiden belli. Bu ne biçim hedef, bu ne biçim
öngörü?
On yıldır
ülkeyi tek başına idare eden bir ekonomi yönetiminin önünü daha iyi
görmesi gerekmez mi? Bütçe Orta Vadeli Programa göre
hazırlandığına göre, neden Orta Vadeli Programı geç
yapıyorsunuz? Madem geç yaptınız, bari gerçekçi yapın.
Gelelim yönetilemeyen
ekonomimize. 2012 yılı Türkiye ekonomisi için pek iyi geçmemekte, Hükûmet
tarafından çizilen o pembe tablolar yerini ülkenin acı gerçeklerine
bırakmaktadır. AKP tarafından dikkate alınmayan tespit ve
uyarılarımız maalesef bir bir gerçekleşmiş, ülke
ekonomisi yine bocalamaya başlamıştır.
Esnaf kan
ağlıyor, siftahsız kepenk kapatıyor. Sanayici
şaşkın ve karamsar, tüccar perişan, memur ve işçi ay
başını zor getiriyor. Kredi kartı borcunu ödemek için
tefecinin POS makinesini neredeyse yasal hâle getirdi. Emekliler perişan,
hâlleri içler acısı. Çiftçi artık yok. Ürettikleri ürünü
satarken eline geçen para, aldığı mazotun ÖTVsini bile
karşılayamıyor. AKP iktidarı milyonlarca dolar
değerindeki yat ve teknelere ÖTVsiz mazot verirken, sıkıntı
içinde kıvranan bu çiftçinin traktörüne neden ÖTVsiz mazot vermez? Bunu
anlamak mümkün değil.
Hayvancılıkla
uğraşanlar sizlere ömür. Yıllarca hayvan ihracatı yapan
ülkemiz, önce et, sonra da canlı hayvan ithal etmeye başladı.
Anlayacağınız, Türkiyede tarım ve hayvancılık öldü.
Serbest meslek
sahiplerinin durumu nasıl? derseniz, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Borç
batağındaki vatandaş icralık olmuş. Bu nedenle icra
dairelerinin sayısı ha bire artıyor. Ekonomi iyiyse, on
yılda neden 7 kez mali af çıkardınız? Bunun
cevabını veriniz. Hâlinden memnun olan var mı? Olmaz olur mu,
elbette var. Daha üç beş yıl öncesine kadar ismi cismi olmayan, vergi
rekortmenleri listesinde asla isimleri geçmeyen, belki de vergi mükellefi bile
olmayan ancak AKP iktidarında birden öne çıkan yeni ultra zenginler
elbette hayatından memnun, hem de çok memnundurlar.
Peki, AKPnin on
yıllık iktidarında hiç mi olumlu bir uygulama yok? Yok. desem
haksızlık etmiş olurum. Elbette vardır. Mesela,
yıllardır dünya kadar para ödediğimiz ilaçları artık
çok daha ucuza alabiliyoruz, bu bir gerçek. Ana muhalefet partisi olarak
Hükûmete ön yargılı değiliz. İyi yaptığına
iyi, kötü yaptığına kötü diyecek kadar da objektif
değerlendirmesini biliyoruz. Ancak iktidar ve iktidarın arka bahçesi
hâline gelen medya, zaten AKP iktidarının 1
yaptığını kamuoyuna 100 olarak yansıtıyor,
yanlışları ise hiç görmüyor. Muhalefet olarak bizler de hiç
olmazsa, Hükûmetin gündeme getirilemeyen yanlışlarını,
eksikliklerini ve ülke ekonomisinin gerçek fotoğrafını bütçe
görüşmeleri vasıtası ile kamuoyuna açıklayıp kayda
geçirmek istiyoruz.
Türkiye ekonomisi
2012nin 3üncü çeyreğinde sadece yüzde 1,6 oranında büyüdü. Geçen
yıl yüzde 8,2ydi, yıl sonu yüzde 3leri bulsak sevineceğiz.
Sağlıksız ve sürdürülemeyecek olan büyüme de, bu yılki
düşük büyüme de bizim açımızdan sürpriz
olmamıştır.
Peki, bu zigzaglı
tablonun sebebi nedir? Defalarca söyledik, ikaz ettik. Tabii ki
yanlış büyüme modelinde ısrar edilmesidir. Yüksek büyümenin
bileşenlerine bakıldığında Türkiye ekonomisi söylemde
ihracat merkezi, eylemde ise yüksek iç talebe dayalı konut ve hizmetler
sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşan
bir büyüme modelini uygulamaktadır.
Şimdi, Sayın
Canikli konuşurken Sayın Genel Başkanımızın neden
1946-2002 yılındaki büyüme hedefini, gerçekleşen büyümeyi eksik söylediğini
yani 5,2 dediğini... Sayın Canikliye göre bu 5,2 değil, 5,12
olacakmış yani bindelerle bir sapma. Şimdi, ben merak ediyorum.
Bizim aldığımız göstergeler devletin resmî
kaynaklarından, Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma
Bakanlığının Ekonomik ve Sosyal Göstergeler
kitabından alıyoruz. Şimdi, Sayın Genel
Başkanımız 5,2 diye 5,12yi yuvarladı. Sayın Canikli
de Yüzde 5,12. dedi. Ben oturdum, hesabını yaptım; bu
kitaptan, devletin kaynaklarından hesabını yaptım: 5,19.
Demek ki sayılar arasında bir fark vardır, Sayın Canikli
sayılarla biraz daha fazla oynamayı herhâlde seviyor.
Şimdi, Sayın
Canikli neden 1946-2002 yılına takıldı? Sayın
Kılıçdaroğlunun 1946-2002yi niye
hesapladığını sordu. Söyleyeyim, cevap vereyim: Genel
Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu büyüme
ortalaması hesabında 1946yı şu amaçla kullandı:
Sayın
Canikli büyümeden bahsetti. Büyümeden bahsederken birtakım ülkeler
birbirleriyle kıyaslanır. Kıyaslanırken de aynı
kategoride olan ülkelerin rakamları kıyaslanır. Şimdi,
geçen yıl AKP ne diyordu: Dünyada en çok büyüyen ülkelerin 1incisi Çin,
2ncisi Türkiye. Doğru, geçen yıl Türkiye ile Çin yüzde 8
dolayında -yüzde 8 değil, yüzde 7 küsur- büyüme yaptı. Çin bu
yıl da yüzde 8. Peki, Türkiye'nin büyümesi bu yıl ne kadar? Büyümede
önemli olan, bir yıllık büyüme değildir. Eğer büyüme
sürdürülebilirse, her yıl aynı büyümeyi gerçekleştirebiliyorsanız
o ekonomi sağlıklıdır. Bir yıl yüzde 8, öbür yıl
yüzde 2, öbür yıl yüzde 4 olan büyüme sağlıklı bir büyüme
değil, hormonlu bir büyümedir, hormonlu büyüme. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Canikli,
yolsuzlukla ilgili Pricewaterhouseun
bir raporundan bahsetti ve Türkiyenin o araştırmaya göre
3üncü sırada olduğunu, çok başarılı olduğunu,
yapılan araştırmalara göre yolsuzlukta artık Türkiyenin
iyi bir noktada olduğunu söyledi. Ancak, Sayın Caniklinin o
raporun bir özetine bakması
lazım, o rapor nasıl hazırlanmış. O rapor sadece
incelenmiş olan yolsuzluk raporlarını kapsıyor. Türkiyede
yolsuzluklar inceleniyor mu ki, medya yolsuzlukları gündeme getiriyor mu,
yolsuzlukları içeren raporlar Meclisin gündemine geliyor mu ki? Onlar
incelediğinde görülecektir ki, o yolsuzluk raporları, o
sıralaması o şekilde olmayacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ekonomiye oldukça önemli göstergelerle cevap
vermek istiyorum ama Sayın Canikli söylediği için bir konuyu daha
açıklamak istiyorum.
Sayın Canikli,
büyümenin raporu olarak, Türkiyede gösterge olarak buzdolabı
sayısını, çamaşır makinesi sayısını ve
bulaşık makinesi sayısını veriyor. Dünyanın hangi
gelişmiş ülkesinde bu tür istatistikler konuşulur? Bunların
konuşulması
Ancak geri kalmış olan ülkelerde bu tür
sayısal istatistikler verilir, gelişmiş hiçbir ülkede
buzdolabı sayısı, çamaşır makinesi sayısı
verilmez. Çünkü bunların büyümede hiçbir anlamı yoktur. Eğer
anlamı olsaydı o zaman şu denirdi: Türkiyenin bu kadar topu
var, bu kadar silahı var, bu kadar tüfeği var, o zaman Türkiye çok
büyümüştür. Dolayısıyla, büyümenin göstergeleri vardır,
makroekonomik göstergeler vardır, o makroekonomik göstergelerle
konuşacaksanız.
İnsanların
halka verecekleri bir şey yoksa konuşmasını sadece rakamla
ve grafiklerle süslemeye çalışır, Sayın Canikli de öyle yaptı.
Biz ise rakamlara sarılmadan, gerçekleri halkımızla
paylaştık. AKP iktidarı rekor cari açığa dayalı
yüksek büyümeyi de, yumuşak iniş gerçekleşti diye düşük
büyümeyi de alkışlamamızı bekliyor. Ama bilinmelidir ki bir
kez, bazılarını çoğu kez, kendinizi ise hep
kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız,
hele bizleri asla ve asla kandıramazsınız. Takke
düşmüş, kel görünmüştür. Maalesef bugün, Türkiye ekonomisi tam
anlamıyla bir açmaza sürüklenmiştir. Ya rekor cari açık ya
düşük büyüme. Düşük tasarruf, yüksek cari açıkla
sakatlanmış bir ekonomi olduk.
2002 yılında
millî gelirin yüzde 18i olan, bu ülkenin kalkınması için hayati önem
arz eden tasarruf düzeyi, son on yılda, bırakın artmayı,
resmen eriyerek yüzde 12lere indi. Bu tasarruf düzeyiyle nereye gidilebilir?
Ne kadar gidilebilir? Gidilemediği için de ülkemiz cari açığa ne
yazık ki mahkûm kalmıştır. Cari açık düşüyor ama
cari açığın finansman kalitesi de düşüyor. Bugün, cari
açık, artan bir şekilde sıcak parayla finanse edilmektedir. Ülkeye
yani yatırıma, istihdama değil, faize ve ranta giden sermayenin
Türkiyedeki tatlı getiriden yararlanması artık bir
geleneğe dönüştü. AKP döneminde asıl büyüyen,
vatandaşlarımızın geliri değil, sıcak para
sahiplerinin geliridir.
İhracatımız
büyümekte ancak ithalatımız da artmaktadır, daha da
artmaktadır. Evet, ihracatın artışı ne kadar iyiyse
ithalatta da 250 milyar dolar düzeyine çıkması o kadar can
sıkıcıdır. İhracat da ithale bağımlı
üstelik.
Sağlıklı
ve kalıcı büyüme için, en kısa sürede büyüme modeli
değiştirilmelidir. Türkiye ekonomisinin sorunu, bu büyüme modelinde
hızlı ve yavaş gitmek değildir, sağlıklı bir
büyüme modeline geçmektir. Son dönemde popüler olan gaz-fren jargonuyla ifade
etmek gerekirse, gidilen yol yanlışsa ister gaza basın ister
frene, hızınızın önemi, anlamı yoktur. Arabanın
hakkı verilemediği için, yani ülkenin potansiyeli iyi
kullanılamadığı için, yönetilemediği içindir ki
işsizlik, AKP döneminde halkımızın bir nevi kaderi hâline
gelmiştir.
Ülkemizde 1980-1989
arası dönemde işsizlik oranı yüzde 8,3. Koalisyon hükûmetleri
dönemi, dolayısıyla siyasal iktidarın tam olarak
sağlanamadığı -hani kayıp on yıl olarak
adlandırılan- 1990-1999 arası dönemde Türkiyedeki işsizlik
oranı yüzde 8,2. On yıllık AKP döneminde işsizlik önce 14,8e
çıktı, ortalaması ise 10,6dır. Evet, söylemlerine
bakıldığında, işsizliğe karşı büyük
başarı elde ettiği sanılabilecek AKPnin performansı
budur. Başarı bunun neresinde Allah aşkına?
Küresel kriz tüm ülkeleri
etkiledi, doğrudur. Ancak, Türkiyede yanlış politika tercihleri
sonucunda işsizlik sorunu derin ve kronik hâle geldi. İşsizler
iş bulamaz, hakkını alamaz oldular. İşsizlik
Sigortası Fonu geldiğimiz nokta itibarıyla vatandaşın
değil, AKP Hükûmetinin emrine girmiş, kamu harcamalarına tahsis
edilen bir fon hâline gelmiş, hazinenin bir borçlanma kaynağı
olmuştur. İşsizlik Sigortası Fonunun toplam
varlığı, kasım sonu itibarıyla 60 milyar lirayı
bulmuştur. Peki, işsize nasip olmayan bu para nerede? Devlet
tahvillerinde. Yani emekçiden kesilen bu paralar işsiz kalınca ona
ödenmediği gibi kamu harcamalarına aktarılmış, bugün
itibarıyla da devletin finansman kaynağı hâline gelmiştir.
İssizlik Sigortası Fonunu emekçiler değil, hazine
kullanıyor. Bir nevi zorunlu borçlanma. Yani emekçi vatandaş, devlete
mecburen borç veriyor. Peki, on yıldır sağlanamayan kamu
dengesinin faturası kime çıkmaktadır? Tabii ki vatandaşa.
AKP sayesinde ısınmak bile lüks bir hâle geldi.
Vatandaş Edisona sitem eder duruma geldi. Edisonun malum ampulü
artık zammın sembolü olmuştur. 2013 yılı da
vatandaşlar açısından zamlı ve vergi artışlı
zor bir yıl olacaktır. Zira, bu büyümeyle öngörülen gelirlere
ulaşmanın tek yolu vergi artışı ve zamlar olacaktır.
Vatandaşlarımıza buradan bir daha sesleniyorum: AKPde durmak
yok, zamlara devam.
Sağlıksız, adaletsiz, vergilere dayanan,
sürdürülemez gelir sistemimizin sebebi bellidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ayaydın, size iki dakika ek süre
veriyorum.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) İki süreyi de ben kullanacağım.
BAŞKAN Öyle mi?
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) Evet.
BAŞKAN - Öyle kullanacaksanız mesele yok.
O zaman beş dakika süreniz.
Buyurun.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) 2002 yılında
Türkiyede gelir üzerinden alınan vergilerin vergi gelirleri içerisindeki
payı yaklaşık yüzde 33tür. AKP döneminde ise bu pay
gerilemiş, yüzde 30a düşmüştür. Gelir vergilerinin payı,
bırakın artmayı, azalmıştır bile. Hükûmet
işin kolayı bulmuş, dayanmış ÖTV ve KDV gibi
dolaylı vergilere. Dolaylı vergilerin oranı yüzde 67ye
ulaştı.
BAŞKAN Sayın Ayaydın, sürenin
tamamının kullanılmasında muvafakat yok. O zaman sürenizi
iki dakikayla sınırlayacağım.
AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) Benzin istasyonları ile
sigara ve içki satıcıları vergi daireleri gibi
çalışmaya başladı.
AB ülkelerinde ortalama yüzde 13 olan gelir ve kurumlar vergisi
toplamının millî gelire oranı ülkemizde yüzde 6 bile değil.
Böyle bir tabloda kayıt dışıyla mücadelede sonuç
alındığını söylemek ne kadar doğru.
Son on yılda yaklaşık 500 milyar Türk lirası
borç faizi ödenmiştir. İşçinin, memurun, esnafın
ödediği vergiler yabancı sermayeye borç faizi olarak altın
tepside sunuluyor.
AKP iktidarında borç stoku önceki seksen yıldan daha
fazladır. 2002 sonunda 257 milyar olan borç stoku, bugün 550 milyara
ulaşmıştır. Yiğidin kamçısı olan borç, AKP döneminde
yiğidin kemendi hâline geldi, resmen boynuna dolandı. Eminim ki
yiğit bile bu kadarını tahmin edemezdi. Vatandaşın
boynuna geçirilen borç kemendi, onun çocuklarının, hatta
torunlarının geleceğini şimdiden bağlamıştır.
AKP bütçeyi bakın
nereye harcıyor; yatırıma değil, cari harcamalara yani
devletin israfına, verimsizliğine ve borç faizlerine.
Geçenlerde
uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye'nin kredi
notunu artırdı. Değerlendirme kuruluşları Türkiye'yle
ilgili endişelerini dile getirince tepki gösteren, bunları ciddiye
almayan AKP bu son değişiklikle fazlaca sahiplendi. Tabii ki bu not
artırımı yetersiz ancak önemli bir gelişmedir ve bizleri de
mutlu etmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir konu vardır.
Zira not artırımı, küresel kriz nedeniyle dünya genelinde bol
tutulduğu bu konjonktürde ülkemizde sıcak para girişinin daha da
artmasına yol açacaktır. Bu, şu anda sahip olduğumuz riskin
büyümesi demektir.
Peki ekonomide tablo bu
da bu övündüğü
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Evet
Sayın Ayaydın
AYDIN AĞAN AYAYDIN
(Devamla) Ben arkadaşımdan rica ediyorum, onun iki buçuk
dakikasını da kullanıyorum. Grubum da bu konuda onay veriyor.
BAŞKAN Peki, o
zaman kalan süreyi de Sayın Ayaydın kullanıyor.
AYDIN AĞAN AYAYDIN
(Devamla) AKP iktidarının çok övündüğü sağlıkta OECD
sonuncusuyuz. Gerek kişi başına düşen harcamada gerekse
millî gelir içerisinde toplam sağlık harcamalarının en az
olduğu OECD ülkesi Türkiye'dir. Galiba sağlık alanında
dönüşen, değişen tek şey muayene parası, reçete
parası gibi araçlarla her geçen gün vatandaşın külfetinin
artması ve sağlık çalışanlarının
mesleğe yabancılaştırılmasıdır.
Eğitimde farklı
değil durum. Eğitim harcamalarının millî gelire oranı
açısından OECD ortalamasının altındayız yani
sonuncuyuz. Eğitim yazboz tahtasına çevrildi. 4+4+4 ile tüm aileleri
dert+dert+dert ile yaşamaya mahkûm ettiniz. ÖSYMdeki şifreli
sınavlar hafızamızdaki yerini koruyor. İki yıl önce,
çoğunluğu yoksul aile çocuğu olanlar, artık
çocuklarını okutamaz hâle geldiler. Oysa İslam dininin en hassas
olduğu husus kul hakkıdır. Kul hakkı yiyen Allahın
karşısına çıkamaz. Şimdi soruyorum: 1,5 milyon gencin
yenilen kul hakkının hesabını kim verecek, bu gençlerin
ailelerinden helallik nasıl alınacak? Bunu yapanlar değil
cennette, cehennemde bile yer bulamazlar. Zira, Hazreti Peygamberin
dediği gibi: Gökler ve yer adalet ile ayakta.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu bütçe ile ne işçiye bir şey var ne emekliye ne
memura ne tüccara ne sanayiciye ne çiftçiye ne hayvan üreticisine, hiçbir
şey yok. Bu bütçe sadece ve sadece ranta yelken tutuyor.
Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi olarak
biz bu bütçeye olumlu oy kullanamayacağız.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Ayaydın.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Sayın Başkanım
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Canikli, size sataşmadı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
İzin verin Sayın Başkan.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sataşmadı, cevap verdi, Sayın Canikli.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Söylediğim şeyleri farklı anlamlarda zikretti, doğrudan
ismimden bahsederek.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Canikli, söylediklerinize cevap verdi.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun)
Benim hiç düşünmediğim, niyetlenmediğim şekilde
yorumladı. Sayın Başkanım, o yüzden söz istiyorum.
BAŞKAN Şimdi Sayın
Güneşi de dinleyelim, birleşim kapanmadan bu sataşmaları
değerlendireceğim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Efendim, sataşmadı.
BAŞKAN - Müsaade ederseniz,
konuşmanın bütünlüğü bozulmasın, lütfen rica edeceğim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) - Sayın Canikli, sizin söylediklerinize cevap verdi.
BAŞKAN Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Hurşit
Güneş.
Sayın Güneş, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Güneş, süreniz otuz dakika,
maalesef ek süreniz de yok; takdirlerinize sunarım.
CHP GRUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ
(Kocaeli) Can sağlığı olsun.
BAŞKAN - Sağ olun.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2013 yılı
bütçesine, bütçe tasarısına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli arkadaşlar, ekonomi bir
arabaya benzer. Tıpkı bir araba gibi ekonominin de hızlı
gitmesini isteriz. Ama hızlı gitmesi yetmez, biz aynı zamanda
arabanın güvenli olmasını isteriz. Güvenli olması da bir
arabanın kaza yapmaması demek, arıza yapmaması demek,
aynı zamanda yolcuları da yormaması demektir; konforlu olacak.
Şimdi,
geçtiğimiz yıl, biliyorsunuz, bir tartışma oldu: Acaba gaza
mı bassak, frene mi bassak, bu ekonomiyi nasıl yönetsek diye.
Değerli arkadaşlar, ekonomide amaç nettir, mümkün olabildiğince
gaza basacaksınız, frene basma ihtiyacı doğmayacak ama kaza
yapmayacaksınız, araba da arıza yapmayacak.
Şimdi, ben, 2012
yılında da bu kürsüde, gelmişim, bütçeyle ilgili ne
demişim, gittim, zabıtlara baktım. Zabıtlarda gördüğüm
manzara şu oldu: 10 Aralık tarihinde demişim ki: Bu büyüme
yüzde 4 olmaz. Hayaldir. 21 milyar TL bütçe açığı hayaldir,
enflasyon yüzde 5 olmaz. Zabıtlar ortada, gidip bakabilirsiniz. Ama
görünen şu ki: Hem araba yavaşlamaya başlamış hem de
arızalar artmaya başlamış.
