17
Nisan 2013 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
-----0-----
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 93üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı
vardır, görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce üç sayın
milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri beşer
dakikadır, Hükûmet bu konuşmalara cevap verebilir.
Gündem dışı ilk söz, merhum
Cumhurbaşkanı Turgut Özalın ölüm yıldönümü münasebetiyle
söz isteyen Malatya Milletvekili Mustafa Şahine aittir.
Buyurun Sayın Şahin. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ŞAHİN (Malatya) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; merhum 8inci
Cumhurbaşkanımız Turgut Özalın katledilişinin ölüm
yıl dönümü münasebetiyle söz almış bulunmaktayım, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Yine, aynı güne tekabül eden, bundan otuz beş
yıl önce, efsane belediye başkanlarımızdan rahmetli Hamit
Fendoğlunun da gelini ve iki çocuğuyla beraber katledilişlerinin
de seneidevriyesi münasebetiyle onları da rahmetle, minnetle yâd etmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, küreselleşen
dünyanın nasıl düşündüğünü, değişim ve
dönüşümü siyasetimizin gündemine getiren merhum Turgut Özal olmuştur.
Geçmiş bilgilerle bugünün meselelerinin halledilemeyeceğini ifade
ederek zihinsel bir devrimin gerçekleşmesine öncülük etmiştir.
Dünyada uygulanan modern siyaset anlayışını Türkiyede
oturtmaya ve uygulamaya çalışan, klasik siyaset anlayışı
paradigmasını tamamen değiştiren rahmetli Özal
olmuştur. Temsilî demokrasiden katılımcı demokrasiye
geçilmesinin yapı taşlarını döşeyerek millî iradenin
hâkimiyetini muktedir kılacak bir felsefeye sahipti. 21inci yüzyıla
doğru giderken, üç büyük temel hürriyeti gerçekleştirmenin,
sımsıkı korumanın, demokratik, uygar dünyanın önde
gelen devletlerinden biri olmamızın vazgeçilmez şartı
olduğunu görmekteyiz. Bunlardan düşünce, din ve vicdan hürriyeti ile
teşebbüs hürriyeti. Enerji, telekomünikasyon, ekonomi politikaları,
dış ticaret gibi alanlarda çok önemli gelişmelerin önünü
açmıştır. Anayasa reformu, başkanlık sistemi,
özelleştirme, eğitim, sağlık, güvenlik reformu gibi birçok
alanda da ömrü vefa etmemiştir. İslami kimliği evrensel
değerlerle uzlaştıran bir liderdi. İnsanımıza
iman, özgürlük ve bilimin ışığında kendi kapasitesini
gün ışığına çıkarmanın imkanını
sağlamıştır. Özal, devleti ve özel sektörü çok iyi
tanıyan, yüzünü topluma dönen, halkın içinden gelen, halkın
yanında imajını veren düşünce aksiyon adamıydı.
Değerli milletvekilleri, kurmuş
olduğu ANAPın, 20 Mayıs 1993 yılında kurmuş
olduğu partinin, hemen akabinde, 6 Kasım 1993te tıpkı AK
PARTİ gibi iktidara gelmesi de halk nezdinde ne kadar kabul
gördüğünün bir göstergesidir. Aynı dönem 400 milletvekilinden 211ini
ve ikinci genel seçimlerde yine 400 milletvekilinden 292 milletvekilini de
kendi partisine kazandırmayı beceren ender şahsiyetlerden
birisidir.
Özellikle yapmış olduğu
bu değişim ve dönüşümlerle beraber bazı kesimlerin ciddi
bir şekilde rahatsızlıklarını ortaya
çıkarmış ve o günün
Yapmış olduğu ikinci
kongresinde, Kartal Demirağ denilen, hangi düşünce iklimine sahip
olduğu, hangi eller tarafından yönlendirildiği hâlâ bir muamma
olan o şahsiyet tarafından, zat tarafından suikaste kurban
götürülmeye çalışılması ve o suikast neticesinde, hemen
kalkar kalkmaz, yine inanmış olduğu değerlere
sığınarak, Allahın bize vermiş olduğu canı
ancak ondan başkasının alamayacağını
haykıran, yine dik duran bir şahsiyet ve değerli bir devlet
adamımız idi. Siyasi rakiplerinin göstermiş olduğu birçok
yanlış adıma rağmen, o, her seferinde, mutlaka
Alışamadık. diyenlere Alışacaksınız,
alışacaksınız. sözüyle, siyasi hayatımızda
gerçekten sabrı, metaneti ve bir dik duruşun nasıl olması
gerektiğini sergilemiştir.
Tabuları yıkarak, cesur,
kemikleşmiş yargılardan uzak, değişime, yeniliğe
açık bir bakış açısıyla olaylara bakmaktaydı.
Siyasette reformcu kişiliğiyle önü çıkan, Türkiyeyi
dönüştürün, yapısal reformlara imza atan, yerleşik
kuralları altüst eden, 21inci yüzyılın Türklerin ve Türkiye'nin
yüzyılı olacağını söyleyen ve hayatını
millete adayan Özal, yine bu uğurda da hayatını veren
şahsiyetlerden birisidir.
Yine, cenaze töreninde mahşerî
kalabalığın elinde tutmuş olduğu bir pankart
vardı: Sivil, demokrat, dindar Cumhurbaşkanı Hem Turgut
Özalın siyasi kişiliğini hem de Türk toplumunun bir cumhurbaşkanında
görmek istediği özellikleri anlatıyorlardı.
Değerli arkadaşlar -en son
gelişme- faili meçhul kalan bu olayın yine zaman
aşımına uğramaması için hazırlanan iddianamenin
13. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi
gerçekten yine bizi ümitlendirmektedir.
Yine o süre içerisinde darbelere zemin
hazırlamak için Uğur Mumcuların, Adnan Kahvecilerin,
Malatyalı Eşref Bitlis Paşanın, Elazığ yolunda
33 askerimizin katledilmesinin, Madımak olaylarının,
Başbağlar katliamının, yine, DEPten Mehmet Sincarın,
Jandarma Asayiş Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar
Aydının şehit edilmesi, Erzurumda Yavi köyümüzde 35
insanımızın katledilmesi ve 50 kişinin yaralanması,
Cem Erseverin öldürülmesinin de o günün şartlarında
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ŞAHİN (Devamla) -
tesadüf olmadığını görmekteyiz.
Bu vesileyle tekrar
Cumhurbaşkanımıza Allahtan rahmet ve sizlere teşekkür
ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Şahine
teşekkür ediyoruz.
Biz de Başkanlık Divanı
olarak merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özalı saygı ile,
sevgiyle anıyoruz.
Gündem dışı ikinci söz,
Doktor Ersin Arslanın öldürülmesinin 1inci yıl dönümü ve
sağlıkta şiddetin geldiği noktaya ilişkin söz isteyen
Gaziantep Milletvekili Mehmet Şekere aittir.
Buyurun Sayın Şeker. (CHP
sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞEKER (Gaziantep)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan tam bir yıl
önce bir hastasının yakını tarafından
bıçaklanarak öldürülen Doktor Ersin Arslanı anmak,
sağlıkta şiddete bir kez daha dikkat çekmek üzere söz
almış bulunmaktayım. Bu vesileyle sizleri ve tüm
sağlık çalışanlarını saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Doktor
Ersin Arslan otuz yaşında, çok başarılı bir hekimdi.
14 Mart Tıp Bayramında doğmuştu. 17 Nisan 2012de
ameliyattan çıktı, bir hastasının yakını
tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Doktor Ersin Arslanı
bıçaklayan M.G idi. Katil M.G idi ama azmettiren kimdi ya da kimlerdi?
Azmettirenler Doktor efendi dönemi bitti. diyenlerdi. Hekimler elini
hastanın cebinden çeksin. diyerek halkı doktora karşı
kışkırtanlar azmettiriciydiler.
Evet, Doktor Ersin Arslanı M.G
bıçakladı. Ancak, Doktor Ersin Arslanı asıl öldüren
sistemdi değerli arkadaşlar. Sağlıkta dönüşüm
adı verilen bu sistemle vatandaşa parasız, sırasız,
sorunsuz bir sağlık hizmeti vadedildi. Oysaki sağlık
hizmetine, söylendiği gibi, sadece nüfus cüzdanıyla
ulaşılamıyordu. Aksine, sağlık hizmetinin her
kademesine katkı, katılım payı ilave ücretler
getirilmişti. Sağlık hizmeti sırasız da değildi.
Kuyruk her geçen gün uzadı çünkü performans sistemi hastane yönetimlerini,
hastane yönetimleri de doktorları daha fazla sayıda hastaya
bakmaları için zorlamaya başladı. Sağlık hizmeti
sorunsuz da değildi, çünkü, daha fazla hastaya bakmak için muayene
süresinin de azalması gerekiyordu. Böylece, vatandaş hayal
kırıklığına uğrarken, sistemin diğer
tarafında yer alan doktorların iş yükü arttı. Doktorlar ve
sağlık personeli, kendilerini 7/24 esnek, kuralsız, baskı
ve risk altında bir ortamda çalışırken buldular.
Şimdi, bir sistemi düşünün
ki: Bir günde doktor 200-230 hastaya bakmaya zorlanıyor. Kendinizi
vatandaşın da yerine koyun, doktorun da yerine koyun.
Çocuğunuzu, 150 hastayı görmüş bir doktorun beş dakikayla
sınırlanmış muayenesine teslim eder misiniz? Ya da
tartaklanma, hakarete uğrama, öldürülme kaygısı altında,
bir günde yüzlerce kişinin derdine derman olmaya
çalıştığınızı düşünün. İşte,
sistem bu. Sistemin planlayıcıları,
uygulayıcıları iki tarafı da mutsuz, huzursuz, mağdur
ediyor. Ancak, sorunlar ortaya çıktığında doktoru hiç
düşünmüyor, vatandaşı da Sorunun nedeni doktor. diyerek
doktora karşı kışkırtıyor ve sonuçta, hastayla
doktor karşı karşıya geliyor.
Bu sistemin ne getireceği önceden
belli. Meslektaşlarımız, tabip odaları, sağlık
sendikaları tarafından bakan, bürokratlar sürekli
uyarılıyor. Bu seslere kulak vermek bir yana dursun, doktorlara
savaş açılıyor, doktorları halkın gözünde küçük
düşürecek imalarda, ithamlarda bulunuluyor, doktorlar ve sağlık
çalışanları hedef tahtasına çevriliyor. Ve 17 Nisan 2012ye
gelindiğinde korkulan oluyor, sistem gencecik bir doktorun, çok
başarılı, çalışkan, fedakâr bir doktorun
canını alıyor.
Peki, bu bir yılda
sağlıkta şiddet azaldı mı? Sağlıkta
şiddetin azalması için ne tür tedbirler alındı? Doktorlara
ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hız
kesmeden devam ediyor. 2012 Mayıs ayından 2012nin sonuna kadarki
yedi aylık süreçte doktor ve sağlık çalışanlarına
yönelik saldırı sayısı 4.425 sevgili arkadaşlar. Bu
rakam, bizzat Sağlık Bakanı tarafından verilmiş
rakamdır.
Değerli arkadaşlar,
çalışanlarının yüzde 60ının şiddete
uğradığı başka bir meslek gösterebilir misiniz?
Hastaneler dışında, binlerce saldırının
gerçekleştiği başka bir iş yeri gösterebilir misiniz?
Sağlıkta şiddetin azalması için alınan önlemler ise
güvenli görevlisi sayısının artırılması, kamera
sayısının artırılması gibi fiziksel tedbirlerle
sınırlı kalmıştır. Oysaki,
caydırıcılık açısından sağlık
çalışanına şiddetin cezasının
artırılması gerekiyor. Türk Ceza Kanununun Kasten yaralama
başlıklı bölümünde eğer kamu çalışanına
yönelik bir yaralama varsa bu ceza artırılabiliyor ancak özel
sağlık kurum ve kuruluşunda çalışan doktorlara ya da
çalışanlara şiddet uygulayanlar bu ceza
artırımından kurtulabiliyorlar.
Diğer yandan, sağlık
çalışanına şiddet uygulayanlar tutuksuz yargılanmak
üzere hemen salıveriliyorlar. Çünkü Ceza Muhakemesi Kanununda tutuklama
kararına ilişkin sayılan hâller arasında sağlık
çalışanına şiddet uygulayanların tutuklu
yargılanmaları yönünde mahkemelerin kanaat kullanacağı
şeklinde net bir ifade yok.
Her iki boşluğu gidermek
üzere hazırladığım ve Meclis Başkanına
sunduğum kanun teklifinin bir an önce Genel Kurula gelmesi ve kabul
edilmesi için desteğiniz önemli. Bu destek, sağlıkta şiddet
sona ersin diye çok önemli. Bu destek, başka Ersinler ölmesin diye çok
önemli. Bu anlamda, desteğinizi esirgemeyeceğinizi umuyor;
zamansız, nedensiz bir şekilde hayatı
sonlandırılmasaydı ülkemize çok önemli hizmetler vermeye devam
edecek olan değerli meslektaşımız Doktor Ersin Aslanı
rahmetle anıyor, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Şeker.
Gündem dışı üçüncü söz,
Adana ve ilçelerinin sorunları hakkında söz isteyen Adana
Milletvekili Sayın Ali Halamana aittir.
Buyurun Sayın Halaman. (MHP
sıralarından alkışlar)
ALİ HALAMAN (Adana) Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; Adana ve ilçelerinin
sorunları hakkında gündem dışı söz almış
bulunmaktayım. Böyle bir imkânı verdiği için Başkan Beye
teşekkür ederim. Yüce heyetinizi en kalbî duygularımla
selamlarım.
Ben, sorunlara geçmeden önce
Siyasetçi
zaman zaman bölgesinin sorunlarını, problemlerini gündeme
taşıma noktasında görev alır. Dolayısıyla bunun
için maaş alır yani devlet siyasetçiye maaş verir, Benim
sorunlarımı, problemlerimi iyi günde, kötü günde Türkiye Büyük Millet
Meclisine taşı. der. Dolayısıyla, ben zaman zaman kendi
bölgemize gittiğimde on yıldır iktidar olan parti için
şöyle diyorlar: Yeni bir akil adam çıkardılar. Ama oy isterken
hizmet edeceklerini söylediler. Biz oy verdik ama şimdi bir akil adam,
ayrıştırma, bölüştürme, parçalama dolayısıyla
bizim sorunlarımızdan uzak böyle bir hâlin içinde. diyorlar.
Dolayısıyla, mevcut iktidara kendi bölgemizin insanı sitem
ediyor. Yani Bizim sorunlarımızla, problemlerimizle ilgilenmeyi
bıraktı, bu memlekette Türklükle, dolayısıyla sosyal hayatımızla,
manevi hayatımızı değişik değişik, parça
parça, didik didik etmeye uğraşıyor. diyorlar. Bundan haberiniz
olsun.
Yine, Adananın 15 tane ilçesi
var. Adananın ilçelerinden bir tanesi Saimbeyli. Saimbeyli Adanaya 157
kilometre, dolayısıyla çok eski bir ilçe, millî mücadelenin soluk
aldığı bir yer. 25 tane köyü var, 3 tane mahallesi var, genelde
o bölgenin insanlarının geçimi
Üzüm bağları var,
kirazı var; orman bölgesi olması dolayısıyla orman
işleri var, insanlar orman kesimiyle ilgilenirler, bir bölgesinde de daha
çok hayvancılıkla uğraşırlar. Okuryazarı çok ve
sosyal hayata, siyasi, ekonomik konulara duyarlı insanları var ve
Adanamızın en eski ilçelerinden yani 1920den bu tarafa bir ilçe. İsmi
Saimbeyli. Saimbeyli olmasının yegâne sebebi: Millî mücadelede çok
derli toplu mücadele veren bir hukuk fakültesi öğrencisinin okulunu
yarıda bırakarak Saimbeyliyi Fransız işgalinden def etmek
için orada mücadele eden, rahmetli olan ve ismi bugün Saimbeyli olarak
anılan bir ilçemiz.
Saimbeyli son günlerde özellikle bu 2/B
Yasasıyla ilgili bundan dolayı çok mağdur olan, uzun dönem
oturdukları alanları şimdiki Hükûmet tarafından Size
fahiş fiyatla satacağız. denmesinden müthiş rahatsız.
Dolayısıyla, birinci, ikinci kanun çıktı, bunun üçüncüsünü
de bekliyorlar.
Yine, geçmiş dönemde bu ilçenin
grup yolları, içme suyu, köy yolları, buna benzer şeyler hizmet
edilmekle beraber, bugün, on yıldır, bunların hiçbiri
tamamlanmamış.
Yine, bu Kayseri Develi dediğimiz
Saimbeyliye bağlanan, Feke-Kozan üzerinden Adana ile bağlanan yollar
tamamlanmamış, dolayısıyla başlanmamış.
Saimbeyli ilçemizde, 2012
yılında, bu iktidar, bu geçmişi olan Saimbeyli ilçesinin
adliyesini, dolayısıyla kadastrosunu kapatmış.
Dolayısıyla, Saimbeyliler, kendi adliyesini ve kadastrosunu tekrar
yeniden istiyorlar.
En son, AKPli Belediye
Başkanı var orada, işini gücünü bırakmış, orada
bakkalı olan 3-5 tane arkadaşa sanki İşini terk et. der
gibi, bu yeni marketler zinciri dedikleri BİMe yeni yer veriyor. Dolayısıyla,
bu tip ilçelerde
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ HALAMAN (Devamla)
bu
marketler zincirini getirmek doğru bir şey değil.
Ben, hepinizi saygı, sevgiyle
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Halaman.
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın Başkan
BAŞKAN Şimdi, sisteme giren
arkadaşlarımıza sırasıyla söz vereceğim.
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın Başkan
BAŞKAN Sayın
Atıcı
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın Başkan, cevap
vermek istiyorum.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN Pardon Sayın
Atıcı, bir saniye efendim
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkan, bugün
BAŞKAN Sayın
Atıcı, bir saniye
Sayın Bakan cevap vermek istiyormuş.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Efendim,
söz verdiniz, sözümü tamamlayayım, daha sonra eğer arzu ederseniz.
BAŞKAN Hayır, Sayın
Bakana
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkan, bana da
Bana söz verdiniz, sözümü izin verirseniz
tamamlayayım.
BAŞKAN Sayın
Atıcı, sayın bakanların konuşanlara cevap verme
hakkı var.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkan, artık, söz verdiniz
BAŞKAN Lütfen, ondan sonra,
belki Bakan sizinkine de cevap verebilir.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkan, o geçti artık.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
buyurun
AYTUĞ ATICI (Mersin) Sayın
Başkan, o geçti, o dönem geçti. Bana söz verdiniz, sözünüzü tutunuz.
BAŞKAN Ben görmedim efendim,
kusura bakmayın, bir şey olmaz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Efendim
Sayın Atıcı diye tutanaklarda var.
BAŞKAN Sayın
Atıcı, rica ediyorum, usulümüz böyle. Sayın Bakanlar cevap
verebilir, sonra da arkadaşlara sırasıyla söz veririz.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Efendim,
söz verdiniz artık, sözümü kestiniz.
BAŞKAN Görmedim efendim, lütfen.
AYTUĞ ATICI (Mersin) Geçti o
artık, o dönem geçti. Bunu protesto ediyorum.
BAŞKAN Neyi protesto
ediyorsunuz?
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Yapmayın Allah aşkına, böyle geri dönüş olur mu?
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; ben de sizleri saygıyla selamlıyorum.
Efendim, özellikle, gündem
dışı konuşma yapan Adana Milletvekilimiz Sayın Ali
Halamanın konuşmasına cevap vermek için söz aldım, herkesi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu belirteyim yani
bizim projemiz birlik, beraberlik, kardeşlik projesi. Zaten, biz, bütün
bir milletin birlik, beraberlik, kardeşliğini pekiştirmek için
bu projeyi yürütüyoruz, kardeşlik projesi. Ayrıca,
Başbakanımız her zaman söylüyor: Tek vatan. diyor, Tek
devlet. diyor, Tek millet. diyor Tek bayrak. diyor, bundan daha güzeli var
mı? Hepimiz bunu arzu ediyoruz.
Tabii, bu arada, ben rahmetli Özala
Allahtan tekrar rahmet niyaz ediyorum. Gerçekten Türkiyenin önünü
açmasında büyük hizmetleri oldu. Biz de onun hatırasına
Malatyada bir baraja Sayın Başbakanımızın
talimatıyla ismini verdik, ruhu şad olsun.
Ayrıca, az önce Değerli
Milletvekilimiz Ali Bey, Saim Beyden bahsetti, hakikatten Saim Bey bir
kahramandır. Ben de Saim Beyin tarihini okumuştum, gerçekten
Fransızlara karşı mücadele edip orasını kurtaran
kahramanlardan birisi, onun da ruhu şad olsun. Yani, bu insanların
ismini yaşatmamız lazım, zaten onun adının ilçeye
verilmesi de bizim için gerçekten gurur vesilesi. Allah rahmet eylesin.
Şimdi, efendim, tabii Saim Beyle
ilgili bu problemlerin tamamını ben aldım, ne gerekiyorsa tabii
yapacağız. Elbette, Sayın Vekillerimiz burada birtakım
eksikler varsa, tenkitler varsa onları söyleyecekler. Ama bunu, özellikle
bu tür tenkitleri veya talepleri yaparken Adanaya yapılanlardan bahsederlerse,
marifet iltifata tabii bu bakımdan faydalı olur,
çalışanların şevk ve heyecanını artırır
diye düşünüyorum.
Bakın, ben çok kısa olarak,
çok kısa söz aldım. Özellikle, biz, Adanaya son on yılda
yaklaşık 6,1 milyar TL yani 6,1 katrilyon yatırım yapmışız.
Bunların arasında bizim, tabii, Adanaya, Orman ve Su
İşleri Bakanlığı açısından çok büyük
yatırımlarımız var. Yani şu ana kadar tam 400 bin
dekar araziyi modern sulamaya açtık Adanada. Bunun
dışında, çok sayıda dere ıslahını
gerçekleştirdik.
Projelerden
bir kısmı, Çotlu Pompaj Sulaması İnşaatı,
Aşağı Seyhan Ovası sulama kanallarıyla ilgili
çalışmalar, gene Aşağı Seyhan Ovası IV. Merhale
Sulama ve Drenaj işlerinin tamamını bitirdik.
Aslantaş
IInci Merhale Projesinde, Cevdetiye Sağ Sahil Dilekkaya Cazibe
Sulaması ile 4.960 dekar araziyi sulamaya açtık. Gene Cevdediye
sağ ve sol pompaj sulamasının birinci kısmını
tamamlayarak 44.340 dekar araziyi sulamaya açtık.
Bunun
dışında, Yumurtalık Ovası Cazibe Sulaması ile
64.100 dekar araziyi sulamaya açtık.
Misis I. Merhale
Projesini yürütüyoruz.
Drenaj projeleri var,
bunlardan bahsetmeyeceğim.
Bunun
dışında Yüreğirde Adanayı da taşkından
koruyacak olan Yüreğir Kılıçlı Göleti ve
sulamasını tamamladık.
Bunun
dışında, tam 16 tane derenin ıslahını yaparak 5
tane ilçe, 13 tane köyü
Saimbeyli ilçe merkezi de dâhil bakın, oradaki
Obruk Deresi de dâhil, tam 16 tane derenin ıslahını
gerçekleştirdik. Bunu özellikle belirtmek istiyorum.
İnşaat
safhasında çok büyük sulama tesislerimiz var. Özellikle burada bir müjde
daha vermek istiyorum: Biliyorsunuz, Adananın hasretle beklediği 75
bin hektar yani 750 bin dekarlık alanı sulayacak olan
İmamoğlu Ovası sulamasıyla ilgili işler çok
hızlı yürüyor. Özellikle iletim kanalında yüzde 40ı
yakaladık ve 14.600 metrelik iletim kanalı yapım işini
kısa zamanda tamamlayacağız.
Ayrıca,
İmamoğlu sulaması 1inci kısım ile 45.520 dekar
araziye hizmet edecek tesislerle ilgili yüzde 50si bitti, kalanı da
önümüzdeki yıl tamamlayacağız.
Ayrıca,
İmamoğlu sulaması S1 Ana kanal ve Şebekesi, Adana-Misis
2nci Merhale Cazip Sulaması, bunlar hızla devam ediyor. Bunları
özellikle vurgulamak istiyorum.
Bunun
dışında 18 tane dere ıslahı daha devam ediyor. Bunu da
özetle vurgulamak istiyorum.
Proje safhasında
çok sayıda projemiz var ama bu arada Adanada 13 tane gölet ve
sulamasını programa aldık ve bu şekilde 38.860 dekar
araziyi Adanada sulayacağız. Bunlar çok önemli olduğu için
vatandaşlarımız da merak ediyor. İlk defa açıklıyoruz,
o bakımdan izninizle bunların isimlerini sadece hızla
okuyacağım. Aladağ Dölekli Göleti, Aladağ Dölekli Göleti
Sulaması; Pozantıda Yağlıtaş Göleti, Pozantıda
Yağlıtaş Göleti Sulaması; merkezde Sarıçam Karlık
Göleti ve Sulaması; merkezde Sarıçamda Baklalı Göleti, merkezde
Sarıçam Baklalı Göleti Sulaması; Kozanda Bağtepe Göleti
Sulaması, Zerdali Göleti Sulaması; Karaisalıda Demirçit Göleti
ve Sulaması; Kozanda Postkabasakal Göleti Sulaması, Meletmez Göleti
Sulaması ve 13üncü de Aladağ Kasımlı Göleti ve
Sulaması olmak üzere 13 tane projeyi gündeme aldık.
Az önce Sayın
Vekilim ormancılık faaliyetlerinden bahsetti. Tabii Saimbeyli de
ormanlık bir alan. Biz orman köylülerine her türlü desteği veriyoruz.
Hatta ben arkadaşlarıma şunu söyledim: Orman
teşkilatı orman köylülerinin hasmı değil,
hısmıdır. Bu konuda her türlü desteği veriyoruz. Hatta
şu anda bir yönetmelikle özellikle orman köylülerine yakın olan bozuk
orman alanlarını onlara gelir getirici birtakım, cevizdir,
bademdir, fıstık çamı gibi ürünleri de bizzat dikiyoruz. Üç
yıl bakımı orman teşkilatına ait ama geliri tamamen
taksim ediyoruz. Kura çekilerek vatandaşlara kaç tane ağaç
düşüyorsa bunları teslim ediyoruz.
Adanada da son on
yılda 1 milyon 270 bin 270 dekar alanda çalışma
yapılmış, özellikle 125 milyon adet ağaç, fidan toprakla
buluşturulmuştur. Adanada yaban hayatıyla alakalı bir alan
vardı. Bu alanla ilgili problemi de çözdüğümüzü özetle burada
vurgulamak istiyorum.
Tabii, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz, 12 tane
otomatik meteoroloji ölçüm istasyonu kurdu. Bunlar; Adana merkez,
Karaisalı, Karataş, Kozan, Ceyhan, Yumurtalık, Pozantı,
Ceyhanda TİGEM, İmamoğlu, Çukurova Tarım
İşletmesi, Saimbeyli ve Tufanbeyliye de otomatik meteorolojik ölçüm
istasyonu kurduk. Artık Saimbeylinin hava durumunu dünyanın her
yerinden görmek mümkün. Şu anda 4 tane daha talep oldu. Sayın
Vekilim, onların da kurulma talimatını verdim. Feke,
Aladağ, Sarıçam ve Çukurovaya 4 tane daha kurulacak.
Tabii, sadece biz hizmet etmiyoruz, diğer
bakanlıklarımız, mesela Sağlık
Bakanlığımız hakikaten arada çok büyük hizmet yapıyor.
Hatta, biz, Adanayı Orta Doğunun ve Orta Asyanın, bilhassa
Arap ülkelerinin bir sağlık turizm merkezi hâline getirmek için bir
çalışma yaptık, hatta DSİnin alanları vardı,
Sağlık Bakanlığına bunu devrettik. Şu ana kadar 4
devlet hastanesi olmak üzere, 35 sağlık tesisi hizmete
alındı.
Millî Eğitim Bakanlığımız 4.830
yeni derslik inşa etti ve özellikle Adanada bulunan mevcut üniversiteler
bünyesinde, vakıf üniversitelerinde 12 olmak üzere toplam 24 birim hizmete
alındı.
Tabii, yoldan bahsedildi. Bakın, Adanadaki yollar
gerçekten
Biz de eskiden Adananın hâlini biliyoruz. Adanaya
ulaşmak büyük problemdi ama artık Adanaya otobanlarla ulaşmak
mümkün. Ayrıca, 133 kilometre bölünmüş yol bizim dönemimizde yapıldı
Adanaya. İnşallah daha da eksikler varsa, Sayın Vekilim hangi
yol eksikse onları da takip edeceğim.
Adanada tarım çok önemli, sulamalar önemli.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız
da son on yılda, bakın, 1 milyar 660 milyon TLlik bir zirai destek
vermiş.
TOKİ destan yazıyor Adanada. 1 milyar 58
milyon TL son on yılda yatırım yapmış ve 12.896 adet
konutu inşa ederek Adanalıların hizmetine sunmuş.
KÖYDES ve BELDES kapsamında çalışmalar
yapılıyor, yapılmaya devam ediyor.
Yani, özellikle Adana gerçekten bizim kalbimizde.
Adanamız o bölgenin gerçekten gurur duyduğumuz bir ili. Bizim de
Adananın hizmetkârı olarak elimizden gelen, tabii, orman ve su
işleriyle ilgili barajlar, göletler, sulama tesisleri, içme suyu temini ve
bunun dışında orman faaliyetleriyle ilgili, millî parklarla ilgili
ne gerekiyorsa yapmak da bizim boynumuzun borcu.
Tabii, vekilimizin taleplerini de
aldım, inşallah Saimbeyliyle ilgili onu da takip edeceğim.
Tabii, sadece Saimbeyli yok, orada Tufanbeyli var. Bu arada onu da rahmetle
anıyoruz Saim Bey gibi.
Ben bu duygularla herkesi tekrar
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum efendim. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Bakan.
ALİ HALAMAN (Adana) Sayın
Başkanım, bir söz talebim olabilir mi?
BAŞKAN Şimdi, Sayın
Atıcı, buyurun.
AYTUĞ ATICI (Mersin)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, bugün Doktor Ersin Arslan kardeşimizin
katledilişinin tam birinci yıl dönümüdür. Sağlıkta
dönüşüm programı nedeniyle hekimler öldürülüyor, sağlık
çalışanlarına şiddet de tam 17 kat artıyor.
İşte biz, bugün bu elimde tuttuğum pankartla sağlıkta
şiddeti kınıyoruz, sağlıkta dönüşümün
doktorların ölümüne sebep verdiğini söylüyoruz. Başta
Başbakan olmak üzere Sağlık Bakanının da söylemlerine
dikkat etmesi gerektiğini ve hekimleri öldüren, sağlık
çalışanlarını perişan eden, şiddete uğratan
bu sistemin derhâl gözden geçirilerek ıslah edilmesi gerektiğini
söylüyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Atıcı.
Sayın Halaman, bir soru
soracakmış galiba.
Buyurun.
ALİ HALAMAN (Adana) Soru
değil Sayın Başkanım.
Ben teşekkür ederim, Sayın
Bakana da teşekkür ediyorum açıklamalarından dolayı, Allah
razı olsun diyorum ama şöyle: Bu, söylediklerinin hepsi geçmiş
dönemde zaten yapılmak üzereydi. Dolayısıyla, ben Yedigöze
Barajının nasıl yapıldığını, HESe
dönüştüğünü, SANKOya nasıl verildiğini biliyorum.
Dolayısıyla, bana, Sayın Bakanım
Saimbeyli Karakuyuda
Göller Bölgesi var, buranın içme suyu projesi. Dolayısıyla, o
bölgeye genelde bizim Kadirliler, Sumbaslılar, Kozanlılar gider. On
senedir bu sulama projesiyle ilgili nokta kadar bir emekleri oldu mu? Onu
söylemesi yeter. Kendisine teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Halaman.
Sayın Yetiş
MUHAMMED MURTAZA YETİŞ
(Adıyaman) Sayın Başkanım, insanların
sağlık hakkı, yaşam hakkı en kutsal haklardan biridir.
İnsanlara bu hizmeti verebilmek için bütün ömrünü tüketen Doktor Ersin
Arslan kardeşimiz, bir yıl önce bugün elim bir hadise sonucu hunharca
katledilmiştir. Bütün siyasetçilerin, yöneticilerin,
STKlarımızın ve kanaat önderlerinin yüksek dille bu meseleye
ilişkin tepkilerini ortaya koymaları gerekir. Hekim-hasta
arasındaki derin dostluk, hekimliğin onuru ve toplumsal
saygınlığı korunmalıdır, şifanın
dağıtıcı eli olan hekimliğin dokunulmaz olduğunun
altı çizilmelidir.
Bu vesileyle tekrar, kardeşimize
Allahtan rahmet diliyorum.
Sağ olun.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Yetiş.
Sayın Öğüt
Yok.
Sayın Dedeoğlu
MESUT DEDEOĞLU
(Kahramanmaraş) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Kahramanmaraş Afşin-Elbistan
Termik Santralimiz ve Kahramanmaraş Elbistandaki şeker
fabrikamız özelleştirme kapsamının içerisinde. Burada
çalışan personellerimiz çok büyük sıkıntı içerisinde.
Bu özelleştirme kapsamının içerisinde kendilerinin pozisyonu ne
olacak, çıkışları mı verilecek, yoksa tam kadroya
mı alınacaklar, özellikle şeker fabrikasında
çalışan personellerimiz bu konuda çok büyük
sıkıntıdalar.
Bunun dışında, yine en
büyük problemlerden bir tanesi taşımacılıkla ilgili. Gerek
termik santralin olsun gerekse şeker fabrikasının olsun gerekse
de Elbistan-Afşin-Kahramanmaraş arasındaki
taşımacılıkta çok büyük sıkıntılar var.
Sayın Bakanım, bu konuda sizin şahsınızda Hükûmetten
rica ediyoruz, bu konuların, bu kuzey kazalarımızdaki bu
sıkıntıların derhâl yerine getirilmesini rica ediyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Dedeoğlu.
Sayın Sakine Öz
SAKİNE ÖZ (Manisa) Sayın
Başkan, sağlıkta şiddet hız kesmeden devam ediyor.
Sağlıkta dönüşüm ve performansa dayalı sistemde getirilen
nokta, sağlık çalışanlarını gelir kaybı
tehdidiyle çalıştırmaya devam ediyor.
Ben de buradan bir kez daha Doktor
Ersini anıyor, sağlık çalışanlarının bir
günlük iş bırakma eylemlerini destekliyorum.
Ayrıca, köy enstitülerinin
kuruluşunun 73üncü kuruluş yıl dönümünü kutluyor, bütün
Atatürkçü ve laik eğitimcileri saygıyla ve şükranla
selamlıyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Öz.
Sayın Akova
AYŞE NEDRET AKOVA (Balıkesir)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
6/12/2012 tarihinde, Suriyeden kaçak
olarak ülkemize sokulan zeytinyağı hususunu ve sektörümüzü olumsuz
etkileyen bu durumun incelenip önlenmesi için yapılması gerekenleri
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Ekerin
cevaplandırması için soru önergesi verdim. Gelen cevapta Suriyeden
ülkemize kaçak olarak zeytinyağı sokulmadığı
belirtilmiştir. Ancak gazetelerde hâlen yer alan haberlere göre, Suriyede
Azez, Manbej ve El Babda zeytinyağı fabrikalarını
yağmalayan Özgür Suriye Ordusu militanlarının çalıntı
yağları Türkiyeye soktuğu ve kaçak
zeytinyağlarının litre fiyatının tankerle toptan
satışlarda 1,25 liraya kadar düştüğü belirtilmektedir. Bu
sezon nasıl tüketileceği veya ihraç edileceği bilinemeyen 200
bin ton üretimin üzerine Suriyeden kaçak olarak yurda sokulan kendi
üretimimizin yüzde 20si civarında zeytinyağı da eklenince, bu
kadar zeytinyağının pazarlanmasında yaşanacak sorunlar
düşünülünce yerli üreticilerin mağduriyeti nasıl giderilecek?
Zeytinyağının sınırdan kaçak olarak geçmesini engellemek
için ne gibi önlemler alınacak?
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Akova.
Sayın Hamzaçebi
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bugün 8inci Cumhurbaşkanı
Sayın Turgut Özalın 20nci ölüm yıl dönümü. Kendisini
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak rahmetle anıyoruz. Turgut Özal,
ekonomimizin dışa açılmasında, rekabetçi bir yapıya
kavuşmasında ezberleri bozmuş, büyük atılımlar
yapmış bir insandı. Kendisini tekrar rahmetle anıyoruz.
Bugün ayrıca Doktor Ersin
Arslanın 1inci ölüm yıl dönümü. Görev başında
uğradığı saldırı sonucu hayatını
kaybetmiş olan Ersin Arslana Allahtan rahmet diliyorum ve gerek
sağlık çalışanlarının gerekse tüm
çalışanların şiddetten uzak bir ortamda
çalışabileceği bir ortamı yaratmak ümidiyle hepinize
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Hamzaçebi.