Şimdi, 2012
yılını, önce, değerlendirmek istiyorum. 2013 bütçesine
gelmeden önce 2012 bütçesine bir bakmamız lazım. Ne oldu, ekonomi
nereye gitti, ne elde ettik? Birinci durum şu: Büyüme yavaşladı.
Büyümede bu yıl Hükûmetin tahmini yüzde 3 ve diyorlar ki: Evet, büyüme
düştü ama dünya ekonomisi daralıyor, ne yapalım. Ben size
söyleyeyim: Dünya ekonomisinin bu yılki büyüme beklentisi 3,3 yani
Türkiyeden yüksek. Onu bilelim birincisi.
Şimdi, Sayın
Babacan burada, kendisini yakın tanıyorum, takdir de ederim. Gelsin,
bu kürsüde bana cevabında desin ki: Altın hesabını
çıkardığımız zaman bu yıl Türkiyenin büyümesi,
tahmin ediyorum, şu rakam olacak. Yüzde
Şimdi, geçen
yıl bu kürsü inliyordu, diyordunuz ki: İki yıldır biz çok
yüksek büyüme elde ettik. Yüzde 8,5tu geçen yıl. Şimdi
ağzınızı bıçak açmıyor, hiç bu yılki
büyümeden bahsetmiyorsunuz, dut yemiş bülbül gibisiniz. Nerede o yüksek
büyüme? Geçen yıl, Sürdüremezsiniz. dedik, sürdüremediniz.
Gelelim 2nci konuya,
dış açık: Geçen yıl dünyanın en büyük dış
açığını, millî gelir itibarıyla Türkiye vermişti.
Bu yıl durum ne? Bu yıl da çok farklı değil. Geçen yıl
millî gelirin yüzde 10uydu, bu yıl da millî gelirin yüzde 7si, 55 milyar
dolar civarında olacak ama bir şey var altın dâhil.
Altını çıkarırsanız, o millî gelirin yüzde 8,5u eder,
yani bu, İrana yaptığımız, konjonktürel bir durum
olan, onu çıkarırsanız.
Değerli
arkadaşlar, bu Hükûmetin mensupları sıklıkla geliyorlar,
sadece bu kürsüde değil, televizyonlarda, her yerde İhracatta
patlama yaptık
2002 yılında ihracatın millî gelire
oranı yüzde 16ydı, bu yıl altın dâhil yüzde 18. Öyle
olağanüstü bir artış yok, bir efsane ama bu efsanenin mutlaka
yıkılması, kırılması gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, gelelim bütçeye: 2012 bütçesi nasıl bir bütçe? Geçen
yıl söyledik, dedik ki: 21 milyar TL açığı unutun, hayal.
Ne oldu? geçen yıl 17,8 milyar TLydi, 2011; bu yıl 33,5 milyar TL
olması bekleniyor. Şimdi, 2012 yılıyla övünülecek bir taraf
var mı değerli arkadaşlar? Yok.
Şimdi, söylüyoruz,
diyoruz ki: Yeni bir mimariye ihtiyacınız var. Bu 2011 model bir
modeldir, bir ekonomik modeldir, bu arabayı değiştireceksiniz,
başka bir arabaya bineceksiniz; daha hızlı giden, arıza
yapmayan, bir durup bir kalkmayan bir arabaya ihtiyacınız var.
diyoruz. Diyorsunuz ki: Bize bir öneride bulunun. Biz de bulunuyoruz, diyoruz
ki: Yeni bir modele ihtiyacınız var. Bunun için de iradeye, siyasi
iradeye ihtiyaç var. Peki, böyle bir iradeniz var mı? Artık onu size
bırakıyorum, varsa yeni bir modeli dizayn edin, Türkiye için kurun
çünkü bu model artık yürümüyor.
Şimdi, ben
Başbakana bir soru sormak istiyorum müsaade ederseniz. Sayın
Başbakan yahut da onu temsilen Başbakan Yardımcısı
Sayın Babacan yanıtlasın. 2012 yılında, 3 tane OECD
ülkesi soracağım. Bunlardan bir tanesi, OECD ülkeleri içinde en
yüksek dış açık, bu ülke hangisi acaba?
Bir başka ülke daha
soracağım, o da en yüksek genç işsizliği olan OECD ülkesi,
acaba hangi ülke o? 2nci ülkemiz o.
3üncü ülkemiz de OECD ülkeleri
içinde 2012 yılında en hızlı yavaşlayan, birdenbire
yavaşlayan ülke hangisi? Bu 3 ülke hangisi acaba? Birazdan Sayın
Babacan bu konuyu gelip bize açıklar.
Şimdi, efendim,
bendeniz Kandıralıyım. Bizim Kandırada misafirliğe
gittiğiniz zaman yemek güzel olmazsa ev sahibi der ki: Ya, kusura
bakmayın, yemek sasık oldu. Bu bir Kandıra tabiridir,
başka yerlerde var mı, bilmiyorum. Yani tadı tuzu yoksa
yemeğin, lezzeti yoksa Yemek sasık oldu, kusura bakmayın.
derler.
Şimdi, 2013
bütçesine bakıyorum: Bütçe açığı daralıyor mu Orta
Vadeli Programda? Yok. Büyümede ciddi bir yükseliş var mı? Yok. Cari
açık düşüyor mu? E, onda da bir şey yok. E, işsizlik
düşüyor mu? Hayır, aynı kalıyor. E, kusura bakmayın,
2013 bütçesi sasık bir bütçe oldu, tadı tuzu yok. Kusura
bakmayın. Bununla yetineceksiniz. diyor Hükûmet.
Şimdi, efendim, bu
sasık bir bütçe fakat bu kürsüye gelen bütün Hükûmet yetkilileri geliyor,
bir karnedir tutturuyor: Çok oy aldık. diyor, Yüzde 50 oy aldık.
diyor, Bu yetmez mi? diyor. Şimdi, efendim, çok oy aldınız,
doğru, biz bunu inkâr etmiyoruz da, siz bunu hak ettiniz mi, biz onu
tartışıyoruz. Bizim de muhalefet olarak görevimiz,
sorumluluğumuz bunu hak etmediğinizi topluma, halka anlatabilmek.
Şimdi, bakın,
bazı efsaneler yarattınız put gibi. Bunlara da halkı
inandırmaya çalışıyorsunuz, tıpkı Cahiliye
Döneminin putları gibi, Biz inanıyoruz, siz de inanın.
diyorsunuz. Ama bu putları artık yıkma zamanı geldi. (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, önce müsaade ederseniz
çiftçiden başlayacağım: Herkes söylüyor Üre Türkiyede
pahalı. diye. Hindistanda 24 kuruş, Türkiyede 1,5 lira ürenin
kilosu. Mazot Hindistanda 1 lira 30 kuruş, Türkiyede 4 lira 50
kuruş. Yine birçok konuşmacı söyledi, biliyorsunuz, mazot sizin
iktidarınız döneminde 4,4 kat arttı, gübre 6,3 kat arttı,
buğday ise 2,5 kat arttı ama diyebilirsiniz ki: Hayır,
canım, biz destekleme veriyoruz. E, destekleme de 4,1 kat arttı.
Şimdi, köylünün durumu şu: Ya tarlasını ekemiyor -herkes
veriyor ve ekilen tarlalar azaldı dönüm olarak diye- ya borçlanıyor
-e, onları da bankalardan biliyorsunuz- ya borcunu ödeyemiyor ya
tarlasını satıyor, çekip gidiyor şehre, köylünün durumu
bu. Siz, Türkiyeye iyi bir şey yaptınız. Hani hiç iyi bir
şey yapmadık mı? demiyor musunuz? Yaptınız. 2006
yılında 5488 sayılı bir yasayı
çıkarttınız. Sizi kutluyoruz, çok hayırlı bir iş
yaptınız. Ona, bir 21inci madde koydunuz, Tarım Kanunu. Millî
gelirin yüzde 1inden aşağı destekleme vermeyeceğiz.
dediniz, bravo, tebrik ederiz. Fakat sadece kanunu
çıkarttığınızdan bu yana yani 2006dan bu yana, o
yıl geçerli değil, 2007den alalım. 2007den bu yana, o
çıkarttığınız kanunun 21inci maddesine
uymadınız, köylüye millî gelirin yüzde 1i kadar desteği
vermediniz, 36,4 milyar TLyi gasbettiniz, gasbettiniz, vermediniz. (CHP
sıralarından alkışlar) 2002den bu yana da 41 milyar
TLsini gasbettiniz köylünün. Şimdi ama bir abidik gubidikler
yapıyorsunuz bütçede, diyorsunuz ki: Yüzde 1 ediyor. Nasıl ediyor?
DSİ yatırımlarını koyuyorsunuz oraya, arazi
toplulaştırma harcamalarını koyuyorsunuz, Yüzde 1 tuttu.
diyorsunuz. Tutmuyor, yalan, doğru değil. Türk köylüsünü
aldatıyorsunuz. Türk köylüsünün geldiği durum şu bakın.
Bakın, bir zamanlar
bir film vardı 70li yıllarda bilir misiniz Kibar Feyzo diye? Bir
Kibar Feyzo vardı. Film, Şener Şenle rahmetli Kemal
Sunalın filmi. Orada bir gariban Kibar Feyzo vardı, bir de Maho
Ağa vardı. Köylünün hakkını gasbediyordu.
Bakınız, sizin gasplarınızı buraya renge döktüm.
Burada kırmızı renkte gördüğünüz ve yeşil renklerde
gördüğünüz, Türk köylüsünden gasbettiğiniz ve kendi koyduğunuz
yasadan gasbettiğiniz paralar. Yazık değil mi Türk köylüsüne?
Yazık.
Şimdi konuya devam
edeceğim, bakınız diyorsunuz ki: Bizim karnemiz yüzde
Değerli
arkadaşlar, ezilen sadece köylü değil, ezilenler içinde ücretliler de
var. Şimdi, Başbakan çıktı buraya dedi ki
açılış konuşmasında: Değerli arkadaşlar,
asgari ücrete ben iktidara geldiğimden beri yüzde 301 zam yaptım.
Doğru mu? Doğru. SSKda emekliye de yüzde 245 yaptım. dedi.
Doğru, helal olsun. Memur ücretine de yüzde 188 zam yaptım. dedi. O
da doğru, helal olsun, teşekkür ederiz. Ama Sayın
Kılıçdaroğlu -Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı- o
da bütçenin açılışında bir başka şey söyledi,
dedi ki: Siz, ücretliye neden refahtan pay vermiyorsunuz? Şimdi, siz
söylüyorsunuz, Millî gelir yüzde 300 artmış. diyorsunuz. Tabii
dolar bazında diyorsunuz ama nominal olarak da arttı. Niye bir nominal
millî gelirden bu söylediklerinize pay vermiyorsunuz? Bunu
açıklayamıyorsunuz. Demek ki göreli olarak, siz, memurları,
işçileri, emeklileri eziyorsunuz. Bu da ikinci konu. Şimdi bu ikinci
puttan sonra geliyoruz üçüncü puta.
Üçüncü put şu: Sayın
Kılıçdaroğlu geldi, açılış konuşmasında
dedi ki: Krizden önce Türkiyenin işsizliği yüzde 6,5tu. Doğru.
Şimdi ise çok daha yüksek, o döneme gelemediniz. dedi. Doğru. Ben
şimdi bir oran daha söyleyeyim: 2003 yılında işsizlik yüzde
10,5tu, şimdi 9,1. Çok mu düştü? Eh, bir miktar düştü ama
kışa artacak yani pek bir mesafe yok zannedilebilir. İktidara
geldiğinizde 2,5 milyon işsiz vardı, bugün de 2,5 milyon
işsiz var. Ama bir veriyi daha vereceğim, o put da kırılmalı.
Siz iktidara geldiğinizde 946 bin kişi iş aramıyordu çünkü
İş bulamam. diyordu, Ama iş bulsam
çalışırım. diyordu. Şimdi İş bulsam
çalışırım. diyen, Ama iş aramıyorum çünkü
bulamam. diyen insan
sayısı çıktı 2 milyona. (CHP sıralarından
alkışlar)
Evet, şimdi
bakınız, rakam istiyorsanız bu rakamlar TÜİK rakamı.
TÜİK rakamlarıyla, işsizlik azalmadığı gibi
umutsuzlar da 2 katına çıktı. Siz Türkiyede insanların
umutlarını yitirttiniz yahu. İşsiz insanlar umudunu yitirdi,
artık iş aramaz oldu ve o nedenle de işsiz
sayılmıyorlar.
Şimdi, gelelim bir
başka puta. Efendim, bu, OECD: Bakın, burada kırmızı
renkli bir ülke var. O kim biliyor musunuz? Türkiye. Number one, 1 numara. Her
3 gençten biri işsiz. Tabloyu ben yapmadım, olduğu gibi OECDnin
raporundan çektim. Türk halkı bilsin, OECD ülkeleri içinde
çalışmayan ve eğitimde olmayan işsiz İngilizce ha,
dikkat edin, işsiz- iyi bakın, her 3 gençten biri işsiz, görün,
Türk halkı görsün.
BEDİİ SÜHEYL
BATUM (Eskişehir) Bakana göster, Bakana.
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla) Bakan bilir, Bakan bilir.
Şimdi, Başbakan
geliyor, diyor ki: Şu kadar İnternet, şu kadar bilgisayar
sağladık. Doğru mu? Doğru, yalan yok, bunların
hepsini sağladı. Türkiyede İnternet arttı, bilgisayar
arttı, araba alışı arttı, ev alışı
arttı, bunların hepsi arttı ama bir şey daha oldu. Efendim,
bu, hane halkının gelirinin hane halkının borcuna
oranı; harcanabilir gelir ama tabii esas olması gereken o. Siz
iktidara geldiğinizde 3,4tü, şimdi yüzde 48.
ALİM IŞIK
(Kütahya) Tam tersi, borcunun gelirine oranı.
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla) Şimdi, efendim, borcun gelire oranı
çıkmış yüzde 48e. Almışlar da gelirleriyle almamışlar
ki borçla almışlar. Bunun övünülecek ne tarafı var?
Şimdi, bakın,
burada, yine bizim memleketten bir örnek vereceğim: Kandırada
hindiye kel derler, Kel gibi de kabarma. derler. Yahu, siz
kabarıyorsunuz da kabaracak bir durum yok, borçlandırmışsınız
halkı, o da borçla gidip almış bunları, sizin buna bir
katkınız yok, geliri artmış da almış değil.
Değerli
arkadaşlar, karne yüksek çıkabilir ama öğretmen öğrencinin
karnesinin nasıl hazırlandığını veya imtihan
kâğıdında ne yapıldığını
çaktığı anda ne yapar biliyorsunuz: Ya sınıfta
bırakır ya sınıftan atar ve biliyorsunuz ki, demokrasilerde
de öğretmen halktır. Onun için buna da şimdiden kendinizi
hazırlamanızda yarar vardır.
Şimdi, bütün
bunları anlatıyorum şöyle sanabilirsiniz: Yahu, bu ekonomi çok
mu kötü? Yo, ekonomiden daha kötü bir politikanız var, dış
politika. Oo, orası dökülüyor.
Şimdi,
bakınız 2009 yılında -çok eski değil-
sınırlarımızdaki mayınları temizleyecektiniz
değil mi? Onlardan kurtulacaktık çünkü sıfır sorun
olacaktı. Şimdi ne yapıyorsunuz? O
sınırlarımızın berisine Patriot füzesi koyuyorsunuz.
Ee, şimdi nereden nereye geldik be kardeşim? Mayın toplamaktan
geldik Patriot füzesi koymaya. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu dış politikanın başarılı
olduğunu anlatmak mümkün mü?
Şimdi, düşünün,
Başbakan İrana gidiyor, kapısında bekliyor bir gün.
İran hava kuvvetleri ve genelkurmayı açıklamada bulunuyor, diyor
ki: Malatyayı vururuz ha! Ahmedinejad gelecek. diyorsunuz, sonradan
anlaşılıyor ki Ahmedin geleceği filan yok, boş, palavra.
Hükûmetin Bakanı
Iraka yola çıkıyor, Kayseriye iniyor. Zannedersiniz ki, Kayseride
sucuk dağıtılıyordu
ya, canı çekti de onun için Kayseriye indi; alakası yok, alakası
yok. (CHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) O, Iraka
gidemediği için Kayseriye indi. Ama bir tek o gidemese hadi neyse, ben
size daha kötüsünü söyleyeceğim; bu, geçmişte oldu:
Dışişleri Bakanımızla ilgili Irak
Dışişleri İnternet sitesinden resmî bir açıklama
yaptı Türk
Dışişleri Bakanı gelirse tutuklarız ha. dedi. Bu
oldu, bu oldu da, bu skandal cumhuriyet tarihinde ilk defa oldu, ilk defa.
Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Iraka gitmek istiyor, Irak da
diyor ki: Gelirse Dışişleri Bakanını
tutuklarız. Kepazeliğe bakın.
Değerli
arkadaşlar, gelelim Suriyeye: Suriyeye gitmek bir yana
uçağımız oraya yaklaşırken düşürülüyor. O daha
berbat bir durum.
Değerli
milletvekilleri, cumhuriyet tarihinde ilk defa, ilk defa Türkiyede bir Hükûmet
bir komşumuzun iç işine karıştı. Karışmakla
kalmadı, aynı zamanda da karıştırdı.
Karıştırsa neyse, karıştırsa neyse, bir de
oranın içinde Müslüman insanları, komşularımızı,
dindaşlarımızı birbirine vurdurdu, daha da kötü şeyler
yaptı. Neymiş, efendim, Suriyeye demokrasi gelecekmiş. Kiminle
yapıyorsunuz bunu? Biz bunu Katarla ve Suudi Arabistanla
yapıyoruz. Niye yapıyorsunuz? Biz Suriyeye demokrasi
getireceğiz. Ya, bu Katar
Değerli arkadaşlar, Hükûmetin
yetkilileri, Gazzede İsrail bombalarıyla ölen Müslüman
kardeşlerimiz nedeniyle, Filistinliler nedeniyle çok üzüldüğünü
söylüyor. Açıkçası, milletçe biz de kahroluyoruz. Fakat ben bir
şey söyleyeceğim: Sayın Başbakan gelsin bu kürsüye, desin
ki: Bizim Kürecike koyduğumuz radar İsraili korumak için
değil, Gazzedeki Müslüman kardeşlerimizi korumak içindir. Size söz
veriyorum, ben Kürecike gidip orada nöbet tutacağım. (CHP
sıralarından alkışlar) Gelsin, desin ki: O, İsrail
için değildir, o, aslında Gazze içindir.
Değerli arkadaşlar,
Dışişleri Bakanımız geldi, bu bütçe müzakerelerinde
dedi ki: Cumhuriyet Halk Partisi oryantalisttir. Neden? İşte,
batıcı matıcı, batı zihniyetinde filan diye kastediyor
herhâlde. Ama bir ülke gidip de NATOdan Patriot füzelerini getirip de
Türkiyeye koyduktan sonra o Bakan bizi nasıl bu biçimde suçlar, onu
anlamış değilim.
Fakat ben bir iddiada bulunacağım
müsaade ederseniz. Bana kalırsa Dışişleri Bakanı
halüsinasyonist. O hülya görüyor, o kendisini Orta Doğuda önemli bir
aktör zannediyor ama o, ona inanıyor da ona başka hiçbir ülke
inanmıyor. O nedenle de o, bana kalırsa, halüsinasyonist. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Plan ve Bütçe
Komisyonunda söyledim, zabıtlarda, gidin bakın. Sayın Bakan da,
Dışişleri Bakanı da dinledi. Bana kalırsa, bu
Hükûmetin yapması gereken bir şey var, bu konuda da oldukça
başarılılar. Şu, yabancı basının Türkiyeye
girişini yasaklayın. Der Spiegeli, Le Mondeu, The Timesı,
Washington Postu, bunları yasaklayın çünkü siz gelip burada,
Türkiyede Dış politikada
çok başarılıyız. diyorsunuz, bunların hepsi de
istisnasız, Türk dış politikasının iflas
ettiğini, özellikle Orta Doğuda bir bühtan içinde olduğunu,
tıkandığını yazıyor. Yahu, yasaklayın da
Türk halkının kafası karışmasın çünkü
yabancı dil bilenler var.
Şimdi, AKP
seçmeninin yüzde 36sı hükûmetin dış politikasını
yanlış ve hatalı buluyor. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak sorumlu bir partiyiz, geldik size iki defa gensoru verdik. Madem böyle
bir sıkıntınız var, siz yapamıyorsunuz, size bir
fırsat tanıyalım. dedik, Siz bu Dışişleri Bakanından
kurtulun. dedik, elinizin tersiyle ittiniz, beceremedik.
Şimdi,
Başbakana da bir soru sordum geçtiğimiz günlerde, dedim ki:
Sayın Başbakan, 2005 yılından bu yana örtülü ödenekte
anormal bir artış var, çok yüksek, hele bu yıl iş
şirazesinden çıktı, olağanüstü bir rakama geldi, on bir
ayda 1 milyar 42 milyon oldu yani eski parayla 1 katrilyon para. Çoğu
bakanlığın bütçesinden yüksek. Yahu, ne oldu da bu artıyor?
Ben, sizden fatura istemem, kime para ödedin, onu öğrenmek
hakkımız yok, biliyoruz ama neden böyle bir artış oldu, onu
öğrenme hakkımız var. Neden, ne gerek var, bir savaş
hâlinde miyiz, bunu öğrenmek istedik. Sayın Başbakan söylemedi
ama bizde bir kaygı var, kaygımız da bu: Acaba bu Türkiye
sınırlarında bu eli silahlı Suriyedeki
çatışmacının silahı örtülü ödenekten mi gidiyor? diye
merak ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın
Başbakan gelip Hayır diyebilir çünkü o para oraya harcanamaz, onu
biliyoruz.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) Orada eğitiliyorlardır!
EMRE KÖPRÜLÜ
(Tekirdağ) Çiftçiden gasbettikleri paralardır onlar!
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla) Tabii, çiftçinin parası orada.
Değerli
arkadaşlar, kabul etmeliyiz ki bu iktidar döneminde en
başarısız ve halkın en büyük rahatsızlık
duyduğu konu terör. Terör niye bu kadar azdı biliyor musunuz?
Hükûmetin kafası karışık, kararlı değil, yani bir
yere teslim olmuş, bir adrese. O teslim olduğu adres de ona
yardımcı olmuyor. Her gün birkaç fidanımız
kırılıyor, kahroluyoruz ve ne yazık ki baş edilemiyor.
Nedeni şu: Hükûmet, silahlı teröriste karşı sert ve
kararlı, silahsız ayrılıkçıya da ikna edici
olamıyor hatta daha kötüsü masum sivillere, çoluk çocuğa tepeden
bomba yağdırıyor. Şimdi, böylesi bir konjonktürde böylesi
bir politikayla terörün durması mümkün değil.
Başbakan
Yardımcısı çıkıyor diyor ki: Ben de dağa
çıkardım. Öte yandan Başbakan da diyor ki: Dağa
çıkanla kucaklaşanların dokunulmazlığının
kaldırılması lazım. Şimdi, kafamız
karışıyor. Bu durumda eğer Başbakan haklıysa,
Başbakan Yardımcısının da
dokunulmazlığının kaldırılması gerekmiyor
mu? (CHP sıralarından alkışlar) Onun da
dokunulmazlığını kaldıracaksın çünkü o, dağa
çıkana özeniyor ve özendiriyor.
Değerli
arkadaşlar, bu Hükûmet, halkı hipnotize etmeye
çalışıyor, halklar da hipnotize edilmeye
çalışılabilir. Uyu ey halkım! diyor, İnan bunlara.
diyor.
AHMET YENİ (Samsun)
- Milleti aptal mı zannediyorsun sen?
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla) Mesela İşsizlik düştü. diyor ama
işsizlik yükseliyor. Verdim rakamları; bu rakamları ben
üretmedim, TÜİK üretti. Memura, emekliye, işçiye bol kepçe verdim.
diyor, refahtan pay vermiyor. Köylünün oyunu alıyor, kendi
çıkardığı yasadaki desteğini gasbediyor
tıpkı Maho Ağa gibi. Komşularla sıfır sorun
diyor, o komşuların kapısından giremiyor.
Sıkıştı mı gündem değiştiriyor,
Muhteşem Yüzyıldaki Hürremin kıyafeti, efendim,
ecdadımız aklına geliyor, onları dile getiriyor; gündem
değişiyor, onları tartışıyoruz ama bilin ki bu
millet eninde sonunda uyanacak ve gereğini yapacak.
Şimdi,
bakınız değerli arkadaşlar, iktidar partisi AKP
(Gürültüler)
BAŞKAN Lütfen
arkadaşlar, lütfen dinleyin.
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla)
demokrasiyi geliştirmeye
çalıştığını söylüyor ama demokrasiyle ilgili bir
şeyi hatırlatmam gerekiyor: Demokrasi bir öç alma rejimi
değildir, demokrasi, bir hoşgörü rejimidir. Öylesine ki sadece
farklılıklara değil, kendinizi indirmeye çalışanlara
bile hoşgörü ve tahammül göstereceksiniz, asla onlarla
didişmeyeceksiniz, asla onları içeri tıkmaya
çalışmayacaksınız. Muhalefetten şikâyet edeceksiniz,
güçler ayrılığından şikâyet edeceksiniz sonra da
Demokrasiyi ilerlettim. diyeceksiniz ve Ben demokratım. diyeceksiniz.
Buna inanmak mümkün mü? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, unutmayalım oy çokluğuna dayalı iktidarlar
meşru olabilir ama halk bunları adil bulmayabilir. Oysa
insanlığa yollanan en yüce vicdani değer, adalettir.
Bakınız
geçtiğimiz günlerde iki tane önemli araştırma, Anayasa
Uzlaşma Komisyonuna sunuldu, biri, TESEV-KONDA tarafından;
diğeri, TEPAV tarafından. Ortak sonuç şu:
Halkımızın yüzde 65i, Türkiyede haksızlıklar var.
diyor ve Adalet sorunu var. diyor. Düşünebiliyor musunuz,
halkımızın yüzde 65i Adalet sorunu var. diyor. Adalet sadece
mahkemelerin dört duvarı arasında aranmaz -kaldı ki orada da kalmadı-
adalet aynı zamanda siyasette de aranır. Siyasetçilerin adil
olması gerekir, devlet adamlarının adil olması gerekir yani
hem çiftçiye hem memura hem işsize adil olacaksın hem de muhalefete
karşı da adil ve hoşgörülü olacaksın. Sivil itiraz
hakkına tahammül göstereceksin, demokrasinin özü bu. İtiraz edecek,
kabul etmeyecek Yanlışsın. Diyecek, Olabilir. Diyeceksiniz,
Benim de fikrim farklı. diyeceksiniz. Halkımız bu
iktidarı elbette meşru buluyor ama adil bulmuyor, dikkat ediniz, adil
bulmuyor ve muhalefet partileri de demokrat bulmuyor. Ne acı değil
mi?
Değerli
arkadaşlar, bakınız ben size bazı tarihî karneler
sunacağım. 1954 yılında Demokrat Parti, yüzde 58 aldı.
Onun da karnesinde yüzde 58 oy vardı ama onun karnesinde bir şey daha
vardı, ispat hakkı vardı, tahkikat komisyonları vardı.
Adalet Partisi, 1965te yüzde 53 aldı. Onun da karnesinde 12 Marta
çaktığı selam vardı. ANAP, 1983te yüzde 45 aldı. Onun
da karnesinde 1987 referandumunda siyasi yasakları savunması
vardı. 2011 yılında siz de yüzde 50 aldınız ama sizin
de karnenizde iki şey var: Sizde de sivilde adalet ve Uluderede çoluk
çocuk katliamı var, ne yazık ki. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, evet ne yazık ki bunlar var ve bunlar çok önemli ve
bunları oturup düşünmeniz gerekiyor. Bunlar Türk siyasetinde sadece
ilk defa olmuyor, 1950den beri, adaletsiz olanlar, karneleri yüksek
olmasına rağmen demokrasiyi hazmetmeyen iktidarlar, eninde sonunda
gidiyorlar. Buradan ders çıkartmanız gerekiyor. Eğer muhalefet
partilerinin mensupları sıklıkla gelip sizi sert bir biçimde bu
konularda eleştiriyorsa, aynı sertlikte yanıt vermek yerine,
oturup düşünmeniz gerekiyor.
Değerli
arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi, doğrudur altmış
yıldır yüzde 50 almadı. Doğru
EKREM ÇELEBİ
(Ağrı) CHPde ne var, onu söyleyin de bilelim.
BAŞKAN Sayın
Çelebi, lütfen yapmayın.
HURŞİT
GÜNEŞ (Devamla) Mahonun Bilosu olmayın kardeşim, dinleyin.
Şimdi, altmış
yıldır Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 50 oy almadı, doğrudur
ama bir şey var: Bütün bu saydığım siyasi partiler
kapandı, Cumhuriyet Halk Partisi dimdik ayakta, alnı ak,
başı dik. (CHP sıralarından alkışlar)
Kapattılar, açıldı, yine geldi. Asıl mesele burada, demek
ki karnesi tertemiz ve ak.
Bu çok önemli,
bakın, şurayı unutmayınız: Öyle bir mahşerî sıcak
gün gelecek ki sadece tek gölge kalacak, işte o gölgeye ancak adil olanlar,
öncelikle sığınabilecek. O nedenle, adaleti asla elden
bırakmayınız. Tarihte, kırk yamalı giysiyle, elinde
bir bastonla sokak sokak dolaşan ve adalet dağıtmaya
çalışanı asla unutmayınız, o, önemli
büyüğümüzdür. Adalet son derece önemli. Adalet, sadece muhalefete
değil, iktidara değil, tüm Türkiye'ye lazım.
Değerli
arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi de günün birinde iktidara gelecek ama
Cumhuriyet Halk Partisi, iktidara geldiğinde belki adında adalet
yok ama yüreğinde adalet olmaya devam edecek. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, evet, 2013
bütçesi sasık bir bütçe ama her şeye rağmen, milletimize
hayırlar getirmesini diliyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Güneş.
Bu birleşimde,
bazı konuşmalarda kendilerine sataşma
yapıldığı iddiaları var, sırayla onlara söz
vereceğim.
Sayın Eroğlu,
buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
İki dakika, yeni
sataşmaya sebebiyet vermeyin. Sataşmaya sataşma
faslını da kapatıyorum, kim ne söyleyecekse bu sürede söylesin.
Evet, lütfen.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sataşırsa Sayın Başkan?
BAŞKAN
Yapmamaları lazım, onu söylüyorum.
IV.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
5.- Orman ve Su
İşleri Bakanı Veysel Eroğlunun, Iğdır
Milletvekili Pervin Buldanın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
ORMAN VE SU
İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinize
saygılarımı sunuyorum.
Özellikle BDP Başkan
Vekili, konuşmasında ismimi anarak hakkımdaki iddialardan
dolayı beni itham etmek istemiştir.
Özellikle şunu ifade
edeyim: Allaha şükür yüzümüz ak. Ben, İSKİ Genel Müdürüyken
Sultanahmet 4. Ağır Cezada yargılandım ama beraat ettim.
Bunu da kısaca anlatmak istiyorum. Tesadüfen ağır cezada
yargılanırken bir saat yaptığımız çalışmaları
anlattım mahkeme heyetine. Sonra mahkeme başkanına şunu
sordum: Sayın Başkanım, ben, burada, niçin varım, merak
ettim. Mahkeme başkanı, -zabıtlarla sabittir- Veysel
Eroğlu niçin bu davada? deyince, savcı, Sayın
Başkanım, sehven yazılmış.dedi. Beraat ettik tabii.
Diğer bir dava da
İGDAŞ davası. İGDAŞ davası şu şekilde:
Bir ara İSKİ Genel Müdürü olarak ben İGDAŞın Yönetim
Kurulu üyesiydim, keza Ömer Bey de bir ara -Sayın Ömer Dinçerde- yönetim
kurulu üyesiydi. Tabii, o zaman, İçişleri Bakanlığı
her hafta İSKİye, İGDAŞa, büyükşehire müfettiş
gönderiyordu. Neticede, savcılığa bir ihbarda bulunmuşlar,
bir dava açıldı ihaleyle alakalı, İGDAŞın
ihalesiyle. Ancak ne Ömer Bey, ne ben, ihale komisyonunda değiliz, yani
herhangi bir kararda imzamız yok. Hatta Ömer Beyle alakalı çok daha
enteresan bir dava var: İddia edilen karar, kendisinden sonra
alınmış yani üye olduktan sonra alınmış.
SEYFETTİN YILMAZ
(Adana) O zaman, niye müfettiş gönderiliyor?
BAŞKAN Lütfen
ORMAN VE SU
İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Neticede, bu
İGDAŞ davasında da, ihaleyi yapan, ihale komisyonunda
olanların tamamı beraat etti. Ancak, biz, milletvekili olduğumuz
için dosya tefrik edildi. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Peki, o hâkimlerin hepsini Yargıtaya getirdiniz mi?
ORMAN VE SU
İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Kaldı ki
şunu da belirtmemde fayda var: Allaha şükür, bizim
çalışmalarımız ortada, yüzümüz ak, Allaha şükürler
olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hesap
veremeyeceğimiz hiçbir şey yok.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL
(İstanbul) O hâkimlerin hepsini Yargıtaya getirdiniz mi,
getirmediniz mi?
ORMAN VE SU
İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Bizim de
dokunulmazlıklarımızı kaldırın,
yargılanalım diyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Eroğlu.
E, arkadaşlar, yani
konuşmaları kimse dinlemeyecekse biz nasıl yöneteceğiz?
ALİ ÖZ (Mersin)
Doğruları söylemiyorlar.
BAŞKAN Bakın,
bir saat evvel burada en ufak bir sataşma olmadı, bir söz kesme
olmadı. Bırakın kendisi söyleyecek, iki dakika sabredin.
MAHMUT TANAL
(İstanbul) Sayın Başkan, o dönemin tüm hâkimlerini
Yargıtaya getirdiler.
BAŞKAN Sayın
Baluken, buyurun.
Siz de iki dakika
Yeni bir sataşmaya
sebebiyet vermeyin. Lütfen
MAHMUT
TANAL(İstanbul) Bakın, o dönemin tüm hakimlerini Yargıtaya
getirdiler.
BAŞKAN Sayın
Tanal, yani böyle bir usul yok ki. Yeri geliyor İç Tüzüke göre benden
talepte bulunuyorsun, ondan sonra İç Tüzükü kendin çiğniyorsun.
Doğru bir şey değil bu canım, yani yapmayın etmeyin.
MAHMUT
TANAL(İstanbul) Sayın Başkan, efendim, gerçekleri söylüyorum,
kendilerini yargılayan hakimleri Yargıtaya getirdiler.
BAŞKAN Lütfen
Buyurun Sayın
Baluken, iki dakika süreniz.
6.- Bingöl Milletvekili
İdris Balukenin, İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebinin
Barış ve Demokrasi Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan, öncelikle ben şunu belirtmeliyim ki
kendi parti tarihiyle yüzleşme cesaretini göstermeyenlerin, partimize
saldırmak suretiyle kendilerini tarihle yüzleşme sorunundan
kurtarmaya çalışanları muhatap almıyorum. Ancak, Dersim
halkına burada bir açıklama yapma ihtiyacı var. Burada
konuşan CHP grup başkan vekili şunu belirtmiştir
Cumhuriyetle problemi olanların, başkalarının nezdinde
itibarı olabilir ama CHP nezdinde
bunların itibarı yoktur. Olmayan itibarın iadesi de söz konusu
olmaz. demek suretiyle Seyit Rıza ve arkadaşlarını
asanların, Dersimdeki kayıp kızların, insanlık suçu
işleyenlerin, süngüyle çocukları parçalayanların belirttiği
bir zihniyeti burada yansıtmıştır. Onlar da aynı
savunmayla o katliamları yapmışlardı. Cumhuriyetin kurucu
iradesine karşı
başkaldırı olarak bunu ifade etmişlerdi. Bunun
doğru olmadığını da buradan sizlere belirteyim.
Dersim katliamı
asırlara dayanan, sistemli bir soykırım operasyonudur. Bunu da
ben Genelkurmay Başkanlığının ve mülkiye
müfettişi raporunun 1926 raporlarına dayanarak ifade edeyim. Genelkurmay
raporu şöyle diyor: Dersime, asırlarca egemen olunmamış, hükûmete
sorunlar çıkarmış, devamlı şakilik yapan
saldırgan ve soyguncuları barındıran bir bölgedir. diyor. 1926
yılında yine mülkiye müfettişi Dersim, hükûmet için bir
çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak, acı
sonuç ihtimalini önlemek gerekir. diyor. Yine 1926 yılında
Koçuşağı hareketiyle Dersimin her tarafı askerî karakollar
ve demir yollarıyla döşeniyor. Sistemli olarak bir katliamın
hazırlığı yapılıyor. 1935te Tunceli Kanunuyla
Dersime gidecek devletin tunç eli gösteriliyor ve ondan sonra da sistemli
bir soykırım yapılıyor. Bunun hiçbir savunması yoktur.
Buraya gelip, BDPye
saldırı üzerinden kendinizi aklayacağınıza kendi
tarihinizle yüzleşmeye çağırıyorum.
Hepinize teşekkür
ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Size iktidar saldırdığında cevap
vermiyorsunuz değil mi! İktidar saldırdığında
cevap vermiyorsun! İktidar saldırıyor size!
BAŞKAN Sayın
Aslanoğlu, lütfen
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Evet, iktidar saldırıyor ve siz ona
cevap vermiyorsunuz. Onlara cevap ver!
BAŞKAN Lütfen
Sayın Canikli,
buyurun.
Siz de lütfen,
sataşmaya meydan vermeyin.
7.- Giresun
Milletvekili Nurettin Caniklinin, İstanbul Milletvekili Aydın
Ağan Ayaydının şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
NURETTİN
CANİKLİ (Giresun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, gerçekten,
Cumhuriyet Halk Partisi, ayakta kalmaya devam ediyor ve devam edecek
muhtemelen; çünkü milletimiz, muhalefet yapma,
ordinaryüs muhalefetlik görevini Cumhuriyet Halk Partisine verdi.
Dolayısıyla bunda bizim açımızdan da, millet
açısından da bir sorun yok. Muhalefet olarak ilelebet kalmasında
hiçbir sakınca görmüyoruz. Milletimizin bu sağduyusunun önünde bir
kez daha saygıyla eğiliyoruz. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
Değerli
arkadaşlar, bizim, Suriyeye demokrasiyi getirme gibi bir düşüncemiz
yok, öyle bir amacımız, öyle bir niyetimiz yok. Biz, orada
haklıyı koruyoruz, haklıyı savunuyoruz. Belki Cumhuriyet
Halk Partisinin böyle bir niyeti olabilir, bunu da Esedle, Malikiyle yerine
getirebilirsiniz. Birlikte Suriyeye, yani Suriye Devlet Başkanı
Esed, Irak Başbakanı Malikiyle birlikte
.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Siz de Haşimiyle mi getireceksiniz?
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
güle
oynaya, çok uyumlu bir şekilde Suriyeye, herhâlde, demokrasiyi
getirirsiniz.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Bizim ailemize konuk olmadı o!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Bir de
belki Saddam ile Kaddafi olsaydı, sanıyorum, daha da iyi bir
şekilde, daha da güçlü bir şekilde bunu yapardınız.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, işsizlik oranlarını biraz önceki
konuşmacı arkadaşlarımız da verdi. 10,3ten 9,1e
düştü; kabul ediyor ama diyor ki Efendim, genç işsiz oranı,
OECDden yüksek. Bu, son derece doğal. Neden? Çünkü OECD ülkeleri
içerisinde en genç nüfus, Türkiyede değerli arkadaşlar. Avrupa
ihtiyar, Avrupa yaşlandı; dolayısıyla bunun böyle
çıkması son derece doğal. Buradan yola çıkarak
İşsizlik vardır. demek mümkün mü?
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Kargalar gülüyor dışarıda, kargalar! Meclisin kargaları
bile gülüyor dışarıda.
BAŞKAN Lütfen
arkadaşlar
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - O nedenle
diyorum ki, rakam, rakam olalı gerçekten böyle zulüm görmedi, yani sizler
tarafından yapılan zulmü görmedi.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Otomatik yalan makinesi oldunuz be!
BAŞKAN Lütfen
Böyle bir müzakere usulümüz yok değerli arkadaşlar. Lütfen,
yapmayın!
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) -
Arkadaşlar, memura, işçiye refah payı veriliyor. Siz de
söylediniz. Memura, işçiye nominal enflasyon, kümüle 140. Verilen zam ne
kadar? Yüzde 280, yüzde 300. Aradaki fark nedir? Aradaki fark nedir soruyorum
size Allah aşkına? Enflasyonun üzerinde memura ve işçiye verilen
aradaki fark nedir? Refah payıdır işte.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NURETTİN
CANİKLİ (Devamla) - Refah
payı veriliyor. Bunu nasıl inkâr edersiniz? (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyoruz Sayın Canikli.
Birleşime on
beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.48
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati: 19.02
BAŞKAN: Cemil
ÇİÇEK
KÂTİP ÜYELER:
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın), Muhammet Bilal MACİT
(İstanbul)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46ncı Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2011
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerindeki
son görüşmelere devam edeceğiz.
III.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN Komisyon ve
Hükûmet yerinde.
Şimdi söz
sırası, şahsı adına, lehinde olmak üzere İstanbul
Milletvekili Sayın Osman Aşkın Bakta.
Buyurun Sayın Bak.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
OSMAN AŞKIN BAK
(İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında
şahsım adına, lehte söz almış bulunuyorum. 2013
yılı bütçesinin ülkemiz, milletimiz ve ekonomimiz için
hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi ve aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Her
başarılı hükûmet, sürdürülebilir ve dengeli bütçeler
gerçekleştirmeyi hedefler. 2013 yılı bütçesi de bu anlamda
başarılı ve hedefe uygun bir bütçedir. Orta Vadeli Program ve
Orta Vadeli Mali Plana uygun olarak hazırlanan 2013 yılı
bütçesi, AK PARTİ hükûmetleri döneminde hazırlanan 11inci bütçedir.
2013 yılı
bütçesi, mali disiplini ve makroekonomik istikrarı korumayı
amaçlayan; büyümeyi, istihdamı ve yatırımları destekleyen;
eğitim, sağlık ve altyapıyı önceliklendiren; sosyal
nitelikli harcamalara ağırlık veren ve toplumsal refahı
gözeten bir bütçedir.
Kamu
kaynaklarının nerelere harcanacağını bilmek
vatandaşlarımızın en doğal hakkıdır. 2013
yılı bütçesinin nerelere harcanacağı ve vatandaşa
neler getirdiğine bir bakalım. 2013 yılı bütçesi,
eğitimi, dolayısıyla uzun vadeli geleceğimizi
önceliklendiren bir bütçedir. Eğitime bütçeden ayrılan pay 68,1
milyar TLdir. Eğitimin bütçe içindeki payı yüzde 17ye
çıkarılmaktadır. Eğitim bütçesi bir önceki yıla oranla
yüzde 27,1 arttırılmaktadır.
2013 yılı
bütçesinde vatandaşlarımıza kaliteli sağlık hizmeti
sunmak için daha fazla kaynak ayrılmıştır. 2013
yılında kamu sağlık harcamaları için Sosyal Güvenlik
Kurumu ve merkezî yönetim bütçesinde 67,9 milyar TL kaynak
ayrılmıştır. Sağlık hizmetleri bütçede
eğitimden sonra 2nci sırayı almakta ve bir önceki yıla
oranla yüzde 11,1 arttırılmaktadır.