Sayın Işık
MUHARREM IŞIK (Erzincan)
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli Başkanım, sizin
aracılığınızla duyurmak istiyoruz: Bugün Ersin
Arslanın katledilişinin yıl dönümü. Tabii, bu bir senelik süre
içinde tam 7 binden fazla hekime ve sağlık çalışanlarına
tekrar şiddet uygulandı, hiçbir önlem alınmadı. Kurulan
komisyonun verdiği kararlara baktığımız zaman, eh
işte, bazı olumlu şeyleri var ama kesin sonuçlar
çıkmıyor. İki maddelik bir yasa talepleri var, bu yüce Meclis
istediği zaman yarım saatte her türlü yasayı
çıkarırken bu yasayı getirmiyorlar. İki maddelik bir yasa
çıkarılmasını istiyorlar, bunun gelmesi gerekiyor.
Ayrıca ikna odaları diye durmadan feryat ettiniz, odalar şu anda
malum sendika tarafından sağlık çalışanlarına
mobbing olarak uygulanmaktadır ve özellikle kamu hastane birliği
başkanları ve o sağlık sendikalarının
başkanları aracılığıyla şu anda
şiddetle devam etmektedir. Bunu da kınıyoruz ve bunun da
tedbirinin alınmasını istiyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Işık.
Sayın Topal
RAMİS TOPAL (Amasya)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Benim sorum Bakanımıza:
Sayın Bakanım, Amasyada büyük umutlarla temelini
attığınız Aydınca Barajı dört beş aydır
durmuş vaziyettedir. Bu Aydınca Barajının
inşaatını yapan firmalar sık sık değişmekte,
burada çalışan hem işçiler hem de firmaya iş yapan, malzeme
veren Amasyalılar mağdur olmaktadır. Amasyalılara çok
kısa sürede sözünü verdiğiniz bu Aydınca Barajının durumu
nedir? Bu, Aydınca Barajını yapmaktan vazgeçtiniz mi, yoksa en
kısa sürede bitecek mi? Ben, bunu Amasyalılar adına size sormak
istiyorum.
Teşekkür ederim.
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Devam ediyoruz.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Topal.
Sayın Dora
EROL DORA (Mardin) Sayın
Başkan.
Bugün Ezidilerin Çarşema Sor
Bayramıdır. Ezidi kültüründe hem yeni yılın
başlangıcının hem de tabiatın yeniden
doğuşunu ifadesi olan Çarşema Sor Bayramını
kutluyorum. Bu bayramın insanlar arasındaki ilişkilere,
barışa ve huzura vesile olmasını temenni ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Dora.
Sayın Bakan, cevap vermek ister
misiniz?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Başkanım, herhâlde bir tek ben
kaldım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Grup
başkan vekilleri olarak bizlere de söz verirseniz
BAŞKAN Efendim, 10 kişiye
veriyoruz biliyorsunuz. Sayın Bakanın yirmi dakika hakkı var, on
dakika konuştu, dolayısıyla cevap vermek isterse diye sordum.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Sayın Başkan
BAŞKAN 10 kişi oldu
efendim, kusura bakmayın.
Buyurun Sayın Bakan.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
grup
başkan vekillerine söz vermeniz için bekliyoruz yani ama
HALUK EYİDOĞAN
(İstanbul) Efendim, benim de Sayın Bakana suyla ilgili sorum var.
BAŞKAN Tamam, ayrıca
vereyim.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
şu anda Meclis Başkanıyla görüşmeye gitmemiz gerekiyor.
BAŞKAN Hayır, hayır,
şimdi bunun pazarlığı yok, her sefer 10 kişiye.
ORMAN VE SU İŞLERİ
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; özellikle sayın vekillerimizin bazı
sualleri oldu, onları da dikkatle takip ettim. İnşallah bir
kısmı benim Bakanlığımla alakalı bir
kısmı da diğer bakanlıklar, Ulaştırma
Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığıyla
alakalı. Onları tabii, takip edeceğiz.
Hakikaten hekimlere ve sağlık
çalışanlarına şiddeti biz de kınıyoruz. Gerekli
tedbirler alınıyor, daha da muhalefetin başka tavsiyeleri varsa
onları da dikkate alacağız.
Bunun dışında,
Sayın Dedeoğlu Elbistandaki taşımacılıktan ve
oradaki termik santralden bahsetti. Onları Ulaştırma
Bakanımıza ileteceğim.
Bunun dışında, Amasya
Vekilimiz, Aydınca Barajı yürüyor, yürüyecek, sözümüz bakidir. Ben de
takip ediyorum, size daha da geniş bilgiyi vereceğim.
Diğer konular Sağlık
Bakanlığıyla alakalı, onları da ileteceğiz.
Kaçak zeytinyağı konusunda
Sayın Bakan bir açıklama yapmıştı ama ben Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanımıza tekrar sizin sorunuzu
ileteceğim.
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Bakan, bu Göksu Nehri üzerindeki barajlarla ilgili de
vatandaşlarımız sizden bilgi istiyor.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Göksu
Nehri üzerindeki barajları da not aldım. Sayın Halaman
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Yok,
Silifke Göksu Nehri üzerindeki barajlarla ilgili olarak biz bilgi istiyoruz.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Tamam,
onları da takip edeceğiz. Göksu Nehri üzerindeki birtakım baraj
ve göletleri da takip edeceğim, onlarla ilgili de sizlere detaylı
bilgi vereceğim.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas)
Sayın Bakan, Gemerekte Kartalkaya Barajıyla ilgili sorum
vardı.
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) Tamam,
onlarla ilgili sizlere yazılı olarak cevap vereceğim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Bakanım.
Sayın Baluken, buyurun.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, bugün
Sayın Cumhurbaşkanımız Turgut Özalın ölümünün 20nci
yıl dönümü. Özellikle Kürt sorunu ve Türkiye'nin demokratikleşmesi
konusunda yirmi yıl önce ezberleri bozan, cesur politikaları devreye
koymaya çalışan bir anlayışa sahip olduğu için
Sayın Özalın öldürüldüğünü düşünüyoruz. Bu konuda
kamuoyundaki şüpheler giderilmemiştir. Son Adli Tıp
raporları hâlâ kamuoyundaki beklentileri karşılamamaktadır.
Bir Cumhurbaşkanımızın ölümü üzerindeki sır perdesinin
mutlaka kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu
ölümle ilgili bütün ayrıntıların kamuoyunu tatmin edecek
şekilde paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz.
Yine bugün, geçen yıl bir hasta
yakını tarafından katledilen Doktor Ersin Arslanı
kaybedişimizin 1inci yıl dönümü. Aradan bir yıl geçmesine
rağmen, sağlık emekçilerine ve hekimlere yönelik şiddet
maalesef artarak devam ediyor. Bu konudaki -Meclis araştırma
komisyonunun da yaptığı çalışmalarda- temel sebebin
Sağlıkta Dönüşüm Projesi olduğu kamuoyu tarafından da
biliniyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Özellikle biz, Sağlıkta Dönüşüm Programının bir an
önce kaldırılması, sosyal devlet olma ilkesi gereği herkese
eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz, ana dilde
sağlık hizmetinin verilmesi gerektiğini tekrar yeniliyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Baluken.
Sayın Şandır
MEHMET ŞANDIR (Mersin) Çok teşekkür ederim
Sayın Başkanım.
Milliyetçi Hareket Partisi Gurubu olarak biz de
sağlık çalışanlarının gördüğü şiddeti
kınıyoruz. Onların bu yöndeki direnişini, tepkisini
paylaşıyoruz, acılarını paylaşıyoruz.
Ayrıca, hayatını kaybeden tüm sağlık
çalışanlarına Yüce Allahtan rahmetler diliyoruz.
Ben bir daha, Sayın Bakandan, özellikle Mut ve
çevresinde yaşayan insanlarımıza, Silifkede yaşayan
insanlarımıza Göksu Nehri üzerinde kurulması planlanan
barajların proje çalışmaları, yapım
çalışmaları, ihale çalışmaları konusunda
detaylı bir bilgi verilmesini -çünkü, köylümüz bekliyor her ne kadar bize
bilgi veriliyorsa da vatandaşımıza da bilgi verilmesini- istirham
ediyorum.
Bunları arz etmek için söz aldım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Şandır.
Sayın Aydın
AHMET AYDIN (Adıyaman) Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
Biz de AK PARTİ Grubu olarak, ebediyete intikalinin
20nci yılında, eski Başbakan ve
Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özalı rahmetle ve minnetle
anıyoruz.
Rahmetli Özal, Türkiyenin değişim ve
dönüşümüne, dış dünyaya açılmasına öncülük
etmiştir. Şahsiyetli bir siyaset adamı ve aynı zamanda
değerli bir devlet adamı olarak tüm sıkıntılara ve
engellemelere rağmen Türkiyenin demokratik yapısının
güçlenmesi ve kalkınma hamlesinin başarıya kavuşması
için milletle ele ele ciddi mücadelelerde bulunmuş ve önemli
başarılar elde etmiştir.
Bir kez daha kendisini rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.
Aynı şekilde, AK PARTİ Gurubu olarak her
türlü şiddeti ve bu arada sağlık çalışanlarına
yönelik şiddeti de kınadığımızı bir kez daha
ifade etmek istiyorum ve bu vesileyle, uğradığı şiddet
neticesinde hayatını kaybeden Doktor Ersin Arslanı ve hayatlarını
kaybeden diğer sağlık çalışanlarını da
rahmetle anıyoruz.
Bir kez daha, bu vakaların olmamasını
temenni ediyoruz.
Teşekkür ediyoruz.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Aydın.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır.
Meclis araştırması açılmasına
ilişkin üç önerge vardır, ayrı ayrı okutacağım.
İlk okutacağım Meclis
araştırması önergesi 500 kelimeden fazla olduğu için önerge
özeti okunacaktır. Ancak, önergenin tam metni Tutanak Dergisine
eklenecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Kocaeli ili Dilovası ilçesi,
1970li yıllarda başlayan ve 80li yıllarda hız kazanan
İstanbul'un sanayileşme hareketinin İstanbul'un doğusuna
kaydırılması düşüncesi ile sanayinin geniş ve ucuz
arazi gereksinimine paralel olarak yoğun sanayi ile
tanışmış, bu sanayileşme özellikle kimya, demir-çelik,
boya sanayisi gibi kirletici sanayi dallarında gerçekleştiği
için de bu küçük ilçe çevre ve sağlık koşullarının çok
ciddi şekilde bozulmuş olduğu bir yer hâline gelmiştir.
Sanayi tesisleri ve konut alanlarının çarpık ve plansız bir
şekilde iç içe yapılandığı Dilovası'nda,
sanayinin, çevre ve sağlık açısından ilçe üzerinde
yarattığı olumsuz baskı, bölgedeki kansere bağlı
ölümlerin Türkiye ortalamasının 3 katına çıkmasıyla
kendini göstermiş ve bu konu ulusal basında da sıkça yer almaya
başlamıştır.
2006 yılında bu ilçede sanayi
atıklarının çevre ve insan sağlığı
üzerindeki etkilerini araştıran TBMM komisyonunun
yaptığı "Çevre ve insan sağlığı ile
ilgili birincil ilke olan koruyucu önlemler alınması hususunun bu
bölgedeki uygulamalarda göz ardı edildiği açıkça
görülmektedir." tespitine rağmen ne yazık ki günümüzde hâlen
daha bölge halkı sanayi ile plansız bir şekilde
kuşatılmaya devam etmektedir. Komisyon raporunda ilçede yeni sanayiye
artık izin verilmemesi görüşüne rağmen kurulan 4 yeni OSB'den
1i olan Kömürcüler OSB'nin kuruluşu ile ilgili de tartışmalar
devam etmektedir. OSB'nin kuruluşu esnasında hükme bağlanan
zorunlulukların gerçekleştirilmediği, yer ve güzergâh seçiminde
gerekli tetkiklerin yapılmadığı
tartışmalarının yanı sıra kurulan bu OSB'nin
faaliyetleri sırasında çevreye olan etkisi, bölge trafik
yoğunluğuna olan baskısı, kurulduğu alanın imar
ve kamulaştırma planlarının nasıl
yapıldığı da ayrı tartışma
konularını oluşturmaktadır. Rant anlayışının
insan sağlığının önüne geçmesiyle ilçenin nefes
aldığı tek kapı olan kuzey bölgesi de başta bahsi
geçen Kömürcüler OSB olmak üzere yeni OSB'ler ile kapatılacak ve
Dilovası halkı bir sanayi çemberi içinde âdeta hapsolacaktır.
Anayasanın 56ncı maddesinde belirtilen "Herkes,
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir."
ibaresi ışığında TBMM'nin 2006 yılında
Dilovası'na yönelik araştırma raporunda belirtilen
sorunların geçen süreç içinde çözüme kavuşturulmaları için ne
gibi önlemler alındığının tespit edilmesi ve yukarda
belirtilen tartışma konularının aydınlatılması
için Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105inci maddeleri
gereğince bir meclis araştırması açılması teklif
edilmiştir.
1) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
2) Aylin Nazlıaka (Ankara)
3) Hülya Güven (İzmir)
4) Salih Fırat (Adıyaman)
5) Gürkut Acar (Antalya)
6) Ali Rıza Öztürk (Mersin)
7) Haluk Ahmet Gümüş (Balıkesir)
8) Mehmet Şeker (Gaziantep)
9) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
10) Sedef Küçük (İstanbul)
11) Kemal Değirmendereli (Edirne)
12) Ali Demirçalı (Adana)
13) Doğan Şafak (Niğde)
14) Sakine Öz (Manisa)
15) Recep Gürkan (Edirne)
16) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
17) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
18) Mahmut Tanal (İstanbul)
19) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
20) Dilek Akagün Yılmaz (Uşak)
21) Mehmet Ali Ediboğlu (Hatay)
22) Aytuğ Atıcı (Mersin)
23) Haluk Eyidoğan (İstanbul)
24) Refik Eryılmaz (Hatay)
25) Alaattin Yüksel (İzmir)
26) Mehmet Siyam Kesimoğlu (Kırklareli)
27) Bülent Tezcan (Aydın)
28) Ahmet İhsan Kalkavan (Samsun)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ağır kış
koşullarından olumsuz etkilenen tarım sektörünün sorunları
konusunda bir meclis araştırması açılmasını
saygılarımla arz ederim.
1) Mehmet Ali Susam (İzmir)
2) Haluk Ahmet Gümüş (Balıkesir)
3) Hurşit Güneş (Kocaeli)
4) Recep Gürkan (Edirne)
5) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
6) Emre Köprülü (Tekirdağ)
7) Mehmet Siyam Kesimoğlu (Kırklareli)
8) Veli Ağbaba (Malatya)
9) Hasan Akgöl (Hatay)
10) Hülya Güven (İzmir)
11) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
12) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
13) Kemal Değirmendereli (Edirne)
14) Osman Aydın (Aydın)
15) Musa Çam (İzmir)
16) Haydar Akar (Kocaeli)
17) Sakine Öz (Manisa)
18) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
19) Levent Gök (Ankara)
20) Nurettin Demir (Muğla)
21) Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
22) Bülent Tezcan (Aydın)
23) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
24) Mahmut Tanal (İstanbul)
25) Namık Havutça (Balıkesir)
26) Kamer Genç (Tunceli)
27) İhsan Özkes (İstanbul)
28) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
29) Ali Serindağ (Gaziantep)
30) Salih Fırat (Adıyaman)
31) Muharrem Işık (Erzincan)
32) Mehmet Şeker (Gaziantep)
33) Gürkut Acar (Antalya)
34) Sedef Küçük (İstanbul)
35) Ali Demirçalı (Adana)
36) Aylin Nazlıaka (Ankara)
37) Doğan Şafak (Niğde)
38) Mehmet Hilal Kaplan (Kocaeli)
Gerekçe:
Son yıllarda küresel
ısınmanın da etkisiyle iklim koşullarında
kuraklık ya da aşırı soğuklar gibi önemli
değişiklikler yaşanmaktadır. Bu yıl ülkemizi de etkisi
altına alan ağır kış koşulları tarım
sektöründe büyük kayıplara sebep olmuş, en çok zararı da kesme
çiçek, zeytin ve yaş meyve ve sebze üreticileri görmüştür.
Kış aylarında daralan
yaş sebze ve meyve sektörü, ağır koşullar nedeniyle daha da
zor bir dönem geçirmektedir. Türkiye'de yılda 50 milyon tona yakın
sebze ve meyve üretilirken bunun yaklaşık dörtte 1i tüketiciye
ulaşmadan bozulmaktadır. Bu yıl olumsuz hava koşulları
nedeniyle son bir aylık dönemde üretimde yüzde 30-40 arasında
düşüş yaşanmaktadır.
Son bir ay içinde özellikle sera
üretimi yapılan ürünlerin fiyatları ikiye katlanmış,
yeşil fasulye 4 liradan 7 liraya yükselerek zam şampiyonu
olmuştur. Sivri biberin fiyatı 4, marulun fiyatı ise 3 liraya
kadar yükselmiştir. Ani fiyat artışı nedeniyle
ihracatçılar da iç pazara yöneltilmiş, ihracat rakamlarında
yüzde 10 civarında bir düşüş olabileceği tahmin
edilmektedir.
Ağır kış
koşullarının Türkiye açısından büyük önem arz eden
zeytin ve zeytinyağı da etkilenmiştir. Soğuk hava nedeniyle
aşırı yaprak dökümü, kabuk çatlaması, taze sürgünlerde
zararlar ve uzun süre don olayı yaşanan bölgelerde zaman kalın
dal ölümleri meydana gelmektedir.
Batı ve güney bölgelerde
fırtına, sel ve soğuklar nedeniyle seralarda büyük zararlar
oluşmuş, tek geçim kaynağı çiftçilik olan
vatandaşlarımız canevinden vurulmuştur. Sektörün,
ağır kış koşulları karşısında
ayakta kalabilen seraların ısıtma maliyetlerinin artmasıyla
daha da zor duruma düşmektedir. Akaryakıt, gübre, ilaç gibi girdi
maliyetleri yüksek olan tarım sektörünün, mevsim normallerinin dışında
seyreden hava koşullarıyla birlikte maliyetleri anormal bir düzeyde
artarak üreticinin beli bükülmektedir.
Ayrıca, Avrupa'nın etkisi
altında olduğu ekonomik sıkıntıdan dolayı meyve
ve sebzeye olan talebin azaldığı, mevcut koşullarda Avrupa
pazarındaki rakip ülkelerle rekabet etme koşullarının da
zorlaştığı görülmektedir. Güney Afrika gibi güney
yarım küre ülkeleri, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Fas,
Mısır gibi daha ılıman kuzey yarım küre ülkeleri ve
Orta Amerika ülkeleri ile iklim koşullarından ötürü rekabet giderek
güçleşmektedir.
Bu koşullar altında
üreticilerin zararlarını karşılamak için tarım
sektörünün kullandığı akaryakıt, gübre, ilaç vb temel girdi
maliyetlerinin düşürülmesi, olumsuz hava koşullarından
etkilenmeyi azaltacak veya önleyecek tarım sigortalarının
geliştirilmesi gerekmektedir. Tarım sektörünün
karşılaştığı bu sorunların giderilmesi
adına çözüm önerilerinin araştırılmasına ihtiyaç
bulunmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Şanlıurfa GAP Havaalanındaki
uçuş güvenliği için öneme haiz araçların eksik olup olmadığının,
son zamanlarda özellikle sisli havalarda Şanlıurfa GAP Havaalanı
yerine komşu şehir havaalanlarının
kullanılmasının nedenlerinin belirlenmesi ve ivedilikle
çözülmesi amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105'nci maddeleri uyarınca Meclis
Araştırması açılması hususunda gereğini
saygılarımla arz ederiz. 15.02.2012
1) Mahmut Tanal (İstanbul)
2) Recep Gürkan (Edirne)
3) Erdal Aksünger (İzmir)
4) Tolga Çandar (Muğla)
5) Haydar Akar (Kocaeli)
6) Emre Köprülü (Tekirdağ)
7) Mustafa Serdar Soydan (Çanakkale)
8) Mehmet Siyam Kesimoğlu (Kırklareli)
9) Hülya Güven (İzmir)
10) Hasan Akgöl (Hatay)
11) Kemal Değirmendereli (Edirne)
12) Hurşit Güneş (Kocaeli)
13) Osman Aydın (Aydın)
14) Mehmet Şevki Kulkuloğlu (Kayseri)
15) Musa Çam (İzmir)
16) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
17) Ayşe Nedret Akova (Balıkesir)
18) Tanju Özcan (Bolu)
19) Nurettin Demir (Muğla)
20) Selahattin Karaahmetoğlu (Giresun)
21) Namık Havutça (Balıkesir)
22) Bülent Tezcan (Aydın)
23) Mustafa Sezgin Tanrıkulu (İstanbul)
24) Kamer Genç (Tunceli)
25) İhsan Özkes (İstanbul)
26) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
27) Ali Serindağ (Gaziantep)
28) Muharrem Işık (Erzincan)
29) Salih Fırat (Adıyaman)
30) Haluk Ahmet Gümüş (Balıkesir)
31) Mehmet Şeker (Gaziantep)
32) Gürkut Acar (Antalya)
33) Sedef Küçük (İstanbul)
34) Ali Demirçalı (Adana)
35) Aylin Nazlıaka (Ankara)
36) Doğan Şafak (Niğde)
37) Veli Ağbaba (Malatya)
Gerekçe:
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bir
il olan Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında
Gaziantep, kuzeyinde Adıyaman ve Diyarbakır, kuzeybatısında
yine Diyarbakır, güneyinde ise Suriye sınırı ile
çevrelenmiş bir sınır şehridir.
Ülkemizin sahip olduğu en büyük
projelerden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)'ın merkezi
konumundaki Şanlıurfa, bereketli topraklarımızın da
merkezidir. Bölgenin sivil hava ulaşımına açılan
kapısı niteliğindeki Şanlıurfa Havaalanı
stratejik bir öneme sahiptir.
Böylesine jeopolitik olarak önemli bir konuma
sahip olan Şanlıurfa'nın var olan potansiyeli iyi şekilde
değerlendirilmemektedir. Uzun süredir Şanlıurfa GAP
Havaalanında sorunlar yaşanmaktadır. 2012 Ocak ayının
son haftasında Şanlıurfa GAP Havaalanında meydana gelen
elektrik kesintileri bölgedeki insanları ve kenti ziyaret eden veya
kentten ayrılan kişileri kötü yönde etkilemiş ve böylesine
önemli bir şehrin hava alanının böylesine bir sorunla
karşılaşması, hava alanına yeterli önemin gösterilmediğini
göstermiştir. Medeniyet göstergesi olması gereken
havaalanlarının böylesine sorunlarla karşılaşması
güvenlik açısından da önem arz etmektedir.
Şanlıurfa GAP Havaalanı
pilotların korkulu rüyası hâline gelmiştir. GAP
Havaalanında sisli havalardan dolayı zor anlar yaşayan pilotlar
kalkış yerinden rötarlı kalkmakta veya yakın bir ilin
havaalanına iniş yapmaktadır. Bu uçuş güvenliği
açısından oldukça sakıncalı bir durumdur. Bu
durumların çözümü için Aletli İniş Sistemi (ILS) pist başına
yerleştirilmiş vericiler vasıtasıyla uçakların
inişine yardımcı olan bir hassas yaklaşma sistemidir. ILS,
uçağın pist başına kadar hassas yaklaşmasını
sağlayan bir seyrüsefer yardımcı sistemidir. Bulut
tavanının alçak, görüş faktörlerinin kötü olduğu hava
koşullarında, uçağın alçak bir biçimde piste
yaklaşmasını ve piste elektronik cihazlarla emniyetli iniş
yapmasını sağlar. Pilota istikamet ve süzülüş hattı
bilgisi verir.
Şanlıurfa havaalanındaki
ILS sisteminin bozulması ve uzun süredir tamir edilmemesi, bu soğuk
kış günlerinde yapılan seferlerin güvenliğini tehdit
etmektedir. Yine aynı şekilde yolcular bu vesileyle mağdur
edilmektedir. Kamu kaynaklarının bu yönde kullanılması için
gerekli işlemlerin yapılması gerekmektedir.
Tüm bu gerekçelerle Şanlıurfa
GAP Havaalanındaki uçuş güvenliği için önemi haiz araçların eksik olup
olmadığının, son zamanlarda özellikle sisli havalarda GAP
Havaalanı yerine komşu şehir hava alanlarının
kullanılmasının nedenlerinin belirlenmesi ve ivedilikle
çözülmesi amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılması hususunda gereğini
saygılarımla arz ederiz.
BAŞKAN Araştırma
önergeleri bilgilerinize sunulmuştur.
Önergeler gündemdeki yerlerini alacak
ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Şimdi Barış ve Demokrasi
Partisi Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir
önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım.
17.04.2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 17.04.2013
Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında,
siyasi parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerisini, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul'un
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
İdris Baluken
Bingöl
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
09 Mart 2012 tarihinde, İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel ve arkadaşları tarafından verilen
(729 sıra no.lu), "Türkiye'de üniversitelerde muhalif, farklı
düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren
öğrencilerin karşılaştıkları
sorunların" araştırılması amacıyla, Türkiye
Büyük Millet Meclisine verilmiş olan Meclis Araştırma
Önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer
önergelerin önüne alınarak, 17.04.2013 Çarşamba günlü
birleşiminde sunuşlarda okunması ve görüşmelerin aynı
tarihli birleşiminde yapılması önerilmiştir.
BAŞKAN Önergenin lehinde olmak
üzere, Hakkâri Milletvekili Sayın Adil Kurt.
Sayın Kurt, buyurun.
ADİL KURT (Hakkâri)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; grubumuz adına verilmiş
önergenin lehinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, bu coğrafyanın
ebedi renklerinden, bu Anadolulu ve Mezopotamya kültürünün bir parçası
olan Yezidilerin Çarşema Sor Bayramını içtenlikle
kutladığımı ve bu bayramın barışa,
kardeşliğe vesile olmasını diliyorum ve bu temennilerle
konuşmama başlamak istiyorum.
Bugün hem Malatya eski Belediye
Başkanı Hamit Fendoğlunun 17 Nisan 1978 tarihinde evine,
kapısına paket içinde gönderilen bomba nedeniyle -torunu ve geliniyle
birlikte yaşamını yitiren Hamit Fendoğlunun- ölüm yıl
dönümü hem merhum 8inci Cumhurbaşkanı Turgut Özalın 20nci
ölüm yıldönümü. Her iki ölüm de Türkiye'nin belirli dönemlerine iz
bırakan ve akıllardan silinmeyen ölümler olması nedeniyle bir
kez daha vurgu yapmak istedim.
Hamit Fendoğlunun
katledilmesinden sonra Malatyanın siyasal dokusuna müdahale edildi ve
Malatyanın siyasal dokusu aslında değiştirildi,
oynandı, Malatyanın genetiğiyle oynandı. Turgut
Özalın bugün bile sır perdesi aralanmamış, faili meçhul
bırakılan ölümü Türkiye'nin siyasal dokusunun, bir dönemin siyasal
dokusunun topyekûn değişimine yol açan; gene, Türkiye'deki siyasetin
genetiğiyle oynanmış bir dönem olarak da tarih sahnesinde yerini
alıyor. Bu nedenle, bu ölümler, bu katliamlar, bu cinayetler unutulmuyor
Türkiye'de, unutulmak istense bile unutulmuyor. Turgut Özalın ölümü
eğer bugün hâlâ aydınlatılamamışsa; bugün, hâlâ savcılar
iddianame hazırlama ihtiyacı duyuyorlarsa; hâlâ Türkiyede adli
tıp raporlarının gerçekçi olmadığı yönünde güçlü
şüpheler var ise Meclisin bu konuya el atması ve bunu
aydınlatması gerekiyor.
Turgut Özalın katledilmesi,
ölümünün bu şekilde faili meçhul bırakılmış
olması, aydınlatılamamış olması Türkiyenin bir
döneminin karanlıkta kalmasına vesile olur. Bunun elbette ki bugünkü
konumuzla yakından ilişkisi vardır. Bu siyasi cinayetlerin bugün
verdiğimiz önergeyle doğrudan ilgisi vardır. Hamit Fendoğlunun
ölümünün de ilgisi vardır, merhum Turgut Özalın ölümü ve benzer
siyasi cinayetlerin de ilgisi vardır.
Türkiyede bugün son bir buçuk ay
içerisinde 15 üniversitede öğrenciler karşı karşıya
geldi, olaylar yaşandı, yüzlerce öğrenci gözaltına
alındı, polis üniversitelere girmek durumunda kaldı. Bu tabloyu
Meclis araştırmak durumundadır, sebeplerine inmek
durumundadır. Sadece günü birlik demeçlerle, teskin edici ya da
kışkırtıcı ifadelerle bugünleri atlatma
şansına sahip değiliz. Evet hem teskin edici ifadelere
rastlaşıyoruz bugünlerde hem de kışkırtıcı
ifadelere rastlıyoruz. Ama Türkiyede üniversitelerin
karışması bu dönemde yeniden çatışma ikliminin Türkiye
gençliğine egemen olması hepimize kaybettirecektir, Türkiyede
siyasete kaybettirecektir, Türkiyede siyaset genetiğinin yeniden
başkaları tarafından değiştirilmesine zemin
sunacaktır, hazırlayacaktır. Bu nedenle bugün üniversitelerde
olup bitenlere Meclisin bertaraf durması, kayıtsız kalması
mümkün değildir. Bu konuya Meclisin acilen eğilmesi gerekiyor. Ta,
ana sınıfından üniversiteye kadar öğrencilere
aşılanan antidemokratik zihniyet, antidemokratik eğitim, tekçi
zihniyet, bugün karşımıza böyle bir tablo çıkarıyor.
Çok açık ve net ifade ediyorum: Hepimiz o iklimin içerisinden süzülüp
gelen insanlarınız. Şu veya bu şekilde, hepimiz o iklimin izlerini
kendi zihnimizde taşıyoruz. O ayrışmacı iklimin izleri
hepimizin ruhunda, zihninde vardır. Bu nedenle, bugün
karşımıza çıkan, üniversitelerde karşımıza
çıkan -ki Türkiyenin değişik bölgelerinde,
ağırlıklı olarak da Batı illerinde- on beş
üniversitede baş gösteren bu olaylar eğer teskin edilmezse, bu
olayların önüne geçilmezse, gençliğin bu şekilde karşı
karşıya gelişine seyirci kalınırsa hep birlikte
kaybedeceğiz. Sadece gençliğimizi kaybetmeyeceğiz, sadece bir
kuşağı kaybetmeyeceğiz; bir bütün olarak Türkiye
kaybedecektir. Türkiyedeki siyaset geleneğinin yeniden
başkaları tarafından dizayn edilmesine olanak
sağlayacaktır. Bugün, bir bütün olarak Türkiyede egemen olan
kardeşlik iklimi, barış iklimi, demokratik çözüm iklimi, bu
şekilde üniversitelerde baş gösteren provokatif olaylarla
gölgelenmemelidir. Gölgelenmesine müsaade edilmemelidir.
Bugün, Türkiye merkezli, Ankara
merkezli, kendi sorunlarını tartışan ve çözme çabası
içerisinde olan yeni bir dönemin içerisindeyiz. Bu dönemin başarıya
ulaştırılması, bu sürecin başarıya
ulaştırılması bir bütün olarak Türkiyenin
kazanımı olacaktır. Tek başına hiçbir siyasi partinin
kazanımı olmayacaktır. Bir bütün olarak Türkiyenin
kazanımı olacaktır ama kaybedersek, bu dönemi kaybedersek yine
bir siyasi veya bir iki siyasi partinin kaybı anlamına gelmeyecektir;
bir bütün olarak Türkiyenin kaybı anlamına gelecektir. Bu nedenle,
üniversitelerdeki olaylara Meclisin acilen el koyması gerekir.
Antidemokratik üniversitelerdeki antidemokratik uygulamalara derhâl son
verilmesi gerekir. Öğrencilerin kendi protesto haklarını özgür
bir şekilde bir başkasının hakkına tecavüz etmeden
gerçekleştirme hakkının, zemininin oluşturulması
gerekir.
Biz bu atmosferi yaratabilirsek,
insanların kendilerini özgür bir şekilde ifade etme, protesto
hakkını, kullanma hakkını sağlayabilirsek
üniversitedeki sorunların önüne geçeriz. Ama bugün de müdahalelere
bakıyoruz ki dünden farkı yok, yine baskı, yine polis, yine cop,
yine şiddet. Çözüm olmadı, 1970li yıllarda çözüm
olmadığı gibi, 1980li yıllarda çözüm
olmadığı gibi, 1990lı yıllarda çözüm
olmadığı gibi bugün de aynı uygulamalarda ısrar
ederseniz gene çözümleyici olmaz, köküne inmek gerekir, sorunun köküne,
merkezine inmek gerekir. İlkokul 1inci sınıftan hatta ana
sınıfından itibaren çocuklara
aşıladığımız antidemokratik zihniyet,
antidemokratik müfredat, tekçi zihniyet bizi böyle bir noktaya
taşıyor.
Bakın, daha dün Adanada liselerde
yapılmış bir anketten sadece bir sonucu sizinle
paylaşayım. Öğrencilerin, lise öğrencilerinin yüzde 70i
-ki ben öyle iddia ediyorum, sadece Adanada yapıldığı için
Adanayı zikrediyorum. Aynı anketi Türkiyenin başka bir ilinde
de yapsanız benzer sonuçları elde etme şansı vardır-
Türkiyedeki gayrimüslimleri, Türklük dışındaki kimliklerin
tamamını ihanet olarak tanımlıyor, tehlikeli ve hain
olarak ifade ediyor. Tek başına bu veri bile yani lise
öğrencisinin farklılıkları tehlike olarak görüp
farklılıkları ihanet olarak tanımlaması o lise
öğrencisinin suçu değildir. O liseli öğrenci yarın
üniversiteye gelecek. Aynı zihniyet üniversiteye
taşınmış olacak. Bu onların suçu değildir. Bu
antidemokratik zihniyetin yayılması o çocukların suçu
değildir. Hepimizin ortak suçudur. Hepimizin ortak kabahatidir.
İşte,
biz bu pencereden bakmadığımız için, antidemokratik bir
pencereden olaya baktığımız için, geçmişin
beyinlerimizde, ruhlarımızda bıraktığı izlerden
sıyrılamadığımız için, bugün üniversitelerimizde
baş gösteren sorunlara da çözüm bulamıyoruz.
Meclis
araştırma önergesini bu nedenle verdik. Bütün partilerin de
duyarlılıkla yaklaşacağını umut ediyor, Meclisi
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ederim Sayın Kurt.
Önergenin
aleyhinde olmak üzere ikinci konuşmacı Vural Kavuncu, Kütahya
Milletvekili.
Sayın
Kavuncu, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
VURAL
KAVUNCU (Kütahya) Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum, BDP grup önerisinin aleyhinde
söz almış bulunuyorum.
Değerli
vekiller, bilindiği gibi, geçtiğimiz günlerde Dicle Üniversitesinde
karşıt görüşlü öğrenci grupları arasında
istenmeyen birtakım olaylar çıkmış ve üzücü olaylar,
hiçbirimizin tasvip etmeyeceği olaylar, büyüyerek devam etmiştir.
Aslında olayların özüne baktığınızda belki de
sadece bir vaka-i adliye olabilecek olan nitelikte olay, siyasi olarak
farklı yerlere çekilmeye çalışılmış ve
birtakım kişiler de bundan nemalanma çabası içerisine girme
çabası içerisinde olmuştur.
Değerli
vekiller, karanlığın çözümü aydınlıktır,
cehaletin çözümü eğitimdir. Üniversitelerimiz bulunduğu yerlerde
eğitimiyle ve bölgeye sağladığı katkılarla
birlikte, aydınlanmayla birlikte geleceğimizin teminatıdır.
Bu alanlarda yapılacak her türlü şiddet kabul edilemezdir.
Baktığınızda olaylarda hemen akabinde -gerekçesi ne olursa
olsun- üniversitenin pek çok binası harap edilmiş,
laboratuvarları tarumar edilmiş ve âdeta bir savaş alanı
hâline dönmüştür.
Toplumumuzun
refleksleri henüz tam anlamıyla geçmiş de değildir.
Hafızamız tazedir. 80
öncesi yıllarda bu milleti, öğrencilerimizi, toplumu nasıl
böldükleri, nasıl ayrıştırdıkları ve
insanları birbirlerine nasıl kırdırdıkları
hepimizin malumudur. 12 Eylül sonrasında ise olayın çehresi biraz
daha değişmiş, farklı yönlerde her türlü
ayrımcılığın, laik-antilaik, çeşitli Alevi-Sünni
mezhep ayrımları ve buna benzer her türlü ayrımlar ve toplumsal
hassasiyetler kaşınarak toplum bir çatışma ortamı
hâline giderek dökülmeye başlanmıştır.
Verilen önergenin gerekçesinde Kürt
öğrencilerin haklarından bahsediliyor. Böyle bir terminoloji olabilir
mi? Kürt öğrencinin hakkı, Türk öğrencinin hakkı,
Boşnak öğrencinin hakkı, Alevinin hakkı, Sünninin
hakkı şeklinde bir yaklaşım kabul edilebilir mi? Biz bir
elin beş parmağı gibi değil miyiz? Bu beş parmağın
herhangi birisi acırsa, kanarsa; Diğeri bize ne, öteki parmak benim
değil. denilebilir mi? Böyle bir ayrımcılıktan, artık
ötekileştirmekten mutlak surette kaçınmak gerekiyor. Bu noktada
herkesin üzerine düşen sorumluluğu en iyi şekilde üstlenmesi
gerekiyor.
Biz siyasetçiler herhâlde son
dönemlerde vatandaşların biraz gerisinde kaldık. Sahadayız.
Vatandaşların bu konuda bu süreçle ilişkili olan destekleri,
olgunlukları bizim sanki daha önümüzde gibi. Bizler, toplumdan gelen,
vatandaşlardan gelen bu sese mutlak surette kulak vermeliyiz. Öğretim
üyelerimiz, akil insanlar gençlerimize ve her türlü provokatif eylemde
bulunanlara yüz vermemeli ve gençlerimize yeterli teskinde bulunmalı,
onlara yol göstermelidir. Gençlerimize ağabeylik yapacak olan insanlar
aramızdadır. Bu tuzağa düşmemeliler. Kimse piyon olarak bu
gençleri kullanmamalı. Gençlerin fikirleri, dünya görüşleri,
tarzları, hayatları, hayatları tanzim etme biçimleri farklı
olabilir. Bu gençlerin konuşmasına, düşünmesine,
düşüncesini karşı tarafa aktarmalarına elbette müsaade
etmeliyiz. Demokrasinin gereği de budur. Ancak demokrasinin gereği,
bir başka kişinin, bir başka görüşün orada yer etmesi
Bu
olayda olduğu gibi, bir Kutlu Doğum Haftasını,
konferansını düzenlemelerine bile engel olmaya
çalışmaları şeklinde olur ve buna karşı
şiddet uygularlarsa elbette bu kabul edilmemeli.
Bu süreç içerisinde çok önemli görevler
düşüyor. Bizler bu sürecin sıkıntılı geçeceğinin
elbette bilincindeyiz. Sinirlerimizin test edileceği, pek çok
provokasyonla karşı karşıya kalacağımız da
muhakkak. Terörün zemini artık yok edilmiştir.
Ayrımcılık, ötekileştirme politikaları son
bulmuştur. Ülkemiz bir barış iklimindedir. Toplumdan bunun
karşılığı, reaksiyonu da
alınmıştır. Biz, bununla birlikte, Türkiyeyi hâlâ bölmeye
yönelik, barış sürecini baltalamaya yönelik hain niyetler varsa buna
da elbette müsaade etmeyiz; kimsenin de buna gücü yetmez. Biz üç kıtaya
medeniyetler götürmüş olan bir milletin evlatlarıyız. Tarih bize
bu misyonu üstlendirmiştir. Başka bir çözüm yolu da, çıkar
yolumuz da yoktur. Bu süreçte her şeyin şeffaf yürüdüğünü ve
bununla birlikte Türkiyede de gerekli adımların
atıldığını da elbette görüyoruz.
Dicle Üniversitesine
baktığımızda üniversitemiz bugün bölgede bir
barış unsuru hâline de gelmiştir. Yaklaşık 27 bin
öğrencisi, 4 yüksekokulu, meslek yüksekokulları,
konservatuarları, enstitüleriyle birlikte üniversite olarak üzerine
düşen görevleri en iyi şekilde yapmaktadır. Bilimsel, kültürel
faaliyetleriyle birlikte senede 700ü aşkın faaliyet düzenlemektedir.
Bu getirdiğim dosya dört senede yaklaşık 2.800 faaliyetin bir
toplamıdır. Hemen her alanda, sanatta, kültürde, bilimde, sosyal
alanlarda, her alanda toplum neyle ilgileniyorsa onunla ilişkili çözümler
buralarda gerçekleştirilmektedir.
Mart ayında Uluslararası Kürt
Dili Konferansı düzenlenmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı
konferansları, toplumda şiddet, engellilerle ilişkili olan
projeler, cezaevleriyle ilişkili olan birtakım sorunlar ve toplumun
önde gelen birtakım değerleriyle birlikte yapılan
toplantılar halkla birlikte bütünleşmeyi sağlamıştır.
Daha dün Nihat Hatipoğlunun konferansına şehirden
yaklaşık 2 bin kişi katılmış, salonlar
dolmuş, almamıştır. Uluslararası Sezai Karakoç
Sempozyumu üç gün boyunca halkın da doğrudan
katılımıyla devam etmiştir. Halka yönelik sağlık
taramaları, gene, Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı okullardaki öğrencilerin düzenli olarak okulu ziyaretleri
ve birtakım sosyal araştırmalar hızla devam etmektedir. Bu
anlamda yapılan anketler bölgenin sorunlarına da birtakım
çözümler getirmekte esas olmaktadır. Bunlarla ilişkili
öğrencilerimizin bu sonraki süreç içerisinde üniversite içerisinde bilime,
ülkemize, bölgemize olan katkıları yönünde biz uğraş
vereceklerine de eminiz. Bu provokasyonlar mutlaka
karşılıksız kalacaktır.
Biz artık istiyoruz ki
üniversitelerimizde şarkı sesleri yükselsin, halaylar çekilsin ve her
türlü fikrin özgürce ifade edildiği, konuşulduğu,
tartışıldığı alanlar hâline gelsin ama hiçbir
zaman hiç kimse 80li yıllardaki gibi artık bu ülkeyi bir şiddet
ortamına sürükleyecek durumda elbette olmayacaktır.
Öğrencilerimizin elbette etkinlik yapmak, protesto etmek, birtakım
görüşlerini dile getirmek de elbette en doğal haklarıdır
ama unutulmamalıdır ki bunlar Anayasa ve yasalara
aykırılık teşkil etmemek kaydıyla yapılabilir.
Bu noktada bizlerin de siyasetçilerin
ve birtakım insanların da eskiden olduğu gibi dernekler,
kulüpler ve diğer öğrenci birlikleriyle oynamaması, bunları
siyasi bir rant hâline getirmeden, başka amaçlara yönlendirmeden
gençlerimizin bu enerjilerini en iyi şekilde değerlendirmeye
çalışmalarında elbette büyük sorumluluklarımız
vardır.
Bu noktada üniversitelerimizde genel
olarak hâkim olan bir barış ortamını bozmaya yönelik olan
bu eylemleri biz şiddetle, nefretle kınıyoruz ve bununla
ilişkili olarak gelecek dönemde inşallah ülkemize güzel günlerin
gelmesini temenni ederek hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Kavuncu.
ADİL KURT (Hakkâri) Sayın
Başkan
BAŞKAN Buyurun efendim.
ADİL KURT (Hakkâri) Sayın
Hatip grubumuzun vermiş olduğu araştırma önergesinin gerekçesinde
ayrımcı bir tutum sergilendiğini iddia etti. Cevap vermek
istiyorum.
BAŞKAN Ama eleştirmesi
normal değil mi?
ADİL KURT (Hakkâri) Hayır,
eleştirmek ayrıdır, ayrımcı olmakla itham etmek
Sayın Başkan
BAŞKAN Böyle bir usulümüz yok
ama buyurun yani eleştirecek tabii yani aleyhte diyor, lehinde diyor, ona
göre de lehinde konuşacak.
ADİL KURT (Hakkâri)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biz eleştirilmekten korkmuyoruz,
cevap verme isteğim de eleştirdiği için değildir ya da
aleyhte konuştuğu için değildir. Önergeyi ayrımcı
bulduğu için yani ayrımcı olarak itham ettiği için cevap
vermek durumundayız.
Üniversitelerde bir gerçektir, Kürt
öğrenciler baskıya maruz kalıyor, Kürt öğrenciler
Kürtlüklerinden dolayı üniversitelerden kovuluyor, Kürt öğrenciler
Kürtlüklerinden dolayı cezaevine konuluyor. Bu bir gerçektir, Sayın
Hatipin bunu bilmesi gerekir. Örnekleri verebilirim eğer ihtiyaç duyarsa.
Birçok üniversitede karşı karşıya gruplar gelir, birbiriyle
çatışır. Saldıran grup polis nezaretinde kollanıyor,
götürülüyor; saldırıya maruz kalmış, kafası kolu
yarılmış öğrenci gözaltına alınıyor,
cezaevine gönderiliyor. Bir tek sebebi vardır, Kürt oldukları için.
SALİH KOCA (Eskişehir) Buna
sen inanıyor musun! Bu sözüne sen inanıyor musun!
ADİL KURT (Devamla) İkinci
önemli nokta, ikinci önemli noktayı söyleyeyim size, üniversitelerdeki
Bakın, siz bir konuşmayı sadece bir üniversitedeki konuşma,
durum üzerinden kurgularsanız, Dicle Üniversitesi üzerinden kurgularsanız,
işte ayrımcılığı o zaman yapmış olursunuz.
Ben, burada bir buçuk aylık süre içerisinde on beş üniversitede -isim
isim burada var, tarihleriyle birlikte burada var- baş gösteren olaylardan
söz ettim. Bir tek üniversitenin adını saymadım ama ısrarla
gelip Dicle Üniversite üzerinden kurgu yaparsanız, sadece Dicle
Üniversitesinde olay olmuş, vaka olmuş gibi
yansıtırsanız işte o zaman ayrımcılık
yapmış olursunuz Sayın Vekilim.
VURAL KAVUNCU (Kütahya) Bütün
üniversitelere yaymayın.
ADİL KURT (Devamla)
Bakınız, Dicle Üniversitesi en son olaydır. Muğla
Üniversitesi, Hacettepe, Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya bunların
hepsinde olaylar var. Kayseride, Karadenizdeki üniversitelerde, hepsinde
olaylar oldu. Ayrımcı yaklaşıyorsunuz. Bir sebebi var:
Kürtlerin, hele hele Diyarbakır halkının
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla)
Sevgili
Peygamberimizin doğum haftasında, doğumunu müjdeleyen Kutlu
Doğum Haftasındaki etkinliklere karşı bir duruşun
içerisinde olabileceğini nasıl ifade edebilirsiniz?
BAŞKAN Sayın Kurt
ADİL KURT (Devamla) Nasıl
bir kentin kimliğini böyle bir şeyle itham edebilirsiniz? Tersine, en
fazla Diyarbakır halkı savundu, sahiplendi ve en görkemli sahiplenme
nerede o haftaya, o kutsal haftaya? Diyarbakır halkı tarafından
gerçekleşti.
BAŞKAN Sayın Kurt
ADİL KURT (Devamla) Ama siz
Diyarbakır halkını yeniden ihya, yeniden hidayete erdirme
gayretiyle yaklaşırsanız Diyarbakır halkı sizi
hidayete erdirecek, bunu bilin.
BAŞKAN Teşekkürler.
BAŞKAN Önerge üzerinde üçüncü
konuşmacı, lehinde olmak suretiyle Sayın Özgür Özel, Manisa
Milletvekili.
Sayın Özel, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye'de, üniversitelerde muhalif,
farklı düşünen ve demokratik tepkilerini gösteren öğrencilerin
karşılaştıkları sorunlar hakkında BDP Grubu
tarafından verilmiş olan araştırma önergesinin lehinde söz
almış bulunuyorum.
Öncelikle, bugün Doktor Ersin
Arslanın ölüm yıl dönümü. Geçen sene,
çalıştığı hastanede, Gaziantepte alçakça, hunharca
katledilen meslektaşımızı bir kez daha buradan
saygıyla anıyoruz. Kendisine Allah rahmet eylesin diyoruz.
Geçen sene, Doktor Ersin Arslan,
ölümüyle birlikte Türkiye'de, özellikle Parlamentoda hekime karşı
şiddetin, sağlık çalışanlarına karşı
şiddetin bir realite olduğunu ortaya koydu. Doktor Ersin Arslanın ölümüyle birlikte, Parlamento,
hekime karşı şiddeti araştırmaya karar verdi. Bugün,
bir araştırma komisyonu önerisiyle karşı
karşıyayız. Geçen sene Ersin
Arslan öldürülene kadar, Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer
muhalefet partilerinin vermiş olduğu hekime karşı
şiddetin araştırılmasıyla ilgili 11 tane önerge
teklifi iktidar partisinin oylarıyla reddedilmişti ama ne zaman Ersin
Arslanın kanı beyaz gömleğini boyadı, ne zaman hekime
karşı şiddetin vardığı nokta artık gözler
önüne bir kez daha serildi. O gün, iktidar partisi bir araştırma
komisyonu kurulmasını önerdi ve o gün o komisyona katkı verdi,
bütün muhalefet partileriyle birlikte çalışmaya başladı bu
araştırma komisyonu. Katıldığımız
toplantılarında da gördük ki iktidar olsun, muhalefet olsun,
meselenin ne kadar önemli olduğunu, bugüne kadar alınmayan
tedbirleri, eksiklikleri dile getirmekten geri durmuyor. O zaman, bir mantaliteyi
kabul etmek lazım. Bugün de burada, bir siyasi parti, üniversitedeki
öğrencilerin demokratik haklarını kullanmaktaki
kısıtlamaları, onlara karşı uygulanan disiplin
cezalarını, onlara karşı uygulanan aşırı
şiddeti, hatta -birazdan bahsedeceğim- tutuklanmalarını,
öğrenim hayatlarını sona erdiren inanılmaz disiplin
soruşturmalarını gündeme getirmek istiyor ve üniversitelerde,
herkes biliyor ki yavaş yavaş tansiyon yükseliyor.
Son on yıl
karşılaştırmalarına bu Meclis kürsüsü, iktidar partisi
milletvekillerinin, hatiplerinin ağzından son derece
alışkın ama nasıl? Son on yıl öncesine göre hekime
şiddet astronomik şekilde arttıysa, aynı şekilde on
yıl önce Türkiyedeki terör olayları sıfır noktasından
katlanılamaz boyutlara geldiyse, aynı şekilde üniversitelerdeki
öğrenciler arası çatışma, üniversitelerde şiddet,
üniversitelerden gelen feryat on yıl öncesine göre inanılmaz
geometrik, logaritmik şekilde artmaktadır.
Son günlerde, Türkiyedeki
üniversitelerde okuyan öğrencilerin annelerinin, babalarının
yürekleri yeniden ağızlarındadır. Bunu, birkaç ay önce ODTÜde
yaşadık, geçtiğimiz günlerde Dicle Üniversitesinde
yaşadık. Bu konuda iktidar partisinin yapması gereken en uygun
adım, bugün, buradaki bu araştırma komisyonuna destek vermek. Bu
araştırma komisyonuna destek verdiğinizde, yine
çoğunluğun sizde olacağı ve İç Tüzük hükümlerine göre
oluşturulacak bir komisyonda, bir yuvarlak masanın etrafında
oturacağız, başkanı yine sizden olacak, raportör yine
sizden olacak, bu meseleyi tartışacağız.
Şimdi, on dakika süre var.
Sayın Hocam çıktı, bir şeyler söyledi; muhalefet partileri
sıkıntılarını dile getiriyorlar. Şimdi bunlara kulakları kapatmak,
Böyle bir sorun yok. demek, gerçekten kabul edilebilir bir yaklaşım
değil.
Ersin Arslanın ölüm yıl
dönümünde sesleniyorum size: Yarın bir üniversite birbirine girerse,
Ersinin kana boyanan, kırmızıya boyanan beyaz önlüğü gibi,
o üniversite de -o taraftan, bu taraftan, ne taraftan olursa olsun-
öğrenmeye gitmiş o canım öğrencilerin önlükleri, gömlekleri
kana bulanırsa, emin olun, size Başbakanlıktan -bir milletvekili
arkadaşa- hemen talimat gelecek, koşacaksınız, eğer
vakit varsa kendiniz bir önerge yazıp okutturup gündeme aldırmaya
çalışacaksınız; vakit yoksa, Cumhuriyet Halk Partisinin,
Milliyetçi Hareket Partisinin ya da BDPnin önergesinin sağını,
solunu kargacık burgacık imzalarla doldurup Bu önerge bizim de
önergemiz. diyeceksiniz geçen hafta yaptığınız gibi.
Gelin, o yiğitliği bugün
yapın; bugün yaparsanız yiğitlik olur. O gün geldiğinde,
üniversite birbirine girdiğinde, öğrenciler
yaralandığında -Allah göstermesin, ifade etmekten korkarım-
kayıplar ortaya çıktığında, milletin önergesinin
kenarını imzayla doldurmak yiğitlik değildir. Eğer
doğruyu yapacaksanız bugün yapın. Çıkın Parlamentoya,
Biz, bu konunun araştırılmasıyla ilgili, muhalefetin
önergesini destekliyoruz. deyin. O zaman biz sizi alkışlarız
ama aksi takdirde, sakın, bundan birkaç ay sonra gelip de,
perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğu bugünlerde
üniversitedeki feryada kulaklarınızı tıkayıp da
sakın o gün konuşmayın.
Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda da
bir komisyonu var. Sayın Veli Ağbaba, Hüseyin Aygün, Ayşe Eser
Danışoğlu, Melda Onur ve benden oluşan bu komisyon,
üniversitedeki öğrencilerin sorunlarını
araştırıyor.
Üzülerek ifade etmek isterim ki
komisyonumuzun kesişim kümesi 3 milletvekili aynı zamanda cezaevi
komisyonunda. Sebebi şu: Öğrencilerin sorunlarını
araştıracaksanız cezaevlerine gitmekten başka
şansınız yok çünkü üniversiteler, bilimselliğin,
akademinin, özgür düşüncenin, evrensel değerlerin özümsenmesinin
tartışılacağı bir ortamken, biz üniversitelerde, üniversite
öğrencisinin bilimsellik, özgürlük ortamı, tartışma
ortamı, tartışarak öğrenme, kendini bulma yeri olarak
tanımladığımız, karşıt fikirlerle özgürce
tartışma, şiddet uygulamadan çatışma, o
çatışmadan bir enerji çıkarma, o enerjide kendisi de pişme,
olgunlaşma sürecini yaşamasıyla ilgili gerekli olan bu
mekânlarda, maalesef, bunları tartışamaz durumdayız. Çünkü,
Türkiyede üniversiteler âdeta öğrencilerin iktidar partisi eliyle
terörize edildiği yerler. İktidar partisi üniversitedeki
öğrencileri sadece saçını kazıttığı için,
şemsiye taşıdığı için, poşu
taktığı için, konser bileti sattığı için,
üniversite yönetimini eleştirdiği için, basın
açıklaması yaptığı için, 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Gününü kutladığı için, -Sayın Hocam dedi ki:
Üniversite halay çekmenin yeri olsun., iddianameden aktarıyorum- siyasi
halay, politik halay çektiği için, Deniz Gezmişi
andığı için, düne kadar şikâyet ettiğiniz YÖKü
protesto ettiği için, kitap okuma günleri düzenlediği için, kitap
takası yaptığı için, füze kalkanına karşı
eylem geliştirdiği için, Hopa davasında olduğu gibi
örgütsel tavır içinde saç kestirdiği için, yumurta
taşıdığı için onlarca yılla öğrencilerin
yargılandığı, bunların birer terörist olarak ortaya
konduğu, tutuklandıkları takdirde eğitim öğretim
hayatlarının aksatıldığı, devam zorunluluğu
olan derslerden kaldıkları, devam zorunluluğu yoksa sınava
gitmek için bindikleri ring aracının mazotundan oradaki askerin
kumanyasına kadar bütün masrafların hesaplanıp sınava
gidecek öğrencilere bölüştürüldüğü, bu paranın
ödenmediği takdirde sınavlara giremediği bir Türkiyeyi
yaşıyoruz.
Üniversitede halay çeksin
öğrenciler. diyor Hocam. Zaman zaman Başbakan eskiden Ulusa
Seslenişti, şimdi farklı isimlerle konuşmalar yapıyor.
Bu Meclis kürsüsü halka seslenme, bu Meclis kürsüsü buradan sorunları dile
getirme yeridir ama Sayın Hocam, bu Meclis kürsüsü Başbakandan dilek
ve temenniler kürsüsü değildir, onun için partinizin iç
organizasyonlarını kullanmalısınız.
Üniversiteler özgür olsun
diyorsanız, Üniversitedeki öğrenciye terörist muamelesi
yapılmasın diyorsanız, Üniversiteler eğitimin,
eğitimin yanında araştırmanın, fikirlerin
çatıştığı, oradan bir üretimin
çıktığı yer olsun diyorsanız, Hocam Sanatın
yeri olsun diyorsanız, Türküler söylensin dediniz, bu olsun
diyorsanız, Halaylar çekilsin diyorsanız, bunu Sayın
Başbakana iletmelisiniz.
Sayın Başbakan şöyle
ifadeler kullanıyor, diyor ki rahmetli Tenzile Anasından
bahsederken, rahmetle anıyoruz: Anacığım yaşlı
gözlerle gecenin bir karanlığında mahallenin başına
bakar, beni beklerdi. Ben de, arkadaşlarımla duvarlara
sloganlarımızı yazmış, yavaş ve yorgun
adımlarla evime doğru gelirdim. O görüntüyü unutamıyorum.
Bilmiyorum o duvarlara ne yazıyordu, Başbakanın ifadesini
doğru kabul etmek lazım. Bu ifadeleri doğru kabul ettiğimiz
bir yerde, Başbakan, o günkü kendisine bugünkü zulmü reva görüyorsa, bizim
kendisine söyleyecek sözümüz yoktur.
Saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Özel.
Önerge üzerinde son
konuşmacı, Eskişehir Milletvekili Sayın Salih Koca,
aleyhinde olmak üzere.
Sayın Koca buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
SALİH KOCA (Eskişehir)
Sayın Başkanım, değerli milletvekillerimiz; ben de
sözlerimin başında, Kutlu Doğum Haftasının tüm
İslam âlemine hayırlar getirmesini temenni ediyorum.
Ayrıca, 8inci
Cumhurbaşkanımız Turgut Özalı da vefatının
yirminci yılında rahmetle anıyorum.
Gerek üniversitelerimize yönelik
gerekse Türkiyeye yönelik daha demokratik, daha özgür bir ortam
oluşturulması adına AK PARTİ kurulduğu günden beri
mücadelesini sürdürmektedir ve AK PARTİ daha özgür bir Türkiye
istemektedir. Bu bağlamda, Türk Ceza Kanununun 301inci maddesi
başta olmak üzere Terörle Mücadele Kanununun 312nci maddelerinde
değişiklik yapılmış ve olağanüstü hâl
uygulamaları kaldırılmıştır.
Yine, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinin daha demokratik temele dayanması amacıyla ilgili
kanunlarda değişiklikler de yapılmıştır ve insan
hakları daha üst seviyeye çekilmeye çalışılmıştır.
Bu dönemde eğitime bütçeden rekor
paylar ayıran, öğrencilerimizin burslarını 45 liradan 280
liralara çıkaran, her ile bir üniversite kuran, 5 yıldızlı
otel konforunda yurt hizmetlerinden öğrencilerimizin faydalanmalarını
sağlayan AK PARTİ iktidarları olmuştur. AK PARTİ,
uygulamış olduğu eğitim politikalarıyla
yaşlısından gencine tüm vatandaşlarımızın
okumalarını sağlamıştır.
Üniversitelerimizde taş atarak,
molotofkokteyliyle yakarak, taşlı sopalı kavgalar çıkararak
hiç kimse fikir ortaya koyamaz ve siyasi olarak bundan bir kazanç da elde
edemez. Bu anlamda, üniversitelerimizi eğitim kurumları olarak dünya
markaları hâline getirmek amacıyla Hükûmetimiz gerekli tüm
çalışmaları ve iyileştirmeleri yapmaktadır. AK
PARTİ kimsenin kimliğiyle, kişiliğiyle, ırkıyla,
kılık ve kıyafetiyle uğraşmamaktadır, daha
demokratik bir Türkiye, daha bir demokratik bir üniversite istemektedir.
Bu duygularla, BDPnin
araştırma önergesinin aleyhinde olduğumuzu belirtiyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Koca.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan, karar yeter sayısı
BAŞKAN Şimdi,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu önerisini oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
Öneriyi kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
15.35
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.47
BAŞKAN:
Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır),
Mustafa HAMARAT (Ordu)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Barış ve Demokrasi Partisi
Grubunun İç Tüzükün 19uncu maddesi gereğince verilmiş
önerisinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter
sayısı vardır.
Önerge kabul edilmemiştir.
Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç
Tüzük'ün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır. Okutup
işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma
Kurulu'nun 17/04/2013 Çarşamba günü (bugün) yaptığı
toplantısında, siyasi parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun
aşağıdaki önerisini İç Tüzük' ün 19uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Şandır
Mersin
MHP Grup Başkan Vekili
Öneri:
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündeminin, Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler
kısmında yer alan 10/171 ve 10/460 esas numaralı,
"Basın çalışanlarının çalışma
şartlarının iyileştirilmesi ve basın özgürlüğünün
sağlanması, Türkiyede yerel medya kuruluşlarının ve
çalışanlarının sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
" amacıyla verilen Meclis Araştırma önergelerimizin
17/04/2013 Çarşamba günü (bugün) Genel Kurulda okunarak
görüşmelerinin bugünkü Birleşiminde yapılmasını arz
ederim.
BAŞKAN
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisi üzerinde lehinde olmak suretiyle ilk
konuşmacı Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan.
Sayın
Türkkan
Yok.
İkinci
konuşmacı lehinde olmak suretiyle Ferit Mevlüt Aslanoğlu, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (İstanbul) Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına basın
çalışanları ve yerel basının sorunlarıyla ilgili
verilen araştırma önergesiyle ilgili grubum adına konuşmak
istiyorum.
Değerli
milletvekilleri, siz hiç ekmeksiz kaldınız mı, evinize emek
götürmediğiniz günler oldu mu? İster ulusal basından, ister
yerel medyadan evine ekmek götüremeyen bir sürü arkadaşımız var.
Bir gün, saat akşamın beşinde Yarın işine
gelmeyeceksin, işine son verildi. diye hiç
karşılaştınız mı? Ama ister ulusal medyada ister
yerel medyada Yarın sabah işine gelme. denilen bir sürü
kardeşimiz var. İnsan onurunun ve kalemin çok kolayca heba
edildiği bir yer yerel basın ve ulusal basın.
Değerli arkadaşlar,
Meclisteki basındaki arkadaşlarımız, Meclisteki
arkadaşlarımız; bakın, kimler geldi ben on bir
yıldır buradayım- kimler geçti, bir sürü insan geldi, eğer
onuruyla, kalemiyle hep onurlu durduysa bunların birçoğu gitti.
Mutlaka, Türk basınında çok onurlu kalemler var ama onurlu kalemler
hep birer birer ayıklanıyor arkadaşlar. Ben bir kez daha, bugün
bize, yarın size
Belki bugün sizi koruyorlar, o, onurlu olmayan kalemler
ama yarın aynı kalemler, sizin başınıza da bela
olacaktır. Bunlar her zaman birilerinin atına binerler, bunlar her
zaman birilerinin sırtına binmeye çalışırlar,
yaşamları hep bu şekildedir, bugün bize yarın size. Yarın
aynı kalemler size ters döner, ters yazar çünkü onların kalemlerinin
iki ucu da sivri arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, özelikle,
ben burada, yerel basın konusunda birkaç kelime etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Anadoludaki yerel basın, sadece ilanla
geçinen, aldıkları ilanlarla yaşamlarını sağlamaya,
çalışanlarına maaş vermeye çalışan o yörenin
aynası yerel basın, yerel gazeteler ama maalesef Basın İlan
Kurumu altını çiziyorum- 1930lu yıllardan kalan bir yasayla
idare ediliyor. Basın İlan Kurumu yasası gelmediği sürece,
Türkiye'nin yerel basın konusundaki gerçekleri dile getirilmediği
sürece, bugünün yaşam koşullarında yerel basına
aktarılmadığı takdirde, yerel gazeteler birer birer
kapanır veya birilerine teslim olurlar arkadaşlar.
Yerel gazete çok önemli bir medya, ama
geliri olmayan bir yerel gazete yaşamı boyu hep zorlanmaktadır.
Basın İlan Kurumu yeterince destek vermiyor. Basın İlan
Kurumu Türkiye'deki ilan sektöründeki ilanları yeterince düzenlemiyor.
2002 yılından sonra, bir
tarihte burada bir yasa geçiyordu. Gece saat ikide o günkü duyarlı
arkadaşlarımızla birlikte, özellikle yerelde verilecek
ilanların 2 yerel gazeteye verilmesini istedik ve tüm gruplar -o zaman iki
gruptuk- kabul ettiler. Nitekim eğer bugün yerel gazeteler biraz
yaşayabiliyorsa, o gün çıkan, Kamu İhale Yasasına konulan
bir maddeyle yaşıyorlar.
Arkadaşlar, Basın İlan
Kurumu Kanununu mutlak değiştirmemiz lazım. Yeni bir moda
çıktı, bir ilan veriyor bir kurum, bir yıl o ilanla alım
yapıyor.
Arkadaşlar, bir malın
fiyatı değişmez mi? Bir malın yazlık veya
kışlık fiyatları değişmez mi? Bir yıl önce
verilen bir ilanla, bir şekilde eğer siz ihtiyaç temin
ediyorsanız, yerel gazeteler bir şekilde bertaraf ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, bu
nedenle Basın İlan Kurumu yasası Meclise gelmesine rağmen,
her ne hikmetse, kim çektiyse, kim çektirdiyse Basın İlan Kurumu
yasası Meclisten çektirildi. Basın İlan Kurumunun yasası
gelmediği sürece, Basın İlan Kurumu yasasında bugünkü
Türkiye'nin gerçek koşullarını, ihale koşullarını
gerçek bir şekilde saymadığımız sürece yerel gazeteler
hep sürünecektir. Yerel gazeteleri süründürmeye kimsenin hakkı yoktur.
Hepimiz sahip çıkmalıyız çünkü bu toplumun ve demokrasinin
gerçek aynalarından biridir yerel gazeteler.
Değerli milletvekilleri, bir de
yerel televizyonlarımız var. Biliyorsunuz, bunların bir
kısmı karasal, bir kısmı da uydu yayınıyla.
Değerli arkadaşlar, karasal yayın yapan yerel televizyonlar -ilk
televizyon çıktığı zaman- yıllardır illerinde çok
önemli hizmetler vermektedir. Şu veya bu şekilde, taraflı veya
tarafsız ama bir şekilde bu yerel televizyonlar illerinde dinlenilen
bir medya grubudur.
Şimdi yeni bir moda
çıktı, frekans ihalesi açıldı illere. Her ile yedi tane
veriliyor, radyolarla beraber. Ama bugüne kadar hizmet veren, bugüne kadar o
ilin çilesini çeken karasal yayın yapan televizyonların hiçbir hükmü
yok, bunlar da ihaleye giriyor. Arkadaşlar, on yıldır, on iki
yıldır emek veren ve çok büyük zorluklarla mücadele veren bu
televizyonların bir hakkı olmalıydı, bir
ayrıcalığı olmalıydı. Ama maalesef, yeni
açılan frekans ihalesi radyolarla birlikte bunları ele alıp, bir
şekilde, yıllardır emek veren insanları saf
dışı bırakıyor.
Yine aynı şekilde, bu yerel
televizyonlarımızın da yerel ilan alma serbestisi olmalı.
Reklamlar tamam ama bir şekilde bunlara da ilan verme cazibesi
getirilmelidir arkadaşlar.
Yine aynı şekilde, yerelde
İnternet haberciliği yapan siteler var arkadaşlar, her ilde.
Değerli arkadaşlarım, maalesef acı söylüyorum, Türkiyede
başıboş, en disiplinsiz, en kolay bir şekilde, her önüne
gelenin, altını çiziyorum, her önüne gelenin, her bir hesabı
olanın, her bir şekilde bir başkasına çamur atma
ihtiyacı olanın çok kolayca kurduğu sitelerdir bu sitelerin
çoğu. Çok onurlu bir şekilde kurulan siteler var, çok büyük haber
portalı olan yerel siteler var, onların önünde saygıyla
eğiliyorum. Günde yüz bin kez girilen, bir ilin bir haber portalı
var, bir haber sitesi var, ciddiyeti yönünden. Ama maalesef, birisiyle
hesabı olan, birisiyle işi olan, birisine çamur atmak isteyen, ihale
almak isteyen, kamu görevlilerine hakaret etmek isteyen, bir başka siyasi
partiye hakaret etmek isteyen, buradan bir çıkarı olan birilerinin
kurduğu en kolay haber siteleri.
Arkadaşlar, bu, disipline
edilmelidir. Hiç kimsenin kimseye çamur atmaya, onuruyla oynamaya hakkı
yoktur. Eğer devlet bunu disipline edemiyorsa yazıklar olsun bu
devlete! Ama başını almış gidiyor, kimse önüne
geçmiyor. Ben bunu her yıl burada söylüyorum. Benim onurumla kimsenin
oynamaya hakkı yok. Git mahkemeye, suçsuz olduğunu ispat et. O
zaman, çamur atan o namussuz suçluyu ispata davet etmiyorsunuz, kolayca düzenek
kurduruyorsunuz, kolayca hakaret ettiriyorsunuz, ispatını benden
istiyorsunuz. Bu, bir onursuzluktur, insan onuruyla oynamaktır.
Bu açıdan, yerel
basının, yerel medyanın, özellikle yerel İnternet haber
kanallarının mutlaka bir disipline edilmeye ihtiyacı var ama bu
edilirken bunların gelirlerini
Bunların onurluca yaşaması
için, kimseye muhtaç olmaması için, kimsenin eline bakmaması için
mutlaka yasaların bir şekilde getirilmesi lazım.
Hepinize saygılar sunarım.
(AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Şimdi, aleyhinde olmak üzere
ikinci konuşmacı, Sebahat Tuncel, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Tuncel.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun verdiği önerge üzerine usulen aleyhinde söz
almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, basın özgürlüğü meselesi Türkiye'nin
çok temel bir sorunu. Eğer bir ülkede basın özgür değilse,
aslında, o ülkede demokrasi, gerçek anlamda demokrasinin olduğunu
ifade etmek mümkün değil.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü,
Basın Özgürlüğü Raporunda Türkiyeyi, 2012 yılı
itibarıyla, 6 sıra gerileterek 179 ülke arasında 154üncü olarak
gösterdi. 2005ten bugüne de bu alanda, Türkiyede gazeteciler için
dünyanın en büyük hapishanesi ifadesini kullandı. Bu, gerçekten, bu
tanımlama Türkiyeye uyan bir tanımlama. Sadece cezaevinde, yani
gazetecilerin tutuklanıp cezaevine konulması meselesi yok, dışarıda
kalanlar da, aslında, bir şekilde otosansür yaparak, kendisini
kontrol ederek, neler yazıp yazmayacağının ya da yazıp
yazmadığının kendi başına ne iş
getireceğini düşünerek kendisini sınırlandırıyor.
Ya gerçekten cesur gazetecilik gösterecek, yazacak, eleştirisini yapacak,
habercilik yapacak, bunun sonucunda tutuklanmaya göze alacak ya da bu konuda
otosansür uygulayacak ya da işinden olacak. Türkiyedeki tablo bu. Bu
tablonun değişmesi gerekiyor, bu ciddi bir sorun.
Bunun temellerinden birisi, değerli milletvekilleri,
özellikle Türkiyede bu Terörle Mücadele Yasası. Çünkü, Türkiyedeki
mevcut Terörle Mücadele Yasası basın alanında da çok ciddi
anlamda özgürlükleri kısıtlayan, basın özgürlüğünü
kısıtlayan bir noktadadır. Çünkü, özellikle İktidarın,
özelikle AKP Hükûmetinin, sayın bakanların Bu gazetecilerin hepsi
gazeteci değil; başka başka davalardan yargılanıyor.
dediği neden de bu. Çünkü herkesi, örneğin gazetecileri gazeteci
olduğu için yargılamıyor, yaptığı gazetecilik
haberinin terörle mücadele kapsamında, örneğin KCK adı
altında yürütülen siyasi soykırım davasında Kürt
gazetecileri KCKnin basın kolu diye yargılıyor.
22 Nisanda KCK davası var, basın davası
var. 40dan fazla basın emekçisi yargılanıyor ve bunların
hepsi, baktığınızda, basın emekçisi olduğu için
yargılanmıyor zaten, KCKli, KCKnin basın birimi olarak
yargılanıyor. Oysa, iddianamelerine baktığınızda,
yaptığı haberler yargılanıyor. Bu iddianameleri
Buradaki, özellikle iktidar partisindeki sayın milletvekillerini 22
Nisanda İstanbul Çağlayanda görülecek KCK davasına davet etmek
istiyorum. Oradaki yargılamaları gördüğünüzde aslında
burada basın özgürlüğünün ne hâle geldiğini bir kez daha
görmüş oluyoruz yani bu çok ciddi bir sorun.
Şimdi, Türkiyede Tutuklu
Gazetecilerle Dayanışma Platformunun şubat ayında yayımladığı
bir veri var. Burada, isimleriyle 70 gazeteci var cezaevinde. Şu an 70
gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde bulunuyor.
Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesinin verilerine göre de
2012
raporunda daha önce bu kurum Türkiyedeki tutuklu gazeteci
sayısını 70 olarak ifade etmişti ama Türkiye'nin
itirazları, Onlar işte gazetecilikten dolayı değil,
işte bunlardan dolayı yargılanıyor. diye ifade ettiği
için en son 49 gazeteci olarak ifade etmiş, bunların üçte 2sinin
Kürt olduğunun da altını çizmiş. Kaldı ki burada
sayıya katılmanın kendisi problemli yani eğer
gazetecilikten dolayı 1 kişi bile cezaevindeyse bu bir problem. Yani
Hükûmetin bu sayıyı düşürme yaklaşımı kendisini
kurtaran bir yaklaşım değil, 49 sayısının kendisi
bile yüksek bir sayı. Bunun bir şekilde ortadan kalkması
gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, biz
aslında cumhuriyetin kuruluşundan bugüne hep bir şekilde
basın üzerinde iktidarın, hükûmetin bir baskısı
olduğunu hep ifade ettik. Ne zaman ki darbe
Türkiyeye bakın,
basın özgürlüğünün en çok kısıtlandığı
süreçler antidemokratik uygulamaların çok yoğun olduğu
süreçlerdir, ya darbe süreçleridir ya da bu tip antidemokratik
uygulamaların olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerde ilk başta
basın ortadan kaldırılıyor. Ki Kürt basını bundan
en çok zarar gören basın. İşte, binaları bombalandı,
gazetecileri öldürüldü, tutuklandı. Yıllarca bunlar Kürt
basını açısından ciddi bir handikap olarak görüldü. Muhalif
basın bu konuda
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli)
Basını da bölmeyin artık, basın da bölünmesin artık
Türk basını, Kürt basını diye.
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) Biz
bölmüyoruz, ülkenin kendisi böyle yaklaşıyor. O açıdan, bu ciddi
bir sorun.
Değerli milletvekilleri,
basın alanında yaşanan bu soruna -basın özgürlüğü,
örgütlenme özgürlüğü- yani basın emekçilerinin hak ve özgürlükleri
meselesine geldiğimizde de çok ciddi sorunlarla karşı
karşıya kalıyoruz. Yani Türkiyede basın ne yazık ki
tekelleşmiş ve patronların denetiminde olan bir durumda. Yani
halkın haber alma, sağlıklı haber alma
kaynağını bir şekilde
İfade etme, dürüst,
bağımsız gazetecilik ya da habercilik yapma yerine, aslında
patronun çıkarı kimden yanaysa; ana muhalefetten yanaysa ona,
iktidardan yanaysa ona
Kimse, tabii, diğer kesimlerden, halktan yana bir
çıkarı olmadığı için daha çok bu kesimlerin sesini
duyuracak bir şekilde yayıncılık yapıyor yani
üslubunu, dilini de buna göre kullanıyor.
Yine, basın alanında en temel
sorun basının kullandığı dil, cinsiyetçi dil, nefret
söylemi. Aslında, bu konuda milliyetçi yaklaşımların
kendisi de çok ciddi bir sorun yani basın alanını aslında
bir bütün olarak ele almak lazım. Bu konuda da çok ciddi sorunlar var. Bir
yandan basın emekçilerine, basın özgürlüğüne yönelik böyle bir
baskı durumu var ama bir de basının kullandığı
dil açısından önemli.
Şimdi, bugün, medyanın,
yazılı basının, görsel basının toplum üzerindeki
etkisini çok daha iyi görüyoruz. İnsanlar bunu izlediğinde buna göre
toplum şekilleniyor. Bu konuda da basının özellikle cinsiyetçi
dilden, milliyetçi dilden, nefret söylemini üreten dilden uzak durması
önemli, o da buranın sorumluluğu diye düşünüyorum. Özellikle, bu
dilin her gün her gün yeniden üretilmesi, ciddi anlamda ciddi sorunlara neden
oluyor.
Diğer bir alan da biraz önce ifade
ettiğim gibi basın alanında çalışan emekçilerin hak ve
özgürlük sorunları. Aslında, basın alanında da örgütlenme
sorunu ciddi anlamda ortada duruyor.
Basın emekçileri eğer örgütlenmek isterse, hak ve özgürlüklerini talep
ederse, sendikal mücadele içerisinde olursa patronlar bunları hemen -diğer
alanlarda olduğu gibi- kapının dışına koyuyor.
Görülen birçok şeyi ya da emeğinin
karşılığını alamıyor. Özellikle birçok
kurumda mobbing uygulanıyor basın çalışanlarına
karşı ya da kısa süre içerisinde işten atılmalarla
karşı karşıya kalıyorlar.
Dolayısıyla, basın
alanında bir değerlendirme, bir çalışma yapacaksak bütün
bunları gözetmeden bir araştırma komisyonunun olması mümkün
değil. Bütün bunları araştırarak
Bu alanda nasıl bir
çözüm bulacağız meselesi önemli. Çünkü demokrasinin gereği
budur. Eğer, bu ülkede basın bile özgürce ifade edemiyorsa,
yazamıyorsa, yazdığından dolayı tutuklanıyorsa ya
da yazdığından dolayı işten atılıyorsa bu
ciddi anlamda demokrasinin yara alması meselesidir. Bunun bir kez daha
altını çizmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, tabii,
Türkiyede, özellikle yazarlar üzerinde çok ciddi baskının
olduğunu ifade ettik. Ayşe Berktaydan bahsetmek istiyorum.
Aslında, Ayşe Berktay
-kimlikteki ismi Ayşe Hacımirzaoğlu- PEN ödülünü
aldı ama kendisi şu an KCK İstanbul ana davası nedeniyle
tutuklu. 30 Nisanda Amerikada ödülü verilecek ama kendisi muhtemelen
gidemeyecek ve yargılanmasının nedeni, aslında, BDP
Kadın Meclisinde yaptığı faaliyetlerden dolayı
yargılanıyor. Şimdi, Hükûmete sorarsanız, Ayşe
Berktayı gazeteci ya da çevirmen kimliğiyle tanımaz, BDP
Kadın Meclisi çalışanıdır. BDP Kadın Meclisinde
çalıştığı için, kotayı savunduğu için,
cinsiyet eşitliğini savunduğu için, Kürt sorununun demokratik ve
barışçıl çözümünü savunduğu için, terörle mücadele
kapsamında terörist olarak ilan edilmiştir ne yazık ki.
Kendisinin Türkiye adına böyle bir ödül almış
olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Ben, burada, bir kez daha,
cezaevlerinde bulunan arkadaşlarımıza, Ayşe Berktay
şahsında, tutuklu bulunan basın emekçilerine, BDPli
arkadaşlarımıza, milletvekillerimize de selam ve sevgilerimizi
iletiyorum ve Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesi
açısından, Türkiye'nin demokratik bir ülke olması
açısından da ilk el atması gereken şey basın
özgürlüğü meselesidir; bunun, bir kez daha altını çizmek
istiyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gerçekten, basın üzerindeki bu baskı
politikaları, zor politikası ortadan kalkmadığı sürece
insanlar bu ülkede gerçek fikirlerini, düşüncelerini ifade etmeyecek,
patronunun beğendiği düşünceye göre yazmak durumunda kalacak; bu
da aslında en büyük kötülük, Türkiyeye en büyük kötülük olarak ortada
duracak diye düşünüyorum. Bunun bir an önce giderilmesi gerekiyor. Bunun
giderilmesi için de bütün partilerin görev alması, sorumluluk üstlenmesi
gerekiyor. Biz, Barış ve Demokrasi Partisi olarak, dediğimiz
gibi, usulen aleyhte söz alsak da basın emekçilerinin, özellikle yerelde
çalışanların hak ve özgürlüklerinin
sağlanmasının, bu konuda çalışma koşullarının
araştırılmasının ve bu konuda çözümlerin üretilmesinin
önemli olduğunu düşünüyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Tuncel.
Şimdi, lehinde olmak suretiyle
Kocaeli Milletvekili Sayın Lütfü Türkkan.
Sayın Türkkan, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yerel gazetelerin ve basın
derneklerinin yeterince desteklenmemesiyle ilgili olarak söz almış
bulunuyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuya girmeden önce, bugün, sosyal
medyada da çokça rastlanan bir meseleye değinmek istiyorum. Burada, Adalet
ve Kalkınma Partisi yöneticilerine sormak istiyorum: Sizin Türkiyeyle
ilgili alıp veremediğiniz ne? Cumhuriyetle ilgili meseleniz nedir?
Türkiye Cumhuriyeti meselesi, kelimesi sizi niye bu kadar rahatsız ediyor?
En son Bursa Valiliği, kendi levhasından Türkiye Cumhuriyeti
ibaresini kaldırmış. Ya, Patagonya olmaya mı özeniyorsunuz
siz ya! Türkiye Cumhuriyetinden neden rahatsız oluyorsunuz? Valiliklerin
bu işgüzarlıklarına neden dur demiyorsunuz? Kimliksiz, yok olan
bir toplum mu olmak istiyorsunuz, biraz aklınızı
başınıza devşirin ya!
Ben, burada, bir hatırlatmada
bulunmak istiyorum: Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğünün
Teşkiline Dair Kanun, 2 Ocak 1961 tarihinde, 195 kanun numarası ile
10702 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
konmuştur.
Ben, burada, başta bölgem Kocaeli
Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere, yerel gazetelerin ve basın derneklerinin
haklı taleplerini dile getirmek üzere huzurlarınızdayım.
Peki, ne istiyor Anadoludaki gazeteciler cemiyetleri? O dönemin
şartlarına göre hazırlanan ve yürürlüğe giren kanun Genel
Kurulun görevleri maddesinin Kurumun yıllık safi
kazancının yüzde 5inden az olmamak şartıyla, basında
fikren veya bedenen çalışanların sendikalarına ve derneklerine
yardımda bulunmak, maddesi uyarıca, bizlere de yardımda
bulunulması için istenilen belgelerin de günün koşullarına uygun
hâle getirilmesini talep ediyoruz. diyor Anadoludaki gazeteciler cemiyeti
yöneticileri. Çünkü, İstanbulda bulunan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Derneği, Ankarada bulunan Gazeteciler Cemiyeti ve İzmir Gazeteciler
Cemiyeti, o dönemde, yasa ve yönetmelikle o tarihten günümüze kadar Basın
İlan Kurumunun kararının yüzde 5lik kısmını yardım
olarak derneklerine almışlar. Ancak, Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti
gibi Anadoluda faaliyet gösteren İstanbul, Ankara ve İzmir Gazeteciler
Cemiyetinden farklı olmayan dernekler ise 2012 yılına kadar
hiçbir pay alamamış.
Kocaeli
Gazeteciler Cemiyeti Derneği, yapılan girişimler sonucu,
Basın İlan Kurumundan sadece 3 derneğin değil, Türkiyedeki
Basın İlan Kurumu şubeleri bulunan illerdeki cemiyetlerin pay
alması amacına ulaşılmış. Ama maalesef,
Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna yine bu 3 derneğin tabii üye
olması nedeniyle, istenilen ölçülerde, hatta hakkaniyet doğrultusunda
dağıtım yapılamamaktadır. Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti
Derneği 2012 yılında 12 bin lira yardım alırken
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Derneği 750 bin lira, Gazeteciler Cemiyeti
570 bin lira, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Derneği ise 165 bin lira
gibi bir para yardımı alıyor. Yani Kocaelinin
aldığı yardımı diğerlerinin yanında
söylemeye bile gerek yok dersek abartmamış oluruz.
Gelelim
şimdi sıkıntının olduğu noktaya. Basın
İlan Kurumu Genel Müdürlüğü, yasa ve yönetmeliklere ve genel kurul
kararına dayanarak Kocaeli Gazeteciler Cemiyeti gibi Anadoluda bulunan
derneklerinden üyelerinin isim listesini, adres beyanlarını ve
sarı basın kartı fotokopi ve fikir işçisi
sözleşmelerini istiyor. Ancak bahsi geçen 3 dernekten ise sadece üye
sayılarını istiyor, diğerlerinden ise adres bilgilerine
kadar isteniyor. Hâlbuki bu derneklerden de adres bilgileri istense,
Kocaelinden ve diğer vilayetlerden bile bu derneklere üye olan
gazetecilerin mevcut olduğu görülecek. Yani adrese göre istense bu derneklerin
bu kadar yardım almaları mümkün değil arkadaşlar.
Buradan
ne sonuç çıkıyor? Bu yapılan Anayasanın eşitlik
ilkesine aykırı. Anayasanın eşitlik ilkesine göre
davranılsa bu derneklerin bu kadar pay almaları mümkün değil. Bu
konuda bir an önce gerekli incelemenin yapılması ve ardından da
gerekli yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi, Kocaeli ve Anadoludaki
diğer dernekler için aciliyet taşımaktadır.
Kendi
bölgem olan Kocaelindeki yerel basın da daha fazla desteklenmeyi
beklemektedir. Ancak bu yolla daha hızlı, daha iyi ve daha güncel
haberlere ulaşılacaktır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Basın İlan Kuruma Genel
Müdürlüğünün 4 Mart 2013 tarihinde Kocaeli Gazeteciler Cemiyetine
gönderdiği gazeteci derneklerine maddi yardım yapılmasıyla
ilgili çeşitli başlıklarda talepleri bulunmakta,
yardımlarla alakalı olarak tereddütlerin ortadan
kaldırılması amacıyla Genel Kurulda alınan kararlar
doğrultusunda yönetim kurulunun söz konusu yardımların içerik ve
kapsamını belirlediği de ifade edilmiştir. Basın
İlan Kurumu, Kocaeli Gazeteciler Cemiyetinden Kocaelindeki tek gazeteci
derneği olması nedeniyle derneğe yardım verebilmek
amacıyla bazı evraklar istemiştir. Dernek üyesi bulunan ve
sarı basın kartı sahibi olanların sarı basın
kartı suretleri, diğer bir maddede ise sarı basın
kartı olmayan ancak 13 Haziran 1952 tarih ve 5953 sayılı Kanuna
tabi olan çalışan üyelerin de iş akdi sözleşmeleri
istenmektedir.
Konuşmamın
başında da ifade ettiğim gibi, Basın İlan Kurumu Genel
Müdürlüğünün teşkiline dair 1961 tarihli 195 Kanun numarası ve
10702 sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
konulmuştur. Tekrar vurgulamak isterim ki o dönemin şartlarına
göre hazırlanan ve yürürlüğe giren kanunun Genel Kurulun görevleri
maddesinin Kurumun yıllık safi kazancının yüzde 5inden az
olmamak şartıyla basında fikren veya bedenen
çalışanların sendikalarına ve derneklerine yardımda
bulunmak maddesi uyarınca Anadoludaki gazeteciler cemiyeti diğer
yerer derneklere de yardımda bulunulması için istenilen belgelerin de
günün koşullarına uygun hâle getirilmesi gerekmektedir.
1961 yılında
ülkemizde bilgisayar ve İnternet erişimi bulunmamakta iken günümüzde
ise İnternet erişimi ile yazışmalar
gerçekleştirilmekte ve ülkemizde Merkezî Nüfus İdare Sistemi ve
Dernekler Bilgi İşletim Sistemiyle artık Anadoludaki
gazeteciler cemiyeti gibi derneklerin tüm bilgi ve verileri devletin resmî
bilgi bankalarında mevcuttur. Yani derneğin kaç üyesi bulunduğu
ve MERNİS sisteminden yararlanılması durumunda üyelerin hangi
adreslerde oturduğuna dair tespitler anında görülebilmektedir.
Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
sitesinde il il, hangi ilde kaç sarı basın kartlı ve sürekli
sarı basın kartlı bulunduğu da görülebilmektedir. Yine, sarı basın kartı
bulunmayan üyelerin de, 13 Haziran 1952 tarihinde yürürlüğe giren Kanuna
göre fikir işçisi olanların da sözleşmeleri istenmektedir. Ancak
bu istenen sözleşmelerin tümü her yıl Basın İlan Kurumu
Genel Müdürlüğü tarafından resmî ilan alma hakkına sahip olan
gazetelerden istenmektedir. Yani, bu belgeler Basın İlan Kurumunda da
bulunmaktadır. Dernekten iş akit sözleşmelerinin istenmesi de
hukuka aykırıdır çünkü iş akit sözleşmeleri
kişinin kendisiyle işvereni arasında kalmaktadır. Bu
iş akit sözleşmelerinin verilebilmesi durumunda kentlerde iş
barışına da bir darbe vurulmuş olacaktır. Günümüzde
özellikle bazı gazetecilerin çalışanlarına
maaşlarını zor verdiğinin, hatta verenlerin de
çalışanlarından banka kartlarını alarak
yatırılan ücretleri de geri aldığının dahi
konuşulduğu bir dönemde iş akdi sözleşmelerinin istenmesi
de hayatın gerçekliği açısından da aykırı bir
durumdur.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bir hatırlatma
yaparak bitirmek istiyorum. Anayasanın eşitlik ilkesi maddesi çok
açıktır. Anayasanın 10uncu maddesine göre Herkes, dil,
ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Bu
madde gereğince dernekler de eşitlik ilkesine göre
değerlendirilmeli ve üye sayıları, üyelerin bağlı
bulundukları ilde olanların değerlendirme kapsamına
alınması gerekmektedir.
Yüce Parlamentoyu
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Türkkan.
Öneri üzerinde son konuşmacı, aleyhinde olmak
suretiyle, Konya Milletvekili Sayın İlhan Yerlikaya.
Sayın Yerlikaya, buyurun. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar)
İLHAN YERLİKAYA (Konya) Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Kütahya Milletvekili Alim
Işık ve 19 milletvekilinin yerel medya kuruluşlarının
ve çalışanlarının sorunlarını
araştırarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi üzerine aleyhinde görüşlerimizi belirtmek için AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; araştırma önergesinin başında ilk
konuşmacı arkadaşımız konuşmasının bir
yerinde şöyle demişti: Gazeteler birer birer kapanmaya
başlıyor. Ben, isterseniz önce Türkiyedeki yerel gazetelerin,
bölgesel gazetelerin ve televizyonların durumuna bir bakalım, ondan
sonra konuşalım diye düşünüyorum.
Bu bağlamda, bölgesel olarak 91
tane gazete var Türkiyede, yerel olarak 2.618 tane gazete var Basın
Yayın Enformasyonun son bilgilerine göre. Yine, 15 tane televizyon var
bölgesel, yerel 200 tane; ulusalı saymıyorum burada. Radyo bölgesel
38 tane, yerel 922 tane. Yine, dergi bölgesel 259, yerel de 1.377 adet var.
Bunlardan, uydudan yayın yapan televizyonları da saymıyorum.
Onları da sayarsak televizyon 193 tane, radyo da 62 tane.
Dolayısıyla, ülkemizde bizim
iktidarımız döneminde de özellikle bu basın özgürlüğünün
önünü açmamız ve basının yolunu açmamız sayesinde oldukça
fazla gazete ve televizyon var. Bu neyin göstergesi? Bu, arkadaşlar,
çoğulculuğun göstergesidir. Temel hak ve özgürlüklerin
savunulması için, kişilerin hak ve özgürlüklerinin savunulması
için ve demokrasinin denetlenmesi, rayında yürütülebilmesi için çok önemli
şeydir.
Demokrasi ve medya ilişkisine
baktığımızda çoğulculuk burada çok önem arz
etmektedir. Demokrasi üzerindeki vesayetleri kaldırabilecek yegâne unsur
da medyanın çoğulcu olmasıdır. İşte, burada da
görüldüğü gibi artık medyamızda çoğulculuk
sağlanmıştır. Kaldı ki teknolojiden de buna destek
gelmektedir çünkü yeni teknolojilerde artık medya kurmak, televizyon
kurmak, gazete kurmak eskisi gibi çok pahalı bir şey değildir;
çok kolay bir şekilde İnternet ortamında yayın da
yapabiliyorsunuz.
Tabii, burada bir
arkadaşımızın dediği gibi özgürlük ve şantaj -dengesi mi diyelim- ikilemiyle de
düşünmek lazım. Basın özgürlüğünü sonuna kadar destekliyoruz
ama arkadaşlarımızın dediği gibi basını
silah olarak kullanmak, basını şantaj aracı olarak
kullanmayı da asla desteklemiyoruz. Bu konuda sadece onlar değil
bizler de mağduruz. AK PARTİ iktidarına, hatta Başbakanımıza
söylenenleri hepiniz kamuoyundan görüyorsunuz. Ancak, bunlarla ilgili görev de
yargınındır, yargı bunlarla ilgili gerekeni
yapacaktır. Nitekim, bizler de mahkemeye gidiyoruz ve yargı
gereğini yapıyor. Burada tabii, bunu söylerken, bu eleştirileri
söylerken buna çok dikkat etmek lazım. Medyanın özgürlüğü
istismar etmemesi lazım. Medya da neticede, bir suç işlerse onun
cezasını görecektir, bunu buradan belirtelim.
Yine, bir kardeşimiz frekans
ihalesine değindi. Frekans ihalesi de biliyorsunuz bugünlerde
yapılıyor; dün başladı, ulusal bazda yapıldı,
bugün de devamı geliyor. 13 tane başvuru olmuş dün ulusalda;
televizyonlarda, gazetelerde de izlediniz. Bu ihale devam ediyor. Bu ihale ne
demektir arkadaşlar? Bu ihale az önce yapılan eleştirilere de
bir anlamda cevaptır çünkü yıllardır frekans ihalesi
yapılamadı ve ben Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda görevliyken de
biliyorum, yerel televizyoncular da, ulusal televizyoncular da kendilerini bir
göçebe gibi, gecekondu gibi hissediyorlardı. Ne olur şu
frekansımızı bir an önce verin ki biz de doğru dürüst
yayın yapalım, göçebe gibi hissetmeyelim, gecekondu gibi
hissetmeyelim. diyorlardı. Bugün işte, Allaha şükür o frekans
ihalesi de yapılıyor ve yerelde de, ulusalda da çok fazla
şikâyet yok, basından bunu izliyorsunuz. Ulusaldaki, dün itibarıyla
yapılan frekans ihalesine baktığınızda da kimseye
haksızlık yapılmıyor veya iktidarın
yandaşlarına gibi bir şey de yok. Gayet, şu anda yayın
yapanların hepsinin de bu ihalenin içinde bulunduğunu görmüş
oluyoruz.
Değerli arkadaşlar, burada
ülkemizin yerel medya geçmişine de değinmiş önergede. Gerçekten,
1860lı yıllardan beri yerel medyamız var. Burada şunu da
belirtelim: Ülkemizde yerel medya da, medya da Avrupadan hemen
alınmış, diğer alanlara göre çok hızlı biz
alıyoruz. Yerel medya alanında da öyle. Gazetelerimizi
düşündüğünüzde ilk tarihlerdeki, öyle ama günümüzde, az önce
verdiğim rakamlarda da belirtildiği gibi oldukça fazla. Bunu da
çoğulculuğun gereği olarak biz düşünüyoruz ve yerel medya
mensuplarını da, çalışanlarını da destekliyoruz,
biraz sonra o konuya değineceğim ama İnternet medyasına da
burada değinmek istiyorum çünkü İnternet medyasını
aslında hem ulusal hem de yerel medya anlamında düşünmek
lazım. Yerel artık ulusal oluyor çünkü yerelde bir İnternet
gazetesi çıkardığınızda onu Türkiye'nin, dünyanın
her tarafından izleyebiliyorsunuz. Dolayısıyla, kişiler
temel hak ve özgürlüklerini savunmak için veya kendisine yapılan
haksızlıkları anlatmak için artık istedikleri kadar mekân
bulabilmektedirler hem İnternet ortamında hem de diğer ortamda.
Ama bir arkadaşımızın söylediği gibi, tabii bu
araçları da silah olarak kullanmamak lazım, amenna, biz de bunu kabul
ediyoruz. Bununla ilgili zaman zaman da önlemler alınıyor, yasalar,
mevzuatlar çıkarılıyor.
Bir başka husus: İnternet
medyası daha ucuz bir yayın imkânı doğuruyor, bu da çoğulculuk
bağlamında önemlidir. Çünkü eskiden şöyle oluyordu: Gerek
gazeteler gerekse televizyonu -bilhassa çok pahalı bir yayın
organıdır- herkes çıkaramadığı için belirli
tekeller oluşuyordu ve o tekeller de kamuoyunu yönlendiriyor, toplum
mühendisliği yapabiliyordu ama şimdi öyle değil artık;
herkes her şeyi söyleyebiliyor ve günümüzde de yüzde 0,01 oy oranı
olan partilerin bile medyada kendisini ifade edebildiğini görüyoruz.
Hatta, az önce söylediğimiz gibi, o kadar fazla ki, bazen
karşıdakine hakarete varan şekilde söylemler içerisinde de
bulunabiliyor; bu, eleştirilen bir yan ama diğer taraftan da herkesin
düşüncelerini kamuoyuna aktarması bakımında da çok önemli
bir husustur diye düşünüyorum.
Yine, sosyal medya da başka bir
faktör. Bu da insanların fikir ve düşüncelerini aktarmakta önemli bir
rol üstleniyor. Buradan onu da belirtelim.
Arkadaşlar, bir başka husus:
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü basına destek
vermiyor. dendi. Hayır, basına, hele hele
iktidarımızın dönemince oldukça fazla destek veriliyor ve bunlar
da mümkün olduğu kadar eşit ve belirli kriterlere göre
dağıtılmaya çalışılıyor. Hatta radyo,
televizyonlar, yerel televizyonlar da tıpkı Basın İlan
Kurumunun yerel basına verdiği gibi Ne olur, bize de destek verin
çünkü ayakta durabilmemiz için bu gerekli. Hatta, televizyonlar daha
pahalı bir yayın aracıdır, onun için bize de verin.
diyorlar. Dolayısıyla bu söylem de yanlış diye
düşünüyorum. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bu
desteklerin yanında, yani parasal destekler yanında basın
kartı işlemlerini görüyor, yine trafik kartı
dağıtıyor ve bunlarla ilgili işlemler yapıyor.
Gazetecilerimizin gri pasaport işlemlerini yapıyor. Yine yerel medya
eğitim seminerleri düzenliyor. Araştırma önergesinde de
belirtiliyor yetişmiş eleman kıtlığı diye bunu
gidermek için illerde, yerel bazda çok değişik eğitimler
veriyor. Bu da önemli bir husus diye düşünüyorum.
Yine, Basın İlan Kurumunun
başka yerel gazetecilere ve gazeteciliğe destekleri de var.
Bunları da kısa kısa belirtmek istiyorum, süremiz çünkü
azalıyor. Bunlardan birisi, fiilen çalışan gazetelere 4.200 TL
destek veriyor, faizsiz kredi veriyor. Bu önemli bir destek diye
düşünüyorum. Yine çalışamayan, muhtaç veya engelliler için de
yılda bir defa karşılıksız 4 bin lira destek veriyor
Basın İlan Kurumu. Ölen basın mensuplarına bir defaya
mahsus 6 bin TL destek veriyor. Yine, basınla ilgili derneklere de bir
defaya mahsus 10 bin TL civarında karşılıksız destek
veriyor. Dolayısıyla az önce söylenildiği gibi Basın
İlan Kurumu da destek vermiyor. değil, elinden geldiği oranda
destek vermeye çalışıyor.
Bir başka husus arkadaşlar:
Gazeteciler bugün sizin lehinize veya aleyhinize yayın yapıyor.
diye bir kardeşimiz söyledi. Bugün sizin lehinize yapıyor ama
yarın aleyhinize. Bu, sizler için de geçerli, dolayısıyla
çoğulculuğun olduğu yerlerde bu söylemler de
yanlıştır. Dolayısıyla çok ucuz ve çok fazla
basının olması bu söylemlerin de haklılığını
bertaraf eder diye düşünüyorum. Yani yerel gazetecilik bu anlamda oldukça
fazla olması, çoğulcu olması demokrasimiz açısından da
önemli bir husus ama birtakım sorunları var mıdır?
Doğrudur, vardır bunların da çözülmesi için elimizden ne gelirse
onu yapmaya çalışıyoruz.
Televizyonlar bağlamında da
az önce söylediğim gibi, şimdiye kadar da el atılamayan,
yapılamayan frekans ihalesini de biz çözmüş bulunuyoruz. Sözlerimin
sonunda hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Yerlikaya.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Karar yeter sayısı.
BAŞKAN - Evet, şimdi,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu önerisini oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Yok, yok.
BAŞKAN Evet,
anlaşmazlık var, elektronik cihazla oylama yapacağız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Sayın Başkanım, yapmayın Allah
aşkına! 2 AK PARTİli üye, anlaşmazlık olur mu? Yok
işte, gözünüz görmüyor mu ya!
BAŞKAN Niye bu kadar
heyecanlanıyorsunuz ki? Bir saniye, Sayın Aslanoğlu
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(İstanbul) Allah aşkına ya, ne kadar adam var?
BAŞKAN - Bir
arkadaşımız Var. diyor, bir arkadaşımız Yok.
Ben de elektronik cihazla oylama yapıyorum. Niye heyecanlanıyorsunuz
ki?
Buyurun arkadaşlar, iki dakika
süre veriyorum ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Karar yeter
sayısı yoktur.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.33
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.46
BAŞKAN:
Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş önerisinin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi öneriyi yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmemiştir. Karar yeter sayısı vardır.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
İç Tüzükün 19uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır,
okutup işleme alacağım ve oylarınıza
sunacağım:
17/04/2013
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 17/04/2013
Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında siyasi
parti grupları arasında oy birliği
sağlanamadığından, grubumuzun aşağıdaki
önerisinin İç Tüzükün 19uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.
M.
Akif Hamzaçebi
İstanbul
Grup
Başkan Vekili
Öneri:
Mersin Milletvekili Vahap Seçer ile 27
milletvekili tarafından, 29/03/2012 tarihinde, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına "Yağlı tohum
politikasının tüm yönleriyle araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi" amacıyla verilmiş olan Meclis
Araştırma Önergesinin (327 sıra nolu), Genel Kurulun bilgisine
sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 17/04/2013
Çarşamba günlü birleşimde sunuşlarda okunması ve
görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılması
önerilmiştir.
BAŞKAN Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi üzerinde
ilk söz Mersin Milletvekili Sayın Vahap Seçere aittir.
Sayın Seçer, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
VAHAP SEÇER (Mersin) Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla sevgiyle
selamlıyorum.
Ankaranın siyasi gündemi
yoğun. Gündem, sürece, yeni anayasa çalışmalarına,
yargı paketine kilitlenmiş durumda ancak hayat devam ediyor, toplumun
da önemli sorunları var.
Bakın, geçtiğimi z gün seçim
bölgem olan Mersinde hava muhalefeti yaşandı, yoğun yağmur
oldu, sel oldu. Hortumdan dolayı Anamurda, Bozyazıda,
Aydıncıkta özellikle muz seralarında önemli hasarlar meydana
geldi.
Yine, hemen akabinde Silifke
bölgesinde, Erdemli bölgesinde, Mersin merkezde dolu afeti oldu ve önemli
ölçüde meyve bahçeleri, sebze bahçeleri zarar gördü. Geçtiğimiz aylarda da
aynı bölgede yine yoğun yağıştan kaynaklanan afetler
yaşanmıştı ve üretici yine zarar görmüştü. Zaten
tarımsal üretim önemli sorunlar yaşıyor, üreticinin iki
yakası bir araya gelmiyor, bir de üstüne böyle afetler eklendiği
zaman çifte kavrulmuş oluyor ve çiftçi öldü Allah rahmet eylesin.
Geçtiğimiz günlerde bizim bölgede meydana gelen afetlerden dolayı
yetkililer, ilgili kurumlar gidiyorlar hasar tespiti yapıyorlar. Tabii
üretici de bin bir umutla bekliyor. Hasar tespiti yapıldı, buna
ilişkin değerlendirmeler yapılacak ve meydana gelen hasardan
dolayı devlet bir miktar da olsa derdimize çare olacak, yaramıza
merhem olacak. Ama aldığımız şikâyetler diz boyu.
Gerçekten de hemen afet sonrasında Hükûmet yetkilileri ya da kurum
yetkilileri açıklamalarda bulunuyor: Gittik, hasar tespiti yaptık.
ama sorunların çözümüne ilişkin herhangi bir adım
atılmıyor. Umut ediyorum, bu afetten sonra özellikle iktidara mensup
iktidar milletvekilleri buna öncülük ederler, bölgede hasar tespit
çalışmalarını hızlandırırlar ve
üreticilerimizin zararının, ziyanının hiç olmazsa bir
kısmının devlet tarafından ödenmesini sağlarlar.
Değerli arkadaşlarım,
geçtiğimiz günlerde GDO tartışması basına
yansıdı, geniş bir şekilde basında yer buldu. Daha
önceki Parlamento döneminde görev yapan milletvekili arkadaşlarım
bilir, 2010 yılında bu Parlamentodan Biyogüvenlik Yasası
çıktı. GDO yani genetiği değiştirilmiş
organizmalar ve ürünlerine ilişkin bir yasa bu Mecliste görüşüldü ve
kabul edildi. O tarihe kadar Türkiyede GDOlu ürünleri, âdeta bu ithalatı
gerçekleştiren ithalatçılar elini kolunu sallayarak Türkiye
gümrüklerinden içeriye geçiriyorlar, yurt içinde bunları rahatça
pazarlayabiliyorlar idi. Ve Türkiyede o döneme kadar, gerçekten, hiçbir
denetime tabi olmadan GDOlu ürünleri, maalesef, halkımıza
bunları yediriyorduk. Ancak o yasa kabul edildikten sonra, bir nebze
olsun, bunlar disiplin altına alındı gibi görüldü. Ancak geçtiğimiz günlerde, 4 Nisanda
basına yansıyan haberlere göre, Mersin Limanında 23 bin ton
çeltik GDOlu olduğu şüphesiyle analize tabi tutuluyor ve GDO
olduğu tespiti yapılıyor. Tabii, bunlar İTÜnün,
İstanbul Teknik Üniversitesinin ve TÜBİTAK laboratuvarlarından
elde edilen sonuçlara göre, raporlara göre ortaya çıkan sonuçlar. Ancak bu
konuda, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın
Eker bir açıklama yaptı Dünyada ticarete konu pirinç yoktur,
dolayısıyla bunlarda GDO olması mümkün değildir. dedi.
Hemen akabinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Yazıcı bir
açıklama yaptı: Evet, çalışmalar yaptık, bazı
sınır kapılarında, örneğin Tekirdağda gerçekten
GDOlu pirinç ithal edildiğine dair bilgiler aldık. dedi. İkisi
birbiriyle çelişen, birbirinden farklı açıklamalar oldu. Hatta
Sayın Yazıcı biraz daha ileri giderek, olayı biraz daha
tiye aldı, dedi ki: Ben pirinç tüketmiyorum, bulgur tüketiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
GDO meselesi öyle şakaya alınacak, tiye alınacak, ironi
yapılacak bir mesele değil, 75 milyon nüfusun
sağlığını ilgilendiren bir konu. Bakın,
Türkiyede GDOlu gıda var mı, yok mu? Ben iddia ediyorum, Sayın
Bakan da bunun yanıtını veremez. Türkiyede bu anlamda yeterli
akredite laboratuvarlar yok. Türkiye sınırlarından hâlâ
-Biyogüvenlik Yasasına göre- elini kolunu sallayarak, ben iddia ediyorum,
Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden iddia ediyorum, GDOlu ürünler giriyor
ve piyasalarda, market raflarında, gıda olarak tüketiliyor.
Şimdi, Sayın Bakan
açıklama yapıyor, diyor ki: Eğer böyle bir konu söz konusu ise
yani GDOlu ürün girdiyse bu GDOlu değildir, nakliye araçlarından
kaynaklanan ya da yurt dışından gelen gemilerden kaynaklanan
bulaşıktan yani daha önce GDOlu ürün taşımış o
nakliye aracı ve daha sonra da bu pirinçler yüklenmiş ve o bulaşıktan
kaynaklanan bir sonuç GDOlu olduğu
iddiası.
Şimdi, bunu, bu iddiayı
ortaya koyanlar da şöyle söylüyor: Türkiyede gıda konusunda
eşik değer olarak hangi miktarda GDOlu ürünlerin yurt
dışına gireceğine dair bir eşik değer yok. Bunu
belirlemesi gereken Bakanlık ama Bakanlık izliyor, Bakanlık
seyrediyor, bu konuda bir tedbir almıyor. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu konu önemli bir konudur, bu konu toplum
sağlığını ilgilendiren bir konudur ve ilgili kurumun,
ilgili bakanlığın bu konuda doyurucu açıklama yapması
gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
araştırma önergemizin konusu Türkiyenin yağlı tohum
ithalatına yönelik yaşadığı sorunlar, bu
sorunların araştırılması ve bu konuların çözümüne
ilişkin çözüm yollarının bulunması. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye yağlı tohumlara ve onun türevlerine
çok önemli miktarda para ödüyor. 2011 yılı rakamları: Parasal
olarak ithal ettiğimiz yağlı tohumlar ve onun türevleri 3,1
milyar dolar. 2012 yılı rakamları: 3,7 milyar dolar biz
yağlı tohum ve türevlerine bedel ödüyoruz, ithalat yapıyoruz.