2013 yılı
bütçesi, esnaf ve KOBİlerimizi desteklemektedir. Yatırımın
ve istihdamın, yani reel ekonominin yanındadır. Bu bütçede
işveren prim desteği 6,6 milyar TL, ihracat desteği 718 milyon
TL, teşvik ödemeleri 420 milyon TL, KOBİ destekleri 249 milyon
TLdir. Esnaf ve KOBİ desteği bir önceki yıla oranla yüzde 23,3
arttırılmaktadır.
2013 yılı
bütçesinde tarıma ve çiftçimize desteğimiz artarak devam etmektedir.
Tarımsal kredi faiz desteği 1,8 milyar TL, çiftçilerimiz için
ayrılan doğrudan hibe payı ise tam 9 milyar TLdir. Çiftçimize
yönelik desteklerin toplam tutarı geçen yıla oranla yüzde 25
artırılmaktadır.
Bu bütçe ile
yatırımlara daha fazla kaynak ayrılmaktadır. 2013
yılında merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kurumların
yatırım ödenekleri 2012 yılına göre yüzde 20
artırılarak 39,2 milyar TLye çıkarılmaktadır.
Sektörel bazda bakıldığında, eğitim
yatırımlarına 8 milyar TL, demir yolu
yatırımlarına 6,9 milyar TL, enerji yatırımlarına
2,4 milyar TL, sağlık yatırımlarına 2,2 milyar TL,
adalet yatırımlarına 1,1 milyar TL, hava yolu
yatırımlarına ise 646 milyon TL tahsis edilmiştir.
2013 yılı
bütçemiz ile çalışanlarımız ve emeklilerimiz enflasyona
ezdirilmemekte, sosyal güvenlik sistemi desteklenmektedir. Sosyal Güvenlik
Kurumuna yapılan transferler bir önceki yıla oranla yüzde 16
artırılarak 72,9 milyar TLye, sosyal hizmetler ve sosyal yardım
harcamaları için ayrılan pay da bir önceki yıla oranla yüzde
25,1 artırılarak 26,4 milyar TLye çıkarılmaktadır.
Engelli yurttaşlarımızın eğitim desteği ve
bakımları için ayrılan pay da bir önceki yıla oranla yüzde
20 artırılarak 5,3 milyar TLye yükselmiştir.
Bu bütçede yerel
yönetimlere daha fazla kaynak ayrılmaktadır. Yerel yönetimlere
verilen destek bir önceki yıla oranla yüzde 18 artırılarak 37,7
milyar TLye yükselmiştir. Ayrıca, 2013 bütçesinde kırsal
kesimin altyapısı da ihmal edilmemektedir. Bu bağlamda KÖYDES
projesine 578 milyon TL, SUKAP projesine 525 milyon TL, kalkınma
ajanslarına 473 milyon TL, SODESe ise 210 milyon TL kaynak
ayrılmaktadır.
2013 bütçesinde
vatandaşlarımızın yaşam standardının
yükseltilmesi amacıyla kentsel dönüşüm desteklenmektedir. Riskli
yapıların güçlendirilmesi ve vatandaşlarımıza daha
sağlıklı ve daha güvenli bir yaşam alanı
sunulması için kentsel dönüşüm çalışmalarına tam 1
milyar TL kaynak ayrılmıştır.
Bütçemiz her türlü AR-GE
faaliyetini desteklemektedir. Başta TÜBİTAK olmak üzere tüm ilgili
çevrelerden gelen projelerin desteklenmesi için 2,8 milyar TL bütçe
ayrılmıştır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçesi, 2009
yılından bu yana 4 milyon net istihdam sağlayan, cari
açığı son bir yılda yüzde 30 azaltan, işsizlikte son
on yılın en düşük rakamlarına ulaşan, enflasyonu tek
haneli rakamlara indirmeyi başaran, yüzde 36lık kamu net borç
stokunu eksili hanelere indiren, ülkemizin küresel ticaretteki payını
yaklaşık 2 kat artıran bir hükûmetin bütçesidir.
AK PARTİ
hükûmetlerinin daha önce hazırlamış olduğu bütçeler bu
süreçte gerçekleştirilen tüm seçimlerde milletimizden tam not
almıştır. AK PARTİ hükûmetleri on yıllık
iktidarı döneminde, ülkenin millî gelirini 230,5 milyar dolardan 774,2
milyar dolara, kişi başına düşen yıllık geliri
ise 3.492 dolardan 10.469 dolara yükseltmiştir. Ülkemizin IMFye olan
borcunu 23,5 milyar dolardan 860 milyon dolara indirmiş yani 27 kat
azaltmıştır.
Bunlarla beraber, AK
PARTİ hükûmetleri Merkez Bankası döviz rezervini 4 kat
artırmış; 27,5 milyar dolardan 118 milyar 366 milyon dolara
çıkarmıştır. Kendisinden önce gerçekleşen kriz
nedeniyle 111 milyar liralık borcu faiziyle birlikte 231 milyar lira
olarak ödemiştir. Memuruna, işçisine 13,5 milyar TL zorunlu tasarruf
geri ödemesini ve 3,5 milyar TL konut edindirme yardımı ödemesi
gerçekleştirmiştir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AB üyesi Yunanistanın ekonomik
şartlarını yerine getiremediği için düzenlemekten geri
çekildiği Akdeniz Oyunları, 2013 yılı Haziran ayında
Mersinde düzenlenecektir. Bir başka AB üyesi İtalyanın
başkenti Romanın ekonomik koşullar nedeniyle adaylıktan
çekildiği 2020 Olimpiyat Oyunlarının en güçlü adayı
İstanbuldur. Uluslararası büyük spor organizasyonlarını
başarıyla gerçekleştiren bir Türkiye var.
Hükûmetlerimiz döneminde
sağladığımız siyasi istikrar, güven ortamı ve
uyguladığımız tutarlı makroekonomik politikalar
sayesinde Türkiye son on yılda büyük bir değişim ve dönüşüm
sürecinden geçmiştir. AK PARTİ iktidarıyla, Türkiye, istikrarla
büyümeye devam edecektir. Bu dönemde, milletimizin güçlü desteğini
arkamıza alarak birçok yapısal sorunu çözüme kavuşturduk.
Ülkemizin fiziki ve kurumsal altyapısını iyileştirdik,
yükselttik ve vatandaşımızın refah seviyesini
arttırdık.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin 100üncü yıl dönümü için
çok daha büyük hedeflerimiz var. 2013 yılı bütçesi, önceki
yıllarda olduğu gibi, 2023 ruhu ve hedefleriyle uyumlu olarak
hazırlanmıştır. 2023 hedeflerine doğru yürürken,
insanı merkezine alan, toplumsal refahı arttırmayı ve
geliri daha adil dağıtmayı ilke edinen bir bütçe var
karşımızda. Bu bütçe, aynı zamanda, 2071 hedeflerine
doğru atılmış bir adımdır. Bu bütçede Türkiyenin
geleceği için büyük projeler var. Eğitimde FATİH Projesi var, Marmaray
var, İstanbula 3üncü köprü ve bağlantı yolları var,
İstanbula 3üncü havalimanı var, salı günü uzaya
fırlattığımız GÖKTÜRK-2 uydusu var, Boğazda
Avrasya Tüneli var, yüksek hızlı trenler var, yeni limanlar,
otoyolları, yüksek barajlar, uzun tüneller var, millî tank Altay var, Atak
helikopteri var, Kanal İstanbul var, dev şehir hastaneleri var,
nükleer santraller var.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu bütçede milletin kendisi vardır, milletin
alın teri vardır, bu bütçede milletin geleceğine
yatırım vardır, bu bütçede AK PARTİnin vizyonu
vardır, bu bütçede ekip ruhu vardır, bu bütçede millete hizmet
aşkı vardır, bu bütçede paranın, zamanın ve
insanın iyi yönetilmesi vardır, bu bütçede Recep Tayyip
Erdoğanın liderliği ve Türkiye sevdası vardır. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Unutulmamalıdır
ki başarılı bütçenin, başarılı siyasetin,
yapılan hizmetlerin karnesini yalnız ve yalnız millet verir.
Milletinden aldığı destek ve Türkiye sevdasıyla AK
PARTİ, istikrarla büyüyen bir ülke, öz güveni artan bir millet, gururla
dalgalanan bir bayrak ve her seviyede itibar gören bir devlet için durmadan
yoluna devam etmektedir.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçe tasarısında
emeği geçen herkese teşekkür ediyor, bütçemizin, AK PARTİ
İktidarıyla geçen son on yılda olduğu gibi 2013
yılında da hayırlı hizmetlere vesile olmasını
Allahtan temenni ediyorum.
Bütçenin lehinde oy
kullanacağımı ifade ediyor, yüce heyetinizi ve aziz milletimizi
saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkür ediyorum Sayın Bak.
Hükûmet adına
Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan.
Buyurun Sayın
Babacan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından
alkışlar)
Sayın Babacan, sizin
de süreniz altmış dakika.
BAŞBAKAN YARDIMCISI ALİ
BABACAN (Ankara) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı ile 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı hakkında Hükûmetimiz adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2013 yılı
bütçemizin, milletimiz için, ülkemiz için hayırlara vesile
olmasını diliyorum. Bütçenin hazırlanmasında emeği
geçen, başta Maliye Bakanlığımız olmak üzere, tüm
ekonomi birimlerimize de ayrıca teşekkür ediyorum.
Hem komisyon
aşamasında hem de Genel Kurul aşamasında bütçede çok
emeği olan Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Değerli Başkanına
ve üyelerine de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
Burada, Genel Kurul
Salonunda on bir gündür çok sayıda konuşmacıyı dinledik,
takip ettik. Bu kürsüde dile getirilen tüm yapıcı görüş ve
düşünceler için de ayrıca teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bütçe
görüşmeleri vesilesiyle sadece bütçe büyüklüklerini değil, pek çok
politikayı burada tartıştık, değerlendirdik. Bizler de
iyi niyetli eleştirilerden, önerilerden istifade ettik.
Bugün görüşmelerin
son günü. Bu vesileyle, ben de burada gündeme getirilen konular ve
görüşler için ve yapıcı katkılar için teşekkürlerimi
sunmak istiyorum ve Hükûmetimizin değerlendirmelerini de sizlerle
şimdi paylaşmak istiyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2007 yılından itibaren tüm dünyayı
etkilemekte olan küresel kriz hâlâ devam ediyor; fazlar değiştirerek,
aşamalar değiştirerek devam ediyor. Bugün itibarıyla baktığımızda,
dünyanın en büyük ekonomileri problemlerini henüz çözebilmiş
değil. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük ekonomisi
hemen on gün sonra içine düşebileceği bir mali uçurumdan kurtulma
çabası gösteriyor. Avrupa Birliği, pek çok ülkesinin derin bir bankacılık
ve borç kriziyle boğuştuğu bir dönem yaşıyor.
Japonyaya baktığımızda, 2007 yılından bu yana
şu anda 6ncı hükûmet, 6ncı başbakan göreve geldi ve
tarihinin en derin ekonomik sorunlarından birisini yaşamakta. Bütün
bu sorunlar gelişmekte olan ülkelere de önemli ölçüde
yansımış durumda. Bugün, bakıyoruz, Çinin,
Brezilyanın, Hindistanın büyüme oranları her ay
aşağı doğru revize edilmekte.
Pek çok ülkenin kamu borç stoku tarihî
yüksek seviyelere yükselmiş durumda. Japonyada millî gelirin yüzde
236sına ulaşan borç, İtalyada yüzde 123e ulaşan borç,
Portekizde yüzde 119a, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 107ye
ulaşan kamu borcu, bütün bu ülkelerin büyümesi üzerinde uzun yıllar
baskı oluşturacak. Bu krizin etkileri yıllarca, hatta bazı
ülkeler için on yıllarca aşılamayacak.
Türkiyeye gelecek olursak, Türkiye
2008-2009 öncesinde izlemiş olduğu politikalar ve yapmış
olduğu reformlarla bu krizin etkilerinden önemli ölçüde uzak durabildi.
Biz 2008-2009 krizi öncesindeki dönemde bütçe açığımızı
ciddi oranda aşağıya çektik, kamu borç stokumuzu tarihî
düşük seviyelere indirdik; bankacılık alanındaki
reformumuzla, sosyal güvenlik alanındaki reformlarımızla,
sağlık alanındaki reformlarımızla, kamu maliyesi ve
kontrolü alanındaki reformlarımızla kamu maliyesini sağlam
bir bünyeye kavuşturduk. 2009 yılı geldiğinde, o krizin en
derin yılı geldiğinde Türkiye çok güçlü bir kamu maliyesi
yapısına sahipti ve çok güçlü bir bankacılık
yapısına sahipti.
Krizden önceki durumumuz
farklıydı. Krizden önce yaptıklarımız krizi en az
etkilerle atlatmamıza önemli katkıda bulundu. Ancak, 2009da
uyguladığımız politikalar da dünyanın geri
kalanından ve pek çok Avrupa ülkesinden farklı politikalardı.
2009da pek çok ülke bu krizi kamu harcamalarını artırarak,
bütçe açığını artırarak aşmaya
çalıştı. İspanyada, Portekizde, İtalyada,
Yunanistanda o dönemin hükûmetlerine bakın, hepsinin izlediği yol
Biz daha çok devlet parası harcayacağız. Evet, bütçe
açığımız artacak ama bu krizi bu şekilde
aşacağız. diyordu ve sonucunda, bütün bu ülkeler, şu anda,
çok derin bir borç kriziyle karşı karşıya kaldı.
Biz ise 2009
yılında açıkladığımız Orta Vadeli
Programla, tam tersine, bütçe açığımızı daha da
nasıl aşağı seviyelere çekeceğiz, kamu borç stokumuzu
nasıl aşağı seviyelere çekeceğiz, bunu
açıkladık ve bu yıl, o 2009 Orta Vadeli Programının 3üncü
yılıdır, açıkladığımız hedefler ve
açıkladığımız politikalar doğrultusunda
uygulamalar gerçekleştirdik ve Türkiyenin genel performansı
öngörülenden de, programlanandan da daha öte bir performans oldu. Biz, bütün
ekonomi politikalarımızın merkezine güven ve istikrar
kavramlarını oturtuyoruz. Devlete güven esastır diyoruz. Devlet
sağlam olacak ki, devletin kurumları mali bünye açısından
sağlam olacak ki hem o ülkenin reel sektörü hem de finans sektörü
sıhhatli bir şekilde çalışabilsin. Aksi hâlde, devlete olan
güven sarsıldığında o ülkenin hem finans sektörü hem reel
sektörü nasıl derin bir çukurun içine düşüyor, nasıl büyük
problemlerin içine düşüyor, şu anda canlı örneklerini pek çok
Avrupa ülkesinde yaşamaktayız.
İşte, bu güven
ve istikrarı önceleyen politikalar sonucundadır ki 2010
yılında yüzde 9,2; 2011 yılında da yüzde 8,5 gibi yüksek
büyüme oranlarını elde ettik. 2009dan bu yana 4 milyonun üzerinde
ilave istihdam oluştu Türkiyede. Yine, işsizliği düşürme
açısından baktığımızda -2009la bugüne
baktığımızda- Uluslararası Çalışma Örgütü
üyeleri içerisinde işsizliği en hızlı düşüren ülke
Türkiye oldu. Bütün bunlar gerçekleşirken, bir yandan da Türkiyede gelir
dağılımı düzelmeye devam etti. OECDnin, geçen sene
aralık ayında yayınladığı raporda, Türkiye, tüm
OECD üyeleri içerisinde gelir dağılımının en
hızlı düzeldiği ülke olarak kayda geçti.
2011 ve sonrasına
bakacak olursak, Türkiyede özellikle enflasyon ve cari açıkla ilgili
gördüğümüz riskler bizim özellikle bankaların kredi hacmi konusunda
yeni bir politika uygulamamızı beraberinde getirdi ve bankaların
kredi hacminin artışı üzerine sınırlamalar getirmeye
başladık. Aşırı borçlanmayla ve aşırı
iç tüketimle, hele hele ithalata dayanan bir tüketimle, elde edilen büyümenin,
sürdürülebilir, sıhhatli bir büyüme olmayacağına kanaat getirdik
ve bunun sonucundadır ki 2012 büyümesi yüzde 3 civarında
gerçekleşecek bir büyümedir ama bu büyüme sıhhatli, sürdürülebilir
bir büyümedir, dış talep ağırlıklı bir büyümedir.
Bu büyümenin içerisine dış talebin katkısı
yaklaşık artı 5 puan, iç tüketimin katkısı da
yaklaşık eksi 2 puan civarındadır ve bu yeniden dengeleme
sürecinde ekonomimizin, hem cari açığın hem de enflasyonunun
ciddi şekilde düştüğünü görüyoruz. Geçen sene yüzde 10u gören
enflasyon, yüzde 10u gören cari açık, bu yıl sonu itibarıyla
yüzde 6-7 gibi rakamlara düşmüş olacak. Dolayısıyla, 2013
ve sonrasındaki dönemde çok daha dengeli, çok daha sürdürülebilir büyüme
oranlarını Türkiyede hep beraber göreceğiz. Bu büyüme,
aynı zamanda, istihdam üretmeye devam eden bir büyüme olacak,
işsizlik oranlarını ve cari açığı düşürmeye
devam eden bir büyüme olacak.
Bütün bu
politikaların sonucundadır ki Türkiyenin şu andaki güven
göstergeleri tarihin en iyi noktalarında. Risk göstergelerine
baktığımızda yine tarihin en düşük noktalarında. Bugün,
Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin en son yapmış olduğu iç
borçlanmada faiz yüzde 5,77 olarak gerçekleşti, yüzde 5,77. Bu, reel
faizin artık hemen hemen sıfır noktasına indiğini bize
gösteriyor. Tarihte bu kadar düşük oran, bu kadar düşük bir reel faiz
söz konusu olmamış Türkiyede.
Yine, dış
borçlanmaya bakıyoruz, şu anda Türkiyenin dış borçlanma
faizleri yine tarihî en düşük oranlarda. Otuz yıl vadeli, 2041 vadeli
hazine borçlanmasında dahi faiz yüzde 4,35 olarak gerçekleşti. Bu,
Amerikan hazinesinin yani sıkıştığı zaman borcunu
ödemek için dolar basıp kullanabilen bir hazinenin faizlerinin sadece
yüzde 1,6sında şu anda.
Yine, kredi temerrüt
takas oranına baktığımızda sadece yüzde 1,25e
inmiş durumda. Avrupa Birliği üyelerinin neredeyse yarısı,
bizden daha fazla, daha yüksek risk göstergelerini şu anda yönetmek
zorunda kalıyorlar.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şu anda pek çok ülkede bütçe
tartışmaları yapılıyor, pek çok ülke 2013 bütçesini
tartışıyor. Diğer parlamentolarda neler
tartışılıyor, neler görüşülüyor diye şöyle bir
bakmamızda büyük fayda var.
Pek çok parlamento,
şu anda, memur ve emekli maaşlarının ne kadar
düşürüleceğini tartışıyor; eğitim,
sağlık harcamalarından ne kadar kesilmesi gerekeceğini
tartışıyor. Pek çok parlamento, şu anda, kaç memurun
işten çıkarılması gerektiğini tartışıyor.
Pek çok parlamento, üniversite harçlarının ne kadar
artırılacağını, kaç katına artırılması
gerektiğini tartışıyor. Çok şükür, bizim bütçemiz, tüm
sosyal harcama alanlarında ciddi artışları 2013 için
öngören bir bütçe. 2013 bütçesi, aynı zamanda, üniversite
harçlarının sıfıra indirildiği, üniversite
harçlarının artık kaldırıldığı bir
bütçe. Sosyal harcamalarımız geçen yıla göre yani 2012
yılına göre yüzde 25 oranında artırılıyor
önümüzdeki sene.
Biraz önce sayın
konuşmacılardan birisi dedi ki: Bu bütçe görüşmeleri çok sakin
geçiyor, fazla sükûnet içerisinde geçiyor, bir rehavet var. Çok şükür,
bu, Türkiye'nin bir güven ortamının, Türkiye'nin istikrar
ortamının da bir göstergesi. Allah korusun, Türkiye, bir başka
ortamı yaşasaydı, bir başka ekonomik dönemden geçseydi
buradaki tartışmalar böyle sakin, huzur içerisinde geçer miydi diye
de sormak lazım kuşkusuz. Dolayısıyla, bu, sayın
milletvekillerimizin, bütçe konusuna, ekonomi konusuna olan
ilgisizliğinden değil, tam tersine, geleceğe olan güven ve
itimat neticesindedir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'nin hangi ekonomik göstergesine bakacak
olursak olalım, çok şükür, tarihî rekorları gördüğümüz,
yaşadığımız bir dönemdeyiz ve bu dönem, önümüzdeki üç
yıllık dönem için yani -2013, 2014, 2015- önümüzdeki Orta Vadeli
Program dönemi için bize çok sağlam bir zemin oluşturuyor. Zaten
ileriye doğru güven ve politikalara olan güven bu kadar güçlü olmasa,
faizlerin -reel faizlerin- yüzde sıfıra düşmesi mümkün
olmazdı, uluslararası piyasalardaki borçlanma faizlerimizin bu kadar
düşmüş olması mümkün olmazdı. Bugün eğer Türkiye pek
çok alanda güvenilen, itimat duyulan bir ülkeyse, bu, Türkiye'deki siyasi
istikrarın bir sonucudur, güçlü bir siyasi iradenin sonucudur ve
doğru ekonomik politikaların sonucudur.
Bazen ekonomiyle ilgili
zor kararlar almak gerekir. Gereğinde, zamanında o zor ama gerekli
tedbirleri aldığınızda ileriye doğru büyük
rahatlamaları, büyük kolaylıkları görürsünüz. İşte,
şu anda dünyadaki pek çok ülke, o gerekli ama zor kararları
alamadığı için sıkıntıya düşmüş
durumda. Hükûmetler değişiyor, başbakanlar değişiyor,
azınlık hükûmetleri var, hükûmetlerle parlamentolar arasında
kopukluklar var ve hele hele yanı başımızdaki Avrupa
Birliğine baktığımızda, gerçekten son derece
sıkıntılı bir tablo var: 27 hükûmet, 27 parlamento ve bir
türlü ortak bir yaklaşımın, ortak bir politika çerçevesinin
oluşturulamaması, bir türlü güven ortamının
oluşturulamaması.