Bakın, Türkiyenin en önemli ekonomik sorunlarından bir tanesi cari
açık meselesi. Türkiye 2011de cari açıkta rekor kırdı, 77
milyar dolar cari açığımız vardı. Dünya
sıralamasında ilk 5e girdik cari açıkta. Aldığımız
tedbirlere rağmen, ekonomik önlemlere rağmen 2012de cari
açığı 50 milyar dolar civarlarında bir noktaya çekebildik.
Türkiyenin cari açığa sebebiyet veren en önemli ithalat kalemleri
petrol ve ürünleridir, bunun ardında da yağlı tohumlar ve
türevleri gelmektedir. Bu anlamda Türkiyenin istikrarı, sürdürülebilir
tarım politikaları uygulayıp yağlı tohum üretimi
konusunda aşama kaydetmesi gerekiyor, gelişme kaydetmesi gerekiyor.
Bakın, 2002-2012, bazı
mukayeseler yapmak istiyorum: Türkiyede 2002 yılında toplamda 2
milyon ton yağlı tohum ve türevleri ithal edilirken bu rakam 2012
yılında 5,3 milyon tona ulaştı. Az önce de söylediğim
gibi, bu 5,3 milyon ton ürünün parasal değeri 3,7 milyar dolar idi.
Ayrıca, Türkiye, o günden bugüne kadar bakınız: Soya fasulyesi
ithal ediyor. 2002 yılında 613 bin ton soya fasulyesi ithal ederken,
bugün, Türkiye 1,1 milyon ton soya fasulyesi ithal ediyor. 750 bin ton
ayçiçeği çekirdeği ithal ediyor. Yine, bir yağlı tohum olan
ve yağ elde edilen önemli bir ürün olan koza, 150 bin ton ithal ediliyor.
Tabii bunları ortadan kaldırmak, bu kadar yüksek miktarda ithalat
yapmayı ortadan kaldırmanın bize sağlayacağı
sadece cari açığı azaltmak değil, Türkiye ekonomisine de
katkı sağlamaktır. Bu anlamda da bu konuların
araştırılması için bir araştırma komisyonunun
gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Yüce Meclisin bu konuda destek
vereceğini düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Seçer.
İkinci konuşmacı
aleyhinde olmak suretiyle Kars Milletvekili Sayın Yunus Kılıç.
Sayın Kılıç, buyurun.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar)
YUNUS KILIÇ (Kars) Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Sayın Vahap Seçer ve
arkadaşlarının Türkiyede yağlı tohum
politikasıyla alakalı vermiş olduğu araştırma
önergesinin aleyhinde söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygılarla selamlıyorum.
Tabii, Sayın Seçer, aleyhinizde
söz aldım ama tespitlerinizi inkâr edecek değilim. Öncelikle
bunları hep beraber kabul edeceğiz ama bunların oluşma
gerekçeleri noktasındaki fikir ayrılıklarımızı
ifade etmek üzere söz aldım.
Şimdi, işin özüne dönecek
olursak aslında saygıdeğer milletvekilleri, bugün dünyada
yaşayan 7 milyar insandan 1 milyarı açlık
sınırının altında yaşıyor,
yaklaşık 2,5 milyar insan da her an açlık tehlikesiyle ne
yazık ki karşı karşıya. Her yıl dünyada
yaklaşık 12 milyon insan açlıktan ve yetersiz beslenmeden
ölüyor. Bunlar, şu anda dünyamızın gerçekleri ve ne yazık
ki artık, enerji ihtiyacımızın da büyük bir kısmı
gene tarım ürünlerinden, tahıllardan, yağlı tohumlardan
elde edilmek yoluna gidiliyor. Hele ki 1960lı yıllarda tarımda
devrimi, Yeşil Devrimi yapanlar Evet, bir gün tarımı,
gıdayı elinde tutanlar bütün insanlığı ele
geçirecekler ve yönlendirecekler. iddiasıyla yola
çıkmışlardı. Evet, bu mücadele dünyada bu kadar
kızışmışken, artmışken; insan
sayısı, nüfuslar bu kadar artarken; açlık, sefalet, çekilirken;
paylaşımda adaletsizlikler meydana gelerek artarken ve sürdürülebilir
gıdaya olan talep artarken bir gerçeği de bilerek hareket etmekte
ülke açısından fayda olduğunu düşünüyorum. O da nedir?
Türkiye, sahip olduğu toprak ve iklim özellikleri sebebiyle en
azından 160 milyon insana yetecek kadar gıdayı, besini
rahatlıkla üretebilecek bir ülkeyken -evet, çok haklısınız
araştırma önergesini verenler- o zaman, her şey böyle dört
başı mamur, yerli yerindeyken biz, bize lazım olanı neden
üretemiyoruz, neden yeterince üretemiyoruz ve üretimimizde bir geriye
gidiş var mı? Bunu araştırmak, bu konuda kafa yormak ülke
insanımızın ve dünyanın ihtiyaçlarına daha çok katkıda
bulunmak elbette hepimizin amacı olmalı.
Yalnız, saygıdeğer
milletvekilleri, bir ülkede tarımsal ve başka alanlardaki üretim de
insanların ve toplumların gelişmişliğiyle,
süreçleriyle alakalı olarak yer yer artabilir, azalabilir veya
değişmeyebilir. Şimdi, Türkiye'de bu süreç yağlı
tohumlar açısından nasıl olmuştur öncelikle buna bir bakmak
isterim. Tabii, biz burada sohbetler ederken, cevaplar verirken, biliyorsunuz,
2002den 2013 yılına kadarki süreci genellikle değerlendiririz.
Tabii, bunu sizin de önergenizde böyle değerlendirmiş olduğunuzu
görmek aslında memnun etti bizi. Neden? Çünkü, erk sahipleri, icraat
yapanlar, sistemi kontrol edenler kendi süreleri içerisinde eleştirilmeli,
değerlendirilmeli ya da yargılanmalı; doğrusu bu. O yüzden
ben de bu süreleri esas alarak sizin değerlendirmelerinize birtakım katkılar,
cevaplar vermek istiyorum.
Evet, 2002 yılında
yağlı tohumlar üretim alanımız 6,5 milyon dekardan 2012
yılında 7,5 milyon dekara çıkmış. Aslında bir
azalma olmamış, hatta biliyorsunuz ithalatımız da artmış
buna rağmen. O zaman, bir taraftan üretim alanımız artarken, bir
taraftan 2,5 milyon ton olan yağlı tohum üretimimiz 3,2 milyon tona
çıkarken bir taraftan da ithalat yapıyorsak burada başka bir
şey aramak lazım. Nedir? Arkadaşlar, bunun cevabı
şurada: Türkiye, 2002 yılında 4 milyar dolarlık tarımsal
ihracat yaparken, şu anda Türkiye, 17 milyar, 17,5 milyar dolarlık
tarımsal ihracat yapıyor; demek ki bu fark burada. Yani Türkiye,
artık sadece kendi ürettiğini tüketen bir ülke değil, Türkiye,
dünyada olanı alan, kendinde daha yüksek katma değerler oluşturmak
üzere üreten ve dünyaya pazarlayan ve insanlığın refah
seviyesine katkı sunan bir ülke. Bunun cevabı aslında burada.
Bu 2002 yılından 2012
yılına kadar aslında üretimimizde yüzde 25lik, yüzde
26lık, arkadaşlar artış var, verimlerde artış
var. Yalnız ithalatımızda da tekrar ediyorum 800 bin tondan 2
milyon tona kadar bir artış var. Nedir bu 3 milyar? Evet,
dediğiniz 3 milyar dolarlık rakam doğrudur. Ancak bunun
içerisinde neler vardır? Bunun içerisinde yağlı tohumlar
vardır, tohum ithalatı vardır, ham yağ, margarin
ithalatı vardır, küspenin ithalatı bunun içerisindedir. Yani
tarım ve hayvancılıkta da biliyorsunuz gerekli, kaliteli kaba
yem ihtiyacını Türkiye henüz tam olarak karşılayabilen bir
ülke değil. Bunun da bir kısmını küspe ve pamuk tohumu,
keten tohumu falan, ay çekirdeği küspesi olarak yurt
dışından büyük oranlarda ithal etmekteyiz, yani bu 3 milyar
dolar aslında bunların toplam rakamları. 2002de ne
kadardı, yok muydu ihracatımız? Vardı, 2 milyar
dolardı. Az değildi, yani üretimimizde tarımsal üretimimiz 23
milyar dolar iken ithalatımız 2 milyar dolardı, tarımsal
üretimimiz 63 milyar dolara çıktı, bu sadece yüzde 50 kadar
arttı. Yani tarımsal üretimimiz üç katına çıkarken ithalatımız
arkadaşlar sadece yarısı kadar artmıştır.
Şimdi, peki, ne
yapılıyor? Bütün bu gerçekler ortada iken, hâlâ yağlı tohum
ihtiyaçlarımız ortada iken, Türkiye Gıda, Tarım
Bakanlığı ve Hükûmet
olarak bununla alakalı neler yapıyor? Sevgili arkadaşlar,
öncelikle tarımı eskisinden çok fazla destekliyor, özellikle havza
bazlı hangi alanda hangi ürünün daha kârlı bir şekilde
üretilebileceklerini tespit ettiriyor, bu anlarda fark ödemesi yapıyor,
tarımsal destekler yapıyor ve özellikle girdi maliyetinden
kaynaklanan çiftçi sıkıntılarını, maliyet
sıkıntılarını gidermek için çok ciddi destekler
yapıyor. Nedir bunlar? Mesela; ayçiçeği için kilogramına 24
kuruş veriyor 2013 yılı için; efendim, kütlü pamuğa 50
kuruş, soyaya 50 kuruş, kanolaya 50 kuruş, aspire 45 ve zeytinyağına,
zeytinyağının kilogramına da 60 kuruş destek veriyor.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep)
Zeytinyağı 5,5 Hocam.
YUNUS KILIÇ (Devamla) Ayrıca,
havza bazlı üretim modellerinde de o bölgelerde belirlenmiş ve katma
değeri yüksek ürünler üretenlere de ilave olarak destek verilmeye devam
ediyor.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep)
Antep fıstığını da söyleseydiniz de bilseydik Hocam.
YUNUS KILIÇ (Devamla) Bunları
aslında toplam verdiğim için, tek tek bu rakamları vermek
istemiyorum. Yalnız şunu özellikle söylemek isterim: Arkadaşlar,
yağlı tohum bitkilerinde hemen hemen pamuk hariç
pamukta küçük bir azalmanın
dışında- hepsinde yüzde 25, yüzde 30 oranında ciddi üretim
artışlarımız var. Peki, üretimlerimiz böyle artarken o
zaman ihtiyacımızı niye karşılayamıyoruz? Çünkü
şöyle bir sıkıntı var: Türkiyede nüfus artıyor, turist
artıyor; refahımız yükseldi, tüketimimiz artıyor,
Türkiyenin özellikle tarıma dayalı ihracatı artıyor.
Bunların hepsini düşündüğünüz zaman hâlâ daha fazla üretmeye
ihtiyacımız olduğu kesin. Üstelik bakın, şöyle bir
sıkıntı da bizi bekliyor, belki siz öngörmemişsiniz:
Önergenizde öngörmediğiniz bir sıkıntıyla daha ileride
karşı karşıya kalmak durumunda kalacağız, onu da
ben söyleyeyim buradan. Biliyorsunuz, bu ürünler aynı zamanda özellikle
enerji hammaddesi olarak kullanılacak yani dünyada artık tarım
daha vahşice bir şekilde enerji sektöründe kullanılmak
isteniyor. Demek ki bizim gelecekte tarım politikalarımızı,
yağlı tohum politikalarımızı da bütün bunları
düşünerek yeniden gözden geçirmemiz gerektiğine hep beraber
katılıyoruz, doğru ancak şu anda tespit ettiğimiz
şey şudur: Evet, bizim yağlı tohum üretimlerimiz 2002 ile
2013 arasında azalmamış, yüzde 30a yakın bir
artış sergilenmiş, ortaya konulmuş ancak hâlâ artan
ihtiyaçlarımızı karşılayacak durumda değil.
Doğrudur, Türkiye cari açığı olan bir ülkedir, tarımda
üretebilme potansiyeli vardır, olmasa dersiniz ki: Ne yapalım yani
arazimiz yoktur, iklim uygun değildir falan, üretemedik. Ama Türkiye'nin
bu potansiyeli vardır, bu potansiyelini harekete geçirmesi de kesinlikle
gereklidir.
Bunun dışında Neler
yapılması gerekiyor? dedik. Özellikle Tarım Reformu Genel
Müdürlüğü, tarım araştırmalarıyla alakalı
kurumlar hangi alanlarda Türkiye'de hangi ürünlerin daha iyi
yetişeceği ve ihtiyaçlarımızı
karşılayacağı noktasında ciddi çalışmalar
yapıyorlar. Buna yönelik de Hükûmetimiz ve Tarım
Bakanlığımız ciddi destekler veriyor, her geçen gün bu
desteklerin miktarlarını artırıyor. Yeterli midir?
Bakın, iddia etmiyoruz arkadaşlar. Evet, Türkiye hâlâ uluslararası
fiyat dalgalanmalarına açık bir ülkedir, global ekonomiden oldukça
etkilenen bir ülkedir. Dünyanın bir yerinde bir mal, bir ürün daha ucuza
üretiliyorsa Türk çiftçisini bundan korumak adına çok ciddi destekler
yapılıyor. Gümrük duvarları, bir şekilde dünyanın bize
bugün direttiği, bunları kaldırın dediği gümrük
duvarlarıyla biz kendi çiftçimizi, üreticimizi bir şekilde koruyarak
tarıma dolaylı bir şekilde arkadaşlar destek vermeye devam
ediyoruz. Ayrıca
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
YUNUS KILIÇ (Devamla) Daha da
konuşmak isterdim ama bir sonraki araştırma önergenize
inşallah.
Hepinizi saygılarla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Öneri üzerinde üçüncü
konuşmacı Tekirdağ Milletvekili Bülent Belen, lehinde olmak
üzere.
Buyurun Sayın Belen. (MHP
sıralarından alkışlar)
BÜLENT BELEN (Tekirdağ)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin yağlı tohumlar ve yağlı tohumlar
ithalatının neden olduğu sorunlar üzerine vermiş
olduğu Meclis araştırması açılması yönündeki önergenin
gündeme alınmasıyla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Sizi, heyetinizi ve
televizyonları başında bizleri izleyen aziz Türk milletini
saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin ithalatta petrolden sonra en fazla para ödediği
3üncü sektör olan yağlı tohumlar ithalatını azaltmak için
AKP hükûmetleri bugüne kadar reel bir politika yürütememiş ve çiftçi
vatandaşlarımızın yağlık bitkiler ekmesi
noktasında AKP hükûmetlerinin destekleri yeterli olmadığı
için üretim istenilen seviyeye yükseltilememiştir. Milliyetçi Hareket
Partisinin de koalisyon ortağı olduğu 57nci Hükûmet
zamanında başlatılan destekleme politikaları,
devamında gelen AKP hükûmetlerince günün şartlarına uygun hâle
getirilmediği ve arttırılmadığı için çiftçi
vatandaşlarımız geçimini sağlamakta
sıkıntıya düşmüş ve bunun neticesinde yağlık
bitki ekilen alanlarda hissedilir bir artış
olmamıştır.
Bitkisel Yağ Sanayicileri
Derneğinin verilerine göre, 2002 yılından 2011 sonuna kadar
yağlı tohumlar ithalatındaki görünüm şöyledir: Türkiye,
bitkisel yağ imalatında değerlendirilmek üzere 2002de 613 bin
ton soya fasulyesi ithal ederken 2011de 1 milyon 298 bin ton ithalat
yapmıştır. 2002de sadece bin ton kanola tohumu ithal eden Türkiye
2011de 122 bin ton ithalat yapmıştır. Ayçiçeği tohumu
ithalatında 2002de 129 bin tondan 2011 yılında 911 bin tona
çıkılmıştır. Türkiyenin yağlı tohumlar
ithalatı toplamda 2002 yılında 798 bin tonken 2011
yılında 2 milyon 331 bin tona ulaşmıştır, ithalattaki
artış 3 kattan fazla olmuştur. Türkiye, bitkisel yağ
imalatı için sadece yağlı tohum ithalatı yapmıyor, ham
yağ ithalatı da var. 2002 yılında 707 bin ton ham yağ
ithalatı, 2011de 1 milyon 43 bin tona ulaştı. Ham yağ
ithalatındaki ayrıntılar ise ayçiçeğinde 93 bin tondan 470
bin tona çıkmıştır. Miktar bazındaki bu
artışlara bakıldığında AKPnin 2002
yılından bu yana uyguladığı tarım
politikası, verdiği destekler, çıkardığı yasalar
yağlı tohum üretimini artırmaya yetmediğini gösteriyor.
Uygulanan politika ithalatı körüklemiş ve başka ülke
üreticilerini desteklemiştir.
Değer bakımından
incelendiğinde durum çok daha vahim. Türkiye, yağlı tohum
ithalatında 2002de 223 milyon dolar öderken 2011 yılında 1
milyar 358 milyon dolar ödemiştir. Ham yağ ithalatında 2002
yılında 340 milyon dolar öderken geçen yıl 1 milyar 338 milyon
dolar para ödenmiştir. 2002 yılında küspe ithalatına ödenen
döviz miktarı 88 milyon dolardan bugün 406 milyon dolara çıkmıştır.
Yağlı tohumlar ve türevlerine ise 2002de 650 milyon dolar ödenirken
2011 yılında 3 milyar 102 milyon dolar ödenmiştir.
Özetle, milat olarak kabul edilen
2002den bugüne kadar uygulanan yağlı tohum politikası
Türkiyeyi dışa bağımlılıktan kurtarmak bir yana
daha da bağımlı hâle getirmiştir. Bu, yağlı
tohumlar politikasının iflasının göstergesidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; on bir yıldır iktidarda olan AKP Hükûmetleri her
sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de rantçılara destek
olmuş, gerçekte çiftçilik yaparak yaşayamaya çalışanlara
yani Türk çiftçisine destek vermekte cimrilik yapmıştır.
Gübre kullanma zamanı
geldiğinde 2 katına çıkan gübre fiyatlarına Hükûmetler
müdahale etmemiş, mazot fiyatları 2002 yılından bugüne
geldiğimizde çok yükselmiştir. Bu da çiftçi vatandaşlarımızın
belini bükmüştür.
İthalatta kendi çiftçisini korumak
için tedbir almak yerine tam tersine ithalatı kolaylaştıran
düzenlemelerle çiftçimizi ekonomik olarak bitme noktasına getirmiş,
bunun sonucunda yediemin depolarında Türk çiftçisinin sahibi olduğu
ama icra dairelerince haczedilen traktörler ve bunların ekipmanları dolmuş
taşmış. Geçimini sağlamak için ekip biçtiği
tarlaları, kredi kullandığı bankalarca haczedilerek elinden
alınmıştır.
AKP
hükûmetlerinin on yıllık iktidarlarının tarım
politikaları, sadece yağlı tohumlarda değil hububat,
hayvancılık, süt üreticiliği ve diğer alanlarda da
üreticimizi sıkıntıya sokmuştur. Hükûmet en kısa
zamanda politikalarını gözden geçirmeli ve ithalatçıya
verdiği desteği gerçek üretici olan Türk çiftçisine vermelidir.
AKP
Hükûmeti, 2010 yılında canlı hayvan ithalatı ve et
ithalatındaki gümrük vergilerini yüzde 275ten yüzde 30a indirerek
ithalatçılara çok büyük destekler vermiştir. 2012 yılı
sonuna kadar yapılan ithalatlarda dolaylı olarak ithalatçılara
Hükûmetin vermiş olduğu destek 3 milyar dolara
ulaşmıştır. Biz isterdik ki Hükûmet, gerçek Türk
çiftçisine, Türk hayvancısına bu desteği versin ve ülkemizde
hayvan sayısı artsın, tüketiciler de ucuz et yesin.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye iklim ve toprak özellikleri
dikkate alındığında yağlı tohumlu bitkilerin
üretimi bakımından büyük bir potansiyele sahiptir, ancak yıllar
itibarıyla yağ ihtiyacını karşılayacak düzeyde
üretim gerçekleştirilememiştir. 1991 yılında toplam 7,4
milyon dekar olan yağlı tohum ekim alanı, 2011 yılında
ancak 7,7 milyon dekara ulaşmıştır. 2002-2010
yılları arasında Türkiyede yerli tohumun işlenmesiyle
ortalama 519 bin ton ham yağ üretilmiştir.
Türkiyede,
gerek hızlı nüfus artışı ve gerekse kişi
başına düşen artan tüketim sonucu bitkisel yağ tüketiminde
sürekli bir artış gözlenmektedir. Yağlı tohumların
ekim alanlarının artış gösterdiği yıllarda bile
tüketimi karşılayacak yeterli üretimin olmaması nedeniyle
bitkisel yağ üretiminde giderek artan önemli miktardaki açık ithalat
yoluyla karşılanmaktadır.
Türkiyede
yıllar itibarıyla bitkisel yağ açığı
incelendiğinde, 2011 yılında yağ
açığının 1,6 milyon ton olduğu, 2002 yılına
göre bu oranın yüzde 88 arttığı görülmektedir. Son on yıl ortalamasında
Türkiyenin bitkisel yağ ihtiyacının yaklaşık yüzde
70i ithalat yoluyla karşılanmıştır. Türkiyenin
ithalat miktarı 2002li yıllarda, yağlı tohumlarda 798 bin
ton, ham yağ da 707 bin tonken 2011 yılında 2,3 milyon ton
yağlı tohum, 1 milyon ton ham yağ ithalatına toplam 2,70
milyar dolar döviz ödenmiştir. Türkiyede bitkisel yağ
açığını ve dışa
bağımlılığı azaltmak için yağlı tohumlu
bitkilerin üretimi arttırılmalı, bu konuda Hükûmet reel
politikalar tespit etmelidir. Hükûmetiniz destekleme primlerini, gelir
rekabetini yağlı tohumlar lehine olacak şekilde arttırmalı,
GAP üretim deseninde yağlı tohumlu bitkiler mutlaka birinci
sırada yer almalıdır.
Nadas alanlarında ve alternatif
üretim projesinde yağlı tohumlu bitkiler üretimi devreye girmelidir
ama Hükûmetinizin on yıllık devri iktidarında maalesef Türk
milletinin, ithalatın serbest olmasıyla ne yediği belli
olmamıştır, GDOlu mu, GDOsuz mu olduğu belli olmayan
gıdalarla beslenmektedir. Onun dışında, maalesef son
günlerde medyada yer alan, et tüketiminde, tespitlerde, at eti mi, eşek
eti mi veya Hükûmetinizin kesimini ve satışını serbest
bıraktığı domuz eti mi yediği hiç belli değildir.
Çiftçimizi bitirdiniz, çiftçimiz nefes alamaz hâle geldi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son olarak, bugün Tekirdağ ili Emiryakup köyünden bir
çiftçimizin gönderdiği mesajı okuyarak sözlerimi bitirmek istiyorum.
Çiftçi vatandaşımız diyor ki: Sayın Vekilim, Ziraat
Bankası kullandırdığı traktör kredisinden yüzde 2
komisyon alıyor. 500 lira ipotek parası, 500 lira kasko, 350 lira da
hayat sigortası alıyor. Hani enflasyon tek haneliydi? Yüzde 2
komisyon alıyor. Bu, Hükûmetinize bağlı bir bankanın
aldığı fahiş komisyon miktarına son vermenizi diliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Belen,
teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisi
üzerinde son konuşmacı, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Öntürk.
Sayın Öntürk, buyurun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar)
MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, sözlerime başlamadan önce,
8inci Cumhurbaşkanımız Sayın Turgut Özalın
seneidevriyesinde buradan rahmetle anarak sözlerime başlamak istiyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin önerisinde
yağlı tohum bitkileriyle ilgili ithalatta ciddi bir artış
olduğu söylenmektedir. Evet, bu doğrudur, ithalatta ciddi bir
artış olmuştur ama bu artışın nedeni acaba
üretimimizde mi bir düşüş var, yoksa ekim sahalarımızda
mı bir problem var veya Hükûmetimiz desteklemelerde eksik ödemeler mi
yapmakta veya desteklemeleri azaltmakta mıdır? Bunları bir
analiz etmek istedim.
Değerli arkadaşlar, 2002
yılında 75 bin ton olan soya üretimimiz 2012 yılında yüzde
62 artışla 122 bin tona çıkmıştır. Kanola
üretimimiz 1.500 ton iken 2002 yılında yüzde 730 artışla
110 bin tona yükselmiştir. Yine, ayçiçeği üretimimiz 850 bin ton iken
yüzde 61 artış oranıyla 1 milyon 370 bin tona yükselmiştir.
Peki, ekim sahalarımız ne
olmuştur? Bugün 550 bin hektar olan ayçiçeği ekim alanımız
yüzde 19 artışla 655 bin hektar alana yükselmiştir. Yine, soya
ekim alanımız 25.500 hektardan 26.421 hektara yükselmiştir.
Yine, kolza ekim alanımız 550 hektardan yüzde 487 artışla
26.829 hektara yükselmiştir.
Peki, 2002 yılında sizlerin
verdiği destekleme rakamlarına bir bakalım; bir de bizim
dönemimizde verdiğimiz destekleme rakamlarına bakalım. Bugün
ayçiçeğine 2002 yılında 5,2 sent dolar olarak söylüyorum-
verdiğiniz desteklemeyi biz yüzde 141 artışla 13,3 sente
çıkartmışız yani 240 bin liraya
çıkartmışız. Yine, pamukta 5,2 sent verdiğiniz
desteği 27,7 sente çıkartmışız. Soyada 6,1 olan
desteklemeyi sent olarak söylüyorum- 27,7 sente çıkartmışız.
Kanolada 5,5 sent olan desteklemeyi 22,2 sente çıkartmışız.
Peki, hem ekim sahası artıyor
hem üretimimiz artıyor hem desteklememiz artıyor. Bu ithalat niye
artıyor? Değerli arkadaşlar, bu ithalat, en önemli nedeni,
ihracatımızdan dolayı artıyor. Bakın, ben size ihracat
rakamlarımızı vereceğim. Bugün Gümrük Tarife Cetvelinden
aldığım son bilgi olarak söylüyorum: 2002 yılında
82.500 ton olan yağ ihracatımız -değeri de 90 milyon dolardı-
bugün 626.000 ton yağ ihracatı yapıyoruz ve yaklaşık
değeri 1 milyar dolar civarında. İşte, bu ithalattaki
artışın en önemli nedeni bizim ihracatta ithal ettiğimiz bu
yağlı tohumlu bitkileri burada işleyerek ihraç etmekten
kaynaklanıyor.
Yine, ithalatı artıran ikinci
neden tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle
alakalı. Gelişen ekonomilerde insanlar mutlaka iyi yağı
yemektedir ve tüketim alışkanlıkları artmaktadır.
Yine, 7 milyonluk 2002yle bugün arasında artan bir nüfusumuz var. Bu da
tüketimde ithalatın artışına neden olmaktadır. Yine,
enerjide yağlı tohumlar artık ciddi oranda kullanılmakta.
Peki, ne yapmamız lazım?
İthalatı azaltmayı biz de istiyoruz. Ne yapmamız
lazım? Birincisi, sulanabilir alanlarımızı daha da
arttırmamız lazım. İnşallah 2013 yılı sonu
itibarıyla Türkiyede toplam arazinin yüzde 65i sulanabilir vasfa
kavuşacaktır, bu çok önemli bir gelişme. Yörem olan Hatayda da
2 tane barajımız inşallah 2015 yılında hizmete
açılacaktır.
Yine, Miras Kanunu ve
toplulaştırmayı hızla devam ettirmemiz lazım. Bunlar,
tarımın geleceği için çok önemli konulardır. Yine
verimliliği artırmamız için tohumculuğa verdiğimiz,
tohum üreticilerine verdiğimiz desteği artırarak devam
ettirmemiz lazım.
Değerli arkadaşlar, tüm bu
nedenlerle ben Türkiyede yurt dışındaki emtia
piyasalarındaki düşüşlerden dolayı, tarımda bir nebze
olsun sıkıntılar gördük ama bunların önümüzdeki süreçte çok
daha iyi olacağını ve bizim de, Hükûmetimizin de desteklerini
artırarak devam edeceğine inanıyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum
Sayın Öntürk.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Yoklama istiyoruz Sayın Başkan, yoklama talebimiz
var.
BAŞKAN Yoklama talep
ediyorsunuz.
Buyurun efendim.
Sayın Hamzaçebi, Sayın Seçer,
Sayın Özkan, Sayın Öztürk, Genç, Aksünger, Işık,
Serindağ, Aslanoğlu, Çetin, Küçük, Özdemir, Öz, Kaleli, Özgündüz,
Köktürk, Aldan, Demirçalı, Kurt, Korutürk, Bayraktutan.
Şimdi, elektronik cihazla yoklama
yapacağız.
İki dakika süre veriyorum,
yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yeter
sayısı vardır.
CHP grup önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmemiştir.
Şimdi, Danışma Kurulunun
bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve
oylarınıza sunacağım:
17/4/2013
Danışma
Kurulu Önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 93üncü yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramının kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi
amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme yapılması için
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 2013 Salı günü saat 14.00te
toplanması, bu toplantıda yapılacak görüşmelerde siyasi
parti grupları başkanlarına onar dakika süreyle söz verilmesi ve
bu birleşimde başka konuların görüşülmemesinin,
Danışma Kurulunun 17/4/2013 Çarşamba günü yaptığı
toplantıda Genel Kurulun onayına sunulması uygun
görülmüştür.
Cemil
Çiçek
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Ahmet Aydın Mehmet
Akif Hamzaçebi
Adalet ve Kalkınma
Partisi Cumhuriyet
Halk Partisi
Grubu Başkan
Vekili Grubu
Başkan Vekili
Mehmet
Şandır İdris
Baluken
Milliyetçi Hareket Partisi Barış
ve Demokrasi Partisi
Grubu Başkan
Vekili Grubu
Başkan Vekili
BAŞKAN Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince sözlü
soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmına geçiyoruz.
1inci sırada yer alan, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporunun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ayşe Nur
Bahçekapılı, Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, Giresun
Milletvekili Nurettin Canikli, Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal ve
Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydının; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair
İçtüzük Teklifi ile Tunceli Milletvekili Kamer Gençin; Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/242, 2/80)
(S. Sayısı: 156)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
2nci sırada yer alan, Devlet
Sırrı Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
ile Adalet Komisyonu Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Devlet Sırrı Kanunu
Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu
Raporları (1/484) (S. Sayısı: 287)
BAŞKAN Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3üncü sırada yer alan, Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk'ün; Avukatlık Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Sivas
Milletvekili Hilmi Bilgin ve Çankırı Milletvekili İdris
Şahin ile 8 Milletvekilinin; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 3568 Sayılı Serbest Muhasebeci
Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Erzurum
Milletvekili Oktay Öztürk'ün; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün;
Avukatlık Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Sivas
Milletvekili Hilmi Bilgin ve Çankırı Milletvekili İdris
Şahin ile 8 Milletvekilinin; 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 3568 Sayılı Serbest Muhasebeci
Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Erzurum
Milletvekili Oktay Öztürk'ün; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/750, 2/1326, 2/1343, 2/1344) (S. Sayısı: 444) (X)
BAŞKAN Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Geçen birleşimde İç Tüzükün
91inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülen tasarının
tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine
başlıyoruz.
Birinci bölüm 1 ila 8inci maddeleri
kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde söz isteyen,
gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mehmet
Erdoğan, Muğla Milletvekili.
Sayın Erdoğan, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET ERDOĞAN
(Muğla) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 444
sıra sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun
birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, sözlerime başlamadan
önce, 8inci Cumhurbaşkanımız Turgut Özalın bugün 20nci
ölüm yıl dönümü, 20nci ölüm yıl dönümünde Turgut Özalı rahmet
ve minnetle yâd ediyorum, Allah kendisine rahmet eylesin.
Bu kanunun 1inci maddesi, şahsa
yönelik düzenlemeleri içermektedir. Şimdi, Yargıtay Genel Kurulunda
artık, 2010 yılında yapılan referandumdan sonra,
çoğunluk iktidar partisinin kontrolündeki HSYKnın eline geçmiştir.
Şimdi, bu çok tehlikeli bir durum
tabii ki. İnsanların yargıda yapılan bu düzenlemelerden
sonra artık gidecek bir yerleri kalmamaktadır, yargı
bağımsızlığı zedelenmektedir.
Şimdi, bir daire içinde
çözemediğiniz işleri garanti çözebileceğiniz genel kurulda
görüşülmesini sağlamaya çalışmaktasınız.
Şimdi AKP, iktidara geldikten bu yana sürekli yargı paketleri gündeme
getirmektedir. Lakin, yapılan kamuoyu araştırmalarına göre
toplumda adalete olan güven de sürekli azalmaktadır. Bu konu gerçekten
üzerinde çok düşünülmesi, çok konuşulması, çok
çalışılması gereken bir konudur çünkü adalet mülkün
temelidir. Burada ben daha önceki değişik kanun
tasarılarının görüşmesi sırasında da defalarca
söyledim, mülk devlettir, kişilerin şahsi malı, mülkü, serveti
değildir. Devletin bekası için ise en önemli iş adalettir. Bir
devletin adalet sistemi sağlıklı değilse, bir devletin
adalet sistemi herkes için uygulanabilir değilse, herkesin güvendiği
bir sistem değilse bu devleti ayakta tutmak mümkün değildir
arkadaşlar. Adalet her zaman herkese lazım. Adaletle çok oynamamak
lazım. Adaletle -bizim size tavsiyemiz- çok oynamayın çünkü gün
gelecek -unutmayın- bu adalet bir gün size de elbette lazım olacak.
Yine, bu kanunun 4üncü maddesi ile
idari yargıda ihtisas mahkemelerinin kurulmasının önü
açılmaktadır. Şimdi, bu tabii ki doğal yargıç ilkesine
aykırı, çok sakıncalı bir düzenlemedir. Daha önce
Özelleştirme Kanununa eklediğiniz hükümlerle zaten İdarenin
her işi yargı denetimine tabidir. hükmünü Özelleştirmeler
açısından idari yargının kararları Bakanlar Kurulunun
denetimine tabidir. şekline getirdiniz. Bu çok tehlikeli
gidişatı şimdi -Yanlış hesap Bağdattan döner.
diye bir deyimimiz, atasözümüz var- ortadan kaldırdınız.
Artık bundan sonra doğru da olsa biz Bakanlar Kurulu kararıyla
istediğimizi istediğimiz yere getiririz düşüncesi hâkim oldu.
Yine, üst düzey atamalar
açısından idari yargıyı etkisiz kılacak düzenlemeler
yaptınız. 2011 yılında
çıkarttığınız 35 kanun hükmünde kararname ile binlerce
kamu görevlisinin müktesep haklarını gasp ettiniz. Yani, bunun
içerisinde çok enteresan örnekler var bu kamu görevlilerinin haklarıyla
ilgili. Hâlâ onlar mahkemelerin kapılarında sürünmeye devam
ediyorlar. Mesela, Gümrük ve Ticaret Bakanlığında memur olarak
teşkilata girmiş bir kardeşimiz şeflik sınavına
girmiş, kazanmış, şef olmuş; müdür
yardımcılığı sınavına girmiş,
kazanmış, müdür yardımcısı olmuş; müdürlük
sınavına girmiş, kazanmış, müdür olmuş;
başmüdür yardımcılığı sınavına
girmiş, başmüdür yardımcısı olmuş ama bu kanun
hükmünde kararname ile bu kardeşimiz müdürün emrinde bir
araştırmacı kadrosuna atanmış. Yani, bu müktesep
hakları yok sayan zihniyetin de bir hizaya gelmesi lazım. Bundan
sonrası için de ihtisas mahkemeleri kurarak bu işi çözeceksiniz.
Pekâlâ, hakkı gasp edilen insanların hakları ne olacak?
Yine, ülkemiz gündeminde önemli bir yer
tutan küçük ölçekli HESler var. Bunların çoğu
tartışmalı. Seçim bölgem Muğlada Beyobası
beldesindeki Yuvarlakçay üzerinde planlanan HES doğal dokuyu yok edecek,
oradaki çok güzel tabiat varlığını yok edecek. Bu,
yargı kararıyla durduruldu ama buna benzer gene Fethiyede Kargı
Çayı, Eşen Çayı üzerinde planlanan HESler var, bunlar da tarihî
ve tabii dokuyu yok edecek.
Şimdi yargı, bu konuyu
etraflıca inceliyor ve gereğini yapıyor. Siz, doğal
yargıç ilkesine aykırı olarak ihtisas mahkemesi
kuracaksınız, oralara istediğiniz hâkimleri
atayacaksınız, sonra istediğiniz kararları
çıkartacaksınız. Bu, çok yanlış, tehlikeli ve telafisi
mümkün olmayan bir süreç, bu sürecin kesinlikle geriye döndürülmesi lazım.
Yine bu kanunun 6ncı maddesi,
hâkim ve savcıların terfisini yeni usullere bağlamaktadır.