Geçtiğimiz ekim
ayında Tokyoda yapılan Dünya Bankası ve IMF
toplantılarında, sadece G-20 ülkelerinin
katıldığı kapalı bir oturum gerçekleştirdik ve
meslektaşlarımız bana sordu, dediler ki: Niye bu iş
düzelmiyor? Biz de görüşlerimizi söyledik.
Avrupada önemli
adımlar atıldı, güçlü bir emniyet duvarı kuruldu. Yaklaşık
900 milyar euroluk bir destek paketi hazırlandı, bir kenara konuldu.
2 ülke hariç 25 ülkenin ortak bir maliye politikası çerçevesi üzerinde
mutabık kalındı. Avrupa Merkez Bankası şimdiye kadar
görülmemiş miktarda likiditeyi piyasaya sürdü, görülmemiş miktarda
karşılıksız para bastı Aman bankalar batmasın,
aman devletler batmasın. diye. Fakat o güven unsuru ve güven unsurunun
eksikliği Avrupada bir türlü toparlanmayı beraberinde getiremedi.
Eğer halk geleceğine güvenmiyorsa şirketler geleceğine
güvenmiyorsa, finans sektörü geleceğine güvenmiyorsa siz hangi
politikaları uygularsanız uygulayın, başarıya
ulaşmak mümkün değil. Çok şükür, Türkiyede, şu anda, tüm
güven göstergeleri en yüksek noktalarda dolaşıyor. Bakıyoruz
tüketici güvenine, bakıyoruz reel sektör güven endekslerine, tarihî yüksek
seviyelerde geziyor şu andaki bu endeksler. İşte bunun
sonucundadır ki çok şükür, güzel sonuçlar alıyoruz.
Türkiyeyle ilgili
önümüzdeki dönemde yoğun bir gündemimiz var, yoğun bir reform
gündemimiz var. Kuşkusuz, siyasi reformlarımız devam edecek. Yargı
başta olmak üzere, pek çok alanda atmamız gereken adımlar var.
Eğitim en önemli alanımız, eğitimde bu
reformlarımızın hızlı bir şekilde devam etmesi
gerekiyor. Eğer 2023 hedeflerine ulaşmak istiyorsak, Türkiye'nin
dünyanın en büyük 10 ekonomisinden birisi olmasını istiyorsak,
Türkiye'nin ileri bir demokrasi olmasını istiyorsak, aynı
zamanda çok modern, iyi bir eğitim sistemine ihtiyacımız var ve
hukukun üstünlüğü ilkesinin Türkiyede tavizsiz uygulanmasına
ihtiyacımız var. Bu konuda çok önemli adımlar attık,
geçtiğimiz on yıl çok önemli bir dönem oldu Türkiye'nin neredeyse bir
çağ kapatıp bir başka çağı açması
açısından ama önümüzde de daha uzunca bir reform listemiz var.
Yine, Türkiyede enerji
konusunda, iç tasarrufların artırılması konusunda, daha
yüksek katma değerli üretime geçme konusunda, araştırma-geliştirmenin,
inovasyonun üretimde daha çok kullanılması konusunda
atacağımız adımlar var. İşte, önümüzdeki bu
dönem, aynı zamanda tüm bu reformlar konusunda hızlı
adımlar atacağımız, hızlı ilerlemeler
sağlayacağımız bir dönem olacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütün bu politikalar, kuşkusuz, insanı
merkez alan politikalar. Biz, ekonomi politikalarını bir teknik alan
olarak görmüyoruz, insandan kaynaklanan ve insanı hedef alan bir politika
seti olarak görüyoruz. İşte böyle baktığımızda
da, çok şükür, ülkemizde yoksulluk göstergelerinde tarihî düşük
seviyelere ulaştık.
Dünya
Bankasının kabul ettiği ve Dünya Bankasına üye 188 ülke
için ölçülen bir mutlak yoksulluk göstergesi var, bu da 1 dolar ve 2
doların altında yaşayan nüfus.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ
(Mersin) -1 dolar 25 sent.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) - Çok şükür, biz bugün itibarıyla bu tür
bir toplum kesiminin artık Türkiyede olmadığını
görüyoruz. 1 dolar ya da 2 doların altında bir gelirle yaşayan
nüfusumuz, hamdolsun, kalmadı.
Daha üst bir eşik
olan 4,3 dolara bile baktığımızda, 2002 yılında
yüzde 30 olan bu oranın, en son verilere göre, sadece yüzde 2,7ye
düştüğünü görüyoruz; yüzde 30dan yüzde 2,7ye ve inşallah, 2015
yılı geldiğinde, Türkiye, Dünya Bankası sınıflandırmasına
göre, artık üst gelir, yüksek gelir ülke grubuna giriyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Dünyada dört ülke
sınıflandırması var: Düşük gelir diyoruz, alt orta
gelir, üst orta gelir ve yüksek gelir. 2015 programımız bize, o 2015
yılı geldiğinde, inşallah, Dünya Bankasının,
artık yüksek gelir ülke grubuna gireceğini gösteriyor.
Yine şöyle bir göz
atacak olursak, bütün bu politikalar, Türkiyede özellikle çiftçilerimizi,
esnafımızı destekleyen politikalar oldu.
Eğitim,
sağlık en önemli harcama kalemlerimiz. Yine konuşmacılardan
bir tanesi dedi ki: Eğitime savunmanın dörtte 1i kadar para
harcıyorsunuz. Şimdi, ya bütçeyi okumayı bilmiyorsunuz ya hesap
kitap bilmiyorsunuz. Bunlar tek tek, rakam rakam buralarda görüşülen,
incelenen konular. Şu anda, toplam bizim, kamunun sağlığa
harcadığı rakam 68 milyar TL 2013 yılında, 68.
Eğitime de aşağı yukarı bir o kadar daha,
yaklaşık 69 milyar harcıyoruz. Eğitim ve sağlık 1
numaralı ve 2 numaralı, en önemli harcama kalemlerimiz bütçede ve
eğitim, özellikle 2004 bütçemizden bu yana hep 1 numara oldu ve o gün
bugündür de 1 numara olmaya devam ediyor.
Yine, tarımla ilgili
Sayın Güneşin ifadeleri vardı, Yüzde
Yine, OECD
rakamlarından yola çıkmışken, özellikle Sayın
Güneşin gösterdiği bir grafik vardı ve tutanaklardan da
bakabiliriz, Bu, OECDdeki genç işsizlik grafiğidir. dedi. 2
ayrı arkadaşımıza ayrı ayrı biraz önce talimat
verdim OECD raporlarından çıkarın, bana şu genç
işsizlik rakamlarını bir gösterin. dedim. 2012nin 2nci
çeyreği itibarıyla bütün OECD ülkelerinin rakamları var.
OECDdeki genç işsizlik ortalaması yüzde 16, Türkiye yüzde 15, grafik
de burada. Öyle üçte 1 işsizlik falan yok. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sayın Güneş, siz
akademisyen kimliğinizle ve bu konuları bilen bir kişi olarak,
işsizlik rakamını kullanarak
HURŞİT
GÜNEŞ (Kocaeli) Grafikte yazıyor
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Bakın, başka türlü tanımlar
getirebilirsiniz ama OECDnin ve Eurostatın bir işsizlik
tanımı vardır, bunlar OECDnin kendi raporundandır.
Türkiyedeki her 3 gençten 1i işsiz. derken hem OECD hem Eurostat bunu
yüzde 15,2 olarak açıklıyorsa bu kürsüden Üçte 1i gençlerin
işsiz. demek çok doğru değil, ben bunu özellikle
hatırlatmak istiyorum.
HURŞİT
GÜNEŞ (Kocaeli) OECD raporuna yazarsın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye tarıma desteği, gerçekten, hem
çeşitlendiren hem de bu konuda güzel sonuçlar alan bir ülke. Bakın,
şu anda biz tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla olarak dünyada
7nciyiz, Avrupada 1inciyiz. Ha, bir de rakamları vereyim: 2002deki
rakamımız 23 milyar dolar, 2011deki rakamımız 61 milyar
dolar ve dünya 7ncisiyiz. İnşallah, 2023te dünyada 5inci
olacağız tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla
açısından. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir yandan Türkiye hızla sanayileşiyor, doğru ama asla
tarımı ihmal etmiyoruz. Bakın, tarımda tablo bu. Turizmde,
şu anda gelen turist sayısı açısından dünya
6ncılığına yükseldik, gelen turist sayısı açısından.
Bütün bunlar ekonomimizin çeşitlendirilmesi açısından son derece
önemli ve ileriye doğru, daha sağlam, pek çok konuda
başarılı, pek çok konuda yapısı sağlam bir
ekonomi olmamız açsından da son derece önemli konular.
Bir başka konu bu
altın meselesi. Altın ihracatı, altınla ilgili
işlemler, sanki Türkiyenin büyümesine suni bir katkıda bulunuyor,
Türkiyenin ekonomik büyümesini olduğundan farklı gösteriyor gibi
yanlış bir bilgilendirme, bir dezenformasyon yayılmaya
çalışılıyor. Bununla ilgili Kalkınma
Bakanlığımız gerekli bütün açıklamaları
yaptı. TÜİK, bu altın istatistiği nasıl tutulur, ta
temmuz ayında, 6 sayfalık bir açıklamayla ortaya koydu. Bizim
gayrısafi yurt içi hasıla hesabımızdaki temel yöntem üretim
yöntemi yani biz Türkiyedeki toplam oluşturulan katma değeri
toplayarak gayrısafi yurt içi hasılayı buluyoruz.
Altını eğer Türkiyede üretiyorsak, toprak altından
çıkarıyorsak orada oluşan katma değer, altının
değeri olduğu gibi büyümemize giriyor ama ithal ve ihraç
arasındaki fark -biliyorsunuz kâr çok çok düşüktür- onun büyümemize
herhangi bir katkısı, fazla bir desteği yok. Bunlar defalarca
açıklandığı hâlde, hâlâ işte Büyüme sunidir.
Altın da ihraç edilmişti, o büyümeye etki etmiştir. gibi
yanlış değerlendirmelerin yapılması gerçekten bizim
için üzücü.
BÜLENT KUŞOĞLU
(Ankara) Var diye açıkladınız Sayın Başbakan
Yardımcısı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Yine bir başka konu -artık benden önceki
konuşmacıların değindiği konulara hızlı
hızlı değiniyorum başlıklar hâlinde- Türkiyede gelir
dağılımı ve satın alma gücü. Bunu Sayın
Başbakanımız bütçenin ilk açılış gününde ortaya
koydu fakat defalarca bu bilgilerin verilmesine rağmen, hâlâ, maalesef,
bir yoksulluk edebiyatı yapılıyor, sanki satın alma gücü
düşüyormuş Türkiyede gibi, sanki gelir dağılımı
bozuluyormuş gibi bir algı oluşturulmaya
çalışılıyor. Gerçek çok açık ortada, hesap kitap da
ortada. Sadece birkaç örnek vereceğim, fazla vakit
harcamayacağım çünkü çok işlendi bu konu. Bakın, en
düşük memur maaşı 2002de 382 kilo makarna alırken bugün
695 kilo makarna alabiliyor
İZZET ÇETİN
(Ankara) Kaç altın alıyor Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
48 kilo dana eti alırken 66 kilo dana eti
alıyor,
İZZET ÇETİN
(Ankara) Altınla kıyaslayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Asgari ücrete geçiyorum: 182 kilo ekmek olmuş
288 kilo,
İZZET ÇETİN
(Ankara) Ekmeği kiloyla kim alıyor Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Bu konularda akıntıya kürek çekmenin
hiçbir anlamı yok. Bu tabloya rağmen, bu rakamlara rağmen
farklı şeyler söylemek de inanın Türkiye içinde de, Türkiye
dışında da ciddi kredibilite kaybına uğruyor, daha
sonra söylediklerinizin de bir değeri olmuyor. Gerçeklere dayanan,
gerçekler bazında ifadeler olsa ve o konuda gerçekten bize yol gösterici,
yön verici söylemler ve öneriler gelse bize de faydalı olacak, biz de
belki politikalarımıza bir şekilde yön vermekte sizin
görüşlerinizi kullanabileceğiz.
Bir başka önemli
konu: Bakın, Türkiye 2002de IMFin 42nci büyük
ortağıymış, 42nci, bugün 20nci büyük ortağı.
İnşallah, Mayıs 2013te, Allah kısmet ederse beş ay
sonra, bu borcu sıfırlıyoruz ve artık Türkiye uzun
yıllardan sonra IMFe borcunu sıfırlayan bir ülke, hatta bundan
sonra da IMF kaynaklarına destek vermeye başlayacak, IMFe borç
vermeye başlayacak bir ülke olacak. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Borçlarla ilgili pek çok rakam ifade
edildi. Fakat, ben şunu size ifade edeyim ki: Bakın, Türkiyede biz
bir yandan bu gelişme, kalkınma için çaba gösterdik, bir yandan
sosyal harcamalarımızı artırdık, bir yandan tarım
desteğini artırdık, bir yandan bankacılık sistemimizin
daha sağlam temellere oturması için çalıştık fakat bir
yandan da harıl harıl borç ödedik. Sadece kendi dönemimizde, 2002
Kasımdan bu yana, batan bankalar için ve kamu bankalarının görev
zararı için yapılmış olan borçlanmaya
yaptığımız ödemeler bugünkü rakamla 112 milyar dolar. 2010
sonunda bunu da sıfırladık çok şükür. 2012 sonu
itibarıyla da batan bankalardan ve kamu bankaları zararlarından,
2001 krizinden bugüne kalan borç artık yok.
Yine, özel sektörün borcu çok konu
ediliyor. Bakın, yıl 2002, bizim özel sektörümüzün
dışarıya borcunun millî gelire oranı yüzde 18,7; en son
rakamlar yüzde 27,8 gösteriyor yani 9 puanlık bir artış
olmuş. Ama kamu borcunda da yaklaşık 40 puanlık bir
düşüş var. Bu 40 puanlık düşüşü hiç görmezden gelip
-millî gelire oran olarak 40 puan- sadece özel sektörün borcu artıyor diye
sanki Türkiyede bir borç sorunu varmış gibi sunmak da yine
rakamlarla, gerçeklerle örtüşmüyor. Kaldı ki bizim özel sektörümüzün
yurt dışında da çok ciddi varlıkları var, bütün
raporlarda bunları görüyorsunuz. Ve kamuya
baktığınızda, özellikle kamuya, kamunun net dış
borcu haziran sonu itibarıyla sıfırlandı, hatta artıya
geçtik. Yani, kamunun elindeki döviz varlıkları şu anda kamunun
döviz borcundan daha fazla. Net dış borcunu sıfırlayan bir
Türkiye var artık -kamu kesimi olarak söylüyorum- sadece hazine değil
tüm belediyeleri, tüm KİTleri de katarak hesap ettiğimizde,
artık dış borcunu sıfırlamış bir Türkiyeden
bahsediyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yine, Sayın Şandırın
ifadeleri vardı, dedi ki: Genç işsizlik yüzde 20ye
ulaştı. Keşke, Sayın Şandır, bir zahmet edip
TÜİK raporlarına bir baksanız ya da OECD ya da Eurostat
rakamlarına baksanız da öyle söyleseydiniz bu rakamı. En son
TÜİK rakamımız yüzde 15,2. İşsizlikte yarım
puanın, 1 puanın dahi çok önemli olduğunu siz çok iyi takdir
edersiniz. Yüzde 15,2 rakamını Genç işsizlik yüzde 20ye
çıktı. diye bu kürsüden ifade etmeniz, yine, halkımıza
doğruları söyleme anlamında, artık sizlerin takdir etmesi
gereken bir tablo.
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Kayıt dışını saymayacak mıyız?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) - Kaldı ki 17 ülkeye
baktığımızda, avro bölgesine
baktığımızda, genç işsizlik ortalaması şu
anda yüzde 23,9. Avro bölgesinin ortalaması 23,9ken bizde bu rakam yüzde
15,2. Dolayısıyla yine, rakamlar konusunda -Sayın Güneş
gibi- daha dikkatli olmanızın sizler için kredibiliteniz
açısından daha hayırlı olacağını
düşünüyorum.
Yine, bir başka
ifade: Nüfusun yarısı yoksulluk sınırı altında.
Hangi usulde ölçerseniz ölçün, hangi uluslararası veriye bakarsanız
bakın, isterseniz Dünya Bankasına bakın, isterseniz
Birleşmiş Milletlerin rakamlarına, böyle bir şey yok. Ha,
sizin kendi bir hesap yönteminiz olabilir ama Türkiye'nin rakamları
uluslararası standartlarda, uluslararası mukayese edilebilir rakamlar
olmalıdır ve o çerçevede konuşmalıyız.
Yine, bir başka
konu: Satışa sunulmayan ne kaldı? dediniz,
özelleştirmeleri eleştirdiniz. E, MHP-DSP-ANAP koalisyon döneminde de
pek çok özelleştirme yapıldı. Sayın Bahçelinin pek çok
Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının altında imzası
var. Yani Eğer bu yanlış bir şeyse siz o dönemde niye
yaptınız? diye sormak lazım. Kaldı ki özel sektörün
ekonomide ağırlığının artmasını isteyen
bir ekonomik programımız var bizim. Özel sektörün o verimliliği,
o dinamizminden daha çok istifade etmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Bakıyoruz özelleştirdiğimiz kuruluşlara, zarar eden kuruluşlara
bakıyoruz, özelleştirildikten sonra bırakın zararı,
ettikleri kâr ve tekrar devlete ödedikleri vergi bu ülke için çok çok önemli
bir kaynak.
Yine, dediniz ki: Bu
bütçe bir zulüm bütçesidir. İşte, milliyetçilikle ilgili yine
ifadeleriniz vardı. Ben yine, bakın, kırk iki aylık
MHP-DSP-ANAP döneminden bazı veriler sunmak istiyorum ve eğer bu
kadar ağır ifadeler kullanmasaydınız belki bu verileri
hatırlatmama gerek kalmayacaktı ama zulüm bütçesi diyorsanız
ben şimdi soruyorum: Merkezî yönetimin toplam borcunun bu kırk iki
aylık, üç buçuk yıllık iktidarınız döneminde 28
milyardan 235 milyara çıkması zulüm müdür, değil midir? Yine
soruyorum: O kısa süre içerisinde dolar kuru 395ten 1.646ya
çıkmış, Türk lirasının değeri dörtte 1ine
düşmüş. Bu zulüm müdür, değil midir? Yine, milliyetçilik
dediniz. Bakın, gayrisafi millî hasıladan bahsediyorum: 262 milyarla
devralmışsınız, 2002de rakam 230 milyar! Millî
hasılamızdan bahsediyorum.
Dolayısıyla,
milliyetçilik, 230 milyarlık gayrisafi yurt içi hasılayı 800
milyar dolara çıkarmaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Milliyetçilik, bu ülkenin borcunu millî gelirinin yüzde 74ünden yüzde
36sına indirmektir. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) Milliyetçilik, bu ülkede yüzde 66ya çıkmış
olan faizleri yüzde 5,77ye indirmek, yüzde 30u bulan reel faizi yüzde
sıfıra indirebilmektir. Eğer milliyetçilik, bu milleti, bu
ülkeyi sevmekse bunu da rakamlarla çok çok açık bir şekilde
görüyoruz.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yine Sayın Ayaydının ifadeleri
vardı, gerçi Sayın Güneş de bunların pek çoğunu tekrar
etti ama şunu ifade etmek istiyorum ki: Bakın, özellikle ekonomi ve
finans alanına baktığınızda eleştirilerinizi çok
çok dikkatli, çok hesaplı kitaplı yapmanız lazım. Bütün
dünyanın artık kabul ettiği, bütün Avrupanın kabul
ettiği bir Türk ekonomisini, burada, hele hele en sağlam
noktalarından eleştirmeye çalışmak sadece, dediğim
gibi, bu eleştirileri yapanlar adına bir güven kaybıdır ve
Türkiye muhalefeti adına da iyi bir tablo değildir diyorum.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yine sayın konuşmacıların
dile getirdiği bazı konular vardı Türkiyede icra
sayıları artıyor, dosyaları artıyor. diye.
Bakın, size bir rakam vereceğim, Adalet
Bakanlığımızdan aldığım rakam: 2002
yılı itibarıyla açılan takip sayısı -icradan
bahsediyoruz- 3 milyon 894 bin, 2011 yılına
geldiğimizde 6 milyon 252 bin yani yüzde 60lık bir artış
var ama bunun yanında 3 misline çıkmış bir millî gelir var.
3 katına çıkmış bir ekonomik boyut var. Ekonomi her
şeyiyle büyük yer, alacağıyla, vereceğiyle, ödenen
çekleriyle, kredileriyle her şeyiyle büyük yer. Yine, bakıyoruz
ihracat 36 milyardan 150 milyar dolara çıkmış, 4 kat
artmış. Dolayısıyla bu kadar büyüyen ekonomide icra
dosyaları sayısında da yüzde 60lık bir artış, bu
dokuz yıllık dönem içerisinde gayet makul. Olağanüstü bir tablo
burada kesinlikle yok.
Cezaevlerindeki hükümlü
ve tutuklu sayısının artışı. Biliyorsunuz, burada
şartlı tahliye oranının yüzde 40tan yüzde 67ye
çıkarılmasıyla ile ilgili bir adım attık. Dolayısıyla
burada, artık eskiye göre daha uzun süreler cezaevinde kalma söz konusu.
SIRRI SAKIK (Muş)
Nasıl? Anlamadım!