Yeni usulde, arabuluculuk, sulh ve tahkim faaliyetleri de not sistemine dahil
ediliyor. Bu da, hâkimlerin kanunlar içerisindeki yargılama görevlerinin
yerine diğer faaliyetlerini öne çıkarmasına sebep
olacaktır. Hâkim ve savcıların terfi sisteminin daha objektif
kriterlere bağlanmasının muhakkak sağlanması
lazım.
Bu kanunun getirdiği en
tartışmalı husus da elbette Ceza Kanununun 263üncü maddesinin
yürürlükten kaldırılmasıdır. AKP iktidara geldiğinden
bu yana, önce bu maddede öngörülen ceza iki defa azaltıldı,
şimdi de tamamen kaldırılmaktadır. Şimdi bu olaya
birkaç yönden bakmakta fayda var.
Birincisi, Sayın Başbakan
sürekli 36 etnik gruptan bahsetmektedir. Şimdi herkes bu 263
kalktıktan sonra kendi okulunu kurarsa, okullarda kıyafet
serbestisini de getirdiniz, önümüzdeki günlerde herkese kendi dilinde
eğitimi de serbest bırakma çalışmalarını
artık kamuoyunda akil adamlarınız dillendirmektedir. Şimdi,
bu, tabii ki toplumda çok ciddi bir ayrışma süreci
başlatacaktır. Bu ayrıştırma değil midir? Bu
ayrıştırmayı başlattıktan sonra, herkesin ilkokul
yaşındaki, ana sınıfındaki bebesinden itibaren bu
imkânı sağladıktan sonra bu işi nerede, nasıl
durdurabileceksiniz? Dili, kıyafeti serbest, müfredat konusunda Millî
Eğitim Bakanlığını, Talim ve Terbiye Kurulunun
aldığı kararları tanımayan, istediğini
istediği gibi programa koyabilen eğitim kurumlarına sahip
olabilecek etnik yapılar ortaya çıkartacaksınız, ondan
sonra bu milleti bir arada nasıl tutacaksınız? Bin
yıllık kardeşliği nasıl devam ettireceksiniz?
Bazı şeyleri bozmak
kolaydır arkadaşlar, ama düzeltmek çok zordur. Yani, şimdi siz
bunları böyle masumane haklar olarak birer birer vermeyi belki çok kolay
görüyorsunuz ama bu milleti sonra yeniden bir araya getirmek, bu işleri
yeniden bir nizama, hizaya getirmek o kadar kolay olmayacaktır.
Yine, AKP iktidarı
misyonerliği serbest bıraktı. Bütün misyoner grupları
Anadolunun dört bir tarafında misyoner okulları açarsa bu işin
sonu nereye gidecek? Ey, AKPli arkadaşlarım, vakit varken
aklınızı başınıza alın, Müslüman
mahallesinde salyangoz sattırmayın, bu çok tehlikeli bir kanun.
Bölücü terör örgütünün
açacağı okullara nasıl engel olacaksınız? Bu kanunla,
zaten şu anda kılık kıyafet serbestisinden sonra
değişik kılık kıyafetlere bürünmüş öğrenci
fotoğrafları maalesef basınımızda yer almaktadır,
bunlara nasıl dur diyeceksiniz? Orada yapılacak bölücülük faaliyetlerine
nasıl dur diyeceksiniz? Vakit varken, lütfen, bunu bir daha düşünün.
Teröristlerle müzakere yaparken hiçbir
şey vermiyoruz. Barış olacak, analar ağlamayacak,
gençlerimiz ölmeyecek. Sloganlar güzel, bunlara kimsenin itiraz etmesi mümkün
değil. Kimse savaş olsun, kimse insanlar ölsün, kimse memlekette
kargaşa olsun, kaos olsun istemez ama PKK ve onun yerli ve yabancı
iş birlikçileri isteyecek ve siz de onları birer birer burada gündeme
alacaksınız, görüşeceğiz.
Ana dilde savunma kanunu çıkacak,
4+4+4 eğitim reformuyla Kürtçeyi seçmeli ders yapacaksınız,
yerel yönetimlerin Kürtçe isimler vermesinin önünü açacaksınız, kamu
hizmetlerinden ana dilde yararlanma ile ilgili hazırlıkları
başlatacaksınız, eğitimde ana dilin önünü açma
çalışmalarını başlatacaksınız,
büyükşehir adı altında Bütünşehir Kanununu
çıkartıp yerel özerkliğin önünü, yolunu açacaksınız.
Akil adamlar diye bu milletin
değerleri, birliği, bütünlüğü hakkında saçmalayan 63
kişi belirleyip sokağa saldınız, her birisi ayrı bir
borazan çalıyor. Yok Öcalan Bodruma paşa yapılsın. Yani,
böyle bir şey yapılacaksa paşaların da niye içeriye
atıldığı belli oluyor arkadaşlar. Türk
Bayrağının adı değişsin. PKK aslında
terör örgütü değildir. PKKya haksızlık yapılıyor,
onun yöneticileri iyi çocuklardır, hoş çocuklardır, onlarla
ilgili bu millete yanlış bilgiler, belgeler veriliyor. falan gibi
Bunları çoğaltmak mümkün. Şimdi de Teröristler yurt
dışına çıksın, iş bitsin. diyorsunuz. Bu iş
sanki bu kadar kolay, bu kadar ucuz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET ŞANDIR (Mersin)
Sayın Başkanım, şahsı adına da konuşacaklar,
beş dakika müsaade ederseniz, konuyu tamamlasın.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla)
Sayın Başkanım, şahsım adına da beş dakikam
var, birleştirirseniz
BAŞKAN Evet, buyurun efendim,
tamam.
MEHMET ERDOĞAN (Devamla)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu kadar taviz yetmedi. Şimdi,
askerlere, valilere kanunsuz emir verme noktasına geldiniz. Pekâlâ,
şu anda devam eden Ergenekon ve Balyoz davaları ne olacak bu durumda?
Bu davalarda komutanlar, üstlerinin düzenlediği ve emrettiği
seminerlere, programlara katıldıkları için
yargılanıyor ve bu davalardan ceza alan, mahkûm olan yüzlerce
generalimiz, subayımız, astsubayımız var ama sizin emir
verdikleriniz yargılanmayacak. Var mı böyle bir adalet? Dünyanın
neresinde var böyle bir şey arkadaşlar? Anayasanın 137nci
maddesi yürürlükteyken ve çok açık olarak kanunsuz emir Anayasada
düzenlenmişken size Anayasayı çiğneyip istediğiniz gibi
kanunsuz emir verme yetkisini kim vermektedir? Bu cesareti, bu cüreti nereden
almaktasınız? Bu yanlıştan, lütfen aklınızı
başınıza alın, vazgeçin. Herkes, başta Anayasa olmak
üzere, kanunlara uyacak. Eğer kanunlar keyfî olarak uygulanırsa ne
devlet nizamı kalır ne hukuk kalır ne adalet kalır; ülkeye
anarşi ve kaos hâkim olur. Hükûmetin asli görevi, ülkedeki kanun ve nizam hâkimiyetini
sağlamaktır.
Bu açılım süreci denen
çözülme programının en vahim tarafı da şudur: Sayın
Başbakanın dışında hiçbir kimse bu süreçle ilgili
hiçbir şey bilmiyor. deniyor. Bütün, çok akil olarak seçtiğiniz
adamların söyledikleri bu. Devletin işleri, hukuk, nizam içerisinde,
yazıyla, çiziyle, kanunlara, kurallara uygun olarak yapılır.
Şimdi, Sayın Başbakan da insandır. Ona bir şey olursa
ne yapacaksınız, bu işler nasıl yürüyecek, bu işleri
kim yürütecek eğer onun dışında bir bilen yoksa? Bu süreç,
bir çözülme sürecidir. Eğer bu yanlıştan dönmezseniz, bu
işleri önce basit sosyokültürel haklar adı altında birer birer
burada masumane düzenlemeler olarak geçirirsiniz. Arkasından, işte, o
masumane niyetlerle geçirdiğinizi iddia ettiğiniz büyükşehir,
bütünşehir, özerk yönetimlere dönüşür, sonra federasyon gelir ve
nihayetinde de ayrı bir bağımsız devlet
kaçınılmaz hâle gelir.
Buna kimsenin hakkı yok. Bin yıllık
kardeşliğimizi bitirmeye, bu milleti bir kaosa, bir kargaşaya
düşürmeye kimsenin hakkı yok. Bunun hesabını da zaten hiç
kimse veremez. Milliyetçi Hareket Partisi, bu yanlışı durdurmaya
ve bin yıllık kardeşliğimizi yaşatmaya
kararlıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkenin birliği,
dirliği konusunda şimdiye kadar üstüne düşen bütün
sorumluluğu, sorumlu muhalefet bilinci içerisinde yerine getirmiştir,
bundan sonra da yerine getirmeye devam edecektir.
Şimdiye kadar sizleri Meclis kürsüsünden gücümüzün
yettiği kadar uyardık. Bursada 23 Martta
başladığımız Kuruluş Mitingiyle birlikte
artık meydanlardan da uyarıyoruz. Önümüzdeki cumartesi günü,
İzmirde düzenleyeceğimiz Bayrak Mitingiyle de sizleri tekrar
uyaracağız. Lütfen aklınızı başınıza
alınız!
Şimdi, bu mitinge de biz, bu sürece hayır
diyen
Bayrağımızı rencide etmeye kalkanlara;
birliğimizi, dirliğimizi bozmaya kalkanlara karşı olan
herkesi de 20 Nisan Cumartesi günü İzmir Gündoğdu Meydanında
düzenleyeceğimiz Bayrak Mitingine bekliyoruz.
Ama bunun ötesinde, tabii ki şunlara çok iyi dikkat
etmek lazım. AKP her kanunu adım adım getiriyor. Hiçbir
şeyi nihai hedefini, nihai niyetini ortaya koyarak getirmedi bugüne kadar
buraya. Ama cumhuriyet tarihinin en çok kanun çıkartan Meclisi hâline
geldik. Hâlbuki -ben yirmi beş yıl da uygulamacı olarak görev
yaptım- bu kadar çok kanun değiştirmek elbette ki başka
sıkıntılara sebep olmaktadır. Uygulamada birçok
boşluğa, düzensizliğe sebep olmaktadır. Çünkü, alelacele,
böyle komisyonlarda bile yeterince tartışılmadan
çıkartılan bu sözüm ona çözüm adı altındaki çözülme
kanunlarınız, hukukta çok ciddi boşluklara sebep
olmaktadır. Bu hukuk kaosuna ve garabetine son vermek için bundan sonra,
lütfen, kanunlar üzerinde adam gibi çalışalım, komisyonları
adam gibi çalıştıralım, herkesin bu kanunlara katkı
vermesini sağlayalım, ülkemizin birliği, bütünlüğü için,
ülkemizin dirliği için daha sağlıklı, daha
akıllı, daha mantıklı kanunlar çıkartalım.
Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Erdoğan.
İkinci konuşmacı,
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Erol Dora, Mardin
Milletvekili.
Sayın Dora, buyurun. (BDP
sıralarından alkışlar)
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 444 sıra
sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının birinci bölümü üzerinde Barış ve
Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde
avukatlık, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik
mesleklerinin icra edilebilmesi için tasarlanmış büroların
neredeyse hiç olmaması hasebiyle sözü edilen meslek grupları,
meskenlerde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Avukatlık büroları,
tıpkı doktor muayenehaneleri gibi, ticarethane olarak
algılanamaz. Avukatlık büroları, serbest muhasebeci, mali
müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik bürolarıyla ilgili
öngörülen değişiklikleri bu konudaki yoğun taleplerden yola
çıkılarak hazırlandığı için olumlu görmekteyiz.
1136 sayılı Avukatlık Kanununda avukatlık bürolarıyla
ilgili düzenleme yapılıncaya kadar, meskenlerdeki avukatlık
bürolarının faaliyetlerine devam edebilmesi için iki yıl süreli
geçici bir düzenleme yapılmıştı. Aynı düzenleme mali
müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik için söz konusudur. 6111
sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması
ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunun 194üncü
maddesiyle eklenen hüküm ile 1136 sayılı Avukatlık Kanununda
avukatlık büroları ve hukuk bürolarının faaliyetlerine
devam edeceği, bu sürenin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren iki yıl olduğu ve ilgili hükmün, 3568 sayılı
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik
Kanununda ilgili düzenleme yapılıncaya kadar meslek mensupları
tarafından açılan bürolar hakkında da uygulanacağına
ilişkin hükümle tanınan süre sona ermiş olduğundan,
avukatlık büroları ile serbest muhasebeci mali müşavirlik ve yeminli
mali müşavirlik bürolarına ilişkin özel bir düzenleme getirilmiş
olmasında fayda görülmektedir.
Öngörülen değişiklikler bu
geçici düzenlemeleri sürekli hâle getirmesi hasebiyle önemli ve olumludur,
ancak avukatların ve mali müşavirlerin diğer sorunları tam
olarak çözülemediği için, daha kapsamlı ve kalıcı düzenlemelerin
yapılmasını da biz gerekli görmekteyiz.
Değerli milletvekilleri,
tasarının 6ncı ve 7nci maddesiyle yapılan
değişiklik münasebetiyle, alternatif uyuşmazlık çözüm
yöntemlerinin uygulanmasına ilişkin çalışmaları ve
iş cetvelleri de yargıçların derece yükselmesinde ve 1inci
sınıf yargıçların ve savcıların
değerlendirilmesinde bir kriter olarak ele alınacaktır. Böyle
bir durumda, yargıçlar arabuluculuk gibi resmî yargılamanın
dışında kalan çözüm yöntemlerine itilmektedir. Arabuluculuk
sistemi bu yolla yargıçların teşvik ettiği, koruyup
kollayacağı bir sistem hâline getirilmektedir ki az önce ifade
ettiğim gibi böyle bir düzenleme yargıçları devletin resmî
yargısının dışındaki çözüm yollarına
sürüklemek anlamına gelecektir.
Devletin en önemli görevi adalet
dağıtmaktır ve bu yargıçlar yoluyla
sağlanmaktadır. Birey ve toplum adaletten vazgeçemez, adaletsizlikten
yana olmazlar. Hukuk ve adalete dayanmayan bir toplum teknolojide ne kadar
ilerlerse ilerlesin bir gün dağılmaya mahkûm olacaktır. Devlet
adaleti tesis ettiği sürece güçlü kalabilir. Adalet
bağımsız yargı tarafından
dağıtılabileceğini göre, yargıcın bir kişi,
kurum veya makamın etkisinde kalmadan yasalara ve vicdanına göre
karar vermesi sağlanmalıdır.
Unutulmaması gereken nokta
şudur: Yargının bağımsızlığı,
yargıç teminatı, görev yapan yargıçların
rahatlığı için değil, toplum ve bireylerin hakları,
onların gelecekleri içindir.
Değerli milletvekilleri, Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu üzerinde yapılan değişiklikler
vesileyle toplumun kanayan bir yarasına dikkatinizi çekmek istiyorum. 1
Ekim 2011 tarihinden itibaren tüm hukuk davalarında uygulanmaya
başlayan yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile köklü değişikler
meydana gelmiş ve yapılan bu değişiklikler ile yargı
işleyişinin hızlandırılması
amaçlandırılmıştır. Kişinin hak arama sürecine
etki edecek en önemli değişiklik ise hukuk mahkemelerinde dava
açarken, yargılama aşamasında yapılacak tüm
masrafların baştan alınıyor olmasıdır. Yani,
kişi, hukuk mahkemesinde bir dava açacağı vakit, dava
harcının dışında her türlü tebligat ücretleri,
keşif söz konusu olacaksa keşif masrafları, bilirkişi ve
tanık ücretlerini karşılayacak toplam tutarı mahkeme
veznesine yatırmakla sorumlu tutulmaktadır. Yasaya göre, baştan
yatırılan bu gider avansının yargılama
aşamasında yeterli olmadığının
anlaşılması hâlinde mahkeme eksikliğin
tamamlattırılması için davayı açan tarafa iki haftalık
kesin süre öngörmekte, kesin süre içerisinde eksik kalan gider
avansının yatırılmaması hâlinde ise dava usulden
reddedilmektedir. Böyle bir değişiklik yargının
hızlanması amacıyla yaratılmıştır ancak
vatandaşı mağdur etmekten başka bir işe
yaramamıştır. Vatandaşlar yapacakları masraftan
korktukları için tabiri caizse haklarını aramaktan korkar
olmuştur. Yapılan düzenlemeler eğer gerçek ihtiyaçları
karşılamıyorsa, bu verdiğim örnekten de
anlaşılacağı üzere, vatandaşın derdine çare
olmamakla kaş yapayım derken göz çıkarılmaktadır. Bu
sıkıntı özellikle haksız yere işten
çıkarılan işçi kardeşlerimiz için tam bir mağduriyete
dönüşmektedir. İşten haksız yere atılan bir işçi
hakkını aramak için adaletin tesis edildiği mahkemeye gidip
gitmemeyi düşünür olmuştur. Çünkü, kendisinin karşılayabileceği
nispi miktarda harç parası ödemek yerine dosya masraflarının tamamını
ödemek zorunda kalacaklar. Bizler neredeyse her gün bu yönde şikâyetler
almaktayız. Bu mağduriyetin bir an önce giderilmesi gerektiğine
inanıyoruz.
Yasalar sadece sermayenin rahatlığı için
değil tüm yurttaşların huzur ve mutluluğu için
çıkarılmalıdır. 2011 yılında yapılan
değişiklikten önceki ve sonraki dava sayılarına
bakılacak olursa acı gerçek eminim ortaya çıkacaktır.
Yapılan değişiklikle birlikte kişinin adalete erişim
hakkı elinden alınmış, üzülerek ifade etmek gerekiyor ki
adalete olan inancı sarsılmıştır.
Asgari ücretle geçimini sağlayan
bir işçiyi ele alalım. Haksız yere işten atılması
durumunda bu işçi hakkını nasıl arayacaktır?
Parayı nereden bulacaktır? Yargı işleyişinin
hızlanmasıyla amaçlanan bu mudur? Düşük gelirli
vatandaşların dava açmayarak hak aramaktan vazgeçmesi ve böylelikle
açılan dava sayısının azalması sonucu
yargının iş yükü azalmış mı olacaktır?
İş yükünün azaltılması yapısal, kalıcı
çözümler yaratarak mümkündür. Hukuk devletinde devletin gücü, insan temel hak
ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Bu nedenle, içeriği
adil olmayan, insan haklarına aykırı yasaların
çıkarılması önlenmelidir. Asıl olan amaç, adaletli,
demokratik bir toplum düzeninin yaratılmasıdır. Öteki türlü
yaklaşımla, eğer Biz yaptık, oldu. diyorsanız, kabul
ettiğiniz yasalarla oluşturduğunuz yasa devleti olmanın
ötesine geçemezsiniz. Bu, adalet değildir, hukuk devleti de hiç
değildir.
Hukuk devleti ilkesi, özgürlükçü,
çoğulcu, çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk
devleti, hukukun üstünlüğünün yaşama geçirildiği, yönetimde
keyfîliğin önlendiği, devletin hukuka bağlı olduğu,
yargının bağımsız niteliği ile siyasal baskı
ve karışmalardan etkilenmeden çalıştığı,
hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı, hak
ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, bireylere hukuk
güvenliğinin sağlandığı bir sistemi ifade eder. Hukuk
devletinden söz edebilmek için, genel, soyut, önceden bilinebilir,
anlaşılabilir ve istikrarlı kurallardan oluşan bir hukuk
düzeni mevcut olmalı ve hukuk kuralları, yönetilenler kadar siyasi iktidarı
kullanan devlet organlarını ve yöneticilerini de
bağlamalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Genel Kurula getirilen yasal düzenlemelerin, mutlaka ve
mutlaka, sorunlara yapıcı ve kalıcı çözüm getirmesi
gerekmektedir. Adaletin tesis edilmesi amacıyla yapılan
düzenlemelerin palyatif düzenlemeler olmamasına azami ölçüde dikkat etmek
gerekiyor. Getirilen yasaların toplumun adalet ihtiyacını
karşılayan nitelikte olması, adaletin tesis edilmesine büyük
katkı sunması gerektiğine inanıyoruz.
Biz bu düşüncelerle
görüşlerimizi bu anlamda belirtmiş bulunmaktayız. Bu vesileyle
tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Dora.
Üçüncü konuşmacı Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza
Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK
(Mersin) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 444 sıra sayılı Kanun Tasarısı
üzerinde birinci bölümde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu görüşülmekte olan kanun
tasarısı, aslında, dördüncü yargı paketinin B
kısmı oluyor çünkü A kısmını, 4/Ayı geçen hafta
görüştük. Şimdi, bu, 4/B kısmı oluyor. Bu da Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Tasarı. Tabii, bunun içerisine Ceza Kanunuyla da ilgili
bazı hükümler konulmuş.
Şimdi, tabii, aslında yasa
değişiklikleri ya da yeniden yasa yapma ihtiyacı, toplumdaki
gelişen ihtiyaçlara göre kendini hissettirir. Biz bu Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununu daha yeni yaptık, daha yeni yürürlüğe girdi. O
zaman tartıştık, dedik: Eksiklikler var, fazlalıklar var.
Dinlenmedi. Şimdi bu tasarı tekrar gündeme geldi yani Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda değişiklik yapma ihtiyacı nereden
doğdu, onu da anlamış değilim.
Değerli milletvekilleri, bu
vesileyle de şunu söylemek istiyorum: Ben bildiğiniz gibi, Mersin
Milletvekiliyim, Silifkeliyim. Anamurda, Silifkede, Aydıncıkta ve
Mersinde, Erdemlide çok şiddetli dolu yağışı ve
hortum meydana geldi, büyük zararların olduğu söyleniyor. Sera
üreticilerinin çok büyük zararları var. Bir an önce hasar tespitinin
yapılıp bu kişilerin zararlarının giderilmesi
gerekmektedir. Her böyle zarardan sonra Hükûmet ya da Bakan çıkar, Hasar
tespitini yapıyoruz, yaptık, zararları ödeyeceğiz. der ama
bir türlü ödemez. Bunun bir an önce giderilmesi gerekiyor, çünkü geçenlerde
Erdemlide benzer olay oldu, bir türlü olmadı. Özellikle, burada, iktidar
partisinin Mersin milletvekillerinin sahaya çıkmalarını
istiyorum ben, bu işin çözümü konusunda.
Değerli milletvekilleri, bu,
Türkiye Cumhuriyeti devleti aslında son zamanlarda yeniden
şekillendiriliyor, yeniden yapılandırılıyor. Bu
yapılandırma, ne yazık ki, demokratikleşme yönünde olmuyor,
otoriterleşme yönünde oluyor. Yargı paketleri
çıkarılıyor ve adına Reform var. deniliyor. Ve yine,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararı vermesine neden
olan olayları ortadan kaldırmak üzere ve bu sorunları çözmek
üzere bu paketleri çıkartıyoruz. deniliyor ama bu açılan
paketler her seferinde yolda darmadağın oluyor,
dağılıyor.
İşte, numaralarla 1, 2, 3, 4
diye gidiyoruz; bundan sonra kaçlara geleceğiz bilmiyorum ama her paket,
açıldıktan sonra hak, hukuk getirmiyor, haksızlık,
hukuksuzluk getiriyor. Her paketin açılımından sonra
haksızlıklar, hukuksuzluklar, keyfîlikler daha da çok artıyor.
Bu, dördüncü yargı paketi olarak
bilinen pakette de, toplumda böylesine bir beklenti oluşturuldu. Sanki
toplumdaki, yargıdaki sorunların bu paket sayesinde çözüleceği
umutları pompalandı ama gördük ki, paketin (A) kısmını
görüştük, bir şey olmadı. (B) kısmını da
şimdi görüşüyoruz, gene toplumdaki beklentileri
karşılamayacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
aslında bu otoriterleşme, bu haksızlıklar, hukuksuzluklar
sadece yargı alanında olmuyor, toplumun her kesiminde görülmeye
başlandı. Tabii, bir ülkede yargı bağımsız ve
tarafsız olmayınca, demokrasi olmayınca, özgürlükler
olmayınca toplumun diğer kesimlerinde de benzer olaylar oluyor.
Şimdi, aslında,
yargıdaki sorunların temel noktası, bu sorunların temel
çözüm noktası, her zaman bu kürsüde söylediğim gibi, bir kez daha
söylüyorum: Burada, sorunların çözümüne yaklaşırken Hükûmetin
niteliksel bir yaklaşımdan daha ziyade niceliksel bir
yaklaşıma yönelmiş olması ve insan hakları sorununu,
gerçekten, özü itibarıyla kavramayıp, görünüşte, yüzeysel
olarak, niceliksel olarak değerlendiren bir yaklaşımla bu
sorunları çözmeye kalkması ve bütün bu sorunları çözerken
Canım, bize ne derler; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde
şu kadar ihlal dosyası var, bu ihlal dosyalarını biraz
azaltalım. anlayışıyla hareket edilmesidir. Tabii ki
Sayın Bakanımız Komisyonda söyledi, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin önündeki ihlal dosyalarının
azaltılmasından niye rahatsız oluyoruz? dedi. Hayır, hiç
rahatsız olmuyoruz. Aksine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
önüne hiç ihlal dosyası gitmesin. Sayın Bakanımızın da
söylediği gibi, 21inci yüzyılın Türkiyesinde artık
insanlar haklarının ihlal edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine başvurmak zorunda kalmasınlar.
Değerli arkadaşlarım,
tabii, yargıdaki bu sorunların temel nedenlerinden birincisi, yasa
yapma özensizliğini kural hâline getirmiş bir yasama
organının varlığıdır. Biz, demin de söyledim,
yasa yapma yönteminden, tekniğinden, adabından, usulünden
ayrıldık. 10 maddelik bir kanun çıkarıyoruz, adına
reform diyoruz; 20 maddelik çıkarıyoruz, adına reform
diyoruz. Aslında bunların reform olmadığını biz
de biliyoruz, bu kanun tasarısını hazırlayanlar da biliyor.
Çünkü reform böyle olmaz, reformu adam gibi yaparsın bir sefer, ondan
sonra onu tamamlayan unsurları yaparsın. İkinci mesele, hukuk
devletinden kopmuş bir başbakan ve siyasi iktidarın
varlığıdır. Yani yürütme organının
varlığıdır yargıdaki sorunların temel
nedenlerinden birisi. Üçüncüsü de hukukun üstünlüğünü kendi üstünlükleri
olarak gören savcı ve yargıçların varlığıdır
değerli arkadaşlarım. Bütün bunların yanında, biz
eğer bu sorunları zihnimizde, beynimizde aşamazsak gerçekten bu
sorunların çözümünün mümkün olmadığını göreceğiz.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu
sorunların, insan hakları ihlallerinin çözümü konusunda meydana
getirdiği nedenleri kaldırmak için bu paketlerin
yapıldığı söylendi. Hatta bundan önceki 4/A paketi, insan
hakları ve ifade özgürlüğü bağlamında bir paketti. Ama bu
paket ne yazık ki bu Parlamentodan çıkar çıkmaz Fazıl Say
Tweeterda paylaştığı sözlerinden dolayı on ay ceza
aldı. Demek ki ifade özgürlüğü olmuyormuş bu.
Yine o paket Parlamentodan çıkar
çıkmaz, çıktığının ertesi gününde, tutuklulukla
ilgili sorunlar çözülmediği gibi, KCK davasında Van Ağır
Ceza Mahkemesinin verdiği bir kararda savcının istediği
mütalaa çok ilginç. Burada, sakın şu anlaşılmasın
-BDPli arkadaşlarım hemen kulaklarını kabarttılar-
yani KCK davasında bu insanlar niye serbest bırakıldı demiyorum
ben. Ben şunu söylüyorum arkadaşlar: Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin bugüne kadar Türkiyede vurgu yaptığı en önemli
mesele, tutukluluk müessesinden kaynaklanan sorunların Türkiyede
yaygın ve sistematik bir hâl aldığı meselesidir. Burada da
tutukluğunun hukuka uygun olmadığı yani tutuklamanın
haksız olduğu meselesidir. Tutukluk sürelerinin uzunluğu
ayrı bir konu ama tutuklama nedenlerinin doğru
olmayışı konusunda vurgu yapıyor.
İkincisi: Tutuklama sürelerinin
makul süre olmadığını söylüyor. Şimdi, bakın, bu
sorunları çözmedi hatta ne yazıktır ki bu Parlamentonun 8 tane
milletvekili hâlen şimdi tutuklu. Komisyonda söyledim. Silivride yatan 3
tane milletvekili var, onlar yatsınlar orada, onlara bir diyeceğim yok
ama KCK davasında yargılanan, tutuklu olan 5 tane milletvekili var.
Şimdi, KCK davasında
sıradan vatandaşlar bırakılıyor. E,
bırakılsın
Bunun anlamı şu demek: Tutuklama nedeni
olan delillerin karartılması ya da sanığın kaçma
şüphesi tehlikesinin ortadan kalktığı demektir, eğer
tutuklama kararı kalkıyorsa. Çünkü, tutuklamanın esas nedeni
budur, bunun dışında bir tutuklama olmaz, başka bir nedenle
insan tutuklayamazsınız.
E, peki sıradan insanların
delilleri karartmayacağına ya da bu insanların
kaçmayacağına karar vererek onları serbest bırakıyorsunuz
ama aynı davada yargılanan milletvekillerini, millî iradenin
temsilcisi olan milletvekillerini serbest bırakmıyorsunuz. Bununla
şunu demek istiyorsunuz: Milletvekilleri kaçar ya da delilleri
karartır. Ben aynı davadan bahsediyorum.
Şimdi, Van Özel Yetkili
Mahkemesinin savcısının verdiği mütalaayı okuyorum
arkadaşlar. Savcı: Sanıkların tamamının örgüt
üyesi olmak gerekçesiyle tutuklanmalarını düşündüğümüz
PKKnın kırsal ve sokak olaylarının devam ettiğini
düşündüğümüzden dolayı toplumsal barışı
zedelemekten dolayı tutuklanmasını talep etmiştik.
Şimdi soruyorum, soru bir,
Sayın bakanım: Ceza Muhakemesi Kanununda, bu tutuklanmanın
nedeni olarak PKKnın kırsal ve sokak olaylarının devam
ettiğini düşünmek var mıdır? Ya da toplumsal barışın
zedelenmiş olması tutuklama nedeni midir?
Şimdi, Sayın Savcı,
toplumsal barışı zedeleyeceğini düşündüğü için
PKKnın kırsal ve sokak olaylarının devam ettiğini
düşünüp tutuklama talep etmiş. Ancak, gelinen aşamada örgütün
eylemlerine son verdiği ya da böyle bir karar aldığı
görülmektedir. Van Cumhuriyet Savcılığı olarak da bunu göz
önünde bulundurarak toplumsal barışa zarar verecekleri gerekçemiz
ortadan kalktığından dolayı sanıkların toplu
tahliye edilmesine karar verilmesini talep ediyoruz.
Ya Allah aşkına
arkadaşlar, AKPli hukukçu arkadaşlarım ya, el vicdan ya; yani,
Ceza Muhakemesi Kanununda böyle bir tutuklama nedeni ya da böyle bir tahliye
talebi nedeni olur mu? Biz, mahkemenin esas hakkındaki kararından
bahsetmiyoruz, tutuklamadan bahsediyoruz değerli arkadaşlarım.
Yine, Ceza Muhakemesi Kanununun
neresinde Şu suçu işleyenler için savunma hakkı kırk
dakikadır, şu suçu işleyenler için savunma hakkı bir
saattir. diye bir hüküm vardır Sayın Bakanım? Ceza Muhakemesi
Kanununda açık bir hüküm vardır: Savunma kısıtlanamaz.
İster bu yargılandığı fiilin suçu on yıl olsun
isterse elli yıl olsun. Ama şimdi, bakın, yine burada, mahkeme
bir karar veriyor: Eğer ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasıysa mahkeme kararı da yok, mahkeme
başkanı söylüyor- ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezasından yargılananlara iki saat, örgüt üyeliği
suçlamalarından yargılananlara bir saat savunma hakkı veriliyor.
Ya ben soruyorum: Ceza Muhakemesi Kanununun hangi maddesinde bu vardır?
Yoksa Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen kurallar, bu mahkemede
yargılama yapan hâkim ve savcıları bağlamıyor mu? Bu
sadece avukatlar için mi geçerli?
İşte, değerli
arkadaşlarım, Türkiyede hukuk olmayınca, adalet olmayınca,
bağımsız yargı olmayınca, bu bizim gidiyor,
Silifkedeki Akdeniz foklarını da etkiliyor. Bakın, Akdeniz
foklarını da etkiliyor. Ne yazıyor burada: Akdeniz fokları
tehlikede.
Şimdi, değerli
milletvekilleri, Silifkenin Yeşilovacık beldesinde ve Akdere
beldesinde, 3 tane termik santrali öngörülüyor. Hepimiz biliyoruz ki Akkuyuda
1 tane nükleer santral kurulması planlanmış, o yetmiyor, 3 tane
de termik santral kuruyorlar, 2 tane de çimento fabrikası kuruyorlar. Halk
buna karşı, halk bunu istemiyor. Kömür nerede? Termik santralleri
biliyorsunuz kömürle çalışır, kömür nerede? Kömür, Güney
Afrikadan gelecekmiş. Onun gelmesi için de Yeşilovacık
Limanında ikinci bir liman yapıyorlar, genişletiyorlar, denizi
o kayalarla dolduruyorlar. Doldururlarken de orada fok
balıklarının yuvaları var, Akdenizde, o limanın
olduğu yerde, o mağaraların ağzını
kapatıyorlar, orada yeni doğmuş fok yavruları var.
Şimdi, hepimiz biliyoruz ki bu fok balıkları gözden ırak
insanın ulaşamayacağı yerlerde yaşarlar ve buraya
günlük 10 bin, 12 bin ton kömür gelecek. Ya, şimdi kömürün
olmadığı yerde, kömürle çalışan termik santral olur
mu, böyle bir anlayış olur mu?
Bu elimdeki de Çevre
Bakanlığının yazısı. Çevre Bakanı diyor ki:
Veriliş sözleşmesine göre taahhüdümüz vardır, o liman
inşaatına da o şeylere de izin verilmemiştir. diyor. Liman
yapılıyor orada, liman yapılıyor!
Şimdi, ben, burada, gerçekten
Yeşilovacık beldesi sakinleri, Akdere beldesi sakinleri, tüm
Silifkeliler, AKPlisi, MHPlisi, CHPlisi, bu olaya karşı, isyan
ediyorlar. Hem bir yandan turizm kenti ilan ediyorsunuz Mersinin batısından
Gazipaşaya kadar burası turizm potansiyeli. diyorsunuz ama bir
yandan da orayı katlediyorsunuz termik santralle. Ya, başka, kömürü
olan yerlere niye yapmazsınız bu termik santrali de gelirsiniz kömürü
olmayan yere yaparsınız? Güney Afrikadan kömür getireceklermiş.
Şimdi, sevgili milletvekilleri, bu
da demin de söylediğim gibi Orman Bakanlığının
yazısı. Altında Ahmet Özyanıkın, Bakan adına
Genel Müdürün imzası var. Limanla ilgili, Yeşilovacıkda
yapılan limanla ilgili diyor ki bu hukuki süreç sonuca bağlanmadan
herhangi bir inşaat faaliyetine başlanmaması hususunu belirtiyor
bakanlığın yazısı. Ama ben buradan ihbarda
bulunuyorum: Liman yapılıyor, dozerler, hepsi orada.
Sayın
Başbakanımız 28 Ağustos 2008de diyor ki: Ben çevrecinin
daniskasıyım, asıl çevreci benim. Şimdi, fok
balıklarının kurtarılması gerekiyor, o çevre
katliamının durması gerekiyor. Ben, çevrecinin daniskası
olan Sayın Başbakanı göreve davet ediyorum.
Yine,
Sayın Başbakan. geçen gün Birleşmiş Milletler Orman
Forumunun 10uncu konferansında diyor ki: Ecdadımızdan miras
olarak aldığımız ve çocuklarımıza emanet
ettiğimiz dünyayı bu denli hızla tüketmeye devam edersek bizlere
bile nefes alacak atmosfer kalmayacaktır. Çok bilinen bir
Kızılderili atasözüyle örnek vermek istiyorum: Bütün ağaçlar
kesildiğinde, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hâle
geldiğinde, işte o zaman paranın yenilebilir bir şey
olmadığını anlayacaksınız.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ
RIZA ÖZTÜRK (Devamla) Mademki Sayın Başbakan çevrecinin
daniskasıysa, bir gitsin, Silifkenin Yeşilovacık beldesindeki
hem deniz katliamını hem çevre katliamını bir görsün,
lütfen bunu durdursun değerli milletvekilleri.
Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Şimdi,
sisteme giren arkadaşlarımız var.
Soru-cevap
işlemi yapacağız.
Birinci
sırada Sayın Yılmaz.
DİLEK
AKAGÜN YILMAZ (Uşak) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben
şunu sormak istiyorum Sayın Bakana: Bir araştırma
yapılmış. Bu araştırmaya göre son bir ayda 101 KCK
tutuklusu serbest bırakılmış. Elbette tutukluluk bir
cezalandırmaya dönüşmemeli, eğer delilleri karartma ve kaçma
tehlikesi yoksa insanlar tutuksuz yargılanmalıdırlar. Ancak
burada bu tahliyeler olurken Ergenekon davası, Balyoz davası ve
diğer siyasi nitelikli davalarda neden hiç tahliye olmamaktadır
Sayın Bakan? Bunu hiç araştırma gereğini duydunuz mu?
Bir de dün
size bir soru sormuştum ama cevabı ne yazık ki
alınamadı. Gültan Kışanak dünkü yapmış
olduğu grup toplantısında, Kürdistandan gelen yerel
derneklerden bahsediyor. Ülkemizde Kürdistan diye ayrıca bir yönetim
şekli oluşmuş mudur? Bu konudaki düşünceniz nedir? Hükûmet
olarak düşünceniz nedir?
LÜTFÜ
TÜRKKAN (Kocaeli) Öyle bir eyalet var mı? Kuruldu da haberimiz mi yok?
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Yılmaz.
Sayın Can
RAMAZAN CAN
(Kırıkkale) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
hükûmetleriniz döneminde kaç tane adliye sarayı yaptınız?
2002ye kadar yapılanlarla toplam açısından mukayese eder
misiniz?
HSYK kararlarının
ve Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetime
açılması ve Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
hukukumuzda ne zaman, hangi tasarrufla yer bulmuştur?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Can.
Sayın Tunç
YILMAZ TUNÇ
(Bartın) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım,
özellikle muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımız tutuklu
yargılamaların yaygın bir hâl aldığı yönünde
sürekli beyanlarda bulunmaktadırlar. Son yıllarda ülkemizde tutuklu
ve hükümlü oranlarındaki değişim nasıldır, oran ve
rakamlar verebilir misiniz? Tutuklu yargılamaların
arttığı yönündeki eleştiriler doğru mudur?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Tunç.
Sayın
Şimşek
CEMALETTİN
ŞİMŞEK (Samsun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım,
geçen günkü toplantılarda sorduğum bir sual üzerine -teröristlerin çekilmesiyle alakalı,
gerçekten kamuoyunu çok meşgul eden bir konudur ve bize sık sık
sorular soruluyor bu konuda- siz verdiğiniz cevapta dediniz ki Sayın
Bakan: Geçmiş otuz yılda yaşanmış terör
hadiselerinin, yaşanılan can kayıplarının, akan
kanın, akan gözyaşlarının faillerinin temize çekilmesiyle
ilgili bir çalışma söz konusu değildir. Yapılan
çalışma bugüne kadar akan kanın bundan sonra akmaması
içindir, geçmişte yaşanan acıların bundan sonra
yaşanmaması içindir. diyerek bir cevap verdiniz o zaman. Ama
Sayın Başbakan çıktığı bir televizyon
kanalında - çünkü kamuoyu bunları takip ediyor- dedi ki: İster
silahlarını gömsünler çıksınlar isterse bir yere atıp
çıksınlar. Yoksa eğer silahlarıyla burayı, ülkeyi terk
ederlerse ben kamuoyunu ikna edemem, güvenlik güçlerimi de ateş
açmamaları konusunda ikna edemem. diyor. Biz bunları bir demagoji
yapmak için sormuyoruz. Gerçekten endişeliyiz bu konuda. Onun için, çekilmeleri
esnasında ne yapılacak?
BAŞKAN
Teşekkürler Sayın Şimşek.
Sayın Doğru
REŞAT DOĞRU
(Tokat) Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Kanun
tasarısının 3üncü maddesinde Kat maliklerinin izni ve benzer
şartlar aranmaksızın avukatlık büroları faaliyet
gösterebilir. diye bir yazı var. Acaba, bunların içerisine hekimlik,
psikologluk, diş hekimliği gibi çeşitli meslek
gruplarının neden alınmadığını öğrenmek
istiyorum, birinci sorum.
İkinci sorum olarak KCK davasından dolayı
görevden alınmış olup son bir aydır görevine iade edilen
hangi belediye başkanları vardır, bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Doğru.
Sayın Akyürek
MEHMET AKYÜREK (Şanlıurfa) Sayın
Bakanım, son yıllarda Yargıtayda iş yükü ne
durumdadır? Bidayet mahkemelerinde verilen kararların temyizinin her
hâlde gerek ceza ve gerekse hukuk dairelerinde incelenme süresi ne
kadardır?
İkinci sorum: Temyiz edilen kararların -ceza ve
hukuk- bozulma ve onama oranları nedir?
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Akyürek.
Sayın Yılmaz
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Ben, aynı zamanda dün sorduğum bir sorunun
cevabının çok yeterli olmadığı kanaatiyle yeniden
soruyorum. Şimdi, dün söyledik: Kanuna aykırı emir verilerek
güvenlik güçlerinin PKKlıların yurt dışına
çıkışı sırasında herhangi bir işlem
yapmaması konusunda bir emir talimatınız olacak mı? diye,
Sayın Bakan da dedi ki: Böyle bir şey olmayacak. Ancak yine
basından gördüğümüz kadarıyla valilere askerin kendi üs bölgesi
dışına çıkmaması yönünde genelge gönderileceği
söyleniyor Sayın Bakan. Bu ne demektir? Yani, askere Siz asla müdahale
etmeyeceksiniz, sadece kendi bölgenizde kalacaksınız,
başınızı dışarıya
uzatmayacaksınız. diye bir genelge mi gönderiyorsunuz, valiliklere
böyle bir emir mi veriyorsunuz? Bu konuda düşüncenizi öğrenmek
istiyorum.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Yılmaz.
Sayın Canalioğlu
MEHMET VOLKAN CANALİOĞLU (Trabzon)
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Trabzonun Beşikdüzü
ilçesinde yapmayı planladığınız cezaevinin son durumu,
hangi aşamada olduğu hakkında bilgi verirseniz memnun olurum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler Sayın
Canalioğlu.
Sayın Köktürk
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, 2002 yılında AKP iktidara
geldiğinde 59 bin olan toplam tutuklu ve hükümlü sayısının
geçtiğimiz yıllarda 135 binlere ulaştığı
doğru mudur? Şayet bu rakamlar doğruysa bu durum
iktidarınız dönemindeki ekonomik ve sosyal yapıdaki
bozulmayı ve adalet anlayışındaki tahribatı mı
göstermektedir? Ayrıca, dün tutuklu ve hükümlü sayılarıyla
ilgili rakamlar verdiniz. AKP iktidara gelinceye kadar hükmen tutuklular
tutuklu kapsamında değerlendiriliyordu bu rakamlar verilirken ancak
sizin yansıttığınız rakamlarda hükmen tutuklular
maalesef hükümlüler arasında yer alıyor. Bu istatistikteki veri
değişikliği Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından
hangi dönemde gerçekleştirilmiştir? Çünkü, 2002 yılındaki
değişikliklerle, gerçekliklerle bugünkü rakamları mukayese etme
olanağı maalesef bu kriter değişikliği nedeniyle
mümkün olamamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın
Şimşek
CEMALETTİN ŞİMŞEK
(Samsun) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz evvelki sorum yarım
kaldığı için tekrar oradan devam etmek istiyorum Sayın
Bakanım.
Şimdi, bu çekilme esnasında
teröristlerin çekilmeleri
Devletin herhangi bir kaydı var mı ki
onların suç işleyip işlemedikleri nasıl tespit edilecek,
suçlu mudur, değil midir? Yani, devletin envanterinden böyle bir
kayıt var mı? Ona göre mi çekilecekler?
Bir de bu süreçle alakalı, dün
akşamdı zannediyorum, akil adamlardan olan Profesör Yücel Sayman bu
konuda bazı sorular geldiğinde kendisine Benim de kafam bazı
şeylerde karışık hakikaten, bazı soru işaretleri
var. diye söyledi. Yani, akil adamda soru işareti varsa kamuoyunu
nasıl aydınlatacaklar bunlar, merak ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Şimşek.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
İlk soruyla başlayayım.
Sayın Dilek Akagün Yılmaz Son bir ayda 101 KCK tutuklusu tahliye
olmuş, burada bunlar tahliye olurken Ergenekon, Balyoz vesair davalarda
tahliye olmuyor. Neden? diye sordular.
Sayın Yılmaz, siz de
avukatlık yaptınız bildiğim kadarıyla, her dava kendi
şartları içerisinde değerlendirilir. İddianamede
sanıklarla ilgili tanzim edilen, talep edilen ceza maddeleri, talep edilen
ceza miktarları, bütün bunlar davanın mahiyeti, davadaki
yargılanan kişilerin özel durumları da tutuklu kalıp
kalmayacaklarında özel önemi olan hususlar.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Bağımsız ve tarafsız mahkemeler için geçerli.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Şimdi, KCK soruşturmalarında yapılan
yargılamalarda sanıklar için sevk maddeleri, yargılanması
istenildiği maddelerin ceza limitleri ile bahsettiğiniz, adı
geçen davalardaki ceza limitlerinin arasındaki farkı benim size
ayrıca hatırlatmama gerek yok. Bunları bilmediğinizi asla
kabul etmem.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) O bile bu
iktidarın ayıbı olmasına yeter Sayın Bakan. KCKyla
içeridekileri aynı tutmak bile yeter yani. KCK oldu masum!
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Dolayısıyla, burada takdir mahkemelerindir. Bir örgüte üye
olma davasındaki tutuklu kalınacak süre ile müebbetle
yargılamalarda tutuklu kalınacak süre arasında bir fark olmasının
hukuken çok garipsenecek bir şey olmadığını
düşünüyorum.
Yine, sorunuzun ikinci
kısmına ilişkin olarak: Sayın Kışanakın
söylediğini bahsettiğiniz bir cümleden Kürdistandan gelen
temsilciler ifadesinin doğru olup olmadığını
Ben bu
ifadeyi tasvip etmem ama Sayın Kışanak milletvekilidir, bunu
söylemişse sorunun muhatabı kendisidir. Türkiyede dört bir
coğrafyanın her tarafı bu ülkenin bayrağı
altında, bu ülkenin parçasıdır. O coğrafyada yaşayan
insanların etnik kökenleri, inanışları, mezhepleri, sosyal
katmanlarda bulunuş tarzlarına göre yöre adları belirlenmez ama
çağdaş modern devletlerde devlet yönetimi de ülkesinin dört bir
köşesindeki vatandaşına aynı sıcaklıkta,
aynı kucaklayıcılıkta yaklaşan yönetimdir.
Sayın Can, 2002den bu yana kaç
adliye sarayı yapılmıştır? diye sordunuz. Değerli
milletvekilleri, bunları değişik vesilelerle sizlerle
paylaşıyoruz. Şu anda, bizim hizmete sunduğumuz adliye
sarayları 160ı aştı. Bunlar, kapalı alan
itibarıyla, 2002ye kadar yapılmış olanların,
metrekare itibarıyla 4 katından fazla bir alana ulaştı. Bu
açıdan, fiziki mekan olarak Türk yargı sisteminin problemlerini
önemli şekilde halletmiş durumdayız. Danıştay
Başkanlığının, Anayasa Mahkemesinin sorunları
çözülmüştür. Yargıtay Başkanlığı için yer tahsisi
yapılmıştır, burada proje çalışmaları
yapılıyor. Bu, proje ve ruhsat çalışmalarından sonra
Yargıtayımızın da fiziki mekan sorunu çözülecektir.
Böylece, yargı sistemimizin fiziki mekânla ilgili sorunu çözülecek. Buna
bağlı olarak teknik altyapı konusunda da önemli gelişmeler
yaşandı. UYAP Bilişim Sistemiyle yargı sistemimiz
birbiriyle entegre vaziyette, hem ilk derece mahkemeleri hem yüksek mahkemeler
entegre vaziyetteler ve bütün sistem birbirine UYAP ağıyla
bağlı durumda ve bilişim teknolojileri 2002yle mukayese edilmeyecek
şekilde mükemmel bir noktaya taşınmış durumda. Avrupa
Konseyine üye ülkeler içerisinde yargı alanında bilişim
teknolojisini en yüksek oranda kullanan ülke Türkiye şu anda, bu da bizim
açımızdan sevindirici bir gelişme.
İkinci bir husus: HSYK
kararlarının yargı denetimine açılmasına ilişkin
bir soru sordunuz. O da, bildiğiniz gibi, 2010 yılında
yapılan Anayasa değişikliği ile sağlanmış
bir durum. O tarihe kadar HSYK kararları yargı denetimine kapalı
idi ancak o tarihte yapılan değişiklik ile meslekten ihraç
kararları yargı denetimine açılmıştır. Bu,
ağır bir sonuç olan meslekten ihracın bir de ayrıca
mahkemelerin denetiminden geçmesini öngören doğru bir yaklaşım
idi Sayın Can.
Yine, Sayın Tunçun Tutuklu
yargılamalardan dolayı yaygın şikâyetler ve muhalefetin
dile getirdiği eleştiriler var. Türkiyede tutuklu
yargılamaların değişim oranını bize aktarır
mısınız? diye bir sorusu var. Değerli milletvekilleri,
bunu daha önce de ifade etmeye çalıştım. Türkiyede tutuklu
yargılama oranlarında çok önemli, ciddi değişimler var.
Gerçi, Sayın Köktürk bunun hükmen tutukluların hesaba
katılmamasından kaynaklı bir görece iyileşme olduğunu
ifade ettiler ama ben şunu çok net ifade edeyim: Hem Yargıtayın
içtihatları hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
içtihatları karşısında hükmen tutuklu diye bir
sınıf yok artık. Bunlar, mahkeme, ilk derece mahkemesi
kararını verdikten sonra hükümlü statüsünde
değerlendiriliyorlar.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak)
Hangi tarihte başladınız bu uygulamaya Sayın
Bakanım, onu soruyorum.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Bu açıdan 2002yle 2012 arasındaki kıyaslamada bunu da
hesaba katsanız bile, hükmen tutukluları koysanız bile yarı
yarıya yakın bir azalma söz konusudur.
Değerli milletvekilleri,
Türkiyede, cezaevlerinde bulunan her 100 kişinin 50,4ü tutuklu imiş.
Ne zaman? 2001 yılında. Bu soruyla paralel olarak Sayın Ali
İhsan Köktürkün sorusuna da cevap vermek istiyorum. O da 2002de 59 bin
olan cezaevi mevcudunun şimdi 130 binlere gelmiş olmasını
neye bağlıyorsunuz? diye sordular? Değerli milletvekilleri,
2002de o rakamlar olabilir ama öncesinde çıkartılan 2001
affından dolayı en dip yaptığı noktadaki rakamdır
59 bin. Oysa 1999 rakamlarına bakarlarsa cezaevlerinde 70 binleri gören
mevcutlar var.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak)
134 bin değil ama.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
Değerli arkadaşlar, 2005te yeni ceza yasasının
yürürlüğe girmesiyle beraber suç ve suçlulukla mücadele önemli ölçüde
kolaylaştırılmış ve cezaevinde kalış
süreleri artırılmıştır. Ceza İnfaz Yasamıza
göre, 2005 öncesinde yüz gün ceza alan bir kişi kırk gün cezaevinde
kalmak suretiyle şartla tahliye olabiliyordu yani cezasının
yüzde 40ını infaz etmek suretiyle iyi hâlliler tahliye olabiliyor
idi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
2005 değişikliğinden
sonra
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, birinci bölümde yer
alan maddeleri, varsa o madde üzerinde önerge işlemlerini yaptıktan
sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
1inci madde üzerinde aynı
mahiyette iki önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 1. maddesinin
tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz Ali
Serindağ Faik
Öztrak
Uşak Gaziantep
Tekirdağ
Ramis
Topal Uğur
Bayraktutan
Amasya
Artvin
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi ile 12.01.2011
tarihli ve 6100 sayılı yasanın 373 üncü, 18.06.1927 tarihli ve
1086 sayılı yasanın 439 uncu ve 5236 sayılı
yasanın 16 ıncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429
uncu maddelerine eklenen fıkranın tasarı metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
İdris Baluken Sebahat
Tuncel Aysel
Tuğluk
Bingöl İstanbul Van
İbrahim Binici Erol Dora
Şanlıurfa Mardin
BAŞKAN Sayın Komisyon,
katılıyor musunuz aynı mahiyetteki önergelere?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Katılmamaktadır Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Gerekçe
BAŞKAN Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Yapılan değişiklik
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun, hakemlik ve içtihat mercii olma konumunu
da gölgelemektedir. Bununla birlikte, işbu değişiklik
Yargıtay Kanunu'na da aykırılık teşkil etmektedir.
Yine Yargıtay'ın geliştirdiği usuli müktesep hak
anlayışı içinde birbirine aykırı bozma kararı
verilmesi ihtimalinin çok büyük ölçüde bertaraf edildiği de gözden
kaçırılmaması gereken bir husustur. Yapılan
değişikliğin gerçek bir ihtiyacın ifadesi
olmadığından bahisle işbu değişiklik önergesi
verilmiştir.
BAŞKAN Sizden kim
konuşacak?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Dilek Akagün Yılmaz.
BAŞKAN Dilek Akagün Yılmaz,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken
öncelikle bugün memleketimden belediyede çalışan geçici işçi
statüsündeki teknik elemanlar geldiler. Bakanlığın gündeminde taşeron
işçilerle ve özellikle sözleşmeli personelle ilgili bazı
çalışmaların olduğunu biliyorlar ancak on beş on
altı yıldır çalışan, Türkiyede 16 bin civarında
olan, geçici işçi statüsünde çalışan teknik elemanlar, mimarlar,
harita mühendisleri ve pek çok konudaki teknik eleman ne yazık ki kadroya
alınamamıştır şimdiye kadar. Eğer bu konuyla
ilgilenen arkadaşlarımız, komisyondaki
arkadaşlarımız varsa lütfen bu konunun üzerine de gidilebilirse
16 bin insanın şu anda gözü kulağı buradadır, bu haklı
taleplerine de cevap vermek gereklidir diye düşünüyorum.
Tasarıyla ilgili, 1inci maddeyle
ilgili görüşlerimize gelince: 1inci maddede yapılmak istenen
şey, Yargıtay bozmalarıyla ilgili aslında çok ciddi bir
değişiklik yapılıyor. Normal koşullarda, şimdiye
kadar yapılan uygulamalarda, temyiz edilen karar Yargıtay tarafından
esastan bozulur ya da esastan onanırsa eğer, bu konu yerel mahkeme
tarafından aynen kabul edilirse, bir daha gittiğinde o şekilde,
Yargıtay önceki kararına aykırı bir şekilde karar
veremezdi. Arkadaşlar, bu bizim hukuk sistemimize 1959 yılında
çıkartılmış olan içtihadı birleştirme kararı
ile girmiş ve usuli müktesep hak dediğimiz bir kavramdır. Bunun
anlamı, aslında, hukuk güvenliğini sağlamak, hukuka olan
güveni daha da perçinlemek ve mahkemelerin ya da Yargıtay dairelerinin
aynı konuda, aynı dosya üzerinde birbirine çelişik kararlar
vermemesini sağlamaya dönüktür. Ancak, şimdi yapılmak istenen
değişiklikle, Yargıtay dairelerinin aynı dosya üzerinde
daha önce onadığını bozabilme hakkı tanınmaktadır.
Yani, Yargıtay daireleri, artık, öncekinde olduğu gibi daha önce
vermiş olduğu kararına aykırı bir şekilde karar
verme gibi bir durumla karşı karşıya kalacaktır. Oysa
ki bu, tamamen, bu ülkenin güvenlik sistemine, hukukun güvenilirliğine yapılacak
bir darbedir. Böylesi bir şeyin yapılmaması gereklidir çünkü
yıllardır bizim hukuk sistemimizde ve hukuk
mantığımızda oturmuş bir yapı varken
Yargıtay dairesine önceki verdiği kararın tam aksi bir
şekilde karar verebilme yetkisini tanımak gerçekten de
insanların hukuka olan güvenlerini ortadan kaldıracaktır. Siz diyorsunuz
ki Yargıtay dairesi önceki verdiği karara aykırı bir
şekilde karar verebilir. Bu sefer, üçüncü temyizinde de Hukuk Genel
Kuruluna gitsin. Hukuk Genel Kuruluna gittiğinde Hukuk Genel Kurulu hangi
konudaki kararı kazanılmış bir hak olarak görecektir? Neye
göre karar verecektir? Yani, bir konuda, aynı davada çelişik o kadar
çok karar çıkabilecektir ki bu neyin sonucunda getirilmiştir,
inanın biz bunu anlayamadık. Ben, Yargıtaydan da pek çok
uygulayıcı arkadaşla görüştüm, dediler ki:Böyle bir uygulama
zaten yok. Şimdiye kadar bu konuda ciddi anlamda bir sorun da yoktu,
kazanılmış müktesep hakka bütün Yargıtay daireleri
uyardı. Bunun bir tek istisnası vardır -önceki
kararını yeniden bozabilmesinin bir tek istisnası vardır-
maddi hatalardır, kamu düzeniyle ilişkili
değişikliklerdir. dediler ama inanın, bunun neden
olabildiğini ne Yargıtaydaki yargıç
arkadaşlarımız ne de biz anlayabilmiş değiliz.
Aklımıza şöyle bir şey geliyor: İhtimal vermek
istemiyoruz ama, sanki özel bir dava için mi, bu kazanılmış müktesep
hak kavramıyla sınırlanan bir konuda özel bir dava için mi
geliyor diye, aklımıza bunların hepsi de geldi sevgili
arkadaşlar.
Bir de bunun
yanında, özellikle tasarının 6ncı ve 7nci maddelerinde,
yargıçların terfilerinde, derece ilerlemelerinde alternatif
uyuşmazlık çözüm yöntemleri yani arabuluculuk gibi sistemlerin de, o
sistemlere vatandaşları yönlendirmelerin de önemli olduğunu
belirten bir düzenleme yapılıyor. Yargıç
arkadaşlarımız aynen şunu söylüyorlar: Biz, o zaman, neden
yıllardır hukuk fakültesinde okuduk, neden yıllarca bu
eğitimleri aldık? Bu eğitimleri almasaydık! Eğer bu
şeklide arabuluculara bizi mahkûm edeceklerse, bizim vatandaşı
arabuluculara yönlendirmemizi istiyorlarsa bu mahkemeleri kapatsınlar.
Yüzyıllardır yapılan mücadelenin sonucunda kararların
bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından verilmesi
konusunda Türkiye Cumhuriyetinde ve bütün evrensel hukuk kurallarına göre
böylesi bir düzenleme varken, şimdi mahkemeleri bertaraf edecek
şekilde özel hukuk yöntemleri ön plana çıkartılmaktadır.
Bunu asla kabul etmiyoruz. diyorlar.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN
YILMAZ (Devamla) Biz de tasarıdaki bu konudaki
değişikliğinin uygun olmadığını
düşünüyoruz.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Karar yeter sayısı
BAŞKAN Aynı mahiyetteki iki
önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter
sayısını arayacağım.
Önergeleri kabul edenler... Kabul etmeyenler
Kâtip üyeler arasında
anlaşmazlık var, elektronik cihazla oylama yapacağız.
KAMER GENÇ (Tunceli) Sayın
Başkan
Sayın Başkan, İç Tüzüke göre, Başkan da
sayar. Yani iki kâtip arasında
BAŞKAN Hayır, böyle bir
şey yok, kusura bakmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) Var efendim,
İç Tüzükü açıp okursanız Başkan da sayar. diyor.
BAŞKAN Çelişki olduğu
zaman elektronik oylamayla yapılıyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) Hayır
(AK
PARTİ sıralarından Otur yerine! sesleri, gürültüler)
BAŞKAN Efendim, iki dakika süre
veriyorum ve elektronik oylamayla yapıyoruz.
(Elektronik cihazla oylamaya
başlandı)
KAMER GENÇ (Tunceli) Yani AKPli
bayan, hanım, aslında bayana, hanıma hiç yakışmayan
BAŞKAN En adili bu, en adili bu.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ama, niye? Yani
böyle, söylemekle olmaz ki
BAŞKAN Öyle, böyle değil
efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) Öyle, yani
yanlış yapıyorsun.
BAŞKAN Siz yerinize oturun
lütfen. Lütfen
Lütfen yerinize oturun, tamam.
KAMER GENÇ (Tunceli) Ondan sonra,
oradaki hanımın dürüst sayması lazımken, her defasında
burada 50 kişi varken yanlış sayıyor.
BAŞKAN Burada
arkadaşınız var.
KAMER GENÇ (Tunceli) Yanlış
yapılıyor efendim.
BAŞKAN - O da sayıyor benimle
beraber. İtimat edeceksiniz, arkadaşlarınıza itimat
edeceksiniz Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) Yok, olmayan
şey, ondan sonra
Sen ne biçim
Hanımların daha dürüst görev
yapması lazımken her zaman AKPyi koruyorsun ya! Ne biçim şey
olacak bu iş ya!
FATMA NUR SERTER (İstanbul)
AKPyi koruyacak tabii, CHPyi koruyacak hâli mi var?
(Elektronik cihazla oylamaya devam
edildi)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, karar yeter
sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
1inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
1inci madde kabul edilmiştir.
2nci madde üzerinde aynı
mahiyette iki ayrı önerge vardır, önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 2. maddesinin
tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Faik Öztrak Ali
Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis Topal Uğur
Bayraktutan Ömer
Süha Aldan
Amasya Artvin Muğla
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesi ile 18.06.1927 tarihli ve 1086
sayılı yasaya eklenen Geçici 4 üncü Maddenin tasarı metninden
çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Pervin Buldan Sebahat
Tuncel
Aysel Tuğluk
Iğdır İstanbul Van
İdris Baluken İbrahim
Binici Erol
Dora
Bingöl Şanlıurfa Mardin
BAŞKAN Sayın Komisyon aynı mahiyetteki
önergelere katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Katılmamaktayız Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay)
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Baluken, buyurun.
İDRİS BALUKEN (Bingöl)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Vermiş olduğumuz önerge
üzerinde söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tabii, Sayın Adalet Bakanı
buradayken Bakanlığını ilgilendiren birkaç sorunla ilgili
bugüne kadar -defalarca iletmemize rağmen- yeterli çalışma
yapılmadığını
Genel Kurulla paylaşmak ve tekrar Bakanlığı duyarlı
bir tavır içerisine davet etmeye çalışacağım.
Özellikle birinci husus, bu hasta
tutuklularla ilgili durum. Şu anda Türkiye cezaevlerinde 413 hasta tutuklu
var ve bu 413 kişiden 122si ağır hasta ve her an ölebilecek bir
kronik hastalıkla karşı karşıyalar. Bu hastaların
tedavi süreçlerinde çok ciddi aksaklıklar var. Bu hastalar özellikle
tedavi süreçlerindeki aksamalardan dolayı her an hayatını
kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Bu konuyla ilgili bu
Meclisten bir kanun çıkmasına
rağmen Adalet Bakanlığı hâlâ sorunu ağırdan takip
eden, soruna duyarlı bir yaklaşım göstermeyen bir tavır
içerisinde. Yani bu 122 ağır hastanın tamamının son
bir arzusu var: Tedavi süreçlerinin son aşamasını kendi
ailelerinin yanında yapmak ya da son nefeslerini kendi ailelerinin
yanında vermek. Bu kadar insani bir talebin, üstelik yasası
çıkmışken bu kadar ağırdan alınmasını
biz anlayamıyoruz. Sayın Bakana -bugüne kadar pek çok olumlu
çalışmada imzası vardır- bu konuyla ilgili tekrar bir
duyarlılık çağrısında bulunmayı bir görev
biliyoruz.
Diğer taraftan, bu hasta
tutuklularla ilgili adli tıp süreçleri oldukça ağır işliyor
ve adli tıptan tahliye için bir rapor beklenirken bu hastalar
yaşamlarını yitiriyorlar. Geçen üç ay içerisinde birkaç hasta tutukluyu
bu şekilde kaybettik. Yani biz o kanun görüşülürken tam
teşekküllü bir üniversite hastanesinin ya da Sağlık
Bakanlığına bağlı tam teşekküllü bir eğitim
araştırma hastanesinin vereceği bir raporun yeterli kabul
edilmesi gerektiğini defalarca söyledik buradan. Ancak, herhâlde Bakanlık
üniversite hastanesine ya da Sağlık Bakanlığına
bağlı hastaneye güvenmiyor ki illaki adli tıp raporu diyor. Adli
tıp da sağ olsun bürokratik yavaşlık için, bürokratik
ağır işleyiş için ne gerekiyorsa onları yapıyor.
Hasta rapor alıncaya kadar cezaevinde yaşamını yitiriyor.
Yani Şahabettin Yüceerin nasıl yaşamını
yitirdiğine sadece bakarsanız ne demek istediğimizi
anlarsınız.
Diğer taraftan, cezaevlerinde var
olan sorunlar aynı şekilde devam ediyor. İşte,
Tekirdağ Cezaevinde, Şakran Cezaevinde, Kırıkkale
Cezaevinde, pek çok cezaevinde şu anda cezaevi koşullarıyla
ilgili çok ağır, insanlık onuruyla bağdaşmayacak
uygulamalar var. Daha önceki açlık grevleri sürecinde Adalet Bakanı
her defasında bu kürsüye çıkıp cezaevlerindeki koşullardan
dolayı açlık grevi yapılmadığını,
cezaevlerinde her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyledi. Ama
şu anda Tekirdağ Cezaevindeki açlık grevi 25inci güne
yaklaşmış durumda ve sadece cezaevlerindeki ağır
koşullardan dolayı. Orada gardiyan ve askerlerin keyfî bir
şekilde bir nizam oturtma girişimleri hemen hemen her gün
tutukluların önüne sorun olarak geliyor.
Bir kere, askerin cezaevlerinde bir
nizam oturtma yetkisi yok Sayın Bakan. Bu konuda size daha önce sorunu
söyledik, gerekeni takip edeceğinizi söylediniz ama sorun aynı
şekilde devam ediyor. Tutukluların, cezaevindeki tutukluların
yazdığı şiire, öyküye, makaleye keyfî bir şekilde el
konuluyor ve geri verilmiyor. Sünger odası diye ayrı bir
işkence odası var. İşkence edilenlerin herhâlde
çıkardıkları sesler duyulmasın diye, tutuklu
arkadaşların bize söylediği böyle özel bir konsept var. Bununla
ilgili bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı. Tam tersine,
Tekirdağ Cezaevinde Sayın Başbakanın da
eleştirdiği 12 Eylül dönemindeki Diyarbakır cezaevlerini
hatırlatan uygulamalar var. Tutukluların tek sıra şeklinde
yürütülmesi, işte demin bahsettiğimiz koğuşların keyfî
şekilde basılması, askerin bu tarz cezaevlerindeki süreçlerin
içerisinde olması, bize direkt olarak Diyarbakır Cezaevini
hatırlatıyor yani ya Bakanlığınızın
söylediği orada dikkate alınmıyor ya da orada gerçekten
Diyarbakır Cezaevini, o süreci hatırlatmak isteyen,
gündemleştirmek isteyen bir yönetim var. Bu konularla ilgili bugüne kadar
Bakanlığınızın yapmış olduğu
çalışmalar belli ki yetersizdir. Tekrar
Bakanlığınızın esaslı bir çalışma
yapmasını Genel Kurulun huzurunda talep ediyoruz.
Genel Kurula saygılar sunuyorum.
(BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Baluken.
Kim konuşacak Sayın
Hamzaçebi?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Ömer Süha Aldan.
BAŞKAN Ömer Süha Aldan,
Muğla.
Sayın Aldan, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bir şiir için
mahkûmiyet kararı verilmiştir. Öncelikle bu kararın hukuk
tarihimiz adına bir trajedi, bir utanç sayfası olduğunu
belirtmek isterim. Mafyalaşmanın, çeteleşmenin,
kokuşmuşluğun dibe vurduğu bir ortamda yolsuzluktan
değil, cinayetten değil, kul hakkı yemekten değil, sadece
ve sadece bir şiir nedeniyle mahkûmiyet ceza alanı değil, sadece
bu ülkenin hukuk anlayışını küçültür. Yargının
üzerine siyaset gölgesi düşüp siyasallaşmaya
başladığının endişesini, uzun zamandan beri içeri
tıkılan düşünce ve siyaset adamlarından, aydınlardan,
gazetecilerden biliyorduk ama bir taraftan da yüreğimizin bir köşesinde
adaletin eninde sonunda tecelli edeceği, hukukun yalnızca adalet
ilkelerine göre işleyeceği ve bu karanlık döneme ait
olumsuzlukları geride bırakacağımız günlere de içten
içe inanıyorduk fakat bu son karardan sonra görüyoruz ki yargı
gerçekten bağımsız değil. Bu yol yanlış bir
yoldur çünkü adalet, gün gelecek yargıyı
siyasallaştıranlara da lazım olacaktır. Bu kararı,
düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları
kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz,
yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz çünkü herhangi
bir zamanda herhangi bir kimseye yapılan adaletsizliği şimdiye
kadar hiçbir hukuk anlayışı, hiçbir yönetim, hiçbir güç
odağı meşrulaştıramamıştır. Dünya
değişmiş ama bizim ülkemizin insan hakları ve demokrasi
arayışında geldiği noktaya bakınız, uğraştığımız
konulara bakınız: Şiiri suçluyoruz, düşünceyi
dışlıyoruz, özgürlükleri askıya alıyoruz, sonra da
dünya insan hakları konusunda, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda
bizi neden beğenmiyor diye şikâyet ediyoruz. Bu yasaklarla nereye
kadar gidebiliriz? Hangi gerçeği yasaklarla örtebiliriz?
Değerli milletvekilleri, bu sözler
ne bana ne geçtiğimiz günlerde on ay hapis cezası alan Fazıl
Saya aittir; bu sözler, 24 Eylül 1998 günü İstanbul Belediyesinin önünde
30 bin kişinin karşısında Recep Tayyip Erdoğan
tarafından söylenmiş sözlerdir ve o toplantı
sırasındaki en meşhur slogan da nedir biliyor musunuz:
Şerefsiz medya. Şöyle bir baktığımızda, o gün
de şiirden mahkûmiyet vardı, bugün de var; o gün de hukuksal kararlar tartışılıyordu,
bugün de tartışılıyor;
o gün de aydınlar ve gazeteciler içeri
tıkılmıştı, bugün de;
o gün de siyasallaşan adaletten bahsediyorduk, bugün de; o gün de
dünyaya bunu izah edemiyorduk, bugün de edemiyoruz; keza, o gün de medya
eleştirisi vardı, bugün de var. O
zaman, ileri demokrasi nerede? Ve Sayın Başbakan ne yazık
ki, Sayın Fazıl Sayın bu cezaya mahkûm edilmesinden sonra soru
sorulması üzerine Onlarla bizi meşgul etmeyin. demiştir.
Değerli milletvekilleri, insan
hakları konusunda, temel hak ve özgürlükler konusunda geldiğimiz
nokta, aslında Recep Tayyip Erdoğanın sözleriyle
ortadadır. Dün Sayın Başbakan, Meclisteki grup
konuşmasında Sayın Genel Başkanımıza demokrasi
tarihi üzerinden bir not vermiş. Ben, sadece Sayın Başbakana bu
konuda not vermeyeceğim. Zira, 1998deki konuşması ve bugün
gelinen nokta, aslında onun notunu belirtiyor diyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Aynı mahiyetteki iki
önergeyi
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Karar yeter sayısı istiyoruz.
BAŞKAN -
oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
MEHMET ŞANDIR (Mersin) -
Başkanım, sizin takdiriniz önemli.
BAŞKAN - Önergeleri kabul edenler
Kabul etmeyenler
(AK PARTİ
sıralarından Var, var sesleri, CHP sıralarından Yok,
yok. sesleri)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin)
Çelişki var, çelişki!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın
Başkan, göz var, izan var.
İZZET ÇETİN (Ankara) Göz
var, izan var.
BAŞKAN Hayır
Göz var, izan
var ve çelişki var ortada.
SİNAN OĞAN (Iğdır)
Ne çelişkisi var Sayın Başkan?
BAŞKAN Karar yeter
sayısı yoktur.
Beş dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.52
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 18.59
BAŞKAN:
Başkan Vekili Mehmet SAĞLAM
KÂTİP ÜYELER: Mine LÖK BEYAZ (Diyarbakır),
Muhammet Rıza YALÇINKAYA (Bartın)
-----0-----
BAŞKAN Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
444 sıra sayılı Kanun
Tasarısının 2nci maddesi üzerinde aynı mahiyetteki iki
önergenin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi önergeleri yeniden
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önergeler kabul edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
Şimdi 2nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon yerinde, Hükûmet yerinde.
Şimdi, 3üncü madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 3. maddesinin son
cümlesindeki aksine ibaresinin kaldırılarak çelişen
ibaresinin eklenmesini saygıyla arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz Faik
Öztrak Ali
Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis
Topal Uğur
Bayraktutan Muharrem
Işık
Amasya Artvin Erzincan
BAŞKAN Sayın Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Katılmamaktadır Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Hamzaçebi
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Sayın Muharrem Işık konuşacak.