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Yine, pek çok konuda cezalar
artırıldı. 2011 yılından itibaren Yargıtay ceza dairesi
ve üye sayısı artırıldı ve dosyalar daha
hızlı onaylanıyor, o da sayıdaki artışın bir
sebebi ama belki de en önemlisi. Diyeceksiniz ki Niye cezaevlerindeki hükümlü
ve tutuklu sayısı arttı? Değerli arkadaşlar,
mafyalar, çeteler artık dışarıda dolaşmıyor. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) Mafyalar, çeteler
içeride, artışın da en önemli sebebi bu.
Yine,
bazı konuşmacıların kuvvetler
ayrılığıyla ilgili değerlendirmeleri, ifadeleri oldu.
Anayasamızın 125inci maddesinin 4üncü fıkrası çok
açık, aynen okuyorum: Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin
hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir
surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin
kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini
kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir
yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez. Bu,
Anayasa hükmü, bizim istediğimiz de tam bu; her kuvvetin kendi anayasal
sınırları içerisine çekilmesi. Her taş kendi yerinde
ağır. Yasama, yürütme ve yargı, sistemin birbirini dengeleyen ve
tamamlayan parçalarıdır. Kuvvetler ayrılığı
ilkesi, devlet organları arasında bir çatışmanın
gerekçesi, farklı kuvvetler arasındaki çekişmenin mazereti
olarak da algılanmamalıdır. İtiraz ettiğimiz husus
şudur: Yargının kendi yetki alanını kendi kendine
genişletecek kararlar alması ve görev alanına girmeyen
konularda, bir tür nüfuz alanı mantığıyla alanına
katmasıyla oluşan genişlemelerdir. Bir bakıma, kuvvetler
ayrımını mazeret gösterip yargının yasama ve yürütmeye
müdahil olmasıdır. Böylesi bir gelişme, güvensizlik ve belirsizlik
duygularını besleyeceği gibi, keyfîliği normatif bir
değer hâline de getirebilir diyoruz ve Sayın
Başbakanımızın itirazları da bu çerçevede
değerlendirilmelidir. Yargı erkleri kendi anayasal
sınırları içerisinde uygulamaya bunu
yansıtmalıdır.
Daha önceki dönemlerden
olumsuz tecrübeler yaşadık. Bakın, burada bir
Yine, Anayasanın
10uncu ve 42nci maddelerinde, eğitim ve öğretim özgürlüğünü
genişletmeye yönelik olarak 411 milletvekilinin oyuyla kabul edilen bir
kanunun, daha doğrusu anayasa değişikliğinin iptalini hep
beraber gördük.
Yine, Anayasanın
155inci maddesindeki hüküm uyarınca, kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz
şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içerisinde
düşüncesini bildirmekle görevli olan Danıştayın bu süre
içerisinde görüşünü bildirmemesi sebebiyle çok büyük zararların
oluştuğunu gördük. İşte, belki İzmir Limanı bunun
en somut örneği. 3 Mayıs 2007de 1 milyar 275 milyon dolara ihale
ediliyor özelleştirmede. Ne yapılması lazım? İki ay
içerisinde görüş yazılması lazım. Peki, görüş ne zaman
geliyor? 27 Temmuz 2009. İki ay değil, iki sene iki ay sonra.
Şartlar değişiyor, firma o günkü finansman imkânlarına
ulaşamıyor ve vazgeçiyor. Sadece o 1 milyar 275 milyonun
gecikmiş tahsili sebebiyle, faiziyle beraber hesap ettiğimizde,
şu anda 1,7 milyar dolarlık bizim kaybımız var.
İşte bu, yargının yerindelik denetiminin,
yargının, bir bakıma yürütmenin yerine kendisini
koymasının somut örneklerinden bir tanesi. Yine, biz bunu
Haydarpaşada gördük, Galataportta gördük, Türk TELEKOMda gördük, YÖKün
üniversiteye giriş sınavında uygulanacak katsayının
belirlenmesine ilişkin kararında gördük, hâkim ve savcı
adaylığı alımı için yapılan mülakatlarla ilgili
olarak verilen kararlarda gördük ve bir bakıma bu isyanımız, bu
görüşümüz bu nedenledir.
Yine, Suriyeyle ilgili
pek çok konu gündeme geldi. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
yanı başımızdaki, en uzun sınırı
paylaştığımız, akrabalarımızın,
kardeşlerimizin yaşadığı Suriyede halkın
taleplerinin dikkate alınması, değişim sürecinin
zararsız şekilde atlatılması için her türlü girişimde
bulunduk. Maalesef, tüm tavsiye ve dostane uyarılarımıza
rağmen, Suriye rejimi reformları yapmak yerine, oyalama taktikleriyle
sorunun üstesinden gelebileceğini ve meseleyi baskıyla
çözebileceğini zannetti. Ne zaman ki Esed rejimi halkına
karşı silah doğrulttu, çocukları, yaşlıları,
kadınları, masum sivilleri katletmeye başladı, işte o
zaman, biz de Türkiye olarak Suriye halkının yanındaki yerimizi
aldık. Şu ana kadar, bu rejim 50 binden fazla masum insanı
öldürdü. Yaşanan olaylar neticesinde 2,5 milyon kişi ülke içerisinde
göç etmek zorunda kaldı, 500 bin Suriyeli komşu ülkelere
sığınmak zorunda kaldı. Zulüm ve katliamdan kaçan Suriyeli
kardeşlerimize ayrım gözetmeden, meşrebine, mezhebine ve dinine
bakmadan kapılarımızı, evlerimizi ve en önemlisi de
gönüllerimizi açtık. Hâlihazırda, 14 barınma merkezinde 136 bin
Suriye vatandaşını misafir ediyoruz, eğitimden
sağlığa kadar her türlü ihtiyaçlarını görüyoruz.
Akan kanın ve
yaşanan bu trajedinin bir an önce son bulması amacıyla da çok
yoğun bir diplomasi trafiği yürüttük, yürütmekteyiz. Suriye
meselesinin uluslararası toplumda hak ettiği ilgiyi görmesi için de
büyük çaba sarf etmekteyiz. İşte, Türkiye, Suriye Ulusal
Koalisyonunu, Suriye halkının meşru temsilcisi olarak
tanımış ve destek taahhüdünü yinelemiştir ama bunu
tanıyan sadece Türkiye değildir. En son Marakeşte yapılan
toplantıda 114 ülkenin ve 13 uluslararası kuruluşun
katılımıyla yapılan Suriye Dostları Grubunun 4üncü
toplantısında Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonunu
Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanınmıştır.
Yani, dünyada artık büyük ekseriyette rejim değil, Suriye
halkının gerçek temsilcileri bugün tanınmaktadır. Zaten
kendi halkını uçaklarla bombalayan, sahilden harp gemileriyle kendi
şehirlerini bombalayan, hatta en son dönemde Scut füzelerini de yine kendi
halkı üzerinde kullanmaya başlayan bir rejimin artık
meşruiyeti kalmamıştır. Bu rejim artık gidicidir,
tamamen zamanlama meselesidir. Yönetimin her seviyesinden ve özellikle de
askerî kanattan her gün kaçışlar vardır. Muhalefet, ülkenin her
bölgesinde etkinliğini artırmaktadır. Âciz kalan rejimin
halkına karşı yürüttüğü bu kirli savaşa komşu
ülkeleri müdahil kılmaya, çatışmaya çekmeye dönük niyetlerin de
farkındayız. Ancak, vatandaşlarımızın temel
haklarını ve sınırlarını korumak için
uluslararası hukuk çerçevesinde de gerekli her türlü önlemi aldık ve
bu önlemleri almaya da devam edeceğiz ve attığımız bütün
adımlar, atacağımız bütün adımlar güçlü bir
uluslararası hukuk zemininde olacaktır, güçlü bir uluslararası
meşruiyet zemininde olacaktır. Türkiye olarak, Suriye halkı ile
kardeşlik hukukunun gereği olan dayanışmamızı,
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam ettireceğiz.
Suriyeyle ilgili
özellikle bu Patriot füzeleri konusu sık sık gündeme gelmekte.
Suriyedeki durum, değerli arkadaşlar, ciddiyetini koruyor.
Biliyorsunuz 5 tane vatandaşımızı kaybettik 3 Ekim
tarihindeki bu düşen bombada. Yine, halkımızı ve
topraklarımızı korumak sorumluluğumuz olduğu kadar da
meşru bir hakkımız. Hükûmetimiz bu çerçevede tamamen savunma
amaçlı olmak üzere, üyesi olduğumuz NATOdan, savunma sistemlerimizin
NATO çerçevesinde konuşlandırılacak Patriot füze savunma
bataryalarıyla takviyesini istemiştir ve 4 Aralık tarihinde de
NATO dışişleri bakanları, NATO Konseyinde bu talebimizi
onaylamıştır. Süre bir yıllığınadır ama
gerekirse bu süre uzatılabilecektir. Tekrar ediyorum ki bu önlemler
savunma amaçlı önlemlerdir. Onun ötesinde kimse bir şey
aramamalıdır. Buradaki amacımız da Suriyedeki krizin daha fazla
tırmanmasına engel olabilmektir. Türkiye, Suriye krizinin
barışçı yollardan bir an evvel çözümü amacıyla da
yapmış olduğu bu girişimleri bundan sonra da aynen,
kararlılıkla uygulamaya devam edecektir.
Yine, özellikle komşumuz
İranın, kendisi 2.000-2.500 kilometrelik füzelere sahipken bu konuda
bazı açıklamalar yapması, farklı bir tutum sergilemesi de,
kuşkusuz, bizim için kabul edilemez. Burada Suriyenin tüm
komşularının ve bütün bölge ülkelerinin yapması gereken,
her gün katledilen masum sivillerin, masum Suriye
vatandaşlarının yanında olmaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 28 Aralık 2011 tarihinde, Uludere ilçemize yakın
sınırın Irak tarafında, maalesef, 34 kardeşimizi, 34
vatandaşımızı yitirdik. Bu elim olay karşısında,
sadece oradaki aileler, sadece belli bir bölgedeki
vatandaşlarımız değil, 75 milyon bu acıyı
yüreğinde hissetti. Sayın Başbakanımızın eşi
ve kızı bölgeye giderek bu ailelerin acılarına ortak
oldular. Başbakan Yardımcımız, eşi, pek çok
bakanımız, milletvekillerimiz aynı şekilde, bu köylere
gittiler, aileleri ziyaret ettiler. Valimiz, CHP ve BDP genel
başkanları, milletvekilleri de yine bölgeye gittiler, ailelerin
acılarını paylaştılar. Bu vahim hadisenin
ardından, acılı aileleri bir nebze olsun teselli etmek
amacıyla, Hükûmetimiz çok samimi adımlar attı. Bu ailelere gerek
maddi gerekse manevi destek sağlama konusunda mevzuatın çerçevesinin
de ötesinde adımlar atıldı. Ayrıca, bu vahim hadisenin
nasıl olduğu konusunda Meclisimizde de biliyorsunuz bir
araştırma komisyonu kuruldu. Adli ve idari yargı süreci
başlatıldı. Bu süreçler de devam ediyor, askerî yargı
süreci devam ediyor, Diyarbakır
Başsavcılığının çalışmaları devam
ediyor.
Ben, bir kere daha
şu hususun altını çizmek durumundayım: Uluderedeki
hadisenin acıları başta Hükûmetimiz, partimiz ve grubumuz olmak
üzere ırk, inanç, dil, din ayrımı olmaksızın toplumun
her kesimi tarafından paylaşılmıştır. Uluderenin
acısı, bu milletin ortak acısıdır. O ailelerin
hissiyatı, bu milletin ortak hissiyatıdır. Bu hadisenin bir
ayrışmanın, çatışmanın, hele hele bir
istismarın aracı yapılması son derece tehlikelidir ve bu
istismarı biz sadece BDPde görmüyoruz,
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Adalet arıyorlar
Ne zamandan beri adalet aramak
istismar oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) - Maalesef bu istismar kervanına Cumhuriyet
Halk Partisi de katılmakta. Yaşanan acı üzerinden, akan kan
üzerinden istismar siyaseti gütmek, fırsatçılığa
girişmek, en az yaşanan olay kadar acıdır, vehimdir.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ayıp ya!
MALİK ECDER ÖZDEMİR
(Sivas) Sayın Bakan, vur emrini kim verdi?
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Toplu katliam, soykırım, insanlık suçu
BAŞKAN Lütfen
Lütfen hatibin sözünü kesmeyin efendim, lütfen
Şurada birkaç dakika daha
sabredin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Bir vahim hadisenin
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Ayıp!
HASİP KAPLAN
(Şırnak) 34 can
Adalet arıyor insanlar
BAŞKAN Lütfen
HASİP KAPLAN
(Şırnak) O işin sorumlusu kim, ortaya çıksın!
BAŞKAN - Lütfen
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Bir vahim hadisenin kendi bağlamından,
kendi gerçekliğinden koparılarak, özellikle de vicdan dairesinin
dışına çıkarılarak, sağduyudan uzak şekilde
istismar ve fırsatçılık hırsıyla ele
alınması o acıyı dindirmez, tam tersine o acıyı
büyütür. (CHP sıralarından gürültüler)
BÜLENT TURAN
(İstanbul) Dinle, dinle!
MUSATAFA SEZGİN
TANRIKULU (İstanbul) Sana ne? Sana ne oluyor? (AK PARTİ ve CHP
sıralarından karşılıklı konuşmalar,
gürültüler)
BAŞKAN Lütfen
Lütfen değerli arkadaşlar, lütfen
Sükûneti muhafaza edelim, lütfen.
Değerli
arkadaşlar, lütfen
Sayın Babacan,
lütfen, devam edin siz. (AK PARTİ ve CHP sıralarından
karşılıklı konuşmalar, gürültüler)
Devam edin lütfen
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Adalet arıyor insanlar!
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Değerli arkadaşlar, Uludere hadisesini
ayrışmanın bir fırsatı olarak değil, bu tür
hadiselerin yaşanmaması için
(AK PARTİ ve CHP
sıralarından karşılıklı konuşmalar,
gürültüler)
BAŞKAN Lütfen
yerinize oturunuz arkadaşlar. Lütfen, yerinize oturunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) -
acı bir tecrübe olarak görmek vicdani bir
sorumluluktur.
Terörle iç içe
yaşayan, her an terör tehdidine maruz kalan, terörle büyük bir
hassasiyetle mücadele eden bir ülkede Uludereyi bir fırsat olarak görmek,
bunu siyasi istismar aracı yapmak
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Bir yıldır Bombalama emrini kim verdi?
sorusuna cevap veremediniz.
BAŞKAN
Değerli arkadaşlar, lütfen, bakın müzakerelerin sonuna geldik.
Ne olur! Bu yılın son müzakeresi bu!
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Hem suçlu hem güçlü!
BAŞKAN - Sükûneti
muhafaza edelim.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Hem suçlu hem güçlü!
BAŞKAN - Laf
atmayın, bundan kimseye bir fayda yok. Şu ana kadar sükûnet içerisinde
geldi. Yani oradaki yapılan söz atmaların
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Bir yıldan bu tarafa Bombalama emrini kim verdi?
sorusuna cevap veremediniz.
BAŞKAN Sayın
Özdemir, siz idare amirisiniz, lütfen uygun değil.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) - Ama Sayın Başkan olur mu öyle şey?
BAŞKAN - Ama sizin
oradan attığınız lafın buraya bir faydası yok,
kamuoyu da duymuyor.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Ama muhalefeti suçluyor.
BAŞKAN Efendim,
suçluyorsa cevap verilir.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Siyasi istismar yapıyor. diyor.
BAŞKAN Suçluyorsa
cevap verilir.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Bilir misiniz ki oradaki insanlar bir yıldan beri
BAŞKAN Suçluyorsa
söz istersiniz birileri cevap verir ona, söz kesmek yok ki!
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) İnsanlar
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, vereceğiz, bu
sataşmanın cevabını vereceğiz.
BAŞKAN Vereceksen
vereceksin ama siz konuşurken hiç kimse müdahale etmedi bakınız,
istediğiniz gibi konuştunuz.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) İktidar partisi milletvekilinin orada ne işi
var?
BAŞKAN Bir dakika
Bu kürsünün
dokunulmazlığı var, burada herkes istediğini söylüyor, siz
de konuştunuz kimse laf atmadı. Doğru bir şey değil
canım yani.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Tamam da AK PARTİ milletvekilleri oraya kadar
yürüyor.
BAŞKAN Siz grup
başkan vekilliği de yaptınız. Olur mu böyle bir şey?
Buranın da bir usulü var.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Kalkan milletvekilini oturtun o zaman.
BAŞKAN Yeri
geliyor İç Tüzüke göre hak talep ediyorsunuz öbür tarafta İç Tüzükte
olmayan tavırlar ortaya koyuyorsunuz. O zaman hangi İç Tüzük nerede
kalıyor, yapmayın lütfen.
Sayın Babacan, devam
edin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Uludere hadisesini ayrışmanın bir
fırsatı olarak değil, bu tür hadiselerin yaşanmaması için
acı bir tecrübe olarak görmek vicdani bir sorumluluktur. Terörle iç içe
yaşayan, her an terör tehdidine maruz kalan, terörle büyük bir
hassasiyetle mücadele eden bir ülkede Uludereyi bir fırsat olarak görmek,
bunu siyasi istismar aracı yapmak sorumlu, sağlıklı ve
sağduyulu bir siyaset olamaz. Unutmayalım ki, daha önce de biz bir
Gediktepe vakası yaşadık. Sivil vatandaş zannedilenler
terörist çıktı; şehitler verdik, bedel ödedik.
İstismarcılar ve fırsatçılar ellerini çektiğinde
Uludere hadisesi çok daha hızlı bir şekilde aydınlanacak ve
çözüme kavuşacaktır.(AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, 1980 ve sonrasında Diyarbakır Cezaevinde
yaşanan insanlık dışı muamele ve işkencenin
milletimizin hafızasında ve ortak vicdanında derin bir yara
açtığını hepimiz biliyoruz. Kalbi olan, vicdanı olan,
insanlıktan zerre eser taşıyan birinin Diyarbakır Cezaevinde
yaşananları ve yaşatılanları onaylaması asla
mümkün değildir. Nitekim, Sayın Başbakanımız da
değişik vesilelerle Diyarbakır Cezaevinde yaşanan
olayları kınamış ve o acıyı
paylaşmıştır. Esasen AK PARTİ pek çok mensubu benzer
süreçlerden geçmiş bir parti olarak Diyarbakır Cezaevinde
yaşananlarla empati kurabilen bir partidir. Hükûmetimiz ne şekilde
olursa olsun ret, inkâr ve asimilasyonun karşısındadır ve
bu karşıtlığını da defalarca somut bir
şekilde ifadelendirmiştir, uygulamalarıyla da ortaya
koymuştur. Hükûmetimizin kuruluşunun ilk gününden itibaren
İşkenceye sıfır tolerans. dedik ve bunu da
kararlılıkla uyguluyoruz. Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar
ne kadar acıysa bu acıyı bir başka acıyla örtmek,
kanı kanla yıkamak, yanlışı yanlışla
düzeltmeye çalışmak da o kadar isabetsiz bir yaklaşım
olacaktır. Diyarbakırı yaşamış olanların
bugün kan akıtmasını, masum canlara kastetmesini,
mağaralarda yapılan işkencelere müsamaha göstermesini, bütün
bunlara seyirci kalmasını, bu yanlışları
onaylamasını anlamak da elbette mümkün değildir. Diyarbakır
Cezaevinde yaşanan acı, vicdanlarda yeni yaralar açarak
kapatılamaz, dindirilemez. Öte yandan, şiddet kimden gelirse gelsin,
nereden gelirse gelsin mazur görülemez ve gösterilemez. İşkencenin
her türü insanlık dışıdır, bir suçtur.
İşkence büyük bir yanlıştır ancak terör de insanlık
dışıdır, bir suçtur. Terör de büyük bir
yanlıştır. Bir yanlış bir başka
yanlışla düzeltilemez. Sebebi ne olursa olsun AK PARTİnin
terörü meşru göstermek gibi bir yaklaşımı olamaz.
Gayrimeşru yolları meşrulaştırmak gibi bir
anlayışımız da olamaz. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yine bazı konuşmacıların
gündeme getirdiği tutuklu gazeteciler konusu var. Bu, bize hem yurt içi
temaslarımızda hem yurt dışı temaslarımızda
sık sık soruluyor, özellikle Bu kişiler acaba farklı bir
anlayışla, farklı bir sebeple mi tutuklu ya da hükümlü oldular.?
diye de sorgulanıyor. Bakın, tutuklu gazeteciler dediğimiz
kişilerden bazılarının dosyalarından hangi suçlardan
yargılandıklarını sizlere ifade etmek istiyorum:
Ateşli silah bulundurmak, polis ve bekçi öldürmek, bombalama eylemlerine
katılmak
(CHP sıralarından Yok yok, sen bari söyleme.
sesleri, gürültüler)
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Ayıp, utanın!
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
banka soygunu
PERVİN BULDAN
(Iğdır) Listesini bize de gönderin Sayın Bakan.
AYLA AKAT (Batman) Onlar
daha ceza almadılar, ne zaman hüküm verdiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
terör örgütlerine üye olmak evrakta sahtecilik,
silahlı soygun; bunlar dosyalardan alınan yargılama
konuları. Bu kişiler, gazetecilik meslekleri için ya da gazetecilik
alanındaki çalışmaları için yargılanmıyor,
gazeteciliğin dışında gösterdikleri faaliyetler için
yargılanıyor.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Başbakan hakkında da var.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Kalpazan var mı içlerinde, kalpazan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Takdir edersiniz ki, pek çok darbe
hazırlığı ya da kötü niyetli pek çok yapılanmanın
bir kamuoyu ayağı vardır ve bu kamuoyu ayağında da
özellikle kamuoyu oluşturma anlamında da
İZZET ÇETİN
(Ankara) Arkana dön bir bak Sayın Bakan, kimleri göreceksin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
basının da rolü olabilir, daha önceki
tecrübelerde de bunu Türkiye görmüştür. Dolayısıyla, darbe
hazırlıklarında
İZZET ÇETİN
(Ankara) Geldi gene gemicikçiler
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
özellikle işi, kamuoyunu hazırlamak
açısından ya da fiilen bu tür saydığım eylemlerin
içinde bulunma açısından değerlendirdiğimizde kimi
sayılara göre 40
Ki açıklanan rakamlar her gün değişiyor,
bu uluslararası örgütün açıkladığı bazı
40lı rakamlar var, 70li rakamlar var. Fakat nereden bakarsak
bakalım
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) En fazla tutuklu gazetecinin olduğu yer.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
binlerce gazetenin olduğu, 1.100 tane radyo
kanalının olduğu, 400ün üzerinde televizyon kanalının
olduğu bir ülkede eğer gazetecilerin arasında da bu tür
yanlış işlere girenler varsa, bazı
yanlışların içine düşenler varsa gazetecilik kimliği
İZZET ÇETİN
(Ankara) Arkana dön bir bak Sayın Bakan, kimleri göreceksin!
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla)
diğer suçlar için bir koruma sahası,
bir dokunulmazlık sahası oluşturmamalıdır. Kaldı
ki yargı süreçleri de devam etmektedir. Hep beraber bekleyip
yargının hangi yönde karar alacağını görmek de
hepimize düşen vazifedir. (CHP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'nin hem siyasi reformlar alanında
elde etmiş olduğu başarılar hem ekonomi alanında elde
etmiş olduğu başarılar gerçekten bütün dünyada artık
örnek gösteriliyor. Bir bakıma, Türkiye, nüfusunun yüzde 99unun Müslüman
olduğu bir ülke olarak, aynı zamanda daha iyi işleyen bir
demokratik sisteme sahip bir ülke şu anda. Bir bakıma halkın
yüzde 99u Müslüman olan bir ülkenin aynı zamanda ileri bir demokrasisi
olması ve kalkınmış bir ülke olması demek ki mümkün
olabiliyormuş. Ama, burada şunu hiç unutmamız gerekiyor:
Demokrasiyle ekonomi, aynı at kulağı gibi baş başa ve
paralel yürütülmesi gereken alanlar, birinden birini eksik
bıraktığınızda diğerinin başarılı
olması mümkün değil. Kaldı ki, Türkiye'nin kendi içinde
yaşadığı tarihî reform süreci, şu anda pek çok ülke
için ilham kaynağı olmuş durumda. Bugün, Tunusta
yaşananlara baktığımızda, Libyada yaşananlara
baktığımızda, Mısırda yaşananlara
baktığımızda, Yemende yaşananlara
baktığımızda, artık, Türkiye, pek çok ülkeye örnek
teşkil eden bir yapıya sahip. Biz, bu ülkelerle de çok yakından
çalışıyoruz, onların hem siyasi reformlarına hem
ekonomik reformlarına destek veriyoruz. Mısır örneğinde 2
milyar dolarlık bir finansmanla, Tunus örneğinde 500 milyon
dolarlık bir finansmanla, Libya örneğinde 200 milyon dolarlık
bir finansmanla, Yemen örneğinde 100 milyon dolarlık bir finansmanla
da bu ülkelerin bu süreçlerini destekliyoruz.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Paraları bavulla mı gönderiyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Demokrasi adına, insan hakları
adına, özgürlükler adına, hangi ülkede bir çaba varsa, bir gayret
varsa Türkiye, artık o ülkelere de destek veren, o ülkelerin de
dönüşüm sürecine destek veren bir ülke hâline geldi ve bu rolümüz bizim
profilimizi çok çok yükseltti.
Türkiye'nin ekonomisi
dünyada 16ncı sırada olabilir ama artık pek çok siyasi
sıralamada, uluslararası etkinlik açısından Türkiye, kimi
durumda dünyanın en etkin 10, kimi durumda dünyanın en etkin 5 ülkesinden
biri olarak anılıyor. Bu, hem ekonomik gücümüzün ve
başarılarımızın sonucu ama aynı zamanda da
izlediğimiz doğru dış politikanın sonucu.
Bakın, Türkiye,
geçtiğimiz ay içerisinde önemli bir adım attı, Filistinin
devlet olmasına destek verdi ve özellikle, Birleşmiş
Milletlerdeki bu yeni statüsünün oluşması konusunda yoğun çaba
gösterdi. Sayın Başbakanımız bir yandan, Sayın
Dışişleri Bakanımız bir yandan, Birleşmiş Milletlerde,
neredeyse, bir iki ülke bir yana, geri kalan bütün dünya bir yana kalacak
şekilde bir başarı elde ettik. Ve bütçe görüşmelerimizin
başladığı ilk gün 10 Aralık tarihinde Filistin Devlet
Başkanı Sayın Mahmud Abbas geldi, bu kürsüden sizlere hitap etti
ve Türkiye'nin desteklerinden, katkılarından ötürü teşekkür
etti. Artık Türkiye küresel bir aktör, artık Türkiye bir merkez ülke.
Yaptıklarımız
çok çok önemli. Türkiye, yaptığı her şeyle dünyaya örnek
olmak zorunda olan bir ülke. Sadece demokrasisiyle değil, sadece
ekonomisiyle değil ama aynı zamanda iyi işleyen bir Parlamentosu
ve iyi bir muhalefetiyle de örnek olmak durumunda. Türkiye'nin örnek
alınacak pek çok yönü var ama biz gerçekten arzu ediyoruz ki Türkiye'deki
muhalefet bilinci ve muhalefet yapma şekli de örnek alınan bir
şekle gelsin. Bunu, bu bütçe görüşmelerinde maalesef gördük, izledik.
Mutlaka alternatifler üretmek gerekiyor, öneriler geliştirmek gerekiyor.
Yalnız, iyi olduğunu bütün dünyanın kabul ettiği
politikaları taşlayarak, eleştirerek bir yere varmak, bir
noktaya gelmek mümkün değil.
Türkiye'nin hem
dış politikada hem ekonomide yaptığı
açılımlar bütün dünyada birbirini destekliyor. Bakın, yıl
2008, bizim Afrikadaki büyükelçilik sayımız 12, şu anda
çıktığımız sayı 32. Dört yılda Afrikadaki
büyükelçilik sayımızı 12den 32ye çıkarttık. Türk
Hava Yolları, şu anda, Afrikada 35ten fazla noktaya uçuyor. Bugün,
Türk Hava Yolları, gittiği ülke, uçtuğu ülke sayısı
açısından dünyada bir numara. Yani dünyada hiçbir hava yolu Türk Hava
Yollarından daha fazla ülkeye uçmuyor.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Bırak ya, yeni şeyler söyleyin biraz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Bu, hem bizim diplomasi faaliyetimizin, dış
politika faaliyetimizin sonucu hem de o ülkelerle olan ekonomik
ilişkilerimizin bir sonucu.
SÜLEYMAN ÇELEBİ
(İstanbul) Peki, atılan işçiler ne olacak?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) Sadece bu sayılar dahi Türkiye'nin nereden
nereye geldiğini bu dönem içerisinde bize gösteriyor.
Bugün, Güney Amerikada,
Peruda, Kolombiyada büyükelçilikler açtık; Panamada, Ekvadorda
büyükelçilikler açıyoruz. Myanmar gibi Türkiye'de isminin yeni yeni
öğrenilmeye başlandığı ülkelerde dahi büyükelçilik
açtık. Bir yandan büyükelçiliklerimiz, bir yandan dış ticaret
temsilciliklerimiz, bir yandan TİKA ofislerimiz dünyanın her yerinde
Türkiye'nin profilini yükseltiyor.
Türkiye, çok şükür,
artık bugün, dünyanın her yerinde halklar tarafından da sevilen
bir ülke hâline geldi. Bugün, Sayın Başbakanımız,
Dışişleri Bakanımız, pek çok bakan arkadaşımız,
tabii Sayın Cumhurbaşkanımız hangi ülkeye gitse sadece
devletlerin resmî töreniyle karşılanmıyor, halkların
coşkusuyla karşılanıyor. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) Sayın
Başbakanımız hangi ülkeye gitse o ülkede o halkın gönlünü nasıl
kazandığını, o ülkenin halkının kendisine
nasıl bir sevgi gösterdiğini hep beraber görüyoruz. Yüzlerce,
binlerce, on binlerce kişi artık, her ülkede Türkiye için tezahüratta
bulunuyor.
Biz, biliyorsunuz 2008
yılında Birleşmiş Milletlerle ilgili çok önemli bir seçim
geçirdik.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Babacan, ek süre veriyorum; lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) 2008de Güvenlik Konseyine aday olduk.
İZZET ÇETİN
(Ankara) Yalandan kim ölmüş?
BAŞBAKAN YARDIMCISI
ALİ BABACAN (Devamla) 192 ülke oy kullandı, 192 ülke. O gün zaten
Birleşmiş Milletlerin üye sayısı 192 idi, bugün daha
arttı, 3-4 ülke daha eklendi. 192 ülkeden 151 tanesi Türkiyeye oy verdi
ve bu, gizli oy. İnsanların gönüllerini kazanmadan bu oyları
alamazsınız. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) 2008den önceki on yıla bir bakın,
Birleşmiş Milletlerin tarihinde benzer formattaki seçimlerde bizim
kadar yüksek oy alan ülke hiç olmamış. 151 oy demek, değerli
arkadaşlar, yüzde 80 demek. Dünya ülkelerinin yüzde 80inin oyunu,
desteğini alacak bir noktaya geldi çok şükür Türkiye. Bazen
dış politikada sayılarla, rakamlarla nereden nereye
geldiğimizi ifade etmek zor olabiliyor ama bu verdiğim örnekler,
sayılar, gerçekten Türkiyenin başarısının, Türkiyenin
geldiği noktanın en önemli göstergelerinden diye değerlendirmek
lazım.
Ben sözlerime son
vermeden önce, tekrar 2013 bütçemizin ülkemize, halkımıza hayırlı
olmasını diliyorum; iyi hizmetlere, güzel hizmetlere vesile
olmasını diliyorum. 2013 yılının, inşallah 2012
yılına göre daha hızlı büyüyen, daha hızlı kalkınan
bir Türkiyeye vesile olmasını diliyorum.
Hepinize
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Babacan.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Sayın Başkan
BAŞKAN Müsaade
ederseniz, sırayla
Sayın Hamzaçebi,
buyurun.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, Sayın Ali Babacan
konuşmasında geçen yıl Uluderede hayatını kaybeden 34
vatandaşımızla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin
yapmış olduğu değerlendirmeleri, açıklamaları o
konunun istismarı olarak nitelendirmek suretiyle grubumuza sataşmada
bulunmuştur. 69uncu maddeye göre söz istiyorum.
BAŞKAN Sayın
Şandır
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Sayın Başkanım, Sayın Bakan benim ismimi de
anarak yaptığım konuşma üzerinde bazı
değerlendirmeler yaptı, ona cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN Sayın
Baluken
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Sayın Başkan, bu ülkenin tarihindeki en büyük ve en trajik
katliamlardan biri olan Roboski katliamıyla ilgili konuşurken
Sayın Bakan, partimizin duyarlılığına Bu konuda
istismar ediyorlar. şeklinde ithamda bulunmuştur, sataşmada
bulunmuştur.
BAŞKAN Sayın
Kaplan
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Ben konuşacağım.
BAŞKAN Aynı
konuyla ilgili, aynı konu...
İDRİS BALUKEN
(Bingöl) Grubumuz adına Sayın Hasip Kaplan cevap verecek.
BAŞKAN Sayın
Tüzel
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Sayın Başkan, ben makamınıza da
başvurdum, Başbakan Yardımcısının bir sözü
BAŞKAN Tamam
yazılı bir talebiniz var.
Sayın Ayaydın
AYDIN AĞAN AYAYDIN
(İstanbul) Sayın Bakan ismimi zikrederek Türkiye ekonomisi
hakkında benim verdiğim bilgilerin yanlış olduğunu
söyledi. Bu konuda 69a göre söz istiyorum.
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, müsaade ederseniz taleplerinizi aldım.
Şimdi, bütçenin
aleyhinde Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnceye söz
vereceğim, ondan sonra taleplerinize de bakacağız.
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Efendim, usul gereği
BAŞKAN Efendim,
İç Tüzükün 69uncu maddesine göre talepte bulundunuz. 69uncu maddenin de
bana verdiği bir takdir hakkı var. Müsaade ederseniz siz o maddeye
göre talep ettiniz, benim de o maddeye göre işlem yapabilmem için evvela
şu işlemleri yapalım çünkü deniliyor ki: Oturumun süresi
içerisinde cevap verir. Oturum bitmedi, daha yapacağımız
Danışma Kurulu önerisi filan var burada, onun için
Bütçenin aleyhinde Yalova
Milletvekili Sayın İnce, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın İnce,
süreniz on dakika.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
On yılda gönülleri
ayrıştırdınız, on yılda idealleri yok ettiniz.
RECEP ÖZEL (Isparta)
Birleştirdik, birleştirdik.
MUHARREM İNCE
(Devamla) - On yılda bankalarımızı
ayrıştırdınız, lokantalarımızı ayrıştırdınız,
gıdalarımızı ayrıştırdınız,
marketlerimizi ayrıştırdınız; on yılda Türkiyeyi
ayrıştırdınız.
Sürekli kavga ettiniz;
bilim kurullarıyla kavga ettiniz, yargı organlarıyla, iş
dünyasıyla, medyayla, işçi sendikalarıyla, muhalefetle, tarihle
kavga ettiniz, dizilerle kavga ettiniz; komşu ülkelerle, çiftçiyle,
öğrenciyle kavga ettiniz; size biat etmeyen herkesle kavga ettiniz.
Kavgadan, çatışmadan, kamplaşmadan nemalandınız.
Tarihi tersinden okutmaya
çalıştınız. Kendinize göre bir medya, kendinize göre
demokrasi, siyaset, tarih, hukuk ve dürüstlük anlayışı
geliştirdiniz.
Sizden olmayan herkesi
yok etmek için her yola başvurdunuz. Sizin gibi düşünmeyenleri ya
zindana attınız ya da genel başkan yardımcısı
yaptınız.
19 Nisan 2011, Genel
Başkan Yardımcınız Sayın Numan Kurtulmuş
bakın ne diyor? 2023te bu zadegân iktidar olursa BOP sayesinde bölge
ülkelerinin sayısının 2 katına çıktığını
göreceğiz, icra gelmeyen ev kalmayacağını göreceğiz,
zenginlerin yaşadığı sitelerin etrafından dilenen
yoksullara polisin biber gazıyla müdahale ettiğini göreceğiz,
AVMlerin önünde bakkalların, kasapların, manavların dilencilik
yaptığını göreceğiz. 2023te Başbakanın
çocukluk arkadaşı, askerlik arkadaşı, belediyeden
arkadaşı ve şoförlerinden başka kimsenin milletvekili
olamadığını göreceğiz. Yağmur sularının
parayla satıldığını göreceğiz. (Gürültüler)
Bunları ben söylemiyorum, Numan Kurtulmuş 11 Nisan 2011de söylüyor,
Yağmur sularının parayla satıldığını
göreceğiz. diyor. Yani dün böyle diyordu Harun, bugün o da olmaya karar
verdi Karun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sizin gibi
düşünmeyenleri ya işten attırdınız ya iftira
attınız ya da peşine polis ve müfettiş taktınız.
Sadece 2012
yılında 47 kitaba yasaklama kararı çıkarttınız.
Orta Doğu Teknik
Üniversitesini Orta Doğunun sokakları sanıp bir yandan uydu
fırlatırken diğer yandan uyduyu fırlatacak öğrencilere
gaz sıktınız.
Hedefe giderken şeytanla
bile iş birliği yaparım. deyip PKKlılardan gizli
tanık yaptınız.
Dostum, kardeşim
dediklerinizin linç edilmesi için bavulla para gönderdiniz.
Bu topraklarda Yunus
Emreye sansür uygulayıp Bayrak şiirini kitaplardan
çıkarttınız.
Türkiyenin en parlak
öğrencilerinin 500 puanla girdiği ODTÜye siz 5 bin polisle girdiniz.
1 numaranız
Güroymak değil, Norşin. dedi, 2 numara Ne Roboskisi? Uludere.
dedi, 3 numara ise dağa çıkmayı tercih etti.
Somalinin olmayan Merkez
Bankası Başkanına randevu verip atanamayan öğretmenlere
randevu vermediniz.
Nasrettin Hocanın
kazanı doğuruyordu, sizin gemicikleriniz doğurdu.
Çanakkalede kanser
hastası öğretim üyesini işten attınız, Gaziantepte
milletvekili olan öğrencilerin okula gelmemeleri için özel senato
kararı çıkarttınız.
Deniz Fenerinde
sanıkları yargılamak yerine savcıları
yargıladınız.
Asarım, keserim,
parçalarım iktidarı oldunuz.
Ekonomik açıdan iki
farklı Türkiye yarattınız. Birinde açlık var, sefalet var,
yoksulluk var; diğerinde şatafat var, savurganlık var, haram
var.
Birinci Türkiyede 2,5
milyon resmî işsiz var. Çalışanlarının yüzde 47si
asgari ücretli olan bir Türkiye bu. 127 bin öğretmen
açığının olduğu bu ülkede 36 öğretmen
intiharı var, kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemeyen 1 milyon
yurttaşımız var, maaşına 4 lira zam yapılan
şehit babası var, 800 bin protestolu senet var, nüfusunun yüzde
41,6sının akan çatısını, çürüyen penceresini
onaramayan Türkiye var.
Gelelim ikinci
Türkiyeye, sizin Türkiyenize: Makam arabasının aylık kirası
21 bin lira olan Anayasa Mahkemesi Başkanı var; örtülü ödeneklerde
rekor kırıp Meclisteki makam odasını 360 bin liraya
yenileten Başbakan var, brüt maaşı 22 bin euro olan Başbakanlık
danışmanı var, aylık kirası 980 bin lira olan
bakanlık var, 50 bin liralık konutta kiracı olarak oturan
Dışişleri Bakanı var.
Bu şatafatı
yaşamak için, bu ikinci Türkiyeyi kurmak için bakın neler
yaptınız:
70 sente bile muhtaç
olduğumuz günlerde satmadığımız ne var ne yok hepsini
sattınız.
Verginin vergisini
aldınız.
Doğal gaza yüzde 18,
memura yüzde 3 zam yaptınız.
Dünyanın en
pahalı benzinini tükettirdiğiniz gibi Ahmete, Mehmete 4,60tan
sattığınız benzini Hansa, Johnnyye 1,48ten
sattınız.
Bu çarkı kurmak
için, bu çarkı korumak için Danıştay Başkanını
Danıştaya aklattınız, Hükûmeti Sayıştaya
aklattınız, bakanları milletvekillerine aklattınız.
Hak arayan
öğrenciyi, grev yapan işçiyi, HESlere karşı çıkan
köylüyü, yürüyen öğretmeni, doktoru polise, jandarmaya
coplattınız.
Ceberut on yılı
Muhteşem Yüzyıl gündemiyle kapatmaya
çalıştınız.
Şehit askerimizin
cenazesinde onun mezhebini sorguladınız.
Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarını yasakladınız.
IMFye borç para
vereceğinizden bahsederken bütçedeki 53 milyarlık faizi
açıklayamadınız.
Allah Allah!
nidalarıyla aldığımız bu toprakları Allah Allah
diyerek NATO toprağı ilan ettiniz.
Ecdadımızın
at sırtında gittiği yerlere uçakla bile gidemediniz. Erbile
hurma yemeye giderken Kayseride pastırma yediniz.
Yolsuzluk yapanı
değil, yolsuzluğu itiraf edeni azarladınız. (AK PARTİ
sıralarından gürültüler)
Meclisin futbol
takımının maçını canlı yayın verirken Meclis
görüşmelerini göstermediniz.
Başbakan
bakanların açıklamalarını tekzip ederken
Dışişleri Bakanı Başbakanı tekzip etti.
Halkı kandırmayın. Bu
topraklarda Bismillah demeyi kimse suç saymadı ama siz Elhamdülillah
demeyi öğrenemediniz, şükretmeyi bilmediniz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yargıya talimat vermek yetmedi,
yargının yerine geçmek istediniz. Yasamaya talimat vermek yetmedi,
başkan olmak istediniz. Kadı da siz, mebus da siz, sultan da siz
olmak istiyorsunuz. En son geldiğiniz yer Kuvvetler
ayrılığı bize engel oluyor. diyerek demokrasi treninden
diktatörlük hızlı trenine binmek istediniz.
Değerli milletvekilleri, bu bütçenin
en önemli yeri neresi biliyor musunuz? Sayın Başbakanın
bakanlarından birisi gazı savundu, öbürü freni savundu. Peki, bugün
kim konuştu; gazi savunan mı konuştu, freni savunan mı
konuştu? Freni savunan konuştuğuna göre, demek ki ülkenin
ekonomisinin şarampole yuvarlanma olasılığı
vardır. Bu bütçenin şarampole yuvarlanma
olasılığını Sayın Başbakan da kabul
etmiş olacak ki, frene basmak isteyen Başbakan Yardımcısını
bugün tercih etti.
Yine, bir başka konu da şudur
değerli milletvekilleri: Ben başından beri takip ediyorum
Sayın Babacanın konuşmasını. Sayın Başbakan
beni dinlememek için, baktı ki ne yapacak, dışarıya
çıktı. Bu, benim on yıllık milletvekilliğimde, son iki
bütçenin konuşmamda Başbakanı, Sayın Başbakanı
çok rahatsız ediyorum demek ki, bir yolunu bulup Başbakan
dışarıya çıkıyor, benim konuşmam bittince
geliyor. Ben bunu hayatımdaki büyük bir onur olarak alıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından
gürültüler) Bunu gerçekten çok önemsiyorum.
Ve size şunu söylüyorum sayın
milletvekilleri: Siz, demokrasi treninden inip diktatörlük hızlı
trenine tam gaz gitmektesiniz. Ama unutmayınız, er ya da geç, bu yüce
çatı tanıklık edecektir ki, bu çark kırılacaktır,
bu düzen değişecektir ama siz, bu gök kubbe altında hoş bir
seda olarak bile kalamayacaksınız.