BAŞKAN Sayın Muharrem
Işık, Erzincan Milletvekili.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUHARREM IŞIK (Erzincan)
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabii, her yasa
çıktığı zaman İnsan hakları, hakları daha
iyi yapalım. diye ifadeler kullanıyorsunuz. En son, geçen haftaki
yasanın da başlangıcı İnsan Hakları Kanunu idi.
Zaten Hak, hukuk, adalet dediğiniz zaman hiç mangalda kül
bırakmıyorsunuz. Haram yemediğinizi söylüyorsunuz, Adil
davrandığınızı söylüyorsunuz, Kimsenin
hakkını kesinlikle yemediğinizi söylüyorsunuz.
Sayın Bakanım, adliyelere
zabıt kâtibi alıyorsunuz. Sınavlar yapıyorsunuz; önce, bir
yazılı sınav yapıyorsunuz, daha sonra sözlü sınav
yapıyorsunuz. Bu sınavları yaparken de orada Çok adil bir
şekilde davrandığınızı söylüyorsunuz. Bir de
adliyeye alınıyor bunlar, daha da adil olması gerektiği
söyleniyor.
Tabii, nasıl adil
davranıldığı yapılan sınavlarda belli oluyor. Ben
Erzincandan örnek vereceğim: Erzincana yaklaşık bir buçuk sene
içinde 43 taneye yakın zabıt kâtibi ve diğer görevlerde
çalıştırılmak üzere eleman alındı. Bu alınan
elemanların hepsinin de listesi açık ve net söylüyorum Ankaradan gitti.
O kadar söylememize rağmen hiçbir zaman için de bu isimler
değişmedi. Şu anda Barış süreci diyorsunuz,
kardeşlik diyorsunuz, dostluk diyorsunuz, Barış süreci
yapalım. diyorsunuz. Ne kadar samimi olduğunuz zaten geçen hafta bu
Dicledeki olaylarda da belli oldu ve bu iş alımlarında da zaten
bunu baştan sonu gösteriyorsunuz.
Şimdi, sınava girenlerin
içinde, toplam 49 kişi sınava giriyor, 1 kişi sınava
gelmiyor, 48 kişiyi sözlü sınava alıyorlar. Bu girenlerin içinde
-girenleri söylemeyeceğim ilk sekizi- 15inci sırada Kamber
Akbaş isminde bir arkadaşımız var Adalet Meslek Yüksek
Okulu mezunu. Bu çocuk 86,271 puan alıyor ve bu çocuğun okulu da
zaten Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu. Diğer bir arkadaş Ahmet
Solak isminde bir çocuk ve bu 85,158 puan alıyor, bir diğeri de Emre
Bozkurt 82,336 puan alıyor. Bunlar merkezî sınavda -yapılan ilk
sınavda- en fazla notu alan kişiler. Ama sözlü sınava
geldiği zaman sözlü sınavda Kamber Akbaşa 61,66 puan veriyorlar,
Ahmet Solak arkadaşımıza 53 puan veriyorlar ve Emre Bozkurta da
53 puan veriyorlar; 8inci sırada giren arkadaşımıza 85
puan veriyorlar, diğerlerine de 85, 81 diye gidiyor, kazanacak
şekilde. Şimdi, burada diyeceksin ki: Sınava girdi, sözlüde
aldı; sözlüde beceremedi yazılıyla girdi. Hayır,
Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz ki burada isimler gitti ve orada
alınması gerekenler belli oldu, alınması gerekenler de
alındı. Eğer burada Adalet Bakanıysanız ve bu
Türkiyeye adaleti getirmek istiyorsanız bu sınavı iptal
edeceksiniz. İptal ettikten sonrada oraya gerçekten adil olan bir komisyon
göndereceksiniz ve sözlü değil, yazılı sınav
yapacaksınız, sözlüyü de yazılı yapacaksınız. O
zaman kimin kazanıp kimin kazanmadığını göreceğiz,
adaletin nasıl olduğu da belli olacak. Bu Kamber Akbaş
dediğimiz arkadaş 5inci, 6ncı sefer giriyor; 85, 90, 95
aldığı dönemlerde oldu ve hiçbirinde işe giremedi. Tamamen
çocuğun hakkı yeniyor, diğerlerin de hakkı yeniyor. Ve bu
kazananların 8nin de size kim olduğun tek tek söyleyebilirim; kimler
olduğunu, Erzincanda ne iş yaptıklarını, kimin
oğlu, kimin yeğeni olduğunu, nereden referans gittiğini tek
tek söyleyebilirim. Bu kadar adaletsizlik olmaz. Biz, burada, kimsenin
hakkın almayalım, alma mazlumun ahını çıkar aheste
aheste diyoruz, bir sürü söz söylüyoruz ama buraya geldiğimiz zaman da
yapılan şeyleri gördüğümüz an bu kadar adaletsizlik olmaz.
Bu bir tek bunun için geçerli
değil Sayın Bakanım. Erzincanda yapılan ve Türkiyede
yapılan bütün sınavlarda bu sistem uygulanıyor. Yolların
kenarına kantarlar koyuldu, buradan gelen ağırlıkları
ölçmek için. Burada gidenlerin hepsinde alınanlar torbaya konuldu, torbada
çekildi başvuranların çoğunun ismi yoktu orada, isim
olmadığında nasıl çıktığı belli oluyor.
Sabancı Kız Yurdumuz
vardı. Burada sözleşmeli olarak çalışan bir arkadaşımız,
beden eğitimi öğretmeni işten çıkarıldı. Dediler
ki: Bakanlık tarafından atama yapılacak. Bir hafta sonra kimin
alındığını biliyoruz. Daha bunun gibi binlerce şey.
Siz eğer burada kardeşliği, barışı
istiyorsanız barış önce bu yollardan geçer. İnsanlara
eşit davranmazsanız, insanları böyle
kutuplaştırırsanız, insanları gerçekten bazı
şeylere zorlarsanız barış falan bu ülkeye gelmez.
Bunları görmedikten sonra da hiçbir şey çözülmez. Biz diyoruz ki
barış çözülecekse eğer Dicle Üniversitesinde olan olaylara da
göz yummayacaksınız, Erzincanda bu alımlarda yapılan
haksızlığa da göz yummayacaksınız. Eğer ki
gerçekten adilseniz ve bunun hesabı inanıyorsanız -ki bazen
gerçekten kafamda soru işaretleri oluşuyor- öbür dünyada da sorulur,
burada da sorulur.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Işık.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
3üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
4üncü madde üzerinde bir önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 4. maddesinin
tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Faik Öztrak Ali
Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis Topal Uğur
Bayraktutan
Amasya Artvin
BAŞKAN Sayın Komisyon önergeye
katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Ankara) Katılınmamaktadır Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Sayın Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Sayın Başkanım, önergeyle ilgili görüşümü
bildirirken Sayın Muharrem Işıkın ifade ettiği konuya
ilişkin şunu söylemem lazım: Bu alımlar Bakanlığımızın
doğrudan müdahalesinde olabileceği alımlar değil bunlar
adalet komisyonu başkanı, başsavcı ve bir üyeden
oluşan komisyonlarca yapılan alımlardır. Şayet bu
alımlarda bir usulsüzlük tespitiniz varsa lütfen bunları
yazılı olarak müdellel şekilde bildirin, takibatını
yapalım Sayın Işık.
Önergeye de katılamıyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın Bayraktutan,
Artvin.
Buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin)
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime
başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, bugün
elime geçen bir belgeyi yüce heyetinizle paylaşmak istiyorum. Samsun
Valiliği Emniyet Müdürlüğünün
Gerçi bu Adalet
Bakanlığının konusu içerisinde değil ama
İçişleri Bakanlığını ilgilendiren bir konu. Bu
konu iltica ve sığınma talebinde bulunanlar
Son günlerde
Suriyede yaşanan gelişmelerden dolayı ülkemize iltica talebinde
bulunan yabancılarla haymatlos, vatansız olanlara ilişkin bir
genelge yayınlıyor İçişleri Bakanlığı, diyor
ki bu genelgede bazı illere ilişkin Karadenizde de Zonguldaktan Artvine
kadar olan bölgenin içerisinde, bütün illeri kapsayan bu illerde iltica
talebinde bulunan kişiler yerleştirilebilir. Bu illeri tek tek
sayayım -tek bir il yok değerli arkadaşlarım, olmayan il
Rize, çok garip yani- Samsun var, Sinop var, Zonguldak var, Ordu var, Giresun
var, Trabzon var, Artvin var, bir tek Rize yok. Şimdi, esas Sayın
Başbakan bunları Suriyeden davet ediyor, en çok davet etmesi gereken
ilin Rize olduğunu düşünmeme rağmen hangi kriterler uygulanarak
bu ölçümleme yapılmış bunu öncelikle merak ediyorum, bunu
belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, 4üncü madde
üzerinde söz almış bulunmaktayım. 4üncü maddedeki temel gerekçe
şu: Bir yargı çevresi içerisinde birden çok idare veya vergi
mahkemesi kurulduğu takdirde, bu mahkemeler arasındaki özellikle
ihtisaslaşmayı sağlaması açısından, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu tarafından bir görev bölüşümü
yapılır. Şimdi, burada, tabii, doğal yargıç ilkesini,
bunları bir kenara koyalım. Esas ihtisaslaşmayı, bu
gerekçeyi ortaya koyduğumuz zaman biz ihtisaslaşmaya ilişkin en
önemli olaylardan bir tanesi, işte daha önceki konuşmamda da
belirtmiş olduğum gibi, özel yetkili mahkemeler.
Sayın Bakan bunlardan şikâyetçi oluyor, Özel
yetkili mahkemeleri niye burada konuşuyoruz? diye. Daha önceki yapmış
olduğumuz kanunlara ilişkin görüşmelerde de Öncelikle
bunları niye görüşüyorsunuz başka bir mesele yok mudur? diye
bizlere serzenişlerde bulundu.
İhtisas mahkemeleri olduğu iddia edilen devlet
güvenlik mahkemeleriyle başlayan, sıkıyönetim mahkemeleri süreciyle
devam eden, arkasından özel yetkili mahkemelerle devam eden, şimdi
terörle mücadele mahkemeleri altında devam eden bu yargılama
sürecinde adil yargılama ilkesinin bütün kurallarının ihlal
edildiğini burada birçok kereler anlatmaya çalışıyoruz, masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini anlatmaya çalışıyoruz.
Şimdi, 4üncü maddede bu madde gerekçesi ortaya
koyuluyorken, ihtisas mahkemelerine gidebilecek bir süreci ortaya koyuyorken,
bir yandan da başka bir şeyi ihlal ediyoruz. İhtisas mahkemeleri
olduğunu iddia etmiş olduğumuz özel yetkili mahkemelerle adil
yargılama hakkını ne yazık ki bu ülkenin gündeminden
uzaklaştırıyoruz değerli arkadaşlarım. O nedenle
biz diyoruz ki, önümüzdeki süreçle ilişkin olarak, özelikle ceza
yargılaması açısından, uzun tutukluluk sürelerini ne
Avrupaya anlatabiliyoruz ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
anlatabiliyoruz. Yani, bu mahkemelerde on yıl civarındaki
tutuklulukları herhangi bir yere anlatmamız mümkün değil
değerli arkadaşlarım. Buradaki delilleri anlatamıyoruz, gizli
delil kavramını, gizli tanık kavramını
anlatamıyoruz. Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı tutuklu olarak
yargılandığı bir dosyada terör örgütü
başının tanık olarak bulunduğu bir dosyayı biz
anlamakta zorluk çekiyoruz, anlatmakta zorluk çekiyoruz. Gizli tanıkların
kim olduğunu bilmiyoruz, gizli delillerin ne olduğunu bilemiyoruz.
Bakın, daha dün Balyoz davasıyla ilişkin, CDlerle ilişkin
Microsoftun yapmış olduğu açıklama var, deliller var. O
tarihteki yazı karakterleri, 2007deki yazı karakterleri, 2003lerde
var. Buradaki yargılamalardaki problemleri anlayamıyorum.
Sayın Bakan, 12 Eylül 2010 tarihi yargı için
bir dönemeçtir, bir dönüm noktasıdır. Daha önce yapmış
olduğum konuşmada da söyledim. O tarihlerde, 12 Eylül 2010 tarihinde
kuvvetler ayrılığı ilkesinin en önemli kurallarından,
ayaklarından bir tanesi olan yargı ayağını
çökerttiniz. Ben, o dönemle size hitap ediyorken Sayın Adalet
Bakanı demiyorum, sayın özel yetkili adalet bakanı olarak
hitap ediyorum. Neden? Çünkü bir görev üstlendiniz.
Kimlerin hangi yerlere geldiğini, hâkim ve
savcıların nasıl memur hâline getirildiğini bizler
biliyoruz. Ben, kendi seçim bölgem açısından diyorum. Adliyedeki
hâkim, savcılara nasıl listelerin gönderildiğini, eğer bu
listelerde gerekli isimler çıkmazsa gerekli hesapların
sorulacağını, aba altından sopa gösterildiğini
bilmiyor muyuz Sayın Bakan?
Şimdi, ben konuşuyorum, dinlemediğinizi de
biliyorum ama biz burada muhalefet milletvekilleri olarak bunları anlatmak
zorundayız. 12 Eylül 2010 bir operasyondu, bu operasyonun
başındaki kişisiniz siz. 12 Eylül 2010da Türkiye'deki
bağımsız yargı ne yazık ki çökertilmiştir. Bu
çökertmenin emir ve talimat zinciri içerisinde kişilerden bir tanesisiniz
ama bu yargı bağımsızlığı bir gün herkese
lazım olabilir, size de lazım olacaktır. İnşallah size
lazım olmaz. Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz.
Ne hazık ki Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu
bugün bu ülkede bir memurlar kurulu hâline getirilmiştir değerli
arkadaşlarım. Bugün hâkimlerin tayinleri yapılıyorken,
savcıların tayinleri yapılıyorken liyakat esası bir
tarafa bırakılmıştır, buradaki yükselmenin bir tek
usulü sadakat usulü getirilmiştir. Kamudaki yükselmenin ölçütü liyakat
olmalıdır, sadakat olmamalıdır ama ne yazık ki siz
HSYKyı bir bağımsız kurulun ötesinde memurlar kurulu
hâline getirdiniz. İnşallah önümüzdeki dönemde bunun size de dokunup
dokunmayacağını hep beraber göreceğiz.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın
Bayraktutan.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
4üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
4üncü kabul
edilmiştir.
5inci madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 444 sıra Sayılı Kanun Tasarısının çerçeve
5inci maddesinin tasan metninden çıkartılmasını arz ve
teklif ederiz.
Dilek Akagün
Yılmaz Faik Öztrak Ali Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis Topal Ali Rıza
Öztürk
Amasya Mersin
BAŞKAN
Sayın Komisyon?
ADALET
KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) -
İştirak etmiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN
Sayın Hükûmet?
ADALET BAKANI
SADULLAH ERGİN (Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN Sayın Ali Rıza
Öztürk, Mersin Milletvekili.
Sayın Öztürk, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5inci maddede, önerge
üzerine söz aldım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu,
yargıdaki yakıcı sorun olmaya devam eden tutukluluk
müessesesinden kaynaklanan sorunlarla ilgili düşüncelerimizi, öyle
anlaşılıyor ki, hâlâ anlatamamışız. Sayın
Bakanımız, Dilek Akagün Yılmazın sorusuna yanıt
verirken dedi ki: Her davanın kendinden kaynaklanan has özellikleri
vardır. Yani bazı davaların daha fazla cezası var,
bazılarının daha az. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi pek çok kararında şunu vurguluyor: Suçun vasıf ve
mahiyeti, mevcut delil durumu, sanığın kaçması gibi soyut
şüphelerle tutuklama kararı verilemez. diyor ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi aslında, suçun vasıf ve mahiyetini yani suçun
niteliğini ağırlığı ya da hafifliğini,
iddianamede yapılan suçlamanın niteliğini aslında tutuklama
nedeni olarak kabul etmiyor. Şimdi, Anayasanın 90ıncı
maddesine göre biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarıyla bağlıyız, yani Türkiyedeki karar veren ulusal
yargıç ve savcılarımız, herhâlde, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin kararlarına uymakla yükümlüler, bu konuda bir
takdir hakları yok, yani bu, bağlayıcıdır. Dolayısıyla,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tutuklama nedeni olarak, esas olarak
iki şeyi kabul ediyor: Birincisi, sanığın kaçma
şüphesi. İkincisi, delilleri karartma tehlikesi. Soyut suç
şüphesinin varlığı tutuklama nedeni olamaz. diyor. Bunu,
ben söylemiyorum, AİHM söylüyor. Dolayısıyla, bu koşullar
var ise bile yani sanığın kaçma şüphesi ve delilleri
karatma tehlikesi var ise o suçun karşılığı olan
cezanın miktarı ne olursa olsun, tutuklamanın
koşulları var ise ve tutuklamayla elde etmek istediğiniz sonucu,
amacı başka yönlerden elde edemiyor iseniz tutuklamak
zorundasınız ama tutuklamanın koşulları var fakat
tutuklama ile elde etmek istediğiniz amacı başka yönlerden elde
edebiliyorsanız, o zaman yargıcın tutuklama kararı verip
vermeme konusunda takdir hakkı yoktur değerli arkadaşlarım.
Ya şimdi ben anlamıyorum, bu memlekette herkes diyor ki Efendim, bu
takdir hakkıdır. Ya, takdir hakkı olmaz. İnsanı tek
yanlı olarak özgürlüğünden alıkoymaya ilişkin bir karar,
takdir hakkıyla açıklanan bir karar olamaz. Burada kurallar bellidir.
Eğer tutuklama koşulları var ise, tutuklamadan elde
ettiğiniz sonuç başka yollardan elde edilemiyor ise o zaman
tutuklamak zorundasınız ama bunlar kalkmışsa serbest
bırakmak zorundasınız. Deminde söyledim, Van Ağır Ceza
Mahkemesindeki Sayın Savcının tutuklama kararının
kaldırılmasıyla ilgili verdiği mütalaayı okudum. Bunun
hukukta hiçbir yeri yok. Yani, davanın esasına ilişkin bir
olayla ilişkin tutuklama kararı verilemez. O karar aslında
şunu gösteriyor: Verdiği tutuklama kararının haksız
olduğunu gösteriyor. Ey vatandaş, biz haksız bir tutuklama
kararı verdik. Şimdi, burada da, Ergenekon davası, KCK
davası, Silifkedeki dava, Mersindeki dava, Adanadaki dava. O davalarda
elbette ki kararlar, ceza miktarları farklı farklıdır. Suçun
niteliği, işte verilecek cezayla ilgilidir ama o davalarda eğer
sanığın kaçma şüphesi yoksa, delilleri karartma tehlikesi
yoksa ya da bu olmasına rağmen siz bunu başka yönlerden
önleyebiliyorsanız, tutuklama kararı veremezsiniz. Bunu hâkimin
takdir yetkisine bırakmak hukuku anlamamak demektir. Burada eski
Genelkurmay Başkanıyla ilgili bir karar verildi. Saçma sapan bir
karar. Orada diyor ki Soyut suç şüphesi tutuklama nedeni olamaz.
Sanıyorum Karaadayıyla ilgili. Ondan sonra kalkıyor, adli
kontrol sistemine başvuruyor. Ya kardeşim, tutuklama nedeni yok ise
yani soyut suç şüphesi tutuklama nedeni sayılamaz ise o zaman adli
kontrol sistemine zaten başvuramazsın. Yani, sen eğer tutuklama
nedeni var ise, adli kontrolle önleyebiliyorsan o zaman adli kontrole
başvuruyorsun. Hem kararında Soyut suç şüphesi var, bu, tek
başına tutuklama nedeni sayılamaz. diyorsun, o zaman da
tutuklama nedeni varmış gibi adli kontrole başvuruyorsun.
Şimdi, bunların hepsi, hâkim ve savcıların hukuku
yanlış uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar
aslında hukuk kurallarını uygularken düşülen hatalar
değildir bilinçli, ısrarla yapılan hatalardır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla)
Türkiye'nin AİHMde mahkûm olması pahasına yapılan
şeylerdir. O nedenle, biz bu konudaki düzenlemeleri yapamazsak,
hataları değiştiremezsek, hiç merak etmeyin, AİHMin önünde
daha çok mahkûm oluruz.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler
Sayın Öztürk.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmemiştir.
5inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
5inci madde kabul edilmiştir.
6ncı madde üzerinde bir önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 6. maddesinin
tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Faik Öztrak Ali
Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis Topal Uğur
Bayraktutan
Amasya Artvin
BAŞKAN Sayın Komisyon?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Katılamamaktayız Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Sayın Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın Yılmaz,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben özellikle
konuşmamda eksik kalan, zamanımızın yetmemesi nedeniyle
eksik kalabilen bazı konuları tamamlamak istiyorum.
İhtisas mahkemelerinin
kuruluşuyla ilgili bir değişiklik yapılıyor.
İhtisas mahkemelerinin kuruluşu, her hâlükârda Anayasa madde 142
çerçevesinde kanunla olması gerekirken, bir değişiklik
getiriliyor ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ihtisas mahkemelerinin
kurulması yetkisi veriliyor. Bu şekilde olduğu takdirde, ihtisas
mahkemelerini Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kendiliğinden
belirleyebildiğinde, işte o zaman, davalara göre
yargıçların belirlenmesinden ve doğal yargıç ilkesine
aykırı bir şekilde özel yetkili hukuk mahkemelerinin
olacağından kaygı duyuyoruz. Bugün nasıl terör mahkemeleri
çerçevesinde özel yetkili mahkemeler var ise ve oralara doğrudan
doğruya yapılan atamalarla insanlar özgürlüklerinden yoksun
bırakılıyorsa, her türlü
haklarından yoksun bırakılıyorsa, doğal yargıç
ilkesine aykırı bir durum varsa, bu sefer, Anayasa madde 142ye
aykırı olarak kanunla kurulması gereken mahkemelerin Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu eliyle konularına göre kurulabilmesi
durumunda, işte burada da doğal yargıç ilkesinin zedelenebileceğini
düşünüyoruz. O nedenle bu maddelerde yapılan
değişikliğin yerinde olmayacağını
düşünüyoruz.
Bunun yanında, bugün Anayasa
Uzlaşma Komisyonunda bazı konular konuşulmuş. O konuda da
sizlerle görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Anayasa Uzlaşma
Komisyonunda bugün ilk dört madde üzerinde çeşitli görüşmeler
yapılmış. İlk dört maddenin
değiştirilemeyeceğini, değiştirilmesinin dahi teklif
edilemeyeceğini biz baştan beri ifade ettik. Ancak, AKPnin
önergesinde ve BDPnin önergesinde ilk dört maddenin
değiştirildiğini ve değiştirilmesi için de her türlü çabanın
sarf edildiğini, hatta komisyonlara önerilen önergelerde de 4üncü
maddenin, değiştirilmezlik maddesinin bile ortadan
kaldırıldığını gözlemliyoruz. Yani o zaman bu
maddeler istediğimiz zaman, istediğimiz şekilde
değiştirilebilir gibi bir anlam çıkıyor.
Neden ilk dört madde
değiştirilemez diyoruz sevgili arkadaşlar? Burada hukukçular var
mutlaka. Yani Avrupa ülkelerinde dahi eğer anayasanın tümüyle ilgili
ya da önemli maddeleriyle ilgili değişiklikler varsa, büyük oranda
değişiklikler yapılacaksa mutlaka bir kurucu meclisin
kurulması gerekiyor. Kurucu meclis nasıl kuruluyor? Anayasa
değişikliğine karar verdiğiniz takdirde, öncelikle o meclis
fesholuyor ve sadece anayasa değişikliğini yapmak üzere bir meclis
oluşturuluyor. Anayasa değişikliğini yapmak üzere
oluşturduğunuz bu meclis tarafından da bazı maddeler,
değiştirilmek istenen maddeler ya da anayasa maddeleri gündeme
getiriliyor, ardından da yeniden referandum yapılıyor. Bu,
Avrupadaki pek çok ülkede böyle. Ancak, bu Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi
oluşurken Anayasanın şu şu şu maddelerini
değiştireceğiz, tümünü ortadan kaldıracağız.
gibi bir şey söylediniz mi arkadaşlar? Böyle bir yetki aldı
mı bu Meclis? Böyle bir yetkiyi almamıştır. O nedenle de
kurucu meclis değildir. Türk vatandaşlığı
kavramını çıkaracağız.
Bölge meclislerine yetkiler vereceğiz. Ana dilde eğitimin
yapılmasını sağlayacağız. dediniz mi siz? Bu
konularda yetki alınmış mıdır arkadaşlar? Bu
konularda yetki alınmamıştır. Değiştirilmez
maddelerimiz nedir bizim? Dilimizin Türkçe olması, bu ülkenin bölünmez
bütünlüğünün korunması, cumhuriyet değerlerinin korunması;
bunlar için bize yetki verildi, sizler burada bunun için yemin ettiniz ama
yemin ettiğiniz şeyi, şimdi, değiştirmeye
çalışıyorsunuz.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) Kim
değiştirmek istiyor?
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
Anayasanın, laiklik ilkesi de dâhil olmak üzere, Din esasına
dayalı devlet oluşturulamaz. ilkesini dahi ortadan kaldırmaya
ve içini boşaltmaya çalışıyorsunuz.
Egemenlikle ilgili şu var sevgili
arkadaşlar: Deniyor ki BDPnin önergesinde: Egemenlik, Türkiye Büyük
Millet Meclisine ve bölge meclislerine aittir. Aynı şekilde,
aynı günlerde -her ne hikmetse- Sayın Başbakan da diyor ki:
Türkiyede eyaletler sistemi neden olmasın? Ondan sonra da, bu
düşünceleri anlatmak üzere, bu bölünme projesini anlatmak üzere akil
adamlar Anadoluya çıktıklarında şunlar söyleniyor:
Nereden çıkartıyorsunuz siz bölünme olacağını?
Nasıl olacakmış bu bölünme? İşte, böyle olacak
sevgili arkadaşlar: Bölünme, bölge meclislerine yasa yapma yetkisini
verirseniz, idari özerkliğini verirseniz, güvenlik yetkisini verirseniz,
eğitim yetkisini verirseniz bunun adı bölünmedir. İster bölge
meclisi deyin
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla)
ister yerel yönetimleri güçlendirme deyin, ne derseniz deyin. Bunun
farkında mısınız? Sizler, özellikle sizlere soruyorum,
sizlerin içindeki vatansever milletvekillerine soruyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Karar yeter sayısı
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım: Önergeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul
edilmemiştir, karar yeter sayısı vardır.
6inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
7nci madde üzerinde bir önerge
vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte olan 444 sıra
sayılı kanun tasarısının çerçeve 7. maddesinin
tasarı metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Dilek
Akagün Yılmaz Ali
Serindağ Ramis
Topal
Uşak Gaziantep Amasya
Uğur
Bayraktutan Faik Öztrak Kazım Kurt
Artvin Tekirdağ Eskişehir
BAŞKAN Sayın Komisyon,
önergeye katılıyor musunuz?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
AHMET İYİMAYA (Ankara) Katılmıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN
(Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN Eskişehir
Milletvekili Sayın Kurt, buyurun.
KAZIM KURT (Eskişehir)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 444 sıra
sayılı Kanun Tasarısının 7nci maddesi üzerine
vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz aldım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle bu tasarının
hazırlığı sırasında Sayın Musa Çamla benim
tarafımdan imzalanan (2/1293) sayılı teklifin de Komisyonda
dâhil edilmesi gerekirdi. Bu edilmemiştir, bunu hatırlatmak
istiyorum.
Şimdi, getirilen 7nci madde ile hâkim ve
savcıların terfileri, yükselişleriyle ilgili esaslarda bir
değişiklik yapılması düşünülmekte ve buna, geçmişte
hâkimlerin, savcıların iş üretmesi, karar üretmesi üzerine
kurulu olan sistem değiştirilmek suretiyle, iş üretmemek üzere,
karar üretmemek üzere, vatandaşları hukuki yolların
dışındaki alternatif yollara göndermek üzere yapılan
çalışmaların yükselmelerde dikkate alınacağına
dair bir madde getirilmektedir. Oysa esas olan, hukukun içinde çözümdür; esas
olan, adliyenin içinde çözümdür, yargılamanın içinde çözümdür ama ne
hikmetse yargılamaları hızlandırmak adına, hukuki
düzenlemeleri yapmak için düzenlediğimiz tüm yasalarda hukuk
dışına çıkan bir anlayışla hareket ediyoruz.
Oysa, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gerektiği zaman gerekli ilke
kararlarıyla bu düzenlemeleri
yapmakta ve bu düzenlemelere göre de terfileri çizmekteydi.
Şimdi, getirilen düzenleme,
hâkimin, savcının insanları hukuk dışına
yönlendirmesi hâlinde daha çok puan alması esasına dayalı bir
sistemdir ki bu asla kabul edilecek bir nokta değildir. Zaten, esas olan
Türkiyedeki uygulamaları da adliyeleri kapatmak suretiyle arabulucu,
uzlaşmacı ya da ombudsman denilen alternatif çözümcüler üzerine
atmaya çalışmakla belki de ileride yargının
özelleştirilmesiyle ilgili bir çizgiyi tutturmaya çalışmak
istiyoruz ki bu çok doğru bir yaklaşım, çok doğru bir
tercih değildir. Burada hukuka, hakka ve adalete uygun
yargılamayı en hızlı, en adil nerede ve nasıl
yapacağımızı kestirmemiz gerekir. Bunun yolu da Türkiyede
adliyeleri kapatmakla değil, daha çok adliye açmakla daha çok hizmeti
vatandaşın ayağına götürmekle söz konusu olur.
Eskişehirde, şu anda, mevcut
12 ilçenin 8inde adliye yok. 4 tane ilçede adliye var ve gerisi tamamıyla
şehir merkezindeki adliyede çözülmek durumunda. Bakanlığa,
Sayın Bakana bir soru sorduk. Eskişehirdeki kapanan Seyitgazi,
Mahmudiye ve Mihalgazi adliyelerinde şimdiye kadar ki
çıkmış olan uyuşmazlıkları nasıl çözdünüz, nasıl bir formül buldunuz, ne
kadarı Eskişehirdeki mahkemelere gidebildi? diye. Henüz yanıt
alabilmiş değilim, onun yanıtını da bu vesileyle
beklediğimi belirtmek isterim.
Türkiye, gerçekten, adil ve hakka uygun
bir yargılama sistemi gerçekleştirmek istiyorsa bu paketleri
çoğaltmakla değil, ciddi anlamda bir hukuk reformunu tek
başına ve düzgünce getirmekle bunu sağlayabilir.
Her torba yasada, her temel yasada çok
farklı uygulamaları getirmek suretiyle hukuku daha çok
karmaşık, daha çok anlaşılmaz bir hâle getirmenin hiç
kimseye yararı yoktur ve olmayacaktır.
Nitekim, bu yasada da hukukla, idare
hukukuyla ilgili maddeleri düzenlerken bir de Ceza Kanununun kanun
dışı eğitimle ilgili maddesini getirmek suretiyle bu suçu
ortadan kaldıran bir anlayışla bir çizgi çiziyoruz. Bunun da
tamamen hukuka uymadığını ve bunun yanlış olarak
değerlendirilmesi gerektiğini düşünerek önergemize destek
vermenizi ve hiç değilse hâkim ve savcı terfilerini verecekleri
kararlara göre olması gerektiğini düşünüyor, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim
Sayın Kurt.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Karar yeter sayısı.
BAŞKAN Önergeyi
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım:
Önergeyi kabul edenler
Kabul
etmeyenler
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(İstanbul) Yok, Sayın Başkan. Sayın Başkan, karar
yeter sayısı yoktur.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) Yine mi var?
Noter getireceğim bir gün buraya, tespit ettireceğim Sayın
Başkan ya.
BAŞKAN Elektronik cihazla oylama
yapacağız, iki dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN
Karar yetersayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
Şimdi
7nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
7nci madde kabul edilmiştir.
8inci
madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan 444 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 8.
maddesinin ilk cümlesindeki kapsamında ibaresinin kaldırılarak
çerçevesinde ibaresinin eklenmesini saygıyla arz ve teklif ederiz.
Dilek Akagün Yılmaz Faik Öztrak Ali
Serindağ
Uşak Tekirdağ Gaziantep
Ramis Topal Uğur
Bayraktutan Sena
Kaleli
Amasya Artvin Bursa
BAŞKAN Sayın Komisyon?
ADALET KOMİSYONU
BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın
Hükûmet?
ADALET BAKANI SADULLAH
ERGİN (Hatay) Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN Sayın
Kaleli, Bursa Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın
Kaleli.
SENA KALELİ (Bursa)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz 444 sıra sayılı Tasarının 8inci
maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken
8inci Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özalı 20nci ölüm
yıl dönümünde ve Doktor Ersin Arslanı 1inci ölüm yıldönümünde
rahmetle anıyorum. Ayrıca, köy enstitülerinin 73üncü kuruluş
yıldönümünü kutluyor, bir çok ülkeye örnek olan, üretirken öğreten,
öğretirken üreten Anadoluya özgü modelin kaos ortamındaki
eğitim sistemine ışık tutmasını diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, etik değerlerden, hukuktan, adaletten söz etmek kolay ama
uygulamak zordur. Tasarının 8inci maddesiyle Hâkimler ve
Savcılar Kanununda mali hakları düzenleyen 50nci maddeye bir
paragraf eklenmekte ve yurt dışında görevlendirmelerle ilgili
kira yardımı konusu düzenlenmektedir. Ancak, söz konusu adalet olunca
yalnızca yurt dışındakilerin değil ülke içinde görev
yapanların da mali haklar, güvenlik ve çalışma
koşullarının terazinin dengesini bozmayacak şekilde
hakkaniyetle gözetilmesi gerekir. Çünkü, Voltairein de dediği gibi
İnsanlığın en güzel görevi adalet
dağıtmasıdır. Ancak, yaşadıklarımız da
göstermiştir ki ne çıkartılan yasalar ne ismi saray olan
adliyeler ne de mali ve sosyal haklar adaleti ve yargı
bağımsızlığını sağlamaya yetmiyor.
Adaletin sağlanması için bunların yanında yargı
bağımsızlığına, temel hak ve özgürlüklere,
eşitliğe, hoşgörüye, vicdana ve ahlaka da ihtiyaç vardır.
Adaletin olmadığı yerde en ağır cezalar da uygulansa,
toplum bilinçli de olsa insanların yanlış yapmaktan
caydırılması çok zordur. İnsanoğlu güce, gösterişe
taptıkça adaleti kendisi ortadan kaldırmış oluyor.
Asıl niyetini kendinden ve ötekilerden saklayanlar, kendine itiraf
etmekten utanacak düşünce ve hedefleri olanlar, çıkar peşinde
olanlarla ittifak kurar, çoğunluk elde ederler. Ne kadar çıkarcı
bir o kadar da bir şeylerin gereksinimi içinde iseniz aklınız
size bir çok gerekçeler hazırlar. Böylece, çoğunluk desteği herkesin
yeteneğini, yapacağını, ihtiyacını saptayacak
yetkiyi devralır. Kolay olan sisteme dâhil olmaktır. En ilkel din ve
inanışlarda evrensel aklın
arınmışlığı vardır. Aklı bilmeyenin
vicdanı da, ahlakı da, adaleti de olamaz. Bu tür insanlar
plansız, danışma gereği görmeyen, çok bildiklerine inanan
hâlleriyle pratik çözümleri olduğuna ve çağı
yakaladıklarına kendilerini de, çevrelerini de kolayca
inandırır, doğayı, sistemi, adaleti dönüşü olmayan
yola sokarlar.
Objektivist düşünür Ayn Rand bu durumu şöyle
özetlemektedir: Herhangi bir hükûmetin tek kozu suçluların tepesine
binmektir. Bunun için de uygulanamayan yasalar ve yönetmelikler
çıkarılır. Ortada yeterli sayıda suçlu ve suç yoksa o zaman
onları yaratmak gerekir. O kadar çok şeyi suç olarak ilan edersiniz
ki insanların yasaları ihlal etmeden yaşaması mümkün
olamaz. Ama, çıkarılan yasalar uyulamaz, uygulanamaz, nesnel olarak
yorumlanamaz şeyler ise o zaman bir ülke dolusu yasa ihlalcisi
yaratırsınız. Ondan sonra da yasayı istediğinize
uygular, suçluluktan para ve güç kazanmaya başlarsınız. Ülkeyi
kendine oy verenden ibaret sayan anlayış bir tarafı
cezalandırırken diğer tarafı ödüllendirerek adaleti
sağlayamaz, iktidarınızı ve hükümranlığınızı
adaletsizliğinizle beslersiniz. Sistem ve oyun budur. Ne yazık ki bu
oyunu oynayamıyorsanız, çağın gerisinde kalmakla ve
marjinallikle suçlanırsınız. Yine de en doğru yol
bildiğiniz en kısa yoldur. Adalet geç de olsa vardır, ilahî
adalet de gününü bekler.
Bu düşüncelerle saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkürler Sayın Kaleli.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
8inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... 8inci madde kabul edilmiştir.
Oturuma Saat 20.30a kadar ara veriyorum.
Kapanma
Saati:19.40