Hepinize teşekkür
ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Sayın Başkan
BAŞKAN Buyurun
Sayın Aydın.
AHMET AYDIN
(Adıyaman) Sayın Başkan, Grup Başkan Vekili
konuşmasında diktatörlük gibi çok ağır suçlamalar
kullandı. Müsaadenizle cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
Anladım
Peki
Sayın
milletvekilleri, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun
Tasarısıyla 2011 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun
Tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Oylamaya geçmeden evvel
sataşma sebebiyle
Lütfen, işin sonuna geldik. Yeni bir sataşma,
o ona cevap, bu buna cevap
Emin olun sataşma diye sadece bir
sürtüşme olmasın, bundan dolayı yeni bir usulsüz
tartışma açmayalım diye
Yoksa Burada sataşma vardır.
dediğiniz hususların hiçbiri İç Tüzük açısından
sataşma değil. Bir şey söyleniyor, ona cevap veriliyor. Öyle
olunca her cevabın karşılığında bir sataşma
talebi gelir. Ama, ben, sorumluluk duygusu içerisinde bu konuşmaları
noktalayacağınıza inanıyorum.
Bu sebeple, ikişer
dakika evvela sataşmadan söz vereceğim, diğerlerini ondan sonra
Evet, buyurun Sayın
Hamzaçebi. (CHP sıralarından alkışlar)
IV.- SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
8.- İstanbul Milletvekili Mehmet Akif
Hamzaçebinin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacanın CHP
Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (İstanbul) Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan
ekonomiyle ilgili, zarif bir üslup içerisinde bilgiler verdi; keşke orada
kalsaydı, diğer alanlara girmeseydi. Kendi uzmanlık alanı
olmayınca kullandığı kelimeler de kendi siyasi çizgisiyle,
üslubuyla yan yana durmuyor, ben yan yana getirmekte zorlanıyorum.
Geçen yıl Uluderede
34 vatandaşımız hava bombardımanı sonucu hayatını
kaybetti. O günden bugüne Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, bu
vatandaşlarımızın acısını yüreğimizde
hissediyoruz. Çocuklar var, gençler var, kadınlar var, genç insanlar var;
50 lira, 100 lira yevmiyeyle
hayatını idame ettirmek için oralara giden insanlar var.
İki şey istedik. Bir: Hükûmet özür dilesin, Sayın Başbakan
özür dilesin.
SIRRI SAKIK (Muş)
Bravo.
MEHMET AKİF
HAMZAÇEBİ (Devamla) İki: Soruşturma yapılsın ve bu
soruşturmanın sonucu kamuoyuyla paylaşılsın.
Şimdi, Sayın
Babacan, kusura bakmayın, diyorsunuz ki: Cumhuriyet Halk Partisi bunu
istismar ediyor. Size, o zarif üsluba yakışan neydi biliyor musunuz?
Bizi istismar etmekle suçlamak yerine Ben, 34
vatandaşımızın ailesinden özür diliyorum. demekti. (CHP
sıralarından alkışlar) Birinci yıl doluyor, hâlâ özür
dileyemiyorsunuz. Bakın, dün bir genel başkan
yardımcınız diyor ki: Ben özür dileyebilirim. Onu da
diyemiyor, tam diyemiyor; oysa güneydoğudan, oradan ama korkuyor,
dileyemiyor. Çünkü Sayın Başbakan özür dilemedi. Para verdik, daha
ne istiyorsunuz? anlayışı olur mu?
Bir de Sayın
Babacan, OECDnin tarımsal desteklerine ilişkin rakamlarını
verdiniz, Türkiye yüzde 2,18. dediniz 2011 yılı. 2009da bu yüzde
2,72ydi, 1997-2001de de yüzde 4,01di. Onda bile aşağıya doğru
gidiyorsunuz. Onu da bilginize sunuyorum.
Saygılarımla.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Hamzaçebi.
Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar)
9.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandırın, Başbakan Yardımcısı Ali
Babacanın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
MEHMET ŞANDIR
(Mersin) Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan benim
konuşmamdan hareketle, ilgi konusunu
yadırgadığını söyledi. E, ben de
yadırgıyorum gerçekten arkadaşlar. 330 milletvekilinden
oluşan iktidar grubunu biz ilk defa bu kalabalıkla görüyoruz, bu
çoğunlukla görüyoruz.
SITKI GÜVENÇ
(Kahramanmaraş) Biz de sizi, biz de sizi!
MEHMET ŞANDIR
(Devamla) Sayın Başbakana teşekkür etmek lazım. Ama
sizler de kabul edersiniz ki çok önemli konular. Hatta, bütçe konusunda, burada
15 milletvekilinizle ancak hazır bulunduğunuz çok dönemleri, çok
oturumları da gördük. Sayın Bakanın bunu dikkate alması
lazım.
Sayın Bakan,
işsizlik konusunda, genç işsizlikte yüzde 15,2 sizi rahatsız
etmiyor mu? Yani bununla mı övünüyorsunuz? Yüzde
Bir başka husus
milliyetçilik
Sayın Bakan, biz ısrarla bunu söylüyoruz: Büyüyün.
Büyük Türk milleti büyük bir destekle sizi üç dönemdir iktidarda
Yani,
kendinizi 2002 ile kıyaslamaktan, üç partili bir koalisyondan, koalisyonla
mukayese etmekten, 330 milletvekillik bir iktidarın görevleri,
sorumluluklarıyla 2002yi kıyaslamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Siz
ne zaman büyüyeceksiniz Sayın Bakan? Siz ne zaman büyüyeceksiniz? (MHP
sıralarından alkışlar) Yani, bu ülkeyi çok daha iyi
noktalara getirmek gibi bir sorumluluğunuz yok mu? Bugün -ben size
okuyayım- okudum burada, eğer bir sonuç olarak bugün ülkemizde 20
milyon çiftçi, memuru, 10 milyon emeklisi, 5 milyon asgari ücretlisi, 10 milyon
yeşil kartlısı hâlâ varsa ve bu sizin
kayıtlarınıza göre sabitse bunun nesiyle övünüyorsunuz?
Sayın Bakan, lütfen, büyüyün ve Milliyetçi Hareket Partisiyle bir
yarışa girmeyin.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
Sayın Baluken
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan, grubumuz adına Hasip Kaplan konuşacak.
BAŞKAN Evet,
lütfen yeni bir sataşmaya sebebiyet vermeyin.
Buyurun.
10.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplanın, Başbakan Yardımcısı Ali
Babacanın BDP Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
HASİP KAPLAN
(Şırnak) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
inanıyorum, Roboski katliamı hepinizin vicdanında kanayan bir
yaradır, o zaman onu aydınlığa kavuşturmak hepimizin
görevidir. F-16 uçakları bombalıyor, 34 can paramparça ve aileler bu
Meclise gelip bütün gruplara gitti, komisyon kuruldu. Meclis komisyonuna
Genelkurmay yedi aydır bilgi vermiyor. Diyarbakır özel yetkili mahkemesi
bir senedir gizlilik kararı veriyor, bir fail yargılanmadı.
MİT Yasası çıktı -sorumsuzluk- istihbarat kim belli
değil. İnsansız hava aracı ne, belli değil. Heron ne,
belli değil. Predator ne, belli değil. Emri kim verdi, kim
uyguladı, belli değil.
Roboski halkı sizden bir tek şey
istiyor arkadaşlar; tazminat istemiyor, adalet istiyor. Adalet istemek,
toplu bir katliamda, insanlık suçunda nasıl bir istismar, nasıl
bir fırsatçılık arkadaşlar? Devletin Katlet, inkâr et.
zulmü siyaset olabilir mi! Biraz daha elinizi vicdanınıza koyun ve
şunu söylüyorum: Aydınlatın, adaleti gerçekleştirin. Bir
yıl sonra -28 aralığa sekiz gün kaldı- halkımız
sizden bunu istiyor; tazminat değil, adalet ve özür istiyor.
Gazeteciler konusuna gelince, Sayın
Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent
Arınçı öyle fena işletmiş ki bürokratları, benim
yeğenimle ilgili o raporları sundular uluslararası
kuruluşlara. Avukatları gereğini yapıyor. Her ikisine de
anlatacağım. Burada zamanım kalmadı ama bu, belgelerle
ortaya çıktığında da sizler utanacaksınız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın Aydın
(AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
11.- Adıyaman
Milletvekili Ahmet Aydının, Yalova Milletvekili Muharrem
İncenin Adalet ve Kalkınma Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
AHMET AYDIN (Adıyaman) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Tabii, az önceki konuşmaların biz
bütçe üzerine olmasını arzu ediyorduk, bütçe üzerine yapılan çok
değerli, içerikli konuşmalar bekliyorduk.
Değerli arkadaşlar, biz şunu
söyledik her seferinde: Siyaset, iktidarıyla muhalefetiyle birlikte
sorumluluk gerektirir. Kin ve nefret söylemleriyle siyaset asla yapılmaz.
Çünkü, ne dediğiniz değil, burada ne konuştuğunuz önemli
değil; sizin ne yaptığınız, dünüyle bugünüyle ne
yaptığınız, eyleminiz çok önemli. Biz şunu diyoruz: Âyînesi
iştir kişinin, lafa bakılmaz. Değerli arkadaşlar,
özürden bahseden arkadaşlar, Dersimin özrü dahi bize düştü, siz onun
bile özrünü yapamadınız, söyleyemediniz, geçmişinizle
yüzleşemediniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Uşak) Siz kendi özürlerinize bakın! Silivri özrüne bakın!
AHMET AYDIN (Devamla)
Muharrem Bey, Grup Başkan Vekili arkadaşımız, sanki bu
ülkede yaşamıyor gibi konuştu. Hâlâ tek parti döneminde
kalmış olsa gerek çünkü tamamen geçmişi tarif etti. (CHP ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN Lütfen
arkadaşlar, lütfen.
AHMET AYDIN (Devamla)
Tamamen tek parti dönemini, tamamen tek parti zihniyetini tarif etti
değerli arkadaşlar. Diktatörlük için de, dedikleriniz tüm o
şeyler için de, açın, geçmişinize bakın, aynaya bakın
kendinizi göreceksiniz! (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ
(Uşak) Sen geçmişine bir kez daha bak. Sen bak! Bugün
yaptığınız zulme bakın siz!
AHMET AYDIN (Devamla)
Değerli arkadaşlar, herkesle kavgalı göstermeye
çalışıyorsunuz, bizim hiç kimseyle kavgamız yok. Biz bu
ülkede millî birlik ve kardeşliği tesis etmek için
uğraşıyoruz, siz buna bile çomak sokuyorsunuz. Bırakın
kardeşliği tesis etmeyi, tesis etmeye
çalıştığımız kardeşliğe bile çomak
sokuyorsunuz.
MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) Hadi oradan! Hadi oradan!
İZZET ÇETİN
(Ankara) Memleketin içine nifak soktunuz!
AHMET AYDIN (Devamla)
Kin ve nefret söylemleriyle konuşuyorsunuz. Yargı da dâhil olmak
üzere değerli arkadaşlar- bütün bu organlar, anayasal
kurumların hepsi bu milletin öz kurumları olacak. Hiçbir kurum, hiç
kimsenin ne arka bahçesi ne de ön bahçesi olmayacak artık. (AK PARTİ
sıralarından Bravo sesleri, alkışlar)
Sizin söylemeye
çalıştığınız: AK PARTİ tekeline giriyor
yargı. Böyle kabul etmemek lazım, yargı sizin tekelinizden
çıktığı için bu kadar militanlaşıyorsunuz. (CHP
ve MHP sıralarından gürültüler)
Teşekkür ediyorum,
sağ olun. (AK PARTİ sıralarından Bravo sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Sayın Başkan
Bir cümleyle
BAŞKAN Yok.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Sayın Başkanım. (AK PARTİ sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN Bir dakika
arkadaşlar, bir dakika... Evvela dinleyelim, ne talep ediyor, onu
bileceğiz.
MUHARREM İNCE
(Yalova) Sayın Başkan, sadece tutanaklara geçsin diye söylüyorum.
Sayın Ahmet Aydın, tek parti dönemini sadece benim ya da partimin
geçmişi
Sayın Aydın, o dönem Türkiyede başka parti yok,
hepimizin geçmişi o. Senin geçmişin değil mi, bizlerin,
hepimizin geçmişi değil mi? Yani o zamanlar başka parti mi
vardı? Bir tane parti vardı, herkes oraya üyeydi. Biraz tarih
okumasını tavsiye ediyorum.
BAŞKAN Peki,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
şimdi 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Sayın Başkan, bana söz verecektiniz.
BAŞKAN Efendim,
daha müzakerelerimiz bitmedi. İç Tüzüke göre ben işlem
yapıyorum.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Ben de sataşmadan dolayı söz istemiştim.
BAŞKAN - Merak etmeyin, merak etmeyin, evvela şu
önümüzdeki işi bir bitirelim yani benim üzüldüğüm nokta, herkes
İç Tüzüke göre hak talep ediyor, uymaya gelince İç Tüzük bir tarafta
kalıyor. O zaman hangi İç Tüzükü ben burada uygulayacağım?
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) Buna da bir karar
verin, yapmayın. Sizi temin ederim, sataşma dediklerinizin hiçbiri
sataşma değil. Bunlar olsa olsa cevap hakkıdır ama bir
yanlış uygulama başladı, başka sebeple burası
meşgul edilmesin diye İç Tüzükü olmaması gereken şekilde
uyguluyoruz, müsaade edin.
III.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam)
1.- 2013 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/698) (S.Sayısı: 361) (Devam)
2.- 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı, Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki Kamu İdarelerinin 2011 Yılı Kesin Hesap Kanunu
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/649, 3/1003) (S.Sayısı: 362) (Devam)
BAŞKAN - 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısıyla 2011 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısının oylamalarını
yapacağız. Tasarılar açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Her iki kanun tasarısının
açık oylamasının elektronik oylama cihazıyla
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Şimdi, 2013 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına
başlıyoruz.
Oylama için üç dakika süre vereceğim.
Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım
istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen süre içinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak
sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy
kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve
soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulalarını, yine, oylama için öngörülen süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Evet, oylama işlemi
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 2013
yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı açık oylama
sonucunu arz ediyorum:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
460 |
|
|
Kabul |
: |
321 |
|
|
Ret |
: |
139 |
(AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
|
Kâtip
Üye Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Bartın |
Kâtip
Üye Muhammet
Bilal MACİT İstanbul |
Böylece, 2013
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kabul
edilmiştir.
Şimdi, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısının
açık oylamasına başlıyoruz.
Oylama için üç dakika
süre vereceğim ve oylama işlemini başlatıyorum:
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, 2011
Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı açık
oylama sonucu:
|
Kullanılan oy sayısı |
: |
455 |
|
|
Kabul |
: |
319 |
|
|
Ret |
: |
136 |
|
Kâtip
Üye Muhammet
Rıza YALÇINKAYA Bartın |
Kâtip
Üye Muhammet
Bilal MACİT İstanbul |
Böylece bütçe ve kesin
hesap kanun tasarıları kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır. Milletimiz ve memleketimiz için
hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başbakan
teşekkür için söz talep etmiştir.
Buyurun Sayın
Başbakan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta
alkışlar)
V.- TEBRİK,
TEMENNİ VE TEŞEKKÜRLER
1.- Başbakan
Recep Tayyip Erdoğanın, bütçenin kabulü nedeniyle teşekkür konuşması
BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; 2013 bütçesi Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edilen ve bu kabulle ülkemiz, milletimiz için yeni bir dönemin
başladığı bütçe oluyor. Bütçemizin ülkemizin
yarınları için hayırlara vesile olmasını Allahtan
temenni ediyorum. Maliye Bakanlığımıza, Plan ve Bütçe
Komisyonumuza, Komisyonun Değerli Başkan ve üyelerine, bürokrat,
teknokrat arkadaşlarımıza şahsım, ülkem ve milletim
adına şükranlarımı arz ediyorum.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna, Sayın Başkan ve milletvekillerine, grup
başkanlarımıza ve başkan vekillerine de katkıları
için ayrıca şükranlarımı sunuyorum.
Bütçenin
açılış görüşmeleri esnasında İstanbul Menkul
Kıymetler Borsamız 76.954 puanla tarihinin en yüksek seviyesine
ulaşmış, yeni bir rekor kaydetmişti. Bütçe
kapanış müzakereleri esnasında da Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankamızın altın dâhil, döviz rezervlerinin 120 milyar 586
milyon dolarla bir başka tarihî rekor kaydettiğini bugün sizlere
ayrıca tekrar müjdelemek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) İnşallah 2012 yılını başka
rekorlarla kapatacak, 2013te de ülkemizi hep birlikte istikrarla, güvenle,
kardeşlik ve dayanışmayla büyütmeye devam edeceğiz.
Ben bir kez daha yüce
heyetinize teşekkürlerimi sunuyorum. Yeni yılınızı
tebrik ediyor, 2013 yılının sizler, milletimiz için,
insanlık için barışa vesile olmasını tekrar Allahtan
temenni ediyor ve aydınlık yarınları hep birlikte
kucaklayalım temennisiyle saygılar sunuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar
Kurulu sıralarından ayakta ve sürekli alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
Sayın
milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
VI.- ÖNERİLER
A) Danışma Kurulu
Önerileri
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
25, 26 ve 27 Aralık 2012 Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri
toplanmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
20/12/2012
Danışma
Kurulunun 20/12/2012 Perşembe günü yaptığı toplantıda;
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 25, 26 ve 27 Aralık 2012
Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri toplanmaması hususunun
Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Cemil Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Nurettin
Canikli Mehmet
Akif Hamzaçebi
Adalet
ve Kalkınma Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu
Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
Mehmet
Şandır İdris
Baluken
Milliyetçi
Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu
Başkan Vekili Grubu
Başkan Vekili
BAŞKAN
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Etmeyenler
Kabul
edilmiştir.
2013
yılının ilk birleşimi, kabul ettiğiniz üzere, 2 Ocak
2013 Çarşamba günü saat 15.00te yapılacak.
Yalnız, bütçe
müzakerelerinde alışık olmadığımız ama
müsaade ederseniz, müsamahanıza sığınarak bir pozitif
ayrımcılık yapacağım. Bağımsız
Milletvekili Levent Tüzelin ilk defa bir talebi oluyor. Bir konuda
açıklama yapacakmış.
Âdetten değil,
usulden değil, bir başka zaman da örnek olmaması dileğiyle
Oturduğunuz yerden
lütfen.
Buyurun.
VII.- AÇIKLAMALAR
1.- İstanbul Milletvekili Abdullah Levent
Tüzelin, Başbakan Yardımcısı Ali Babacanın bazı
ifadelerine ve işçilerin asgari ücretle ilgili dileklerine ilişkin
açıklaması
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Teşekkür ederim.
Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri, değerli Hükûmet üyeleri; hepinizi
selamlıyorum.
Bir noktayı
düzeltmek ve değinmek istiyorum. Bütçe görüşmelerinde Sayın
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan benim konuşmama
yanıt verirken Sanki bu ülkede yaşamıyormuş gibi
konuştu. dedi.
Önceki gün buraya
Türkiyeden toplanan işçiler geldiler. Asgari ücretle ilgili
topladıkları imzayı Sayın Meclis Başkanına
sundular. Orada nasıl bir ülkede yaşadıklarını
kendileri de çok iyi bir şekilde ifade ettiler; zamlar, işsizlik ve
yoksulluk ve bunun karşılığı 740 lira asgari ücret.
Şimdi, biraz önce Sayın
Başbakan Yardımcısı da yüksek gelir ülke grubundan
olduğumuzu ifade etti. Bu bütçeye Hayırlı olsun. diyoruz biz
de ama yeni zamlar bu bütçenin gerçekliği ve işçiler de asgari ücrete
yapılacak artışın en az bu gelecek zamlar kadar
olmasını yani ortalama 1.500 lira olmasını istiyorlar ve
aynı zamanda, vergi kesilmesin, devlet desteği olsun istiyorlar yani
günde 75 kuruş simit artışı istemiyorlar.
Aynı zamanda,
Sayın Başbakana da bir mesajları var: Sayın Başbakan
hep 3 çocuktan bahsediyor. Evlenemedik, bu 3 çocuğu da nasıl
doğuracağız Başbakan yanıtlamalı. diyorlar. Büyüme,
zenginlik, rakamlar ve kişi başı geliri çokça duyuyoruz ama
bunun
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul)
karşılığı ne yazık ki asgari
ücrette yok. Elhamdülillah açız. diyorlar.
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Tüzel. Teşekkür ediyorum.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL
(İstanbul) Gruplara, bütün parti gruplarına işçilerin çağrısı
var. Durumumuzu görün ve seyirci kalmayın. diyorlar.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Sayın
Ayaydın, sizin bir talebiniz vardı. Göz ardı etmemek için tekrar
okuyayım, arkadaşlarımızın takdirine
bırakıyorum. Aynen ifade şu: Sayın Ayaydının
ifadeleri vardı, gerçi Sayın Güneş de bunların pek
çoğunu tekrar etti ama şunu ifade etmek istiyorum: Bakın,
özellikle ekonomi ve finans alanına baktığınızda
eleştirilerinizi çok dikkatli, çok hesaplı kitaplı yapmanız
lazım. Hepsi bu kadar.
AYDIN AĞAN AYAYDIN
(İstanbul) Söz talebimi geri alıyorum.
BAŞKAN Yani burada
sataşma yok. Tekrar ifade etmiş oldum.
Çok teşekkür
ediyorum.
2013
yılının ülkemiz, milletimiz, hepimiz için ve tüm insanlık
için barış ve huzur dolu bir yıl olmasını temenni
ediyorum. Katkılarınız için teşekkür ediyorum.
Sözlü soru önergeleri ile
kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri
sırasıyla görüşmek için, alınan karar gereğince 2 Ocak
2013 Çarşamba günü saat 15.00te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 20.59